Bu Kitabın
İ(0İ, yeni
dengeleri
fAbamza Huzur meniz
bîlffı
İTaytn
Amacı...
ve sev£(i hissettiğiniz
her
keşfetm...
224 downloads
2260 Views
8MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
Bu Kitabın
İ(0İ, yeni
dengeleri
fAbamza Huzur meniz
bîlffı
İTaytn
Amacı...
ve sev£(i hissettiğiniz
her
keşfetme,
ve
destek
^eliftirme
ulundu, pa-ylaşma
olmaktır.
ve neşe if inde
kendinizi
£erf
ekleştir
dileğiyle...
imyaytn tasartm
ilkçağ ve Ortaçağ
felsefe Tarihi
Ord. Prof. Dn Ernst von Aster
Günümüz
Diline Vural
v/v/vı
Uyarlayan Okur
imbooks.net
^liûşiiııcebii-İm
lıitapiarıl iriYw.tA'a tmcetul. ''nbooiıs.ı\e t
YayfRBVf
tSflna/
İ'T: yayın
İbrahim Emir
Yayın Yönetmem
dOşOncebil
DiziAdf
Dizi Ysytn
tasafim
- im
kitaptarı
Yönetmeni
Dizi Adresi
Kitap
İlHçsğ ve Ortsçağ Felsefe Tarihi
Adı
1 ^
Yazar
Günümüz
DSÎne
ve Kapak
im yayın tasarım
©
im yayın tasarım
Tasanm
tSBN
Rank Aynm
Vural Okur
Uyaıtayani
Yayın Haklan
Sayfa
Ord. Prof. Dr. Emst von Aster
ve Film
1
975-7270-09-1
Seval Gf3iiift^ H TEL FAKS DATA SMS ICO E-MA İL WEB
im yayftt CC 237 34650 -
Basiii
tfnavtm ACİBADEM İSTANBUL
0 532 213 99 Î7 0.533 219 C1 37 0.532 2lâ 51 32 *90^3S21393.l 7 5 5 6 7 3 3 7 3 infotSiımbocks net tvtvw imbaoksnel
tfindekiler
Yazar Hakkında
13
Önsöz
3/
Girfş
4»
1) İfkçağ Felsefesi
47
Felsefe Nedir?
47
Felsefenin Alanı
49
Felsefe Tarihi Nedir?.
5i
Hint Felsefesi Mısır ve Mezopotamya'da
53 Felsefe
55
İran'da Felsefe
57
Yunan Felsefesinin Doğuşu
56
Milet Okulu Miletli Thales Anaksfmandras Anaksimenes
-
Milat Okulu Sonrası Yunan'da Düşünce Dionysios ve Orphik Din Pisdgor (Pythagoras) Pisagorculuk Ksenofanes ve Elaa Okulu Efesli Heraklit (Herakleitos)
64 B4 -67 72 76 78 - 79 -SO Ö7 90
Elea Okulu Devam Ediyor: Parmenides Zenon. Empedakles Anaks^goras Demokrit
96 96 102 108 ' 14 123
Tahtı Felsefecileri HeredCt Thukydidss Hesiod.
134 ^34 135 137
XVin. Yüzyif Aydtnfanma Felsefesine Kısa Bir Bakış ... Ve Son Pisagorcular. Archytas Sofistler. Protagoras Gorglas -
139 uo 140 144 148 tSI
Yunan Dramacılan ve Sofistler Aiskhylos SopfîOkles Euripides -
155 155 156 '56
Devlet Teorileri ve Son Sofistler
158
... VeSokrat
166
Kyrene Okulu.
130
Arisüppos Kynikler (Kelöiler) Okulu Antishenes
180 132 184
... Ve Eflâtun (Platon)
190
... Ve Aristo (Aristoteles)
244
Peripatos Okulu Theophrast. Slraton Aphrodisias'lı Alehsandros Aristo Sonrası Yunanda Felsefenin Konumu Stoa Okulu ve Epikürcüler Kıbrıslı Zenon Kleanttıes Chrysippos
273 273 279 230 281 283 285 287 287
Stoa Okulu
283
Bpihur. Septisizm (Şûpheciiik-Kuşkuculuk) Pyrrhon (Piron) Timon Arkesilaos Karneades İskenderiye'de Felsefe Ainesidemos Sekstus Eıvpirîkus (Sextus Empricus)
292 302 303 304 305 305 308 309 313
ona Stoa Okulu CicBra Panaitios
317 317 313
Roma Stoası Seneca Epiklet Marcus Aurelius Poseidanios Apollonios Philon....
320 320 320 320 322 327 329
Yeni EHâtuncufuk Plotinos Jamblikos (Jambiichos) Prokios Hıristiyanhk Felsefesi Paulas Tertuifianus (Tenuflian) İskenderiye'n Clemens
332 332 343 345 347 352 355 356
Kiüse Babalan (Patristİk) Dönemi Origenes Augustinus
357 359 361
2) Ortaçağ Feisefesi(Skû!astih
Felsefe)
Johannes Enugena
379 384
İslâm Felsefesi Farabi İbniStna Gazan. hniRûşö. Moses Maimuni (Maimonides. İbnİ Me'mun) İbni Haldun Anseimus....... Roscelinus (Roscelin) Abelard Gilöerl de la Porrâe Fransisken ve Domîniken'ler Brabant İl Siger Bonaventura Aquino'lu Thomas Duns Scolus Occam'lı William
387 388 388 390 39) 393 394 397 403 403 405 407 406 409 4W 415 416
9
Tdzar Hfikktnda
Felsefe Arkivi Der^isi'nde Ölümü Hakkında Çıkan Yazt
Dergimizin kurucularından
İstanbul Üniversitesi
Felsefe Ord. ProfesÖrii Ernst von Aster 22 Ekim 1 9 4 3 günü Stockiıolm'de hayata gözlerini kapamıştır. Yurdumuzda bulunduğu on iki yıl İçinde yalmz öğretici vc düşünür olarak değil, İnsan olarak da genç Türk felsefesine unutulmaz bir örnek olan E m s r von Astcr'in aramızdan ayniması, geriye doldumlmasj güç büyük bir boşluk bırakmıştır. E u boşluk onun düşün ce mirasını ileriye doğru geliştirerek doldurulabilir. B u n u sağlamak. Felsefe Arkivi için dc bir ödev olacaktır. Felsefe Arkip% Haziran 1949 Çıkaranlar; K Por^Astcr, W. Krtınz, Macİt Gbkberbf T^kiyettin Men^ü^oğlu, Mazhur Şevket Ip^iroğlıt
13
İLKÇAĞ Vft ORTAÇjiıC F E I . 5 E F E TARİHİ
İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün Konulması
üniversitemiz çok değerli ve sevimli bir öğretim üyesini Ordinaryüs Profesör von A s t e r ' i kaybetmiş bulunuyor. Astcr'in çalışmaları yalnız bağlı olduğu Edebiyat Fakültemiz ile sınırlı kalmamış, H u k u k v c İktisat Fa kültelerimiz dc bu saygıdeğer hocanın nuru ile aydın lanmıştır. Bugün Edebiyat Fakültemizde olduğu gibi İktisat ve H u k u k Fakültelerinde de yctij-tirdİği genç öğretim üyeleri onun yolunda yürümektedirler. Ernst von Aster'in aziz anısı Üniversitemizin kal binde daima yaşayacakar. Ord. Prof. Stddık
14
Sami
Onar
Edebiyat Fakültesi Dekam'ntn Konulması
O n be^ yıldan beri, İstanbul Üniversitesi ile uzakran ya da yakından ilgisi olup da, Aster admı tanıma yan bir kimseyi ben tasavvur edemiyorum. Aster, fikir hayatınm olgunluk çağını Üniversitemize ayırmış bu lunan bir profesördü. S o n günlerinde, yetişmekte olan genç insanlardan güç alarak yaşıyormuş gibi b i r iıâli vardı. A g ı r hasra olduğunu hepimi?, biliyorduk. Yalnız öğrencisine bu nu inandırmak m ü m k ü n olamıyordu. Sınıfe girdi mi, öğrencinin karşısında, gür ve sıcak sesi, zayıf bedeni nin çektiği maddî acıyı hiçbir zaman belli etmiyordu. Hiçbir otorite iddiasında bulunmadığı halde, da ima onun fikrini sorar, daİma ondan yararlanır, ona danışmadan bir şeyi yapmak istemezdik. Aramızdan ayrılması ile Fakültemizin bünyesinden bir t e m c i taşı nın koptuğunu
duyuyoruz.
H e r zaman hazır ccvap^ zarif, şakacı, özel görüş melerinde tadına doyulamayan bir İnsandı. O n u ya kından tanıyanlar, başka bir şeyin daha farkına varır lardı, ahlâkının dürüstlüğü ve ruhunun içtenliği.
15
ILKÇftĞ va OflTAÇAÖ F E L S E F E TAflIHİ
O son derece yumuşak, sevgiye ihtiyacı olan bir insandı. Kendisine karşı gösterilen her ilgiye, insanı âdeta mahcup bırakacak şekilde teşekkürle karşılık ve rirdi. Vrof. Dr. Mitzhar
1$
Şevket
îpfiroğlu
VAZAR HAKKI I^DA
Ernst von Aster'in Kişiliği
Ernst von Aster'in en yakın meslek vc b ö l ü m ar kadaşlarından birine, t^mın kişiliğini canlı olarak gös termek gibi güzel bir görev düşüyor. Rize göründü ğ ü , içimizde yaşayadurduğu şekliyle onu hayalimizde canlandırırsak bİr eski H e l e n bilimcisi vc bilgesi ile aym zamanda bir "philosophos"
vc bir "sophos'id.
karşr
karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Aster, kendisinin bir bans insanij daha yüksekteki bir görüş nokrasından zıtlıkları uzlaştırnuya çalışan bir sentcz'in insanı olduğunu söylemekten hoşlanırdı. Bir Demokritos ile bir Aristo, bir H o b b c s ile bir Spinoza, bir Freud ile bir Brentano gibi birbirlerin den pek ayn, hatta birbirine zıt filozoflan tasvir yete neğinin kaynağı, o n u n zekâsının uyma y e t e n e ğ i vc eğilir-bükülürlüğü
idi; söyledikleri daima
birleşip
canlı bir tablo oluştururdu. Bütün bİr donemin ka rakterini göstermek, ya da mantığın, ahlâkın, bilgi te orisinin öğretileri üzerine toplu bir bakış vermek gibi daha büyük ve güç bir görev ile karşılaştığı zaman, zekâsının aydınlığı ona ana çizgileri seçmek vc iyice anlaşılır şekilde tasvir etmek için gerekli gücü vcriyor-
t7
İLKÇAĞ we O R T A Ç A Ğ PELSEFE TARİHİ
du, Astcr: "Her filozofun rünebilirim^ rılmam"
düşüncelerine
bü
nokramdan
ay
derdi. Sık kullandığı sözlerden bİri şuydu:
"Amacımız^ diğince
kipliğine,
yine de kendi felsefî ^örüf yalnızca,
feptli^orii/
apık-sepih olarak
ortaya
noktalarının
olabil
ptkmandır."
Kendisinin yapısına tabiat bilimi g ö r ü ş ü uygun düştüğü haldc^ onun İstanbul'daki Protestan Kilisesi ne içtenlikle bağlı olmasa, ayinlerine gitmcsme ve son günlenne kadar para yardamlannda bulunmasına şaş mamalıyız. Dindar bir insandı^ yalnız bundan söz et mezdi. T ı b b ı n yardımıyla yeniden güçlenmek için, kendi si için tehlikeli hava yolculuğunu göze alıp eşinin ya nına gitmiş, onun yakınında ölmüştür. Profesör Dr. Wftlther
18
Kranz
VAZAfI HAKKIhPA
Ernst von Aster'in Felsefedeki Teri
Aster "Şimdiki
Zaman
Felsefesi"
adlı eserinin ön
sözünde, felsefeyi nasıl anladığını şöyle dile getiriyor: "Gerpek felsefe bı, daima,
bir konulma,
bir soru ve cevaptır;
en derin yerinden
yen bir
yakalayıp
ceva
pürütmek
iste
şüphedir."
Astcr, bir filozof olarak, nasıl bir diyalog yapmış* tır? Neler sormuş, ne gibi cevaplara varmış, başkaîannın vermiş oİduğu cevaplardan hangisini b e ğ e n m e miştir? 1 8 8 0 yılında d o ğ a n E r n s t von A s t c r , yirminci yüzyılın hemen başlarında M ü n i h Üniversite sı ^nde felsefe ile tanışıyor. B u yy\\?ız, felsefenin yeniden
ketzandtğt,
say^tnlığtnı
X I X , yüzyıhn ortalannda yıkılan
Alman İdealizm felsefesinin geride bıraktığı boşluğun yeniden doldurulmaya başlandığı dönemdir. A s t c r bu dönemi şöyle anlatıyor: "XIX. yüzyılın daki pllarda
felsefe say^tnhğmt
lim ideali£epmi}ti. manlarımızı kıyorlar; yıyorlardı. pikiiğin
Filozofa,
penlendiren
kötü niyetliler He^el nedeni
bir şair,
ve sonucudur, 19
yarısın
Terine
İyi niyetli kimseler bir sanatpt
ise onu, gereksiz
Okulu'nun
ikinci
yitirm^tİ.
diye
bir uğraşı
hızla pözülmesiy
bi
hop za
bu
H'e£fel Okulu'nun
ba sa değiba-
İLKÇAĞ ve DRTAÇAÛ F E L S E F E TARİHİ
ğimstz
düşünen son kafaları
cepheye^Efiyordti. sefesini
baft üstüne oturtuyorlardı.
ayakları
üstünde
felsefenin
ysrine
Felsefeyi çeyreğinde limi
Feuerhach^
manya'nın
tabiat
bilimini karfi
TeniKantcılık olan
hâkim
Evreni
durduruyorlardı.
aşağılamaya
ile ilcisi
Marx da
Bunlar^, kendi deyifleriyU,
de
Bu
tepki,
XIX.
son filozoftu.
yeniden istiyordu.
yüzyılın
Kant,
son
tabiat
Teni-Ka^ntfihk
bir felsefe dönemi
fel
materyalizm,
^ftfirmek
ile hakladı.
karfi
He^ei
bi Al
olmuşu."
Aster'in aktardığı bu durum, Yeni Kantçılığın Al man fe İse fesi nd eki bu hâkimiyeti X X . yüzyıhn hemen başlarında gevşemeye başlamıştır. E d m u n d
Hus-
scrl'in felsefî görüşü. Alman felsefesinde, hâkimiyeti g ü n ü m ü z e kadar süren F c n o m c n o l o j i için bir çıkış noktası olmuştur. Önceki felsefeler K a n t ' a dayandık ları halde, Fcnomenoloji Eflâtun, Aristo vc Skolastiğe geri döner, İşte Astcr felsefe çahşmalanna başladığın da, böyle bir durum ile karşılaşmıştı. Aster noloji
Fenome-
ile olan tartışmasında, Fenomcnolo)i ile hiç uz
laşmayan bir düşünür olarak felsefe tarihinde ycrİnİ alır. Derslerinde "değerler"
konusunu işlerken, de
ğerlerin ayrı bir varlığı olmadığını, bunların insan ta rafından o b j e l e r e e k l e n m i ş birer sıfat olduklarını, '^Msei"diyc ayrıca bir şeyin olmadığını, yalnızca "^Üzel bir resimin"
ya. da "^üsiel
bir manzaramn"
ol
duğunu öyle ısrarcı bir tutum ile vurgulardı ki, genç liğinde Fenomenoloji'ye karşı yapmış olduğu pt>lemiğin ateşinin o n d a hâlâ tüm canidığı ile sürdüğünü duyar gibi olurdum. Şimdi dc "felsefe tarihçisi"
olarak yaptığı çalışma
ların karakteristiğini sergilemek İsliyorum. O n u n ça20
VAZAR
HAKKİNDA
Jışmalannın ağırlık merkezini felsefe tarihi çalışmaları o l u ş t u r u r . O n u n I . D ü n y a Savaşı'nda yayımladığı eserleri hep "tarih"
çahşmalarıdır ve yanılmıyorsam,
o n u n gerçek değerini de bu "r^W*" çalışmasında ara malıyız. Nitekim
"Teni
Bilgi
Teorisinin
Tarihî"
(Descartcs'dcn H c g e l ' c kadar) adlı yapırının bugün için değerinin eşsiz olduğunu söyleyebilirim. Aster, felsefe tarihindeki çalışmaJannda ne gibi bir "metod"
kullanıyordu? B u , felsefe sistemlerini tarih
Çevresine yerleştiren, bir felsefe görüşünü, İçinde yetiş tiği d ö n e m i n manevi dokusundan türetmek isteyen "kültür
tarihi
metodu"
değildir. Sonra.: D ü ş ü n ü r ü
ağırlık merkezi olarak alıp o n u n kendi alın yazısını, dünya görüşünü ve felsefi yaratmalarını anlamaya çalı şan "biyografik
bir metod"
da değildir. B u , daha çok,
larih içinde şekillenen felsefî yöneldiğij isteyen
bunları
£eliştne
bir meîoddur.
sek: "Felsefe tarihi, kâyelerinij. dirmek
değildir.
gelişmesini kavrar.
Bundan
sefe disiplinidir. nu, insan necibi
bilinç üzerine
birtakım
ardarda
yürümek
ve kültürünün 0'sterir.
gelişmesinde
bir felsefe yapmak
düzenini
kendisi de bir
bİze, felsefenin Bununla
hibil
problematiğinin
mantıksal
böyle felsefe tarihinin Felsefe tarihi
hayat
sıralayarak
felsefe
ve bu gelişmenin
yeri olduğunu
hiy felsefe
olayları,
görü/leri
Felsefe tarihi,
gösterir
kendisine
boyunca
Astcr'in kendi deyişiyle söyler
birtakım
hirtaktm
düşüncelerin fizsisi
ne
olduğu felsefenin
da felsefi: olur."
fel
tari-
Göriildüğü
gibi Astcr için felsefe tarihi, günümüzde bazı kimsele rin sandığı gibi, gerçek felsefenin dışında kalabilecek bir şey değildir; aksine: O felsefenin tam içindedir. Astcr felsefenin tarih içindeki gelişme çizgisini b c 21
İLKÇAĞ
lirlerken "objektif"
V9 OFlTAÇAG FELSEFE
olmayı
TAPİHİ
kendisine başlıca kaygı bil
mektedir. Ancak bu da bir" filozof için kolay bir şey değildir. Ç ü n k ü filozofun kendine göre bir görüşü vardır; bu görüşü de fîlozofij tek yanlı yapabilir, ona bir felsefe anlayışım çarpık ve yanlış gösterebilir. Filo z o f bu tehlikeden, ancak^ objektif kalarak kurtulabilir. Bu objektiflik, Aster'in dediği gibi "yalmzca aractmn,
ttttkusuz
anlama
isteğidir.'^
objektifliği
olmayıp,
bir
kaytt
tutkulu
bir
V o n Aster bu m e t o d u nasıl k u l l a n d ı ğ ı m şöyle açıklar: "Tarihi "^Örüfümiin da,
anlamğtm
ğince
ipten
adtmlarım kayıt
tasvir filozofun
yaşayarak, birlikte
aracının
objektifliğin",
pizilmiş
kendi
olabildiğince,
kurtulmaya problemi böylece
yürüyerek
objektifliği
"tarihi ne
ederken,
" etkisinden
Bunu
koyusunu, onun
olabildi düşüncesinin
side etmeye çahfttm.
ile hiçbir sımrlan
"görüşümüz"
kendi
palı^tım.
Bir
ilgisi olmayan
acık
ile pekâlâ
ve kesin
bu olarak
uzlaşabileceği
inanıyorum." V o n Aster'in bu "objektiflik"
ve "açıklık"
idealini
büyük bir başarıyla gerçekleştirmiş olduğuna, yapıtla rı da, dersleri de, bu derslerini dinlemiş olan yüzİcrcc ö ğ r e n c i s i de tanıktır. O n u n bu o b j e k t i f l i ğ i , g e n ç T ü r k felsefecilerine ışık tutacak güçteydi. G ü n ü n bi rinde felsefede, Türk İnsanının da söyleyebileceği birşey olursa, o zaman Aster'in adı içten bir şükran duy gusuyla anılacaktır. Macit
22
Gökberk
YAZAR HAKKIMDA
Öğrenci Gözüyle Ernst von Aster
B e n onu, uzun yıllar yanında çalışmış bîr öğrenci si olarak görmeyi vc göstermeyi deneyeceğim. Öğrenciye göre hoca, ya çok şey bilen, ya da bil gisi kendi alanı içinde bile sınırlı olan bîr kimsedir. Profesör von Astcr, bize hiçbir zaman bilgisi sınırlı bir hoca olarak görünmemiştir. Kendisine ne sorsak, mutlaka cevap alacağımızı bilirdik. B u y ö n d e n o, öğ rencilerinin tam güvenini kazanmış bir Öğretici idi. ikinci olarak öğrenci, hocasının öğretme yetene ğine dikkat eder. Ç o k şey bilen, fakat öğrencisine pek az şey veren hoca vardır. Oysa öğrenci, az ş e y bİldİği halde, bilgisini kendisine ustalıkla veren hocaya daha çok değer verir. Profesör von Aster bu y ö n d e n eşine az rastlanır bir öğretici idi. Hemen her zaman bİr hoca, az ya da ç o k sayıda, fakat yalnızca bir kısım öğrenci tarafmdan sevilir ve tutulur, Ya karakteri, ya verdiği dersin kotlusu ya da başka nedenlerden ötürü, mutlaka öğrencilerinden bir kısmını kendisinden uzaklaştmr. Oysa Aster, hemen her hocadan daha çok öğrencisine uzak durduğu hal de, her öğrencinin kendisini o n a yakın duyduğu vc 23
İLKÇAĞ Y6 O B T A Ç A â F E LS E F E T A Fil. 11
mutlaka sevdiği bir hoca idi. En çok yararlandığımız ve haz duyduğumuz seminerler onun seminerleri idi. Ülkesinin k o r k u n ç yenilgiye uğradığı
günlerde
derslerini biraz daha isteksiz anlatsa, seminerlerinde biraz hırçınlaşsa, ya da bir gün gelmese onu elbette haklı bulacaktık. Fakar o her ders, odasından içeri gi rişinde, yine aynı Astcr olarak kaldı. Bedia
24
Akarsu
VAZAR
H,\«INDA
Ernst von Aster'den Antlar
Ernst von Asicr vc b e n aynı alın yazısını paylaştık. 1 9 3 3 yılının siyasal devrimi s o n u n d a
Almanya'da
profesör]üklerimizi kaybettik. Bizi birbirimize yaklaş tıran rastlantı bir mektuplaşma oldu. İstanbul Ünİvetsitcsi'ndc o n bir yıl birlikte çalıştık. Aster'in kansı Dixelius tsvcç'li bir yazardır. Biri müzikçi, öteki sekreter olan iki kızı vardı. Bana bazen kızlarmın mektuplarından parçalar okurdu. Kendisi Frusya'lı bir asker ailesinin ç o c u ğ u olup, büyük dedesi S a k s o n y a o r d u s u n d a n d ü ş m a n t a r a f olan Prusya cephesine geçmiş. Ailesinin
Prusya'da
asalet kazanan { "von" asalet sembolüdür) b o l ü m ü İle, Saksonya'da kaybolan asil (soylu) olmayan
bölümü
arasında, sürekli bir sürtüşme yaşamıştır. B ü t ü n bun lar onun bana anlattığı anılandır. Astcr bilgi teorisİcİ olarak psikolojizmi temsil eder. O n u n incelemelerinin psikolojik nitelik taşımasında şaşılacak bir şey yoktur. Siyasal devrimin kurbanı olan A s t c r Almanya vc İsveç'teki çalışmalarla, mektuplaşmalarla vc yabancı ülkelerde konferanslarla dolu üç yıl daha geçirdi. Al25
llJÇÇAĞua ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
manya'da kovuşturmaya uğrayan b i r ç o k profesörü konuk eden İngiltere'ye Aster'in getirilmesi tasarısı bit rastlantı sonucu gerçekleşemedi. O sırada İstan bul Üniversitesi'nce davet edildi. Berlin^n pozitif bi limler felsefesi eski profesörü H a n s R e i c h e n b a c h ' ı n yanında felsclc tarihi okutacaktı. İki yıl sonra R c i c hcnbach Amerika'ya gidince Aster sistematik
fcisefe
derslerini dc üstlendi. Hukuk Fakültesinin daveti so nunda H u k u k 1-elsefcsi derslerini okutmaya başladı. İstanbul Ünivcrsitcsi'ndeki yabancı profesörler ara sında en verimlisi oldu, Ancak onun sıkıntıları vardı. Ö n e m l i meslek dergilerini vc Idtaplannı içeren bir kü tüphanesi yoktu vc olamazdı. Batı üniversitelerindeki yüzyıllardır toplanmış yayımlar biraraya getirilemezdi. O n u n çok sayıdaki öğrencilerinden doktoraya kadar gidebilen ancak iki kişi çıkmıştır. Bunun nedeni ye tersiz çevre ve okul eğitimiyle gelen yanlışlardır. ŞöyIc ki; Okul, öğrencilerin eksiklerini gidermiyor. O k u l genç insanları yalnızca öğretilenleri almak içİn eğiti y o r , fakat öğretilenleri işlemek ve b u n u n üzerinde düşünmek için eğitmiyor. O k u l , öğrencileri İçinde Üniversitedeki ö ğ r e t i m için bir fikir o l g u n l u ğ u n a erinmiş olanları ayıklayanııyor. Bunlara: Öğrencilerin çoğunun Üniversiteyi yalnızca lisenin bir uzantısı ola rak görmeleri, orada olduğu gibi, burada da öğretile ni cn az çalışarak "öğrenmek"
İstemeleri vc yaygın ya
pıtları okumayı güçleştiren ana dillerine yeterince hâ kim olamayışları, y e t c r h yabancı dil b i l m e m e l e r i , Türkçe kaynakların yetersizliği dc eklenmelidir. Böy lece yalnızca ders kitaplarında yazılan vc derslerde an26
YAZAR HWKIN:JA
latılanları bilim olarak görüyorlar. Bunların ders ki taplarına niçin vc nasıl girdiği onları ilgilendirmiyor. E Q nedenle araştırma yapmak için gerekli tüm koşul lar yetersiz kalıyor. Sağlık durumu kötüleştiği ve aynca eski bir kalp hastas] olduğu anlaşılınca, üniversiteyle olan sözleş mesini ancak kısa bir süre için yenileyebildi. Almanya^nın yıkılmasıyla sona eren savaş sonrasında Alman üniversitelerinde görev almayı düşünüyordu. İkİ yıl ö n c e , Berlin Üniversitesi'nden davet aldı. Sağlık ne deniyle istemeye istemeye daveti reddetti. 1 9 4 8 yaz sömestrinin sonunda uçakla İsveç'e gittiği zaman yol culuğu sağlıkla bitirebilmesi kuşkuluydu. Yolculuğu yaptı fakat, ekim ayında S t o c k h o l m ' d e n uçakla îstanbuPa dönmek istediği sırada ölüm onu yakaladı. Şim di, şu anda, Ernst von Astcr'in Rcichcnbach ve arka daşları Nusret Hızır vc M ü m t a z T u r h a n
tarafinda.n
istasyonda nasıl karşılandığı çok canlı olarak gözüm de canlandı. Prof. I^r. Walter
27
P^urs
İLKÇAĞ v s ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
Ernst von Aster ve Bil^i Teorisi
üniversitemizde on iki yıldan fezla felsefe, felsefe tarihi, ahlâk, hukuk felsefesi dersleri o k u t m u ş olan Ernst von Aster'in bilgi teorisi konusundaki düşünce lerini aktaracağım. Alman yeni Kantçı felsefe geleneğine bağh olarak yetişmiş bir filozoftur. O ülkemize geldiği zaman fel sefe derslerini Hans Reichenbach okutmaktaydı. Yaşamınm büyük kısmını feJsefe tarihi araştırmalarına vermiş olan Aster son yıllarda yeniden sistematik fel sefeye dönmüştür. O n u n bilgi tcorisinia cn ö n e m l i sorunu "hakikat"
sorunudur. Doğru ve yanlış bizim
önermelere verdiğimiz sıfatlardır, Esiddenberi haki kat, uygunluk diye tanımlanmıştır. B u uygunluk ya bir ö n e r m e n i n bir objeye uygunluğudur, ya da bİr önermenin başka önermelere uygunluğudur. Bu iki görüş tüm felsefe tarihinde tartışma konusu olarak sürüp gitmiştir. Yakın zamanlarda Carnap vc Neurath gibi yeni pozitivistler bu ikİncİ görüşü inceleyerek protokoler önermeler dedikleri bir görüşü ileri sür mektedirler. Bunlar güzleyicilerin d u r u m u n a bağlı dırlar ve ancak iğreti olarak bazı kayıdar ile doğru
ol
dukları kabul edilir. Protokol önermelere dayanarak 28
VAİrtH HAKKINDA
genel önermelere ulaşılabilir. H e r önermenin hakikati öteki önermelerle olan tuîarhğindan ibarettir. O hal de doğru oİan tek bir önerme değil, büım diliyle formüllenmiş olan bütün önermelerin mantıksal sistemi dir. İğreti olarak doğru diye kabul edilen bir protokol önerme başka protokol önermelerin çoğunlukla uzlaştınlmadığı ortaya çıkmca, yanlış olabilir. V o n Aster'e göre b u teori değersiz değildir. V o n Aster hakikat ile ilgili görüşünü şöyle açıklar: Bir önermeyi
ampirik
mektir?
bana
doğru
Biri
olarak
olup olmadijğmi
den bakıyorum: na gibi
"evet doğru-, yağıyor" menin
doğrulanması
lanmasîdîK lemeler"
zaman Doğru
yağiyor"
öğrenmek
Gökyüzünü,
parladtğmı,
yor" dediğim
doğru çıkarmak
"yağmur
ne de
diyor t
bunun
istiyorum.
Pencere
bulutları,
kaldırımın
ay
açık şemsiyeleri
görüyorum
ve
diyorum.
"Evet, yağmur
bir feyUr bekiiyorum. daima
yağı
Bir
bir beklemenin
re yanlış çıkanlar
daima
öner doğru-
bu
"bek
dir.
H e r önerme algılanan bir işarettir. B u işaret da ima olacak olan b i r şeyi, b e k l e n e n gelecek
b i r şeyi
gösterir. Burada önerme tıpkı yoldan geçmeyi işaret eden kırmızı ya da yeşil ışık gibidir. O , bu işareti an layana b i r şey bekletir. A n l a m a , b e k l e n e n işaretin d o ğ r u o l d u ğ u n u gösterir. Y a n i , işaretin anlamı bu bcklcmclerdir. E e k l e m c nedir^ V o n Aster'e göre: 1) Bir yapının cephesine bakarız. B u cepheyi biz bir obje
oX^iskgörürüz.
2 ) D ü n gördüğüm bu cepheyi / j m j J ı hatırlanın. B u 29
İLKÇAÛ va ORTAÇAĞ f ELSEF& TARİHİ
rada obje değil, onun imajı,
ammsajımast
var
dır. 3 ) Binanın cephesini ararken, onu hayal g ü c ü m l e ta sarlarım. Gelecekte \^â\^ym\
beklerim.
ovtzy2^ çıkacak olan şeyİ, tasarB u bekleme g e r ç e k l e ş i r . B u
gerçekleşme tasarladığım ile algıladığım arasında bir uyuşmazdır.
Biz bilinçsiz olarak birçok şeyler
beklemekteyiz. Bunların bir kısmı bilinçte ortaya çıkar. Beklenmedik bir şey karşıma çıkınca yanıldı ğımı anlanm. Doğru diye kabul edilen her işaret h a r e k e t l e r i m i z i d o ğ r u d a n y ö n e t e n ç o k sayıda "beklemeler"\
uyandırır. Düşünerek beklediğimizi
tahmin edebiliriz. Beklemelerimiz davranışlanmızı yönetir. H e r bekleme bir davranışa bağlıdır. S ö z gelişi dışan çıkmak istediğimde, ıslanmamak için havanın açık olmasını beklerim. B e k l e m e l e r i m i z yargılanmızı ya d o ğ m l a t ya da yanlışlar. D o ğ r u ya da yanlış demek için bir önermenin doğrulanabilir ve yanlışlanabilir olması gereidr. Bu
"doğrulama"
şimdi uygulanamayabilir. Ancak o n u n m ü m k ü n vc hayal cdilcbihr olması yeterlidir. B i r bekleme nin ortaya çıkması daima tek bir beklemenin ger çekleşmesidir, V o n Astet'e göre tek b i t bekleme nin çıkışı hiçbir zaman bir önermenin tam doğru lanması değildir. Çünkü biliyomz ki h e r önerme yalnızca iğreti olarak d o ğ m d u r . Bununla birlikte her önerme "fi!ö^rw" olabilir. Haklı olarak denilebilir kİ bilimin tüm önermeleri d o ğ m değildir; yalnızca mümkündür. Onlar hakikat değil olasılık ifade ederler. Ancak bu yeni görüş Ait c r ' c göre hakikat problcmindcki ana fikri değiştir30
YA^AR HAKKINDA
m c z . M ü m k ü n önermeler dc doğru önermeler kadar doğrulanmaya muhtaçtırlar ve doğrulanma cmpirikür. Biricik farkı, mümkün bir önermenin
doğrulan
ması biraz daha karmaşıkEir. D o ğ r u bir ö n e r m e aynı deneyde doğru ya da yanlış çıkabilir. Gerçi h e r doğ rulama önermenin doğruluğunu
kanıtlamaz. Ancak
mümkün bir önermenin doğrulanması ya da yanlışlanması için b i r ç o k d e n e y l e r , istatistikler g e r e k i r . Ç ü n k ü mümkün ö n e r m e bir ölçüde, bir olgunun fre kanslarından bilgi verir. M ü m k ü n önerme de ötekiler gibi doğrulanmaya muhtaç olan bİr önermedir. Yanİ O da bir "he&leme"nm gerçekleşmesidir. Aster'e göre felsefede problemleri birbirinden ayı ran önemli "simr
kavmmlart"
lerden en önde geleni "varltk'Xii.
vardır. B u problem "Bir fey nifin
var
dır?" sorusuna cevap veremeyiz^ onu olduğu gibi ka bul etmek zorundayız. S ö z gelişi "Bilinç dır?",
"Bilincimizin
özü nedirV
iouAzn^ıhi.
nifin
var
B i z süje
vc o b j e ikiliğinin ancak bilinç yoluyla tasavvur edildi ğini biliyoruz. Ancak bilincin kendisini çözemiyoruz. Von
Aster'e göre insanda doğuştan olan biricik
şey insanın geleceğe dönük "bekleme" gücüdür. T ü m düşünce yolları buradan yaşama geçer. B u y c ı c n c k , yalnız uygar insanbrda değil, çocukta ve hayvanlarda da ortak olarak var olan bir yetenektir. Aster'in bİlgi teorisinde "bekleme" psikolojik vc tarihsel bir deneyle elde edilmiş bilinç verileridir. B u veriler deneyin doğ rulanmasını vc önermeler arasındaki mantıksal tutarlı lığı açıklar. Aster'in şüpheci yapısı, felsefesinin birçok problemlerde tam d ö n ü m noktasında durmasına ne den olmuştur. 31
İ L K Ç A C ve ÖHTAÇAĞ F t L S E F E TAHJHJ
V o n Aster'in bilgi teorisinde yer alan konulardan biri de "sebepîiHk
problemieleştirisidir.
O n u n bu
konuda, bilimsel felsefede, Kant'a karşı yapılan eleşti rilerden üzüntü duyduğunu biliyoruz V o n Aster bu konuda "bafkastntn
bilinci"
ile il
gili aşın görüşü eleştirmekle birlikte, birbirine karşı kapaE; olan bilinçlerin ancak benzeyişler ve analoji yo luyla ve yapılacak yorumlarla anlaşılabileceğine inanır. V o n Aster'in bilgi ve ahlâk felsefesi t ü m yenileş melerine karşın Kantçı geleneğin genel eğilimleri dı şına çıkmamıştır. Bir yandan m o d e m bilimin yeni ge lişmelerini izlerken, öte yandan zengin bir felsefe kül türüne sahip olan Aster, bütün problemlere ölçülü ve şüpheci adımlarla yaklaşmıştır. A u g u s t c C o m t c ve Herbert Spencer felsefelerine karşı dirsek çevirmiş, bu sîstemci ve soyut "soy^oloji"[crt
karşî olumsuz tutum
almıştır, Ord. Prof. Hilmi
32
Ziya
Ülken
YAZAB HAKKINDA
Von Aster'in Tuytmlart
1) Prinzipien der Eckcnntnisiclırc (Vcrsuch zu cincr Ncubcgründung Leipzig dcs Nominalismus) 2) Immanucl Kant 3) Geschiclite derAntiken Philosophic 4 ) Geschichtc der neucrcn Erkennmistheorie ( V o l i Descartes bis He gel) 5) Einfühmng in die Philosophic Descanes 6) Raum und Zeit İn der Geschichtc der Philosophic 7) Grossc Denkler (Lockc vc Hume makaleleri) 8) Die Französische Revolııdon in der EnnvickJung ihrer politischcn İdcen 9 ) Gcschichre der Hnglischcn Philosophic 10) Marx und die Gegcnwact 11) Naturphilosophie 12) Geschiclite der Philosophic 13) Die Philosophic dçr Gegcnwart *• Bi±
L I S T T TATFL
Leipzig Berlin ıı. Leipzig
1913 1918 1920
Bedin u, Leipzig
1921
Müııchen
1921
Mlinchcn
1921
Leipzig
1923
Leipzig Bielefeld u. Leipzig Tiirbingen Berlin l^cipzig Leiden
1926 1927 1929 1932 1932 193S
dtğilılir. Ancak elde bulunaci vc hjtırla.nabiİL-n
z e m e y e g ö r e düzenlenıııişTir.
33
MAL
İLKÇAĞ vo O R T A Ç A Ğ F E L 3 E F 6 TAR^Kİ
14) Bilgi Teorisi vc Mantık, Çcv. Macİî Gökberk
İstanbul
1945
Die Türken in der Geschichtc der Phüosophie {Felsefe Tarihinde Türkler) (Belleten 5-6) İstanbul
1938
Felsefe ve İstanbui Üniversitesinde Felsefe Tedrisatı (Vtlitft Seminer Dergisi)
İstanbul
1940
Felsefe Tarihinde Tekâmül Mefhumu (Feliefe Semineri Dergisi) İstanbul
1940
4}
Philosophise El e Anthropologie (Zum dcnktn an den früh gestorbcncn Professor der Ethik, Mclımct İzzet) (îf 23-24)
İstanbul
1940
5)
Mimesis (Felsefe Arkivi, Cilt 2, Sayı I) Bİfejnim ve Uyum FilOSûfiı I^ibniz (Leibniz, der Philosoph der Synthcse und der Harmonic) (Felsefe Arkivi CİU 2, Sayt 2)
İstanbul
1947
İstanbul
1947
Makaleleri 1}
2)
3}
6)
Ko nferansla 1)
rt
Hcgcl Sisteminin Felsefe Tarihindeki Yeri,
1936 1937
2)
Zamanımızın Felsefi Cereyan ve Doktrinleri,
1937 1938
3}
Nietzsche
1937-1938
4)
Aristoteles vc Galilei,
193S1939
5)
Faust,
1939-1940
6)
Felsefe Tarihinde Ölüm Meselesi,
1940-1941
7)
Kant'ın Ahlakı,
1941-1942
8}
İrade Hürriyeti,
1942-1943
9)
Sokrat,
1943-1944 34
önsöz
insan ve Dünya
Felsefe evreni bir bütün olarak kavramak için ya pılan bir denemedir. B u d e n e m e her yerde, evreni kuşatan derin bİr zıthktır. Bu zıtlığın ortaya çıkardığı sorun şudur: Biz onda aşılamaz bir zıtlık mı görece ğiz, böylece evren ikiye mi ayrılacak; yoksa b u görü nen zıtlığın arkasmda bİr birlik mi saklıdır. T ü m zıthklar süje ile obje zıtlıklarıdır. Felsefenin evreni bir bütün olarak kavramak İçin yaptığı denemede ortaya konulan temel soru şudur: Ben ile evren, süje ile obje, iman
ite eşyanın arasındaki
ilişki
nedir?
B u üç teorinin (düali:;m, materyalizm v e ide alizm) zıtlığı, felsefe tarihini bugüne kadar meşgul et miştir. Eski çağda en büyük zıtlık, canlı tabiatla can sız tabiat arasındaki zıtlıktır. XVTI, ve X V I i l , yüzyıl lar için ise; bilinçli tabiat ile bilinçsiz tabiat arasındaki zıtlıktır. X I X . yüzyılda Fichte ve Maine de Biran ile üçüncü bir zıtlık öne geçiyor. Şimdi ele aldığımız zıt lık, süje obje zıtlığı, süjelcrin çokluğu zıtlığıdır. Bu, h e r süjcnin kendini "ben" olarak bildiği, Öteki süjcyi "sen" olarak gördüğü ve içinde "biz"\\n
algılayan, is
teyen, iş gören süjdcr olarak birbirimize bağh oldu ğ u m u z ortak obje evreninin zıtlığıdır. 37
İLKÇAÛ va ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
Felsefe konularındaki sorunlar hiç dc sonu gelen, kanıttanmış sorunlar değildir. Bunlar d o ğ r u çözümü bulunmayan, bizi daima birçok mümkün çözümlerle karşı karşıya bırakan sorunlardır. İnsan nedir? B u , felsefenin daima üzerinde yeni den durduğu bir sorundur. Kuşkusuz bu somya bir yanıt verebiliriz; İnsan, tan vazgeçmeyen
kendi
kendini
sorun
yapmak
varlıktır. Ord. Prof. Ernst
36
pon
Aster
Girif
Modem Fizik ve Felsefe
Tabiat biliminin, daha doğrusu teorik fiziğin, son elli yılda şaşılacak bir gcHşme gösterdiğini bilirsiniz. Relativite vc Kuant teorileri, bu konulara y a b a n c ı olanlardan belki de daha büyük bir çaba istemektedir. B u teorilerin bize getirdikleri altüst edici yenilikler den ç o k , bunların fizik vc felsefe tarihinde nasıl haztrlandîklarmî
dile getirmek istiyorum.
