Filozoflara göre
FELSEFE
Hamdi Ragıb
Atademir'in
Basılan eserleri : Yanlış üzerine deneme (V. Brochard'dan) Phaidon...
99 downloads
756 Views
8MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
Filozoflara göre
FELSEFE
Hamdi Ragıb
Atademir'in
Basılan eserleri : Yanlış üzerine deneme (V. Brochard'dan) Phaidon (Eflatun'dan), Prof. S. K. Yetkin'le birlikte. — Nietzsche ve alman felsefî düşünüşüne giriş (Groethuysen'den).
Basılmakta olan eserleri : Organon I - Kategoryalar (Aristo'dan). Organon II - Önerme (Aristo'dan), Son düşünceler (Henri Poincaré'den), S. Ölçen'le birlikte.
Basılacak eserleri : — Aristo'nun mantık ve ilim anlayışı. — Mantık dersleri. — Organon III - Birinci Analitikler (Aristo'dan). Dedüktif teorilerin yapısı (L. Rougier'den). -- İsagoji (Porphyre'den). — Aristo (L. Robin'den).
Yeoi
Kitap
Basımevi — Konya
HAMDİ RAGIB ATADEMİR
FİLOZOFLARA GÖRE
FELSEFE
Konya Atademir Yayımevi
1947
ÖNSÖZ
Bilmek için sevmek, luzırn. Pascal
Felsefe de o bir bilgiler gibi, birdenbire ortaya çıkıveren bir bilgi olmamıştır. İnsan oğlu ve insan zihni türlü şartlar altında, türlü ve•ile ve maksatlarla, belki de çok defa tesadüflerle, içinde bulunduğu alemi, bu alemin ötesini, önce ve sonrasını ; kendini çevreleyen varlık ve nesneleri, bunlar arasındaki yerini, onlarla olan münasebetini ; kendi öz şartını ; düşünce ve sanılarının, duygu ve inançlarının, istek ve fiillerinin kaynak ve gayesini ister hasbî, ister aksiyona için gerekli görerek anlamak istemiş, ay^l-JO sayısız sorular atmış, isabetli isabetsiz bir sürü eevablar vermiştir. Hepsi biri içinde veya bir bîri içinde bulunan din, mistik, metafizik, felsefe ve ilim adını verdiği türlü açıklamalar içinde zihnini olduğu kadar aksiyonunu da tatmin ettiğini sanmıştın Bu cevap ve çözümlerde ne derece isabet olduğunun ilk bakışta kestirilmesi kolay değ'ildir. Yalnız bin bir bocalama, bin bir başarısızlık, bin bir yalanlama ve tutarsızlık karşısında insanın isteme ve tasarlama gücü ile yapma ve gerçekleştirme gücü ararındaki nisbetsizlik ve
«y Uf matlık; İyimserliği İle kötümserliği arasındaki boğuşma içinde» zihnî olduğu kadar ameli ihtiyaçları için de gerekli saydığı "hakikat» m keşfinden ayrılamamış; sık sık vaki olan duraklama ve gerilemelere rağmen ardı arası kesilme* yen bir bilme cehdi, bir zihnini doyurma, tek kelime ile bir açıklama hamlesi yapmaktan geri durmamıştır. Muhakkak olan bir şey varsa o da bütün bu açıklama cehdinin ifadesi olan bütün soruların, bütün sorular zincirinin birdenbire, aynı sıra ve ayni bağlılıkla ve şüphesiz ayni isabetle ortaya atılmadığı; bu sorulan* hepsinin son sorular, bunlara verilen cevapları» da son ve kesin cevaplar olmadığıdır, insanlar bilgice derinleştikçe, nesnelere ait ve nesneler dolayısıyla ortaya atılan soruların çözümünde ilerledikçe rastladıkları müşküller karşısında duydukları bütün dermansızlık ve küçsüzluk, düştükleri bütün karamsarlık ve cesaretsizlik içinde de yine bilmek iştiyakıyla kavrulmuşlar; değil her başarının ve uygunluğun, hatta her başarısızlığın ve uyarsızlığın itekleinesiyle başka başka denemelere baş vurmuşlar, daha daha güçlü kafaların teşebbüsüyle gerçeğin arkasında, yollarına devam etmişlerdir. Fakat alem ve tanrı, tabiat, hayat, ruh ve irade, cemiyet ve devlet üzerinde çok defa aksiyonu için âcil, umumî olduğu kadar teferruata da ait meseleleri çözmek için yaptığı denemelerle ; ve tarihin karanlıklarındanberi türlü
eüşünce yöntemleriyle, türlü düşünce fekilieri altında ilkin büyü inanç ve tekniklerinde, din inam »e pratiklerinde, teogoni ve kozmogonilerde» İnatta sırf teknik eserlerinde bile cevaplandırmağa çalıştığı sayısız denemelerle ne zihnini doyvî&bilmiş, ne de aksiyonunun emniyet ve verimini «acıyabilmiş, ne de hayret ve tecessüsünü artmaktan alıkoyabilmiştir. Bununla beraber soruların konulusunda ol' duğu kadar cevaplarının ihtiva ettiği bütün düşünce ve sezişlerde de, bütün tasar ve sanılarda da, bütün inan ve inançlarda da, bütün pratik re tekniklerde de, hiç bir hakikat payı olmadığını, hiç bir gerçeğin bulunmadığını iddia etmek, ilim tarihi karşısında pek güçtür, ister majik veya dinî, «•ter sırf spekülatif veya ilmî düzende Mısır'ın, Geldanistan'ın, Hind'in Çin'in, İran'ın ve öbür doğu memleketlerinin, öbür Akdeniz medeniyet» lerinin bugün bilinen bir takım fikir mahsulleri, verintileri ve kalıntıları vardır ki bunlar felsefeyi» ilmi ve öbür bilgileri yaratan, sayısız yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş, sonsuz değerde ad«iz düşünürlerin insanlığa sağladıkları vë bağış Sadıkları gerçek bir düşerğedir. İster ferd, ister topluluk olarak insanlar» düşünme ve hareket ihtiyaçları altında veya tes« düflerle, bir takım tarihî ve başka başka içtima zaruretlerle birbirlerinin her düzendeki mahsu ve eserleri ile karşılaşmaları, onların bütii 7
fikrî ve âmeli alışkanlıklarını bozmaya ; ve bu alışkanlıkların direnişlerine ve yasaklarına rağmen düşünce ve görüşlerinin kapalı çerçevesini kırmaya; yeni ve muhakkak daha geniş bk Çerçeve içinde yeniden vücut bulmasına yardım etmiştir. Bu türlü karşılaşma ve yüzleşmede, bu türlü genişleme ve derinleşme de, bu türlü yenileşme ve oluşta bütün bir insanlık sergüzeştini, gerçeğin araştırılmasında bütün bir insan zekâsının trajik savaşım, fakat muhakkak olarak düşüncenin ve insanın kurtuluş ve selâmetinin hazırlanmakta olduğunu görmemek kabil değildir Düşüncenin zenginleşmesi, verimlileşmesi ve gelişmesiyle insanın kaba faaliyetlerini, sathî görüşlerini daha iyi ve ileri bir şekilde karşıladıktan başka hâla erişilmesi ve elde edilmesi gereken ve halka halka genişleyen bir "Hakikat* fikrini gaybetmek şöyle dursun, türlü y Ön ve yöntemlerden araştırmak zarureti daha şiddetle duyulup gitmiştir. Bu yön ve yöntemlerde kimi ilmin, kimi tasavvufun, kimi dinin, kimi şu veya bu beşeri faaliyetin bugünkü belli sınırları içinde tatmin edilemek suretiyle bu bilgilerin de verdiklerinin " m u t l a k , , ; veya verebileceklerinin "bundan ibaret« olup daha fazla bir şey veremeyeceklerine İnansalarda; ister diyalektik, İster apodiktîk, ister denemeci yol ve yöntemlerden, ister idealist, ister realist anlayışlardan» tüter şüpheci veya belkici kararsızlıklar, ister
dogmatik saplanışlardan hiç biri hiç bir zaman bütün düşünceyi, bütün düşünce eserlerini, bütün düşünce faaliyetlerini vasıflandimaktan çok uzaktırlar» İnsanın hakikat arkasında ardı arası kesilmîyen çalışma ve didinmelerinin belli bir tek şekil aldığına, değişmez müşterek belli bir karakter taşıdığına inanmak güç olduğu gibi» bir çok mesafeler aşmakla beraber daha erişilmesi gereken gayeye nisbetle nerede olduğumuza bile kestirebilecek bir durumda ve güçte değilken ; kaçandan ve değişenden kurtulup kalanı» duraklıyı elde etmek kaygısıyla bir ucu şüphecilik öbür ucu dogmatizm olan iki uç arasında gidip gelirken ; hangi bilgi düzeninden yükselirse yükselsin, muteber bir tek düşünce, muteber bir tek yöntem, muteber bir tek sistem, muteber bir tek bifği olduğunu ileri sürmek te yersiz ve boş bir gayret olur. Böylece ayni bir insanın türlü» fakat birbirinden hiç bir suretle ayrıîamıyan çeşitli bilme güçlerine, çeşili bilme yöntemlerine dayanan dinin, mistiğin, metafiziğin, felsefenin ilmin, hatta sanatın,-aralarında birtakım ilgi ve münasebetler bulunsa da-bir birlerine katılabileceği ; veya bunlardan birinin muteber, öbirlerinin saçma olduğu iddiaları her bir bilgi alanının mutaassıplarından duyulmaktadır. Fakat bunların fikirleri ne kadar sofizma ve paraİojizmalarla dolu olsa da her çağda oynadıkları menfi rol yanında düşüncenin tekrar uyanmasında v« gelişmesinde hizmetleri de olmuştur. Dü9
kÛnceyi ve «serlerini bir yandan ve bir yönden görmeye alışık olanların bu düşünce kırıntıları arasında ve saplanışları dolayısıyla bütün görüşlerini daralta daralta, bir takım çıkmazlara tıkılmaları; bir takım naslara, bir takım inkâralra varıp dayanmaları düşünce tarihinin sık ıık şehadet ve tesbit ettiği olgulardır. Bilineni» sınırları ve değeri ne olursa olsun, bilinmeyeni» sınırları ve değeri hakkında hiç bir bilgi sahibi «İmadan ; bunun sonucu olarak da hiç bir bilğı re sistemin kendi postulat ve yöntemleriyle w biliıımiyenn i a bilinmiyecek„ şekline sokup mefruz "bilinecekleri» in de, yanlış değilse de daima eksik bulunan şimdiki "bilinen» içinde entegre olunamıyacağını görüyoruz. Böylece her bir bilginin öbürleri yanında aynı beşerî sıfatla, aynı hakla yer alacağı, aym hakikata tasarrufuyla çalışmalarına devam edecekleri, birbirlerine inkâr gözüyle değil, hiç değilse müsamaha gözüyle bakacakları neticesine varıyoruz.
Her zaman ve her yerde insan zihninin mahsul ve eserlerinin bir cinsten ve aynı olduğu ve daima da ayni kalacağı ; veya coğrafî ve etnik ayrılıkların da düşünce ve mahsulları üzerine tesir edeceği ve damgasını vuracağı iddiası ile de sık sık karşılaşılmaktadır. Nitekim büyük kozmogonilerin ve dinlerin, büyük felsefi •"e metafizik sistemlerin» büyük ilmi keşif ve 10
ibdaların, büyük sanat eserlerinin bazı etnik guruplara, bazı memleketlere münhasır olduğunu; o bir milletlerin ve o bir yeryüzü köşelerinin bundan mahrum oldukları da sık sık söylenmektedir. Bu yüzden din, felsefe» ilim ve sanat tarihlerimiz bilerek bilmiyerek bu fikrin belirtiletiyle doludur, Medeniyetler, sistemler, "mucizeler,, yarattığı ileri sürülen sayısı az milletlerin yanında, geçmişleri ve eserleri bilinmiyenleri hesaba katmadan insanlık tarihi ve düşünce tarihi üzerinde hüküm vermek âdetini bırakmak, hatta milletlerin türlü içtimaî ve tarihî şartlar altında bir birlerinden neler aldıklarını, birbirlerine neler verdiklerini ayırmak ve ayıklamak dururken bir taraflı hükümlere sapmak da doğru olmasa gerek. O bir milletleri ve eserlerini henüz yetecek kadar derince bilmeden bütün beşerî zihnî faaliyetleri; 4in ,mistik, metafizik, felsefe, ilim ve sanatı bail milletlerin malı saymak bu bilgilerin tarihleri ile uğraşanlarca sık sık yalanlanmış durmuştur. Söz gelirai Yunanistan'da, olduğu gibi totem ye tabular ve Msirlar„ devrinde yaşayan kavimciklerm kendi kendilerine birdenbire büyük ahlakî, ilmî ve felsefî spekülasyonlara açılıverdiğini ; başka milletlerden Eiç bir$ey Öğrenmeden ve almadan büyük sistemler ve hipotezlere yükseldiklerini iddia etmek gibi hakikata uymayan fikirler bugün tartışma konusu olmuştur. Esasen bunlar tarihin değil tarihçinin hatalarıdır. Muhakkak olan bir şey varsa o da coğrafî durumu en elverişli olan11
la tarihî şartları vaktında yardım eden milletler içlerindeki müstesna kişilerin, seçkin bazı düşünürlerin, - eski yunan düşünürlerinin hemen hepsinde rastladığınız gibi- çok defa kendi içtimaî çevrelerinin hâkim fikirlerine karşı gelerek, türlü vasıta ve şekillerde temas sağladıkları komşu veya uzak milletlerin fikrî ve teknik mahsul ve düşerğelerini de öğrenerek ve benimseyerek daha zengin terkiplere, daha cesur hipotezlere teşebbüs ettikleridir. Bilerek bilmiyerek bir takım geleneklerin, zaman ve muhitlerinin hâkim düşün* çelerinin müsbet veya menfi tesirleri altında kalsalar da, dinî olduğu kadar her türlü fikri düzende de içtimaî konverjanslar (convergence) dan saparak veya ayrılarak bu seçkin kafalar bazait bir sergüzeştin veya bir tesadüfün mirasına konarak zaman ve cemiyetlerini çok defa aşmışlardır* Düşüncenin kendisi ve eserleri zaman dışı (intemporel) ve evrenlik (universel) karakterini bu mantıkî ve şahsî teşepbüsünde, bu ferdi tenkid ve terkip gücünde bulmaktadır. İster ferd* 1er, ister topluluklar arasında olsun, ister fertlerden ister topluluklardan gelsin, düşünce ve davranış ayrılıkları tenkidi düşüncenin ve ilerlemesini» şartı olup, büyük hareketler, faaliyetler ve bütün devrimler bu ayrılıkların keskin bir duru« ma girdiği zamanlarda olmuştur. Böylece insanlar kendi düşünce ve aksiyonları üzerindedüşünmeğe ve kendi kendilerini incleme konusu olarak almağa başlamışlar ve bunun sonucu. 12
olarak, giriştikleri tahlillerin derinliği farklı düşünce ve eserlerin artışına, bu da yine tenkide! ve terkipçi kafanın gelişmesine ve böylece devam edip giderek büyük sistemlere ve terkiplere imkân ve vücût vermiştir. Şimdiye kadar bilinen iskolastik (scolasti(|ue) denemesinden anlaşıldığı gibi düşünceyi belli sistemler, belli düşünce kalptan ve yöntemleri içinde belli bir muhteva ile zorlamak düşüncenin kuruması ve insanın bütün ehliyetinin ve hangi düzende olursa olsun, bütün eserlerinin inkârı olur» Cemiyetlerin düşünürler üzkrine tesiri kadar» kanaatımızca daha fazlasıyla düşünürler de cemiyetleri ve zamanları üzerinde tesir ederler. Cemiyetlerin dünya görüşleri bu ferdlerin dünya görüşleriyle çok defa çarpışır, cemiyetlerin daima kalıplaşan ve çok defa başka bir şekil almaktan mahrum düşünce ve tasarları, tıpkı pratikleri gibi, sayıca az türlü kişilerin teorik olduğu kadar pratik eser ve faaliyetleriyle de, türlü tahlil ve terkiplere dayanamayarak, yeni oluşlara doğru gider. Müşterek karakter ve unsurlarıyla, aralarında daima bir yakınlık ve az çok bir bağlılık bile olduğunu kabul ettiğimiz her düzendeki bütün sistemler de çok defa zamanlarının, cemiyetlerinin, geçmiş çağların hâkini fikirlerine ve fikir geleneklerine eklenen veya birbiri içinde 13
tamamlanan; bu sistemi kuranın kendi öz ya« ratması olup tenkidi olduğu kadar kurucu bir eehdin eseri olan bir bölüm daha görmek mümkündür. Esasen ister kollektif, ister ferdi uzuv uzun "düşünülmüş» 1er ürerine yeniden "düşünülen,, leri eklemek ve bunları bir bütün halinde toplamak ve bağlamak ; kabul edilmiş, türlü bilgi düzenlerindeki postulatların seçimi kadar bu seçilen postulatları yeni bir fikir düzeni ve yeni bir anlayış içinde yerleştrimek ve kullanmak ; son tahlilde mantıkî tutarlığını ve gerçeğe uyarlılığını sağlamak gerekir. Her düşünür kendi kaprislari ne kadar rol oynasa da, belki bu postulatların seçimleri ile, fikirleri siralayiş ve bağlayışlarıyla ne kadar şahsî bir güç ve karakter gösterse de, sistemin sağlamlığını ve değerini yapa« ne içtimaî konverjans, ne o sistemi benimseyenlerin sayısı, ne de o zamanda ve o cemiyette yasaya» o bir insanların düşünce ve duyuşlarından farklı oluşudur ; sadece bu mantıkî tutarlık, - gerçek anlayışlarımız ne kadar değişik olursa olsun, - ger» çeğe uyarlığıdır. Bu gerçek ise münhasıran ve temamiyle hiç bir bilginin, hiç bir ilim kolunu» sınırları içinde değildir. Böylece her bîr bilgi ondan bize bir bölüm, bir görünüş vermektedir ; fakat hakikatin elde edilmesinin ancak kendi imtiyazı olduğunu iddiası pek yersizdir. *
*
Dinî, mistiği ve o bir bilgileri bir yaııa bırakarak felsefî bilgiyi ele alacak olursak, bn 14
bilginin de ilkin o birleri gibi dinî ve mistik •pekülasyonlardan ve açıklamalardan ayrı olma* yıp onlar içinde karıştığı sanılmaktadır. Geniş manasıyla, insanı ilgilendiren sorular bu türlü açıklamalarda, bu türlü bilgilerde de yer almak. la beraber, felsefî düşünce âlâm karcısında insan zihninin kendi kendini ve eserlerini, bu eserlerinin değerini inceleme konusu olarak almaya başla» anasıyla belirmektedir. Bütün teogonilerde, bütün kozmogonilerde felsefî spekülasyonun izleri ve hatta kaynakları bulunduğu sanılsa da ; bunlarda, tanrılarla, şahıslandırılmış prensiplerin uzak yakın münasebetlerini anlatan ve böylece roythe'leri bir bilgi konusu olarak alan ve öğretim maksadıyla onları düzenleyen ve olmuşu, olanı ve olacağı Müz'lere anlattıran mitik (mythique) dediğimiz bilgilerde rasyonel düşüncenin varlığı kabul olunsa da felsefeyi vasıflandıran tenkitçi ve terkipçi düşüncenin açıkça belirmediği görülmektedir. Söz gelimi : Yunanistan'da bu mitik bilğU 1er de, edebi şekilleri altında destanı hikâye ile ahi* akı düşüncenin beraber gittiği Homiros'da ve bütün amacı ilâhî kanuna itaatla adaleti kuvvete hakim kılmak olan Késiode'da rastladığınız gibi dinî düşüncelerden uzaklaşmağa doğru giden ahlâkî düşünce yer alsa da bunlarda felsfî bir doktrin arana k buşunadır. Alem hakkında sistemli, tenkid«i ve terkipçi bir tasarı veya bir bilginin ortaya çıkması bu mitik bilgilerden, bu edebt şekiller içinde anlatılar ve öğretilenden çok 15
sonradır. Bunlar bir tarafa bırakılacak olursa felsefî düşüncenin ilk şekilleri üzerinde durmak, ona dünyanın iyi bilinen memleketlerinde Şimdilik belli bir başlangıç tayin etmek bir derece kolaylaşacaktır. Böylece ötedenberi felsefî düşünüşü yunanlılara mal etmek, ve felsefî düşünceyi yunanlıların bir eseri olarak göstermek âdet olmuştur. Medeniyet, felsefe ve ilim tarihçilerinin o bir milletlerle yetecek kadar uğraşmamış veya bugünedeğin yetecek kadar vesika bulamamış olacaklarından şüphe etmemekle beraber yunan mitik düşüncesindeki değişikliğin ve felsefî, ilmî düşüncenin gelişmesinin doğu düşüncesiyle, doğu ilmi ve tekniği ile temastan sonra başladığı da artık umumî olarak kabul olunan bir gerçektir* Zaten türlü yunanlıların Mısır'da, Mezopotamya'da, Hind'de, İran'da, Habeşistan'da ve öbür akdeniz memleketlerindeki seyahatlarının ve oralarda ünlü ünsüz düşünürlerle karşılaşmalarının bir çok bilgiler kazandırdığı muhakkaktır. Bu mühim âmilin yanında İyonya adı verilen Anadolu batı bölgesinin ve kıyılarının elverişli coğrafî şartlarıyla zamanın tarihî şartları da Yunanlı'nm fikrî açılışında ve gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Ne kadar zarurî olsa da kâfi olmıyan bu şartların yunanlı'nm etnik üstünlüğünde İsrar edenlerin yunan felsefesinde ve hatta bundan sonra gelen öbür milletlerden yetişenlerin felsefesinide bir ırk psikolojisinin temsil edildiğini 16
F '1
iddia etmelerini bir yana bırakarak, ve etnik ayrılıkları ve bunların dayandıkları nevi şahsına münhasır unsur ve şartları inkâr etmemekle beber daha çok bunları temsil eden millî ideolojilerle felsefî sistemlerin karıştırılmaması gerektiğini hatırlatırız. Filozofların, gerçek düşünürlerin cemiyetlerinin, kavimlerinin ve zamanlarının ideal ve isteklerini ifadelendiren veya gerçekleştiren büyük bir senteze eriştikleri kabul olunsa bile filozofların ve felsefî sistemlerin zamanlarının düşüncesini, cemiyetlerinin ideal ve temayüllerini aştıkları, çok defa başka ideal ve düşüncelerle onları değiştirdikleri, hatta onlara karşı cephe aldıkları da apaçık bir hakikattir. Her ne kadar Thaies1 den Platin'e kadar bir yunan düşüncesi ve felsefesi ; Descartes9dan Henri Poincaré'ye bir fransız düşüncesi ve felsefesi ; Leibniz ve Kant'dan Hartmann*a. kadar bir alman düşüncesi ve felsefesi ; Bacon*dan Russell'e bir ingiliz düşüncesi ve felsefesi ilh... olduğu iddia edilse de burada dayanılan benzerliklerin ve yapılan sathî tamimlerin zaman, memleket ve kav m gözetmeden pek çok filozofa ve sisteme tatbik olunabileceği kolayca meydana çıkabilir. Varlığını kabul ettiğimiz böyle bir fikrî geleneğin ne başka zıd düşünce ve anlayışların yokluğunu ; ne de bu türlü düşünce ve anlayışların o millet veya cemiyetin malı olmadığını ifade etmediği de sarihtir. Şüphe yok, gerçek filozofun işi hiç bir zaman zamanının, cemiyetinin bilgi ve düşüncelerini birbirine 17
yamayarak, birbirine ulayarak onlara bir bütünlük görünüşü, bir toplu görüş şekli vermek olmamıştır. Felsefe sistemlerinin sıralanışında, geçmiş filozofların sistemlerinin daima tasdik ve teyidini görmek mümkün olmadığı gibi birbirlerinden büsbütün ayrı ve birbirinin temamiyle birer inkârı olarak ta görmek yerinde olmaz. Gerçekte her sistem, her düzende olduğu gibi, hangi kavmin veya hangi memleketin, hatta hangi ferdin olursa olsun, kendinden önceki ve hatta z a mandas sistemlerden bir çok unsurlar alır ve onları kendi yapısı içinde entegre eder. Felsefî sistemlerin kuruluşunda ister coğrafya, veya ister coğrafya ile tarihin iş birliği j ister bir milletin veya kavmin kendi öz. yaratma gücü ; ister bütün bunları da nefsinde toplayan müstesna ve nadir kafaların, şahsi yaratma gücü rol oynasın ; felsefî sistemlerin çokluğundan ve birbirine Uymamalarından felsefenin bir çağdan o bir çağa, bir düşünürden o bir düşünüre değiştiği ; böylece ne bir belli konu ve yöntemi, ne de belli bir karakteri olmayan bir bilgi olduğu neticesi çıkarılamaz. Böyle bir bilginin hele tatbikat alanında hiç bir maddî kazanç ve başarıyı elde edememesinden ; düşünme ve bilme ihtirasları sönmüş olanların günlük ve belki de bir Ömürlük hayatın sınırları içinde kendilerine hiç bir fayda ve teminatı olmıyan böyle bir bilgiye bilgi adını bile vermemeğe kalkışmalarından kayğılanmamahdır. 18
Felsefenin konusunun, ilk felsefî sistemlerden bugüne kadar felsefe tarihi incelenecek olursa iki mesele etrafında toplandığı görülür. Böylece insanın bir ferd olarak veya topluluk içinde hareket hattını rasyonel bir tarzda düzenlemek için aksiyon meselesi ; alemi, alemde olupbitenleri anlamak ve açıklamak üzre bilgi meselesi bütün felsefî spekülasyonun değişmez umumî kunusu olmuştur. Türlü çağlarda, türlü filozoflarca bu meselelerin biri o birine bağlı ; biri o biri içinde ele alınmış olsalar da bu iki mesele hiç bir zaman felsefenin konusu ve filozofların araştırma alam olmaktan çıkmamıştır. Poetik şekiller altında mitik bilgilerden başliyalım: bunlar içinde bir takım mythe'leri ve halk arasında yaşayan ata sözlerini ifade eden, ve bu kitabın ilk bölümlerinde görüleceği üzre, bir takım ahlakî nasihatlar ve düsturla teşkil eden düşünceler ilkin bu ahlak meselesinin mühim bir yer tutduğunu anlatır. Günün türlü zaruretlerine cevap veren ahlakî düşüncenin tercümanları ilkin, Yunanistan'da olduğu gibi Hind'de, Çin'de ve belki başka memleketlerde de kanun yapanlar (Législateur) ve şairler olduktan başka yunanın Yedi Hakimlinden başlıyarak çağımız filozoflarına kadar her düşünürü uğraştıran ve her çağın düşünürünü ilgilendiren başlıca mesele yine bu ahlak meselesi olmuştur. Eski çağda her türlü içtimaî ve siyasî değişiklikleriyle 19
münasebette olarak, ister ferdier arasında, ister mil *t"~ra-as! münasebetler karşısında, ölçüsüzlüğe, haşin ve aşırı ihtiraslara, hileye, tahakküm zihniyetine karşı ölçü ve itidali, muvazene ve doğruluğu, adalet ve hak fikrini koymak düşünülüyor. Ve ilk halk düşüncesine ait şekillerden anarı bazı ahlakî düstur ve nasihatlann, bazı müşahede ve ihtarların hafızada tutulmasını ve nutuklar da kullanılmasını kolaylaştırmak maksadıyla vecizeler halinde, saklanan bir takım ahlakî fikirlerin - sade Yunanistan'da değil yeryüzünün her köşesinde, insanlığın üzerinde titrediği ilk hakikatlar olduğu açıkça görülmektedir. Fakat felsefe kelimesi, etimolojisinin de gösterdiği üzre"hikmet sevğisin olduğundan hikmet'i* de sade alem hakkında ve alemde olup bitenler hakkında tam ve sağlam bir bilgiyi değil, aynı zamanda aksiyonun rasyonel kaidelerine g$re hareket etmeği de ifade ettiği göz önünde tutulursa ilk şeklinde olduğu gibi bugünkü durumunda da, meselenin konuluş ve çözülüş tarzı ne olursa olsun, bütün felsefî düşüncenin yine ilmin •e ahlakın temelleri, sınır ve değerleri meselesi üzerinde toplandığı görülür. * * uhakkaktır ki felsefe teriminin konulusundan önce ve sonra hikmet, ilim, felefe terimlerinin manalarındaki ilk birlikten başlıyarak bugüne kadar türlü filozofların* bu kelimeye, bu bilgiye 20
verdikleri türlü manaları, "felsefe„yi anlayış tarzlarını ayrı ayrı görmezden ve bunlar arasında müşterek ve benzer olanları ile ayrı ve benzemiyen, hatta zıd ne varsa onları gözden geçirmezden önce ; aynı bir çağda, ayni felsefî sistemde beraberce bulunabilen türlü anlayışlar bulmakla beraber bu anlayışları burada belki üç bellibaşh gurupta toplamak mümkün olacaktır : İlkin, felsefeyi amel! ve nazarî bütün bilgileri içine alan bir bilgi; konusu gerçeğin bütünü olan toplu bir açıklama; bir ilimlerin ilmi, bütüncül (universel) bir ilim olarak görüyoruz. Bu suretle ilk filozoflar ilk âlimler oluyor ve bu gelenek bütün devirler boyunca, âlimler filozof olmasalar da filozofların muhakkak âlim olması zaruretiyle bu güne kadar devam edip geliyor. Gerçekte bugün ilimlerin ve o bir bilgile, rin er birinde insan aklı ve insan ömrü, insan gücü için ağır bir yük teşkil eden bütün meseleleri, çözümlerini ve açıklamalarını bütün teferruatı içinde kavramak imkânsızlığı söz götürmez bir hakikat ise de daha sonraları göreceğimiz gibi bilgiler arasındaki sıkı birliği sağlamadan ve biribirlerinin vardıkları umumî neticeleri {»ilmeden de insanın tatmin edilemiyeceği de yine apaçıktır. Eskidenberi türlü bilgiler arasında iş bölümü mevcud olsa da, bu iş bölümü çağımıza kadar artarak gelse de bu, yine felsefenin oradan kalkmasını değil ; temamiyle aksine olarak 21
