1
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ T a ş Devrinden Eleusis M y s t e r i a ' l a r ı n a
f
MİRCEA ELİADE. DİNSEL...
249 downloads
1835 Views
12MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
1
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ T a ş Devrinden Eleusis M y s t e r i a ' l a r ı n a
f
MİRCEA ELİADE. DİNSEL
İNANÇLAR
VE DÜŞÜNCELER
Taş Devrinden
Eleusis
TARİHİ/Cilt
I
Mysteria'lartna
75. Kozmogoniler ve Metafizik, 276 Q 76. Bıâh/ııaııaiar'da Kurban Öğretisi, 280 77, Eskatoloji: Kurban Töreni Yoluyla Prajâpaıi ile Ö z d e ş l e ş m e , 282 78. Tapas: Riyazet Tekniği ve Diyalektiği, 285 O 79. Çileciler ve Esrikler: Muııi, Vrâtya, 288 O 80. Upanişadlar ve Rfsi'lerin Arayışı: İnsan Kendi Davranışlarının "Meyvele r i n d e n Nasıl Kurtulabilir? 291 81. At man-Brahman Özdeşliği ve "İç İşık" Deneyimi, 293 82. Brahman'ın i k i Hali ve Madde içinde "Tutsak Olan Âtman"ın Gizemi, 296 • Eleştirel Kaynakça, 299. A
A
A
A
A
X. B Ö L Ü M
ZEUS VE Y U N A N DİNİ, 305 83. Teogoni ve Tanrı Kuşakları Arasındaki Mücadeleler, 305 84. Zeus'un Zaferi ve Egemenliği, 308 0 85. İlk Irklar M i t i : Promet¬ heus, Pandora, 311 86. i l k Kurbanın S o n u ç l a n , 314 87. İnsan ve Yazgı: "Yaşama Sevinci"nin A n l a m ı , 317 • Eleştirel Kaynakça, 322. A
A
A
XI. B O L Ü M
OLYMPOSLULAR VE KAHRAMANLAR, 327 88. T a h t ı n d a n İ n d i r i l m i ş U l u Tanrı ile Büyücü-Demirci: Poseidon ve Hephaistos, 327 89. Apollon: U z l a ş t m l a n Çelişkiler, 330 0 90. Kehanetler ve A r ı n m a , 333 0 91. " G ö r i T d e n Bilgiye, 335 0 92. Hermes, "İnsanın Yoldaşı", 337 0 93. Tanrıçalar 1: Hera, Arte¬ mis, 339 0 94. Tanrıçalar I I : Athena, A p h r o d ı t e , 342 0 95. Kahra manlar, 345 • Eleştirel Kaynakça, 352. v
,xjı.
BOLUM
ELEUSIS MYSrERM'LARI, 358 96. Mit: Persephone H a d e s ' ı e , 358 y 97. Erginlenmeler: Kamusal T ö r e n l e r ve Gizli Ritüeller, 361 0 98. MystericTIar Bilinebilir mi? 363 0 99. "Sırlar" ve "Mysteria'lar," 366 • Eleştirel Kaynakça, 370, XIII.
BÖLÜM
ZERDÜŞT VE İRAN DİNİ, 375 100. Bilmeceler, 375 0 101. Z e r d ü ş t ' ü n Hayatı: Tarih ve M i t , 378 0 102. Şamancıl Bir Esrime mi? 380 0 103. Ahura Mazda n m Vah yi: insan İyiyi, Kötüyü Seçmekte Ö z g ü r d ü r , 381 0 104. Dünyanın " D ö n ü ş ü m ü " , 384 0 105. Ahemeniler'in D i n i , 388 0 106. Iran Kralı ve Yeni Yıl Bayramı, 390 107. Magiar Sorunu. İskitler, 392 0 108. Mazdeizmin Yeni Yönleri: Haoma T a p ı m ı , 393 0 109. Tan rı Mithra'mn Yüceltilmesi, 395 0 110. Ahura Mazda ve Eskatolojik Kurban, 396 0 111. Ruhun Ö l ü m d e n Sonraki Yolculuğu, 399 0 112. Bedenin Dirilişi, 401 • Eleştirel Kaynakça, 404. XIV. B O L Ü M
KRALLAR VE PEYGAMBERLER DEVRİNDE İSRAİL DÎNİ, 412 113. Krallık ve Monarşi: Bağdaştırmacılığın D o r u k Noktası, 412 0 114. Yahve ve Yarattığı, 414 0 115. Eyüb, Doğru A d a m ı n Sınan ması, 416 0 116. Peygamberler Z a m a n ı , 419 0 117. Ç o b a n Amos. Sevilmeyen Hoşea, 422 0 118. İşaya: "İsrail'den Artakalanlar" Geri Dönecek, 424 0 119. Yeremya'ya Verilen Vaat, 426 0 120, Ku d ü s ' ü n D ü ş ü ş ü . Hezekiel'in Görevi, 428 0 121. "Tarihin Dehşet f n e Yüklenen Dinsel Değer, 430 • Eleştirel Kaynakça, 433.
xv.
BÖLÜM
DİONYSOS VEYA YENİDEN KAVUŞULAN AHRET MUTLULUĞU, 436 122. "İki Kez D o ğ m u ş " Bir T a n r ı n ı n Epifanileri ve Gizlenmeleri, 436 0 123. Bazı Halk Bayramlarının A r k a i k l i g i , 439 0 124. Euripides ve Dıorıysos Orjicıliği, 442 0 125. Yunanlar T a n n ' n ı n Varlığım Yeniden Keşfedince...., 446 • Eleştirel Kaynakça, 452. DİZİN, 455
KİSALTMALAR
ANET
|. B Pritchard, Anaaıt Near Easier}) Texts Relating w the Old Testament (Princeton, 1950; ikinci kıskı, 1955)
Af Or
Archiv Oncntdlni (Prag)
ARW
Archîv/ıir Religion.swisscuscha/t (Freıbıırg/Leipzıg)
BEFEO
Bııliefijı de l'Ecole française d'Extrcme-Orient (Hanoi)
BJRL.,
Bulletin of the John Rylands Library (Manchester)
BSOA5
Bulletin of the School of Oriental and African Sindie s (Londra)
OA
Oırrcnt Anthropology (Chicago)
ERE
Encyclopaedia of Religin and Ethics, ed. James Hastings
HJAS
Harvard journal of Asiatic Studies
HR
History of Religions (Chicago)
llj
Indo-lranian journal (Lahey)
jA
Journal Asiatique (Pans)
JA05
...Journal of the American Oriental Society (Baltimore)
jAS Bombay
...Journal of the Asiatic Society, Bombay Branch
flES
..Journal of Indo-European Studies (Montana)
JNES
Journal oj Neat" Eastern Studies (Chicago)
JRAS
Journal oj the Royal Asiatic Society (Londra)
jSS
Journal oj Semitic Studies (Manchester)
OL2
Orientalıstische Lite raturjeiı wig (Berlin/Leipzig)
RB
Revue Bıbîiaııe (Paris)
REG
Revue des Etudes Grectnies (Paris)
RHPR
Revue d'Hıstuıi'e et de Philosophic rcligieuscs (Strasbourg)
RHR
Revue de l'Hıstoire des Religions (Paris)
SMSR
Studı e Materiaîı di Storia delle Religioni (Roma)
VT
Veins Tesfamenium (Leiden)
W.d.M
W(>r(erbudi der Mythologie (Stuttgart)
2DMG
Zeıtschııjt der dcittschen ınuıgcnlândischen Geseilscha/t
ÖNSÖZ
D i n tarihçisi için kutsalın her t e z a h ü r ü önemlidir; her ayın, her mit, her i n a n ç ya da tanrı figürü kutsalın deneyimlenmesini yansıtır ve dolayısıyla varolma, an lam ve hcıhikat k a v r a m l a r ı n ı g ü n d e m e getirir. Daha ö n c e bir başka fırsatla belirtti ğ i m gibi, "insan zihninin, dünyada indirgenemez gerçek bir şeyin b u l u n d u ğ u ka nısı elmadan nasıl işleyebileceğini hayal etmek g ü ç t ü r ; insanın deneyimlerine ve d ü r t ü l e r i n e bir aniam yü (denmeksizin bilincin nasıl ortaya çıkabileceğini d ü ş ü n mek olanaksızdır. G e r ç e k ve anlamlı bir d ü n y a bilinci, kutsallığın keşfiyle yakın dan ilintilidir, insan zihni gerçek, güçlü, zengin ve anlamlı olarak ortaya çıkanla bu niteliklerden yoksun olan, - y a n i şeylerin kaotik ve tehlikeli akışı, o n l a r ı n rastlantısal ve a n l a m s ı z beliriş ve yok o l u ş l a r ı - arasındaki farkı kutsalın deneyi m i sayesinde yakalayabilmiştir." S o n u ç olarak "kutsal," insan b i l i n c i n i n tarihin 1
de bir aşama değil, bilincin yapısı içinde bir unsurdur. K ü l t ü r ü n en arkaik d ü z e y lerinde insan olarak yaşamak kendi içinde bir dinsel eylemdir; ç ü n k ü beslenmenin, cinsel hayatın ve ç a l ı ş m a n ı n ayinsel bir değeri v a r d ı r . Başka bir deyişle insan o l mak - y a da insan haline gelmek- "dinle ilişkili" olmak demektir." Dinler Tarihine Gıns'ten (1949) Religı'ons australierınes (1972)" ' {Avustralya din 1
leri} konusunu ele alan k ü ç ü k kitaba kadar daha Önceki eserlerimde, kutsalın d i yalektiğini ve morfolojisini tartışmıştım. Bu eser ise farklı bir bakış açısıyla ta sarlanıp yazıldı. Bir yandan kutsalın tezahürlerini zamandizinsel b i r düzen içinde ç ö z ü m l e d i m (ama dinsel bir k a v r a m ı n "yaşı"yla onu d o ğ r u l a y a n i l k belgenin tari h i n i birbirine k a r ı ş t ı r m a m a k gerekiri); diğer yandan —belgelerin elverdiği ölçü d e - derin krizler, özellikle de farklı geleneklerin yaratıcı anları ü z e r i n d e d u r d u m . Kısacası dinsel inançlar ve d ü ş ü n c e l e r tarihine yapılmış en b ü y ü k katkıları g ü n ışığına çıkarmaya çalıştım. D i n tarihçisi için kutsalın her t e z a h ü r ü ö n e m l i d i r ; ama ö r n e ğ i n tanrı Anu'nun yapısının veya Enuma Biş'te
aktanlan teogoni ve kozmogoninin veya
d e s t a n ı n ı n , M e z o p o t a m y a h l a r ı n dinsel yaratıcılık ve ö z g ü n l ü ğ ü n ü ,
Gılgamış Lamaştu'ya
1
La Nostalgic des Ongiııes, 1969. s. 7 vd {The Quest: History and Weaning m Religion's onsoz
;
Ag.y.s. 9
(1969)1. * Australian Religions: An Introduction (1973) -yn. 11
nlNSl:!. İNANÇLAR Vt DU>UNQ:IXR 7Alili II - I
karşı yapılan apotropaik*' ayinlerden ya da tanrı Nusku mitolojisinden daha i y i yansıttığına da hiç k u ş k u yoktur. K i m i zaman dinsel bir yaratımın ö n e m i , ona daha sonra y ü k l e n e n değerlerle ortaya çıkar. Eleusis mysfen'a'lan ve O r p h e u s ç u l ı ı gun en eski tezahürleri h a k k ı n d a elimizde çok az bilgi var; bununla birlikte yırım yüzyılı aşkın bir süredir b u n l a r ı n A v r u p a ' n ı n en parlak zihinleri ü z e r i n d e k i b ü y ü leyici etkisi hayli anlamlı ve s o n u ç l a r ı h e n ü z yeterince d e ğ e r l e n d i r i l m e m i ş bir dinsel olguyu o l u ş t u r u y o r . K i m i geç d ö n e m yazarlarının göklere çıkardığı Eleusis tarzı erginlenme ve gizli O r p h e u s ç u ayinler kesin olarak mıtolojileştirici gnosıs'i ve Yunan-Dogu bağdaştırmacılığım yansıtır. Fakat ortaçağ Hermesçiligini, İtalyan R ö n e s a n s m ı , X V I I I . yüzyılın "okültist" geleneklerini ve romantizmi etkileyen tam da bu mysteria ve O r p h e u s ç u l u k anlayışıdır. Rilke'den T. S. Eliot'a ve Picrre Emmanuel'e kadar modern Avrupa şiirinin esin kaynağını o l u ş t u r a n da yine İskende riyeli teologlar, mistikler ve bilginlerin mysteria ve Orpheus yaklaşımlarıdır. Dinsel d ü ş ü n c e l e r tarihine b ü y ü k katkıları saptamak için seçilmiş ö l ç ü t ü n ge çerliliği elbette tartışmaya açıktır. Bununla birlikte birçok dindeki gelişme bunu d o ğ r u l a m a k t a d ı r ; ç ü n k ü ancak derin krizler ve b u n l a r ı n sonucunda ortaya çıkan yaratımlar sayesinde dinsel gelenekler kendilerini yenilemeyi başarır. Brahmaneı kurban t ö r e n l e r i n i n dinsel a ç ı d a n değer yitimine u ğ r a m a s ı n ı n yarattığı gerilim ve u m u t s u z l u ğ u n bir dizi parlak yaratıma yol açtığı Hindistan ö r n e ğ i n i a n ı m s a m a k yeterli olacaktır (Upanişadlar, Yogacı tekniklerin eklemlenmesi, Gamama Budha'nm mesajı, mistik
dindarlık vs); bu y a r a t ı m l a r ı n her b i r i aynı kriz
için
geliştirilen ayrı ve gözü pek bir ç o z u m o l u ş t u r m a k t a d ı r (bkz. IX, X V I I , XVIII ve XIX. b ö l ü m l e r ) . Yıllarca birkaç g ü n d e okunabilecek kısa ve özlü b i r yapıt tasarladım; çünkü kesintisiz bir okuma her şeyden once dinsel g ö r ü n g ü l e r i n temel b ü t ü n l ü ğ ü n ü ve aynı zamanda ifadelerinin t ü k e n m e k bilmeyen yeniliğini gözler ö n ü n e serer. Böy le bir kitabın okuyucusu paleolitik çağın, Mezopotamya ve Mısır'ın d ü ş ü n c e ve inançlarını gözden geçirdikten birkaç saat sonra Veda ilahileri, Brâhmanalar
ve
Upanişadlar'la karşı karşıya kalacak; Zerdüşt, Gautama Budha ve Taoculuk, Helen mysteria l a n , Hıristiyanlığın yükselişi, Gnostisizm, simya veya Graal m i t o l o j i s i ü z e r i n d e d ü ş ü n d ü k t e n bir g ü n sonra, Sankara'yı, Tantracılıgı ve Milarepa'yı, tslamı, Gioacchino da Fiore'yi veya Paracelsus u keşfedecek; Quetzalcoatl ve Viracoc-
* Eski Yunanca apotropaios'ıan {kütlükleri uzaklaştıran) türetilmiş sözcük. Kotu etkilen başka hedeflere yönlendirmek için yapılan rimeller ve bu özelliğe sahip nesneler (orncgın nazarlık) için kullanılır-n alanında kemik davul tokmaklan bulunduğunu hatırlatalım: krş. Eliade, l.c s. 391.
'" Andreas Lommel, Shaınaıusm: The Begiıınuıgs oj Ari, s. 129 vd. 3 3
Eliade, l_c Chamcmisme, s. 65 vd. 32
Ov.^'ihiK.
BAŞLANGIÇTA.
mel ö n e m e sahip o l d u ğ u n u n kanıtıdır.
6. K a d ı n ı n V a r l ı ğ ı — Son buzul çağma ait kadın heykelciklerinin
keşfedilmesi
g ü n d e m e halâ tartışılan sorunlar getirdi. Bu heykelcikler, Fransa'nın g ü n e y d o ğ u sundan Sibirya'da Bay kal Gölü'ne ve Kuzey italya'dan Ren Nehri'ne kadar oldukça yaygın bir alana dağılmıştır. Boyları 5 ila 25 santim arasında değişen heykelcik ler taş, kemik veya fildişinden y o n t u l m u ş t u r . Bunlara pek d o ğ r u sayılamayacak bir a d l a n d ı r m a y l a "Venüs" d e n m i ş t i r ; içlerinde en m e ş h u r l a r ı Lespugue, \Villendorf (Avusturya) ve Laussel (Dordogne) " V e n ü s ' l e r i d i r .
14
Bununla birlikte, özel
likle kazıların daha titiz bir b i ç i m d e y ü r ü t ü l m e s i sayesinde, Ukrayna'da Gagarino ve Mezine'de bulunan parçalar daha öğreticidir. Konutların b u l u n d u ğ u katmanlar da ele geçirildikleri için ev diniyle ilişkili o l d u k l a r ı d ü ş ü n ü l e b i l i r . Gagarino'da, konut d u v a r l a r ı n ı n y a n ı n d a , mamut k e m i ğ i n d e n y o n t u l m u ş altı heykelcik bulun m u ş t u r . Abartılı oranlarda bir k a m ı ve yüz hatlarından yoksun b i r başı olan bu heykeller, kaba bir biçimde y o n t u l m u ş t u r . Mezine'de bulunan parçalar çok stilize dir; bazıları geometrik unsurlara i n d i r g e n m i ş k a d ı n şekilleri olarak yorumlanabi lir (bu türe Orta Avrupa'da da r a s t l a n m ı ş t ı r ) ; diğerleri b ü y ü k olasılıkla
kuşları
temsil etmektedir. Heykelcikler farklı geometrik desenlerle, bu arada k i m i zaman svastiiid'larla s ü s l e n m i ş t i r . Hanöar, heykelciklerin olası dinsel işlevini açıklamak için. Kuzey Asya'nın bazı avcı kabilelerinin dzuli adı verilen, insan şeklinde küçük tahta yontular imal ettiğini hatırlatır. Dsuiilerin kadın o l d u ğ u kabilelerde, bu "putlar" b ü t ü n kabile üyelerinin atası o l d u ğ u varsayılan efsanevi Ana Ata'yı tem sil eder: Aileleri ve k o n u t l a n korurlar ve b ü y ü k avlardan d ö n ü l d ü ğ ü n d e onlara bulgur ve y a ğ sungulan verilir. Gerasimov'un Sibirya'daki Mal'ta'da yaptığı keşif daha da anlamlıdır. D i k d ö r t gen planlı evlerin ortadan ikiye b ö l ü n d ü ğ ü , sağ bölmesi erkeklere (bu b ö l m e l e r d e yalnızca erkeklerin k u l l a n ı m ı n a özgü nesneler bulundu) ve sol b ö l m e s i kadınlara ayrılmış b i r "köy" söz konusuydu. Kadın heykelcikleri yalnızca sol b ö l m e l e r d e n çıkmıştı. Erkek b ö l m e l e r i n d e n çıkan heykeller ise, bazıları "fallus" b i ç i m i n d e yo r u m l a n m ı ş kuşları temsil e d i y o r d u . " Bu heykelciklerin dinsel işlevini saptamaya olanak yoktur. Bir anlamda kadın
Franz Hancar, "Zum Problem der Venussıatuetten im eurasiatischen jungpalaolithikum," s. 90 vd, 150 vd. M. M. Gerasimov, "Paleolithischeskaja stojanka Marta," s. 40, özetleyen: Kari Jettmar, Les leiigions arctiques etfinnoises, s. 292. 33
DINsı |. İNANCI Ali V'K DI.ŞUNCH üli 1.-Mili İl - i
kutsallığım, dolayısıyla tanrıçaların buyüsel-dinsel g ü ç l e n i n temsil e n i k l e n varsayılabilir. Kadınlara özgü varoluş biçiminin o l u ş t u r d u ğ u "gizem," gerek
tanh-
oncesinin gerekse tarihin b i r ç o k dininde önemli bir rol oynamıştır. Paleolitık sa natın b ü t ü n ü n d e , başka bir deyişle mağara resimleri ve k a b a r t m a l a r ı n d a , heykel ciklerde veya taş levhalarda erkek-kadm k u t u p l a ş m a s ı n ı n üstlendiği merkezi işle vi gıın ışığına çıkarma onuru Leroi-Gourhan a aittir. Ayrıca bu simgesel
dilin
Fransız-Cantabrica b ö l g e s i n d e n Sibirya'ya kadar bir b ü t ü n l ü k içinde o l d u ğ u n u da göstermiştir. L e r o ı - G o u r h a n , topografik ve ısıatisııki ç ö z ü m l e m e l e r i kullanarak, /igüılerın (biçimler, yüzler vb) ve işaretlerin birbirlerinin yerine geçebilir olduk ları sonucuna varmıştır. Ö r n e ğ i n bizon resmi, "yaralarla" veya başka geometrik işaretlerle aynı - " d i ş i l " - değere sahiptir. Daha sonra eril-dişil değerlerin çiftler o l u ş t u r d u ğ u n u ( b i z o n - d i ş i l - v e at - e n i - gibi) gözlemlemiştir. Bu s i m g e s e l l i g ı n ışığında "gizleri çözülen" mağara, örgütlü ve anlam yuklu bir dünya olarak gö zükmektedir. Leroi-Gourhan'a göre, m a ğ a r a n ı n kutsal bir yer ve taş levhaların veya heykel ciklerin de resimli mağaralarla aynı simgesel yapıya sahip, "taşınabilir lapınaklar" o l u ş t u r d u k l a r ı n a k u ş k u yoktur. Bununla birlikte yazar, yemden o l u ş t u r d u ğ u n u tahmin ettiği sentezin bize paleolitık d i n i n dilini ö ğ r e t m e d i ğ i n i kabul eder. Kullandığı y ö n t e m , onun bazı mağara resimlerinde değinilen "olayları" kabullen mesini engellemektedir. Başka a r a ş t u m a c ı l a r tarafından bir av kazası veya bir şa man ritueli olarak yorumlanan m e ş h u r Laseaux "sahnesf'nde,
Leroi-Goıtrhan,
"simgesel olarak, zaten duvarda da kendisine k o m ş u l u k yapan insanın veya gerge d a n ı n eşdeğeri olan" ve belli bir "topografik gruba" ait bir kuştan başka bir şey görmez,
10
Farklı cinsel değerlere sahip simgelerin (belki de bu karşılıklı tamam
layıcılığa atfedilen dinsel ö n e m i ifade edecek b i ç i m d e ) çiftler o l u ş t u r m a s ı dışında, L e r o i - G o u r h a n ' ı n b u t u n ilen sürebildiği, "temsillerin ç o k karmaşık ve zengin, o zamana kadar d ü ş ü n ü l e n d e n ç o k daha zengin ve k a r m a ş ı k bir sistemi kapsadıgfdır.'
7
Leroi-Gourhan'm k u r a m ı çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Özellikle de figür ve işaret "okumalanndaki" bazı tutarsızlıklar ve mağaralarda yapılan rimelleri, oluş t u r d u ğ u simgesel sistemle ilişkilendirmemesi nedeniyle suçlanmıştır."^ Ne olursa olsun L e r o i - G o u r h a n ' ı n katkısı önemlidir: Paleolitık sanatın ü s l u p ve ideoloji bır-
' A.g.y..s. 148. 6
!:
A.g.y., s. 151
'"' Krş. Ucku ve Rosenfckl. s. 220, 195 vd. 1 lenri Llıoıe de benzer eleştiriler yonı/ltn
î
34
U A s L U J i i k ].-\
ligini k a n ı t l a m ı ş vc "eril," "dişil" işaretlerin gerisinde gizlenen dinsel değerlerin tamamlayıcılığını onaya çıkarmıştır. İki cinsivetle ilişkili, birbirinden tanı ola rak ayrılmış i k i yarısıyla Mal'ta'daki "koy"ün ayırt edici özelliği de benzer b i r simgeseİliktir. İki kozmolojik ve cinsel temel öğenin tamamlayıcılığını
öngoıen
sistemler ilkel toplumlarda hâlâ çok fazladır ve bunlar arkaik dinlerde de karşı mıza çıkar. Bu karşılıklı tamamlayıcılık ilkesine, olasılıkla hem d ü n y a y ı düzenle mek hem de yaratılışının ve düzenli aralıklarla yemlenmesinin gizemini açıkla mak için b a ş v u r u l u y o r d u ,
7. Paleolitik Ç a ğ ı n A v c ı l a r ı n d a A y i n l e r , D ü ş ü n c e l e r ve İ m g e l e m — Paleonto l o j i n i n ifosilbılim) son keşiflerinin ortak yanı insanm ve k ü l t ü r ü n "başlangıcını" zaman içinde hep daha geriye taşımalarıdır, insanın bundan otuz, kırk yıl önce sanıldığından daha eski ve psikolojik, zihinsel etkinliğinin daha k a r m a ş ı k o l d u ğ u ortaya ç ı k m a k t a d ı r . Kısa bir süre önce Alexander Marshak, üst paleolitik çağda ayın evrelerinin g ö z l e n m e s i n e dayanan simgesel bir zaman iş.ıretleri sisteminin varlığını kanıtlayabildi. Yazarın "zaman-faktörlü" diye nitelediği, yani uzun b i r donem boyunca kesintisiz olarak biriken b ü işaretler bazı mevsimlik veya dö nemsel törenlerin g ü n ü m ü z d e Sibiryalılarda veya Kuzey Amerika Kızılderililerin de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, uzun süre önceden s a p t a n d ı ğ ı m v a r s a y m a m ı z a olanak tanı m a k t a d ı r . Bu işaret "sistemi," erken Aurignac k ü l t ü r ü n d e n geç Madeleine k ü l t ü r ü ne dek, yani 25.000 yıldan fazla s ü r m ü ş t ü r . Marshak'a göre, ilk uygarlıklarda or taya çıkan yazı, aritmetik ve gerçek anlamıyla takvim buyuk olasılıkla paleolitik çağda kullanılmış işaretler "sistemi'nde içkin simgeselligi kaynak a l m ı ş t ı . ^ Marshak'm uygarlığın gelişimi üzerine genel k u r a m ı h a k k ı n d a ne d ü ş ü n ü l ü r s e d ü ş ü n ü l s ü n , t a n m bulunmadan yaklaşık 15,000 yıl önce ay d ö n g ü s ü n ü n çözüm lendiği, kaydedildiği ve pratik amaçlar için kullanıldığı bir olgudur. O zaman ar kaik mitolojilerde aym hatırı sayılır rolü ve k a d ı n , sular, bitkiler, yılan, bereket, ö l ü m , "yeniden d o ğ u m , " vb çok çeşitli gerçekliklerin ay simgeselligi tarafından tek ve aynı sistem içinde bütünleştirilmesi olgusu daha i y i anlaşılmaktadır. '' 4
'
9
Krş. Alexander Marshak, The Ronis o} Civilisation, s 81 vd Paleolitik halkların bitkisel hayatın evrelerini gözlemleme ve doğru olarak belirtme yetenekleri de aynı olçude an lamlıdır; krş. Marshak, a.gy., s. 172 vd; aynı yazar, "Le bâton de commandement de Montgaudier" (Charente), s. 329 vd
"° Krş. Elıade, Dinler Ter rıhın J Cins. IV Rolüm. 35
D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIKI • ı
Nesnelerin üzerine o y u l m u ş veya mağara duvarlarına çizilmiş m eandi'o s ' l a n ' ç ö z ü m l e y e n Marshak, b u resimlerin bir sıralanma g ö s t e r d i k l e r i ve bir niyeti ifa de ettikleri
için bir
"sistem" o l u ş t u r d u k l a r ı sonucuna v a r m a k t a d ı r .
Pech
de
l'Aze'de (Dordogne) bulunan ve Acheul k ü l t ü r ü d ö n e m i n e ait (y. M Ö 135.000), yani üst paleolitik mcandros'lardan en az 100.000 yıl daha eski bir k e m i ğ i n üzeri ne o y u l m u ş resimlerde de bu y a p ı n ı n varlığı d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Üstelik
meand-
ros'lar, belirli bir n t ü e l e işaret edecek b i ç i m d e , hayvan resimlerinin çevresine ve ü s t ü n e çizilmiştir (Marshak'ın belirttiği gibi, "bir bireysel katılım d a v r a n ı ş ı " ) . Bunların a n l a m ı n ı belirlemek g ü ç t ü r ; ama bir noktadan itibaren (örneğin Baden, Petersfeld'daki resim) meandros'hr
"yuvarlak açılarla" çizilmiştir ve yantannda
balıklar vardır. Bu ö r n e k t e k i su simgeselligi açıktır. Ama yazara göre söz konusu olan yalnızca bir su "imgesi" değildir; parmaklar ya da çeşitli aletlerden k a l m ı ş sayısız iz, su simgeselligi ya da mitolojisinin r o l oynadığı "bir bireysel k a t ı l ı m davramşı"nı göstermektedir.
41
Bu t ü r ç ö z ü m l e m e l e r paleolitik işaretlerin ve figürlerin ritüel işlevini d o ğ r u l a m a k t a d ı r . Bu tasvirlerin ve simgelerin belli "öykülere," yani mevsimlerle, av alışkanlıklarıyla, cinsellikle, ö l ü m l e , bazı d o ğ a ü s t ü varlıkların ve bazı kişilikle rin ("kutsallık u z m a n l a r ı " ) gizemli güçleriyle ilişkili olaylara g ö n d e r m e yaptığı artık açık g ö r ü n m e k t e d i r . Paleolitik temsiller hem tasvirlerin simgesel (dolayısıyla "büyüsel-dinsel") değerini hem de çeşitli "öykülerle" ilişkili t ö r e n l e r d e k i işlevini belirten bir şifre olarak görülebilir. K u ş k u s u z b u "öykülerin" kesin içeriğini asla bilemeyeceğiz. Ama farklı simgelerin içine o t u r d u ğ u "sistemler," en azından on ların paleolitik halkların b ü y ü s e l - d i n s e l u y g u l a m a l a r ı n d a ne denli ö n e m l i olduk larını a n l a m a m ı z ı sağlıyor. Bu "sistemlerin" b i r ç o ğ u n u n avcı loplumlar tarafın dan da paylaşılması b u ö n e m i d o ğ r u l u y o r . Daha ö n c e belirttiğimiz gibi (§ 4), ilkel avcılara özgü ritüel ve inançlara baka rak tarihöncesi dinlerin belli y ö n l e r i n i "yeniden o l u ş t u r m a k " m ü m k ü n d ü r . Söz konusu olan, Leroi-Gourhan ve Laming-Emperair d ı ş ı n d a k i b ü t ü n a r a ş t ı r m a c ı l a r tarafından şu ya da bu ölçüde başarıyla kullanılan bir y ö n t e m olan "etnografik
S harfine benzer kıvrımlar -yn. 4 1
A. Marshak, "The Meander as a System." Yazar, meandros geleneğinin av buyusü veya cin sel simgesellikle açıklanmasının mümkün olmadığı kanısındadır. Yılan-Su-Yağmur-Fırtına kümesine Neolitik Avrasya, Avustralya, Afrika ve Kuzey-Guney Amerika'da rastlanmak tadır. 36
BASI A N G I Ç T A
koşutluklar" k u r m a k d e ğ i l d i r .
42
T a r i h ö n c e s i n i n k ü l t ü r ü n ü ilkel k ü l t ü r d e n ayıran
b ü t ü n farklılıklar da hesaba katılarak, bazı temel biçimler saptanabilir; ç ü n k ü kı sa bir süre öncesine kadar " m e s k û n t o p r a k l a r ı n
sınırlarında
(Tierra del
Fu-
ego'da, Afrika'daki Hotantolar ve Boşimanlar'da, Kuzey Kutbu bölgesinde, Avust ralya'da vb) veya b ü y ü k tropikal ormanlarda (Bambuti Pigmeleri vb) av, balıkçı lık ve meyve toplamaya dayalı b i r ç o k arkaik uygarlık y a ş ı y o r d u . K ö m ş u t a r ı m uygarlıklarının (en a z ı n d a n bazı ö r n e k l e r d e ) etkilerine r a ğ m e n , XIX. yüzyıl sonu na d o ğ r u b u t o p l u m l a n n ilk y a p ı l a n h e n ü z b o z u l m a m ı ş t ı . Üst paleolitik çağa benzer b i r a ş a m a d a " d u r m u ş " olan b u uygarlıklar, bir anlamda "yaşayan fosiller"i oluşturmaktadır.
13
Kuşkusuz "ilkeller"in dinsel u y g u l a m a l a r ı m ve m i t o l o j i l e r i n i eski taş devri insanlarına uygulamak söz konusu değildir. Ama daha ö n c e de belirttiğimiz g i b i , ş a m a n c ı l t ü r d e esrime paleolitik çağda da d o ğ r u l a n m ı ş gibidir. Bu bir yandan be deni terk edip, d ü n y a d a serbestçe dolaşabilen bir "ruh"a i n a n m a y ı , diğer yandan da r u h u n bu yolculukta insanüstü varlıklarla karşılaşabileceği, onlardan y a r d ı m ya da kendisini k u t s a m a l a r ı n ı isteyebileceği k a n ı s ı n ı n varlığını gerektirir. Ayrıca şamancıl esrime hem "sahip olmayı," yani insanların bedenine girebilmeyi,
hem
de kendi bedenine bir ö l ü n ü n ya da h a y v a n ı n ruhunun, veya bir cin ya da tanrının "sahip olabilme si" ni olası kılar. Bir diğer örneği hatırlatacak olursak, cinsiyetlerin ayrılması (krş. § 6) yalnız ca erkeklere açık ve av seferlerinden ö n c e gizli ayinler yapıldığını d ü ş ü n d ü r m e k tedir. Bu t ü r ayinleri yapmak yalnızca "erkek cemiyetleri "ne (Mannerbtinde) zer yetişkin gruplara ö z g ü y d ü ; ergenlik çağındaki erkekler "sırlar"ı
ben
erginlenme
ayinleri aracılığıyla ö ğ r e n i y o r l a r d ı . Bazı yazarlar Montespan m a ğ a r a s ı n d a b ö y l e b i r erginlenmenin kanıtını b u l d u k l a n n ı sandılar, ama b u yoruma itiraz edildi. Bununla birlikte erginlenme ayinlerinin arkaikliğine k u ş k u yoktur. Yerleşim yer-
Bu yöntemi kullanmamaları nedeniyle Ucko tarafından eleştirilmişlerdir, a.g.y., s 140 vd. Bu yazar, etnografik karşılaştırmanın tarihöncesi toplumlann bazı yönlerini aydınlattığı birkaç örneği hatırlattıktan sonra (s. I 5 l vd), paleolitik mağara resminin Avustralya ve Afrika'daki olgular ışığında bir çözümlemesini sunmaktadır (s. 191 vd). "Yaşayan fosiller" kavramının biyolojinin birçok dalında, özellikle de speleolojide Imagarabilim} başanyla kullanıldığını hatırlatalım. Bugün magaralan dolduran troglobionlar uzun süre önce geride bırakılmış bir faunaya aittir. "Onlar tam anlamıyla yaşayan fosillerdir ve çoğunlukla hayat tarihinin çok eski aşamalarını, üçüncü hatta ikinci zamanı temsil ederler" (Dr. Racovitza). Demek ki mağaralar fosilleşmeyen ilkel hayvan gruplannın anlaşılması açısından çok önemli, arkaik bir faunayı korumaktadır. 37
DIN'-tl.ih.ANCİAR V j . l J L b U N O . I l H IAH1HI - I
terinin en u ç n o k t a l a r ı n d a varlığı kanıtlanan (Avustralya, G ü n e y ve Kuzey Ameri ta) " çok sayıda tören arasındaki benzerlikler daha paleolitik çağda g e l i ş t i r i l m i ş ortak bir gelenek o l d u ğ u n u göstermektedir. Montespan'daki "halka biçiminde dans" konusunda ( m a ğ a r a n ı n k i l l i tabanında genç insanların bıraktıkları ayak izleri nasıl y o r u m l a n ı r s a y o r u m l a n s ı n ) . Curt Sachs bu ritüel ko re o gra fisinin paleolitik insanlar tarafından i y i bilindiğinden kuşku duymamaktadır.
45
Halka biçiminde dans çok yaygındı (butun Avrasya'da,
Dogu Avrupa'da, Melanezya'da, Kaliforniya Kızılderililerinde vb). Bu dans, her yerde ya ö l d ü r ü l e n hayvanın r u h u n u yatıştırmak ya da avın çoğalmasını sağlamak için avcılar tarafından yapılmaktadır.' " Her i k i durumda da paleolitik 1
avcıların
dinsel ideoloji siyle olan süreklilik açıktır. Ayrıca avcı grubu ile av arasındaki "mistik d a y a n ı ş m a " yalnızca erkeklere ait belli sayıda "meslek sırrı"mn
varlığını
d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r ; b u tür "sırlar" ergenlik çağındaki erkeklere erginlenme rıtüelIeri aracılığıyla a k t a r ı l m a k t a d ı r . Halka b i ç i m i n d e k i dans, tarihöncesi ritüel ve inançların çağdaş arkaik kültür lerde s ü r d ü ğ ü n ü hayranlık uyandırıcı bir biçimde g ö s t e r m e k t e d i r . Başka örnek lerle de karşılaşacağız. Şimdilik Hoggar ve Tassili'deki bazı mağara resimlerinin. Pöl' çobanlarına ait bir erginlenme miti sayesinde "çözülebildiğini" hatırlatalım. k
Bu mit eğitimli bir M a l i l i tarafından Afrika dilleri ve uygarlıkları araştırmacısı G e m í a m e Dieterlen'e aktarılmış, o da bunu yayımlamıştı, ' H . Von Sicard da, Lu¬ 4
ve ve o n u n onomastik (adbilimselj benzerleri h a k k ı n d a k i bir monografide, bu Af rika tanrısının Avrupalı-Afrikalı avcıların en eski dinsel inancını temsil ettiği so nucuna varmıştır; İsveçli bilgin b u i n a n c ı n M Ö 8000'den daha önceki bir d ö n e m e ait o l d u ğ u n u belirtmektedir. " 4
Kısacası, belli sayıda m i t i n , öncelikle de kozmogoni ve kökenle
(insanın,
avın, o l u m u n , vs kökeni) ilgili mitlerin paleolitik halklar tarafından b i l i n d i ğ i m ileri s ü r m e k akla yakın g ö r ü n m e k t e d i r . Bir tek örnek verecek olursak, kozmogo ni m i t i ezeli sulan ve Yaradan'ı gösterir; insan veya su hayvanı b i ç i m i n d e k i Yara-
Bkz. M. l£liade, h'aıssances mystiques, s. 69 vd. 4 5
Curt Sachs, World History of the Dance (1937), s. 124, 208.
4 6
Zengin belgeler için bkz. Evel Gasparini, 11 Matnarcato Slavo, s. 667 vd.
* Senegalden Çat Golü'nün doğusuna kadar uzanan Sudan bölgesi -yıı. 4
' C. Dieterlen, Kouıncn; krş, Henri Lhote, "Les gravures eı les peintures rupestres de Sahaı a.' s. 282 vd.
411
H. Von Sicard, "Luwe und verwante mythısche Gestalten," s. 720 vd. 38
IUŞLANGICTA
dan, d ü n y a n ı n yaratılması için gereken maddeyi çıkarmak üzere okyanusun d i b i ne dalar. Bu kozmogoni inancının çok yaygın oluşu ve arkaik yapısı tarihöncesınin en eski d ö n e m l e r i n d e n miras k a l m ı ş bir geleneğe işaret eder,"*'' Ayın şekilde göğe yükseliş ve " b ü y ü l ü uçuş"la (kanatlar, avcı k u ş —kartal, ş a h i n - tüyleri) iliş k i l i mitlere, destanlara ve rituellere butun d ü n y a d a ve Avustralya ile G ü n e y Ame rika'dan Kuzey Kutbu'na kadar her kıtada r a s t l a n m a k t a d ı r ,
10
Bu mitler Şamanizme
özgü d ü ş ve esrime deneyimleriyle uyum içindedir ve arkaik o l d u k l a r ı n a kuşku yoktur. Öteki d ü n y a y l a m ü k e m m e l bağlantılar olan gökkuşağı ve onun y e r y ü z ü n d e k i i z d ü ş ü m ü k ö p r ü simgelen ve mitleri de aynı ölçüde y a y g ı n d ı r . Etrafında bütün m e k â n ı n d ü z e n l e n d i ğ i " D ü n y a n ı n Merkezi" ile ilgili asli deneyimin temelleri üze rine k u r u l u bir kozmoloji "sistem"i de varsayılabilir.
Daha 191-t'te W . Gaerie
kozmik dağlar, d ü n y a n ı n göbek delikleri ve "dünyayı" dort y ö n e bölen paradigmatik nehirler olarak yorumlanmaya açık ç o k sayıda tarihöncesi işaret ve imgeyi derlemişti, ' 5
H a y v a n l a r ı n k ö k e n ı y l e ilgili mitlere, avcı ve av ile Yabanıl Hayvanların Efen disi arasındaki ilişkilere gelince, b ü y ü k olasılıkla bunlara paleohtik insanların ikonografik dağarcığında şifreli kodlar halinde bol b o l değinilmiştir. Ateşin kö kenıyle ilgili mitlerden yoksun bir avcı t o p l u m u d ü ş ü n m e k de, hele b u mitlerden ç o ğ u n u n cinsel etkinliği on plana çıkardığı dikkate alınırsa, zordur, 5on olarak da g ö k y ü z ü n ü n , g ö k ve atmosfer olaylarının kutsallığı konusundaki i l k deneyim leri hesaba katmak gerekir. Bu, "aşkınlıgı" ve u l u l u ğ u kendiliğinden ortaya çıka ran ender deneyimlerdendir. Ayrıca ş a m a n ı n esrime içinde göğe yükselişi, uçma simgeselligi, y e r ç e k i m i n d e n k u r t u l u ş olan imgesel yükseklik deneyimi; göksel m e k â n ı insanüstü varlıkların, yani tanrıların, ruhların ve uygarlaştırıcı
kahra
m a n l a r ı n kaynağı ve b a r ı n m a yeri olarak kutsamaya katkıda bulunur. Ama gece n i n ve karanlığın, avın ö l d ü r ü l m e s i n i n ve bir aile üyesinin ö l ü m ü n ü n , kozmik fe laketlerin, kabile üyelerinin yaşadığı c o ş k u , çılgınlık veya kan d ö k m e krizlerinin taşıdığı "vahiyler" de b u kadar ö n e m l i ve anlamlıdır.
4 g
Bunun bütün biçimlerinin karşılaştımıalı çözümlemesi için, bkz. Eliade. De Zabncixk a Genps-Khan, S. 81-130,
5C1
Krş. Eliade, Myt'ıes, reves et mysteres, s. 163-164; aynı yazar, Le Oıamamsme, s. 319 vd. 350 vd, 372 vd; aynı yazar, Reİigions austrdlicnnes, s. 139 vd.
51
W. Gaerte, "Kosmische Vorstellungen im Bilde prähistorischer Zeit: Erdbeig, Himmels berg, Erdnabel und Weltstrome." Gaerte'nin verdiği örneklerin çoğunun daha yakın tanhoncesi kültürlere ait olduğunu hatırlatalım. 39
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
D i l i n b ü y ü s e l - d i n s e l değeri de belirleyici bir rol oynar. Bazı jestler de kutsal bir g ü c ü n veya evrene ilişkin bir "gizern'in epifanisine* işaret edebiliyordu. Bü y ü k olasılıkla, tarihöncesi s a n a t ı n insan figürlerinin jestleri yalnızca anlam değil, aynı zamanda güç y ü k l ü y d ü . "Jestler ve epifanileri'in dinsel a n l a m ı bazı i l k e l top lumlar tarafından XIX. yüzyıl sonuna d o ğ r u hâlâ b i l i n i y o r d u . ' " Daha da ö n e m l i s i , fonetik b u l u ş yeteneği herhalde t ü k e n m e z bir büyüsel-dinsel g ü ç kaynağını oluş t u r u y o r d u : B ü k ü n l ü dilden' ' once de, insan sesi haber, buyruk veya istekleri ilete 1
bildiği gibi, ses patlamalarıyla, fonetik buluşlarıyla b ü t ü n l ü k l ü bir imgesel dün ya yaratabiliyordu. Û m e k olarak, esrik yolculuklarına hazırlanan ş a m a n l a n n ön hazırlıklarının ya da bazı yoga m e d i t a s y o n l a r ı n d a hem soluk
ritmini
(prânâyâma)
hem de "mistik hecelerin" görselleştirilmesini gerektiren mantra'larm tekrarlan m a s ı n ı n ortaya çıkardığı yarı mitolojik, yarı şiirsel, aynı zamanda da
ikonografik
kurgusal yaratımları d ü ş ü n m e k yeterli olacaktır. \ D i l m ü k e m m e l l e ş t i k ç e , büyüsel-dinsel olanaklarını da a r t ı r ı y o r d u .
Telaffuz
edilen söz yok edilmesi i m k â n s ı z , en a z ı n d a n dayanılması zor bir kuvveti hareke te geçiriyordu. Birçok ilkel k ü l t ü r d e ve halk k ü l t ü r ü n d e benzer inançlar hâlâ ya ş a m a k t a d ı r . En k a r m a ş ı k toplumlardaki övgü, yergi, beddua ve aforoz amaçlı büyüsel sözlerin ritüel işlevlerinde de hâlâ bu inançlara r a s t l a n m a k t a d ı r . Sözün bü yüsel-dinsel bir g ü ç olarak c o ş t u r u c u deneyimi, zaman zaman ritüel hareketlerle elde edilen s o n u ç l a r ı n dille de sağlanabileceği kanısına yol açmıştır. Bu b ö l ü m ü k a p a t ı r k e n , çeşitli kişilik türleri arasındaki farklılığı da hesaba katmak gerektiğini belirtelim. K i m i avcı yiğitliği veya kurnazlığıyla, k i m i s i ise esrime içinde kendinden g e ç m e s i n i n y o ğ u n l u ğ u y l a ö n e ç ı k ı y o r d u . Bu karakter farklılıkları dinsel deneyimlerin değer yükleri ve y o r u m l a r ı n d a da belli bir çeşit liliği gerektirir. S o n u ç olarak bazı ortak temel d ü ş ü n c e l e r e r a ğ m e n , paleolitik ça ğın dinsel mirası o l d u k ç a k a r m a ş ı k bir g ö r ü n ü m s u n m a k t a d ı r .
Epifani (epiphany): (Yun. epiphantia, "tezahür") İlahi veya yüce bir varlığın görünmesi -yn. 5 2
Bazı Kuzey Avustralya kabilelerinde bir genç kızın erginlenmesindeki ilk ayin, törenle topluluğun önüne çıkan imasından ibarettir. Yetişkin olduğu, başka bir deyişle kadınlara özgü davranışı özümsemeye hazır olduğu göstmlır. Ama bir şeyi ritüel biçiminde göster mek, ister bir işaret, ister bir nesne veya hayvan söz konusu olsun, kutsal bir mevcudiyeti açıklamak, bir hiyerofani mucizesini coşkuyla karşılamaktır; krş. Eliade, Rdigiotts austraiiennes, s. 120; diğer örnekler için bkz. Naıssances mystıquei, s. 96 vd.
* Dilbilgisel işlevleri ve yapı bakımından kelime köklerini değiştiren dil. 40
E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA
§ 1. Dünya genelindeki tarihöncesi çag hakkında hızla bilgi sahibi olabilmek için, bkz. Grá bame Clark, World Prehistory (Cambridge, 1962); Grahanıe Clark ve St nan Piggott, Prehis toric Societies (Londra, 1965; bu ikinci eserde zengin bir kaynakça da yer almaktadır); H_ Breuil ve R, Lander, Les totumes de la pierre ancienne: paléolithique et mesolithique (yeni baskı, Payot, 1959). Daha eksiksiz bir belge külliyatı için, bkz. H. Müller-Karpe, Handbuch der Vorgesclıiclıie, 1: Altsteinzeit (Münih, 1966) ve Karl J. Narr'ın yönetiminde yayımlanan Handbueh der Urgesclıiclıte'nın 1. cildi (Bern-Münih, 1967). Kari Narr şu eserde mükemmel bir özel ve onu ta mamlayan zengin bir kaynakça sunmuştur: Abriss der Vorgesclııchte (Münih, 1957), s. 8-41. Bkz. aynı yazar, Urgeschichte der Kultur (Stuttgart, 1961); F, Bordes, Old Stone Age (New York, 1968); La Prétistoirc. Problemes et tendances (CNRS yayınlan. Pans, 1968). Dilin ve toplumun kökenleri konusundaki en son varsayımlann çözümlemesi için, Frank B. Livingstone, "Genetics, Ecology and the Origins of Incest and Exogamy," CA, 10, Şubat 1969, s, 45-61 (s. 60-61, kaynakça). Dilin kökeni konusunda, şu eseri de takip edi yoruz: Morris Swadesh, The Origin and Diversijication of Language (Chicago, 1971). Karl Nan incelemelerinin çoğunda primatlann "insansılaşması" çevresinde geliştirilmiş varsayımları ele aldı ve paleantropiyenlerin inanılır bir resmini sunmaya çalıştı; bkz. Narr ve diğerleri, "Approaches to the Social Life of Earliest Man," Antliropos, 57, 1962. s. 604-620; "Das Individum im der Urgeschichte. Möglichkeiten seiner Erfassung," Saeculum, 23, 1972, s. 252-265. Amerika nüfusuyla ilgili sorunlar hakkında, bkz. E. F. Greenman, "The Upper Paleolithic and the New World." CA. 4.1963, s. 41-91; Allan Bryan. "Early Man in America and the Late Pleistocene Chronology of Western Canada and Alaska." CA, 10, 1969, s. 339-365; Prehis toric Man m the New World, Jesse D, Jennings ve Edward Norbeck'in yönetiminde yayımlan mış eser (Chicago. 1964); Gordon R, Willey, An Introduction to American Archaeology, I (New Jersey, 1966), s. 2-72 ve birçok yerde. Aynca bkz. Fredenck D. McCarthy, "Recent Development and Problems in the Prehis tory of Australia," Paideuma, 14, 1968, s. 1-17; Peter Be 11 wood, "The Prehistory of Oceania," CA, 16, 1975, s. 9-28, On binlerce yıl boyunca Avrupa, Afrika ve Asya'daki paleoliıik (paleolitik) kültürler aynı düzeydedir. Aynı düzey, zaman aralığı çok daha kısa olmakla birlikte. Avustralya ile Kuzey ve Güney Amerika'da da doğrulanmaktadır, MÖ 20.000-10.000 döne mi için özel bir bölgenin diğerlerine göre belirleyici bir teknolojik üstünlük sağladığını ileri sürmeye olanak yoktur. Aletlerin yapısında kuşkusuz belli çeşitlenmeler söz konusudur, ama bu çeşitlenmelerin teknolojik bir ileriligi değil, yerel uyarlamalan yansıttığı anlaşılmakta dır; krş. Marvin Hams, Culture, Man and Nature (New York, 1971), s, 169, Paleoliıik çağ insanlannm bu kültürel birliği daha sonraki kültürlere miras kalan geleneklerin ortak kaynağı nı oluşturmakta, aynca bugünkü avcı toplumlarla karşılaştırmalar yapılabilmesini de müm kün kılmaktadır. Bazı Yunan mit ve ritüellerindeki paleolitik çag "uzantılarının hayranlık 41
-üj ¿p ?i?o¡oJo.ii¡iuY.P W.ws o\ ?p wi^¡¡n¡0 .ssnbiioisupjd ssnbodş xne smeuinq saıagm sap 31II13
ai,, 'uaqoy y 3A .ÍIO¡9 y '.(çi-ç,^
'vi\ı.\vj ,ı ozmnç)
'S'ISÖI
^saııeıuaıenb sauueiuriq
S3| zsqa rasnaıSıpj sanbiiejj,, 'rjnaiq ].¡ zi|q ' m i ; lapuisRunzqa sniujrunigS u3[i üqerj b9~LÍ 'uiDi auiapsur Jiq |MiîS[g p,\
s
'aıifijsıı/a/j u¡ ap sno;2ipy 5,17 'UBipnofi-ioja-i
s '(¿961 "E-ipuo"]) s;3iniifi sSy .ıııojj ?u_ı 'i\iv]Z> auicqcj^
"Tijq rouXy H"-¿1 ' ' t ó ó l 'cipuo~i) XSopptpiy Jnojsiip.y t« ípnis V "0'S'píl juonnp.¡d s
"S3uie[ Q 3 .J3S9 j i q ipmcX ç|eq ueputsıSc « p S p q uo|iqcııSe]iı 3puis»i.io ot61 '68~W. '¿£ ~H
'(0961 1- A
,ç
1>
I0
M S
M ) uui-v Jiiojsnpjj/o sptir) 31(2 üi]Suu|uerue spiupiq Jiq ^Dc ucpuijcj
- o laSuucM I" luurqúq ijnXiiq uLuuu|uuıcın§Xn uisjoi azeuaa muut'iuesuı Şe3 ^tıııoaıcj *ç §
"(Sit-CÍ* "s '8961 ' u s p p ı 'ifSnou.ipDíK) 'y S I
/o iiíim.t^v i " sXbssg íjiiit-iHíV
sucjSıpif) „ -iiy ^ 1 ' jo msi|oqıuXç aıp uo MÍ>
:îjıp3[uınzoS mL»|>ppı >(ifo]oııtu izeq 3A
'°N,.
-LI3[33in
LLUŞI|]3S3BIUIS
ıım\o cpizcX ııs zıg jıısııuaıu
ZllllSl] J3|lfo|01iai JpDariqEjO SllUlUllSlpS ^|13>]3JCq USpUllUIWIÍl ]3|V '88 E"6¿1
'£961 '£ 'siwi">¡ 'uauuojsuoiSipy jsipsuoisiqcy
s
u
sıupuç]si3,\ unu ÍSBAV,, uıpıpcjc/ ."sp isap>¡cu] n i uuczuX luXe uûT ajapass izeq smmD IU^A. 0E£"86J
s
pinsap un\$}\\
CJ>|EU.ÍBÍ[
'(9961) 1 'apupı .ıjıpıpsaâij) jap ipncjjjuiqj /nszuiai
-sıjy uaıaSurıf jap 111 aiSu¡^ pun uoıSıpy, 'xzeÁ.
'.67.-1
IUXE
't-96I 'b 'SH „' W 3!ipi[oa[cj
s
UC
Apcg |0 uoıSıpy aip 01 ssiptojddy,, 'lezeA lu.íe "(£9^1 'ucSuruç) icnpstiíiujHZíKj p ıpîfiprj -í[P7
¡\?mu[\ 'jnipx \ueM ¡"pe>i : ( t 9 6 I '^'-^d) >nbn^\\od\v¿
ÍI
:Z.I\OIS\U2A¿
D\
,ip íuorSrpy sr¡
'ueqjnoQ-iojs-i ş j p u v (096I ' ¡ ],i ssnbuojsııjsjıJ S.TJ 'srK¿ auusııg :(jnsıuıuc] :
-UILÍCA
ap ísuiA^a
SUE
CDZISUBJJ
3pg£ñl '0961 'V°.K
M
3
N )
u p
W ''-'Oîs.njay /o spo^
ÍI¡±
'jaSupe)^
saimcijof :J!pci>jcui|e JSÁ lapuıapauı îıusS uqep BpiuiiuXeX izeq sım^ıi cpuiîuiEZ uı^ç^ (¿S6T 'fJOA MaN-i - P "l") iw'^i^a JfJOStijJJd 'saiue[ o "3 -(££-c£6I 'uuoq) ' i | p j 'iwiSfpíf !