Fizikte, diyor Newton,
üç şey kabul edilmelidir:
1) S o n s u z ve her yerde aynı, üç boyutlu mekân, 2 ) Aynı şekilde akan, sonsuz zaman ve, 3 ) Mekâna yayılmış, boş mekân İçinde birbirlerini belli bir güçle çeken somut noktalar. B ü temel üzerine Newton, yıldızların hareketi ka nunu ile Galİle'nin düşme kanununu aynı ilkeye bağ lamak olanağı veren mekaniğini kuruyor. Leibniz,
N e w t o n ' u n benimsediği mutlak mekân
ve mutlak zamana hücum ediyor. Mutlak mekân ile mutlak zaman var ise, mutlak bir hareket dc vardır. Ancak güneşin, dünyanın, insanın mekâna g ö r e hare ket edip etmediğini belirleyemeyiz. B e l i r l e n e n h e r hareket relativ'Ğit,
bir cisme 41
göredir, mekârıa göre
İLKÇAĞ ve OflTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
değildir. Böylece bir cismin bulunduğu yeri, mekân da bir yer olarak belirleyemeyiz, ancak öteki cisimlere göre belirleyebiliriz. Oysa mtıîlak mekan her cisme mekânda böyle mudak bir yer belirleme olanağı verir. Einstein's,
dönelim: H e r hareket belirlemesinde
relatİvite ilkesi, tüm fizikte değil, yalnız mekanikte geçerlidir. Mutlak bİr hareket hiçbir zaman belirlcnem e z yargısı, tüm fizik alanında doğrudur. Bundan şu sonuç çıkar: H e r yer için geçerli zaman ölçüleri yok tur, belki de yalnızca belli bir nokta için geçerli olan zaman ölçüleri vardır. Evren zamanı y o k t u r , yalnız her yerin bir zamanı vardır. Zamanımızda şaşılacak bir yenilik sayıUn ikinci fi zik teorisine, kuant teorisine gelince: [şık, zamanda mekân boyunca yayılan b i r hareket tir. Fakat ne çeşit bir harekettir? Daha başlangıçta iki teori bu noktada birbiri ile karşılaşmış bulunuyor. Newton emission
teorisini
ileri sürdü; bu teoriye gö
re, ışık veren cisimden küçük parçaların saçılmaları gerekiyordu; Hollandalı H u g g h e n s dal^n
îeorisVm
ortaya attı. B u teoriye göre ışık, ışık veren cisimden çıkan bir dalga hareketi idi. B u iki teoriden zaman içinde benimseneni dalga
teorisi
o l d u . Işık ile ışık
birbirine rastlayînca, yalnız daha parlak b i r ışık halin de birbirini kuvvetlendirmekle kalmaz, bcİki kararta bilir, söndürebilir dc. D a l g a tepesi dalga tepesine rastlaymca, dalgalar birbirini kuvvetlendirir, dalga te pesi dalga çukuruna rastlaymca birbirlerini giderir, X X . yüzyıhn başmda, dalga teorisinin kesin üstünlük kazanmış gibi göründüğü bir sırada emission
teorisi
ile anlaşılması m ü m k ü n olan başka olayların da var 42
GİRİŞ
olduğu keşfedildi. Bazı cisimler, sözgelişi alü^or duru muna gelen gazlar ışık saçarlar vc ışığı emerler. Işık saçmalan vc emmeleri ilk kuantum tam kadarı şeklin de sıçramalardır, sürekli değişmeler değildir. İki te oriden de vazgeçemeyiz; bunu mümkün yapan bîr deney olmadıkça, bİri ya da öteki lehinde karar ver menin olanaksızlığını modern fizik dc kabul etmiş bulunuyor. H e r iki teori -cisimcikler
teorisi
ile dalga
teori
si- aynı ölçüde gereklidir. Fakat onları birbirine nasıl bağlamalı? B i r hareket aynı zamanda nasıl hem parça lardan hem dalgalardan oluşabiliyor? B i z y a l n ı z c a şöyle söyleyebiliriz: Iftmalar
bazen
parpalardan,
zen dalgalardan
hareket
ediyor,
olufmupğibi
Mach doğru bir şeyi sezmiştir: Atomların, antumların biteceği
^erpekten
bir sınır vardır,
örneğinde
bugeperli
di özelliklerini ile
fakat
hareket
olmuyor, pünkü
de eklemek
eden parçacığın imap
henüz gösterilebileceği
ıpıma
imajı
ilk kuv£
eden
bu parpacığa
zorundayız^ ile değil,
ba
bunlar ancak
ölpüleparpacık ken hareket dal^a
anlatılahilir.
M o d e m fizik bİze, içinde yaşadığımız vc tanıdığı mız evrenin, yani tabiatın; bizim kendi evrenimiz ol d u ğ u n u , merkezinde, araçlarıyla gözlem yapan, öl çen, ölçü sonuçlarını toplayan insanın bulunduğunu açıkça gösteriyor. Nasıl her hayvan kendi evreninde, duyularmın kurduğu ve içinde organlarının çalıştığı evrende yaşıyorsa, insan da böyledir, İ n ş a m a evreni, içinde yaşadığımız vc tanıdığımız bu evren, çeşidilik gösterir. Bize has büyüklük oranları evreni, bize her tarafinda aynı görünen mekân evreni vc aynı şekilde 43
İLKÇAĞ vfl O R T A Ç A Ğ F E L 5 E F E TARİHİ
akan bîr zaman içinde görünebilen ve dokunulabilcn cisimler evreni. B u evren moleküîler evreninden yıl dızlar evrenine kadar uzanır. B u e v r e n b i r yanda atom biiyüldüklcn oranı evreniyle, öte yanda astro nomik büyüklükler oranı evreniylc sınırlanır. Ord. Prof. Entst
44
von
Aster
tlkpağ Felsefesi
Felsefe Nedir?
BiJgelik sevgisi, hakikat sevgisi anlamına "phİlosopkİe"
gelen
YunAr\.Q^ bir kelimedir. Philosophic ke
limesinin ilk kez ortaya çıktığı zaman diliminde iki düşünür tipi vardı: Bunlardan bir bölümü
"philosop
hos" bilgeliği anyor vc hakikati elde etmeye çaJışıyordu; ötekiler "sophos"
İse, bilgeliğe ve hakikate sahip
olduklanna inanıyorlardı. O halde ^philosophos^',
keli
mesi insanın hakikate ulaşmak İçin çaba göstermesi gerektiğini ifade eder. B u özel anlamını bir yana bıra kırsak, felsefe genelde bilim anlamına gclir. Yalnız bu görüşü belli bir biçimde smırlamak gerekir. H e r bilimin meydana gelmesinde belli başlı iki se bep etkili olur: Birinci sebep, bİr şeyİ bilmeye çahşmamız, yani evrenin yapısmm nasıl olduğunu bilmek için gösterdiğimiz çabadır. A m a c ı yalnızca b i l m e k olan bu teorik birinci sebepten başka bir dc pratik bir m o t i f olan ikinci bir sebep vardır. Biz yalnızca evreni bilmek istemek ile yetinmeyiz, ayrıca bîr de o n a hâ kim olmak isteriz. Eski Yunanlılar felsefe kelimesinin karşıtı olarak "teknik"
kelimesini kullanıyorlardı, h'clsefc, evreni 47
İLI^ÇAtS ve QRTACAO f e l s e f e TAflİHi
kavramaya çalışan teorik araştırmalanmızın bir bütü nüdür. Teknik ile tüm zcnaat vc geleneklerdcki fhürfetlerdcki)* pratik yetenekler ve metotlar anlaşılır. Fel sefe evreni kavramak çabası, teknik İse eşyaya pratik amaçlarımıza yarayacak bir biçim vermek çabasıdır. G ü n ü m ü z d e felsefe daha özel ve de daha sınırh bir
anlam kazanmıştır. Btıgün bİr yandan felsefe ile
felsefe disiplinlerini, öte yandan da bağımsız bİlimScrin her birini tek tek diğerinden ayırıyoruz. Felsefe d e n i l i n c e , evreni bir b ü t ü n olarak anlama çabasını kastedeceğiz. Evreni bir bütün olarak anlama çaba sından, daha İlkçağda var olan bir felsefe disiplini, "Metafizik"
d o ğ m u ş t u r . Metafiziği ilk kez kuran
Aristo'dur. Aristo metafiziği kurmuş olduğu halde, o , bu kelimeyi kullanmamıştır. Aristo, bu felsefe disipli ninin kendisine konu olarak aldığı alana "İlk
Felsefe"
adını vermiştir. İlk felsefe tüm varlıkların özünü, son nedenlerini araştınr ve özellikle de evtenitı yapısmı ve ö z ü n ü bilmek ister. Evrenin özünü bir bütün olarak kavramak isteği^ tarihin başlangıcından beri vardır. B u g ü n , metafiziğe ya da A r i s t o ' n u n ilk felsefesine karşılık, evrenin çeşitli alanlarını kendilerine k o n u alan bağımsız bilimler vardır. Evrenin özü ve aslı probleminde, metafizik, zaman bakımından bağımsız bilimlerden daha öncedir. Ö z e d e : Ö n c e felsefe var dır, bağımsız bilimler sonradan felsefeden ayrılarak ayrı birer bilim dah haline gelmişrirlcr.
Hürfet KELIMESIRIIR t a m karşıl!.ğını b u l m a k liim ç a ö a l a r a r a ğ m e n mümkün OLMATİJ.tV.Ûkjr)
48
İLKÇAÖ F E L S E F E S İ
Felsefenin Alam
Evreni bİr bütün olarak kavramak çabası yanmda, filozofları sürekli ilgilendirmiş olan başka problemler de vardır; Evrenin na-sıldtr? Evrenin
aslı nedir? Evrtnin
Ben kimim? yaslısı
insanın
nedir? insanın
ya-pısı ve
aslı ve anlamı yaslısı
nedir?..
tipimi nedir? Görül
düğü gibi, felsefede; başlangıcından bugüne^ evreni bilmek problemi yanmda bİr de kendimizi bilmek, ta nımak problemi yer almıştır. Aynca, felsefenin meta fizik disiplini yanında, ö t c d c n b c r i , bir dc (etik)
"ahlâk"
disiplini bulunur. Metafizik var olanı, hakikat
olanı bilmek ister, bunlann kaynağını araştırır. Ahlâk ise olanı değil, olması gerekeni araştırır, İyİ ve kötüyü kendisine konu yapar. Şöyle de denilebilir: Evrenin kaynağını ve iç yüzünü bilmek isteyen teorik felsefe yanında, bir de insanın yürüyeceği yolu gösteren pra tik felsefe, yani ahlâk vardır. Buradaki "pratik" mesi, sözünü ettiğimiz "teknik"
keli
kelimesinden tama
men farklı bİr anlam taşır. T e k n i k , İnsanın kendisinin koyduğu birtakım amaçlara ulaşmak için hangi yolları izlemesi gerektiğini gösterir. Pratik felsefe ise yaşamın anlamını vc kendimize ne gibi amaçlar koymamız ge rektiğini araştırır. ^'7yj" kavramından başka bu kavrama yakın olan bir de "güzel"
kavramı vardır. îyi ve kötünün ne olduğu 49
İLKÇAÖ ve O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TABİHİ
yanında güzel ve çirkinin ne olduğu da sorgulanır. Böylelikle, '^ws*/'l kendisine konu atan "estetik",
ah
lâk disiplini içinden ayrılarak bağımsız bir disiplin olufFelscfcnin bu iki ana disiplini -metafizik lâk-
ve ah-
yanında bİr üçüncü disiplini daha vardır; B u da
"manttk"
(îqgik)x.\v. Mantık doğru olan bilginin bili
midir. Metafizik ve ahlâk da dahil her bilgi mutlaka hakikate ulaşmak ister, h e r bilim sürekli olarak doğru bilginin peşindedir. Burada "hakikat sıl elde ederiz'?" "acaba
hakikate
mdir,
bunu
na
problemi ortaya çikar. Yine burada, ulaşmak
bizim
için
mümkün
mü
dür'?" sorusunu kendimize sorarız. Felsefe denilen düşünüş, sözünü ettiğimiz bu ana problemlerden oluşan bir dokumaya b e n z e r . Acaba felsefeyi oluşturan bu üç ana problemin arasmda ne türden bir bağ vc İlişki vardır? B u soruyu bize yalnız ca tarihi bir gözlem açıklayabilir. Yani ancak düşünce tarihinin akışını izleyerek felsefenin bu üç ana disipli ni arasındaki ilişkiyi açıklamak m ü m k ü n d ü r . Felsefe b a ğ ı m s ı z bilimlerden özellikle bir n o k t a d a ayrılır; herhangi bir bağımsız bilim ile, bu bilimin tarihi geli şimi dikkate ahnmaksızm, bu bilim disiplini içinde ça lışmalar yapmak m ü m k ü n d ü r . S ö z gelişi matematik ile uğraşan İnsanın, matematiğin tarihini, dc bilmesi gerekmez. Kuşkusuz bununla, bağımsız bilimlerin ta rihînin gereksizliğini söylemek istemiyoruz. Bağımsız bilimlerin tarihî gelişimini araşurmak ve bilmek elbet te yararlıdır. Ancak felsefede bu tarihi gelişmeyi bil m e k yalnızca yararlı değil aynı zamanda zorunludur. Çünkü felsefede derinleşmek isteyen, felsefe tarihi ile uğraşmak zorundadır. Felsefe 50
tarihsiz
felsefe
olmaz.
I L K Ç A S FELSEFESI
Felsefe Tarihi Nedir?
Felsefe problemlerinin anlamını kavrayabilmek, bu problemlerin tarihini izlemeyi gerektirir. Bunun içindir ki, felsefe tarihi bir felsefe disiplinidir, hem dc felsefenin çok önemli bir disiplini!.. Felsefe problem leri tarihi akışları içinde dikkate ahnır. B ö y l e c e on ların birbirine ne kadar bağh olduğunU;, birinin öteki lerden nasıl çıktığım g ö r m e k mümkün olur. Felsefe tarihi bize bağımsız bilimlerin felsefe çerçevesi içinde nasıl oluştuğunu ve sonradan felsefenin ana kucağın dan ayrılarak nasıl bağımsız bir disiphn oluşturduğu nu gösterir. B u nedenledir kİ felsefe tadhi, felsefeye girişi çok kolaylaştırır. Felsefe tarihînin Özünü daima felsefe problemlerinin kendisi oluşturmuştur, F e b e f c tarihi konusuna böylece değinince karşı mıza şu soru çıkacaktır: Felsefe man
ve nerede
tarihi
acaba
ne za
başladt?
Felsefe; insanın evrenin yazgısı, evrenin yapısı ve bir de kendisinin aslı ve anlamı üzerinde düşünmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır. İnsan bu problemleri düşünmeye başlayınca bunların en azından bir kısım cevaplarının var olduğunu hemen sezinler. Bu cevaplar insanın bağlı olduğu dinde ve bu dinin efsanelerinde 51
İLKÇAĞ ve ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
(mitos) vardır. Bu nedenledir ki din, söziinü ettiği miz problemler üzerinde düşünürken her zaman fel sefeye öncülük eder. Felsefe insanın bİlİnçlİ düşün melerinin ürünü olduğu halde, din insanın bilinç dışı yaşamının, fantezilerir^in bir yaratmasıdır. Felsefe, başlangıcından günümüze, daima eleştiricidir. Felsefe bir sorunun cevabım daima eleştirici bir g ö z l e araştınr, oysa dindeki fanteziler (mitler) her şeyden önce bir inanç konusudur, dînde yalnızca İnanılır. Olaya felsefenin eleştirici düşüncesi karışınca, bu efsaneler den ( m i t l e r d e n ) kuşku duyulmaya başlanır. Felsefe din^ efsane (mit) ve törelerin eleştirisi ile başlamışur.
52
İLKÇAÛ F E L S E F E S İ
Hint Felsefisi
Sözünü ettiğimiz eleştiriyi çok eski zamanlardaki bir örnek ile açalım. Ru örnek Hİnt felsefesinden ola cak. Eski bir H i n t dini olan "Brahma" lan "veda"
dininin kural-
denilen kitaplarda toplanmıştır, V e d a ' l a r ,
farklı zamanlarda yazılmış olan çcşİriİ eserlerden olu şan bir çeşit ansiklopedidir. Bn din kitabının daha es kiye ait bölümleri binakım ilâhilerden vc beyitlerden oluşur. D a h a yenİ bölümleri ise bu ilâhi ve beyitlerin felsefi yorum ve açıklamalandır. Fakat "B.İ£vedft"
de
mlen cn eski bölümlerinde bİlc bazı felsefi düşüncele re rastlanır. S ö z gelişi bu en eski bölümlerde bLilunan ünlü bir beyitte "Tanrılar
vs ınsanlur
hu evrende
sorusu sorulur. Beyiri ya
acaba
ne vardt?"
h^Tiüz
yokken
zan. Tanrıların varlığından hiçbir zaman kuşkulan maz, fakat Tannlan evrenin bir parçası olarak kabul lenir vc onları evrenin yapısına dahil eder. Tanrıların da içinde bulunduğu bu evrenin elbette bir başlangıcı olacaktır. Acaba ilk sebep nedir? Bu soruyu Rigveda'nın yazarı, açık olmayan bulanık birtakım fikirler öne sürerek, şöyle cevaplar: "Evren var olmazdan ce ne var olan ve ne de yok olan, yani varhk arasmda
bir feyin bulunması S3
gerekir.
ön
ile yokluk
Bu ne var ve ne
İLKÇAĞ «9 ÛRTAÇAÛ F E L S E F E TARİHİ
de yok olan şeyin yaratıcı
bir güp olman gerekir.
" Ya
zar bu gücü doğanın yaratıcı g ü c ü ile karşılaştırdıktan sonra beyit şöyle son bulur; "Herhalde duğunu yok
bilen bir kimse vardır.
evrenin
Yoksa bunu
ne ol
bilen
biri
mu?.." Bu türden düşünceleri i!k felsefî açıklamalar olarak
benimseyebiliriz. Bunlar felsefe alanındaki İlk adım lar, ilk denemelerdir. B u sorular ile evrenin başlangıcı problemine bir biçimde cevap aranmış oluyor. Görül düğü gibi b u türden konular üzerinde
düşünmeye
başlayan insana artık dinin kuralları yetmemektedir. İnsan bunları cicşürmck, bunların dsşına çıkmak ge reksinimi duyar İlk kez Veda'larda belirsiz ve bulanık bir biçimde ortaya çıkan bu anlayış, ilk felsefe anlayı şıdır. Felsefi düşünce her yerde dinin inanç vc mit'lcrindcn, tıpkı VedaUarda karşılaşıldtğı biçimde, ayrıl maya başlar. "Felsefi düşünce lamıştır?"
nerede ve ne zaman
baş
sorusunun cevabı ancak şu olabilir:
insan
nerede kendi düşüncesiyle dinsel inanpiara karşı bir re aksiyon göstermiş vc inancın dışına
mi duymuşsOy o anda pek anlamda,
pıkmak
orada felsefî düşünce,
gereksini
saf ve ger-
başlamış olur.
Hint felsefesiyle ilgili b u örneklemeyi yctcrii say malıyız. G e r ç i H i n t felsefesi ç o k dikkat çekicidir. H i n t felsefesi hiçbir zaman kendisini dinden tam an lamıyla soyutlayamamıştır. B u n u n içindir kİ Hint fel sefesi, özellikle bir rahip felsefesi o l a r a k kalmıştır. Kendisini dinden tamamen soyutlayarak bilimsel bir biçimde gelişen felsefe, eski Yunan felsefesidir.
54
İLKÇftfi F £ L S E F £ S İ
Mtstr ve Mezopotamya'da Felsefe
T ü m tarihi araştırmaların asıl amacı kendimizi an lamak, bizi vc zamanımızı oluşturan nedenlere açıklık kazandırmaktır. B u n u n içindir ki, her tarihi araştır manın kültür tarihi çerçevesi içinde yapılması gerekir. Yalnızca birtakım bağımsız tek tek uluslar ve ırklar yoktur, bir de uluslann ve ırkların ait oldukları kültür çevreleri vardır. Bizim mensubu o l d u ğ u m u z
kültür
çevresi Avrupayı, batı Asyayı ve kuzey Afrikayı kapsar. Bizim kültür çevremizden başka öteki kültür çevreleri de vardır. Söz gclişİ H i n t ve Çin kültür çevreleri gibî. Ancak bunlar bizim kültür çevremiz ile yalnızca gev şek bir ilişki içindedir. Bizim kültür çevremizin tarihi milâttan aşağı yukan 4 - 5 bin yıl önce Mezopotamya'daki Dicle ve Fırat nehirleri boyunca, öteki de Mısır'da Nil nehri vadisin de kurulmuş olan S ü m e r ve Mısır devletleri ile başlar, Külrür tarihimizin başlangıcında bulunan b u iki dev l e t , e k o n o m i k , siyasal ve b i l i m s e l b a k ı m d a n ç o k ö n e m l i şeyler yapmıştır. B u iki devletin e k o n o m i k alanda en büyük başarılan, kıyılarında yaşadıktan ne hirleri iyileştirmeleri, büyük bir kanal sistemi ile bataklıklan kurutmalan, böylelikle daha çok ürün alarak 55
İLKÇAĞ V 9 ORTAÇAĞ f E L S E f E TaRJJHİ
daha çok nüfusu beslemek olanağına kavuşmuş olnıalandır. Siyasal alanda ise bunlar, t a m a m e n kapalı ve tekdüze olan tutarlı bir devlet sistemi kurmuşlardır. Eu tutarlı sistem, her şeyden ünce, başta hükümdann bulunduğu bir bürokrat sınıfına dayanıyordu. Bu İki devletin ekonomik alandaki başanlajı bu güçlü birliğe dayalı devlet yapısıyla mümkün olmuştur. Matematik, geometri vc astronomi bilimleri bu devletlerde oluş muştur. İlk kez bu devletlerde görülen rasyonelleşmİş ranmm, sözünü ettiğimiz bilimler yardımıyla oluştu ğunu söyleyebiliriz. Yıldızlann gözlemlenmesi takvim açısmdan önemlidir. Takvim İse tanmda ç o k önemli dir. Kapalı ve düzenli devlet sistemi, bürokradar smıfimn oluşmasma neden olmuştur. Bürokradar sınıfı ra hipler ile sıkı ilişki içindeydi. Sümedcrin ve Babİllilerin tapınakları aynı zamanda birer gözlem evi (rasathane) idi. B u tapınaklarda ilk kez güneş vc ay tutulmalanmn çizelgeleri düzenlenmiştir. Buradaki astronomi henüz din ile sıkı bir bağlılık içindedir ve daha ç o k astroloji niteliği taşır. B u nedenledir ki bu eskİ toplumlarda g e r ç e k anlamda bilim ve felsefeden söz e d i l e m e z . Çünkü her türlü bİlgi din etkİsindcdir. Özellikle Mısır geometriyi yaratan ülkedir. Mısır'da geometri doğal gereksinimlerden oluşup gelişmiştir. Bu gereksinimle rin başında Nil'İn her yıJ su taşnıalanna sebep olması gelir. Su taşkınlanndan sonra bataklık haline gelen ta rım alanlarım yeni baştan düzenlemek
zorunluluğu,
Mısır'da geometrinin ortaya çıkmasının başlıca nedeni sayılır. Mısır'da pratik gereksinimlerden doğan bu bi lim tamamen yöneticilerin tekelinde idi. Mısır ve M e zopotamya ilkçağın İkİ muhteşem iş alanıdır. Bu iş alanları sıkı bir disiplinle örgütlenmiş olup, görevler arasında işbölümü vardır. 56
İLKÇAÛ F E L S E F E S İ
İran 'da Felsefe
ilkçağın bu en eski kapalı devletlerinden, büyük imparatorluklar d o ğ m u ş t u r . B u n l a r ı n ilki İ r a n ' d ı r . İran hükümdarları İran'dan başka M ı s ı r , M c z o p o tamya ve Küçük Asyaya hakini olmuştur. İran topraklannda ç o k özel bir din olan Zerdüşt dinİ d o ğ m u ş tur. B u din, sürekli bir çelişki içinde bulunduğu var sayılan iyi ile kötünün çatışmasına dayanır. B u dinle ahlâkî motifler birer metafizik güç haline gelmiştir. Evren ise büyük bir dramatik olay olarak algılanır. T ü m insanlık tarihî kötü güç ile iyi gücün, karanhkla aydınlığın çatışmasından oluşur ve b u çatışmanın ya pıldığı alan ise insan ruhudur. B u çatışmanın sonun da iyi k ö t ü y e , aydınlık karanlığa üstün g e l e c e k t i r . İran dinindeki bu evren görüşü çok çarpıcıdır, ancak yalnızca rahiplerin malı olarak din çerçevesinde sıkışıp kalmıştır.
57
İLKÇA5 va O R T A Ç A 6 FELSEFE TARİHİ
Yunan Felsefesinin Doğuşu
Milâddan 5 0 0 - 6 0 0 yıl ö n c e l e r i n d e İ r a n devleti Avrupayı da hâkimiyeti altına alıp etkinliğini yaymaya çaba harcamıştır. B u girişimleri, özgürlük âşığı küçük bir ulus olan Yunanlıların direnişi ile karşılaştı. Yunanhlar İranhiann çok güçlü, donanmasını yok etmeyi vc ordusunu denize dökmeyi başardı, Böylece kültür çevremizin tarihinde yeni bir ulus olarak Yunanlılar sahneye çıkmış oldu. Yunanlıların İranhian bozguna uğratmaları, ulusal birliklerini belgeleyen tek görüntü olarak kalmıştır. Çünkü bu özel karakterli ulus, Babil, Mısır vc İranh iann aksine, sürekli olarak dağınık bir yaşam sergile miştir, Yunanhlar tarihlerinin hiçbir döneminde sis temli ve bütüncül bir devlet kuramamışlardır. Sürekli biri ötekiyle çatışmış ve iç savaşlar ile kendilerini yıp' ratıp bitirmiştirler. Y u n a n c a d a "polis"
kelimesinin
hem kent hem de devlet anlamına gelmesi dikkat çe kicidir. Yunanda her kent bağımsız bir devletti, Çaüşmalar yalnızca bu bağımsız kent devletleri arasında olmaz, aynı kent içindeki sınıflar ve bireyler arasında da sürdiiriilürdü, Eski Yunanlılar tam anlamıyla sen-ben çekişmesi içinde yaşayan insanlardı. Onlann örgüdü ve 56
İ L K Ç A C FELSEFESİ
sistemli bir devlet kuramamış olmalannm ö n e m l i ne denlerinden biri bu kişilik yapılarmdan kaynaklanır. Siyasal açıdan büyük sakıncalar taşjyan bu özellikleri, bir bakıma olumlu sonuçların da hazırlayıcısı olmuşrur. Şöyle ki; Yunanlılarda rahipler sımfinın oluşması bu karakter yapjlanmn bJr sonucu sayılmalıdır. Yuna nistan'da zamanla rahipler sınıfının yerini düşünürler topluluğu almıştJr, Yunan dinini rahipler değil şairler yaratmıştır. B u dinin babasının H o m e r
olduğunu
söyleyebiliriz. B u sanat çeşnili dine karşı, daha dinin kuruluşunda, fikir eleştirileri başlatılmıştır. Eski Yunanlılar üç büyük kabileden oluşnrıuştur; Köy kökenlilerin oluşturduğu EoHa'hlar,
güneyde
oturan vc asker kökenlilerin oluşturduğu
Doria'hlar
(Ispartablar bu boydandır), tüccar ve denizci kökenli lerin oluşturduğu Jonia'Hlar.
Denizci ve tüccar her
ulus gibi İ o n i a ' l ı l a r da meraklı vc araştırıcı idiler. Aristo'nun dediği gibi, bilimin temelinde m e r a k ve araştırmacılık ruhu ve yeni bir şey karşısında duyulan şaşkınlık vardır. G e r ç e k felsefenin yaratıcısı Yunanlı lardır. A n c a k felsefeyi İ o n i a ' l ı Yunanlar yaratmıştır demek daha doğru olur. ionia'lılar çeşitli yerlerde vc dc özellikle Anadolu sahillerinde koloniler kurmuş tur. Yunan kültürünün yüksek düzeyli ürünlerini ilk kez M . Ö . 6 0 0 yıllarında bu İonia kolonileri oluştur muştur. B u gelişme uzun sürmemiş, kuruluşlarından yarım yüzyıl sonra kolonileri İranldar işgal ermiştir. Bundan sonra Iranlılann Yunanistan'ın Avrupa yaka sına saldınlan başlar. Bilindiği gibi, Yunanlıların bir leşmesiyle bu Saldın sonuçsuz kalmıştır. Zafer ile so nuçlanan İran savaşları Yunanistan'ın gerek siyaset, 99
İLKÇA6 tfaOHTAÇA ç o k yararlanmışlar dır. Ancak Mısırlılarda geometri pratik gereksinimlere bağlı olan bir teknik olmaktan öte gidememiştir. O y sa Yunanlılar geometriyi teorik bir bilim haline getir mişlerdir, A n a k s i m a n d r o s ' u n felsefesine ait bilgileri Aris to'dan ö ğ r e n i y o r u z . T h a l e s her şeyin temeline "su"y\ı^ okyanusu koymuştu. O n u n bu düşüncesinde, kuşkusuz denizin büyüklüğü ve uçsuz bucaksız olma sı önemli rol oynamıştır. Okyanus sonsuz ve sınırsız olduğundan sonsuz sayida yenİ varlıklar yaratmak gü cüne sahiptir. Anaksimandrus okyanusun b u özelliği ni ele alıyor ve özellikle bu niteliğinden yararlanıyor. O n a göre herşeyin başlangıcında bitmez sınırsız birşeyin, "Apeiron"un
bulunması
tükenmez gerekir.
Herşeyin kendisinden çıktığı temci madde, hiçbir za man soyut birşey olarak düşünülmemelidir; onun lek bir özelliği vardır: Sonsuz ve sınırsız olması. Anaksimandros'un bu görüşü bİr başka görüş ile ilgidir: Spinoza'ya
göre birşeyİ tam olarak belirlemek
istersek, sürekli bu şeyin olumsuzu İle karşılaşırız. B u durumu somut bir örnekle açıklayalım: B i r şeye kır mızıdır derken, bu şeyi yeşilden ve sarıdan ayırmış oluruz. B i r şeyin sıcak olduğunu söylemek^ onun so ğuk olmadığını da söylemek demektir. S o n u ç olarak, 66
İLKÇAâ
FELSEFESI
bir şeyi belirlemeye kalkıştığımızda karşımıza sürekli olarak onun karşıtı çıkar, B u şeyin olumsuz olarak da belirlenmesi gerekir. B i r başka deyişle; H e r nitelik zorunlu olarak karşıtı bir niteliğin de varlığını gerekli kılar. Yanİ bir şeyin var olabilmesi için bunun karşıtı nın da var olması gerekir. Anaksimandros felsefesinin kaynağını İşte bu göriiş oluşturur. O n a göre: Suyun var olması için mudaka kara parçasının da var olması gerekir. Çünkü bunlar karşıttırlar. B u nedenledir ki h e r şeyin başlangıcında var olan temel maddenin son suz olması gerekir. Aksİ halde bu t e m e l m a d d e n i n kendisi de bir nitelik olarak kalır vc her nitelik gibi onun da bir karşıtı bulunur. Anaksimandros'a Apciron'u ana madde olarak ka bul ettiren, bu türden soyut düşünceler o l m u ş t u r . Çeşidi maddelerin Apciron'dan nasıl meydana gcldi^ ğini de A n a k s i m a n d r o s açıklamak d u r u m u n d a d ı r . O n a g ö r e : T e k tek şeylerin meydana gelmesi için Apeiron o şeylerin karşıtlarına bölünür. B u b ö l ü n m e olayından önce karanlık ile soğuk olanlar ve aydınlık ile sıcak olanlar ayrılmıştır. T o p r a k karanlık ve soğuk, hava aydınlık vc sıcaktır. Anaksimandros'a göre dün ya evrenin merkezindedir. Dünya durgun ve düz ol mayıp, eni boyundan daha büyük olan bir silindir bi ç i m i n d e d i r . H a v a b o k l u ğ u n d a h i ç b i r şeye dayan maksızın yüzer. Evrenin merkezini oluşturan şeyin h i ç b i r şeye dayanmaması g e r e k t i r . Aristo A n a k s i mandros'u fizikçilerden saymakta, onu eski din bilim cilerin karşıtı bir düşünür olarak benimsemekte haklı dır, Anaksimandros'un yapıtlanndan pek azı bize ulaş mıştır. Yine dc onun evren konusundaki görüşünün 69
ILKÇAĞ
ORTAÇAĞ FELSEFE
TARIHI
deneye dayandığını düşünmek m ü m k ü n d ü r . O n u n evren görüşü içinde eski dinî düşüncelerden hemen hiçbir iz yoktur. Dünyanın haritası İle birlikte g ö k yüzü biçiminin bir modelini yapmaya çalışan AnaJ<simandros aym zamanda ilk kez şimşeğin, yer sacsınularının, ay ve güneş tutulmalarının n e d e n l e r i n i de bulmaya çalişmişUr. O n u n zamanına kadar şimşek. T a n r ı tarafindan firlatılıp aulan bir silah, yer sarsıntı sı ise T a n r ı n ı n kızmasıyla oluşan bir c e z a l a n d ı r m a olarak algılanıyordu. Ay ve güneş ise birer Tanrı ola rak kabul görüyordu. Anaksimandros güneşi, ayı ve yıldızlan havanın sıkışmasından oluşan, içleri ateş ile dolu birer tekerlek olarak düşünmüştür. B u hava te kerleklerinde İçinden ışık vc ateş fışkıran delikler bu lunur. E u delikler tıkandığı zamanlarda güneş vc ay tutulmaları olur. Anaksimandros'un b u görüşü basit ve ilkel düşünüştür. Aitcak d o ğ a olaylarını bilimsel olarak açıldamak açısından ileri bir adım sayılır, çün kü bu düşünceye mitoloji hiç mİ hiç karıştırılmamıştır. Bir silindir gibi olan vc hava boşluğunda hiçbir şe ye dayanmaksızın özgürce yüzen dünya, başlangıcın da tümüyle sularla kaplıydı. Bu düşünceden hareketle Anaksimandros yürekli bir sonuca ulaşır: Başlangıçta tüm yaratıklar, suda yaşayan varlıklardı. Sonradan su ların çekilmesi, kara parçalanmn oluşması ile b u su larda yaşayan yarauklar karada yaşayan canhlat biçi minde değişim geçirdi. B u teori, evrim teorisinin ilki ya da başlangıcı sayılabilir. Nitekim Anaksimandros'a göre insan başlangıcında bu suda yaşayan hayvanlara dönüştürülebilir. İnsanın tüm öteki hayvanlara göre 70
ILKÇAĞ
peLStFESI
e n son gelişimde ortaya çıkmış olması, evrimin en son yaranğı olduğunun kamL sayılmalıdır. Görüldü ğü gibi bu d ü ş ü n c e dinî bİr d ü ş ü n ü ş t e n t ü m ü y l e farklıdır, bunun içindir kİ, haklı olarak, bilimsel düşü nüşün başlangıcı sayılabilir. Anaksimandros'un metafizik düşüncelerine gelin c e , bunlar arasında özellikle iki tanesi önemlidir; B i rincisi, herşeyin Apeiron belirli
vardtr, bir madde
başîangıctnda
sonsuz
ikincisi, bu Apeiron olamaz.
olan
bîr şey,
belirli
birşey,
Çünkü bu belirli şey olur
sa, zorunlu olarak karşıtının da olmasını gerektirir. B u n u n içindir ki başlangıçta, tüm niteliklerden annmiş birşey vardır. Ancak sonralan bu belirli olmayan şeyden zıtlar halinde tüm varlıklar ve nitelikler oluş m u ş t u r O bu düşünceleriyle, oluş halinde bir evren kavramı elde etmek istemiştir. Evrenin bu oluş aşamasında ilk basamak; karanlık ile soğuk olanın ve aydınlık ile sıcak olanın ayrılması dır. Anaksimandros'un karanlık vc soğuk dediği şey toprak, aydınhk vc sıcak dediği şey havadır. Karanlık ve soğuk olan toprak, aydınlık ve sıcak olan hava ile çepeçevre kuşatılmıştır. Bunun içindir ki dünya evrenin merkezinde yer alır ve bir ateş küresi ile kuşatılmıştır. Dünya üzerindeki toprak vc su sonradan birbirinden ayrılmıştır. Sulardan yayılan buharlar dünyayı kuşatan ateş küresine de sokulmaya olanak bulur vc böylece onu çeşidi parçalara böler. Gökteki cisimler böylece oluşurlar. Anaksimandros'un bu düşüncelerine, ken disinden günümüze kadar ulaşan bir yazıtta bulunan görüşicrini de eklemeliyiz, Apciron'un
oluşturduğu
hcrşcy günün birinde yok olmak zorundadır. Ancak 71
İ L K Ç A Ğ Vfl
oniaÇAĞ
FELSEFE
TARIHI
bazı varlıkların ApeironMan oluştuktan s o n r a yok olmalan belirli bir yasaya göredir. Anaksimandros b u görüşünü açıklamak İçin devletin yapısıyla ilgili dikkat çekici bir karşılaştırma yapmıştıt: Sup işleyen biri ^örür,
pünkü
tir. Nasıl vardır,
zorunlu
yin yine Apeiron
bunu böyle
varsa^ evrenin
ceza
belirlemiş
de bir
yasası
var olmuş ne varsa hepsi yok olur ve
zorunlu
"kosmos",
mos'da
yumlan
devlette yasalar
Evrende
Apeiron'a bir
devletin
olarak
yani
yeniden^eri
düzenli
bir bütündür.
olan yasa, Apeiron'dan 'a^eri
Anaksimandros'un
döner.
dönmek
zorunda
Evren Bu
oluşan
koz-
her şe
olmasıdır.
felsefesi, aslında bİr fiziktir.
O n u öncelikle ilgilendiren şeyler fizik v c astronomi problemleri olmuştur. Aynı ilgiyi A r i s t o ' n u n M i l e t okulunun üçüncü önemli düşünürü olarak sunduğu Anaksimcncs'tc de görüyoruz.
Anaksimenes (M.Ö. 550 - 495) * M . O . 5 0 0 yılından biraz önce ölen A n a k s i m c n c s , Anaksimandros'un öğrencisidir vc Miler Okulunun sonuncu
filozofudur.
Ondan sonta İranlılar tarafın
dan alınarak yakılıp yıkılan Milet ( M , O . 4 9 4 ) İle bir likte Y u n a n felsefesinin bu en eski d ü ş ü n ü ş ü sona ermiştir. Anaksİmenes'in kendisinden sûnrakLIcrc ulaşan yapıtı, fizikçilerin geleneğine uygun olarak: Üzerine"
"Doğa
adını taşır. A r i s t o ' n u n aktardığı bilgilere
göre, Anaksİmenes'in düşünceleri daha ç o k T h a l c s ' c
•
Daria yeni bilgilere göre {H.Ü. 535-525). Bki. fiSorome Cemil Sana, Ram^i Kllabavi, 1974, C'\K 1, Sayfa 55.
72
AnslktopeHlat.
İLKÇAĞ
FELSEFESI
yakındır. B u durum, Anaksimandros'a göre b i r geri leme sayılabilir, T h a l c s ' r c olduğu gibi, Anaksimencs de dünyanın düz bir tekerlek (kurs) olduğunu varsa yar. Ancak Anaksimencs'e göre, dünya hiçbir şeye dayanmaksızm havada durmaktadır. Ayrıca T h a l e s ' i n ana maddesinin yerini Anaksimenes'te
"hava"
alır. Böylece Anaksimandros'un aksine, ana maddeyi Sınırlandırır, yani b e l i r l i b i r m a d d e ile b i r t u t a r . Anaksimenes'in, T h a l e s ' t e k i su yerine neden havayı koyduğunu anlamak güç değildir. Thales'in ana mad de olarak suyu alması, su^oın yaşam açısından taşıdığı ö n e m d e n kaynaklanır. Aynı şeyler ve hatta daha da çok, hava için de söylenebilir. E i r kere havanın kapla dığı alan sudan daha geniştir. Havanın fırtınalan suyunkindcn daha şiddetlidir. S o n olarak, yaşayan var lıklar için hava sudan ç o k daha önemli ve gereklidir. Anaksimenes havayı suyun yerine koymakla ana mad deyi yine bclirh bir şeye dönüştürmüş oluyor v c Thales'e yaklaşıyor. Bununla birlikrc öreki bazı noktalar da Anaksimandros'tan da ileride olduğunu söyleyebi liriz. "Ruh" kavramı ile ilk kez Anaksimencs'tc karşı laşıyoruz. "Tüm canlıların
ruhu vardır"
6Xyzı\ Anak
simenes, doğada canlı-cansız ayırımım ilk kez yapan düşünürdür. O n a göre canlı olanı ayakta tutan ruh tur. R u h bedenden ayrılınca bedenin çürümesi bu nun kanıtıdır. Ruh ncdİr? Ruh solunan havadır. S o n nefes ile birlikte m h bedenden ayrılır. B u görüşü ilk kez Anaksimenes bulmadı, ç o k önceleri biliniyordu. Eski dillerin çoğunda ruh ile soluk aynı anlamdadır, İnsan yaşadığı sürece solunum yapar. Solunum yapıldı ğı sürece ruh bedende kalır. İnsanın sokık alışı bitince 73
İ L K Ç A Ğ v e O R T A Ç A C F E L S E F E TARİHİ
ruh ve yaşam o n u t c r k e d e r , o n d a n ayrılır. B u n u n içindir ki hava yaşatan, yaşamı sağlayan unsurdur. Anaksimandros varhklann Apeiron'dan çıkışlannı be lirsiz bir biçimde açıklamıştı, yalnızca zıt niteliklerin oluşumuna dikkat çekmişti. Oysa Anaksimtncs doğa nın oluşumuyla ilgili çok daha somut, ç o k daha açık olan düşünceler üretmiştir. O n a göre herşey havadan oluşur. Hava hem gevşeyen ve hem de sıkışabilcn bir şeydir. Hava gevşeyince yukarıya doğru yükselen ateş olur. Hava sıkışınca önce buhar ve d u m a n olur. B u duman ve buhar bulutları daha çok sıkışırLca yağmur olur, su olur. Suyun sıkışması sonunda Önce çamur, sonra toprak, cn sonra da taş olur. O halde ateş-sutoprak öz olarak hava ve onun gevşeyip sıkışmasının dereceleridir. Böylece Anaksimenes, Anaksimand ros'un doğa olumuşunu belirsiz ve yetersiz açıklayışı yerine s o m u t ve net bîr açıklama şeklİ getirmiştir. Doğanın oluşumunun bir yasaya bağlı olduğu nokta sında ise iki düşünür de aynı görüştedir. Anaksimcn c s ' e g ö r e d e , tek tek m a d d e l e r i n ana
maddeden
oluşması ve belirli bir biçim kazanması olayı bir yasa ya uygun olarak tamamlanır, Anaksİmenes'in düşünceleri İlkçağda ç o k etkili ol muştur. O n u n düşüncelerinin izlerini, kendisinden sonraki pckçok düşünürde görüyoruz. B u düşüncelerin geniş bir alana yayılmasında, Milet'in İranlılarca alınması ve tahrip edilmesi sonucu öğrencilerinin her yöne dağılmaları etkili olmuştur. Anaksimcncs, aynı Anaksimandros gibİ bir fizikçi, bir doğa bilginidir, O n u n da öncelikle d o ğ a olaylarıy la ilgilendiğini görüyoruz. O da doğa olaylarım, bir 74
ILKÇAÛ
FELSEFESI
doğa bilimcisi gibi açıklamak istemiştir. B u n u n için dir ki, onun açikİamalannda da dİnî yorumlara rast lanmaz. O da eserim, ölçülü ve yansız bir anlatımla yazmıştır. B u n d a n sonra g ö r e c e ğ i m i z filozoflar ise özellikle bu açıdan farklıdırlar. B u n l a n izleyen dö nemlerdeki filozofların, özellikle mitolojik ve dini dü şüncelere yöneldiğine, dim ve mitolojik düşünceye büyük önem verdiklerine tanık oluyoruz. Milet Okulunun üç filozofuna Aristo, haklı ola rak, "fizikçiler"
adını vermiştir. Çünkü bu üç düşü
nür de, yalnızca doğa ile ilgili konulara eğilmiştir. U ç düşünür, doğa olaylarım yine doğaİ nedenlere bağlı kalarak açıklamak istemiştir. Kuşkusuz bunlar zaman zaman Tanrılardan da söz etmişlerdir. Onlar Tanrılar ile doğadaki yaratıcı ve yapıcı gücü anlamıştır. Gerçi A n c k s İ m c n e s ruhtan da s ö z etmiştir, fakat o n d a k i ruh, yaşamı ayakta tutan^ yaşamı sürdüren
"nefes\f:.n
başkası değildir. B u üç düşünürde din ve ahlak prob lemleri önemli yer tutmaz. Nitekim bunlann yapıdannda şiirsel bîr anlatım yerine ölçülü bir düzyazı kullanmalan bunu doğrular.