vücudunu gerektiren başlıca sebeplerden birini teşkil eder. İkinci olarak, felsefe, ilimlerin, başta matematiğin, sonra o bir müsbet ili mlerin felsefeden ayrı birer ilim kolu olarak kurulmalarıyla bütün bilgilerden değilse de ilimlerden ayrı, onların Üstünde ve dışında-bir bilgi olarak anlaşılmaktadır. Bu anlayış bizi nesnelerin ve varlığın özünü bulmağa ve açıklamaya çalışan metafizikle, her şeyin iradesi altında vücut bulduğu biricik varlık Tanrı'mn bilgisi olan teoloji ile birleştirir, insan zihninin tecrid bakımından daha üstün, belki de daha başka bilme güçlerine baş vuran ve o bir bilgilerin ve ilimlerin ayrı r yrı alanlarda erişip çözemiyeceği varlık, ruh, ilk sepep veya Tanrı teorilerini de içine alan meselelerle uğraşan bir bilginin, ontolojVmn imkân ve meşruluğu üzerindeki fikir beraberlikleri ve ayrılıkları ne olursa olsun bu türlü anlayışın bir bakıma felsefe ile metafiziği (ilk felsefe veya fizikötesi), bir bakıma da felsefe ile teolojiyi birleştirdiği görülmektedir. Son olarak, felsefe anlayışında, ilimlerin ilerlemeleri neticesi olarak bîr değişiklik daha olmuş, bu da hem ilimlerin yöntemleri, vardıkları sonuçların değeri ; hem de ilimlerin uğraştıkları alanların parça parça, kullandıkları yöntemlerin çeşit çeşit ve vardıkları sonuçların başka başka olması yüzünden bir ilimler teorisi'ne, daha umu-
22
mî olarak, bir bilgi teorisi'ne ihtiyaç göz önünde tutulmuş ve böylece felsefe mantıkî, tenkidi bir disiplin olarak ortaya çıkrrfıştır. İlimlerin ilerlemesi ve ilim anlayışımızın pozitivizm hareketiyle değişmesi üzerine bir ucu felsefenin inkârına kadar varan büyük uzlaşmazlıklara ve tartışmalara şahid olunmuşsa da felsefe, sosyoloji, örf ve âdetler ilmi tarafından yine elinden alınamıyan aksiyon meselesi yanında bilgimizin sınırı ve değeri, yöntemleri üzerinde mantıkî-tenkidi bir disiplin olarak ilk konusunu - meselelerini ortaya koyusu ve çözümleri ne kadar farklı olursa olsun - muhafaza etmektedir. Böylece felsefe ilmî bilgi, sonuç ve metodiarı ve bunların değeri üzerinde tenkidi bir bilgi de olsa yine ilmin dışında bir bilgi, hatta derece bakımından ilmin üstünde bir bilgi olmak vasfını da kaybetmiş olmıyor. Felsefe kendi içinden ayrılan ve ayrılmakta devam eden ilimler gibi gerçeğin hususî bölümlerini deneme yoluyla inceliyen ve tahlil eden hususî bir ilim değil, bütün bu hususî ilimlerin «İde ettikleri sonuçların ve kullandıkları yöntemlerin değeri üzerinde tenkidi Ve bu türlü ilimleri birleştirici bir bilgi olması yüzünden daha çok terkipçi bir bilgi, bütüncül bir ilim karakterini yine muhafaza etmektedir. Bu suretle ilk nedenlerin ve son niçinlerin ilmi olan metafizikten daha ayrı bir alanda, âlemin bütünü ve aksiyonumuz üzerinde toplu rasyonel bir açıklama 23
olarak basitleştirici bir bilgi olmak vasfını yine kazanmış oluyor. Tabiîdir ki ilimlerdeki birleştirme ve] basitleştirmeden, tecrit derecesinde daha -*tün bir dereceye yükselmiş bir bilgi mahiyetini taşımaktadır. Hasselerimizle bilinen karışık gerçekle düşündüğümüz yalın gerçek arasındaki münasebeti veya köprüyü kurmak, bunların aynı olup olmadıklarını anlamak gerekmez mi ? Dış âlemsiz zekâ ve düşünce; zekâ ve düşüncesiz de dış âlemin bilgisi olacağı fikrini hiç benimsememe ki e beraber hakikat âlime olduğu kadar filozofa da ister tekaddüm etsin veya onların dışında bulunsun, ister onların şu veya bu şekilde bir yapısından ibaret olsun, Hu hakikati bilmek ve elde etmek nasıl, ne ile ve ne zaman mümkündür; ve niçin şu veya bu suretle, niçin şu veya bu yol ve yöntemle, niçin şu veya bu anda bilinmelidir ? İlim tenkid, birleştirme ve terkip kafasını ne dereceye kadar üzerine alabilir ? İlmin dışında kalan her türlü meseleleri, bilinmiyenin ve biliııemiyeceğin içine atıvermekle mesele çözülmüş ve kapatılmış olmaz. Zaten bilgi (epsitemoloji) ve aksiyon (éthique) meseleleri yanında türlü ilimlerin prensip ve postulatlarını, hipotezlerini, elde ettikleri sonuçların tenkid ve yüzleştirilmesini ve türlü metodlarin tenkidini üzerine alan felsefenin, felsefi bilginin meşruluğu üzerindeki tartışmalar durmuş gibidir. Hatta bir çok ilim adamları bunun zarureti üzerinde, böylece bir ilimler felsefesi üzerinde ısrarla duruyorlar. Siyantistlerin ilmin 24
açıklamalrına hiç bir sınır, değerlerinde hiç bir şüphe kabul etmemek suretiyle düştükleri doğ matizm karşısında henüz bir çoğu pozitif bir ilin olmak vasfını kazanmaktan çok uzak bulunan ilimlerin âlemin bütün muammalarını ergeç çözece ğlnl iddia etmek, bunu yine hakikata erişmek îçir hiç bir hakka sahip olmamakla suçlandırılan akı! adına ileri sürmek, aklın sevk ve idare ettiği dene me adına bunu istemek gibi ; dünkü bazı bilinmi yenlerin, hatta bilinemiyecekler arasında gösterilenlerin bugün ilmin kazançları arasına girmiş olmasından henüz sayısı ve sınırı biÜnmiyen bü tün bilinemeyenlerin de ayni snretle ilim ve yöntemleriyle bilinerek başka bilgilerin vücuduna lüzum bırakmayacağı iddiaları da daha' fazla biı değeri haiz, değildir. Bununla beraber felsefi spekülasyonların veya postulatların her türlü tecrübî tasdik ve teyidlerden mahrum olduğunu söylerken yine hipotetiko - dedüktif istidlali kullandığı halde fizikin, kimyanın, hele biyolojinin bu istidlal üzerine dayanan sonuçlarına şüphe ile bakmamak suretiyle düşülen çelişikliğin farkına varılmıyor. Böylece biri için muteber sayılanın o biri için itibarsızlık, çürüklük ve temelsizlik sayılmasını akıl almıyor. İlim ile felsefe arasında sıkı, bir münasebet olduğu, hatta felsefenin bir ilimler teorisi olduğu; her ikisinin de son tahlilde akla ve zihnî bir takım ilke ve yöntemlere dayandıkları söz götürmez bir gerçektir. Aralarındaki ayrılığı felsefî 25
hakikatlerin tecrübe ile gerçeklenemezliğinin, tec-. rübenin tasdikına arz olunmamasının teşkil ettiği söylenirken tecrübenin türlü ve zıd zihnî yapıları aynı derecede ve değerde birer hakikat diye kabul etmiş olması karşısında değerinin ne olacağı düşünülmelidir. Yine bayağı bir sanıdır ki ilmî hakikatlar ve postulatlar her zaman ve her yerde, her zihin için aynı oldukları halde felsefî hakikat ve postulatlar, sistemler kadar türlü türlüdür. Halbuki bugün, bir çok teorilerin vücuduyla anlaşılmaktadır ki aynı bir ilimde de türlü açıklamalar, türlü anlayışlar hâkimdir.. İlmin tarihine bakılacak olursa geçirmiş olduğu merhaleler de felsefenin geçirmiş olduğu merhalelerden pek de az sayıda olmadığı gibi bunları hazırlayan sebeplerin de felsefe de olup bitendekinden farklı ve ayrı olmadığı kolayca görülebilecektir. İlmin biricik muteber bilgi olduğu, felsefenin ise olsa olsa ancak ilmî metodlar üzerinde basit bir düşünce olduğu iddiası karşısında felsefe ile ilim arasındaki yakınlığı daha ileri götürenlerin ; hatta karakterleri olan objektiflik, umumîlik, yakînîlilc ve metodun, ve arz ettikleri hasbîliğin belki ilimde daha dar, felsefede daha geniş olması suretiyle aralarında ki münasebet veya benzerliğin bir derece farkı olduğunu iddia edenlerin durumu daha sağlam görünmektedir. Dış âlemi ve dış âlem gibi sayılan ruh ve cemiyet olgularını, hatta bir örf ve âdetler ilminin 26
konusu sayılan ahlak olgularını ilmin ve muteber metodlarımn inceliyebileceği meşru konu sayıp bunu felsefeye yasak etmek ve hatta yine ilmin elde ettiği sonuçları daha büyük bir umumîlik içinde terkip ve açıklamaktan alıkoymak garip olduğu kadar da boşuna bir gayret olacaktır. Esasen ilim en geniş manasıyla dış âlemi temamiyle bilmiş ; kemâline ve sonuna erişmiş midir ki başka bilgilerin bu gerçeğin keşfinde elde edecekleri başka bilginin vücudunu lüzumsuz saymaktadır ? Ayrı ayrı ilimlerin konusu olan ; aynı zamanda hem fizik, hem biyolojik, hem psikolojik, hem de sosyal bir varlık olan insanın ilmin lakayd kaldığı parçalanışıyla birbirini tutmıyan türlü seviyelerdeki türlü bilgileriyle, karakteristiği bütün insan bilgisi olan bir bilgiyi felsefeden başka bir bilginin teşkil etmesine imkân var mı ? Böylece felsefe temamiyle beşerî olup Sokrat'm gökten yere indirilmesiyle kazandığı bu sıfatı hiç bir suretle başka bir bilginin taşımasından kaygılanmaz. İnsanın gayesi akıl için muteber toplu bir görüşe, evrenlik bir açıklamıya, bütün bilgilerin ve ilimlerin aydınlığında bir açıklama birliğine ve bütünlüğüne yükselebilmektedir. O bir bilgi ve ilimlerin ilerlemesi ve kendi yönlerinden gerçeğin keşfinde atacakları her ileri adım felsefe için de bir ilerleme sebebi olmaktan kalmıyacaktır. Her yeni bilgi durumuna ve hele ilmî duruma tekabül edecek yeni bir felsefî durum, her basamakta aklın ışığında 27
yeni bir ilmî ilerleyişe yol gösterecektir. Bu auretle felsefî postulatlar ve prolegomenlerin, değişmesi ilimdeki değişiklikten daha sık ve daha şiddetli olamıyacaktır, nitek im olamamıştır da. Görülüyor ki felsefe bütün ililmleri tek bir ad altında topliyan bir bilgi olmaktan çıkmakla beraber ilme aid olanı, dış âlemin, hatta iç âlemin, bütün olgularını ve bu olgular arasındaki umumî değişmez münasebetleri ilgili başka başka ilimlere bırakarak onların sonuçları, kullandıkları yöntemler üzerinde, bunların sınır ve değerleri üzerinde bir düşünme olmaktan çıkmamış; o bir bilgilerden daha çok, ilmî ilerleme ve gelişmiye sımsıkı bağlı kalarak sırf ansiklopedik olmaktan ziyade kritik olmuştur. Fakat insan zihninin birleşdirici gidişini de terkipçi sıfatıyla karşılıyarak ilimlerin tebyin ettiklerinin üstün ve toplu bîr isbatt ve açıklaması olmuştur. Bazı din adamlarının yalnız "selâmet,, leriyle kaygılanarak lüzumsuzluğunu ve hatta tehlikesini' ileri sürerek felsefeyi suçlandırmaları; ilmi, birliği içinde dahi düşünmekten âciz olan bazı ilim adamlarının - hele şükür, çoğu değil ! ancak kendi ilim ve ihtisas" alanlarında elde edilen bilgilerin doğruluğuna, muteberliğine ve hatta yeterliğine inanarak o bir ilimler gibi felsefenin de çürüklüğünü ve faydasızlığını tekrarlamaları ; bazı iş ve siyaset adamlarının belli ve daha çok maddî ihtiraslarının tatmininden 28
uzağı göremiyerek bir türlü kavrayamadıkları basamak basamak yükselen bütüa mücerred düşünce ve ilimleri faydasız saydıkları gibi felsefeyi de faydasız saymaları felsefeden hiç bir şey kaybettirmez. Esasen ne kadar sanat, ne kadar fantezi girerse girsin, ne kadar basit bir dille ifade edilirse edilsin felsefe herkese hitap eden bir bilgi olmaktan çok uzaktır. Bundan başka, hele bayağı ve yaygın bir anlayış olarak felsefenin müphem ve muğlak kelimelerle ve kavramlarla ifade olunmuş bir muhakeme ve muhayyile oyunu olduğu fikri üzerinde durmağa bile değmez. Onu anlıyabilmek için gerekli umumî kültürü elde etmeden, en az her hangi bir ilim içinde yetişmeden, ilimler üzerine, kavram ve beyanları, postulat ve yöntemleri üzerine umumî bir görüş sağlamağa imkân yoktur. Ne yazık ki her yerdekinden fazla olarak bizim memleketimizde felsefe bir edebî disiplin, bir nevi retorik sayılmakta ; bir takım filoloji ve tarih bilgileri yanında öğrenilebilecek ve Öğretilebilecek bir bilgi olarak alınmaktadır. Böylece bir çoklarınca fel•efe bir lüks ve fantezi bilgi, bir nevi bilgiçlik tashyanların âleti ve siğnağı olmuştur. Bunların ilmî yetersizlikleri felsefeye karşı umumî bir itibarsızlık havası yaratmıştır. Birbirini çelen, çürüten bir fikirler, bir sistemler geçit resmi olarak alman felsefe gibi böyle anlaşılan felsefe de felsefe değildir, hatta felsefî düşünce için tehlikelidir. Felsefe türlü ilimlerin konusu olarak 29
parçalanmış gerçeğin daha yalın ve açık, daha tutarlı ve sistematik, daha tenkidi ve terkibi, daha umumî ve yakînî objektif bir bilğisidir. İnsan için ancak insanın, ister diskürsif, ister entuitif olsun, bütün bilme güçlerinden kendine has yöntemlerle faydalanarak bu toplu bilgi içinde ilim ile amelin uygunluk ve birliğini gerçekleştiren daha geniş, daha ahenkli ve daha tatmin edici bir düşünce ve aksiyon düzeni araştırmak, yaratmak lâzımdır. Böylece felsefe tamamiyle insanî bir bilgi ; temamiyle insanın istek ve fiilleriyle, duygu ve düşünceleriyle, konularının bütünlüğü içinde insanın bilgisi, tek bir kelime ile yüce hakikatin bilğisidir. Her hangi bir alanda ne kadar çetin ve üzücü olursa olsun, her bilme cehdi bizi oraya yaklaştırır ; bilgimizin sınırlarını» en geniş manasıyla hayat alanımızı aşmağa yardım eder. Daima bütünlüğümüz içinde kendimizi öğretir. Fakat fıikmet'ı aramak ve ona göre hareket etmek, onu ararken de, ona göre hareket ederken de. sevmekle mümkündür ; hakikata inanmadan, hakikati sevmeden, bilmek mümkün değildir. Bu kitapda elimizdeki maddî imkânlar nisbetinde bazı filozofların yalnız "felsefe» hakkında düşündüklerini kendi kitaplarının asıllarından veya tercümelerinden alarak topladık. Burada doğu filozoflarına, bu arada islâm ve türk-islâm filozoflarına rastlanmamasının sebebi, bunu da 30
ayrı bir kitap halinde hazırlamayı uygun görmemizdir. Bu cinsden bir başka çalışmamızın konusunu da felsfe ile ilim ve o bir bilgiler arasındaki münasebete aid filozof ve âlimlerin fikirlerini toplamak teşkil edecektir. Felsefe öğretimi İçin olduğu kadar felsefî düşüncenin anlaşılması ve yayılması için de yapılacak hizmetlerden birinin böylece gerçekleşmiş olacağını umuyoruz. Felsefe öğretiminde gerekli saydığımız için, burada yer alan filozofların kısa biyoğrafyalarıııı ; kitabın sonuna da felsefe mesleklerinin kısa bir sözlüğünü koymayı uygun bulduk. Umarım ki okuyucularım kitapta kronolojik bir sıra İçinde, metinlerle temas imkânım ve böylece bir filozoftan o birine, bir çağdan o birine felsefe anlayışlarındaki değişeni ve kalanı kendi kendilerine ayırdetme fırsatını bulacaklardır. "Felsefe,, ile ilgili olduklarından seçtiğimiz bu metinler üzerinde kendi düşüncelerini uyarmak imkânını sağlıyacaklardir. Çevirmelerde görülebilecek yanlışlardan ve eksiklerden ; çok yerde düşünceye sadâkat için dili zorlamamızdan ; dildeki güzelliği düşüncedeki doğruluğa feda etmemizden okuyucularımın beni mazur görmelerini rica edeceğim. Konya -
30. VIII. 1947 Hamdi Ragıb Atademir
31
YEDİ HAKÎM'in DÜŞÜNCELERİ Felsefî düşüncenin batıda ilk mümessilleri sayılan yedi hakim (Miladdan önce : VI-VII) kimi bilgi ve hikmeti, kimi adalet ve fazileti, kimi tedbir ve tecrübeleri, kimi görgü ve hazır cavaplığı ile ün salan, ilim ile ameli birleştiren yedi yunan düşünürüdür. Adları ve sayıları üzerinde tam bir anlaşma olmamakla beraber Thaies, Pittacos, Bias ve Solon her listede yer alanlarıdır. Eski çağda, yayılmak, sömürgeler ve şehirler kurmak, dinî disiplinlerden kurtularak bir ahlakî ideal yaratmak gibi ferdler ve milletlerarası türlü siyasî, içtimaî ve fikrî münasebet ve faaliyetlerin, siyasî anlaşmazlık ve mücadelelerin alıp yürüdüğü bir devirde ferdler ve cemiyetler için duraklı ve tutarlı ahlak kanunlarına karşı duyulan ihtiyaç ile bilhassa ahlakî konular ve değerler üzerinde düşünmüşlerdir. Bu gün bilinen düşünceleri tam ve sistemli olmaktan uzak olup bir takım düsturlar ve aforizmalar halindedir Bunların belki de kendi fikirleri yanında, Ege ve çevresi kavimlerinin olduğu kadar doğu fikir ve ahlak geleneklerinin, kimlerin olduğu belirsiz ahlak kaidelerinin ve nasihatlarm, ata ve halk sözlerinin de bu belli düşünürlere isnadı suretiyle vücuda geldikleri sanılmaktadır. Görüleceği üzre bize kadar gelen fikirler daha çok ahlakî 33
konulara a id tir. Phaèler'li Démétrios naklettiği bu düşünceler şunlardır :
[1] un
I — Ev a gor as oğlu Lindos* lu Cléobule [2] dedi: Ölçü nesnelerin en iyisidir. — insan babasına saygı göstermelidir. — Bedence ve ruhça iyi olmaya özenelim. — Dinlemekten hoşlanmalı, ama tamamiyle içgüdü ile değil. — Bilmemek değil, çok bilmek uygun olur. — iyi samlı bir ağzın olsun. —Haksızlıktan iğrenmek faziletin özeliği, kötülüğün zıddıdır. — Diyanetten ayrılma. — Hemşehrilerine en iyi öğütleri ver. — Dilini tut. — Zorla hiç bir şey yapma. — Çocukarını terbiye et. — Talie yalvar — Kinlerine bir son ver. — Kim halka hıyanet ederse onu bir kamu düşmanı say. — İnsan başkası yanında karısıyla ne kavga etmeli, ne de onu okşamalı. Birinci hal en kötüsüdür, ama ikincisi de delice bir ihtirasa sürükleyebilir- — Serhuş oldukları zaman kölelerini cezalandırma ; yoksa senin kendini serhuş sanırlar. — Küfvün olan bir kadınla evlen ; daha bir zenginini alırsan elde edeceğin akraba değil, efendilerdir. —Gülümsemelerinle alaycıyı cesaretlendirme ;onun alay ettiklerini kendinden [1] Retorikci ve Aristo'cu Théophraste'in talebesi (IV yüzyıl) dir. Antipater*;n oğlu Cassandre zamanında Atina'yı idare etti, sonra Mısır'a çekildi ve orada öldü. [2] Seyahştları, görgü ve tecrübeleriyle meşhurdur,
34
tiksindireceksin. — İkbalde kibirli görünme, idbarda da küçülme. II — Exécertiadès oğlu Atina'V\ Solon [1] dedi : Fazlası fazla. — Hakim olarak yer alma, yoksa mahkûm ettireceğin kimse sana hiyanet edecektir.— Keder veren zevkten kaç.— Ha reket hattında namuskârlığa titizce riayet et, •amuskârlık, verilen söze bile müreccahtır. — Sözlerini sükûtla teyit et, sükûtunu da içinde bulunduğun hâl ve icaplarla. — Yalan söyleme, doğruyu söyle.— Ancak iyi olan şeye kendini ver.— Yakınlarından daha doğru sözler sarfetme. — Dost kazanmakta çok acele etme, dostların olduğu zaman da felâketten sonra onları başından savma. — itaati öğrenmiş olduğun zaman emredebileceksin. — Başkalarının sana hesap vermesinin iyi olduğunu düşünüyorsan, kendin de hesap vermeye razı ol. — Hemşehrilerine en hoş olanı değil, en iyi olanı tavsiye et . — Kendini kibirli gösterme . — Kötülerle düşüp kalkma . — Tanrılara danış • —Dostlarına saygı göster. — Ananı, babanı say. — Aklı kılavuz al. — Gözler iyin gördüğünü söyleme. — Bildiğin ne olnrsa olsun, susmaya razı •1. — Ailen için halim ol. — Görülemiyeni görülebilene göre tahmin et. [1] Hikmeti il«, Atina için yaptığı yaaa ile meşhurdur. Kardaşının Eflatun'un atalarından olduğu söylenir.
35
III — Damagétès'in oğlu Lacédemoine'h Chilon [1] dedi: Kendini kendin bil. — İçerken çok konuşmaktan sakın, bir takım hatalar işlemekten kalmıyacaksin. — Hür adamları tehdit etme ; kabalıktır. — Başkaları hakkında kotu söyleme ; yoksa sen de hoşa gitmiyecek sözler işiteceksin. — Dostlarınla gülüp eğlenmek için de oUa yavaş git, felâketlerinde onlara yardım içinse koşa koşa. — Düğünlerini az masrafla yap. — Bir adamın mesut olduğunu ilân için, ölümünü bekle. — Büyüklerine saygı göster. — Başkasının işleriyle saygısızca uğraşandan iğren. — Bir kayıp, yüz kızartıcı bir kazançtan daha iyidir; birinci halde ancak bir defa üzüleceksin; ikincisinde her zaman . — Zavallılara gülme. — Güçlü kuvvetli isen sakin ol ; başkaları senden korkmaktan çok sana saygı göstereceklerdir. — Kendi evini iyi idare et. — Dilinden önce aklını kullan. — Öfkeni hafiflet. — Ne yolda öne geçmekte acele et, ne el kaldırmakta; bunu deliler yapar. —• Kanunlara boyun eğ. — Bîr haksızlığa uğramışsan onu yapanla uzlaş ; bir tahkirse öç al. [IV] — Mit y Une'W Pittacos [2] dedi : Elverişli zamanı ayırdetmeyi bil. — Yapmasını \\\ iffeti, fazileti ile meşhurdur. [2] Mitylène'de anlaşmazlıkları hal ve fasl etmek için hakemlik eder. Kavrayışlı zekâsıyla meşhurdur.
36
tasarladığın şeyi söyleme, çünkü başaramazsan sana gülerler. — Dost sahibi ol. — Başkalarında bulduğun suçu kendin işleme. — Bir zavallıya sitemlerde bulunma ; o zaman Tanrının intikamı işe karışır. — Sana emanet edileni geri ver. — Başkalarının sana sebeb oldukları küçük zararlara katlan. — Yakınlarını sev, hatta onlardan azıcık aşağı da olsan. — Ne bir dost hakkında kötü, ne de bir düşman hakkında iyi söyle; bu bir düşüncesizlik alâmetidir. — Geleceği seçebilmek büyük kârdır ; geçmiş, sağlanmıştır ; gelecek, belirsiz. — Kara emindir, deniz değil. — Kazanç doyma bilmez. — İyi ol. — Saygı göstermeye çalış. — Bilgiyi, itidali, tedbiri, hakikati, iyi niyeti, tecrübeyi, firaseti, başkasının arkadaşlığını, doğruluğu, evin bakımına çalışmayı, sanatı, diyaneti sev. V — Milet'li Thaïes [1] dedi : Bir takım vaidler yap; çok geçmeden yerine gelmediğini göreceksin. — Orada olsunlar veya olmasınlar, dostlarını hatırla. — Dışını [i] Thaïes (m. ö. 625- 546 ?) yedi Hakimin başı ve fizikçiler denilen tabiatcı Milet okulu'nun kurucusu, İyonya âlim ve filozoflarının ilki olarak gösterilir. Mısır'a kadar seyahatlarıyla, oralardan edindiği bilgilerle yunan ilminin kurucusudur ; astronomi, geometri ve fizike ait oldu~ ğu kadar ahlak ve siyasete ait bilgisi ile ve 30 - eylül 610 (m. ö. ) daki güneş tutulmasını haber vermekle meşhurdur. Kozmolojisi her şeyin aslının su olduğu fikrine dayanır.
37
güzelleştirme, ne türlü yaşıyorsan onnnla güzellefmelisin. — Haksızlıkla zenginleme. — Sana yeminle bağlanmış olanlara sözlerinle menfur olmaktan çekin. — iyi olmıyan şeyi red et. — Anana, babana yapmış olacağın iyi hizmetleri ihtiyarlığında çocuklarından görmeyi um. — iyiliği bilmek güçtür. — En büyük hoşnudluk iıtenileni elde etmektir. — Eli boşluk üzüntülüdür. — Aşırılık bir kötülüktür. — Cahillik ağfir bir yüktür. — En çok layık olanı öğren ve öğret. — Eli boşluktan kaçın, zengin olsan bile. — Kıskançlığı celbetmemek için saadetini gizle. — Merhameti celp etraiyecek şekilde hareket et. — Ölçülü oluşunu göster. — Fark gözetmeksizin herkese güvenmekten çekin. — Emrediyorsan kendi kendini idare et. VI — Teutamidès'ia oğlu Priène'W Bias [1] dedi : İnsanların çoğu kötüdür. — Bir aynaya bakmalısın : kendini güzel bulursan, namusluca hareket et ; çirkin bulursan tabiatın yetğinsizliğini hareket hattının dürüslüğüyle düzelt. — Bir işe girişmek için ağır al; fakat iş başlayınca, enerji ile devam et. — Acele etmekten ve gevezelikten iğren, böylece hataları önliyeceksin , çünkü bu hatalara eseflenmekte gecikilmez. — Ne ahmak, ne de kötü ol. — Ted[1] Adaleti ile meşhurdur.
38
l>irsizlik yapma. — Tedbiri sev. — Tanrılar hakkında Tanrı olduklarını söyle. — Yaptığın şey üzerinde düşün. — Nâzik bir dinleyici ol. — Yerinde konuş. — Fakır isen, ancak tenkidlerin bilhassa faydalı olurlarsa zenginleri tenkid et. — insanları zorla değil, kandırmakla elde et. — İyi bir iş yaptığın zaman bunun sebebini tanrıda ara, kendinde değil. — Kendiği gençken işe, ihtiyarken hikmete ver. — işinde hafıza ; karakterinde asalet ; cehdlerinde itidal ; krokularında diyanet sahibi ol ; zenginliği dostlukla düzelteceksin ; sözlerinde doğruluk, sükûtunda muaşeret, hükümlerinde hakkaniyet, atılganca teşebbüslerinde erkekçe bir cesaret, fiillerinde kudret, şan ve şerefte otorite, tabiatında asalet göstereceksin. VH — Cypsélos'un oğlu andre [1] dedi :
Corinthe'li
Peri-
Tahsil her şeyi kucaklar. — İstirahat iyi bir şeydir. — Atılganlık tehlikelidir. — Utandırıcı bir kazanç, tabiatımız için bir suçlandırma teşkil eder. — Demokrasi istipdada müreccahtır. — Zevkler gelip geçici, faziletler ebedîdir. — Saadette ölçülü ol ; hasımlıkta tedbirli. — İhtiyaç içinde yaşamakdansa tutum içinde [1] Çok defa Myson de Khéné yerine yedi Hakîm ara» sına sokulmakta olan Corinthe tiranıdır. Bir çok cinayetlerine rağmen idare gücü ve başarılarıyla meşhurdur.
ölmek daha iyidir. — Anana, babana lâyık ğÖr ü n . — Ömrün boyunca seni övmelerine ve ölümünden sonra da mesud olduğnnu söylemelerine çalış. — Kendine rağmen yüklendiğin kötü taahhütleri tutma. — Gizli konuşmaları herkese yayma. — Tenkid ettiğin insanları, kendileriyle az zaman sonra dost olacağını düşünerek tenkid et. — Kanunların eskilerini, yiyeceklerin tazelerini kullan. — Suçluları sade cezalandırma^ suç işlemekten alıkoy. — Düşmanlarını sevindirmemek için felâketlerini gizle. (J. Voilquin : Penseurs grecs avant Socrate)
40
PYTHAGORAS [M. ö. 584 - 504 ?]
Felsefe anlayışı Samos'da doğmuştur, italya'da Crotone'da hem siyasî bir dernek, hem de mistik bir tarikat olan felsefî okulun kurucusudur. Mısır'da , Asyada seyahatleri vardır. Zerdüşt ile görüştüğü ; aşırı tasavvufî fikirlerinden ve hareketlerinden dolayı öldürüldüğü ; bir takım mucizeler gösterdiği söylenir. Matematikçi olarak yunan ilminin kurucularından biri olup her şeyin aslının sayı olduğunu ileri sürer. İlk yunan düşünüşünün idealist temayülünü temsil eder. Düşüncelerinde zahitçe bir ahlak anlayışı hakimdir. Kendine Hakim yerine Filozof diyen ilk odur. Hiç bir eser yazmamıştır ; hakkındaki bilgimiz türlü rivayetlerden ibarettir.
Sonraları seni peşiman edecek olan hiç bir şeye başlama. Yapmasını bilmediğin şeye girişmekten çekin ve ilkin bilmekliğin gereken şeyi Öğren. İşte böylece hoş bir hayat süreceksin. * Cemiyet halinde toplanan insanların türlü türlü işleri var: bir kısmı zenginliğin, zevk ve safanın dayanılmaz cazibesiyle sürüklenirler ; bir kısmı da iktidar hırsına, şan ve, şerefe kapılmışlardır ; ama insanın en yüce gayesi bu âlemde, onun bize arzettiği güzellikleri temaşa etmek, böylece filozof adına layık olmaktan ibarettir. 41
HERAKLEİTOS [M. 6. VI- V. ?]