1
u
pipíj)ıpEi|JSPSJ/^ 'U3iu3|3) 3 ^(9E61 '
•I.R61 '
s u c
-IUIXBSJÜA
s u c
d)
"¡BSÍI/ÍSIUUIOI/
s?p uoSipj o¡ ja
JJD.T
'isnbrq ¡.j 9
d ) ajiojsíip.iíl t)[ ap siioiS/pj s.rj 'aSuuıe^ ^ Mi[iqBirutiAîcq sjapass n í ucpmsi^e J C | U3|^npjiis U3|i e.líA .upSpq u3|>jipi3S¡ Miiíiuijtq jiıısııg iiq ucpmsOE tóijciiÁe}|
-ziu|E,t unımŞoS uuqunq unjo zisi|3iaS í]eiu,fcs uapssa umriq ui>|S\|i sjajuip issDuoqucx npiOííi|iíi!|iic numnq ídi'X >|ifo|oapı ııq }pa3|iqı:|uns'qı5jrj;| B|Xui3¡U03iuud unu^nŞopuıij -C\
CA3,\ timnpmpi 'I|1|UP,ÍIISUIH 'n^L\3sriM aauuıap „uip„ n^un^ 'npıoKıucpns 3i„í(3tu
-ıpDnX„ uâıuaÂıdoıuıiîajcj iiqíepucX ijii|3siiiO Jilíuuciucuninq Xas Jtqî>ıi[ i]333|iqa|n3zimq 3_J3|iU31S!S IS1İU3J,. av aisuiip ı[iıııc] 3(0i u3iH|iq 1Á1 3pi3p|iqc!| izeq riquni •inSlLU|lp3 zps UCp^EIurSUI ZLSUia., J|>|3J3S ?|UlUV!lUinUll Hll3ipiLE|lSaO| 3|13p|tlD70S p?X3[njOíl qA „'>|I[LSl|CA„ ,;DUCIU
incq,, ,;nXnq„ uniun]oq
UC¡E>|
ua$ 'nun§ri|i[o iue¡c Euic[n3Án nq ipiuis >[Ci5 eqcp
U1URUU3! _uip„ cpuisueX ¡3ui>|i uL[Licuie|uc iXeuics^pjnp ıŞıpcScX uui3¡uiS|iq
cpunsnuoii ^aıuıa inqcsj luıSıpscp ^ıjpsuıp n q >ııSeıujc>| M \\ıeım apaajuaA'ıdoJiucaıud j § -
(8961 ' o ^ T O ) ii]5iuim;|u.iiXcA spuuuiisuoA U3,\j| 3A
pjcıpıy
'IUIAUX
nuinÁ>[0|io>|
i - ıııiîiv.ı.a.Ti-ı;iNninü w >\v
,ii[j iiDp; zqq cpunsnuoí) japni
./JIIIHH
-[n>j UAV "(Zz6l 'uip^íl) •iut'Mfj otuoj.j 'H3>pnfi i3lju,\\
M is3ais\mnzp^ nq uciipucín
W
I Í N V N I 'I-ISNIU
H,\İ!.\N,ok bol kaynakça referansı bulunmaktadır. "Cenin biçiminde" gömülme konusunda bkz G . van der l.eeuw, "Das Sogenannte Hoc kerbegräbnis und der ägyptische 7"|)mvv" (SMSR, 14, 1938, s. 150-167). § 4, Emil Bachler kazıların sonuçlarını Das alpine Paläolithihum der Schweiz adlı eserde sundu (Basel, 1940). Diğer keşifler için. bkz. K. Hoerıııann, Die Petcnhohle bei Vehlen in Minelfranken: Hine altpalaoiıthısche Station (Nuemberg, 1933), K. Ehrenberg, "Dreissig Jahre palaobiologischer Forschung in ösierreichischen Hohlen" (Quaitär, 1951, s. 93-108); aynı yazar, "Die paläon¬ tologische, prähistorische und palaoeihnologische Bedeutung der Salzofenhohle im Lichte der letzten Forschungen" (Quartär, 1954, s. 19-58) Ayrıca bkz. Lothar Zotz, "Die altstein¬ zeitliche Besiedlung der Alpen u. deren geistigen u. wirtschaftliche Hintergründe," Sitzungsberichie der Physikahschmcdizinische Sozietät ;ti Erlangen, c. 78, 1955-57, s. 76-101 ve özel likle Muler-Karpe, Altsteinzeit, 205, 224-226. Bazı arktik halklara ozgıı kurbanlarla karşılaştırma için, bkz. A. Galıs. "Kopf-, Schädel-, und I.angknochenopfei" bei Rentiervolkern" (Festseil rift jür P. W. Schmidt, Viyana, 1928, s 231-268) Wilhelm Schmidt de bu sorunu birçok kez ele almıştır; krş. Schmidt ve diğerlen, "Die alteste Opferstelle des altpalaol ithischen Menschen in den Schweizer Alpen" (Acta Ponlificac Acatlemiac Sacnlianini, Vatikan, 6, 1942, s. 269-272); "Das Primitialopfer in der Ur¬ kultur" (Coipiiu Amicorum, Festgabe /ur önii Bcchler, St Gallen, 1948, s. 81-92). Karl Meuli, kemik yıgınlanyla ilgili yorumunu "Griechische Op(erbräuche"de
sundu
(Phyllobolıa für Paer von der Muhil, Basel, 1945,5. 185-288), özellikle s. 283-287. Paleolitık çağdaki "kurbanlar" sorunu hakkında, bkz. Oswald Menghin, "Der Nachweis des Opfers im Altpalaolithikum" (Wiener Prüllistorische Zeitschrift, XIII, 1926, s. 14-19); H. C. Bandi, "Zur Frage eines Baren- oder Opierkultes im ausgehenden Altpalaolithikum der Alpinen Zone" (Hcivctia Antiqua, Festschrift iin\il Vogt, Zurih, 1966, s, 1-8); S. Brodar, "Zur Frage der Hohlenbarenjagd und des Hohlen bärenkttlt in den paläohthischen Fundstellen Jugoslawien" (Quartär, 9, 1957, s. 147-159); W Wust, "Die paläolithisch-ethnographischen Barenriten u. das Altindogermanische" (Quartär, 7-8, 1956, s. 154-165); Mirko Malez, "Das I'aläolithikum der Veternica hohle und der Barenkult" (Quartär, 10/11, 1958/59, s. İ 7 1 -
43
ue¡\¡ pe^ uE|mso^ enunsejiíze!] ipa5a§ i^Epuise^e ue|uiueieA
(ESIÍUES U U E [ ^ [ B I I
pppAaznp
>|i(o|0ui3 SA uiuisaauguuex (pA £¿z s) ^ejeqes np saiissdru samiuiad sa[ ia sainAEjS sai jns sajua:>?i saauuofj,, 'aioqx uu3>j '{pA -CUIUJ3
"(P VfZ A
s
s) ^sanSnuod-coiEieS ansadni aue [3„ 'ueuy p n u
) u'uauo-sq^oJd P ' P H P n
3
i o
n
3nrj
PJV,P siuaumaop xnesAnou sas ia au
-uaauejjai;para aauiAOjj t\ ap anbiqniosiedids-oajcd
UB,-]„ ' I S O I Z B J Q J
-uejiuiXeA" cp.BuopMGg) 9 9 5 ] 'BuopaiBa 'sjissdiu
sp oisodtuij z^q eauAy '(1961 ' H A
A\afj) uv
a]íp¡pzg '(896T ''P i0
'ppjuasgy aaapuy SA Oípri fjaiaj '(£961 'sapSuy so-n-Aapipag)
vauofynr) luajspg pur> upDA3\¡ ¡o jjy ípoy Juoisrip.íj 'jjoquinEg y H ->(Biuuri|nq Ep e5>teuA'E>| Jiq uiSuaz apiasa nq '(1961 '
s u e
razian J ~H tjipei
a A
d ) »nba{i]\oí\oá ajjsadiu uo,}
-roi/iuSw rrj 'jBzeX luXe :(f3t;6i 'quoMspuouuBi-]) SSUJAIUSUJ pun sSuijuny
UOIJ
XIIMST/T 'SUIUIE-J
y
' ( £ 9 6 1 'suEd) |Piiwpp» ?JD,¡ ap 3JFOISIM?J(J 'UEqjnofj-ioia-i y (096T 'Eipucq '-AaS Suj) j_iy :
Jiipi/oamiy
'eipuo-]) ¿Sy n¡
'ISCMZBI^ O]OB¿
ÍIJI
ti; uv ' ! P 9 ue
3 A
H
JaSupe^ ('.(z >6\ c
'aBuüiiuojAi) pjjauníí iJO,p sapais s¡im a.iinng '|maig pj :uiqauiiaq uapasa n£ iipEiíjEiuuni -nq
EÍÍJEUA'E^
i i q i\]iÁes uneq auuazn
UBUBS
ua[iutsaj B.ie§Eiu aAJE[EiE§eiu isaauoqueL *£ §
Z6Z-0LZ '« '6561 't>8 ' 3 & | o u m J i p z ./la^gA. saqasiiBis 3
-Bjnapiou iap [EmupSef un uaqaoubpsix aiQ„ :JoXipa >IFU iXsuj|ip3 zgs ezuAv ap isauaapsui un,uoS]nEd \ (Z0¿~ÍL9
s
'I¿6T 'uaaaaqaQ 'ppunfj opg lusjouoif ui DDfísuompj
id v?n\dvj$ou
-i(J3 o?pnJS) _suaqjajqj3zuaqDoif» sap joqja^ uinz uaSunqDSioj aiana^j,, 'ipua|uinzg5 UEp -uijEJEi jaSuiuuai-i qdasof BpuiSiíi uuB[UEAj(Eq ¡pAa
J E J E I I U I I Í E I B UOS
'isEiuLiEpjEseX
UIUISEIU|UI>I
uiuuaj>jiiua>(
uiuue[UEi\jÍBH Ay pA g f f 's '(8961 'ii¡seq j ) auismmump T[ '3pei)g
EXBA
zirq 'Epunsnuo>| uEpueui i§a33|iqe§op uapiuaX uapiiua[H]uia;i uiueAXeq 'nSzg eiE|DAy ZLl-ZÍZ
" '6S6I '01 'itmpro s
- D J ^'SBdojng i p z u p i s uajai|B iap ui snmsiuEmeqa; pun [[aiuouiajazuaiBg„ 'ipuapam uep -uijcjei
UEM
iiBjj ia¡r¡|5i¡! i^epuiSEiE
U I Z I U E U I B J a|i
n
iu3Jpi
IAE„
EpuijEi >{Ui[oa]Ed Bdnwy
"£0Z-68I 'S '(ZS6I '«UEAIA) aujuidj pun anj¡n>f ..'uaiieiio n nuiy iap saisajuaicg sap aiaiqojj uinz~ 'JiiSiuisiuiDsoS ua||an¡u ^ I M E | 5 aapuexa|y '(£0T"¿6 •s '8£6í *J!>WDH5) «uijeipcs j n e nuiy uap p q pun uinijii|]i|oe[Bdi]y IUI uajeg I U E inqJsuqB^ iaqaipsunx,, -(fr9'¿t-
s
'££61 i'JiS'i'|o«¡03¡iij) „Suniqana{ag jaqasuoisiqEjd pun iaipsiSoiou i
-qia ui ijnijuajcg jaQ„ zi¡q Ijníiune efxuo ^npnso^ ^ifojoma 5uiS[i iE^uq siaddo^ - ¡ ^ (IIZ-6K
s
'8961 'uuog iaq unsnSny is 'votdo.njtuy) ^uaqssuaH
u3q3s!qH|gv'ied iap lajdo aiQ„ ' I S S U U B ^ sauueqof zi]q uPi mnuns p i t ó s p aiq
ÍLUSQ
pA 1C S '3JJ01SJl(3J(J Ií| ap ' p a ^ í n
SÍÍ)
iJipei^euiíGiXed uajíruoS IUXB Ep ucqjnoQ-iwaT (5-8 's 'l£6T "8t
'SEW^UWJ
^Tiliuoisiiiajjf 3p¡x>s »/ 3p Jiíia¡pia) „¿suno_| ap snna aaAE sauuaiqDpine sanojfj,, ^(-Ol'ÍST
5
'££6T '¿5 *«ot)B|«tu?,p suuaissojn/'3)?TO$ u¡ sp s?¡5y) _¿sauaaAK) sap sinoj ?«Eqo sji-iuo sanb -iqnjoaiEci sai,, '(80£ KI£ "S 'l£6T '£5 'aiSiijodojijjuyx) ^sanbiqii|oa|E,j sa| ia ssuiaAEa S3p _
sJno,i„ sui| !ipE¡isJe>[ E|Xní]STiíi luiuiidE]
LÍE 3A
iui§ipi3A uiuuapuinn
CiI-051
s
'5961 T 'soiawai
ISBIEJEIJ
Xqo^ g ¿ uaqaspuJBq
-ns n uaqasuiíie laq sppEqasuaiEq sap Sunqsqjg 3¡pniu 3IQ„ 'uos|nE(j ] z^q EauXy (88Í 1- miavi íi;najNnína
nAíivn^NVNrffiNiQ
BAŞLANGIÇTA
tarafından incelendi: "Interpretation altsteinzeitlicher Kunstwerke durch völkerkundliche Parallelen," Anthmpos, 50, 1955, s. 513-545. G. Charriere konunun marksist bir yorumunu sundu: Les s/gw/iciirions des représentations erotiques dans les arts sauvages et préhistoriques (Paris, 1970). Leroi-Gourhan, üslup ve zamandizin açısından, paleoliıık çağ sanatını bes. evreye ayınr: 1) Gelişkin Moustıer kültürü (y. MO 50.000): Burada, "üzerlerine düzenli aralıklarla çentik ler açılmış taş levhalar" ve kemikler bulunur, ama henüz figüratif eserler yoktur; 2) İlkel d ö nem (Aurignac çağı, y. MÖ 30,000): Kireç taşından levhalar üzerine oyulmuş ya da boyan mış figürler, "genellikle ne olduklan anlaşılamayan hayvan başı ve on ayak tasvirleriyle üreme organı tasvirlerinin birbirine kanştıgı çok soyut ve çok acemice resimler" bulunur ve daha geç bir tarihte (y, MO 25.000-20,000) buna çok yakın bir üsluplaştırma içinde insan figür leri görülür: "Bedenin merkezi bolümü basa ve ellerle ayaklara göre orantısız bir biçimde bü yüktür, bu da paleolıtik çag kadıniannın kalçalarının çok büyük olduğu düşüncesine yol açmıştır;" 3) Arkaik dönem (Geç Solut ré kültürü, y. MO 30.000-25.000): Birçok binnci sı nıf sit alanını içermektedir (Lascaux; La Pasiega). "Bu donemde teknik ustalık tamamlanmış tır ve resimlerin, yontulann veya oymaların gerçekleştirilme kalitesi olağanüstüdür;" 4) Kla sik dönem (Madeleine kültürü, y. MO 15.000-11.000): Bu dönemde bezenmiş mağaralar azami coğrafi yayılıma ulaşır; biçimlerdeki gerçekçilik çok ilen bir noktaya varmıştır; 5) Geç dönem (geç Madeleine kültürü, y, MÖ 10,000): Artık mağaralar bezenme me kte dir, sanat esas olarak eşyaların üzerine taşınmıştır. "Figurier eski üslupların son izlerini de yitirmiş, hay vanlar biçim ve hareketlerde ki doğruluğun çarpıcı boyutlara ulaştığı bir gerçekçiliğin parçası olmuşlardır. Eşya sanatı İngiltere, Belçika ve isviçre'ye kadar çıkar. MÔ 9 000'e doğru görü len ani bir gerileme Yukan paleolitik çağın sonuna işaret eder, son Madeleine döneminin az sayıdaki tanığı beceriksizlik ve şematizm içinde çözülüp kaybolur" {Les religions de la ptéhistoıre, s. 87-88). Simposio de arte rupestre içinde Henn Lhote'un, Leroi-Gourhan ve Laming'in yöntemle rini eleştirdiği iki makalesi yer almaktadır: "La plaquette dite de 'La Femme au Renne,' de Laugene-Basse et son interprétation zoologique" (s, 79-97); "Le bison gravé de Ségriés, Moustiers-Ste-Marie" (s. 99-108). Leroi-Gourhan'ın yorumunun eleştirel bir tartışması için bkz. Ucko ve Rosenfeld, PalaeoUthk Cave Art, s. 195-221. Tarihöncesi sanatın sımgeselligi ve uslupçu ifadeleri konusunda fikir verici gözlemler için şu incelemelere bakmakta yarar var: Herbert Kuhn, "Das Symbol in der Vorzeit Europas," Symbolen, 2, 1961, s. 160-184 ve Walther Matthes, "Die Darstellung von Tier u. Mensch in der Plastik des alteren Palaolith i kum," Symbolou, 4, 1964, s. 244-276. H. Bégouen, N . Gaste rei ve J. Charet'nin Montespan ve Tue d'Aubert magaralan hakkındaki yayınlan Ucko ve Rosenfeld tarafından tartışılmıştır, a.g.y., s. 188-198,177-178. Lourdes'daki oyma kaymaktaşı levhanın roprodüksiyonu için: Maringer, The Gods oj the Prehistorie Man, şekil 27. La Vache mağarasında (Arıege) topraktan çıkarılan bir kemik üzeri ne oyulmuş sahnenin bir erginlenme töreninin tasviri olarak yorumlanması önerilmiştir: bkz. Louis-René Nougier ve Romain Robert, "Scène d'initiation de la grotte de la Vache a Alliât (Ariege)," Bull, de la Soc. de l'Ariégc, c. XX111, 1968, s. 13-98. Resmin açık bir röproduksiyonu 45
|i|NS!-|. İNANCI Ali Vh H U Ş U N U : ! . L R Ï A l î I l i l - I
ıtıın bkz. Alexander Marshak, The Roots of Civilization (New York, 1972), s. 275, sekil 154. Horst Kirchner, Lascaux'daki meşhur mağara resminin "samancı!" bir yorumunu önerdi "Ein archäologischer Beitrag zur Urgeschichte des Schamanis m us." Aııiltropos. 47, 1952, s. 244-286. Bu yorum Karl Narr tarafından da kabul edildi: "Barenzeremonıell und Schama¬ nismus in der alteren Steinzeit Europas" (Soeculiim, 10, 1959, s 233-272), özellikle s. 271. Aynca bkz. Fliade, Le Clin m anısın e (2. baskı, 1968), s. 390 vd; A. Marshak, The Roots of Civili zation, s. 277 vd J. Makkay da Uç Kardeş magarasıııdaki "Büyük Büyııcu"yu aynı yönde yorumladı; krş. "Arı Import anı Proof to the Prehistory of Shamanism," Alba Regia, 2/3
(Székesfehérvar
1963). s, 5-10. Aynca bkz. C. Burgstaller, "Seh aman ist ische Motive unter den Felsbıldern in den österre ichischen Al pen la nde m," Forschungen u. Fortschritte, 41, 1967, s. 105-110, 144-158; H. Mıyakawa ve A Kollantz, "Zur Ur- und Vorgeschichte des Schamanismus," Zeitschrift fur Ethnulogie, 91, 1960, s. 161-193 (Japon belgeleri için yararlı bir eser) § 6. Kadın heykelcikleri hakkında, bkz. E. Saccasyn-Della Santa'nın derlediği belgeler: Les fi gures humaines du paléolithique supérieur eurasiatique (Anvers, 1947); bunların Karl J. Narr'm kaynakçasında kaydedilmiş son huluslarla tamamlanması gerekmektedir: Antatos. c. II, no. 2 [1960], s. 155, dipnot 2 Yorum için, krş. F. Hanöar, "Zum Problem der Venusstaıuetten ım eurasichen Junfpalaoiıthikum" (Pı-flliisiorijthf Zeitschrift, e. 30/31. 1939/40, s. 85-156); Karl J. Narr, "Weibliche Symbol-Plastik der alteren Steinzeit" (Auioios, II, 1960, s. 131-1^7), Karl Jettmar - 1 . Paulson, A. Hultkrantz, K. Jettmar, Les Religions arctiques et finnoises içinde (Fr. çev. 1965)- s. 292 (Gerasımov'un Mal'ta'dakı -Sibirya- kazılarını özetliyor). Aynca bkz. |. Marıııger, Vie Gods of Prehistoric Man, s. 153 vd; A [.eroı-Gourhan, Les ıclıgıons Je Ja préhistoire, s. 87 vd. 13u kiıçıık heykeller sanalının (Narr'm ifadesiyle "Kleınplastik") Doğu Akdeniz'den gelen etkilerin sonucu olduğu talimin edilmektedir; Fraıısız-Caııtabrta bölge sinde daha çok doğacı bir üslup hâkimdir, Dogu ve Kuzeydogu'da ise geometrik şemaıızm kendim kabul ettirmiştir. Ama şimdilerde Sibirya'nın geç paleolıtık çağının Moğolistan ve Güneydoğu Asya kültürleri tarafından etkilendiği kabul edilmektedir; krş Jettmar, Les reli gions indiques et finnoises, s. 292. Leroi-Gourhan'ın yorumu Ucko ve Rosenleld, Palaeolithic Cave Art. s. 195 vd ve Henn Lhote, " l u plaquette dite de 'La Femme au Renne'." ,Smtj>osio de une rııpesfrc içinde, s. 8097'de eleştınldi (krş. aynı eser. s. 98-108. Mamııg'm bir eleştirisi). "X ışınlı" adı verilen üslup ve bunun Şamanızmle ılişkılen hakkında, bkz. Andreas Lommel, 5h uni tını s m." 7'he Beginnings of Art (New York-Toronto, tarihsiz), s. 129 vd. Bu kitap. Gü leni Andıropology, I I , i 970. s. 39-48'de birçok yazar taralından tartışıldı. § 7. Alexander Marshak keşfini ilk kez "Lunar Notation on Upper Paleolithic Rem.ur.s"de (Scientia. 1964, 146, s 743-745) sundu. Bu kısa makaleyi bir dizi d.ılıa gelişkin katkı izledi "New Techniques in the Analysis and Interpretation of Mesoliıhıc Notations jr..; >•",!,bok 46
iWSlANt.ICTA
Art" {Actes du symposium international, cd Emmanuel Atım, Valcanıonıca, 1970, i . 479-4941; Notations dans les gravures du paléolithique supérieur- Nouvelles meiluides d'analvse [Bordeaux, Institut de préhistoire de l'Université de Bordeaux, Memoire no. 8, 1970): "Le bâton de commandement de Moutgandier (Charente). Réexamen au microscope et interprétât ion nouvelle" (l'Anthropologie, 74, 1970, s. 321 -352); "Cogiuuve aspects of Upper Paleolithic Engravmg" (CA, 13, 1972, s. 445-477); "Upper Paleoltihic Notation and Symbol" (ScitritM, 1972, 178, s. 817-828). Bu araştırmaların sonuçlarım su kitapla çözümledi: The Roots ol Gvıhzatıon: The Cognitive Beginnmgs of Mans lirst Art, Symbol and Noialion (New York. 1972); krş. bizim değerlendirme yazımız, "On Prchıstonc Religions," HR, 14. 1974, s. 140-147, özellikle 140-143. "The Meander as a System: The Analysis and Récognition of Iconographie Units in Up per Paleolithic Compositions" başlıklı niceleme, Ausirahan Institute of Abronginal Studıcs'in Mayıs 1974'ıe Canberra'ila yapılan kollokyumuna sunuldu. Yazar bu önemli katkının el ya zısı metnini bize sunmak inceliğini gösterdi. Halka biçimindeki danslara ilişkin karşılaştırmalı hır inceleme ıçııı, bkz. Evci Gasparini. "La danza cireolare deglı Slavi" {Rıcerche Slavıstichc, I , 1952. s. 67-92); aynı yazar, il Matıiarcaıo Slavo. Antropıtügia Culturale dcı l'rotoslavı (Floransa, 1973), s. 665 vd. Krş bizini değer lendirme yazımız. HR, 14, 1974. s 74-78 Amadu Hampate Bâ'nın (kendisi de eıgmleneillerdendi) Pol çobanlarının aktardığı gizli miti Germaine Dielerlen tarafından yayımlandı: Koumen (Cahiers de l'llomme, Paris, 1961); Henri Lhote hu mit sayesinde 1 loggar ve Tassıli'deki bazı mağara resimlerini yorumlayabıldi; krş. "Données récentes sur les gravures et les peintures rupestres du Sahara" (Simposio de Ane Rupestre, s. 27.3-290), s 282 vd. H. von Sicard Afrika tanrısı Luwe'mn, MO 8.000'den once Avrupa-Afnkalı avcılann bir Yuce Tanrı'ya olan inancını hâlâ yansıttığı kanısındadır; krş. "Lliwe und verwandte mystische Gestalten." Amhropos, 63/64, 1968/69, s. 665-737, özellikle s. 720 vd. "Kozmogoni dalışı" mitleri Doğu Avrupa'da, Orta ve Kuzey Asya'da, yevlı (Änler öncesi) Hindistan'da, Endonezya'da ve Kuzey Amerika'da bulgu lanmıştır; krş. Eliade. De Zalıncm a Gcngis-Kkan (Paris. 1970), bol. III: "Le Diable et le bon Dieu" (s. 81-130). W. Gaerie'nin. "Kosmische Vorstellungen im Bilde prahistonscher Zeit: Erdberg, Him melsberg, Lrdnabel und Wcltströine" (Anthiopos, 9, 1914, s. 956-979) ince lemesı artık eski miştir, ama tkonografık belgelen açısından hâlâ yararlıdır. Benjamin Ray. Dinka'kırda vc Dogon'larda sozur. huyusel-dinscl güetınu parlak bir bi çimde çözümlermstii' "Peri onu at iv t Utterances ın Ainean Rituals," HR, 13, 1973, s. 16-35. ("Perlormaııve Uıterances" deyimi İngiliz filozof 1. L. Austin'e aittir).
I I . BÖLÜM
E N UZUN DEVRİM: TARIMIN KEŞFİ -MEZOLİTIK V E NEOLİTİK ÇAĞLAR-
8. Kayıp C e n n e t — M Ö 8000'e d o ğ r u buzul çağının sona ermesi Avrupa'nın A l p ler'in kuzeyinde kalan kesiminin i k l i m i n i , manzarasını, dolayısıyla flora ve fa unasını k ö k t e n değiştirdi. Buzulların geri çekilmesi, faunanın kuzeye d o ğ r u göç etmesine yol açtı. Kuzey kutbuna yakın bölgelerdeki b o z k ı r l a r ı n yerini yavaş ya vaş ormanlar aldı. Avcılar avı, özellikle de rengeyiği sürülerini izlediler, ama fa u n a n ı n azalması onları göl kıyılarına ve sahillere yerleşmeye ve balıkçılıkla ge ç i n m e y e zorladı. Sonraki binyıllar boyunca gelişen yeni k ü l t ü r l e r mezolitik teri miyle ifade edildi. Bu k ü l t ü r l e r i n , Batı Avrupa'da üst paleolitik çağın g ö r k e m l i yaratımlarına göre daha yoksul o l d u ğ u açıktı. Buna karşılık G ü n e y b a t ı Asya'da, özellikle de Filistin'de mezolitik çag bir eksen o l u ş t u r d u : İlk hayvanlar bu d ö nemde evcil leşti r i i d i ve t a r ı m başladı. A v r u p a ' n ı n kuzeyinde rengeyiği s ü r ü l e r i n i izleyen avcıların dinsel uygulama ları i y i bilinmiyor. A. Rust, Hamburg y a k ı n ı n d a k i Stellmoor g ö l c ü ğ ü n ü n balçık ları i ç i n d e o n i k i rengeyiginin kalıntılarını b ü t ü n halinde b u l d u ; hayvanlar g ö ğ ü s kafeslerinde veya k a r ı n l a r ı n d a taşlarla suya batırılmıştı. Rust ve diğer yazarlar b u olguyu bir tanrıya, b ü y ü k olasılıkla Yabanıl Hayvanların Efendisi'ne sunulan i l k av kurbanlan olarak y o r u m l a d ı l a r . Ama H . Pohlhausen, Eskimolann et stoklarını göl ve nehirlerin buzlu sularında sakladıklarını hatırlattı.' Bununla birlikte, Pohlhausen'in de kabul ettiği gibi, b u ampirik açıklama bazı stokların gerisindeki d i n sel niyet olasılığını da d ı ş l a m ı y o r d u . Gerçekten suya b a t ı r a r a k kurban etmenin varlığı Kuzey Avrupa'dan Hindistan'a kadar çok geniş bir ölçekte ve farklı d ö nemlerde k a n ı t l a n m ı ş t ı r .
:
Mezolitik avcılar Stellmoor g ö l c ü ğ ü n ü b ü y ü k olasılıkla "kutsal m e k â n " olarak g ö r ü y o r l a r d ı . Rust, balçıkların içinde çeşitli nesneler buldu; Tahta oklar, kemik
2
A. Rust, Die a l l - und mittelsteinzeitlichen Funde von Stellmoor; H. Müller-Karpe. Htindifurfi der Vorgeschichte, c. 1, s. 224 vd; H. Pohlhausen, "Zum Motiv der Rentierversenkung," s 988-989; J. Maringer, "Die Opfer der palaol i tischen Menschen," s. 266 vd. Krs. A. Closs, "Das Versenkungsopfer," birçok yerde. 48
EN U7.UN DEVRİM. TAKIMIN KI'SPI
aletler, rengeyiği boynuzundan yapılmış baltalar. Batı A v r u p a ' n ı n bazı göl ve göl c ü k l e r i n d e bulunan t u n ç çağı ve demir çağı nesneleri gibi, bunlar da herhalde s u n g u l a r d ı . K u ş k u s u z i k i grup nesne arasına beş binyıldan uzun bir süre g i r m i ş tir, ama b u dinsel u y g u l a m a n ı n sürekliliğinden k u ş k u dıvyulamaz. Saint-Sauveur adı verilen su p ı n a r ı n d a ( C o m p i è g n e O r m a n ı ) neolitik çağa ait ç a k m a k t a ş l a n (bi linçli olarak k ı r ı l m ı ş l a r d ı , b u da o n l a r ı n ex-voto {adak} o l d u ğ u n u n işaretiydi), Galyalılar ve Galya-Romahl ar çağına ve ortaçağdan g ü n ü m ü z e dek uzanan döne me ait nesneler b u l u n d u . Bu ö r n e k t e , Roma İ m p a r a t o r l u g u ' n u n kültürel etkisine 3
ve özellikle de kilisenin sürekli yinelenen yasaklamalarına r a ğ m e n , bu uygulama nın s ü r d ü ğ ü n ü göz ö n ü n d e tutmak gerekir. Bu ö r n e k başlı başına ilgi çekicidir; ama bunun yanı sıra paradigmatik bir değeri de vardır: "Kutsal m e k â n l a f ' ı n ve bazı dinsel u y g u l a m a l a r ı n sürekliliğini m ü k e m m e l bir b i ç i m d e y a n s ı t m a k t a d ı r . Rus t, yine Stellmoor'un mezolitik k a t m a n ı n d a , tepesine bir rengeyiği kafatası y e r l e ş t i r i l m i ş ç a m ağacından bir direk b u l d u . Maringer'a gore b u dinsel amaçlı direk muhtemelen ritüel yemeklerine işaret etmektedir; rengeyiklerinin etleri ye niyor ve kafaları tanrısal bir varlığa
sunuluyordu. Rust, Ahrensburg-HOpfen
bach 'm \>a kının da, M Ö 10.000'e tarihlendirilen bir mezolitik yerleşimde, b i r göl c ü ğ ü n dibinden 3,5 metre u z u n l u ğ u n d a , kabaca y o n t u l m u ş bir söğüt gövdesi çı kardı: Bu yontuda bir kafa, uzun bir boyun ve keşfi yapan yazara gore temsil eden uzun yarıklar ayırt edilebiliyordu.
kolları
Bu "put" gölcüğe d i k i l m i ş t i , ama
çevresinde ne bir kemik yığını ne de herhangi bir nesne bulunabildi.
Anlaşılan,
yapısını belirlemenin olanaksızlığına k a r ş ı n , d o ğ a ü s t ü bir varlığın tasviri söz ko nusuydu.
4
Rengeyiği avcılarına ilişkin bu belgelerin yetersizliğiyle
karşılaştırıldığında,
İspanyol Levant ı'nın* mağara resmi sanatı d i n tarihçisine hatırı sayılır bir malze me s u n m a k t a d ı r . Üst paleolitik çağın doğacı mağara resimleri "İspanyol Levantı'nda" katı ve biçimci geometrik bir sanata d ö n ü ş ü r . Sierra M o r e n a ' n ı n kayalık d u v a r l a r ı birkaç çizgiye i n d i r g e n m i ş insan ve vahşi hayvan suretindeki
figurler
(özellikle de geyikler ve dag keçileri) ve farklı işaretlerle (dalgalı şeritler, daire-
3
M. Eliade, Dinler Tarifime Giriş, çev. Lale Arslan, Kabala, 2003, s. 206).
q
A. Rust, Die j'ungpaldol/tiscfıeıı Zeitanlangen von Ahrensburg, s. 141 vd: J. Mannger, "Die Op fer der palaolirischen Menschen," s. 267 vd; H. Muller-Karpe, Handbuch d. Vorgeschichte, c. 11, s. 496-497 (no. 347) bu nesneyi bir "put" olarak kabul etme konusunda tereddüt lüdür.
* İspanyol Levamı veya Levante: Doğu İspanya'da bölge -yn. 49
D İ N S E L İ N A N Ç L A R VI- D U b U N a i l . L K T A K I M I - 1
ler, noktalar, güneşler) kaplıdır. Hugo Obermaier insan b i ç i m i n d e k i
figürlerin.
Azil k ü l t ü r ü n ü n boyalı çakıl taşlarına özgü resimlere yakın o l d u ğ u n u g ö s t e r d i . 5
Bu uygarlık ispanya'dan türediğine göre, kayalık duvarlardaki ve çakıl taşlanırda k i insan tasvirlerinin benzer anlamları olmalıydı. Bunkvr, bir yazının u n s u r l a r ı veya b ü y ü l ü işaretler sayılan fallus simgeleri diye açıklandı. Avustralya t/urung a l a r ı y l a karşılaştırma ise daha ikna edici g ö z ü k m e k t e d i r . Genellikle taştan yapı lan ve çeşitli geometrik desenlerle süslenen b u rıtuel nesnelerinin, ataların m i s t i k bedenini temsil ettiği bilinmektedir, Tjuntngıı'lar mağaralarda saklanır veya bazı kutsal yerlere g ö m ü l ü r ve genç erkeklere ancak erginlenmeleri sona erince veri lir. Arandalar arasında baba oğluna ş u sözlerle seslenir: "işte kendi bedenin; sen yeni bir d o ğ u m l a ondan çıktın," veya "Bu senin kendi bedenin. Sen bir önceki ha yatında uzak ülkelere yolculuk ederken işte b u ataydın. Sonra dinlenmek için kut sal mağaraya i n d i n . "
0
Mas d'Azil'in resimli çakıl taşları, fjuı unga'larınkine benzer bir işleve sahipse, k i bu olasıdır, b u n l a r ı yapanların Avustralyalılarla benzer d ü ş ü n c e l e r i paylaşıp paylaşmadıklarını bilmeye olanak yoktur. Ama Azil çakıl taşlarının dinsel bir an lamları o l d u ğ u n d a n k u ş k u duyulamaz. İsviçre'deki Birsek m a ğ a r a s ı n d a neredeyse hepsi p a r ç a l a n m ı ş 133 boyalı çakıl taşı b u l u n m u ş t u r . Bunları d ü ş m a n l a r ı n veya mağarayı sonradan işgal edenlerin kırdıkları varsayımı akla yakın g ö r ü n m e k t e dir. Her i k i durumda da b u nesnelerde mevcut buyüsel-dinsel g ü c ü n yok edilme sine çalışılmıştı. Herhalde İspanyol Levantı'nın mağaraları ve duvar r e s i m l e r ı y l e s ü s l e n m i ş yerleri, kutsal m e k â n l a r d ı , insan tasvirlerine eşlik eden güneşlere ve diğer geometrik işaretlere gelince, o n l a r ı n anlamı gizemini k o r u m a k t a d ı r . ' Tarih önce sinde ki atalar i n a n c ı n ı n k ö k e n i n i ve gelişimini saptayabilecek hiçbir olanağa sahip değiliz. Etnografik k o ş u t l a r ı n d a n yola çıkarak fikir y ü r ü t ü l d ü ğ ü n de, bu dinsel b ü t ü n ü n d o ğ a ü s t ü varlıklara veya Yabanıl Hayvanlann
Efendisine
inanmakla bir arada var olmaya uygun o l d u ğ u sonucuna varılabilir. Mitsel atalar
5
6
Fransız Pireneleri'nde bir mağara olan Mas d'Azil yerleşiminden hareketle bu ismin veril diği ava ve balıkçı uygarlığı. M. Eliade, Religions australiennes (1972), s. 100 vd. Avustralyalılann inançlarına gore, atanın "mistik bedeninde" (ijuranga) ve ruhunun göç ettiği adamda aynı anda var olduğu görülmektedir. Ayrıca toprak altında ve "çocuk ruh" biçiminde de var olduğunu eklemek gerekir (a.g.y., s. 60).
7
Hem Avustralyalıların, hem de birçok Güney Amerika kabilesinin, mitsel atalannın yıldız lara dönüştüğüne veya güneşte ve yıldızlarda oturmak üzere gokyuzune çıktığına ınandıklannı hatırlatalım. 50
[•N UZUN DrVRtM' TARIMIN KtiM'I
d ü ş ü n c e s i n i n paleoliuk insanların dinsel sistemi içinde yer a l m a m a s ı için bir ne den yoktur: Avcı toplumlara ozgu köken mitolojileriyle - d ü n y a n ı n , avın, insa nın, ö l ü m ü n k ö k e n i - u y u m içindedir. Ayrıca b ü t ü n yerküreye yayılmış ve mito lojik açıdan bereketli bir dinsel düşünce söz konusudur, ç ü n k ü en k a r m a ş ı k l a r ı da dahil olmak üzere (Hinâyânâ Budizmi hariç) b ü t ü n dinlerde s ü r m ü ş t ü r . Arkaik bir dinsel d ü ş ü n c e bazı d ö n e m l e r d e ve belli özel koşulların etkisiyle beklenmedik bir b i ç i m d e serpilip gelişebilir. Mitsel ata d ü ş ü n c e s i n i n ve atalar t a p ı m ı n m Avru pa'da mezolitik çağa egemen o l d u ğ u d o ğ r u y s a , Maringer'in d ü ş ü n d ü ğ ü g i b i ,
s
bu
dinsel y a p ı n ı n ö n e m i , uzak ataların bir tür "avcılar cenneti"nde yaşadıkları buzul çağının amsıyla açıklanabilir. Gerçekten de Avustralyalılar m i t o l o j i k atalarının altın çağda, avın çok bol o l d u ğ u , i y i ve k ö t ü k a v r a m l a r ı n ı n b i l i n m e d i ğ i bir yer yüzü cennetinde yaşadıklarını düşünürler,*
1
Avustralyalıların bazı bayramlarda,
kanunlar ve yasaklar askıya alındığında yeniden o l u ş t u r m a y a çalıştıkları işte bu "cennet gibi" d ü n y a d ı r .
9. Ç a l ı ş m a , Teknoloji ve imgelem D ü n y a l a r ı — D a h a önce de söylediğimiz g i b i , Yakındoğu, özellikle de Filistin'de mezolitik çag, i k i uygarlık t ü r ü arasında, avcı ve toplayıcı uygarlıkla tahıl ekimine dayalı uygarlık a r a s ı n d a b i r geçiş döne m i olma niteliğini korurken, diğer yandan da yaratıcı bir d ö n e m e işaret eder. F i listin'de üst paleolitik avcıların uzun süre mağaralarda yaşadıkları anlaşılmakta dır. Ama açıkça yerleşik bir hayatı seçenler, Natuf
10
k ü l t ü r ü n ü n taşıyıcıları o l
m u ş t u r . Onlar hem mağaralarda hem de açık havadaki yerleşimlerde y a ş ı y o r l a r d ı (içlerinde ocakları da olan, daire biçiminde k u l ü b e l e r d e n o l u ş m u ş bir k ö y ü n orta ya çıkarıldığı Einan'da o l d u ğ u gibi). Natuflular yabani tahılların besin olarak ö n e m i n i keşfetmişlerdi; onları taştan oraklarla biçiyor ve tanelerini bir tokmakla dibekte d ö v ü y o r l a r d ı .
11
Bu tarıma d o ğ r u atılmış b ü y ü k bir a d ı m d ı . Hayvanların
evcilleştirilmesi de mezolitik çağda başladı (yaygınlaşması ancak neolitik ç a g m başına d o ğ r u gerçekleşti): y. M Ö 8000'de Zevi Cemi-Şanidar'da k o y u n , y. M Ö 7000'de Ü r d ü n ' d e , Eriha'da teke ve y. M Ö 6500'de domuz; y, M Ö 7500'de Ingil-
8
A.g.y,,s. 183,
9
Elinde, Religions australiennes, s. 57.
10
Bu mezolitik halkın ilk kez ortaya çıkarıldığı Vadi en-Nattuf,
11
Emmanuel Anati, Palestine Before the Hebrews, s. 49 vd; Müller-Karpe, Handbuch, c. 11, s 245 vd; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, c 1, s 41 vd. 51
WNSfil, İNANÇLUi \T [lUiUKCH.Eli l'AKHll - I
tere'de Stan Carr'da köpek. " Bugdaygil e k i m i n i n başlamasının i l k s o n u ç l a r ı , Na1
tuflularm da ayırt edici özelliklerini o l u ş t u r a n , nüfusun genişlemesi ve ticaretin gelişmesinde kendini gösterdi. Avrupa mezolitiginin desen ve resimlerine özgü geometrik ş e m a t i z m d e n fark lı olarak, Nat utluların sanatı doğacıydı: Hayvan heykelcikleri ve k i m i zaman ero tik pozlarda insan heykelcikleri b u l u n d u . " Faillis b i ç i m i n d e o y u l m u ş birçok d i bek t o k m a ğ ı n ı n cinsel simgeselligi o kadar "açıktır" k i , b u n l a r ı n büyüsel-dinsel a n l a m ı n d a n k u ş k u duyulamaz. Paleolitik Natuf k ü l t ü r ü n d e i k i mezar biçimi b i l i n i y o r d u (a- b ü t ü n bedenin kıvrılmış bir d u r u ş t a toprağa verilmesi; b- kafataslarının g ö m ü l m e s i ) ve bunlar neolitik çağda da devam edecekti. Einan'da g ö m ü l ü bulunan iskeletler h a k k ı n d a ,
14
cenaze töreni sırasında bir insan kurban edildiği varsayıldı; ama bu ritüelin anla m ı bilinmemektedir. Kafatası yığınlarına gelince, Natufta ortaya çıkarılan bu bu luntular Bavyera'daki Offnet'te ve Vvurttenbıırg'daki Hohlenstern
mağarasında
keşfedilen yığınlarla karşılaştırıldı: Bu kafataslarının hepsi (belki de kelle avcıları veya yamyamlar tarafından) katledilmiş bireylere a i t t i .
15
Her i k i durumda da büyüsel-dinsel bir davranışın söz konusu o l d u ğ u söylene bilir, ç ü n k ü kafa (başka bir deyişle beyin) "ruhun" b u l u n d u ğ u yer olarak g ö r ü l ü yordu. Düşler ve esrime veya yarı-esrime deneyimleri sayesinde, m o d e m diller de "ruh," " t i n , " "nefes," "can," "ikiz," vb terimlerle anılan, bedenden bağımsız bir unsurun varlığı anlaşılmıştı. Bu "tinsel" unsur (başka t ü r l ü adlandırılamaz, ç ü n k ü ancak imge, g ö r ü , "hayalet," vb tarzında algılanabiliyordu) b ü t ü n bedende vardı; bir anlamda bedenin "ikizi"ni o l u ş t u r u y o r d u . Ama "ruh" ya da "tin"in bu l u n d u ğ u yer olarak beynin seçilmesi, ö n e m l i sonuçlara yol açtı:"' Bir yandan kur¬ u
Bütün bu tarihler karbon analizleri sonucunda bulunmuştur. Hayvanların evcilleştirilmesi hakkında bkz. Müller-Karpe, a.g.y., c. 11, s. 250 vd. Kısa bir sure önce Yukarı Nil vadisin de, MÖ 13000'e ta dillendirilen ve beslenmesi tahıla dayalı, neolitik öncesine ait bir yer leşim bulundu. Krş. Fred Wendorf, S. Rushdi ve R. Schıld, "Egyptian Prehistory: Some New Concepts" {Science, sayı 169, (1970), s. 1161-1171).
13
Örneğin bkz. Ain Sakhri'de bulunan heykelcik; Anaıi, a.g.y., s. 160. Şimdi bkz. Jacques Cauvin, Religions tıcolithiques, s. 21 vd.
14
Bu mezarlardan biri dünyanın en eski megalit anıtı olarak kabul edilebilir; Anati, a.g.y., s. 172. Einan hakkında, krş Muller-Karpe, 11, s. 349,
n
Anati, a.g.y., s. 175; Maringer, Tfıe Gods of The Prehistoric Men, s. 184 vd. Aynca bkz. Mül ler-Karpe, Hfliuibtıclı, c. 1, s. 239 vd.
16
Ve bu yalnızca tanhöincesinde paylaşılan inançlar açısından geçerli değildir. Yunanlar da ruhun (ve daha sonra Kroton'lu Alkmeon'la birlikte, spermin) kafada olduğuna 52
ÜN U7-UN DI-VRIM. TAKİMİN KLS.H
b a n ı n beynini yiyerek onun "tinsel" unsurunun da ö z ü m s e n d i g i n e i n a n ı l ı y o r d u ; diğer yandan kafatası bir güç kaynağı olarak t a p ı m nesnesine d ö n ü ş m ü ş t ü . Mezolitik t a r ı m ı n dışında başka b u l u ş l a r da yer aldı; b u n l a r ı n en ö n e m l i l e r i ip, ağ, olta iğnesi ve o l d u k ç a uzun yolculuklara dayanabilen teknelerin ü r e t i m i y d i . Daha ö n c e k i diğer buluşlar (taştan aletler, kemik ve geyik boynuzundan işlen m i ş çeşitli nesneler, hayvan derisinden yapılmış giysiler ve çadırlar, vs), neolitik çağda s o n u ç l a n d ı n l a c a k olanlar (öncelikle çömlekçilik) gibi, b ü t ü n bu yenilikler de mitolojilere ve yarı-mitolojik masa 11 aştırmalara yol açtı, k i m i zaman da ritüel davranışların temellerini attı. Bu b u l u ş l a r ı n ampirik değeri ortadadır. Ama o ka dar ö n e ç ı k m a y a n bir diğer olgu, maddenin farklı v a r o l u ş biçimleriyle
kurulan
yakınlığın başlattığı imgelem etkinliğinin ö n e m i d i r . Bir ç a k m a k t a ş m ı işler veya ilkel bir iğneyle çalışırken, hayvan postlarını veya tahta parçalarını birbirine
ek
lerken, bir olta iğnesi veya ok temreni hazırlarken, kilden bir heykelciği yoğururken, imgelem, gerçekliğin farklı düzeyleri arasında beklenmedik benzerlikler ortaya çıkarır; aletler ve nesneler sayısız simgesellik y ü k l e n i r , çalışma dünyası zanaatkarın dikkatine uzun saatler boyunca el koyan k ü ç ü k e v r e n - anlam bakı m ı n d a n zengin, gizemli ve kutsal bir merkez haline gelir. Maddeyle kurulan yakınlık içinde yaratılan ve sürekli zenginleştirilen imge lem d ü n y a s ı , çeşitli tarihöncesi k ü l t ü r l e r i n figüratif veya geometrik y a r a t ı m l a r ı n da yeterince kavranamaz. Ama bu dünyaya kendi hayal g ü c ü m ü z ü n deneyimleriy le erişebiliriz. O uzak d ö n e m l e r d e y a ş a m ı ş insanların v a r o l u ş u n u
"anlamamızı"
asıl sağlayan, imgelem etkinliği d ü z e y i n d e k i b u sürekliliktir. Ama tarihöncesi i n s a n ı n imgelem etkinliği, m o d e m t o p l u m l a r ı n insanından farklı olarak, m i t o l o j i k bir boyuta da sahipti. İleride göreceğimiz dinsel geleneklerde karşımıza çıkacak çok sayıda d o ğ a ü s t ü varlık ve mitolojik olay b ü y ü k olasılıkla taş devrinin "keşif le r i " n i temsil etmektedir,
10. Paleolitik Avcıların M i r a s ı — Mezolitik çağda gerçekleştirilen ilerlemeler paleolitik halkların k ü l t ü r e l birliğine son verip, uygarlıkların başlıca ayırt edici özelliği haline gelecek çeşitlilik ve farklılıkları başlatır. Paleolitik avcı toplumla rın kalıntıları sınır bölgelerine veya zor erişilen yerlere kaymaya başlar: çöl, bü y ü k ormanlar, dağlar. Ama paleolitik t o p l u m l a r ı n bu uzaklaşma ve yalıtılma sü reci, avcıya özgü t a v n n ve tinselliğin yok olması a n l a m ı n a gelmez. G e ç i m kayna
klanıyordu. Krş. Onians, Or/gins of European Thought, s 107-108, 115, 134-136 vb. 53
niNsLU. 1NANC1.AU V I L D U Ş U N C n i:K IARH-11 -1
gı olarnk av, tarımcı toplumlarda da sürer. Tarım ekonomisine etkin bir biçimde katılmayı reddeden belli sayıda avcı koyu savunma işinde kullanılmış
olabilir;
önce yerleşik insanları hırpalayan ve ekili tarlalara zarar veren yabanı hayvanlara karşı s ü r d ü r ü l e n bu savunma, daha sonraları ü r ü n l e r i çalan çetelere y ö n e l m i ş ola bilir, i l k askeri ö r g ü t l e n m e l e r de köyleri koruyan bu a v c ı - m u h a h z g r u p l a r ı n d a n ç ı k m ı ş olabilir. Aşağıda göreceğimiz gibi, savaşçılar, fatihler ve askeri aristokra siler paradigmatik avcı s imgesel ligin i ve ideolojisini s ü r d ü r ü r l e r . Diğer yandan gerek ekicilerin gerekse çobanların kanlı kurbanları son tahlilde avcının avı ö l d ü r m e s i n i n yinelenmesidir. Bir ya da i k i milyon yıl boyunca insa n ı n (en a z ı n d a n erkeğin) varoluş biçimiyle iç içe geçmiş bir tavır kolay kolay yok olmaz. Tarım ekonomisinin zaferinden binlerce yıl sonra, ilkel avcının
\Vdtanscha-
tıung'u* tarihte yeniden hissedilecektir. Gerçekten de Hint-Avrupalıların ve T ü r k Moğolların akın ve fetihleri, en m ü k e m m e l avcı olan yırtıcı etobur simgeleriyle ö r t ü ş ü r , Hint-Avrupa askeri tarikatlarının (Mannerbünde)
üyeleri ve Orta As
ya'nın göçebe süvarileri saldırdıkları yerleşik halklara karşı b o z k ı r ı n e t o b u r l a r ı n ı veya çiftçilerin s ü r ü hayvanlarını avlayan, boğan ve parçalayan yırtıcı etoburlar gibi d a v r a n ı y o r l a r d ı . Çok sayıda Hint-Avrupa ve T ü r k - M o g o l kabilesi avcı hay van isimleri ( i l k sırada kurt) almıştı ve vahşi hayvan suretindeki bir mitsel ata n ı n soyundan geldiklerini kabul e d i y o r l a r d ı . Hint-Avrupaiıların askeri erginlen me törenlerinde rimel olarak kurta d ö n ü ş ü m yer alıyordu: Paradigmatik savaşçı bir yırtıcı etoburun tavrını sahipleniyordu. Diğer yandan yabanıl bir h a y v a n ı n i z i n i n s ü r ü l m e s i ve ö l d ü r ü l m e s i bir topra ğın fethinin (Landnâma)
ve bir devletin k u r u l u ş u n u n mitolojik modeli haline gel
d i . " Asurlular, İranlılar ve T ü r k - M o g o l l a r d a avlanma ve savaş teknikleri riyle
birbi
karıştır ila bilecek kadar b e n z e ş m e k t e d i r . Asurluların ortaya çıkışından mo
dern çağın başlangıcına kadar Avrasya'nın her yerinde av hem en m ü k e m m e l eği t i m i hem de h ü k ü n ı d a r l a n n ve askeri aristokrasilerin gözde sporunu o l u ş t u r u r . Zaten avcının yaşama b i ç i m i n i n yerleşik ekicilerin yaşama biçimi karşısındaki masalsı saygınlığı b i r ç o k ilkel halkta hâlâ s ü r m e k t e d i r ,
18
Hayvan dünyasıyla b i r
* Dünya görüşü - y n . " Afrika'da ve başka yerlerde, erginlenme törenlerinde ve yeni bir şel başa geçtiğinde "av rıtueli" yapılır. 1 9
Karakteristik bir örnek' Kolombiya'da ki Desanalar, besinlerinin %75'im balıkçılıktan ve bahçecilikten sagiasalar da, avcı olduklarını iddia ederler; onların gözünde sürdürülmeye 54
UN U7.UN HfiVRIM. TARIMIN KLSH
t ü r mistik sembiyoz içinde geçirilmiş y ü z binlerce yıl, silinmez izler b ı r a k m ı ş tır. Üstelik "orji" t ü r ü esrime, avı çiğ çiğ yiyen paleohomidiyenlerin dinsel tav rını yeniden güncelleştirme g ü c ü n e sahiptir; bu, Yunanistan'da Dionysos'a tapan lar arasında (bkz. § 124) veya XX. yüzyıl b a ş ı n d a Fas'taki î s â v i y e ' tarikatında g ö rülmüştür.
11. Yenebilir Bitkilerin Evcilleştirilmesi: Köken M i t l e r i — Köylerin keşfinden önce v a r o l d u ğ u 1960'tan beri biliniyor.
Gordon Childe'm
tarımın "neolitik
devrim" adını verdiği olgu, M O 9000-7000 arasında aşamalı olarak gerçekleşti. Kısa bir süre öncesine kadar, d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n ü n aksine buğdaygillerin e k i m i ve hayvanların evcilleştirilmesinin çömlekçilik ü r e t i m i n d e n önce geldiğini de b i l i yoruz. Gerçek anlamıyla t a n n ı , yani tahıl ekimi Güneybatı Asya ve Orta Ameri ka'da gelişti. Y u m r u l a r ı n , köklerin ve köksapların bitkisel ü r e m e s i n e bağlı olan " b i t k i ekimi"nin Amerika'nın ve Güneybatı Asya'nın nemli tropikal
ovalarında
ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bitki e k i m i n i n antik çağı ve tahıl ekimiyle ilişkileri h e n ü z yeterince b i l i n m i yor. Bazı etnologlar b i t k i e k i m i n i n tahıl ekiminden daha eski o l d u ğ u n u kabul et me eğiliminde; diğerleri ise aksine b i t k i ekiminin t a r ı m ı n daha yetersiz bir takli d i n i o l u ş t u r d u ğ u k a n ı s ı n d a . Bu konudaki az sayıda kesin bulgudan b i r i n i G ü n e y Amerika'da yapılan kazılar sağladı. Venezuela'daki Rancho Peîuda ovalarında ve Kolombiya'da k i Momil'de mısır ekimi k a t m a n ı n ı n altında bir manyok' ' ekiminin 1
kalıntıları keşfedildi; demek k i b u b i t k i n i n ekimi daha eskiye aitti- " Kısa bir süre 1
önce b i t k i ekiminin eskiliğinin yeni bir kanıtı Tayland'da g ü n ışığına çıkarıldı: Bir mağarada ("Hayaletler mağarası") yetiştirilmiş
fasulyeler ve tropikal
bitki
kökleri toprağa g ö m ü l m ü ş t ü ; yapılan karbon analizleri b u n l a r ı n y. M O 9.000'e tarihlendirilebilecegini g ö s t e r i y o r d u .
20
değen tek hayat avcılıktır. Sidî Mutıammed b. îsâ (ölm. y. 1524) tarafından kurulmuş bu tarikatın cezbeli ayinleri sırasında müritler çiğ çiğ akrep yutar veya cam yerler ya da vücutlarına şiş batınrlardı. Kimi zaman ise henüz derisi yüzülmemiş koyun veya keçileri çılgınca parçalayıp çiğ çiğ yerlerdi. Ayrıntılı bilgi için bkz. İslam Ansiklopedisi, "îsâviye" maddesi -yn. v
Kalın ve etli kökleri olan tropikal bir bitki -yn.
19
David R. Harris, "Agricultural Systems, Ecosystems and The Ongins of Agnculture," The Domestication and Exploitation o/ Plants and Animals içinde, s. 12.
2 0
William Solhein, "Relics from Two Diggings Indicate Thais Were The First Agrarians," New York Times. 12 Ocak 1970. 55
ÜİNSFI. İNANÇLAR VE [lÛSUNCkLEH TARH [ı - 1
T a r ı m ı n keşfinin uygarlık tarihindeki ö n e m i üzerinde fazla durmaya gerek yok. frisan kendi besininin üreticisi olunca, atalarından kalma d a v r a n ı ş b i ç i m i n i değiştirmesi gerekti. Öncelikle daha paleolitik çağda keşfedilmiş z a m a n ı hesapla ma tekniğini m ü k e m m e l l e ş t i r m e l i y d i . Artık kaba bir ay takviminin
yardımıyla
gelecekteki bazı tarihlerin d o ğ r u l u ğ u n d a n e m i n olmak ona yetmiyordu. Bundan böyle ekici, uygulamaya g e ç m e d e n aylar öncesinden başlayarak tasarılarını geliş tirmek, daha ileri bir tarihte elde edilecek sonuca, yani mahsule ulaşmak için b i r d i z i k a r m a ş ı k etkinliği kesin bir sıraya göre uygulamak z o r u n d a y d ı ; üstelik gele cekteki b u s o n u ç ilk zamanlar hiç de kesin değildi. Ayrıca b i t k i ekimi eskisinden daha farklı yönlendirilen bir i ş b ö l ü m ü n ü gerektirdi, ç ü n k ü geçim araçlarının sağ l a n m a s ı n d a k i başlıca sorumluluk artık kadınlara d ü ş ü y o r d u . T a n ı n ı n insanlığın dinsel tarihi açısından getirdiği s o n u ç l a r da en az b u kadar ö n e m l i y d i . Bitkilerin evcilleştirilmesi eskiden erişilemeyen bir varoîuşsal d u r u m yarattı ve dolayısıyla k i m i değerleri altüst edip, k i m i yeni değerler yaratarak onneolitik insanın manevi d ü n y a s ı n ı kökten değiştirdi. Biraz ileride tahıl e k i m i n i n zaferiyle gelen bu "dinsel devrinTi çözümleyeceğiz. Şimdilik i k i tarım
türünün
k ö k e n i n i açıklayan mitleri hatırlatalım. Yenilebilir bitkilerin ortaya çıkışını ekici lerin nasıl açıkladığını ö ğ r e n i r k e n , aynı zamanda o n l a r ı n tavırlarının dinsel ge rekçelerini de ö ğ r e n m i ş olacağız. Köken mitlerinin ç o ğ u n l u ğ u ya b i t k i ya da tahıl eken ilkel halklardan derlen d i . (.Evrim geçirmiş k ü l t ü r l e r d e b u mitlere az rastlanır veya bunlar k i m i zaman k ö k l ü bir yeniden yoruma uğratılmıştır). Yaygın bir izleğe g ö r e , y u m r u l u bitki ler ve meyvesi yenilebilir ağaçlar (hindistancevizi ağacı, muz ağacı vb) ö l d ü r ü l m ü ş bir t a n r ı d a n d o ğ m u ş l a r d ı . Bu konuda en m e ş h u r ö r n e k Yeni Gine adalanndan Ceram'dan gelmiştir: Yarı-tanrı bir genç kızın, Hainııwele nin p a r ç a l a n m ı ş ve g ö m ü l m ü ş bedeninden o zamana dek bilinmeyen bitkiler, ilk başta da y u m r u l u bitkiler biter. Bu ilk cinayet insanlık d u r u m u n u k ö k t e n değiştirmiş, ç ü n k ü cinsel l i k ve Ölümü getirmiş ve hâla geçerli dinsel ve toplumsal k u r u m l a n o l u ş t u r m u ş tur. Hainuwele'nin ö l d ü r ü l m e s i yalnızca b i r "yaratıcı" ö l ü m değildir, tanrıçanın insanların hayatında ve hatta ö l ü m l e r i n d e sürekli var o l m a s ı n ı
sağlamaktadır.
O n u n bedeninden çıkan bitkilerle beslenmek aslında tanrısallığın özünden beslen mek a n l a m ı n a gelmektedir. Bu k ö k e n m i t i n i n paleolitik ekicilerin dinsel hayatı ve k ü l t ü r ü açısından öne m i ü z e r i n d e fazla durmayacağız. B ü t ü n sorumlu etkinliklerin (erginlenme törenle r i , hayvan veya insan k u r b a n l a r ı , y a m y a m l ı k , cenaze törenleri vb) gerçekte ilk ci-
56
t N UZUN DEVRİM: TARIMIN Kt>H
nayeti anma törenleri olduklarını söylemekle y e t i n e c e ğ i z /
1
T a r ı m c ı n ı n varoluşu
nu sağlayan ve tamamen b a n ş ç ı çalışmasını bir cinayetle birleştirmesi dır; avcı t o p l u m l a r ı n d a kan d ö k m e n i n s o r u m l u l u ğ u ötekinin,
anlamlı
yani bir "yaban-
c ı ' n ı n sırtına y ü k l e n i r . Avcının bu tavrı anlaşılmaktadır: Ö l d ü r ü l e n h a y v a n ı n (da ha d o ğ r u s u "ruhunun") i n t i k a m ı n d a n korkmakta veya Yabanıl Hayvanların Efendisi'nin karşısında kendini aklamaktadır, Paleolitik ekicilere gelince, ilk cinayet m i t i k u ş k u s u z insan k u r b a n ı gibi kanlı ayinleri ve yamyamlığı
doğrulamaktadır,
ama b u n u n ilk dinsel çerçevesini belirlemek g ü ç t ü r . Benzer bir mitolojik izlek, besleyici bitkilerin -gerek y u m r u l u bitkiler gerek se t a h ı l l a r - k ö k e n i n i , bir tanrının ya da m i t o l o j i k bir atanın dışkı ve kirlerine bağlar. Bu besinlerden yararlananlar, onların tiksinti verici kaynağını keşfedince, söz konusu tanrıyı ö l d ü r ü r l e r ; ama onun öğütlerine uyarak bedenini parçalar ve p a r ç a l a n g ö m e r l e r . Yenilebilir bitkiler ve diğer tarım u n s u r l a r ı (tarım aletleri, ipek böcekleri vb) o n u n cesedinden b i t e r . " Bu mitlerin a n l a m ı a ç ı k t ı r Yenilebilir bitkiler, bir ilahın bedeninden türedik lerine göre ( ç ü n k ü dışkılar ve kirler de ilahi öze dahildir) kutsaldır. Beslenen i n san son tahlilde tanrısal bir varlığı yemektedir. Yenilebilir b i t k i , hayvanların ak sine d ü n y a d a "verili" değildir, b u örnekte ilkel bir dramatik olayın, bir cinayetin Ürünüdür. Bu besin teolojilerinin s o n u ç l a r ı n ı ileride göreceğiz. Alman etnolog E. jensen, Hainuvvele m i t i n i n paleolitik çağın y u m r u l u b i t k i ekicilerine özgü o l d u ğ u k a n ı s ı n d a y d ı . Tahıl t a n m ı n ı n kökenine ilişkin mitler ise ezeli hırsızlığı sahneye taşırlar: Tahıllar vardır, ama g ö k t e d i r , tannlar tarafından kıskançlıkla k o r u n m a k t a d ı r ; uygarlık taşıyıcısı bir kahraman g ö k y ü z ü n e ç ı k a r , birkaç t o h u m ele geçirir ve insanları bunlarla ödüllendirir. Jensen b u i k i m i t o l o j i t ü r ü n e , "Hainuvvele" ve "Prometheus" adlarını veriyor ve onları sırasıyla paleoli t i k ekiciler ( b i t k i e k i m i ) uygarlığı ve tam anlamıyla t a r ı m uygarlığıyla (tahıl eki m i ) i lişkilen d i r i y o r d u . " Bu a y n m ı n d o ğ r u l u ğ u n a k u ş k u yoktur. Bununla b i r l i k t e 3
i k i t ü r k ö k e n m i t i a r a s ı n d a k i a y n m jensen'in d ü ş ü n d ü ğ ü kadar katı değildir; çün k ü b i r ç o k mit tahılların ortaya çıkışını ö l d ü r ü l e n bir ilk varlıktan hareketle açık lar. T a r ı m c ı l a n n dinlerinde tahılların k ö k e n i n i n de ilahi o l d u ğ u n u ekleyelim; ta hılların insanlara hediye edilmesi k i m i zaman g ö k y ü z ü (veya hava) tanrısı ile
21
2 1
2 3
Krs. M. Eiiade, Aspects du mythe, s. 132 vd. Bkz. Atsuhiko Yoshida, "Les excrétions de la Déesse et l'origine de l'agriculture." Krs. E. Jensen, Dasrehgiose Wehb/lâ einesfruhen Ktiltur, s. 35 vd; ayni yazar, Mythes et cul tes chez ks peuples primitifs, s. 188 vd. 57
DİNSEL INANCIAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - t
Yeryüzü Ana arasındaki bir kutsal evliliği (hieros gomos) veya cinsel b i r l e ş m e y i , ö l ü m ü ve dirilişi içeren m i t o l o j i k b i r dramla ilişkılendirilir.
12. Kadın ve Bitkiler. Kutsal M e k â n ve D ü n y a n ı n D ü z e n l i Aralıklarla Y e n i l e n m e s i — T a r ı m ı n keşfinin i l k ve belki de en önemli sonucu paleolitik avcıla rın d e ğ e r l e r i n d e bir krize yol açar: Hayvan dünyasıyla dinsel nitelikteki ilişkile r i n yerini, insan ile bitkiler arasındaki mistik d a y a n ı ş m a adı verilebilecek olgu alır. O zamana dek hayatın Özünü ve kutsallığını kemik ve kan temsil ederken, artık b u değerleri sperm ve kan canlandıracaktır, Aynca k a d ı n ve dişiliğin kutsal lığı i l k sıraya geçer. Kadınlar b i t k i l e r i n evcilleştirilmesinde belirleyici bir r o l oynadıkları için, ekili tarlaların sahipleri olurlar ve b u da o n l a r ı n toplumsal ko n u m u n u y ü k s e l t i p , anayer* gibi özgül kurumlar yaratır, yani koca eşinin evinde oturmak zorunda kalır. T o p r a ğ ı n bereketi k a d ı n dogurganlıgıyla
uyumludur; dolayısıyla
mahsulün
b o l l u ğ u n d a n k a d ı n l a r sorumlu olur; ç ü n k ü yaratımın "sırrını" onlar bilmektedir. Burada dinsel b i r sır söz konusudur; çünkü hayatın k ö k e n i n i , besini ve ö l ü m ü y ö n e t m e k t e d i r . Toprak kadınla özdeşleştirilir. Daha ileri tarihlerde, saban keşfe dildikten sonra, t a n m çalışması cinsel birleşmeyle özdeşleşecektir.'' Ama binler 4
ce yıl boyunca Yeryüzü Ana parıenogenez* yoluyla tek başına d o ğ u r u y o r d u . Bu " s ı r n n " anısı Olympos mitolojisinde hfllü y a ş ı y o r d u (Hera tek başına hamile ka lır ve Hephaistos'la Ares'i d o ğ u r u r ) ve y e r y ü z ü insanlarının Topraktan d o ğ u ş u , toprak ü z e r i n d e d o ğ u r m a , yeni d o ğ m u ş b e b e ğ i n toprak üzerine bırakılması
vb
çok sayıda halk i n a n c ı ve mitte bu izler ayırt edilebilmektedir. Topraktan doğan 25
insan ö l d ü ğ ü n d e annesine geri d ö n e r . Veda ozanı "Toprağa, annene d o ğ r u s ü r ü n " diye h a y k ı r ı r .
26
K a d ı n ı n ve a n a n ı n kutsallığı k u ş k u s u z paleolitik çağda da bilinmektedir ( k r ş . § 6), ama t a r ı m ı n keşfi onun g ü c ü n ü hissedilir ölçüde artırır. Cinsel hayatın ve öncelikle de k a d ı n cinselliğinin kutsallığı mucizevi yaratılış bilmecesiyle iç içe
* Anayer (tnatnlocation) Kadının yaşadığı yer. Anayerlilik, kocanın evlendikten sonra kansınm ailesinin yaşadığı yere yerleşmesine dayalı evlilik düzeni -yn. 1,4
Örnekler için bkz. Dinler Tanhme Giriş, § 91 vd.
2 5
Krş. Dinler Tarihine Giriş, § 86 vd; Mythes, rives et mysıeres, s. 218 vd,
2(1
RigVeda, X, 18, 10.
Döllenmeden üreme - y n .
58
EN UZUN DEVRİM TARIMIN KEŞFİ 1
geçer. Partenogenez, hieros gamos ' ve ritüel orji cinselliğin dinsel niteliğini farklı 1
d ü z e y l e r d e ifade ederler. Antropokozmik yapıda k a r m a ş ı k bir simgesellik, kadın ve cinselliği ay d ö n g ü l e r i y l e , toprakla (burada döl yatağıyla
özdeşleştirilmiştir)
ve bitkilerin b ü y ü m e "gizemi" adı verilebilecek olguyla b ü t ü n l e ş t i r i r . Bu gizem, tohumun yeniden d o g m a s ı n ı sağlayabilmek için, onun " ö l ü m " ü n ü gerektirir
ve
bu yeniden d o ğ u ş şaşırtıcı bir çoğalmayla yansıdığı oranda mucizevi bir nitelik kazanır. İnsan v a r o l u ş u n u n bitkisel hayatla özdeşleştirilmesi,
bitkisel
büyüme
dramasmdan alınmış imgeler ve mecazlarla ifade edilir (hayat b i r kır çiçeği g i b i dir vb). Bu imgesellik binlerce yıl boyunca şiiri ve felsefi d ü ş ü n c e l e r i b e s l e m i ş t i r ve çağdaş insan için de hala "gerçek"tir. T a r ı m ı n keşfinin sonucu olan b ü t ü n bu dinsel değerler zaman içinde aşamalı olarak eklemlendi. Ama biz, mezolitik ve neolitik yaratımların özgün niteliğini ö n e ç ı k a r m a k için onları ş i m d i d e n hatırlattık. Bitkisel hayatın "gizenıiyle" uyum lu dinsel düşünceler, mitolojiler ve ritüel senaryolarla s ü r e k l i
karşılaşacağız;
ç ü n k ü dinsel yaratıcılığı u y a n d ı r a n , ampirik tarım g ö r ü n g ü s ü değil, b i t k i l e r i n b ü y ü m e r i t m i içinde t a n ı m l a n a n d o ğ u m . Olum ve yeniden d o ğ u m
gizemidir.
Mahsulü tehlikeye atan krizler (su baskınları, kuraklıklar vb) anlaşılmaları,
ka
bullenil meleri ve d i zginleneb ilmeleri için, m i t o l o j i k dramalar halinde yansıtıla caktır. Bu mitolojiler ve onlara bağlı ritüel senaryolar binlerce yıl boyunca Ya k ı n d o ğ u uygarlıklarına egemen olacaktır. Olen ve dinlen tanrılara ilişkin m i t o l o j i k izlek b u n l a r ı n en önemlileri arasındadır. Bazı durumlarda bu arkaik senaryo lar yeni dinsel yaratımların d o ğ m a s ı n ı sağlayacaktır (örneğin Eleusis, Yunan-Dogu rrrys£erifi'lan; krş, § 96). Tarım kültürleri kozmıh din adı verilebilecek olguyu geliştirir; ç ü n k ü dinsel et k i n l i k merkezi gizemin etrafında yoğunlaşmıştır: d ü n y a n ı n düzenli aralıklarla ye nilenmesi. Tıpkı i n s a n ı n v a r o l u ş u için geçerli o l d u ğ u g i b i . kozmik ritimler
de
bitkisel hayattan alınmış terimlerle ifade edilir. Kozmik kutsallık gizemi Dünya Agacı'nda simgelenir. Evren d ü z e n l i aralıklarla, başka bir deyişle her yıl yenilen mesi gereken bir organizma olarak sunulur. Bazı ayrıcalıklı kişiler bir t ü r meyve veya ağacın y a k ı n ı n d a k i bir kaynak aracılığıyla "mutlak gerçeğe," gençleşmeye, ö l ü m s ü z l ü ğ e erişebilir."' Kozmik Ağacın, d ü n y a n ı n merkezinde b u l u n d u ğ u ve üç kozmik bölgeyi birleştirdiği d ü ş ü n ü l ü r ; ç ü n k ü ağacın kökleri yeraltına uzanmak-
* Kutsal evlilik -çn. 2 7
Krş. Dinler Tarihine Gins, § 99 vd. 59
MINSO. INANCIAR Vt" IINUNClT-t'K fAHtllf • I
ta ve tepesi g ö k y ü z ü n e d e ğ m e k t e di r .