75
I L K Ç A Ğ VS Q R T A C A 6 F E L S E F E TARtHİ
Milet Okulu Sonrası Tunan 'da Düzünce
M . Ö . V. yüzyılda dikkat çekici bir değişme olur. Bu yüzyılda din, ahJâk, psikoloji problemlerine büyük İlgi duyulur. Aym zamanda ifade biçiminde de bir de ğişme başlar. Fizikçilerin kuru ve ölçülü difi, yerini edebi bir deyiş bİçimİnc, düşüncede şiirsel bir anlatı ma ya da Heraklit'tc görülen karanlık
aphorizm'icr
biçimine dönüşür, B u d o n e m , Yunan edebiyatında dram sanatının doruğa ulaştığı bir dönemdir. Yunan dram sanatının en büyüklerinden olan Aischylos,
din
vc ahlâk konularını işlediği yapıtlarını b u d ö n e m d e yazmıştır. AischyEos, H o m c r ' d c karşılaştığımız, T a n nlar konusundaki eski görüşleri derinleştirerek bunla ra boyut kazandırmayı amaçlayan bir sanatkârdır. Ni tekim H o m c r ' i n Tanrıları insan niteliklerinden pckçoğunu üzerlerinde taşır. B u Tannfar gerek iyi ve g e rekse k ö t ü olmaları ile insanlara çok benzer. Ancak Onlann insanlardan daha güçlü, daha mutlu vc dert siz bir yaşamları vardır. T a n r ı l a r ı n b a ş k e n t i olan "Olymp'\
bir Yunan sarayından pek de faridı değildir.
Eir Yunan sarayında d ö n e n tüm dalavereler, hileler aynen burası için dc geçerlidir. MÖ,
V , yüzyılda Tanrılar üzerine b u basit dü76
ILKÇAÛ
FELSEFESI
şünceleri derinliğine İşlemek;, bunlara ahlakî b i r temel vc boyut kazandırmak eğilimi uyanmıştır. Bu yüzyıl da Tanrılar kötülüklerden uzak, ahlâklı ve erdemli varlıklar olarak algılanmaktadır. İşte Eşilos'un
dramla
rı da bu yüzyılın eğilimine uygun nitelikte kaleme ahnmıştır. B u yüzyılın fılozoflannın düşünüşleri de bu eğilime uygun olmuştur. Fakat bu yüzyılda bu konulara bir başka k o n u da ha eklenmiştir. B u da; ruhun anlamı, niteliği vc özel likle ö l ü m Sonrasındaki durumudur. H o m e r , ölüm den sonra ruhun var olmaya devam ctdği görüşünü bcnimscmişür. Ancak H o m e r ' e g ö r e , insanlar öldük ten sonra ancak gölge türünden yarı bilinçli bir yaşam süreder. Ölülerin ruhlan karanlık yeni yederindc, ya ni ö b ü r yaşamları olan ahircttc, birer gölge gİbİ yan bilinçli yaşariar ve ölüm öncesi yaşamlannın yalnızca silik bir gölgesini burada devam ettirirler. O n u n için dir ki, H o m e r ' e g ö r e , gerçek yaşam bu dünyadaki bİr bedene bağımh olarak yaşananlardır. H o m e r ; dünyada şullarda
tir kral palışan
olacağıma^ bir i/fi olmayı
bu dünyada yeğlerim"
"öbür
en a^tr ko diyerek, bu
görüşünü vurgular. M . Ö . V. yüzyılda tümüyle yeni olan bir düşünce akımının ortaya çıkışma tanık oluyoruz. H e r yerde geçerli olmasa bile, sınırlı ortamlarda geçerli sayılan: "Beden
ruh ifin
bir zindandır",
görüşü taraftar bul
muştur. Bunun İçindir kİ b u yüzyıl; ruhun amacını, bedenden bağımsız yaşama çabasında g ö r m e k ister. Eskilerin tam aksine bu yüzyıl, bu dünyadaki yaşamı; eski bir yaşamda işlenmiş suçların cezalarının çekildiği yer olarak düşünür. Ruh göçü olayı, yanİ ruhun gerek 77
İLKÇAĞ «9 C f l T A Ç A Ğ F E L S E F E
TARIHI
doğum öncesi ve gerekse doğum sonrası birtakım bi çimlere girdiği görüşü, bu yüzyıl düşünürlerinin baş lıca pr()blemi olmuştur. Ruh gÖçü kuralı H i n t felsefe sinde de önemli rol oynamıştır. Ruh g ö ç ü kuralı ol maksızın H i n t dinlerini anlamak ç o k z o r d u r , hatta mümkün değildir-
Dionysos ve Orphik Din Ruh g ö ç ü Yunanistan'da "Orphik"
denilen dini
bir akıma paralel olarak ortaya çıkmıştır. Orphik keli mesi efsanevî bir şarkıcı olan Orpheus'un adından ge lir. Ancak bu akımın adından ç o k , asıl kendisi dikkat çekicidir. Orphik dininin Tanrısı Yunanistan'a kuzey den, Trakya'dan gelmiş olan Dionysos'tur.
Tanrı hu
zurunda, bağ kütüğü (asma) kutsaldır. B J r başka de yişle: Dionysos kendinden g e ç m e ve sarhoşJuk dunımlannı kutsar. E u dinin inananlan kendinden geç me ve sarhoşluk durumunda Tannya tapınırlar. Oysa H o m e r döneminin Tanrıları, herşcyden ö n c e , karşı mıza ideaUcştirilmiş insan biçimlerinde
görünürler.
B u klâsik d ö n e m d e Tanrılara tapınmak için muhte şem ve aydınlık tapmaklar yapılır ve tapınmalar ölçülü törenler biçiminde olurdu. Yunanistan'ın klâsik dö nemindeki tapınma biçimleri ile Dionysos dininin ta pınma biçimleri, biri ötekinden kesinkes ayndır. Dionysos'a özellikle geceleri fener alayları düzenlenerek büyük bir coşku ile tapınılır. B u tören sırasında özel likle kadınlar kendilerinden geçer (cezbe hali). Bu di nî inanışa göre, insan ancak kendinden geçerek D i onysos ile bİrleşebilir. 78
ILKÇAÛ
FELSEFESI
Orphik dinin bu tipik niteliğine birşey daha ekle meliyiz: Mythos'a göre Dionysos ölmüş ve sonra da yeniden ditilmiş olan bİr Tanrıdır. Yani D i o n y s o s , Önce ölüme baş e ğ e n , sonra da ölümün kucağından yaşam fışkırtan bir Tanndır. Ölen vc yeniden dirilcn T a n r ı kavramına tarih boyunca sürekli tanık oluyo ruz. Ayrıca, dinler tarihinde bu kavram ile birlikte, böyle ölüp diriİen bir T a n n y a inanan kişilerin, kendi lerinin de Tanrının ulaştığı sona ortak olacağı görüşü hâkimdir. Yani, bu kişilerin dc öldükten sonra yeni den, dirileceği inancı vardır. İşte bu inanç Orphik di ninin ana kavramını oluşturur. B u din aynı zamanda ruhun evrimine dc İnanmayı gerektirir. Ç ü n k ü İnsan ölümden sonra yeniden dirildiğinde; İnsan, hayvan, bitki olarak çeşitli kılıklarda dünyaya gelebilir.
Pisa^or (Pythagoras) (M.Ö. 570 496) Bizi Orphik dininin Tanrılar ve ruh konusundaki görüşlerinden ç o k , zamanındaki felsefe akımla.n üze rinde yaptığı etkiler ilgilendirir. B u etkileme gerçek ten derin olmuştur. B u etkiyi, c n belirgin b i ç i m d e , özellikle Pisagor (Pythagoras)'da buluruz. Pisagor'un yaşamı vc kişiliği konusunda pek az şey biliyoruz. Bil gilerimiz yarı efsane biçimindedir. Gerçi b u g ü n eli mizde Pisagor'un adını taşıyan bazı yapıtlar bulun maktadır. Fakat bunlar, Pisagor'un yapıdan olmayıp, özellikle M . S . aynı görüşü izleyenlerce yazılmış yapıt lardır. Pisagor ile İlgili kesİn bİrşey bile mey işimiz, ki şiliğinin gerek kendi sağlığında vc gerekse öldükten sonra bir efsane biçimine dönüşmüş olmasındandır. 79
İLKÇAĞ v e O B T A Ç A S F E L S E F E TARİHİ
Nitekim onun ölümünden uzun zaman sonra, Milat tan sonraki ^-üzyıUarda Pisagor'un kişiliği vc düşünce leri yeniden güncelleştirilerek dinî bir akimin cemcli yapdmıştır. Pisagor'un yaşamıyla ilgili kesin bilgilerimiz şun lardır: Pisagor Sisam adasında doğmuştur. G e n ç ya şında güney İtalya'ya göç etmİşrir, O sıralarda güney İtalya'da bakımlı ve zengin Yunan ktjlonilcri bulunu yordu. Pisagor güney italya kentlerinden bİr koloni olan K r o t o n ' d a yedeşmiş ve burada tarikatını kur muştur. Onun okulu Mifet okuluna b e n z e d l e m c z , onun kurmuş olduğu okul daha çok bir tarikattır, bir din cemaatidir. Bu cemaat taraftarları belli bir yaşam biçimini garanti ederler. Bunlar et y e m c z , keren elbi se giyer vc kurban kam sunmazlar, yani hayvan öldür mekten kaçınırlar Bu yasak, ruh göçü kuralı ile ilgili dir. Nedeni ise, kesilen hayvanın bu kılığa girmiş bir akraba ruhu olasılığı taşımasıdır. Böylece bilmeyerek bir akrabanın kanına girilmemiş olunur. Bununla bir likte cemaat üyelerinin kesinlikle dikkat etmeleri ge reken birtakım ahlâk kuralları vardır. Sözgelişi somut bazlardan olabildiğince kaçınmak, temiz v e namuslu bir yaşam sürmek, somut gereksinimlerden sakınarak ruhun bedene olan bağımlılığını önlemek gİbi...
Pisagorculuk Pisagorculann amacı; insanın kendisini, beden ve ruh g ö ç ü n e k ö l e o l m a k t a n kurtarmaktır. İnsan nc denli kötü vc günahkâr bir yaşam sürerse, öldükten sonra ruhunun aşağılayıcı bir hayvan bedenine girme olasılığı o denli yüksek olur. BO
ILKÇAÛ
FELSEFESI
Pisagorcu cemaat yalnız dini nitelik taşımakla kal mamış aynı zamanda siyasî bir nirdik sergilemiş ve si yasî amaçlar belirlemiştir. Bu anlamda Pisagorculuk, K r o t o n ve öteki bazı güney ttalya kentlerinde uzun zaman iktidarı elinde tutmuştur. Pisagor siyasette c c maati ile uzlaşabilmrş değildir. Belki dc o K r o t o n ' d a n bu nedenle uzaklaştı vc gittiği yerde de Öldü. Pisagorcuların siyaset ile ilgilenmeleri kendilerinin felake ti olmuştur. Çıkan bir isyanda cemaatin merkezî yıkı lıp yağmalanmış ve cemaat dağılmıştır. Buna rağmen bu okulun bilim vc sanal alanındaki etkileri daha uzun bir zaman kendini hissettirmiştir. Pisagorcular özellikle bilim ve sanattan yararlanmışlar, bir başka deyişle belli bİlim vc sanat çeşitleriyle, yanİ matematik vc müzik İle ç o k yakından İlgilenmişlerdir, Pisagor'un bunlarla ne ölçüde İlgilenmiş olduğunu, ona aİr oldu ğu söylenen fikirierin gerçekten onun olup olmadığı nı belirlemek güçtür. B ü t ü n bunlara rağmen Pisagor tarikatının bir felsefe, bir bilim vc bir sanat o c a ğ ı ol duğundan kuşkulanamayız. Pisagor konusundaki bilgilerimiz yetersizdir. O nun ile İlgili bilgilerden; o n u n filozoftan çok b i r din adamı, bir din iyileştiricisi olduğunu biliyoruz. Aristo bile hiçbir zaman bir Pisagor felsefesinden söz e t m e z , sürekli Pisagorculann felsefesinden s ö z eder. T ü m bunlara karşın Pisagorun zamanında etkili olduğunu vurgulamalıyız. O n u n din yenilikçiliğinin temelinde, ruhun ölüm sonrasındaki durumu problemi vardır. O n a göre ruh bedene zinciricnmiştir, beden ruh için bir hapishanedir. Ölüm sonrası ruh başka bir b e d e n e g ö ç eder. Bu g ö ç , ruhun dünyadaki yaşamına bağlı 81
\LKÇAĞ
ve O R T A Ç A Ö J ^ E L S E F E T A R I H I
olarak sonuçlanır. İyi vc temiz, bir ruh yüksek bir be dene g ö ç eder. Fakat ruhun gerçek çabası; özgür )'aşamak, yani bedene bağımlı olmaksızın mutlak ruh durumuna ulaşabilmek olmalıdır, Bu amaca ulaşabil m e k için, Pisagor öğrencilerine bazı yollar gösterir; E t y e m e m e k , yalnızca bitkisel gıdalarla beslenmek, kanlı kurbanlardan kaçınmak. Ruhun annması ve be denden ayn bir yaşama ulaşabilmesi içİn bilim v c sa nattan yararlanılır. Pisagorculann öncelikle uğraştıkları sanat
"musi
ki"^ bilim ise "matematik'Wr.
Bir g e o m e t r i proble
minin, "FİSASorprobîemi"nyn,
haklı ya da haksız Pi-
sagüi'a dayandırıldığı herkesçe bilinir. Pisagorcular müzik ile matematik arasında sıkı bir bağ kurmuş ve bu iki bilimde önemli buluşlar yapmışlardır. Özellikle telli sazlaria uğraşan Pisagorcular, telin u/-unluğu ile sesin yüksekliği arasında belli bir oran bulunduğunu ortaya koymuşlardır. Teli uzatıp kısaltarak sesin çeşidi perdelerini yakalamışlardır. Uyumlu ses telin uzunlu ğu ile, yanj bir takım sayısal oranlarla ilgilidir. Felsefe tarihinin başlangıcındaki fılozotlann ge nelde ortak noktalan vardın B u n l a r başlangıçta tek tek birtakım gözlemlerden yararlanırlar vc sonra da bunlan gcnellcştirirlcr. Sözgelişi Thales, suyun gerek bedensel ve gerek beden dışı doğa içİn taşıdığı değe rin büyüklüğünü görmüş ve böylece herşeyin sudan oluştuğu sonucuna varmıştır. Anaksimenes havanın d:.ğeri ve ö n e m i n i , gözlemlerden hareketle belirle miş, herşeyin temelinin hava olduğu s o n u c u n a var mıştır. Pisagorcular uyumlu seslerle sayısal oranlar 62
ILKÇAĞ
FELSEFESI
arasındaki bağlantıdan harekede ederek^ herşeyin te melinin sayı olduğu, evrendeki tüm oranlann sayısal olduğu sonucuna ulaşmEşür. Böylece Pisagorctılar da hilj daha önceki fdozoflarda, arche
(maddenin
asit)
kavramına tanık oluyoruz. Pisagorcular arche olarak sayıyı b e n i m s e m e k l e ileri bir adım atmış o l d u l a r . Çünkü onlar maddenin aslının, su vc hava gibi somut birşey değil d e , tam tersine, soyut bİrşcy o l d u ğ u n u ileri sürmüştür. Pisagorcular başka bakımdan da öteki fdozoflardan aytıhriar. Pisagorculara gelene kadar m a d d e n i n kaynağı olarak tek bir ilke benimseniyordu. Pisagor cular ise maddeye biçim veren, maddeyi sayılabilir ya pan ilke yanında bir de bu ilkenin, üzerinde etkili ola cağı biçimi o l m a y a n birşeye gereksinim d u y a r l a r . Böylece Pisagorcular, Milet okulu fdozollari g i b i mo nist (tekçi) olmayıp dualisttirler (ikici). Yanİ hcrjcyin başlangıcına bir ikilik koyarlar. Sözkonusu o l a n bu iki ilkeden birisi biçim verendir, ikincisi ise sınırsız ve biçimsiz olandır. Pisagorcular evrenin her yerinde; bir yanda sınırsız bir ilke ile Öte yanda belirleyici b i r ilke nin arasındaki zıtlığı bulmuşlardır. B u zıdık sayılarda da vardır; Tck-çift sayılar gibi. Aynca bu ikilik öteki birçok oranlarda da vardır. Sözgelişi sağ-sol, kadınerkek, karc-dikdörEgen gibi. Pisagorcular, yaptıkları analojilerle ( b e n z e t m e l e r ) bu görüşlerini sonunda bir uyun şekline getirmişlerdir. Nitekim "adalet" re saytlar"m
ile "ka
ilişkili görülmesi oyundan başka ne ola
bilir? B u , düşünce tarihinin garip oluşumlanndan yalmzca biridir. Sayılar ile uğraşanlar, bu uğraşılarının çok sınırlı olmasına rağmen, bunlardan gizemli (mistik) bir 83
I L K Ç A Ö VB O R T A Ç A Ğ F E L S E F E
TARIHI
sonuç çıtanriar. Gerçi insanlarda, madde'nin arkasın da gizennli bİr oranın gİzlı olduğuna inanma eğilimi çok güçlüdür. Sözgelişi bugün bile içinde yaşanılan savaşın" ne kadar süreceğini matematiksel olarak he saplamak isteyenler vardır. Batının düşünce tarihinde sayı gizemciliğini (misdsizmini) en ilen götürenler Pisagorcular olduğu hal de, sayılarla ilgili bilime kesinlik kazandıranlar da on •ardır. Yunan bİhmindc matematik biliminin gerçek kuruculan Pİsagorculardır. Onların matematiği kur muş olmaları ç o k ilgi çekicidir. Ç ü n k ü bu buluşla. Yunan düşüncesinin karakteristik bİr yanı da açığa çıkmıştır. Bugün sayı denilince aklımıza sayılar dizisi gelir. Oysa Pisagorcular sayı dizisiyle hiç ilgilenmemişler dir. Zaten onlar "bir"
"stftr"\
bilmiyorlardı. Sayı dizisini
ile başlanyorlardı. Sıfirı sonradan Hintliler bul
du vc onlardan Araplara g e ç t i . M a t e m a t i k t e sıfırın bulunması önemli bir ileri adımdır. B u n u n l a sayıları basit bir biçimde göstermek olanağı sağlanmıştır. Pi sagorcular sayılan birtakım geometrik küreıelerc ayıra rak inceliyorlardı. B u g ü n böyle kullanılan sayılann "kare"
ve "kiip"ü
deyimleri Pisagorculara aittir. O n
lar sayıları h e p g e o m e t r i k ş e k i l l e r e g ö r c kıyas lıyorlardı. Sözgelişi: Kare sayılar dedikleri 4^ü (::) ile, 9 ' u (::•) ile gös teriyorlardı. Daha da ileri götürerek dikdörtgen sayılar diye bir küme kabul ediliyordu. Çünkü, sözgelişi 6 sa yısı ancak şu şekilde gûstcriiebiiiyordu: ( : : : ) . Aynca pi
li. Dünya savaşından SÖZ ediliyor. (V. Okur}
84
1LKÇAĞ
FELSEFESI
ramit sayılar vb. söz konusuydu. İşte Pisagorcular ka re, dikdörtgen, piramit vb. sayılar dedikleri sa)T dizile rinin özellitderinİ bu sayılara karşdık geometrik şekille rin özelliklerinden çıkarmaya çalışıyorlardı. Böylelikle sayıların özelliklerini geometrik bİr biçimde canlandır mak ya da matematik bilimim doğrudan doğruya ge ometriye dayandırmak istemişlerdi. Pisagorculann bu girişimi bize Yunan düşüncesi nin ç o k belirgin bir niteliğini açıklar: Yunanlılar herşcydcn ö n c e gözlemci insanlardır. O n l a r herşeyi can lı şekiller halinde görür, bu konuda ç o k y c t c n c k ü bir ulustur. Sözgelişi Anaksimandros'un evren düşünce si, evrene en yüksek derecede s o m u t bİr b i ç i m ka zandırmış bir tasarımdır. Buna karşın, her türlü şekil vc somutluktan yoksun olan soyut bir düşünce biçi mi Y u n a n karakterine hiç uymaz. İşte bu y ü z d e n tam anlamı ile soyut olan ve somutlaştınlamayan sıfir sayısını Yunanlılar bulamamışlardır. Yine bu
neden
le. Yunan düşüncesi sayıları geometrik şekiller biçi m i n d e anlamak yolunda ilerlemiştir. Oysa X V I . X V I I . yüzyıldan bu yana modern matematik bunun tam aksi yönde gelişmiştir. M o d e r n matematiğin ba şında yer alan analitik matematik, özellikle d e , g e ometriyi aritmetik şekline dönüştürmek ister. S ö z g e lişi daireyi analitik geometriye, düz doğrulara ve bir takım matematiksel eşitliklere dönüştürmeye çalışır. Kısacası m o d e r n m a t e m a t i k , g e o m e t r i k şekillerin özelliklerini belirlemeye çaba gösterir. Yani, Yunan lıların aksine, geometriyi matematiğe dayandırır. Yi ne m o d e r n matematiğin temelini sayılar sistemi vc bunun genişletilmesi oluşturur. Oysa Yunanlılar, ta... BS
İ L K Ç A Ğ «eOFlTAÇAiS F E L S E F E T A R İ H İ
başlangıcından bu yana, sürekli somut b i r gcomctrİci katâsına sahiptirler. Pisagorcular sayılann özelliklerini geometrik vc so mut bir yolla incelerken, özellikle dc bİr noktada bü yük güçlükle karşılaşmışlardır. Bu güçlük, onlann keş fedip de sonuna kadar götüremedikleri irrasyonel ran
dm)
(o-
sayılardan kaynaklanıyordu. B u keşİf Pisa
gorculann lüm düşüncelerini altüst etmiştir. Çünkü onlara göre maddenin özü olan sayılar, tam sayılardır. Oysa, özellikle geometri alanında bu düşünüş her za man d o ğ r u çıkmıyordu. Karenin k e n a r l a n m n köşe genlerine olan oranırıı araştırırken, Pisagorcular bu oranın, bir tam sayıyla belirtilebileceğini var sayıyor lardı. Karenin kcnan ' 7 " olsun, köşegenleri ' V 2 " o l u r , Pisagorcular b u "'^2"
ifadesini henüz bilmiyorlardı.
Bugünkü matematik dilinde bu " ^ 2 " , irrasyonel bİr sayıdır. Yani» hiçbir tam sayı ya da kesir ile, bu kesir ne kadar büyükte olsa, ifade edilemeyen ve Sıkat sonsuz bir ondalık kesir sistemi ile yaklaşık olarak ifade edile bilen bir niceliktir. B Ü gerçek, Pisagorculann düşün celerini çıkmaza sokmuştur. Zira bu yüzden karenin kenarlannm köşegenlerine olan oranın, bİr tam sayı ile ifade etmenin olanaksızlığı ortaya çıkmışor. E u güçlü ğü aşabilmek için Pisagorcular matematiğe
"sonsuz
j&ü^uj^" kavramını sokmuştur. Onlar: Karenin köşege nini vc kenannı sonsuza bölerek, bu işlemin sonunda, bir yerde uyumlu sona ulaşacaklarına İnanıyorlardı. Oysa böylece yeni birtakım güçlüklere yol açan bir kavram işin içine kanşmış oluyordu. Sonsuz küçük ve sonsuz büyük kavramlannda gözlenen çatışkılarla (antİnomiUr),
sonradan özellikle Z c n o n uğraşmıştır. 86
İLKÇAS FELSEFESI
Siyaset alanından çekilerek cemaaüeri dağılan Pi sagorcular çeşitli yerlere dağılarak oknllannı, bilimsel etkinliklerini sürdürdüler. B u sonraki Pisagorcular daha ç o k astronomi ile uğraşmıştır. Dünyanın evre nin m e r k e z i n d e o l m a d ı ğ ı n ı , b i r yıldız ç e v r e s i n d e döndüğünü var saymakla Kopernik'itı
görüşüne yak
laşan ileri bir hamle yaptılar. B u son Pisagorculann en önemlilerinden birisi, Eflâtun zamanında yaşayan ünlü matematikçi "Archytos"
ile hekim olaıa
"Alkma-
ion" dur. Alkmaion'un önemli tıbbî bİr kcşİf yaptığı var sayılır. Söylentilere göre: Beyin ve sinirlerin öne mini ve algının oluşması için dıştan gelen bir uyarıcı nın sinirler aracılığı ile beyne aktarılması gerektiğini keşfetmiştir.
Ksenofanes (Xmophams) (M.O. 575-490) ve Elea Okulu Pisagor, Anaksimandros vc A n c k s İ m c n e s ' i n g ö rüşlerini Anadolu'dan Y u n a n i s t a n ' a ve g ü n e y İtal ya'ya taşıyanlardan biridir. Pisagor'un yurdu olan Si sam adasından ayrılarak Güney İtalya'ya yerleşmesine, Anadolu'nun İranlılar tarafından işgal edilmesi sebep olmuştur. Pisagor gibi yurdunu terkedenler arasında, çağdaşı olan filozoflardan Ksenofanes de vardır. Kse nofanes Ban Anadolu kıyılarında doğmuş ve g e n ç yaşmda yurdundan ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bize kadar ulaşan yazılarından anlaşıldığına g ö r e ; o da Anaksimandros ve Anaksimenes gİbi filozofların ya pıtlarını biliyordu. Ksenofanes aynı Pisagor gibi, bîr bilgin olmaktan çok bir yenilikçidir. Yaşamı konusunda 87
tLKÇAC v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
bildiklerimiz ise: Güney İtalya'da çok gezmiş ve gitti ği yerlerde öğretici vc eğitici nitelikteki şiirlerini oku yarak dikkadcri üzerine çekmiştir. Yaşammm sonlanna d û ğ m , günümüze ancak yıJsıntıları kalmjş olan " £ lea" kentine yerleşmiştir. B u Elea kenti sonradan ün lü bir felsefe okulunun merkezi olmuştur. Herşcyden ö n c e bir din yenilikçisi olarak tanıdığı m ı z Ksenofanes, özellikle, kökleri H o m c r ve H e s i o d ' a kadar i n e n , halkın T a n r ı kavramı ile savaşır. H a l k dini, Tanrıları insanlaştırıyordu. B i r yazısında Ksenofanes, H o m e r ' d e n şikayet eder. Çünkü H o m c r Taunlara İnsanlann çirkin ve kötü davran ısların t yük lemiştir. H o m c r ' i n şiirlerindeki Tanrılar biri ötekini aldatır, entrikalar çevirir, hırsızlık yapar, ö z e t l e insan lardaki tüm kötülüklere sahiptir. Buna karşı Ksenofa nes T a u n kavramına ahlâki bir temel kazandırmak is ter. O n a g ö r c ; bir yandan Tanrılara saygı duymak, öte yandan onlar için bu tür çirkin masallar uydur m a k , biri öteki ile uyuşmaz. Aynca Ksenofanes, T a n rıyı insan biçiminde tasarlamaya da karşıdır.
Onun
verdiği ö r n e k ile b u d u r u m u açıklarsak: Z e n c i l e r T a n n l a n n siyah renkli, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı ol duğunu düşünür. Güney Trakyalılar ise T a n r ı l a n n ı mavi g ö z l ü , sarı saçlı olarak tasavvur e d e r . Şayet öküzler de resim yapmasını bilebilselerdi T a n n l a n n ı herhalde öküz şeklinde çizeceklerdi, O halde herkes T a n n y ı kendi biçiminde ta sar Uyacaktır. G e r ç e k t e ise T a n r ı ne insan vc ne de hayvan biçiminde olamaz. Tanrı birdir, her şeyi görür, her şeyi işitir, hareket er m e z . Sabittir, değişmez, ölümsüzdür, soyut gücüyle evrendeki tüm davranışları ve değişmeleri düzenler. 86
fUKÇAÖ F E L S E F E S İ
B u düşünceleri ile Ksenofanes daha sonralan Eflâtun ve Aristo'da gördüğümüz T a n n kavramınm hazırlayı cısı olmuştur. Görüldüğü gibi Ksenofanes monoteist
(tek
Tanrı)
bir görüşe sahiptir. Ancak ondaki monoteizm Hristiyanlık ve M ü s l ü m a n l ı k t a n farklıdır. Ç ü n k ü Tanrı kavramı, aynı zamanda panteisttir evreni
özdeftirmek).
(Tanrı
onun ile
Yani Hrİs ti yanlıktaki ya da Müs
lümanlıktaki gibi, T a n n bir yaratıcı olmayıp evren ile aynıdır, özdeştir, evrene eşittir. Tanrıya bir biçim ver mek gerekseydî^ her halde evren biçiminde, yanı küre gibi düşünmek gerekirdi. Hareketini kendinden yara tan b u evren. T a u n u m kendisidir. D e m e k ki, Kseno fanes bir yandan T a n n kavramına ahlâkî bir ö z kazandınrkcn, halkm kaba görüşlerinden arındırır, ö t e yan dan T a n n ile evreni aynı vc özdeş sayar. Ksenofancs^in üzik anlayışında, ondaki bu panteist dini görüş etkili olmuştur. Ksenofanes"ten b i z e ula şan yazılardan o n u n Anaksimandros vc A n a k s i m c nes'teki doğa kavramını bildiğini görüyoruz. Bu yazı larında, evrendeki en ö n e m l i unsurun hava olduğu, ruhun insan bedenini kavrayan canlı bir soluk oldu ğu, güneşin ise yanan bİr bulut olduğu vurgulanır. B u anlayış Anaksimenes'i anımsatır. Ksenofanes Anaksimondros gibi dünyanın başlangıçta t a m a m e n sularla kaph olduğunu ileri sürer. B u n a kanıt olarak da, dağlarda gezinirken rastlanan balık fosillerini gös terir. Başlangıçta bir bütün olan bu evren sonradan zıtlıklara ayrılmıştır. B u zıdıklar bize kendisini unsur lar halinde tanıtır. Kscnofanes'in yaşamının sonlanna doğru yerleştiği 89
İ L K Ç A Û v s O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
E l c a kentinde sonradan kurulmuş o l a n bİr felsefe okulu Yunan felsefesi tarihinde ilk gerçek felsefi tar tışmayı başlatmıştır. Bu taruşmayı başlatan Efcs'li Heraklit'ûe.
Heraklit; okulun kumcusu Parmenides'ten
yaşlı, onun çağdaşı Ksenofones'ten gençtir.
Bfes'li Heraklit (Herakhitos) (M.Ö. 540-475) Ban Anadolu'da kurulmuş olan ancak bugün yı kıntıları oldukça içerlerde kalan Efes, Heraklit'in za manında, aşağı yukarı M . Ö . 5 0 0 yıllarında zengin bir kıyı kentiydi. O zamanlardaki bu tür ticaret kentleri nin çoğu gibi Efes'te dc siyasî bir huzursuzluk ortamı vardı. O dönemin tüm Ban Anadolu'daki Yunan ko lonileri, batı yönünde genişleyen Iranlılann sürekli tehdidi vc baskısı altındaydı. Kent içinde ise rat Parti
İle Demokrat
Parti
Aristok
arasında b i r tüdü sonu
gelmeyen tartışmalar yaşanıyordu. Bİr süre Efes H e raklit'in yakın dostlarından bir aristokrat
tarafından
yönetildi. Bu aristokrat yönetimin, demokratlarca zor kullanılarak dciTİlmcsi Heraklit'in İç yaşamında derin izler bırakmıştır. Hcrafclit'ien bİzc kalan b i r yazısında onun demokrat yönetimi şiddetli bir şekilde eleştirdi ğine tanık oluyoruz. B u devrimden sonradır ki H e raklit'in yaşamı içe kapalı bir g ö r ü n ü m almış vc bu durum onun düşüncelerini etkilemiştir. Öyle ki, bu durumu onun yapıdannda açık bir şekilde görebiliyo ruz, Heraklit'in yaptülatında g u r u d u , İnsanları kü çümseyen, kendine aşırı güvenen, kcndİ yeteneklerine İnanmış bir tutum sergilenir. Yapıdarım özellikle güç anlaşılacak biçimde yazmıştır. O , küçümscdiği halk 90
İLKÇAĞ
FELSEFESI
tabakası tarafından anlaşılmak istemiyordu. Yalnızca kendi düzeyindeki insanların yapıtlarını anlayabilme sini istiyor vc onlar için yazıyordu. B u durumu o ka dar ileri götürmüştür ki, sonunda kendisi
"karanhk"
t a k m a adıyla anılır o l m u ş t u r . O , yapıtını A n a k s i mandros ve Anaksimcncs gibi k u m bİr düz yazı biçi minde değil, kısa vc anlamlı vecizeler biçiminde kale me almıştır, Hcraklit yapıtında "cokşey
bildiği"ni
yazdığı Pisa-
gor'dan da söz etmiştir. Gerçi Pisagor matemadk ve müzik alanlannda başarılı olmuştur fakat, uğraşılması gereken konu; evrenin temeli ve anlamı problemleri olmalıdır. Eu anlamda Heraklit Milet okulu fılozoflan ile aynı görüşü paylaşır. Hareket noktası onlannkin e parelcUik g ö s t e r i r . Yalnız Heraklit ana m a d d e (Arche)
olarak "atef'\
alır. M a d d e n i n var oluşu vc
yok oluşu probleminde dc Milet okulu ile uyum için dedir. O n a göre tüm evren ateşten var olmuştur vc bir süre sonra yine ateşe dönecektir. Evrenin var olu şu vc yok oluşu olayı periyodik olarak sonsuz kere yi nelenecektir. Evren, belirli dönemlerde var olan vc yine belidi bir dönemde yok olan bir olgudur. H c raklit'te yeni olan taraf; evrenin
birden
yok oluş olcusu oturak^örulmesidir.
bire bir oluş ve
Milet okulvma g ö
re evren özü somut olan bir şeyden^' sudan ya da dan yapılmıştır, nur
her şeyin özünde
Heraklit İse ateşi ana madde
rın özde bir madde çekmiştir.
bu maddeler yapmakla^
değil-, bir ol^u olduğunu
hava bulu varlıkla dikkat
Heraklit'e göre sabit bir şey yoktur, her şey
aynı ateş gibi, sürekli bir değişim içindedir. Gerçi ona ait olduğu var sayılan "Herşey 91
akıyor" cümlesini onun
I L K Ç A Ğ vfl O R T A Ç A Ğ F E L S E F E
TARJHİ
yapıdannda bulamayız. Heraklit'in görüşünü, sonraki dönemlerde, bu cümle ile çok güzel bir biçimde dile getirmişlerdir. Heraklit'in evren olgusu dediği şey; bir yandan ateşe, öte yandan da bir nehirİn akışına benzer. Onun ünlü deyişiyle; "Bir nehirde kanüamaZy fünkü aym nunla
nehir
değildir,
birlikte
nı sayarız."
dün girdiğim dünkü
biz dünkü
nehir
sular
nehiri
İki kez yî-
bugün
artık
akıp gitmiştir.
bugünkü
mhir
Bu ile ay
A c a b a g e r ç e k böyle midir? Kesinlikle
böyle değildir. Biz nehirin dış görünüşüne aldanıyoruz. Heraklit'e göre: Nerede inanırsak,
bu inancımız
aldanmaya
dönüşecektir.
bir sabit fey
her zaman
olduğuna
bir kuşkuya,
bir
Nitekim, her şey gibi, İnsa
nın kendisi de, bedeni de, mİıu da sürekli değişim içindedir. Çünkü bugünkü bedenim, dünküne görc tümüyle başka unsurlardan oluşmuştur. Çevresinde kilere dikkatle bakmayı bilen kişi, h e r şeyin sürekli değiştiğini görecektir. Ancak yüzeysel bakış ile bu de ğişim kavranamaz, Gök cisimleri dc bu değişimin dı şında olamaz. Anaksimandros'un "güneşin dünya resinde döndüğü"
çev
görüşüne karşı çıkar. Heraklit'e g ö
rc güneş kendisini her gün yeni baştan yaratır. Ak şamları sönen bu ateş sabahları yeniden yakıhr. S ü rekli hareket ve değişim içinde olan evrende, sabit kah n bir şey, bir yasa vardır. Sabit kalan, değişmeyen şey "madde" değil, tüm değişimi yöneten "yasa"nu etkili olmuşmr: B u da gerçek mutluluk kavramıdır. pekun
mutlu, saytiactık
birystşam
le bir yaşam nerede bulunabilir?"
netsii kaznnütr?
"GerBöy
Daha sonraki Yunan
felsefesinin ahlâk konusundaki temel s o r u n u , temel kuşkusu bu soruda düğümlenmiştir. T ü m Öteki ahlâk konuları daima bu ana konuya dönüştürülmüştür. B u d ö n e m d e ahlâk, mutlu bir yaşama ulaşmak için bir 13t
İLKÇAÛ v a O R T A Ç A Ğ F E L S E F E
TARİHİ
araç, bir yol gösterici olarak algılanmıştır. B u anlayışı Demokrit'ten kalan yazılarda da görebiliyoruz, ikinci özellik ise, mutluluğa götüren yola ancak tutkulara egemen olmakla ulaşılabileceğinin benimsenmesidir. Tutkularına tutsak olan, tutkularını kendisine üstün tutan insan, er ya da geç mutsuz olacaktır diye düşü nülüyordu. Aynca böyle b i r insan akıllı da saydamaz, çünkü akıl ile tutkular biri ötekine zıt olan yetilerdir. Ancak tutkulannı aklı ile dizginleyebilcn, ölçülü yaşa yabilen kimse mutlu olabilir. Yunan felsefesi ölçülü olmayı, serinkanlı olmayı dalma cn yüksek erdem say mış ve bu nedenle tüm istekleri; insanın kendine hâ kim olmak, ölçülü bir yaşam sürmek gereksinimine dönüştürmüştür. Demokrit'İn ahlâk anlayışını da bu çizgiler içinde İrdelemek gerekir. D e m o k r i t ikİ insan tipini karşılaştırır: B i r yanda tutkularının arkasında sürüklenen insan^ ö t e yanda ılımlı vc sakin yaşayan insan. B u sakin yaşam, yani öl çülü yaşam, yaşamı ve ruhu oluşturan atomların fizikî ve fizyolojik durumları ile aynilcşir. D c m o k r i t ' t e iki kavram ahlâkın temelini oluşturur: B u n l a r d a n biri zenginlik, yani para tutkusudur. Demokrit, "zenginlik P£yoksulluk nedir?" diye so ruyor. Zenginlik bİr fazlalık, yoksulluk ise bir yokluk tur. Zenginlik, elde edilmesi gereken şeylerin aşırı de recede olması demektir ki, bunun için çaba harcama ya değmez. Yoksun olmakla yoksul olunur, fakat bİr şeyden yoksun olmak, yalnız dışardaki nesnelere bağlı olmayıp, bana da bağlı olan bir şeydir. B e n kendimi bîr şeyden yoksun b ı r a b r ı m ya da bırakmam. Şayet yoksunluğa katlanmayı bilirsem, dışardaki belli nesneler 132
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
eksik diye kendimi hiçbir zaman yoksul saymam, De mokrit'in vurguladığı ablâkm temelini oluşturan ikin ci kavram, genel çıkarların Özel çıkarlardan ö n c e gel mesidir. O bunu şu örnekle açıklar; Bir inmntn rumu man
kötü ise, ötekilerin mümkündür.
Ancak
kimse kimseye yardım genel pozum
olması bulmak
daha
ona yardım herkesin
edemez
kötüdür.
etmesi
durumu
kötü
olur. O halde Felâket
if in her zaman
İse,
felaketin
özel oluna,
olanaklar
du
her za
buna
vardır.
So
nuç olarak, D e m o k r i t ' i n ahlâk İle ilgili düşünceleri bir sistem halinde toplanmış değildir. Daha çok, birta kım erdemli, özlü sözler ve muduluğa nasıl ulaşılaca ğını gösteren yol gösterici açıklamalar şeklindedir.
133
İLKÇAĞ V 9 O H T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
Tarih Felsefecileri
Beredot (M.Ö. 484 - 424) Antik felsefenin ilk dönemi, her şeyden ö n c e , bir d o ğ a felsefesidir. B u d ö n e m i n felsefesi, ö n c e l i k l e , nesneler evrenini tanımak ister. B u n u n için olacak, bu dönemde sorulan başlıca sorular şunlardır: B M ev renin
yapîst
olaylar
nnîtldır?
ortaya fikar?
leyen şeyler nelerdir? nelerdir?
Bu nesneler Bu olayların Olayları
evreninde ortaya fikışım
doğuran
sebepler,
ne
tür etki
güçler
Bu d ö n e m d e felsefe, insana vc o n u n tarihi
ne ait konularla geçici olarak ilgilenmiştir. Nitekim Demokrit'ten kalan yazılardan yalnızca birinde insan lık tarihi konusu ele alınmıştır. Eski Yunan'da tarih ile ilgilenme çok eskilere ka dar gider. Yunan tarihçilerinin gerçek babası dof^wr.