Felsefe anlayışı Ephèse'de doğmuştur. Ailesi arasında din adamları •bulunduğundan "sırlar» a ait bilgisi genişti. Iran, Hindistaa, Mısır ve Habeşistan'da seyahat ettiği söylenir. "Fizikçiler,, denilen düşünürler arasında sayılır. Her şeyin aslının ateg olduğunu ileri sürer. Duyulabilir alemin sürekli ve evecenlik değişirliği ile aklın değişmezliği arasında ki ayırdı yapan odur, Böylece oluş felsefesinin, everenlik değişme felsefesini» kurucusudur. Fragmanlar halinde tabiat, siyaset ve dine aid çok mühim ve müphem düşüncelerin sahibidir. -Aynı bir Logos'da tabiat ve ahlak kanunlarını birleştirir ;
* Hikmet konusu olarak hem zikredilmek istiyen, hem de hiç zikredilmek istemiyen tek bir şey vardır ; o da Zeus'in adıdır. * Nesnelerin evrenlik oluşu ne bir tanrinia, ne de bir insanın eseridir ; ama ölçü ile yanıp sönerek öncesiz - sonrasız olarak canlı ateş idi ve ateş olacaktır. * İnsan zihninde hiç bir bilgi yoktur. Fakat ancak tanrı her şeyi bilir ; insan hikmette» mahrum olmakla, küçük çocuğun insandan öğfrendiği kadar o da tanrıdan Öğrenir. * Hakîm olmak yüce fazilettir. Hikmet tabiatı bilmek için hakikati söylemekten ve kendini sorguya çekerek, fillerini ona uydurmaktan ibarettir. (A. Fouillée : Extraits des grands philosophes)
* Şu logos (söz) kelimesini, insanlar kendisinden bahsolunduğunu işittikten önce de, «onra da asla anlamıyorlar. Her şey bu kelimeye göre olup bitte de, her bir şeyin tabiatını ayırdederek ve açıklıyarak, anlattığım gibi hiç bir söz ve olgu denemesi yapmamış gibidirler. Ama başka insanlar uykuları sırasında yaptıklarını unuttukları gibi uyanıkken de yaptıklarını bilmiyorlar. * Filozofların birçok şeylerden haberdar olmaları gerekir. * Çok Öğrenmek (polymathie) zekâyı bilgilendirmez. Yoksa Hésiode, Pythagoras, Xenophane ve Hecatée*yi de hikmet sahibi yapmış olacaktı. * Tanrı için her şey güzel, iyi ve doğrudur ; insanlar bazı şeylere doğru, bazı şeylere de eğri (haksız) dîye bakarlar. * Bilmezliğini gizlemek daha iyidir. * Düşünce herkeste müşterektir. * Bütün insanlara kendi kendilerini bilmek ve hikmet eseri göstermek vergidir. * Şimşek âleme hükmeder. * Aynı nehre giriyoruz, girmiyoruz da, varız da, yoğuz da. * Hikmet tek bir şeyden, her şeyi her yerde idare eden düşünceyi bilmekten ibarettir. * Onlar kendilerine en yakın logos ile herşeyi idare eden logos üzerine anlaşmış değillerdir. Her gün rastladıkları şey onlara yabancı geliyor. (Voilquin : aynı eser)
43
PARMENİDES [M. Ö. VI - V ?]
Felsefe anlayışı Elea'da doğmuştur. Idaalist Elea okulunun başıdır. Elea için kanunlar yaptı. Şiir şeklinde Tabiata dair'ini yazdı. Gerçekler alemine ait mutlak hakikatlerle (aletheia) görünüşler alemine ait sanıları (doxa) ; mantıkî düşünce ile amprîk düşünceyi ayırdeder. Çelişmezlik ilkesini açıklar. Sanının ve olasının ilmi diyalektik'in kurucusudur, ilk olarak ariın yuvarlaklığını haber verdiği söylenir.
Tabiata dair — , . , , . Tanrı beni iyi karşıladı ve sağ elimden tutarak bana şöyle söyledi : ölümsüz kılavuzların yoldaşlık ettiği delikanlı, Şu arabanın evimize kadar getirdiği sen I hoş geldin ! Çünkü ölümlülerin açtığı yollardan çok uzak olarak sana bu yolu tutturan meşum bir kader değil, adalet ve hakikat sevğisidir. öyleyse senin her şeyi bilmekliğin, hem yusyuvarlak hakikatin içini, hem de gerçek bir inancı değil, ölümlülerin yanlışı ihtiva eden sanılarını bilmekliğin gerekir. Hem sen, her şey üzerine, her şey içindekini bilmekliğin için bu sanıların konularının gerçekliği hakkında nasıl bir hüküm vermekliğin gerektiğini de bilmelisin. Düşnceni bu araştırma yolundan uzaklaştır ve kendini kor gözlerle, sağır kulaklarla ve 44
kaba bir dilin kelimeleriyle bu yola atmakta bir çok denemelere alışma. Ama söylediğim tartışmalı meseleyi muhakeme ile çözmekliğin lâzım. Cesaretin için ancak bir tek yol kalıyor. * Hakikatin yolu — Peki şimdi söyliyeceğim ; sen aklın alabileceği yalnız iki araştırma yolunun hangi yollar olduğunu sana Öğreteck olan sözlerimi dinle ve aklında tut. Birinci diyor ki: varlık vardır, var olmaması mümkün değildir. Bu kesin bilgi yoludur ; çünkü hakikatle beraber bulunur. Öbürü şudur : varlık yoktur, gerekli olarak ta varolmıyan vardır. Bu yol dar bir yoldur ki burada hiç bir şey öğrenilemez. ÇÖnkü zihinle, var olmiyan kavranamaz, çünkü o bizim gücümüzün dışındadır ; sözlerle de ifade olunamaz; gerçekte, düşünmek ile varolmak aynı şeydir. — Bütün gereklilikle varlık vardır, çünkü varlıktır demeli ve düşünmelidir. Varolmıyana gelince, hiç bir şey değildir. Seni iyice döküp ölçmeğe davet ettiğim hüküm. İlkin düşünceni şimdi suçlandırdığım bu araştırma yolundan ayır ; iki yüzlü, bilgisiz insanların şurada burada dönüp dolaştıkları yol için böyle yap. Düşüncelerinin engeli şüphe içinde olan zihinlerini her yönde sürükler. Kör ve sağır, şaşkın şaşkın sürüklenirler, varolmak ile varolmamak kendisi için ayni şey olmiyan düşüncesiz cemaat. Onların sanıları, her şeyde ters yönde 45
bir yol olduğudur. — Varolmiyanın varolduğunun sana isbat olunmasından korkmaya Iuzum yok. Sen de zihnini bu araştırma yolundan, uzaklaştır. — Bizim için tek bir yol kalıyor : Varlık vardır. Varlığın yaratılmamış olduğuna ve yok olamaz olduğuna dair bir sürü deliller var. Çünkü ancak o tam, hareketsiz, öncesiz - sonrasızdır. O vardı veya olacak denemez ; çünkü o temamiyle şimdiki anda hem bir, hem de süreklidir. Gerçekte ona hangi asıl isnat olunabilir? Nasıl ve ne vasıta ile onun gelişmesi doğru gösterilebilir ? Bunun varolmıyan ile olduğunu sana ne söyletirim, ne de düşündürtürüm. Varlığın varolmadığı ne söylenebilir, ne de düşünülebilir. Çünkü o yoktan geliyorsa daha Önce veya daha sonra belirmesine hangi gereklilik sebeb olmuştur ? Gerçekte varlığın ne doğması ne de başlangıcı vardır. Böylece mutlak olarak varolması veya hiç olmaması.gereklidir. Hiç bir kuvvet varolmıyandan, onun yanı sıra, her hangi bir şeyin doğabileceğini söyletmeye ikna edemiyecektir. Böylece gereklilik (la nécessité) zincirlerini gevşetmiyor, ne doğuma, ne de ölüme müsaade etmiyor, ama var olanı sımsıkı muhafaza ediyor. Bu hususda hüküm bu dilem.' ma'ya göre verilecektir : ya vardır, ya yoktur. Öyleyse muhakkaktır — başka türlü yapmıya imkân yoktur — ki düşünülemez ve adlandın46
lamaz olan yolu bırakmalıdır. Çünk gerçek yol bu değildir. Bundan, ortada kalan Ve gerçeğe tekabül eden yolun öbürü olduğu neticesi çıkar, öyleyse varlık, gelecekte nasıl varolabilecektir ? Veya geçmişte nasıl varolmuş olacak ? Varolmaşsa, yoktur. Günün birinde varolmak zorunda ise, yine aynıdır. Böylece oluş (la génération) sönmüştür, yokoluşu (la déstruchin) akıl da almaz. Varlık bölünebilir de değildir, çünkü teraasaiyle kendinin aynıdır ; artması olmadığı gibi — bu irtibatına zıd olacaktır — azalması da olmaz, ama büsbütün Varlıkla doludur ; bunun için temamiyle süreklidir, çünkü Varlık Varlık'a bitişiktir. Bir yandan da hareketsizdir, sağlam bağlarla bağlıdır ; başlangıcı yok, sonu yoktur, çünkü onun doğumu, Ölümü fikrini mutlak surette red ettik, zaten bu fikirden inancımız ve hakikat duygumuz da hoşlanmaz. O ayni hal içinde ve kendiliğinden kendinin aynıdır. Böylece aynı yerde değişmez kalır, çünkü kuvvetli Gereklilik (la Nécésité) her yandan kendini çeviren sınırları içinde onu sımsıkı muhafaza eder. Bunun neticesi olarak, varlığın sonsuz olması mümkün değildir ; gerçekte, onun hiç bir eksiği yokur, hem sonsuz olsaydı her şeyden mahrum olacaktı. (Voilquin '. ayni eser.)
47
ANAXAGORAS [M. ö. 500 - 428 ? ]
Fel»efe anlayışı Siyasetle, amme işleriyle uğraşan bîr ailenin çocuğu olarak Clazomène'de doğmuştur. Servetini ilim yolunda har«amış, fmkciler'den Anaximenes'den okumuştur. O sıralarda yunan dünyasının politika merkezi olmıya başlıyan ; henüz hiç bir ilim adamı yetiştirmiyen ; serbest araştırmıy«. devlet dini adına müsaade olunmıyan AtinaMe yerleşen ilk filozoftur. Geçmiş madde anlayışlarına hareketin sebebi ve alemin düzenleyicisi dediği zihin veya zekâ (nous) yi »okan odur. Böylece ruhculuğun müjdecisidir. Dünyaya gelmesindeki gayenin gök yüzünü ; tanri değil taşlardan yapılmış birer cisim olan güneş ve ayı temaşa olduğunu söyler. Ayın meskun olduğunu, ışığını güneşten aldığını söyler. Bu türlü fikirleri yükünden diyanetsizlikle suçlandırılmış ve Atina'dan kovulmuştur. „Perikles'in hocasıdır- Molekül anlıyışı ile Demokritoa'a; nous anlayışıyla Sokrat'a yol açtığı söylenir.
* Vaktıyla herşey şekilsiz bir maddeden başka bir şey değildi. Zekâ çıktı ve herşeyi düzene soktu. * Her şey karışıktı, sayıca ve küçüklükçe sonsuzdu ve hiç bir şey görülemezdi. Zekâ sonsuzdur. Müstakildir. Her neye olursa olsun karışmaksızın tek başına ve kendi kendine vardır. Her hangi bir karışıklığa müsaade etseydi her şeye katışması gerekecekti. Çünkü her şeyde her şeyden vardır ve unsur48
F :3
larla olan bu karışmada unsurlar Üzerinde haiz olduğu ve özünün basitliğine borçlu bulunduğu gücü kaybedecekti. * Bütün dünya hakkında yalnız zekânın bilgisi vardır : hiç bir şey ondan kaçmaz, . . . Var olan, var olmuş olan ve var olacak olan. (Fouillée .' aynı eser)
* Hasselerimizin zaifliği yüzünden biz hakikati bilmeyiz. * (Biz aşağı hayvanlardan faydalanabiliriz), $ünkü biz kendi öz tecrübemizi, hafızamızı, hikmetimizi ve sanatımızı kullanırız. (John Burnet ; L'aurore de la philosophie grecque)
49
DEMOKRtTOS (M. ö. V - IV ?)
Felsefe anlayışı Yunan kültürü İle Asya kültürünün temas alanlarından Abdère'de doğmuştur, Aile servetini ilim yolunda ve seyahatlar için sarf etmiş. Mısır'da geometri öğrendiği ; Mezopotamya'ya, İran'a, kırıl denirden Habeşistan'a kadar gittiği ; Hindistan'a bile geçtiği, oralarda Fakirlerle, din adamlarıyla, sihirbazlarla görüştüğü söylenir. Atina'da göze çarpmadan, yüz yaşını aşğın yaşamıştır. Bazı sözlerinden ve düşüncelerinden ötürü ömrünün sonlarına doğru ü« salmış ve çok sayılmış, tunçtan heykelleri dikilmiştir. Dinî, ahlakî ve siyasî fikirlerinin çoğu devrinin seçkinlerinin benimsediği fikirler olup daha ziyade fizik anlayışıyla yunanın en dikkata layık filozofudur. En geniş ansiklopedik bilgi sahibi bir düşünür olup felsefî atomcılığın başlıca kurucularındandır.
* Teemmül üç fayda sağlar : İyi düşünmek, iyi konuşmak ve iyi hareket etmek. * Kerçeğe ait mutlak olarak doğru hiç bir şey yakalayamıyoruz. Fakat ancak vücudumuzun o andaki mizaçlarına ve bize gelen ve bize çarpan tesirlere uygun olarak, o anda vaki olanı kavrarız. * Her bir şeyin ne olduğunu ve ne olmadığını gerçek bir surette kavramayoruz. Biz bunu çok defa gösterdik. 50
* İki bilgi şekli var : biri gerçek, öbürü karanlık. Karanlık bilgiye ait olan görme, işitme, koku, ta d, ve dokunmadır. Gerçek bilgi büsbütün başkadır. Birinci, en küçüğü görmeye veya işitmeye, veya duymaya, veya tatmaya, veya dokunmaya muktedir olmadığını öğrendiği ve araştırmalarını inceliği yüzünden çok güç idrak olunabilen şeylerde yaptığında elinde daha IB"e bilme vasıtası bulunan gerçek bilgi işe karışır. * Bir çok kimseler makul olanı öğrenmeden, ama yine akla göre yaşarlar. * Tıp vücudun hastalıklarını iyi eder, hikmet ise ruhun kötülüklerini yok eder. * İnsan tahsillerine kendini vermezse »e sanata, ne de hikmete erişemez. * Bir sürü bilgilerle kafasını dolduran bir çok kimseler hiç bir akla sahip değildirler. * Çok bilgi değil, çok düşünme ; işte buna gayret etmeli. * Bütün insanlar için iyi ve doğru birbirine benzer. Hoş ise herkese gpre değişir. * Daha iyiyi bilmemézlik bize bir çok hatalar işletir. * Gerçekte biz hiç bir şey bilmiyoruz, çünkü hakikat uçurumun dibindedir. * Hakim, malik olmadığı şeyden üzülmiyen, sahip olduğu şeyden de hoşlanandır. * Her şeyi bilmemek istemiyorsan herşeyi bilmeğe çalışma. 51
* Delikanlılarda hikmet ve yaşlılarda akla aykırılık bulunabilir. Çünkü bizi hakim yapan yaş olmayıp uygun bir terbiye ve tabiattır. * Terbiye ve tabiat birbirine yakındır. Çünkü terbiye insanı değiştirir, fakat bu değişme ile onda ikinci bir tabîat yaratır. * Bilgili insanların ümidi, cahillerin servetinden daha değerlidir. * Düşüncelerdeki anlaşma dostluğu yaratır. * Ahmaklar servetin faydalarına doğru yönelirler, onları bilenler de hikmetin faydalarına doğru. * Vazifemiz hakikati söylemekten ibarettir, bu ise aynı zamanda en kârlı hareket hattıdır. * Terbiye mesut insanlar için bir süs* zavallılar için bir sığmaktır. * Bize iyilik söğlayan aynı sebebler, önlemek imkânını da vermekle beraber kötülük te edebilirler. Söz gelimi : derin su bize çok faydalıdır, ama bize zararlı da olabilir ; çünkü onun içinde boğulmamız tehlikesi var. Bu teklikeyi önlemek için bir yol bulundu : yüzme öğrenmek. (Voilquin : Ayni eser).
52
PROTACORAS (M. ö. 480 - 410 ?)
Felsefe anlayışı Âbdère'de doğmuştur. Demokritos'un hemşehrisidir. Trakya'da İrân'lı kâhinlerle temas ettiği söylenir. Hammallik edermiş. Seyahatlarında sevilmiş, zengin Gallias'ın ve Perikles'in himayesini görmüştür Fikirleri bakımından Atina'lıların hoşuna gitmediğinden kovulmuş veya kaçmış, eserleri yakılmıştır« Sofizma sanatının (sophistique} kurucularındandır. Her türlü fikrin müdafaa olunabileceğini, her şeyin doğruluğunun veya yanlışlığının gösterilebileceğini iddia eder. Goreci (relativiste) ve pozitivist anlayışın aşırı mümessilidir.
* İnsan her şeyin ölçüsüdür, varolanların ve tabiatlarının ; varolmıyanların açıklanmasının. * Malûmatlı olmak için bir takım tabiî temayül ve istidatlara ve pratiğe sahip olmalı ; bundan başka delikanlılıktan itibaren incelemiye başlamak uygun olur. * Tanrılar hakkında bir şey diyemem, ne varolmalarını, ne de varolmamalarını. Bir çok sebepler, bu arada meselenin karanlıklığı, sonra insan ömrünün kısalığı onu bilmekten alıkoyar. (Voilquin : Aynı e«er).
53
SOKRAT [M. 5. 470 - 399J Felsefe anlayışı Atina'da doğmuştur. Babası heykelci, anası ebe idi. Kendini erkenden felsefeye verdi. Her zaman gençliğin dostu ve hocası olmuş, parasız ders vermiştir. Devrinin papaslarına. politikacılarına ve sofistlere karşı tenkidleri onu 70 yaşında, zehir içmeğe mahkûm olarak, ölüme sürüklemiş, Atina demokrasisinin "felsefeye karşı ilk cinayeti» nin kurbanı olmuştur. Askerî ve medenî cesareti dillere destandır. Fikirleri doğurtma (maieutique) yönteminin ve kavramcılık fel«efesinin kurucusudur. Ahlâk ve faziletle ilmin birliğini, kötülüğün bilgisizlikten ileri geldiğini müdafaa eder. "Felsefeyi gökten yere indirmek« le yaptığı devrim felsefede bir dönüm, hatta bir başlangıç noktası sayılmaktadır. Yazılmış eserleri olmayıp hakkındaki bilgimiz talebeleri Eflatun ve Xenophon'un kitaplarından edinmedir,
Sokrat hikmeti zihnin doğruluğundan ayırmazdı ; tatbik için iyiyi» doğruyu ; kaçınmak için kötüyü bilene de hakim ve akıllı diye bakardı, işlenmesi gerekeni bilip de aksini yapana bilgili denip denemiyeceği kendine sorulunca, o da : bilgisiz oldukları kadar da akılsızdırlar, çünkü kanaatimca kim her türlü mümkün fiiller ırasında kendine en faydalısını ayırt ederse, onları seçmekten geri kalmaz. Kötülük yapıldığı zaman da yapan bence ne hakimdir, ne de 54
akıllı, cevabını verirdi. O, adaletin ve öbür faziletlerin hikmetin tâ kendisi olduğunu ; doğru ve faziletli fiillerin güzel ve. iyi olduğunu ; bunları bilen herkesin bunlara hiç bir şeyi tercih etmiyeceklerini sağlardı. Ayırt edemiyenlerin bunları yapamıyacaklarını ve yapmağa kalkıştıkları takdirde de hata işlemekten başka bir şey yapamıyacaklarını söylerdi. Çünkü ancak fazilet ile doğru, güzel ve iyi bir şey yapılır, öyle ise adalet ve öbür faziletler hikmet'dir.. — Fakat hikmet hakkında ne diyeceğiz ? Söyle bana, hakimler yalnız bildikleri şeylerde mi hakimdirler, yoksa bilmedikleri şeylerde de hakim olabilirler mi ? — Ancak bildiklerinde hakim olabilirler , Sokrat ; bilinmiyen şeyde nasıl hakim olunurmuş ? — Hakimleri yapan ilhamlar mıdır ? — Gerçekte bunlarsız hakim olamazlar. — Hikmetin bizi hakim kılan şeyden başka bir şey olduğunu sanır mısın? —Sanmam.— ö y l e ise ilhamlar h i k m e t t i r ? — Bence öyle. — Bir insanın her şeyi bilebileceğine inanıyor musun ? — Değil buna ; pek az bir şey bileceğine inanıyorum. — O halde aynı adam herşeyde hakim olamaz. — Nerede ; daha çok şey ister. — O halde her bir kiniäe ancak bildiği şeyde hakim olabilir. — Benim fikrim bu. (Xenophon ; Mémorables)
55
EFLATUN [M. 5. 428.- 347]
Felsefe anlayışı Asıl adı Aristokles'dir. Egine adasında doğmuştur. Aristokrat bir ailenin çocuğudur. Sokrat'ın talebesi olduktan sonra sanatla ve şiirle ilgili eserlerini yaktı. Türlü seyahatlara çıktı. Bir çok ünlü düşünürlerle ve hükümdarlarla düştü kalktı. Hep içtimaî ve siyasî meseleler ilgisini çekti ve türlü ana yasalar yazdı. Devlet adamlarının filozof olmasını istemekle felsefe ile palitikayı birleştiriyor. Kapısı üzerine "geometri bilmiyen buraya girmesin,, »özü yazılı Akademya'yı kurarak derslerini burada verdi. İlk büyük felsefî sistemin, deneme-ötesi (transcendance) felsefesinin kurucusudur. Gerçek yarlıkların duyulabilen varlıklardan önce, onların dışında ve üstünde fikirler ; ve en yifce varlığın da iyilik fikri olduğunu ileri sürer.
... Tekrar ettim, filozoflar devletlerde kırat olmadıkça, veya şimdi kendilerine kral ve hükümdar adı verilenler gerçek ve ciddi filozoflar olmadıkça, aynı konuda politika gücü ile felsefe birleşmiş görülmedikçe, bir yandan da katî bir kanun tabiî istidadları münhasıran birinden birine yönelenlerin hepsini işlerden uzaklaştırmadıkca, sevgili Glaucon, ne devletleri kasıp kavuran kötülüklerin, ne de hatta insan cinsinin kötülüklerinin bir sonu olmıyacaktır sanırım. 56
Öyle ise deneyeceğim diyorum» çünkü sende insanın içini ferahlatan bir ortak buluyorum. Ama senin sözünü ettiğin kimselerden kaçınmak istiyorsam ne türlü adamların, kendilerine hükümeti emanet etmemizin gerekli olduğunu söylemeğe cesaret ettiğimiz filozoflar olduğunu onlara açıklamak bana zarur! görünüyor ; tâkî onları iyice tanıttıktan sonra, tabiatın bazılarını kendilerini felsefeye vermek ve devleti idare etmek için, öbürlerini de felsefe yapmaktan çekinmek ve idare edenlere itaat etmek için yarattığını göstererek kendimizi müdafaa edelim.
— Şimdi bana evet veya hayır diye cevab ver. Birisi hakkında bir şey arzu ettiği söylendiği vakit onun o işi bütünlüğü ile istediği mi, yoksa ondan bir parçasını değil de o bir parçasını arzu ettiği mi kasd olunur ? — Onu bütünlüğü ile arzu ettiği, verdim.
cevabını
— Filozof hakkında da, onun hikmetten kalan bölümü dışarda bırakarak filan bölümünö değii de hepsini arzu ettiğini söylemiyecek miyiz? — Doğru. — Öyle işe birinin ilimlere karşı tiksintisi varsa, hele genç ise ve iyi olmiyandan iyi olanı henüz ayırd etmeği bilmiyorsa onun ne ilmi 57
ne de felsefeyi sevmediğini söylemiyecek miyiz ? Bunun gibi bir insanın yemekten iğrenmesi onun ne aç olduğnnu, ne yemek yemek arzu ettiğini, ne de obur olduğnnu söylemiyecek de onun iğrenmiş olduğunu mu söyliyeceğiz ? — Bunu söylemekte haklı olacağız. — Fakat bir insan bütün ilimlerden tatmağa istidadlı ise, kendini tahsil ve tetebbua seve seve vermisse, ve doymabilmez bir iştiyak göstermişse, buna filozof demekte haklı olmiyacak mıyız, ne dersin ? Glaucon çevab verdi : Söylediğine bakılırsa bu örnekte bir çok kimseler pek nadir kimseler olacak. Gerçekte bana öyle geliyor ki bütün temaşaya koşanlar Öğrenmek zevkiyle olanlardır. Filozof adı altında sıralanması çok tuhaf olacak olan dinleme maraklıları da, ve şöyle bir konuşma dinlemek için istiyerek rahatını bozacak, fakat kulaklarını kiralamışcasına ne şehirde, ne de kırda bir tekini kaçırmadan bütün Dionysos korolarını dinlemek için her tarafa koşacak insanlar da var. Bütün bu insanların, böyle avaralıklarla ve bayağı sanatlarla uğraşanların hepsi sence filozof adına layık mı ? — Hiçte, dedim ; onlar öyledirler.
ancak
görünüşte
— Fakat sence gerçek filozoflar diye sordu.
kimlerdir,
58
— Hakikati temaşa diye cevab verdim.
etmekten hoşlananlar,
— Öyle ise bunların ilmin konusu olan şey-, leri, Öbürlerinin ise sanının konusu olanları kucakladıklarını ve sevdiklerini söyliyeceğiz. Şüphesiz hatırlarsın, bu sonrakiler hakkında güzel sesler işitmekten, güzel renklere ve ayni cinsten bütün güzelliklere bakmaktan hoşlandıklarını, ama kendinden güzel'in kendilerine gerçek bir şey olarak arz edilmesine tahammül edemediklerini söylemiştim. — Hatırlayorum. — Onlara hikmet dostu diyecek yerde sanı dostu demekle bir ifade eksikliği yapmiyacak mıyız ? Onlara böyle muamele edersen bize gücenmiyecekler mi ? — Hayır, bana inanmak isterlerse, çünkü hakikata çatmak caiz değildir.
dedi ;
— Öyle ise her şeyde özlere bağlananlara filozof demelidir ; sanının dostlarına değil. — Mutlak olarak.
Filozoflar değişmezcesine daima varolan şeye erişmeğe güçleri yetenler iseler ve bu unvanı buna gücü yetmiyenlere ve çokluk içinde 59
değişen şey içinde yolunu şaşıranlara vermemek gerekirse bunlardan hangilerini devletin başına geçirmek gerekir ? — Sana iyi bir cevap vermekliğim için, ne diyebileceğim, dedi. — Bu ikisinden kanunları ve müesseseleri muhafazaya gücü yeter kabul ettiklerimizi, cevabım verdim ; onları devletin bekçileri koymak gerekir. — İyi, dedim.
İlkin kabul edelim kî felsefî kafalar oluş veya bozuluş'un [1] hasıl ettiği kararsızlıklar ve değişikliklerin erişemiyeceği bu Öncesiz - sonrasız özden bir şeyi onlara açabilen ilme daima vurgundurlar. — Bunu kabul ediyoruz. — Bundan başka, devam ettim ; bütün olarak özü sevdiklerini ve yukarda sözünü ettiğimiz .muhterislerin ve âşıkların örneğine uyarak, büyük veya küçük, değerli veya az değerli bölümlerinden hiç birisinden istiyerek vaz geçmediklerini *de. — Haklısın, dedi. [1] Oluş, fikir üzerine kopya edilmiş nesnelere belli bir şekil (insan, at, taş) verir : bozuluş ise onun yerine bir başkasını koymak için yok eder.
60
— Bu meziyetten sonra, işte bir başkası daha ; bizim dediğimiz gibi olmak zorunda olanların karakterinde de bu meziyetin bulunması gerekli olup olmadığını gör. — Hangisi ? — Samimîlik, ve yalanı [1] hiç bir zaman bile bile kabul etmemek, fakat yalandan tiksinmek ve hakikati taziz etmek iradesi. — Bu tabiî, dedi. — Dostum, sade tabiî değil, tabiatın kendisine aşık karakterini verdiği insanın sevilen konunun yakını veya dostu olan her şeyi taziz etmesi mutlaka gereklidir. — Doğru, dedi. — Peki, ilme hakikattan daha sıkı bağlı başka bir şey bulunabilir mi ? — İmkânsız, dedi. - — Demek, aynı ruhun hem ilmi, hem de yalanı sevmesi olabilir mi ? — Hiç bir zaman. — Öyle ise ilmi gerçekten seven kimse ilk yıllarından başhyarak bütün gücüyle bütün hakikati araştırmalıdır. — Mutlaka. [1] Yalan, Eflatun'a göre kesince bilmezlik manasına alınmalıdır. İdeali bilmeden devlet adamı bir yalancıdır ; Evlenmeler için kur'a çekimlerini bozarak vatandaşları aldatan kimse yalancı değildir.
61
— Ama arzular tek bir konuya doğru şiddetle sürüklenirse, sel bu tek yöne çevrilmiş bulunmakla bütün geri kalanların az kuvveti haiz olduğunu biliyoruz değil mi ? — Şüphesiz. — Öyle ise arzuları ilimlere ve benzer bir konuya taalluk eden kimse ancak ve ancak ruhun zevkini arar ve sözde bir filozof değil de gerçek bir filozof ise bedenin zevklerini bir yana bırakır. —• Bu büsbütün gerekli. —- Böyle bir adam mutedil olacak ve hiç bir hırs ve tamahı olmıyacaktır. Çünkü zenginlik ve ihtişam aranmasının sebebleri onun böyle bir araştırmanın kendine uygun gelen so« adam olduğunu gösterir. — Tâ kendisi. —- İşte incelenmesi gerekli başka bir nokta daha. Felsefî tabiatın, felsefî olmıyanlardaa ayırd edilmesi istenilirse. — Hangisi. — Ruhun küçüklüğü ardı arası kesilmezcesine bütünü, ilâhî, beşerî nesnelerin hepsini kucaklamağa çalışmak zorunda olan bir ruhla uyuşamaz olduğundan ruhun kendinde hiç bir aşağılık ihtiva etmemesi. — Bundan daha gerçek hiç bir şey yok, dedi. — Fakat yüce bir zihinle mücehhez bulunuldu62
ğu ve zamanların bütünüyle varlıkların bütünü temaşa olunduğu zaman, insan hayatına büyük ehemmiyeti haiz bir şey diye bakılabileceğini sanıyor musun ? — imkânsız, dedi. — Böyle bir adam, demek ölüme korkulacak bir şey diye bakmıyacaktır. — Hiçte. — Korkak ve aşağı bir tabiat, görünüşe göre, demek gerçek felsefeye katışamıyacak. — Hayır, İ>ana öyle geliyor. — Fakat hırs ve tamahtan* bayağılıktan, böbürlenmeden ve korkaklıktan arınmış, düzenlenmiş ise, yaşamanın zor olması veya kötü olması mümkün mü ? — Hayır. — Öyle ise felsefî olan ruhu, oJmıyandan ayırd etmek istiyeceğin zaman ilk yıllardan itibaren o ruhun âdil ve halim, veya cemiyet kaç« ğını ve vahşi olup olmadığına dikkat edeceksin.