;s
D ü n y a n ı n düzenli aralıklarla yemlenmesi gerektiğine g ö r e , heı Yeni Yvlda, kozmogoni ritüel b i ç i m i n d e yinelenecektir. Bu mitsel-ritüel senaryoya Yakındo ğ u ' d a ve Hint-Iranlılarda r a s t l a n m a k t a d ı r . Ama bir anlamda neolitik çağın dinsel anlayışlarını s ü r d ü r e n ilkel tarım t o p l u m l a r ı n d a da bu senaryoyu buluyoruz. Te mel d ü ş ü n c e - k o z m o g o n i n i n tekranyla d ü n y a n ı n yenilenmesi- k u ş k u s u z daha es k i , t a n m öncesi d ö n e m e aittir. Bu d ü ş ü n c e y i kaçınılmaz çeşitlenmeleriyle birlikte Avustralyalılarda ve birçok Kuzey Amerika kabilesinde buluyoruz. " Paleo-ekici2
ler ve tarımcılarda Yeni Yıla ilişkin mıtsel-ritüel senaryo ölülerin geri d ö n ü ş ü n ü de içerir ve benzer törenler klasik çağ Yunanistan'ında, eski Cermenlerde, Japon ya'da vb yaşar. Özellikle tarım çalışmaları çerçevesinde yaşanan kozmik zaman deneyimi, so nunda dairevi biçimde zaman ve kozmik döngü d ü ş ü n c e s i n e ağırlık kazandırır. D ü n y a ve insan varoluşu bitkisel hayat terimleriyle
değerlendirildiklerine g ö r e , kozmik
d ö n g ü de aynı r i t m i n sonsuz tekrarı olarak algılanır: d o ğ u m , ö l ü m , yeniden do ğ u m . Vedalar sonrası H i n d i s t a n ' ı n d a , b u anlayış birbiriyle uyumlu i k i öğreti ha linde geliştirilecektir: Sonsuza kadar yinelenen d ö n g ü l e r (yuga) öğretisi ve ruh göçü [tenasüh) öğretisi. Diğer yandan d ü n y a n ı n d ö n e m s e l yenilenmesi etrafında e k l e m l e n m i ş k a d i m d ü ş ü n c e l e r Yakındoğu'nun b i r ç o k dinsel sistemi içinde yeni den ele alınacak, yorumlanacak ve bu sistemlerle bütünleştirilecekti, i k i binyıl boyunca Doğuya ve Akdeniz d ü n y a s ı n a egemen olacak kozmolojilerin,
eskatoloji-
lerin* ve Mesihçiliklerin en derin kökleri, neolitiklerin kavramlarına uzanır. Mekâna, - ö n c e l i k l e konuta ve k ö y e - dinsel değerler y ü k l e n m e s i de aynı dere cede Önemliydi. Yerleşik hayat, "dünyayı" göçebe hayatından daha farklı bir b i ç i m d e d ü z e n l e r . Tarımcı için "gerçek d ü n y a " içinde yaşadığı m e k â n d ı r : ev, k ö y , ekili tarlalar, " D ü n y a n ı n Merkezi." rimeller ve dualarla k u t s a n m ı ş m e y d a n d ı r ; ç ü n k ü insanüstü varlıklarla iletişim orada gerçekleştirilir, Yakındoğu'nun neoli t i k l e r i n i n evlerine ve köylerine yükledikleri dinsel anlamlan bilmiyoruz.
2 8
l
Tek
Axis mundı'nin (dünya ekseni) en yaygın ifadesi kozmik ağaçtır; ama kozmik eksen sim geciliği büyük olasılıkla tarım uygarlıklanndan eskidir -veya onlardan bağımsızdır- çün kü Kuzey kutbu bölgelerindeki bazı kültürlerde de buna rastlanır,
" Örnekler için bkz. Eüade, Aspects du mythe, s. 58 vd, Avustralyalılar tam anlamıyla bir kozmogoni bilmezler, ama insanüstü Varlıklar tarafından "dünyanın biçimlendirilmesi" onun "yaratılması"na eşdeğerdir; krş. Religions oustraliennes, s. 55 vd,
* Eskatolojı (cschatoîogy): (Yun. esclıatos "nihai") Zamanın, dünyanın insanın durumuyla ilgili, dolayısıyla kıyamete, öium sonrasına ilişkin tasavvurlar -yn. 60
nihai
I-N UZUN I5F.VKIM. TARIMIN KİİŞİ"!
bildiğimiz ancak belli bir andan iıibaren sunaklar ve tapınaklar inşa etmeye başla dıklarıdır. Fakat Çin'de neolitik evin simgesclligini yeniden k u r m a k m ü m k ü n d ü r ; ç ü n k ü Kuzey .Asya ve Tibet'teki bazı konut türleriyle süreklilik veya benzer lik söz konusudur. Yang-chao neolitik k ü l t ü r ü n d e , dairesel planlı ( ç a p l a n yakla şık 5 metre), d a m l a r ı n direkler üzerine o t u r t u l d u ğ u ve ortalarında ocak g ö r e v i gören merkezi bir delik bulunan küçük yapılar vardı. Belki dama, ocağın hemen ü s t ü n e gelen yere d u m a n ı n çıkması için bir delik de açılmıştı. Bu evin yapısı, sert malzemeden yapılmış o l m a s ı n ı n d ı ş ı n d a , g ü n ü m ü z d e k i Moğol "yurt"uyla ay nıydı.
30
Yurdun ve Kuzey Asya halklarında çadırların taşıdığı kozmolojik simge -
sellik bilinmektedir. G ö k y ü z ü merkezi bir direğe yaslanan ç o k b ü y ü k bir çadır olarak algılanır: Çadır direği veya d u m a n ı n çıkması için açılmış üst delik Dünya nın Direği ile veya " G ö k y ü z ü Deliği"yle. Kutup Yıkhzı'yla ö z d e ş l e ş t i r i l i r . " Bu deliğe " G ö k y ü z ü Penceresi" adı da verilir. Tibetliler evlerinin d a m ı n d a k i deliğe " G ö k y ü z ü ' n u n kısmeti" veya " G ö k y ü z ü Kapısı" derler. Konutun kozmolojik simgeselligi b i r ç o k ilkel toplumda da d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Konut k i m i zaman ç o k açık, k i m i zaman daha ö r t ü k b i ç i m d e , bir imago ınundi ola rak kabul edilir. Bunun ö r n e k l e r i n e b ü t ü n k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e rastlandığına g ö r e , Y a k ı n d o ğ u ' n u n i l k neolitiklerinin - ü s t e l i k mimari kozmolojik simgecilik en zen gin gelişimini b u bölgede yaşayacağına g ö r e - b i r istisna o l u ş t u r d u ğ u n u ileri sür mek için bir neden yok. Konutun i k i cinsiyet arasında paylaştın İmasının da (paleolitik çağda g ö r ü l e n bir âdet, bkz. § 6) muhtemelen kozmolojik bir anlamı v a r d ı . T a r ı m c ı köylerde g ö r ü l e n b ö l ü n m e l e r genellikle hem sınıflandırıcı, hem
ritüel
nitelikli bir d ı k o t o m i y e , g ö k ve yer, erkek ve dişi vb b ö l ü n m e s i n e ; hem de ritüel a ç ı d a n antagonistik gruplara denk düşer. Daha ileride çeşitli fırsatlarla göreceği miz gibi, zıt i k i grup arasındaki ritüel kavgalar, özellikle Y'eni Yıl senaryolarında ö n e m l i bir r o l oynar, ister Mezopotamya'da o l d u ğ u gibi mitsel bir kavganın tek rarı (§ 22), ister yalnızca i k i kozmogonik ilke (kış/yaz; gündüz/gece; ölüm/hayat) arasındaki çatışma söz konusu olsun, derindeki anlam aynıdır: Çatışmalar, yarış malar, kavgalar hayatın yaratıcı güçlerini u y a n d ı r ı r , kışkırtır veya a r t ı r ı r . " Ne1
0
R. Steın, "Architecture et pensée religieuse en Extrême-Orient," s, 168. Bkz. a.y., başka bir Çin neolitik konutunun betimlemesi: Yansı yenn altında kalan, aşağı inen basamakları olan kare veya dikdörtgen yapılar.
11
Krş. Eliade, Le chamanüme, s. 213.
l î
Krş. Eliade, "Remarques sur le dualisme religieux: dyades et polarités," Nostalgie des Origines içinde, s. 249-336, özelikle s. 315 vd. 61
DİNSEL İNANÇLAR VE DÛŞUNCELLR TABİİ II • 1
o l i t i k tarımcılar tarafından geliştirildiği anlaşılan bu biyo-kozmolojik
yaklaşım,
zaman içinde b i r ç o k kez yeniden yorumlanacak, hatta bozulmalara uğrayacaktır. Ö r n e ğ i n bazı dinsel d ü a l i z m türlerinde bu anlayış neredeyse tanınmaz hale gel miştir. T a r ı m ı n keşfinin ortaya çıkardığı b ü t ü n dinsel yaratımları saydığımız
iddi
a s ı n d a değiliz. Neolitik çağın k i m i zaman binlerce yıl sonra serpilip gelişecek ba zı d ü ş ü n c e l e r i n i n ortak kaynağını göstermeyi yeterli bulduk. Tarımsal bir yapıya sahip dinselligin yayılmasının sayısız çeşitlenme ve b u l u ş a karşın, belli bir temel birlik o l u ş m a s ı n a yol açtığını da ekleyelim; b u birlik, Akdeniz, Hindistan ve Çin kadar uzak yerlerdeki köylü t o p l u m l a r ı n ı g ü n ü m ü z d e bile birbirine yaklaştırmak tadır.
13. Y a k ı n d o ğ u ' n u n
Neolitik D i n l e r i —
Neolitik çağdan demir çağma
kadar,
dinsel d ü ş ü n c e l e r ve inançlar tarihinin uygarlık tarihiyle iç içe geçtiği söylenebi lir. Her teknolojik b u l u ş a , her ekonomik ve toplumsal yeniliğe i k i n c i bir dinsel anlam ve değer k a t m a n ı eşlik eder gibidir. Bundan sonraki sayfalarda neolitik ça ğın bazı b u l u ş l a r ı n a d e ğ i n d i ğ i m i z d e , o n l a r ı n dinsel "yankısını" da hesaba katmak gerekecektir. Bununla birlikte açıklamaların b ü t ü n l ü ğ ü n ü zedelememek için, bu y ö n ü her zaman ö n e çıkartmayacağız, Û m e g i n Eriha k ü l t u r ı i n ü n b ü t ü n yönleri, aslında dinsel bir y o r u m u da hak et mektedir. Burası, çömlekçiliği bilmemesine r a ğ m e n , belki de d ü n y a n ı n en eski ş e h r i d i r (y. M Û 6850, 6 7 7 0 ) . " Ama surlar, b ü y ü k kule, geniş kamu yapıları
-
bunlardan en az biri ritüeller için yapılmışa benzemektedir- M e z o p o t a m y a ' n ı n ge lecekteki şehir-devletlerinin habercisi olan toplumsal b ü t ü n l ü ğ ü ve ekonomik ör g ü t l e n m e y i g ö s t e r m e k t e d i r . Garstang ve Kathleen Kenyon, pek sık rastlanmayan bir yapısı olan bazı binalar ortaya çıkardılar ve bunlara "tapınaklar" ve "aile şa pelleri" adlarını verdiler. Dinsel nitelikleri açık olan belgeler a r a s ı n d a k i i k i k a d ı n heykelciği ve hayvanları temsil eden birkaç başka heykel bir bereket tapımına işa ret ediyor. Bazı yazarlar, Garstang'ın 1930'larda b u l d u ğ u ü ç alçı resmin kalıntıla rına özel bir anlam yüklediler: Bu resimlerin sakallı bir erkeği, b i r kadını ve b i r çocuğu tasvir ettiği d ü ş ü n ü l d ü . Gözler deniz kabuklanyla gösterilmişti. Garstang bu kalıntıların bilinen en eski tanrısal üçlü olarak tanımlanabileceği k a n ı s ı n d a y d ı ;
K. M. Kenyon. Archaeology in ıhe Holy Land, s, 39 vd, "Dünyanın ilk şehri" ifadesi Childe ve R. J. Braidwood tarafından eleştirilmişti. Kathleen Kenyon'• gore ilk Natuflular büyük kaynağın yakınında bir tapınak yapmışlar, bu tapınak MÖ 7800'den once yakılmıştı. 62
EN UZUN DEVRİM: TARIMIN KEŞFİ
b ü y ü k olasılıkla daha sonra Yakındoğu'ya egemen olacaklara benzer bir m i t o l o j i söz konusuydu. Ama bu y o r u m hâlâ t a r t ı ş m a l ı d ı r .
M
Ölüler ev tabanlarının altına g ö m ü l m ü ş t ü . Kathleen Kenyon'm t o p r a ğ ı n altın dan çıkarttığı birkaç kafatasında tuhaf bir hazırlık göze ç a r p m a k t a d ı r : " Kafatasla r ı n ı n alt b ö l ü m l e r i a l ç ı d a n kalıba d ö k ü l m ü ş ve gözler deniz kabuklarıyla gösteril miştir; öyle k i b u kafataslan gerçek portrelere benzetilmiştir. Bir kafatası tapımım n söz konusu o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r .
10
Ama bireyin yaşarkenki halinin anısı
nın korunmaya çalışıldığı da söylenebilir. Kazılarda alın kemikleri kırmızıya b o y a n m ı ş ve yüzleri kille yeniden şekillen d i r i l m i ş kafataslarının ortaya çıkarıldığı Tel Ramad'da (Suriye, Sam yeniden kafatası tapımıyla karşılaşıyoruz.
37
yakınında)
Kilden birkaç insan heykelciği de yine
Suriye'den (Tel Ranıad ve Byblos ICebail}), daha kesin bir ifadeyle M Ö 5000'e ait katmanlardan çıkarılmıştır. Byblos'ta bulunan heykelcik çift cinsiye i l i d i r .
1,3
Filis
tin'de bulunan ve y. M Ö 4500'e ait k a d ı n heykelcikleri ise, Ana Tanrıça'yı, ü r k ü t ü c ü ve şeytani bir g ö r ü n ü m d e s u n m a k t a d ı r .
M
Demek k i bereket tapımı ve ölüler tapımı uyumlu g ö z ü k m e k t e d i r .
Nitekim
Eriha'nın çömlekçilik öncesi k ü l t ü r ü n d e n daha eski olan -ve muhtemelen bu kül t ü r ü e t k i l e m i ş - A n a d o l u ' d a k i Hacılar ve Ç a t a l h ö y ü k kültürleri ( M Ö 7000) benzer inançların varlığını g ö s t e r m e k t e d i r . Kafatası tapımı Hacılar da yaygın bir b i ç i m d e d o ğ r u l a n m a k t a d ı r . Çatalhöyük'te iskeletler ev tabanlarının altına, cenaze armaganlarıyla birlikte g ö m ü l m ü ş t ü : m ü c e v h e r l e r , yarı değerli taşlar, silahlar, k u m a ş l a r , a h ş a p kaplar v b .
40
1965'e kadar kazılan kırk tapınakta çok sayıda taş ve k i l hey
kelcik bulundu. Başlıca tanrısal varlık, çeşitli g ö r ü n ü m l e r i y l e temsil edilen Ana Tanrıça'dır: bir ç o c u k (ya da bir boğa) d o ğ u r a n genç ana ve yaşlı kadın ( k i m i za-
5 1
Krş. Anati, Palestine Before the Hebrews, s. 256, Garstang'ın yorumunu kabul eder. Karsı çıkan: j . Cauvin, Religions neolitfiiques ile Syro-Palesline, s. 51.
3 5
K. Kenyon, Archaeology in the Holy Land, s 50.
3 6
Kenyon, Digging up Jericho, s. 53 vd, 84 vd. Aynca bkz. Müller-Karpe, Handbuch. c. I I , s 380-81; J. Cauvin, a.g.y., s. 44 vd.
17
Contenson kazılan, özetleyen: J. Cauvin, a.g.y., s. 59 vd ve Resim 18.
5 8
Contenson (Tel Ramad) ve Dunand (Byblos) kazılan, özetleyen: Cauvin, a.g.y., s. 79 vd ve Resim 26, 28.
3 9
Bkz. Munhata, Tel Aviv ve Şaar-Ha-Golan'da bulunmuş heykelcikler; resimleri Cauvin tarafından basılmıştır, Resim 29-30.
, 0
James Mellaan, Colai Muyük: A Neolithic Town of Anatolia, s. 60 vd; aynı yazar, Earliest Civilizations of the Near East, s. 87 vd. 63
DİNSEL I N A N Ç U I İ Ve nÜşUNCELfc'K TARİHİ - I
man y a n ı n d a avcı bir kus da v a r d ı r ) . Erkek tanrısallığı bir çocuk ya da ergen bi ç i m i n d e - t a n r ı ç a n ı n oğlu ya da sevgilisi-
ve k i m i zaman onun kutsal hayvanı
olan b o ğ a n ı n ustıine b i n m i ş olarak gösterilen sakallı bir yetişkin b i ç i m i n d e beli rir. Duvarlardaki resimlerin çeşitliliği şaşırtıcıdır; birbirine benzeyen i k i tapınak yoktur. Boyları k i m i zaman i k i metreyi bulan alçı, a h ş a p veya kilden şekillendi rilmiş tanrıça k a b a r t m a l a r ı ve b o ğ a kafaları - t a n r ı n ı n epifanileri- duvarlara sıra lanmıştır. Cinsel imgeler yoktur, ama k i m i zaman k a d ı n göğsü ve boga boynuzu —hayatın simgeleri- bileştirilmiştir. Bir tapmakta (y, M Û 6200) duvarlara asılı boga başlarının altına k o n m u ş d ö r t erkek kafatası vardır. Duvarlardan b i r i , başla rı kesilmiş insanlara saldıran insan bacaklı akbabaları tasvir eden resimlerle süs lenmiştir. Anlamını b i l e m e d i ğ i m i z , ama k u ş k u s u z önemli b i r mitsel-ritüel yapı t o p l u l u ğ u soz konusudur. Hacılar'da, M Û 5700'e tarihlendirilen bir d ü z e y d e , tanrıça, bir leoparın sırtına o t u r m u ş olarak veya ayakla, kucağında bir leopar yavrusu tutarken g ö s t e r i l m i ş tir; ayrıca ayakta, otururken, diz ç ö k m ü ş , tek başına u z a n m ı ş olarak veya y a n ı n d a bir ç o c u k l a temsil edildiği de g ö r ü l ü r . K i m i zaman çıplaktır ve üzerinde yalnızca cinsel o r g a n ı n ı ö r t e n m i n i k b i r parça vardır. Burada da k i m i zaman genç, k i m i zaman daha yaşlı s u n u l m u ş t u r . Daha y a k ı n tarihli bir düzeyde ( M Ö 5435, 5200), yanlarında ç o c u k veya bir hayvan olan tanrıça heykelcikleri, erkek heykelleriyle birlikte yok olur. Buna karşılık Hacılar k ü l t ü r ü n ü n son aşamalarının ayırt edici özelliği geometrik desenlerle zengin bir biçimde s ü s l e n m i ş , hayranlık uyandıran çömlekçiliğidir. ' 4
Tel Halef adı verilen kültür, " Anadolu kültürleri yok o l d u ğ u sırada ortaya çı 4
kar. Kuzeyden men bir halk, belki de Hacılar ve Çatalhoyuk'ten kaçanlar taralın dan k u r u l m u ş a benzeyen b u k ü l t ü r d e bakır bilinmektedir. Tel Halefteki
dinsel
yapı buraya dek incelediğimiz kültürlerde k i n d en pek tarklı değildir. Ölüler, içle rinde k i l heykelciklerin de yer aldığı armağanlarla birlikte g ö m ü l m ü ş t ü r . Yabani boğaya erkek ü r e m e g ü c ü n ü n tezahürü olarak lapılrnaktadır. Boga
imgelerinin,
o k ü z başlarının, koç başlarının ve çift ağızlı baltaların hiç k u ş k u s u z b ü t ü n antik Yakındoğu dinlerinde çok ö n e m l i bir yer tutan fırtına tanrısıyla ilişkili bir tapım olarak rolleri v a r d ı . Bununla birlikte çok sayıdaki t a n n ç a imgesine karşılık, er-
4 1
1
Mellaart, "Hacilar: A Neolithic Village Site," s. 94 vd; aynı yazar, Earliest Civilizations oj the Near East, s. 102 vd.
" Musul yakınındaki Arpaciye köyündeki Tel Halef sıt alanından ötürü bu adla anılmak tadır. 64
1!N U7.UN DEVRİM TARIMIN KlIiTt
kek heykelciklerine rastlanmamıştır; güvercinlerin eşlik ettiği, memeleri abartılı boyutlarda, b i r ç o k kez ç ö m e l m i ş durumda tasvir edilmiş bu tanrıça figürlerinde tam bir Ana Tanrıça imgesi bulamamak z o r d u r ,
45
Halef k ü l t ü r ü M Ö 4400-4300'e d o ğ r u yıkıldı veya yok oldu; bu arada G ü n e y Irak kaynaklı el-Ubeyd k ü l t ü r ü b ü t ü n Mezopotamya'ya yayılıyordu. Bu kültürün Varka'da (Sümercede U r u k , Sami dilinde Ereş) MO 4325'e d o ğ r u var o l d u ğ u da kanıtlanmıştır. Diğer hiçbir tarihöncesi k ü l t ü r buna benzer bir etki y a r a t m a m ı ş tır. Maden işlemeciliğinde gösterilen ilerleme ç o k b ü y ü k t ü r (.bakır baltalar, çeşit li altın nesneler). T a r ı m ı n ilerlemesi ve ticaret sayesinde zenginlik b i r i k i r . Nere deyse doğal b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i mermer bir insan kafasının ve hayvan b a ş ı n ı n k u ş kusuz dinsel bir anlamı vardır. Gavra tipi bazı m ü h ü r l e r d e ibadet sahneleri (öküz başlarıyla s ü s l e n m i ş sunakların çevresinde t o p l a n m ı ş insanlar, ritüel
dansları,
hayvan amblemleri vb) tasvir edilmiştir. İnsan figürleri çok şematik ç i z i l m i ş t i r . Zaten b ü t ü n el-Ubeyd k ü l t ü r ü n ü n ayırt edici Özelliği, figüratif olmayan eğilim dir. M u s k a l a r ı n üzerine çizilen tapınaklar belirli yapıların kopyaları değildir, b i r tür paradigmatik t a p ı n a k imgesini temsil ederler, Kaymaktaşından insan heykelcikleri b ü y ü k olasılıkla rahipleri temsil eder. Gerçekten de el-Ubeyd d ö n e m i n i n en anlamlı yeniliği, anıtsal tapınakların ortaya çıkışıdır.
41
Bunların en dikkat çekicilerinden b i r i 70 metre u z u n l u ğ u n d a , 66 met
re genişliğinde ve 13 metre y ü k s e k l i ğ i n d e bir platformun üzerinde
yükselen
22,3x 17,5 metre b o y u t l a r ı n d a k i Ak Tapınak'tır ( M Ö 3100). Eski tapınakların ka lıntılarının da kullanıldığı b u platform, bir ziggurat o l u ş t u r m a k t a d ı r ; bu kutsal "dag"ın simgeselligi ü z e r i n d e daha ileride duracağız (§ 54).
14. Neolitik Çağın Manevi Y a p ı l a r ı — Konumuz açısından tarımın ve daha son ra da m e t a l ü r j i n i n Ege ve Dogu Akdeniz'e, Yunanistan'a, Balkanlar'a ve Tuna bo yuna ve Avrupa'nın geri kalanına yayılmasını izlemenin bir yararı yok; Hindis tan'a, Çin'e ve G ü n e y d o ğ u Asya'ya d o ğ r u yayılmasını izlemek de gereksiz. Yalnız ca başlangıçta t a r ı m ı n A v r u p a ' n ı n bazı bölgelerine çok yavaş girdiğini belirtmek le yerinelim. Bir yandan buzul çağı sonrasının i k l i m i Orta ve Batı A v r u p a ' n ı n mezolitik t o p l u m l a r ı n ı n av ve balıkçılık ürünleriyle ayakta kalmasına olanak veri-
Müller-Karpe'de genel sunuş ve kaynakça, e. I I , s. 59 vd. Halef heykelcikleri ve ıııoııllennin dinsel simgeselligi için krş. B. L. Goff, Symbols of Prehistoric Mesopotamia, s. 11 vd. " Bkz. Müller-Karpe, Handbunch, c I I , s. 61 vd, 339, 351, 423, M. E, L Mallowan, Early Mesopotamia and Iran, s. 40 vd (Ak Tapınak). 65
DİNSEL INANU-Alt VF. HUŞUNCTT ! r T A R İ H İ - ı :
y o r d u . Diğer yandan tahıl ekimini ılıman ve ormanlarla kaptı bir bölgeye uyarla mak gerekiyordu. İlk tarım toplulukları akarsu boylarında ve b ü y ü k o r m a n l a r ı n kenarlarında gelişti. Bununla birlikte Y a k ı n d o ğ u ' d a M Ö 8000'e d o ğ r u başlayan ne olitik t a r ı m ı n yaygınlaşması kaçınılmaz bir süreç olarak g ö r ü n ü y o r d u . Bazı halk ların, özellikle de hayvancılık belirginleştikten sonra direnmelerine karşın, Avru pa kolonizasyonunun ve sanayi devriminin etkileri hissedilmeye başladığında, ye nilebilir bitkilerin e k i m i n i n yayılması Avustralya ve Patagonya'ya yaklaşmıştı. Tahıl ekiminin yaygınlaşması belirli ritüelleri, mitleri ve dinsel düşünceleri de beraberinde taşıdı. Ama söz konusu olan mekanik bir süreç değildi. Yalnızca arkeolojik belgelerle sınırlı kaldığımızda - k i d u r u m u m u z budur, başka bir deyiş le, öncelikle mit ve ritüellerin dinsel anlamlarını yok saydığımızda b i l e - Avrupa neolitik kültürleri onların D o ğ u l u kaynakları arasında yine de k i m i zaman çok önemli boyutlar kazanan farklılıklar saptanmaktadır. Ö r n e ğ i n Tuna bölgelerinde bulunan ç o k sayıda resmin doğruladığı boga t a p ı m m ı n Y a k ı n d o ğ u ' d a n geldiği ke sindir. Bununla birlikte Girit'te veya İndüs'ün neolitik k ü l t ü r l e r i n d e g ö r ü l d ü ğ ü gibi, boga kurban etme adeti h a k k ı n d a bir kanıt yoktur. Aynı şekilde tanrı putları veya D o ğ u d a ç o k yaygın putlar olan Ana Tanrıça ve çocuk ikonografik
ikilisi,
Tuna boyu bölgelerinde ender g ö r ü l m e k t e d i r . Üstelik mezarlarda bu tur heykel ciklere hiç r a s t l a n m a m ı ş t ı r . Bazı yakın tarihli b u l u ş l a r G ü n e y d o ğ u Avrupa'nın arkaik k ü l t ü r l e r i n i n , yani Marija G i m b u t a s ' ı n "Eski Avrupa uygarlığı" adını verdiği yapının
özgünlüğünü
parlak bir biçimde d o ğ r u l a d ı . Gerçekten de b u ğ d a y ve arpa e k i m i n i , koyunun, s ü r ü h a y v a n l a r ı n ı n ve domuzun evcilleştirilmesini içeren bir uygarlık M Ö 7000'e d o ğ r u ya da daha once eşzamanlı olarak Yunanistan ve İtalya kıyılarında, Girit'te, G ü n e y Anadolu'da, Suriye'de, Filistin'de ve Bereketli Hilal'de' ' ortaya çıkar. Rad1
yokarbon ö l ç ü m l e r i n e göre saptanan tarihlere dayanak bu kültürel y a p ı n ı n Yuna nistan'da Bereketli H i l a l d e n , Suriye'den, Kilikya'dan veya Filistin'den daha geç g ö r ü l d ü ğ ü ileri s ü r ü l e m e z . Bu k ü l t ü r ü n " i l k itici g ü c ü " nereden aldığı h e n ü z b i linmemektedir. " Fakat Anadolu'dan Yunanistan'a gelen, ekilmiş bitkilere ve evcil4
leşiirilmiş hayvanlara sahip bir g ö ç m e n akınını gösteren arkeolojik kanıtlar yok-
Dogu Akdeniz'den Basra Körfezı'ne uzanan hilâl şeklindeki bölge - y n . 4 1
Marija Gimbuıas, "Old Europe c. 7.000-3.500 B.C," s. 5.
'"' Zaten sûru hayvanlan, domuz ve bir tur buğdayın (einkorn buğdayı) Avrupa'da yerli ataları bulunmaktadır: Gimbuıas, a.y. 66
EN U Z U N ' DEVRİM TAKİMİN K E S H
Kökeni ne olursa olsun, "arkaik Avrupa uygarlığı" kendisini hem Yakındoğu hem de Orta ve Kuzey Avrupa k ü l t ü r l e r i n d e n farklılaştıran, ö z g ü n bir d o ğ r u l t u d a gelişti, M O 6500 ila M Ô 5300 arasında Balkan y a r ı m a d a s ı ve Orta Anadolu'da güçlü bir kültürel atılım yaşandı. Ç o k sayıda nesne (ideogramlı m ü h ü r l e r , insan ve hayvan figürleri, vahşî hayvan biçimli vazolar, tanrı maskeleri resimleri) ritu el etkinliklerinin varlığını göstermektedir. M Ö 6000'in ortalarına d o ğ r u , hendek ler veya duvarlarla korunan ve nüfusu 1000 kişiye kadar ulaşan köyler ç o ğ a l ı r .
47
Çok sayıda sunak, tapmak ve çeşitli t a p ı m nesneleri i y i ö r g ü t l e n m i ş bir dinin varlığını k a n ı t l a m a k t a d ı r . Bükreş'in 60 k m . g ü n e y i n d e k i eneolitik* çağa ait Cascioarele kazı a l a n ı n d a , duvarlarına sarımtırak beyaz fon üzerine m u h t e ş e m k ı r m ı z ı ve yeşil sarmalların çizildiği b i r t a p ı n a k g ü n ışığına çıkarılmıştır. Hiçbir heykel cik b u l u n a m a m ı ş t ı r ; ama b i r i i k i metre boyunda diğeri daha k ü ç ü k i k i s ü t u n axis murıdı'yi simgeleyen bir kutsal direk tapınıına işaret etmektedir. * Bu tapmağın 41
ü s t ü n d e daha yakın tarihli b i r başka tapınak vardı ve onun içinde bir kutsal me k a n ı n pişmiş topraktan maketi bulundu. Bu maket oldukça etkileyici bir m i m a r i yapı t o p l u l u ğ u n u temsil etmektedir: Yüksek bir kaide üzerine o t u r t u l m u ş d ö r t ta pmak, * 4
Balkan y a r ı m a d a s ı n d a b i r ç o k tapınak maketi bulundu. Ç o k sayıda başka bel geyle ( k ü ç ü k heykeller, masklar, çeşitli figüratif olmayan simgeler vb) beraber, bunlar içeriğine h e n ü z erişilememiş bir dinin zenginliğini ve k a r m a ş ı k l ı ğ ı n ı g ö s termektedir.
50
Dinsel yoruma açık neolitik belgelerin hepsini sıralamak yararsız
, 7
olacaktır.
Buıılann yanında İsviçre gollerinde bulunanlar gibi konut grupları kuçuk köylere ben zemektedir; Gimbutas, s. 6.
" Bakırın kullanılmaya başlandığı tarihöncesi devir; kalkolitik de denir -yn. w
Vladimir Dumıtrescu, "Edifice destiné au culte découvert â Câscioarele," s, 21. Her iki sütunun da içi boştur, bu da onlann agaç gövdeleri etrafına döküldüklerim gösterir; fl.g.y., s. 14, 21. Axis mimdi sımgeselligi Kozmik Ağaçla Kozmik Sütunu (coluıma uıüvcrsalis) özdeşleştirir. Dumıtrescu'nun aktardığı radyokarbonla ölçülmüş tarihler, MO 4035 ila 3620 arasında değişmektedir (krş. s, 24, dipnot 25); Marya Gimbutas "y. M O 5000" tarihinden söz etmektedir ("Old Europe," s. 11 ).
1 9
Hortensia Dumıtrescu, "Un modele de sanctuaire découvert à Câscioarele," Resim l ve 4 (Gimbutas da Resim 4'ün bir kopyasını yayımlamıştır, Resim l , s. 12).
5 0
Gimbutas'a gore, "arkaik Avrupa uygarlığı" daha MO 5300-5200'e doğru, yanı Sümer'den 2000 yıl önce (s. 12) bir yazı da geliştirmişti (krş. Resim 2 ve 3). Bu uygarlık, MÖ 3500'den sonra, Karadeniz bozkırlarından gelen halkların istilasının ardından dağıl maya başlamıştı (s. 13). 67
DİNSEL İNANÇLAR VE D U Ş Ü N Ü ' L E R TAttIUI - ]
Bazı ç e k i r d e k bölgelerin (Akdeniz, Hindistan, Çin, G ü n e y d o ğ u Asya, Orta Ameri ka) dinsel tarihoncesme değinirken, zaman zaman bu belgelerden soz
edeceğiz.
Neolitik dinlerin, yalnızca arkeolojik belgelere indirgendiklerinde ve bazı tarım t o p l u m l a r ı n ı n metinleri veya XX, yüzyıl b a ş ı n d a hâla yaşayan gelenekleri ışığında ele a l ı n m a d ı k l a r ı n d a , dar düşünceli ve tekdüze g ö r ü n m e tehlikesi taşıdıklarını ş i m d i d e n belirtelim. Arkeolojik belgeler, dinsel hayat ve düşünce hakkında bize parçalı ve dolayısıyla s a k a t l a n m ı ş bir g ö r ü n t ü sunar. En eski neolitik k ü l t ü r l e r i n dinsel belgelerinin neleri ortaya çıkardığını g ö r m ü ş t ü k : Tanrıça ve fırtına tanrısı (epifanileri:
boğa, ö k ü z başı) heykelciklerinin işaret ettiği ölüler ve bereket
t a p ı n ı l a n ; b i t k i l e r i n b ü y ü m e "gizem"iyle ilişkili inançlar ve ritüeller; d o ğ u m - y e niden d o ğ u m (erginlenme) benzeştirmesini beraberinde getiren kadın-toprak-bitki özdeşliği; b ü y ü k olasılıkla ö l ü m d e n sonra varoluş u m u d u ; " D ü n y a n ı n Merkezi" simgesel ligini ve oturulan konutun imago mundi olarak algılanmasını içeren b i r kozmoloji. G ü n ü m ü z d e k i bir ilkel tarım t o p l u m u n u g ö z l e m l e m e k , toprağın bere keti ve haya t-Ölüm-ölümden sonra varoluş d ö n g ü s ü d ü ş ü n c e l e r i etrafında örül m ü ş bir d i n i n zenginliğini ve karmaşıklığını anlamaya yeter,
51
Zaten Y a k ı n d o ğ u ' n u n arkeolojik belgelerine i l k metinler eklendiği anda, bun ların yalnızca k a r m a ş ı k ve derin olmakla k a l m a y ı p , uzun s ü r e d i r ü s t ü n d e düşü n ü l m ü ş , yeniden y o r u m l a n m ı ş ve k i m i zaman anlaşılmaz, neredeyse çözülmesi olanaksız bir hale gelmeye başlamış bir anlamlar evrenini ortaya k o y d u k l a r ı sap tanır. Bazı ö r n e k l e r d e erişebildiğimiz ilk metinler z a m a n ı h a t ı r l a n a m a y a c a k kadar eski, geçerliliğini yitirmiş ya da yarı yanya u n u t u l m u ş dinsel yaratımların yakla şık anılarını sunarlar. Ö n e m l i olan, elimizdeki belgelerin neolitik çağın g ö r k e m l i m a n e v i y a t ı n ı "şeffaflaştırmaya" y e t m e d i ğ i n i u n u t m a m a k t ı r . Arkeolojik belgelerin anlambilimsel olanakları sınırlıdır ve ilk metinler metalürjiyle, kent u y g a r l ı ğ ı y la, krallıkla ve ö r g ü t l ü b i r ruhban sınıfıyla u y u m l u dinsel düşüncelerden çokça e t k i l e n m i ş bir d ü n y a g ö r ü ş ü n ü yansıtırlar. Ama neolitik çağın manevi y a p ı l a n , b ü t ü n l ü ğ ü içinde b i z i m açımızdan erişil mez kalsa da,
5î
köylü t o p l u m l a r ı n geleneklerinde bunun d a ğ ı n ı k p a r ç a l a n korun
m u ş t u r . "Kutsal m e k â n ' l a r l a (krş. § 8), bazı t a m n ve cenaze ritüellerinin sürekli-
Vaıolardan ve tunç eşyalardan çıkartılan bezeme motifleri ikonografisinin ve sırr.geselliginin karşılaştınnalı çözümlemesi, tarihoncesme ait bir din hakkındaki bilgiler, kimi zaman önemli ölçüde genişletebilir. Ama bu olgu, üzerleri boyanmış çömlekler ortaya çıktıktan itibaren ve özellikle de maden çağında doğrulanmaktadır. Elbette Ortadoğu ve Avrupa'nın arkeolojik neolitik çağından söz ediyoruz. 68
F.N U7.UN DEVRİM "IARIMIN KESKİ
liginin k a n ı t l a n m a s ı n a bile artık gerek yoktur. XX. yüzyıl Mısır'ında
ritiiellerde
kullanılan ekin demeti, eski anıtlarda g ö r ü l d ü ğ ü biçimde b a ğ l a n m a k t a d ı r ve eski anıtlardaki resimlerde t a r i h ö n c e s i n d e n miras kalmış bir âdetin kopyalarıdır. Pet ra* çağı Arabistan'ında son demet, "ihtiyar Adanı" adıyla, yani firavunlar çağı Mısır'ında verilen adla g ö m ü l ü y o r d u . Romanya ve Balkanlarda cenaze törenleri ve ölüler b a y r a m ı m ü n a s e b e t i y l e dağıtılan tahıl bulamacına kotiva denir. Aynı is me (Kollyvn) ve sunguya antik Yunanistan'da da rastlanmaktadır, ama bu adetin da ha da arkaik o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r (Dipylon mezarlarında da bunun izlerine rastlandığı d ü ş ü n ü l m e k t e d i r ) . Leopold Schnıidt, orta ve g ü n e y d o ğ u Avrupa k ö y lülerinde XX. yüzyıl başında hâlâ geçerli olan bazı mitsel-ritüel senaryoların, Ho rneros öncesi antik Yunanistan'da k a y b o l m u ş m i t o l o j i ve ritüel parçalarını koru d u k l a r ı n ı s a p t a m ı ş t ı r . Ö r n e k l e r i daha fazla s ü r d ü r m e y e gerek yok. Yalnızca bu tur ritüellerin 4000-5000 yıl dayandığını, bu s ü r e n i n son 1000-1500 yılının ise katılıklarıyla t a n ı n a n i k i t e k t a n n l ı d i n i n , Hıristiyanlık ve Islamın yakın g ö z e t i m i altında yaşandığını vurgulayalım.
15. Metalürjinin Dinsel Bağlamı: Demir Çağı Mitolojisi— "Cilalı taş m i t o l o j i s i ' n i n yerini "maden mitolojisi" aldı; b u m i t o l o j i n i n en zengin ve belirgin b ö l ü m ü demir etrafında geliştirildi. Hem " i l k e l l e r i n hem de tarihöncesi halkların yüzeydeki demirli mineralleri k u l l a n m a y ı Ö ğ r e n m e d e n uzun süre önce de göktaşı d e m i r i n i işledikleri biliniyor. Bazı mineralleri taş gibi işliyor, yani onları taştan aletler yapmaya yarayan hammaddeler olarak g ö r ü y o r l a r d ı . " Cortez, Aztek ön derlerine bıçaklarını neden y a p t ı k l a n n ı s o r d u ğ u n d a , g ö k y ü z ü n ü g ö s t e r m i ş l e r d i . Gerçekten de Yeni D ü n y a ' n ı n tarihöncesi katmanlarında yapılan kazılarda toprak tan çıkarılmış hiçbir demir izine r a s t l a n m a m ı ş t ı r .
51
Doğulu paleolitik çağ halkla
rının da benzer d ü ş ü n c e l e r i paylaştıkları anlaşılıyor. D e m i r i ifade eden en eski kelime olan S ü m e r c e
AN.BAR,
"gökyüzü" ve "ateş" işaretleriyle yazılıyordu. Bu
kelime genellikle "göksel maden" veya "yıldız-maden" diye çevrilir. Ç o k uzun s ü re Mısırlılar yalnızca göktaşı d e m i r i n i biliyorlardı. Hititlerde de aynı d u r u m ge çerliydi: M Ö XIV. yüzyıla ait bir metin, H i t i t krallarının " g ö k y ü z ü n ü n siyah de-
* el-Betra (Ar.). Arabistan'da şehir. Kızıldeniz ile Lui Golü arasında MO VI,-II. yüzyıl arası Nebatîlerin başkentiydi -yn. 5 5
Krş. Eliade, Forgerons et Alchimistes, s 20.
''" R. C. Forbes, Metaüurgy in Antiquity, s. 401. 69
DIMSLI. INANÇ'-AR VE DÜŞÜNCELER TARH [I -1
m i n " n i k u l l a n d ı k l a r ı n ı belirtir. Ama maden az b u l u n u y o r d u (altın kadar değerliydi) ve kullanımı daha çok r i mel amaçlıydı. Maden filizlerinin eritilmesinin keşfi, insanlık tarihinde yeni bir aşamayı başlattı. Bakır ve t u n ç t a n farklı olarak, demir metalürjisi çok kısa sürede sanayileşti. Manyetik demir oksiti veya demir oksiti eritmenin sırrı bir kez bulu nunca, çok b ü y ü k miktarda maden temin etmekte zorlukla karşılaşılmadı; çünkü yataklar çok zengin ve işletilmeleri de kolaydı. Ama topraktan çıkarılan maden f i lizi göktaşı demiri gibi i ş l e n m i y o r d u ve erimesi de b a k ı r ve tunçtan farklıydı. Ancak fırınlar bulunduktan ve özellikle de akkor haline getirilmiş madeni "sert leştirme" tekniği geliştirildikten sonra, demir egemen konuma geçti. Yeryüzü de m i r i metalürjisi b u madeni g ü n l ü k k u l l a n ı m a uygun hale getirdi. Bu olgunun ö n e m l i dinsel s o n u ç l a n oldu. G ö k t a ş l a r m d a içkin göksel kutsallı ğın yanı sıra şimdi maden yataklarının ve filizlerinin de dahil o l d u ğ u yeraltı kut sallığı ortaya çıkmıştı. Madenler t o p r a ğ ı n b a ğ r ı n d a " b i t i y o r d u . " " Maden yatakla 5
rı ve mağaralar Yeryüzü Ana n ı n rahmiyle özdeşleştirildi. Maden y a t a k l a r ı n d a n çı kartılan filizler bir anlamda "ceninlet"di. Bitki ve hayvan o r g a n i z m a l a r ı n ı n haya t ı n d a n farklı bir zaman ritmine u y u y o r l a r m ı ş gibi, ağır ağır da olsa b ü y ü y o r l a r ve yeraltı karanlıklarında "olgunlaşıyorlardı." Demek k i o n l a r ı n Yeryüzü A n a n ı n b a ğ r ı n d a n çıkartılması hamilelik d ö n e m i tamamlanmadan yapılmış bir ameliyat tı. Onlara gelişme z a m a n ı (başka bir deyişle zamanın jeolojik ritmi) bırakılsa,
ma
den filizleri olgun, " m ü k e m m e l " madenler haline gelirdi. D ü n y a n ı n her yerinde madenciler a r ı n m a y ı , orucu, murakabeyi, duaları ve ibadet davranışlarını içeren ritüeller yapar. Ritüellere y ö n veren gerçekleştirile cek işlemin niteliğidir, ç ü n k ü tecavüz edilemeyeceği bilinen kutsal bir alana giril mektedir; tanıdık dinsel evrenin parçası olmayan bir kutsallıkla, daha derin ve daha tehlikeli b i r kutsallıkla ilişki k u r u l m a k t a d ı r , İnsan sanki hukuken kendisine ait olmayan bir arazide maceraya atılmaktadır: Yeryüzü Ana'nın k a m ı n d a yaşanan ve ağır ağır ilerleyen maden gebeliğinin gizleriyle yeraltı. Bütün maden ve d a ğ mitolojileri, sayısız peri, cin, hava perisi, hayalet ve ruh; Hayat'ın jeolojik kat m a n l a r ı n a girdikçe karşılaşılan kutsal varlığın çok sayıda t e z a h ü r ü d ü r . Bu karanlık kutsallığı yüklenen maden filizleri fırınlara yönlendirilir.
O za
man en g ü ç ve maceralı işlem başlar. Zanaatkar "buyume"yi hızlandırma ve ıııu-
" T. A. Rickard, Man and Metah, c. 1, s. 149. • Bkz. Forgerons et Alckimistes, s. 46 vd 0
70
HN U7.LN ULVRIM. TARIMIN KP.şll
kenımelleştirme işinde Yeryüzü A n a n ı n yerini alır. Fırınlar bir anlamda, maden filizlerinin ana k a m ı n d a b ü y ü m e y i tamamladıkları yeni ve yapay bir rahimdir. Bu nedenledir k i erime işlemine sayısız ö n l e m , tabu ve ritüel eşlik eder, ' 5
Madenci, tıpkı demirci ya da ondan önce çömlekçi gibi, bir "ateş e f e n d ı s f d i r . Maddeyi bir halden diğerine ateş aracılığıyla geçirir. Üstelik madenci, mucizevi denecek kadar kısa bir s ü r e d e maden filizlerinin " b ü y u m e ' s i n i hızlandırır, o n l a r ı "oIgun"laştırır. Demir, "daha hızlı yapma"nm o l d u ğ u kadar, Doga'da zaten var olandan farklı bir şey y a p m a n ı n da bir yolu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle arka ik toplumlarda d ö k ü m c ü l e r ve demirciler, şamalıların, hekimlerin ve b ü y ü c ü l e r i n yanı sıra, "ateşin efendileri" olma gibi bir üne sahiptir. Ama madenin farklı ve çelişkili değerler içeren niteliği - h e m kutsal hem de "şeytani" güçlerle y u k l ü d ü r madencilere ve demircilere de geçer: Bunlara hem çok saygı gösterilir hem de on lardan korkulur, t o p l u m u n uzağında tutulur, hatta hor g ö r ü l ü r l e r . ^ Ç o k sayıda mitolojide, tanrısal demirciler tanrıların silahlarını döver, böylece o n l a r ı n ejderhalara veya diğer canavar varlıklara karşı zafer k a z a n m a l a r ı n ı sağlar lar. Kenan mitinde "Koşar-ve-Hasis" (tam çevirisi Becerikli-ve-Kurnaz) Baal için, yeraltı denizleri ve sularının efendisi Yam'ı öldüreceği i k i demir ç u b u ğ u örste d ö ver (krş. § 49). M i t i n Mısır versiyonunda H o r u s u n Seth'i yenmesini sağlayan si lahları Ptah (Çömlekçi Tanrı) yapar. Aynı şekilde Vrtra'yla kavgasında İndra'nın silahlarını tanrısal demirci Tvastr yapar; Zeus'un Typhon'a karşı zafer k a z a n m a s ı nı sağlayan yıldırımı Hephaistos döver (krş. § 84). Ama tanrısal demircinin tan rılarla işbirliği, dünya egemenliği için verilen tayin edici kavgaya katkısıyla sı nırlı kalmaz. Demirci aynı zamanda tanrıların m i m a r ı ve zanaatkarıdır, Baal sara yının y a p ı m ı m o yönetir ve diğer tanrıların tapınaklarını d o n a t ı r . Ayrıca bu de mirci tanrının m ü z i k ve şarkıyla da ilişkisi vardır; birçok toplumda demirciler ve kazancılar aynı zamanda m ü z i s y e n , ozan, şifacı ve b ü y ü c ü d ü r , " Demek k i 5
farklı k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e (bu da b ü y ü k antikçagın işaretidir) demircilik
sanatı,
okült teknikler ( Ş a m a n i z m , b ü y ü , şifa vb) ve şarkı, dans, şiir sanatları arasında y a k ı n bir ilişki var gibidir.
Krş. Forgerons et Alchimistes, s. 61 vd. Bazı Afnka halkları maden filizlerim "erkek" ve "dişi" diye ikiye ayınr; eski Çin'de İlk Kurucu Buyuk Yu erkek ve dişi madenler ayınmmı yapıyordu; o.g.y., s. 37. Afrika'da maden eritme işi cinsel birleşmeyle özdeş tutulur; ıı.g.y, s. 62. Afrika'daki demircilerin farklı değerleri konusunda krş Forgerons et Alchimistes, s. 89 vd. Bkz. Forgerons et Alchimistes, s. 101 vd. 71
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TAKİHI • 1
Madencilerin, metalurjistlerin ve demircilerin mesleği etrafında
kümelenmiş
b ü t ü n bu d ü ş ü n c e ve inançlar taş devrinden miras kalan hotno faber m i t o l o j i s i n i hissedilir ölçüde zenginleşt irmiş tir. Ama maddenin m ü k e m m e l leş t irilmesi işine katılma isteği ö n e m l i sonuçlar vermiştir. İnsan, doğayı d e ğ i ş t i r m e s o r u m l u l u ğ u n u üstlenerek zamanın yerini almıştır; eonlarm' yeraltmm derinliklerinde " o l g u n l a ş m a k " için ihtiyaç d u y d u k l a r ı n ı zanaatkar birkaç haftada verebileceği kanı s ı n d a d ı r ; ç ü n k ü yeraltı rahminin yerini fırın almıştır. Binlerce yıl sonra s i m y a c ı n ı n düşüncesi de bundan farklı olmayacaktır. Ben Jonson'm Tfıe Alchemist {Simyacı} adlı oyununun bir karakteri şöyle der: " K u r ş u n :
ve diğer madenler, eğer d ö n ü ş m e k için gerekli zamanı bulsalar, altın o l u r l a r d ı . " Ve başka bir simyacı ekler: "Bizim sanatımız işte bu noktada icra o l u n u r . "
00
"Za
mana egemen olma" mücadelesi - b u mücadele en buyuk başarıya organik kimya n ı n sağladığı "sentetik ürünler"le ulaşacak, b u "hayatın sentetik terktbi'nde (Homunculus [küçük insan], simyacıların eski d ü ş ü ) tayin edici bir aşama o l a c a k t ı r z a m a n ı n yerini almak için verilen ve m o d e m teknoloji t o p l u m l a r ı insanının ayrıt edici özelliğini o l u ş t u r a n b u mücadele daha demir çağında başlatılmıştı. Bunun dinsel a n l a m l a r ı n ı n b o y u t u n u daha ileride ölçmeye çalışacağız.
Eon; Ölçülemeyecek kadar uzun zaman parçası - y n . 0 0
Krş. Forgerons et Afclumisto, s. 54 vd, 175 vd. Ayrıca bkz. bu kitabın 3. cildinde Batı sim yası ve "bilimsel ilerleme"nın dinsel sonuçları hakkındaki bölümler. 72
E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA
§ 8. A. Rııst kırk yıl boyunca Meiendorf, Sıellmoor ve Ahrensburg-Hopfenbachïa gerçekleş tirdiği kazılar hakkında birçok eser yayımladı; en önemlileri şunlardır: Die alt-uı\d mittelstein zeitlichen Funde von Stellmoor (Neumünsier in Holstein, ] 934); Das altsteînzettliche Rentıerjagerlager Meiendorf (ay m yer, 1937); Die Jungpdùoll! ise lien Zeh mı lagen vrai Ahrensburg (1958); Vor 20.000 jähren (Neumünsier, 1962), Bu keşiflerin dinsel anlamları konusunda, krş. A. Rusı, "Neue cndglaziale Tünde von kul tische-religio ser Bedeutung" (UP-.Schweis, 12, 1948, s. 68-71); aynı yazar, 'Eine endpalaolitische hölzerne Gotzenfigur aus Ahrensburg" (Rom. Genn. Koni. d. dtsch. Aich, /usf.. Berim, 1958, s. 25-26); H. Pohlhausen, "Zum Motiv der Rentierversenkung der Hamburger u. Ah rensburger Stufe des niederdeutschen Fbchiandmagdalenien," Anihropos, 48, 1953, s. 987¬ 990; H, Muller-Karpe, Handbuch der Vorgeschichte, 1, s. 225; 11, s. 496 (no. 347); j . Mannger, "Die Opfer der paläolitischen Menschen," (Amhropica, St. Augustin bei Bonn, 1968, s, 249¬ 272), s. 266-270. Suya batırma yoluyla kurban venue konusunda bkz Alois Closs, "Das Versenkungsop¬ fer," Wiener Beiträge zur Kulturgeschichte und Linguistik, 9, 1952, s. 66-107. Doğu Ispanya'dakı mağara resimleri sanalının dinsel anlamlan konusunda, bkz. H. Obermaier, Fossil Man m Spam (New Häven, 1924); J. Maringer, TJıe Gods oj Pi rhistoric Man, s. 176-186.
§ 9, Filistin'in tarihöncesi hakkındaki en iyi ve eksiksiz inceleme J. Perrot'nunkıdır: "Préhis toire Palestinienne," Diel, de la Bible içinde, Ek. e. VIII, 1968, süt. 286-446. Ayrıca bkz. R. de Vaux. Histoire oncienrıe d'Israël, c. I (Paris, 1971), s. 41-59. Nattuf kültürü konusunda, bkz. D. A. E. Garrod, "The Natufian Culture: The Life and Economy of a Mesolitbic People in the Near East," Proceedmgs oj the British Acaderııv içinde, 43 (1957), s. 211-227; E. Anati, Palesti ne Bejore the Hebrews (New York, 1963), s. 146-178; H. Muller-Karpe, Handtuch der Vor geschichte, II: Jungsteinzeit (Münih, 1968). s. 73 vd, Nattuf dmı konusunda, bkz. son olarak Jacques Cauvin, Religions néolithiques de Syro-Palesüne (Paris, 1972), s. 19-31. Kafataslarının dinsel anlamlan ve rituel yamyamlık konusunda, bkz.
Muller-Karpe,
a.g.y., c. 1, s. 239 vd; Walter Dostal, "Ein Beıvrag zur Frage des religiösen Weltbildes der frü hesten bodenbauer Vorderasiens," Archiv fiir Völkerkunde, 12, 1957, s. 53-109, özellikle s 75-76 (kaynakçayla birlikte); R. B. Oman, The Ongiıı o/ European Thought (Cambridge, 1951, 2. baskı, 1954), s. 107 vd. 530 vd. § 10. Afrika'daki "ntuel av" konusunda, bkz. Helmut Straube, Die Tierveılıieidungen der ajrifaıniscfıen Naiunolher (Wiesbaden, 1955), s 8.3 vd, 198 vd ve birçok yerde. Asurlularda, İranlılarda ve Türk-Mogollarda savaş ve av teknikleri arasındaki benzerlikler konusunda, bkz. Kari Meulı, "Ein altpersischer Kriegsbrauch" (Wesloslhche Abhandlungen. Festschrift Jur Rudolph Tchudi, Wiesbaden, 1954, s. 63-86). 73
DİNSEL LNANCLAR VU D U S U N Œ I EK T A R İ H İ - 1
Avın başka mitolojik ve folklorik izlekler de ortaya çıkardığını ekleyelim. Bir tek örnek verecek olursak: Geyik cinsi bir avı takip etmek kahramanı öteki dünyaya veya büyülü bir dünyaya götürür, sonunda avcı orada İsa veya Boddhısattva ile karşılaşır vb: kış. M Eliadc, De Zalnmis à Cengis-Klıan (1970), s. 131-161. Bir toprağın keşfine ve fethine, bir sitenin kuruluşuna, bir nehirden geçmeye veya bataklıkları aşmaya vb ilişkin çok sayıda miı ve efsa nede, çtkışsız görünen bir durumun çözümünü hayvan keşfeder; krş. Elıade, a.g.y., s. 135 vd, 160. § 1 1 . Bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi hakkında, bkz. Muller-Karpe, a.g.y.. II, s. 240¬ 256; Peter j . Ucko ve G. W. Dımbley (ed.), The Domestication and Exploitation of Wants arıcl Animals (Chicago, 1969); Gary A. Wright, "Origins of Pood Production in Southwestern Asia: A Survey of Ideas" (Current Anthropology, 12, Ekim-Aralik, 1971, s. 447-479). Karşılaştırmalı bir inceleme için, bkz. F. Herrmann, "Die Entwicklung des Pflanzenaııbauesals ethnologisches Problem," Studium Generale, I I , 1958, s, 352-363; aynı yazar, "Die religiösgeistige Welt des Bauertums in ethnologischer Sicht," a.g.v-, s. 434-441. Robert Braidwood ilkel tanmsal etkinliği dort aşamaya boler: Köylerde oturan ve ilkel bir ekincilik yapan halk (primaıy village farming); yerleşik köylerde tarım (settled village far ming); "başlangıç halindeki ekincilik" ve son olarak da "yoğun tanm yapan koy" (intensified village farming); krş. R. Braidwood ve L. Braidwood, "Earliest village communities of South West Asia," journal of World History,!, 1953, s. 278-310; R. Braidwood, "Near Eastern Prehis tory: The Swing from Food-Gat he ring Cultures to Village-Farming Communities us Still Im perfectly Understood," Science, c. 127, 1958, s. 1419-1430; krş. R Braidwood, "Prelude to Civilization," City Invicible: A Symposium on Urbanization and Cultural Development in the Aneient Near East, ed. Carl H, Kraeling ve Robert M. Adams (Chicago, 1960), s. 297-313; Carl O. Sauer, AgiïcufiuraÎ Origins and Dispersals (New York, 1952); Edgar Anderson, Plants, Man and Life (Boston, 1952). Hainuwele türü mitler ve onlann dinsel ve kültürel anlamı konusunda, bkz. A. E Jensen, Das religiöse Weltbild einer /ruhen Kultur (Stuttgart, 1948), s. 35 vd; aynı yazar. Mythes ei Cul tes chez les peuples primitifs (Fr. çev. Payot, 1954 (Alm. baskı, Wiesbaden, 1950]), s. 188 vd; Carl A. Schmitz, "Die Problematik der Mytholegeme 'Hainuwele' und 'Prometheus'," Anthropos, 55, 1960, s, 215-238; M Eliade, Aspects du Mythe (1963), s 132 vd; T. Mabuehi, "Tales Concerning the Origin of Grains in the Insular Areas of Eastern-So uihensiern Asia," Asian Folklore Studies, 23, 1964, s. 1-92; Atsuhiko Yoshida, "Les excrétions de la Déesse et l'origi ne de l'agriculture," Annales, Temmuz-Ağustos 1966, s. 717-728. Kısa bir süre önce de lleana Chirasi, Yunan mitolojisinde "on-tahıl" dönemiyle uyumlu oldukları düşünülen Hainuwele türünde bazı miısei-ritüel yapı bütünleri tanımladı; krş. Ele menti di culture precerealı nei mili e ritı greci (Roma, 1968). Alman etnolog Kunz Dittmer'e göre, kok ve soğanlı bitki ekimi Güneydoğu Asya'da da ha ust paleolitık çağda başlamıştı. Ekim ve hasat sorumluluğu kadınlara aitti; sepetler örü yorlardı ve daha geç bir tarihte çömlek üretimine de başlamışlardı Dolayısıyla ekili tarlalar
74
F.N UZUN DEVRIM TARIHIN KEŞFI
kadınların mülkü haline geldi. Koca eşinin evine yerleşiyor ve soy anaya bağlı olarak yürü yordu. Erkekler, av ve balıkçılık dışında, tarla açma, tarıma elverişli bale getirme çalışmalarım üstleniyorlardı. Dıttmer'iıı av ve bitki yetiştirmenin bir bileşimi olarak tanımladığı bu uygar lık türü ("Jäger-Pflanzer") tropikal Afrika'ya, Malmezya'ya ve her iki Amerika'ya yayıldı. Yine Güneydoğu Asya'da daha geç bir dönemde yumrulu bitkiler ekimi ve bahçıvanlık ortaya çıktı; domuz ve kümes hayvanları da bu dönemde eveılleştirildi. Bu uygarlığın özgül nitelikleri, anaerkil türde bir örgütlenme, gizli erkek cemiyetleri (kadınları korkulmak için), yas gruplarına dayalı sınıflar, kadının ekonomik ve dinsel önemi, ay mitolojileri, orji türü be reket tapınılan, kelle avcılığı ve kafatası tapımıdır. Hayatın yenilenmesi insanları kurban ede rek sağlanıyordu. Atalar tapımının gerekçesi onların berekette oynadıkları roldü. Diğer öz gül unsurlar: Şamanizm ve sanatın gelişimi (müzik, tapım dramalan, gizli cemiyet masklan, aıalann heykellerle tasviri). Bu uygarlık türü (veya tarımsal dongu) mezolıtik çağda Güney doğu Asya'ya (bu uygarlığa günümüzde bile Hindistan ve Hindiçin'in bazı ilkel halklarında rastlanmaktadır). Afrika'nın Ekvator üzerinde kalan bölümüne ve Polinezya dışındaki gü ney denizlerine yayılmıştı. Dıttmer tahıl ekinciliğini, bitki ekinciliğinin bir ikamesi (Ersatz) olarak açıklamakladır; lanmın bozkır alanlanna doğru yayılması böyle bir ikameyi zorunlu kılmıştı. Bitki ekimin den tahıl ekimine Hindistan'da geçilmişti; En eski tahıl olan dan orada yetiştinldi Bu yeni teknik Hindistan'dan Batı Asya'ya yayıldı ve otada da birçok laneli bitkinin yabanı türleri evcilleştırildi. Dittmer tahıl ekimine özgü iki üretim çemberi ayırt etmektedir: a) Yeterli yağ mur alan bölgelerde "geniş arazide az verimli" (exlensif) tarım; b) Yoğun (inıensi)) tarım, yani taraçalan. sulamayı ve bahçeciliği de kullanan tanm. Bu tanmsal aşamalardan her birine be lirti sosyolojik, ekonomik ve dinsel yapılar denk düşmektedir (krş. Kunz Dittmer, Allgemeine Völkerkunde, Braunschweig, 1954, s. 163-190). İ 12. Kadın ile ekili toprağın mistik dayanışması konusunda, bkz, M Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s. 243-263, 324-349; aynı yazar, Mythes, reves et mysteres (1957), s. 206-253, Albert Dieterich'in aceleci gene II eşti mielen (Mutter Erde, 3. baskı, Berlin, 1925) konu sunda, bkz. Olof Pettersson, Motlter Eartfı: Atı Aııalysis of ihe Motfıer Eartft Concepts Accordiııg to Al!>erf Dıetctich (Lund, 1967). Aynca krş. P. ]. Ucko, Anlhropomorphıc Figurines (Londra, 1968) ve Andrew Fleming, "The Myth of the Mother-Goddess" (World Archaeology, 1, 1969, s. 247-261). Yunan ve Akdeniz tanrıçalarının döllenmeden üremeleri (parthénogénésc) konusunda, bkz, Uberto Pestalozza, Religione meditenıuıea. Vcclıi e nuovi studi (Milano, 1951), s. 191 vd. Dünyanın dönemsel yenilenmesi konusunda bkz. Eliade, Le myıhe de l'eternel relour (yeni baskı 1969), s. 65 vd; aynı yazar, Aspecls du nvyihe (1963), s. 54 vd. Kozmik Agaç simgeseliigı konusunda, bkz. Eliade, Le Clwmanisme (2. baskı, 1968), s, 49 vd, 145 vd, 163 vd, 227 vd'de sayılan belgeler ve kaynakçalar. Dairesel zaman ve kozmik dongu hakkında, krş. Le mythe de Véteme! retour, s. 65 vd. Mekana dinsel değer yüklenmesi konusunda, bkz. Dinler Tarihine Giriş, s. 355 vd. 75
PIN S El. İNANÇLAR VE. D Ü Ş Ü N C E L E R TARH 11 - I
Yang S>o neolitik kültüründeki konutların simgeselligi hakkında, bkz. îi. A. Stein. "Arc hitecture et pensée religieuse en Extrême-Orient." Arts As/a figues, 4, 1957, s. 177 vd; ayrıca krş. Elıode, Le d a munis me, S. 213 vd. Si ni il andıncı ve rituel ikilikler ve çeşitli uzlaşmaz cauşmalar ve kutuplaşmalar konusun da, bkz. Eliade, La Nostalgie des Origines (1971). s. 249-336. § 1 3 . Eriha'daki arkeolojik belgeler ve bunların yorumu hakkında, bkz. Kathleen Kenyon, Digging up Jericho (Londra, 1957); aynı yazar. Archaeology in ıftc tloly Land (Londra, 1960), j . ve J. B. E. Garstang, The Stoty of Jericho (Londra, 1948); E. Anan, Palestine before The Heb rews, s. 273 vd; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s. 41 vd. Suriye ve Filistin'in neolitik çag dinleri hakkında, bkz. son olarak çıkan J. Cauviıı, a.g.y., s. 43 vd (Eriha, Munhata. Beıdha, Tel Ramad kazılan); s. 67 vd (Ras Şamra, Byblos vb); Muller-Karpe, HCIFU&UCJI, 11, s. 335 vd, 349 vd Mellaan, Eriha'nın çömlekçilik öncesi kültürünün 03 katmanı, MÖ 6500-5500) Hacılar kültüründen (MÖ 7000-6000) luredigini düşünüyordu; krş. "Hacilar: A Neolithic Village Si le," Scientific American, c. 205, Ağustos 1961, s. 90. Ama Earliest Civilization of the Near East (Londra-New York, 1965) adlı eserde (s. 45), Eriha'da (B katmanı) radyokarbon ölçümüyle belirlenmiş yeni tarihleri şöyle belirtmektedir: MÖ 6968 ve 6918; başka bir deyişle, iki kül türün çağdaş oldukları anlaşılıyordu. Çatalhöytık ise Yakındoğu'nun en geniş neolitik çağ kentidir. Kazıların henüz tamam lanmamasına karşın (1965'te yüzeyin yalnızca dörtte bin kazıtmışu), Çaıathöyuk şaşırtıcı bir uygarlık düzeyini onaya koymuştu: Gelişmiş bir tanm (birçok tahıl ve sebze türü), hayvancı lık, ticaret ve zengin bir şekilde bezenmiş birçok tapınak. Krş. James Mellaart, Çuial HÜVU/Î: A Neolithic Town of Anatolia (New York, 1967). Aynca bkz Walter Oostal. "Zum Problem der Stadt- und Hochkultur im Vorderen Orient
Ethnologische Marginalien." Anthropos, 63,
1968, s. 227-260. Tel Halef hakkındaki temel kaynakça Müllev-Karpe'ta kayıtlıdır: c. U, s 59 vd, 427-428 el-Ubeyd kültürü hakkında bkz Müller-Karpe, a.g.y., s. 6! vd, 339, 351, 423 (kazılarla ilgili kaynakça), 425 vd (Ak Tapınak, ziggurat). Ayrıca krş. M. E. L. Mallowan, Early Mesopo tamia and Iran (1965), s. 36 vd. Anılmayı hak eden bir tapmak daha var Matlowan'in Tel Brak'ta, Habur Vadısı'nde (Urukün 1000 km. kadar kuzeyinde) ortaya çıkardığı ve y. MÖ 3000'e tarihlediği "Gözler Tapmağı." Burada, beyaz ve siyah kaymaktaşından binlerce "put" bulundu; bunların özelliği, bir ya da birkaç çift göze sahip olmalarıydı, Mallowan'a göre bu putlar, her şeyi gören, site nin koruyucusu bir tanrıya sunulan adakları temsil etmektedir; krş. Eariy Mesopotamia, s. 48 vd ve şekil 38-40. Tapınak, tanrıça İnanna'ya adanmıştı. The Eye Goddess (1957) adlı kita bında, O. G S. Crawford bu ikonografik türün İngiltere ve İrlanda'ya kadar yayılmasını in celemektedir, ama verdiği birçok örnek ikna edici değildir. Heykelciklerin ve Mezopotamya tanhöncesiniıı diğer nesnelerinin simgeselligi ¡3 L Goff tarafından incelenmiştir: Symbols of Prehistoric Mesopotamia (New Haven ve Lone:,; 76
?63\
EN UZUN DEVRİM; TAKIMIN Kİ İŞE]
bkz. özellikle s. 10-48 (Tel Halef ve Ubeyd dönemleri) ve sek. 58-234. § 14. En eski Avrupa uygarlığı hakkında, bkz. Marija Gimbutas, "Old Europe e. 7000-3500 B.C.: The Earliest European Civilization Before the Infiltration of (he Indo-European Peop les," T/ie Journal of Indo-European Studies içinde, 1, 1973, s. 1-20. Dinsel düşünceler ve tapımlar hakkında bkz. Marija Gimbutas, 77ıe Cods and Goddesses of Old Europe, 700-3500 B.C.: Myths, legends, and Cult Images (Berkley ve Los Angeles, 1974); J. Maringer, "Priests and Priestesses in Prehistoric Europe," MR 17 (1977): 101-20. Càscioarele tapınağı hakkında, bkz. Vladimir Dumitrescu, "Edifice destiné au culte dé couvert dans la couche Boian-Spantov de la station-tell de Càscioarele," Dada, yeni seri, 12, 1968, s. 381-394. § 15. Madenlerin keşfi ve metalürji tekniklerinin gelişimi konusunda bkz. T, A. Rickard, Man and Metals. A Histoıy of Mining in Relation to the Development oj Civilization (New York, 1932); R. 1. Forbes, Metallurgy in Antiquity (Leiden, 1950); Charles Singer, E. Y. Holmyard ve A R Hall, A History oj Technology, 1 (Oxford, 1955). Kaynakçalar için bkz. M. Eliade, Forgerons et Alchimistes (Paris, 1956), s. 186-187; "The Forge and the Crucible: A Postscript" (HR, 8, 1968, s. 74-88), s. 77. Madenlerde çalışanlar ve demirciler hakkında, bkz. Forgerons et Alchimistes, s. 57-88; "A Postscript," s. 78-80. Demirci Tannlar ve Uygarlaştıncı Kahramanlar hakkında, bkz. Forge rons et Alchimistes, s. 89-112. Simyanın "kökenleri" hakkında, bkz, A. M. Leicester, The His torical Background oj Chemistry (New York, 1956); I . R. Partington, History of Chemistry, c. 1 (Londra, 1961); Allen G. Debus, "The Significance of the History of Early Chemistry" (Cahi ers d'histoire mondiale, 9. 1965, s. 39-58); Roben P. Mullhauf, The Origin oj Chemistry (Lond ra, 1966).