Here-
Çeşitli geziler yapan H c r c d o l , gictiği yerlerin
İnsanları ve tarihleri ile ilgilenmiştir. O , daha çok bir öykücüdür. Dolaştığı yerlerde gördüklerini, kendisine anlanlanları aktanr ve bu yerlerin insanlarını, onların özelliklerini, tarihlerini tasvir eder. H e r e d o t ' a bugüne kadar bir eleştiri yapılmamıştır, çünkü o yalnızca ak tarmıştır. 134
I L K Ç A 6 FELSEFESİ
Thukydides (M.Ö. 460 - 400) H e r c d o t ' t a n sonra Yunanlıların ikinci büyük ta rihçisi Thukydidcs'tir. O , Atina ile İsparta arasındaki 3 0 yıl süren ve M . O . 4 0 4 yılında sona eren ünlü Pelopponncs savaşları sırasında yaşamış ve b u savaşlan tasvir etmiştir. Thukydidcs, tarihi her şeyden ö n c e , si yasî açıdan inceler ve tarih ile bunun İçİn ilgilenir. "Peloppones
Savafİartnın
Tarihi"
adlı yapıtında, özel
likle bu savaşların nedenlerini ve sonuçlanın ele alır. O bu yapıtını, vatandaşlarına siyasî bir eğirim kazan dırmak, onlan siyasî açıdan bilgilendirmek için yaz mıştır. Görüleceği gibi Thukj'didcs, H e r e d o r ' a göre, ç o k farklı bir tarihçidir. Hercdût yalnızca bir öykücü dür, oysa Thukydides tarihi, siyasî açıdan ele alan bir tarihçidir. Aralarındaki farklılığa rağmen, her İkisi de tarihçidir ancak tarih filozofu değildir. Bir başka de yişle, her İkisi dc tarihî olaylarla ilgilenmişler, tarihin anlamı vc amacım, insanın tarih içindeki rolünü dik kate almamışlardır. Oysa Demokrir tam b i r tarih filozofudur.
Onu
öncelikle, İnsanı tarih çerçevesinin, bütünü içine yer leştirmek konusu ilgilendirir. Demokrit'İn bilmek is tediği: İnsanhk nasıl bir başlangıçtan bugünkü dunıma gelmişdr, yani insanlık tarihinin evrimi nasıl oluş muştur? D o ğ a filozoftan, doğa olaylarının başlangıcı nı, doğanın özünü, doğanın yapısını öğrenmek iste mişlerdi. D e m o k r i t ise, tarih filozofu olarak, ayrıca insanlık tarihînin başlangıcını vc bu tarihe temel olan gerçekleri de bilmek istemiştir. Demokrit'İn b u konu yu gözlem vc deneylere dayanarak cevaplandırması, kabul edilemez. O , insan toplumunun ilk durumuyla 135
İ L K Ç A Ğ v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
İlgili olarak, yalnızca bir tasavvur öne Sürer; iman, rihin başlan^mnda müştür. lenmiş,
Doğanın mağara
hayvanlam sunduğu
benzer bir yaşam
meyveleri
ya da ağaç kovukiannda
toplayarak
ta sür bes
bannmtşttr
Özetle; Başlangıçta insanların bir kültürü y o k t u . Kül tür, yani insanların aletler yapması ancak sonraki bir gelişimin ürünüdür. Hastalık ve ölüm konusunda da insanlar bu İlk dönemde aynı hayvanlara benzer bir yaşam sürmüştür. Hastahblar karşısında çaresizdiler. T o p l u m u n bu ilk ve ilkel şcklİnİ yaşayan insan çare sizlikler, korkular içindeydi. Çaresizlikler içinde yaşa mak, insana bu çaresizliği ç ö z m e y e , bunut^ için bİr şeyler bulmaya yöneltti. Başka bir deyişle çaresizlikler İnsanı buluşlar yapmaya zorladı. S ö z gelişi insan top ladığı mey\'eleri, bu meyvelerin bulunmadığı zamana kadar koruyup, saklamak zorunda kaldı. S o ğ u k t a n vc sıcaktan korunmak için evler yapıldı. D e m o k r i t ' e gö re bu buluşlar yapılırken, hayvanların yaşamlanndan çok fazla şeyler öğrenilmiştir. S ö z gelişi kuşlar da )aıva yaparlar. Hay\'anlara korunmaları için doğanın ver diği silahlar, insanda korunmak için silah yapma dü şüncesini doğurmuştur. B u türden çaresizlikler vc sı kıntıların neden o l d u ğ u buluşlar yardımıyla insan, hayvan yaşamını andıran ilkellikten kendini kurtar mış, kültür yaşamına geçmiştir. B u gelişmede insanın en büyük başarısı sayılması gereken buluş kuşkusuz V J 7 " olmuştur. Dil aracılığı ile insan ö t e k i insanlarla anlaşabilme olanağına kavuşmuştur. Demokrit'e göre tanh, insan kültürünün, insan bu luşlarının tarihinden ibarettir. İcaüar tarihi sürekli ola rak artan bir gelişmeyi belgeler. Demokrit, gelişmeyi^ 136
İLKÇAS
FELSEFESİ
tarihin odak noktası yapan düşünürdür. O , ttıtumuyla, kendisine kadar olan Yunan düşüncesine ters düş müştür. Pek çok ulusun efsanelerinde, tarihin başlang ı c m d a bir m u d u d ö n e m yaşandığı, t o p l u m u n bir c e n n e t yaşamı sürdüğü görüşü yaygındır. Eski Yuna nistan'da bu görüşü ilk kez Hesiod belirlemiştir.
Hesiod (M.Ö. VIII. yüzyıl) Yukardaki s ö z ü e d i l e n g ö r ü ş ü n Y u n a n d a k i ilk temsilcisi şair H e s i o d ( M . Ö . 8 0 0 ya da 7 0 0 ) ' d u r . Sonradan E m p e d o k l e s bu görüşe katılmıştır. O da başlangıçta insanlarm mutlu bir yaşam sürdüklerine inanır. Hesiod'a görc insanlar altın d ö n e m i n d e basit ve tekdüze bir yaşam sürdüler, fakat buna rağmen ç o k mutiuydular. B u mutluluk döneminde henüz çe lişme vc savaş yoktu. İnsanların başkalarına baskısı da söz k(îmısu değildi. B u d ö n e m , insanlar arasında tam bir sessizliğin hüküm sürdüğü, doğa nimetlerinden rahatlıkla yararlanıldığı altın bir dönemdir. Hesiod'a g ö r e , bu başlangıç dönemi, tam anlamıyla bir barış vc huzur dönemidir. Dcmûkrit ise bu ilk d ö n e m i n bİr sıkıntı ve çaresizlik d o n e m i o l d u ğ u n a inanır. Hesi od'a g ö r e , İnsanın en tehlikeli buluşu ve icadı olan para, yani s e n c t i n ortaya çıkması, insanların güçlügüçsüz diye iki sınıfa ayrılmasma neden olmuştur. Al tın dönem sona ermiş, demir dönemi yani çekişme ve kavga dönemi başlamıştır. Bundan sonra insanlar ara sında para, servet, güç uğruna bir çekişme başlamış ur. Böylece adaletin bulunmadığı, bir baskı, bir zor lama dönemi yaşanır oldu. Fakat zamanla insanda ilk duruma gcrİ dönme, o mutlu dönemi yeniden yaşama 137
İLKÇAĞ ve ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
İsteği doğdu. İnsanlık, şimdi yaşadığı k ö t ü koşullar dan kurtularak ilk mutlu döneme döncbilnne tutkusu nu sürekli içinde taşıdı. Hesiod'un bu g ö r ü ş ü , D e mokrit'in gelişme görüşü ile çatışır. D e m o k r i t ' e göre insanlık tarihi, sürekli bir gelişimdir. İ n s a n , tarihinin akışt içinde, başlangıçtaki hayvan yaşamından sürekli uzaklaşarak daha iyi bir yaşama kavuşmuştur. Hesi od'a göre tarih, sürekli bir dönüşüm harekcridir. Yani tarih, altın dönemden başlayarak demir döneminden geçtikten sonra yeniden altın dönemine d ö n e n bir yol izler. Empedokles bu altın dönemi pek parlak, pek hayalci bİr biçimde canlandırır: B u döne mdc insan larla hayvanlar arasmda bile düşmanhk y o k t u , doğa canlılara nimetlerini bol bol sunuyordu. Tarihin ak(şıyla ilgili birbiriyle çatışan bu iki görüşe, felsefe tari hinin akışı içinde sık sık rastlayacağız. B u n u doğrula mak için büyük bir sıçrama yaparak X V I I I . yüzyıla bir göz atalım.
136
İLKÇAĞ FELSEFESİ
XVIIL Tüzyti Aydınlanma. Felsefesine Kısa Bir Baktf
XVin. ma"
yüzyılın yaygın felsefesi olan
"Aydınlan
akımı gelişime inanır. İnsanlık tarihinin sürekli
bir gelişme olduğunu., tarih boyunca İnsanın sürekli ilerlediğini savunur. B u felsefe, özü dikkate almınca, D e m o k r i t ' i n görüşlenni yineler. Rousseau, Aydınlan m a felsefesinin, insan tarihinin sürekli gelişmeyi i û d c ettiği görüşüne karşı çıkar. Rousseau, Aydınlanmacılann aksine, İnsanlığın uygar durumundan duyduğu rahatsızhğı dile getirir ve insanlığın doğal durumunu över. Doğal durum İnsanın altın dönemidir. Uygarlı ğın gelişmesi ancak baskı ve zorlamanın artmasına neden olmuştur. Kültür ve uygarhğı bu şekilde suçla yan Rousseau'nun n c denli bü^mk bir etkiye sahip ol duğunu biliyoruz. Yeniçağda ç o k etkili olan b u birbi rine karşı iki tarih anlayışına, çekirdek halinde, ilkçağ da rastlıyoruz. D e m o k r i t , insan ve İnsanlık tarihini, kendine ana kuşku konusu yapmış bir d ö n e m i n düşü nürüdür. Ancak özellikle insan ile ilgili olan bu done me geçmeden önce zamanın doğa felsefesine bir kez daha döneceğiz.
139
İLKÇAĞ
ORTAÇAĞ F E L S E F E lAFtİHİ
,„ve Son Pisagorcular
Demokrit'İn, İlkçağın en büyük d o ğ a bilginlerin den biri olduğuna hiç kuşkn yoktur. Fakat, onun bize kadar pek az yapıtı ulaşabilmişdr. Bu donemin doğa bilimi alanında Demokrit'İn yanında ö t e k i bİr kısıra düşünürler vardır ki, bunlar özellikle İlkçağın astro n o m i İ n c e l e m e l e r i n d e ö n e ç ı k m ı ş t ı r . B u n l a r daha sonraki Pisagorculardır. Bunların içinde c n önemlile rinden biri matematikçi Archyras'nr.
Archytas (MA 430 - 34S) Pisagorculann cn önemli basanlarının, evreni ma tematiksel düşüncelerle açıklama çabası olduğunu bi liyoruz, Ancak, hatırlanacağı gibi, Pisagorcular mate matiği sonunda bir sayılar sezgiciliği (mistiği) haline getirdi. Onlara göre nesneler arasındaki t ü m oranları sayılarla göstermek olasılığı vardır vc dc b u gereklidir. Pisagorcular sayılar evreninin gerçek evrenin örneği olabileceğine İnanırlar. Bu gerçek örneği incelemekle, onun bir görüntüsü olan doğayı da kavramış oluruz, E u anlayış, kuşkusuz abartılıdır. Ancak ilk düşünme lerde bu tür abartılara her zaman rastlanır. Gerçekte 140
İLKÇAâ FELSEFESİ
doğru vc yararlı olan bu düşünüş, hemen abartılarak her alana uygulanmak istenmiştir. Pisagorculann bir başka özelliği dc ikicilikleridir (düalizm). O n l a r ev rende biri ötekine zıt İki öğenin geçerli olduğunu be nimser. B u öğelerden biri "smtrstz" ise b u sınırsız alanda bir "stnır"
alandır. Ötekisi çizendir. Sınırsız
olan uzaydır. B u uzayda aralık yoktur, bİüşiktir. S ı nırh olan, bu uzay içine konmuş olan noktalardır. İş t e b u görüşten hareket eden Pisagorcular D e m o k rit'inkinin tam karşıtı bir evren görüşüne ulaşırlar. Demokrit'İn boş bir uzay varsaydığını biliyoruz. Oysa Pisagorcular uzayı madde ile aynilcştirirler. Başka bir deyişle, uzayın aynı cinsten olan sıvı bir madde oldu ğuna vc sıvı içinde dönüşüm yapan hareketlerde bu lunduğuna inanırlar. Demokrit İse boş uzayda atom ları hareket ettirir. Pisagorcular ile D e m o k r i t arasın daki bu karşıtlığın yeni zaman felsefesinde yeniden günceli eştiğine tanık oluyoruz.
XVn.
ve
XVIIL
yüzyıldaki
iki karşıt
fizik
anlayı
şından biri, D c m o k r i t ' t e n hareket eder, öteki ise daha ç o k Archytas'tan
(Descartesfiziği).
Archytas ve yandaşlan Demokrit'İn, özellikle do k u n m a duyumunu t e m e l alışını eleştirir. G e r ç e k t e n Demokrit'e göre bize nesnenin gerçek yapısını tanı tan d o k u n m a d u y u m u z d u t . Ö t e k i d u y u m l a r
bize
nesnenin yalnızca görünüşlerini tanıtırlar. Oysa Pisa gorculara göre dokunma duyumuz da bizi, öteki du yularımız gibi, yanıltır. S ö z gelişi dışardaki şeyler gö zümüzde renk etkisi oluşmrur. Bir şeye dokununca da elimizde sertlik etkisi oluşur. Bunun içindir ki dokun ma duyumuz, görme duyumuzdan kesinkes ^rksızdır. 141
İ L K Ç A Ğ V B ÛFITAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
Şayet nesne gerçek yapısı yönünden renkten uzak-ara yoksun ise, aynı zamanda sertlikten dc yoksundur. Nesnenin yapısına dönük gerçek niteliği; uzayda yer tutması, yer kaplamasidır. Sonraki Pisagorcularla ilgili olarak özellikle Efla tun'un "Tİmmos"
diyalogundan bilgi ediniyoruz. Bu
Pisagorculann gerçek başansı astronomi alanındadır. Onlann astronomisi, temelde, modern astronomiye, yani Kopernİk'in astronomisine ç o k yaklaşır. Pisagor cular, her şeyden ö n c e , dünyayı evrenin sabit merkezi olmaktan çıkaran^ o n u kendisi de hareket eden bir yıldız olarak anlayan ilk astronomlardır. Pisagorcular evrenin merkezinde bir ateşin bulunduğunu ve dün yanın da bu merkezdeki ateş çevresinde döndüğünü kabul ederler. B u merkezî ateş çevresinde dünyadan başka güneş vc beş gezegen dc dönmektedir. Oysa İlkçağın ve özellikle de Aristo'nun bunun tam karşın bir görüşü benimsediğini biliyoruz. Aristo'ya göre evrenin merkezinde dünya vardır. Güneş vc öteki yıl dızlar dünyanın çevresinde hareket ederler. Pisagor culara g ö r e , dünyanın bir yüzü sürekli olarak merkez deki ateşe dönüktür. B u n u n içindir ki biz merkezdeki ateşi göremeyiz ve dünyanın bu ateş çevresindeki ha reketi sırasında güneş ile yıldızlarm sanki dünya çev resinde döndüğünü sanınz. Oysa bu, dünyanın hare ketinden o l u ş a n , tamamiyle yanlış bir izlenimdir. B u n d a n sonra dünyanın kendi ekseni etrafında da döndüğünü kabullenmek İçin ancak b i r adım daha atmak yeterli olacaktı ki, bil adım son Pisagorcular tarafından atılmıştır. Sonunda Eflatun'un Akadcmisi'nden olan b i r Pİsagorcu b i l g i n , g ü n e ş i evrenin 142
İLKÇAâ FELSEFESİ
merkezi yapmış vc böylece Kopernik'e tümüyle yak laşmıştır. Kopernİk'in İlkçağın astronomi varsayımlarına ya bancı olmadığım, bunları bildiğini, kendi varsayımına öncülük edenleri ciddî bir şekilde incelediğini biliyo r u z . G e r e k İlkçağda, gerek O r t a ç a ğ d a ,
Aristo'nun
Otoritesinin egemen oluşu yüzünden, Pisagorculann astronomi alanında vardıklan sonuçlar ilgi görmemiş, her iki çağda dünya evrenin merkezi sayılmış ve öteki tüm yıldızlann dünyanın çevresinde döndüğü görüşü benimsenmiştir- Böylece Yunan felsefesinin İlk bölü m ü n ü , yani bu fcJsefcnİn doğa olaylarıyla İlgili olan ilk bölümünü noktalamış oluyoruz. Bu ilk dönem filozoi^lan Özellikle doğa konusuyla ilgidendiler. B u n l a n n belirgin niteliği, doğa filozofu olmalandır, Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz filozoflar gerçekte doğa bilginleri olup, biraz da din alanında yenileşme yanlısı düşünürlerdir. Bunlann h e m e n hep si, yalnızca bir konuya ilgi duymamıştır: Bu k o n u İn san ve insanın yaratılışı konusudur. Yalnız Demokrit için, tarih konusunun bir problem oluşturduğunu bi liyoruz. D e m o k r i t bu kuşağın son örneğidir. Ancak bu ilk doğa filozoflan ile D e m o k r i t arasında şimdi ele alacağımız bİr düşünürier topluluğu vardır ki, bunlar öncelikle insan konusu ile ilgilenmişlerdir. B u filozof İar topluluğunu
belli bir isimle anmak g e l e n e k o l
muştur: BunJara "Softst'lcr
denir.
143
İLKÇAĞ V 3 OHTAÇAĞ F E L S E F E TABİHİ
Sofistler
Sofist kelimesinin öteden beri, biri gcnİş öteki dar iki anlamı vardır. B u kelimenin geniş anlamıyla: İlk çağda, sofist denilince, genellikle şair vc filozof kişiler anlaşılır. Dar anlamı ise: Belli bir filozoflar topluluğu na, yani M . O . 5 0 0 ' d e yaşamış olan filozoflar toplulu ğuna verilen isimdir. Bundan, başka
"sofist"
kelimesi,
özellikle Efiâtun'un etkisiyle özel bir anlam kazan mıştır. B u kötü anlamın haklılığı savunulamaz, çünkü b u ismi taşıyanlar, felsefe tarihi b a k ı m ı n d a n hiç de önemsiz kişiler değildir. Bundan önce tanıttığımız filozoflar, ö z d e , doğayı araştıran bilginlerdi. Sofistler ise birer bilgin, birer araştırmacı olmayıp^ her şeyden önce birer Öğretmen dirler. S o f i s t l e r e , özellikle İran savaşından s o n r a , İranhiann yenilip Atina'nm siyasal vc kültürel alanda büyük bir gcfişmc gösterdiği d ö n e m d e
rastlıyoruz.
B u d ö n e m d e Atina'da vc ona uyan öteki Y u n a n kent lerinde köklü (radikal) bir demokrasi iktidara gelmiş ti. B u demokrat idare şimdiye kadarkilerden çok daha fazla insanın devlet yönerimine katılmasını sağlamış tır. İşte bir yandan kültürel gelişim, öte yandan demok rasi yönetiminin özellikleri o d ö n e m Yunanistan'da 144
[LKÇAÛ FELSEFESİ
eğitim yönünden geniş ölçüde bir gereksinimi o m y a çıkarmıştır B u gereksinim, o zamana kadar ö z e l olan ve daha çok kölelerce yönetilen eğitimin daha bir genclleşip genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal vc sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan genel bir öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede böyle bir gereksinim doğarsa, orada bu gereksinimi karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması doğal dır. İşte Sofistler dc böyle bir gereksinimin ortaya çı kardığı öğreticilerdir. B u n u n içindir ki Sofisüer, ön celikle öğretmendirler. B u n l a r Y u n a n i s t a n ' ı n çeşitli kcnderindc dolaşırlar, uğradıkları yerlerde para karşı lığında ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o za m a n a kadar Y u n a n i s t a n ' ı n t a n ı m a d ı ğ ı bir o l a y d ı . Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders vermek pek çirkin bir davranış sayılıyordu. B u döne mi Antik dönemden ayıran en büyük farklardan biri. Antik dönemin işe az ö n e m vermiş olmasıdır. Eski Yunan'da beden gücü ile çalışmak aşağılanan b i r dav ranış sayılıyordu. Beden işlerinde ancak köleler çalıştınlır. Aynı şekilde, mesleğiyle geçinen zcnaatkârlann da toplumda saygınlığı y o k t u . İşte Sofistlerin ders vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para kaı^ılığı verilmesi, o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır. Sofistlere karşı olanların başında yer alan Eflâtun, "Protagoras"
adlı diyalogunda Sofistlerin ne biçim in
sanlar olduğunu ve bunların çalışma biçimlerini çok canlı olarak tasvir ermiştir. Protagoras Sofistlerin en eskilerinden vc en büyüklerin dendir. D i y a l o g şöyle başlar: Eflatun'un hemen tüm diyaloglaanda birinci 145
İLKÇAĞ V B O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bîr delikanl] yatağından uyandırır vc kendisine ünlü Protagoras'ın geldiğini coşkuyla anlatır, Dclikanh Protagoras'tan mudaka ders almak istediğini dile getirir. Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadı ğmı, yeterli parası varsa isteğinin kolayca yerine gele bileceğini söyler. Sonra kalkıp birlikte Protagoras'ın konakladığı eve giderler. Burada Protagoras'tan baş ka bir kaç Sofist daha vardır. Eflâtun, Sokrat ile deli kanlının eve girdikleri zaman gördüklerini çok canlı bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bİr salonda bir aşağı bir yukan dolaşıyor, arkasında öğrencileri ken disini saygıyla izlemektedir. Aynı salonun bir köşesin de öteki bir Sofist, Hippias
g ö k y ü z ü n ü göstererek
astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan birrakım sesler gelmektedir. B u odada da bir başka. Sofist, Prodikos
y^XW'gi yerden d e r s veriyor, Salona gi
ren S o k r a t ile delikanlı P r o t a g o r a s ' a yaklaşırlar ve kendisine delikanlının isteği iletilerek ders verİp vere meyeceği, verebilecekse bunun hangi konuyla İlgili olacağı sorulur, Protagoras delikanlıya: Benden alirken
günden
^ünc
daha
erdemli
olduğunu
ders görecek
sin, ben sanu yararlı
olacak şeyler, işine yardımcı
cak şeyler öğreteceğim
der. Bununla da astronomi öğ
ola
reten Hippias'a taş atmış olur. Delikanlı dersin konu sunu sorunca, Protagoras bunun her şeyden önce bir vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konu sunda olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda bilmesi gereken şeyleri öğreteceğini söyler. O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gere ken şeylerin başında hitabet geliyordu. Sofistlerin eği tim uygulamalarının ağırlık merkezini hitabet oluştu146
ELKÇAâ P E L S t F t S i
ruyûrdu- B u da belli nedenlere dayanıyordu; O za manki Atina'da hitabet sanaünı bilmek kişiye ç o k bü yük saygınhk kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili önemli kararların alındığı "Halk
Mcclisi"ı\dc
hitabet
çok etkili oluyordu. Ayrıca hitabet yargılama için çok gcrckJiydi, çünkü davacı ile davalının yargı ö n ü n d e söyledikleri nutuklar, yargıçların kararları üzerinde et kili oluyordu. T ü m bunlar söylenen sözlerin güçlü olmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu hitabet sanatının bazı sakıncalı yanları da yok değildi. Sofistlerin yaptı ğı gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı, yalnızca karşısındakini inandırmayı temel alır. İ ş t e S o fistlerin karşıtları onları özellikle b u yönden eleştir mekte vc sorgulamakla haklıdırlar. Sofistlerin kötü ünlerinin başlıca nedenlerinden biri dc b u hitabet an layışlarıdır. Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle insan konusuyla uğraşmalarıdır. O n l a r bu konuyu ele aldıkları zaman, kuşkusuz, bazı şeyleri biliyorlardı. Kendilerin den öncekilere yabancı olmayan Sofistler, insan ile il gilendikleri için, tarih konusuna da yabancı değildi ler. B u konuda da kendilerinden önceki felsefe okul larından hiçbirine katılmadılar, onlar arasmda yalnız ca karşılaşnrmalar yapmakla yetindiler. B u karşılaşnrmalar sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye felsefe,
evren konusunda
tutarlı
bir anlayış
kadar elde
ki
edeme
miştir. S ö z gelişi Heraklit ile Elealılar arasında b i r zıt lık vardır. Heraklit her şeyi oluş durumunda g ö r ü r vc bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin var o l d u ğ u nu reddeder. Elealılar ise, tam tersine, oluşu redde d e r G e r ç e k varlığın başlangıcı vc sonu olmayan bir 1 4 7
HKÇaĞ V4 O R T A Ç A Ğ
L 5 5 F E T*RJJHI
süreklilik, bir kalış olduğunu İleri sürerler. Unsurlar konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya varabilmiş de ğildir. Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası ise ateş olduğunu savunur. E n sonunda bir
filozof
bunlara toprağı da katarak dört unsurun d a ilke oldu ğunu öne sürmüştür. Anaksagoras ile D e m o k r i t ara smda da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcında, belli bir plâna görc yaratan bir ruh vardır. D e m o k r i t ise d o ğ a d a ancak makina işleyişi cinsinden (mihaniki) bir zorunluluk olduğunu savıuıur. Sofistlere göre: "Ne kadar varsa, evrenin
yapısı hakkında
o kadar görüş
filozof vardır."
Bu yüzdendir ki, bu filozoflar gerçeği Öğretemezler. H e r filozof kendi düşüncelerinin doğru, başkalarınınkilerin yanlış olduğunu s a ^ n u r . Burada şu soru öne çıkar: "Acaba^gerpek rüşlerden
herbiri
diye bir şey kalır
diye bir şey var mıdır?
ötekiyle çeliştiğine
göre, geriye
Tümgögerpsk
mt?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşı
sında duyulan kuşku ile hitabette karşıdakini inandır mayı amaçlayan kuşku arasında bir uyum vardır. Fel sefe tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler Sofisderdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından ilk şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci, uygulama alanında öğretmen ve hitabet öğredcîleridir. Aynca onlar özellikle insan konusu ile İlgilenirler, doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
Protagoras (M.Ö. 480 ^ 410) Sofistlerle ilgili aktardığımız bu bilgiler, özellikle, Sofısderin ilklerinden ve de en ü n l ü l e r i n d e n olan Protagoras için uygun diişer. Protagoras Atina'nın 14B
ILKÇAĞ FELSEFESI
büyük devlet adamı Psrikk^'m
çevresinde olanlardan
dır. O da, Anaksagoras gibi, Tanrıları reddetmekle suçlanmıştır. Gerçekte o , T a n n l a n n varlığını reddet memiş, ancak düşüncesindeki genel şüpheci karakter den dolayı, "Tanrtlar
var tnj., yok Jnu, bilemeyiz"
de
miştir. Bundan dolayı tutuklanmış, ancak yargı uygu lanmadan önce kaçmış ve Sicilya'ya giderken yolda boğulmuştur. Geleneğe göre Protagoras'ın,
"Gerpek"
adında bir kitabı varmış, bu kitabın başında ç o k ünlü şu kural bulunuyormuş: 'Tnsan
her peyin
ölpürüdür."
Bu kuralın anlamı: Protagoras için tümel geçerli bir gerçek yoktur. Olsa olsa h e r insanın kendisine has İnançları, görüşleri vardır. K e n d i l i ğ i n d e n o l a n b i r g e r ç e k t e n söz e d i l e m e z , bir İnsanın k e n d i n e g ö r c gerçek saydığı şeyler olabilir. Eflatun'un aktardığına göre, Protagoras bu varsayımını duyumlarımızın bizi yanıltmasına dayandırıyormuş. O , duyum ve algıların Öznel (sübjektif) vc göreli (rclatifl olduklarına ilk kez değinen düşünürdür:* Biri sıcak, öteki soğuk, üçün cüsü dc ılık su ile dolu üç kap olsun. O n c c bir elimi sıcak. Öteki elimi de soğuk suya sokayım, s o n r a da her iki elimi birlikte ılık suya koyayım. S o n u ç t a aynı ılık su, bir elime daha soğuk öteki elime olduğundan daha sıcak gelecektir, Acaba haklı olan elim hangisi dir? Acaba haklılık konusunda iki elimin kavgaya tu tuşmalarının bir anlamı var mıdır? Şüphesiz bir anla mı yoktur, olmamalıdır. Çünkü b u ılık SLL, yalnızca cic geldiği gibidir. İşte sıcak ve soğuk İçin s ö z konusu olan bu durum, her şey İçin dc böyledir. S o n r a du-
'
Bu gözlem bu9L;n modern psikolojide de geçerliliğini aynen sürdürüyor. (V. Okur)
149
İ L K Ç A Ğ v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
yumlara bağlı algılarımızdaki bu durum, t ü m bilgile rimiz için de geçerlidir. Yunan felsefesinin ilk dönemindeki filozoflar ger ç e ğ e ulaşmak için uğraşıyorlardı. Heraklit, Elealılar, Pisagorculann tümü; tümel olarak geçerli olan kendi liğinden bir gerçeğin var olduğuna vc bu g e r ç e ğ i n in san tarafindan bilinebileceğine inanıyorlardı. Fakat ilk kez Sofistler gerçeğe ulaşma çabasından caymış vc yalnızca gerekli vc yaradı bilgiler edinmeyi kendileri ne amaç edinmişlerdir. Sofistleri öncelikle, İnsan vc insanın evreni ilgilendirir. Onların gerçek amaçlart b u evrene yararlı olmaktır. B u nedenle onlar kendilerin den önceki filozofların amaç bildikleri gerçeğe yaban cı kalmışlardır. E u gerçek kavrammı ilk kez Protagoras eleştirmiş tir. Ona göre kendiliğinden gerçek diye bir şey söz konusu olamaz, ancak insan içİn yararlı olan bazı bil giler vardır. Protagoras bu görüşünü şöyle temcllendİrir: Bilgilerimizi bize duytımlanmız sağlar. Duyumlanmızm oluşturduğu bu bilgiler, evreni birine bir bi çimde bir başkasına bîr başka biçimde gösterirler. Ay nı bir ısı bir İnsana sıcak öteki bİr insana soğuk gele bilir. Acaba bunlar üzerinde tartışmanın bir anlamı var mıdır? Yoktur, çünkü evren, herkese kendi du yumlarının gösterdiği bİçİmdc vardın B u n u n içindir ki bana böyle görünen bir şey, bir başkasına başka türiü görünür. O halde herhangi bir şey konusunda birbirinin tam karşıtı olan iki görüş öne sürmek olasıhğı her zaman vardır. B u karşıt görüşlerin hangisinin doğru olduğunu kanıtlamak olanaksızdır. Bu karşıt görüşlerin hangisinin d o ğ r u o l d u ğ u n u g ö s t e r m e k 150
^LKÇAĞfELEEFES[
İçin, olsa olsa bir tek yol vardır. B u da, bu görüşlerin birinin daha doğru olduğunu karşımızdaki n e telkin vc inandırma (ikna) yolu ile benimsetmektir. S o n u ç olarak doğru ve yanlış düşünce yoktur, ancak insamn düşüncesini karşısındakine beccrikülik göstererek be nimsetmesi vardır. Önemli olan, insanın kendi görü şünü savunma biçimidir, Bunun için tek araç vardır, hitabet. Bunun içindir ki Sofısdcr düşüncenin dış gö rünümü ile yani dil İle ilgilenmişlerdir. Onların dil konusundaki araştırmalan bize kalan başanlı çalışmalanndan biridir. Nitekim Sofistler dilbilgisi ( g r a m e r ) bilimini ilk ortaya koyanlardır. S ö z gelişi c ü m l e n i n analizini yapmak, bazı dilbilgisi kurallarının konulma sı SoHstlere aittir, B u n a karşı tüm metafizik konular da, söz gelişi yer İle gökyüzünün ilişkisi, evrenin nite liği vb, konularda, Sofistler şüpheci bir görüşü sirngclerlcr. Protagoras'ın Tanrılar konusundaki düşüncesi ni anımsayalım: "Ona göre mîlamak Tanrılar
ipin elimizde var olabilir
Tanrıların
varhğtm
ka-
bunun
ipin
bir arap yoktur,
de, olmayabilir
de."
Gor^ias (M.Ö. 483 - 376 ?) Şüphecilikte çok ileri giden Sofist filozoflardan bi ri de Gorgias'tır. Gorgias Antik dönemin ünlü hariplerindendir vc tanınmış biçim sanatkândır Eflâtun onun adını taşıyan bir diyalogunda bize Gorgias'ı her türlü felsefi;nin karşıtı olarak sunar. Anlatıya göre G o r g i a s ' ı n "Doğa Konusunda"
Konusunda
ya da Var
Olmayan
gibi acayip isimli bir yapıtı varmış. B u
yapıtta üç kökten görüş ileri sürülmüş: "Bir pey yok tur,
olsa bile bunu
bilemezdik, 151
bilsek
bile
bankasına
İLKÇAĞ v s OBTAÇAĞ F£LSEF£ TARİHİ
aktammazdtk."
Göcüldüpi
gibi, bilimin olanaklarım
yok etmek için Gorgias'îan daha ileri gidilemez. G o r gias birinci tezinde, 'fe^f^iV/^y_>iöj^fMr''diyerek Elcalılara yandaş o l u y o r . B u tezini İse şöyle savunuyor: E ğ e r bir şey gerçekten var olsaydı; bu şey ya sınırsız, oluşmamış, başlangıçsız vc sonu olmayan bİr şey ola caktı; ya da smırh, oluşmuş bir şey o l a c a k t ı . Şayet ikinci şıkkı benimsersek, yani var olanı bir çokluk, sı nırlı ve oluşmuş oian bir şey olarak anlarsak, bu du rumda varlık sürekli kendisinden başka bir şey olacak tır. B u da bizi Elcalılann gösterdikleri İçinden çıkıl maz güçlüklere götürür. Çünkü bu şekilde, bir şeyin hem var hem dc yok olduğunu benimsemek gerekir. Fakat birinci şıkkı; yani var olanın uyumlu, sınırsız, var olmamış bir şey o l d u ğ u n u d o ğ r u buinrsak^ bu durumda böylc bir varlığın tüm uzay vc zamanı dol durması gerekecektir. Uzay ve zamanı dolduran bir şey, aynı uzay ve zaman gibi, b ö l ü n e b i l e n bir şey o l u r d u . Artık uyumlu olmaktan çıkar, parçalardan oluşmuş olurdu. S o n u ç olarak konuyu hangi açıdan düşünürsek d ü ş ü n e l i m , her zaman bazı çelişkilere düşmek zorunda kahrız. Gorgias'm bu şıkları savun ma şekli, kendisinin sağlıklı bilimsel araştırma ile pek ilgisi olmadığını gösteriyor. O n u n yaptığı, daha çok, kavramlar ile oynamadır. "Bilim değil
midir?"
mümkün
müdür,
konusu sağlıklı olarak araştırılacağına,
konu yalnızca bir oyun d u m m u n a sokuluyor. İkinci şıkka geçelim: Bir şey var olsa da, bunu bilemezdik. Çünkü biz evreni iki araç ilc^ yani ya algılarımızla ya da aklimiz ile biliriz. Duyumlarımıza dayanan algıla rımız bizi tümel bir gerçeğe g ö t ü r e m e z ,
duyumlar
herkese evreni bir başka türlü gösterir. B u n u zaten 1&2
İLKÇAĞ F E L S g F g S l
Protagoras da göstermiştir. Akim işlevi olan düşün meye gelince: H e r çeşit şeyi düşünmek olasıdır. B e n hiç var olmayan bİr İnsanı düşünebildiğim g i b İ SLI üzerinde yürüyen bir arabayı da düşünebilirim. Dü şünme, aranılan şeyi bulmak açısından yüksek bir ye tenektir. D ü ş ü n m e , bize tasarlanan şeyin d o ğ r u olup olmadığını anlamak için, kesin bir bilgi veremez. O halde algılanmız olsun, düşünmemiz olsun btzi ger çekten benimsenen bir gerçekliğe ıılaşnramaz, Üçün c ü şık; Şayet b u şeyi bilseydik, b u d u r u m d a bunu başkalanna bildiremezdik. Çünkü bildirme kelimeler ile olur. Fakat bir kelimenin benim anladığım anlamı nı, başkalarının da anladığını nereden bilebilirim? Ke limelere yüklediğim anlamı ancak ben bilirim. Başka larının kelimelere yüklediği anlamı ben nasıl bilebili rim? Gorgias burada çok önemli bir konuya, oluyor İiyor?"
da bir bilgi
bir insandan
ötekine
"nasvl
aktıtrılabi-
konusuna değiniyor. B u üzerinde gerçekten
ö n e m l e düşünülmesi gereken bir konudur. G o r g i a s bu konuya kesin bir cevap bulmaya çalışmak yerine, yalnızca konunun güçlüğüne değiniyor, ç ö z ü m ü n ü n olanaksızlığını söyleyerek konuyu geçiştiriyor. Gorgias'm yapıtı Sûhst düşüncenin tipİk bLr örne ğidir. Burada konunun tiriz bir çözümü için girişim ler yerine, yalnızca zekânın zengin g ö r ü n ü m l e r i n i sergilemek içİn olanak ve nedenler bulmak istendiği ne tanık oluruz. B u türden yapıtların titiz d ü ş ü n e n kişilerce eleştirilmesi doğaldır. Nitekim Yunan kentle rinin tutucu çevrelerinde Sofısderin felscfclcrînc karşı bir karşı çıkışın başladığını görüyoruz. B u tutucu çev reler genellikle zaten felsefeye karşıdır. Sofistlerin or taya çıkışı, bu karşı çıkışı güçlendirmiştir. 153
İ L K Ç A Û V B O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHJ
T ü m bunlara karşm Sofisrlerin külrür tarihi açısın dan önemleri büyüktür, Bunların kültür tarihine yap tıkları en büyük katkı, insanı ve insan toplumlarını in celemiş olmalarıdır. Sofistlerin yaşadığı d ö n e m e , yanİ M . Ö , V , yüzyıla, Yunan Aydınlanma
Çajı
denir.
Nitekim X V l l - X V l l I . yüzyılda özellikle Batı Avru pa'da karşılaşnğunız bir düşünce akımına da lanma"
Aydın
denildiğini biliyoruz. B a t ı Avrupa'daki bu
aydınlanma akımının karakteristik yanı, b u a b m ı n ge leneklere karşı açtığı savaşnr. B u akım dinsel, ahlak sal, siyasal, sosyal tüm törelerin insanın eseri oldukla rını kanıdamaya çalışmıştır. İşte Sofi^sderîn dc amacı budur. Onlar da rüm törelerin insan eseri olduğuna inanırlar. B u konuda Sofistler bir farklılığı vurgula maya özel önem vermişlerdir: Toplumsal kurumlarda insanın yaptığı ile doğanın yaptıklan hangileridir? S ö z gelişi, ahlâk ve hukuk yasalarımızın kurallarının hangi yanı insanın^ hangi yanı doğanın eseridir? Bu vc ben zeri konularda hangi düşünceler doğal, hangileri in sanın yaratmasıdır? B u tür ayırımlardan sonra İnsan tarafindan yapılan bir şeyin, yine insan tarafindan de ğiştirilebilmesi kabul edilir. B u yönleri ile Sofistler ye nilikçidir. Özellikle bu tarafları ile Sofistler, o zaman ki Yunan aydınları üzerinde çok etkili olmuştur. Bu etkileme özellikle sanat üzerinde çok belirgindir.
154
ILKÇAS
FELSEFESİ
Tunan Drama'ctlart ve Sofistler
Yunan sanat çevrelerinde özellikle dramaııın bü yük rolü olduğunu biliyoruz. Şİmdİ ele aldığımız dö nemde M . Ö . V . yüzyılda. Yunan tiyatrosu e n parlak dönemini sergilemiştir. B u dönemde üç büyük drama yazarıyla karşılaşırız: Aischyloi,
Sophokks,
Ett-ripİdes.
Bunlann ilk ikisi Sofistlerin önceki döncmincic yaşa mıştır. Euripides İse Sofistlerin çağdaşıdır ve tüm eserlerinde Sofistlerin etkisi görülür. B u sanatçdarı il gilendiren konulara bakarsak, özellikle de ilk ikisinin, insan ile "kader"
^ra.sında.ki ilişkileri çözmeye çalışnk-
lannı görürüz.
Aiskhylos (M. Ö. 525 - 456) Aiskhylos^un en büyük yapın "Orestes
Telâketi"dır.
Orcstcs'in annesi, babasını öldürmüş ve sevgilisi ile evlenmiştir. O r e s t e s , babasının ö c ü n ü annesinden a l m a k ve kaderin kendisine yüklediği bu görevi yapmış olmak için annesini öldürüyor. Fakat bu kez de annesini öl dürdüğü için günaha girmiş oluyor. Aisklıylos'un bu rada işlediği konu bİr efsaneden alınmıştır. İşlenen 155
İ L K Ç A Ğ v a O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
konuda yapıtın ana teması kolayca görülebiliyor: İn san kaçamayacağı bir kader İlc karşı karşıyadır. E ğ e r takdir edilmişse, insan istese de istemese d e bu kade rin onu suçlu yapacağı kesirdir. Ancak T a n n n m el koyması ilc insan kaderin kendisine yüklediği kor kunç sondan kunulabilir.
Sophûkles (M.Ö. 496 - 406) Sophokles'İn büyük dramı Ödipus'u
g ö z d e n geçi
rirsek yine aynı şeyle karşılaşınz; Ödipus da kaderin ağır yüklemesi akındadır. Kâhinler Ödİpus'a bir gün babasını öldürüp annesi ile evleneceğini söylemişler. Ödipus bu korkunç sondan kurtulmaya çalışır, fakat başaramaz, sonuçta kaderin dediği olur. E u yapıtta da irasan ve kader ilişkisi araştırılır. Burada da insan kaderin dileğine terkedilmiş halde bırakılır.
Euripides (M.Ö. 484 - 406) Kendisinden daha yaşh olan iki dram yazanmn ele aldıkları konular, daha ç o k , din ve metafizik prob lemlerdir. Oysa Euripides'e gelince, tümüyle başka bir evrene geldiğimizi görürüz. E u r i p i d e s , bugün, anladığımız şekilde karakter drammi yazan ilk sanat kârdır, O n u n dramında belirli karakterleri temsil edcn insanlar vardır. B u insanları artık kaderleri değil, kendi karakterleri yönlendirir. Bunlar yalnazca karak terleri gereği felâkete sürüklenir ya da akıllan yardı mıyla kurtulurlar. Akıl burada karakteri düzeltici bir rol oynar. Eurİpîdes'in dramlarında insan üstü bir gücün etkisini bulmak, hemen hemen olanaksızdır, 1S6
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
O n u n dramlarında tüm ölçüleri insanî olan bir dünya İle karşılaşînz. B u dramlarda iyilikleri, kötülükleri vc dc didişmeleri ile "İnsan"ı
buluruz.