— Öyle ise Adinaente, dedim ; sayısı pek az bir takım insanlar kalıyor ki bunlar felsefeye întisabe lâyıktır. Bu rastgele, terbiye ile yetkinleşdirilmiş asîl bir ruhdur ki sürğfÜn onu vatanından uzak tutar ve bozucuların yokluğuyla tabiatıyla felsefeye sâdık kalır ; veya büyük 63
bir ruhdur kî küçük bir devlette doğmuş olduğundan o devletin idaresini kendine lâyık olarak görmez ve ilgilenmez. Buna kendi mesleğine karşı haklı bir nefret duyarak tabiatın kendine istidatlı yarattığı felsefeye geçer. Belki de dostumuz Theages'i tutan dizgin başkalarını da tutabilir ; çünkü Theages'i felsefeden vaz geçirmek için her şeyi birleşmiştir ; ama nâzik bir sıhhatin bakımı onu orada tutuyor ve siyasetten uzaklaştırıyor. Bana gelince : Benim demonik işaretimin sözünü etmek zahmete değmez : Geçmişte hemen başka bir misal bulunuverir. ö y l e ise bu az sayı içinde bulunan ve böyle bir iyiliğin tadını ve saadetini tadan, kalabalığın deli olduğu, söz gelimi, hiç bir politika adamının hareket hattında anlayışlı hiç bir ş*y olmadığı, kendini ölüme maruz bırakmadan adaletin imdadına yetişebileceği kimse ile hiç bîr zaman birleşmediklerini iyiden iyiye anladığı zaman ; kendilerinin gazab ve kudurmalarına katılmaktan çekindiği yırtıcı hayvanların arasına düşen bir adam gibi, hem de tek başına bütün bir vahşi sürüsüne kafa tutamadan, ne kendisi, ne de başkaları için bir faydası olmadan devlete veya dostlarına hizmet edemeden yok olacağından emin olduğu zaman ; bütün bunlar üzerinde düşündüğü zaman, diyorum ki o keyfine bakar, kendi işlerinden başkasıyla uğraşmaz, ve bir fırtınaya yakalanmış bir seyyahın rüzgârın kaldırdığı toz ve yağmur 64
F : 4
kasırgasına karşı bir duvar arkasına sığındığı gibi başkalarını haksızlıkla dolup taşmakta görerek o da bu dünyadaki haksızlıktan ve diyanetsizlikten arınmış, ömrünü geçirebilirse ve güzel bir ümitle ruhun huzur ve barışı içinde hayattan gÖçebilirse kendini mesut sayıyor. — Elbette, diyor ; hayattan onun gibi gitmek, son piyangoyu kazanmış olmak olmıyacaktır. — Kendine uygun gelen hükümeti elden çıkarmış olması, ilkini de kazanmış olmak olmıyacak, dedim. Ona rastlasın, kendisi daha büyükleşecek ve kendi öz kurtuluşuyla devletin selâmetini sağlıyacaktır.... — . . . Sence filozofun karakterine uygun gelen şimdiki hükümetler arasında hangisidir ? — Hiç birisi, karşılığını verdim. Şimdiki siyaset şekillerinden hiç bîri filozofun karakterine uymadığından muhakkak şikâyetçiyim. Onun hataya düşmesi ve bozulması bu yüzdendir ve yeni bir tarlaya atılan tohum gibi bozuluyor ; kendini, kanununa tâbi tutan o yerin toprağına intibak ettiği gibi, şimdiki şartlar içinde felsefi karakterde öz vasfını asla muhafaza etmez ve başka bir karaktere geçer. Fakat günün birinde, yetkinliği kendininkine cevap veren bir hükümete rastlarsa o zaman onun gerçekten Tanrılık olduğu ve bütün geri kalanın, karakterlerin ve meşguliyetlerin insanî olandan başka bir şeyi haiz olmadıkları görülecektir. (Eflatun : La Répuplique)
65
ARİSTO [M. ö. 384 - 322]
Felsefe anlayışı Stagira'da doğmuş, babasının hekim bulunduğu Make» donya sarayında büyümüştür. Eflatun "un talebesi, büyük İskender'in hocasıdır. Atina'da derslerini gezinerek verdiği Lise'yi açtı. Büyü zden felsefesine yürüyücüler (meşaiyun) felsefesi denir. Hiistiyan ve islam düşünceleri üzerine tesiri büyüktür. İnsanlığın baş öğretmeni (Muallim-i evvel) olarak anılır. Bilginin her dalında, hele biyolojide keşifleri ve açıklamaları pek çoktur. Pek çok eser yazmıştır. Eski çağın en yaratıcı en geniş bilgili filozofudur. EHatun'a karşı fikrin ferdî, duyulabilir varlıklar ve nesnelerin içinde olduğunu ileri sürer, böylece deneme - içi (immanence) felsefesinin kurucusudur. Sofistlere karşı kavramın, hükmün, istidlalin, isbatin ; bunun sonucu olarak tft düşünce ve ilmin imkânını müdafaa eder. (Mantık) ı bir ilim olarak kaideleriyle koyan odur. Diyanetsizlikle suçlandırıldığından "felsefeye karşı ikinci cinayet« in kurbanı oftnadan Atina'dan ayrılmış, bir yıl sonra ölmüştür.
B itün insanlarda, tabiî olarak bilmek isteği vardır ; duyumların sebeb olduğu haz bunun delilidir. Çünkü onlar faydaları dışında da, kendiliklerinden hoşumuza giderler, bütün öbür duyumlardan fazla olarak ta, görme duyumları gerçekte, yalnız hareket e m t ek için değil, hatta 66
hiç bir hareket kasdetmediğimiz zaman bile, görmeyi bütün geri kalan duyumlara tercih ederiz. Bunun sebebi, bütün duyular içinde, bize en çok bilgi kazandıran ve bize en çok fark keşfettirenin görme olmasıdır. Tabiî olarak, elbette, hayvanlar da duyumlarla mücehhezdirler. Ama duyum bazılrında hafızayı doğurduğu halde öbürlerinde doğurmaz. Bunun için birinciler hatırlamağa gücü yetmiyenlerden daha zekîdir ve öğrenmeğe daha kabiliyetlidirler. Öğrenme gücü olmadan zekâ, tıbkı arı ve aynı halde bulunabilen başka cinsten hayvanlar gibi sesleri duymaya gücü yetmiyen varlıkların kısmetidir ; bunun aksine olarak, öğrenme gücü, hafızadan başka, işitme duyusuna sahip olan varlığa aittir. İnsandan başka hayvanlar, demek, hayallere (phantasia) ve hatıralara bağlı yaşarlar. İnsan cinsi sanate (techne) ve muhakemeye (Logismos) kadar yükseldiği halde onlar hemen hemen denemeye (empeiria) sahibdirler» İnsanlarda deneme hafızadan doğar. Gerçekten, aynı bir nesnenin bir çok hatıraları, sonunda bir deneme teşkil ederler ; öyle ise deneme hemen hemen ilim ve sanatın tabiatını aynıyla haiz görünüyor. Ama kakikatta ilim ve felsefe insanlara deneme vasıtasıyla gelir. Çünkü Polus'un haklı olarak dediği gibi deneme, sanatı ; denemesîzlik (l'inexpérience), şansı yarattı. Bir çok denemelik bilgiler (notion) den, bütün benzer hallere tatbik olunabilen, bir tek bütün67
cül hüküm çıktığı zaman, sanat meydana çıkar. Gerçekte» filan ilacın filan hastalığa tutulmuş Kallias'ı, sonra Sokrat'ı ve tek başına alınan başka bir çoklarını iyi ettiği hükmünü vermek bu, denemelik bir olgudur ; fakat filan ilacın, uyuşuk, safralı veya hummalılar gibi tek bir kavram ile tayin olunmuş filan hastalığa tutulan bütün kişileri iyileştirdiği hükmünü vermek ise sanate aittir. Öyle ise pratik hayata nisbetle, deneme hiç bir şeyde sanatten farklı görünmiyor. Deneme adamlarının bile, denemesiz bilgi (logos) ye sahib olanlardan üstün geldiklerini görüyoruz. Bunun sebebi, denemenin tek tek alınan şeylerin bilgisi olması ; sanatin ise bütüncül şeylerin bilgisi olmasıdır, öbür yandan da her pratiğin ve her sanat eserinin ferdî olanına taalûk etmesidir. Gerçekte, hekimin iyileştirdiği, ilinti yoluyla olmadığı taktirde, insan değil, fakat aynı zemanda insan olarak bulunan Kallias veya Sokrat veya böyle başka bir kimsedir. İmdi denemesiz bilgi sahibi olunursa ve bütüncülü bilmekle) bütüncülde bulunan ferdî bilinmezse çok defa tedavide hatalar işlenecektir ; çünkü herşeyden önce iyileştirilmesi gereken kişidir. Bununla beraber her zaman, bilginin ve anlamak gücünün denemeden daha çok sanate ait olduğunu düşünüyoruz ve hikmet bütün insanlarda daha çok bilgi ile birlikte bulunduğundan, sanat adamlarını deneme adamlarından üstün tutuyoruz. Çünkü bir kısmı sebebi 68
biliyor bir kısmı bilmiyor. Gerçekte deneme adamları bir şeyin var olduğunu bilirler, ama niçinini bilmezler ; sanat adamları hem niçinini, bem de sebebi bilirler. Yine bunun için bütün teşebbüslerinde ustaların işçilerinden daha büyük bir itibara layık olduklarını düşünüyoruz. Onlar yapılan şeyin sebebini bildiklerinden dolayı daha âlim ve deha hakimdirler. Halbuki işçiler N (yandığını bilmiyen) ateşin yanışı gibi, yaptıkları şeyi bilmeksizin hareket eden bu cansız şeylere benzerler. Yalnız, cansız varlıklar kendi öz tabiatları gereğince, işçiler de alışkanlıkları gereğince, vazifelerinden her birini yaparlar. Böylece, bizce ustaları daha hakîmleştiren pratik meharet değil, teoriye sahib olmaları ve sebebleri bilmeleridir. Umumî olarak, bilginin vasfı, öğretilebilmesidir ve bunun için sanatın denemeden daha çok bilim olduğunu düşünüyoruz. Çünkü öbürleri değil, ancak sanat adamları öğretebilirler. Bundan başka her zaman, duyumlardan hiç birisine ilmî (sophia) teşkil eder diye bakılmaz. Şüphesiz, onlar hususînin bilgisinin temelleridir, fakat bize hiç bir şeyin niçinini söylemezler : Söz gelimi, ateş niçin sıcaktır; yalnız onun sıcak olduğunu söylerler. — O halde ilk defa müşterek duyumlardan çıkmış her hangi bîr sanat icat eden adam insanların vurgunluğunu haklı olarak uyandırır. Bu yalnız, onun 69
keşiflerinin faydalı olmasından değil, hakimliği ve öbürlerine üstünlöğündendi. Sonra bir kısmı zaruretleri, bir kısmı da zevk ve süsü konu edinen sanatlar çoğaldı. Bu sonuncuları icat edenler ilimleri faydaya yönelmiş olmadığından Öbürlerininkinden daha h a kîm olarak bakıldılar. Sonunda ne nazlara, ne zaruretlere uymıyao bu ilimler keşfolundukları zaman, bütün türlü türlü sanatlar çoktan kurulmuşlardı ve boş vakitlerin hüküm sürdüğü memleketlerde doğdular. Böylelikle Mısır matematiğin beşiği oldu. Çünkü orada papas kastının pek çok boş vakti kalıyordu. Ahlak* da, sanat, ilim ve aynı cinsten öbür ilim dalları arasında ne fark olduğuna işaret etmiştik. Bu nokta üzerine bize şimdi şunu söylemek kalıyor : felsefe (sophia) denilen ilim umumî olarak konusu varlığın ilk sebebleri ve ilkeleri olan bir ilim diye alınmıştır. Yine daha yukarıda dediğimiz gibi, deneme adamı, kim olursa olsun, duyulabilir bilgilerin sahibine ; sanat adamı deneme adamına ; mimar işçiye ve teoretik ilimler de pratik ilimlere üstün görünür. Felsefenin bazı sebeblerin ve bazı ilkelerin ilmî olması, şimdilik apaçık bir şeydir. * Mademki bu ilim, araştırmalarımızın konusudur ; hangi sebeblerden, hangi ilkelerden felsefenin ilim olduğunu araştırmamız gerekir. Filozof hakkında verdiğimiz hükümleri göz önünde
70
tutacak olursak, bu sorunun cevabı şübhesiz çok açık olacaktır. — ilkin, filozofun, mümkün olduğu kadar, fakat husus! olarak hiç bir nesnenin bilgisini haiz olmaksızın, bilginin bütününe sahib olduğunu anlarız. Bundan sonra, insan bilgisi için büyük güçlükler gösteren ve çetin şeyleri bilmeğe muvaffak olan da bir filozoftur. (Çünkü duyulabilir (sensible) bilgi herkeste müşterektir ; bunun için kolaydır ve felsefî hiç bir şeyi yoktur). Bundan başka büyük bir doğrulukla sebebleri bilen ve bu sebebleri öğretmiye daha çok gücü yeten de, her ilim nevinde daha filozoftur ; ilimler arasında, kendisi için, tek bilmek amacyla seçilen de sonuçlar dolyısıyla seçilenden daha felsefîdir ; daha yüksek bir ilim ue tâbi bir ilimden daha felsefîdir. Gerçekte filozofun kanunlar alması gerekmez, kanunlar vermesi gerekir ; onun başkasına itaat etmesi gerekmez, ona itaat etmek daha az filozof olana düşer. Felsefe ve filozoflar hakkında verdiğimiz türlü hükümler bunlardır. Bundan bütün nesnelerin bilgisinin, gerekli olarak bütüncül (universel) olanın ilmine sahib olana ait olduğu sonucu çıkar. Çünkü o, herhangi bir tarzda (not: güç halinde) bütüncül olanın içine giren bütün hususî halleri bilir. Ama bu en bütüncül bilgilere erişmek insanlar için son derece güçtür. Çünkü onlar duyularınızın gücünün en çok dışında olanlardır. — En doğru ilimler en çok ilkeler ilmî olan71
lardır ve daha yalın ilkelerden hareket edenler daha karışık ilkelerden hareket edenlerden daha doğrudur, aritmetiğin geometriden daha dağru olduğu gibi [1]. Fakat bir ilim, sebeblerini ne kadar çok derinleştirirse o nisbette öğretilmiye daha elverişlidir [2]. Çünkü onlar her şeyin sebeblerini söyleyenleri öğretirler. — Tanımak ve bilmek amacıyla tanımak ve bilmek ; işte yüce bilinebilirin ilminin başlıca vasfı budur. Çünkü bilmek için bilmeği istiyen kimse tercihan yetkin ilmi yani, en iyi bilinebilenin ilmini seçecektir. Öyle ise en iyi bilinebilen, ilkeler ve sebeblerdir : onlarla ve onlardan anarıdır ki Öbür şeyler bilinirler v* kendilerine tâbi olan öbür şeylerle bilinmiş olan ilkeler ve sebebler değillerdir. — En yüce ve her tâbi ilimden üstün olan ilim hangi amaç ile bir şey yapmak gerektiğini bilendir. Bu amaç ise her varlığın iyiliği" dir ve umumî olarak, bütün tabiatta yüce iyiliktir. Bütün bu mülâhazalardan şu sonuç çıkar ki felsefe adı aynı bir ilme uygun, gelir : bunun da, gerçekte, ilk ilkelerin ve ilk sebeblerin teore[l] Aristo *&% sayıda,, yani daha yalın, daha soyut, bunun neticesi olarak daha doğru olan ilkelerden hareket eden bilimleri, toplama sonucu olan yani daha karışık ilkelere karşı koymaktadır. Bu veçhile aritmetik, sayının ilkelerine uxam (l'étendue) in ilkelerini ekleyen geometriden, önce-dir. (2] öyle ise iJk sebebler bilimi, ikinci sebebler bilimimden daha çok ilim (sophia) adına layıktır.
72
tik ilmi olması gerekir. Çünkü iyilik, yani gaye bu sebeblerden biridir. — Onun bir poetik ilim olmaması, bu en eski filozofların tarihinin gösterdiği şeydir. Gerçekte, bu gün olduğu gibi, ilk düşünürleri felsefî spekülasyonlara iten hayret oldu. Başlangıçta onların gözüne çarpan en açık zorluklar oldu. Sonra böyle yavaş yavaş ilerliyerek, aya ait olguları, güneşin ve yıldizlarınkileri, hasılı, âlemin oluşu gibi en müphem meseleleri çözmeğe çalıştılar. Bir güçlüğü görmek ve hayret etmek, kendi öz bilimsizliğini kabul etmek demektir. Ve bunun için mythos'ları sevmek (philomythos), bir nevi filozof (philosophos) görünmektir. Çünkü mythos, olurüstüler (le merveilleux) den mürekkeptir, imdi böylece ilk filozofların kendilerini felsefeye vermeleri bilimsizlikten sıyrılmak için olduysa onların ilmi faydacı bir gaye için değil bilmek maksadıyla araştırdıkları açıktır. Gerçekte, olup biten de bunun bir delilini sağlar : zaruret ve ihtiyaçlara uyan hemen hemen bütün sanatlar ve refaha veya hayatın ve süs zevklerine ilgilenensanatlar bu cinsten bir ilim kolu aranmağa başlandığı zaman çoktan biliniyorlardı. Öyle ise apaçıkdır ki biz felsefede hiç bir yabancı menfaat ummayoruz. Fakat nasıl ki başkası« »in gayesi değil, kendi kendinin gayesi olan adama hür adam diyorsak, böylece bu ilim de kür olan ilimlerin içinde bir tanedir. Çünkü yalnız o kendi öz gayesidir. 73
Bunun için haklı olarak felsefenin elde edilmesinin insanı aştığı taktir olunabilecektir. Gerçekte insanın tabiatı bir sürü yönden köledir ve Simonides'e göre ancak tanrı bu imtiyazdan faydalanabilir. Fakat kendi ölçüsünde olan ilmi aramakla yetimsememesi insana yaraşmaz. Şairlerin iddia ettikleri gibi, tanrı tabiî olarak kıskanç ise bu kıskançlığın belki de hele felsefe hakkında kullanılması gerekecekti ve buarada üstünlük gösterenler bahtsız olmak zorunda kalacaklardı. Fakat tanrının kıskanç olması ata sözüne göre (şairler büyük yalancılardır) kabul olunamaz. Ve başka bir ilmin öbüründen daha değerli olacağı da düşünülemez. Gerçekte en tanrılık olan ilim de en değerli olandır ve en değerli olan da iki sıfatla yalnız tanrılık olandır : bir tanrılık ilim tanrı için tasarrufu en yaraşmış olan ve tanrılık şeyleri inceliyendir. Öyle ise felsefe, yalnız, bu çift karakteri arzetmektedir : Tanrı bütün şeylerin bir sebebi ve bir ilkesi gibi görünüyor, böyle bir ilime de ancak tanrı veya hiç değilse bellibaşlı olarak tanrı sahip olabilir. Bütün öbür ilimler ondan daha gereklidirler, ama üstünlükte onu hiç biri geçemez. Onu kazanmanın bizi içine bırakmak zorunda kaldığı ruh haline gelince : bu bizim ilk araştırmalarımızdaki ruh halinin büsbütün zıddıdır. Bütün ilimlerin başlangıcı, dediğimiz gibi, nesnelerin ne olduklarından duyulan hayrettir : 74
Henüz sebebini araştırmamış olanların gözlerinde, kendiliklerinden hareket eden kuklalar, güneşin tahavvülleri veya karenin kenarıyla diyagonalin ölçülememesi gibi. İlk bakışta bir niceliğin (quantité) en küçük bir birim (unité) ile bile ölçülememesi herkese hayret verici görünüyor. Öyle ise şu misallerdeki gibi sebebini öğrenince vaki olduğu üzre sonunda zıd bir hayret duymakla, ve ata sözüne göre en iyi olanla bitirmek zorunda kalıyoruz : diyagonal ölçülebilir olsaydı gerçekte bunun kadar bir geometriciyi hayrete düşürecek hiç bir şey olmıyacakti. Böylece aradığımız ilmin tabiatını ve araştırmamızın gayesi ile bütün incelememizin gayesini de ortaya koyduk. Bir ilim vardır kî varolması yönünden varlığı ve onun öz yüklemlerini inceler. Hususî denilen ilimlerin hiç birisiyle karışmaz, çünkü öbür ilimlerden hiç biri umumî olarak, varolması yönünden varlığı göz önünde tutmaz, ama varlığın her hangi bir bölümünü ayırarak, işte onlar bu bölümün öz yüklemini incelerler ; matematik ilimlerin durumu böyledir. Fakat mademki biz ilk ilkeleri ve en yüce sebebleri araştırıyoruz, bu ilkelerin ve bu sebeblerin kendine kendi öz tabiatı gereğince ait olduğu gerekli olarak bir gerçeğin varolduğu apaçıktır. İmdi varlığın unsurlarını araştıran filozoflar bu aynı ilkeleri arayorlarsa, bundan gerekli olarak çı75
kan sonuç varlığın unsurlarının ilinti olrak değil, varlık olarak varlığın unsurlarıdır. Bunun içindir ki varolması yönünden varlığın ilk sebeb lerini yakalamak zorundayız da. . . . Esasen ne kadar öz varsa felsefenin o kadar da bölümleri olacaktır, o halde gerekli olarak felsefenin bu dallarının sayısında, bir ilk felsefe, sonra bir ikinci felsefe olacaktır. Varlık ve Bir gerçekte, doğrudan doğruya bazı cinslere girerler, bunun içindir ki ilimler de bu cinslere tekabül edeceklerdir ; çünkü filozof, bu kelimenin kullanıldığı manada matematikçi gibidir, çünkü matematikde de bölümler vardır ; bir ilk ilim, bir ikinci ilim ve bu alanda üremiş başka başka ilimler vardır. . . . Bundan başka, bütün bu şeyler üzerinde spekülasyonda bulunmak filozofa aittir. Filozofun işi bu değiîse, "Sokrat,, in "oturmuş Sokrat,, in özdeşi olup olmadığını, bir şeyin ancak bir zıddı olub olmadığını, zıddın ne olduğunu ve kaç manada alındığını kim araştıracak.... ...Filozofun büründüğü aynı mantoyu giyen diyalektikcilerle sofistler (çünkü, diyalektik gibi sofistik de ancak felsefenin görünüşüdür). Nesnelerin bütünü üzerinde çekişirler. Varlık bütün nesnelerde müşterektir ; o halde bu konularda da çekişirler, şüphe yok, çünkü bu konular felsefenin alanına girerler. Diyalektik ve sofistiğin uğraştığı gerçekler cinsi, gerçekte felsefe7*
ninkinin aynıdır, fakat felsefe diyalektikten yönteminin tabiatı yönünden ; sofsitikten de ileri sürdüğü hayat kaidesi yönünden farklıdır. Felsefenin pozitif olarak bildirdiği yerde, diyalektik sırf tenkididir. Sofistik'e gelince görünüşte ve gerçeksizbir felsefeden başka bir şey değildir
...Şimdi öz kadar matematikte aksiyom adı verilen hâkikatlarin incelenmesinin bir tek ilme mi, yoksa türlü türlü ilimlere mi ait olup olmadığını söylememiz gerekir. Şüphesiz, bu iki kat inceleme de filozofun ilmi olan bir tek ilmin konusudur. Gerçekte aksiyomlar mutlak olarak bütün varlıkları kucaklarlar, Öbürlerini atarak filan hususî cinsi değil. Bütün insanlar birtakım aksiyomlar kullanırlar, çünkü aksiyomlar varlık olması yönünden varlığa aittirler, çünkü her cins bir varlıktır. Fakat bunları ancak kendilerine uygun gelen ölçüde kullanırlar, yanı isbatlarmın gittiği cins onu ihtiva ettiği kadar. Yine aksiyomların varlık olmaları yönünden bütün varlıklara uyduğu apaçık olduğundan (çünkü varlık bütün nesnelerde müşterek olan şeydir), bu hâkikatlarin incelenmesi de işte varlık olması yönünden varlığın bilgisinden çıkar. Bunun için, bir hususî ilmin incelemesinde bulunanlardan hiç biri, ne geometrici, ne de aritmetikci bu aksiyomların doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde hiç bir şey söylemeğe!
77
Çalışmazlar. Buna girişmek üzere ancak bir kaç fizikçi çıktı, bunların durumunu esasen anlamak kolaydı. Çünkü bunlar tabiatın bütünü ve umumî olarak varlığı inceliyecek olanların ancak kendileri olduklarını sanıyorlardı. Fakat fizikçinin henüz üstünde olan biri bulunduğundan (çünkü tabiat ancak varlığın belli bir cinsidir), bu hakîkatların incelenmesi de evrenlik olanı ve ilk özü inceliyen ona aittir. Fizik te bir nevi felsefedir, ama ilk felsefe değildir. Önermelerin doğruluk şartlarını tayin etmek için bazı filozofların teşebbüslerine gelince, bunlar Anal' tik'i bilmediklerinden ileri gelmiştir. Gerçekte bir ilmi incelemeğe girişmezden önce Analtikler'ı bilmelidir ve bu türlü sorular atmak için size şu veya bu ilmin öğretilmesini beklememelidir. Öyle ise kıyasa ait (syllogistique) istidlalin ilkelerini de incelemenin filozofa, yani her özün tabiatını inceliyene ait olması apaçıktır. Fakat hangi cinste olursa olsun daha bilgili bulunuldu» ğuvakitdir ki bu alanda en pekin (certain) prensipleri göstermeğe en çok muktedir bulunulur. Böylece varlık olmaları yönünden varlıkları bilen kimse her şeyin en pekin ilkelerini koymağa muktedir olmak zorundadır : o halde işte bu adam filozoftur, hepisinin en pekin ilkesi ise, üzerinde aldanmanın imkânsız olacağı ilkedir. Gerçekte, böyle bir ilkenin en iyi bilinmiş olması (çünkü her zaman bilinmiyen şeyler üzerinde aldandır) ve hipotetik hiç bir şeyi haiz olma78
ması gereklidir- Çünkü her hangi bir varlığı an» lamak için elde bulunması gerekli olan bir ilke bir hipotez değildir, her hangi bir şeyi bilmek için gerekli olarak bilmek gerekli olan şeye her şeyden önce gerekli olarak sahib olmak lazımdır. Elbette o zaman böyle bir ilke hepsinin en pekinidir, bu hangisidir, şimdi onu beyan edeceğiz. İşte şu : "aynı bir yüklemin aynı zamanda, aynı bir münasebet içinde aynı bir konuya ait olması ve ait olmaması imkânsızdır» mantıkî bir takım güçlükleri gidermek için ilave edilebilecek başka başka taayyünler zarar vermezler * Felsefe (sophia) nin bir ilkeler ilmî olması, bu bizim başlangıçta başka filozofların ilkeleri üzerine fikirleri münasebetiyle yaptığımız münakaşadan apaçıklıkla çıkan sonuçtur. Fakat felsefenin bir ilim veya bir çok ilimler gibi alınmasının gerekip gerekmediğini bilmek meselesi ortaya atılabilecektir. O bir tek ilim ise bir tek ilimin daima zıdları ihtiva edeceği itirazı yapılabilir ; o halde ilkeler (dört sebeb) vtıd değillerdir. Bir tek ilim değilse felsefe olarak ne türlü ilmi kabul etmelidir ? — Bundan başka isbatın ilkelerini incelemek bir tek ilme mi veya bir çok ilimlere miaittir ? Bir tek ilim imtiyazı işe niçin bu her hangi bir ilimden daha çok ilimdir ? Bir çok ilimlerin imtiyazı ise, o halde ne türlü ilimleri kabul etmelidir? 79
Üstelik felsefenin konusu bütün özler midir, değil midir ? Bütün özlerle uğraşmazsa alanın* girenleri tayin etmek güçtür. Fakat tek bir ilim olarak hepsini inceler ise ayni bir ilmin nasıl bir çok konuları kucaklıyabileceği anlaşılmaz. — Bundan başka, ancak Özlere mi taalluk eder, yoksa ilintilere mi taalluk eder ? İlintilerin bir isbatı varsa özlerin yoktur. Özler ve ilintiler ayrı iki ilimin konuları iseler, onların her biri nedir ve hangisi felsefedir ? Onu isbatcı olarak tarif edersek ilintiler ilmi de felsefe olacaktır ; ama konusu ilk gerçekler olursa, özler ilmi felsefe olacaktır * Matematikçi müşterek fakat hususî bir tarzda tatbik edilen ilkeleri kullandığından matematiğin ilkeleri ilk felsefe, alanına da girmek zorundadır. "Eşit nesnelerden eşit nesneler ayrılacak olursa kalanlarda eşittir» aksiyomu bütün niceliklerde müşterektir, fakat matematik kendi öz konusunun her hangi bir bölümünü ayrı olarak göz önünde tuttuğundan bunu, incelemesinin konusu yapar, söz gelimi çizgiler veya açılar, veya sayılar, veya her hangi bir nevi niceliği, varlık olmaları yönünden değil bu nevilerden her birinin bir, iki ve üç boyutlu bir sürekli olması yönünden. Bunun aksine olarak felsefe, her birinin her hangi bir ilintisi olması yönünden hususî nesnelerle hiç uğraşmayıp bu hususî nesnelerden her birinin bir 80
F: S
varlık olması yönünden varlığı inceler. Matematik ilmi gibi fizik ilmi hakkında da bu böyledir : fizik, ilintileri ve varlığın ilkelerini, varltk olmaları yönünden değil hareketli olmaları yönünden inceler, ilk ilmin, dediğimiz gibi, her hangi başka bir münasebet altında değil, ancak dayantıların varlıklar olması yönünden nesneleri inceÜyecek yerde. Bunun için fizik ile matematik ancak felsefenin bölümleri gibi bakılmış olmak zorundadırlar. (Aristo : Métaphysique)
EPİKUROS [M. à. 341 - 27G]
Felsefe anlayışı Atina yakınlarında doğmuş ; öğretmen bir baba, büyocü bir ananın oğludur. Gençken felsefeye başlamış, 306 da felsefe yapanları topladığı kendi bahçelerinde yerleşmiştir. Sayısı pek çok olan dostlarını ziyaret maksadıyla seyahatlar yapmıştır. Pek çok yazmıştır. Evlenmemiştir. Fizik'i, kanonik'i ve ahlak'i ile. gayesi tanrılardan, ölümden ve talihten korkup hayatlarını zehir edenleri kurtarmak olan felsefenin kurucusudur. Yaşadığı buhran ve güvensizlik çağında siyasetten ve amme işlerinden kaçınarak yalnız "ferd„ in iç huzuruyla ilgilenmiş ve hayata karşı dayanmasının yollarını düşünmüştür. Aristippe'in zevk ahJakı (hédonisme) yanında saadet ahlakını (eudémonisme) kurmuş ; hazzın iyilik, elemin kötülük ; saadetin ve gerçek haczin elemin yokluğu (ataraxie) olduğunu ileri sürmüştür. Aşırılıklara karşı elemin yokluğunu gerçekleştiren asetİzmi yayar. Daha &% ilmî bir atomculuğu temsil eder. Stoacılık gibi epikurosculuk daima bir çczülüf ve çöküş devri felsefesi olarak vasıflandırılır.