I I I . BÖLÜM
MEZOPOTAMYA DİNLERİ
16. "Tarih S ü m e r ' d e B a ş l a r . . . " — Bilindiği gibi, S. N . Kramer'in bir kitabının başlığı budur." Ü n l ü Amerikalı şarkiyatçı bu kitapla ç o k sayıda kuruma, teknik ve dinsel kavrama ilişkin ilk bilgilerin S ü m e r metinlerinde k o r u n d u ğ u n u gösteri y o r d u . Bunlar ö z g ü n hali M Ö IH. binyıla kadar uzanan i l k yazılı belgelerdi. Ama b u belgelerin daha arkaik dinsel i n a n ç l a r yansıt t ı k l a n n a k u ş k u yoktur. S ü m e r uygarlığının k ö k e n i ve eski iarihi h e n ü z yeterince bilinmemektedir. Sami kökenli olmayan ve bilinen hiçbir başka d i l ailesiyle de açıklanamayan Sümerceyi k o n u ş a n bir h a l k ı n , kuzey b ö l g e l e r i n d e n inip Aşağı Mezopotamya'ya yer leştiği v a r s a y ı l m a k t a d ı r . Büyük olasılıkla S ü m e r l e r etnik bileşimi h e n ü z biline meyen yerlilere (kültürel açıdan, el-Ubeyd adı verilen uygarlığı p a y l a ş ı y o r l a r d ı , krş. § 13) boyun e ğ d i r m i ş l e r d i r . Kısa denebilecek bir süre sonra, Suriye çölün den gelen ve Sami kökenli bir d i l olan Akkadçayı k o n u ş a n göçebe gruplar, Sü mer'in kuzeyindeki topraklara girmeye ve an arda gelen dalgalar halinde S ü m e r kentlerine sızmaya başladılar. M Ö I I I . b i n y ı h n ortalarına d o ğ r u , efsaneleşmiş ön der Sargon'un y ö n e t i m i n d e k i Akkadlar ü s t ü n l ü k l e r i n i S ü m e r sitelerine kabul et tirdiler. Bununla birlikte daha fetihten ö n c e bir S ü m e r - A k k a d sembiyozu g e l i ş m i ş ve i k i ü l k e n i n b i r l e ş m e s i n d e n sonra iyice güçlenmişti. Daha 30 ya da 40 yıl ö n c e sine kadar, bilginler tek k ü l t ü r d e n , b u i k i etnik tabakanın k a y n a ş m a s ı sonucunda ortaya çıkan Babil k ü l t ü r ü n d e n söz ediyorlardı. Bugün Sumer ve Akkad katkıları n ı ayn ayn incelemek gerektiği konusunda g ö r ü ş birliğine varılmıştır; ç ü n k ü i ş galcilerin yenilenlerin k ü l t ü r ü n ü özümsediği d o ğ r u olmakla b i r l i k t e , i k i halkın yaratıcı dehası birbirinden farklıdır. Bu ayrışmalar özellikle d i n a l a n ı n d a fark edilmektedir. En eski çağlardan beri tanrısal varlıkların İşareti boynuzlu bir taçtı. Demek k i O r t a d o ğ u ' n u n her yerinde o l d u ğ u gibi, b o ğ a n ı n neolitik çağdan beri varlığı d o ğ r u l a n a n dinsel simgeselligi kesintisiz bir b i ç i m d e Sümer'e de aktarılmıştı. Başka b i r deyişle tanrısal varoluş biçimi fiuvvei ve mekânsal
"aşfiinlifila", yanı gök g ü r ü l t ü s ü n ü n g ü m b ü r d e d i g i (çün-
Türkçe baskısı için bkz. Samuel Noah Kramer, Tarifi Sümer'de Baslar, çev Koyukan, Kabala, 1999 - y n . 78
Hamide
MEZOPOTAMYA DıNU-Kı
k ü gok g ü r ü l t ü s ü boğaların b ö g ü r t ü s û y l e özdeşleştiriliri iş t i) fırtınalı gökyüzüyle t a n ı m l a n m ı ş t ı . Tanrısal varlıkların ı d e o g r a m l a r ı n d a n ö n c e konan ve başlangıçta bir yıldızı temsil eden belirleyici işaret de onların b u "aşkın," göksel yapısını d o ğ r u l a n m a k t a d ı r . Sözlüklere g ö r e b u belirtecin tam karşılığı " g ö k y ü z ü " d ü r . De mek k i b ü t ü n tanrılar göksel varlıklar olarak d ü ş ü n ü l ü y o r ; b u nedenle tanrılar ve tanrıçaların ç o k güçlü b i r ışık yaydıkları kabul ediliyordu. İlk S ü m e r metinleri rahipler tarafından gerçekleştirilmiş sınıflandırma ve sis t e m l e ş t i r m e çalışmasını yansıtır Once b ü y ü k taunlar ü ç l ü s ü , o n l a r ı n a r d ı n d a n da gezegen tanrıları ü ç l ü s ü gelir. Ayrıca b ü y ü k ç o ğ u n l u k l a adlarından başka b i r şey bilinmeyen t ü r l ü tanrılar h a k k ı n d a kabarık listeler vardır. S ü m e r dini daha tarifli nin şafağında "kadim" bir d i n olarak onaya ç ı k m a k t a d ı r . Kuşkusuz b u g ü n e dek keşfedilenler, parçalı ve yorum 1 a n m a s ı çok g ü ç metinlerdir. Yine de bu eksik b i l gilere dayanarak bile, bazı dinsel geleneklerin i l k anlamlarını yitirmeye başladık ları a n l a ş ı l m a k t a d ı r . A n , E n l i l ve Enki'den o l u ş a n b ü y ü k tanrılar üçlüsünde de aynı s ü r e ç sezilmektedir. Adının da işaret ettiği gibi (cin = g ö k y ü z ü ) , birincisi b i r gök t a n n s ı d ı r . Herhalde panteonun en önemli ve egemen tanrı tanımına en i y i uyan üyesi oydu; ama An'da ckus oiiosus'" belirlileri g ö r ü l m e k t e d i r . Hava tanrısı (Ulu Dağ adı da v e r i l i r ) Enlil ve " T o p r a ğ ı n Efendisi," "temellerin" tanrısı Enki daha etkin ve " g ü n c e P d i r ; Enki'nin ezeli sulann tanrısı o l d u ğ u kanısı yanlıştır ve S ü m e r anlayışında, karaların okyanus üzerine o t u r d u ğ u kabul edildiği için bu ha taya d ü ş ü l m ü ş t ü r . Şimdiye dek gerçek anlamda hiçbir kozmogoni metni keşfedilememiştir,
ama
bazı imalar S ü m e r l e r i n yaklaşımına göre yaratılışın belirleyici anlarını yeniden o l u ş t u r m a m ı z a olanak vermektedir. Tanrıça K a m ı m ı (adı, "ezeli deniz"i ifade eden piktogramla yazılmaktadır) ' G ö k ve Yeri d o ğ u r a n ana" ve " b ü t ü n t a n n l a r ı l
yaratan k a d ı n ata™ olarak tanıtılmaktadır. Hem evrensel hem de tanrısal bir bütün olarak tasavvur edilen "ezeli sular" izleğine arkaik kozmoloji metinlerinde sıkça rastlanır. Bu ö r n e k l e de su kütlesi, d ö l l e n m e s i z ü r e m e yoluyla i l k çifti, eril ve d i şil temel öğeleri c a n l a n d ı r a n G ö k (tanrı A n ) ve Yer'i (tanrıça K i ) d o ğ u r a n i l k Ana ile özdeşleştirilmiştir. Bu ilk çift, hieros gamosla birbirine karışacak denli birleş m i ş d u r u m d a y d ı . O n l a r m b i r l e ş m e s i n d e n hava tanrısı E n l i l d o ğ d u . Bir d i ğ e r bel ge p a r ç a s ı n d a n Enlil'in ebeveynlerini ayırdığını ö ğ r e n i y o r u z ; Tanrı A n göğü yu-
Deus ou'osus ('durağan tann'): Yaratılmış düzenle veya insanlarla ilişkisini koparmış laım. Bu tasavvurda, Yüce Tanrı'nm diğer Lannlar veya gifeel varlıklar üzerindeki otoritesi devam eımekle birlikte etkinliğim onlara devretmiştir -yn. 79
DİNSEL INANQ-AG VI: DÜŞÜNCELER TARİH) - I
karı d o ğ r u kaldırdı ve E m i l de annesi Yeı'i y a n ı n d a g ö t ü r d ü . ' G ö k ve yerin ayrıl m a s ı n a ilişkin kozmogoni izlegi de o l d u k ç a yaygındır. Bu izlege farklı k ü l t ü r dü zeylerinde rastlanır. Ama O r t a d o ğ u ve Akdeniz'de k a y d e d i l m i ş versiyonlar, bü y ü k olasılıkla S ü m e r a n l a t ı s ı n d a n türemiştir, Bazı metinler " b a ş l a n g ı ç l a r ı n m ü k e m m e l l i k ve k u t l u l u ğ u n a değinir: "Her şe y i n m ü k e m m e l yaratıldığı eski g ü n l e r " v b , Ama anlaşılan gerçek cennet, ne has 2
talık ne de ö l ü m ü n b u l u n d u ğ u Dilmun'dur. Orada "hiçbir aslan ö l d ü r m e z , hiçbir kurt k u z u y u kapmaz p a r ç a l a m a z . . . . Hiçbir göz hastası " g ö z ü m ağrıyor" demez.... Surlarında hiçbir gece bekçisi d o l a ş m a z . . . . " Bununla b i r l i k t e b u m ü k e m m e l l i k 3
s o n u ç t a bir hareketsizlikti; ç ü n k ü D i l m u n ' u n efendisi Tanrı Enki toprak gibi ba kire olan e ş i n i n y a n ı n d a uyuyup kalmıştı. Enki u y a n d ı ğ ı n d a Tanrıça
Ninhur-
sag'la, sonra o n u n d o ğ u r d u ğ u kızla, en sonunda da bu kızın kızıyla birleşti - ç ü n kü bu cennet ü l k e s i n d e gerçekleşmesi gereken bir teogoni söz konusuydu. Ama anlamsız g ö r ü n e n bir olay tanrılar arasındaki i l k drama yol açtı. Tanrı yaratılan bazı bitkileri yedi; Oysa k i "onların kaderini belirlemesi," yani v a r o l u ş biçimle r i n i ve işlevlerini saptaması gerekiyordu, Bu a n l a m s ı z harekete çok öfkelenen Nmhursag, Enki ölünceye kadar, ona "yaşam gözü" ile b a k m a y a c a ğ ı n ı " açıkladı. N i t e k i m tanrıyı b i l i n m e d i k ağrılar sardı; giderek zayıflaması erken gelen ö l ü m ü n işaretiydi. Sonuçta onu iyileştiren yine eşi oldu."* Bu m i t i n yeniden o l u ş t u m l a b i l m i ş şekli, ne niyetle yapıldığı konusunda b i r karara varılamayacak düzeltmeler gerçekleştirildiğini
ortaya k o y m a k t a d ı r .
Bir
teogoni anlatısıyla tamamlanan cennet i z k ğ i , yaratıcı bir t a n r ı n ı n yoldan çıkması n ı ve cezalandırılmasını sergileyen b i r dramla s o n u ç l a n m a k t a d ı r ; bunu izleyen b ö l ü m d e t a n r ı n ı n a ş ı n zayıflaması onu ö l ü m e yaklaştırır. Kuşkusuz can alıcı b i r "hata" söz konusudur, ç ü n k ü Enki temsil ettiği temel ilkeye uygun davranmamış fır. Bu "hata" onun kendi yaratılışının yapısını krize sokma tehlikesini g ü n d e m e getir miştir. Başka metinlerde de kadere kurban olan tanrıların yakardan aktarılmakta dır. Kendi egemenlik sınırlarım aşan İ n a n n a ' n m ne gibi tehlikelerle karşılaşaeağı-
1
Bkz. Kramer, From the Tablets oj Sümer, s, 77 vd; aynı yazar, The Sumerians, s.
145
[Türkçesi için bkz. Sümerler, çev Özcan Buze, Kabala, 20021 2
"Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı Dünyası" destanının yeni bir çevirisi için, bkz. Giorgio R_ Castellino, Mıtologta sumerico-accadica, s. 176-181. "Başlangıçtaki" mükemmellik konusun daki Mısır anlayışı için krş. g 25.
J
Fransızca çevirisi Maurice Lambert, La Naissance du Monde içinde, s, 106.
,
R. Jestin'tn yaptığı yoruma uyuyoruz, "La religion sumérienne," s, 170. 80
MEZOPOTAMYA DİNLEEt
m da ileride göreceğiz. Enki'nin d r a m ı n d a şaşırtıcı olan tanrıların ö l ü m l ü doğası değil, b u n u n sergilendiği m i t o l o j i k bağlamdır.
17. Tanrıları K a r ş ı s ı n d a İ n s a n — İnsanın k ö k e n i n i açıklayan en az d ö r t anlatı vardır. Bunlar o kadar farklıdır k i , bir gelenek ç o ğ u l l u ğ u n u varsaymak gerekir. Bir m i t , i l k insanların ot gibi yerden b i t t i k l e r i n i anlatır. Bir d i ğ e r versiyona gö re, insan bazı tanrısal zanaatkarlar tarafından kilden y o ğ r u l m u ş t u r ; daha sonra tanrıça N a m m u kalbini b i ç i m l e n d i r m i ş ve Enki de ona can vermiştir. Başka me tinlerde insanların yaratıcısı olarak tanrıça A r u n ı g ö s t e r i l m e k t e d i r .
Dördüncü
versiyona göreyse, insan kendisini yaratmak için ö l d ü r ü l e n i k i t a n r ı n ı n , Lagma'ların k a n ı n d a n o l u ş t u r u l m u ş t u r . Bu sonuncu izlek BabiVin m e ş h u r kozmogoni şiiri Enama Hiş'te yemden ele alınıp y o r u m l a n a c a k t ı r (krş. § 21). Bütün bu motifler, ç o k sayıda çeşitleme içinde, d ü n y a n ı n aşağı y u k a n her ye l i n d e k a r ş ı m ı z a ç ı k m a k t a d ı r . S ü m e r v e r s i y o n l a r ı n ı n ikisine g ö r e , i l k insan b i r anlamda tannsal ö z ü paylaşıyordu: Enki'nin can veren soluğu veya Lagma tannlan n k a n ı . Bu, tannsal varoluş biçimi ile insanlık d u r u m u arasında aşılmaz bir me safe b u l u n m a d ı ğ ı anlamına gelir, i n s a n ı n , öncelikle beslenme ve giydirilme
ge
reksinimi olan tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı d o ğ r u d u r . ' T a p ı m , tanrıla ra hizmet olarak algılanmıştı. Ama insanlar tanrıların h i z m e t k â r ı olsalar da, onlan n köleleri değillerdi. Kurban törenleri özellikle adak ve sunulardan o l u ş u y o r d u . Sitenin b ü y ü k toplu bayramlarına gelince - Y e n i Yıl veya bir tapmak yapılması ne deniyle d ü z e n l e n i r l e r d i - b u n l a n n kozmolojik bir yapısı vardı. Raymond Jestin, metinlerde g ü n a h k a v r a m ı n a , kefaret unsuruna ve " g ü n a h ke çisi" d ü ş ü n c e s i n e r a s t l a n m a m a s ı ü z e r i n d e durur, O halde insanlar, t a n n l a r ı n yal 6
nızca h i z m e t k â n değil, aynı zamanda taklitçileri ve dolayısıyla
işbirlikçileridir.
Madem k i evrenin d ü z e n i n d e n tannlar sorumludur, insanlar o n l a r ı n kesin emirle rine uymalıdır; ç ü n k ü b u emirler hem d ü n y a n ı n hem de insan t o p l u m u n u n i y i iş lemesini sağlayan düzenlemelerden, kurallardan - " b u y r u k l a r " (me)~ kaynaklan m a k t a d ı r . Her varlığın, her hayat b i ç i m i n i n , tannsal veya insani her g i r i ş i m i n 7
5
Tapım hakkında krş. Kramer, The Sumerions, s. 140 vd; A L, Oppenheim, Anden! Mesopotarma, s. 183 vd.
fl
Jestin, a.g.y., s, 184. "Daha geç tarihli edebiyatta 'tövbe mezmurlari onaya çıkar, ama büyüyen Sami etkisi ayın edilebildiği için, bunlar anık Sümer bilincinin gerçek ifadeleri olarak görülemez," a.y
7
Farklı mesleklerin, vasıfların ve kurumlann me'si hakkında, krş. Kramer, Ftom che Tablets, 81
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIMI • I
kaderini "kurallar" kurar, yani belirler. "Kuralların" belirlenmesi, alman k a r a r ı o l u ş t u r a n ve duyuran n o m î ö r ' m davranışıyla t a m a m l a n ı r . Her Yeni Yılda tanrılar sonraki onikı ayın kaderini belirler. Kuşkusuz Yakındoğu'da karşılaşılan eski b i r d ü ş ü n c e söz konusudur; ama bunun i l k kesin ifadesi S ü m e r l e r e aittir ve S ü m e r teologlann gerçekleştirdiği d e r i n l e ş t i r m e ve sistemleştirme çabasının kanıtıdır. Kozmik d ü z e n s ü r e k l i sarsılır; önce d ü n y a y ı "kaos"a indirgeme tehdidini sa vuran "Büyük Yılan," sonra da çeşitli
ritüellerle
kefaret ö d e m e k ve " a r ı n m a k " is
teyen insanlann s u ç l a n , yanlışları ve hataları b u s a r s m t ı l a n yaratır. Ama Yeni Yıl bayramıyla d ü n y a d ö n e m s e l olarak yenilenir, başka bir deyişle "yeniden yaratı lır." "Bu b a y r a m ı n S ü m e r c e d e k i adı olan a-ki-til ' d ü n y a y ı yeniden yaşatan g ü ç ' an l a m ı n a gelir (lü 'yaşamak' ve 'yeniden yaşamak' demektir; b i r hasta '(yeniden) ya şar,' yani 'iyileşir'); burada ebedi d ö n ü ş yasasının b ü t ü n d ö n g ü s ü ç a g n ş t ı n l m a k t a d ı r . " Birbirine az ç o k benzeyen Yeni Yıl mitsel-rituel senaryolarına sayısız kül 3
t ü r d e rastlanır, Babıl b a y r a m ı Jİîitu'yu incelerken b u n l a n n ö n e m i n i değerlendir me fırsatını bulacağız (krş, § 22). Senaryo, sitenin koruyucusu olan ve heykeller veya h ü k ü m d a r tarafından temsil edilen - T a n r ı ç a İ n a n n a ' n ı n kocası u n v a n ı verilen h ü k ü m d a r , aynı zamanda Dumuzi'nin b e d e n l e n m i ş haliydi"- i k i tanrı ile b i r tapı nak cariyesi a r a s ı n d a k i kutsal evliliği kapsar. Bu hieros gamos tanrılarla insanlann birliğini s o m u t l a ş t ı r ı y o r ve geçici nitelikte de olsa, b u b i r l i k hatırı sayılır sonuç lar
yaratıyordu;
çünkü
tanrısal
enerji
sitenin
üstüne
—başka
bir
deyişle
" Y e r y ü z ü n e " - saçılıyor, onu kuisuyor ve başlayan yeni yılda refah ve m u t l u l u ğ u g ü v e n c e y e alıyordu. T a p ı n a k yapımı Yeni Yıl b a y r a m ı n d a n da daha ö n e m l i y d i . Bu da kozmogoni n i n b i r t e k r a n y d ı , ç ü n k ü tapınak - t a n r ı n ı n " s a r a y ı " - ımago mundi'yi' en eksiksiz b i ç i m d e temsil ediyordu. Bu, arkaik ve çok yaygın bir d ü ş ü n c e d i r . (Bu düşünce Baal mitinde da k a r ş ı m ı z a çıkacak, I 50). S ü m e r a n l a t ı l a n n a g ö r e , insan yaratıl d ı k t a n sonra, t a n r ı l a r d a n b i r i beş siteyi k u r d u ; onlan "temiz yerde k u r d u , onlara
s. 89 vd; The Sumenans, s. 117 vd. Me terimi, "varlık, oluş'' (Jacobsen) veya "tannsal güç" (Landsberger ve Falkenstein) diye çevrilmiş ve "ölü ve canlı maddedeki değişmez, varlığı sürüp giden ama kişileşmemiş, yalmzca tannlann sahip olduğu türden bir tannsal içkınlik" olarak yorumlanmıştır 0- van Dijk), 8
9
Jestin, a.g.y., s. 181. Krş, S, N. Kramer, "Le Rite de Mariage sacri Dumuzi-Inanna," s. 129; aynı yazar, The Sotred Mamage Rite, s. 49 vd. Dünya imgesi ^yn. 82
MEZOPOTAMYA DİNLERİ
ad verdi ve onları t a p ı m merkezi y a p t ı . "
Daha sonra tanrılar sitelerin ve tapı
nakların p l a n l a n n ı d o ğ r u d a n h ü k ü m d a r l a r a aktarmakla yetindiler. U ğ u r l u yıldız ların belirtildiği b i r levhayı g ö s t e r e n Tanrıça Nidaba ve tapınağın planını açıkla yan bir t a n r ı Kral G u d e a ' n ı n rüyasına g i r d i . " T a p ı n a k ve site modelleri deyim yerindeyse "aşkın" nitelikledir; çünkü önceden g ö k y ü z ü n d e mevcutturlar. Babil sitemlinin arketipleri takımyıldızlardaydı; Sippar'm modeli Yengeç takımyıldızın da, N i n o v a n m k i B ü y ü k Ayı'da, Asur'unki Ç o b a n t a k ı m y ı l d i z i n d a y d ı v b .
1 2
Bu an
layışa k a d i m D o ğ u d a yaygın olarak r a s t l a n m a k t a d ı r . Krallık k u r u m u da alâmederiyle, yani taç ve tahtla birlikte "gökten i n m i ş t i , " '
3
Tufandan sonra krallık i k i n c i kez y e r y ü z ü n e taşındı. Kelimelerin ve k u r u m l a r ı n göksel ö n - v a r o l u ş u n a inanış, arkaik ontolojide hatırı sayılır bir ö n e m kazanacak ve en m e ş h u r ifadesini Platon'un Idealar k u r a m ı n d a bulacaktı. Varlığına i l k kez S ü m e r belgelennde rastlanan b u inancın k ö k e n l e r i anlaşılan tarihöncesine kadar u z a n m a k t a d ı r . N i t e k i m , göksel modeller k u r a m ı , i n s a n ı n eylemlerinin tanrısal varlıklar tarafından ortaya konan davranışların tekrarından (taklidinden) başka bir şey o l m a d ı ğ ı n ı ileri suren ve b ü t ü n dünyaya yayılmış arkaik b i r anlayışın uzantısı ve geliştirilmiş halidir.
18. tik Tufan
Miti—
Tufandan sonra krallığın yeniden g ö k t e n indirilmesi gerek
t i ; ç ü n k ü b u felaket " d ü n y a n ı n sonu" anlamına geliyordu. Gerçekten de S ü m e r versiyonunda Zisudra, A k k a d versiyonunda ise U t n a p i ş t i m adını alan bir tek i n san k u r t u l m u ş t u . Ama ona, Nuh'tan farklı olarak, sulardan çıkan "yeni toprak"ta oturma i z n i verilmedi. Az çok "tanrılaşan," en azından ö l ü m s ü z l ü ğ e erişen fela ketzede, D i l m u n (Zisudra) ülkesine veya "nehirlerin ağzına" ( U t n a p i ş t i m ) nakle dildi. S ü m e r versiyonundan elimize yalnızca birkaç p a r ç a ulaşabilmiştir; T a n r ı l a r panteonunun bazı üyelerinin ç e k i m s e r tavrına veya muhalefetine k a r ş ı n , b ü y ü k tanrılar insanlığı tufanla yok etmeye karar verirler. Birisi "alçakgönüllü, itaatkâr, dindar" Kral Zisudra'nm erdemlerini sayar. Koruyucusu tarafından olaylardan ha berdar edilen Zisudra, A n ve Enlıl'in aldığı kararı duyar. Elimizdeki metinde bu noktada b ü y ü k bir b o ş l u k var. Herhalde bu b ö l ü m d e Zisudra'ya gemiyi nasıl ya pacağına ilişkin ayrıntılı bilgiler veriliyordu. Yedi g ü n yedi gece sonra g ü n e ş ye-
Krş. Kramer tarafından çevrilmiş metin, From die Tablets, s. 177. E. Burrows, "Some Cûsmological Patterns in Babylonian Religion," s, 65 vd. Krş, a.g.y., 5. 60 vd, Bkz. "Sümer Kralları Listesi," çev. Kramer, The Sumerians, s. 328 vd. 83
DİNSEL İNANÇLAR VE DLIiUNCF.LFJÎ TAKİHI -1
tıiden d o ğ a r ve Zisudra g ü n e ş tanrısı Utu'nun ö n ü n d e secdeye v a ı ı r . Eldeki son m e t i n parçasına g ö r e , A n ve Enlil Zisudra'ya "tannlannki gibi b i r hayat" ve tanr ı l a n n "ebedi solugu"nu verip, onu mucizevi D i l m u n ü l k e s i n e yerleştirirler.
11
Gılgamış destanında yine tufan izlegi k a r ş ı m ı z a çıkıyor. Oldukça i y i korun m u ş b u m e ş h u r eser, Kitabı Mukaddesteki anlatıma benzerliklere daha i y i ışık t u tuyor. O n a k ve oldukça arkaik bir k a y n a ğ ı n söz konusu o l d u ğ u anlaşılıyor.
R.
Andree, H . Usener ve J. G. Frazer'm derlemelerinden beri bilindiği gibi, tufan Lzleği neredeyse b u t u n d ü n y a y a yayılmıştır; (Afrika'da çok nadir olsa da) b ü t ü n kı talarda ve farklı k ü l t ü r düzeylerinde varlığı d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Bazı çeşitlemelerin önce Mezopotamya, sonra da Hindistan'dan başlayan yayılma sürecinin sonucu o l d u ğ u anlaşılıyor. Bir ya da b i r ç o k rafan felaketinin masalsı anlatılara y o l a ç m ı ş olması da m ü m k ü n d ü r . Ama b u kadar yaygın bir m i t i , jeolojik izleri bulunama m ı ş g ö r ü n g ü l e r l e açıklamaya k a l k ı ş m a k tedbirsizlik olur. Tufan m i t l e r i n i n çoğu b i r anlamda k o z m i k
ritmin
p a r ç a l a n gibidir: Yozlaşmış b i r insanlığın yaşadığı
"eski d ü n y a " sulara g ö m ü l ü r ve bir süre sonra su "kaosundan" "yeni b ü dünya" çıkar.
15
M i t i n birçok çeşitlemesinde, tufan insanların işlediği " g ü r ı a h l a n n " (veya ritüel hatalarının) sonucudur; k i m i zaman da yalnızca tanrısal bir varlığın insanlığa son verme isteğinden kaynaklanır. Mezopotamya anlatısında tufanın nedenini sapta mak kolay değildir. Bazı imalar, t a n n l a n n bu karan "günahkârlar" nedeniyle al dığını d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r . Bir başka anlatıma g ö r e , insanların dayanılmaz " g ü r ü l t ü s ü " EnliTi ö f k e l e n d i r m i ş t i r ,
16
Bununla birlikte başka kültürlerde gelecekteki tu
fanı haber veren mitler incelenirse, başlıca nedenlerin hem insanların hem de ihtiyarlayan dünyanın
günahlarında
düşkünlüğünde yattığı g ö r ü l ü r . Evren yalnızca var o l
d u ğ u , yani canlı o l d u ğ u ve ürettiği için yavaş yavaş bozulur ve sonunda y ı k ı l m a ya y ü z tutar. Bu nedenle de yeniden yaratılması gerekir. Bir başka deyişle, Yeni Yıl b a y r a m ı n d a simgesel olarak gerçekleştirilen şeyi; tufan makrokozmik ölçekte hayata geçirir: Yeni bir yaratımı m ü m k ü n k ı l m a k için g ü n a h k â r bir insanlığın ve
Krş, Kramer, Fronı the Tablets, s. 177 vd; aynı yazar, Sumenan Mythology, s. 97 vd; G, R. Castellino, Mitoîogia, s, 140-143. Bazı tufan mitlerinin içerdiği simgesellik konusunda, bkz. M Elıade, Dinler Tarihine Giriş. s. 215 vd. Apsu'nun uyumasını engelleyen genç taıınlan öldürme karanna yine "gürültu"nün neden olduğunu ilende (§ 21) göreceğiz (Krş. Enuma Eliş, tablet 1, 21 vd). 84
MEZOPOTAMYA DİNLERİ
" d ü n y a n ı n sonu" gelir.
19. Y e r a l t ı n a İ n i ş : t n a n n a ve D u m u z i — Gezegen tanrıları ü ç l ü s ü n d e , NannaSuen (Ay), U t u ( G ü n e ş ) ile V e n ü s yıldızı ve aşk tanrıçası olan İnanna yer alıyor d u . A y ve G ü n e ş tanrıları en parlak noktaya Babil d ö n e m i n d e çıktılar, Akkad tan rıçası Iştar'ın ve daha sonra da Aştarte'nin b e n z e ş t iril d iği tnanna ise. Yakın Do ğ u d a başka hiçbir tanrıçanın e r i ş e m e d i ğ i b i r tapını ve m i t o l o j i "güncelliği"nden yararlanacaktı, l n a n n a - l ş t a r en parlak çağında hem aşk, hem savaş tanrıçasıydı, yani hayatı ve ö l ü m ü y ö n e t i y o r d u ; ne kadar güçlü o l d u ğ u n u belirtmek için hermafrodit o l d u ğ u (/star barbata) s ö y l e n i y o r d u . Kişiliği daha S ü m e r d ö n e m i n d e tam olarak çizilmiştir ve o n u n merkezi m i t i antik d ü n y a n ı n en a n l a m l ı yaratımla r ı n d a n birini o l u ş t u r u r . Bu mit b i r aşk hikayesiyle başlar; U r u k ' u n koruyucu tan rıçası İnanna çoban Dumuzi'yle evlenir,
böylece Dumuzi sitenin
hükümdarı
olur. tnanna tutkusunu ve m u t l u l u ğ u n u yüksek sesle ilan eder: "Ben, neşe içinde y ü r ü y o r u m . . . . Efendim kutsal kucağa yaraşır!" Ama eşini bekleyen trajik sonu da ö n c e d e n hissetmektedir; "Ah sevgilim, y ü r e ğ i m i n erkeği ... ben seni u ğ u r s u z b i r yazgıya s ü r ü k l e d i m . . . . Ağzınla ağzıma dokundun, d u d a k l a r ı m ı başına b a s t ı r d ı n , işte b u nedenle u ğ u r s u z bir yazgıya m a h k û m e d i l d i n . " " Bu " u ğ u r s u z yazgı," hırslı I n a n n a ' n ı n "ablası" Ereşkigal'in yerini almak üzere Yeraltı'na inmeye karar verdiği g ü n çizilmişti. Yukarıdaki Büyük Krallığın k ü m d a n olan İnanna, Aşağıdaki Dünyaya da h ü k m e t m e ö z l e m i n d e d i r .
hü-
Ereşki
gal'in sarayına girmeyi başarır, ama Yedi Kapıyı birer birer aştıkça, başkapıcı giysilerini ve takılannı ç ı k a r m a k t a d ı r , İ n a n n a ablasının karşısına çırılçıplak -ya ni b ü t ü n " g ü ç l e r i n d e n " s o y u n m u ş olarak- çıkar. Ereşkigat " d i k t i ona g ö z l e r i n i , Ölüm bakışını" ve Inanna'nın "bedeni cansız kaldı." Üç g ü n geçince y a k ı n dostu N i n ş u b u r , I n a n n a ' n ı n yola ç ı k m a d a n once verdiği talimatlara uyup Tanrı E n l i l ve T a n n Nanna-Sm'i durumdan haberdar eder. Ama onlar b u işe k a r ı ş m a z ; çünkü İnanna, karşı gelinmez k u r a l l a r ı n h ü k ü m s ü r d ü ğ ü b i r alana - Ö l ü l e r
1T
l e
Diyarı'na-
Krş. Aspects du mythe, s. 71 vd. Atrahasis desiamndaki versiyona göre, Ea tufandan sonra yedi erkek ve yedi kadın yaratılmasına karar verdi; krş Heidel, TJıe Gilgitmesİ! Epie, s 259¬ 260. Bir diğer versiyona göre, İnanna başlangıçta çiftçi Enkimdu'yu tercih eder, ama kardeşi Güneş tarınsı Utu onu bu fikrinden caydım; krş. 5. N. Kramer, Tte Sacred Marriage Rite, s, •69 vd; aynı yazar, "Le Rite de Mariage Sacré Dumuzi-İnanna," s. 124 vd. Aksi belirtil medikçe, Kramer'ın çevirilerini bu makaleden alıntılıyoruz, S. N. Kramer, Le nie de mariage sacré, s. 141, 85
DINSEL İNANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1
girerek, "yasaklanmış işlerle u ğ r a ş m a k istemişti," Yine de Enlil bir ç ö z ü m buiur: İki haberci yaratır ve birine "hayat yiyecegi"nı, diğerine "hayat suyu"nu verip on ları Yeraltına g ö n d e r i r . "Bir çivide asılı duran cesedi" hileyle c a n l a n d ı r m a y ı başanrlar ve İ n a n n a yeraltından çıkmak üzere iken A m m n a k i î e r (Yeralcınm Yedi Yargı cı) onu yakalar: "Ölüler diyarına i n i p de ölüler diyanndan zarara u ğ r a m a d a n çı kan g ö r ü l m ü ş m ü ? Eğer İnanna ölüler diyanndan çıkacaksa, yerine b i r i n i b ı r a k »20
sın. İ n a n n a y a n ı n d a bir grup galla şeytanıyla y e r y ü z ü n e geri d ö n e r ; eger yerine ge çecek b i r
başka
tanrısal
varlık
bulamazsa, g a î k ' l a r
onu
geri
götürecektir
Şeytanlar ö n c e N i n ş u b u r ' u yakalamak ister, ama inanna onlan engeller. Daha son ra hep birlikte Umma ve Bad-Tibira şehirlerine yönelirler; bu şehirlerin dehşete kapılan koruyucu t a n n l a n kendilerini tnannanm ö n ü n d e yerlere a t ı p , tozlann içinde s ü r ü n ü r l e r ve onlara acıyan tanrıça aramasını başka yerde s ü r d ü r m e y e ka rar verir. Sonunda Uruk'a gelirler. İnanna orada Dumuzi'nin ağlayıp d ö v ü n m e k yerine, en zengin giysileri içinde tahta k u r u l d u ğ u n u ve artık ş e h r i n tek h ü k ü m d a n o l d u ğ u için neredeyse sevindiğini şaşkınlık ve öfkeyle görür. " ( İ n a n n a ) gözleri n i ona d i k t i , o l û m bakışını! Ona karşı k o n u ş t u , öfkeli sözlerle! Bir çığlık kopar dı, suçladı onu! İşte bu, g ö t ü r ü n onu! (dedi şeytanlara)."
21
D u m n z i k a y ı n b i r a d e r i g ü n e ş l a n n s ı Utu'ya kendisini bir yılana d ö n ü ş t ü r m e s i için yalvarır ve kız kardeşi Geştinanna'nın evine d o ğ r u k a ç ı p onun ağılına sığı m ı . Şeytanlar onu b u ağılda b u l u p işkence eder ve yeraltına g ö t ü r ü r l e r . Metinde k i bir b o ş l u k nedeniyle son b ö l ü m ü bilemiyoruz. "Ama D u m u z i ' n i n d ö k t ü ğ ü göz yaşlarına acıyan Ereşkigal'in o n u n yeraltında ancak yılın yarısında k a l m a s ı n a ka rar verip acı yazgısını y u m u ş a t t ı ğ ı ; yılın gen kalan yarısında Dumuzi'nin y e r i n i kız k a r d e ş i G e ş t i n a n n a ' n ı n aldığı a n l a ş ı l m a k t a d ı r . "
22
Aynı m i t i n Akkadça versiyonu, bazı ö n e m l i farklılıklarla birlikte, Istafm
Ye
raltına /niş; ride anlatılır. Sümer metinlerinin çevrilmesi ve y a y ı m l a n m a s ı n d a n ön ce, tanrıçanın "geri d ö n ü ş ü olmayan ülke"ye, Tammuz'un " ö l ü m ü " n d e n sonra ve onu geri getirmek üzere gittiği sanılıyordu. S ü m e r versiyonunda bulunmayan ba-
Çev Jean Bottero, Annuaire de VEeole des Uautes Etudes, 1971-72, s. 85. 2 1
Çev. Bottero, a.g.y , s. 91. Bir başka dökümde İnarma'mtı bu davranışı korkuyla açık lanıyor gibidir. Cinler İnanna'yı yakalayıp gen götürme tehditleri savurmaya başlayınca, "dehşete kapılan (İnanna) onlara Dumuzi'yi venr! Bu genç adamın (der onlara) ayaklarını zincirleyin vb," a.y.
2 2
S N. Kramer, a.g.y , s 144. 86
MEZOPOTAMYA DİNLERİ
zı unsurlar b ö y l e bir y o r u m u cesaretlendirir gibiydi. Bu unsurlardan i l k i , Akkad versiyonunda Iştar'ın esaretinin felakete y o l açan sonuçlarıydı. Tanrıça kaybol duktan sonra insan ve hayvan üremesi tamamen d u r m u ş t u . Bu felaket, a ş k ve be reket tannçasıyla sevgili eşi Tammuz a r a s ı n d a k i hieros gamos kesintiye u ğ r a m a s ı n ı n sonucu olarak açıklanabiliyordu. Felaket evrensel b o y u t l a r d a y d ı ve Akkad versiyonunda, ç o k y a k ı n d a h a y a t ı n tamamen y o k olacağından k o r k a n b ü y ü k tanrı lar, Iştar'ı kurtarmak için m ü d a h a l e etmek zorunda kaldılar. S ü m e r versiyonunda şaşırtıcı olan, D u m u z i ' n i n m a h k û m edilişi için gösteri len "psikolojik," yam insani gerekçedir: Her şey eşini muzaffer bir edayla tahtına yerleşmiş halde bulan İ n a n n a ' n m öfkesiyle açıklanır gibidir. Bu duygusal açıkla ma sanki daha arkaik bir d ü ş ü n c e y i örtmektedir- Her yaratma ya da ü r e m e eyle m i n i kaçınılmaz olarak " ö l ü m " - b u ritüel bir ö l ü m d ü r , dolayısıyla geri d ö n ü ş ü vardır— izler. S ü m e r kralları, tıpkı daha sonra Akkad kralları için de geçerli ola cağı gibi, Inanna'yla fıieros gomos içinde D u m u z i ' n i n bedenlenmelendir." Bu du r u m , ş u ya da b u Ölçüde kralın ritüel " ö l ü m ü " n u n k a b u l ü n ü gerektirir. Bu örnek te, S ü m e r metninde aktarılan ö y k ü n ü n gerisinde tnanna'nın k o z m i k bereket dön g ü s ü n ü g ü v e n c e y e almak için düzenlediği bir mysieria (sır| b u l u n d u ğ u n u varsay mak gerekir. Gılgamış'ın, kendisini kocası olmaya davet eden Iştar'a verdiği kü çümseyici yanıtta b u mysteria'ya bir g ö n d e r m e sezilebilir: G ı l g a m ı ş ,
Tammuz
için her yıl ağıtlar y a k ı l m a s ı kararını
Ama bu
Iştar'ın verdiğini
hatırlatır.
24
ağıtlar r i n i e l nitelikteydi: Tammuz ayının (haziran-temmuz) 18'inde genç t a n n n ı n yeraltına inişine ağlanırken, onun altı ay sonra "yeniden y u k a r ı çıkacağı" b i l i n i yordu. Tammuz tapımı O r t a d o ğ u ' n u n aşağı yukarı t a m a m ı n a yayılmıştır.
MO VI.
yüzyılda Hezekiel, t a p m a ğ ı n k a p ı l a r ı n d a "agLt yakıp d ö v ü n e n " Kudüs kadınlarına ileniyordu (8:14-15). Sonunda Tammuz, her yıl ö l ü p yeniden dirilen dramatik ve h ü z ü n l ü genç tann çehresine b ü r ü n d ü . Ama o n u n S ü m e r d e k i ilkörneginin muhte melen daha k a r m a ş ı k b i r yapısı vardı: Onu temsil eden ve dolayısıyla kaderini paylaşan krallar, her yıl d ü n y a n ı n yeniden yaratılışını k u t l u y o r l a r d ı . Ama dün y a n ı n yeniden yara tıkabilmek için ö n c e yok olması gerekiyordu; kozmogoni ö n c e sinin "kaos"u aynı zamanda k r a l ı n ritüel " ö l ü m ü " n ü ve yeraltına inmesini gerek t i r i y o r d u . İki k o z m i k v a r o l u ş biçimi - ö l ü m / h a y a t , kaos/kozmos, k ı s ı r h k / b e r e -
Krş. Kramer, ThtSacreàMamageMe, s. 63 vd; "Le Rite de Mariage Sacré," s, 131 vd. Tablet V I , satır 46-47. Bottéro bu bolümü şöyle çevirir: "İlk eşin Tammuz için evrensel yası sen düzenledin" (a.gy., s. 83), 87
D İMSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
k e t - aslında aynı s ü r e c i n i k i farklı anını o l u ş t u r u y o r d u . T a r ı m ı n keşfinden sonra kavranan b u mysteria d ü n y a n ı n , hayalin ve insan v a r o l u ş u n u n b ü t ü n c ü l açıklama s ı n ı n temel ilkelerinden b i r i haline geldi; b u ilke b i t k i l e r i n b ü y ü m e s i d r a m a s ı n ı aşan b i r nitelikteydi; ç ü n k ü k o z m i k r i t i m l e r i , insan kaderini ve tanrılarla ilişkile ri de b u ilke y ö n e t i y o r d u . M i t , Ereşkigal'in krallığım fethe, yani ölümü yok etmeye giden aşk ve bereket tanrıçasının uğradığı bozgunu anlatır. Demek k i insanlar ve bazı tanrılar b a y a t / ö l ü m ü n art arda gelişini kabullenmek z o r u n d a d ı r . Dumuzi-Tammuz altı ay sonra "yeniden ortaya ç ı k m a k " üzere "yok olur." Bu art arda geliş
-
tanrının d ö n e m s e l varlığı ve y o k l u ğ u - insanların " k u r t u l u ş u n u , " ö l ü m s o n r a s ı kaderlerini ilgilendiren mysteria'lar oluşturabilecek b i r yapıdaydı.
Sümer-Akkad
krallan tarafından ritüel b i ç i m i n d e temsil edilen Dumuzi-Tammuz'un ö n e m l i b i r r o l ü v a r d ı , çünkü tanrısal ve insani varoluş biçimleri a r a s ı n d a k i y a k ı n l a ş m a y ı gerçekleştirmişti. Sonradan, her insan krallara özel bu ayrıcalıktan y a r a r l a n m a y ı umabilirdi.
20, S ü m e r - A k k a d S e n t e z i — U m m a h ü k ü m d a r ı Lugalzaggisi MÛ 2375'e d o ğ r u , S ü m e r s ite-tapınakların ç o ğ u n u birleştirdi, imparatorluk düşüncesinin b i l d i ğ i m i z i l k dışa v u r u m u budur. Bir k u ş a k sonra, Akkad kralı Sargon aynı girişimi daha başarılı b i r h i ç i m d e yineledi. Ama S ü m e r uygarlığı b ü t ü n yapılarını k o r u d u . De ğişiklik yalnızca site-tapın a klarm krallarını ilgilendiriyordu: Onlar Akkadlı fatihe karşı y ü k ü m l ü o l d u k l a n n ı k a b u l l e n i y o r l a r d ı .
Sargon'un i m p a r a t o r l u ğ u
sonra. Yukarı Dicle bölgesinde g ö ç e b e hayatı s ü r e n "barbar" Guti'lerin
yüzyıl
saldırılan
sonucunda yıkıldı, O andan soma Mezopotamya tarihi kendini yineler g i b i d i r : S ü m e r ve A k k a d ' ı n siyasi birliği, d ı ş a n d a n gelen "barbarlar" tarafından yok edi lir; d ı ş a n d a n gelenler de iç isyanlarla devrilir. Gutilerin egemenliği yalnızca bir yüzyıl sürdü ve daha sonra bunun yerini yüzyıl boyunca (y. MÛ 2050-1950) uçuncû Ur Hanedanından kralların egemenliği aldı. Sümer uygarlığı doruk noktasına bu dönemde ulaştı. Ama aynı zamanda Sümer siyasi gücünün kendini son kez gösterdiği donem de bu oldu. Doğuda ElamHar, batıda Suriye-Arap çölünden gelen Amoritler tarafından yıpratılan imparatorluk çöktü. Me zopotamya iki yüzyıldan u m n bir sure birçok devlete bölünmüş bir halde kaldı. Babd'in Amurrulu hükümdan Hammurabi, ancak MÛ 1700'e doğru birliği kurmayı ba şardı, imparatorluğun merkezini daha kuzeye, kendisinin hükümdar olduğu siteye taşıdı. Mutlak bir iktidar sahibi görüntüsü veren Hammuıabi'nin kurduğu hanedan bir yüzyıldan daha kısa süre hüküm sürdü. Ama başka "barbarlar," «asitler kuzeyden mıp Amorıtlen yıpratmaya başladılar. Sonunda, MÛ 1525'e doğru zaferi kazandılar.
MEZOPOTAMYA DÎNLERİ
DOrt yüzyıl boyunca Mezopotamya'nın efendisi olarak kalacaklardı. Si t e-tapmaklardan site-devletlere ve i m p a r a t o r l u ğ a geçiş, O r t a d o ğ u tarihi acı s ı n d a n ç o k ö n e m l i bir o l a y d ı r .
25
Konumuz açısından M Û 2000'e d o ğ r u artık ko-
n u ş u l m a m a y a başlayan S ü m e r c e n i n dinsel t ö r e n dili ve dolayısıyla b i l i m d i l i işle v i n i daha o n b e ş yüzyıl boyunca k o r u d u ğ u n u h a t ı r l a t m a k t a yarar var. Diğer dinsel t ö r e n dilleri Sanskritçe, İbranice, Latince, eski Slavca da benzer bir kaderi payla şacaktır. S ü m e r dinsel t u t u c u l u ğ u Akkad yapılarında da devam eder. En üstün tann üçlüsü değişmez: A n u , Enlıl, Ea (= Enkı). Yıldız tanrıları üçlüsü, k ı s m e n kendilerine denk d ü ş e n t a n n l a n n Sami kökenli a d l a r ı n ı alır: A y , Sin (Sümerce Suen'den türetilmiştir); G ü n e ş , Samaş; V e n ü s gezegeni Iştar (= İnanna). Ereşkigal ve eşi Nergal yerakıns y ö n e l m e y e devam eder. İ m p a r a t o r l u k ihtiyaçlarının gerek tirdiği az sayıdaki değişikliğin - ö r n e ğ i n dinsel önceliğin Babil'e geçmesi ve Enl i l ' i n y e r i n i Marduk'un a l m a s ı - "gerçekleşmesi için yüzyıllar g e ç e r . "
36
Tapınağa
gelince, "yapıların b ü y ü k l ü ğ ü ve sayısı d ı ş ı n d a , S ü m e r evresinden beri . . . genel d ü z e n l e m e d e hiçbir temel özellik d e ğ i ş m e m i ş t i r . " " Bununla birlikte Sami dinsel d e h a s ı n ı n katkıları önceki yapılara eklenir. Ö n c e likle evrensel tanrılar düzeyine y ü k s e l e n i k i " m i l l i " tanrıyı -Babillİ Marduk ve daha sonra Asurlu A s u r - belirtelim. Kişisel duaların ve g ü n a h ç ı k a r m a i l a h i l e r i n i n t a p ı m içinde kazandığı ö n e m de anlamlıdır. En güzel Babil dualarından b i r i b ü t ü n tanrılara, hatta d u a c ı n ı n tanımadığını alçakgönüllülükle kabul ettiği tanrıla ra da seslenmektedir: 'Ey T a n r ı m , g ü n a h l a r ı m b ü y ü k ! Ey t a n ı m a d ı ğ ı m t a n n , gü n a h l a r ı m b ü y ü k ! Ey t a n ı m a d ı ğ ı m tanrıça, günahlarım, b ü y ü k ! İnsan hiçbir şey bilmez; bilmez g ü n a h m ı , i ş l e m i ş t i r , yoksa i y i l i k m i y a p m ı ş t ı r , bilmez.... Ey T a n r ı m , h i z m e t k â r ı m reddetme! G ü n a h l a r ı m yedi kere yedi ediyor..., Uzaklaştır günahlarımı! "
î e
G ü n a h çıkarma ilahilerinde duacı suçlu o l d u ğ u n u kabullenir ve
g ü n a h l a r ı n ı y ü k s e k sesle itiraf eden G.ünah çıkarma işlemine kesin t ö r e n s e l jest ler eşlik eder: diz ç ö k m e , secde ve " b u r n u n yamyassı edilmesi," Büyük tannlar - A n u , Erüil, E a - t a p ı m d a k i ü s t ü n l ü k l e r i n i giderek y i t i r i r l e r . M ü m i n l e r artık daha ç o k Marduk'a veya yıldız tanrılarına, lştar'a ve özellikle de
2 5
Yeni kurumlar (profesyonel ordu ve bürokrasi gibi) ilk kez ortaya çıkar; zamanla bu kurumlan başka devletler de benimseyecektir,
2 6
Jean Nougayrol, "La religion babylonienne," s. 217
1 7
A.g.y.,s. 236.
2 8
Cevin F. J. Stevens'dan alınmıştır, ANET, s. 391-92. Almulanan dizeler: 21-26, 51-53, 59¬ 60. 89
DİNSEL İNANCI AR VT! DÜŞÜNCELER TARIMI -1
Şamaş'a b a ş v u r m a k t a d ı r . Zamanla Şamaş eksiksiz b i r evrensel tanrı haline gele cektir. Bir ilahide g ü n e ş tanrısına her yerde, yabancıların ülkesinde bile tapıldıgı açıklanır; Şamaş adaleti korur, k ö t ü y ü cezalandırır ve haklıyı ö d ü l l e n d i r i r /
9
Tan
rıların "ışıltılı" niteliği güçlenir: Özellikle dehşet saçan ışıma güçleriyle kutsal bir k o r k u uyandırırlar, Işık, tanrısallığın en m ü k e m m e l vasfı olarak g ö r ü l ü r ve kral da tanrılık d u r u m u n u paylaştığı için, o da ışıklar s a ç a r .
w
A k k a d dinsel d ü ş ü n c e s i n i n b i r diğer yaratımı k â h i n l i k t i r . Buyu u y g u l a m a l a r ı n ı n çoğaldığı ve o k ü l t disiplinlerin (özellikle astroloji) geliştiği de fark edilir. Daha sonra b u dallar b ü t ü n Asya ve Akdeniz d ü n y a s ı n d a halk arasında yaygınlaşa caktır. Kısacası Sami k ö k e n l i katkıların ayırt edici niteliği, dinsel deneyimde kişisel unsura verilen ö n e m ve bazı tanrıların daha ü s t ü n bir konuma yüceltilmesidir. Bu yeni ve görkemli Mezopotamya sentezi i n s a n ı n v a r o l u ş u n a ise trajik bir bakış y ö neltmektedir.
21. D ü n y a n ı n Y a r a t ı l ı ş ı — Enuma Eliş adıyla bilinen (bu ad şiirin i l k sözlerinden alınmıştır. "Bir zamanlar y u k a r ı d a . , . . " ) kozmogoni şiiri, Gılgamış destanıyla bir likte Akkad d i n i n i n en ö n e m l i y a r a t ı m ı n ı o l u ş t u r m a k t a d ı r . S ü m e r edebiyatında b ü y ü k l ü k , dramatik gerilim, teogoni ve kozmogoni bilgisini ve i n s a n ı n yaratılı ş ı m birbirine b a ğ l a m a çabası açısından b u şiirle kıyaslanabilecek başka b i r şey yoktur. Enuma Eliş. d ü n y a n ı n kökenlerini Marduk'u y ü c e l t m e k amacıyla anlatır, b i lekler yeniden yoruma uğratılmış olsa da eskidir. En başta İlk imge olarak sunu lan, a y r ı ş m a m ı ş su b ü ı ü n l ü ğ ü ve bunun içinde seçilen i l k çift, Apsu ile Tiamat anlatılır. (Başka kaynaklar, Tiamat'ın denizi ve Apsu "mm d ü n y a n ı n y ü z e y i n d e dur d u ğ u tatlı su kütlesini temsil ettiğini belirtirler). Başka b i r ç o k i l k tanrı gibi, T i amat da h e m k a d ı n h e m de çift cinsiyetli olarak tasarlanmıştır. Tatlı ve tuzlu su ların k a r ı ş ı m ı n d a n d i ğ e r t a n n çiftleri doğar. İkinci çift, Lahmu ve Lahumu hak k ı n d a neredeyse hiçbir şey b i l m i y o r u z (Bir rivayete g ö r e , insanı yaratmak için kurban e d i l m i ş l e r d i ) . Ü ç ü n c ü çift Anşar ve Kişar'a gelince, b u n l a r ı n
isimleri
S ü m e r c e d e "yukarıdaki u n s u r l a r ı n t a m a m ı " ve "aşağıdaki u n s u r l a r ı n t a m a m ı " an l a m ı n a geliyordu.
Çeviri için bkz. ANUT. s. 387-385, A. Leo Oppenheim, Aneleni Mcsopotamia, s. 176; E. Cassin, La splendeur dnint, s. 26 vd, 65 vd. 90
MEZOPOTAMYA MINLtEl
Zaman geçer ("Günler yayılır, yıllar ç o ğ a l ı r " ) /
1
Birbirini tamamlayan b u i k i
" b ü t ü n " ü n kutsal evliliğinden g ö k y ü z ü tanrısı Anu d o ğ a r ; o da N u d i m m u d ' u n (= Ea) dogmasını^ s a ğ l a r . ' Genç tanrılar çılgınca hareketleri ve çığlıklanyla 3
Ap-
su'nun h u z u r u n u bozarlar. Apsu da Tiamat'a yakınır: "Bu tavırlarına katlanamıyo r u m . G ü n d ü z l e r i dinlenemiyorum, geceleri u y u y a m ı y o r u m . Bu davranışlarına bir son vermek için onları yok etmek istiyorum. Ve sessizlik h ü k ü m s ü r s ü n bizim için, (nihayet) uyuyabilelim!" (tablet I , satır 37-39). Bu dizelerde " M a d d e n i n (ya ni t ö z ü n ataletine ve bilinçsizliğine denk düşen bir v a r o l u ş hali), kozmogoninin ö n k o ş u l u olan her t ü r l ü harekete karşı dirence, ilk hareketsizliğe d u y d u ğ u Özlem sezilmektedir. Tiamat "eşine öfkeyle bağırıp çağırmaya başladı. Acı bir çığlık attı ...: Ne! Kendi yarattığımızı m ı yok edeceğiz! O n l a r ı n b u t a v n n ı n can sıkıcı oldu ğ u n a k u ş k u yok, ama tatlılıkla sabredelim" ( I , 41-46), Fakat Apsu ikna o l m a d ı . G e n ç tanrılar atalarının kararını öğrenince, "tek bir söz s ö y l e y e m e d e n kalakal dılar" (58), Ama "her şeyi biten Ea" başı çekti. Büyülü sözleriyle Apsu'yu derin bir uykuya d a l d ı r d ı , o n u n "parıltısını çıkarıp kendi ü s t ü n e giydi" ve Apsu'yu zin cirledikten sonra ö l d ü r d ü , Ea, bundan böyle apsu adını verdiği suların t a n n s ı o l du. Kansı Damkina da Marduk'u apsu'mm b a ğ r ı n d a , "yazgılar o d a s ı n d a , i l k ö m e k lerin t a p m a ğ ı n d a " (79) d o ğ u r d u . Metin b u son d o ğ a n t a n r ı n ı n b ü y ü k g ö r k e m i n i , bilgeliğini ve sınırsız erkini yüceltir. O zaman A n u , atalarına karşı yeniden saldı rıya geçti. Dört rüzgârı çıkardı ve "Tiamat'ı rahatsız etmek için dalgalan yarattı" (108). Hiç huzurlan kalmayan tannlar annelerine başvurdular: "Apsu'yu, eşini öl d ü r d ü k l e r i n d e , bırakalım o n u n y a n ı n d a yer almayı, bir kenara çekildin ve tek söz etmedin" (113-114). Bu kez Tiamat tepki göstermeye karar verdi. Canavarlan, y ı l a n l a n ,
"büyük
aslanı," "öfkeli iblisleri," "amansız silahlar taşıyan ve savaştan korkmayan" d i ğerlerini yarattı (144), Ve " i l k d o ğ a n taunlardan ... Kingu'yu yüceltti" (147 vd). Tiamat Kingu'nun g ö ğ s ü n e Yazgılar tabletini bağladı ve ona en ü s t ü n erki verdi (155 vd). Bu hazırlıklar karşısında g e n ç tannlar cesaretlerini kaybettiler. Ne Anu ne de Ea Kingu'nun karşısına çıkmaya cüret edebildi. Yalnızca Marduk kavgayı göze aldı, ama o da ö n c e en ü s t ü n tanrı ilan edilmesini şart k o ş t u , diğer tannlar bunu hemen kabul ettiler, i k i ordu arasındaki savaşın sonucu Tiamat ile Marduk
Tablet I , 13. Aksi belirtilmedikçe, alıntılan Paul Garellı ve Marcel Leibovici'nın çevirisin den yapıyoruz, "La naissance du monde selon Akkad," s. 133-145. Büyük Sümer üçlüsünden yalnızca Enlıl eksiktir; onun yennı Ea'nın oğlu Marduk almış tır. 91
DİNSEL INANÇLAG VE DÛSÛNCELRK T A R İ H İ - I
a r a s ı n d a k i düelloyla belirlendi. "Tiamat onu yutmak için ağzını açtığında" (IV, 97), Marduk çılgın rüzgârlar fırlattı, "rüzgârlar Tiamat'ın gövdesini g e n l e ş t i r d ı . K a m ı şişti, ağzı açık kaldı. O zaman Marduk bir ok attı, ok T i a m a t ' ı n k a m ı n ı deldi, b a ğ ı r s a k l a r ı m yırttı ve kalbine s a p l a n d ı . Böylece onu ele geçiren Marduk canını aldı, cesedini yere attı ve ü s t ü n e çıktı" (IV, 100-104). Tiamat'ın y a r d ı m c ı ları k a ç m a y a çalıştılar, ama Marduk "onlan bağladı ve silahlarını k ı r d ı " (111); daha sonra Kingu'yu zincirledi, Yazgılar tabletim aldı ve kendi g ö ğ s ü n e bağladı (120 vd). Sonunda Tiamat'ın yanma geri geldi, kafatasını y a r d ı ve cesedi "kuru t u l m u ş b i r balık" gibi ikiye b ö l d ü (137), b u .iki parçadan b i r i gök kubbe, d i ğ e r i y e r y ü z ü oldu. Marduk apsu sarayının bir suretini de g ö k y ü z ü n e d i k t i ve yıldızla rın seyrini belirledi. Beşinci tablet gezegenler evreninin d ü z e n l e n m e s i n i , zamanın belirlenmesini ve Tiamat'ın organlanndan d ü n y a n ı n ş e k i l l e n d i n l m e s i n i nakleder (gözlerinden Fırat ve Dicle akar, " k u y r u ğ u n u n b i r k ı v r ı m ı n d a n g ö k ile yer ara s ı n d a k i bağı yarattı," V, 59 vb). Sonunda Marduk, "tanrılan rahat ettirmek için onlara hizmet etme işini üstle necek" i n s a n ı yaratmaya karar verdi ( V I , 8). Yenilmiş ve z i n c i r l e n m i ş tanrılar hâ lâ kendilerine verilecek cezayı bekliyorlardı. Ea ı ç l e n n d e n yalnızca b i r i n i n kur ban edilmesini ö n e r d i . "Savaşı k i m i n kışkırttığı, Tiamat'ı isyana k i m i n teşvik et tiği ve kavgayı k i m i n başlattıgı"m ( V I , 23-24) ö ğ r e n m e k için sorulan sorulara hepsi bir tek isimle yanıt v e r i y o r l a r d ı : Kingu. Kingu'nun damarlan kesildi ve akan kandan Ea insanlığı yarattı ( V I , 3 0 ) .