Bu düşünüş, İlk olarak Sofısdcrce ortaya k o n m u ş , onlar sayesinde özel bir ilgi görmüştür. Sofistlerin görüşlerine görc kader vc tüm Tanrılar evreni^ yalnız ca İnsanın bulduğu şeylerdir. T ü m Sofısderin çahşmalarmda Protagoras'ın şu dpik cümlesi hâkimdir: "İnsan herşeyin
Ölfiisiidiir."
157
İLKÇAÛ v e O R T A ç ; \ Ğ F E L S E F E TARİHİ
Devlet Teorileri ve Son Sofistler
Sofistler öncelikle devlet, toplum vc hukuk alanlarmda insanm karşısına çıkan sorunlarla
uğraştılar,
insanlar topluluk hâlinde, bir devletin sınırları içinde ve birtakım hukuk kurallarına uyarak yaşarlar. Sofist ler, sosyal koşulların, hukuk düzenlerinin, devlet şe killerinin zaman içinde değiştiğini vc b u n l a n n
her
devlette başka başka o l d u ğ u n u kavramışlardı. B u g ö z l e m l e r d e n s o n r a Sofistler devlet v c h u k u k u n Tannlarca yaratılmadığı, bunların insan eseri olduğu sonucuna varmışlardı. Acaba insanları devlet ve hu kuku oluşturmaya zorlayan sebep ne olabilir? B u so runda birbirine karşıt iki görüş ile karşılaşıyoruz ki, bunlann daha sonra felsefe tarihi boyunca sürdürül düğüne tanık oluyoruz. B u karşıt görüşlerden birine bugünkü bir deyiş ile "sözleşme teorisi"
diyebiliriz.
B u görüş, devletin bir sözleşmeyle kurulduğunu var sayar. Bunun karşıtı olan teoride ise devletin güç uğ runa yapılan bir çatışmadan doğduğu ve g ü c e dayan dığı savunulur. Birinci teoriyi açıklayabilmek İçin P r o t a g o r a s ' ı n yine karakteristik bir görüşünden yararlanabiliriz. Ef latun'un Protagoras adlı diyalogunda bir efsaneye yer 150
İLKÇAÛ FELSEFESİ
veriliyor. B u efsanede Protagoras, insanlann hayvan lardan bir özellikle ayrıldığını anlatır. B u , i n s a o m hayvana göre ç o k g ü ç s ü z ve çaresiz bir d u r u m d a doğduğudur. T ü m hayvanlar yaşam kavgasında, ayak ta kalabilmek için doğa tarafindan bazı araçlar i l c do natılmışlardır. S ö z gelişi yırtıcı hayvanlann pençeleri, keskin dişleri, güçleri vardır. Geyik hızh koşabilir. Ba zı hayvanlar kışın dehşetine dayanabilmek i ç i n kalın posdar ilc donanmıştır. Oysa doğa insana bu araçlar dan hiçbirini vermemiştir. İnsamn ne gücü, n e hızı, ne pençesi, ne de keskin dişleri vardır. İnsan hiçbir hayvan ile karşılaş tınlamayacak biçimde kışın s o ğ u ğ u na çırılçıplak bir şekilde bırakılmıştır. O halde insan, yaşam kavgası ile başedebilmek için, tüm hayvanlara oranla daha güçsüz vc daha eksik bir durumdadır. İş te bu nedenle insan yavrusu tüm hayvan yavruların dan daha ç o k korunmaya vc bakıma gereksinim du yar. Fakat yaşam kavgasmdakı bu eksikliklerini gider mek için insanların da başvuracakları bir ç ö z ü m var dır: Birlikte yaşayıp birbirlerini desteklemek, karşılıklı olarak birbirlerini korumak. "Devlet
ve hukuk
nasıl
oluşmuştur'?"
sorusunu ilk
kez Sofistlerin öne sürdüğünü görmüş ve bu soruya birbirine karşıt iki cevabın verildiğini aktarmıştık. B u cevaplardan biri devlet ve hukukun, insanlann birlikte yaşamak için aralarında yaptıkları bir a n l a ş m a d a n doğduğunu varsaymışlır. Bu düşünceyi Protagoras'ın bir efsaneye dönüştürerek açıkladığını biliyoruz. İn san yaşam kavgasında cn eksik yaratılmış bir yaratıkür. D o ğ a , hayvanlara doğuştan bağışladığı araçlardan irîsanı yoksun bırakmıştır. B u n u n içindir ki însun hay vanlann doğarken dünyaya birlikte geürdikleri araçlara 159
İLKÇAĞ V e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
cş değerdeki şeyleri, sonradan, yapay olarak yapmak zorunda kalmıştır. Protagora&'tan ö n c e k i dan Anaksagtjras, insanın hay\'anlarda
filozoflar
bulunmayan
üstün bir araca sahip olduğunu söylemiştir. Bu araç insanın elidir. El yardımı ile insan alet yapma olanağı bulmuştur. İnsanm yaptığı araçlardan yararlanabilme si, ancak öteki insanlarla birlikte yaşaması İle müm kündür. İnsan her hay\-'andan çük daha fazla sosyal yaşama gereksinim duyar. Çünkü, insaıı i ş bölümüne uygun yaratılmıştır. İnsanlann bİr b ö l ü m ü n ü n silahla rı, öteki bölümünün toprağı işleyecek a_raçlan üret mesi, bir başka bölümünün evleri yapması, bir bölü münün dc giysileri dikmesi gerekir. Bunlardan başka toplumun dış düşmanlara karşı korunmasını üstlenen insanların da bulunması gereklidir. Ayrıca birlikte ya şamak ve biriikte çalışmak için düzeninin sorumlulu ğunu yüklenen, bu düzeni kurumayı kendisine görev sayan insanlara da gereksinim vardır. P r o t a g o r a s ' a göre insan tüm bunlar içİn hiçbir hayvanda olmayan olanaklara sahiptir ki bunlar; birlikte yaşamanın anla mını vc değerini kavrama yeteneği ile karşılıklı anlaş mayı sağlayan bir dile sahip olmaktır. O halde insanlann birlikte yaşama gereksinimin den oluşan bu düzenin amacı nedir? Kısaca: Herkesin düzenden yararlanmasıdır. Çünkü bu düi^en olmadan insan yaşayamaz. B u n u n içindir ki insan, devlet ve hukuku yaratmıştır. Devler vc h u k u k u n , bireylerin karşılıklı olarak yararlanmaları sonucu oluştuğunu sa vunmak bizi zorunlu bir sonuca götürür; Acaba dev let vc hukuk herkesin yararlanması için m İ kurulmuş tur? Gerçekten böyleyse, o zaman herkesin devlet ve hukukun sağlayacaklarından aynı şekilde yaradanması 160
İLKÇAâ FELSEFESİ
gerekmez mi? Böylece devlete katılan herkes eşit hak lara sahip olur, toplum nimederinden eşİt olarak yararlanır ya da yararlanması gerekir. Bu sözü edilen eşitlik doğal bir haktır. Çünkü h e r insan dünyaya aynı şekilde gelir, yani h e r İnsan aynı olanak ve araçlardan yoksun olarak doğar. B u açıdan insanlar arasında hiç bir fark yoktur. Birhkte yaşamaya, bİr toplum oluş turmaya her insan gereksinim duyar ve h e r insanda topluluğun değerini kendisine tanıtacak bir yetenek bulunur. İnsanlar arasındaki tek fark; bu bütünlüğü sürdürmek ıçın birinin şu, ötekinin bu yönde çalışma sıdır. İşte tüm bu düşüncelerden, Sofistlerin g ö z ü n d e d o ğ a l devlet biçiminin demokrasi o l d u ğ u s o n u c u , kendiliğinden görülecek kadar açıktır. Herkesin dev let düzenine bizzat katılması gerekir. Herkesin ortak yaşamın ürünlerinden, nimetlerinden aym şekilde ve aynı düzeyde yararlanması gerekir. Tamşması günümüze kadar süregelen devletin bir sözleşme sonucunda oluştuğu teorisini Sofistler açık bir biçimde temsil etmişlerdir. Onlara göre, insanlar yalnız başlanna yaşamanın güçlüğünü, tek başlarına doğa ile kavgalannın olanaksızlığını gördüklerinden, aralarında bir sözleşme yaparak, birlikte yaşama so rumluluğunu kabullenmişlerdir. B u sözleşme teorisi b i z e h i ç de yabancı d e ğ i l d i r . B u deyimin au'nun
Roaîse-
adıyla anıldığını biliyoruz, F a k a t R o u s s c -
au'nun "Toplum
Sözleşmesi"
devletin kuruluşunu bir
sözleşmeye dayandıran tek kitap değildir. X V I I - X V I I I . yüzyılların tüm devlet felsefeleri, bu düşünceyi sa vunur. Aynca bu teori ilk kez X V I I - X V T I I . yüzyıl da ortaya çıkmış değildir. Anımsanacağı gibi bu görüşü 161
İL KÇf:C-, yv O ^ T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
İlkçağdaki Sofistlere kadar götürebiliriz. S ö z l e ş m e te orisini ilk kez ortaya atan Sofist düşünürler, bu teori den ç o k köklü birtakım sonuçlar çıkarmaktan geri kalmamışlardır: Sözleşme teorisini temsil eden ve bu nedenle kökten (radikal) demokrasiye taraftar olan Sofistler, köleliğin doğal olmayan bir kurum olduğu nu savunmuşlardır. S ö z gelişi Antiphon
adlı bir S o
fistten günümüze kadar kalabilen bir yazıda, açık bi çimde; insanlann temelde eşit oldukları, tıüm insanla n n devlet içinde aynı haklara sahip oldukları savunu lur ve bundan da köleliğin doğal olmayan bir kurum olduğu sonucu çıkardır. Zira aynı devlet çerçevesinde bir kısım insanlann özgür, öteki kısım insanlann köle olması, bazılarının devletin n i m e t l e r i n d e n rahatça, bazılarının ise smırh olarak yararlanması doğa[ olma yan bîr durumdur. Sofistler tüm sosyal kurumlarda doğal olan ile insanî olanı, yani bunlann hangi kısım larının doğadan geldiğini ve hangi kısımlarının da in sanlar tarafindan yapıldığını ayırt etmeye ö z e n göster mişlerdir. Hangi devlet şekli insanın eseridir? Hangi devlet şcidl doğaldır, idealdir yani her yerde, her za man ve her dönemde geçedidir?.. Ö t e yandan İlkça ğın tüm ekonomik yaşamının kölelik kurumuna da yandığını da biliyoruz. İlkçağın ekûnonnik yaşamın dan köleliği soyudayamayız. Çünkü tüm b e d e n işleri ni köleler üstlenmiştir. Bunun içindir ki b u dönemde köleleri olmayan bir devlet, yalmzca bİr ütopya, yani temelleri havada asılı olan bir devlet sayılacaktır. O d ö n e m i n tutucu çevrelerinin Sofistlerin b u kökten (radikal) değişimci görüşlerine karşı çıkmaları, bu g ö rüşlerini hayalci saymalarını doğal karşı la malıyız. As lında Sofistlere karşı olan bu tutucu çevrelerin karşı 162
İLKÇAÛ
FELSEFESİ
çıkmaları, Sofistlerin b u kökten değişimci görüşleri yüzünden daha da güçlenmiştir. S ö z ü n ü ettiğimiz sözleşme teorisi yanında, yine Sofisdcrden bir bölümünün savunduğu, bir başka te ori daha vardır. B u teori, bir öncckirıe zıttır.
"Dep
ict" adlı ünlü yapıtının birinci kitabında Eflâtun, ç e şitli Atina vatandaşlarını devletin temeli üzerine ko nuşturur. Burada "adalet
nedir?"
sorusu ü z e r i n d e
durulur. K o n u ş m a sırasında Eflâtun
Thrasymachos
adlı bir Sofiste d c söz verir. B u Sofist, o zamana ka dar bu konudaki tüm söylenenlerin anlamsızlığını sa vunur. O n a g ö r e adalet, yalnızca b o ş b i r s ö z d ü r . Adalet diye bir şey yoktur, ancak iktidar içİn yapılan bîr kavga vardır. B u n u n için d e ; adaletli insanlar, adaletsiz insanlar yoktur, yalnızca daha güçlü ve da ha zayıf insanlar vardır, insanlar için en güçlü zorla ma, öteki insanları buyruğu altına almak ıçİn yapılan zorlamadır. Adalet de yasalara uymaktan başka b i r şey değildir. Yasa dcnİlcn şeyler, yalnızca hâkimlerin tutuklulara karşı kullandıkları kendi güç ve iradeleri dir. O halde devlet, iktidar olma uğruna yapılan b i r kavganın ürünüdür. Aynı görüşü Eflâtun Gor^ias
adlı diyalogunda bir
başka Sofistin ağzından dile getirir. Devletin b i r ikti dar, bir güç göstermesinden başka bir şey olmadığını, ünlü Sofist G o r g i a s ' m öğrencisi Kallikles
savunur.
Kallikles d c , T h r a s y m a c h o s g i b i , insanlar arasında adaletli olanlar vc adaletli olmayanlar diye b i r sınıf landırma yapılamayacağını, olsa olsa, İnsanlarrn kur nazlar vc budalalar diye İki sınıfa ayrılabileceğini ileri sürer vc görüşünü şöyle savunur: Ahlâk, 163
yalmzca
İLKÇAĞ ve Ü R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHf
güfsüüerin mak
güflüleri,
ipin buldukları
sonunda
üstün olmak
ri yetersizdir. başvururlar: şey olduğu ve ahlâk ahlâk, yapılan
güplerini
içindir
Güçlerini
ahkcty-
güçsüzler
ki güçsüzler
güçlüleri
da böylelikle
ortaya
insanlar
arasında
bitmez
tükenmez yeterince
çıkmıştır.
kavgada
çalıprlar Böyle
re üstünlük
olunca uğrunda
güçsüzlerin
bir hileden akıllı
hileye
ve kötü bir
kandırmaya
iktidar
de güçle
bir
kuilanmanmçirkin
konusunda
Güçlüler
Çünkü
isterler, ancak bu konuda
Bunun
lere karşı ileri sürdükleri ğildir.
kuilanmaktan
bir araptır.
başka
güçlü bir şey de
iseler bu hileye
kan
mazlar. Görüldüğü gibi devlet ve hukukun kaynağı konu sundaki bu görüş, sözleşme teorisine karşıttır. Eu gö rüş devlet vc hukukun doğuşunu, birlikte yaşamanın nimetlerinden eşit olarak yararlanmak için yapılmış olan bir sözleşmede değil, aksine acımasız bir kavgada bulmaktadır. Böyİc bir hareket noktası oJan bu teori nin; dcvlen, herkese eşit haklar sağlayacak bir örgüt lenme olarak değil dc, aksine, güçlünün güçsüze her zaman hükmetmek İsteyeceği bir örgütlenme olarak algılaması doğaldır. B u görüşe taraf olanlar, herkesi ortak yaşamın nimetlerinden aynı ölçüde yararlandır mak isteyen demokrasi yönerimini reddeder. Devlette ancak güçlünün güçsüzü bazı haklardan yoksun bırak ması söz konusudur ve bundan da bir "efendi"
tİpi
hayat bulur. Güçlü olan kİşi efendidir vc efendiliğin tüm haklanndan yararlanır. Güçsüz olan, efendi olma yan kişi, bu haklardan tümüyle yoksundur. Bu ölçüsüz güç kaygısı vc baskı düşüncesinin uy gulanmasına Atina özellikle tanık o l m u ş t u . Bu da, 1G4
İLKÇAĞ
FELSEFESİ
Atina'nın Peieponncs savaşlan sonunda İsparta'ya ye nilmesi yüzünden iktidarda kısa bir süre kalabilen Aristokrat y ö n e t i m i n başında yetenekli bir sayılan Kritias
bulunuyordu. "Dinin
filozof
kaynAği"]X^ ait
bir teorisi bulunan Kritias'a göre; yüce jjüflerc ödül ya da ceza veren Tanrıların san düşüncesinin disine baskı
uymalarını uygulayan
devletin
başındaki
ürünüdür. sağlamak devlet
daha rahat yönetebilmesi
Tanrılar, ifin,
adamlarını
süslülerin,
varlığı,
tapma,
tümüyle
kullarının
anlara
sağlam
türetmiştir.
güçsüzleri
için bulunmuş
daha bir
in ken bir Dm;
kolay ve görüştür.
Görüldüğü gibi, son Sofist kuşak aşın varsayımla ra saplanmıştır. Oysa Ük Sofistler görüşlerinde ç o k daha ılımlıydılar. B u aşın görüşlere Yunanistan'ın tu tucu çevrelerinin şiddetle karşı çıktıklannı düşünebili riz. Nitekim tutucuların bu tür aşın görüşlere karşı olduklarının bir göstergesi olarak, bu dönemdeki fel sefenin belli başlı temsilcilerine karşı bir dİzi dava aç tıklarına tanık oluyoruz. B u cümleden alarak Anaksa goras T a n r ı l a r ı r e d d e t m e k l e suçlanarak A t i n a ' d a n kaçmak zorunda bırakılmışnr. Yine Sofisdcrin en es kilerinden ve en ünlülerinden olan P r o t a g o r a s da Tanrıların varlığından kuşkLilandığı için aynı son ile karşılaştı vc Atina'dan kaçmak zorunda kalcii. Sicil ya'ya kaçarken yolda (suda) boğularak öldü. B u tür davalann en önemlisi kuşkusuz, Sokrat'a karşı açılmış olandır. M . Ö . 3 9 9 yılında görülen bu dava, Sokrat'm ölüm cezasına çarpnnlması ile sonuçlanmıştır. B u da va, tutucu çevrelerin Sofistlere karşı bir tepkisidir. Öğrencisi Efiâtun'un da çok iyi gösterdiği gibi, Sok rat bîr Sofist değildir. T a m tersine, Sohstlcrc karşı ol duğu halde aym sona Lığramıştır. 165
İ L K Ç A Ğ v a O F Î T A Ç A Ğ F E L S E F E TARIHI
(Sokrates) (M.Ö. 470 - 399)
,,,ve Sokrat
Sokrat ile Yunan felsefesi, tarihinin Önemli bir aşa masına ulaşmıştır. Buraya kadar sözü edilen fdozollara öteden beri, "Sokrat'tan
öncekiler"
d e m e k alışkanlık
olmuştur. B u deyiş bile Sokrat'ın Önemini vurgulamak için yctcrii bir katut sayılabihr. Gerçekten dc Sokrat, Yunan felsefesi tarihinin akışından ayırmaya olanak bu lunmayan bir kişiliktir. Bundan sonraki felsefe akımla rının ana konusunu "Erdem likleri nelerdir?"
nedir? Erdem-liliffin
nite
sorulan oluşturur. B u konuyu yakın
dan incelersek g ö r ü r ü z ki, bu okulların vc felsefe akımlarının tümü erdemli kişi İdealitie m o d e l olarak hep Sokrat'ı gösterirler. Erdemli olan insajı, yaşamını aklı İle yöneten, tüm karar ve davranışlarına aklı ile yön veren insandır. E u ideali, benzersiz bir şekilde, ancak Sokrat'ın gerçekleştirdiği kabul edilir. Bunun içindir ki Yunan felsefesinin bundan sonraki akışından Sokrat'ın kişiliğini vc insanlığım ayırma olanağı yok tur. Sükrat^n yaşamı vc ölümü ile ilgili ç o k net bilgile rimiz var. Ancak, düşünceleri konusundaki bilgilerimi zin böylesine net vc zengin olduğunu söyleyemeyiz. Sokrat'ın yaşamına ait yapıtlanndan o n u n kişiliği konusunda açık bir bilgi edinebiliyoruz. S ö z gelişi 166
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
Öğrencisi Efiâtun'un kaleminden çıkmış olan
Phaidon
diyalogunda ölümü ile ilgili geniş bilgi vardır. Buna karşılık düşünce vc görüşüyle ilgili çok az şey bilin mektedir. O kadar ki; "Sokrat'm belli bir g'ârüşü filozoftan
var mtdır?
çok bir ahlâk
Acaba
felsefe
konusunda
o belli bir
Öğreticisi sayılmaz
görüşteki
mı? " soru
lan bile öne sürülebilir. Buna rağmen S o k r a t ' a belirli bir görüş yakıştıran bir yapıtı elimizde bulunmakta dır, Ancak S o k r a t i n ölümünden 2 5 yıl önce yazılan bu yapıt onu yalnızca karikatürize etmiştir. Ü n l ü ko medi yazan Aristophanes^\t\ "Bulutlar"dır.
b u konudaki yapıtının adı
Aristophanes bu yapıtında. Sofistlerin
kişilikleri vc görüşleri ilc alay eder ve bunların elebaşı olarak da Sokrat'a rol verir. Kitabın konusu şöyledir: D o ğ a konusunda bazı garip düşünceleri olan bir S o fist vardır. B u Sofiste göre her şeyin sebebi bulutlar dır. - B u göndermenin, havayı her şeyin ana maddesi varsayan ilkenin savunucusu Anaksİmenes'in (>ğrencilerindcn biri için yapılmış olması güçlüdür.- İ ş t e Sok rat olarak tanıtılan bu garip düşünceli Sofiste g e n ç bir adam başvuruyor. Ondan beyazı siyah, siyahı beyaz yapma sanatını öğrenmek istiyor. Bu delikanlı Sokrat'tan bazı hilelerle bİr şeyin tam zıddına nasıl çevrİ lebileceğini öğrenmeyi amaçlar. Onun böyle bir be ceriye gereksinimi vardır. Ç ü n k ü babasına karşı bir dava açmak istemektedir. Sokrat babasına saygısızlık eden delikanlıyı haklı bulur. Sokrat'm, Sofisdcrin ö ğ retim biçimlerinden ahnmış olan metodlaHa, b u deli kanlıya ders anlauşı karikatürize edilir. Yapıtın sonun da, bunlardan canı sıkılan dclikanhnın babası sahne alır ve Sofisdcrin oturduğu yeri ateşe verir. Dikkat edilirse Aristophanes'in karikatürize ettiği 167
İLKÇAĞ ve OFITAÇAĞ f E L S E F ^
TAFİHİ
tipin Sokrat ile hiçbir ilgisi yoktur. Burada Sokrat'ın yalnızca adı kullanılmıştır. Fakat onun gerçek kişiliği ortada yoktur. Eflâtun, hocasına, yakıştınlan bu duru m u reddeder. Sokrat'ın doğa ile hiç uğraşmadığını, doğa kanunlanyla İlgilenmediğim, aynca para karşıhğı hiç ders vermediğini anlatır. Onunla İlgili böyle bir karikatürün çizilmesi, S o k r a t ' ı n ö l ü m ü n d e n 2 5 yıl önce de Atina'da ünlü bir kişi olduğunu gösterir. Atinalîlar Sokrat'ı çevresi hep öğrencileri i l e çevrilmiş olarak görüyorlardı, Fakat onlar, Sokrat'ın çevresin dekilere neler öğrettiklerini bilemiyorlardı. B u n u n için olacak Sokrat'ın bu çalışmalanm, Sofisderin bili nen belli çahşmalanna benzetiyorlardı. Ötekİ Sofist ler, arasıra ortalıklarda görünüyor, ders veriyor vc sonra da başka ülkelere gidiyorlardı. Oysa Sokrat sü rekli Arina'da kalmış ve yetmiş yıllık ö m r ü n ü hep Ati na'da geçirmişti. Sofistlere yapılan karşı çıkışın, ne yaptığı pek belli olmayan Sokrat'a çevrilmiş olmasını doğal karşılamak gerekir, Sokrat'ın çevresinde toplanan öğrencileri, kendisi ne karşı büyük bir saygı vc tavır sergiliyordu. Bu öğ rencilerin içinde her tipten, her çevreden insanlann bulunması dikkat çekicidir. S ö z gelişi Antisthenes
gibi
yan yabancı ve yan kölenin yanında yüksek aristokra siye ait bir Eflâtun da bulunabiliyordu. B u farklı kay naktan öğrencilerin birleştikleri nokta, hocalanna kar şı duyduidan engin saygıdır- Nitekim öğrencileri ara sındaki bu uyum ancak hocalarının ö l ü m ü n e kadar sürmüştür. Sokrat'ın ölümü ile birlikte "iistad"ın
ger
çek fikrinin ne olduğu konusunda öğrencileri arasın da tartışma başlamıştır. B u kavga yazı çalışmalarına 168
İLKÇAĞ FELSEFESİ
yansımışür. Sokrat'ın kendisi hiçbir şey yazmamıştır. Aynca uzun uzun nutuklar da söylemiş değildir. O ders venrkcn, kendisine özgü olan diyalog m e t o d u n u kullanmıştır. İşte Sokrat özellikle bu noktada Sofist lerdcn aynlır. Sofistlerin çalışmalarında uzun nutuklar söylemek esastır. Sokrat ise öğretiminde yalntzca bazı sorular sorar ve karşısmdakinin bunları yanitlamastm isterdi. B u arada, kendisinin hiçbir şey bilmediğini, kendisinde yalnızca başkalannm bildiklerini b i l i n ç ' e çıkarma yeteneği olduğunu söylerdi. Yani Sokrat çev resindekilere, her şeyden ö n c e , kendilerini tanımayı, kendileri üzerinde d ü ş ü n m e y e çalışmalarını telkin ederdi. Sokrat'ın bu metodundan, belli bir yazı biçi mi, Sokratib
âiya Loğlar
doğdu. O n u n ölümün
den sonra öğrencilerinden bir çoğu Sokrat'ın kullan dığı metodu örnek alarak diyaloglar yazmayı denedi ler. B u Sokratik diyalogların t ü m ü n d e başrol S o k rat'ındır. Ele alınan b İ r k o n u üzerinde tartışma yapılır vc konuşmayı Sokrat yönetir. B u diyaloglarda Sok rat'ın öğrencilerinin tek amacı, üstadın düşüncelerini kendi anladıkları biçimde yorumlamaya çahşmalandırAncak bu diyalogiann ulaşukları sonuçlann birbirle riyle uyum içinde olmadıklannı görüyoruz. Sokrat'ın düşüncelerini anlamada uyum sağlanamamıştır. B u d u r u m öğrencileri arasında büyük bir t a r t ı l m a n ı n başlamasına sebep olmuştur. B u yönüyle S o k r a t bü yük bir din kurucusuna b e n z e r . D i n kurucularının d u r u m u da aynen böyledir: Onların da çevresinde müritler toplanır, onlar da çevresindekiler üzerinde, h e r şeyden ö n c e , kişilikleriyle, yaşam vc ölüm biçim leri ile etkili oludar. O n l a n n da kişlhklcri yanında dü şüncelerinin etkinliği hep ikinci planda kalmıştır. Dİn 169
ILKÇAĞ ve O R T A Ç A Ğ FELSEFE
TARIHI
kurucusu ölüncede, çevresindekiler arasmda bir tar tışma başlar, Onlann her biri, din kurucusunun şu ya da bu yönde düşünceler taşıdığını savunurlar. Sokrat'm kişiliği ve düşünceleri çevresindeki tar tışmalardan d o ğ a n diyaloglardan bize kadar ancak pek azı ulaşabilmiştir. Bize ulaşan diyaloglar arasında özellikle Efiâtun'un diyalogları önemlidir, B u n l a n n İçinden dc Sokrat'm ölümünün hemen ardmdan ya zılmış olanları, üstadın yaşamı v c kişiliği yönünden ö n e m l i birer belgedir. Bir de K s c n o f a n e s ' i n lar"ı,
"Anı-
bu konuda önemli sayılmalıdır. Ksenofanes ön
celeri askerdi. Sonradan yazarlığa başlamış, tanm ve eğitim konulannda yazmıştır. B u yazann Anzlar
adlı
yapıtında Sokrat içİn tipik konuşmalara yer verilmişür. Önceleri bu konuşmaların, gerçekten Sokrat tara fından yapılmış konuşmalar olduğu kabul edilmişti. B u yargı doğru olamaz. Çünkü Ksenofanes de, aynı Eflâtun gibi, bu konuşmaları sonradan kaleme almış tır. O kadar kİ, Ksenofanes bu konuşmalan yazarken, Eflatun'dan daha ö n c e yazılmış olan diyaloglardan b i l e yararlanmıştır. B u n u n içindir k i , g e r e k Efiâ tun'un vc gerekse Kscnofanes'in Sokrat İle ilgili yaz dıklarını yazarların kendi görüşleri olarak algılamak zorundayız. H e r ikisi de Sokrat'm çeşidi nedenlerle yaptığı konuşmaları esas alarak, kendi anlayışlarına göre özgürce yorumlamışlardır. Sokrat savaşlara katılmış, asker olarak yararlık gös termiş, savaş sıkıntılarına katlanmakta özellikle dik katleri üzerine çekmiş biridir, O sİyasaİ yaşama karış mamış, siyasetten sürekli uzak durmuştur. Fakat için de yaşadığı siyasal yapı, yani Atina demokrasisi onun 170
İLKÇAfi FELSEFESİ
da bir vatandaş olarak, zaman zaman bir t u t u m alma sın] gerektirmiştir. Nitekim Peloponnes savaşlarının felâketle sonuçlanmasından h e m e n ö n c e Atinalılar düşmanlarına karşı parlak bir deniz zaferi kazanmış lardı. Ancak çıkan bir firtına Atinalıların zaferin mey velerinden yeterince yararlanmasını engellemışd. Fır tına ölülerin toplanıp götürülmesine izİn vermemişti. B u olay Atina'daki tutucuları kışkırtnuş vc bunların sorumlusu komutan aleyhine dava açmalanna sebep olmuştu. Zaten heyecan içiııdeki batıl inançlara bağlı Halk Meclisi ölüleri kaldırmayan kûmutanlann tutuk lanmasına karar verdi- Halk Meclisinde komutanları savunan, onları haklı bulan tek İnsan Sokrat olmuş tur. B u olayda Sokrat'ın korkusuzluğu açık seçik gö rülmüştür. Korkusuzluğunu kanıtlamak için Sokrat başka bir sebep dc bulmuştu. P c l o p o n n e s savaşları kaybedilince Atina'da aristokrat b i r y ö n e t i m kurul muştu. B u yönetimin başındakiler, ki b u n l a n n içinde Sokrat'ın öğrencisi de olmuş olan KrUias
da vardı,
hak vc yasayı gözetmeksizin diledikleri gibi hareket etmişlerdi. E u baskıcı hükümetin haksız yere el attığı kişilerden biri de Sokrat idİ, B u yönetim S o k r a t ' ı tu tuklamak istemiş, fakat Sokrat yaşamını riske sokarak tutuklanmayı önlemişti. Aynı Sokrat, baskıcı yöneti min yerine ikddara gelen demokrasiyi de aynı cesaret le eleştirmekten geri kalmadı. A t i n a ' n ı n d e m o k r a t bünyesindeki bir noktayı, memurluğun kur'a ile dağı tılmasını, Sokrat hoş karşılamadı, O n a g ö r c makamlan n dağıtılması basideştirilmemclidir. Herkes ehil ol duğu makama geçmelidir. Sokrat, hiçbir çalışma biçi mini çirkin ve aşağılayıcı g ö r m e z . İnsanın işİ hiçbir 171
İLKÇAĞ v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TAHİHİ
zaman kendisi için bir ayıp sayılamaz. Sokrat, namus lu bir insamn zenaatlarım, ortalıkta boş boş dolaşan, ara sıra HaJk Meclîsinde nutuklar atan politikacılar ilc karşılaştırır ve blrincisimn çok daha saygın bir [ş yap tığını savunur. İşte M , Ö . 3 9 9 yıhnda Sokrat'm aley hine açılan davanın bu sebeplerden açıldığını düşünebilinz. Sokrat; Tanrıları reddetmek ve dine karşı davra nışlar içinde bulunmakla suçlanmış ve yargı önüne çı karılmıştı. Bilindiği gibi İlkçağda dine aykırı davran mak devlere karşı davranmakla eş sayılıyordu. Bir baş ka deyişle, dinsel suç aynı zamanda siyasal suçtu. Sok rat'm Tanrıları reddetmekle suçlanması, özellikle bir noktaya dayandınlıyordu.
Sokrat, yaşamının önemli
anlarında sürekli İçinden bir ses işittiğini vc bu sesin kendisine şu ya da bu şekilde davranmasını emrettiği ni söyler. Bu uyarıcı içten duyduğu sese, bu alikûvucu duyguya, Sokrat, "benim
Daimon'um"
adını verir.
Acaba bu sesin arkasında gizli olan nedir? Uyaran, alıkoyan, doğnı yolu gösteren bu ses, Sokrat'a göre, Tanrının sesidir, kutsal bİr sestir. Sokrat, Tanrının se sini kendi içinde duyduğunu söyler. T a n n l a r bizimle konuşurlar, onların söylediklerini biz de ].şİtebllİriz. T a n n l a r bize yalnızca dışardaki araçlarla yani yalnız rahiplerin ve falcıların dili İle değil, doğrudan doğru ya kendi içimizden, bilinçaltımızin scsi ilc seslenebilir. Sokrat'm özellikle din konusundaki tutumu, tüm S o fisti erin kinden ve özel olarak Protagoras'ın'finâzn
tü
müyle başkadır, Protagoras'a göre, T a n n l a n n varlığını bilemeyiz, belki dc Tannlann var olduğunu, belki de var olmadıklanm söyleyebiliriz. Sokrat ise tam anlamıyla 172
İLKÇAÛ FELSEFESİ
dindar bir insandır, ü yaşamın yüksek bir g ü c ü n elin de olduğuna, yaşamın bu yüitsek g ü ç tarafindan yön lendirildiğine ve yönetildiğine sağlam bir inanç vc bifinçle inanıyordu. Sonraları Eflâtuncular ve Stoacılar bu çeşit bir dindarlığa bağlanmışlar, onlar da din ko n u s u n d a böyle bir görüşü temsil e t m i ş l e r d i r . İşte Sokrat bu yönden de kendisinden sonraki bazı fclscf'c okullanna örnek olmuştur, Sokrat, Atina'ya yenİ Tanrılar sokmak ve bir de gençliği bozmakla suçlanmıştır. B u suçlamalarda Sok rat'ın arasıra içinde sesini işittiğini söylediği imon"
"Da-
büyük rol oynamışür. B u uyaran, yol gösteren
ve içten gelen sesi, Atinalılar Sokrat'ın yeni T a n n s ı sanmıştır. İsteseydi bu suçlamalardan Sokrat kendisi ni kurtarabilirdi. Ayrıca o, Atina'yı da terkedebilirdİ. S o n u ç t a yargılamalarda alışılagcldiği gibi, yargıçlar dan bağışlanma dileseydi cezası daha azaltılabilirdi. Fakat Sokrat bunların hiç birini yapmamış, aksine du ruşmada yargıçlara meydan okumuş, böylece cezalan n en ağınna çarpılmayı kendisi hazıdamıştır. Sokrat bu sonu, içinden duyduğu sese uyarak sağlamıştır. B u ses ona düşünceleri uğrunda ölmenin kendisi için İyi olacağını uyarmıştı. Gerçekten de Sokrat düşünceleri ve yaşam biçimi uğruna olmescydi, sonraki d ö n e m lerdeki etkisi bu denli güçlü olmazdı, Sokrat, kendisi ne yüce bir güç tarafindan belirlenmiş olan ve gerçek leştirilmesi îstenen bir görevi ( m i s y o n u ) o l d u ğ u n a inanmış ve bu görev u ğ m n d a ölüme gitmişrir. B u yü ce kutsal g ü ç o n u n dışında d e ğ i l , o n u n içindedir. Uyancı ses onu yaşamının belli anlannda davranışları ile ilgili hesap vermekle yükümlü saymıştır. t73
İLI^ÇAĞ v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E T A H İ H İ
Efiâtun'un "Küfüh
Kriton"
isimli diyalogu bizi
bu konuda ç o k iyi aydmlatmaktadır; D i y a l o g Sok rat'm ölümünden birkaç gün önceki cezaevini konu alır. Sokrat'a çok bağlı olan cn eski öğrencilerinden Kriton erkenden cezaevine gelir ve S o k r a t ' ı uykuda bulur. Sokrat uyanınca Kriton kendisine cezaevinden kaçabileceğini, bu konuda gerekli tüm önlemlerin almdığını ve gardiyanlann göz yumacağını söyler. Fa kat Sokrat kaçmaya yanaşmaz. Ç ü n k ü içindeki ses, D a İ m o n , onu kaçmaması konusunda uyarmıştır. B u uyanyı ciddiye alan Sokrat düşüncelerini şöyle savu nur: T ü m yaşamımı Atina'da sürdürdüm. İsteseydim bu kenti bırakıp gidebilirdim. A t i n a ' d a n ayrılmam için hiçbir engel yoktu, &kat bunu yapmadım. Yetmiş yıllık yaşamım boyunca Atina yasalannm korumasına sığındım, bu yasaların tüm koruyuculuğundan yarar landım. Böylc davranmakla i ç i m d e n g e l e n b i r yü kümlülük altma girdim. B u yükümlülük, t ü m yaşamı mı bağladığım yasalara uymaktır. Şimdi b u yasaların cam hakkımda uygulayacaklan {yasalar ister âdil olsun ister olmasın) bir karara uymazsam, içimden vermiş b u l u n d u ğ u m sözde d u r m a m ı ş o l u r u m . Başka bir kente gitsem bu kentin insanlan bana, haklı olarak, Atina'nın yasalarını bozduğum İçin bu kez kendi ya salarına uymayacağımı söyleyecekler vc bana iyi gözlc bakmayacaklardır. Burada Sokrat'm özellikle önemsediği şey, insanın kendisine karşı dürüst olması, kendisiyle uyum içinde olmasıdır, Atina yasalarına uymaya kendi kendine söz veren Sokrat, bunları bozarsa kendisiyle çelişkiye dü şeceğinden çekiniyordu. Sokrat'm bu tutumunda İki 174
LLKÇAfi FELSEFESİ
Önemli
nokta,
vardır: Öncelikle insan her yaptığı şey
de kendi kendisine hesap vermelidir. Sokrat^ın içinde duyduğu ses, o n u yaşamınm her anmda kendine he sap vermesini buyuruyor. Sokrat'ın D a i m o n ' u tüm yaşamı boyunca amacının ne olduğunu,
ondan h a n g L
değerlere yöneldiğini sorgulamakta, ondan hesap sor maktadır. Demokrit'in
bir ahlâk yasasından söz ederken, Yu
nan ahlâk felsefesi içİn başlıca sorunun mutluluk so runu olduğunu görmüştük. Acaba mutluluk
nedir?
Muduluk, tüm çabalarımızın en son amacını oluştu ran en yüksek şeydir. Mutluluk nelerden oluşur? S o fistlere göre bu sorunun doğru ccvaplanabilmcsi için insanlann neye ulaşmak, neyi elde etmek istediklerine dikkat etmek gerektir. Sofistlerin bazılanna g ö r e in sanların ulaşmak istedikleri amaçlan incelersek, bun ların her şeyden önce gücü yakalamak istediklerini görürüz. O halde Sofistlerin bakış açısından
mutlu
luk, olabildiğince güçlü olmaktır Öteki bazı Sofistler ise mutluluğu, gereksinimlerin giderilmesiyle eşdeğer saymıştır; Sokrat tüm bu görüşlere vc mutluluk için izlenen yollara karşı çıkar. O n a göre muduluğun ne olduğunu ve ona nasıl ulaşıldığını kavramak için tek tek insanlann davranış ve çabalarını g ö z l e m e k yet m e z . "Mutluluk
nedir?"
sorusuna cevap verebilmek
İçin, bunun cevabım öncelikle kendimde aramam, bu soruyu öncelikle kendime sormam gerekir- A c a b a ge reksinimlerim tamamen gidcrilsc, ya da yeterince güç sahibi olsam, gerçekten mutlu olur muyum? Kendimi gözlem altına aldığımda, kendime dikkatimi çevirdi ğimde, bu amaçlar gerçekleşse bile yine dc yeterince 1 7 5
İ L K Ç A Û v& O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
mutlu olmadığımı, aksine pekçok kes düş kınklığına tanık olduğumUj ancak kendimde uyum içinde oldu ğum zaman gerçekten mutlu oldLiğLimu görürüm. Kendisi ile uyum içinde olmayan bir insan hiçbir za man, tam anlamıyla, mutlu olamaz. Sokrat'm mutluluk ilc ilgili görüşü böyledir. Yal nız o bu anlayışını bir görüş olarak değil dc, bizzat yaşadığı yaşamı ilc anlatmıştır. Zaten Sokrat bir filo zoftan ç o k eğitimcidir. O n u n büyük etkisi, öncelikJc, b u eğitici kişiliğinden kaynaklanmıştır, Sokrat'm ger çek gücü, düşüncelerini yaşamına uygulayış biçimin den gelir. Onun öğrencilerinde vc sonraki dönemler deki etkinliğinde bu yaşam biçimi yön vcricİ olmuş tur. Nitekim öğrencilerinin hocalannm kişilikleri ko nusunda birleşmeleri ve fakat onun düşünceleri ko nusunda birbirlerinden ayrılmaları bunun içindir. Sokrat'a ait olduğundan kuşku duyulmayan yal nızca İki görüş vardır: Bil^î
erdemliliktir
bilerek
Sokrat erdem bilgidir di
kötülükte
bulunmaz.
ve hip kimse
yor. Oysa genel yargı, erdemin bİr davranış biçimi ol duğudur, Sokrat hiç kimsenin bile bile kötülük yap mayacağını söyler. Fakat yine genel yargıya göre kö tülük, ancak bilerek yapılınca kötülük olur şeklinde dir, Acaba Sokrat'm bu ild görüşünde saklanan anlam nedir^ Öncelikle bu İki görüşten biri ötekinden ayrıl m a z . Bunlardan biri ötekinin mantıksal sonucudur. F,rdem gerçekten bîr bİlgi ise, erdemsizlik de gerçek ten bilgi noksanhğından, yani hatadan kaynaklana caktır. Ö t e yandan kimse bilerek, isteyerek hata yap mayacaktır. Hata her zaman bilmeyerek yapılır. Katil suçunu bilerek değil, istemeyerek işler. S o n u ç t a bu iki 176
İLKÇAĞ FELSEFESİ
görüşten biri ötekine bağlanır. Kötülük bir hatadan, bilgisizlikten doğar. Kötülüğü yapan nc çeşit b i r hata yapmıştır.^ Sokrat'a görc kötülük, kişinin mutluluğu yanlış yerde aramasından kaynaklanır. Kötülük yap mak, yani yanılmak, gerçek değerlerin yerine yalancı değerleri koymaktan kaynaklanır. Değerlerin sahtele rini görüp anlayan vc bunların yerine gerçek değerleri koyan insan hiçbir zaman kötülük yapamaz. İnsanı erdemli yapan, aklını doğru kullanmış olmasıdır. Baş ka türlü söylersek; Gerçekten istenmesi g e r e k e n ile kaçınılması gereken şeyi ya da korkulmayacak şeyle korkulması gereken şeyi birbirinden ayırmayı bilmek gerektir. Bu görüşü aydınlatmak için karakteristik bir örnek verelim: İnsanın tüm yaşamı boyunca süren korkulan vardır, ölüm korkusu böyledir. Sokrat'ın ö l ü m konu sundaki görüşlerini Eflatun'un iki yapıtından, (Sokrat'ın
Savunması)
ve Phaidon
Apoloji
diyaloglarından
öğreniyoruz, Apologİ'dc Sokrat, yargıçların ölüm ce zasına çarptırmasıyla kendisine hiçbir kötülükte bulunmadıktannı kanıdamaya çalışır. Ö l ü m korkulacak bir şey değildir; çünkü ölüm ya bir hiç olmaktır, yani yaşamın sona ermesidir. Böyle olunca ölüm, derin bir uykuya dalmak türiinden bir şey olur. Ya da ölüm ye ni bir yaşama başlamak demektir. Böyle olunca yeni yaşamımız bize yeni bazı görevler yükleyecektir ki bunlann yerine geririlmesi başlı başına bir ıtıutluluk sayılabilir. O halde ölüm ister hiçe d ö n ü ş m e k , ister yeni bir yaşama başlamak olsun, korkulacak bir şey olamaz. Aklımız bize bu gerçeği gösterir göstermez artık ö l ü m d e n k o r k m a z o l u r u z , ölüm 177
korkusunu
İLKÇAÛ
O R T A Ç A Û F E L S E F E TAHİHİ
yenmiş oluruz. Phaidûn diyalogu da bize Sokrat'm ölümünden önceki son saatlerini anlatır. Eflâtun b u yapıtında Sokrat'a ruhun Ölmezliği konusunda bazı kanıüardan söz ettirir. B u kanıüann t ü m ü n ü Sokrat'a maletmek çok güçtür. Bunları daha ç o k Efiâtun'un kendi düşünceleri olarak anlamak daha doğru olur. Fakat Sokrat'm da ruhun ölmezliğine inandığım bü yük bir olasıhkla kabuUenmcliyiz. Bu konuda Sokrat için karakteristik olan düşünce, ruhun beden karşısın da bağımsız vc güçlü bir durumda bulunduğu şeklin dedir. R u h , beden İle ilgili gereksinim v c zorluklann baskısından kendini kurtarabilir ve bedene hükmede bilir. Gerçek mutluluk da ruhun beden karşısında ba ğımsız ve üstün durumda olmasıdır. Sokrat bu dü şüncesini bir varsayım olarak öne sürmüş değildir. Aksine bunu tüm ömrü boyunca yaşamışnr. Sokrat'm kişiliği konusunda tam bİr bilgiye sahi biz. Oysa onun düşüncelerini açık seçik bilemiyoruz. O n u n ö l ü m ü n d e n sonra öğrencileri değişik çeşitli yollar izlemiştir. Kendi aralarmda çeşitli kümelenme ler olmuştur. B u kümelere aynima sonunda geniş öl çülü bir edebiyat akımı doğmuştur, S o k r a t ' m öğren cilerinden pek ç o ğ u aynı hocalarının yaptığı konuş malar biçiminde diyaloglar yazmıştır, S o k r a t ' m konuşmalari özellikle iki ana konu üzerinde toplanmışnr: Sokrat, "erdem bilgidir" da: "Bi(0İ nedir?",
"insan
diyordu.