Gençken felsefe yapmakta tereddüt etmeme» ltdir ; ihtiyarlıkta ise felsefe yapmaktan vaz geçmemelidir. Ruhuna özenerek bakmak için asla ne çok erken, ne de çok geç değildir. Henüz felsefe yapmak zeınam değildir diyen, saadete erişmenin henüz zemam değildir veya saadete erişmenin artık zemam değildir diyene benzer« 82
Şu halde gençken ve ihtiyarlıkta felsefe yapmalıdır. İhtiyarlıkta felsefe yapmalı, geçmiş günlerin hatırlanmasiyla iyilikle temas ile gençleşmek için ; gençlikte felsefe yapmalı, her nekadar genç olunsa da, gelecek karşısında bir ihtiyar gibi metin olmak için. Öyle ise saadeti elde etmenin yollarını incelemeli, çünkü saadet olduğu zaman her şeye sahibiz, olmadığı zanan da onu kazanmak için her şeyi yaparız. Şu halde, bunların iyi yaşamak için gerekli nsurlar olduğuna seni ikna ederek, sana süreklice verdiğim bu ilkelere riayet ve tatbik et. ilkin tanrının müşterek tanrılık kavramının anlattığı gibi ölümsüz olduğunu ve sonsuz saadet sahibi bulunduğunu düşün ve asla ölümsüzlüğüne ve sonsuz saadetine karşı ona hiç bir karakter isnat etme ikinci olarak Ölümün bizim için hiç bir şey olduğunu düşünmiye alış ; çünkü iyilik ve kötülük ancak duyumda bulunur. Buradan çıkan sonuç : ölümün bizim için hiç bir şey olduğu olgusunun doğru bilinmesinin kendine sonrasız süre (durée) fikrini oraya eklemekten sakınarak ve ölümsüzlük kaygısını atarak bu ölümlü hayattan nasibimizi almağa elvermesîdir < Üçüncü olarak, istekler arasında bazılarının tabiî, öbürlerinin boş; tabiî istekler rarasmda tîa bazılarının gerekli, öbürlerinin de ancak ta-
biî olduklarını anlamak gerekir. Hasılı, gerekli istekler arasında bazıları saadet için bazıları bedenin rahatlığa için, bazıları da hayatın kendisi için gereklidir. İstekler üzerine gerçek bir teori, istekleri ve tiksinmeyi bedenin sağlığına ve ruhun ataraksiyasına yöneltebilir, çünkü sonsuz mesut bir hayatın gayesi işte buradadır ve bütün aksiyonlarımızıngayesi hem ıztırabı, hem de bunalmayı önlemekten ibarettir. Bir defa buna erişince, canlı varlık ne kendinin sahibolmadığı herhangi bir şeye doğru yorümek, ne de ruhun" ve bedenin seadetini tama mhyabilen bir şeyi aramağa muhtaç olmadan ruhun bütün fırtınaları dağılır. Çünkü biz ancak yokluğu bizim bir ıztîrabımıza sebep olduğu zaman zevki ararız. letırap çekmediğimiz zaman artık zevk yapmaktan başka bir şey yapmayız. İşte bu sebtble diyoruz ki zevk sonsuz mesut bir hayatın başlangıcı ve sonudur... Bütün bunların ilkesi, aynı zamanda en büyük iyilik, demek tedbirdir. Bunu felsefenin kendisine de üstün saymalıdır, çünkü o, namusluluk ve adalet olmadan bize tedbirsiz mesu t hayata erişilemiyceğini öğreten bütün faziletlerin kaynağıdır ve tedbir, namusluluk, adalet zevksiz elde edilemezler. Faziletler, gerçekte, mesut bir hayattan doğarlar ve mesut hayat da faziletlerden ayrılamaz. Hakimden üstün tutabileceğin birisi var mı ? 84
Hakîm tanrılar hakkında saygılı fikirlere sahiptir, ölümden hiç bîr an korkmaz, o ölümü tabiatın tabiî bir sonu, iyilikleri de erişilmesi ve elde edilmesi kolay sayar, o bilir ki kötülükler mahdut bir zaman ve tehlikeyi haizdirler ; zâlim bir efendi olan kader hakkında düşünülmesi gerekeni bilir. Başımıza gelenlerin bazılarının talih, öbürlerinin kendimizden geldiğini bilir. Çünkü kader mesuliyetsizdir, talih ise kararsız; bizim kendimizden gelen, hiç bir zalimliğe tâbi hem hakarete, hem de övmiye konu değildir... Öyleyse her gün ve her gece, kendinden başka kendine benziyen bir dostla düşünerek, bu fikirlere ve bu cinsten olanlara bağlan. Sen ne düşlerinde, ne uyanıkken hiç bir zaman rahatını bozmiyacaksın ve insanlar arasında bir tanrı gibi yaşıyacaksın. Ölümsüz nimetlerin ortasında yaşıyan bir insanın artık gerçekte ölümlülerle müşterek hiç bir şeyi yoktur. * Bir desti su ve bir parça ekmekle, hakîm Zeus'un kendisiyle boy ölçüşür. * Hikmetin bize bütün hayatin saadeti için sağladığı bütün iyilikler arasında en büyüğü dostluğa sahibolmaktir. (Diogène Laerce ; Vie, Doctrines H Sentences de» Philosophes illustres, T. II. , Robert Geneiite tercümesi.)
CICERO IM. ö. 180-44]
Felsefe anlayışı Arpinum yakınlarında doğmuştur. Yunanistan'a gitmiş. ünlü retorikcilerden ders almış; Epikuros'cu Phedre'den, Akademya'ci Antichus'dan, orta - stoacı süriyeli Posîdonîus'dan felsefe okumuştur. Avukattır, siyasî hayata girmiştir Kurucusu Cittum'lu Zenon ve teorİByeni Chrysîppe oîan stoacılığı (stoïcisme), fakat nesnelerin açıklanmasından ziyade insan hareketlerini düzen]iyen kaideleri sağlıyan orta stoacılığı benimser, buna da eflatunculuğu karıçlırır, Seçmeci (éclectique), ve her türlü doktrine yer verdiği eserleriyle derînlere dalmadan stoacılıktan başka, hücum ettiği epikurcsculuğu ; şüpheciliği ve yunan felsefesinin türlü nıcaelelerini anlatır. Bir filozof olmaktan çokj bîr ayaklı kütüphane, bir felsefe tarihçisi Sayılır.
. . . — Ötekilerin hiç sözünü etmeden — şu iki hastalık, üzüntü ve istek, tende daha şittetli olabilenler değil midir ? Esasen tenin atbabetinin de ruhun bir yaratması olduğu zaman, hatta tenin şifası bahis konusu olduğu ve iyileşmek için daima iyi bakılmak yetmediği zeman vücut yapımız ve mizacımız büyük bir ehemmiyeti haiz bulunurken ruhun kendi şifasını hiç bir kişiye bırakmaması için iyileştirmek istemesi ve hikmetin öğretimlerine kendi86
sni uydurmak istemesi yettiği zaman bile, ruhun kendi kendini iyi etmeğe gücü yetmediği nasıl kabul olunur ? Elbette, bir ruh hekimliği vardı : felsefe, onun yardımını elde etmek için, ten hastalıkları için olduğu gibi, tışanya baş vurmak zotu jroktur. Kendimizi kendimizin bakacağı bir duruma sokmamız için bütün kaynaklarımızı, bütün kuvvetlerimizi göstermek zorundayız. 2 — ... Mademki ilk filozofların faaliyetlerini tayin eden sebeb bütün geri kalanları arka plana atarak, hepsinin kendilerini en iyi hayat kaidesini aramağa vakfetmeleri için yetecek kadar kuvvetliydi, elbette onlara bunca iştiyak ve bunca gayret ilham eden mesut hayat ümidi idi. Bu filozoflar fazilet kavramını keşfettiler ve büsbütün gelişdirdiyseler, bir yandan da fazilet bize mesut hayatı sağlamıya yettiyse onlar felsefi araştırmayı ortaya koymakla, biz onu tetbik etmekle iyi yaptığımız nasıl kabul olunamıyacakmış ? Bunun aksine olarak türlü türlü ve umulmadık bir takım engellere maruz olan fazilet talihe boyun eğmişse ve yalnız başına kendini müdafaa için yetecek kadar kuvveti yoksa onda bizim mesut hayat istek ve emellerimizin doğruluğunu gösterecek müsbet bir kesin bilgi bulacak yerde yapacağımız bir takım dilekler yapmaktan ibaret kalacağından korka87
rina. 3 — Şahsan talihin benim başıma getirdiği ağır felâketlerde düşüncem durduğu zeman, fazilet hakkındaki fikrimde bir sarsılma ve nevimizin zâfmdan ve dayantısızhğmdan korktuğum oldu. Gerçekte bize metanetsiz, üstelik hem iyi olmaz hastalıklar, hem de dayanılmaz ıztıraplarını eklendiğfi bîr takım tenler verdiğinden tabiatın bir yandan tenin ıstıraplarını duyan, bir yandan da ayrı ayrı alınarak, nefsinde sakımlamıyacak bir takım hastalıklar ve üzüntüler bulunan bir takım ruhlar da verip vermediğini kendi kendime soruyorum. 4 — Fakat kendime faziletin kuvvetini hiç bir zeman kendinden fazîlete göre değil, başkasının zafinda, belki de kendiminkine göre değerlendiriyorum diyerek kendi kendimi düzene davet ediyorum. O, fazilet hiç değilse varsa, - amcayın misali, Brutus, bit hususta şüpheye meydan vermez - fazilet, diyorum ki insanın başına gelebilecek bütün ihtinıalların üstündedir ; onlara yukarıdan bakarak* beşerî imkânları küçük görür, en küçük hataya gücü yetmiyerek kendini hiç bir şeyin ilgilendirmediğini taktir eder, ruhtan maada, halbuki bizler yörüyüş halinde oldukları zaman korkumuzla, mevcut oldukları zaman üzüntümüzle hasımlık şekillerini büyütürüz ve kendi öz bilgisizliğimizi suçlandıracak yerde tabiatı suçlandırmayı tercih ediyoruz. 5 — Fakat istisnasız bütün reziletlerimiz ve bütün hatalarımız kadar burada bahis konusu alan zâf için, yalnız başı88
»a onları düzeltebilecek olan felsefeye baş vurmalıdır. Hayata başlar başlamaz, makul bir seçim neticesinde ve zevkle onun kollarına atılmıştık. İşte geçmekte olduğumuz nazik devirde fırtınanın şiddetli saldırışları denize açıldığımız bu aynı Hmanda bize bir sığınak aratıyor. Fazileti keşfetmek ve rezileti kovmak vazifesi olan iyi varhğm kılavuzu, felsefe ! sizsiz, sade şahsımız değil, umumî olarak bütün insan varlığı ne olacaktı ? şehirleri doğuran si«, dağınık insanları cemiyet hayatına çağıran siz, onları oturacak yerlerin sabitliği ile, sonra evlenme ile, daha sonra ve hele hele yazı ve dil birliği ile birleştiren sizsiniz ; kanunları icat ettiniz, ahlakın, medeniyetin hâki nişiniz. Sizin yanınızda bir sığmak arıyoruz. Yardım istediğimiz sizsiniz ve önceleri geniş ölçüde, şimdi ellerinize bütün bütüne, kayıtsız şartsız kendimizi teslim ediyoruz. Öyle ise namusluca ve kaidelerinize uygun olarak yaşanılmış bir tek gün ahlaksızca bir ölmezliğe tercih olunmıya değer. Öyle ise sizden değil de kimden yardım istemeli* ki siz bize aynı zamanda, Ölüm korkusunu yok etmekle beraber varlığın sükûn ve huzurunu bağışladınız. 6 — P e k i ! bununla beraber feler
J
sefenin medeniyete yaptığı hizmetler ölçüsünde canlandırılması için daha çok ister. Bu o derecedir ki bir çoklar» onu ihmal eder, hatta onu zem eder ve küçük düşürür. Medeniyetin anasını yermeğe, böyle bir ata - ötdürücülüğu 89
ile kirlenmeğe, baş tacı yapılması gerekli olanı suçlandırmak için yetecek kadar diyanetsiz bir nankörlük göstermece nasıl cesaret olunur, hatta onu anlamaya güç yetmese bile ? Ama düşünüyorum ki bu bilgisizliği ve bilmiyenlerîn rnhunu saran bu karanlığı, medeniyetin ilk kurucularının filozoflar olduğunu kabul etmek için onların bakışlarını geçmişte yetecek kadar uzağa çevirmiye güçleri yetmediğine vermelidir. 7 .— Şüphe yok, felsefenin pek eski bir şey olduğunu ortaya koyuyoruz, ama adının yeni olduğunu kabul etmek zorundayız. Halbuki hikmet bahis konusu olduğu zamanda da, sade kendinin değil, adının da eski olmadığı inkâr olunabilir. Eski çağda güzeî hakîm adının elde olunması ilahî ve beşerî nesnelerin, sonra ilkelerin, ve her şeyin sebeblerinin, incelenmesiyle olmuştur. Hakimlik şöhretleri Yunanistan'da sophoi, Roma'da sapientes adı altında kutlulaştırılan yedi ünlü şahsiyet için bir çok nesiller önce, söylentilere göre Roma'nın kuruluşundan da önce, Homeros'un çağdaşı Lgkurgos için de, kahramanlık çağlarındanberi Ulysse ve Nestor için de, hakîm olduklarını, hakîm sayıldıklarını bildiğimiz bütün şahsiyetler için de bu böyledir Bu işe ilk girişenlerin ardından, çağlar boyunca, tabiatın temaşasına kendilerini verenlerin hepsi hakîm sayıldılar ve Pythagoras dev90
rine kadar kullanılan bu adla anıldılar, Eflatun'un bir dinleyicisinin seçme bir âlim olan Pont'1 lu Herakleitos un topladığı bir söylentiye göre, PgthagoraSy Phiionte'a gitmiş ve Phlionte prensiZeon'un huzurunda kendini âlim ve gürel konuşur gösterdiği bazı noktaları incelemişti. Leon onun zekâ ve belagatinden büyülenerek meslek edindiği ilmin ne olduğunu sormuş. İşte o zaman Pythagoras ihtisas olarak hiç bir şeyi olmadığı, ama Filozof olduğu cevabını vermiş. Bu terimin garipliğinden hayretlere düşen Leon bir filozofun ne olabileceğini, bir filozofla obur insanlar arasında ne fark olduğunu sordu. 9 — Buna Pythagoras, fikrince insan cemiyeti ile oyunların bütün güzellik ve ihtişamının görülebildiği ve bütün Yunanistan'ın aktığı pazarlar arasında bir benzerlik olduğu cevabını verdi ; açıklıyordu ki orada bazıları idmanlarda şeref ve ün veren taçlar isterler ; bazıları alış veriş zevkiyle, bir kâr oltasıyla sürüklenerek oraya alıcı veya satıcı olarak gelirler. Halbuki bir sınıf insan, hele en seçginleri, vardır ki ne alkış, ne de kâr ararlar, ama seyirci olarak gelmişler ve meraklı meraklı işlerin nasıl olup bittiğini yoklarlar. Bizim için de aynı : sanki biz çok rağbet gören herhangi bir pazara iştirak etmek üzere bir şehirden hareket etmişiz gibi, dünyada dağılmış bazı kişiler tabiati tecessüsle müşahede etmek için geri kalanları ihmal ettikleri halde bir kısmının şan ve şerefe, öbürleri91
nin de paraya bağlandıkları şimdiki hayat için; böylece bir başka hayattan, bir başka tabiattan hareket ettik ; işte hikmete tutkun oSanlar bunlardır. Çünkü filozofun manası budur ; orada olduğu gibi en seçme durum hiç şahsî bir fayda arkasında koşmıyan temaşacmın durumuydu. Böylece hayatta, tabiatın temaşası, incelenmesi bütün öbür faaliyet çeşitlerinden kat kat üstündür. (Cicero : Tıısculanes.)
SENECA .
[4-73]
Felsefe anlayışı Cordoue'da doğmuştur. Ailesiyle Roma'ya gelmiş, retorikci babasının idaresinde tahsilini yapmıştır. Baroda başarısı kıskançlıklar doğurmuş, bu yüzden hayatını kurtarmak üzere hitabet mesleğini bırakarak kendini felsefeye vermiştir. Caligula'nın ölümünden sonra yine amme işlerine karışmış, sürgün olmuş, sonra Neron'un terbiyesi için çağrılmıştır. Zekî, fakat gaddar huylu talebesi hükümdar olunca onu öldürtmüştür. Orta --stoacı okulun mümessillerinden olup bir filozoftan ziyade çağlarının kararsızlıkları içinde bir ahlakçı, iç hayata kıvrılan bir zahit olmuştur. Stoacılık onda daha çok bir ahlakî idealin ifadesi olarak yakıyor.
ta,
* Felsefenin ilk konusu insanı umumî hayanezâkete ve muaşerete hazırlamaktır.
* Felsefeye boyun manalı deyimlerdir.
eğmek
ile
hürriyet eş
[Lettres àLucilius. VIIl] * Felsefe tahsili olmadan hayatın ne mesut, ne de hatta çekilir bir şey olmadığını apaçık bir hakikat biliyorum. [xvi] * Felsefe cemaata mahsus bir sanat değildir. Boş bir etalaj için de yapılmamıştır. Kelimelerde değil, nesnelerin kendinde mündemiçtir. Günlerimizi çekici kılmıyar boş zemanlarımızın tatsızlıklarını gidermiye yarar. Ruhu terbiye 93
eder, işler ; hayatı düzenler, fiillerimizi tanzim eder, yapılması veya yapılmaması gerekeni gösterir [xvı] * Felsefe konuşmayı değil, hareket etmeyi öğretir ; koyduğu kanuna göre insanın yaşamasını, hayatını sözlerine uydurmasını, varlığına uygunsuz fiiller olmadan bir hareket birliği vermesini ister. Hakimin ilk esas vazifesi, kendini vasıflandıran şey sözlerinin ve fiillerinin her bîrinin daima eşit ve kendine benzer olarak uygunluğudur. [xxj * iyilik nedir ? bilgi ; kötülük nedir ? bilgisizlik. [xxxı] * . . . . Hikmet insan zihninin yetkin iyiliğidir, felsefe hikmet sevgisi ve araştırmasıdırBiri ÖDÜrünün gayesidir. Felsefenin böyle adlandırılmış olması buradan gelir; bu apaçıklığın ta kendisidir : etimoloji bunu açıklar. Bazıları hikmeti "tanrılık olanın ve insanî olanın ilmi» diye tarif ettiler. Bu ekleme bence fazla gibi ; çünkü sebebler tanrılık olana da, insanî olana da katılırlar. Felsefenin başka tariflerini yapmak için daha başkaları da var : bir kısmı onun faziletin incelenmesi, başkaları zihnin terbiye ve düzeltilmesinin incelenmesi olduğuna söylediler. Bazıları da doğru aklın araştırılması adını verdiler. Fakat uyuşmanın aşağı yukarı umumî olduğu yer felsefe ile hikmetin arasındaki fark üze~ Ç4
rindedir. Bunun için arzulayanla arzulananın aynı şey olduğu olamaz. Tamah ile para arasındaki fark birinin hırsla istemesi, Öbürünün hırsla istenilmiş olmasıdır. Felsefe ile hikmet arasında da tıpkı böyledir, biri Öbürünün neticesi ve eciridir. Öbürü onu bekler, hikmet yunanlıların sophia dedikleri şeydir. Roma* lılar da şimdi philosophia kelimesini kullandıkları gibi bu kelimeyi kullanırlar. Eski Roma piyesleri de sana bunu isbat edeceklerdir, ve Dossennus anıtının üzerindeki şu yazı : "Yolcu, dur ve Dossennus'un hikmetini oku„. Bizimkilerden bazıları, her ne kadar felsefe içinde birisi arayan, öbürü aranandan ibaret olan faziletin incelenmesi olsa da, yine onları ayıra bilmeyi düşünmediler ; çünkü felsefe faziletsiz varolmaz, fazilette felsefesiz. Felsefe faziletin incelenmesidir, ama fazilet yoluyla. Şu halde •e fazilet kendi incelenmsi olmadan varolabilir» KC de faziletin incelenmesi faziletin kendi olMadan ' Faziletin yolu, faziletin kendisidir, Öyle ise felsefe ile fazilet arasında bir bağlılık vardır. Yüzlerce ünlü yazar, felsefe üç bolüme ayrılır, dediler : ahlâk, fizik, mantık. Birincisi ruhu düzenler ; ikincisi tabiatı arar tarar \ üçüncüsü de terimlerin hassalarını, birleşmelerini ve yanlışın doğrunun yerine kaymasını neneden mukâkemeyi a ç ı k l a r . . . [xxxix] 25
MARCUS- AUREJjUS [I21-18D] Roma'da doğmuş, babası erken öldüğünden onu aydın ve asî] bir kadın olan annesi terbiye etmiştir; kendini Antonin evlatlık edinmiş ve ölümünde imprator olmuştur. Roma irnpratorlarının beiki de en büyüklerindendir. Kendini felsefeye vermiş ; bir çözülüş, entrika ve hıyanetler devrinde, hayatını adaleti Hâkim kılmaya çalıştığı amme işlerinde ve harplerde harcamıştır. Stoacılığın "çekin ve tahammül et!,, düsturuna göre yoksunluklar içinde ve aza kanaatîa yaşamayı. Roma için istemiyerek yaptığı son harpte kahramanca ölmeyi bilmiştir. Ölümünden önce halkın isteği üzerine mecliste üç gün, düşündüğü gibi yerine getirdiği insan vakfelerinden bahs etmiştir ve bunların "düşünceler,, inde hulâsa edildiği söylenir. Hilmin, şefkatin, müsamahanın, merhametin, insana ve insanî olan her şeye saygının canlı örneği olduğu »evlenir,
* Şu noktaları daima hatırlamalı: her şeyin tabiatı nedir; benimki nedir; onu bana bağlıjran münasebet nedir ; evrenin hangi bölümüyüm ; ve evren nedir ? kimse seni daima bir bölümü olduğun tabiata uygun hareket etmekten ve söylemekten alıkoymasın. * İnsan hayatında, süre bir nokta ; öz, akıcı ; duyum, bitmiş tükenmiş ; her cismi terkip eden şey, çürümiye hazır ; ruh kasırgalı; mukadderat bilmece ; şöhret ayırt olunamaz bir şeydir. Kısaca, her cisirnlik oîan şey bir 96
F:6
nehir, ruhluk olan şey rüya ve buhar ; hayat bir harp, bir yabana sürgünlük ; sonradan gelen şöhret, unutma'dîr. Öyleyse bize kılavuzluk edebilen nedir? tek ve biricik şey : felsefe. Bu da tecavüzden, hakaretten ve zarardan uzak kalması, hazlara ve elemlere üstün gelmesi, üstün körü hiç bir şey yapmaması, yalandan ve saklamadan çekinmesi, başkalarının şunu veya bunu yapmalarına muhtaç olmaması için ; bundan başka olup biteni ve payına düşeni, kendinin de geldiği herhangi bir asıldan geliyor diye kabul etmesi ; hele hele ölümde her bir canlı varlığn kendinden teşekkül ettiği unsurların bir dağılışından başka bir şey görmiyerek elverişli haller içinde ölümü beklemesi için içteki tanrıyı gözetmekten ibarettir. Her birinin bu sürekli şekilden şekle girmesinde bu unsurların kendileri için korkulacak hiç bir şey yoksa bütünün değişmesinden ve dağılmasından niçin korkuluyor ? bu, tabiata uygundur. Çünkü tabiata uygun olan şeyde hiç bir kötülük yoktur. * Kendisine döndüğün şeyi taziz et ve felsefeye bir okul öğretmenine döner gibi değil, ama gözlerinden ıztırap çekenlerin süngere ve yumurtaya baş vurdukları gibi, ve filan hastanın lapaya ve losyona baş vurduğu gibi dön. Böylelikle, sen akla itaatinin bir etalajını yapmıyacaksın, ama sen bundan hoşlanacaksın. Esasen felsefenin, sen tabiata uygun olmıyan
97
başka bir şey istediğin halde kendi tabiatiyin istediğinden başka bir şey istemediğini hatırla. Onu takip etmekten daha çekici ne var ki ! * Bir kimse samlarımın veya gidişimin doğru olmadığına delillere dayanarak beni ikna edebilrse onları zevkle değiştireceğim. Ben hiç kimseye asla zararı dokunmıyan hakikati arayorum. Bunun aksine olarak yanılmasında ve bilgisizliğinde direnmek kendine zarar vermektir. * Hiç bir kimse seni tabiatım hikmetine göre yaşamaktan alıkoymıyacak ve evrenïik tabiatın hikmetine aykırı hiç bir şey senin başına gelmiyecektir. [Marcus - Aurelius : Pensée«]
98
PLOTÎNOS [205 - 270] Felsefe anlayışı Mısır'da, Lycopolis' de doğmuştur. Ancak 28 yaşında İskenderiye de "aradığım adam işte,, dediği Ammonius Sakkasdan felsefe okumuşutur. İran ve Hind felsefesi öğrenmek maksadıyla, iranlılara karşı hareketin de imprator Gordianos'un ordusuna katılmış, zorlukla kurtulduğu felâketlerden sonra Roma'ya gelmiş, bir felsefe okulu açmıştır. Ancak olgunluk çağında yazmıya karar verdiği derslerini talebesi Porphyrios toplamış, her biri dokuzar kitaptan altı bölümlük eseri "Ennéades,, adı altında yayınlanmıştır. Ammonius'un açtığı ve son yunan okulu olan yeni eflatuncu İskenderiye okulunun başlıca mümessillerindendir. Felsefesinde başta eflatunculuk, aristoculuk, stoacılık ve mistisizm karışıktır ; esas karakteri dinîdir. Başlıca teması ruhun duyulabilir âlemden kaçıp düşünülebilir âleme yükselmesi ve Tanrıya katışmağıdır. Bir çok islâm düşünürleri üzerinde müessir olan filozoflardan biridir.
Filozofun yükselmek için tabiî bir gücü var, kanatları var ve öncekiler gibi kendini duyulabilir âlemden ayırmağa muhtaç değildir ; yükseklere doğru hareket eder. Fahat yürüyüşü kararsızdır ve ancak bir kılavuza muhtaçtır ; ona yolu göstermek ve onu sevketmek lâzım ; çünkü duyulabilir nesnelerden ayrılmıştır ; hem de çoktanberi. öyle ise onu cismanî olmiyan varlıklar kavramına alıştırmak için ona ilimleri 99
vermek ve onun içinde bu kavı-ami sağlamak gerekir (bilginin dostu olduğundan o bunları kolayca alacaktır) ; tabiatı gereğince fezîletli olduğundan, faziletleri en yüksek mertebesine yükseltilecekitr ; ilimlerden sonra da ona diyalektiğin delillerini öğretmek ve onu bir diyalektikci yapmak gerekir. 4 — O halde musikîciye ve sevene öğretilmesi gerekli bu diyalektik nedir ? Bu bir ilimdir ki, her bir belli nesne için, bu nesnenin ne olduğunu, öbürlerinden ne suretle ayrı olduğunu ve onlarla müşterek nesi olduğunu, hangi nesneler arasında ve hangi sınıf içinde bulunduğunu bir sözle ifade etmeğe muktedir kılar ; varolmanın ona ait olup olmadığını, belli bir cinsin varlıklarının sayısı ile, bu cinse ait olmayıp ondan farklı olan varlıkların sayısının ne olduğunu da tayın eder. Diyalektik iyiliğe de, onun aksine de, ve iyiliğe ve aksine tabi bütün neviler üzerine de taallûk eder ; öncesiz - sonrasız olanı ve olmıyam daima sanı yoluyla değil, ilmî olarak işe girişerek tarif eder. Düşünülebilir içinde kendini tesbit ederek, duyulabilir nesneler arasındaki başı boş dolaşmalarımızı durdurur ; işte onun faaliyetinin sınırlandığı burada sınırlanır ; yalanı uzaklaştırır ve Eflatun'un bir kelimesine göre, hakikat ovasında ruhumuzu besler. Bir cinsin nevilerini ayırt etmek, tarif etmek, ve cinslere erişmek için Eflatun'un taksim yöntemini kullanır. Düşünce ile, bu cinsler100
terden, düşünülebilir alanın dolaşılmasını bitirinceye kadar kompleks birleşmeler vücuda getirir ; sonra aksine bir gidişle» tahlil yoluyla tekrar ilkeye gelir. Bu anda sükûnet halindedir ve düşünülebilir âlemde kaldıkça sükûnet halinde kalır ; artık marakli araştırmalar yapmaz, kendini bir birlik halinde toplar. Önermeleri ve kıyasları inceliyen mantığı göz önünde tutar ve onları tıpkı başkalarına yazma öğrenmek sanatı bırakıldığı gibi mantığa bırakır. Bu istidlal şekilleri arasında bazıları kendilerini gerekli olarak ve bütün teknik terbiyeden Önce kabul ettirirler. Diyalektik, öbürleri gibi bu tabi! ş«killeri de tetkikine arz eder ve bazılarının faylı, bazılarının da lüzumsuz olduklarını ve ancak bu meselelerle uğraşan teknik kitaplarda iyi olduklarını takdir eder* 5 — Diyalektik ilkelerini nereden alır ? Ruhun bunları kabul edebilmesi şartıyla apaçık ilk«leri veren zekâdır; buradan ameliyelerinin s«risi çıkar ; tam zekâya erişilinceye kadar o terkip eder, birleştirir ve böler. Eflatun der ki : diyalektik, zekânın ve tedbirin en arığıdır. Güçlerimizin en değerlisi olmakla, bunun sonucu olarak varlığa ve en değerli gerçeğe, yanı varlıkta tedbire ve varlığın ötesinde olan ^eyde zekâya taallûk eder. Ne I yoksa felsefe hepsi arasında en değerlisi değil mi ? Evet, fakat diyalektik ona özdeştir veya hiç değiîse onun değerli bir bölümüdür. Gerçekte «nun 10i
hemen filozofun basit bir âleti olduğunu sanmıyahm, o sade bir teoremler ve kaideler bütünü olsun; o, gerçeklere (réalités) taallûk eder, ve maddesi ise varlıklardır ; ama onun varlıklara kadar gitmesi için bir yöntemi var. Ve teoremlerle birlikte gerçeklerin kendilerine de sahiptir. O ancak ilinti yönünden yanılmaları ve sofizmalart bilir. Birisi bunları yaptığı zaman onları kendine yabancı bir şey gibi ayırt eder, önüne doğrunun kaidesine zıd bir tasdik sürüldüğü zaman kendinde olan hakikat ile yanlışı bilir. (Harfler kelime için né iseler, kendine de o olan) önermeler teorisini bilmez ; ama hakikati bilmekle bir önerme denen şeyin ne olduğunu bilir ve umumî olarak ruhun ameliyelerini ; olumlu ve olumsuz önermeyi bilir ; kaide : (netice) inkâr olunursa (öncülün zıddı) ortaya konulur. Daha başka benzer kaideler ; o terimlerin ayrı veya özdeş olup olmadıklarını bilir, fakat bütün bu bilgileri, duyumun nesneleri aldığı kadar doğrudan doğruya haizdir, titizce bunlardan bahsetmek özenini bu inceleme zevkine sahibolanlara bırakır. 6 — O halde diyalektik, felsefenin bir bölümü ve hepsinin değerlisi olan bir bölümüdür. Felsefenin başka bölümleri de vardır. O, tabîati diyalektiğin yardımıyla inceler ; aritmetik de, başka başka sanatlar da diyalektiği kullanıyorlarsa da fizik bunlardan daha yakındır ve onlar102
dan daha çok faydalanır. Felsefe yine diyalektikten hareket ederek ahlâkı inceler ; ahlaka iyi alışkanlıkları ve bu alışkanlıkları çıkaran ekzersizleri ilâve eder. Aklî alışkanlıklar kendi öz karakterlerini bu diyalektik kaynaktan alırlar. Hernekadar madde içinde sıkışmış olsalar da diyalektikten yine çok şey muhafaza ederler. Öbür faziletler istidlali bir takım tutkulara ve her birine has olan bir takım aksiyonlara tatbik etmekten başka bir şey yapmıyorlarsa tedbir de daha çok umumiyi hedef tutan bir istidlal nevidir ; hareket hattının bir netice verip vermiyeceğini, şimdiki halde bir fiilden sakınılması veya o fiilin işlenmesi gerekip gerekmediğini veya daha bir iyisi bulunup bulunmadığını düşünür ; ama tedbire, kullandığı maddeolmaksızın mutlak surette evrenlik kaideleri sağlıyan diyalektik ve hikmettir. Mümkün müdür ki bu aşağı faziletler diyalektik ve hikmette bulunsun ? Evet, şüphesiz ; ama onlar yetkinsiz ve eksiktir. Bu faziletler olmadan bîr hakim, bir diyalektikci olmak mümkün mü ? İmkânsızdır ; çünkü onlar hikmekten önce veya hikmetle aynı zamanda büyürler. Belki hikmet oraya eklendiği vakit, yetkin faziletler olan, fazilete karşı tabiî istidadlara sahîbolunduğu da olur ; bu halde hikmet bu tabiî meyillerden sonra olacak ve ahlaklılığımızı yetkinleştirmek için onlardan sonra gelecektir. Veya fa103
zîlete karşı tabiî istidat sahibi olunsa bu isti d ati ar v« hikmet aynı zamanda gelişirler ve ga yelerine erişirler. Bu demektir ki o zaman hik met kendilerini yetkinieştirmek üzere bu isti datlarım alır ; çünkü umumî olarak, fazilete karşı tabiî istidat yetkin olmıyan bir iyilik görüşü ve eksik bir ahlaklılıktan başka bir şey değildir ve çok defa hikmet ve fazilet bu tabiî iiitidatla başlar. * . . . Sonra, a1 siyon kendi kendine hiç bir iyilik husule getirmez. Aksiyonlarımızı iyi yapan iç istidat ve güclerimizdir. Hakîm, harekette bulunduğu zaman, ne fiillerinin, ne de olguların meyvesini değil, nefsinde sahibolduğu şeyin meyvesini t o p l a r . , . ; ruhun öz fiili hakîm elmaktan ibarettir ; kendi kendinin bir iç fiilidir, işte saadet de buradadır. * . . . O halde hakikî hikmet, varlıktır ; hakikî varlık, hikmettir. Varlığın kıymeti ona hikmetten gelir ve hikmetten geldiği için o hakikî varlıktır. Hikmete sahibolmıyan varlıklar da hikmet sayesinde varolduklarından ötürü bir takım varlıklardır, araa hakikî varlıklar değillerdir, çünkü onlarda hikmet yoktur. [Plotinos : Enncades, E. Brehier'nin frjmsuca tercümesinden]
104
SAINT AUGUSTIN VS54-43C]
Felsefe anlayışı Tagaste'de kâfir bir baba ile koyu htrisliyaa bir anadan doğmuştur. Kartaca ve Roma'da retorik okutrau«, Milano'da katoltkliği temarniyJe beninısemirtir. İlkin, saadeti hakikatin elde edilmesinde arıyamk SiseronçulukJa başlamış, sonra manicheiste ve şüpheci olısuş, en sonra da bun ve şüphelerini gideren ve felsefî tem«yüllerini karşılıyan yeni - eflatunculukta karar kılmıştır, öldüğü zaman piskopos idi. Patristik'in başlıca mümessili olup yeni-eflatunculuk ]a hiristiyanlık arasında bir sentez vücuda getirmeğe çalışır. Eserlerinde objektif hakikatin ölçüsünü iç hayatın apaçıklığında arar ; iradenin hürriyeti yerine İlâhi takdiri kabul eder ; tanrı devletini müdafaa eder.