33
Şiirde daha sonra M a r d u k onuruna b i r
t a p ı n a k (başka b i r deyişle saray) dikilmesi anlatılır. Enııma EÎiş, geleneksel mit izleklerini kullanmakta, ama
daha karanlık
bir
kozmogoni ve daha k ö t ü m s e r b i r insan bilgisi s u n m a k t a d ı r . G e n ç ş a m p i y o n Mard u k ' u y ü c e l t e b i l m e k için, i l k d ö n e m i n t a u n l a r ı n a , öncelikle de Tiamat'a "şeytani" değerler y ü k l e n m i ş t i r . Tiamat artık yalnızca her kozmogoniden önce yer alan i l k kaotik b ü t ü n l ü k değildir; sonunda sayısız canavarın yaratıcısı olarak ortaya çıkar; "yaratıcılığı" tamamen olumsuzdur. Enııma Efiş'e g ö r e , yaratıcı süreç Apsu'nun g e n ç tanrıları yok etme, kısacası evrenin yaratılışını h e n ü z filiz halindeyken dur durma isteği y ü z ü n d e n çok erken bir donemde tehlikeye girer (belli bir "dünya" yine de vardı; ç ü n k ü tannlar çoğalıyordu ve "konutlara" sahiptiler; ama b u yal nızca b i ç i m s e l b i r v a r o l u ş tarzıydı). Apsu'nun ö l d ü r ü l m e s i "yaratıcı cinayetler" dizisini başlatır; ç ü n k ü Ea o n u n yerini almakla kalmaz, su kütlesi içinde i l k dü-
3 3
Kozmolojiye ve insanın yaratılışına ilişkin başka koşut söylenceler bulunduğunu leyelim. 92
ek
MEZOPOTAMVA 111NU-M
zenlemenin de y o l u n u açar ("ikametgâhını b u yerde kurdu . , . t a p m a k l a r ı belirle di"). Kozmogoni i k i t a n n grubu arasındaki ç a t ı ş m a n ı n sonucudur, ama Tiamat'm ordusunda canavarlar ve şeytani yaratıklar da yer a l m a k t a d ı r . Başka b i r deyişle, "ezeliyet" b u haliyle "olumsuz y a r a t ı m l a r ı n kaynağı olarak tanıtılmakladır. Marduk, g ö k ve yeri Tiamat'ın ö l ü s ü n d e n şekillendirir. Başka anlatımlarda da d o ğ r u lanan b u izlek çeşitli yorumlara açıktır, i l k tanrısal varlıklardan b i r i n i n bedenin den o l u ş t u r u l a n evren, onun Özünü paylaşır; ama Tiamat'm "şeytanlaştırılması"ndan sonra hâlâ tanrısal bir ö z d e n söz etmek m ü m k ü n m ü d ü r ? Demek k i evrenin i k i l i bir doğası vardır: Açıkça şeytani denemese de en azın dan çelişkili değerler b a r ı n d ı r a n b i r "madde" ve M a r d u k ' u n esen o l d u ğ u için tannsal b i r "biçim." G ö k kubbe Tiamat'ın bedeninin yarısından şekillendirilir, ama yıldızlar ve yıldız k ü m e l e r i t a n n l a r ı n " k o n u t l a r ı " veya imgeleri olur. Yer de T i amat'ın bedeninin dıger yarısını ve organlarını içerir, ama siteler ve tapmaklarla kutsanır. Son tahlilde d ü n y a , k a o t ı k ve şeytani "ezeliyetle"; tanrısal yaratıcılık, varlık ve bilgeliğin bir "karışımı" olarak ortaya çıkar. Bu belki de Mezopotamya k u r a m c ı l ı ğ ı n ı n ulaştığı en k a r m a ş ı k kozmogoni f o r m ü l ü d ü r ; çünkü bir tanrılar toplumunun bazdan anlaşılmaz ya da kullanılmaz hale g e l m i ş b ü t ü n yapılarını c ü r e t k â r b i r sentez içinde b i r araya getinnektedir. i n s a n ı n yaratılışı ise S ü m e r geleneğinin (insan tanrılara hizmet etmek için ya ratılmıştır), özellikle de i n s a n ı n k ö k e n i n i kurban edilen i k i Lagma tanrıyla açıkla yan versiyonun b i r uzantısıdır. Ama d u r u m u ağırlaştıran şu unsur e k l e n m i ş t i r : .Kingu, i l k t a n r ı l a r d a n b i r i olmasına r a ğ m e n , Tiamat'm yarattığı canavarlar ve şeytanlar ordusunun k o m u t a n ı , başşeytan haline gelmişti. Demek k i insan, şeyta n i bir maddeden o l u ş t u r u l m u ş t u : Kingu'nun kanı. S ü m e r versiyonlarıyla b u fark lılık a n l a m l ı d ı r . Trajik bir k ö t ü m s e r l i k t e n söz edilebilir; çünkü insan kendi do ğ u m u y l a m a h k û m edilmiş gibidir. Tek u m u d u kendisini Ea'mn b i ç i m l e n d i r m e s i dir; b u nedenle b ü y ü k bir tann tarafından y a r a t ı l m ı ş b i r "biçime" sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, i n s a n ı n yarattlışıyla d ü n y a n ı n kökeni arasında b i r b a k ı ş ı m bulunur. Her i k i durumda da hammadde, şeytanlaşmış ve zaferi kazanan genç tan rılar tarafından ö l d ü r ü l m ü ş g ü n a h k â r bir i l k tanrının ö z ü n d e n oluşmaktadır.
22. M e z o p o t a m y a H ü k ü m d a r l a r ı n ı n K u t s a l l ı ğ ı — Babİl'de Enuma Eiş Yeni Yıl b a y r a m ı n ı n d ö r d ü n c ü g û n u , tapınakta söylenirdi. S ü m e r c e d e zagmuk ("yılın baş langıcı"), Akkadçada akitu a d ı verilen bu bayram, nisan ayının i l k o n i k i günü boyunca k u t l a n ı r d ı . Burada en önemlilerini sıralayacağımız b i r ç o k kısma ayrıl-
93
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • I
inişti: 1) Marduk'un "esaretine" denk d ü ş e n kralın kefaret g ü n ü ; 2) Marduk'un k u r t u l u ş u ; 3) Ritüel b i ç i m i n d e yapılan savaşlar ve bir şölenin d ü z e n l e n d i ğ i Bit Akitu'ya (Yeni Yıl bayram evi) kralın y ö n e t i m i n d e yapılan zafer alayı y ü r ü y ü ş ü , 4) Kralın tanrıçayı simgeleyen b i r tapmak canyesiyle kutsal evliliği; 5) T a n r ı l a r tarafından geleceğin belirlenmesi. Bu mitse-ritüel senaryonun i l k kısmı - k r a l ı n k ü ç ü k d ü ş m e s i ve Marduk'un esareti- d ü n y a n ı n kozmogoni öncesi kaosa geri d ö n m e s i n e işaret eder. Marduk tapınağında b ü y ü k rahip, kralın alâmetlerini (âsa, y ü z ü k , kılıç ve taç) elinden alır ve o n u n y ü z ü n e vurur. Sonra diz ü s t ü çöken kral masumiyetini açıklayan sözleri söyler: "Ben g ü n a h i ş l e m e d i m ey ülkelerin efendisi, senin tanrılığına karşı ihmal k â r d a v r a n m a d ı m . " B ü y ü k Rahip, M a r d u k adına yanıt verir: "Korkma ... Marduk d u a n ı duyacaktır. İ m p a r a t o r l u ğ u n u b ü y ü t e c e k t i r . . . . "
M
Bu sırada halk "dağa kapatıldığı" varsayılan Marduk'u a r a m a k t a d ı r ; bu "dağa kapatılma" ifadesi bir tanrının " ö l ü m ü " n ü belirtir. Inanna-Iştar'la i l g i l i
olarak
g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, b u "nihai" bir ö l ü m değildi; yine de tanrıçanın yeraltından çı karılması için bedel ö d e n m e s i g e r e k m i ş t i . Aynı şekilde Marduk da "güneşten ve ışıktan uzağa" inmeye z o r l a n m ı ş t ı r .
35
Sonunda Marduk k u r t a r ı l ı r ve tanrılar yaz
gıları belirlemek üzere toplanırlar (yani heykelleri b i r araya getirilir). Bu k ı s ı m Enuma Elıj'te Marduk'un en ü s t ü n tanrılığa yükseltildiği b ö l ü m e denk d ü ş e r . Kral ayin alayını sitenin d ı ş ı n d a bulunan bir yapı olan Bit Akitu'ya kadar g ö t ü r ü r . Bu ayin alayı Tiamat'm ü s t ü n e y ü r ü y e n tanrılar ordusunu temsil eder. Sennaşerib'de bulunan bir yazıttan yola çıkarak, b u i l k savaşın o y n a n d ı ğ ı , kralın da Asur'u (Marduk'un yerini alan tanrı) canlandırdığı v a r s a y ı l a b i l i r .
35
Kutsal evlilik,
Bit
Akitu'daki ş ö l e n d e n geri d ö n ü ş t e gerçekleşir. Son perde, yeni yılın her ayı için geleceğin belirlenmesinden o l u ş u r , " Bunu "belirleyerek," yıl ritüel b i ç i m i n d e ya ratılır, yani h e n ü z d o ğ a n yeni d ü n y a n ı n bahtı, bereketi, zenginliği güvence altına alınır. Akitti, o l d u k ç a yaygın b i r mitsel-ritüel senaryonun, özellikle de kozmogoninin
Alıntılar H, Frankfort, Kingship and the Gods'dan yapılmıştır, s. 320 (La Royauté et les Dieux, s. 409). Klasik çag yazarlan Babil'deki "Bel (= Marduk) mezan"ndan söz ederler. Bahsedilen bu yer, büyük olasılıkla tanemin geçici mezan olarak görülen Etemenankı tapmağının zigguraüydı. Bazı imalardan, i k i figüran grubunun savaşları oynadığı anlaşılmaktadır. Tıpkı Enuma Eliş'le Marduk'un yarattığı evrem yönelecek kanunlan belirlemesi gibi. 94
MEZOPOTAMYA DİNLERİ
yinelenmesi olarak g ö r ü l e n Yeni Yıl b a y r a m ı n ı n Mezopotamya versiyonunu tem sil eder.
38
Evrenin d ö n e m s e l yenilenmesi geleneksel t o p l u m l a r ı n b ü y ü k umudunu
o l u ş t u r d u ğ u n a göre, Yeni Yıl bayramlarına sık sık d e ğ i n m e m i z gerekecek. Ş i m d i l i k Akifu'nun b i r ç o k b ö l ü m ü n e - k e n d i m i z i yalnızca Yakındoğu'yla söyleyecek
o l u r s a k - Mısır'da,
Hititlerde,
Ugarit'te
{Res
sınırlayarak
Şemra),
İran'da
ve
Sahillerde de rastlandığını belirtelim. Ö r n e ğ i n yılın son g ü n l e r i n d e ntüellerle so mutlaştırman "kaos," Satumalya t ü r ü n d e " o r j i " benzeri aşırılıklarla, b ü t ü n top lumsal d ü z e n i n altüst edilmesiyle, ateşlerin s ö n d ü r ü l m e s i ve ölülerin geri dön mesiyle (maskelerle temsil ediliyorlardı) gösteriliyordu,
i k i figüran
topluluğu
arasında savaşların varlığı Mısır, Hititler ve Ugarit'te bilinmektedir. Eski yılla yeni yıl a r a s ı n d a k i 12 g ü n boyunca gelecek 12 ayın "yazgısının belirlenmesi" ade ti O r t a d o ğ u ve D o ğ u Avrupa'da halâ s ü r m e k t e d i r .
39
Afîitu'da k r a l ı n rolü yeterince bilinmiyor. Kralın " k ü ç ü k d ü ş ü r ü l m e s i , " dünya n ı n "kaos" haline geri d ö n m e s i n e ve Marduk'un dagm içindeki "esaretfne denk d ü ş e r . Kral, Tiamat'a karşı verilen savaşta ve b i r t a p ı n a k h i z m e t k â n y l a kutsal ev liliğinde tanrıyı kişileştirir. Ama tanrıyla ö z d e ş l e ş m e her zaman belirtilmez: Da ha ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, " k ü ç ü k d ü ş ü r ü l m e s i " sırasında kral Marduk'a sesle nir. Bununla birlikte Mezopotamya h ü k ü m d a r l a r m ı n kutsallığı geniş ölçüde d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Dumuzi'yi temsil eden S ü m e r kralının t a n n ç a İnanna ile kutsal e v l i liğine değinmiştik: Bu hieros gamos Yeni Yıl b a y r a m ı sırasında gerçekleşiyordu (§ 19). S ü m e r l e r e g ö r e , krallığın g ö k t e n İndiği biliniyordu; tanrısal b i r k ö k e n i var dı ve b u anlayış Asur-Babil uygarlığı yok olana kadar s ü r d ü . H ü k ü m d a r ı n kutsallığı çok çeşitli b i ç i m l e r d e ilan ediliyordu. Ona
"ülkenin
(yani d ü n y a n ı n ) kralı" veya "evrenin d ö r t bölgesinin kralı" deniyordu; bunlar başlangıçta tanrılar için kullanılan s ı f a t l a r d ı .
40
T a n r ı l a r d a o l d u ğ u g i b i , k r a l ı n da
b a ş ı n ı n çevresinde d o ğ a ü s t ü b i r ışık p a n l d ı y o r d u .
41
Kral daha dogmadan ö n c e ,
tanrılar onun yazgısını h ü k ü m d a r l ı k olarak belirlemişti
Kral, y e r y ü z ü n d e k i ev
latları da kabul edilmekle birlikte, " t a n r ı n ı n oğlu" olarak g ö r ü l ü r d ü (Hammurabi o n u n Sin'in babası, Enlil'in de Lipitiştar'm oğlu o l d u ğ u n u açıklar). Bu çifte soy.
Krş. Eliade, Le Mythe de l'étemel retour (yeni baskı, 1969), s. 65 vd; Aspects du mythe, s. 56 vd. Krş. Le mythe de l'étemel retour, s, 81 vd. Krş. Frankfort, Kiıtgsfıip, s, 227 vd (= La Royauté, s. 303 vd). Akkadçada mekmmû adı verilen bu ışık, Iranlılann livarırıahma denk düşmektedir; krş Oppenheim, Ancient Mesopotamia, s. 206; Cassin, La splendeur divine, s. 65 vd. 95
DİNSEL İNANÇLAR VE D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1
kralı tanrılarla İnsanlar a r a s ı n d a m ü k e m m e l bir aracı haline getiriyordu.
Hüküm
dar t a n n l a n n k a r ş ı s ı n d a halkı temsil ediyor ve u y r u k l a r ı n ı n g ü n a h l a r ı n ı n kefare t i n i o Ödüyordu, K i m i zaman h a l k ı n ı n işlediği suçlar nedeniyle ölmesi gerekiyor du; A s u r l u l a n n b i r "yedek kral"ı o l m a s ı n ı n nedeni b u y d u " Metinler k r a l ı n , Ha yat Ağacı ile Hayat Suyunun b u l u n d u ğ u harika b a h ç e d e , tanrılarla içli dışlı olarak yaşadığını a ç ı k l a r ,
15
( N i t e k i m tanrı heykellerine her g ü n sunulan yiyecekleri kral
ve maiyeti yer). Kral t a n n n ı n "temsilcisi," tanrı tarafından d ü n y a d a adalet ve ba rışı k u r m a k ü z e r e göreve çağrılmış "halkın çobanı"dır.'''' "Ülkede adaleti kurmak üzere A n u ve E n l i l , Lipitiştar'ı ü l k e y ö n e t i m i n e çağırdıklarında ... o zaman ben Lipitiştar, N i p p u r l u mütevazı çoban ... EnlıVin sözlerine uyarak S ü m e r ve Akkad'da adaleti k u r u y o r u m . "
45
Kralın tanrısal varoluş b i ç i m i n i , kendisi tann olmadan paylaştığı söylenebi lir, O tanrıyı temsil ediyordu, b u da arkaik k ü l t ü r a ş a m a l a n n d a bir anlamda temsil ettigiyle aynı o l m a s ı n ı da getiriyordu. Her ne olursa olsun Mezopotamya k r a l ı , insanlar d ü n y a s ı ile tannlar d ü n y a s ı arasında bir aracı olarak, kendi kişiliğinde i k i v a r o l u ş b i ç i m i , tannsal ve insani v a r o l u ş b i ç i m l e r i arasında ritüel düzeyinde b i r birliği gerçekleştiriyordu. Kral, b u i k i l i doğası sayesinde, en azından mecazi anlamda hayatın ve bereketin yaratıcısı olarak kabul ediliyordu. Ama o (Mısır f i ravunu gibi, krş, § 27) bir tanrı, tanrılar panteonunun yeni bir üyesi değildi. M ü m i n ler dualarını ona g ö n d e r i n i y o r l a r d ı ; tam tersine krallarını k u t s a m a s ı için tannla¬ ra dua e d i y o r l a r d ı ; ç ü n k ü h ü k ü m d a r l a r , tannsal d ü n y a y l a içli dışlı olmalanna, bazı tannçalarla kutsal evliliklerine r a ğ m e n insan olma hallerim d ö n ü ş türe m ı y o r lardı. Son tahlilde onlar ö l ü m l ü y d ü . U r u k ' u n efsanevi kralı G ı l g a m ı ş ' m
bile
ö l ü m s ü z l ü ğ e e r i ş m e k girişiminde başansızlıga uğradığı u n u t u l m u y o r d u .
23. G ı l g a m ı ş Ö l ü m s ü z l ü k P e ş i n d e — H i ç k u ş k u yok k i Gılgamış Destanı, Babil y a r a t ı m l a n m n en ü n l ü s ü ve halk arasında en yaygın olanıdır. Bu destanın kahra m a n ı U r u k kralı Gılgamış, arkaik çağda da m e ş h u r d u ve onun efsanevi hayatının
Labat, l e caractère religieux de la royauté ossyro-bàbyhnienne, Kingship, s. 262 vd (= La Royauté, s. 342 vdj.
s. 352 vd; Frankfort,
Bahçıvan olarak Hayat Ağacına bakan kraldır; krş. Widengren, The King and the Tree oj Life in Ancient Near Eastern Religion, özellikle s. 22 vd, 59 vd. Krş. Hammurabi Kanunlarının girişi (I, 50), ANFT, s. 164. "Lipitiştar Kanunlan"na giriş, ANET, s. 159. Bkz. J, Zandee tarafından alıntılanan ve çevnlen metinler, "Le Messie," s, 13, 14, lö, 96
MEZOPOTAMYA D İ N L E R !
birçok b ö l ü m ü n ü n S ü m e r c e versiyonu da bulundu. Ama b ü t ü n bu öncüllere kar şın, Gılgamış Destanı Sami d e h a s ı n ı n ü r ü n ü d ü r . Ö l ü m s ü z l ü k arayışının ya da da ha d o ğ r u b i r deyişle, başarıya u l a ş m a k için her t ü r l ü şansa sahip g ö r ü n e n b i r g i r i ş i m i n s o n u ç t a u ğ r a d ı ğ ı başarısızlığın en heyecan verici ö y k ü l e r i n d e n b i r i olan b u destan, çeşitli münferit b ö l ü m l e r d e n yola çıkılarak Akkadça yazılmıştır.
Hem
kahraman hem tiran olan bir kişiliğin erotik aşırılıklarının anlatımıyla başlayan b u efsane, s o n u ç b ö l ü m ü n d e yalnızca "kahramanlığa ilişkin" erdemlerin insanlık d u r u m u n u k ö k t e n aşmaya yetmediğini göstermektedir. Halbuki Gılgamış üçte i k i o r a n ı n d a tanrısal bir varlıktı; tanrıça Ninsun'la b i r ö l ü m l ü n ü n o ğ l u y d u . ' Metnin hemen başında onun her şeyi bilmesi ve y a p ı m ı n a 6
giriştiği g ö r k e m l i yapılar övülür. Ama bunun hemen a r d ı n d a n bize kadınlara ve g e n ç kızlara tecavüz eden ve erkekleri ağır işlerde d e r m a n s ı z bırakan b i r despot sunulur. Site sakinleri tanrılara yakanr ve tanrılar da Gılgamış'la başa çıkabile cek, dev gibi b i r varlık yaratmaya karar verirler. Enkidu adını alan b u yan-vahşi, yabanıl hayvanlarla barış içinde yaşamakta, onlarla birlikte aynı kaynaklardan su i ç m e k t e d i r . Gılgamış onun varlığını Önce d ü ş ü n d e , sonra da Enkidu'yu gören bir avcıdan öğrenir. O n u b a ş t a n çıkarıp Uruk a getirmesi için bir tapmak fahişesi gönderir. Tanrıların ö n g ö r d ü ğ ü gibi, i k i kahraman karşılaşır k a r ş ı l a ş m a z boy öl ç ü ş ü r l e r . Gılgamış b u kavgadan galip çıkar, ama Enkidu'ya dostluk duyar ve onu yoldaşı yapar. Sonuçla tanrıların p l a n ı boşa ç ı k m a m ı ş t ı r ; artık Gılgamış gücünü kahramanca maceralarda harcayacaktır. Yanında Enkidu'yla birlikte, çok güçlü b i r canavar olan Huvava'nın* k o r u d u ğ u uzak ve b ü y ü l ü sedir o r m a n ı n a yönelir, t k i kahraman Huvava'mn kutsal sedir ağacını kestikten sonra onu ö l d ü r ü r l e r . Gılgamış Uruk'a d ö n e r k e n Iştar'ın dikka t i n i çeker. Tanrıça o n u n kendisiyle evlenmesini ister, ama Gılgamış onu küstahça reddeder. Aşağılanan îştar, babası Anu'ya yakanr ve Gılgamış'la sitesini yok et mek üzere "Gök Boğası"nı y a r a t m a s ı n ı ister. A n u b u isteği ö n c e reddeder, ama Îş tar onu ölüleri y e r a l t ı n d a n y u k a r ı çıkarmakla tehdit edince boyun eğer. "Gök Bo ğası" Uruk'a saldırır ve b ö g ü n ü î e n n d e n k r a l ı n yüzlerce a d a m ı ö l ü r . Yine de En k i d u onu k u y r u ğ u n d a n yakalamayı başarır ve Gılgamış da kılıcını ensesine sap lar. Ç o k öfkelenen Iştar kent surlanna çıkar ve kralı lanetler. K a z a n d ı k t a n zafer den sarhoş olan Enkidu "Gök Boğası"nın bir butunu kopanp küfürler içinde tan-
Sümer geleneğine gore bu ölümlü. Uruk sitesinden bir "yüksek rahip "ti; krş. A Heidel, The Gûgamesh Epic, s. 4. Asurca versiyonda Humbaba - ç n . 97
DINSL'L İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - I
r ı ç a n m ö n ü n e fırlatır. Bu i k i k a h r a m a n ı n kariyerinin doruk noktası o l d u ğ u kadar, trajedinin de başlangıcıdır. Aynı gece E n k i d u d ü ş ü n d e tanrılar tarafından mah k û m edildiğini görür. Ertesi g ü n hastalanır ve o n i k i g ü n sonunda ölür. Gılgamış beklenmedik b i r değişim geçirerek t a n ı n m a z hale gelir. Yedi g ü n ve yedi gece boyunca dostuna ağlar ve onun g ö m ü l m e s i n e izin vermez. Ağlayıp döv ü n m e l e r i y l e sonunda onu dirilteceğini u m u t etmektedir. Gılgamış ancak beden i l k ç ü r ü m e işaretlerini vermeye başlayınca boyun eğer ve Enkidu g ö r k e m l i
bir
törenle toprağa verilir, Kral kenti terk eder ve "Ben de Enkidu gibi ölmeyecek miyim?" diye inleyerek çölde dolaşır (tablet IX, s ü t u n 1, satır 4 ) . " Ö l ü m düşün cesi Gılgamış'ı dehşete d ü ş ü r m ü ş t ü r . K a h r a m a n l ı k l a n y l a sağladığı b a ş a n l a r onu artık teselli etmez. Bundan böyle tek amacı insanların yazgısından kurtulmak ve ö l ü m s ü z l ü ğ e e r i ş m e k t i r . Tufandan kurtulan ü n l ü U t n a p i ş t ı m ' i n hâlâ y a ş a d ı ğ ı n ı bilen Gılgamış, gidip onu aramaya karar verir. Yolculuğu erginleyıci t ü r d e sınavlarla doludur. Maşu dağlarına vanr ve Gü neş'in her g ü n geçtiği kapıyı bulur. Kapıyı " g ö r ü n t ü s ü bile insanı ö l d ü r m e y e ye ten" bir çift akrep-insan beklemektedir (IX, 2, 7). Yenilmez kahraman korkudan donup kalır ve alçakgönüllü bir tavırla secde eder. Ama akrep-adamlar Gılgam ı ş ' m tanrısal k ı s m ı m tanır ve tünele girmesine izin verirler. G ı l g a m ı ş , karan lıkların içinde onikı saat y ü r ü d ü k t e n sonra, dağın ö b ü r tarafına, harika b i r bahçe ye çıkar. Oradan biraz uzakta deniz kıyışında su perisi Siduri ile karşdaşır ve ona U t n a p i ş t i m ' i nerede bulabileceğini sorar. Siduri onun f i k r i n i değiştirmeye çalışır: "Tanrılar insanları yarattıklarında, hayatı kendilerine ayırıp o l ü m u insanlara ver diler. Sen Gılgamış, karnını doldurmaya ve gece g ü n d ü z keyif s ü r m e y e bak g ü n bayram yap ve gece g ü n d ü z dans et, çılgınca e ğ l e n . . , , "
Her
4i
TA\asm en
raeşnunanndan
biri
olan Knossos y a k ı n ı n d a k i Amnisos mağarası, Helen ö n c e s i d ö n e m m ebe i a n n ç a s \ Eileiıhyia'ya a d a n m ı ş t ı . Dicte D a ğ ı n d a k i bir başka m a ğ a r a , ' bebek Z e u s u koru 5
masıyla ü n y a p m ı ş t ı : Olympos'un gelecekteki efendisi ota.da d ü n y a y a g e l m i ş ve yeni d o ğ a n b e b e ğ i n çığlıkları, kalkanlarını birbirine vuran Kuretaların ç ı k a r d ı ğ ı gürültüyle bastırılmıştı.
Kureta'lann silahlı d a n s ı b ü y ü k olasılıkla genç erkek
k a r d e ş l i k cemiyetleri tarafından yapılan bir erginleme t ö r e n i y d i ( k r ş . ç ü n k ü kardeşlik cemiyetleri bazı mağaraları gizli
ritüelleri
§
83);
için k u l l a n ı y o r l a r d ı ,
Ö r n e ğ i n metalürji ustaları cemiyetinin mitolojik kişileştirmesi olan
Daktyl'ler
1da d a ğ ı n d a k i m a ğ a r a d a toplanıyorlardı. Bilindiği gibi, m a ğ a r a l a r paleolitik çağdan beri dinsel bir r o l o y n a m ı ş l a r d ı . Labirent b u rolü yeniden ele alıp genişletti: "Bir mağaraya ya da b i r labirente gir mek, Hades'e inmekle, başka b i r deyişle erginlenme t ü r ü n d e ritüel b i r ö l ü m l e eş d e ğ e r d i . M e ş h u r Minos labirenti mitolojisi parça parça bilinmekte ve çok i y i an laşılamamaktadır; ama en dramatik b ö l ü m l e r i bir erginleme töreniyle i l i ş k i l i d i r . Bu mitsel-ritüel senaryonun i l k a n l a m ı , b ü y ü k olasdıkla daha h a k k ı n d a k i i l k yazı lı tanıklıklar kaleme a l ı n m a d a n ö n c e u n u t u l m u ş t u . Theseus d e s t a n ı , özellikle Thes e u s ü n labirente girişi ve Minotauros'la savaşıp onu yenmesi ü z e r i n d e daha i l e r i de duracağız (krş. § 94). Ama labirentin b i r erginleme sınavı olarak g ö r d ü ğ ü
ri
tüel işlevini ş i m d i d e n h a t ı r l a t m a k t a yarar var. Knossos kazılarında Daidalos'un b u mucizevi eserinin hiçbir izine rastlanma dı. Butlunla birlikte klasik ç a ğ m Girit p a r a l a r ı n ı n ü s t ü n d e labirent figürü yer al m a k t a d ı r ve b a ş k a kemlerle ilişkili olarak da labirentlere d e ğ i n i l m e k t e d i r . Sözcü ğ ü n HitİJyriıırJıosi etimolojisi ise, "çift ağızlı balta [labıys) evi" olarak açıklandı; başka bir deyişle, bu sözcük Knossos krallık sarayını ifade ediyordu. Ama balta için Akha dilinde k u l l a n ı l a n s ö z c ü k pelefys'ti ( k r ş . Mezopotamya dilinde Bu nedenle labirent t e r i m i n i n asyanik* k ö k e n l i labra/laura'dan
("taş,"
p'ûakhü).
"mağara")
t ü r e m i ş o l m a s ı daha b ü y ü k bir olasılıktır. Demek k i labirent, insan eliyle oyul m u ş yeraltı yolu a n l a m ı n a gelmekteydi. G e r ç e k t e n de Gortyna y a k ı n ı n d a k i Ampe-
Kutsal mağaralar hakkında bkz. M. P. Nilssou, TTıe Minönıı Mymıaean Rdigum, s. 53 vd; Charles Picard, Les reliğiıms preheüiıUquei, s. 58 vd, 130-131; Wil!eu.s,Cret«ı Cuits and fe siı vals, s. 141 vd. İlkçağ Kiıçük Asya'sının Hint-Avrupa kümesine ait olmayan dillen içırı kullanılır (Hatti dili, Hum dili, Urartu dili) -çn. 162
MEGA1-1TLER, TAPINAKLAR, TÖRENSE1. MERKEZLER
lousia mağarasına g ü n ü m ü z d e de "labirent" denmektedir.
Şimdilik mağaraların
r i ı ü e l işlevinin arkaikligini belirtmekle yerinelim. Bazı dinsel d ü ş ü n c e l e r i n ve erginleme senaryolarının t a r i h ö n c e s i n d e n modern zamanlara dek gösterdikleri s ü rekliliği ç o k güzel y a n s ı t a n b u r o l ü n kalıcılığı ü z e r i n d e ileride yeniden duracağız (§ 42), Neolitik çağda kadın heykelcikleri çoğalır: Bunlann ayırt edici özelliği, gö ğüslerini çıplak b ı r a k a n ç a n b i ç i m i n d e k i etekleri ve bir t a p ı n m a jesti içinde yuka rı d o ğ r u kaldırılmış k o l l a n d ı r . İster adak ister "put" olsunlar, bu heykelcikler k a d ı n ı n din içindeki ü s t ü n l ü ğ ü n ü ve özellikle de tanrıçanın önceliğini g ö s t e r i r l e r . Daha sonraki belgeler de bu önceliği d o ğ r u l a r ve kesinleştirir. A y i n alaylan, sa ray b a y r a m l a r ı ve kurban töreni sahneleri h a k k ı n d a k i tasvirlere göre, k a d ı n l a r hatvrı sayılır b i r r o l o y n u y o r d u .
44
Tanrıçalar bir örtüye s a r ı n m ı ş ya da k ı s m e n
çıplak olarak tasvir edilmiştir; bir kutsama işareti olarak göğüslerini s ı k m a k t a veya kollarını havaya k a l d ı r m a k t a d ı r l a r . ' Hayvanların Sahibesi" (polnia therön)
15
Başka tasvirlerde tanrıçalar "Yabanıl
olarak g ö s t e r i l m e k t e d i r . Bir Knossos m ü h
r ü n d e , kendisine t a p ı n a n gözlerini ö r t m ü ş bir erkeğe d o ğ r u asasını eğen Dağların Hanımı görülmektedir.
16
T a n n ç a , ö n ü n d e b i r aslanla veya bir ceylanı ya da b i r
k o ç u boynundan tutarken veya i k i hayvan arasında ayakta vb tasvir edilir biçimde taşların
üzerine o y u l m u ş t u r .
ileride göreceğimiz
gibi
"Yabanıl
Hayvanlamı
Sahibesi" Yunan mitolojisinde ve dininde hayatta kalmıştır (krş. § 92). T a p ı m törenleri d a ğ d o r u k l a r ı n d a d ü z e n l e n d i ğ i gibi, saray t a p m a k l a r ı n d a veya özel evlerin i ç i n d e de yapılıyordu ve her yerde dinsel etkinliğin merkezinde tann ç a l a r v a r d ı . T ö r e n yerlerindeki i l k tapınaklar Orta Minos evresinin başında ( M Ö 2100-1900) b u l g u î a n d ı ; bunlar ö n c e duvarlarla çevrelenmiş m ü t e v a z ı yerler d i , sonra k ü ç ü k yapılar ortaya çıktı. Gerek Petsofa taptnaklannda gerekse Juklas D a ğ ı n ı n ü s t ü n d e , k a l ı n k ü l tabakası i ç i n d e n pişmiş topraktan yapılmış ç o k sayıda insan ve hayvan heykelciği çıkarıldı. Nilsson, orada d ö n e m s e l olarak yakılan ateşlere atılan adak heykelcikleriyle, bir doğa tanrıçasına tapınıldığını t a h m i n et-
1 3
P. Faure, "Spéléologie crétoise et humanisme," s. 47.
4 4
Picard, les religions préhistorique, s. 71, 159 vd.
4 Î
Evans, Palace ofMinos, 11, s. 277 vd; Picard, a.g,y., s 74 vd; Nilsson, Mifioaii-Myceiioeaii Religion, s. 296 vd. Tanrıçaların yerini kimi zaman direkler ve sütunlar almaktadır; krş. Picard, s. 77; Nilsson, s. 250 vd.
4 5
Picard, s. 63. Ama Nilsson bu damganın görece geç bir tarihe ait olduğunu kabul etmekte ve Hutchinson da Miken kökenli olduğunu düşünmektedir (krş. Prehıstoric Crete, s. 206). 163
D İ N S E L İNANÇLAR VU DÜŞÜNCELER TARIHI -1
melctedir. ' T a n m ya da bitki b ü y ü m e s i tapınılan ise, daha k a r m a ş ı k ve çözülme 1
si daha g ü ç t ü r . Kırsal kökenli olan bu tapmalar en a z ı n d a n simgesel bir tarzda sa ray ibadeti içine katılmıştı. Ama asıl ibadet yerleri kutsal b ö l m e l e r d i . Oyma taş lara, vazoların ü s t ü n d e k i resim ve kabartmalara göre, bu t a p ı m l a r özellikle dans lardan, kutsal nesnelerin gezdirildiği ayin alaylarından ve kutsal suyla y a p ı l a n yı kama törenlerinden o l u ş u y o r d u . Ağaçlar merkezi b i r rol oynuyordu tkonografik belgelerde yapraklara doku nan veya bitki tanrıçasına tapman ya da ritûel dansları yapan çeşitli kişiler g ö r ü l mektedir. Bazı sahneler ritüelın taşkın, hatta esrik niteliğini
vurgulamaktadır:
Çıplak bir k a d ı n bir agaç gövdesine tutkuyla sarılmakta, b i r rahip başını çevire rek ağacı s ö k m e k t e , y a n ı n d a k i kadın ise sanki bir m e z a r ı n üzerine k a p a n m ı ş ağıt y akmaktadır.
4S
Bu tür sahneler h a k l ı olarak yalnızca bitkilerin b ü y ü m e s i n e i l i ş k i n
yıllık d r a m a ı ı ı n değil, insanla b i t k i arasındaki mistik d a y a n ı ş m a n ı n keşfinin ya rattığı dinsel deneyimin de b i r yansıması olarak g ö r ü l m ü ş t ü r (krş § 12, 1 4 )
4 3
4 1 , M i n o s Dininin A y ı r t E d i c i ö z e l l i k l e r i — Picard'a g ö r e , "yetişkin bir erkek tanrının varlığı konusunda elimizde h e n ü z hiçbir k a n ı t yok'tur.™ T a n n ç a y a k i m i zaman silahlı bir erkek eşlik etmekte, ama rolü bilinmemektedir. Bununla b i r l i k te k u ş k u s u z bazı b i t k i t a u n l a r ı b i l i n i y o r d u , ç ü n k ü Yunan m i t l e r i Girit'te gerçek leşen ve tarım dinlerine özgü kutsal evliliklere g ö n d e r m e l e r y a p m a k t a d ı r . Persson ikonografik tasvirlere dayanarak, bitki b ü y ü m e s i n i n d ö n e m s e l ö l ü m ve d i r i m ritüel
senaryosunu yeniden o l u ş t u r m a y ı d e n e m i ş t i r , isveçli bilgin farklı
tapım
sahnelerini t a n m d ö n g ü s ü n ü n mevsimleri içine yerleştirebileceğim d ü ş ü n m ü ş t ü r : İlkbahar (doğa tanrıçasının epifanisi ve rahiplerin ona t a p ı n m a s ı vb); yaz (bitki b ü y ü m e s i tanrısının g ö r ü n m e s i vb); kış (ritüel ağıllar; tanrıların gidişini göste ren sahneler v b ) .
51
P e r s s o n ü n bazı y o r u m l a r ı oldukça çekicidir, ama
yemden
o l u ş t u r u l m u ş senaryonun, b ü t ü n ü içinde çelişkilidir. Kesin g ö r ü n e n , ikonografik belgelerin ç o ğ u n u n dinsel b i r anlam taşıdığı ve tapımın hayat, ö l ü m ve yeniden d o ğ u ş mysteria'larına odaklandığıdır; dolayısıyla
Nilsson, Minaan- Mycekaeah Religion, s. 75. Evans, Palace of Minos, c. 11, s. 838 vd; Nilsson. a.g.y., s, 268 vd; Axel W. Persson, The Religion of Greece in Prehisioric Times, s. 38-39. Picard, a.gy., s. 152. A.g.y., s. 80. Erkek heykelcikleri tapınanları temsil etmektedir; a.g.y., s. 154. Persson, a.g.y., s. 25-104. 164
MEGA1.ıTLHH, T A P ı N A K ! J M ! , 1 Û R E N S E I . M E R K E Z L E R
erginleme ritüelleri, ö l ü m ağıtları, orji ve esrime n i t e l i k l i törenler içermektedir. Francıs Vian'ın haklı olarak altını çizdiği gibi: "Ayrılan ycrm k ü ç ü k l ü ğ ü n d e n yo la çıkarak, kral k o n u t l a r ı n d a d i n i n az yer tuttuğu sonucuna varmak hatalı olur. Aslında kutsal olan b ü t ü n saraydır, ç ü n k ü koruyucu tanrıçanın ve onunla insanlar arasında aracılık yapan rahıp-kralın konutudur. Basamaklar halindeki sıralarla çevrilmiş dans alanları, s u n a k l a r ı n yükseldiği iç avlular, ambarlar hep dinsel te sislerdir. Knossos ve Pylos'ta taht, yan taraflarında yer alan simgesel
griffonla-
r m * da kanıtladığı gibi b i r tapım nesnesiydi; hatta belki de h ü k ü m d a r d a n ç o k , saray tanrıçasının ritüel epifanısi için y a p ı l m ı ş t ı . "
52
Sarayın t ö r e n merkezi olarak işlevinin altını çizmek gerek
Sonunda hayvanın
ö l d ü r ü l m e d i ğ i kutsal boga güreşleri, saraylann içinde, "tiyatro m e k â n ı " adı veri len ve basamaklar halinde sıralarla çevrili alanlarda d ü z e n l e n i y o r d u . Knossos re^ simlerinde b o ğ a n ı n ü s t ü n d e n uçan erkek ve k a d u ı akrobatlar g ö r ü l ü y o r .
Nils-
son'un k u ş k u c u l u ğ u n a k a r ş m , "akrobasi"ııin dinsel anlamı konusunda k u ş k u yok tur: Koşan bir b o ğ a n ı n ü z e r i n d e n aşmak m ü k e m m e l b i r "erginleme sınavı" o l u ş t u r u r . " Theseus efsanesinde Mİnotauros'a "sunulan" yedi genç erkek ve kız çok b ü y ü k olasılıkla b ö y l e b i r erginleme sınavının anısını y a n s ı t m a k t a d ı r . Ne yazık k i tanrısal boğa mitolojisini ve t a p ı m içindeki r o l ü n ü bilmiyoruz. "Kutsama boy n u z l a r ı " a d ı verilen ve tamamen Girit'e özgü t a p ı m nesnesi, b o ğ a n ı n alın kemi ğiyle b o y n u z l a r ı n ı n stilizasyonu olabilir. Her yerde b u nesneye rastlanması onun dinsel işlevinin ö n e m i n i d o ğ r u l a m a k t a d ı r : Boynuzlar, içlerine yerleştirilen nesne leri kutsamaya y a r ı y o r d u . Bazı t a p ı m nesnelerinin dinsel anlamı ve simgeselliği hâlâ tartışma konusu dur. Çift taraflı balta k u ş k u s u z kurban törenlerinde k u l l a n ı l ı y o r d u . Bu nesneye Girit d ı ş ı n d a da oldukça geniş bir alanda r a s t l a n m a k t a d ı r . Küçük Asya'da y ı l d ı r ı m simgesi olan çift ağızlı balta fırtına tanrısının işaretidir. Ama bu balta daha Paleolitik çağda Irak'taki Tel Arpaşiya'da, çıplak bir t a n n ç a n ı n yanında karşımıza ç ı k m a k t a d ı r . Girit'te de çift taraflı balta rahibe veya t a n n ç a olan k a d m l a n n elle-
* Aslan gövdeli, kanatlı ve yırtıcı kuş başlı mitolojik lıayvan; tapınak, saray ya da mezarların koruyucusu olan gıifftmlar Yakındoğu ve Akdeniz ülkelennde yaygın bir motifti -çn. " F. Vian, Histoire des Religtons içinde, c. 1, s. 475. Daha önce Evans da Knossos kralına rahip-kıal adını vermişti, bu terim Nilsson (a.g.y., s, 486 vd) ve Picard (a.g.y., s 70 vd) tararından da kabul edilmiştir. Aynca bkz, Willens, Creían Cıtits, s. 84 vd. 5 3
Evans, a g y , c, I I I . s 220, Resim 154; Picard, s. 144, 199; Persson, s, 93 vd; J. W. Graham, The Palotes ojCretc, s. 73 vd 165
D İ N S E L İNMJÇLAE VE D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1
rinde -veya b a ş l a r ı n ı n ü s t ü n d e - g ö r ü l m e k t e d i r . Çift ağızlı o l u ş u n u dikkate alan Evans, o n u b i r b i r l e r i n i tamamlayan eril ve dişil temel ilkelerin birliğini simgele yen bir işaret olarak açıklamaktadır. B ü y ü k olasılıkla s ü t u n l a r ve direkler t a n h ö n c e s i n d e n beri bilinen (krş. § 12) kozmolojik axis munâi simgeselligini paylaşıyorlardı. Ü s t l e r i n d e kuşlar bulunan k ü ç ü k s ü t u n l a r ise çeşitli yorumlara açıktır; ç ü n k ü k u ş hem r u h u hem de bir tan rıçanın epifanisini temsil edebilir. Her ne olursa olsun, s ü t u n l a r ve direkler tan r ı ç a n ı n yerine g e ç m e k t e d i r ; " ç ü n k ü yanlarında arma b i ç i m i n d e birbirlerine bağ l a n m ı ş aslanlar ve griffoniar bulunan b u s ü t u n ve direkler zaman zaman ö n c e tan rıça gibi kabul edilirler."
51
Ö l ü l e r t a p ı m ı hatırı sayılır bir rol oynuyordu. Cesetler t o p r a ğ ı n altındaki ke m i k odalarına yukandan sokuluyordu. K ü ç ü k Asya ve Akdeniz'in başka yerlerin de de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, y e r a l t ı n d a k i ölülere saçı y a p ı l ı y o r d u . Yaşayanlar, ibadet için arkalıksız sıralarla d o n a t ı l m ı ş bazı odalara inebiliyorlardı. Herhalde cenaze töreni tanrıçanın himayesinde gerçekleştiriliyordu (krş. § 35). Nitekim
Knos-
sos'lu bir rahip-krahn kayaya o y u l m u ş m e z a r ı n d a , maviye b o y a n m ı ş lavam gök kubbeyi temsil eden, direkli bir mahzen bulunuyordu; b u n u n ü s t ü n e saraylardaki Ana Tanrıça t a p m a k l a r ı n a benzeyen bir şapel y a p ı l m ı ş t ı .
15
Girit d i n i h a k k ı n d a k i en değerli ama ç ö z ü l m e s i de en g ü ç belge, Hagta T r i ada'da topraktan çıkarılan bir lahtin bezemeli panolarıdır. K u ş k u s u z bu belge ken d i çağına ( M Ö XIII.-X1I. yüzyıl), yani Mikenlerin Girit'e yerleştikleri
tarihten
s o n r a s ı n a ait dinsel d ü ş ü n c e l e n yansıtır. Bununla birlikte panolar üzerine resme dilmiş sahneler h a k k ı n d a tutarlı b i r y o r u m yapılabildiği ö l ç ü d e , bunlar Minos ve D o ğ u i n a n ç ve âdetlerini çağrıştırırlar. Panolardan birinde ü ç rahibenin b i r ayin alayı halinde yöneldiği b o ğ a n ı n kurban edilişi tasvir edilmiştir. Boğazlanan kur b a n ı n öteki y a n ı n d a kutsal b i r ağacın ö n ü n d e yapılan b a ş k a bir k a n l ı kurban töre ni r e s m e d i l m i ş t i r . İkinci panoda cenaze saçısının t a m a m l a n m a s ı
görülmektedir:
Bir rahibe k ı r m ı z ı sıvıyı çift k u l p l u testiden b ü y ü k bir kavanoza b o ş a l t m a k t a d ı r . Son sahne en gizemlisidir: Uzun b i r elbise g i y m i ş ölü, m e z a n n ı n b a ş ı n d a , cena zesi için y a p ı l a n sungu t ö r e n i n i izlemektedir; tanrılara kurban sunmakla g ö r e v l i
5 1
Picard, s. 77.
3 5
Evans. Palace of Minos, c. IV, lasım 2, s. 962 vd. Picard, Diodoros tarafından (4, 76-80; 16, 9) nakledilen söylenceyi hatırlatır, buna güre Minos bir mahzen-mezara gömülmüş, bunun üzerine de Ege ana tannçasının mirasçısı Aphrodite'ye adanmış bir tapınak yapılıruştır (Religions prifıi5iorique, s. 173). 166
M E Ü A L I T L E R , 'I AHMAKLAR, T Ô H E N S H . MERKEZLER
üç rahip ona k ü ç ü k bir kayık ve i k i dana taşımaktadır. Birçok bilgin, o n u n g ö r ü n ü m ü n d e n yola çıkarak, (Picard'a göre "neredeyse bir mumya" söz konusudur), ö l ü n ü n t a n r ı l a ş t ı n l d ı ğ ı k a n ı s ı n a varmıştır. Bu akla ya kın b i r varsayımdır. O zaman, Knossos'un rahip-kralı veya bazı Yunan kahraman ları (Herakles, Akhilleus, Menelas) gibi ayrıcalıklı bir insan söz konusu o l m a l ı dır. Bununla birlikte İahıin panoları ü z e r i n d e r e s m e d i l m i ş sahnelerin ö l ü n ü n tan rı I a ş t ı n imasını değil, mysCena'iı
dinlere özgü bir tören olan erginlenmesinin ta
m a m l a n ı ş ı n ı anlatması daha gerçeğe yakın g ö r ü n m e k t e d i r ; b u t ö r e n ö l ü y e hayat sonrası m u t l u bir v a r o l u ş s a ğ l a m a k için yapılmaktadır. N i t e k i m Diodoros ( M Ö I . yüzyıl) Girit diniyle mysteria'lı dinler arasındaki benzerliği fark etmişti. Bu din t ü r ü i l e r i k i tarihlerde "Dor" Yunanistan'ında baskıya uğrayacak ve yalnızca bazı kapalı toplumlarda, iluasos'larda' (bu s ö z c ü k Helen öncesi d ö n e m e ait olabilir) ya şayacaktır" Diodoros tarafından nakledilen b i r rivayet ç o k ilgi çekicidir: Âri dili k o n u ş a n fatihlerin Dogu ve Akdeniz dinsel d ü ş ü n c e l e r i n i ö z ü m s e m e surecinin s ı n ı r l a r ı n ı belirtmektedir.
42. Helen Ö n c e s i D ö n e m i n D i n s e l Y a p ı l a r ı n ı n S ü r e k l i l i ğ i — Çizgisel B yazısı nın çözülmesi, M Ö 1400'e doğru Knossos'ta Yunancanm k o n u ş u l u p yazıldığını kanıtladı. Bundan, M i k e n işgalcilerinin yalnızca Minos uygarlığının y ı k ı l m a s ı n d a degif, aynı zamanda b u uygarlığın son evresinde de belirleyici bir r o l oynadıkları sonucu çıkar; başka bir deyişle, Girit uygarlığı son aşamasında Kıta Yunanis tan'ını da k a p s ı y o r d u . Mikenlerin istilasından ö n c e Mısır ve Küçük Asya etkileri nin
58
bir Asyanik-Akdeniz sentezine y o l açtığı da hesaba katılırsa, Yunan kültürel
g ö r ü n g ü s ü n ü n eskiliği ve karmaşıklığı ortaya çıkar. Helenizmin kökleri Mısır ve Asya'dadır; ama "Yunan mucizesi"ni fatihlerin katkısı yaratacaktır, Knossos, Pylos ve Miken'de çıkarılan tabletler, Homeros'un tanrılarını klasik adlanyla belirtiyorlar: Zeus, Hera, Athena, Poseidon ve Dionysos. Ne yazık k i
5 6
Bu resimlerin röprodüksiyonlan içmbkz. Paribeni, "11 sarcofago dipinıo...," levha 1-111 ve J. Harrison, Thanis, Resim 31-38. Krş. Nilsson, a.g.y., s. 426 vd; Picard, s. 168 vd. Mezar ötesi deniz yolculuğu Yunanların "Kutlu Adalar" anlayışında izler bırakmıştır; krş. Hesiodos, Travaux et jours, s. 167 vd; Pindare, Olympiaııes, II, s. 67 vd.
" Tfıiasûs: Dionysos kültüne bağlı dinsel tarikat - ç n . 57
Picard, a.g.y,, s. 142, Aynca bkz. g 99.
î s
Ters yönde etkilerin de söz konusu olduğunu belirtelim. 167
DİNSEL İNANÇLAR VE DOŞÛNCELER TARİHİ -1
m i t o l o j i k ve tapıma ilişkin bilgiler oldukça m ü t e v a z ı : " T a n r ı ' m n köleleri" Zeus Dyktaos ve Daidalos'tan, "Athena'nın kölesi"nden, rahibe isimlerinden vb söz edi l i y o r . Asıl daha anlamlısı, klasik Yunanistan mitolojisi ve dininde G i r i t ' i n ünü d ü r . Zeus Girit'le doğar ve ölür; Dionysos, Apollon, Herakles "çocukluklarını" G ü f t e geçirirler; Pernei.eı îasion'u orada sever ve Minos'a kanunlar orada i n d i r i l i r ; böylelikle Minos, Rhadamanthys'k birlikte, Hades'e yargıç olur Klasik çağın ortasına gelindiğinde bile "yetkili" a n n d ı r m a c ı l a r hâlâ Girit'ten gönderiliyordu.*" Ada primordium {ilk! çağın masalsı saygınlıklanyla d o n a t ı l m ı ş t ı : Klasik çağ Yuna n i s t a n ' ı n a göre, Minos d ö n e m i G ü i t ' i " i l k k ö k e n l e r " i n ve " y e d i l i ğ i n " mucizeleri n i paylaşıyordu. Yunanların dinsel geleneklerinin gerek Girit'te gerekse Ege'nin diğer yörele rinde yerli halkla sembiyoz içinde değiştiğinden kuşku duyulamaz. N ı l s s o n , Kla sik Yunanistan'ın dört dinsel merkezinden i l k ü ç ü n ü n - D e l p h o i , Delos, Eleusis ve O l y m p i a ' n ı n - Mikenler'den miras kaldığını belirtmişti. Bazı Minos dinsel yapıla r ı n ı n kalıcılığı da tam o sırada ortaya çıkarıldı. Minos-Miken şapelinin Yunan tap m a g ı n d a k i uzantısı ve Gint ocak kültüyle Miken s a r a y l a r m d a k ı ocak tapımı ara sındaki süreklilik ortaya konabil m iş tir, Psykhe-Kelebek imgesi Minoslulara ya bancı değildi. Girit'te Demeler tapımının k ö k e n l e r i b u l g u l a n r m ş t ı r ve en eski Eleusis tapınağı M i k e n d ö n e m i n e aittir. "Klasik mysteria tapmaklarında y a p ı l m ı ş bazı mimari veya başka türde d ü z e n l e m e l e r az çok Helen öncesi Girit'te saptanan y e r l e ş i m l e r d e n t ü r e m i ş gibidir "
w
A r i öncesi d ö n e m i n Hindistan'ında o l d u ğ u gibi, daha çok tanrıça t a p ı n ı l a n ; bereketle, ö l ü m l e , ruhun yaşamasıyla ilişkili
ritüeller
ve inançlar varlığını
sür
d ü r m ü ş t ü r . Bazı ö r n e k l e r d e süreklilik, t a r i h ö n c e s i n d e n modern çağa kadar d o ğ r u lanabilmek tedır. Bir tek örnek verecek olursak, " b ü t ü n G i r i t ' i n en g ö r k e m l i
ve
güzel magaralanndan" b i r i olan, 60 m. derinliğindeki Skoteino mağarası dort katlıdır; ikinci k a t ı n ucunda "bir taş s u n a ğ ı n ö n ü n d e ve ü s t ü n d e d i k i l i duran i k i tapını p u t u bulunur": Bir k a d ı n ve "acı acı gülen, h e n ü z sakalı ç ı k m a m ı ş b i r er kek b ü s t ü . " Bu heykellerin ö n ü n d e , "vazo kalıntıları metrelerce yüksekliğe ulaş m a k l a d ı r ; b u parçalar yeraltındaki ü ç ü n c ü k a t ı n zeminini de k a p l a m a k t a d ı r , . . . Zamandizinsel b a k ı m d a n M Ö 11. b i n y ü m b a ş ı n d a n Roma d ö n e m i n i n sonuna kadar kesintisiz s ü r m e k t e d i r l e r . "
61
Mağaranın kutsallığına olan i n a n ç g ü n ü m ü z e kadar
Picard, a.g.y., s. 73. A.g.y., s. 142. P. Faure, "Spel£ologie cretoise et humanisme," s 40 168
MEGALÎTLER, TAPINAKLAR. TOBENSEL MüRKtZLV.R
s ü r m ü ş t ü r . Onun hemen y a k ı n ı n d a Parasceve'ye (Hayırlı Cuma) a d a n m ı ş küçük beyaz bir şapel y ü k s e l m e k t e d i r ve 26 Temmuz'da m a ğ a r a n ı n girişinde
"bütün
Aposelemi vadisi ve Khersonnesos bölgesi nüfûsu" toplanır: "Kubbe altındaki i k i alanda dans edilir, çok içilir, k o m ş u şapeldeki ayini izlerken takınılan törense! havayla aşk ş a r k ı l a n s ö y l e n i r . "
63
Arkaik G i r i t dinselliğine özgü bazı deyimlerde de süreklilik d o ğ r u l a n m a k t a dır. Sor Art hur Evans, agaç t a p ı m ı ile kutsal taşlara gösterilen saygı a r a s ı n d a k i d a y a n ı ş m a üzerinde d u r m u ş t u . Atina'daki Athena Parthenos t a p ı m ı n d a de benzer b i r d a y a n ı ş m a göze ç a r p m a k t a d ı r : Kutsal ağaçla (zeytin ağacı) ve tanrıçanın s i m gesel k u ş u olan baykuşla özdeşleştirilen bir direk. Ayrıca Evans, direk t a p ı m m m m o d e r n çağa kadar yaşadığını da g ö s t e r d i ; ö r n e ğ i n Û s k ü p y a k ı n ı n d a k i Tekekioi kutsal direği Minos s ü t u n u n u n bir y a n s ı m a s ı d ı r ve bu d i r e ğ i n kutsallığına hem Hıristiyanlar h e m de M ü s l ü m a n l a r i n a n m a k t a d ı r . Kutsal k a y n a k l a r ı n tanrıçalarla ilişkili o l d u ğ u inancı, su kaynaklarına Nereus Kızları olarak tapınılan klasik Yu nanistan'da yemden karşımıza çıkıyor; b u i n a n ç g ü n ü m ü z d e de s ü r m e k t e , perilere hâlâ Neraıde adı verilmektedir. Ö r n e k l e r i ç o ğ a l t m a n ı n bir yararı yok. Arkaik dinsel yapılarda g ö r ü l e n benzer b i r süreklilik s ü r e c i n i n , Batı Avrupa ve Akdeniz'den Ganj vadisi ve Çin'e kadar b ü t ü n "halk" k ü l t ü r l e r i n i n ayırt edici niteliğini o l u ş t u r d u ğ u n u belirtelim (krş. § 14). Bizim k o n u m u z açısından, b u dinsel yapı b ü t ü n ü n ü n -bereket ve o l u m t a n r ı çaları, r u h u n erginlenmesine ve hayatta kalmasına ilişkin inançlar ve
ritüeller-
Homeros d ö n e m i d i n i n i n içine katılmadığını belirtmekte yarar var. Helen öncesi d ö n e m i n sayısız geleneğiyle sembiyoz içine girmelerine k a r ş ı n , A r i d i l i n i konu şan fatihler kendi tanrı p a n t e o n l a n n ı dayatmayı ve kendilerine özgü "dinsel üslu bu" s ü r d ü r m e y i başardılar (krş. b ö l ü m X-XI).
A.g.y, s. 40. Çok sayıda mağara azizlere adanmış ve yüzden fazla şapel mağaraların içine yapılmıştır; a.g.y., s 45. 169
E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA
§ 34. Megalit kültürleri hakkında hatın sayılır bir kaynakça bulunmaktadır. Biz de en önemli katkıları yakında çıkacak bir incelemede çözümledik: "Megaliths and History of Reli gions." GIyn Daniel, Tite Megalith Builders of Western Europe (Londra, 1958; 2. baskı. Pelican Books, 1962) konuyla ilgili mükemmel bir giriş eseridir. (2. baskıda, s. 143-146, "Karbon 14" ölçümlerine dayanılarak yapılmış yeni zamandizini de sunulmak tadır; gerçekten de bu yeni zamatidiaini yazarın savunduğu tezi büyük ölçüde çürütmekledir; bkî. daha ileride, % 36). Ayrıca bkz.' Fematıd Niel, La civilisation des mégalithes (Fans, 1970) ve Glyn Daniel i k J. D, Evans'ııı kaydettiği kaynakçalar: The Western Mediterranean (Cambridge Ancient History, c. II, böl. xxxvii, 1967), s. 63-72. İspanya ve Portekiz mega liderinin tamamı Georg ve Vera Leisner tarafından incelendi: Die Megalithgmber des Iberischen Halbinscl: Der Süden (Şerlin, 1943); DerWestern,
I-IU (Ber
lin, 1956, 1959, 1960). Aynca bkz,: L. Pericot (éd.), Corpus de sepulcros megaliticos, fask. 1 ve 2 (Barcelona, 1961); fask. 3 (Gerona, 1964); L. Pericot, Los sepukros megaliticos Catalanes ylccultura
pirinaica (2. baskı, Barcelona, 1951).