B u varsayımdan
neyi bilebilir?"
sorulan çı-
kartılabİlİr. B u genel bilgİ sorunu içinde S o k r a t ' ı özellikle ilgilendiren özel sorun, insanın kendi kendi ni bİlmcsidir. Bilgide önemli olan dışanyı yani evreni bilmek d e ^ l , kendimizi bilmek ve tanımaktır. Bu bakış 178
İLKÇAĞ FELSEFESİ
açısından S o k r a t Sofistler ile aynı görüşü paylaşmış olur. Sokrat, eski doğa filozoflarının aksine, insanı in celeme konusu yapmıştır. Ancak buna rağmen S o k rat'ın Sofistlerden kesinlikle ayrıldığmı vurgulamalıyız. Sofistlere göre insanı bilmek, çcşiüi insanlann amaç ve davranışlarını incelemekle gerçekleşir. Oysa Sokrat için, İnsanm kendini bilmesi, kendini tanıması önemlidir. B u durum Sokrat'ın öğrencileri için de ana konu olmaya devam etmiştir. Öğrencilerinin ho calarına uyarak, ç ö z ü m l e m e k istedikleri ikinci konu İse muduluk sorunudur. Sokratçıların tüm düşünce lerinin bu iki noktada yoğunlaştığını, yani bilgi vc muduluk sorunlarına odaklandığını biliyoruz. Bu ilgi nedeni ile Sokratçılar bir başka yönden de Sofistlere yaklaşırlar: Onlara g ö r c dc her şey aklın eleştirisine sunulmalıdır, aklın yargılaması sonunda yan bir şey benimsenmemelidir.
179
doğrulanma
İLKÇAâ va ORTAÇAĞ FELSEFE TABİHİ
Kyrene Okulu
Sokrat'm ölümünden sonra ö ğ r c n d l c r i Mcgara'ya girdicr. Burada kurulan Megam
Okulu ilc ilgili ycrcrli
bilgilerimiz yok. SokratçLİarm kurdukları felsefe okul ları içinde bir dc Kuzey Afrika'daki K y r c n c kentinde yerli bir filozof olan Arİstippos'un kurduğu
Kyrene
Okulu vardır.
Arîstîppos (MÖ. 435 366) Aristippos S o k r a t ' m düşüncelerinden ç o k ustalık lı bir sentez oluşturmuştur. Bu f i l o z o f "mutlu yaşam
ne demektir?"
dığı düşüncesini, "mutlu ğince fazla,
bir
sorusunu ortaya koyarak başla bir yaşam;
elemi olabildiğince
hazzı
olabildi
az olan bir
yaşamdır"
cevabını v e r e r e k k o n u y u a ç ı k l a m a k t a d ı r . Yaşamı mutlu kılmak; yaşamımıza elimizden geldiğince faz la haz, olabildiğince az acı katmaktır. B u n u n için ya pılması gereken, gereksinimlerimizi azaltmak, yani sınırlı gereksinimlerle yaşama alışmaktır. Çünkü ge reğinden fazla haz insanı düş kınklığına uğratır. O halde elimizdekîlerlc yetinmek gerektir ve ancak bu koşulla yaşamın tüm bazlarından yararlanılabilir. B u 130
İLKÇAÛ FELSEFESİ
düşünceleri ile Arisüppos, bize akıllıca yaşanması g e reken bir yaşamı, bir çeşİt yaşam sanatını öneriyor. B u yaşam sanatı ancak insanın kendisini tutkularının köİcsi olmaktan kurtarmak İle kazanılır.
181
I L K Ç A â v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
Kynikler (KelbiUr) Okulu
Sokrat'ın ölümünün h e m e n ardından öğrencileri bazı okullara aynidılar. B u okullardan birisi olan Ku zey Afrika'daki Kyrcnc kentinde Aristoppos'un kur d u ğ u Kyrene okuluna kısaca değinmekle yetinmiş • k . B u okulun yanmda bir de yine Sokratçı olan Ati n a ' d a k i Antisthenes'ın okula Kynikler
(Kelbiler)
okulu bulunmaktadır.
Bu
Okulu d e m e k alışkanlık ol
muştur. Sokratçıların ilgilendikleri başlıca iki k o n u vardı: Sokrat'ın öğrencileri öncelikle mutluluğun ne oldu ğ u n u ve n e r e d e b u l u n d u ğ u b i l m e k i s t e m i ş l e r d i . Hepsinin gözünde hocaları Sokrat bilge ve mutlu bir insan modelidir. Fakat Sokrat'ın kendisinin yaşadığı yaşam biçimiyle ulaştığı bu muüuluğun özelliği ne dir? Sokratçıların birinci ana sorunu budur, S o k r a t gerçek mutluluğa erdem yolundan ulaşmıştı. O hal de erdem, bİr başka deyişle mutluluk gerçek bilgiye dayanır. B u nedenle mutluluk, g e r ç e k t e n neyin is tenmesi ve neyin istenmemesi ya da gerçekten neden korkulması vc neden korkulmaması gcrckriğini bil mektir. İşte Sokratçıları ilgilendiren ikinci konu da bu bilgi sorunudur. 102
İ1.KÇAÛ F E L S E F & S İ
Aristippos ve Antisdıencs'in okulları bu iki soruyu hemen hemen aynı yönde cevaplandırırlar: Evreni de ğil de insanı kendisine konu yapan bilginin gerçek bil gi olduğu görüşü, her iki okul tarafindan da benim senmiştir. H e r iki okul "kendini
&t/" varsayımını ken
dilerine rehber edinmiştir. H e r iid okul için. dc mutlu luk, ancak bireyin muüuluğudur. Bir şeye bağlı olma yan, yalmzca kendine dayanan bir insan, gerçek mut luluğa ulaş:r. H e r iki okula göre de üstad Sokrar bu İdeali kendi kişiliğinde tam anlamıyla gerçekleştirmiş tir. Öteki konularda bu iid okul biri ötekinden farklı düşünür. S ö z gelişi Arisuppos mutluluğun, hazzı elde etmek ve elemden kaçmakta bulunduğuna inanır. An cak bu sorunun kritik bir yani vardır Haz vc elemin sınırlan birbirine çok yakındır. Bİr haz belli b i r dere cede hemen eleme dönüşebilir. O halde sonuçta ele m e dönüşmeyen, pişmanlık yaratmayan hazlan elde etmeye çalışılmalıdır. H e r tutkuyla yaşanmış haz, so nunda eleme dönüşür ve böyle bir haz insanı eninde sonunda tutkuya köle yapar. Bunun içindir ki erdemli bir insanın ulaşmak istediği amaç, akıllıca yaşama be cerisidir. Sokrat'm yaşamı, bu ustalıklı yaşam sanatının en canlı Örneğidir. Böylece Kyrene okulu S o k r a t ' m mutlulukçuluğundan (Hedonizm)
(Eudaimonİztn)
bir hazcılık
çıkarmıştır, Kyrene okulunun bu hazcılık
anlayışı sonradan Epikür tarafından da beniniscnnıİşdr. Dikkat çekici olan şey, Aristippos'un öğrencileri nin, s o n u ç t a hocalarının ulaşmak istediği amaçtan kuşkuya düşmüş olmalarıdır. Nitekim Aristippos^un öğrencileri arasında "Hsga-sias"
adlı birisi vardır ki,
ona ölümü bile inandırdığı için, "kandıran et)"
(kandın-
ismi takılmıştır. Bu Hcgasias'ın hareket noktası
193
İLKÇAft v& OnTAÇAıS FgLŞgPg TARİHİ
şudur; Sonunda eleme dönüşmeyecek hiçbir haz yok rur. Mutlu olmak için elemden fcaçm, hazza ulaşmaya çaiışm. Fakat bunu sağlamaya olanak yoktur. Çünkü yaşam böyle kurulmuştur. Bunun için yapılması gere ken tek şey, gerek hazza ve gerekse e l e m e karşı, mut lak bir duyarsızlık durumuna geçmeye çalışmaktır.
Antîsthenes (M.Ö. 455 - 365) Aristoppus'u izleyen yandaşlannm ulaştığı bu k ö tümserliğe, Antisthencs ve okulu da katılır. Anüsthcnes, Aristippos'un haz varsayımıyla ilgili şiddeüi bir kavgaya girişmiştir. Antisthenes'e göre insan gerçek mutluluğu, içindeki bağımsızlık ve özgürlük isteğin de aramalıdır. Gerçek mutluluğa gerçekten ulaşan in san, gerek haz ve gerekse elem karşısında tam anla mıyla duygusuz, ilgisiz kalmayı bilir. H a z vc elem karşısmda ilgisiz kalabilmek insana içten gelen özgür lüğü kazandınr. Antisthenes'in indinde dc Sokrat bu ideali canlı biçimde yaşamıştır. Fakat nasıl Aristippos okulunda bir Hegasias çıkmışsa, Antisthenes'in oku lundan da bir Diyojen
(Diûgenes)
yetişmiştir. Diyojen
felsefe tarihinin en p o p ü l e r kişilerindcndir. O n u n kendisini nasıl her türlü gereksinimlerden uzaklaştırd]ğma ait öyküleri hemen herkes bilir. SÖz geliş: onun birgün fiçısında otururken İskender ile karşılaştı ğını, İskender kendisinden n c dilediğini sorunca: " Gölge etme
başka
ıhan
(yardım)
istemem"
dediğini
biliyoruz. İlkçağ bu tür öykülerden ç o k hoşlanıyor du. B u öykülerin anlattıklan gerçek olmasa bİle, bu tür öykülerin ortaya çıkışı bu dönemde bunlara gös terilen İlgiyi kanıtlar. Ancak Diyojen'i yalnızca garip
ıa4
İLKÇAÛ FELSEFESİ
bîr insan olarak algılamak d o ğ m dcğİldİr. O , aynı za manda çok dikkat çekici düşüncelere de sahip bİr dü şünürdür. Diyojen özellikle sonrald Kynikler için çok karakteristik bir örnektir. B u son d ö n e m Kynikler, bir çeşit Rousseau^cuhiğu
simgelerler. Bunlar, tıpkı R o
usseau gibi, doğaya dönmekten yanadırlar. D o ğ a ilc birlikte olmanın iyiliklerinden söz ederler. Kültür vc uygarlığın insanlar üzerindeki kötü etkilerine dikkat çekerler. Rousseau'nun, gereğinden ç o k ince bir uy garlık çocuğu olduğunu biliyoruz. Rousseau X V I I I . yüzyıl Fransasınm aşın derecede incelmiş kültür ve uygarlığına karşı çıkan bİr düşünürdür. B u aşırı uy garlaşmaya karşı çıkışlan yalnızca Rousseau'da değil, kültür tarihimizin çeşidi dönemlerdeki
düşünürlerin
de de g ö r ü y o r u z . B u çeşit karşı çıkışlara R o u s s e au'culuk denilirse, bu akımın ilk işaretlerini Kyniklerdc buluruz. Bunlann ortaya atuğı doğallık ve basidik idealine, Antisthenes'den itibaren hemen t ü m İlkçağ boyunca tanık o l u m z . Kynikler aslında gezici vaizler dir. Ç o k basit yaşamları vardır. Partal giysilerle dola şırlar. Bunlara vaiz dememizin nedeni, filozof olmak tan ç o k sürekli konuşmalannda, dinsel temalan işle meleridir. B u vaizlerin sonradan. Özellikle R o m a İm paratorluğu döneminde, yani Romanın olduğundan daha çok uygarlaştığı bir dönemde yeniden sahneye çıktıklarını görüyoruz. Gerek Kyreneciler ve gerekse Kynikler tam anla mıyla filozof sayılmazlar. Ancak bu iki okulun kuru cuları olan Aristippos vc Antisthenes için aynı şeyler söylenemez. B u ikisi dikkat çekici düşünürlerdir. Ni tekim her ikisinin de bilgi teorisi konusunda önemli 185
İLKÇAĞ v a O H T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
görüşleri vardır, H e r iki filozof da gerçek bilginin, in sanı kendisine konu yapan bİLgİ o l d u ğ u n u savunur. Bu görüşte Sofistlerin de etkili olduğunu bir derece ye kadar kabullenmek gerekir. Nitekim Eflâtun bu iki düşünürün tam Sokratçı olmayıp biraz da Sofist olduklanna inanır. Aristippos bilgi teorisiyle ilgili olarak şu soruyu surar: Acsba nıyabilir
biz nesneleri
olduk lan gibi
ta
miyiz? B i r başka deyişle evrenin kendisini
bilmemize olanak var mıdır? O n a göre bİz evrenin kendisini değil, ancak bize görünen şeklini algılarız. Söz gelişi balın kendisinin tadı olup olmadığını bile mem. Bildiğim, balın yalnızca benim için tadı oldu ğudur. Acaba nesneler gerçekte renkli midirler? B u n u bilemeyiz, yalnızca nesnelerin bana renkli olarak gö ründüğünü bilirim. Bunun için bizim nesnelerin ken disini değil, ancak onların bilincimizde oluşturdukları imajları b i l m e m i z e olanak vardır, tşte b u n u n için Aristippos, insanın ancak bilincini, bilincinin içeriğini bilgi konusu yapabileceğine inanır. Antisthencs ise bİlgİ konusunda farklı düşünür. Ona güre de evrenin kendisini bilmemiz olanaksızdır Ancak Antisthencs bilgimizin nelerden oluştuğu ko nusunda, Aristippos'tan farklı düşünür. O n a göre bil mek, objeleri son parçalanna kadar ayırmak demektir, O halde saf bilgi ancak basit olan şeyler konusundaki bilgiler olabilir. Yani artık bölünmesine olanak bu lunmayan objeler ile ilgili olursa bilgi g e r ç e k vc saf bilgidir. Bilgi birçok parçalardan oluşur. Parçalar ara sındaki oranları açık seçik bilip ayıramadığımız nesne lerin ram bir bilgisi olamaz. Bunun içindir ki bilgi, bir belirsizlikten, yani nesnelerin parçalarının birbirine 1&G
I.KÇAĞ
FELSEFESİ
g i r m e s i n d e n oluşur. Bilgi konusundaki şekline X V I I . yüzyılda Descartes*â^ı
b u anlayış
da rasdanz. An
tisthenes bu düşüncesinin uygulama alanında da ge çerli olduğunu düşünür. Tutkulanna uyan kişi, ahlik alanında belirgin olmayan vc kanşık bir değere kendi ni bağlamış olur. O halde gerek tcorİk ve gerekse pratik yaşamda ancak basit, açık seçik olan şeyler bİzc g e r ç e k olan, s a f olan bilgiyi garanti edebilir. Fakat n e s n e n i n bu basit olan son unsurlarını b i l e m e y i z , bunları yalnızca gözlemleyebiliriz. B i r nesneyi son unsuruna kadar ayırabilsek, en sonunda, bu son par çadır diyebiliriz, başka bir şey söyleyemeyiz. Aristip pos bilgiyi yalnızca algılarla elde edilenlerden ibaret saymaktadır. Oysa Antısthenes'c göre gerçek bilgiye ulaşabilmek için, bir dc algıda verilenleri son unsurlanna kadar ayırmak gereği vardır. Eflâtun bilgi konu sunda bu iki okul arkadaşın] da eleştirmekten kendini alamamıştır. S o k r a t ç ı l a r l a Eflâtun arasında d a h a ö n e m l i bir farklılık vardır. G e r e k Aristippos'un ve gerekse Antisthenes'in tam anlamıyla bİrcr indüvidualist
o\-
duklarını biliyoruz. B u n l a n n ikisinde dc aslolan bi reydir. Devlet, toplum, tarih gibİ bİrcy üstü olgularla ikisi de ilgilenmez. Dahası, bunlara göre insan genel yaşamdan, siyasal yaşamdan olabildiğince uzak olma lıdır. İnsan gerçekten mutlu olmak isliyorsa, yalnız başına kalabilmcli, başka insanlara bağlı o l m a k t a n kendisini kurtarabilmeÜdir, B u noktada Eflâtun, her iki okul arkadaşından ayrılır. B u konuda Eflâtun ile Sofisdcr arasında bir görüş çatışması vardır. Eflâtun'a g ö r e insan hiçbir zaman tek başına olamaz, sürekli 187
İ L K Ç A Ğ ye O P T A Ç A Ğ F E L S E F E
TARİHİ
Öteki insanlarla birlikte yaşar, onda; "insan siyasal hayvandır"
bir
düşüncesi, ana düşüncesidir. Eflâtun'a
g ö r c bireyin devlete karşı o r a n ı , aynı b i r yaprağın ağacına, bir organın bedene olan oram gibidir. Yap rağı ağacından koparırsak bu yaprak kurumaya, b e denden koparılan bir el ölmeye m a h k û m d u r . Aynı şekilde bireyi içinde yaşadığı toplumdan ayırırsak, bu bireyi kendi kaynaJdanndan yoksun bırakmış oluruz. Aynca devlet denilen kuruluş, büyük çaptaki bir in san gibidir. Sosyal b ü t ü n n c d u r u m d a y s a , b u n u n içinde yaşayan birey dc aynı d u r u m d a d ı r . B u n u n içindir ki insanın kendisi ile ilgili bilgisi aynı zaman da, içinde yaşadığı devletin bir bilgisidir. O halde in sanı anlamak için, bu insanın ait olduğu devlete bak mak gerekir. İnsanı tanımaya yarayan tek yol budur. TnsanJar bir devletin sınırları içinde yaşadıklan için, birtakım sorumluluklar taşır. Zaten insanın varlığının nedeni de budur. B u n u n içindir ki Eflâtun, Sokratçılann Sokrat ile ilgili düşüncelerini reddeder. O n a gö r c , Sokrat yalnızca yaşama becerisinde ustalık göster mekle kalmamış, toplumsallaşmayı temel alan bir ah lâk idealinin dc ilk örneği olmuştur. B u n a Eflâtun ile öteki iki Sokratçı arasındaki İkinci bİr ferkhhğı da ekJcyebilİrİz: Aristippos vc Antisthenes'e g ö r e dışımız daki evren ile ilgili bir bilgi edinmemiz olanaksızdır. Eflâtun ise dış evrene ilgi duyar, B u evrende, yıldız lar evreni onun dikkatini çeker. Eflâtun gökyüzünde ki nesnelerin hareketlerinde ö n c c s i z vc sonrasız bir düzenin ifadesini bulmak İster. D o ğ a , parlayan yıl dızların öncesiz ve sonrasız olan düzenli
harekeden
ile güzlerimizin önüne güzellik vc yüceliğin ne olduğu 1&&
İLKÇAĞ FELSEFESİ
konusunda mükemmel bir t a b l o sergiler. B u yıldızlar evreni iyiliğin ve güzelliğin evrerüdir. Eflâtun iyi vc güzel :1e düzenli vc yasalı olanı anlar. O n a g ö r e insan toplunilannın da iyİ ve güzel olabilmesi için, doğa nın yıldızlar evreni ile bize gösterdiği öncesiz ve son rasız bir düzene sahip olan modelini g ö z l e m l e m e k gcrckur.
1 8 9
I L K Ç A Ğ «e Û R T A Ç A Ğ F E L S E F E T A H İ H I
.ve Eflâtun (Platon) (M.Ö. 427-347)
Eflâtun M . Ö . 4 2 7 yılında A t i n a ' d a
doğmuştur.
Kendisi Atina'nın eski aristokrat ailelerinden birine mensuptur. İlk hocalarından biri H c r a k l i t ç i
Kraty-
/ ö j ' t u r . B ö y l e c e E t l â t u n g e n ç yaşında eski felsefe akımlarından birini tanımış oluyordu. Öğretimi sıra sında Efiâtun'un P a r m c n i d c s ' i n yapıtlarını da oku muş olduğunu varsayabiliriz. Ayrıca diyaloglarından o n u n Anaksagoras'ın evrenin varoluşu ile ilgili dü şüncelerini dc tanıdığını görüyoruz. Anaksagoras'ın, evrenin oluşumunu belli plâna göre çalışan bir güç İle açıkladığını biliyoruz. Bu görüşü Eflâtun çok benim semiş vc uygun görmüştür. Evrenin oluşumunu (mihaniki) makina işleyişi gİbi nedenlerle açıklamadığı için, Anaksagoras'ı kendinden önceki
filozofların
en
akıllısı olarak nitelemiştir. Yalnız, ona g ö r e , ne yazık ki Anaksagoras bu düşüncelerini mantıksal sonuçlara kadar götürmüş değildir. Şayet bu düşünüşünü sonu na kadar g ö t ü r m ü ş olsaydı, ayrıntılarına kadar
uy-
gulasaydı, evrenin var olan evrenlerin en iyisi olduğu sonucuna kolayca ulaşırdı. Eflâtun yirmi yaşında Sok rat'^
öğrenci o l d u ğ u zaman felsefeyi yeterince bili
yordu. Fakat S o k r a t ' m öğrencisi olmak, kuşkusuz Ef iâtun'un yaşamında d ö n ü m noktasıdır. O ' n u n yaşam
İLKÇAÖ FELSEFESİ
ve kişiliği üzerinde Sokrat'ın ne kadar büyük bir ctlû yaptığını anlamak için, eserlerinde Sokrat'a verdiği ö n e m vc değere dikkat etmek yeterlidir. Eflatun'un hemen tüm diyaloglarında başrol Sokrat'ındır. Aynca Eflâtun Sokrat'ın kendi düşüncelerini söyletmekten dc geri kalmaz. Zaten, Eflâtun doğal ve de mantıksal
devamı
kendisini
Sokmt'm
sayar.
3 9 9 yılında, yani S o k r a t ' ı n ö l ü m ü n d e n
sonra,
Sokrat'ın ö t e k i öğrencileri gibi. Eflâtun da ö n c e M e gara'ya gitmiştir. D a h a sonra Eflatun'un b ü y ü k bir inceleme gezisine çıktiğını biliyoruz. Bu g e z i , büyük bir olasıhkla, Eflâtun'u ö n c e Kuzey Afrika'ya sonra Mısır'a götürmüştür. Mısır o zamanki ülkeler arasın da c n tutucu olanıdır, Mısır'ın her yerde bilinen, ün lü dinsel bilgeliği binlerce yıldan b u yana tıep aym şekliyle korunmuştur. O halde Mısır ölü ve donmuş bir gelenek bakımından dikkat çekicidir. A n c a k Eflâ tun, bugün bizim bu geleneği ölü vc d o n m u ş göster memize katilmaz. O , aksine, Mısır'da değişmezliğin kendini g ö r m e k ister. Eflatun'un b u isteğini, onun gelişme düşüncesine pek sıcak bakmayışı, aksine yıl dızlar evreninin değişmeyen düzenini yeryüzünde de görmek isteyişi ile açıklayabiliriz. Eflâtun Mısır'dan Güney İtalya'daki Yunan kolo nilerine gitti. Burada Mısır'daki koşuHann t a m tersini buldu. Mısır sonsuz bir değişmezlik içindeydi. Güney İtalya ise sürekli bir değişim yaşıyordu. Mısır bir köy lü ve tanm ülkesiydi. Oysa Güney İtalya zengin kent leri olan bir ticaret merkeziydi. B u n u n için Yunan ko lonilerinde zenginliği ve iüksek kültürü bulmak ç o k kolaydı. Bununla bidikte, bir de, siyasal koşullann hiç 191
İ L K Ç A Û VB O H T A Ç A Ö F E L S E F E TARİHİ
Önemsenmemesi de söz konusuydu. G ü n e y Italya'daki bu ticaret kenderi devrimlerin, ayaklanmaların aris tokratlar ile demokratlar arasmdaki bitip tükenmek bilmeyen bölücü çekişmelerin de merkeziydi. Bunun içindir ki Eflâtun buralarda zenginlik ve yüksek kül türün d o ğ u r d u ğ u sakıncaları inceleme olanağı bul muştur. Eflâtun bu gezilerinde bilİm ve düşünce ya şamı ile ilgili İncelemeler yapma olanağı da bulmuş tur. Bu cümleden alarak; Kuzxy Afrika'da Kyrene'dc, Sicilya ve T o r o n t a ' d a : C e b i r , doğa ve tıp ilc uğraşan bilginlerle tanışmayı, ilişki kurmayı unutmamıştır. O zamanlar Güney italya'da özellikle cebir ve astrono mi ile ilgilenen Pisagor okulunun son temsilcileri ya şamaktaydı. Efiâtun'un bu Pisagorcn bilginler İle sıkı bir ilişki kurduğunu kabul e t m e k zorundayız. Nite kim pek çok eserinde b u Pisagorcu la rdan edinilmiş bilgilere rastlamaktayız. Eflâtundun G ü n e y İtalya'da b u l u n d u ğ u d ö n e m d e Orphik
kurallar v c e r d e m l e r
canlı bir şekilde yaşamaktaydı. Orphik dininin özcilikJe ruh g ö ç ü n e , yani ruhun ö l ü m d e n sonra başka şekillere girdiğine İnandığını biliyoruz. E f l â t u n ' u n G ü n e y İtalya'da karşılaştığı O r p h i k kurallar, S o k rat'tan öğrendiği ruhun ölmezliği düşüncesinin özel bir şeklini tcmsİt ediyordu. Yani Orphik kurallar nıhun bazı şekillerden geçerek temizleneceğine inanı yordu. Ayrıca Efiâtun'un Sicilya'da Syrakusa'ya da gitmiş olması ve burada kralın kayınbiraderi Dion ilc yakın bir dosduk kurması, Eflâtun'a siyasette etkin rol alma olanağı saglamışnr. Eflâtun'un gençlik dönemine dönersek: M . O . 4 2 7 yılında doğduğuna göre, d o ğ u m yılı Atina ile İs parta arasında h c m c n hemen o t u z yıl süren ( M . Ö . 192
İLKÇAĞ FELSEFESİ
4 3 1 - 4 0 4 ) Pclaponncs savaşlarına rastlar, Eflatun'un ait olduğu ailenin sosyal düzeyi, aldığı ö ğ r e n i m vc eğitim dikkate alınınca kendisi İçin cn doğal meslek alanının siyaset olması gerekir. Ancak o siyasal yaşama heveslenmem iştir. B u n u n da sebebi gençlik yıllannın savaş içinde geçmesi vc demokrasi y ö n t e m i n d e n hoşlanmamasıdır. O d ö n e m d e Anna bir Halk Meclisi ta rafından yöncüliyordu vc bu meclis usta dcmagoglan n elinde kolayca oyuncak durumuna getiriliyordu. Eflâtun böyle bir y ö n e t i m e sürekli karşı ç ı k m ı ş t ı r . Aüna'nın ünlü devlet adamlarının dış gösterişe, şata fata ö n e m verdiklerini, halkın manevi değerlerini ta mamen unuttuklarını eserlerinde dile getirmiştir. Ati na Pelaponnes savaşları sonunda yenilmiş, İsparta'nın korumasında olan bir aristokrat yönetim iktidan ele geçirmiştir. Yöneticilerinin içinde yakın akrabalannın da bulunduğu aristokrat iktidara Eflatun'un yardımcı olması çok doğaldır. Ancak Eflâtun bu yönetimin iz lediği adaletsiz ve baskıcı politikası n e d e n i y l e , de mokratik yönetimden farklı olmadığı s o n u c u n a vardı. B u nedenle yeni baştan özel yaşamına d ö n d ü . Nite kim b u yönetim kısa bir süre sonra devrildi. Yerini jlımlî bir demokratik yönteme bıraktı. Eflâtun bu ye ni d ö n e m d e de siyasal etkinliklerde bulunmak iste miş, fakat bu kez de Sokrat'ın idam işine karışmak z o m n d a kalmıştı. Hocası Sokrat'ı idam eden bir hü kümet ile Eflatun'un işbidiği yapması olanaksızdı. B u olaydan sonra Eflâtun siyasal bir etkinlikte bulunma hevesini tam olarak terkctmişiir. D o ğ a l siyasal yaşam, onun yine ilgi alanı olmaya devam etmiştir. Ancak bu ilgi, yalnızca teorik alanla sınırlı kalmıştır. Gerçi Eflâtun 193
İLKÇAâ ve OPTAÇAĞ FELSEFE TARİHİ
İdeal bir devlet plânı belirlemiş, fakat b u İdeal devle tin kendi ülkesinde uygulanabileceğine hiçbir zaman inanmamıştır. Ö t e yandan, d o ğ u p büyüdüğü kente karşı kavgayı sürdürmeyi de doğru bulmamıştır. Eflâtun bir yandan siyasete girmek için uygun bir ortam bulamamış, öte yandan bu alanda bir kavgaya taraf olmak İstememiş, bu nedenle Atina'da etkjn si yasetten uzak bir yaşamı tercih etmiştir. Buna karşı Syrakus'ta D i o n île kurduğu yakın d o s t l u k , kendi sinin orada etkili siyasal rol oynamasına olanak sağla mıştır. Ancak Eflâtun Syrakus'taki siyasal girişimlerin de başarılı olamamıştır. Kral onu tehlikeli bir yenilikçi gibi davrandığından
tutuklamış ve ülkesinden kov
muştur, Atina'ya d ö n e r k e n yolda uğradığı Aigina kentinde, Aigİna İlc Atina savaş durumunda oldukları için esir alınmış ve köle olarak satılmıştır. îyi bir rast lantı sonucu kendisini Kyrcneh bir filozof satın almış vc Atina'ya dönmesini sağlamıştır. Sonradan Eflâtun, Kyreneli fılozoiâ kendisim satın alırken ödediği parayı geri vermek istemişse de, o bu parayı geri almamıştır. Eflâtun da b u geri alınmayan para ile üıılü
"Aka.de-
»i("sinİ kurmuştur. Daha sonraları Eflâtun yine siyasal etkinliklerde bulunabilme ümidiyle Syrakus'a iki gezi daha yap mış, ancak b u iki gezi dc ümidinin gerçekleşmesine yetmemiş, Syrakus'u yeniden terkctmck z o m n d a kal mıştır. E n sonunda bir gün dostu D i o n Syrakus'a tek başına hükümdar olunca. Eflâtun hiç değilse dostu nun kendi düşüncelerini gerçekleştirmesini ümit et miş, ancak dostu bir akademi öğrencisi tarafindan öl dürülmüştür. Ola ki bu acınm etkisiyle Eflâtun bildiri 194
İLKÇAĞ FELSEFESİ
n i t e l i ğ i n d e bir yazıyı k a l e m e almıştır, E f l a t u n ' u n '^£pîjfö/fli" (Mcktup!ar)mdan yedincisi olan b u mek tup, D i o n ' u öldürerek iktidan ele geçirenler için ya zılmıştır. B u mektubunda Eflâtun Syrakusa'nın yeni yöneticilerine şimdiye kadar Syrakusa^da izlenen siya sal metûdlarn^ artık terkcdilmesini salık verir, Artık idamlardan, yendikleri insanlara işkence yapmaktan vazgeçilmeli, yargıcı da tutukluyu da aynı derecede koruyan yasaların geçerli olduğu bir y ö n c r i m kurul malıdır. Herkesin çıkarlannı gözeten yasalar kişilere güven verebilir ve bir süreklilik sağlayabilir. Bu dü şünceler, Eflatun'un son yapıtı olan "Nomoi"
{YiS2.-
Iar)'nın temelini oluşturur. Eflâtun bu gezilerinden d ö n d ü k t e n vc b i r daha siyasete karışmamaya karar verdikten sonra kendini tümüyle eğirim çalışmalanna ve yazı yazmaya vermiş tir, Eflatun'un kurduğu Akcıdemi'cıin
İlk
üniversite
olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi Eflâtun'dan ö n c e sö z ü n ü e t t i ğ i m i z filozoflar da S o k r a t ' ı n ö ğ r e n c i l e r i olan düşünürlerdi. Ancak onlann hiç birisi b i r yüksek okul kurucusu değildi. Sofistler dc ders veriyordu. Fakat onlar gezici hocalardı. K e n t kent dolaşırlar ve karşılarına çıkanlara ders verirlerdi. Oysa Akademi ile Örgütlü bir ö ğ r e t i m k u r u m u ortaya ç ı k m ı ş t ı r , İlk yüksek okul sayabileceğimiz Akademide çeşitli konu larda belli bir plâna göre dersler veriliyordu. Burada felsefe, dialektik, müzik ve matematik ö ğ r e t i m i yapı lıyordu. A k a d e m i d e ders veren yalnız E f l a t u n de ğildi, onun görüşlerine az ya da çok uyan başka ho calar da öğretime katılıyorlardı. Akademi ile ilk kez, k u m c u s u n u n ö l ü m ü n d e n sonra da devam e d e n bir 195
İLKÇAĞ ve O R T A Ç A Ğ F E L S E F E
okul ilc karşıla|iyoruz. Akademi serveti ile kurduğu bir vabff
TARİHİ
E f l â t u n ' u n kendi
idi. Ö l ü m ü n d e n sonra,
vasiyeti üzerine, yönetimi yeğeni Speuiippos
ele aldı.
Bundan sonra çeşitli müdürlerin yönettiği Akademi yüzyıllarca varlığını sürdürdü. Eflâtun seksen yaşına kadar Akademinin başında kalmıştır. Eflâtun Akademide hocalık yaparken sürekli yaz mıştır. Kendisinden önceki fîlozoflarm yapıtlarından ancak pek azı bize kadar ulaşabilmiştir. Oysa Eflâ tun'un yapıtları konusunda ç o k mutlu b i r durumda yız. Çünkü bunların hcmcn h c m c n tamamı bİze ka dar ulaşmıştır. A n c a k E f l â t u n ' u n yapıtları arasına sahteleri de karışmıştır. Eflâtun'un yapıtları arasında sahtelerinin de bulunduğu daha i l k ç a ğ d a bile anla şılmıştır. B u nedenle "Eflatun'dan
bize kadar
gelen
yapıtların
hangileri
sahte
ipinde
dir?" sorunu
hangileri
gerpek,
o n a y a çıkmıştır. Ayrıca yapıtların tarih
sıralanmasında da sorun vardır. KuHanıUn bazı öl çütler yardımı ile bugün bu iki sorunda hemen he men uzlaşma sağlanmıştır. S ö z gelişi Eflâtun'un Öğ rencisi olan Aristo'nun bu yapıttan söz etmesi» sağ lam bir kanıt sayılıyor. Böyle bir yapıtın gerçekliğin den kuşku duyulmaz. Yapıtın yazıldığı tarih konu sunda da Aristo'nun tanıklığı, en güvenilir kanıt sa yılıyor. S ö z gelişi Aristo bize "Tasalar"
adlı yapıtın
Eflâtun'un en son yapıtı o l d u ğ u n u bildiriyor. Ayrıca bu yapıtta, doğal olarak, Eflâtun'un yaşlılık dönemi ne ait dili bulmak olasıdır. S ö z gelişi yapıttaki anla tım dilini bir ölçü olarak alıp, öteki son dönem ya pıtlarını da belirlemekte kullanabiliriz. E f l â t u n ' u n bir yapıtında, başka bir yapıtından söz etmesini de, 196
İLKÇAĞ FELSEFESİ
sözünü ettiği yapıtının daha önceden yazılmış oldu ğ u n u n kanın sayabiliriz, Eflatun'un yapıtlarının h e m e n tajuamına sahibiz. Yalnız bunların arasında doğrudan Eflatun'un kale minden Çıkmamış olan bazı yapıtlar da bulunmakta dır. Acaba E f l â t u n u n gerçek yapıtları hangileridir? Bu taruşma kadar, hatta bundan da önemlisi; ların
yazım
tarihlerine
görc
sıralanması
"yapıt nasıldır?"
sorunudur. Çünkü yapıtların yazım tarihlerini doğru olarak bilirsek, Eflâtun'daki düşünce gelişimini sapta yabiliriz. Eflatun'un yapıtları dil, deyiş ve içerik yö n ü n d e n incelenmiş vc inandırıcı bazı sonuçlara da ulaşılmıştır. Ulaşılan sonuçlara dayanarak, Eflatun'un yapıtlarını dört kümede toplamak alışkanlık olmuştur. Birinci küme Eflâtundun gençlik yapıtlarını kapsar. Bu yapıdannda Eflâtun tümüyle Sokrat'ın öğrencisi dir. Eflatun'un, Apologİe'den
başka, tüm yapıriannm
diyalog biçiminde yazıldığını vc "Tasalar"
dışında,
tüm diyaloglarda konuşmayı Sokrat'ın yönlendirdiği ni biliyoruz. Kuşkusuz bu konuşmalardaki görüşlerin tümünün Sokrat'ın görüşleri olması gerekmez. Eflâ tun, kendi görüşlerini dc Sokrat'a söylermiştir, Eflatun'un düşünce yönünden açık seçik Sokrat'a bağlı bulunduğu gençlik dönemi yapıriannm tik diyaloglar)
(Sokra
bir özelliği, özellikle dc ahlâk ile ilgili
konulan ele almasıdır. Bu diyaloglartla her zaman er dem ya da bazı erdemlerin içeriklerinin neler olduğu sorulur. Bunun yanında bir de erdemin öğrenilip öğrcnilcmeycccği,^ öğrenilirse hangi yollardan öğrenile bileceği sorunu da dikkate ahnır. Sokrarik diyaloglann bir başka özelliği dc izlediği mctodlardır. B u yapıdarda 197
İLKÇAÖ ve ORTAÇAĞ FELSEFE TARİHİ
Sokrat'ın metodu kullanılır. Sokrat karşısındakine ba zı sorular yöneltir vc onun cevaplamasını ister, bu sı rada kendisi hİç anlaşılmadan, karşısındakini belli bir sonuca doğru ilerletir. Karakteristik olan nokta, hiç bir zaman açık vc keskin bir sonuca varılmamasıdır. Gençlik diyaloglanmn hiçbirinde kesin bİr sonuç bu lunmaz. Ancak bu görüntü aldatıcıdır. S o n u c u , diya logda amaçlananı, oku^oıcuya bırakır. B u metod her halde, özellikle Sokrat tarafindan kullanılmış olan bİr metodun taklidi olsa gerekir, Eflatun'un gençlik yapıtlarının başına
"Apologia"
(Savunma) vc "Xnfoft" diyaloglarını koyabiliriz. B u iki yapıtın Eflatun'un İlk yapıtları o l d u ğ u n u ve hemen Sokrat'ın ölümünden sonra yazılmış olduklarını, bü yük bir olasılıkla, kabullenebiliriz. Cesareti inceleyen "Lakhsi"
ile s e r i n k a n l ı l ı k ve n a m u s u
"Kharmides"
k o n u alan
diyalogları sıralanmadaki yerlerini alır
lar. Bunlan dindarlık denilen erdemi aynı metod ile inceleyen "Euthyphron"
diyalogu izler. "Devlet" { P o -
litda)'in birinci kitabını da gençlik diyaloglan küme sine sokmak gerekir. Çünkü, bu kitapta da bir erdem olan "adalet"
aynı metod ile İncelenmektedir. B u kü
meye bir de "Küçük riz. "Büyük Hippi(ts"m
Hippias"
diyalogunu ekleyebili
Eflâtun a ait olup olmadığı ise
henüz tartışılmaktadır. Hippias, bir Sofist İsmidir, B u diyalogda b u Sofist, hiç de şerefli olmayan bir küme nin temsilcisi olarak sahneye çıkar. Son olarak gençlik diyaloglan kümesine "Protagoras"
diyalogunu da ek
lemek gerekir. Yapıta adını veren vc diyalogun başlıca kişilerinden olan Protagoras, bilinen en ünlü Sofisttir. B u diyalogda geneUiklc: Erdem 1 9 8
nedir?