* . . . Bununla beraber öncesiz -sonrasız iyiliklerin tamaşası ile zamanlık şeylerin iyi kullanılması arasında büyük bir aralık var ; birincisi hikmete, ikincisi de ilme aittir. Havvarîhin fikrîni anlattığı yerde olduğu gibi hikmetten anlaşılana ilim adının da verilebileceği doğrudur : "fiaıdi ancak bir parça ilmim var, ama o zaman bilindiğim gibi bileceğim,, (Cor., xiii, 12) öyleyse bu ilimle muhakkak azizlerin yüce mü* kâfati olacak tanrının temaşasının ilmini anlata mak istiyecektir. Bununla beraber foiri, Ruh'dan 105
hikmetle konuşma vergisine nail olunca, öbürü aynıRuh'tan ilimle konuşma vergisine nail olur» (Cor., xu, 8). Her nekadar her ikisi arasındaki ayrılığı, ne de hangi alâmetle onların ayırt edilebileceğini burada hiç açıklamasa da elbette birbirinden ayırt eder. Fakat Mukaddes Kitap* /ar'in kalın ciltlerini gözden geçirdikten sonra, Job'un kitabında bu aziz adamın şu sözlerini buldum : "diyanet hikmettir, kötülükten kaçınmakta ilimdir» (Job, xXvin, 28,) ; burada gösterilen fark hikmetin temaşaya, ilmin de aksiyona taallûk ettiğini anlamak içindir; çünkü burada, Job diyanet kelimesini tanrı kültü yerine, yunanca theosebeia yerine kullanır ; gerçekte yunanca nüshalarında bu düşünceyi ifadtt ed&n kelimedir. Öyleyse öncesiz - sonrasız nesnelerde, ancak kendinin tabiatı değişmiyen Tanrı'dan daha yetkin ne vardır ? Sonra tanrı kültü, tanrı sevgisi değilse nedir; şimdiden kendini görmek istememizi, bir gün onu göreceğimize inanımızı^ ve göreceğimizi ummamızı, biz nekadar iîerîesek onu bir gün açıkça görmek için şimdiden bir aynada bir bilmece gibi görmemizi gerektiren bu sevgi nedir ? Çünkü havvarî Paui'un "yüz yüze„ (Cor., xiii, 12,) dediği zaman demek istediği şey de budur ; Saint Jean'ın sözlerinin manası da budur : "benim sevgililerim ; hepimiz tanrının çocuklarıyız ; fakat bir gün olacağımız şey henüz belli değildir, 106
Biliyoruz ki İsa şan ve şerefi içinde görüneceği zaman biz ona benziyeceğiz, çünkü onu olduğu gibi göreceğiz» (Jean, ı. m. 2). Bu cümlelerde, bu gibi cümlelerde, bana öyle geliyor ki, söz konusu olan hikmettir. Job'un ilim dediği kötülükten kaçınmak (Job, xxxvm, 28) den ibaret olan şeyse şüphe yok, zamanın şeylerinin ilmidir. Gerçekte zaman içindedir ki öncesiz - sonrasız iyiliklere erişmek için bizim kaçınmamız gereken kötülük içinde bulunuyoruz. Bunun için tedbirle, kuvvetle, itidal ve adaletle yaptığımız her şey, önlenecek kötülük ve aranılacak iyilik te bu ilme veya aksiyonumuzun kendini idare ettiği bu hareket kaidesine taallûk eder. Aynı zamanda tarih ilmi iledir kî kullanmamıza elverişli nesnelerin gerekli bilgisi gibi önlemek vêya yansılamak zorunda kalınan her şeyi bir takım misallerle öğreniyoruz. * Tanrı sitesinin bağrında, insanın biricik hikmeti, gerçek tanrının meşru kültünü kuran ve tanrının temamiyle hepsinde olması için insanların meleklerle birleştikleri azizler diyarında mükâfatını sağlıyan diyanettir. [Saiat Âugıntin ; De la divinité. - A. Charpentier tercümesi]
107
SA/NT THOMAS [1225-1274]
Felsefe anlayışı Àquino kontunun oğludur. Napoli üniversitesinde okumuş, Dominicain "iare karışmış, Paris de feîsefe ve teoloji «ğr«nerek Kolonya. Paris, Roma ve Napoli'de felsefe profescrlüğfi .yapmıştır. Orta çağın, bilgi ile imanın münasebeti ve külliyat kavgaları arasında Aristo'nun tercüme ve tefsircisİ ; re batıya arap ve yahudi ftlozoflanyla geçen aristoculujjun tam bir yenilenmesi elan yüksek iskolastiğin ünlü mümessili olmuştur. Aristoculukta Hıristiyanlığı, akıl ile imanı uzlaştırma gayretiyle "thomisme,, orta çağın büyük felsefî hareketlerinden biri olmakla kalmaz, kilisenin resmî felsefesi olarak da alınmaktadır. Felsefeyi ve rbür ilimleri teolojinin hiz.metcîsi sayar. Orta çağın ansiklopedisi sayılan "Summa theologiae„ başlıca ejeridir. Yaşadığı 13 üncü yüzyıl iskolasti£in en parlak devridir.
Elbette teoloji bir ilimdir. Ama ilimler de iki türlüdür: bazıları zekâ tarafından tabiî olarak bilinen ilkelere dayanırlar : aritmetik, geometri, re bunlara benzer başkaları gibi. Öbürleri de üstün bir ilim tarafından kendilerine sağlanan ilkelerden başlarlar ; tıpkı perspektifin geometrinin bir takım önermelerine dayandığı ve musikî ilminin, aritmetiğin ortaya koyduğu münasebetlere dayandığı gibi. O balde teolojimin ilim «luşu bu son tarzdadır. Gerçekte o, 108
burada tanrının ilminden başka bir şey olmıyan üstün b'r ilme âit olan ilkelerden başlar. Musikicinin, kendine aritmetikçe sağlanan ilkeleri kabul ettiği gibi, mukaddes ilim de, kendine iman ilkelerini bildiren tanrıya inanır. İtiraz : bir başka ilimden alan bir ilim, musikînin aritmetikten aldığı gibi aşağı bir ilimdir. O halde felsefî ilimlerinin çoğundan alan teolojinin de durumu budur. Bu noktada Saint Jérôme, eski doktorlardan bahsederken şunları söyledi : " onlar kitaplarını filozofların bir sürü doktirin ve maksımleriyle doldurdular ki onların yüzyıllık tebahhurlarından veya mukaddes kitaplar hakkındaki ilimlerinden daha fazla neye hayranlık duymak gerektiği bilinmez,,. Sonuç : hakikat, hem teorik, hem de pratik olan bu iln?in bu iki bakımdan bütün öbürlerini aştığıdır. Spekülatif ilimlerden bahsederken en pekin olanına ve en yüce konularla uğraşanına en layıkı demek gerekir, öyleyse mukaddes ilim hepsinin en pekinidir, çünkü öbürleri kesin bilgilerini, daima hataya düşebilen insan aklının tabiî ışıklarından alırlar, o ise kendininkini aldanamayan tanrılık ilmin ışıklarından alır. En yüce kounsu olan da yine odur, çünkü öbür ilim kolları akla tâbi tutulanı göz önünde tuttukları halde, onun başlıca düşüncesi aklı aşana taallûk eder. 109
Pratik ilimler bahis konusu oldukları zaman, kendinin ötesinde daha kesin bir gaye gözetmiyene, üstün demek zoru vardır. Böylece siyaset ilmi askerî Umden üstündür, çünkü ordunun iyiliği milletin iyiliğini sağlamağa mahsustur. O halde mukaddes ilmimizin gayesi, pratik olduğuna göre, bütün pratik ilimlerin gayelerinin varıp dayandıkları gaye olan öncesiz- sonrasız saadetten başka bir şey değildir. Her yüzden, mukaddes ilim üstündür. Çözüm .— Deniliyor ki mukaddes ilim filozof ik ilimlerden alır : doğrudur, ama bu ilimler ona gerekli demek değildir, sadece kendinin Öğrettiklerini daha çok aydınlatmak ve belirtmek maksadıyladır. Delili şudur ki bu ilkeler ona başka hiç bir ilimden gelmez, ancak vahy yoluyla doğrudan doğruya tanrıdan gelir. Buradan çıkan netice şu : onun aldıklarının aşağı bir ilimle hiç bir ilgisi yoktur, fakat aksine olarak, öbür ilimleri aşağı ve hizmetçi olarak kullanır. Siyasetin askerlik sanatını yaptığı gibi, aşağılarını kullanan hâkim ilimler olan "architectonicjue„ denilen ilimlerin durumu da budur. Bundan başka, mukaddes ilmin öbür ilimleri bu tarzda kullanmasının sebebi onun hatası veya yetersizliği değil, ama öbür ilimlerin konuları olan tabiî bilgilerden itibaren berikinin konusu olan tabiat-üstü şeylere kadar, el ile tutulup götürülmesi gereken zihnimizin zaifliğidir. [Saint Thoma» d'Àquin : Somme théologique. — Thonnard'ın ; Extraits des grands philosophes undan).
110
FRANCIS
BACON
[1561 - 1626]
Felsefe anlayışı Cambridge'de okumuş, gençliğinde tarih, ahlah ve dine dşir incelemeler yapmıştır. Hukuk ve felsefe ile uğraşmıştır. Bs|r011- kral müşaviri, ve ingiltere şansölyesi olmuş •; entirîkacı karakterli tanınmış, bir irtikâbı yüzünden malıkf:m olmuş ve siyasî hayattan mahrum bırakılmıştır. Keçmİşin ilim alışkanlıklarından kurtulamıyarak hiç bir zaman verimli bir âlim olmamıçsa da. çağına gere felsefeyi ilmin sinonimi saymakla çok pozitif bir kafa olmuş, apriori zihni yapılardan çekinen ingiliz ampirik okulunun ; deneme yöntemi anlayışı ile modern ilmin müjdecilerinden olmuştur. Aristo'nun tümdengelime dayanan Organon'una kargı tümevarıma dayanan, ve tamamlanmamış başlıca eseri (Instauratio magna scientiarum = büyük ilmî yenilenme) nin ikinci kitabı elan (Novum Organum = Yeni Organon veya tabiatı yorumlamak için yöntem) i yazmıştır.
İnsan ilminin, yapılabilecek en doğru taksimi ilmin öz makamı olan insan ruhunun üç gücü(faculte) düşüncesinden çıkar. Tarih hafıza ile, şiir muhayyile ile, felsefe de akıl ile ilgilidir. Felsefe ferdleri bırakır, duyuların ilk intibalarını da ihtiva etmez, ama sadece onlardan çıkarılmış bilgileri (notions) İhtiva eder. Onları birleştirmeye, ve tabiat kanununa, nesnelerin 111
apaçıklığının ta kendine uygun olarak taksim etmeğe çalışır. Demek bu bilhassa aklın işi ve vazifesidir. İmdi bu üç kaynaktan hafıza, muhayyile ve akıldan bu üç cinsin tarih, şiir ve felsefenin çıktığı ; bunlardan başka hiç bir şey olmadığı ve daha fazlası da olamiyacağı sabit duruyor. Çünkü biz tarihe ve denemeye bir ve aynı şey olarak bakıyoruz ; felsefe ile ilimler hakkında da aynı şeyin söylenmesi gerekir. ilim sulara benzer. Öyleyse bu sulardan bir kısmı gökten iner, öbürleri de yerden fışkırır. İlimlerin ilk dağılımı da kaynaklarından çıkmak zorundadır. Bu kaynaklardan bir kısmı yukarı bölgelerde, Öbürleri de dünyadadır. Çünkü her ilim iki türlü bilgiden yapılmıştır : biri tanrı tarafından ilham edilmiştir, öbürü duyulardan gelir. Öğretim yoluyla zihinlerde yayılan şu ilme gelince, o da sonradan elde edilmiştir, ilk değildir. İlk kaynaklardan başka, dökülen bütün ırmaklardan kabaran sular için de bu böyledir. Öyleyse ilmi teoloji ile felsefeye ayıracağız. Teolojiden burada birazdan sözünü edeceğimiz tabiî teoloji değil, ilham olunan veya mukaddes teoloji kasdolunur. Ama bu sonuncuya, yani ilham olunan teolojiye gelince, onu bu eserin sonuna saklıyoruz ve eseri bütün insan spekülasyonlarının limanı ve dinlenme yeri olnusı şartıyla onunla bitireceğiz. 112
F: 7
Felsefenin üç konusu var : tanrı, tabiat, İnsan Nesnelerin bizi aydınlattıkları ışıklar da üç tür* lüdür. Tabiat doğrudan doğruya bir ışıkla zihnine çarpar. Tanrı, muhitin eşitsiz oluşundan (yaratıklar demek istiyorum) zihne kırık bir ışıkla çarpar. Sonra, kendi kendine gösterilmiş ve arz edilmiş insan, zihne yansıyan bir ışıkla çarpar, öylyese felsefeyi üç doktirine bölmek uygun olur, yani : tanrı ezerine doktirin, tabiat üzerine doktirin, insan üzerine doktirin. Demek ilimlerin bölünmeleri bir noktada birbiri ile kavuşan türlü çizgilere hiç bir suretle benzemeyip daha çok herhangi bir mekânda bütün ve sürekli olarak kalan bir ağacın bir tek gövdede birleşen dallarına benzerler. İlk taksi' min unsurlarını takipden önce bütün öbürlerinin müşterek anası olacak ve yolların birbirlerinden ayrıldıkları, türlü yönler tuttukları yere kadar hepsinde müşterek olan bir yol bölümü gibi bakılabilecek olan bir evrenlik ilim kurmanın zamanıdır. İşte bu ilimdir ki biz onu ilk felsefe veya hikmet (vaktıyla tanrılık ve beşerî şeylerin ilmi dîye tarif olunan şey) ile süsleyoruz ; ama bu ilim ancak daha çok aslı ve konusu ile, çevrilmiş olduğu sınırlarla öbürlerinden farklı olduğu takdirde, ona cevap veren ve ona karşı olan hiç bir şey yoktur, çünkü o ancak nesnelerin en yüce nesi varsa onu, zirvelerini göz önünde tutar. Öyleyse bu ilmin, tamamlanacak nesneler arasında sıralanması gerekip 113
gerekmediğini bilmiyorum. Ariıa döktip ölçtükten sonra onun orada yer almasının gerektiğini sanıyorum. Gerçekte tabiî teolojiden, mantıkdan, fiziğin konuları ilkeler ve ruh olan bölümleri gibi bölümlerinden çıkan herhangi bir yığın, karışık bir materyel yığını buluyorum. Kendi kendilerine hayranlıktan hoşlanan insanlara has şu üslup debdebesi yardımıyla ilimlerin zirvesine konulan yığın. Bize gelince bu debdebeyi hiçe sayarak yalnız aksiyomların, her bir hususi ilme has olanları değil, bir çoğunda müşterek olan aksiyomların mahzeni olacak herhangi
bir ilmin gösterilmesini isteyoruz.
Ancak kelimelere bakılacak olursa eski olan, ama göz önünde tuttuğumuz aynı şey düşünülecek olursa gerçekten yeni olan bu ilk felsefenin bir başka bölümü daha var ; varlıkların ilintilik şartları üzerine bir araştırmanın sözünü etmek istiyorum. Bu şartlara deneme- Ötesi şartlar adını verebiliriz ; söz gelimi tabiatta az veya çok miktarda, benzer veya ayrı, mümkün veya imkânsız olan şey üzerinde, hatta varlık, yokluk ve buna benzer şeyler üzerinde. Böylece bu deneme - ötesi şeyler veya varlıkların bu ilintilik şartları hakkında samimî ve sağlam bir araştırma yerini ilk fesefede bulmalıdır 114
Kendisine ruhların incelenmesini yüklediğimiz tabiî teolojiyib ırakalım, ikinci bölüme, yani tabiat ilmine veya tabiî felsefeye geçelim. Çok isabetli olarak Demokritos : "ilmin maden ocaklarının derinliklerinde gömülü ve kuyuların dibinde gizli olduğunu,, söyledi. Kimyacılar tabiatın ancak uzun dönüp dolaşmalardan sonra ve zamanın zoruyîa alelade bir şekilde yaptığını pek az zamanda ikmal ettiğinden Vulcain'in bir ikinci tabiat olduğunu söylemekte haklı idiler. Peki ! Felsefeyi iki bölüme, yani böylece filozof için iki ayrı iş teşkil ederek maden ocakları ve furunlar olarak ve kendilerinide ocak işçisi ve demirci diye ayırarak, taksim etmiyelim mi ? Bunula beraber her nekadar burada şaka etmekten başka bir şey yapmıyor gibi gjSrünsek de, böyle bir taksimi Okulun alışık olduğu ve ona has olan terimlerle ortaya koyarak tabiat ilminin sebeblerin araştırılması ve sonuçların husule getirilmesi olarak, nazarî ve amelî olarak taksim olunması için bu türlü bir taksime pek faydalı diye bakmıyacağız. Biri tabiatin derinliklerinde arar tarar, öbürü onu, söz gelimi, örs üzerinde döver. Şu iki şeyin sebeple neticenin birbirine nekadar sıkı bağlı olduğunu bilmez değilim ; bazan her ikisinin açıklamalarını birleştirmek zorunda kalındığım bilirim. Bununla beraber mademki sağlam ve verimli, bütün tabiat felsefesi çıkan merdiven, inen merdiven olarak biri denemelerden aksiyomlra 115
çıkan, öbürü aksiyomlardan yeni icatlara inen iki merdiven kullanıyor ; bizim için bu iki bölümü« nazarî ve amelî olarak, hem onları inceliyenin niyeti içinde, hem de kitabın kendi heyeti içinde, ikiye ayırmak uygun görünüyor. İmdi bizim kendine verdiğimiz manada alınan fizikötesi kelimesinin anlamına dönelim. Yukarıda dediklerimizle görülür ki biz ilk felsefeyi fizikötesinden ayırt ederiz. İki ilim ki şimdiye kadar bir tek ve aynı şey olarak sayılmışlardı. Birinciye gelince, onu biz bütün ilimlerin müşterek anası, ikinciyi de yalnız tabiî felsefenin bir bölümü diye tarif ettik. O halde bütün ilimlerin umumî ve müşterek aksiyomlarım tahsis ettiğimiz ilkidir. Varlıkların görelik ve ilintilik şartlarına, denenme-ötesi olarak vasıflandırdığımız, büyük ve küçük nicelik, özdeşlik ve gayrilik, imkân ve imkânsızlık gibi, aynı zamanda aynı bir ilme de, yalnız bu mevzuu mantık yönünden değil fizik yönden inceleme lüzumunu tenbih ederek, atfettiğimiz şartları hattrliyalım. Konusu bir tek ve rahîm bir tanrı, melekler ve ruhlar olan araştırmaya gelince, onu da tabiî teolojiye nisbet ettik. O halde kendimize şu soruyu sormamız yerindedir : öyleyse fizikötesine ne bırakıyorsunuz ? Hiç bir şey * . . . Bununla beraber maksadımız, yeni bir 116
felsefî yürüyüş teklif etmekle hiç te bugün gözde olan felsefeyi, veya daha doğru, veya daha tara olabilecek şimdi mevcut veya varolacak bir başka felsefeyi gözden düşürmek değildir ; alınmış felsefeleri çekişmelere bir konu, konuşmalara bir metin," veya işlerde ve türlü mesleklerde kısasltıcı bir yöntemi ve her türlü kolaylıkları sağlamıya yaramaktan ahkoymıyoruz ; bunlar arzu edirlirse bu işlerde kullanılsın. Hatta söylemek zorundayız ki bizim teklif ettiğimiz felsefe hayatın bayağı işlerinde büyük bir hizmet göremiyecektir. Bu el altında bulunur gibi bir şey değil ki herkes kolaylıkla yakalaya bilsin. Dolu bulunduğu peşin hükümlerle birleşerek insan ruhunun hiç te hoşuna gitmez ; bayağı kafaların seviyesine iumiyeccktir, onlar da onu ancak sonuçları ve faydasıyla kavrıya bilecklerdir. Böylece, bu iki çeşit felsefe lehinde eşit bir ilgi göstermek ve her ikisinin de menfaatlerini korumak için iki ayrı felsefe kaynağı, iki ilim bölgesi ayırt edelim. * . . . Tabiatın tercümanı ve hâkimi insan, bilgilerini ve aksiyonunu ancak, ister gözlem, ister düşünce ile nesnelerin tabiî düzenini keşf ettikçe genişletir. Tek başına elin, kendi kendine bırakılmış zihnin çok sınırlı bir gücü vardır. Aletler ve 117
başka türlü yardımlar, zihne de elden daha az gerekli olmıyan bu yardım ve aletlerdir ki hemen hemen her şeyi yaparlar ; tıpkı el aletlerinin elin hareketini çapuklaştırdıgı ve düzenlediği gibi, zihin aletleri de onun hakikati yakalamasına, yanlışı önlemesine yardım ederler. İnsanın ilmi, gücünün ölçüsüdür. Çünkü sebebi bilmemek sonucu husule getirememektir. Tabiata ancak kendisine itaat etmekle üstün gelinir ; spekülâsyonda sebeb adını taşıyan, pratik de bir kaide olur. İnsanın bütün hüneri tabiî Özleri birbirlerine yaklaştırmaktan veya onları birbirlerinden ayırmaktan ibarettir, geri kalanı tabiatın gizli bir işidir [Bacon : Instauratio magna scientisrurn. Buchon'un fransızca terCamMiftdea]
118
RENE
DESCARTES [1596-1650]
Felsefe anlayışı La Haye'de doğmuş, cizvitlerin idaresindeki ve çağımın Ünlü t i r kolleji La Flèche de okumuş ; buradan hayal kırıklığı ile çıkmış, bir müddet Paris ve Poitıer de cğrer.ci olmuş, kendini matematiğe vererek "büyük dünya kitabı,, nı kendi kendine okumıya karar verniktir. Gcnüllü subay olarak ordularda, davetli olarak saraylarda, türlü seyahatlerde, türlü muhitlerde türlü insanlarla dü|üp kalkınış ; şahsî servetini de harcadığı bir çok ilmî müşahede ve denemel#r yapmıştır. O zamanın hürriyet diyarı olan Hollanda'ya.çekilmiş, orada kaldığı yirmi yıl içinde büyük ederlerini vermiştir. Hastacil olduğundan iklimine dayanamıyarak çağrıldığı Stockohhn de ölmüştür. Bîr çok ilim dallarındaki keşif ve açıklamaları yanında, analitik geometri'yi kuian büyük bir âlim; yeni düşüncenin Wryannmesi olan "yöntem üzerine konuşma,, siyla fian&ız. f«İ6tf*sini kuran ve modern ilmi ve fekefeyi müjdeliyen •n büyük fransız filozofudur. Kendinden önceki sistemleri vuzuhsuzlukla ve faydasızlıkla suçlandırıyor; bilgi ve fikirl«rî güvensizlikle karşılayor ; nasıl çalınacağını düşünüyor, yöntem anlayışından felsefesine geçiyor. Yoîitâcıli şüphe, keşifçi mantık anjayışı üe-; açık ve saçik fikirler ; "düşülüyorum, öyleyse varım,, ; tanrının varlığın) Ubat gibi meşhur teorileri içine alan. yeni çağın ilk ve en büyük felsefe sistemini kurmuştur.