Fransa megalitierı hakkında, bkz. Z. Le Rouzic, Camae (Rennes, 1909); aynı yazar. Les monuments mégalithiques de Qimic et de Locmaiiotjuer (Camac, 1907-1953); Glyn Daniel, The Prehistoric Chamber Tombs of France (Londra, 1960); aynı yazar, The Megalith Builders, s. 95-111; E. Octobon, "Statues-menhirs, stèles gravées, dalles sculptées" (Revue Anthropologi que, 1931, s, 291-579); M, ve J. Péquart ve Z, Le Rouzic, Corpus des signes graves des monu ments mégalithiques du Morbihan (Paris, 1927), Britanya adalanntn megalit kültürleri hakkın da, bkz. G. Daniel, The Prehistoric Chamber Tombs of England and Wales (1950); aynı yazar, The Megalith Builders, s. 112-127 vedaha ileride, § 35'teki kaynakça. Sibylle von Cles-Reden çok sayıda harika fotoğrafta süslenmiş bir popüler yayın da yap tı: The Realm of the Great Goddess. The Story of the Megaiitii Builders (Londra, 1961; Die Spur der Zyhlopen adlı eserin -1960- çevirisi). Dominik Wôifel, "Die Religionen des vorindogemıamstherı Europa" (Chnslııs und die Reîigıoiterı der Erde içinde, 1, s, 161-537) başlıklı incelemesinin büyük bir bölümünü megalitleri yapanların dinine ayırdı (s. 163-253 vb), Temkinli bir şekilde başvurulması gereken bir kay nak. J. Maringer, The Goıfs of Prehistoric Man, s, 227-255'te de (*= L'homme préhistorique et ses dieux, s. 237-261) özlü bir anlatım vardır, ama karbon 14 analizlerinden önce kaleme alın mıştır Menbirler hakkında, Hotst Kircher çok geniş bilgiler içeren bir çalışma yayımladı: "Die Menhire in Mttteteuropa und der Menhirgedanke" (Abh. d, Ahademie m Manız, Geistes-u. SoZidıvissenscfiû/tlichen Kliisse, 1955, s. 609-816). § 35. &tonehenge'e ilişkin çok zengin külliyat içinde en yakın tarihli bazı çalısmalan sayalım: R. j . C. Atkinson. Stonefıenge (Penguin, Harmondsworth, 1960); A. Thorn, Megalithic Sites hi 170
MEGALÏÏLER, TAPINAKLAR, TÖRT-.NSEL MTiBKEZLF.K
Britain (Oxford, 1967); G. S Hawkins, Stonehenge Decoded (Londra, 1966; ama bkz. R j . C. Arkinson'ın eleştirisi: Nature, 210, 1966, s. 1320 vd); Colin Renfrew, fie/ore Civilization (Londra ve New York, 1973), s. 120vd,214vd. Güney Fransa'da çok sayıda (3.000!) megalit mezar saptandığım hatırlatalım; bunların 600'den fazlası, yanı İngiltere ve Galkr'deki sayının iki kan kadar mezar Aveyron bölgesin dedir; krs. Daniel ve Evans, The Western Mediterranean, s. 38. Hérault bölgesindeki dolmen lerin tamamı j Amal tarafından incelendi (Pri hist Dire, c. XV, 1963), Bugüne kadar bilmen menhir-heykel Örnekleri de yine Güney Fransa'dadır. Malta'nın tarihöncesi hakkında, bkz. j . D. Evans, Malta (Londra, 1959); aynı yazar, Pre historic Antiquities oj the Maltese Islands (Londra, 1971); Günther Zuntz, Persephone. Three Essays on Religion and Thought in Magna Graecio (Oxford, 1971), s, 3-58; Collin Renfrew, Bejore Civilization, 5. 147 vd. Zuntz, Malta tapmaklarının bezemelerinde samial àmgeseïliginin önemini gösterdi ve Tuna bölgeleri etkilerini saptadı (Orna heykelciklen); krs, a.g.y., s. 25 vd. § 36. Gordon Chtîde, megalit dininin yayılması hakkındaki görüşlerini en son kitabında özetledi: The Prehistory of European Society (Pelican Book, 1958), s, 124-134: "Missionaries of the Megalithic Religion." Glyn DanieVe göre, megalit türde yapımın başlangıcı Minoslulann veya Egelilerin ona ve batı Akdeniz'e gelişiyle doğrudan ilişkilidir (The Megalith Builders of Western Europe, s. 135). Koloniler kurmaya yönelik ve ticari bit yayılma s ö z konusuydu, ama kolonileşmeyi gerçek leştiren halk güçlü bir dinsel inanca ve oldukça karmaşık cenaze uygulamalarına sahipti. Da niel, megalit anıdan yapanlann madenleri işletmelerine ve özellikle metal ticaretiyle uğraşma larına karşın, bu anıtlarda niye çok az metal nesne bulunduğunu sormaktadır. Onun tahmi nine göre, göçmenler madem aletleri gömmekten bilinçti olarak kaçmıyor ve bunların taştan yapılmış kopyalanın gömüyorlardı (s. 137). Colin Renfrew'in Before Civilisation adlı kitabının alt-başlığı anlamlıdır; The Radiocarbon Revolulion and Prehistoric Europe fRadyoterbon Devrimi ve Tarihöncesi Avrupai. Aynca bkz. ay nı yazar, "Wessex without Mycenae" (Annual of the British School of Archaeology at Athens, 63, 1966, s. 277-285), "Malta and the calibrated radiocarbon chronology" (Antiquity, 46, 1972, s. 141-145); "New Configurations i n Old World ChronoLogy" (World Archaeology, 2, 1970, s. 199-211). § 37. Birçok yazar, G. Elliot Smith ve W. j . Perry'deki aşınlıklann çalışmalarda yarattığı ya vaşlamaya tepki gösterdi ve öntarihin megalit kültürlerinin b ü t ü n ü n ü incelediler; örn. bkz. A. Semer, On "Dyss" Burial and Beliefs About the Dead During the Stone Age with Special Regard to South Scandinavia (Lund, 1938); H G. Bandi, "La répartition des tombes mégalithiques" (Archives 5uisses d'Anthropologie Générale, 12, 1946, s. 39-51); V. Gordon Childe, "Megaliths" {Ancient India, no. 4,1947/48, s. 4-13). R Heine-Geldem dışında, bir tek araştırmacı iki me galit kültür grubunu, yani tarihöncesi kültürlerle etnografik aşamadaki kültürleri bir arada 171
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TAKtHI -1
incelemiş, bununla birlikte araştırmasını menhirlerle sınırlamıştır: Josef Röder, Pfahl und Men hir. Eine vergleichend vorgesschichtliche, volks- und volkeıkundlıche Sttıdie (= Studien sur weste uropäischen Altertumskunde, 1; Neuwied am Rhein, 1949). R. Heıne-Geldemin katkılarına gelince, en önemlileri şunlardır; "Die Megalithen Südos tasiens und ihre Bedeutung für die Klarung der Megalithenfragein Europa und Polynesien" (.Anthropos, 13, 1928, s. 276-315); "Prehistoric Research in the Netherlands indies" (Science and Scientists in the Netherlands Indies, P. Honig ve F. Verdoorn £ed.) içinde, Cambridge. Mass., 1945, s. 129-167); "Zwei alte Weltanschauungen und ihre Kulturgeschichtliche Be deutung" (Anzeiger der phil.-hist. Klasse der Oesterreichischen Akademie der Wissenschaften, Bd. 94, 1957, s. 251-262); "Das Megalithproblem" (Beilrage Oesterheit- Symposion 1958, 1959'da yayımlandı, s. 162-182). FL H. E. Loofs, Heine-Geldem'in kaynakçasını kaydetmiş w çözümlemiştir: Elements of the MegaiithfC Complex in Southeast Asia An Annotated Bibliog raphy [Canberra, 1967), s. 3-4, 14-15, 41-42,48, 94, Heine-Geldern'iri varsayımı ve onu eleştirenlerin ııırazlan bizim incelememizde tartışıl maktadır: "Megaliths and History oi Religions." § 38. Harappa ve Mohenjo Daro üstüne kısa bir kaynakça için, bkz Eiiade, Le Yoga (son baskı, 1975), s. 417. Temel eser hâlâ Sör John MarshalVmkidir: Mohenjo-Daro oııd the Indus Culture, l - l l l (Londra, 1931); ama bu eseri 1930'dan soma girişilen kazıların sonuçlarını su nan en son çalışmalarla tamamlamak gerekir: E. J. Mackay, The Indus ûvılijatiotı (Londra, 1935); aynı yazar, Further Excavations at Mohenjo-Daro (Delhi, 1938); aynı yazar, Charchudaro Excavations 1935-36 (New Haven, 1943); M S. Vats, Excavations ûi Harappa (Delhi, 1940); S Piggott, Pre hi storic India (Pelican Books, Hamioodsworth, 1950); J. M. Casal, La civilisation de 1'lndus et ses emgmes (Paris, 1969; bkz. Maurizio Tosi'niıı gözlemleri, East and West, 2 1 , 1971, s. 407 vd), Bridget ve Raymond Ailchin, The Birth of Indian Civilization (Pelican Books, 1968, zengin bir eleştirel kaynakçayla birlikte); Sör Mortimer Wheeler, The Indus Civilization (3. baskı, Cambridge, 1968; 1953'te yayımlanmış eserin baştanbaşa düzeltilmiş yeni bir bas kısı söz konusudur); Walter A. Fairservis, The Roots of Ancient India. The Archaeology of Early Indian Civilization (New York, 1971; bu senlez çalışmasında, yazar Batı Pakistan'daki ve özellikle de Keta vadisi. Zhob ve Loralai bölgesi ve Seıstan iıavzasındakı kazılarının somıçlannı da özetlemektedir), Paul Wheatley, The Pivot of the Four Quarters. A Preliminary Enquiry into the Origins and Character of the Ancient Chinese City (Chicago. 1971) adlı önemli eserinde, Harappa tören merkezlerini de incelemiştir (s. 230 vd). "Dunya'nın MerkezTnin simgeselügi hakkında, bkz, Eliade, Le Mythe de Yetemel retour (yeni bask), Paris, 1969), s. 13 vd; aynı yazar, "Cemre du Monde, Temple, Maison," Le Symbolisme casmique des Monuments religieux içinde, Roma, 1957, s. 57-82, Geleneksel kemlerin kozmolojik simgeselligı hakkında, krş. Wemev Mülki, Die heilige Stadt. Roma quadraia, himmlisches Jerusalem und der Mythe vom Weltnabel (Stuttgart. 1961).
172
M EGAL tTLER. TAPINAKLAR. TDKENS EL MERKEZLER
§ 39. Indus dini hakkında, bkz. Le Yoga, 5, 348 vd; Sor John Marshall, a.g.y., c. I , s. 50 vd; Pıggot, Prehistoric India, s. 200 vd; Wheeler, Tiıe indus Civilization, s, 108 vd; Allchm, The Birth oj Indian Civilization, s. 311 vd; Fairservis, s. 292 vd. Bütün bu yazarlar Harappa dininin "Hindu" niteliğini kabul etmekte ve bazı tapım nesne [erindeki, simgelerdeki ve tanrısal figürlerdeki öntarihten başlayıp modern çağa dek gelen sürekliliği vurgulamaktadırlar, Bu görüş birliği anlamtıdır, çünkü bu arkeologlar Hindistan'daki kazılan yönetmişlerdir; başka bir de yişle, onlann bilimsel yetkinliği ülke hakkındaki doğrudan bilgilerle tamamlanmaktadır, "Süreklilik" Mario Cappieri'nin araştırmalorınca da doğrulanmıştır: ''Ist die Induskultur und ihre Bevölkerung wirklich verschwunden?" (Anthropos, 60, 1965, 5. 719-762). W. Kop pers Orta Hindistan'da yapılan bazı bereket ritûelleriyle Harappa ikonografisi arasında kesin benzerlikler saptamıştır; krş, "Zentra[indische Fruchtbarkeitsriten und ihre Beziehungen zur Induskultur" (Geographica Helvetica, 1. 1946, s. 165-177). Josef Haekel de bazı Gucerat köylennde "Adonis bahçeleri"yle ilişkili törenleri incelemiştir. Avusturyalı bilgin tamamen Akdeniz'e özgü bu ritüelin varlığını Indus uygarlığını yaratanların İran'dan gelmiş on-Âri ta rımcılar olmasıyla açıklamaktadır; dolayısıyla bunlar Ortadoğu ve Akdeniz'in öntarih uygar lığını paylaşıyorlardı; krş. "Adorıisgartchen im Zeremonialwesen der Rathwa in Gujarat (Zeııtralindien). Vergleich und Problematik" (Ethnologische Zeitschrift Zürich, 1, 1972. s. 167¬ 175). Başka yazarların yam sıra, H. P. Sullivan ve J. Gonda da sürekliliğe itiraz etmektedir: Sulli van, "A re-examination ol the religion of the Indus civilization" (HR, 4, 1964, s. 115-125); Gonda, Change and Continuity m Indian Religion (Lahey, 1965), s. 19-37. R. L. Raikes, Mohenjo Daro'nun yıkılmasında yerkabugu hareketlerinin ve su baskınlannın oynadığı belirleyici rol üzerinde durmakladır krş, "The Mohenjo-daro Floods" [Antiqu 1
ity, 39,1965, s, 196-203); "The End of the Ancient Cities of the Indus Civilization" (Ameri can Anthropologist, 65, 1963, s. 655-659; aynı dergi, 66, 1964, s. 284-299) ve özellikle Wa ter, Weather and Archaeology (Londra, 1967). Durmadan yinelenen sellerin yarattığı moral bozukluğu, Mohenjo Daro'nun son evrelerinde ekonomik ve kültürel düzeyde gözlemle nen tartışılmaz gerilemeyi kuşkusuz hızlandırmıştı. Ama anlaşıldığı kadanyla son darbeyi do ğudan gelen istilacılar, muhtemelen de Âri dili konuşan göçmenler indirmişti. Kazılarda, son bir katliamın izleri gun yüzüne çıkanlrmş, bu katliamın ardından Mohenjo Daro'nun varlığı sona ermiştir; krs- Wheeler, a g y., s. 129 vd ve daha ileride belirtilen kaynakça, § 64. § 40, Gint'in tarihöncesi ve ön tarihi üzerine temel eser hâlâ Sor Arthur Evans'mkidır: The Palace üfMinos, i-V, Londra, 1921-1950; ayrıca bkz, A. j . Evans ve j . L. Myres, Scripta Mitıoa, II, 1952; P, Dertıargne, La Crète dédalique, Paris, 1947; L. Cottrell, The Bull ojMinos, 1956; L, R. Palmer, Mycenatans and Minoans, Londra, 1961; R. W. Hutchinson, Prehistoric Crete (Pen guin Books, Balümore-Marylaııd, 1962), zengin bir kaynakçayla birlikte, s. 355-368; J, W. Graham, The Palaces of Crete, Princeton, 1962. Girit dinleri hakkında, bkz. özellikle Charles Picard, Les Religions préhellèniques: Crète e i Myctnes (Paris, 1948, mükemmel kaynakçalar) ve M. P. Nilsson, The M moan-Mycenaean Reli-
173
D İ N S E L LNlVNÇtAK VF. Ü Ç Ü N C Ü L E R T M U H İ -1
gfon and irs .Survival in Greek Religion (2. baskı. Lund, 1950). Ayrıca krş. A. W. Persson, Religi on of Greece in Prehistoric Times (Berkeley, 1950); M. Veruris ve J. Chadwick, Documents in Myceanean Greek (Cambridge, 1956); L. A. Stella, "La religione greca nei testi miceoet" (Nu men, 5, 1958, S. 18-57); S. Luria, "Vorgriechische Kulte" (Minos, 5, 1957, s, 41-52); M. Lejeune, "Prêtres et prêtresses dans les documents mycéniens™ (Hommages ä Georges Dumézil, Brüksel, 1960, s, 129-139); R F, Willens, Cretan Cults and Festivals (New York, 1962); R van Efienterre, "Politique et Religion dans la Crète minoenne" (Revue historique, 229, 1963, s, 1-18), KtiLsal mağaralar hakkında, bkz. dipnot 42 ve P. Faute, "Spéléologie Cretoise et huma nisme" (Bulletin de l'Association Guillaume Bud£, 1958, s. 27-50); aynı yazar, Fonction des ca vernes crétoises (Paris, 1964), erginlenme yeri olarak Skoteino mağarası hakkında s. 162 vd. Labirent ve erginlenme işlevi hakkında, bkz. W. A Matthews, Mazes and Labyrinths A GeneralAccouıüoJ" their History and Development (Londra, 1922); W. F.Jackson Knight, Cumaean Gaies: A Reference of the Sixth Aeneid to the initiation Pattern (Oxford, 1936); K, Kerényi, Labyrinth-Studien (Zürih, 1950); Oswald F. A. Menghin, "Labirinthe, Vuivenbilder und Figurenrapporte in der Alien und Neuen Welt. Beiträge zur Interpretation prähistorisches Felsgraphik" (Beitrage zur Alten Geschichte und deren Nachleben; Festschrift Franz Althrim, Ber lin, 1969,1, s. 1-13); Philippe Borgeaud, "The Open Entrance to the Closed Palace of the • King: The Greek Labyrinth i n Context" (HR, 14. 1974, s. 1-27). Daha ileride klasik tapmağa dönüşecek yapıyı andıran hiçbir örnek bulunmadığını beîinmekte yarar var. Tek kamusal tapınak ornegi Gournia'dakidin ama o da, Nilsscm'a göre, ev tapımından türemiştir. Tanmsal türdeki ritüeller bile saray avlulannda yapılıyordu. § 4 1 . Çıplak tanrıçalar hakkında, bkz. Picard, Rel. préhell , s. 48 vd, 111 vd; Nilsson, fl.g.y., s. 397 vd Bitkilerin büyümesine ilişkin kültler hakkında, krş. Persson. s, 25 vd; Picard, a.g.y., s 191 vd. Boğanın dinsel rolü ve kutsal boğa güreşlen konusunda, krş. Persson, s, 93 vd ve Picard'daki eleştirel kaynakça, s. 199; buna eklenmesi gereken eser: J. W. Graham, The Palaces of Crete, s. 73 vd. Cifi ağızlı balta hakkında, krs. Picard, s, 200-201, Flutchınson, Prehistoric Crete, s. 225 vd. Knossos rahip-kralımn mezan hakkında, krş, C E, Lehman-Haupl, "Das Tempel-Grab des Priesterkönigs zu Knossos" (Kiio, 25, 1932, s. 175-176); Picard, a.g.y., s, 173. liagia Triada'daki lahit hakkında, bkz, R. Paribeni, "Il sarcofagio dipinto di Haghia Tri¬ ada™ (Moııuıııenii Aniichi publican per cura délia reale Accademia dei Lineti, 19, s. 5-86, levha 1lii) ve J. Harrison, Themis (Cambridge, 1912,2, baskı, 1927) içindeki röprodüksiyonlar, sek ï l 3 1 - 3 8 , s . 159, 161-177; F. von Dııhn, "Der Sarkophage aus H. Triads" (ARW, 12, 1909, s, 161-185); Nilsson, Minoan-Myceman religion, s. 426-443; Picard, n.gy., s. 107 vd, 168 vd.
174
MEGALVTLEI!, TA PINA K U R , TOKFNSH. MERKEZLER
§ 42. Melen incesi dönemin yapılarının sürekliliği hakkında, bkz. Charles Picard, a,g.y., s. 201 vd, 221 vd; Nilsson, a,g.y., s. 4 4 7 vd; Huıchiason, a.g.y„ s. 1 9 9 vd. "Genellikle, Minos panteonunun ve Miken dönemi öncesi doğaüstü varlıklar dünyasının ... az çok auucu bir uzantısına tanık olunur" (Picard, s, 2 5 2 ) . Bu üstün arkeolog, rnysiena tapınaklanndaki düzenlemelerin Helen öncesi Gint'te saptanan yerleşimlerden türedigirü gün ışığına çıkardı: "Orada parmaklıklar, kapalı giriş bölümleri, abata, aâyta bulunur; Knossos'un sırdaşlar tapınağının hSlii yere gömülü duran hasır sepetleri Eleusıs tapmaklarındakı sepetlerin öncülleridir: Taşınabilir hale gelmiş, ama yeri geldiğinde iki tanrıçanın da üzerine ouırabildiği kutsal sandıklat. Malia'da, halka biçiminde geniş biı hemos ve omın kurban ka seleri sarayın bir salonunun taş döşemesinin arasına, doğrudan toprağın üzerine yerleştiril miştir: Bu ü"- düzenlemelerin yine Malıa'daki prenslik ne kro polisi tide görülenlere taşıdığı benzerliğe haklı olarak dikkat çekilmiştir. Burada hem tarımla hem cenaze töreniyle ilişkili bir tapımın temel araçlanyla; hem yaşayanlan hem de ölüleri koruyan bir Yeryüzü Ana onu runa yapılan ve mistik nitelikte oldukları anlaşılan törenlerin kutsal nesneleriyle karşı karşıyayız" (a.g.y., s. 142). Krj. S 97-99. P, Fauve Briıamartis'i Skoıetno'nun koruyucu tanrıçası olarak kabul eder; böylelikle Parasceve'in kutlanması gibi modem olgular da dahil olmak üzere, orada saptanan tapım olgulanmn ne olduğu anlaşılır" ("Speléologie crétoise el humanısme," s, 4 0 ) . Briıomartis hak kında, aynca bkz. VVilletts, defon Cults and FÖÖVÎIÎÎ, S. 179 vd, Mısır etkilen hakkında (psufefıosiasia, "ruhun tartılmpsı," bedenlerin kısmen mumyalan ması, altın maskların kabulü vb), bkz. Picard, s. 2 2 8 vd, 2 7 9 vd. Allın masklann amacı, ölü yü, ölümsüzlerin heykelleri gibi bozulmayan çizgilere sahip doğaüstü bir varlığa dönüştür mekti; a.g.y., s. 262.
VI. BÖLÜM
HİTİTLERİN V E KENANLILARIN DİNİ
43. Anadolu Sembiyoz-U ve
Hitit B a ğ d a ş t t r m a c t h ğ ı —
Anadolu'da M Ö V I I .
b i n y ı l d a n Hıristiyanlığın girişine kadar şaşırtıcı b i r dinsel s ü r e k l i l i k göze çarp m a k t a d ı r . "Aslında Ç a t a l h ö y ü k ' t e V I . katmanda ( M Ö 6000'e d o ğ r u ) ö r n e k l e n bu l u n a n bir b o ğ a n ı n ü s t ü n d e ayakta duran bir erkek tanrıyı g ö s t e r e n biçimsiz hey kellerle H i t i t d ö n e m i n i n fırtına tanrısı tasvirleri ve Roma lejyonerlerinin taptığı lupiter Dolichenus heykelleri a r a s ı n d a k i sürekliliğe getirilebilecek gerçek
bir
açıklama yoktur, aynı şey Ç a t a l h ö y u k ' ü n leoparlı tanrıçası, H i t i t l e r i n tanrıça Hepat'ı ve klasik çağın Kybele'si için de geçerlidir."
1
Bu süreklilik, en a z ı n d a n k ı s m e n , şaşırtıcı b i r dinsel b a ğ d a ş t ı r m a a l ı k yetene ğ i n i n sonucudur. Modern tarih y a z ı m ı n d a Hititler diye ifade edilen Hint-Avrupa k ü m e s i n e ait kavim, M O I I . binyıl boyunca Anadolu'ya egemen o l d u (Eski Kral lık, M Ö 1740-1460 ve imparatorluk, y. M Ö 1460-1200), A r i d i l i n i k o n u ş a n i ş galciler Hanilere -Anadolu'nun d i l i bilinen en eski halkı— boyun eğdirerek b i r k ü l t ü r e l sembiyoz süreci başlattılar ve b u süreç o n l a r ı n siyasi o l u ş u m l a r ı yıkıl d ı k t a n çok sonralara kadar s ü r d ü , Hititler Anadolu'ya girdikten kısa bir süre son ra Babil uygarlığının etkisine girmeye başladılar. Daha s o n r a l a r ı , özellikle impa ratorluk d ö n e m i n d e , Mezopotamya ve Suriye'nin kuzey b ö l g e l e r i n d e yaşayan ve Hmt-Avrupa k ü m e s i n d e n olmayan H u n i l e r i n k ü l t ü r ü n ü n b ü y ü k b ö l ü m ü n ü ö z ü m s e d ü e r . S o n u ç t a H i t i t l e r i n panteonunda Sümer-Akkad k ö k e n l i tanrılarla, Anadolu ve H u r r i tanrıları yan y a n a d ı r . Bugüne dek öğrenilen H i t i t mit ve r i t ü e i l e r i n i n ç o ğ u n u n Hatti veya H u r r i dinsel gelenekleri içinde k o ş u t l a n , hatta modelleri var dır, Bu b ü t ü n içindeki en ö n e m s i z k ı s m ı Hint-Avrupa m i r a s ı n ı n o l u ş t u r d u ğ u or taya ç ı k m a k t a d ı r . Yine de, k a y n a k l a n n ı n ayrışıklığına karşın, H i t i t d e h a s ı n ı n ya ratımları - ö n c e l i k l e de dinsel sanat a l a n ı n d a - ö z g ü n l ü k t e n yoksun değildir T a n r ı l a r , kendilerinden yayılan dehşete d ü ş ü r ü c ü ve ışıklı güçle ayırt edili y o r l a r d ı ( k r ş . "göz kamaştırıcı tanrısal parlaklık," rndammu, § 20). Panteon ge nişti, ama bazı tanrılar h a k k ı n d a isimleri d ı ş ı n d a hiçbir şey b i l m i y o r u z . Her bü y ü k kent b i r tanrının ana i k a m e t g â h ı y d ı ve b u t a n r ı n ı n etrafında k u ş k u s u z başka Maunce Vieyra, "Les reltgiorTs de l'Anatolie anticme," Ristoîre des reiıgforıs, c. I , s. 258. 176
HITITLÜGİN VI: KENANLILARIN DİNİ
tanrısal kişilikler de vardı. Antikçag Yakındoğu'sunun her yerinde o l d u ğ u g i b i , tanrılar tapmaklarda "oturuyorlardı," rahipler ve çömezleri o n l a r ı y ı k a m a k , giy dirmek, beslemek, danslar ve m ü z i k l e eğlendirmekle görevliydi. Zaman zaman tanrılar t a p ı n a k l a r ı n d a n ayrılıp yolculuk ediyorlardı; tanrılara bazı b a ş v u r u l a r ı n s o n u ç s u z kalması, o sırada kentte b u l u n m a m a l a r ı y l a açıklanıyordu. Panteon, b a ş ı n d a ilk çiftin yer aldığı b ü y ü k bir aile olarak algılanıyordu; bu i l k çift, H i t i t ü l k e s i n i n k o r u y u c u l a r ı y d ı : fırtına tanrısı ve b i r U l u Tanrıça. Fırtına t a n n s ı daha çok H u r r i dilindeki ismiyle, T e ş u p diye b i l m i y o r d u , biz de bu ı s ı n ı yeğleyeceğiz. Eşinin adı ise, H u r r i dilinde Hepat'tı. Kutsal hayvanları —boğa ve Hepat için aslan (veya panter)- tarihoncesinden beri var olan sürekliliği d o ğ r u l u yor (krş. § 13). En m e ş h u r U l u Tanrıça, Arinna kentinin (Hatti dilinde Vurusema) " g ü n e ş " tanrıçası adıyla biliniyordu. Aslında b u tanrıça "ülkenin kraliçesi, gök ve yerin kraliçesi, Hatıı ülkesinin kral ve kraliçelerinin koruyucusu," vb d i ye yüceltildigine göre, aynı Ana Tanrıça'nın b i r epifanisi o l m a l ı y d ı .
2
Herhalde
"gün eşleş t irme," Arinna'nm tanrıçası b ü t ü n H i t i t krallığının koruyucusu oldu ğ u n d a kendisine gösterilen saygıyı temsil ediyordu. Babil'in "Iştar" İdeogramı, Hititlerde, Anadolulu isimlerini b i l m e d i ğ i m i z çok sayıda yerel tanrıçayı ifade etmek üzere kullanılmıştı. H u r r i dilinde Iştar'm adı Şanşka i d i . Ama aşk ve savaş tanrıçası olan Babilli I ş t a r i n Anadolu'da b i l i n d i ğ i n i de dikkate almak gerekir; dolayısıyla bazı ö r n e k l e r d e bir Anadolu-Babil senteziyle karşılaşıyoruz. T e ş u p ' u n oğlu g ü n e ş tanrı, tıpkı Şamaş g i b i , hakkın ve adaletin koruyucusu olarak g ö r ü l ü y o r d u . Yine T e ş u p ' u n oğlu olan Telepinu da halk ara sında en az o n u n kadar seviliyordu. Bu konudaki mite biraz ileride döneceğiz. Dinsel hayata gelince, kaynaklar bize yalnızca resmi t a p ı m h a k k ı n d a b i l g i vermektedir. Metinleri k o r u n m u ş dualar kraliyet ailelerine aittir. Başka bir deyiş le, halk inançlarını ve rituellerini bilmiyoruz. Bununla birlikte bereket tanrıçala rına ve fırtına tanrısına d ü ş e n r o l konusunda k u ş k u y a yer yoktur.
Mevsimlik
bayramlar, özellikle de Yeni Yıl bayramı (ptıruiÜ), A r i d i l i k o n u ş a n fatihleri tem sil eden kral tarafından k u t l a n ı y o r d u ; ama ülkede benzer törenler neolitik çağdan beri y a p ı l ı y o r d u .
Güzel bir duada. Kraliçe Pudııhepa, Aramalım tanrıçasını Kepat'la özdeşleştırır (krş. A Goetze'nin çevirisi, AN£I, s. 393). Ama bu yöndeki tek tanıklık budur; rimellerde ve sungu listelerinde iki tannçanın isimleri birbirleri ardı sıra sayılır Bu da Hitit hükümdar larının egemenliğinde Ana Tanrıça'nın iki meşhur epifanisinin kazandığı önemle açık lanabilir. 177
l>INSt-L İNANÇLAR V[; DÜSL'NCTİLLi; TAHİHI - 1
Kara bıiyü kanunlara! y a s a k l a n m ı ş a , suçlular idam ediliyordu. Bu d u r u m , ba zı arkaik uygulamaların halk çevreleri içinde nasıl olağanüstü b i r un y a p t ı ğ ı m dolaylı yoldan d o ğ r u l a m a k t a d ı r . Ö r n e ğ i n b u g ü n e kadar keşfedilmiş metinlerin ö n e m l i b i r b ö l ü m ü ak b ü y ü n ü n açık bir b i ç i m d e ve çok yaygın olarak uygulandı ğ ı m kanıtlıyor; ak b u y u özellikle a r ı n d ı r m a ve k ö t ü l ü ğ ü n uzaklaştırılması ritüellennden o l u ş u y o r d u . Kralın hatırı sayılır bir dinsel saygınlığı ve rolü vardı. H ü k ü m d a r l ı k bir t a n n vergisiydi. "Fırtına tanrısı ve G ü n e ş - T a n r ı ülkeyi ve evimi bana, krala emanet et tiler. .., T a n r ı l a r bana, krala i y a ş a m a m için] ç o k yıl verdiler. Bu yılların
sınırı
y o k . " Kral b ü y ü k b i r tanrı tarafından "sevilir," (Bununla birlikte Hitiılerde, Me 3
zopotamya t ü r ü varsayımsal bir "tanrı soyundan geliş" b u l g u l a n m a m ı ş t ı r ) Kralın zenginliği, refahı b ü t ü n halkınkiyle özdeşti. H ü k ü m d a r tanrıların
yeryüzündeki
naibiydi; diğer yandan tanrılar panteonu ö n ü n d e de halkı temsil ediyordu. Kralın k u t s a n m a s ı törenini betimleyen hiçbir metin b u l u n a m a m ı ş t ı r ; ama hü k ü m d a r ı n zeytinyağına b u l a n d ı g ı , sırtına özel b i r giysi geçirildiği ve taç g i y d ı r i l dıgi bilinmektedir; en sonunda da kendisine bir kraliyet ismi veriliyordu.
Hü
k ü m d a r aynı zamanda b ü y ü k rahipti ve tek başına ya da kraliçeyle birlikte y ı l ı n en ö n e m l i b a y r a m l a r ı n ı kutluyordu. Krallar Öldükten sonra t an n l a ş t i n l i y o r d u . Bir k r a l ı n ö l ü m ü n d e n söz edilirken, "tann o l d u ğ u " s ö y l e n i y o r d u . Heykeli tapına ğa yerleştiriliyor ve tahttaki h ü k ü m d a r l a r ona sungular taşıyordu. Bazı metinlere göre, kral hayattayken, tanrılaşmış atalarının tecellisi olarak kabul ediliyordu.''
44. " K a y b o l a n T a n r ı " — " H i t i t "
3
dinsel düşüncesinin ö z g ü n l ü ğ ü özellikle bazı
ö n e m l i mitlerin yeniden y o r u m l a n ı ş m d a açığa çıkar. Bunların en kayda değerle rinden b i r i n i n izleği "kaybolan t a n n " d ı r . Bu m i t i n en bilinen versiyonunun kah r a m a n ı Telepinu'dur. Başka metinler bu rolü o n u n babasına, fırtına tanrısına, gü neş t a n n s ı n a veya bazt tanrıçalara verir. M i t i n arka planı - t ı p k ı Telepinu ismi g i b i - Hatti kökenlidir. H i t i t metinleri çeşitli ritüellerle bağlantılı olarak kaleme alınmıştır; b a ş k a b i r deyişle m i t i n ezbere o k u n m a s ı t a p ı m içinde çok ö n e m l i b i r rol oynuyordu.
3
+
5
Yeni bir saray yapımı için düzenlenen rimel, çev. Goetze, ANET, s. 735. O, R. Gutney, "Hittiıe kingship," s, 115. Birçok örnekte Hitit diline çevrilmiş veya uyarlanmış Hattı ya da Huni mitlerinin söz konusu olduğunu belirtmek için tırnak toyduk. 178
İlli İTLIİRtN
VL KKNANUIJUIIN D M
Anlatırım başlangıç b ö l ü m ü b u l u n a m a d ı ğ ı için, Telepinu'nun niye "kaybolma fi
ya" karar verdiğini bilmiyoruz. Belki de b u n u n nedeni İnsanlardan rahatsız olma sıydı. Ama k a y b o l m a s ı n ı n s o n u ç l a r ı hemen hissedildi. Ocaklardaki ateşler s ö n d ü , tanrılar ve insanlar kendilerini "bitkin" hissettiler; k o y u n kuzusunu ve inek dana sını y ü z ü s t ü bıraktı; "arpa ve b u ğ d a y bitmez oldu," hayvanlar ve insanlar çiftleşmedi, otlaklar ve su kaynaklan kurudu (Kutsal Kase r o m a n l a n n ı n tanıttığı m e ş hur " m a h v o l m u ş ülke" m i t o l o j i k motifinin i l k edebi versiyonu belki de budur). O zaman G ü n e ş - T a n r ı , Telepinu'yu aramalan için ulaklar g ö n d e r d i - ö n c e k a n a l , sonra bizzat fırtına t a n r ı s ı - ama b i r s o n u ç alınamadı. Sonunda Ana Tanrıça arıyı g ö n d e r d i ; an b i r korulukta uyuyan tanrıyı buldu ve onu sokarak u y a n d ı r d ı . Öf keden çılgına d ö n e n Telepinu ülkede öyle âfetlere yol açtı İd, tannlar k o r k t u ve onu sakinleştirmek için b ü y ü y e b a ş v u r d u l a r . Telepinu törenler ve s i h i r l i sözlerle ö f k e d e n ve " k ö t ü l ü k " t e n a r ı n d ı r ı l d ı . Yatışan Telepinu sonunda t a n r ı l a n n arasına 7
geri d ö n d ü ve hayat yeniden ritmine kavuştu. Telepinu, "öfkelenince" "gizlenen," yani çevredeki d ü n y a d a n kaybolan b i r tan rıdır. D ö n e m s e l olarak ölen ve ditilen b i t k i t a n n l a n sınıfına ait değildir. Yine de "kaybolması" k o z m i k hayatın b ü t ü n d ü z e y l e r i n d e aynı yıkıcı sonuçlara, felaketle re yol a ç m a k t a d ı r . Zaten "kaybolma" ve "epifani," yeraltına iniş ve y e r y ü z ü n e ge r i d ö n ü ş a n l a m ı n a da gelmektedir (krş. Dionysos, § 122). Ama Telepinu'yu b i t k i t a n r ı l a n n d a n ayıran, o n u n arı tarafından " b u l u n m a s ı " ve " c a n l a n d m l m a s ı ' m n du r u m u daha da kötüleştirmesidır: T a n n ancak a n n d ı r m a ritüelleriyle y a t ı ş t ı n l a b i hr. Telepinu'nun kendine özgü niteliği, b ü t ü n ülkeyi yıkıma u ğ r a t m a tehlikesi ta şıyan şeytani "öfke"sidir. Bir bereket t a n n s m ı n kendi yaratımına, hayatın b ü t ü n b i ç i m l e r i n e karşı kaprisli ve akıldışı kızgınlığı söz konusudur. Tanrıların b u çe lişkili karakterine ilişkin benzer anlayışlara başka yerlerde de r a s t l a n m a k t a d ı r ; bunlar özellikle Hinduizmde geliştirilecektir (krş. Şiva, Kali). Telepinu'nun rolü n ü n fırtına ve g ü n e ş t a n n l a r ı y l a bazı t a n n ç a l a r a da - y a n i k o z m i k hayatın çeşitli kesimlerini y ö n e t e n tannlara- verilmiş olması, b u m i t i n b i t k i l e r i n b ü y ü m e sûre-
6
Şu çevirileri kullanıyoruz: A. Goetze, AWFT, 126-128; Gûterbock, Mythologies of (he An cient World, s. 144 vd ve Vieyra, Les Religions dıı Proche-Orient antique, s. 532 vd. Aynca krş. Theodore Gaster, Thespis, s 302-309 İTürkçesi için bkz. Thespis, Eski Yaktndcgu'da Ritüei, Mil ve Drama, çev. Mehmet H Doğan, Kabala, 2ÛO0|.
7
Benzer yatıştırma rimelleri rahip tarafından yapılır; bkz Gaster'm çevirdiği metin, Thespis, s. 3H-312, 179
DİNSEL INANÇI.AE VE IJÜŞUNCİİLER TARİHİ - 1
cinden daha k a r m a ş ı k hır dramaya g ö n d e r m e yaptığını kanıtlamaktadır; gerçekten dc b u mit, yaratılışın kendi yaratıcıları taralından yok edilmesinin anlaşılmaz g i zemini y a n s ı t m a k t a d ı r .
45. E j d e r h a y ı Y e n m e k — Yeni Yıl b a y r a m ı n d a (purctJîi), fırtına tanrısı İle ejderha (illuyankaf
arasındaki savaşı anlatan mit, ritüel tarzında s ö y l e n i r d i . İlk karşılaş
mada fırtına tanrısı yenilebilir ve d i ğ e r tanrılara kendisine y a r d ı m etmeleri için yakanr. Tanrıça İnara bir ziyafet hazırlar ve ejderhayı davet eder. ö n c e d e n b i r ö l ü m l ü n ü n , H u p a ş i y a ' n m y a r d ı m ı n ı istemiştir,
Hupaşiya, tanrıçanın kendisiyle
yatması koşuluyla, b u n u kabul eder; tanrıça da razı olur. Ejderha o kadar oburca yer ve içer k i , yeniden deliğine inemez ve H u p a ş i y a onu bir iple bağlar. O zaman fırtına t a n n s ı ortaya çıkar ve karşılıklı d ö v ü ş m e d e n ejderhayı ö l d ü r ü r . M i t i n bu versiyonu peri m a s a l l a r ı n d a i y i bilinen bir olayla sona erer: Hupaşiya İnara'nın evinde oturmaya başlar, ama kendisi yokken pencereden b a k m a m a s ı konusunda onu uyaran tanrıçayı dinlemez. Karısıyla ç o c u k l a r ı m g ö r ü r ve Inara'yp y a l v a r ı p , evine gidebilmesi için kendisini b ı r a k m a s ı n ı ister. Metnin gen
kalanı k a y ı p t ı r ,
ama H u p a ş i y a ' n m ö l d ü r ü l d ü ğ ü tahmin edilmektedir. i k i n c i versiyon b u noktayı açıklığa k a v u ş t u r u r : Ejderha fırtına tanrısını yene rek o n u n kalbini ve gözlerini alır. O zaman tann yoksul bir a d a m ı n kızıyla evle nir ve ondan bir oğlu olur. Bu çocuk b ü y ü d ü ğ ü n d e ejderhanın kızıyla evlenmeye karar verir. Babası tarafından eğitilen genç adam eşinin evine girer girmez, fırtı na tanrısının kalbini ve gözlerini isteyip b u n l a r ı ele geçirir. "Güçlerine" yeniden kavuşan fırtına t a n r ı s ı , ejderhayla "deniz kenannda" yeniden karşılaşır ve onu yenmeyi başarır. Ama oğlu e j d e r h a n ı n kızıyla evlenirken ejderhaya bağlı kalmaya ant içmiştir ve b a b a s ı n d a n kendisini de s a ğ b ı r a k m a m a s ı n ı ister. "O zaman fırtına t a n n s ı hem ejderhayı hem de k e n d i ' o ğ l u n u ö l d ü r d ü . "
9
Bir tann ile ejderha a r a s ı n d a k i d ö v ü ş i y i bilinen bir mitsel-ritüel izlegi oluş turur. T a n n n ı n önce yenilip sakat kalmasıyla i l g i l i k o ş u t l u k l a r , Zeus ile
dev
Typhon'un kavgasında da bulunur: Typhon, Zeus'un el ve ayak tendonlanm kes meyi başarır, onu omzuna alır ve Kilikya'da bir mağaraya taşır
Typhon, tendon-
ları b i r ayı postunun içine saklar, ama Hermes ve Aigyptos sonunda bunları bu-
Tam karşılığı "ejderha," "yılan" olan llluyanka aynı zamanda bir özel isimdir. " Çev. Goetze, ANET, s, 125-126; Vieyra, Labaı, Les ıdigioıısdu Prodıe-Orieııt içinde s. 526 vd. 180
M U İ T L E R İ N VI: KENANLIIJVKIN HİNİ
Kır. Zeus yeniden g ü c ü n ü kazanır ve devi yere serer. lınması
bilinen
bir
motiftir.
Ama
Hitit
10
Yaşamsal bir o r g a n ı n ça
versiyon u n d a k i
ejderha,
birçok
kozmogoni mitinde veya d ü n y a egemenliği için verilen kavgalarda rastlanan deh şet uyandırıcı t ü r d e n bir canavar değildir (krş. Tiamat, Leviathan, Typlıon v b ) . Folklorik ö y k ü l e r d e k i ejderhaları ayırt eden bazı çizgiler onda görülmeye başlan mıştır bile: llluyanka n m aklı kıttır ve çok o b u r d u r . " Ö n c e yenilgiye uğrayan fırtına tanrısı (başka yerlerde de d o ğ r u l a n a n bir izlek) sonunda kendi k a h r a m a n l ı ğ ı sayesinde değil, bir
insanın (Hupaşiya'mıı veya
ö i u m i ü bir k a d ı n d a n yaptığı erkek evladın) yardımıyla zaferi kazanır. Gerçi her i k i versiyonda da bu insan kişiliği ö n c e d e n tanrısal kökenli b i r güçle d o n a t ı l m ı ş tır; Tanrıça İ n a r a ' n t n sevgilisi veya fırtına tanrısının o ğ l u d u r . Her i k i ö r n e k t e de, farklı nedenlerle de olsa, y a r d ı m c ı insan, kendisini aşağı y u k a r ı t a n r ı l a ş m a n üs t ü n g ü ç tarafından yok edilir. Hupaşiya n m , lnara'yla b i r kez yattıktan sonra, aile sinin y a n ı n a , yani insan toplumuna geri d ö n ü p onlarla yaşamaya h a k k ı yoktur; ç ü n k ü tanrılık halini paylaştığı İçin b u n u diğer insanlara da aktarabilir. Bu kısmi "folklorikleştirme"ye karşın, tlluyanka m i t i merkezi b i r rol oynu yordu: Yeni Yıl b a y r a m ı k a p s a m ı n d a ritüeî b i ç i m i n d e s ö y l e n i y o r d u . Bazı metinler i k i karşıt grup arasında yapılan ve Babil'deki akitu törenlerine benzeyen, ritüel bir kavgadan söz etmektedir.
12
Marduk'un Tiamat a karşı m ü c a d e l e s i n i anlatan mitte
çok açık olan kozmogoniyle ilgili anlam burada yerini dünya e g e m e n l i ğ i için re kabete bırakır ( k r ş . Zeus-Typhon). Zaferi tanrının kazanması ü l k e n i n i s t i k r a r ı n ı ve refahını sağlar. Mitte, "folklorikleşme" s ü r e c i n d e n ö n c e , "ejderhanın saltana t ı n ı n hayatın k a y n a k l a n ı n tehlikeye d ü ş ü r e n "kaotik" bir d ö n e m olarak sunuldu ğu varsayılabilir (jejderha "potansiyelliğı" ve karanlığı o l d u ğ u kadar, k u r a k l ı ğ ı , kurallann askıya a l ı n m a s ı n ı ve ö l ü m ü de simgeler).'
1
4 6 . K u m a r b i ve E g e m e n l i k — H u r r i - H i t i t "teogonisi," yani b a ş r o l ü n d e " T a n r ı 13
10
Apollodonıs, Btbhotheca, 1,6, 3.
" Bkz, Gasıer, Tfıespis, s. 259-260. 12
Bkz. Gaster tarafından çevnlen merin (KUB XVII 95, III 9-17), a.g.y., s 267 vd. Aynca krş. O. R. Gumey, The Hittites, s, 155. Bir başka metin tanrılar meclisi tarafından "yazgılann belirlenmesinden söz eder; kış, Gumey, a.g.y., s 152; aynı yazar, "Hiltıte Kings¬ hip," S, 107 vd.
1 3
H u n i metüılennin y. MÖ 1300e doğru gerçekleştirilmiş Hititçe çevirileri söz konusudur. Hurri teogoni bilgileri daha eski Sümer ve Kuzey Suriye gelenekleriyle olan bağdaştırnıacılığı gösterir. 181
nlNbiiL INANÇIAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • I
ların Babası" Kumarbi'nin yer aldığı mitler zinciri sıradışı b i r ilginçliğe sahiptir, i l k b ö l ü m - " G ö k y ü z ü Krallığı"- ilk tanrıların art arda gelişlerini açıklar. Başlan gıçta AÎ3lu kraldı ve tanrıların en ö n e m l i s i olan Anu ona secde edip hizmet edi y o r d u . Ama dokuz yıl sonra A n u ona saldırdı ve yendi. O zaman Alalıı yeraltına sığındı ve yeni h ü k ü m d a r ı n hizmetkârı Kumarbi oldu. Dokuz yıl sonra bu kez Kumarbi Anu'ya saldırdı. A n u g ö k y ü z ü n e d o ğ r u uçarak k a ç m a y a başladı, ama Ku marbi onu takip etti, ayaklanndan yakaladı ve " k a m ı ş " m ı ı s ı r d ı k t a n sonra yere fırlattı." Kumarbi g ü l ü y o r ve kazandığı başarıdan dolayı seviniyordu; ama A n u , onu hamile bıraktığını söyledi. Kumarbi ağzında kalan parçayı t ü k ü r d û , ama AnuYıun erkekliğinin b i r b ö l ü m ü bedenine girmişti ve Kumarbi ü ç tanrıya hamile k a l d ı . Metnin d e v a m ı n d a ciddi b o ş l u k l a r vardır; ama Anu'nun " ç o c u k l a r ı " m n , en başta da fırtına tanrısı T e ş u p ' u n Kumarbı'yle savaşıp onu tahtından i n d i r d i k l e r i tahmin edilmektedir. Sonraki b o l ü m , "UllikumiTii'nin Şarkısı," Kumarbi'nin
Teşup'a
kaptırdığı
krallığı yeniden ele g e ç i r m e k için harcadığı ç a b a l a n a n l a t m a k t a d ı r . T e ş u p ' u yene bilecek bir rakip yaratabilmek için tohumlarıyla b i r kayayı döller. Bu b i r l e ş m e n i n ü r ü n ü , insan b i ç i m i n d e taştan bir yaratık, U l l i k u m m i olur. Denizden yarı ya rıya dışarı çıkmış bedeniyle yeri ve göğü taşıyan dev Upelluri'nin (Atlas'ın Hurriterdeki benzeri) omzuna yerleştirilen U l l i k u m m i öyle b i r hızla b ü y ü r k i başı göğe erer. O zaman T e ş u p denize yönelir ve dev kayayla ç a r p ı ş ı r , ama y e n i l i r . Metinde b ü y ü k b o ş l u k l a r vardır, bununla birlikte olaylar dizisini yeniden oluş turmak m ü m k ü n d ü r . U l l i k u m m i butun insanlığı yok etme tehditleri savurur ve telaşlanan tanrılar t o p l a n ı p Ea'ya b a ş v u r m a y a karar verirler. Ea ö n c e Enlil'e, son ra da Upelîuri'ye gider ve t a ş t a n bir devin T e ş u p ' u ö l d ü r m e y e karar verdiğini du yup d u y m a d ı k l a r ı n ı sorar E n l i l ' m cevabını k a y ı p o l d u ğ u için bilmiyoruz.
Upel-
l u r i ise çok önemli s o n u ç l a r ı olacak bir ayrıntı aktanr. "Yer ile gök benim üzeri me yükseltildiğinde ben hiçbir şey b i l m i y o r d u m . Yer ile gök b i r bıçakla a y r ı l d ı ğında da ben hiçbir şey b i l m i y o r d u m . Şimdi sağ o m z u m ağrıyor, ama b u tannn m k i m o l d u ğ u n u b i l m i y o r u m . " O zaman Ea "eski t a n r ı l a r d a n "babalann ve de delerin eski depolarını a ç m a l a n " m ve onlann g ö k l e yeri birbirinden ayırdığı bı çağı getirmelerini ister. U l l i k u n ı m i ' n i n ayaklan kesilip sakat bırakılır; ama
dev
kaya hâla babası K u m a r b i ' n i n g ö k y ü z ü krallığını kendisine miras bıraktığını s ö y -
14
İlk çevirmenler sözcüğün "dizler" olarak çevrilmesini önermişlerdir. Her iki terim de erkek üreme organı için kullanılan daha yumuşak iiadelerdir. 182
HU İ T L E R İ N VE KEN ANLI LAW İN IMNİ
leyerek ö v ü n m e k t e d i r , Sonunda T e ş u p tarafından yere serilir. Bu mit b i r ç o k a ç ı d a n ç o k dikkate değerdir. Öncelikle içerdiği bazı arkaik öğe ler göze ç a r p m a k t a d ı r : Kumarbi'nin tahtından indirdiği tanrının cinsel o r g a n ı n ı yutarak kendi kendini döllemesi; bir tanrının bir kaya kütlesiyle cinsel b i r l e ş m e ye girmesi ve b u n u n sonucunda insan yapılı taştan b i r canavar doğması; b u dev kaya ile H u r r i Atlas'ı Upelluri a r a s ı n d a k i ilişkiler, Birinci b ö l ü m , i l k t a n r ı l a r ı n ayırt edici özelliği olan Kumarbi'nin çift cins iye tliliğine b i r g ö n d e r m e olarak yo rumlanabilir ( k r ş . ö r n e ğ i n Tiamat, Zurvan). Bu durumda egemenliği geri dönül mez b i r b i ç i m d e ele geçiren T e ş u p bir gok tanrısıyla (Anu) erdişı bir tanrısal var lığın o ğ l u d u r . " Bir k a y a n ı n i n s a n ü s t ü bir varlık tarafından d ö l l e n m e s i n e gelince, benzer b i r mite Frigya'da da rastlanmaktadır: Papas (= Zeus), Agdos a d ı n d a b i r taşı döller ve b u taş hermafrodıt bir canavar olan Agditis'i d o ğ u r u r . Ama t a n r ı l a r Agditis'i iğdiş edip, tanrıça Kybele'ye d ö n ü ş t ü r ü r l e r (Pausanias, V l l , 17:10-12), Taştan insanlann d o ğ u ş u n u anlatan mitler ç o k daha yaygındır: Bunlara Anado lu'dan Uzakdoğu'ya ve Poliııezya'ya kadar r a s t l a n ı r Herhalde i l k insanlann top raktan gelişleri h a k k ı n d a k i m i t izlegi söz konusudur; b u izlege göre i l k insanlar bir u l u toprak tanrıçası tarafından d o ğ u r u l m u ş t u r . Bazı t a u n l a r ı n ( ö r n e ğ i n M i t h ra) da, her sabah ışığı daglann üzerinde parlayan g ü n e ş gibi b i r kayadan çıktığı d ü ş ü n ü l ü r . Ama b u m i t izleği b i r g ü n e ş tezahürüne indirgenemez.
10
Petra genit-
r\x"m {doğurgan taş), taşlarda içkin o l d u ğ u varsayılan mucizevi erdemlerle b i r arada, Yeryüzü Ana n ı n kutsallığını g ü ç l e n d i r d i ğ i söylenebilir. Daha önce g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 34), kaya kütlesinin kutsallığı en ç o k "megalit" dinlerinde yüceltil m i ş t i r . U l l i k u m m i ' n i n göğü taşıyan devin omzuna yerleştirilmesi b i r rastlantı değildir, ç ü n k ü dev taş da bir zolumna universofis^ olmaya h a z ı r l a n m a k t a d ı r . Bu nunla birlikte, megalit dinlerine özgü b u motif, daha geniş bir bağlam içine otur t u l m u ş t u r : Tanrısal egemenlik m i r a s ı için verilen savaş.
4 7 . T a n r ı K u ş a k l a r ı A r a s ı n d a k i Ç a t ı ş m a l a r - — H u r r i / H i t i t metni i l k kez çevri-
'
5
1 6
Bazı mitolojik parçalara göre, Kumarbi'nin "içinde" bulunan tanrıların onunla tartışııklan ve bedeninin hangi deliklerinden dışan çıkabileceklerim Öğrenmek istedikleri anlaşılıyor (krş, Guterbock, Mythologies aj the Ancient World, s, 157-158). Nitekim kayadan henüz çtkan Mithra once Güneş'le dövüşür; zaferi kazanır ve Güneş'in ışınlar saçan kursunu alır. Ama kısa bir süre sonra iki tanrı el sıkışarak dnstluklanm kuılarlar.
a
Evrensel sütun - ç n . 183
DİNSEL I f ^ N Ç L A R VT. MJŞÛNCl İL ER TARİHİ - I
lir çevrilmez, bir yandan Bybloshı Philon'un tanıttığı biçimiyle Fenike teogonisi, diğer yandan da Hesiodos'un naklettiği anlatıyla olan benzerlikler göze ç a r p m ı ş t ı . Philon'a g ö r e ,
17
Ok egemen tanrı E l î u n ' d u (Yunancada Hypsistos, "En Yüksek")
v
e
H u r r i / H i t i t mitolojisinde Alalu'ya denk d ü ş ü y o r d u . O n u n Bruth'la b i r l e ş m e s i n d e n Uranos (Anuya karşılık gelir) ve Ge (Gaia) d ü n y a y a geldi. Bunlar da dort o ğ u l d o ğ u r d u l a r ; birincisi E
(veya Kronos) Kumarbi'ye denk d ü ş m e k t e d i r . Uranos
eşiyle ettiği bir kavganın a r d ı n d a n kendi o ğ l u n u yok etmeye çalışır, ama El örste kendine bir testere (veya mızrak?) döver, babasını kovup h ü k ü m d a r o l u r .
l e
So
nunda Baal ( d ö r d ü n c ü kuşağı temsil eden b u tanrı, T e ş u p ' u n ve Zeus'un karşılığı d ı r ) egemenliği sıradışı bir şekilde s a v a ş m a d a n ele geçirir. Ugarit edebiyatı keşfedilme ey e kadar, Philon'un aktardığı bu söylencenin ger çekliğinden k u ş k u duyuluyordu, Ama tanrı kuşaklarının b i r b i r i n i izleyişi Kenan mitolojisinde d o ğ r u l a n m a k t a d ı r (§ 49). Hesiodos'un (g 83) yalnızca - U r o n o s , Kronos ve Zeus tarafından temsil e d i l e n - ü ç k u ş a k t a n söz etmesi, Philon (Sanchoniaton) versiyonunun gerçeğe u y g u n l u ğ u n u bir kez daha d o ğ r u l a m a k t a d ı r ; çünkü b u versiyonda Uranos'tan (= A n u ) önce Elyun'un (= Alalu) h ü k ü m s ü r d ü ğ ü belir tilmektedir. T a n r ı s a l egemenlik m i t i n i n Fenike versiyonu H u r r i m i t i n d e n türe m i ş veya ondan çok etkilenmiş olabilir, Hesiodos'a gelince, onun da Yunanis tan'da ya Fenikeliler aracılığıyla ya da d o ğ r u d a n Hititlerden Öğrenilmiş aynı söy lenceyi k u l l a n d ı ğ ı t a h m i n edilebilir. Bu m i t i n hem "özelleşmiş" hem de bağdaşıırnıacı niteliğini vurgulamakta ya rar var ve b u d u r u m yalnızca Hurri/Hicit versiyonuyla da sınırlı k a l m ı y o r (bu versiyonda çok sayıda S ü m e r - A k k a d unsuruna r a s t l a n ı y o r ) .
19
Aynı şekilde
Emtna
Eijş'tede: 1) Bir dizi tanrı kuşağı, 2) "genç" tanrıların "yaşlılar'a karşı savaşı ve 3) Marduk'un zaferi ve böylelikle h ü k ü m d a r l ı ğ ı ele geçirmesi yer alıyor.
Ama
Mezopotamya mitinde zaferin kazanıldığı savaş bir kozmogoniyle, daha d o ğ r u bir ifadeyle insanların tanıyacağı biçimiyle evrenin yaratılmasıyla s o n u ç l a n ı y o r . Bu
Philon'un Fenihe Tarifti'niıı bazı parçalan Eusebeios ve Porphyrios tarafından korunmuş ve akıanlmıştır. Philon kendisinin, "Troya savaşından önce" yaşamış Fenikeli bilge Sanchonıatonün yazıtannı özetlediğini belirtmektedir. Krş Clemen, Die phönikısche ReUgıon, s. 28. El ancak 32 yıl sonra Uranos'u iğdiş etmeyi başanr. Hurri/Hitit ve Yunan mitlerinde birlik te gerçeklesen iki eylem, babanın hadım edilmesi ve egemenliğin ele geçinlmesi burada birbirinden aynlmıştır. Krş. tannlarAnu, Iştar ve belki de Alalu nun isimleri; bir Babil listesinde Anu'nun ataları arasında Afala diye bir tann sayılmaktadır; Guterbock a.g.y., s, 160, 184
HITITLERIN VF. KENANL1LAGIN DİNİ
mit, b i r tann ile bir e j d e r h a n ı n d ö v ü ş ü n ü , a r d ı n d a n da yere serilen rakibin parça l a n m a s ı n ı içeren kozmogoniler dizisinin
içine oturuyor. HesiodosYm Theogo-
ııia'sında d r a m ı n başında kozmogoni b ö l ü m ü -Uranos'un iğdiş edilmesiyle G ö ğ ü n (Uranos) Yerden (Gaia) a y n l m a s ı - yer alır ve aslında egemenlik savaşını baş latır. H u m / H i t i t mitinde da aynı durumla karşılaşılır: Kozmogoni, y a n i G ö ğ ü n Yerden ayrılması uzun süre ö n c e , "eski tanrılar" çağında gerçekleşmiştir. Kısacası, b i r b i r i n i izleyen tanrı k u ş a k l a r ı n ı n evrensel egemenliği ele g e ç i r m e k için yaptıkları çatışmaları anlatan b ü t ü n mitler bir yandan zaferi kazanan en son tanrının yüceltilmiş k o n u m u n u d o ğ r u l a r k e n , d i ğ e r yandan da d ü n y a n ı n mevcut yapısını ve insanlığın içinde b u l u n d u ğ u d u r u m u açıklar.
48. B i r K e n a n Panteonu:
U g a r i t — M Ö 3000'den kısa zaman ö n c e , Filistin'de
yeni bir uygarlık, eski t u n ç çağı uygarlığı ortaya çıktı: Bu uygarlık, i l k Sami yer leşimine işaret eder. Kitabı Mukaddes'te kullanılan nitelemeyle, onlara "Kenanlılar" adı verilebilir, ama b u sonradan k o n m u ş b i r i s i m d i r .
20
İşgalciler yerleşikle-
şir, t a r ı m yapar, b i r kent uygarlığı geliştirirler. Bölgeye yüzyıllar boyunca başka g ö ç m e n l e r de sızar ve k o m ş u ülkelerle, özellikle de Mısır'la alışverişler çoğalır. M Ö 2200'e d o ğ r u eski t u n ç uygarlığı yeni bir Sami h a l k ı n ı n , Amoritlerin ortaya çıkışıyla yıkılır. Yarı-göçebe savaşçılar olan Amoritler d ö n e m d ö n e m tarımla u ğ r a ş m a k l a birlikte, esas olarak ç o b a n d ı r . Bir uygarlığın b u şekilde sona erişi aynı zamanda y e n i bir çağın da başlangıcıdır. Suriye ve Filistin'in Amortiler (Sümercede MAR.TU, Akkadçada A m u r r u ) tarafından istila edilmesi, aynı d ö n e m e d o ğ r u Mezopotamya ve Mısır'da g ö z l e m l e n e n daha geniş bir hareketin parçasıdır. Bu ha reketi, kentlerin ve ekili t o p r a k l a r ı n zenginliği karşısında şaşırarak ve b ü y ü l e n e rek Suriye çölünden dalga dalga gelen ateşli ve " v a h ş i "
11
göçebelerin zincirleme
saldırıları o l u ş t u r m a k t a d ı r . Ama b u topraklan fethederken yerlilerin varoluş b i ç i m i n i benimser ve uygarlaşırlar. Belli bir süre sonra o n i a n n soyundan gelenler, e k i l i t o p r a k l a r ı n s m ı r l a n n d a göçebe hayatı s ü r e n başka " b a r b a r l a r ı n silahlı akın larına karşı kendilerini savunmak zorunda kalacaklardır, israil oğulları M Ö I I . binyılın son yüzyıllarında Kenan'a girmeye başlayınca aynı süreç yinelenecektir.
MÖ II, binyüm ortasından önce metinlerde Kenan'dan söz edilmez: R. de Vaux, Histoire ardente d'Israël, c. 1, s. 58. MÖ 111. binyil sonunun Mezopotamya edebi metinlerinde, MAR.TUİar "buğdayı tanımayan," "ne ev ne de kent bilen," "kaba dağlılar" olarak anlatılmaktadır. R. de Vaux tarafından alıntılanan metinler, a.g.y., s. 64. 185
HINSEI. İNANÇLAR VI; DÜŞÜNCELER TARH II - I
Suriye-Filislin kıyılarında gelişen tarıma dayalı bereket tapımlarıyla göçebe ç o b a n l a r ı n gök ve yıldız tanrılarının egemenliğindeki dinsel ideolojisi
arasındaki
gerilim ve senıbiyoz, I b r a n ı l e n n Kenan'a yerleşmesiyle birlikte yeni bir y o ğ u n l u ğa ulaşacaktır. Birçok kez sembiyozla s o n u ç l a n a n b u gerilimin m ü k e m m e l bir ör nek konumuna yükseleceği söylenebilir; ç ü n k ü kozmik dinselligin eski ve saygı değer geleneklerinin karşısına yem bir dinsel deneyim t ü r ü burada, Filistin'de ortaya çıkmıştır. 1929'a kadar Sunye-Kenan d i n i h a k k ı n d a k i bilgiler t s k i Ahit'ten, Fenike ya zıtlarından ve bazı Yunan yazarlarından (özellikle M O I . - I I , yüzyıllarda y a ş a m ı ş Bybloslu Philon, ama aynı zamanda M Ö 11. yüzyıldan 5amosatalı Lukianos ve MÖ V, yüzyıldan Panopoloslu Nonnos) s a ğ l a n ı y o r d u . Ama Eski A h i t putperestliğe karşı y ü r ü t ü l e n polemiği yansıtır; diğer kaynaklar ise ya k o p u k kopuk ya da geç tarihlidir,
1929'dan beri Suriye'nin kuzey kıyısında bir liman sitesi olan
Ras
Ş a m r a ' d a , eski Ugarit'te y ü r ü t ü l e n kazılarda çok sayıda m i t o l o j i k metin ortaya çık a r ı h m ş t ı r . Bunlar M Ö X I V . - X I I . yüzyıllarda yazılmış, fakat daha eski m i t o l o j i k dinsel kavramlar içeren metinlerdir. Şimdiye dek çözülen ve çevrilen belgeler Ugarit d i n i n i ve mitolojisini anlayabilmemiz için h e n ü z yetersizdir. Tatsız b o ş luklar anlatıları b ö l m e k t e d i r ; s ü t u n l a r ı n baş ve son b ö l ü m l e r i parçalandığı için, m i t o l o j i k olay sıralaması ü z e r i n d e bile g ö r ü ş birliğine v a r ı l a m a m a k t a d ı r . Bu par çalı duruma k a r ş ı n , Ugarit edebiyatı paha biçilmez bir d e ğ e r d e d i r . Yine de Ugarit dirimin hiçbir zaman bütün Kenan'ın dini olmadığını hesaba katmak gerekir. Ugarit belgelerinin asıl iiginç y a n ı , belli b i r dinsel ideolojiden b i r d i ğ e r i n e geçişin aşamalarını y a n s ı t m a l a r ı d ı r . El, panteonun ö n d e r i d i r . Adı Sami dilinde "tann" a n l a m ı n a gelmektedir, ama Batı Samilerinde kişileşmiş bir tanrıdır. "Güçlü," "Boğa," "Tanrıların ve insanların b a b a s ı , "
21
Ona
"Kral," "Yılların babası" gibi
isimler de verilir. "Aziz," "merhametli," "çok hilge"dir_ M Ö X I V . yüzyıla an b i r dikilitaşın, ü z e r i n d e bir tahta o t u r m u ş , g ö r k e m l i , sakallı, ü z e r i n d e uzun bir elbise bulunan ve tacı boynuzlarla s ü s l e n m i ş bir adam olarak g ö s t e r i l m i ş t i r . kadar kozmogoniye ilişkin hiçbir metin b u l u n a m a m ı ş t ı r .