Acaba
erdem
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
Öğretilebilir
m»? konulan incelenir. Eflâtun'un g e n ç l i k
yapıtlanndan oluşan birinci kümeye daha başka bazı diyaloglar da dahildir, Bunlan aynca ele almaya gerek görmemekteyiz, Eflâtun'un yapıtlannın İkinci kümesine bizi "Gorgias"
diyalogu götürür. Gorgias ünlü Sofîsderden bi
ridir. Gorgias bu diyalogda pek de şerefli olmayan bir rol ahr. Bundan önceki diyaloglarda ele alman konu lar bu diyaloglarda da söz konusu edilir ve özellikle dc adalcdn yapısı İncelenir, Gorgias diyaloguma bun dan öncekilerden ayıran şey, bu yapıtta sonucun kesin vc açık oluşudur. Sonuç artık okuytıcunun isteği n e bırakılmaz. S o n u ç okuyucuya açıkça verilir. B u açık sonuçta, hitabetin şiddetle eleştirilmesi ve Sofist lerin eğitim biçiminin suçlanması yer alır. A n c a k G o r gias diyalogu bundan önce sözii edilen diyaloglardan öteki bir özellikle de ayrıhr; Yapitm sonunda ruhun ö l ü m d e n sonra nasıl yargılanacağına ait bir efsane ( M i t h o s ) anlaülır. Ruhun ölmezliği düşüncesine da yandırılan bu efsanenin O r p h i k kaynaklı o l d u ğ u n u Eflâtun açık biçimde vurgular. Yalnız Eflâtun b u efsa nenin uydurma bir masal olmayıp gerçek olduğuna İnanır. Eflâtun bu efsanenin tüm ayrmtılan ile felsefî bir önemi olduğunu savunmak istemez, fekat efsane nin mecazi anlamının doğruluğuna inanır. Gerçekten bi:r benzetme İle bir se m b o l İle anlatılabilecek bazı g e r ç e k l e r vardır. G o r g i a s ' t a bazı d ü ş ü n c e l e r i n bir s em b o l çerçevesinde anlatılmasıyla, Eflâtun belli bir kümeye ait yapıdan için karakteristik bir metoda baş vurmuş oluyor. Gerçekten dc Eflâtun'un ikinci kü meye ait yapıdan, hep belli felsefi gerçeklerin, mecazî 199
İLKÇAĞ v e ORTAÇAĞ F E L S E F E TABİHİ
bir anlatımı olan efsaneleri kapsar. Ru efsanelerin an latılışı bize Efiâtun'un büyük sonatını göstermek ola nağını da sağlamış oluyor. Doğrusu Eflâtun yalnızca bir düşünür değil, aym zamanda bir sanatkârdır da. B u n u n içindir ki Gorgias diyalogu bizi
Eflâtun'un
gelişiminde ikinci bir sonuca ulaştırmışur. Gorgias ile başlayan bu ikinci d ö n e m d e Eflâtun, karşımıza yal nızca bir filozof olarak değil, aynı zamanda büyük bir sanatkâr olarak çıkmaktadır. Gorgias'tan sonra, büyük bir olasılıkla,
"Menon"
diyalogu kaleme alınmıştır. Eflâtun'un kendine has bir görüşü olan "İdeler
Metafiziği"
ilc ilk kez bu di
yalogda tanışıyoruz. Şu anda tahtaya tebeşir ilc çizdi ğim üçgen değil, aynı zamanda matematikçilerin anla dığı anlamda genel bir üçgen kavramı da vardır. Yal nızca güzel olan birtakım tek tek objeler değil^ bir de tümel güzellik İdesi vardır. Aynı şekilde insanların iyİ davramşlanndan başka, bir de tümel iyilik idesi vc ide ali vardır. Acaba genellikle tümel olan bir üçgen kav ramı olmasaydı, tek başına somut üçgen alabilir miy di? Bir ide olarak güzelliğin kendisi olmasaydı, güzel şeylerin var olması mümkün olur muydu? Kuşkusuz bunlar var olamazdı. Çünkü tek objeler ancak genel kavramların var olması vc bu tümel kavramlara katıl maları ilc bir varlık kazanırlar. Tikel şeylerin oluştur duğu evren yanında bir de idelerin oluşturduğu bir evren vardır. Bilmek de, bu ideleri bilmek dcmckür. Zaten bilgi hiçbir zaman bireylere değil, her zaman tümellere yöneliktir. İşte ilk kez Menon
diyalogunda
karşılaştığımız bu ide varsayımı, Eflâtun'un sonraki tüm diyaloglarında az ya da çok bir yer tutacaktır. 200
İLKÇAĞ FELSEFESİ
M e n o n ' d a n sonra Eflatun'un büyük diyalogları gelir ki, bu diyaloglarda Eflatun'un sanatkâr kişiliği nin cn parlak örneklerine tanık oluruz. Bu diyaloglar dan olan "Phcıiciros"t:i yeniden ruhun ölmezliği ve ru hun esasının ne olduğu sorulan ile birlikte aşk sorunu incelenir Fakat bu aşk sorunu, özellikle bundan son raki diyalogun, "Symposion" konusunu oluşturur. Şökn
(Ziyafet, ş ö l c n ) ' n u n ana Eflatun'un en güzel diya-
loglarmdan biridir. Diyalog bir şölen sahnesi île baş lar. H e n ü z genç bir ozan olan Agathon
ilk basansın:
kudamak için bİr şölen verir. Davediler arasmda Sok rat da bulunmaktadır. Sokrat'ın orada bulunması, ko nuşmaların dönüp dolaşıp felsefi bir niteliğe dönüş mesine neden olur. Şölene katılanlardan h e r birinin aşk (Eros) konusunda bir söylev vermesi kararlaştınhr. Bu söylevlerde anlatılan efsaneleri bize Eflâtun sanat kârlığının tüm zenginliği ile aktanr. E u efsanelerin birini dc komedi yazan Aristophanes
kendine özgü
tuhaflığı ile anlatır: insanlar başlangıçla d ö n kollu ve dürt bacaklı imişler; aynı zamanda ters yönlere bakan iki de başlan varmış. Fakat sonralan Tannlar b u yara tıkları kendileri için tehlikeli bulduklarından,
onları
ikiye bölmüşler. İ ş l e o g ü n d e n b u g ü n e b u ayrılan parçalar tekrar birbirini bulmaya, tekrar birbiriyle bir leşmeye arzu duyarlarmış. Bundan sonra sıra Sokrat'a gelince sohbet felsefî bir nitelik kazanıyor. Sokrat an lattığı efsanede aşkı, insanda en derin zorlamanın bir ifadesi olarak gösterir. Aşk, D a i m o n ' c a bir şeydir. Sokrat'ın Daimon'dan anladığı anlam hatırlanırsa; aşk insanın içinde bulunan bir Daimon'dur. Fakat içimizde ki bu güçlü zorlama çeşidi şekillerde kendini gösterir; 2Q1
İ L K Ç A Ğ Vfl O f l T A Ç A â F E L S E F E TARİHİ
Bazen ç o k somut, bazen tümüyle soyutlaşmış şekiller alabilir. B u zorlama somut olduğunda belirli bir insa na karşı duyulan aşk şeklinde görülür. F a k a t , öte yan dan, kendiliğinden iyiye ve güzele karşı duyulan bir aşk olarak da görülür ve bu yüce aşk, felsefe ilc aynı dır. Çünkü İyinin ve güzelin kendileri, var olan idele rin en yücesidir vc felsefenin ana amacı ideler evrenini bümektİr. Aynî şeJdlde bu görüşler de efsane şeklinde anlatılmıştır. Sokrat bu efsaneyi kendisinin uydurma dığmı, b u n u Diotitna
adındaki falcı b i r kadîiı (kâ-
hİn)'dan öğrendiğini söyler. Diyalog Sokrat'm kendi siyle Jlgiİi dramaEİfc bir öykü ile sona e r e r : Şölende bulunanlar fazla içtiklerinden sızmışlar, geride ayık olarak yalnız Sokrat Üe komedi yazan Aristofanes kalmışUr, Sokrat Aristofanes'e iyi bir komedi yazanmn aynı zamanda iyi trajediler de yazması gerektiğini, ya ni "gUseVm
ister komedide ister trajedide olsun^ hep
aynı '[^»zf/"olduğunu anlatır. İçkinin verdiği reha vetle Aristofanes de gevşediğinden, S o k r a t tüm şö lendeki tek ayık insan olarak, şölen yerini terkcderek evine gider. Şölende yaşamasını bilen, insanlarla canh ilişkiler kuran Sokrat'ı buluruz. Oysa "Phaidon"
dıys.-
logunda, artık ölümün eşiğinde vc etkisi altında olan Sokrat ile karşılaşınz. Phaidon diyalogu S o k r a t ' m idam edileceği gün tutuklu olduğu yerde geçer. Böyle bir g ü n d e Sokrat, ç o k doğal biçimde, öğrencileriyle "Ruhun
Ölmezli
ği"
Varsayt-
konusunda konuşur. B u arada 'İdeler
w*"na da değinir. E s e n n sonunda biz, S o k r a t ' m bü yük bir cesaretle zehir kadehini nasıl s o n u n a kadar içerek boşalttığına tanık oluruz. 202
Eflatun'un ikinci dönem eserlerine siyaset felsefesi üzerine olan büyük eseri "Foletia"
{DcvlctYyı
da ek
leyebiliriz. Ç o k detaylı olan bu diyalogun uzun yfllatda yazılıp tamamlanmış olması m ü m k ü n d ü r , Efla tun'un devlet felsefesini gösteren Poletia, düşünce ta rihinde
"İdeal
devlet"
konusunda yazılan eserlerin il
kidir. Bu diyalog, özellikle ideal bir devlet imajım, bir toplum ütopyasını içermesi bakımından, sonraki dö nemler üzerinde ç o k etkili olmuştur. B u eserde ayn c a ; İdeler varsayımı ve ruhun ölmezliği, y a n i Efla tun'un işlediği "ana konular"
da bulunmaktadır.
Eflatun'un csericrİnİn tarihsel sınıflamasında eser lerini iki öbekte toplamıştık. Bİrincİ öbekteki eserler, Etlâtun'un doğrudan Sokrat'ın etkisinde yazdıkları, yani Sokratik diyaloglardır. İkinci öbekte ise; Varsaytmv",
"ruhun
ölmezliği",
"devlet
idesi"
"İdeler gibi
Eflatun'un kendisine aİt olan görüşler yer ahr. Aynca bu öbekteki eserler Eflatun'un sanat y ö n ü n d e n en parlak düzeyli eserleridir vc bunlarda felsefî görüşler bir imaj biçiminde açıklanmıştır, Ü ç ü n c ü d ö n e m diyaloglarında, görüşlerini tam anlamıyla bilimsel "Theaitetfls"
bir biçimde anlatır. B u ö b e k t e k i
diyalogunda sensüalizme ve empirizmc,
yani bilginin temelini duyumlarda ve deneyde kabul eden görüşlere karşı cleşrirsel bir tutum takınılır, adlan anılmaksızın Aristippos ile Antisthencs eleştirilir. E n sonunda Heraklit ve Empedokles İle de hesaplaşılır. Yine aynı öbekten "Parmenides"
atili diyalogda Eflâ
tun, Elca Okulu karşısındaki durumunu belirler, bu okulun uyumlu vc farklı yanlannı gösterir. Heraklit ile Parmcnides'i, Eflâtun kendisinden önceki felsefelerin 2 0 3
İ L K Ç A Ğ we O R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
cn büyük iki fiJozofu olarak kabul eder. Eflâtun'a gö rc felsefe tarihi genellikle bu İki filozof arasındaki kar şıtlık ile başlamişür. Ü ç ü n c ü öbeğe ait olan ötekİ iki Önemli eser "Sophistes" (Sofist) ve "Politikos"
(DevJct
Adamı) diyaloglarıdır. D ö r d ü n c ü ve son d ö n e m E f l a t u n ' u n
"yofhhk"
eserlerini kapsar. E u öbeğin eserleri arasında: W 5 " , eksik kalan "Kritias"
"Tima-
vc "iV^owo*" (Yasalar) diya
loglan bulunur, i l k iki diyalogda Pisagorculann ma tematik ve biyoloji ile ilgili görüşlerini
detaylarıyla
anlatan bİr Fisagorcu ile karşılaşînz. Eflâtun, Pisagor culann birçok görüşlerine karılır. B i z Eflatun'un G ü ney İtalya'da Pisagorculan ziyaret etriğini, onlara ko n u k o l d u ğ u n u ve onların etkisinde kaldığını biliyo ruz Yaşammm son yıllannda ise Pisagorculuğa tüm den yaklaşmıştır. Aristo'nun anlattığına g ö r e Eflâtun son yıllarında bir çeşit "suyv mistisizmi"r\c
yatkın gö
rüşlere sahip o l m u ş t u r . A n c a k bİr p a r ç a halindeki Kritias
diyalogunun konusu tarihtir. G e n i ş ve hacim
li bir eser olan Nomûi
(Yasa]ar)'dc devlet konusu ye
niden işlenir. Yasalar^
S o k r a t ' ı n sahneye çıkmadığı
Eflatun'un tek eseridir. Yaşlılık dönemi eserlerinin bir özelliği de, diyalog biçiminin artık yalnızca bir şekil olarak kalmış olmasıdır. Eflatun'un gençlik eserleri Sokrat ile ilgili konuları kapsar. Bunlarla ilgili bilgi sahibi olabilmek içİn iki ti pik diyalogunu ele alalım: "Lakhes" diyüogGndA "ce saret"
kavramı İşlenir. Diyalog ö n c e S o k r a t ' ı n pazar
da tanıdık iki general ile nasıl karşılaştığını tasvir eder. Gençlere silah eğitimi veren bir e ^ t i c i Atina'ya gclmişrir. Sokrat ile karşılaşan iki general L a c h e s ve Nİkias, 204
İLKÇAÖ FELSEFESİ
onlara oğulhnnın bu adamdan ders almalanmn doğ ru olup olmayacağını sorar. Sokrat: E ğ e r yalnızca tek nik bir beceri elde etmek söz konusu ise, sorun olma dığım söyler. Fakat burada yalnızca bir silah eğitimi değil, bütünüyle bir eğitim sorunu vardır. H e r eğiü m , bir ruh ve erdem eğitimi olmak zorundadır.
O
halde bu konudaki a m a ç ; gençlerin herşeyden ö n c e bir e r d e m , bir cesaret edinmeleridir. A c a b a erdem öğrenilebilir mi? B u kuşkudan sonra cesarcrin n c ol d u ğ u konusuna geçilir. Generallerden biri, Laches, cesareti "düfmana
karş% direnmek"
olarak tanımlar.
Sokrat bu tanımı ç o k dar, ç o k kısıtlı bulur.
Çünkü
cesaret yalnız savaş için değil, yaşamın değİşİk alanlan için dc söz konusudur. S ö z gelişi ahlâk açısından da bir cesaret söz k o n u s u d u r . O halde cesaretin t ü m alanlarda geçerli olacak bir tanımını bulmak gerektir. Eflâtun'un gençlik dönemi diyaloglan hep b u şekilde başlar. Bİr kavramın tümel özelliği belirlenir; bunun için de kavramın İlgili olduğu tüm durumlann aralaundaki ortak yan bulunmak İstenir. B u tanım anlayı şı, Eflâtun'un ide varsayımının oluşması
yönünden
karakteristik özellik taşır. Laches de çeşitli durumlar için cesarette ortak noktayj bulmak ister. L a c h e s cesa retin, genelde ruhun bir direnci olduğunu
savunur.
B u defa S o k r a t yeni tanımı fazla k a p s a m l ı
bulur.
Çünkü ruhun yalnızca bir inat niteliğindeki ve de ce saret sayılamayan bir direnci söz konusudur. O halde İnat ile cesareti birbirinden nasıl ayıracağız.* Bunun üzerine Laches, cesaret dayanıklılığın ölçülü durumu, inat ise sınırsız biçimdeki durumudur yanıtını verir. B u tanıma da Sokrat karşı çıkar: Karşıhklı savaşan iki 205
İLKÇAÖ VB OHTAgAfi FELSEFE TARİKİ
askerden birincisi kendi olanaklarının üstün olduğa düşüncesiyle düşmanına karşı direnç gösteriyor, daya nıyor; ikincisi ise hiçbir şey düşünmeden yerini koru yor. Acaba bunlardan hangisi cesurdur? Ölçülü bİr düşünceyle davranan mı, yoksa hiçbir şey düşünme den dayanan mı? Elbette sonuncusu cesurdur. Laches'in şaşırması üzerine öteki general, Nikias, konuya başka bir açıdan yaklaşır ve cesaretin bir bilgi olduğu nu, nelerden korkulup nelerden korkulmayacağım bilmekten başka bir şey olmadığını söyler. Burada ko nuya, görünüşle, yeni bir m o t i f eklenmiş gibidir. Oy sa diyalogun birinci b ö l ü m ü n d e n ikinci b ö l ü m ü n e manüklı bir amaç güdülerek geçiliyor. Eflâtun burada cesaret denilen erdemin nelerden oluştuğunu araştırı yor: Kendi olanaklarının, karşısındakinden daha elve rişli olduğunu düşünerek direnen, dayanan değil; ak sine ölümün korkulacak bir şey olmadığım, yaşamdan daha değerli şeylerin olduğunu bilen insan daha ce surdur. Fakat bu durumda arslan ve kaplan gİbi hay vanlara cesur diyemezdik, diyerek karşı çıkan L a c hes'e; "Zaten hayvaniurtn maz,
ancak
ne türden
bilen ve hu tehlikelere
cesur olması söz konusu
bir tehlike karşısında karşı direnen
insan
ola
olduğunu cesur
olabi
lir" yamtı veriliyor. Böylece cesaret; istenilen şeylerle, sakınılması gereken şeylerle ilgili bir bılgİ, yani gerçek ve görünen değerler hakkında bir bilgi oluyor. Acaba bu tanım da ç o k kapsamlı o l m u y o r mu? B u tanım yalnız cesareti değil her t ü r d e n e r d e m i kapsıyor, çünkü cesaret için kullanılan "değerlerin dizisini bitmek, korkulacak birinden
ayırmak"
ve korkutmayacakş^ieri
sıralanma bir
tanımı, h e r erdeme uygulanabilir. 206
İLKpAâ FELSEFESİ
O halde cesaret konusunda yapılan bu araştırma ile görünüşte bir sonuç elde edilmemiş gibi görünüyor. Ancak gerçekte, diyalogun varmak istediği s o n u ç da buydu. Diyalog bize bir erdemin yalnız başına göstcriİemiycccğİni,
çeşidi erdemlerin değil de tek bir er
demin olduğunu, bununla da nelerin istenildiğini vc nelerden kaçınılması gerektiğini bilmenin cesaret ol duğu anlatılmak istenir. A n c a k bu istek diyalogda açıkça vurgulanmayıp, sonuç çıkarma okuyucuya bı rakılır. B u tutum Sokrat'ın kullandığı m e t o d u n bir özelliğidir. S o n u c u ö ğ r e n c i bulup çıkarmalıdır. Bu yöntemin amacı, insanı düşünmeye ve bulmaya yö neltmektir. Eflâtundun gençlik yazılannın özelliklerini göster m e k için örnekleyeceğimiz ikinci eser ise diyalogudur. Esere adını veren Hippias,
"Hippias"
ünlü b i r S o
fisttir. Pek onurlu olan ve kendisine çtjk inanan S o fist, Sokrat'ın da dinlediği parlak ve tantanalı b i r söy lev vermiştir. Hippias bu söylevinde Homer'in kahramanı olan Odysseius
ile Archilleus'M
iki
birbiriyle
karşılaştmr. Odysscius kurnazdır, dolambaçlı yollar izler. Archilleus ise dürüsttür, dosdoğru bir yol izler. İlki kötülüğü bilerek yapar, ikincisi hİç farkında ol maksızın kötülük yapar. O halde Archilleus, Odyssius'c kiyasla daha iyi ve daha karakter sahibi bir insan dır. Söylev bitince Sokrat Hippias ile konuşmaya baş lar. Sokrat görünüşte söyleve hayran olmuştur, fakat bir noktayı anlayamamıştır. Gerçekten bilmeyerek kö tülük yapana görc, bilerek kötülük yapan daha mı kö tü bir insandır? Hippias'm görüşünü yeniden evetlemesi üzerine Sokrat ona: "Biri 207
iyi öteki kötü olan
ikİ
İLKÇAĞ v e Û R T A Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
koşucudan
iyisi bikrek
zıyla koşuyor, acaba cudur?" şan"
yavaş koşuyor, öteki bunlardan
hangisi
diye sorar. Hippias: "Elbette
ise tüm
hı
dstha iyi koşu bilerek
yavaş ko
der. Aynj şekilde iyi bir okçu hedefe bilerek isa
bet ettirmiyor, beceriksiz bir okçu ise İstediği halde hedefi bir türlü vuramıyor. Bunlardan hangisi daha iyidir? E l b e t t e usta olan o k ç u . B u sonuçlar insanlann davranjş alanlanna uygulanmca, kötülüğü bilerek ya panın, bilmeyerek yapana göre daha iyi bir insan ol duğu anlaşılıyor. Fakat bu sonucu ne Hippias ve nc dc Sokrat kabul ediyor. Böylece diyalog h i ç b i r sonu ca ulaşamamış gibi görünür. Oysa gerçekte sorunun ç ö z ü m ü n e , önemsiz gibi görünen bir c ü m l e Üe deği nilmiştir. Acaba bilerek kötülük yapmak İsteyen bir İnsan var mıdır? Sokrat bunu kabul e t m e z , o n a göre kimse bilerek kötülük yapmaz. Bilerek yavaş koşan koşucu, bilerek hedefi vurmayan okçu n e d e n bunu böyle yapar? Çünkü onların hızlı koşmaktan, oku he defe isabet ettirmekten daha yüksek oJan bazı amaç lan vardır. İşte, bunun gibi, kötülüğü bilerek yapan bir insanın g ö z ö n ü n d e bulundurduğu d a h a yüce bir amacı vardır. Değerlerin gerçek dereceler sıralaması nı bilen insan, buna bağlı kalmaktan başka bir şey ya pamaz. O halde kötülüğü tüm anlamı ile bilerek ya pan bir insan olamaz, çünkü kötülük b İ r hatadan, değerlerin dereceler sıralamasını bilmemesinden kay naklanan bir hatadan doğar. Eflâtun'un b u diyalogda savunduğu görüşün, S o k r a t ' m en tipik görüşü oldu ğunu biliyoruz. Eflâtun'un doğrudan Sokrat'm etkisinde olduğu gençlik dönemini gördükten sonra, şimdi onun asıl 208
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
kendi felsefesine geçelim. Eflatun'un kendine özgü görüşleri içinde; "İdeler metafiziği",
"ruhun
vffrsaytmt"
ölmezliği"
yA da
görüşü ve
"İdeler "Devlet"
konusundaki düşünceleri yer aiır. Ö n c e E f l a t u n ' u n t ü m felsefesi için t e m e l olan "bilgi"
ile ilgili görüşlerini görelim: "Bi^i nedir?"
so
rusu Sokrat'ın bağlı olduğu tüm okullarda önemli et kinliğe sahiprir. Eflâtun bilgi konusunu özellikle Theaitetas adlı diyalogunda ele alır. Diyalog Önce Arİsrippos'un bilgi konusundald sensualist anlayışmı incele yerek işe başlar. Arisrippos'a g ö r c bilgilerimizi du yumlar oluşturur. O halde bilgi; görmek, duymak, koklamaktan ibarettir. B u n a karşı Eflâtun, şayet bu görüş doğru olsaydı, yani bilgi yalnızca algılann bil dirdiklerinden başka bir şey olmasaydı, o zaman san her şeyin ölfüsüdür"
"in
diyen Protagoras haklı olur
du, diyor. B u durumda o b j e k t i f bir bİlgi olamazdı, çünkü algılarımız görelidir; b u nedenle aynı suyun bir ele sıcak öteki cîe soğuk gelmesi, aynı şarabın biri sine ekşi öteki birine tadı gelmesi cinsinden güvenilir olmayan bir bilgiye sahip olacakuk. Bunun içindir ki, algılann oluşturduğu bilgilerle kesin bir yargıda bulu namazdık. B u tür bilgilerde "bana
öyle geliyor"
de
mekten öte gidemezdik. Ç ü n k ü bana Öyle gelen bir şey bir başkasına farklı görünebilecektir A y n c a Eflâ tun'a göre bilginin b u sensualist yorumunda yalnız Protagoras değd, aynı zamanda Heraklit dc haklı ola caktır. Çünkü Heraklit'e görc evren sürekli değişmek tedir, evrende sabit bir şey yoktur. Algılanmız bize sü rekli hareket eden, içinde hiçbir şeyin düzenli ve sü rekli olmadığı, her şeyin yok olduğu vc de var olduğu 209
İLKÇAĞ ve O B T f t Ç A Û F E L S E F E TftRİHi
bîr evreni bildirmelc durumundadır. O halde duyum larımla elde ettiğim bir şey ile ilgili olarak
"huşudur"
diye kesin bir yargıda bulunamam. Ancak, "huşey na göre
ve şu anda
böyledir"
ba
diyebilirim. Çünkii bu
şey bir başkası için aynı anda başka türlü olabilir. Şa yet bilgilerimiz gerçekten yalnızca bizim algılanmıza dayansaydı, o zaman objektif ve sürekli bir bilgi ola mazdı. Fakat Eflâtun'a göre gerçek bilgi, ancak ob jektif olan bilgidir ve böyle bir bilgi vardır. Yalnız gö reli, sübjektif ve sürekli değişme durumunda olan bir bilginin değil, aynı zamanda objektif bir bilginin de var o l d u ğ u n u anlamak için, yalnızca matematiksel objelere dikkat etmek yeterli olur. S ö z gelişi ya da "bir üçgenin tir"
İç açıları
toplamı
"2x2=4"
iki dik açıya
eşit
şeklindeki matematiksel gerçekleri ele alalım:
Bunlar genel olarak geçerli olan, kişiye ve zamana gö re değişmeyen, herkes ve her an için doğru olan bir takım bilgilerdir. Bu gerçekler, önce var olan ve sonra yok olan objelere ait bilgiler de değildir. Matematiğin konusu olan o b j e l e r yer vc zamandan soyutlanmış öncesiz ve sonlu olmayan objelerdir. S ö z gelişi 2 vc 4 sayıları herhangi bir yerde ve zamanda var olan vc sonra da yok olacak objeler olmayıp öncesiz vc sonlu olmayandır ve birbiriyle öncesiz vc sonlu olmayan bir ilişki İçindedir. Ancak, söz gelişi bir d e ğ n e k ile kum üzerine çizdiğim bir üçgen, kuşkusuz, var olmuş vc yok olacak objelerdir. Aym şekilde bir kağıda çizdi ğim daire de böyledir. Ancak, matematikçinin incele diği, bu türden tek tek şeyler değildir. O , genellikle üçgen ve daireden söz eder. Benim şu anda çizdiğim bir daire, tam vc gerçek bir daire olmayıp ancak gerçek 210
İLKÇAĞ FELSEFESİ
daireye bir ölçüye kadar yaklaşmış bir dairedir. B u nun için matematikçinin öne sürdüğü bir varsayım, benim bu dairem İçin yalmzca yaklaşık olarak geçerli olabilir. Ya da Eflatun'un deyişiyle; Çizdiğimiz şekil ancak matematikçinin "daire idesi"nc katıldığı ölçü de bir dairedir. B u n u n içindir ki Sokrat'ın öteki iki Öğrencisine, Aristippos ve Antisthenes'e bir kez daha kulak vere lim: Aristippos'a göre bilgi duyumlarla kazanılan algı lardan başkası değildir. Aynı şekilde Antisthcnes İçİn d c objelere ait bilgilerimizde algılardan hareket ede riz. Yalnız, ona göre biİgİ, objeleri cLemanlanna ayır maktır ve bir objeyi son elemanına ayınnca artık bil giden söz edilemez, bundan öte gidilemez. O y s a Ef lâtun'a göre gerçek bilgi, tam Antisthenes'in bilgide bundan öte gidilemez dediği yerde başlar. E i r objeyi bilmek için sorulacak İlk soru "bu Me^ıri"'sorusudur. B u soruya bir cevap vermek, bu objeyi bİr kavrama dahil etmek Lİemcktir. S ö z gelişi bu insandır, bu attır gibi. O halde bilgi, karşımızdaki objelerle ilgili yargı da bulunmaktır. Yargıda beİİi b i r objeyi genel b i r kavram İçine koyanz. Eflâtun'a göre bilgi, h e r şeyden ö n c e , genel ( t ü m e l ) kavramlar oluşturmak demektir. Algılarımız bize yalnızca tek tek objeleri gösterir, fa kat algı karşısında düşünce yardımıyla bu tek tek o b jeler genel bir kavram içinde toplanır. S ö z gelişi bu sıcaktır, bu soğuktur, bu insandır derken, b u yargı larda karşımıza çıkan objeleri belli kavramlara dahil etmiş oluruz.
"Bu insandır"
"İJM^yu "insan"
kavramı içine koymuş oluruz. Bu gibi
dediğimiz
zaman,
genel kavramları d ü ş ü n m e d e n hiçbir bilgi oluşmaz, 211
İLKÇAĞ VB ORTAÇAÛ FELSEFE TARİHİ
her biJgi zorunlu olarak gene] kavramları
düşünmek
demektir. İnsan iıayvandan fazla olarak düşünme ye teneğine, yeni kavramlar oluşturma yeteneğine sahip tir. S o n u ç olarak bilgide İlk adım genel kavramları oluşturmaktır. Bilgide atdan ikinci adım İse, genel kavramlar ara smdaki ilişkileri belirlemektir. ( 2 ) tahta parçası ( 4 ) tahta parçası olabilir, fakat bunları birleştirip ( l ) tahta parçası da yapabiliriz, B u n l a n bölerek çok sayıda tah ta parçalan da yapabilirim. Ya da ( 2 } sayısı hiçbir za man ( 2 ) rakamından başka bir şey olamaz. Bu ( 2 ) sa yısı, söz gelişi ( 4 } rakamı ile hiç değişmeyen, öncesiz ve sonrasız bir ilişkiye sahiptir. Aynı şekilde, sıcak olan belli sayıdaki obje bİr süre sonra soğuyabilir. An cak sıcaklığın kendisi ile soğukluğun kendisi arasmda hiç değişmeyen, sabit ve belli bir ölçü vardır. Eflâtun'un doğadan seçtiği bir örnek ilc görüşünü nasıl açıkladığını görelim: Phaidon diyalogunun so nunda Eflâtun kendisinden önceki tabiat felsefesinin bir eleştirisini yapar. S ö z gefişt kar ateş ile karşılaşınca neden erir? Şimdiye kadarki tabiat filozofları bu olayı ateşten çıkan atomların kar atomları arasına girerek onları birbirinden ayırması, bunun sonucu kann su lanması biçiminde açıklamışlardı. Oysa Eflâtun için bu açıklama anlamsızdır. Çünkü öncelikle kar ve ate şin ne olduğunun açıklanması gerekir. Böylelikle ka rın yapısının soğuk olduğu, yani soğuk kavramına da hil edilen bir obje olduğu, ateşin de yapısı gereği sı cak olduğu ve sıcak kavramına dahİI bir o b j e olduğu anlaşılır. Bundan başka bir de b u ikî obje, yani sıcak lık ilc soğukluk arasındaki ilişkiyi araştınrsak, bunların 212
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
biri öteki ile anlaşamayarij biri ötekini dışlayan iki o b je olduklannı görürüz. S o n u ç olarak; birİ ötekini dış layan, yapısı gereği soğuk olan kar ile yapısı gereği sı cak olan ateşin yan yana gelemeyeceği bilgisine vann z . Eflâtun bu örneği, bir doğa olayının, kendi anla dığı anlamda nasıl açıklanması gerektiğini g ö s t e r m e k için vermiştir. B u örnekte de görüleceği g i b i , ö n c e tek tek olaylardan hareket edilerek, yavaş yavaş genel kavramlar olan idelere yükseliriz. Ancak ideler arasın daki bu ölçüler tek olay için dc aynen gcçcriidir. Yani tek olay idelere katıldığı ölçüde, bunların arasındaki oranları taşır, Phaidon diyalogundan, başka bir örnek daha ala rak incelemeyi sürdürelim: B u diyalogda Eflâtun'u çok ilgilendiren "ruhun
ölmezliği"
konusu işlenir.
Eu konuyu kanıtlamak içİn özellikle şu ö n e m l i fikir ileri sürülür: "Kıth "Ruh yaşumm
nedir?"
ilkesidir"
sorusuna yanıt olarak
denilir. Beden ancak ruha sa
hip olması, ruh tarafindan canlandırılması durLimunda yaşayabilir. O halde ruh ve yaşam biri ötekinden ayrılmaz, bİri ö t e k i n e bağh kavramlardır, B a z ı ide lerin biri ötekini dışlar. S ö z gelişi sıcaklık ve soğukluk ideleri gibi. Eazı ideler ise ayrılmaz biçimde biri öte kine bağlıdır. Yaşam ve ruh ideleri böyledir. İ ş t e bun dan da ruhun daima bİr yaşama sahip olduğu, hiçbir zaman ölmeyeceği sonucu çıkar. Görüldüğü gibi Eflâtun ıçİn bilmek, her alanda rek tek olaylardan hareket ederek İdelere )âikselmek ve ideler arasındaki değişmeyen ölçüleri bulnn aktan ibarettir. Bu ideler başlangıçsız ve sonu olmayandır, n c meydana getirilmiştir ve ne de yok olurlar. İki tahta 213
I _ < Ç A C « e O F l T f l Ç A Ğ F E L S E F E TARİHİ
parçası meydana gelebilir vc bir süre sonra da y o k olabilir. Fakat ( 2 ) ve ( 4 ) sayıları meydana da gelmemişür, yok da olmayacakur, Bunlar başlangıcı vc so nu olmayan, yani düşünülen varlıklardır. Çizdiğim bir daireyi biraz sonra silebilirim, fakat daire idesini yok etmeye olanak yoktur; bu daire idesi, yapısı gere ği başlangıçsız ve sonu olmayandır, i d e l e r aralarında belli ölçülere sahip olduklarından^ belli bir düzeni bulunan bu evrene, yani ideler evrenine yaşam verirJer. Eflâtun özellikle yaşamının son yıllarında, sayılar evrenini ideler evrenine gerçek bir m o d e l olarak seç miştir, o kadar ki ideleri sayı olarak anlamaya yönel miştir. S o n u ç olarak Eflâtun'a göre b i l m e t , ideler ev renini vc b u evrende hüküm süren yasalan tanımakür. Duyular evrenini dc ancak İdeler evrenine katıldı ğı ölçüde bilmek mümkündür. Bİz bir objeyi, kendi sinde, idesinin varoluşu ölçüsünde biliri?., Çizdiğim bir daire tam ve m ü k e m m e l olmayan, daire idesine ancak bİr ölçüde yaklaşan bİr dairedir. Aynı şekilde, algıladığım tek ve somut at da tam vc m ü k e m m e l ol maktan uzak ulan ve pekçok eksiklikleri olan bir attır. Oysa at İdesi mükemmeldir, eksiksizdir v c bu açıdan tek atın aynı zamanda idealidir. T ü m yaşayan atlar için bir mükemmellik modeli olan bu ideye, tek at az ya da çok yaklaşır. Böylece Eflâtun için ide, aynı za manda eşyanın da idesi oluyor. T e k eşya, bu idelere göre, az ya da çok mükemmel olan biçimler kazanır. Aynca ideler insanların isteklerine güre düşünüp bul duğu şeyler de değildir. İdeler kendiliğinden vardır. S o n u ç olarak Eflâtun için iki evren vardır ve bu iki evren gerçek evrendir. B u iki evrenden biri: Sürekli 2 1 4
İLKÇAÛ FELSEFESİ
var oian ve yok olan, algılanabilen, tek tek objelerin sürekli değişmek zorunda olduğu evren; ötekisi baş langıcı vc sonu olmayan idelerin ya da ideallerin evre ni. Bu noktada üflâtun özellikle Aristippos
vc
Arttist-
henes ile tam bir karşıtlık içindedir. Anristhenes Eflâ tun'a karşı çıkarak, İdelerin İnsan düşüncesinin buluş larından başka bir şey olmadıklarım savunur. Eflâ t u n ' u n ideleri reci saymasına da karşıdır vc Antisthe nes ideleri yalnızca bir "ad"dzn
ibaret sayar, bunlann
aynca b i r realiteye sahip olduklarını r e d d e d e r . S ö z gelişi tüm tavşanlar birbirine b e n z e r ve bu n e d e n l e biz bunlan aynı "ad" ile anarız. Antisthenes'e göre ayrıca bir "top/flw" idesi yoktur, yalnızca bir
"tavşan"
kelimesi vardır, bu kelimeyi aynı cinsten o l a n tüm hayvanlar için isim olarak kLilamnz. Antisthcncs'in bu görüşüne "nominalizm"
(İsİmcilik) denir. N o m i n a
lizmin ana fikri, idelerin birbirine benzeyen canlılara ve eşyaya verilen adlardan, kelimelerden ibaret olduk larıdır. Oysa Eflâtunca göre ideler birer kelime olma yıp^ reel birvarhğa sahip olan gerçeklerdir. Biz ideleri düşünceyle görür ve kavrarız. İdelerin g ö r ü n ü p kav ranması, bilginin temelini oluşturur. Aynı şekilde bil gilerimizin ana konusu idelerdir. T e k objeler evreni, ancak İdelerin silik bir kopyası olması y ö n ü n d e n bi linmeye, bilgimizin konusu olmaya lâyıktır. Biz objeyi nasıl biliriz? Bilginin esası nedir? Eflâ tun'a göre bilgi öncelikle "obje nedir?"
sorusuna ce
vap verir. Bilgi öncelikle algıdan hareket eder, fakat algılananda kalmaz daha ileri giderek kavrama ulaşıhr. "Bu bir insandır",
"bu bir tebeşirdir" 2 1 5
derken, algı ladığım
İLKÇAÛ v e ORTAÇAĞ F E L S E F E TARİHİ
şeyleri bir kavram içinde toplamış o l u r u m . dairedir"
"Bu bir
dediğimde, karşımdaki kişi algıladığım o b
jeyi genel daire kavramına katıyor d e m e k t i r . Fakat bilginin tam olarak oluşması İçin bundan sonra atıla cak bir adım daha vardır: Kavramlar arasındaki ölçü leri kurmak- S ö z gelişi ( 2 ) vc ( 4 ) kavramları arasmda çok belirli bir ölçü vardır ve bu ölçüyü bİz ( 2 x 2 - 4 ) bilgisi ile dile getiririz. S o n r a sıcaklık ve soğukluk kavramlan arasında da ç o k belirli bir ö l ç ü vardır: Sı caklık vc soğukluk biri ötekini dışlayan kavramlardır. Aynı şekilde yaşam vc ruh kavramlan arasında çok behrli bir ölçü vardır; bu iki kavramdan biri ötekini çe ker, çünkü ruh mutlaka yaşama sahip bir varlıkta bu lunur. Duvıımlanmıza konu olan objeler sürekli bir değişim İçindedir, bu objeler için Heraklit'in.
görüşü,
yani eşyanın bir akış vc oluş içinde bulunduğu varsa yımı doğrudur. B u n a karşılık tümel kavramlar başlangıçsız ve sonu olmayan bir evreni oluşturudar. B u ev ren ne meydana getirilmiştir ne de yok olacaktır. Ge nel kavramlar evreninde, aynı zamanda, son derece belirli ölçüler, bir başka deyişle, başlangıçsız ve sonu olmayan bir düzen geçerlidir. Genel kavramlar dü zenli bir sistem oluştururlar ve bu sistemde her kavra mın ötekine olan ölçüsü son derece kesin ve açıktır. Eflâtun işte bu genel kavramlara "ideler"
adını verir.
İdeler arasındaki bu belirli ölçülerden bİr düzen doğ duğu için, bir "ideler
kosmom"nun
var olduğundan
söz eder. İdeler, mükemmel olan varlıklardır. S ö z ge lişi daire idesi, yani dairenin genel kavramı, kendili ğinden mükemmeldir Bu ide; çizilen, s o m u t daircJerdcn sürekli daha mükemmeldir, çünkü s o m u t daireler, 216
İLKÇAĞ FELSEFESİ
daire idesine ancak aşağı yukarı yaklaşabilirler. Aynı şekilde, güzel olan rck şeyler, güzellik idesi karşısında sürekli eksik ve çirkindir ve ancak güzelliğin tendlsine az ya da çok yakın olabilirler. S o n u ç olarak ideler, aynı zamanda objelerin dc ideleridir. Bunun içindir k: bir ob)eyi bilmek, o objenin idesini bilmek, dolayısıy la da idealini bilmek demektir. Eflâtun'a göre ideler arasında ç o k belirli ölçüler bulunduğundan, düzenli bir evreni, yani ideler koz mosunu oluştururlar. B u ideler sistemi bir piramide benzetilebilir. Bu piramidin tepe noktasında e n genel olan "Varlık
İdesİ"
bulunur. Eflâtun ideler sistemi
nin bu cn yüksek İdesini "îyi"
İdcsİylc aynılaştırir.
Çünkü ona göre, kelimenin tam anlamıyla var olan bir şey, aynı zamanda mükemmel olan, { ! ) olan şey dir. M ü k e m m e l olan bir şey ise, aynı z a m a n d a iyi olan bir şeydir. İdeler evreni düzenli, sistemli bİr ev rendir, bir kozmosdur. Düzeni olan bîr şey kaos ha lindc olana oranla daima daiıa iyidir, O zaman düze nin olduğu her yerde, aynı zamanda iyilik d c bulu nur. Bu nedenle düzenli olan ile iyi olanın sınırları bir ve aynıdır. İdeler evreni de mükemmel bir d ü z e n e sa hip olduğu için, aynı zamanda iyinin dc güzelin de evrenidir. Eflâtun'a g ö r e , ideler
evreni
cansız, kaskatı v c
duran bir evren değildir. B u evreni Etlâtun E/cülılann "Bir"\
gibi hareketsiz ve sabit olarak değil, aksine
"canlı pe yaratıcı"
bir evren olarak algılar, İdeler
tüm varlıklann sonu olmayan modelleridir ve bu ne denle tek tek objeleri sürekli etkilerler. S o n d o n e m e s e r l e r i n d e n o l a n Timaios 217
diyalogunda
Eflâtun,
İLKÇAĞ v e O R T A Ç A Ğ F E L S E F E
"madiie"nm
TARİHİ
bir hiç olduğunu söyler. Aslında madde
h e r tür özellikten yoksundur. O n a var olandan çok, var o l m a y a n d e m e k daha d o ğ r u o l u r . "raifl^i^e" dediği "hoş mekân
(uzay)"d\T.