Burada, ilkin, en bayağı nesnelerden başhyarak, felsefenin ne olduğunu, anlatmak ister119
dim ; felsefe sözünden bilgeliği inceleme anlaşılır, bilgelikten de yalnız işlerimizde ölçülülük değil, fakat hayatımızı sevk ve idare için olduğu kadar sağlığımızı koruma ve bütün zanaatların icadı için de insanın bilebildiği bütün şeylerin tam bir bilgisi anlaşılır ; bu bilginin böylece olması için de, onun ilk nedenlerden çıkarılmış olması gereklidir ; böylece, bu bilgiyi edinme yolunu öğrenmek için - ki asıl felsefe budur - bu ilk nedenleri, yani ilkeleri aramakla işe başlamak lâzımdır ; bu ilkelerde de iki şart bulunmalıdır, birincisi, bu ilkeler o kadar açık ve apaçık olmalıdır ki insan aklı onları dikkatle tetkika koyulduğunda doğruluklarından şübhe edemesin , ikincisi, geriye kalan başka bütün nesneler varolmadığı halde dahi ilkeler bilinebilmeii, fakat buna karşılık, ilkeler varolmayınca başka şeyler bilinmemelidir ; bundan sonra ilkelere bağlı olan şeylerin bilgisini o suretle ilkelerden çıkarmalıdır ki, yapılan deduksiyonların bütün devan nıca âşi'iâr olmıyan hiç bir şeye rasgelinmesin. Kakikatta ancak ve yalnız Tanrıdır ki, tam olarak bilgedir, yani her şeyin hakikati hakkında tam bilgisi vardır ; fakat denilebilir ki, insanlar, daha önemli hakikatlar hakkında az veya çok bilgi sahibi oldukrı ölçüde az veya çok bilgelik sahibidirler. Bu noktada bütün bilginlerin mutaBık kalmıyacağı hiç bir şey bulunmadığını sanıyorum. Bundan sonra, insan zihninin bilebildiği bü120
tün şeyleri içine alan bu felsefenin faydalarını göz önüne koymak ve bizi yalnız onun en vahşi ve en barbar insanlardan ayırdığına ve bir milletin fertleri ne kadar iyi tefelsüf ederse, o milletin de o kadar medenî ve incelemiş olacağına inanmak gerektiğini göstermek isterdim; böylece, bir devlette mevcudolabilecek en büyük nimet, orada gerçek feylesofların bulunmasıdır. Bundan başka, her insanın, kendini felsefe tetkikina veren kimselerle Özel olarak bir arada yaşaması faydalı olduğu gibi, asıl kendinin felsefe ile uğraşması, şüphe yok, ölçülmez derecede daha iyidir ; nitekim insanın kendini sevk ve idare etmek için kendi gözlerinden istifade etmesi, şüphesiz, gözü kapalı olarak başkaları ardınca yürümekten çok daha hayırlıdır; fakat kapalı gözlerle tek baştna kendini sevk ve idare etmektense, bu son vaziyette bulunmayı tercih etmek daha iyidir. Doğrusu felsefesiz yaşamak, açmağa çalışmadan, gözü kapalı yaşamaktır ; üstelik, gözümüzün görüp meydana çıkardığı bütün şeyleri görmenin ve bu vasıta ile renkler ile ışığın güzelliğini tatmanın verdiği zevk, asla felsefenin bulup meydana çıkardığı şeylerden edinilen bilginin verdiği neşe ile ölçülemez; ve sonra bize, ahlâkımızı düzenleme ve bu dünyada hayatımızı idare için felsefe öğrenmek, adımlarımıza öncülük için gözlerimizi kullanmaktan çok daha gereklidir. Yalnız kaba hayvanlardır ki, durmaksızn vücutlarını 121
besliyecek yiyeceği aramakla uğraşır, çünkü, bütün işleri uücutlarını korumaktır ; ama varlığının başlıca bölümü ruh olan, insanların temelli düşüncesi, ruhun gerçek yiyeceği olan bilgeliği aramak olmalıdır; ve gene şuna e ir in im ki, eğer bir çok kimseler bilgeliği arama yolunda muvaffak olacaklarını ümid etseler ve ne dereceye kadar buna muktedir olduklarını bilselerdi, şübhesiz kendilerini bu araştırmaya vermekten çekinmezlerdi. Ne kadar az asîl ve yüce olursa olsun, ve duyulur şeylere ne kadar-çok bağlanırsa bağlansın, daha büyük başka bir iyilik isteğiyle duyulardan yüz çevimiyen biç bir mlı yoktur : çoğu zaman bu iyinin ne olduğunu bilmese de. Sağhk, zenginlik ve şeref bolluğu içinde yaşıyan ve talihten en çok yardım gören kimseler dahi bu istekten diğerlerinden daha az azade değildirler ; tersine, asıl onların, tahiboldukları nimetten daha üstün bir nimet peşinde koştuklarına kaniim. İman ışığının yardımını aramaksızın, yalnız tabiî akıl ile gözden geçirdiğimizde görürüz ki, bu üstün iyi, hakikatin ilk nedenlerle bilinmesinden, yani, felsefenin inincelediği, bilgelikten başka bir şey değildir. Bütün bu şeyler temamiyle doğru olduklarından, iyi isbat edilselèrdi, onlara inanmakta güçlük de bulunmazdı. Fakat tecrübe bize gösteriyor ki, feylesofluk tashyanlar çok zaman felsefe ile hiç uğraş122
Duyanlardan daha az bilge ve akıllı olduklarından, kimse bu şeylere inanmak istemiyor. Bunun için, burada, bugün bildiğimiz bütün bilimin neden ibaret bulunduğunu ve bu ana kadar ulaştığımız bilgelik derecelerinin neler olduğunu kısaca anlatmak istiyorum. Bilgeliğin ilk derecesinde, düşünmeksizin elde edilebilecek derecede kendiliğinden pek açık kavramlar ; İkincisinde, duyuların tecrübesinin bildirdiği bütün şeyler ; üçüncüsünde, başk insanlarla konuşmanın bize öğrettiği şeyler bulunur; ve dördüncü olarak buna bütün kitabları değilse de, hususiyle bize iyi bilgi vermeğe muktedir kimselerin yazdığı eserleri okumak eklenebilir; zira okuma, müellifle konuşmanın başka bir çeşididir. Bu güne kadar elde edilen bütün bilgeliğin de ancak bu dört vasıta ile öğrenildiğini sanıyorum ; çünkü burada vahyi ilâhîyi hesaba katmıyorum, zira o bizi basamak basamak değil, hemen bir hamlede, birden, yanılmaz Bir imana yükseltiyor. Fakat ne de olsa bilgeliğe erişmek isteğiyle oer devirde bu dört dereceden ölçüsü/ derecede üstün ve sağlam beşinci bir derece bulmak için uğraşan büyük adamlar bulunmuştur: bu da, bilmeye muktedir olduğmuz bütün şeylerin sebeplerini kendilerinden çıkarabileceğimiz, ilk nedenleri ve gerçek ilkeleri aramaktır, işte asıl bu iş için çalışanlaradır ki/ feylesof adı ve123
ri imiş tir. Bununla beraber, feylesoflar arasında tek bir tanesini tanımıyorum ki, biı emelinde muvaffak olmuş olsun. Birinci vé başlıcaları, bütün eserleri elimizde bulunan, Eflatun'la Aristo'dur . . . Yalnız şimdiye kadar hiç felsefe öğrenmemiş olanları teselli etmek maksadıyla şunu söylemek isterim ki, yolculukta, gitmek istediğimiz yere sırtımızı çevirerek tersine yöneldiğimiz esnada, ne kadar çok ve çabuk yÖrürsek o kadar da gideceğimiz yerden uzaklaşacağımız ve sonra doğru yana dönerek yollandığımızda, ilkin yanılmadan varacağımız saattan daha erken menzilimize ulaşamiyacağımiz belli bir şeydir ; büylece, kötü ilkelerimiz olduğu zaman, onları ne kadar çok kullanır ve bu suretle, iyi ve yerinde felsefe yaptığımızı sanarak, aklımızı ne kadar dikkat ve İtina ile onlardan bir çok neticeler çıkarmaya verirsek, o kadar da hakikat ve bilgeliğin bilgisinden uzaklaşmış oluruz ; bundan da şu sonucu çıkarmak gerekir ki doğru felsefeyi öğrenmeğe en çok elverişli kimseler, şimdiye kadar bütün bu felsefe adı verilen şeylere dair en az bilgisi olanlardır. Bu şeyleri iyice onlattiktan sonra, burada bizi, insan hayatının üstün iyisini teşkil eden bu en yüksek bilgelik basamağına ileten gerçek ilkelerin, bu kitapta bahsettiğim ilkeler olduğunu gösterecek kanıtları sunmak isterdim ; bunu yapmak için de yalnız iki kanıt kâfidir : bi124
rincisi, bu ilkeler pek açıktır ; ikincisi, bu ilkelerden diğer bütün şeyler çıkarılabilir ; zira onlarda ancak bu iki şartın bulnnması lâzımdır . . . Bundan sonra, yazılarımı yayınlarken hangi amacı güttüğümü iyice anlatabilmek için, burada insanın bilgi edinmek için güdeceği sırayı da anlatmak isterdim, İlkin, henüz yukarda izah ettiğim dört vasıta ile edinilen bayağı ve eksik bilgiden başka bilgisi olmıyan bir kimse, her şeyden önce kendine hayatının İşlerini düzenliyen bir ahlâk edinmelidir ; çünkü bunun gecikmeye katlanması olmadığı gibi, ilk işimiz, de iyi yaşamamızı sağlamak olmalıdır. Bundan sonra, mantık öğrenmelidir : ama iskolastik mantığını değil ; çünkü o, bilinen şeyleri başkasına anlatmak vasıtalarını öğretmek veya bilinmiyen şeyler hakkında bir sürü düşüncesiz söz söylemekten başka bir işe yaramiyan bir diyalektikten başka bir şey değildir, böylece sağ duyuyu artırmaktan çok bozar ; asıl öğrenilmesi gereken mantık, bilinmiyen hakikatları bulmak için, aklı iyi kullanmanın yolunu Öğreten mantıktır ; ve bu mantığı Öğrenecek kimse, matematik meseleleri gibi kolay ve basit meselelerde onun kurallarım tatbik etmeyi öğrenirse çok iyi eder, çünkü bu mantık, kullanış ve tatbika çok bağlıdır. Sonra, bu meselelerde hakikati bulmağa alıştığı zaman, artık ciddî olarak, gerçek felsefe ile uğraşmaya başlamalıdır. 125
Bu felsefenin ilk bölümü metafiziktir, Metafizikte, bilginin ilkeleri vardır. Bu ilkelerde de Tanrının başlıca sanılarının, ruhumuzun ölmezliğinin ve bizde bulunan bütün açık ve basit fikirlerin açıklaması bnlunur. İkinci bölümü fiziktir, bunda maddi şeylerin gerçek ilkeleri bulunduktan başka, genel olarak bütün evrenin nasıl kurulduğu da incelendiği gibi ; yerin çevresinde bulunan diğer bütün cisimlerin, hava, su, ateş, mıknatıs ve diğer madenlerin tabiatı da özel olarak incelenir. Bundan sonra, gene özel olarak, insana faydalı diğer bilimleri daha sonra bulabilmek için, nebatların, hayvanların, ve hususiyle insanın tabiatını da tetkik etmeye ihtiyaç vardır : kökleri metafizik, gövdesi fizik Ve bu gövdeden çıkan dallar da, öteki bütün bilimlerdir, onlar da, belli başlı üç dalda toblanabilir : hekimlik, raakina ve ahlâk. Burada kastettiğim ahlâk, diğer bilimlerin tam bir bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son basamağını teşkil eden en yüksek ve en tam ahlâktır. İmdi, nasıl meyvalar ağaçlarına kökünde veya gövdesinden değil de, yalnız dallarının ucundan toplanırsa, aynı suretle felsefenin de asıl faydası en son öğrenilebilen bölümlerinden elde e d i l i r . . . [Descartes : Felsefenin İlkeleri. Mehmet Karasan tercümesi, M. Eğ. Bakanlığı yayınlarından].
126
GEORGE BERKELEY 11685-1753] Felsefe anlayışı
İrlanda'da doğmuştur, aslı ingilizdir. Duplin üniversitesinde ilkin teoloji öğrencisi^ sonra profesör olmuş ; angılikan kilisesine girmiş. Fransada, İtalyada seyahatlar yabmıçtır. Avrupanın bozuluşuna üzülerek insanlığı düzeltmek, vahşii«r arasında hiristiyanhk ve ilim yaymak üxere Amerikaya (Rohde -Island) gitmiştir. Ingiltereye dönüşünde angılikan piskoposu olmuştur. Ingilterede ruhcu idealizm okulunun başlıca mümessilidir. Locke'un başladığı tasarımların tahliline devamla maddi nesneler nosyonunun ve mekânın zihnî yapılar olduğu sonucunu çıkarmıştır. Bununla immateriaîisnıe doktirininin kurucusudur.
[ — Felsefe, hikmetin ve hakikatin incelenmesinden başka bir şey olmamakla, buna zamanlarının ve gayretlerinin en çoğunu harcayanların daha sakin, daha huzur içinde bir kafaları olması, bilgide daha çok aydınlık, daha çok apaçıklık bulmaları, ve başka insanlardan daha az şübhelerle ve güçlükiüklerle sarılmış olmaları haklı olarak beklenebilecektir. Bununla beraber bizim düşündüğümüz şudur : kamuluk duyu (sens commun) nun büyük yolunu takibeden ve tabiatın kendisinin hareket hattını emrettiği insan nevinin cahil kütlesi, en büyük
127
bir kısmı huzursuzluk ve bunaltıdan uzaktır. İşte bunlara alışık oldukları şeyden hiç birisi açıklanamaz veya anlaşılması güç görünmez. Duyularında bir apaçıklık yokluğundan şikâyet etmezler ; şübheci olmak tehlikesinde de değillerdir. Fakat biz daha çok üstün bir ilkenin ışığını takibetmek için daha önce temamiyle anladığımızı sandığımız şeyler hakkında zihinlerimizde binlerce vesvese yükseldiği bu aynı şeylerin tabiatı üzerinde muhakemede bulunmak, teemmül etmek ve düşünmek için duyuları ve iç güdüyü orada bırakmadık. Önceden edinilmiş hükümler ve duyuların yanılmaları, bakdığımızda her yönden kendilerini açığa vururlar. Onları akıl ile düzeltmeğe çalışırız ve işte o zaman his olunmadan biz spekülasyonda ilerledikçe adımlarımız altında çoğalan bir takım işitilmemiş paradokslara, bir takını zorluklara, bir takım çelişikliklere doğru gideriz. Sonunda bir çok çıkmazlarda dönüp dolaştıktan sonra kendimizi tam bulunduğumuz yerde buluruz ; veya işin kötüsü, zavallı bir şüphecilik içine saplanırız. 2 — Bunun sebebinin nesnelerin karanlık oluşunda veya müdrikemizin zaifliğinde veya mükemmel olmayışında olduğuna inanılır. Denilir kî güçlerimizin (facultés) sayısı azdır, tabiat ise onları nesnelerin derin özüne ve yapısına nüfuz etmek için değil, hayatın muhafazasına ve refahına tahsis etmiştir. Üstelik, insan zihni sonludur, sonsuzluğa katılan nesneleri 128
F
8
incelediği zaman da, içinden çıkılması asla mümkün olmîyan bir takım zorluklar ve çelişiklikler içine atılmış olmasına şaşmamalıdır ; çünkü sonsuz olanın sonlu olan vasıtasıyla anlaşılmış olması tabiatı gereğidir. 3 — Fakat kabahati daha çok, yapdiğtmiz kötü kullanışa değil de aslında güderimizin üstüne attığımız vakit; kendi hakkımızda belki de fazla taraftarlık gösteriyoruz. Gerçek ilklerden çıkarılmış doğru tümdengelimler (déductions) in müdafaası ve kendi aralarında uzlaşmasının imkânsız sonuçlara varıp dayanmasını farzetmek güçtür. Tanrı insan oğullarına mutlak surette saldırışlarının dışında bıraktığı kuvvetli bir bilme isteği vermekle, onun pek az lütuf ve kerem gösterdiğine inanmak zorunda kalacaktır. Bu onun yaratıklara vermiş olduğu bütün iştihaların yanında, şüphe yok» faaliyete geçirilmeleri onları tatminden kalmıyacak olan vasıtaları onların ellerine vermek âdeti olan tanrı takdiri (providence) nin mutad verimli yöntemlerine hiçte uygun düşmiyecekti. Her şeyin üstünde, şimdiye kadar filozofların kendileriyle eğlendikleri ve bilgi yolunu kapayan güçlüklerin hepsi değilse de en büyük bir kısmının tamamiyle bizlere isnat olunduğuna; tozlarını kaldırmıya, sonra da orayı görmemekten şikâyetçi olduğumuza inanmıya razıyım. 4 — Maksadım, türlü felsefe doktirinlerinde rastlanan bu kararsızlık ve kesin bilgisizliği, 129
bu şüpheleri, bu saçmalıkları, bu çelişmeleri sokan ilkelerin neler olduklarını keşfedip edemiyeceğimi denemekten ibarettir ; en hakîm insanlar bilgisizliğimizin gideriîmez olacağını ve bunun sebebini de güderimizin tabiî ağırlığında ve sınırları içinde arasalar da. İnsan bilgisinin ilk ilkelerVnı doğru olrarak araştırmaktan ve onları her yönden tahkik etmekten ve kalburdan geçirmekten ibaret olan iş, elbette bütün emeklerin harcanmasına değer bir iştir ; beîe şu, hakikatin araştırılmasında zihni durduran güçlüklerin ve engellerin bağlanılan ve kendilerinden sakınılamayan yanlış ilkeler kadar nesnelerin karanlık oluşuna ve karışık tabiatlarına veya müdrikenin tabiî eksikliğine dayandıkları şüphesinin bir aslı olduğu zaman. 5 __ Teşebbüs ne kadar zor olursa olsun, ve benden önce büyük ve olağanüstü bir dehâ sahibi bunca insanın aynı maksadı kafalarında kurduklarını düşünürsem düşüneyim, ne kadar az cesaretlendirilmiş olursam olayım bir ümit beslemekten kalmıyorum. Kendi kendime diyorum ki gerçekte, en uzak görüşler her zaman en açık değillerdir, kısa görüşlü olan da, nesneye daha yakından bakmak zorunda kalmakla bazan daha dar v? daha sık bir ince yoklamayla kendi gözlerinden çok daha iyi gözlerin görmediklerini ayırt edebilir . . . [Berkeley : Les Principes de la connaissance humain« ; Renouvier'nin fransızca tercümesinden]*
130
DAVİD HUME [Ï711 - 177,6] Felsefe anlayışı Edimburg'da doğmuştur. İlkin huhuk okumuş, bir ara ticaıetle uğraşmış, edebî şöhrete vurgun olmakla beraber sonra kendini tarih ve felsefeye vermiştir, Fransa'da" La Flèche de oturduğu sıra'arda insan tabiatı üzerine meşhur denemesin i vermiş, fakat ancak hasımlarının dikkati Sxerine^çek* meleri sayesinde meşhur olmuştur. • Tarihçi olarak değeri büyük olmakla beraber İngiltere'd« akılcılığa karşı koyan denemecilik*olguculuk okulunun en ünlü mümessillerinden olup çağrımcılık, ^oigspavtofc-ve pozitivizm okullarımn müjdecilerindendir. Nedenlik ilkesini tenkidi meşhurdur. Kant'ı "dogmatik uykusundan uyandıran,, ve tenkitcili ğe (criticisme) yönelten odur. Deneme yöntemini ahlakî konulara sokmak istemiş ve bir "ahlâk iç güdüsü,, nün varlığını ileri sürerek bunun üzerine bir ahlâk kurmayı tasarlamıştır.
Mânevi felsefe [I], yani insan tabiatının ilmi, her bîri kendine mahsus değeri bulunan ve insanlığın eğlenmesine, bilgilenmesine ve iyileşmesine yardım payını getirebilecek olan ikİ ayrı metotla ele alınabilir. Birisi İnsanı, asıl aksiyon için yaratılmış, girişmelerinde, zevklerine ve duygularına kapılan, ve eşyanın görünürdeki değeriyle, kendilerini içinde bulundukları görüş tarzına göre, bu eşyanın birini arayıp diğe[1] Bu tâbir
moral phiJosophy karşılığıdır.
131
rinden uzaklaşan bir varlık sayar. Erdemin, bütün şeyler arasında, en değerlisi olduğu kabul edildiğinden, bu ekolün filozofları, şiirle güzel söz söyleme sanatının bütün yardımlarından faydalanıp konularını ele almak için hem hayal gücünü doyurmaya hem de kalbe hitabetmeyen en yüksek derecede elverişli olabilecek kolay ve açık bir tarzı benimsiyerek erdemi en hoşa giden renklere büründürürler. Her günkü hayat* tan en göze çarpan hal ve misalleri seçer, birbirine zıt olan karakterleri, gereğince, karşıtlık durumunda gösterir, ve bizi, şeref ve saadet umguîarıyla erdemin yollarına çekerek, bu yollar üzerine adımlarımızı, en sihatli kurallar ve en ünlü örnekler sayesinde güder 1er. Bu filozoflar, bize düşkünlükle erdem arasındaki farkı duyurur, duygularımızı harekete getirip düzenlerler ve, yetişir ki kalplerimizi sadece dürüstlük ve gerçek şeref aşkına meylettirmiş olsunlar, böylece bütün emeklerinin tamamiyle ödenmiş olduğuna inanırlar. Filozofların Öteki zümresi, insana, aktif bir varlıktan ziyade, akıllı bir varlık gözüyle bakar ve insanın ahlâkını işlemekten fazla akıl ve idrakine şekil vermeye önem verir. Bunlar, insan tabiatını bir spekülâsyon konusu sayar, bu t a biatı da, idrakimizi idare eden duygularımızı meydana getiren ve bizi filân şeyi, filân hareketi veya falan davranışı öğmeye veya yermeye 132
karar verdiren prensipleri bulmak amaciyle bu tabiatı dikkatli ve titiz bir incelemiye bağlı tutarlar. Kanaatlarınca, felsefenin, henüz ahlâk, uslamlama ve tenkidin temellerini hâlâ tartışma götürmez surette tesbit etmemiş olması, ve doğruyla yanlışın, reziletle erdemin, güzellikle çirkinliğin - bu ayrılıkların kaynağını belirimeye gücü yetmeksizin - daima sözünü edip durması, yazarların hepsi için utanılacak bir şeydir. Bu filozoflar, girişmiş bulundukları bu çetin işin yapılması yolunda, hiç bir güçlükten yılmazlar; tersine, özel hallerden hep daha genel prensiplere çıkarak araştırmalarını daha genel olan prensiplere kadar vardırırlar ; ve her ilim için. insan merakının her türlüsünün sınırını belirtmeleri gereken şu ilk prensiplere kadar ulaşmadıkça, kendilerini doyurulmuş saymazlar. Bu filozofların yürüttükleri düşünüş ve spekülâsyonlar, alelade okuyucuların gözüne soyut, cansız hattâ anlaşılmaz gibi görünebilir : esasen onların aradıkları da. kültürlü ve bilgin okuyucuların takdiridir : şu kadar ki eğer gelecek nesillerin eğitim ve öğretimine yardım edebilecek gibi bazı gizli hakikatlar keşfedebilirlerse, kendilerini, bütün ömürlerince harcadıkları emeklerin karşılığını bol bol görmüş sayarlar. Şüphesiz ki kolay ve açık olan felsefe, çoğunluk tarafından, doğru ve çetin olan felsefejye her zaman tercih edilecektir ; hattâ bu fel133
sefenin» bir çok kimselerce, yalnız daha ziyade hoşa gitmesinden değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir fayda temin etmesi bakımından iyi karşılanacağı hiç şüphe götürmez. Bu kolay ve açık felsefe, zaten hergünkü hayata daha ziyade sokulur, kalbi ve duyguları hem yeyetiştirir, hem de yoğurup şekillendirir ; fazla olarak da, insanları aksiyona süren zemberekleri harekete getirmek suretiyle, hem insanların davranış ve gidişlerini düzeltir, hem de onları, gene kendisinin tasvir ettiği mükemmellik örneğine yaklaştırır. Halbuki tıkız ve çetin olan felsefe, kendi gerektirdiği zihniyet dolayısıyla, iş güç ve aksiyon alanına sokulmaktan güçsüz kaldığı için, filozof, kuytu köşesini bırakıp da aydınlık yüzüne çıkınca,, ortadan kayboluverir : prensiplerinin de bizim gidişimiz ve örf ve âdetlerimiz üzerinde azçok etkilerini saklamaları, ancak güç halle mümkün olur. Kalbimizi dolduran duygular, tutkularımızın telâş ve taşkınlığı, ve duygulamalarımızın şiddet ve galeyanı bu felsefenin vargılarının hepsini silip süpürür ve derin görüşlü filozofu, avamdan her hangi bir adam derekesine düşürür. Asıl au katılmamış filozofun, sosyete haya? tına umumiyetle güç kabul edilmesinin sebebim, gene filozofun kendi tabiatında aramalıdır. Tamamen kendi âleminde ve insanlığın geri kala134
nından elini eteğini çekmiş vaziyette yaşıyan filozof, aynı zamanda» insanların zekâ ve anlayışına da yabancı gelen prensipler ve kavramlarla iyice beslenmiş olduğundan, cemiyet hayatına, ister fayda ister zevk namına, kendine düşen payı teminden âciz farz edilir. Evvelâ şu ciheti belirtmekle başliyahm ki sahih ve soyut felsefenin» kolay ve insana göre olan felsefeye yararlı olmak gibi büyük bir faydası vardır : zira birincisi olmasa, bu ikinci felsefe, görüş ve duyuşlarında, kurallarında yahut da duşüuce usavurmalarında, hiçoir zaman yeter bir doğruluk ve sağmîık derecesine ulaşamaz« . . . Fiziksel araştırmalar alanında, en yetkin felsefe, ancak caniliğimizin sınırlarını biraz olsun geriletmekten başka bir şey yapmadığı gibi, manevî veya metafizik araştırmalar alanında da, en mükemmel felsefe, belki de ancak bu cahilliğimizin genişliğini gözümüzün önüne serip büyütmekten başka şeye yaramaz. Şu halde, her türlü felsefî spekülâsyonun neticesi, dikkatimizi, insanın basiretsizliğiyle kısa gorüşü ve aczi üzerine çekmektir, şu kadar ki, kendisinden kaçmak veya kedisiyîe karşılaşmamak yolunda ne kadar gayret sarf edersek edelim, bu netice, her fırsatta, karşımıza dikilip durur. * Tıpkı din tutkusu gibi felsefe tutkusunun 135
da şu mahzuru var gibi görünüyor ki amacı, ahlâkımızı düzetlmek ve kusurlarımızı kökünden yoketmek olduğu .halde, tedbirsizce İdare edildikte, insanın üstün gelen eğilimini besiiyerek zihnini de, esasen insanın tabiat ve mizacı dolayısıyla fazla çeken tarafa doğru, büsbütün kuvvetlenmiş bir kararla çelmekten başka bir şeye yaramaması mümkündür. Gerçekten hakim filozofun yüksek ahlâkına heves etmek ve zevklerin izi de yalnız kendi varlığımıza hasra çalışmak suretiyle, sonunda, kendi felsefemizi Epiktetos'ia öteki Stoia'cıların - benciliğin nisbeten incelmiş bir siteminden ibaret olşn - felsefelerine benzetip usavurmalarımızda da, kendimizi her türlü sosyal zevkin olduğu kadar her türlü erdemin de dışına çıkabiliriz. Esasen dikkatimizi insan ömrünün boşluğu üzerine çevirip bütün düşüncelerimizi de servet ve şatafatının hiçlik ve geçiciliğ ni incelemeye hasrederken bütün yaptığımız, dünya didinmesinden ve işgüç hayatının angarya ve hayhuyundan nefret edip kendini alabildiğine memnun etme yolunda sebep veya bahane ayıran kendi tabiî hareketsizlik ve tembelliğimizin ekmeğine,, belki de, yağ sürmekten başka bîr şey değildirBununla beraber bir çeşit felsefe de vardır ki r bu mahzuru pek öyle göstermiyor gibidir ; bunun sebebi, bu çeşit felsefenin insan zihnînin zabturapta gelmiyen hiç bir tutkusiyle uzlaşma136
yışı gibi, aynı zamanda, insanın her hangi tabii bir eğilimiyle de bağdaşmaysşıdır : bu felsefe, Akademik veya Septik felsefedir. Akadenıiyacılar, daima şüphe ve hükümden geri durmadan acele kararlara varmanın tehlikesinden bahsedip insan anlayışının inceleme ve araştırmalarım çok dar sınırlara münhasır kılmaktan ve alelade hayat ve pratiğin sınırları içinde bulunmıyan bütün spekülâsyonlardan vazgeçmekten dem vururlar. Şu halde bu çeşit bir felsefe için, zihnin tembelliği, atalet ve kaygısızlığı basiretsiz kibir ve azameti» yüksekten atan iddiaları, ve yanlış inanlara saplanan safdilliği kadar zıt ve aykırı bir şey olamaz. Bu felsefenin karşısında duyulan aşk müstesna olmak şartıyla - ki bu da, hiçbir zaman fazla denilebilecek bir dereceye ne vardırılabilirler ne de vardırılmıştır- hayal kırıklığına uğrıyarak rahatı bozulmıyan bir tutku yoktur. Demek ki hemen olay ve misalde,, zararsız ve suçsuz olması gereken bu felsefenin bu kadar esassız şikâyet» sitem ve yermelere konu olabilmesi, hayretverici olmaktan geri kalmamaktadır. Fakat bu felsefeyi herkesin kin ve nefretine asıl açık bırakan şey, belki de,, onu günahsız kılan şeyin ta kendisidir. Gerçekten bu felsefe, hiçbir yolsuz tutkuya yüz vermemek suretiyle, kendisine az taraflı kazanıyor. Ö t e yandan da, bir sürü düşkünlük, kusur ve densizliklere karşı durmak neticesi, bol bol 137
düşman ediniyor ki bunlar, tersine onu, açık saçık, kutsallıktan soyulmuş ve dinsiz imansız olmakla damgalayıp Ieklemekten geri durmuyorlar. Bundan başka, bu felsefenin, bir yandan araştırmalarımızı alelade hayata hasretmeye çalışırken, öte yandan pratik hayatın usavurmalar m m temellerini alttan alta çürütmesinden ve şüphelerini, her türlü spekülâsyona olduğu kadar, her türlü aksiyon ve hareketi de yokedecek dereceye vardırmasından endişelenmiye yer yoktur. Tabiat, ne yapıp yapıp kendi hak ve yetkilerini, her zaman gözetler ve eninde sonunda, her hangi soyut bir usavurma ve düşünüşe üstün gelir. Biz, meselâ, evvelki bolümde yaptığımız gibi, deneyden edindiğimiz bütün usavurmalarda, zihnin anlayışının her hangi bir belge prosesüsü veya kanıtlama zinciri tarafından desteklenmemiş olan bir adım attığına hükmedecek oîsak bile, bilgimizin hemen hepsinin tabi bulunduğu bu usavurma ve çıkarsamaların bu çeşit bir buluştan hiçbir zaman duygulanmaları tehlikesi de yoktur. Eğer zihin bu adımı atmaya belge yoliyle götürülmemişse, aynı derecede ağır çeken ve otoriteye sahibolan • başka bîr prensiple bu yolda yöneltilmelidir. Bu prensip de, insan tabiatı aynı kaldığı müddetçe, yetkisini muhafaza edecektir. Bu bakımdan bu prensipin ne olduğu, araştırma-efebftiSBP'' fazlasıyla değer bulunmaktadır .. (Hum« : İnsan zihni üzerine bir araştırma ; S. Evrim tercümesi ; M. Eğ. Bakanlığı yayınlarından).