3-1
23
Bugüne
Bununla birlikte y ı l
dızların kutsal evlilik yoluyla yaratılması, Kenan kozmogoni anlayışlarını yansı tan bir olgu diye yorumlanabilir. N i t e k i m 52 n u m a r a l ı m e t i n ("Kibar ve güzel
Ab, "baba" unvanı en yaygın sıfatlardan biridir; krş. ah adm, "İnsanlığın babası;" bkz. M. H Pope, £l in the Ugaritic Texts, s. 47 vd, F. A. Scbaelfer, The Cuneiform Texts of Ras Shumra-Ugant, Levha XXXI, s. 60, 62. Oysa kı Batı Sami yazıtlarında El'e "Yerin Yaratıcısı" denir; bkz. Pope, WdM, c. I , s. 280. 186
HİTITLURIN
VC KİZNANLILAMN DÎNİ
t a n r ı l a n n d o ğ u ş u " ) i k i k a d ı n ı Aşerat ve Anat'ı, Sabah Yıldızına ve A k ş a m Yıldı z ı n a hamile b ı r a k a n El'i betimler." Kendisi de "El tarafından d o ğ u r u r m u ş " Aşe5
rat'a "Tanrıların Anası" adi verilir (no. 51); Aşerat y e t m i ş tanrı d o ğ u r u r . Baal dı şında b ü t ü n tannlar, i l k çift olan e l - A ş e r a t i n s o y u n d a n d ı r . O n u güçlü bir tanrı, "Yeryüzünün Efendisi" olarak tanıtan sıfatlarına ve kur ban töreni listelerinde a d ı n ı n hep başta yer a l m a s ı n a karşın El, mitlerde fiziksel açıdan zayıf, kararsız, ihtiyar, olacaklara boyun eğmiş birisi gibi g ö r ü n ü r . Bazı tanrılar ona k ü ç ü m s e y e r e k d a v r a n ı r . Baal de i k i eşini, Aşerat ve Anat'ı elinden alır. Demek k i yüceltici sıfatların daha önceki, El'in gerçekten panteonun ö n d e r i o l d u ğ u bir donemi yansıttığı sonucuna varmak gerekir. Yaratıcı ve evrenin i k t i d a r ı m elinde tutan eski bir t a n r ı n ı n yerini daha canlı ve evrensel bereket alanında " u z m a n l a ş m ı ş " g e n ç b i r tanrının alması sık rastlanan bir g ö r ü n g ü d ü r . Birçok ör nekte yaratıcı t a n n iieııs otiosus'a d ö n ü ş ü r ve y a r a t ı m ı n d a n giderek uzaklaşır. K i m i zaman yerini başka b i r t a n n n ı n alması, tann k u ş a k l a n veya o n î a n n
temsilcileri
arasındaki bir ç a t ı ş m a n ı n sonucudur. Ugarit mitolojisinin ana izlekleri yeniden oluşturulabıldigı ö l ç ü d e , metinlerin bize Baal'ın ü s t ü n konuma yükselişini anlat tıkları söylenebilir. Ama zor ve hile yoluyla elde e d i l m i ş b i r yükseliş söz konu sudur k i b u d u r u m çeşitli anlamlara çekilebilir. Baal, El'in oğulları arasında sayıldığı halde (çünkü El b ü t ü n tanrıların baba sıydı), "Dagan'm oğlu" adı verilen tek t a n n d ı r
Adı "tahıl tanesi" anlamına gelen
Dagan'a M G I I I . binyılda Yukarı ve Orta Fırat bölgelerinde t a p ı l ı y o r d u .
JS
Bununla
b i r l i k t e Baal'in başlıca kahraman o l d u ğ u Ugarit m i t o l o j i k metinlerinde Dagan hiçbir r b l oynamaz, Baal ("Efendi") cins ismi onun kişisel ismi o l m u ş t u r . Ayrıca b i r de özel ismi v a r d ı r : Haddu, yani Hadad. Ona "Bulutlann Süvarisi," "Yerin Prensi, Efendisi" denir. Sıfatlarından b i r i "Güçlü," "Egemen" a n l a m ı n d a Alıyan'dır. Bereketin kaynağı ve temel öğesidir; ama kız kardeşi ve eşi Anat'ın hem
Bu mit, her yedi yıllık döngünün başlangıcında yapılan bir rimelin ilk örneğidir, bu da El'tn eski bir tarihte de toprak bereketinin yaratıcısı olarak görüldüğünü kanıtlar, daha sonra bu saygın işlev Baal'e geçecektir; kış. Cyrus H Gordon, "Canaanıte Mythology," s. 185 vd; Ulf Oldenburg, The Conflict between 0 and Baal in Cmwaniie Religion, s. 19 vd; Cross, Caııaaııüe Myth, s 21 vd Aynı bölgelerde Anat adı da bulgulartmıştır Dagan'm oğlu Baal'i Amortiler tanıtmış olabilir; bu konuda bkz. Oldenburg, a.g.y., s. 151 vd. Bu durumda yerel bir "Baal"Hadad'a eklemlenmiş olması gerekir, çünkü eski Kenan dini, Samikrin bu meşhur fırtına ve dolayısıyla bereket tannsı olmaksızın düşünülemez. Aynca krş. Cross, Gıııaauite Myth and Hebrew Epic, S. 112 vd. 187
DİNSEL İNANÇLAK VF. DÜStlNCELEE TARİHİ -1
aşk, h e m savaş tanrıçası olması gibi, aynı zamanda savaşçıdır da. O n l a r ı n yanın daki
digeT
m i t o l o j i k kişiliklerin en ö n e m l i l e r i , "Prens Deniz, Naib Nehir" Yanı
ve " Ö l ü m , " Mot'tur; bunlar en üst iktidarı ele geçirmek için g e n ç tanrıyla rekabet ederler. Ugarit mitolojisinin b ü y ü k b i r b ö l ü m ü El ile Baal a r a s ı n d a k i çatışmaya ve Baai'in e g e m e n l i ğ i n i dayatıp s ü r d ü r m e k için Yam ve Mot'la yaptığı d ö v ü ş l e r e ayrılmıştır,
49, Baal E g e m e n l i ğ i Ele Geçiriyor ve Ejderhayı Y e n i y o r — Ç o k ciddi hasar g ö r m ü ş bir metne g ö r e , " Baal ve şürekâsı Sapan D a ğ ı ' n d a k i sarayında bulunan El'e b a s k ı n yapar ve onu sımsıkı bağlayıp yaralamayı başarırlar. Anlaşılan y e r y ü z ü n e "bir şey" d ü ş e r , bu da "tanrıların babası"nın iğdiş edilmesi olarak yorumla nabilir. Bu varsayım, yalnızca egemenlik için yapılan benzer çatışmalarda Uranos ve Hurri/Hitit tanrısı Anu da iğdiş edildikleri için değil, El b i r daha asla üstün k o n u m u n u yeniden ele geçirmeyi denemediği için de akla y a k ı n g ö z ü k m e k t e d i r . Hatta Baai'in Mot tarafından öldü rül düğü nü ö ğ r e n d i ğ i n d e bile El bu işe kalkış m a z / Ç ü n k ü eski D o ğ u d a böyle bir sakatlık, k u r b a n ı egemenlik k a v g a s ı n ı n dı 8
şında bırakır. Zaten El'in gezegen-tannlan yaratarak erkekliğini kanıtladığı 56 n u m a r a l ı m e t i n d ı ş ı n d a , Ugarit belgeleri onu daha çok iktidarsız bir tann olarak gösterir. Bu da onun boynu eğik ve kararsız tavrını ve Baai'in, karısını elinden aldığı olgusunu açıklar. El'in elinden Sapan Dağı'ndaki tahtını alan Baal onu dünyanın öteki ucuna, "Nehirlerin kaynağına, u ç u r u m l a r ı n dibine" s ı ğ ı n m a k zorunda bırakır, artık E l ' i n barınağı orası o l a c a k t ı r .
29
El sızlanır ve y a k ı n l a n n d a n y a r d ı m dilenir. Onu i l k
duyan Yam olur ve ona güçlü bir içecek verir. El onu kutsar, ona yeni bir ad ve rir ve halefi olarak duyurur. Ayrıca ona bir saray dikmeyi vaat eder, ama b u ara da Baal'i t a h t ı n d a n k o v m a s ı için de onu kışkırtır. Yam ile Baal arasındaki d ö v ü ş ü anlatan metinde bazı b o ş l u k l a r ı n yarattığı ko p u k l u k l a r vardır. Şimdi egemenliği Yam ele geçirmiş gibidir,
El tanrılartrî ço-
Söz konusu olan, ilk kez C. Vitolleaud'mm yayınladığı VI AB tabieudir; krş. Oldenburg çevinsı, s. 185-186. Cassuto, Pope ve Oldenburg {s. 123), bu metnin Baalin saldınsı ve El'in tahtından düşüşüyle ilişkili olduğu yorumunu yapmışlardır. Aşerat'a seslenir: "Oğullarından birini bana ver ki, onu kral yapayım" (Cyrus Gordon, Ugaritic Maııual, 49:1:16-18; Oldenburg, a.g.y., s, 112). Dağ göksel bir simge olduğuna göre, egemen bir tanrının onu yitirmesi devrilmesi an lamına gelir. 188
HITITLKKIN VI; Ki->l AN ULARIN DİNİ
ğuyla birlikle b i r dağın ü z e r i n d e d i r ; tabii burası artık Sapan Dağı değildir, Baal, Yam'ın b u l u n d u ğ u konuma k i b i r içinde yükseldiğini ve b u nedenle yok olacağını açıklayarak ona hakaret ettiği için, Yam habercilerini g ö n d e r i r ve Baal'in teslim olmasını ister. Tanrılar yılar ve Baal onları azarlar: "Kaldırın başlarınızı tanrılar, ç ö k m e y i n dizlerinizin üstüne, ben de şimdi Yam'm habercilerini k o r k u t a c a ğ ı m ! "
30
Ama El habercileri kabul eder ve Baal'in onların kölesi o l d u ğ u n u ve Yam'a bir ha raç ödeyeceğini açıklar. Baal o l d u k ç a t e h d i t k â r bir g ö r ü n ü m sergilemiş olsa gerek k i , El habercilerin onu hiç zorluk ç e k m e d e n yakalayabileceklerini de ekler. Ama b u arada A n a t i n da yardımıyla Baal Yam'la kapışmaya h a z ı r l a n m a k t a d ı r . (Bir baş ka tablete göre, Yam Baal'i tahtından k o v m u ş ama Anat'a y e n i l m i ş t i r " ) . T a n r ı s a l demirci "Koşar-ve-Hasis" ("Usıa ve Kurnaz") ona i k i sihirli gürz yapar; bunlann özeluği k u l l a n a n ı n elinden bir ok gibi fırlamalarıdır. Birinci gürz Yam'ın omzuna isabet eder, ama Yam devrilmez. İkincisi tam alnına gelir ve "Prens Deniz" yere yapışır
Baal onu ö l d ü r ü r ve Tanrıça Athtart cesedi parçalayıp p a r ç a l a n değişik
yerlere d a ğ ı t m a s ı n ı s ö y l e r . ' 3
Yam hem "tanrı" hem de "şeytan" olarak tanıtılmaktadır. O, "El'in s e v d i ğ i " o ğ l u d u r ve bir t a n n olarak panteonun diğer üyelerine yapıldığı gibi ona da adak lar sunulur. Diğer yandan o bir su canavan, yedi başlı bir ejderha, "Prens De niz," yeraltı s u l a r ı n ı n temel öğesi ve epifanisidir. D ö v ü ş ü n m i t o l o j i k anlamı çok y ö n l ü d ü r . Bir yandan mevsimler ve tarım imgelemine g ö r e , Baal'in kazanması y a ğ m u r u n denize ve yeraltı sularına karşı kazandığı zaferi simgeler; evrensel ku ralı temsil eden y a ğ m u r ritmi, denizin ve felaketlere yol açan su b a s k ı n l a r ı n ı n kaotik ve kısır b ü y ü k l ü ğ ü n ü n yerini alır, Baal'in zaferiyle birlikte mevsimlerin dü zenine ve istikranna duyulan g ü v e n üste çıkar. Diğer yandan su ejderhasına k a r ş ı verilen kavga g e n ç bir t a n r ı n ı n ş a m p i y o n ve dolayısıyla panteonun yeni egemeni
G. R. Driver, Canaanite Myfiıs and Legends, s. 79 (Metin III B:25). Aynca bkz. Les Religions du Proche-Oi'iiitt antique, s. 386; Cross, a.g.y., s. 114 vd. "El'in gözdesi Yam'ı ezmedim mi? Büyük tann Nahar'ı yok etmedim mi? Tannin'in (« Ej derha) burnuna halkayı takmadım mı? Ben onun burnuna halkayı taktım! Çengel yılanı, yedi kafalı Güçlü Yaratığı yok ettim!" (Oldenburg çevirisi, s. 198; kış. ANET, s. 137), Bu metin Yam'ın Baal karşısında kazandığı ilk zafere gönderme yapıyor, bunu Yam'ın uğ radığı bozgun izliyor (burada Anat sayesinde); bu da iyi bilinen bir mitolojik izleğe denk düşüyor: Yılan türünden bir canavar karşısında ianrmın Önce yenilmesi, sonra bunun rövanşında zaferi kazanması, Gordon, Uganiıc Manual, § 68: 28-31, çev. Caquot ve Sznycer, (cd. Labat) les Religions du Praclıe-Orieıü antique içinde, s, 389. 189
1.1 IN S E L L N A K C U R V E D U S Û N Œ L E R TARHTı -1
olarak yükselişini yansıtır. Son olarak b u b ö l ü m ü n satır aralarında i l k d o ğ a n ev ladın (Yam), babasını (El) iğdiş edip tahtından indiren gaspçıdan aldığı da seçilebilir.
intikam
33
Bu tür dövüşler ö r n e k o l u ş t u r u r , yani sonsuza dek yinelenebilirler. Bu neden le Yam, Baal tarafından " ö l d ü r ü l m ü ş " olmasına karşın, metinlerde yine k a r ş ı m ı z a çıkacaktır. Zaten b u tür bir "döngüsel varoluşa" sahip olan tek tann • değildir. İleride göreceğimiz gibi, Baal ve M o t da benzer b i r varlık b i ç i m i n i paylaşmakta dırlar.
50. Baal'in S a r a y ı — Ejderhaya karşı kazandığı zaferi kutlamak için, Anat, Baal onuruna bir şölen verir. Daha sonra tanrıça sarayın kapılarını kapar ve cinnet ge çirerek muhafızları, askerleri, yaşlıları ö l d ü r m e y e koyulur; dizlerine kadar y ü k selen k a n ı n içinde beline k ü r h a n l a n n kafalarını ve ellerini t a k m a k t a d ı r . Bu b ö l ü m anlamlıdır."
11
Koşutları Mısır'da ve özellikle de H i n t tanrıça Durga mitolojisi ve
ikonografisinde b u l u n m a k t a d ı r .
35
Kan d ö k m e ve yamyamlık, arkaik bereket tanrı
çalarının ayırt edici nitelikleridir. Bu açıdan bakılınca, Anat m i t i D o ğ u Akde niz'den Ganj vadisine kadar uzanan eski tarım uygarlığının ortak u n s u r l a r ı içinde sınıflandırılabilir. Bir başka b ö l ü m d e Anat öz babasını, El i saçını ve sakalını kan içinde b ı r a k m a k l a tehdit etmektedir (metin 'nCV.Oldenburg, s. 26). Baal'in cansız bedenini b u l d u ğ u n d a Anat bir yandan d ö v ü n m e y e , dıger yandan ö l ü n ü n "etini bıçaksız yemeye ve k a n ı n ı b a r d a k s ı z içmeye" b a ş l a d ı
5 6
Anat'a bu kaba ve kan içici
tavrı y ü z ü n d e n - b a ş k a aşk ve savaş tanrıçaları için de söz konusu o l d u ğ u gibi— erkek sıfatlan da atfedilir ve hatta çift cinsiyetli olarak kabul edilirdi. Metin, yeni bir b o ş l u ğ u n a r d ı n d a n , Baal'in Anat'a hediyeler y ü k l e n m i ş haber ciler g ö n d e r d i ğ i n i anlatıyor, Baal bu savaştan tiksindiğini b i l d i r i y o r , Anat'ın si lahlarını b ı r a k m a s ı n ı ; barışın ve tarlalara bereketin gelmesi için adaklarda bulun-
Bu motiE hakkında, bkz Oldenburg, a.g.j., s, 130 vd. M
Kan hayatın ozü olarak kabul edildiği için, bu katliamın Suriye'nin geç biten ya2 mev siminin kısırlığından >cıü mevsimin bereketine geçişi amaçlayan bir riıûel olarak görülebileceği önerisi geıirilmişur; krş. Gray, The Legacy ûf Canaan, s. 36. Metin Caquot ve Sznycer iaraSmdan çevrilmiştir, s. 393-394.
i 5
Bize kadar ulaşan Mısır miti anık ilkel evresinde değildir: bkz. Ş 26. Marvin Pope'un da Cızennde durduğu, Durga ile kurulan yakınlık (krş. son olarak MdW, c. 1, 5. 239), daha önce Walter Dostal tarafından da gündeme getirilmişti, "Ein Beitrag," s. 74 vd,
3 0
Virolleaud tarafından yayınlanan metin, "Un nouvel épisode du mythe ugaririque de Baal," s. 132 vd; krş. Albright, Yahweh and the Cods ojCanaan, s. 131 vd. 190
HITITUIRIN V E K E M A N L A R I N DİNİ
m a s ı n ı istiyor.
T a n r ı l a r ı n ve insanların y a ğ m u r u n yaklaştığını anlayabilmeleri
için yıldırımı ve g ö k g ü r ü l t ü s ü n ü yaratacağını bildiriyor. Anat ona b u ö ğ ü t l e r i n i tutacağı konusunda g ü v e n c e veriyor. Bununla birlikte h ü k ü m d a r olmasına karşın Baal'in ne sarayı ne de tapınağı vardır. H a l b u k i diğer tanrılar bunlara sahiptir. Başka bir deyişle, Baal egemenli ğini ilan edebilecek kadar g ö r k e m l i b i r t a p ı n a k t a n yoksundur. Bir dizi b o l ü m sa rayın y a p ı m ı n ı anlatır. Terslikler eksik olmaz. Gerçekten de Baal Eî'ı tahttan i n d i r m i ş t i r gerçi, ama sarayı yapabilmek için yine de o n u n iznine m u h t a ç t ı r : Dava sını s a v u n m a s ı için Aşerat'ı g ö n d e r i r ve "Tanrıların anası," Baal'İn artık " y a ğ m u r b o l l u ğ u verecek" ve "sesini bulutlara katacak" o l m a s ı n ı över. El b o y u n eger ve Baal, Koşar-ve-Hasis'i sarayını yapmakla g ö r e v l e n d i r i r . Başlangıçta Baal, Y a m i n içeri girebileceği korkusuyla, konutuna pencere yapılmasını istemez. Sonunda b u n u da kabul eder.
37
T a n r ı n ı n ejderha k a r ş ı s ı n d a k i zaferinden sonra b i r tapmak-saray
dikilmesi
o n u n ü s t ü n konuma y ü k s e l m e s i n i n ifadesidir. Tanrılar T i a m a t ' ı n yenilgiye uğra m a s ı n d a n ve d ü n y a n ı n yaratılmasından sonra, Marduk onuruna t a p m a k - s a r a y ı i n şa ederler ( k r ş . § 21). Ama Baal mitinde de kozmogoniye İlişkin b u simgeselliğe r a s t l a n m a k t a d ı r . Tapmak-saray bir imago mimdi o l d u ğ u için, onun y a p ı m ı b i r an lamda kozmogoniye denk d ü ş m e k t e d i r . Aslında su "kaos"u karşısında zafer kaza narak, y a ğ m u r l a n n r i t m i n i d ü z e n l e y e r e k Baal b u g ü n k ü şekliyle d ü n y a y ı "oluştu¬ rur.
5 1 . Baal M o t ' l a K a r ş ı l a ş ı y o r : Ö l ü m ve Hayata D ö n ü ş — Saray tamamlanınca Baal Mot'la, "Ölüm"le karşılaşmaya hazırlanır. Mot ç o k ilginç bir tanrıdır. O da haliyle El'in o ğ l u d u r ve yeraltında h ü k ü m sürer; ama ö l ü m ü n Yakındoğu'da b i l i nen tek kişileştirilme ö r n e ğ i n i (bu aynı zamanda b i r t a n r ı l a ş t ı r ı l m a d ı r )
temsil
eder. Baal "tanrılar yağlanabilsin ve insanların, topraklann kala balıklarının k a m ı doyabilsin" diye artık yalnızca kendinin insanların ve t a n r ı l a r ı n kralı o l d u ğ u n u
Pencereler bulutlatın arasındaki açıklıkları simgeleyebilir; Baal yağmurlan bu açıklıklar dan gönderiyordu. Ugariı'ıeki tapınağının damında bir pencere vardı, öyle ki yağmur suyu bir dikiliıaş üzerinde tasvir edilmiş tannnın yüzüne düşüyordu; krş, Schaeffer, tı.g.y., s. 6, Levha XXXII, Resim 2. Ama bu sımgesellık ve kubbelerdeki pencere açıklıkları daha karmaşık konulardır; krş. A. K. Coomaraswamy, "The Symbolism of the Dome." Loren R. Fisher, "El türü yaratış"tan farklı bulduğu "Baal türü yaratış'lan söz eder; krs. "Creation at Ugarit," s. 320 vd. 191
DİNSEL İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TAK İHI - I
bildirmek üzere Mot'a haberciler g ö n d e r i r .
Baal habercilenne d ü n y a n ı n sınırla
rını g ö s t e r e n i k i dağa d o ğ r u y ö n e l m e l e r i n i , onları k a l d ı r ı p yerin altına inmeleri n i emreder. Mot'u çöplerle kaplı bir alanda, ç a m u r u n içine b a t m ı ş tahtında otu r u r k e n b u l a c a k l a r d ı r . Ama fazla y a k l a ş m a m a l a r ı gerekir, yoksa M a t o n l a r ı
dev
gibi ağzına alıp yutar. Baal, kavurucu sıcakların neden o l d u ğ u ö l ü m l e r d e n de M o t ' u n sorumlu o l d u ğ u n u u n u t m a m a l a r ı n ı ekler, M o t , Baal'İn y a n ı n a gelmesini bildirerek habercileri geri g ö n d e r i r ; ç ü n k ü , d i ye açıklar, Baal Yam'ı ö l d ü r d ü ; ş i m d i yeraltına inme sırası ona geldi.'
10
Bu haber
Baal'in g ü v e n i m yitirmesine yeter. Haberci!eriyle ş u n u iletir: "Selam ey
Mot,
El'in oğlu, ben senin k ö l e n i m , hep sana aitim." Ç o k sevinen Mot, Baal'in yeral tına indiğinde g ü c ü n ü y i t i r i p yok olacağını açıklar. Oğullarını ve rüzgar, bulut, y a ğ m u r kortejini de yanına almasını emreder ve Baal buna da boyun eğer. Ama yeraltına inmeden ö n c e , hiç d o ğ u r m a m ı ş genç bir inekle çiftleşir ve b i r oğlu olur. Baal kendi giysisini oğluna giydirir ve onu El'e emanet eder. En b ü y ü k teh like a n ı n d a Baal'in ilk b i ç i m i n e , kozmik boğa haline d ö n d ü ğ ü söylenebilir, aynı zamanda yeryüzüne bir daha d ö n e m e m e olasılığını da hesaba katarak halefini de güvenceye almaktadır. Baal'in. nasıl ö l d ü ğ ü n ü , d ö v ü ş t e m ı y e n i l d i ğ i m , yoksa Mot'un d e h ş e t verici varlığının mı onu yere sermeye yettiğini bilmiyoruz. Ugarit m i t i n i n ilginç y a n ı , g e n ç fırtına ve bereket tanrısı ve panteonun en son ö n d e r i olan Baal'in yeraltına İnip, orada Tammuz ve d i ğ e r b i t k i tanrıları gibi ö l m e s i d i r . H i ç b i r b a ş k a "BaalHadad," ne Mezopotamya'da tapılan Adad ne de H u r r i tanrısı T e ş u p benzer b i r son yaşamamıştır. (Ama daha geç b i r tarihte M a r d u k da her yıl "dağa kapatıldığı için yok oluyordu"). Bu yeraltına inişte Baal'e tamamlayıcı b i r ç o k yeni saygınlık y ü k l e m e isteği seziliyor: Su kaosuna karşı zafer kazanan ve dolayısıyla evrene egemen olan, hatta kozmogoniyi sağlayan ş a m p i y o n ; fırtına ve tarım bereketi tan rısı (Dagan'm, "tahıl tanesi'hin oğlu o l d u ğ u n u hatırlatalım); ama aynı zamanda egemenliğini b ü t ü n dünyaya (dolayısıyla yeraltına da) yaymaya kararlı b i r hükümdar-tann. Her ne olursa olsun bu son girişimin a r d ı n d a n El ile Baal a r a s ı n d a k i ilişkiler değişir. Ayrıca kozmik yapı ve r i t i m l e r de güncel biçimlerine kavuşurlar. Metin yeni b i r b o ş l u ğ u n a r d ı n d a n tekrar başladığında, i k i haberci El'e Baal'in cesedim b u l d u k l a r ı n ı bildirirler. El yere oturur, giysilerini parçalar, bağrını döver ve yü3 5
w
Gordon, UfanUc Mctııuol, Vll. 50 2", Driver, Gıııaauitt Myllts aitti Lcgeııtls, 5. 101 Gordoıı, a.g.y., § 67.1: 1-8, çev. Oldenbtırg, a.g.y., s. 133. 192
H1TITLER1N VE
KENAN Ut ARİN DİNİ
zünü yırtar; kısacası Ugarıı'te uygulandığı şekliyle yas
ritüelini
öldü!" diye haykırır, "İnsan kalabalıkları ne olacak ş i m d i ? "
41
ilan eder. "Baal
El birden h ı n c ı n d a n
ve i n t i k a m isteğinden k u r t u l m u ş gibidir. Gerçek b i r evren egemeni tanrı g i b i d a v r a n m a k t a d ı r ; Baal'in ö l ü m ü y l e evrensel h a y a t ı n tehlikeye girdiğini fark etmek tedir. El, e ş i n d e n Baal'in yerine oğullarından b i r i n i kral ilan etmesini ister. Aşe rat " k o r k u n ç " A t h a r i seçer, ama o tahta çıktığında onu işgal edebilecek kadar bü y ü k olmadığını anlar ve kral olamayacağını kabul eder. Bu arada Anat cesedi aramaya gider. Cesedi b u l d u ğ u n d a onu omzuna alır ve kuzeye yönelir. Cesedi g ö m ü n c e , hatırı sayılır miktarda davar kurban ederek ce naze ş ö l e n i n i hazırlar. Bir süre sonra Anat Mot'la karşılaşır. Onu tutar ve "bir bı çakla keser; kalbura atıp çalkalar; ateşte kızartır; d e ğ i r m e n d e Öğütür; tarlalara eker ve kuşlar onu yer."' Mot'a bir demet tahıl gibi davranan Anat b i r t ü r cina 2
yet ritüeli gerçekleştirmektedir. Bu ö l ü m turu genellikle b i t k i tanrılarına ve ruh larına ö z g ü d ü r .
43
M o t ' u n daha sonra yemden hayata d ö n m e s i n i n nedeninin b u ta
rımsal t ü r d e k i cinayet olup olmadığı da sorulabilir. Ne olursa olsun, Mot'un ö l d ü r ü l m e s i Baal'in yazgısıyla ilişkisiz değildir. E l d ü ş ü n d e Baal'm yaşadığını ve " g ö k t e n yağ yağdığını ve sel yataklarından bal aktı ğını" g ö r ü r (bunlar Kitabı Mukaddes'teki imgeleri hatırlatıyor,
krş.
fiezekiel
3 2 ; H ; E y ü b 20;17). Katıla katıla güler ve oturup dinleneceğini açıklar; çünkü "şanlı Baal y a ş a m a k t a d ı r , Yeryüzünün Prensi v a r d ı r . "
44
Ama nasıl k i Yam hayata
geri d ö n m ü ş s e , M o t da yedi yıl sonra yeniden belirir ve Anat'ın kendisine yaptık larından, ayrıca Baal'in egemenliği elinden a l m a s ı n d a n y a k ı n ı r . İki rakip yeniden kavgaya başlar. Kapışırlar, yabani ö k ü z l e r gibi birbirlerine tos v u r u p tepik atar lar, yılanlar gibi birbirlerini ısırırlar; sonunda Baal üstte Mot altta yere yuvarla nırlar. Ama g ü n e ş tanrıçası Şapaş Mot'a El'in uyarısını aktanr ve d o v ü ş u s ü r d ü r mesinin bir faydası olmadığını söyler. Mot da buna boyun eğer ve Baal'in ege menliğini tanır. Ancak k ı s m e n anlaşılabilen birkaç başka b ö l ü m ü n a r d ı n d a n Anat, Baal'in ebediyen Kral olacağı ve " ö k ü z ü n sesi ceylan sesine, ş a h i n i n sesi de serçe
DriveT, ag.y., s. 109; Caquot ve Sznycer, Relıgioııs ıiu Proche-Orient, (ed. Labat), içinde, 5. 424-25. Driver, s. 111; Caquot ve Sznycer, a g.y., s. 430. Mot'un bir "hasat ruhu" olarak görülmesi gerektiği de önerilmiştir, ama onun "ölüm"e iliş kin çızgilen fazla belirgindir; yeralıtnda veya çölde oturmakta ve dokunduğu her şey yıkıma uğramaktadır. Driver, a.g.y., s. 113. 193
DINSEL
İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1
sesine b e n z e d i ğ i zaman" bir barış çağı başlatacağı haberini alır.
52. K e n a n D i n s e l B a k ı ş ı — Bazı yazarlar b u m i t i
bitki b ü y ü m e
sürecindeki
ö l ü m ve her yıl yeniden beliriş olarak yorumlayabileceklerini sandılar. Ama Su riye ve Filistin'de yaz mevsimi bitkisel hayatın " ö l ü m " ü n e yol açmaz; tam tersine yaz, meyve mevsimidir. Çiftçiyi korkutan kavurucu sıcak değil, uzun s ü r e n ku raklıktır. Demek k i M o t ' u n zaferinin Eski Ahit'te de y a n k ı l a n g ö r ü l e n yedi yıllık kuraklık d ö n g ü s ü n e denk d ü ş m e s i daha akla yakın g ö r ü n m e k t e d i r (Tekvin 4 1 ; Sa¬ muel 24:12 v d )
w
Ama m i t i n ilgi alanı, b i t k i b ü y ü m e
ritmiyle
olası ilişkilerinin dışına taşar.
Aslında b u d o k u n a k l ı ve k i m i zaman görkemli olaylar bize tanrısal v a r o l u ş u n öz g ü ! bir b i ç i m i n i gösterirler;
bu öyle bir varolma tarzıdır k i , yenilgiyi
ve
" ö l ü m " ü , g ö m ü l e r e k (Baal) veya parçalanarak (Mot) "yok olmayı," sonra az çok d ö n e m s e l bir b i ç i m d e "yeniden ortaya ç\kış"lar\ içerir. H e m k o p u k k o p u k hem de d ö n g û s e l b i r b i ç i m d e s ü r e n b u varoluş t ü r ü b i t k i b ü y ü m e s i d ö n g ü s ü n ü yöne ten tanrıların hallerini hatırlatır. Bununla b i r l i k t e , hayatın olumsuz y ö n l e r i n i , karşıt
ritimlerin
birleşik sistemi içinde birleştirmeyi hedefleyen yeni b i r dinsel
yaratım soz konusudur. Son tahlilde, b ü t ü n yenilgileri ve zaferleriyle birlikte, Baal'in kavgalan
ona
gök ve yer ü z e r i n d e k i egemenliğini sağlar; ama Yam denizde h ü k ü m s ü r m e y e de vam eder ve M o t da yeraltındaki ölüler diyarının efendisi olarak kalır. M i t l e r Ba al'in önceliğini ve buradan hareketle evreni ve insan toplumunu y ö n e t e n kuralla¬ n n ve hayatın sürekliliğini ortaya k o y m a k t a d ı r . Yam ve Mot'un temsil
ettiği
"olumsuz yönler" de varlık gerekçelerini b u olguda bulurlar. Mot'un El'in oğlu olması ve özellikle de Baal'in onu yok etmeyi b a ş a r a m a m a s ı , ö l ü m ü n "kurallara uygunlugu"nu g ö s t e r m e k t e d i r : Son tahlilde ö l ü m h a y a t ı n onsuz olmaz koşulu¬ dur" Baal ile Yam arasındaki d ö v ü ş ü anlatan m i t herhalde Yeni Yıl b a y r a m ı n d a ve
Driver, s. 119. Krş. Cyrus Gordon, "Canaanite Mythology," s, 184, 195 vd; M. Pope, H/ıiM, c. 1, s. 262¬ 264. Gücünü, insanlann hayata duyduklan gözleri kapalı aşktan alan bir başka büyük ölüm tannsına, Mara'ya yalnızca Budhist mitolojide rastlanır. Ama doğal olarak Upanişadlar sonrası dönemin Hint bakış açısına gore, hayat-cinsellik-ölüm-hayata geri dönüş dön güsü kurtuluş yolundaki en büyük engeli oluşturmaktadır (bkz. bu kitabın ikinci cildi). 194
MTITLEKİN
VE KENAN L1LA1UN
DİNİ
Baal-Mot çaûşmasını anlatan da hasat münasebetiyle t ö r e n b i ç i m i n d e s ö y l e n i y o r du; ama b u g ü n e dek bilinen hiçbir metinde b u olgulara d e ğ i n i l m e m e k t e d i r . Aynı şekilde t a p ı m i ç i n d e ö n e m l i bir rol oynadığı bilinen k r a l ı n da b u mitsel-ritüel se n a r y o l a r ı n d a Baal'i temsil ettiği varsayılabilir; ama b u g ö r ü ş h e n ü z t a r t ı ş m a l ı d ı r . Kurbanlar tanrılara sunulan besinler olarak kabul ediliyordu. Kurban sistemi Es k i Ahit'teki sisteme benzer g ö r ü n m e k t e d i r : Kurban yakılmasını, "barış" veya "ruh birliği" k u r b a n ı veya adağını ve kefaret k u r b a n ı n ı içeriyordu. Rahiplere verilen ad, khnm, Ibranicedekiyle (hohen) aynıydı. Rahiplerin yanı sıra rahibelerden (ferine) ve " k u t s a n m ı ş " kişilerden (kadeUm) de söz edilmektedir. (Kitabı Mukaddesle b u terim kutsal fahişeliği ifade eder, ama Ugarit
metinleri
hiçbir benzer anlam behrtmezler). Son olarak da k â h i n rahipler veya peygamber lerden söz edilir. Tapmaklarda sunaklar vardı ve tanrıların tasvirleri ya da tannsal simgelerle süslenmişlerdi. T a p ı m , kanlı kurban törenlerinin d ı ş ı n d a , d a n s l a r ı ve ileriki tarihlerde peygamberleri öfkelendirecek orji t ü r ü çeşitli jestleri de içe riyordu.
Ama belgelerdeki b o ş l u k l a r ı n Kenan dinsel y a ş a m ı h a k k ı n d a ancak yak
laşık tahminlerde b u l u n m a m ı z a izin verdiğini unutmamak gerek. Elimizde hiçbir dua bulunmuyor. Hayatın tanrısal bir bağış olarak kabul edildiğini
biliyoruz,
ama İ n s a n ı n y a r a n h ş m i t i h a k k ı n d a hiçbir bilgimiz yok. Bu t ü r b i r dinsel bakış yalnızca Kenan'a ait değildi. Ama buradaki b a k ı ş ı n ö n e m i ve a n l a m ı , Kenan'a giren Israiloğullarının insanı k a r m a ş ı k b i r t a p ı m etkinliği ne s ü r ü k l e y e n ve orji t ü r ü aşırdıklarına k a r ş ı n yücelikten yoksun olmayan b ö y l e b i r evrensel kutsallık türüyle k a r ş ı l a ş m a ! a n nedeniyle, sonradan arttı. Hayatın kutsallığına i n a n ç İsrailliler tarafından da paylaşıldığına g ö r e , hemen b i r sorun g ü n d e m e geliyordu: Böyle bir i n a n ç Kenan dinsel ideolojisiyle b ü t ü n l e ş t i r i l m e d e n nasıl k o r u n a c a k t ı ? Kenan dinsel ideolojisi, g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, b ü t ü n h a y a t ı n sim gesi, başlıca t a n n Baal'in aralıklı ve d ö n g ü s e l v a r o l u ş tarzı etrafında o d a k l a n m ı ş özel b i r teoloji gerekli kılıyordu. A m a Yahve b u v a r o l u ş b i ç i m i n i p a y l a ş m ı y o r d u (zaten E l de b u hali p a y l a ş m ı y o r d u , ama başka k ü ç ü k d ü ş ü r ü c ü değişimler geçir m i ş t i ) . Aynca Yahve t a p ı m ı de belli sayıda kurban içeriyor, ama Yahve t a p ı m davranışlarının kendisini sınırlamasına izin vermiyordu: M ü m i n i n itaat ve g ü v e n aracılığıyla içsel d ö n ü ş ü m yaşamasını istiyordu (§ 114), ileride göreceğimiz gibi (§ 60), İsrailliler
b i r ç o k Kenan dinsel unsurunu
ö z ü m s e d i l e r . "Ama b u etkilenmelerin kendisi ç a t ı ş m a n ı n b i r y ö n ü y d ü : Baal kendi silahlarıyla yeniliyordu. Bütün yabancı g r u p l a r ı n , hatta H u n i l e r ve daha sonra Filistinliler gibi Sami olmayanların bile Kenan'a geldikten çok kısa bir süre sonra
195
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1 kendi dinleri h a k k ı n d a k i her şeyi u n u t t u k l a r ı dikkate alınırsa, Yahve ile Baal ara s ı n d a k i b u m ü c a d e l e n i n bu kadar uzun b i r s ü r e devam etmesi ve b i r ç o k uzlaşma ya ve sadakatsizliğe k a r ş ı n Yahveciligin zaferiyle sona ermesi, insanlık a ğ s ı n d a n olağanüstü b i r s ü r e ç olarak değerlendirilecektir."
R. de Vaux, Hislaire ancienne â'hraêi, c. I , s. 147-148. 196
411
E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA
§ 43. Hititlerin tarihi ve kültürü üzerine, krş. A Goetze, Kieıııasien {2. baskı, 1957), O. R Gurney, The Hittites (Harmondsworth, 1952; 2. baskı, 1954; son baskı, 1972). Huniler hakkında, krs. E, A. Speiser, "The Hurnan Participation in the Civilisation of Mesopotamia, Syria and Palestine" (Cahiers d'Histoire Mondiale, I . 1953, s 311-327); F Im para ti, i Hurri ti (Floransa, 1964); R. de Vaux, "Les Hurrttes de l'histoire et les Hontes de la Bible" (Revue Biblique, 74, s. 481-503). Hitit çıvı yazısı metınlen ve bunlann 1956'e kadar yayımlanmış çevinleri için, bkz, E. La roche, "Catalogue des textes hittites," Revue Hittite et Asifliiique, XIV, 1.956, s. 33-38; 69¬ 116; XV, 1957, s. 30-89; XVI, 1958, s. 18-64 En önemli metinler A Goetze (ANET, s, 120-128, 201-211, 346-364, 393-404), H. Güterbock, E, Laroche, H Otten, M. Vieyra ve diğer yazarlar tarafından çevrildi; bu çevirilenn kaynakçası için: Gumey, a.g.y., s. 224. En son Fransızca çevin Maunce Vieyra'ninkidir: Les Religions du Proche-Orient içinde (1970), s. 525-566. Hitit dininin genel anlatımlan içinde, şu çalışmalan sayalım: R. Dussaud, "La religion des Hittites et des Hountes," E. Dhorme ve R. Dussaud (éd.), La religion de Babylome içinde, s. 333-353, H. Güterbock, "Hittite Religion," Forgoiien Religions içinde, V. Ferm (ed.) (New York, 1950), s. 81-109; aynı yazar, "Hittite Mythology," S. N. Kramer (éd.), Mythologie s of theAncient WorW içinde (1961), s. 141-179; H. Otten, "Die Religionen des Alten Kleinasien," Harufituch der Orientalistik Bd. VIII, 1964, s 92-116, Maunce Vieyra, "La religion de l'Anatolie antique," Histoire des Religions içinde, l , s, 258-306, Giuseppe Furlani'nin La Religione degli Ritim (Bologna, 1936) adlı kitabı, yazar (Güterbock'un vardığı hükme göre, "Hitt. Rel.," s. 109) yalnızca o dönemde sayıları az olan Hitit metni çevirilerine ulaşabilmiş olsa da, hala yararlıdır. Aynca bkz. E. Laroche, Recherches su'- les noms des dieux hittites (Paris, 1947); aynı yazar, "Tessub, Hebat et leur tour," fouinai of Cuneiform Studies, I I , 1948, s. 113-136, aynı yazar, "Le panthéon de Yaztlikaya," aynı dergi, VI, 1952, s. 115-123. Hitit tannlannm ve mitlerinin özet bir anlatımı için, krş. Einar von Schuler, WtiM, 1, s. 172-176 (tanrılar ve tanrıçalar), 196-201 (güneş tannlan), 208-213 (fırtına tanrıları) Kralın dinsel rolü hakkında, bkz. O. R Gumey, "Hittite Kingship," S. H. Hooke (ed.), Myth, RıtuaJ and Kingship içinde, (Oxford, 1958), s. 105-121. Ritüeller hakkında, bkz. B. Schwanz, "The Hittite and Luwian Ritual of Zarpiya of Kizzuwatna,"JA05, 58, 1938, s, 334-353; M . Vieyra, "Rues de purification hittites," RHR, 119, 1939, s. 121-153; H. Otten, Heihilische Totenri tıtüle (Berlin, 1958). Yeni Yıl bayramı (purulli) hakkında, bkz. Volkert Haas, Der Kult von Nenk: Ein Beıtrag zur hethitischen Religiongeschichte
(Roma, 1970), s. 43 vd. Orduya, bir bozgunun ardından yapılan arınma ritüeli arkaikliğıyle dikkat çeker, bir in sanın, bir tekenin, küçük bir köpeğin ve bir domuz yavrusunun kurban edilmesini içerir. Bu kurbanlar ikiye kesilir ve ordu bu yanm parçaların arasından geçer. Krş O. Masson, "A pro197
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - i
pos d'un rimel hittite pour la lustration d'une armée," RUR, 137, 1950, s. 5-25; Gumey, The Hittites, s. 151. Yahve'nin İbrahim'le anlaşma yaparken istediği kurbanla benzerliğe dik kat çekilmiştir (Tekvin 15:9-18). Kurbanlann iki yansı arasından rituel geçişe birçok halkta rastlanmaktadır; bkz Frazet, Folklore m the Old Testament (Londra, 1919), 1, s. 393-425; aynca krş. T Gaster, Myth, Legçndand Custom in the Old Testament (New York, 1969), kay nakça ekleri için s. 363 vd. Bu kaynakçaya şu çalışmaların da eklenmesi gerekir; ] , Hennin¬ ger, "Was bedeutet die rituelle Teilung eines Tieres in zwei Hälften?" Biblica 34, 1953, s. 344¬ 353; Ad. E. Jensen, "Beziehungen zwischen dem Alten Testament und der nilotischen Kul tur in Afrika," S. Diamond (ed.). Culture m Histoıy içinde, (New York, 1960), s. 449-466. Dua hakkında, bkz. O. R. Gurney, Hittite Prayers (1940) ve E. Laroche'un belirlemeleri, "La prière hittite: vocabulaire et typologie" (Annuaire, Ecole Pratique des Hautes Etudes, V. Section, c. LXX11, 1964-65, s. 3-29). § 44. H. Otten, Die Ueherliejëningerc £Îes Telepinu-Myihtis (Mît), d. Vorderasiatiscfvaegyptistfien Gese lisch a/i, 46,1, Leipzig, 1943) adlı eserinde mitin çeşitli versiyonlarım çözümlemiştir. Kar şılaştırmalı yorum için, T. Gaster, Thespis (gözden geçirilmiş ikinci baskı, New York, 1961), s, 295 vd. Aynca bkz, Gtiterbock'un çözümlemesi: "Gedanken über das "Werden des Gottes Telipinu," Festschrift Johannes Friedrich (Heidelberg, 1959), s, 207-211; aynı yazar, "Hittite Mythology," s. 144-148. Baş kahramanın fırnna tanrısı olduğu versiyona göre, büyük güneş tannsı "bin tann"yı şölene davet eder, ama yiyip içmelerine karşın, tannlann ne açlıklan ne de susuzluktan ge çer. İlk habercilerin uğradığı başarısızlığın ardından, fırtına tannsının babası kendi babasını aramaya gider ve "tohumtenn çürüyüp, her şeyin k«mması"na yol açacak bir günahı kimin işlediğini sorar. Büyük baba cevap venr: "Senin dışında kimse günah işlemedi!" (Güterbock, "Hittite Mythology," s. 145-146). Gaster, Teiepımı'ya ve bereket tanrılarına ilişkin mitsel-ritüel senaryoîanndaki birçok or tak unsuru ortaya çıkardı; krş, Thespis, s. 304 vd, § 45. Uluyanka hakkında, bkz. son olarak çıkan, A Goetzeı, Kleinasien, s, 139 vd ve E, V, Schuler, WdM, 1, s 177-178. Miti nakleden metnin başında şöyle bir giriş vardır "Nerik (kentinin) fırtına tannsının kutsal adamı (= rahibi) Kellasin sözleri şöyledir: Aşağıdakiler, göğün fırtına tanrısının puruUi bayramında söylenmesi gerekenlerdir: Sözlen söylemenin zamanı geldiğinde (yanı bayramın kutlanacağı anda): 'Ülke gelişsin ve zenginleşsin, ülke korunsun ve eğer ülke gelişir ve zen ginleşirse, puruili bayramı kutlanır' " (çev. M. Vteyra, "Les religions d'Anatolte," s. 288; krş. Goetze, ANET, s. 125). Karşılaştırmalı yorum için, Gaster, Thespis, s. 256 vd. § 46. Kumarbi hakkında, bkz. H. G. Güterbock. "The Hittite version of the Human Kumarbi Myths: Oriental Forerunners of Hestod," American/ouma I of Archaeology, 52, 1948,s. 123198
HITITLERIN VE KENAN ULARıN DINI
124; aynı yazar, "Hittite Mythology," s. 155-172, H . Otten, Mythen vom Coite Kumarbi (Ber lin, 1950); P. Meriggi, "I miti dt Kumarbi, il Kronos Humco," Athenaeum, özel sayı 31 (Pavia, 1953), s. 101-115; C. Scott Littleton, "The 'Kingship m Heaven' Theme" Caan Puhvel (ed.). Myth and Law Among the lııdo-Europeans, Univ. of California Press, 1970, s. 83-121). s, 93¬ 100. Ullikummi hakkında, bkz. H. G. Güterbock, The Sting of Ulhhummi (New Haven, 1952). H . Baumann, Das doppelte Geschlecht (Berlin, 1955) adlı zengin ama karışık kitabında, megalit gelenekler, çift cinsiyetlilik ve gökle yerin ayrılmasına ilişkin kozmogoni izleği arasın daki ilişkileri doğru görmüştür. Topraktan doğan insanlar miti hakkında, krş. Dinler Tarihim Giriş, s. 239'daki kaynak ça. Bu izlege özellikle de Kafkasya'da çok bol rastlanmaktadır; krş. A von Lowts of Menar, "Nordkaukasische Steingeburtsagen," AKW, XIII, 1901, s. 509-524. Tanrısal varlıklann bir petra genetréc'ten (= Glu Tannça= matrix muııdO doğuşunu nakleden mitler hakkında, krş, R. Eisler, Weltmantel und Himmelszelt (Münih, 1910), 11. s. 411, 727 vd; M. Eliade, Forgerons et Alcfu'misttî, s. 44 vd, 191.
§ 47, Byblos'lu Philon'un Historian tes Phoinifees I Fenike Tünhi] adlı eserinin dine ilişkin par çalan Carl Clemen tarafından çevrildi ve yorumlandı; Dre phönikische Religion narh Philo von Byfclos (Leipzig, 1939), W. G. Lambert'in yayımladığı ve çevirdiği bir çiviyazısı metni beş tanrı kuşağının birbirlerini kanlı bir biçimde izlemesini betimler; oğullar babalanın ve annelerini öldürür, anneleri ve kız kardeşleriyle evlenir ve sırayla egemenliği gaspederler. Bu metinde Hesıodos'un Theogon/a'sıyla bazı benzerlikler fark edilmiştir; krş. W. G. Lambert ve P. Walcot, "A New Babylonian Theogony and Hesiod." Kadmos, 4, 1965, s, 64-72; aynca bkz. C. Scott Littleton, a.g.y,, s. 112-114. Stig Wikander tann kuşaklanyla ilgili Hitit ve Yunan mitlerinin iran'daki bir koşutunu gün ışığına çıkartmıştır. Kaynak yakın tarihlidir (Firdevsî'nİn 976'ya doğru yazdığı Şehname), ama kahramanlar-Cemşid, Dahhak, Feridun-mitolojik Yiraa, Azi, Dahâka, Thraètaona ki şiliklerinin bir anlamda "tarihselleşlirilmiş" versiyonlarını sunmaktadır. Sonuç olarak "tanrısal egemenlik" miti Hint-Avrupa geleneğinin bütünleyici bir parçası olarak kabul edilebilir. (Krş. Sıig Wikander, "Histoire des Ouranides," Cahiers du Sud, 36, 1952, s. 8-17). Ama diğer HintAvrupa halklannda bu mit bulgulanmamı$tır Scott Littleton, Babil anlatılannı (Etiuinii FIiş ve Lambert'in çevirdiği parça) tann kuşaklanyla ilgili bütün mitlerin son kaynağı olarak görme eğilimindedir; krş, "The 'Kingship in Heaven' Theme," s, 109 vd.
§ 48. Filistin'in erken tunç çağından sonraki tarihi hakkında, bkz. P. Garelfi, Le Proche-Ori ent Astaliifue îles origines aux invasions îles Peuples de ht Mer, Paris, 1969, s. 45 vd; B. Mazar, "The Middle Bronze Age m Palestine" (Israel Exploration Journal içinde [Kudüs], 18, 1968, s. 65-97); R de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, des origines à 1 'installotion en Canaan, Paris, 1971, s, 61-121 (mükemmel kaynakçalar). Amoritler hakkında, bkz. S. Moscati, ! predecessor! d'israele. Sindi sulle più antiche genti se-
199
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
mitiche in Siria e Palestina (Rema, 1956); I. J. Gelb, T h e Early History of the West Semitic Pe oples," journal of Cuneiform Studies, 15,1961, s. 27-47; K. M. Kenyan, Amontes aid Canaanites, Londra, I960; R. de Vaux, a.g.y , s. 64 vd. Tel Hariri'de (eski Mari) yapılan kazılarda, Akkadçanm "eski Bakıl" lehçesinde yazılmış binlerce tablet gun ışığına çıkarılmıştır. Bu tabletler bazı tannlann, öncelikle de Anaı, Dağarı, Addu'nun isimlerini vermektedir. Ama mitolojik metinler bulunamadığı için, temel dinsel inançları ve kavramlan bilemiyoruz. Amuttu kavmine ismini veren taun olan Araumı, "(toprağı işlemek için) dizlerini bük meyi bilmeyen, çığ eı yiyen, hayatı boyunca bir evi olmayan ve öldükten sonra gömülmeyen bir adamdır;" metni alıntılayan R. de Vaux, s. 64, Sonraki üç binyıl boyunca. Roma İmpara torluğundan Çin'e kadar büyük kent uygarlıklan için tehlike oluşturan "barbarlar" (Cer menler, Avadar, Hunlar, Mogollar, Taıatlar) hakkında benzer niteleme kalıpları kullanılacak tır. Bu Amoritlerin, Kitabı Mukaddes'te soz edilen Amoritler ile hiçbir ilişkisi olmadığını be lirtelim. "Kitabı Mukaddes, Filistin'in İsrail öncesi dönemindeki nüfusunun bir bölümü için Amurru adım kullanmıştır" (de Vaux, s 68). Kenan uygarlığı ve dini hakkında, bkz. j . Gray, TJıe Ciinauııiies, Londra, 1964; aynı ya zar. The Legacy ojCanaan (2. baskı, Leiden, 1965); Margaret S. Drawer, Ugarit (= Cambridge Ancient History, c. 11, bol. 21, b; 1968; mükemmel kaynakçalar); R. de Vaux, a.g y-, s. 123 vd; Marvin H. Pope ve Wolfgang Rolling, "Die Mythologie der Ugariter und Phönizier," WdM içinde, 1, s 219-312; O Eissíeldt, "Kanaanàisch-ugaritische Religion," Handbudl àtr Orienta¬ listik içinde, VIII, 1, Leiden, 1964, s. 76-91; A. Jirku, Der Myíhus der Kanaanáer, Bonn, 1966; ] . C de Moor, "The Semitic Pantheon of Ugarit" (Ugaril-Forsciiungen içinde, 11, 1970, s. 167¬ 228); H. Gese (H. Gese, Maria Hofner, K. Rudolph, Die Religion Altsynens, Altrabiens und der Mandaer içinde, Stuttgart, 1970), s. 1-23,2; F. M. Cross, Canaantte Mytk and Hebrew Epic (Cambridge, Mass., 1973). 19â5'e kadar basılan Ugarit metinleri C H . Gordon taralından çevnmyazi olarak yayım landı: Ugaritic Text-book, Roma, 1965; krş. aynı yazar, Ugaritıc Literature. A Comprehensive
Translation 0/ (he Poems and Prose lexis, Roma, 1949; aynı yazar, "Canaanite Mythology," S N. Kramer (ed.). Mythologies of the Ancient World içinde, s. 183-215, Başvurulan diğer çeviri ler: H. L. Ginsberg, "Ugaritic Myths, Epics and Legends," ANFT, s, 129-155; G. R. Driver, Ca naanite Myths and Legends, Edinburgh, 1956; A. Jirku, Kanaandische Mythen und Epen aus Ras Schamra-Ugarit, Güttersloh, 1962; A. Caquot ve M. Sznycer, "Textes Ougaritiques" (R. Labat (ed ), Les Religions du Proche Orient. Textes et traductions sacrésfeobyion/ens,oiigaritiques, hitti tes içinde, Paris, 1970, s. 350-458). Ugarit dini ve mitolojisi üzerine hatın sayılır bir edebiyat mevcuttur. Bu konudaki temel kaynakça şu eserlerde kaydedilmiştir: M. H, Pope ve W, Rolling, a.g.e. ; I L H. Rowley, Worship in Ancient Israel its Forms and Meaning, Londra, 1967, s. 11 vd; Georg Fob re r, ííisío ry oj Isra elite Religion (1968, lng. çev., New York', 1972), s, 42-43; R, de Vaux, a.g.y., s. 136 vd. El ve panteondaki rolü hakkında, bkz,. O. Eissíeldt, El im uganl/schen Pantheon, Leipzig,
200
HITI İ L E R İ N VE KENANL1LAR1N DIN!
1951, M . Pope, El in lite Vgaritic Texts, Leiden, 1955; D i l Oldenburg, The Conjlicí Between t i and Ba'alin Canaanite Religion, Leiden, 1969, özellikle 5. 15-45, 101-120, 164-170. Simdi bkz. F. M. Cross, Canaanite Myth and Hebrew Epic, s. 20 vd (Oldenburg'un tezinin eleştirisi, dipnot 51), Aynca krş. C, F. A. Schaeffer, The Cuneiform Texts of Rus-Shamra-Ugant, Londra, 1939, S, 60 vd; aynı yazar, "Nouveaux témoignages du cuite de El et de Baal â Ras Shamra-UgariL et ailleurs en Syne-Palestine" (Syria, 43, 1966, s. 1-19): Kazılarda bulunan El simgesi boga hey kelcikleri Tannsal isim olarak 1Í (e!) hakkında, bkz. J. J. M, Roberts, The Earliest Semitic Pant heon (Baltimore ve Londra, 1972), s. 31 vd, "Demek ki, Eski Akkadça U isminin bu tanrı hakkında oluşturduğu imge, insanlann muîluluguyla ilgilenen ve özellikle de çocuk doğur ma konularında etkin, yüce ama cana yakın bir tanrı ponresidir. Bu niteleme, Samı Dünyasinın geri kalanındaki El hakkında bildiklerimizle büyük ölçüde uyuşmaktadır" (a.g.y, S. 34). Dagan hakkında, bkz. Ed Dhorme, "Les avatars du dteu Dagon," RHR, c. 138, 1950, s. 129-144; Net Oldenburg, The Conflict...., s. 47-57.
§ 49. Baal hakkında, bkz. Arvıd S. Kapelnıd, Baal m ¡he Ras Shamra Texts, Kopenhag, 1952; Hassan S. Haddad, Baal-Hadad. A Study of the Syrian Storm-God (yayımlanmamış tez, Chicago Üniversitesi, 1%0); U. Cassuto, "Baal and Mot i n the Ugaraic Texts," Israel Exploration jour nal, 12,1962, s. 77-86; W. Schmidt, "Baals Tod und Auferstehung," ZRGG, 15, 1963, s. 1¬ 13; Ulf Oldenburg, The Conflict
s. 57-100, 122-142, 176-177; M. Pope ve W. Rölling,
Wo*M içinde, I , s. 253-269 (belli başlı metin çevirileri ve yorumları, kaynakçayla birlikte, s. 268-269), J. C. de Moor, The Seösonal Pattern in the Ugaritic Myth of Ba'lu (= Alter Orient und Altes Testament, 16), Neukirchen-Vluyn, 1971 ve özellikle F. M. Cross, Canûanife Myth and Hebrew Epic, s. 1'2 vd (Baal ve Anal), 147 vd (Baal ve Yahve'nin tanrısal tezahürleri), Baal'in Aşerat'] kaçırmasının ardından ilk tann çiftinin ayrıldığı şu sahneden anlaşılmak tadır: Baal, bir saray istemek üzere Aserat'ı El'in yanına gonderince, El "sevinçten sıçrar" ve sotar: Tannlan doğuran niye geldi?.,.. Yoksa El'e duyduğunuz aşk tnı sizi tasalandırıyor?" Ama Aşerat onu küçük görerek yanıt verir: "Bizim Kralımı;, Yargıcımız 'APiyân Ba'al'dır ve onun üstünde hiç kimse yoktur" (Ugaritic Manual, § 5 1 ; çev. Oldenburg, s. 118). Ancak da ha sonra. Baal Aşerat'ın 77 oğlunu yok edince (Ug. Man., § 75. Oldenburg, s. 119), tannça El'e yakınlaşır ve onu intikam almaya kışkırtır. Yam, yılan biçimindeki ejderha (ianırin) Lotan'a, Eski Ahit'in Leviathan'ma benzer. Krş Me^mur 74:14 "Leviathan'm başlarını ezdin." Yuhanna'mn Vahiyi'nde (12 3 vd) "yedi başlı, on boynuzlu, kızıl renkli bıiyuk bur ejderha'dan söz edilir. Yam hakkında bkz. Gray, a.g.y., s. 26 vd, 86 vd; Oldenburg, s 32-34, 134-137 ve T Gaster'm karşılaştırmalı incelemesi, Thespis.s. 114 vd. Koşar-ve-Hasis hakkında, bkz. Gaster'ın yorumlan, a.g.y., s. 161 vd. § 50. Tanrıça Anat hakkında, Baal'i işleyen eserler dışında, bkz. Arvid S. Kapelrud, The Vı-
201
D İ N S E L İNANÇLAR VE DUŞÜNCELF.R T A R İ H İ • I
oient Goddess Anat in the Ras Shamra Texts, Oslo, 1969; M. Pope, WdM, I , s. 235-24-1; WolfgangHelck, Betrachtutıgen zur grossen Gölün un den iltr verbundeneıı Gotüîeiteıı (Münih ve Vi yana, 1971), s. 151 vd, 200 vd, Anat ve Durga arasındaki benzerlikler konusunda, krş. Walter Dostal, "Ein Beitrag zur Frage des religiosen Weltbildes des frühesten Bodenbauer Vorderasiens" (Aıehıv Jiır Völherkunde, XII, 1957, s. 54-109), s. 74 vd. Anar/in "yamyamlığı" (Baal'in cesedini yer) hakkında, bkz. Charles Virolleaud, "Un no uvel épisode du mythe ugaritique de Baal" (Comptes-rendus de l'Académie des Inscriptions e t Belles-Lettres, 1960, s. 1B0-Î86) ve Michael C. Astour'un gözlemleri, "Un texte d'Ugarit ré cemment découvert et ses rapports avec l'origine des cultes bacchiques grecs," RHR, c, 154, 1963, s. 1-15; aynı yazar, Heflenosemitica (Leiden, 1964; düzeltmeler ve ek notlarla yeni baskı, 1967), s. 170 vd; W. F. Albright, Yohveh and the Gods of Canaan (New York, 1968), s. 131 vd. Anat-Aştarte ilişkileri hakkında, krş. J.J. M. Roberts, Tîıe Earliest Semiiic Panthéon, s 37 vd; Wolfgang Helck, Betrachiungen, s, 155 vd. Tannça Aştane, Anat'ın gölgesi gibidir ve nere deyse hiçbir rol oynamaz. "Yeni bir mitolojik metin ona önemini iade etmiş ve savaşçı karak teriyle, adaletin ve hakkın koruyucusu rolünü vurgulamıştır" (R. de Vaux, a.g.y., s. 145; Charles Virolleaud'nun yayımladığı bir metni. Le Palais Royai d'Ugarit, c, V ve W. Hernıann'm yorumunu, "Astarı," Mıtt. jiir Orient/orschurcg, 15, 1969, s. 6-55, kaynak olarak kullanmakta dır.) Saray-tapmagın kozmolojik simgeselligi hakkında, bkz. M. Eliade, Le Mythe de l'éternel retour (yeni baskı, 1969), s. 17 vd; aynı yazar, "Centre du Monde, Temple, Maison" (Le symbolisme cosmique des monuments religieux: içinde. Série Orientale Roma, XIV, Roma, 1957, s. 57-82); Ananda Coomaraswamy, "The Symbolism of the Dome," ludion Historien! Quar¬ terly, 14, 1938, s, 1-56, Loren R, Fisher, "Création at Ugarit and in the Old Testament," Ve lus Tesiameiiium, XV, 1965, s, 313-324; ayrıca krs. U, Cassuto, "Il palazzo di Ba'al nella tavolalIAB di Ras Shamra," Orientalia, özel sayı 7, 1938, s. 265-290; A S. Kapelrud, "Temple Building, a Task for Gods and Kings," Onentalia, 32 (1963), s, 56-62. § 51. Mot hakkında, bkz. son olarak çıkan Oldenburg, a.g.y., s, 35-39; M. Pope, W.d.M içinde, L s, 300-302; Cross, a.g.y., s. 116 vd. Aynca krş. U. Cassuto, "Baal and Mot in the Ugaritic Texis," isrœ! Exploration Journal, 12, 1962, s. 77-86. Athtar hakkında, krs. J. Gray, "The Désert God Attr i n the Literatüre and Religion of Ca naan," JNES, 8, 1949, s. 72-83; A Caquot, "Le dieu Athtar et les textes de Ras Shamra," Syria, 35,1958, s, 45-60; Oldenburg, a.g.y., s, 39-45. § 52. Ugarit'teki Baal tapımı hakkında, bkz. Kapelrud, Baal in the Ras Shamra Texts, s, 18 vd; aynı yazar, The Ras Shamra Discoveries and the Old Testament (Norman, 1963); aynca krş. J. Gray, "5acral Kingship in Ugarit," Ugaritica VI içinde (Paris, 1969), s. 289-302. Bereket tapımlanna özgü arkaik unsurlara çok sık rastlanmaktadır: taş falluslar, çıplak tanrıça imge202
H1TITLEHIN VE KF_NANUL\K1N DİNİ
leri, boga biçimli Baal; bazı rahipler hayvan maskları ve boynuzlar takıyorlardı (krş. Schaeffer, a.g.y„ s. 64, Levha X, Şek. 2). Çıkarılan günahlann kefareti olarak erkekler ve kadınlar (ve kral ve kraliçe) tarafından yapılan kamusal kurban törem hakkında, bkz. A. Caquot, "Un sacrifice expiatoire à Ras Shamra," RHPR, 42, 1962, s. 201-211. R. de Vaujc'nun da belirttiği gibi, a.g.y., s. 146, Kenan ve israil kurbanlarının "ortak bir ritüeli vardı; örneğin Karmel DağYnda Baal peygamberleri ve llyas yakmalık kurbanı aynı bi çimde hazırlarlar, 1. Krallar, 18." Kenan tapımı hakkında, bkz. son olarak çıkan, Fohrer, History of Israelite Religion, s. 57 vd, yakın tarihli kaynakça bilgilerini içermektedir. Yahve ile Baal arasındaki çatışma hakkında, bkz. daha aşağıda kaydedilmiş kaynakça, § 60. Keret ve Agat-Danel manzum destanları ve onlann Yunanca koşutlan hakkında, krş. Cyrus A Gordon, The Common Background of Greek and Hebrew Civilisations (New York, 1965), s, 128 vd (Yazar Keret destanını "Troyalı Helena motifinin bilinen en eski örneği" olarak kabul etmekledir; Hint-Avrupa kökenli bu motif Hindistan ve Yunanistan'da bulgulanmıştır, ama Mezopotamya ve Mısır'da bilinmemektedir; s, 132 vd). Bu sorun hakkında, aynca bkz. Michael C, Astour, Hellenosemitica (2. baskı, 1967), bu yazar Suriye-Filistin dün yasıyla Yunan dünyası arasındaki karşılıklı alışverişleri ve benzerlikleri, coğrafi koşullar ve onlann kendilerine özgü siyasi mızaçlanyla açıklamaktadır. "Her iki alan da kızılmış, coğrafi açıdan parçalanmış, merkezi bir ekseni olmayan topraklardı. Bu da benzer devlet oluşumlanna ve iç düzenlere yol açtı ... Yunan ve Batı Sami dünyaları, dışandan gelen bir imparator luk tarafından fethedilmedikleri surece birleşme ve merkezileşme yetisinden yoksun, küçük devletletden oluşan ortak bir çember oluşturdular" (s. 358-359).