Eflatun'un Nasıl güneş
ışıklarını uzaya gönderiyorsa, bunun g i b i , ideler evre ni dc etkilerini boş uzaya gönderir vc eşya bu etkilere göre şekillenir. Eflâtun bu diyalogunda
"Demiurg"
adını verdiği evrenin bir yaratıcısından s ö z eder. B u Tanrı
(mimar),
bir hcyfceltraşm ç a m u r d a n şekiller
yaratması gibi, eşyalan idelerin modeline göre yarat mıştır. Onun bu D c m i u r g ile neyi vurgulamak istedi ği, bunun gerçekten evrenin yaratıcısı b i r Tanrı mı, yoksa yalnızca bir sembol vc mitos m u olduğunu tam olarak anlamak güçtür. Eflâtun'da bu gibi durumlara sıkça rastlarız. Onun sanatkâr ve bilgin yanları ç o k kez biri ö t e k i n e karışmıştır. Böyle d u r u m l a r d a şa irliğinin nerede sona erdiğini, bilginliğinin nerede başladığını ayırt etmek gencide olanaksızdır. Eflatun'un İki evren ayınmı yaptığında kuşku yok tur. Bir yanda başlangıçsız, sonu olmaysn, mükem mel olan bir ideler evreni; öte yanda ölümlü olan, mükemmel olmayan eşyaların oluşturduğu bir evren vardır. Eşya evreninin ideler evreni ile o l a n ilişkisi, ay nen bir şeyin gölgesi ile olan ilişkisi gibidir bu görüşünü, Politeia'diki anlatır: înmnlar mağaranın Bu insanlar ğaranın insan
bir mağarada
kapısına
dönük
ancak
önlerindeki
kapısını
neş vardtr
ünlü "mağara
göremezler.
ve herbiri
mağaranın
oturan
ve
duvarı
2T3
geçerler.
benzer.
görürler,
Mağaranın
dışında olan Bu
\İq
arkaları
olan tutuklulara
bir şeyler taşımakta
kapısından
Eflâtun
örneği"
ma gü pekşok
insanlann
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
herbirinin ğara
gölgeUri
ifindekif
ancak
mağarnnm
yüzleri
bu gölgeleri
duvara
görürler.
duvanna dönük
olan
yamtr,
Ma
tutuklular
E f l â t u n ' a göre insanın
içinde bulunduğu ortamı, bu mağara benzetmesi çok güzel anlatmaktadır. B i z insanlar gerçek şeyler evre n i n d c değil, gölgeler evreninde yaşarız. A n c a k yine de biz gerçek bir evrenin de var olduğunu biliriz, his sederiz vc bu gerçek evren ile ilgili az çok bir bilgi sa hibiyiz. Böylece Eflâtun'un insan ile ilgili, b i r başka deyişle, insan ruhu ile ilgili görüşlerine ulaşmış bulu nuyoruz. İnsan ya da insan ruhu, başlangıçsız ve s o n u ol mayan ideler evreni ile ölümlü olan eşya evreni ara sında bulunur. A n c a k insan, idelerin var o l d u ğ u n u acaba nereden biliyor? Eflâtun bu sorunun yanıtını çeşidi örnekler üzerinde araştmr. S ö z gelişi karşımda duran bir objeyi güzel buluyorum. Acaba daha önce den güzelliğin n c olduğunu bilmeseydim, şimdi onu, yani güzeli, tanıyabilir miydim? Şayet bende bir gü zellik ideali bulunmasaydı ve karşımda duran bu o b jeyi bu ideale göre ölçmescydim, onun güzel olduğu nu kavrayabilir miydim? T e k tek eşyanın güzel oldu ğunu kavrayabilmem için mutlaka güzelin ne olduğu nu daha önceden bilmem gerekir, JCarşımdaki obje bende güzellik düşüncesi uyandırabilir. Fakat bunun için, benim daha önceden, uyku durumunda bile ol sa, güzellik idesini tanımam gerekir. İkİ objenin bir birine eşit olduğunu, birbirine benzediğini ya da bir birinden farklı o l d u ğ u n u söyleyebilirim. A c a b a bu "eşitliği,
benzerliği
vefarkithğt"
objeleri g ö r d ü ğ ü m
gibi görebilir mİyim? Kuşkusuz g ö r c m c m , bunlan 219
İLKÇAĞ VB O R T A Ç A Ğ F E L S E F E T A R İ H İ
yalnızca bilirim. Ancak bu îki objenin eşit, benzer ya da Farklı olduklarını kavrayabilmek için, daha önce den eşitlik, benzerlik ya da farklılık k o n u s u n d a b i r fikre sahip olmam gerekir. Bu tür bilgiler dışımızdaki objeler tarafindan uyanlabilirler, fakat bunların zihni mizde canlandırılabilıncsi için, bizde ö n c e d e n var ol maları gerekir. Sonra objeleri ( 2 ) ya da ( 1 0 ) diye sa y a r ı m . S a y a b i l m e k için de Ö n c e d e n ( 2 ) ' n i n ve ( l O ) ' u n nc olduğunu bilmem gerekir. Ş a y e t bende önceden sayılar ile ilgili bir imaj bulunmasaydı, say mama imkân olmazdı. S o n u ç olarak her türden bil me, bende bilinç dışında bİlc olsa, birtakım bilgilerin var olmasını şart koşuyor. Güzelin vc çirkinin, iyinin vc kötünün n e olduklarını b i l m c s e y d i m , bir değer yargısında bulunamazdım. Eşitliği, benzerliği, farkhlığı bilmcseydim, karşılaştırma yapamazdım. ( 2 ) ' n i n , { 1 0 ) ' u n nc olduğunu
bilmcseydim, sayamazdım.
Böylece her türden bilgi için, belirli ka\Tamlar]n içeri ği konusunda önceden bilinçdışı da olsa bir bilgiye sahip olmamız gerekir. Çünkü bilgide, algıladığımıza başka bir şey ekleniyor; bu eklenen bizim de taftdtğtmız"
Efiâtnn, doğuştan getirdiğimiz bilgiyi, bil^i"y'\,
"kendimiz
şeydir. "doğupan
bilgi problemine temel yapan ilk düşünür
dür. Eflâtun'a göre doğuştan bÜgi vardır. Şayet bu tür bilgilerimiz olmasaydı, bilgi de o l m a z d ı . Efla tun'dan bugüne bu doğuştan bilgi konusu felsefe ta rihinde sürekli tarüşilmıştır. B u konuda fa.rklı iki eği lim daha vardır: Bilgiyi yalnızca algılardan ibaret sa yanlar, algılanana ya da deneye bir de doğuştan olan şeyleri ekleyenler. 220
İLKÇAĞ FELSEFESİ
Eflâtun'daki b u doğuştan bilgi konusu, başka bir konuyla, "ruhun duğu"
önceden
hofka
hir yaşama
sahip
el-
konusuyla, yakından ilgilidir. Efîâttın'a g ö r e ,
ruhun doğuştan getirdiği bilgileri başka bir zamanda edinmiş olması gerekir. İnsan ruhunun iyi v e güzel konusundaki bilgiyi, bir zamanlar iyi ve güzeli sej'retmesi sonunda kazanmış olması gerektir. R u h u n do ğarken birlikte getirdiği bilgi, idelere aİt b i l g i d i r . R u h , İdeler evreninde yaşamış vc ideleri bizzat seyret miş olmalıdır. Ancak bu dünyadaki yaşamında ruhta yalnızca karanhk ve bilınçdışı bir düşünce, bir duygu kalmıştır. Ruh çevresindeki tek tek objeleri h e r görü şünde, kendisinde ideler ile ilgili birtakım sisli imajlar uyanır. B u nedenle bilgi bir "hanrlama
"dır. R u h ,
çevresindeki tek tek objeler nedeniyle, sürekli ideler evrenini hatırlamaktadır. B u hatırlama bize ruhun bundan önce de yaşadığını kanıdar vc ruhun önceki bir yaşama sahip olması, ölümden sonra da yaşamaya devam edeceği görüşüne olanak verir. R u h u n ölmezliği konusu Eflatun'un felsefesinde önemlidir. Phaidon
diyalogunda ve ötckİ diyaloglarda
Eflâtun ruhun ölmezliği konusunda çeşitli kanıtlar ileri sürer ve bu konuda "hatırlama"
önemli bir ka
nıt olarak eserlerinde yerini ahr. Eflatun'un yaşam öy küsünde, onun Pisagorcularm vc bazı Orphik kuralla rın etkisi altında kaldığını vurgulamıştık. Pisagorcula ra g ö r c , ruh sürekli şekil değiştirir. S o n u ç olarak ruh g ö ç ü (tenasüh)
ruhun ölmezliği için esastır. Beden
ise ruh için bir cezaevidir. Bunun İçindir ki ruh be denden sıynimayı ve bedenden uzaklaşmayı diler. İşte Pisagorculann vc Orphik dinin ruh konusundaki bu 221
İLKÇAĞ VB OFrTAÇAĞ F E L S E F E TflUilrlİ
düşüncelerini Eflâtun, ideler varsayımında birleştir miştir, O n a göre ruh, bir zamanlar bedenden ayn bir yaşam sürmüştür. Ruhun bu önceki yaşamı ideler ev reninde olmuştur. Sonradan ruh ideler evreninden bu dünyaya düşmüştür. Bir tutuklanma olan b u durgun luk yüzünden ruh, bir bedene bağlanmaya, bir beden içine sıkışıp kalmaya zorlanmıştır. İnsanın bedensel sıkıntılara direnmesi, günün birinde ruhun bedenden kurtulacağı umudunu güçlendirir. B ö y l e c e Eflâtun felsefesinin ö n e m l i bİr k o n u suna, "psikolojisi
"nt gelmiş bulunuyoruz. Eflâtun'a
g ö r e ruh b ü t ü n c ü l ( v a h d e t l i ) bir varlık d e ğ i l d i r . R u h ; "aktty irade
ve zorlama"
olmak üzere üç b ö
lümden oluşur. Eflâtun ruh konusundaki Phaidon,
Phaidros
vc Potiteia
görüşünü
( D e v l e t ) diyalogların
da sergilemiştir. İde varsayımı Eflâtun'un sağhğında tartışmaya ne den olmuştur. Bu varsayıma o zaman en çok karşı çı kanlardan biri dc Kynikler okulunun kurucusu tisthenes'ûr.
An-
O n a göre, ancak bireysel olan, gerçek bir
varlığa sahip olabilir. S ö z gelişi tek daire gerçekte var dır, fakat daire idesi yoktur. Genel kavramlar, birbiri ne benzeyen objelere bir ad koyma s o n u c u oluşur Söz gchşi çeşidi atlar, bir şekilde birbirine benzediği için biz bunlara "aî" adını veririz ve sonra da bu adın varlığı olan genel bir kavram olduğu düşüncesine kapılınz. Eflâtun'un genel kavramlann varlığını kabul etmesine karşm Anristhenes, bunlann isimden başka bir şey olmadığım savunmakla, tam b i r nominalist olur. Nominalizm "geneV'i., dilin bir yaratması olarak kabul eder. Oysa Eflâtun'a göre genel kavramlar reel 222
birer varlık olarak vardır ve bunlar ayn bir evreni, "İdeler
eprem"ni
oluşturur. İde varsayımı, Eflâtun'u
iki ayn evreni kabui etmek zorunda bırakmıştır. B i r yanda mükemmel olan ve eşyanın ideallerini oluştu ran başlangıçsız, sonu olmayan idelerin evreni vardır; ûtc yanda eksik vc gelip geçici olan eşya evreni bulu n u r . B u İki evren ayırımı klâsik açıklamasını Efla tun'un "mağara
benzetmesi"ndc
bulur. İdeler, eşya
nın yalnızca asıl modelleri olmayıp, aym zamanda ya ratıcı gücüdür dc. İdelerden boş uzayın i ç i n e giren etkili ışınlar, maddeye bir bİçim kazandınr. Ancak eşyanın idealleri olan idelerle tek tek eşya arasında insan ruhu bulunur. İnsan doğarken, hiç ol mazsa belirli ideler ile ilgili bazı bilgileri dünyaya be raberinde gerirmîş olmalıdır. Bilgi; insanın sahip ol duğu bir olanaktan yaradanması, yani bir zamanlar seyrettiği idelerin kendisinde yeniden uyanması, hatırlanmasıdır. insanda gerçekten doğuştan b İ r bilgi vardır. Bu bilgi ö n c e bilinçdışıdır, sonra çeşitli etki lerle bilince çıkabilir. Bundan, Eflatun'un ruhun ön c e d e n var o l d u ğ u n u b e n i m s e d i ğ i s o n u c u çıkıyor. Ç ü n k ü , madem ki biz bazı ideleri hatırlayabiliyoruz, o halde bu bilgilerin bundan önceki bir yaşamımızda elde edilmiş olmaları gerekir, Ruh, ideler evreninde yaşamış vc İdelerin pekçoğunu görmüş, seyretmiş olmahdır. Ancak ruh biz doğmadan i'^arsa; bu durumda onun biz öldükten sonra da var olacağını düşünebili riz demektir. B u dünyada bİr beden içinde tutuklu bulunan ruh, ideler evreninde yaşarken, b e d e n d e n tam anlamıyla bağımsızdı ve bu yüzden asıl gerçekleri o zaman "soyut bir göz ile" tam olarak görebiliyordu. 223
İLKÇAĞ VB ORTAÇAĞ FELSEFE TARİHİ
B u yüzden m h , beden zindanından kurtulup yeniden saf ruh durumuna dönebilmek için, hİç tükenmeyen vc sonu olmayan bİr hasret içindedir. B a ş l a n g ı ç u k i bedenden bağımsız durumu ile, sonunda yine bu saf durumuna yeniden d ö n e n e kadarki z a m a n d a , ruh birçok "varhk
pekill£ri"ndtn
geçer. R u h bedene ne
kadar bağımh kalırsa, günün birinde saf durumuna ulaşmak ümidini o ölçüde yitirebilir. Eflâtun burada, ide varsayımına Orphiklerden aldığı ruh ^öçü
(tena
süh) görüşünü ekler. B u etkiyle olacak, ruhta çeşidi güdülcnmcicr olduğunu düşünür. Daha açık bir de yişle; ruhta ancak tek bir ana güdülenme vardır: İyi ye, güzele, m ü k e m m e l e ve mutluluğa olan eğilim. Fakat bu güdülenme yanılabilir dc; yani insan, ruhu nun ana güdüsü olan iyiyi, güzeli somut şeylerde bu labileceği kuşkusuna kapılabilir. S ö z gelişi ruhsal tut kuların kölesi olabilir; bu durumda İnsan kendisini ölümlü olan eşya evrenine bağlamış olur. Ruh tutku lara uydukça, kendisini bedene köle olmaktan hiçbir zaman ahkoyamaz ve sürekli yeniden b i r bedene ba ğımlı olarak dünyaya gelmek zorunda kalır. Tutkula ra hükmedilirsc, ruh sonraki dünyaya gelişinde, be dende tutuklu kalmaktan kendisini kurtarır. Ruh varsayımı, Eflâtun'un "devlet"
konusundaki
görüşleriyle sıkıdan sıkıya ilgilidir. Kyrene Kymkler
okulunun
okulu
ile
açık olarak, indüvidualist oldukla-
nnı biliyoruz. B u Sokratçı okullar yalnızca birtakım insanı, yani "birey"İ
esas alır vc b u n u n içİn İnsana
kendisini devletten, toplumdan uzak tutmasını, her şeyden önce kendisini koruyup, kollamasını salık ve rir. Eflâtun bu görüşe karşıdır. Eflâtun'a göre 224
"insan
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
sosyal bir hayvandır."
Sonradan öğrencisi Aristo tara
findan şekillendirilen bu görüşe göre uisan; öteki in sanlar ile birlikte yaşamak ve toplum oluşturmak zo rundadır. Eflâtun dalla da ileri giderek, insanın ancak smırlan İçinde yaşadığı devlet ile tanımlanabileceğini Savunur, insamn esası vc insanın amacı; ancak içinde yaşadığı sosyal bütün ile kavranabilir. Tıpkı, bir ağa cın yaprağının anlamını, ağacı kavramışsak anlayabile ceğimiz gibi. Eflatun'un devlet teia
(Devlet)
varsayımı,
tam anlamıyla,
Foli-
diyalogunda yer almıştır, Çeşidi kitap
lardan oluşan bu ünlü eser, Eflatun'un Sokratik dİyaloglannı hatıriatan bir konu ile başlar. B u diyalogun başında da V r ^ m ' l n , "adalet"İn
ne olduğu sorgula
n ı r İlerde görüleceği gibi Eflâtun için adalet, erdem lerin cn yücesidir. Yani adalet, tüm erdemleri kendi sinde toplayan cn yüce erdemdir. Kendisinde adalet denilen erdemi gerçekleştiren İnsan, cn m ü k e m m e l insandır, insan idesine cn ç o k yaklaşandır, nedir?" makos
sorusunu, "Devlet"
diyalogunda ö n c e
adlı bir Sofist yanıtlar. E u adam ç o k
(köktenci)
"Adalet Trasyradikal
bir Sofisri temsil eder. Trasymakos adalet
denilen erdemin var olmadığını, bunun insanlar tara findan
uydurulduğunu, gerçekte yalnızca
"iktidar"
için bir kavga yapıldığmı savunur. Eflâtun b u görüşe karşı çıkar ve böyle bir toplumun yaşama şansının bu lunmadığını kolaylıkla kanıdar. İnsan, ötcfcİ insanlarla birlikte yaşama gereksinimi duyar. Başkalarına yar dımcı olan insan, böylelikle başkalarının da kendisine yardım etmesine o n a m hazırlamış oEur. İnsanlann bir likte yaşaması, iş bölümünü gerekli kılar, [ş bölümü, 225
İ L K Ç A C v e O R T A Ç A Û F E L S E F E TAnlHl
çeşidi işlerin ve çeşitli görevlerin değişik kişilerce pay laşılmasına neden olur. T o p l u m yaşamı^ kişilerin bir birlerine güvcnmcJerini de gerekli kılar. Karşılıklı gü ven duygusu, öncelikle kişilerin yek diğerine karşı âdil olduklan inancım zorunlu tıâle getirir. S o n u ç t a top lum yaşamı için, bireylerin adalet denilen erdeme sa hip olmaları gerekir. Ancak T r a s y m a k o s ' u n radikal varsayımının böylece çürütülmesindcn sonra geriye bir sorun kalır: Acaba adalet, yalnızca insanların bir birlerine güvenerek yaşayabilmeleri için mi gereklidir? Adaletin a m a c ı , yalnızca güven d u y g u s u yaratmak mıdır? Şayet böyle olsaydı, yani adalet y i i n ı z sosyal yaşamda güvenin doğmasının nedeni olsaydı, bu du rumda yalnızca amaç olmaz aksine araç olurdu. T o p lum olanaklarından yararlanma aracı olup kalınca, kişi inanmadığı hâlde yapmacık davranışlarla inanıyormuş gibi yaparak, toplum olanaklarını kullanabilirdi. As lında bunun böyle olmaması gerekir; adalet hiçbir za man yalnızca güven yaratan bir araç olarak düşünüle mez; aksine, o başlı başına bir amaçür. Adalet duygu suna sahip olan ruh, kendiliğinden iyi vc güzel olan bir ruhtur. Ancak bunun d o ğ m olmadığını anlamak için insa nı ait olduğu bütünün İçinde düşünmek gerekir. B i z insanı en iyi şekilde "devîet"tcn hareket ccicrek tanı yabiliriz. Devlet dcnİlcn kuruluş, birlikte yaşayan in sanlann bir toplamı değildir, aksine o bir organizma dır. Bir organizma olan devlet, insan ilc aynı yapıda dır, yani devlet büyük çapta bİr insandır. Aynı şekilde insan da, küçük çapta bir devlettir. B i r d e birey ilc devlet belirsiz bir ilişki içindedir: Yalnızca bireyler 226
İLKÇAÛ FELSEFESİ
devleti oluşturmaz, devlet dc bireylere "şekil"
verir.
Birey, içinde yaşadığı devlete benzer; devletin görü nüşü nasılsa, bireyin görünüşü de odur. M ü k e m m e l devlet mükemmel bireyler oluşturur, eksik ve yapma cık bir yapıya sahip devlet ise kusurlu ve eksik yapılı bireyler oluşturur. Eflâtun bu görüşünü kanıriamak için yanlış devlet şekillerinden örneklemeler yapar. "Yanitş
devlet
şekiileri"vidcf\
biri asker
(milita
rist) devlet, yani askerler sınıfının e g e m e n olduğu devlettir. B u devlet şekline Eflâtun
"tİmokratie"
nı verir, O n a göre btı devlet şeklini İsparta'da gör mek mümkündür, İsparta gerçekten askeri b i r sınıfin yönetiminde olan militarist bİr devlctü. G e r ç i Eflâ tun Ispartahların yüksek özelliklerini hiçbir zaman yok saymaz, aksine onların cesaret ve disiplinlerini takdir edcr_ Bununla birlikte Eflâtun, Ispartahların devlet yöneümİndeki sakmcalarım görmezlikten gel m e z , o bu devletin kaba ve haşin bir yanı o l d u ğ u n u çok İyi belirlemiştir. Eflâtun'a göre böyle bir devlette "şan
ve şeref"
doğal olarak, c n yüksek e r d e m , c n
yüksek değer olarak yorumlanır. Bu devlet
ripinde
savaş kendiliğinden bir amaç olur, çünkü e n yüksek şan ve şerefe kİşi ancak savaş durumunda ulaşabilir. Bu devlette bireylerin ruhlannda şan ve şeref gereksi nimi tüm öteki şeyleri İkinci plâna iter. B ö y l e olunca bu devlet ç o k belirli bir insan tipi yaratmış olur; B u insanda şan ve şeref tutkusu öteki t ü m değerleri göl gede bırakmıştır. Yanlış devlet şekillerinden bir başkası, ö z ü n d e "servet'\ı\
e g e m e n olduğu bİr devlettir
(plutokrasi).
Eflâtun'a görc bu devlet şcklİ, güney İtalya'daki zengin 227
İ L K Ç A Ğ v e Û f l T A ç A Û F E L 5 E F E TARİHİ
Y u n a n kolonilerinde görülür. Eflâtun'un
yakından,
gözlemlediği bu devletteki karakterisdk özellik, zen ginler ilc yoksullar arasmdaki nefrettir. Bir yanda çok zengin olanlar, bir yanda İse zengin o l m a k isteyen yoksullar vardır. B u ikİ sınıf arasında çok keskin bir zıtlık vc kin vardır. Böylc bir devlette her şey servet ve zenginliğe yönelmiştir. B u amaç, hem devlet ve hem dc tek tek bireylerinde vardır. Bireyin ruhu içİn tek değerli şey vardır, servet. Otckİ tüm değerler, ser vet karşısında ikinci plândadır. İşte bu devlette dc, devlerin insana belli b i r şekil verdiğini görüyoruz. Üçüncü yanlış devlet şeklini Eflâtun kendi mem leketi olan Atİna^da buluyor. Aüna bir "demokrasi"
İ-
di ve demokrat devletin tüm kaderini Halk
Meclisi vc
b u mecliste esen hava belirlemekteydi.
Demagoglar
tarafmdan ustalıkla yönetilen vc diledikleri yöne sü rüklenen bu Halk Mcclİsi'nin sürekli değişen görüş leri yüzünden Atına çok zarar görmüştür. C3 kadar ki, bu Mcclis'in dizginsiz heyecanı Atina'yı b i r keresinde s o n u felâket olan bir savaşa sürüklemişti. Yinc bu Halk Meclisi'nin yersiz heyecanlara kapılması, haksız davalann açılmasına neden olmuştur. Nitekim Sok rat'm da böyle bir davaya kurban gittiğini biliyoruz. Böyle bir devlette yetişen vatandaşlar da, zorunlu ola rak, belirli bir tİp oluştururlar. B u şekildeki bir devlet sürekli dalgalanan heyecan ve tutkulann elinde peri şan olduğu İçin, vatandaşlanna akıl değil, heyecan ve tutkular egemen olur. Eflâtun'a göre devlet, bireylerce kurulmuş yapay bir kurum olmayıp, aynen bir canlı varhk g i b i bir or ganizmadır. Nasıl bir yaprağın ağaca, b i r organın
22a
İLKÇAĞ F E L S E F E S İ
organizmaya bağlı olmaksızm yaşamasını düşütıemezsck, bireyin de devlet dışmda var olabileceğini düşü nemeyiz. Bunun içindir ki birey, letin
karakter
ve doğasını
içinde
taşır.
yaçadiği
dev
Devletin bireyler
üzerindeki etkisine karşılık, bireyin de devlete etkisi olabileceğini düşünebiliriz. Devlet ile birey arasmdaki İlişkiyi, Eflâtun yanlış devlet şekilleri üzerinde açıkla mıştır, S ö z gelişi tek yanlı bir devlet şekli olan ratie"
"timok-
{askeri devlet)'de bireyin ruhuna, tek yanlı ola
rak, şan ve şeref tutkusu hükmeder, tüm öteki değer ler bu tutku karşısında geri plâna çekilirler. Paranın egemen olduğu devlet şeklinde birey için yalnızca ka zanç tutkusu tek ölçüdür. Bu tutku tüm öteki değer leri y o k eder. Sürekli değişen heyecanlarla yönetilen bir devletin vatandaşlan da değişken ruhlu, esen rüz gâr yönünde değişebilen insanlar olur, Eflâtun'a göre sonuncu yanlış devlet şekli, tek yanlı devlet şckdİ olan despotik
(müstebit-îyrannie)
devlettir, D e s p o t i k (ri-
ran) yönetimler ya zalim ya da köle tipi insanlar yetiş tirir. Çünkü zalim ruhlu ya da köle ruhlu olmak, biri ötekine sıkı sıkıya bağlı bir doğadır. H e r köle zalim bir ruh taşır; köle kölelikten kurtulur kurtulmaz he men bir zalim kesilir. Aynı şekilde zalimin de elinden olanakları alınınca hemen köle ruhlu oluverir. olarak
yanhş
has yanlış
devlet
bir insan
şekillerinden tipi
oluşturur.
herbiri
Sonuç kendine
Eflâtun^ a göre
tek yanlı devlet şekillerinin aynca, sürekli
hükümet
darbeleri vc sürekli devrimlere neden olmak gibi bir sabncası da vardır. Yalmz asker sınıfimn e g e m e n oldu ğu bir devlette günün birinde bir darbe ile zenginler iktidarı ele geçirirler. Zenginlerin devleti, bir devrin 229
İ L K Ç A Ğ Yfl O R T A Ç A Û F E L S E F E
TARİHİ
sonunda yoksullann eline geçer, Ölçülü olmayan, yal mzca esen rüzgâra göre şu ya da bu yönde sürüklenen demokrasi bir gün zalimin eline düşebilir. İşte bu ne den ilc tek yanlı devlet şekilleri sürekli olmazlar, her an değişme tehlikesi içindedirler. Acaba bu yanhş devlet şekilleri karşısında doğru olan devlet şekli hangisidir? B u soru ile Eflâtun'un "Pûlitda%m\n
asıl konusuna gelmiş oluyc»ruz. Çünkü
bu diyalog öncelikle "ideal
devlet"
düşüncesini geliş
tirir. Eflâtun'un amacının, her şeyin idesini, idealini göstermek olduğunu biliyoruz. Ona göre bilimin gö revi, eşyanın şeklini değil idelerini, ideallerini göster mektir. Bihm bir şeyi olduğu gibİ değil, olması ge rektiği gibi göstermelidir. Devlet görüşünde de bu il keden hareket eden Eflâtun, bİzc devletin ideal şekli ni gösterir. Devlet, öncelikle vatandaşlar arasında yaşanan bîr "if bölünıü"nc
dayanır. Çeşitli organlann organİzma-
nm emrinde birtakım görevleri olduğu g i b i , bireyle rin de devlet e m r i n d e birtakım görevleri vardır ve devlet içindeki görevlerin yerine getirilebilmesi için birtakım sınıflar oluşur. Acaba devlette n c gibi züm reler vardır? Yani devlet denilen yapının devamı için ne gibi önemli görevlerin yerine getirilmesi gerekir? Öncelikle, yaşamımızın sürebilmesi için zorunlu işleri yapacak "işfiler"
sınıfina gereksinim vardır. İşçiler sı
nıfı; işçiler, köylüler vc zenaatkâdardan oluşur. Bun lar, aslında bedenleri ile çalışırlar vc işlerinin ürünü i k maddi g e r e k s i n i m l e r i m i z i karşılarlar. İ k i n c i sınıf, "bekfiler"
ya da "savaşfilar"
sınıfıdır. B u sınıf, içte
huzur ve güvenliği sağlar, dışardan gelecek tehlikelere
230
[L.KÇAG FELSEFESİ
karşı devletin varlığını korumakla görevlidirler. Eflâ t u n ' a g ö r e b e k ç i l e r sınıfı, işçiler s ı n ı f ı n d a n daha önemlidir. Köylüler, işçiler ve zenaatkârlardan
oluşan
sınıfin üzerine düşen görevi yapmalan, aynca bekçile rin buyruklarına uymalan yeterlidir. B u sınıfin
erdejn-
leri:
hekfikr
"Çaltfkanitk
sinıh "bütün"ii
ve itaat
(uyma)"tıv.
Oysa
g ö z önünde tutmak zorundadır. B u
nun için devletin yapısını yakından bilmeleri gerekir. B ü ise bekçiler sımfi üyelennin iyi bir eğitim ve öğre timden geçmelerini gerekli kılar. B u sınıfin erdemi "cesaret"\ix.
ise
Aııcak cesur olmak uğruna bu sınıf üye
lerinin vahşi ve kaba olmaması gerekir. Bekçiler hal kın koruyucusu olacaktır, fakat efendisi değil. T ü m bunların sağlanabilmesi için bu sınıf üyelerinin yeterli eğitim ve öğrcrim görmeye gereksinimleri olacaktır. O y s a işçiler sınıfinın okur-yazar olması yeterlidir. Bekçiler sımfi uzun süren bir eğirim ve öğretim dö neminden geçmelidir. Bekçilerin ciddi olarak yetişti rilmesi iki açıdan önemlidir: Birincisi beden eğitimi vc buna bağh olarak irade eğirimi, ikincisi ise müzik eğitimi, yani teorik disiplinlerin eğirimi. Jimnastik, yalnızca beden eğitimi değildir. Aynı zamanda ruh eğitimini de şart koşar. M ü z i k eğitimi insanm tüm ruhunu eğitip yetİşrirİr vc kişiye görev lerini yeterince başarma olanağı sağlar. J i m n a s d k İn sanı cesaret y ö n ü n d e n eğitir, müzik ise elde edilen cesaretin g ü n ü n birinde kabalığa ya da vahşete dö nüşmesini engeller. Eflâtun müzik ile, hem bugün kü dar anlamıyla müziği ve hem dc edebiyatı anla maktadır. O n a göre musiki vc şiir başlı başına bit am a ç olmaktan çıkarılmalı, eğitimin emrinde bir araç 231
İ L K Ç A Û VB O R T A Ç A Û F E L S E F E TARİHİ
olmalıdır, Sanatın amacı estetik hazzı yaratmak ol mayıp, aksine ruhu eğitmektir. Kendisi sanatkâr ol masına r a ğ m e n sanat k o n u s u n d a böyle: bir g ö r ü ş e sahip olan Eflâtun, sanatı b u g ü n k ü
anlayışlarımıza
g ö r e çok dar olan sınırlar içine sıkıştırmak ister. S ö z gelişi dar anlamındaki musiki e ğ i t i m i n d e , açık olma yan vc rahatsızlık veren zevkleri y a r a t a n her çeşit musiki yasaktır. B u noktada Eflâtun'un,
zamanında
ki belli modern musiki akımlarından rahatsızhk duy d u ğ u n u sezmek mümkündür. G ü n ü m ü z ü n deyişiyle söylersek: E t l â t u n sanatta klâsik akımdan yana tu t u m almıştır. A n c a k E f l â t u n e d e b i y a t
konusunda
büsbütün radikal (köklü değişimci) davranır. H e r türden naturalist edebiyatı yasaklayan, kötü yü sanki iyi gibi tasvir eden ya da korkak İle cesur olanı aynı duygusallık ile anlatan bir sanatın ideal devlette yeri yoktur, E u sanat anlayışı Efiâtun'u, Yunanhlığın manevî eğitimine katkılan olan sanatkarlar ilc, söz gelişi Hûmeri\c
kavgaya itmiştir. Eflâtun H o -
m c r ' i n şiirlerine özellikle bir noktada karşıdır: O n a g ö r e bu şiirler Tanrılara yeterli saygıyı g ö s t e r m e z , Tannlar bu şiirlerde aynı bir insan gibi gösteriliyor, o kadar kİ gereğinden ç o k insana benzetiLiyorlar. B u anlayış Tanrılara karşı b o r ç l u o l d u ğ u m u z saygı ve ululamaya tümden aykındır. T a n n l a n n insan şeklinde değil d c , kesinkes gereken saygıya uygun b i r biçimde tasvir e d i l m e l e r i g e r e k i r d i . T ü m b u n l a r d a n Eflâ t u n ' u n sanatı bir amaç olmaktan çıkararak yalmzca eğirimin emrinde bir araç olarak benimsediğini açık seçik görüyoruz. 232
İLKÇAÖ F E L S E F E S İ
Eflâtun'a güre hekfil&re, görevlerine uygun olabil mesi için yalnızca eğitim vermek y e t m e z ; b u s m ı f üyelerinin bir dc çok İyi "sepilmeîeri"
gerektir. B u
n o k t a d a E f l a t u n ' u n devlet v a r s a y ı m m m b i r başka kökten (radikal) görüşüne daha değinmiş oluyoruz. Bu görüş "evlenme"
konusudur. İdeal devlette köy
lüler, işçiler, zenaatkârlar kendi aralarında diledikleri gibi evlenip çocuk sahibi olabilirler. Bekçiler ise an cak devletin izniyle evlenebilccckrir. Bekçiler sınıfinda evlenecek kimselerin her yönden birbirlerine uygun olmalanna, tümüyle birbirlerinin dengi olmalarma iti na edilecektir. Bunlardan doğacak çocuklarm da her yönden "seçme insanlar"
olması gerekir. S o n u ç ola
rak bedence güçlü ve sağlıklı, ruhça yetenekli vc de ğerli çocuklar ycüştirilcbilmek için, bu sınıf içi evlilik lerin seçerek yapılması gerekir. Eflâtun, bu seçim evli liğinin ürünü olan çocukların ailelerine bırakılmaları na karşıdır. Bu çocuklar doğar doğmaz anne ve baba larından alınarak devlet eliyle eğitilir. Eflâtun bekçiler sınıfı için bir aile yaşamını gereksiz bulur, B u sınıf üyeleri için ancak ortak bir yaşam söz k o n u s u d u r ; bunlar bir çeşit ordugâh yaşamı sürdürecektir. Bekçi lerin kişisel çıkarlarından uzaklaşarak, kendilerini dev let çıkarlarına adamaları gerektir. Kendilerini tümüyle devlete adamış olan bu ana-babamn niteliklerini, on ların çocuklan da sürdürecektir. Sonuçta Eflâtun bek çiler sınıfını kalıplaşmış bir ^^j&fl.rt^^ durumuna sokuyor. O n a g ö r c , bu dışa kapah kast'a köylülerden, işçiler den ve zenaatkârlardan uygun olanlann katılması için bir engel de olmamalıdır. İdeal devlette bekçilerin aile yaşamı sürdürebilme olanağının bulunmayışı yanında 233
"özel
mülkiyet"
ve
FLKÇAÛ v e O H T A Ç A Û F E L S E F E T A H İ l i
servete sahip olmaJanna da izin verilmez. Bekçiler için özel aile çıkarlan benimsenmcdiği gibi, bunlann para ve mal yönünden özel istekleri de giderilmeyecektir. Bu bekçiler, devletteki en üst basamak olan üçün cü bir sınıfij "yöneticiler"
smifim oluşturur. Devletin
zorunlu uygulamalan ktjnusunda bu sınıf karar verir. Bu kararlara öteki sınıfların boyun eğmesi doğaldır. Sayıca az olan yöneticiler sınihnın tüm üyeleri özenle ve titizlikle eğitilirler. Y ö n e t i c i l e r , bekçilerin aldığı eğitim vc öğretimden başka felsefe öğrenimi dc göre cektir. Eflatun "felsefe"
ile, "İyi" idesinde sembolle-
şcn varsayımını vurgulamaktadır. Y ö n c d c i k r sınihnın üyeleri, İdeler varsayımında ve diyalektikte uzun yıllar alan ciddi bir öğrenimden geçirilirler. Eflâtun'a göre ancak, "filozoflar gerçeklepr."
hükümdar
olduğu gün
ideal
devlet
Eflâtun'un ideal devletini tek hükümdar
değil, bir "aristokratlar
zümresi"
yöneür. Yönetici
ler gibi bu aristokratlar zümresi de, doğal olarak, özel çıkar ardından koşmayıp kendilerini yalmzca devlete adarlar. Böylece onların da ne aileleri, ne özel mülki yetleri ve n c de servederi olmayacaktır. S o n u ç olarak Eflâtun ideal devletinde üç sınıhn varlığını kabullenir. B u üç sınıftan onu c n az birinci sınıf ilgilendirir. B u sınıfln görevi vc ona yakışan er dem, yalnızca ve tüm gücüyle çalışmak, "bof (itaat)"tir.
eğmek
Bekçiler sınıfının sahip olması gereken cn
önemli erdem "cesaret"tir. erdem "hilgi"dir.
Yöneticiler sınıfına has ana
Her sınıfın kendine ö z g ü erdemle
rinden başka, bir dc her üç smıfa birden gerekli olan bir erdem vardır: B u da herkesin üzerine düşen "j[erev"\
yapmasıdır. 234
İLKÇAĞ FELSEFESİ
Eflâtun devleti, bireyin bü^Titülmüş şekli ve bireyi dc devjciin küçültülmüş modeli olarak düşünür. B u nun için Eflâtun insan ruhunu devlet ile karşdaştınr. Çünkü insan ruhunda da üç yan vardır: R u h t a baş langıçta "zorlama
(ilea)"
vardır. Eflâtun'a g ö r e be
denin alt kısmında toplanan bu "zorlama"\ar^
bireyi
her an kendi istekleri ardından koştururlar. A n c a k ruhta bu zorlamalara yön veren, onlan ayarlayan, dü zenleyen vc merkezinde yüreğin bulunduğu b i r de" vardır. Ruhta ü ç ü n c ü olarak "akil"
"ira
vardır. Akıl
iradeye hükmeder vc başta bulunur, İnsan mhutıdakı bu üç kısım, devletteki üç sınıfin karşıLğıdır. Eflâtun, ideal devletindeki bekçilerin sayısını bin kişi kadar olarak düşünür. Eflatun'un bu ideal devleti ç o k küçüktür. Eflatun'un bu ideal devleti, o zamanki Yunanistan'ın siyasi gerçeği olan, kent (şehir) devleti nin ctkisindedir. BLinun için olacak, ideal devlette vatandaşlann sayısı belli bir sayıdan öte geçmemelidir. Devlet nüfiisu belli sayıyı aşma tehlikesi gösterirse, o zaman koloniler kurmak gerekir. D e v l e t h i ç b i r za man, bütünüyle gözden kaçan vc bİr bakışta kavrana mayan bir büyüklüğe ulaşmamalıdır. Özellikle bekçiler sımfi için ortak bir yaşam dü zenleyen Eflatun'un bu ideal devleti, aym zamanda bir anlamda sosyalist
bir devlet
sayılır. Ancak b u dev
let aristokrasi ile yötıetilmektedir. Çünkü ideal devle ti, sayıları kısıti: olan bir zümre yönetir ve tüm karar lan bu küçük aristokrat zümre verir. Eflâtun en büyük eseri olan Politeia'da.
ideal devleti
bcliricrkcn gerçek (rcalhe) bir devletin nasıl olduğunu 235
İ L K Ç A Ğ y e O R T A Ç A Ğ FELSEFE T A R İ H İ
hiç dikkarc almamış, yalmzca hayalgücünü kullan mıştır. Yalnızca akı] ve fantazinin ürünü tılarak sunu lan bu devlet kavramına, sonraları Yunancada ya" zd\ veriJmişîir. Ütopyanın anlamı "hip bir
"Ütop yerde
ûlmaya-rt" AcmcVAÂı. Felsefe tarihinde Eflâtun'un kine benzeyen birçok ütopyalara rastlarız, insanlar devlet ve toplum konusunda h e r zaman İdeal düşüncelere sahip olmuş, bu konuda hayalı plânlamalar yapmak tan kendini alamamıştır. İşte Eflâtun'un "İdeal leîi"\^
Dev-
felsefe tarihinde sonraları rasüayacağımız bir
çok ütopyaların ilkİ vc dc cn etkili olanıdır. Eflâtun, kendi devlet varsayımının bir fantazi ürünü oİduğunu hiçbir zaman kabullenmemiş, İdeal devletini, uy gulanabilir bir iyileştirme projesi olarak salık vermiş tir. Zamanla bu projenin uygulanabilirliği konusun da kuşkulan olmuştur. B u n a rağmen projenin doğ ruluğundan kuşku duymamış, bunun olsa olsa mü k e m m e l insanlardan oluşan bir toplumda
uygulana
bileceğine inanmıştır. Eflâtun ideal devlet ile ilgili kuşkularının etkisiyle yaşamının sonralannda yazdığı "Tasalar Nofnoî)"
(Kanunlar,
eserinde, devlet anlayışında bazı değiş
meler yaparak ycnİ bir devlet projesi önerilir. Yasalar da ideal devlet terkedİlerek yerine, hİç değilse olanla rın cn iyisi dciîcbilccek bir devlet şekli önerir. Eflâtun bu son eserinde İdeal devlet anlayışını özellikle iki ko nuda yeniler: Öncelikle sosyalist devlet anlayışını terkeder. İdeal devlette; bekçiler ve yöneticiler aile, özel yaşam ve servete sahip olmayacak, o n a k bir yaşam sü recekler ve kendilerini tümüyle devlete adayacaklardı. Sonradan bu görüşün, insanın doğasına ve yapısına 236
İLKÇAÛ FELSEFESİ
tamamen aykın olduğunu ve uygulanabilidiğinin bulunmadLğmL anlayan Eflâtun, "Tamiar"d:ı
bu devlet
sosyalizmini tümüyle rerkcdcr. Ancak ona g ö r c , her kesin toplum çıkarlannı kendi özel çıkarlarından üs tün tutmayı bilmesinin, eğitim aracılığı ile sağlanma sından yanadır. Ayrıca özel mülkiyetin y e t e r i n d e n fazla genişlemesinin engellenmesini de ister Eflâtun yeni devlet projesinde, devletin temeline g e n i ş b i r "orta
sınıf"
yerleştirir, Ayrıca ö z g ü r b İ r
köylü sımfi da bu devlette önemli etkinliğe sahip ola caktır. T i c a r e t konusu ile, devlette sürekli o t u r m a hakkı bulunmayan yarı vatandaşlar uğraşacaktır. Altın ve g ü m ü ş paraya özel kişiler değil, yalnızca devlet .sa hip olacaktır. H e r devletin kendine özgü bİr parası olmalı ve bu para yalnız bu devletin sınırları içinde geçerli sayılmalıdır. Dış ticaret, devletin t e k e l i n d e olacaktır, Eflâtun "Tasalar"d3i^
Politeia'ya o r a n l a ,
e k o n o m i k yaşama daha fazla yer ayırmıştır.
"Dep-
lei"d