138
IMMANUEL KANT [1724-18C4] Felsefe anlayışı Koenîgsberg'de doğmuştur. Ailesinden derin bir ilmî umumîleştirmeyi aşan bir umumîlik« 1er bütünü yapmak, filozofun kabule şayan olan ile yetimsemesim ve olasılığın ona yetmesini istemektir. Biliyorum ki uzaktan tartışmalarımızı takip edenlerin çoğu için bizim alammi2 gerçekte basit mümkünün alanı, hiç değilse olasının alanıdır ; memnunlukla diyeceklerdir ki keşin bilginin bittiği yerde felsefe başlar. Fakat bizden kim felsefe için böyle bir durumu istiyecektir. Şüphesiz, bir felsefenin bize getirdikleri içinde her şey aynı şekilde ne gerçeklenmiş, ne degerçeklenebilir değildir, ve bir çok anlarda» bir çok noktalarda zihnin tehlikeler göze almasını istemek, felsefe yönteminin özü gereğidir. Fakat filozof bu teklikeleri, ancak sigorta ettirdiğiden dolayı, sarsılmazcasma kendilerinden emin hissettiği bir takım şeyler bulunduğundan ötürü göze alır. Kuvvetini aldığı sezgiyi bize nakledebileceği ölçüde o da bizleri onlardan emin kılacaktır. Hakikat şudur ki felsefe hususi ilimlerin bîr terkibi değildir ve çok defa ilim alanında bulunursa, bazan ilmin uğraştığı daha basit konuları bîr görüş içinde kucaklarsa, bunu ilmi teksif ederek yapmadığı, ilmi» sonuçlarını dalı* 210
yüce bir umumîlik derecesin« yükselterek yapmadığıdır. Deneme bize ikî ayrı görünüş altında, bir yandan olgular Üzerine yığılan, aşağı yukarı tekerrür eden, aşağı yukarı ölçülen, nihayet ayrı bir çokluk ve mekânilik (spatialité) istikametinde açılan olgular şekli altında, bîr yandan da, kanuna ve ölçüye uymıyan arı süre (la dorée) olan karşılıklı bir nüfuz şekli altında görüamiyorsa ilim ve felsefe diye iki bilme tarzı için yer olmıyacaktır. Her iki halde de, deneme şuur demektir ; fakat birincide şuur dışarda açılır ve kendi kendine nisbetle, birbirinin dışındaki bir takım nesneleri idrak ettiği doğru ölçüde, d işar ılaşır ; ikincide kendi içine girer, kendi kendini kavrar ve derinleşir. Böylece kendi öz derinliğine gömülerek maddenin, hayatın, umumî olarak gerçeğin (realite) içinde daha ileriye nüfuz eder mi ? Şuur, bir ilinti gibi maddenin üzerine eklenmiş olsaydı buna itiraz olunabilirdi ; fakat böyle bir hipotezin, alındığı yana göre, saçma veya yanlış, kendi kendisiyle çelişik olduğu veya olgularla yalanlandığını göstermiş olduğumuzu sanıyoruz. Hernekadar insan şuuru, her nekadar daha geniş ve daha yüksek bir şuura yakınlaştırılmış olsa da bir yana bırakılmış olsaydı ve insan cezalı bir çocuk gibi tabiatın bir köşesinde durmak zorunda bırakılsaydı bun« yine itiraz olunabilecekti. Hayır, hayır t Âlemi dolduran madde ve hayat aynı zamanda bizim içisnizdedir ; bütün nesnelerde çalışan kuvvetleri 2Îİ
bit içimizde duyuyuruz ; varolanın ve kendi kendini yapanın hakiki özü ne olursa olsun, biz ondanız, öyleyse kendi kendimizin içine inelim : ulaşacağımız nokta daha derin, bizi tekrar yüze çıkaracak olan itiş daha kuvvetli olacaktır. Felsefî sezgi bu temastır, felsefe bu hamledir. Dipten gelen bir ilca ile dışarıya çıkarılarak düşüncemiz serpilerek açıldıkça ilme ulaşacağız. Öyleyse felsefenin ilim kalıbı üzerine dökülebilmesi lazımdır. Bölünerek, bölümlerini alt-bölümlere ayırarak, dışarda müşahede olunan olguları ve ilmin bu olguları kendi aralarında bağladiğ, kanunlarını yeniden keşfetmeğe erişemîyecek olan, hattâ bazı umumîleştirmeleri düzeltmek ve bazı gözlemleri yeniden yapmak gücünde bulunmıyacak olan sözde sezgilik kaynaktan gelen bir fikir sırf bir fantezi olacaktır ; sezgi ile müşterek hiç bir şeyi olmıyacaktır. Fakat bir yandan da, dosdoğru bu kendi kendinin saçılmasını olgulara ve kanunlara karşı tatbika muvaffak olan fikir, dış denemenin birleştirilmesiyle elde edilmiş değildir ; çünkü filozof birliğe varmamıştır ; oradan hareket etmiştir. Şüphe yok, hem mahdut, hem de gorelik (relatif) bir birlikten, nesnelerin bütünü içinde bir canlı varlığı parçalıyan birlik gibi bir birlikten bahsediyorum/ Felsefenin pozitif ilmin sonuçları vasıtasıyla temsil eder göründüğü çalışma, tıpkı bir felsefenin devamı 212
sırasında geçmiş felsefelerin fragmanlarım kendi içinde toplar gibi göründüğü ameliye bir terkip değil, bir tahlildir. İlim» aksiyonun yardımcısıdır. Aksiyon ise bîr sonucu hedef tutar. İlmi zekâ istenilen her hangi bir neticeye ulaşılması için yapılması gerekecek olanı veya daha umumî olarak ; herhangi bir olgunun husule gelmesi için onlara hangi şartların verilmesi gerektiğini düşünür. O, bir düzenlemeden öbür düzenlemiye, bir zamandaşlıktan Öbür zamandaşlığa gider. Gerekli olarak aralıkta olup bitenleri ihmal eder ; veya onlarla uğraşırsa bu, daha başka düzenlemeler, başka zamandaşlıklar göz önünde tutmak içindir. Yakalamağa mahsus yöntemlerle, umumî olarak, kendi kendini vücude getiren içine giremez, hareket edeni takip edemez, nesnelerin hayatı olan oluşu benimsiyemez. Bu sonuncu iş felsefeye aittir. Halbuki hareket üzerine hareket etmiyen manzaralar almak, tekrar etmiyen şey boyunca bir takım tekrarları toplamak zorunda kalan, insan aksiyonuna tabi kılmak için açıldığı ardardınca gelen planlar üzerinde gerçeği (réalité) kolay kolay taksim etmekte de dikkatli olan âlim, tabiatı aldatmağa, onun karşısında güvensizlik ve mücadele vaziyeti almağa mecbur olduğu halde felsefe ona arkadaşlık edecektir. İlmin kaidesi Bacon tarafından konulandır : buyurmak için 213
boyun eğmek, Fefsefe ne itaat eder, ne de büjttrur ; senpatize etmeğe çalışır. Bu bakımdan da, felsefenin özü, yalınlık kafatıdtr. Felsefe kafasını kendinde veya eserlerinde gÖz önünde tutalım ve felsefeyi ilme veya bir felsefeyi başka felsefelerle kıyaslıyalım, daima, karışıklığın sathî yapının bîr yedeğ ve terkibin bir görünüş olduğunu göreceğiz : felsefe yapmak yalın bir fiildin * Metafiziğin tarifleri ile muti a lu anlayışlar, aralarında mukayese olunursa görülür ki filozoflar görünüşteki ayrılıklarına rağmen, bir şeyi bilmekte derinden derine farklı iki tarz ayırt etmekte uyuşurlar. Birinci, bu şey etrafında dolaşılmasın!} ikinci onun içine giril-, netini tazammun eder. Birinci hangi bakımda yerleşilmişse bu bakıma ve kendileriyle ifade olundukları senbollere tabidir, ikinci hiç bir bakıma bağlı değildir ve hiç bir senbol üzerine dayanmaz. Birinci bilgi hakkında, onun göreli'de durduğu ; ikinci hakkında nerede mümkünse orada, mutlaka eriştiği söylenecek. Buradan, geri kalan her şeyin tahlıVden çıktığı halde bir mutlakın ancak bir sezgi içinde verilmiş olabileceği sonucu çıkar. Burada sezgi diye bir senpatiye deriz ki bununla, bir nesnenin biricik ve bunun sonucu olarak ifade oluna214
« t i nesi varsa onunla tevarüd için o nesnenin içine intikal olunur. Bunun aksine olarak tahlil konusu önceden bilinen, yanı bu konuda ve başkalarında müşterek unsurlara irca eden ameliyedir, öyleyse tahlil etmek kendisi olmıyan işeyin fonksiyonu halinde bir şeyi ifadeden ibadettir. Her tahlil böylece bir tercümedir» bir senboller halinde açmadır ; kendisinden, inceleaen yeni bir konu ile önceden bilindiği sanılan başkaları arasında bir çok temaslar kaydolunan ardardınca gelen bakımların alınan bir tasarımıdır* Onun, etrafında dolaşmağa mahkûm olduğu konuyu kucaklamak hususunda ebedî olarak kanıksamamış isteği içinde tahlil daima eksik tajarımları tamamlamak için sonu gelmezcesine bakımları artırır, daima yetkin olmıyan tercümeyi yapmak üzere senbolleri mütemadiyen çeçitlendirir. Demek o sonsuza doğru sürer gider. Fakat sezgi, mümkün olduğu takdirde, yalın bîr fiildir. . . . O halde bizim gündelik hayatta bîr kavramlar yığını ve dozajı ile başlamamız tabiîdir, -ve meşrudur da : bundan hiç bir felsefî güdük •doğmıyacaktır, çünkü zımnî bir uylaşım ile, felsefe yapmaktan çekineceğiz. Fakat bu modus 4>perendi*y\ felsefeye nakletmek, burada da kavramlardan nesnelere gitmek, bu defa kendi teine ulaşmanın amaç edinildiği bir konunun hasbî bilgisi için, belli bir menfaattan mülhem olan 215
ve tarif gereğince konu üzerinde dışardan alınan bir manzaradan ibaret olan bir bilme tarzı kullanmak, işte bu gözde tutulan amaca sırt çevirmektir, işte bu, felsefeyi okullar arasında sonsuz bir çekişmiye mahkûm etmektir, işte bu çelişmeyi konunun ve yöntemin bağrına yerleştirmektir. Ya mümkün bir felsefe yoktur, ve nesneler hakkındaki her bilgi, o nesnelerden çıkarılacak menfaate doğru yönelen amelî bir bilgidir, veya felsefe yapmak (philosopher) bir sezgi cehdi ile; konunun içine yerleşmekten ibarettir. Fakat bu sezginin tabiatını anlamak için, sezginin nerede bitib tahlilin nerede başladığını sıhatla belli etmek için daha yukarda sürenin, akışı hakkında söylenenlere dönmek gerekir. Bu demektirki tahlil hareketsiz olan (l'immobile) üzerinde cereyan eder. halbuki sezgi hareketlilik (la mobilité) içine veya aynı şey demek olan sûre (la durée) içine yerleşir. Sezgi ile t ah* İmi arasındaki pek açık sınır hattı buradadır . . . * Fakat fizikötesi sezgi ile başlamak zorunda ise, sezginin konusu sürenin hareketli oluşu ise* ve sûre de psikolojik bir özden ise filozofu sırf kendi kendinin temaşası içinde kapatmış değil miyiz ? "Hareketten kalmış bir çobanın suya» akmakta oluşuna baktığı gibi», felsefe sadece kendinin yaşamasına bakmaktan ibaret olmıyacakmı ? Böyle konuşmak, bu incelemenin başın2X6
danberi işaret etmekten vaz geçmediğimiz ha taya dönmek olacaktır. . . . . . Modern felsefenin üstadları zamanlarının ilminin bütün malzemesini benimsemiş in* sanlardı. Yarım yüz yıldanberi metafiziğin kısmî küsufunun başlıca sebebi, filozofun bu gün pek çok saçılmış olan bir ilimle temasta duyduğu olağanüstü güçlüktür. Fakat metafizik sezgi her ne kadar buna ancak ma teryel bilgilerin zoruyla erişilebilsede, bu bilgilerin hulasası veya sentezinden bambaşka bir şeydir. Harekete geçiren: Ucanın hareket edenin geçtiği yoldan kendini ayırt ettiği gibi, çarhın geriminin asma saatta görünen hareketlerden kendini ayırt ettiği gibi ayırt eder. Bu manada metafiziğin denemenin tamimi ile müşterek hiç bir şeyi yoktur, bundan böyle de 0 tam deneme (l'expérience intégrale) olarak tarif olunabilir. * O halde metafiziğe sınırlı bir konu, belli başlı olarak zihnî ve hususî bir yöntem, her şeyden önce sezgiyi veriyoruz. Bununla açıkça metafiziği ilimden ayırt ediyoruz. Fakat yine bununla onlara eşjttjbir değer de atfediyoruz. Her 1 kişinin de gerçeğin esasına dokunduklarını sanıyoruz. Bilginin göreliği ve mutlaka erişmeni» imkânsızlığı üzerine filozoflarca ileri sürülen, âümlerce kabul edilen tezleri biz reddediyoruz. Pozitif
ilim gerçekte duyulabilir
gözleme 217
$>aş vurur. O böylece fiillerini soyutlama ve ttmumîleştirme gücüne, hüküm ve istidlale, zekâya bıraktığı malzemeleri elde eder. Vaktıyla arı matematikten baTeket ederek mekanik ile, sonra fizik ve kimya ile devam ediyor ; çok geç biyo-* lojiye ulaştı. Tercih ettiği alan olarak kalan tik alanı âtıl madde alanıdır. O organik âlemde daita rahattır, ki burada ancak fizik ve kimyaya dayandığı takdirde emniyetle yürümektedir ; -canlı içinde sırf hayatî olan şeyden ziyade haj a t olgularında fiziko - şimik ne varsa ona ilgilenmektedir. Fakat zihne geldiği zaman engeli büy&ktQr. Bu demek değildir ki onun hakkında . herhangi bir bilgi eîde edemiyor ; ama bu bilgi zihnin ve maddenin müşterek sınırından ne kadar çok uzaklaşırsa okadar müphem olur. Bu yen» alanda eskisi üzerinde olduğu gibi ancak man• tık kuvvetine güvenerek asta ilerlenmez. Mütemadiyen onu "geometrik kafası(e§prit geometriye *)«e) den "incelik kafası» na (esprit de finesse) çağırmak gerekir : sanki zekâ anlamak ve ifade •etmek için ruhî'yi fizikî içine nakletmek zorunda imiş gibi, ne kadar soyut olurlarsa olsunlar, hala varılarn formüllerde daima metaforik bir •şey var mı ? Bunun aksine olarak, âtıl maddeye döner dönmez, arı zekâdan'çıkan ilim kenedini yine maddede bulur. Bunda şaşılacak bir -şey yok. Zekâmız duyularımızın uzayışıdır. Spekülasyon yapmazdan önce yaşamak gerekir, ha218
yatta» ister tabiî aletler olan uzuvlarımızla, ister yapma uzuvlar olan strf aletlerle maddeden faydalanmamızı ister. Bir felsefe, bir ilim var olmazdan Önce zekânın rolü çoktan âletler yap'ma&tan ve bedenimizin, bedenimizi çevreliyen cisimler üzerinde aksiyonunu sevk ve idare etmekten ibaretti. İlim zekânın bu işini pek çok «zaklara götürdü» fakat onun yönünü değiştiremedi. İlim, her şeyden önce bizi maddeye Hâkim kılmayı amaç bilir... Hepsini hulâsa edecek olursak, metafizüe slimarasında biz bir yöntem ayrılığı istiyoraz, bir değer ayrılığı kabul etmiyoruz. Âlimlerin çoğunun kabul etmediği, ilim için daha az mütevazı olarak, modernlerin anladığı gibi, deneme üzerine dayanan bir ilmin gerçeğin (le réel) özüne erişebileceğini takdir ediyoruz. Şüphe yok, o ancak bir gerçeğin bölümünü kucaklar ; fakat bu bölümden bir gün aslına varabilir ; her halda ona alabildiğine yaklaşacaktır. O halde o çoktan eski metafiziğin programının bir yarısını gerçekleştiriyor : ilim adını muhafazayı tercih etmezse o kendine metafizik adı•ı verebilir. Kalıyor Öbür yarısı. Bu da hukûkan yine mutlaka erişebilecek olan, denemeden hareket eden bir metafiziğe ait gibi görünüyor. İlim kendini gerçeğin kalamyla sınırlandırmayı tercih etmezse biz buna ilim diyeceğiz, öyleyse metafizik pozitif ilimden, üstün değildir ; o, ilimden sonra, daha yüksek bir bilgisini elde 219
etmek için aynı konuyu goz Önünde tutmıya miyor. Filozofların hemen hemen değişmez bir alışkanlığına göre onlar arasında, şu münasebeti farzetmek, her ikisine de kötülük yapmaktır ; göreliğe mahkûm edilmesi ilme kötülük yapMbnuft tır, ancak bir hipotetik ve müphem bilgiden başka bir şey olmıyacak olan metafiziğe kötülük yapmaktır ; çünkü ilim, kendi için» önceden konusu hakkında vazih ve pekin ne bilinebilirse onu gerekli olarak almış olacaktır. Bizim metafizikle ilim arasında kurduğumuz münasebet bambaşdır. Bunların yine vazih ve pekin olduklarını veya olabildiklerini sanıyoruz. Her ikisi de gerçeğin kendine taallûk ederler. Fakat herbirigerçeğin, ancak bir yarısını alır, öyle ki düşüncenin faaliyetine ayrı istikametlerini göstermeselerdi, onlar da, bile bile, ilmin iki alt - bölümünü veya metafiziğin iki departmanını görmek kabildi... (Bergson '• La pensée et 1« mouvant]
220
FELSEFE MESLEKLERİ Sözlüğü Bu kısa söslüğe ancak bu kitapta adı geçe« başhcn doktirinleri aldık. Aldiğınm her bir doktirio Öterinde türlS çağlarda türlü filozofların sistemlerinde görülen ayrılıklar ve değişiklikleri, çeşit çeşit anlayışları hacmimi* bakımından belirt mı ya imkân olmadığından hepsini umumî ve kısa bir açıklama içinde anlatmakla yetimsedik.
* ADCILIK (nominalisme) — umumî fikirlerin ve bütüncüllerin (les unïversaux) ne zihinde, ne de zihnin dışında, kendinden veya denemenin bir eseri olarak bulunmadıklarını, bir hayalden bir isimden, bir kelimeden (terminisme) den ibaret olduğunu ileri sürer. Böylece bilgimizin objektifliğini reddeder. * AGNOSTİSİZM (agnosticisme) .— Hiç bir reel değ-eri olmiyan insan Zihninin veya aklının hakikati bilemiyeceğinî, veya görünüşler âleminin, ilk ve son sebepleri ve böylece akıl için bir bilinemez âlemin bulunacağını, bunun sonucu olarak objektif bir bilginin ve fizikö-tesinin imkânsızlığım ileri sürer. Aff/LC/L/AT (rasyonalisme).— Değişmez,herkeste eşit aklî ve mantıkî ilkelerin doğuştanlığını, denemeden öncüllülüğünü ve denemeden müstakil oluşunu, böylece bir takim a priori, 221
gerekli* bütüncül ve apaçık hakikatların varlığını kabul ederek ancak akılla hakikate ve nesnelerin bilgisine erişilebileceğini ileri sürer, böylece bilgi ve ilmi» imkânını sa gri a mayı iddia eder. AMPİRİZM, (emprisme) . — Denemeden mantıkça ayrı bilgi ilkeleri olarak aksiyomların akli ilkelerin, doğuştan fikirlerin ve kategoryalarin varlığını inkâr ile bütün bilgimizin ve bilgilerimizin dayandığı ilkelerin duyulabilir denemenin eseri ve verileri olduğunu ileri sürer ve "zihinde olan biç bir şey yokdur ki îlkin duyularda olmasın» der. ASETİZM(ascétisme),— Bir irade terbiyesiyle maddî zevklerden, Kötü ve aşırı tutku» lardan, fazla ve hattâ gerekli olandan bile nefsi sıyırarak» bu maddî bayatın üstünde ahlakî veya temaşaî hayat için beşeri arınma ve yetkinliğin sağlanmasını ileri sürer. A TOMCULUK(atomisme).—Varolanın son> bölünemez, bir cinsten ve öncesi* - sonrasız unsuru, veya boşlukta hareket eden parçacığı atomları» varlığını kabul ecerek bunların türlü birleşmelerinden her şeyin teşekkül ettiğini, maddenin ve cisimlerin türlü özelik, ve niteliklerinin vücut bulduğunu ileri sürer. BİRCİLİK (monisme) .—Nesnelerin özu baklasından âlemde olan her şeyi bir tek ilkeye (atadde veya Ruh, veyn fikir) irca eder ; ne«222
nelerin varlığı bakımından tefe bir as»ldao(ilk* veya tanrı) çıktığını ileri sürer. ÇOKÇULUK (pluralisme) . — Hakikati» türlü tûrlû olduğunu ; âlemde bulunan varlıkların öz yönünden ayrı olduklarım ve bunların bir tek Öze, bir tek kanuna, bir tek ilk« ve sebebe indirilemiyeceğiai ileri sürer. DİNAMİZM (dynamisme) . — Maddeyi âtıl kabul etmemekle nesneler içinde harekete irca olunamaz bir takım kuvvetler veya enerjilerin varlığını ve maddenin esas niteliğinin kuvvet olduğunu ileri sürer. DÖGUŞDANCIUKiinneisme) .— Tanrı tarafından konulmuş ve bizim müdrikemizi teşkil eden* bir takım doğuştan (inné) fikirlerin veya şekillerin bulunduğunu ; bunların bütün hakikatin ve tümdengelim ve görüş yoluyla sağlanan gerçek bilginin kaynağı olduğunu ileri sürer. DUYUMCULUK (sensualisme) .— Bütün bilgimizin aslında duyum olduğunu ve aklî ilkelerimizin, bütün fikirlerimizin duyumlarla elde edildiğini ; bütün zihin hayatımızın duyumlarla ve duyumların, değişmeleriyle açıklanabileceğini» böylece akıl veya zihni dış deneme ve duyarlığa irca eder. EVRİMCİLİK (évolutionaîame) . — Evrimi butun tabiatın,, varlıkların, hayatın, zihnin ve cemiyetlerin umumi kanunu olarak kabul eder*,
GERÇEKÇİLİK (réalisme).— 1 - Fikirlerin ve bütüncüllerin kendilerini kavrayan zihinden müstakil olarak ferdi varlıkların dışında, onlardan önce gerçek varlığını ileri sürer (Eflatunun idealizmi) ; 2 - düşünceden vaya bilen süjeden müstakil olarak dış âlemin ve nesnelerin varlığını •ve objektif bilgisini kabul eder. GÖRECİLİK (relativisme) .— Bilgimizin dujrularımız& veya zihnimize, ölçülerimize goreliğini ve bizim mutlak kesin bilgiye erişmeyip ancak olguları, olgular arasındaki münasebetleri bilebileceğimizi ileri sürer. H A YATÇILIK (vitalisme).— Arı mekanizmi reddederek hayatı maddeye, ruha ve fiziko-şimik olgulara irca olunamaz, sipesifik bir gerçek ve kendinden bir ilke olarak kabul eder. HİÇÇİLİK (nihilisme) .— Herşeyinbir görünüş ve Kuruntudan ibaret olduğdunu iddia eder. İDEALİZM (idéalisme) .— Düşüncenin biricik gerçek olduğunu ve bütün gerçeklerin aslı ol* duğunu'^ maddenin zihnin, düşüncenin bir mahsulü, bir tasarımı olduğunu ; bpylece düşünüleni düşünene irca eden sistemlerin müşterek adıdır. İKİCİLİK (dualisme).— Tabiatte veya herhangi bir düzende mutlak olarak bir birine irca olunamıyan iki ilkeyi, (soz gelimi, iyilikle, kötülüğü, rukla bedeni, madde ile kuvveti) hareketle, uzamı, hayatla maddeyi... v. s.) kabul eden doktirinlerin müşterek adıdır. 224
F : 14
İLÎMCİLlK (scientisme) .— İlimden başka muteber ve meşru bilgi» ilmî yöntemlerden başka muteber ve meşru bir yöntem, ilmî sonuçlardan başka muteber ve rne^ru bir hüküm tammıyarak ilim dışında kalan felsefe, metafizik, din, ve tasavvuf gibi bilgilerin ayrı bir bilgi alanı olamıacağım iddia eder. tMMATERYAÜZM (immaterialisme) .— Âlemin kendi kendine, tasarımlarımız ve fikirlerimiz dışında hiç bir gerçekliği olmadığını, maddenin ve türlü madde nevilerinin, nesnelerin mevcut olmadığını ileri sürer. KAVRAMCILIK (conceptualİsme) .—Umumî fikirlerin ve bütüncüllerin (univesaux) tabiatına dair bir doktirîn olup bu nesneleri temsil eden fikirlerin ferdî nesnelerden ayri bîr varlığı ve basit bir isim olmayıp zihinde kavram adı altında gerçek bir varlığı, realitede bir temeli bulunduğunu ileri sürer. MADDECİLİK (matérialisme) .— Ruhun ve ruhî özlerin varlığım inkâr ederek bütün gerçeğin biricik ilkesi olarak maddeyi kabul eder. Ve nesnelerin bütün gerçekliğini maddeye irca eder. MANtHEiZM(mHMchê'ime). — Manes'in maddeyi, kötülük İlkesi; tanrıyı İyilik ilkesi olarak, iki ebedî ilkenin varlığını kabul eden ve olup biten her şeyi bunlarla açıkhyan doktirinidir.
225
MEKANİZM(mécanisme) •— Maddenin kuvvetten (veya enerjiden) ayrı olduğunu ileri sürer, olgutarm hepsini hareketle açıklamak ister. Ve cisimlerin bütün niteliklerini mekanik kanunlarına ircaa çalışır. MİSTİSİZM (mysticisme) .— Akıl veya nicelik deneme üzerine dayanmadan muhayyile, duygu veya sezgi gücüyle ve bir takım coşma ve esirme pratikleriyle her şeyin Özü olan ilke ile, tanrı veya mutlakla birîeşilebileceğini, onlara doğrudan doğruya katışılabileceğini ileri sürer. NASCILIK (dogmatisme) .— Aklın mutlak bir değeri olduğunu, hakikatin varlığını ve hakikate, mutlaka (bilgi veya varlık) erişilebileceğini ; böylece bilginin ve metafiziğin imkânını iddia eder. OLASICILIK (probabilisme) .— Hakikatin varlığını inkâr etmemekle beraber aklın kesin bir bilgi ile hakikati, nesnelerin özünü büemiyeceğîni, anca.k az çok olası fikirler, hakikata yakın sanılar edinilebileceğini iddia eder. OLGUCULUK (phénoménisme) .— Her türlü maddî veya ruhî özün veya numenin (noumene) ve her sebebin varlığını reedderek nitelikleri ve bazı kanunlar gereğince birbirine bağlı olguları kabul eder; bütün gerçeği, bütün bilgiyi bunlara tyandırır. 226
SEZGİCİLİK (intuitionnisne) .— İlmin aieti olan zekâdan ayrı bir bilme gücü ve felsefenin biricik yöntemi olan sezgi ile doğrudan doğruya ve bütünce nesnelerin; gerçeğin özüne, mutlaka erişilebileceğini, böylece aksiyona yönelen ilmin yanında mutlakın bilgisi olan fizikötesinin mümkün ve meşruluğunu ileri sürer. ŞÜPHECİLİK (scepticisme) .— Hakikatin yokluğnuu, aklîn hiç bir kesin bilgi elde edemiyeceğini; hakikat olsa bile, tam ve sürekli bir şüphe içinde kesin bir bilgi ile hiç bir hakikate, nesnelerin özüne ve mutlaka erişilemiyeceğini iddia eder. PANTEİZM (panthéisme) .— Tanrıyı varolan her şeyin biricik, ilk ve son ilkesi sayarak her şeyin tanrı ile varolduğunu, tanrı içinde olduğnu ; böylece âlem ile tanrı arasında bir özdeşlik olduğunu ileri sürer. POZİTİVİZM (positivisme).— Olgulardan ve olgular arasındaki değişmez münasebetlarden hareketle duyularımızla alınamıyacak hiç bir bilgi konusu kabul etmiyerek, deneme konusu olamiyacak hiç bir şeyi bilinebilir saymıyarak fizikötesinin imkânsızlığını ve meşru ve muteber bilginin ilim olduğunu iddia eder. PRAGMATİZM (pragmatisme). —Hakikatin mutlak değerini reddederek ölçüsünün aksiyonda ki verimlilik, fayda ve başarı olduğunu, böylece
227.
ilimde bir aksiyon ve âlet değeri görerek hareket halinde bulunan gerçeğe ve aksiyon icaplarına göre hakikatin da türlü türlü olabilceğini ileri sürer. RUHCULUK (sph\tu*nSme).— Hiç bir başka gerçekten çıkmıyan ruhun, madde ve bedenden müstakil bir varlığı, kendi kendine biricik gerçek olduğu ; madde varolsa bile ona irca olunamayıp aksine maddeye hâkim olduğu ve her şeyin onun tabiatında olduğunu ve ruhun ölmezliğini ileri sürer. TANRICILIK (théisme).— Âlemin, âlemde olanların bir tek yaratıcısı ve âlemin üstünde, ondan önce bulunan ilk sebeb olarak tanrıyı ve onun gücünü kabul eden doktirinlerin adıdır. TENKİTÇİLİK (eriticisine).— Felsefî meseleyi ortaya koyma ve çözme bakımını temamiyle değiştirerek, içini duyulabilir âlemden, denemeden gelen verilerin ; şeklini bu verilerin düşünülebildiği zihinde doğuştan a priori kavramların veya kategoryaların teşkil ettiği bilgimizin kaynaklarınmın ve bilme güçlerinin tenkidi ile sınır ve değerini belirtir ; böylece timin konusu gerçeğin bilinebileceğini, fakat mutlak gerçeğin bilgisi fizik,ötesinin imkânsızlığını ileri sürer. t/rLi4^/MC/£/A'(conventionnalisme) •.— Ma228
tematik ilimlerin, hattâ umumî olarak ilmî aksiyomların bir takım zihnî yapılar, uylaşımlar, değişik tarifler olup buntarm birinin Öbüründen daha doğru olmadığını, yalntz indî olmayup aksiyona elverif liltk ve oygunluk yönünden tercih edilebileceklerini ileri sürer. ZİHÎNCÎLİK(intellectualisme).— Bilgi edinmekte zihnin veya müdrikenin duygu veya iradeye üstünlüğünü ve zihni» ontolojik değerini ileri sürer.
229
İÇİNDEKİLER Sahife Ön S6z
5
Yedi Hakîm'in düşünceleri
.33
Cléobule .
34
Solon . . . •
35
Chİlon
. . .
36
Pİttacos
36
Thale»
37
Bi.s .
38
Periandre
39
Pythagoras Herakleitos Parmenides . . . . . . . % . . Anaxagoras . » Demokritos Protagoras Sokrat Eflatun Aristo Epikuros Cicero Seneca Marcus-Aurelius 230
41 42 44 48 50 53 54 56 66 .82 86 93 96
Sahile Plotinos Saint-Augustin Saint-Thomas Bacon Descartes Berkeley Hume Kant • Hegel . , . . Schopenhauer Comte Cl. Bernard Spencer t James Bergson Felsefî meslekler sözlüğü
99 105 İÖ8 111 . 110 127 131 139 .155 163 170 177 181 193 207 .221
Gerek tertip, gerek tashihlerde gözden kaçan bazı eksik ve hataları bir yanlış-doğru cet' veliyle gösteremedigfimizden dolay» özür dileriz.
231
Yanlış - Doğru Cetveli Sfthife Satır
Yanlış
Dftjrü
5
4
o bir (,)
-n
„
bilgiler (,)
öbür bilgiler
*
9
alemi, bu alemin (*)
âlemi, bu âlemin
n
26
ararındak)
arasındaki
6
21
hatta (,)
hattâ
12
29
incleme
inceleme
13
7
kalpları
kalıpları
1»
12
Üzkrîne
üzerine
14
5
ürerine
üzerin*
İ9
18
düsturla
düsturlar
20
15
sevgisi
sevgisi
21
18
er
her
24
22
(epsitemoloji)
(epistemoloji)
28
8
âlemin,
âlemin
50
5
entüitif
entuvitif
33
4
VI- VU
Vll " VI
34
1
Phaèler
Phalère
131
s
».
11
hasımlarının dikkati üzerine, denemecilik
. hasımlarının, dikkâti üzerine denemecilik,
(,,) Bu> işaretle gösterilen avnı yanlış kelimeler cedvdde
ir defa gösterilmiştir.
Sahire Satır
Yanlış
Doğru
131
12
, olguculuk
138
29
zahetiae
rahmetine
141
9
birde
bir de
15
humanaea
humanae
»
16
filozofta
filozof da
144
12
îııperf zikîdir
hiperfizikîdir
»
27
konularını
konularının
7
olumu
ölümüme
8
Fichte'ni
Ficlite'nin
»
9
ihtiras
ihtirası
181
2
1093
1903
238
19
geometrik kafa (eeprit
geometri kafası (espr
220
5
yapamk
yapmak
221
*2
ve
223
23
açıklanabileceğini neslelerin
ve nesnelerin asimi gizleyeceğini. açıklanabileceğini iddia nesnelerin
duyularımızla
d uy (ularımıza
155 1 »
224 n
8
»
21
olduğunu ;
olduğuna iddia ;
226
28
yandırır
dayandırır
227
4
nesneleri ;
nesnelerin,