VII.
BÖLÜM
"İSRAİL ÇOCUKKEN..."
53. T e k v i n ' i n İ l k i k i B ö l ü m ü — İsrail d i n i tam anlamıyla kitaplı b i r dindir. Bu yazılı külliyat, k u ş k u s u z o l d u k ç a eski sözel gelenekleri temsil eden çeşitli yaşlar da ve y ö n e l i m l e r d e - m e t i n l e r d e n oluşmakla birlikte; söz konusu gelenekler, yüz yıllar boyunca ve farklı ortamlarda yeniden y o r u m l a n m ı ş , düzeltilmiş ve kâğıda dökülmüştür.
1
Modern yazarlar israil d i n i n i n tarihini ibrahim peygamberle başla
tırlar. G e r ç e k t e n de geleneğe g ö r e , IsrailoguHarının atası olmak ve Kenan ülkesi n i sahiplenmek üzere T a n n tarafından seçilen kişi odur. Ama Tekvin'in i l k onbir b ö l ü m ü , yaratılıştan tufana ve Babil Kulesi'ne kadar, İ b r a h i m ' i n s e ç i l m e s i n d e n ö n ceki mucizevi olaylan anlatırlar. Bu b ö l ü m l e r i n y a z ı m ı n ı n , Pentatok'deki d i ğ e r b i r ç o k m e t n i n y a z ı m ı n d a n daha y a k ı n tarihli o l d u ğ u bilinmektedir. Diğer yandan en önemliler a r a s ı n d a saydabilecek bazı yazarlar, kozmogoni ve k ö k e n m i t l e r i n i n (insanın yaratılışı, ö l ü m ü n k ö k e n i vb) İsrail'in dinsel bilincinde i k i n c i l b i r r o l o y n a d ı ğ ı n ı iteri s ü r m ü ş l e r d i r . Özetle söyledikleri, Ibranilerin i l k başlangıcın m i tolojik ve masalsı olaylarını anlatan k ö k e n l e r i n tarihinden çok, "kutsal tarih"le, yani Tanrı'yla ilişkileriyle ilgilendikleridir. Bu, belli bir d ö n e m d e n itibaren ve özellikle de belli bir dinsel seçkinler grubu için d o ğ r u olabilir. Ama buradan hareketle, b ü t ü n arkaik t o p l u m l a r ı heyecanlan d ı r a n kozmogoni, i n s a n ı n yaratılışı, ö l ü m ü n k ö k e n i ve bazı diğer y ü c e olaylar gi b i sorunlara İsraillilerin atalarının ilgisiz kaldıkları sonucuna varmak için bir ne den y o k t u r . G ü n ü m ü z d e , "reformlar"dan 2500 yıl sonra bile, Tekvin'in i l k bö lümleri İ b r a h i m peygamberin mirasçılarının hayal g ü c u n u ve dinsel düşüncesini
Pentatök'un, yani Kitabı Mukaddes'in ilk beş kitabının (Tora) kaynaklan ve yazımı, gün deme hatın sayılır sorunlar getirmiştir. Bizim konumuz açısından, kaynakların şu terimler le beiinildiğıni hatırlatmak yeterli olacaktır Yahveci kaynak, çünkü bu en eski kaynak (MÖ X. veya IX. yüzyıl) Tann'ya Yahve adım verir; Ebhimri kaynak (biraz daha yakın tarihlidir, "Tann"yı Elohim olarak adlandınr); Ruhban kaynağı (en yakın tarihlisidır; rahip lerin eseri olan bu kaynak, tapım ve Yasa üzerinde durur) ve Testıiyeti kaynak (bu kay nak yalnızca Teşriiye kitabında bulunur). Bununla birlikte çağdaş Eski Ahit eleştirilen açısından, meün çözümlemesinin daha karmaşık ve aynntılı olduğunu ekleyelim. Aksını belınmedikçe, alıntıları Kudüs Kitabı Mukaddesi'nden yapıyoruz. 204
-ISRAIL Ç O C U K K E N .
beslemeyi s ü r d ü r m e k t e d i r . Bu nedenle biz m o d e m çag öncesi geleneği izleyerek, a n l a t ı m ı m ı z a T e k v m ' i n i l k b ö l ü m l e r i y l e başlıyoruz. Bunların daha geç tarihlerde yazılmış olmaları b i r sorun ç ı k a r m a z ; çünkü i ç e n k arkaiktir ve aslında İ b r a h i m d e s t a n ı n d a n daha eski anlayışları yansıtmaktadır. Tekvin ş u m e ş h u r b ö l ü m l e açılır; "Başlangıçta Tanrı (Elohim) göğü ve yeri yarattı. Yer b o ş t u , y e r y ü z ü şekilleri y o k t u ; engin, karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların ü z e r i n d e dalgalanıyordu" (1:1-2). Üzerinde yaratıcı bir tanrı n ı n s ü z ü l d ü g ü i l k okyanus, ç o k arkaik bir imgedir. Bununla birlikte ve herhalde 1
Tevrat m e t n i n i n yazan Enuma Elis'te anlatılan mitten habersiz olmasa da, dipsiz suların üzerinde uçan tanrı izlegıne Mezopotamya kozmogonisinde
rastlanmaz
(aslında i l k okyanus î b r a n i c e d e teiiöm sözcüğüyle ifade edilir ve bu s ö z c ü k etimo l o j i k açıdan Babil dilindeki tiâmai'la aynı k ö k t e n gelmekledir). Gerçek anlamda yaratılış, yani "kaos"a (tölıö vâ böhû) düzen verilmesi T a n n k e l a m ı n ı n gücüyle gerçekleşririlir. T a n r ı , "ışık olsun" dedi ve ışık oldu (1:3). Ve yaratılışın b i r b i r i n i izleyen aşamaları hep T a n n ' n ı n sözleriyle gerçekleştirilir. "Su kaosu" kişileştirilmez ( k r ş . Tiamat) ve b u n u n sonucunda kozmogoniyle i l g i l i bir kavgada "yenil mesi" gerekmez. Bu Tevrat anlatısı özgül bir yapı gösterir: l ) Söz'le 2) " i y i " bir d ü n y a n ı n ve 3
3) " i y i " ve T a n n ' n ı n kutsadıgı bir hayatın (hayvanlar ve bitkiler)
yaratılması
(1:10, 2 1 , 31 v b ) ; 4) kozmogoni işi son olarak i n s a n ı n yaratılışıyla taçlanır. A l tıncı ve son g ü n d e T a n n der k i : "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer ya ratalım. Denizdeki balıklara, g ö k t e k i kuşlara, evcil hayvanlara,
sürüngenlere,
y e r y ü z ü n ü n t ü m ü n e egemen olsun," vb (1:26). Hiçbir olağanüstü başarı (MardukTiamat t ü r ü n d e b i r dövüş),* kozmogonide veya antropogonide hiçbir " k ö t ü m s e r " unsur (dünyanın şeytani bir i l k varlıktan - T i a m a t - hareketle o l u ş m a s ı ,
insanın
başibhs K ı n g u ' n u n k a n ı n d a n şekillendirilmesi) g ö r ü l m e z . D ü n y a "iyi"dir ve insan
Birçok sözlü gelenekle yaratıcı, bir kus biçiminde hayal edilmiştir. Ama İlk simgenin "katılaşma'sı soz konusudur; Tanrısal ruh su kütlesini asmıştır, hareket etmekle özgür dür; dolayısıyla bir kuş gibi "uçar." "Kuş"un arkaik ruh imgelerinden bili olduğunu hatır latalım 3
Tanrıların yaratıcı sözüne başka geleneklerde de, yalnızca Mısır teolojisinde değil Polinezyalılarda da rastlandığını ekleyelim. Kış Eliade, Aspecis du myilıe, s, 44 vd,
4
Ama ejderha (înnııiıı) veya Rahab ya da Leviathan denen yılan biçiminde bir canavara kar şı kazanılan zaiere değinen ve hem Mezopotamya, hem de Kenan geleneklerini hatırlatan başka metinler de vardır (krs örneğin Mezraurlar 74:13 vd; Eyüb 2ö;12 vd). 205
D İ N S E L İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - I
imago dd'dir {Tanrı'nın suretidir}; yaratıcısı ve m ü k e m m e l örneği gibi • da cen nette oturur. Bununla birlikte, Tekvin'in fazla gecikmeden altını çizeceği gibi, ha yat T a n r ı tarafından k u t s a n m ı ş olmasına k a r ş ı n zahmetlidir ve insanlar artık cen nette y a ş a m a m a k t a d ı r . Ama b ü t ü n bunlar atalarımızın b i r dizi hata ve g ü n a h ı n ı n sonucudur, t n s a n ı n varoluş koşullarını onlar değiştirmiştir. Başyapıtının geçirdi ği h u bozulmada T a n r ı ' n ı n hiçbir s o r u m l u l u ğ u y o k t u r . U p a n i ş a d l a r sonrası Hint d ü ş ü n c e s i n d e de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, insan, daha d o ğ r u bir ifadeyle insan t ü r ü kendi davranışlarının
sonucudur.
Yahveci bir b a ş k a anlatı (2:5 v d ) daha eskidir ve y u k a r ı d a özetlediğimiz r u h ban metninden açık bir b i ç i m d e farklıdır. Artık g ö ğ ü n ve yerin yaratılması değil, T a n r ı ' n ı n (Yahve) yerden kabaran b i r suyla verimli kıldığı b i r çöl söz konusudur. Yahve insanı (.âdâm) balçıktan şekillendirmiş ve "burnuna y a ş a m s o l u ğ u n u " üfle yerek can vermiştir. Sonra Yahve "Aden'de b i r bahçe d i k m i ş , " " i y i meyve veren, güzel agaçlar"ın her t ü r ü n ü yetiştirmiş (2:8 vd) ve b u bahçeye "baksın ve işlesin diye" i n s a n ı oraya yerleştirmiştir (2:15). Daha sonra Yahve hayvanları ve k u ş l a r ı yine topraktan y o ğ u r d u , o n l a n  d e m ' i n yanma getirdi ve  d e m onlara isim ver di.
5
Sonunda Yahve Âdem'i uyuttu ve onun b i r kaburga k e m i ğ i n d e n
Havva
p b r a n i c e riavvdh etimolojik a ç ı d a n "hayat" a n l a m ı n a gelen kelimeyle aynı kökten t ü r e m i ş t i r ) adını alan k a d ı m b i ç i m l e n d i r d i . > Yorumcular, daha basit olan Yahveci anlatının "biçimler" d ü n y a s ı n ı n karşısına "su kaosu"nu değil, çölü ve hayatla bitkilerin b ü y ü m e s i n i n karşısına da k u r a k l ı ğ ı k o y d u ğ u n a dikkat çekerler. O halde b u k ö k e n m i t i n i n b i r çöl bölgesinde d o ğ m u ş olması akla y a t k ı n g ö r ü n m e k t e d i r . İlk i n s a n ı n balçıktan yaratılmasına gelince, da ha Önce de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 17), b u S ü m e r ' d e bilinen b i r izlektir. Benzer mit ler, eski Mısır ve Yunanistan'dan "ilkel" halklara kadar d ü n y a n ı n aşağı y u k a r ı her yerinde b u l g u l a n m ı ş t ı r . Temel d ü ş ü n c e aynı g ö r ü n m e k t e d i r ; İnsan b i r hammad deden (toprak, tahta, kemik) b i ç i m l e n d i r i l i r ve yaratıcının s o l u ğ u ona can v e r i r . Birçok ö r n e k t e yaratıcısıyla aynı b i ç i m d e d i r . Başka bir deyişle, bir S ü m e r mitiyle ilgili olarak belirttiğimiz gibi, insan "biçimi" ve "canı"yla bir anlamda yaratıcısı n ı n varoluş halini paylaşır. "Madde"ye ait olan yalnızca bedenidir,
6
5
Burada arkaik ontoloji anlayışına özgü bir nitelik söz konusudur: Hayvanlar ve bitkiler ancak kendilerine biıer isim verildiği andan itibaren gerçekten varolmaya başlamaktadır (krş. Elıade, Mythes, rives el mystères, s. 255'te bir Avustralya kabilesi örneği).
6
Birçok gelenekte, ölünce "nüY'un göksel yaraucısmın yanına döndüğünü ve bedenin yere (toprağa) geri verildiğini ekleyelim, Ama insan yapısıyla ilişkili bu "düalizmin," Tevrat 206
• I S R A I L ÇOCUKKEN.
}Kadının  d e m ' d e n alman b i r kaburga k e m i ğ i n d e n yaratılması, i l k insanın erdişiiigini
belirten b i r özellik olarak yorumlanabilir,/ Bazı midros'lann
tardıkları dahil, başka geleneklerde de benzer anlayışlar b u l g u İ a n m ı ş t ı r .
ak
Erdişi
insan m i t i o l d u k ç a yaygın b i r inancı y a n s ı t m a k t a d ı r : M i t o l o j i k atada tammlanan insan m ü k e m m e l i y e t i , aynı zamanda bir bütünlük
olan birliği k a p s a m a k t a d ı r . Bazı
Gnostik ve H e r m e s ç i s p e k ü l a s y o n l a r ı tartışırken, çift cinsiyeti iliğin ö n e m i hak k ı n d a b i r karara varabileceğiz, ^ r d i ş i i n s a n ı n i l k Örneğinin, b i r ç o k k ü l t ü r ü n pay laştığı bir kavram olan tanrısal çift cinsiyetlilik o l d u ğ u n u b e l i r t e l i m . ' / - ^
^ U '
U
5 4 . K a y ı p Cennet, K a b i l ve K a b i l — D ö r t kola ayrılan ve yerin d ö r t b ö l g e s i n e hayan taşıyan nehriyle, Â d e m ' i n b a k m a s ı ve ekip b ü y ü t m e s i gereken ağaçlarıyla cennet bahçesi, Mezopotamya imgelemini ç a ğ r ı ş t ı r m a k t a d ı r . Tevrat anlatısı bu ö r n e k t e de belli b i r Eabil g e l e n e ğ i n d e n y a r a r l a n m ı ş olabilir. Ama i l k i n s a n ı n ya şadığı ilk cennet m i t i ve i n s a n l a r ı n zor erişebildiği "cennet gibi" bir yer m i t i Fı rat ve Akdeniz'in dışında da b i l i n i y o r d u . Bütün "cennet"ler gibi, Aden
8
de dün
y a n ı n merkezinde, d ö r t k o l l u nehrin çıktığı yerde bulunur. Bahçenin ortasında hayat ağacı ve iyiyle k ö t ü y ü bilme ağacı y ü k s e l i y o r d u (2:9). Yahve insana şu buy r u ğ u verdi: "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin. Ama iyiyle k ö t ü y ü bilme a ğ a c ı n d a n yeme; ç ü n k ü ondan y e d i ğ i n g ü n kesinlikle ö l ü r s ü n . " (2; 16-17). Bu yasaklamada başka hiçbir yerde bilinmeyen b i r d ü ş ü n c e ortaya çıkıyor: Bilginin varaiiissoi değeri. Başka b i r ifadeyle, bilme insan v a r o l u ş u n u n yapısını k ö k t e n de ğiştirebilir. Bununla b i r l i k t e yılan H a v v a ' n ı n aklını çelmeyi b a ş a n r . Ona "Kesinlikle
öl-
yazarlan ve Yakındoğu'da onlann çağdaşı olan insanların çoğu tarafından reddedilmiştir. Yeni antropolojik kavrayışlar ancak oldukça geç tarihlerde daha cüretkâr bir çözüm önerecektir. Tannlann çift cinsiyetliliğı zıt çiftlenn birliğiyle ifade edilen çok sayıdaki "bütünlük/birlik" formülünden biridir: dişi-erkek, görünür-görünmez, gök-yer, ışık-karanlık, aynı zaman da iyilik-kötûlûk, yaratma-yok etme vb. Zırlatılan oluşan bu çiftler üzerine düşünce yürütülmesi çeşitli dinleri, hem lannsallıgın çelişkili varoluş durumu, hem de insanlık durumuna yeniden değer yüklenmesiyle ilgili cüretkar sonuçlara götürmüştür. Sözcük tbraniler tarafından "zevk" anlamına gelen 'edenle ilişkilendirilraiştir. Iran kökenli pairi-daeza (cennet) terimi daha geç dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle Yakındoğu ve Ege dünyasının yakından bildiği koşut imgelerde bir Hayat Ağacının ve can veren bir kay nağın yamnda duran bir Ulu Tannça veya canavarlar ve griffonlar tarafından korunan bir Hayat Ağacı görülür; krş. Eliade, Dinler Tarihine: Giriş, S 104-108. 207
J
DİNSEL İNANÇLAR vi= DÜŞÜNCELER TAKIMI - 1
mezsiniz!" der, " ç ü n k ü Tanrı biliyor k i , o agacm meyvesini yediğinizde gözleri niz açılacak, iyiyle k ö t ü y ü bilerek tanrılar (Türkçe çeviride "Tann"l gibi olacak sınız." (3:4-5). O l d u k ç a gizemli olan b u b ö l ü m sayısız yoruma kapı a r a l a m ı ş t ı r . Fonda g ö r ü n e n l e r i y i bilinen mitolojik bir simgeyi h a t ı r l a t m a k t a d ı r : çıplak tanrı ça, mucizevi ağaç ve onun bekçisi yılan. Ama zaferi k a z a n ı p hayat simgesini (mu cizevi meyve, gençlik çeşmesi, hazine vb) ele geçiren b i r kahraman yerine, Tevrat anlatısı  d e m ' i yılanın kalleşliğinin saf k u r b a n ı olarak sunar. Kısacası, Gılgamış'ınki gibi başarısız b i r " ö l ü m s ü z l e s i n e " girişimiyle k a r ş ı karşıyayız (§ 23); ç ü n k ü bir kez her şeyi bilip, "tanrılara" eşit olunca  d e m (Yahve'mn s ö z etmedi ği) Hayat Ağacım keşfedebilir ve ö l ü m s ü z olabilirdi. Metin açık ve kesin bir dille k o n u ş u r "Tanrı Yahve dedi k i : 'Âdem iyiyle k ö t ü y ü bilmekle bizlerden b i r i g i b i 1
oldu! Artık hayat ağacına uzanıp meyve a l m a s ı n a , y i y i p ö l ü m s ü z olmasına izin verilmemeli]'"
(3:22). Ve T a n r ı çifti cennetten kovup, yaşamak için çalışmaya
m a h k û m etti. Biraz önce d e ğ i n d i ğ i m i z senaryoya - ç ı p l a k tanrıça ve b i r ejderha
tarafından
korunan mucizevi a ğ a ç - d ö n e c e k olursak, T e k v i n i n yılanı son tahlilde bir hayat veya gençlik simgesinin "bekçiliği" r o l ü n ü başarıyla yerine getirmiştir. Ama bu arkaik m i t Tevrat anlatılarının yazan tarafından k ö k t e n değiştirilmiştir. I Â d e m ' i n ^ "erginleme s ı n a v ı n d a k i başarısızlığı" yeniden yorumlanarak, fazlasıyla hak edil m i ş bir ceza olarak sunulur: İtaatsizliği onun Lucifer'inkine benzer k i b r i n i , Tanrı'ya benzeme isteğini ortaya ç ı k a r ı y o r d u ^ Bu, yaratılanın yaratıcısına karşı işle yebileceği en b ü y ü k g ü n a h t ı . Bu " i l k g ü n a h " t ı j bu kavram i b r a n i ve H ı r i s t i y a n teolojilerinde ç o k b ü y ü k sonuçlara y o l açacaktı. Böyle bir " d ü ş ü ş " g ö r ü ş ü , ancak T a n r ı ' n m "her şeye kadirliği" ve kıskançlığı etrafında odaklanan b i r dinde kendi ni kabul ettirebilirdi. Bize aktarıldığı biçimiyle Tevrat anlatısı, Yahveci tektanrıcılığm giderek b ü y ü y e n otoritesini g ö s t e r m e k t e d i r . ' T e k v i n ' i n 4.-7. b ö l ü m l e r i n i yazanlara göre, b u i l k g ü n a h cennetin y i t i r i l m e s i ne ve i n s a n ı n varoluş d u r u m u n u n d ö n ü ş m e s i n e yol açmakla k a l m a d ı , aynı zaman da insanlığın başına bela olan b ü t ü n felaketlerin de bir anlamda k a y n a ğ ı m oluş turdu. Havva "toprağı eken" Kabil'i ve "koyun çobanı" Habil'i d o ğ u r d u , i k i kar d e ş ş ü k r a n l a r ı n ı g ö s t e r m e k için adaklarını - K a b i l toprak ü r ü n l e r i , Habil de sürü s ü n ü n ilk d o ğ a n y a v r u l a r ı n ı - s u n d u k l a r ı n d a
9
Yahve Kabil'in değil, Habil'in adağı-
"Düşüş" mirinin her zaman Tevrat'taki yorumuyla anlaşılmadığını da ekleyelim. Özellikle Helenistik çağdan itibaren ve Aydınlanma'ya kadar sayısız tefsirle daha gözü pek ve bir çok kez daha ozgun bir Âdem mitolojisi geliştirme yönünde denemeler yapıldı. 208
'İSKAIL Ç O C U K K E N .
m b e ğ e n d i . Çok kızan Kabil "kardeşine saldırıp onu ö l d ü r d ü " (4:8) O zaman T a n r ı , "Artık d ö k t ü ğ ü n k a r d e ş k a n ı n ı içmek için ağzını açan t o p r a ğ ı n ianeti altın d a s ı n " dedi; "İşlediğin toprak bundan böyle sana ü r ü n vermeyecek.
Yeryüzünde
aylak aylak dolaşacaksın" (4:11-12). Bu b ö l ü m ü çiftçilerle ç o b a n l a r arasındaki ç a t ı ş m a n ı n anlatımı ve çobanların ö r t u l u bir b i ç i m d e övülmesi olarak da okumak m ü m k ü n d ü r . Bununla birlikte Ha¬ b i l s ö z c ü ğ ü "çoban"ı ifade ederken, Kabil " d e m ı r c t " a n l a m ı n a gelir. O n l a r ı n çatış n
m a s ı bazı hayvancılık t o p l u m l a r ı n d a k â h hor g ö r ü l ü p , k â h saygı gösterilen ama her zaman k o r k u l a n b i r i olan demircinin b u çelişik değerler y ü k l ü durumunu yan sı t ı r . "fDaha ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 15), demirci "ateşin efendisi" olarak ka 1
b u l edilir ve ü r k ü t ü c ü büyü güçlerini elinde bulundurur. Her ne olursa olsun, Tevrat anlatısı içinde k o r u n m u ş söylence, çoban-göçebelerin "sade ve an" varolu ş u n u n yüceltilmesini ve çiftçilerle kent sakinlerinin yerleşik hayatına karşı dire nişi yansıtır. K a b i l b i r kent kurucusu olur (4:17) ve Kabil'in soyundan gelenler den b i r i , "tunç ve demirden çeşidi kesici aletler yapan" b ü t ü n demircilenn atası olan Tuval-Kabil'dir (4:22). Demek k i İlk cinayet bir anlamda teknoloji ve kent uygarlığım kişiliğinde simgeleştiıen adam tarafından işlenmiştir. Ö r t ü l ü biçimde ifade edilen, b ü t ü n tekniklerin " b ü y ü " k u ş k u s u taşıdığıdır.^
55. Tufan'dan Ö n c e ve Sonra— Kabil'in ve  d e m ' i n ü ç ü n c ü oğlu Şit'in soyları n ı ö z e t l e m e n i n konumuz açısından bir yaran yok. Mezopotamya, Mısır ve H i n distan'da bulgulanan, i l k atalann inanılmayacak kadar uzun yaşayabilmesi gelene ği uyarınca,  d e m Şit'in babası o l d u ğ u n d a 130 yaşındaydı ve 800 yıl sonra oldu (5:3 v d ) . Şit'in ve Kabil'in soyundan gelenlenn hepsi 800-900 yıl yaşadılar. İlginç b i r olay tufan öncesi b u çağda ö n e çıkar; " T a n r ı ' m n o ğ u l l a n " olan bazı ilahi var lıklar i n s a n l a r ı n kızlarıyla birleşir ve "eski çağ k a h r a m a n l a r ı " olan ç o c u k l a r do ğar (6:1-4). B ü y ü k olasılıkla "cennetten k o v u l m u ş melekler" s ö z konusudur. Daha geç tarihli bir kitapta (Hanok 6-11) o n l a r ı n ö y k ü s ü ayrıntılarıyla
anlatılacaktır,
ama h u d u r u m , soz konusu m i t i n daha önceden b i l i n m e d i ğ i n i g ö s t e r m e z .
Nite
k i m eski Yunanistan ve Hindistan'da da benzer inançlara r a s t l a n m a k t a d ı r : Bilinen z a m a n l a r ı n b a ş l a m a s ı n d a n önce ("tarihin şafağında"), yani her k ü l t ü r ü n kendine özgü k u r u m l a r ı yerleştirilmekteyken etkinlik gösteren "kahramanlar"m, yan-tanrısal kişiliklerin çağıdır b u . Tevrat anlatısına dönecek olursak, Tanrı insanların Krş. Eliade, Forgerons et Alciıim/stes, s. 89 vd. 209
D İ N S E L İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARtrli -1
yaşını 120 yılla sınırlamaya cennetten kovulan meleklerin ö l ü m l ü l e r i n kızlarıyla b u b i r l e ş m e l e r i n d e n sonra karar vermiştir. Bu m i t izleklermin (Kabil ve Habil, tufan öncesinin i l k peygamberleri, "Tanrı o ğ u l l a n ' n m y e r y ü z ü n e inişi, "kahra manla r " ı n d o ğ u ş u ) k ö k e n i n e olursa olsun, Tevrat yazıcılarının b u m i t l e r i , üste l i k Yahve'ye b i r suru insana benzetici özellik y ü k l e m e l e r i n e k a r ş ı n , nihai Tekvin metninden ç ı k a r m a m a l a r ı anlamlıdır. Bu çağın en ö n e m l i olayı tufandı
"Yahve baktı, y e r y ü z ü n d e i n s a n ı n yaptığı
k ö t ü l ü k çok, aklı fikri hep k ö t ü l ü k t e " (6:5). T a n n insanı yarattığına p i ş m a n oldu ve o n u n t ü r ü n ü y o k etmeye karar verdi. Yalnızca N u h , k a n s ı ve oğullarıyla (Sam, H a m ve Yafet) o n l a r ı n eşleri k u r t u l a c a k t ı ; ç ü n k ü " N u h d o ğ r u b i r i n s a n d ı . .. ve Tanrı yolunda y ü r ü d ü " (6:10). N u h Yahve'nin kesin talimatlarını izleyerek gemi sini inşa etti ve içini b ü t ü n hayvan t ü r l e r i n i n temsilcileriyle doldurdu. " N u h altı y ü z y a ş ı n d a y k e n , o yılın i k i n c i ayının onyedinci g ü n ü enginlerin b ü t ü n kaynakla rı fışkırdı, g ö k l e r i n k a p a k l a r ı açıldı. Yeryüzüne kırk g ü n kırk gece y a ğ m u r yağ dı" (7:11-12). Sular ç e k i l d i ğ i n d e , gemi Ararat D a ğ ı n a oturdu. N u h gemiden çıktı ve bir kurban sundu. "Yahve bu güzel kokudan h o ş n u t oldu" ve yatışıp, b i r daha asla "insanlar y ü z ü n d e n y e r y ü z ü n ü b i r daha lanetlemeyeceğim" diye ant içti (8:21), Nuh'la ve o n u n soyundan gelenlerle bir antlaşma yaptı ve bu ahdin belirti si T a n n ' n ı n g ö k k u ş a ğ ı [Türkçe çeviride "yay"] oldu (9:13). Tevrat anlatısı, Gılgamış destanında nakledilen tufanla bazı ortak noktalar gösterir. Tevrat m e t n i n i yazan kişi Mezopotamya versiyonunu biliyor olabilir ve ya daha y ü k s e k b i r olasılık, O r t a d o ğ u ' d a tarihi hatırlanamayacak kadar eski za manlardan beri k o r u n m u ş arkaik b i r kaynağı kullanmıştır. Daha önce de b e l i r t t i ğimiz gibi (§ 18) tufan m i t l e r i ç o k y a y g ı n d ı r ve esas olarak aynı simgeselligi paylaşırlar: Yozlaşmış bir d ü n y a y ı ve insanlığı, onları yeniden yaratabilmek, yani başlangıçtaki b ü t ü n l ü k l e r i n i yeniden k a z a n d ı r m a k için k ö k t e n yok etme gereklili ği. Ama b u d ö n g ü s e l k o z m o l o j i k yaklaşım daha S ü m e r ve Akkad v e r s i y o n l a r ı n d a d e ğ i ş m e y e b a ş l a m ı ş t ı r . Tevrat anlatısının yazıcısı, tufan felaketinin yeniden yo r u m l a n m ı ş b u halini bir kez daha ele alır ve yorumu daha ileri b i r noktaya götü rür, Onu "kutsal tarih"in bir b ö l ü m ü konumuna yükseltir. Yahve insanın ahlakı n ı n b o z u l m a s ı n ı cezalandırır ve felaketin k u r b a n l a r ı n a ü z ü l m e z (oysa Babil versi yonunda tanrılar kurbanlara üzülür: k r ş . Gılgamış destanı, tablet XI:116-25, 136¬ 37). Yahve'nin ahlak temizliğine ve itaate verdiği ö n e m , Musa'ya vahyedilecek "Yasa"nm i l k habercisidir. Diğer b i r ç o k mucizevi unsur gibi, tufan da sonradan çeşitli açılardan sürekli olarak yeniden y o r u m l a n m ı ş ve değerlendirilmiştir.
210
İ S R A İ L ÇOCUKKEN.
N u h ' u n oğulları yeni bir insanlığın ataları oldular. O zamanlarda herkes aynı dili k o n u ş u y o r d u . Ama bir g ü n insanlar "göklere erişecek b i r kule" yapmaya ka rar verdiler (11:4). Bu son "şeytani" b a ş a n oldu. Yahve "kentle kuleyi g ö r m e k için aşağı i n d i " ve anladı k i bundan böyle " d ü ş ü n d ü k l e r i n i gerçekleştirecek, hiç bir engel t a n ı m a y a c a k l a r M ı (11:5-6). O zaman d i l i karıştırdı ve insanlar artık birbirlerinin ne d e d i ğ i n i anlayamadılar. Daha sonra Yahve onları " b ü t ü n yeryüzü ne" dağıttı "ve onlar da" o zamandan beri Babil diye bilinen "kentin y a p ı m ı n ı durdurdular" ( 1 1 7 - 8 ) . Bu ö r n e k t e de, Yahveciliğin bakış açısından yeniden y o r u m l a n m ı ş eski bir m i t izleğiyle karşı karşıyayız. Ö n c e , bazı ayrıcalıklı varlıkların (alalar, kahramanlar, efsanevi krallar, ş a m a n l a r ) bir ağaç, bir m ı z r a k , bir ip veya oklardan oluşan b i r zincir yardımıyla göğe çıktığını anlatan eski gelenek söz konusudur. Fakat somut olarak göğe çıkış, i l k başlangıçtaki m i t çağının sonunda k e s i l m i ş t i . " Başka m i ü e r daha sonraları çeşitli yapılar aracılığıyla göğe t ı r m a n m a g i r i ş i m l e r i n i n
uğradığı
başarısızlıkları nakletmektedir. Tevrat yazıcısının, tarihi handanamayacak kadar eski b u i n a n ç l a r d a n haberi olup olmadığını bilmeye olanak yok. Ama her ne olur sa olsun, benzer b i r simgesellikle yüklü Babil zigguratlanna
yabancı değildi.
Gerçekten de zigguratın tabanının d ü n y a n ı n göbek deliğinde, tepesinin de g ö k t e o l d u ğ u kabul edilirdi. Kral ya da rahip bir zigguratın katlarını t ı r m a n ı r k e n r i t ü e l (yani simgesel) olarak göğe erişirdi. Ama Tevrat yazıcısının s ö z c ü k l e r i n gerisin deki anlama bakmadan ele aldığı bu i n a n ç , ona göre hem basitleştıricıydi hem de kutsal değerlere b i r saldırıydı: Bu nedenle k ö k t e n yeniden y o r u m l a n d ı , daha doğ ru b i r ifadeyle kutsallığından ve m i t olma özelliğinden a r ı n d ı n l d ı . Ş u n u vurgulamakta yarar var: Miras k a l m ı ş ya da başka yerlerden alınmış a T kaik malzemelenn seçilmesi, elenmesi ve değersizleştirilmesine y ö n e l i k uzun ve k a r m a ş ı k bir çalışmaya k a r ş ı n , T e k v i n i n son yazıcıları geleneksel t ü r d e b ü t ü n b i r mitolojiyi k o r u m u ş l a r d ı r : Tekvin, kozmogoni ve i n s a n ı n yaratıhşıyla başlar, ataların "cennet"teki v a r o l u ş u n a değinir, " d ü ş ü ş " (cennetten kovulma) d r a m ı n ı ve bunun insan kaderindeki kaçınılmaz s o n u ç l a r ı n ı ( ö l ü m l ü l ü k , y a ş a m a k için çalış ma z o r u n l u l u ğ u vb) anlatır, i l k insanlığın giderek b o z u l d u ğ u n u ve bunun tufanın da haklı gerekçesini o l u ş t u r d u ğ u n u hatırlatır ve yine b i r mucizevi olayla sona erer: Yeni bir "şeytani" tasarının sonucunda d i l b i r l i ğ i n i n k a y b o l m a s ı ve tufan
Göğe yapılan bu yolculuğa günümüzde şamanlar "ruh olarak," yani esnk bir kendinden geçme içinde girişmektedir. 211
» I N S t U N A N Ç l A R V E DÜŞÜNCELER TAKUSI -1
sonrası i k i n c i insanlığın y e r y ü z ü n e dağılması. Bu m i t o l o j i n i n t o p l a m ı , tıpkı arka i k ve geleneksel k ü l t ü r l e r d e o l d u ğ u gibi, b i r "kutsal tarih" o l u ş t u r u r : D ü n y a n ı n k ö k e n i n i ve aynı zamanda insanlığın güncel durumunu açıklar. İbraniler açısın dan ibrahim'den sonra ve özellikle de Musa'yla birlikte b u "kutsal tarih" k u ş k u suz ö r n e k a l ı n m a s ı gereken bir tarihe d ö n ü ş m ü ş t ü ; ama b u d u r u m T e k v i n i n i l k onbir b ö l ü m ü n ü n m i t o l o j i k yapısını ve işlevini geçersiz kılmaz. Birçok yazar, İsrail d i n i n i n hiçbir m i t "icat etmediği" olgusu üzerinde dur m u ş t u r . Bununla b i r l i k t e , "İcat etmek" terimi bir tinsel yaratım belirlisi olarak ani aşılıyorsa, tarihi h a t ı r l a n a m a y a c a k kadar eski mitolojik geleneklerin seçimi ve eleştirisi de yeni bir " m i t i n , " başka bir deyişle d ü n y a y a yönelik, yeni ve ö r n e k oluşturabilecek b i r dinsel b a k ı ş ı n ortaya çıkarılmasına eşdeğerdir, İsrail'in dinsel dehası Tanrt'mn seçilmiş halkla ilişkilerini o zamana dek bilinmeyen türde b i r "kutsal tarih"e d ö n ü ş t ü r m ü ş t ü r . G ö r ü n ü r d e yalnızca " m i l l i " bir nitelik taşıyan bu "kutsal tarih," belli bir andan itibaren b ü t ü n insanlık için ders alınacak bir ö r n e k olarak ortaya çıkar.
56. İ l k Peygamberlerin D i n i — T e k v i n i n o n i k i n c i babı bizi yeni b i r dinsel dün yaya sokar. Yahve' Avtam'o şöyle der; "Ülkeni, akrabalarını, baba evini b ı r a k , ?
sana göstereceğim ülkeye git. Seni b ü y ü k bir millet yapacağını, seni kutsayacak, sana ü n k a z a n d ı r a c a ğ ı m , bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki b ü t ü n halklar senin
aracılığınla
kutsanacak" (12:1-3). B u g ü n k ü biçimiyle bu metnin, anlattığı olaydım yüzyıllar sonra kaleme alındı ğı kesin olarak anlaşılmakladır. Ama A v r a m i n "seçilin esi "nd e ki ö r t ü l ü dinsel an layış, M Ö I I . bınyılda Y a k ı n d o ğ u ' d a i y i bilinen i n a n ç ve .adetlerin b i r uzantısıdır. Tevrat anlatısını f a r k l ı l a ş m a n . T a n r ı n ı n kişisel mesajı ve bunun s o n u ç l a r ı d ı r . Önceden kendisine başvurul m a n i a s ı n a karşın. Tanrı b i r insana g ö r ü n m e k t e ve ona i n a n ı l m a z vaatlerle birlikte b i r dizi talep y ö n e l t m e k t e d i r . Anlatıya g ö r e , Av¬ ram ona itaat eder, daha sonra T a n r ı , oğlu Islıak'ı kurban etmesini istediğinde de itaat edecektir. Burada yem t ü r d e bir dinsel deneyimle karşı karşıyayız: Musa'dan sonra anlaşıldığı biçimiyle "İbrahim'i iman;" b u iman biçimi zaman içinde Yahu diliğe ve Hıristiyanlığa özgü dinsel deneyim haline gelecektir.
u
Doğal olarak burada ve daha ünce alıntılanmış bûıun bölümlerde "Yahve" adının geçmesi bir ana kron iz madır, çünkü bu isim daha geç bir tarihte vahiy biçiminde Musa'ya inecek tir. 212
"İSRAIL Ç O C U K K E N .
jfJu s ö y l e n e n l e r ü z e r i n e , İ b r a h i m Keldanîler'in Ur ş e h r i n d e n ayrıldı ve Mezo p o t a m y a ' n ı n k u z e y b a t ı s ı n d a k i Harran'a geldi. Daha sonra g ü n e y e d o ğ r u göçtü ve b i r s ü r e Şekem'e yerleşti; daha sonra kervanlarını Filistin ile Mısır arasına götür d ü (Tekvin 13:1-3). i b r a h i m ' i n ö y k ü s ü , oğlu lshak, torunu Yakup ve Yusuf u n se rüvenleri i l k Peygamberler çağı denen d ö n e m i o l u ş t u r u r . Eleştirel bakış i l k Pey gamberleri u z u n süre efsanevi kişilikler olarak kabul etti. Ama yarım y ü z y ı l d ı r , özellikle de arkeolojik b u l u ş l a r sayesinde, bazı yazarlar i l k peygamberlerle i l g i l i anlatıların tarih seli iğini en azından k ı s m e n kabul etme eğilimine
girmişlerdir.
Tabii b u söylediğimiz Tekvin'in 11.-50, b a b l a n n ı n "tarihsel belgeler" o l u ş t u r d u ğu a n l a m ı n a gelmez k u ş k u s u z . Konumuz açısın dan lbranilerin ataları olan A p i r u l a r m eşek yetiştiren ve ker vanlarla ticaret yapan kişiler m i , ' yoksa yerleşikleşme sürecine girmiş k o y u n ç o 3
banlan mı o l d u k l a r ı n ı bilmemiz çok da ö n e m l i d e ğ i l d i r .
14
t i k Peygamberlerin
âdetleriyîe Y a k ı n d o ğ u ' n u n toplumsal ve hukuksal k u r u m l a n arasında belli benzer likler b u l u n d u ğ u n u h a t ı r l a t m a k yeterli olacaktır. İlk Peygamberlerin Mezopotam ya'da kaldıkları süre içinde b i r ç o k m i t o l o j i k geleneği öğrenip uyarladıkları da ka bul edilmektedir, i l k Peygamberlerin d i n i ise, "babanın ianrısı" lapımıyla ayırt e d i l i r . " Bu tanrı, " b a b a m ı n / b a b a n ı n / b a b a s ı n m tanrısı" olarak tecelli eder veya ona bu şekilde b a ş v u r u l u r (Tekvin 31:5; vb). Bu t ü r d e n diğer ifadeler bir özel i s i m içerirler, b u özel isimden önce k i m i zaman "baba" sözcüğü de yer alır:
"İbra
h i m ' i n tanrısı" (Tekvin 31:53), "baban ibrahim'in tanrısı" (26:24; vb), "tshakin tanrısı" (28:13), "atam İ b r a h i m ' i n / b a b a m l s h a k i n t a n n s ı " (32:9 vb) veya "İbra h i m , lshak ve Yakup'un tanrısı" (32:24 v b ) . Eski D o ğ u d a b u ifadelerin k o ş u t b i çimlerine r a s t l a n m a k t a d ı r .
10
" Albright birçok çalışmasında bu savı ileri sürmüştür; bkz. son olarak çıkan Yahweh and tin' Gods of Canaan, s. 62-54 ve birçok yerde. 1 4
Bu, başka yazarlarla birlikte R. de Vaux'nun savıdır, Histoire anamne d'Israël, c, 1, s, 220¬ 222,
1 5
Bu özgül niteliğe dikkati ilk çekme onuru Albrecht Alı "a aittir; bkz. Der Goii der Vâter (1929).
1 6
MÖ XIX. yüzyılda Kapadokya Asuriulan "babamın tantısı'nı (veya babanın/babasının tannsf nı) tanık gösterirler. Bkz. Ringgren'de alıntılanmış kaynaklar, La religion d'Israël, s 32; Fohrer, History of Israelite Religion, s. 37; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, c, I, s. 257-258. Daha aynntılı bir yorum için krş. Cross. Canaanite Myth and Hebrew Epic, s 12 vd. 213
DİNSEL İNANÇLAR VC DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - [
"Babanın tanrısı" i l k başta en y a k ı n d a k i a t a n ı n t a n n s ı d ı r ve oğullar da onu ka b u l eder. T a n r ı kendini bu ataya göstererek bir tür akrabalığı d o ğ r u l a m ı ş olmak tadır. O bir tapmağa değil, eşlik ettiği ve k o r u d u ğ u b i r grup insana bağlı bir gö çebe t a n n s ı d ı r . "Kendine inananlara vaatlerde bulunur."
17
Belki de daha eski olan
diğer isimler, "İshak'm k o r k t u ğ u " diye çevrilen, ama aslında "lshak'm atası"nı ifade eden pahad yişhâk
ve "Yakup'un kalesi (veya koruyucusu)" anlamında ^atrıır
\ja aqnWı'tur (Tekvin 31:42, 53). c
Kenan ülkesine giren i l k Peygamberlerin karşısına tanrı El tapımı çıktı ve "babanın tanrısı" t a p ı m ı de sonunda onunla ö z d e ş l e ş t i r i İ d i .
18
Bu ö z ü m s e m e , i k i
tanrı t ü r ü arasında belli bir yapısal benzerlik b u l u n d u ğ u n u d ü ş ü n d ü r ü y o r . Her ne olursa olsun, ;bir kez El'le özdeşi eştirildikten sonra, " b a b a n ı n tanrısı" ailelerin ve kabilelerin tanrısı olarak sahip olamayacağı evrensel boyutu elde etti. Bu, İlk Pey gamberlerin m i r a s ı n ı zenginleştiren bir sentezin tanh tarafından da d o ğ r u l a n a n i l k örneğidir. Ama örnekler bununla kalmayacaktır. Birçok b ö l ü m d e , ç o k kısa b i ç i m d e de olsa, t i k Peygamberlerin dinsel ibadetle r i n i nasıl yaptıkları betimlenmektedir. Ama b u b ö l ü m l e r i n bazıları anlattıkları olaylardan daha geç tarihli bir d u r u m u yansıtmaktadır. Bu nedenle Tevrat'ta anla tılan ibadetleri; eski ç o b a n k ü l t ü r l e r i n e , öncelikle de islam öncesi Arap kültürle rine özgü ibadetlerle karşılaştırmak yararlı olacaktır, Tekvin'e g ö r e , t i k Peygam berler kurban kesip adıyorlar, sunaklar yapıyorlar ve zeytinyağına buladıkları taşlar dikiyorlardı. Ama anlaşılan rahipsiz ve bazılarına g ö r e sunak da kullanma dan, yalnızca kırsal hayata özgü kanlı kurban (zebafı) sunuluyordu: "Her adak sa h i b i s ü r ü d e n aldığı k u r b a n ı n ı k e n d i kesiyordu; kurban yakılmıyor, k u r b a n ı kesen ve ailesi tarafından topluca y e n i y o r d u . "
19
De Vaux, s. 261. "Vaat izlegı Tekvın'de sık sık yinelenir. Çeşitli biçimlerde ortaya çıkar: is tikbal veya toprak vaadi, veya her ikisi birden" a y. İlk Peygamberlerin öykülerinde 'el eki ve bir isimden oluşan özel isimler sayılır: El Rüi, (Gören El [Türkçe çeviride "Beni gören Tanrı"], Tekvin, 16:13), El Şaddai ("Dağ'ın El'i, 18:1 vd); El 'Olam ("Olumsuz El," 21:33); El Beyi (31:13 vb). Krş de Vaux, s. 262 vd; Ringgren, s. 33 vd; Cross, s. 44 vd. R. de Vaux, a.g.y., s. 271. "Orta Arabistan'da kurban, tannnın varlığını simgeleyen dikilmiş bir taşın onunde kesiliyor, kanı taşın üzerine dökülüyor veya taşın dibine kazılmış bir çukura yayılıyordu. Bu tür kurbanlar özellikle göçmen Araplann ilkbahann ilk ayında bereketi ve sürünün refahını sağlamak için kutladıklan bayramlarda sunuluyordu. Muh temelen, İsrail'in yarı-göçebe çobanlar olan ataları da benzer bir bayram kutluyorlardı," a.y. 214
"MAİLÇOCİJKKEN.,."
Dikili
taşların massebah Imezbah] i l k anlamlarını ç ı k a r m a k kolay d e ğ i l d i r ,
ç ü n k ü dinsel b a ğ l a m l a r ı Farklı farklıdır. Bir taş y a p ı l m ı ş bir ahde tanıklık edebi l i r (Tekvin 31:45, 51-52), mezar yerine kullanılabilir (35:20) veya YakubYm öy k ü s ü n d e olduğu gibi teofaniye de İşaret edebilir./Yakup b a ş ı m b i r taşa y a s l a m ı ş uyurken tepesi göğe erişen
bir merdiven g ö r d ü ve "işte Yahve karşısında duru
y o r d u " ve ona bu ülkeyi vaat etti, Yakup u y a n d ı ğ ı n d a üzerine başım koyup uyu d u ğ u taşı d i k t i ve o yere "Beytel," " T a n r ı ' n m evi" adını verdi (Tekvin 28:1-22). D i k i l i taşlar K e n a n l ı i a n n tapmamda da bir r o l oynuyordu; bu nedenle daha sonra Yahvecilik tarafından m a h k û m edildiler. Ama aynı âdet islam öncesi Araplarda da vardı ( k r ş . dipnot 19), b u nedenle İ s r a i l o ğ u l l a n n m ataları tarafından da paylaşıl m ı ş olması akla yalan g ö r ü n ü y o r . " 2
57. İ b r a h i m , " i m a n ı n B a b a s ı " — İsrail'in dinsel tarihinde hattn sayılır bir r o l o y n a m ı ş i k i ritüel, ahit k u r b a n ı ve tshak'ın kurban ediliş ö y k ü s ü d ü r , t i k i d o ğ r u dan Tanrı tarafmdan İ b r a h i m ' e b i l d i r i l m i ş t i r (Tekvin 15:9 v d ) . Henüz d o ğ u r m a m ı ş bir inek, bir keçi ve bir koçun ikiye b ö l ü n m e s i n d e n o l u ş a n bu ritüeîin ben zerlerine b a ş k a yerlerde de r a s t l a n m a k t a d ı r ( ö m e g i n Hititlerde, k r ş . § 43). Ama belirleyici unsur, gece teofanisidir: " G ü n e ş b a t ı p karanlık ç ö k ü n c e , d u m a n l ı b i r mangalla alevli b i r meşale g ö r ü n d ü ve kesilen [ikiye b ö l ü n m ü ş ] hayvan parçaları n ı n a r a s ı n d a n geçti" (15:17) "O g ü n " Tanrı "Avranı'la bir ahit y a p t ı " (15:18). Bur ahit bir "sözleşme" değildir. Tanrı İ b r a h i m ' e hiçbir k o ş u l dayatmamakta, yalnızca kendisi t a a h h ü t vermektedir. Eski Ahit'te bir başka örneğine rastlanmayan b u r i tüel Yeremya'nın z a m a n ı n a kadar uygulanmıştır. Birçok yazar b u
ritüelin
i l k Pey
gamberler çağında bilindiği iddiasına karşı ç ı k m a k t a d ı r . Gerçi kurban t ö r e n i Yahveci b i r çerçevede anlatılmıştır, ama teoloji açısından yeniden y o r u m l a n ı ş ı o n u n ilkel niteliğini yok edememiştir, Tekvin'de b i r tek kurban töreni ayrıntısıyla betimlenmektedir: lshak'm kur ban ediliş ö y k ü s ü (22:1-19). T a n r ı İ b r a h i m ' d e n o ğ l u n u kendisine yakarak kurban etmesini Çolak) istemişti ve i b r a h i m tam onu kurban etmeye h a z ı r l a n ı y o r d u k i , lshak'm yerine b i r k o ç i n d i r i l d i . Bu b ö l ü m sayısız tartışmaya yol açmıştır. Bu
İlk Peygamberlerle ilgili anlatılar bazı kutsal ağaçlardan söz eder: ömegin More Meşesi (12:6) ve Mamre Meşesi (13:18 vb) İlk Peygamberlerin bu agaçlanna tapınılması son radan sıkıntı yaratmaya başladı ve bu tapım, "tepelerdeki, bol yapraklı her ağacın altın daki" (Tesntye 12:2) Kenan tapım yerlerinin mahkûm edilmesiyle birlikte yasaklandı. 215
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞUNCE1 ER TARİHİ - i
arada 'oioîı teriminin altı kez yinelendiğine dikkat çekilmiştir. Ancak bu kurban t ü r ü , kabileler kesin olarak ye rleşikl eştik ten sonra, Kenanlılardan alınmış o l m a l ı dır.
31
Ayrıca "geçmişin y ü c e İtilmesi" nden de söz edildi. Bununla birlikte Tek
v i n i n b i r s ü r ü pis ö y k ü de içerdiğini unutmamak gerek; b u da, yazıcıların gele neklerin yûceMmesinden
çok, aslına sadık bir şekilde aktarılmasıyla
teriyor" (italikler bana a i t ) .
uğraştıklarını g ö s
22
Kaynağı ne olursa olsun bu b ö l ü m , "tbrahımî i m a n ı n " Eski Ahit'tekı d e n n an lamını benzersiz bir güçle yansıtıyor. İ b r a h i m o ğ l u n u kurban etmeye hazırlanır ken, zaferi kazanmak için b ü y ü k oğlunu kurban eden Moa kralı Meşa ( I I . Krallar 3:27) veya zafer kazanırsa d ö n ü ş t e kendisini karşılamaya çıkacak i l k kişiyi,
bu
nun kendi kızı, tek çocuğu olabileceğini d ü ş ü n m e d e n , yakılan kurban olarak Yahve'ye sunmaya söz veren Yeftah gibi (Hâkimler 11:30 vd), kesin bir s o n u ç beklentisi de yoktur, i l k doğan çocuğun kurban edilmesi ritüeli de söz konusu değildir, zaten b u rituel daha geç tarihlerde öğrenilmiş ve IsrailoğuHarında hiçbir zaman y a y g ı n l a ş m a m ı ş t ı r , ibrahim kendisini Tann'sma "iman"la bağlı hissedi y o r d u . Tanrı rım ondan y a p m a s ı n ı istediği davranışın anlamını " k a v r a m ı y o r d u , " halbuki ilk d o ğ a n bebeklerini bir tanrıya kurban edenler bu rıtüelin a n l a m ı n ı n ve b ü y ü s e 1-dinsel g ü c ü n ü n tamamen farkındaydılar. Diğer yandan i b r a h i m kendi T a n n ' s ı n ı n kutsallığından, m ü k e m m e l l i ğ i n d e n ve g ü c ü n ü n her şeye yeteceğinden asla ş ü p h e duymuyordu. Dolayısıyla kendisinden beklenen davranışın bir evlat katli g ö r ü n ü m ü n d e o l m a s ı n ı n tek nedeni, insan i d r a k i n i n g ü ç s ü z l ü ğ ü y d ü . D i ğ e r b ü t ü n insanlar için bir cinayetten hiçbir farkı olmayan bu hareketin anlamını ve değerini yalnızca Tanrı b i l i y o r d u . Burada, kutsalın diyalektiğinin özel b i r örneğiyle karşı karşıyayız: "kutsal olmayan," i l k yapısını koruyarak (kutsal bir taş yine de bir taş olarak kalıyor) "kutsal"a d ö n ü ş m e k l e k a l m ı y o r , "kutsallaştırma" insan aklı tarafından idrak edi lebilecek b i r şey olmaktan da çıkıyor: ^Evlat k a t l i ( i l k d o ğ a n bebeklerini kurban edenlerde o l d u ğ u gibi) belirli bir sonucu hedefleyen bir ritüele
dönüştürülmez,
i b r a h i m bir n t ü e l yapmaz ( ç ü n k ü hiçbir a m a c ı yoktur ve davranışının a n l a m ı bile
*" De Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s 270 "Eski oldukları kuşku götürmeyen metinlerde (bu konuya) ilk değinmeler. Hükiraler çağına tanhlenmektedir." 2 1
H. H. Rowley, Worship HI Ancient Israel, s. 27. Aslında metinler Yakup'un oğullarının yaptıklan ibadet hakkında tazla bir bilgi vermez, ama onları omusıızlaştıran birçok öykü ak tarılır; örneğin Şimeon ve Levi'nin Şekem şehrinde başlarından geçenler (Tekvin, 34) veya Yahuda ile Tamar'm öyküsü (Tekvin, 38). 216
"İSRAİL ÇOCUK Kî: N
ona yabancıdır); diğer yandan " i m a n ı " b i r cinayet işlemediği konusunda ona gü vence verir. İ b r a h i m ' i n hareketinin " k u t s a l l ı ğ ı n d a n k u ş k u d u y m a d ı ğ ı , ama bu kutsallığın "niteliği anlaşılamaz," dolayısıyla bilinemez o l d u ğ u söylenebilir. "Kutsal'i bilebilme konusundaki b u olanaksızlık (çünkü "kutsal"
tamamen
"kutsal olmayan"la özdeşleşmiştir) üzerine geliştirilecek d ü ş ü n c e çabası hatırı sa yılır sonuçlara y o l açacaktır. İ l e n d e göreceğimiz gibi, " l b r a h i m î iman" Tapınağın ikinci kez yıkılması ve devletin yok o l m a s ı n d a n sonra, Yahudi halkının trajik ta rihlerinin
b ü t ü n sınavlarına k a t l a n m a s ı n ı sağlayacaktır. Ve bazı Hıristiyan d ü ş ü
n ü r l e r de onların i m a n ı n ı n paradoksal ve son tahlilde "tanınamaz" niteliğini, an cak ç o k geç tarihlerde, XIX. ve XX. yüzyıllarda, İ b r a h i m örneği üzerine düşünce y ü r ü t e r e k yakalamışlardır. Kierkegaard, nişanlısının hayal edilmesi olanaksız b i r b i ç i m d e kendisine geri verileceği umuduyla ondan vazgeçiyordu. Ve Leon Chestov gerçek iman için bir tek kesin kanı gerektiğini, b u n u n da "Tanrı için her şey m ü m k ü n d ü r " o l d u ğ u n u açıklarken, İ b r a h i m ' i n deneyimini biraz daha basıtleştirerek aktarmaktan b a ş k a bir şey y a p m ı y o r d u ,
58. M u s a ve M ı s ı r ' d a n Ç ı k ı ş — İsrail d i n i n i n başlangıç d ö n e m l e r i , T e k v i n i n 46.-50. bablarında, Çıkış'ta ve Sayılar kitabında anlatılmıştır. Çoğuna d o ğ r u d a n T a n r ı ' n m y o l açtığı b i r dizi olay s ö z konusudur. En ö n e m l i l e r i m hatırlatalım; Yak u p ve oğullarının Mısır'a yerleşmesi; birkaç yüzyıl sonra, israil o ğ u l l a r ı n ı n i l k d o ğ a n bebeklerinin ö l d ü r ü l m e s i n i emreden b i r firavunun başlattığı baskı; kardeş lerinden b i r i n i d ö v e n bir Mısırlı askeri ö l d ü r d ü k t e n sonra Musa'nın (katliamdan mucize eseri k u r t u l m u ş ve firavunun sarayında yetiştirilmişti) başından geçenler. Özellikle Midyan ç ö l ü n e kaçışı, "alevli çaîı"nın g ö r ü n m e s i (Yahve'yle i l k karşılaş ması), T a n r ı ' n m ona h a l k ı n ı Mısır'dan ç ı k a r m a görevini vermesi ve T a n n ' n ı n adı n ı n Musa'ya bildirilmesi; firavunu boyun e ğ m e y e zorlamak için Yahve'ııin y o l aç tığı on felaket; Israilogullarımn yola çıkışı ve Kızıideniz'den geçişleri, onlara y o l vermek için yarılan deniz sularının peşlerindeki Mısır savaş arabaları ve askerlennin üzerine k a p a n m a s ı ; Sina Daginda T a n r ı ' n m g ö r ü n m e s i , Yahve'nin halkıyla yaptığı ahit ve vahyin içeriğini ve t a p ı m ı kapsayan b u y r u k l a r ı n buntı izlemesi; son olarak, çölde k ı r k yıl boyunca y ü r ü y ü ş , M u s a ' n ı n ö l ü m ü ve 'Yeşu komutasın da Kenan ülkesinin fethiİ E l e ş t i r m e n l e r yüzyıldan uzun b i r s ü r e d i r , bu Tevrat anlatıl a nndaki "mitolo j i k " ve "folklorik" unsurlar ve tortular kütlesi içinden "gerçeğe benzeyen" ve do-
217
DİNSEL INANCIAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
iayısıyla "tarihsel" u n s u r l a r ı seçip ayırma uğraşı içindedir. " Ayrıca M ı s ı r l ı l a r ı n , 2
5
K e n a n l ı l a n n ve diğer Yakındoğu halklarının siyasal, kültürel ve dinsel tarihine ilişkin dilbilimsel ve arkeolojik belgeler de kullanılmıştır. Bu t ü r belgelerin yar d ı m ı y l a , Y a k u p ü n Mısır'a y e r l e ş m e s i n d e n ( M Ö X V I I I . - X V I I . yüzyıl) "Çıkış" ve Kenan ülkesine giriş anlatılarında yankLİanna rastlanan, b i r ç o k y a z a r ı n M Ö X I I . yüzyıla tarihlen d irdiği olaylara varıncaya dek farklı İbrani g r u p l a r ı n ı n tarihinin aydmlatılabileceğı, kesinleştirilebilecegi, hatta yeniden oluşturulabileceği umulu yordu.
1 +
sel
bir
Tevrat dışı belgeler, Çıkış'ı ve Kenan'ın fethini en azından k ı s m e n tarih çerçeveye
oturtmaya
mutlaka
katkıda
bulunmuştur
Ömegın
19.
Hanedandan bazı firavunların askeri ve siyasi d u r u m l a r ı n a ilişkin bilgilere daya narak, Mısır'dan çıkış için o l d u k ç a kesin tarihler önerilebilrmşiir. Kazı sonuçları nı, öncelikle de bazı Kenan sitelerinin yıkılış tarihlerini dikkate alarak îsrailogull a n n ı n Kenan'a girişlerinin evreleri s a p t a n m ı ş t ı r . Ama b u zamandtzinsel çakışma ların ve karşılıklı bağıntıların çoğu hâlâ tartışmalıdır. Az sayıda u z m a n ı n g ö r ü ş birliğine varabildiği bir t a r t ı ş m a d a tavır almak bize d ü ş m ü y o r . İsrail d i n i açısından birinci derecede ö n e m taşıyan bazı olayları tarihsellik k a p s a m ı n a sokma i ş l e m i n i n , u m u l d u ğ u kadar, b a ş a n l ı olmadığını belirt mekle yetinekm. Tabii b u d u r u m söz konusu olayların tarihsel o l m a d ı k l a r ı n ı asla kanıtlamaz. Ama tarihsel olaylar ve kişilikler paradigmatik sınıflandırmalara gö re öyle biçimlendirilmiştir k i , ö r n e k l e r i n ç o ğ u n d a o n l a r ı n i l k ve ö z g ü n "gerçekli ğine" u l a ş m a olanağı zaten y o k t u r . Musa adıyla bilinen kişinin "gerçekliği"nden k u ş k u duymak i ç m bir neden yoktur, ama y a ş a m ö y k ü s ü ve kişiliğinin özgül çiz gileri h a k k ı n d a bilgi sahibi değiliz. Sonradan karizmatik ve mucizevi bir kişilik haline geldiği için, h a y a t ı , N i l N e h r i n i n kamışları arasına bırakılan p a p i r ü s t e n b i r sepet içinde ö l ü m d e n mucizevi bir b i ç i m d e k u r t u l m a s ı n d a n başlayarak, bir ç o k başka " k a h r a m a n " ı n y a ş a m ö y k ü l e r i n d e k i kalıbı izlemektedir (Theseus, Perse¬ us, Agade'li Sargon, Romulus, Kyros vb), M u s a ' n ı n ve ailesinin d i ğ e r üyelerinin isimleri Mısır d i l ı n d e d i r . Bu isimlerde
"Mit niteliğinden arındırma" çalışması görece basitti (on felaket veya Kıztldemz'den geçiş gibi "mucizeler" zaten "tanhsel" olaylar olarak kabul edilemezlerdi). Buna karşılık Tevrat metinlerinin olası tarihselliginı yorumlamanın çok hassas ve güç bir iş olduğu onaya çıktı. Tahliller sonucunda, farklı dönemlerde ve farklı teolojik bakış açılarından yapılmış bir çok yazım olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik birçok edebi türün etkileri de tanımlanabilmişt i Yazıcının belli bir edebi türün (saga, nuvella, atasözleri vb) kalıplannı kullandığı keş fedilince, bit olayın görünürdeki larihselligi güvenilmez hale geliyordu. Çıkış, 12:40'a göre Israilogullan Mısır'da 430 yıl kalmıştır. 218
-ISRAIL Ç O C U K K E N .
"dogma, oğlu" a n l a m ı n a gelen msy ö n e k i b u l u n m a k t a d ı r ; bu anlamda Ahmosis ve ya Ramses'le k a r ş ı l a ş t ı n l a b i lirler (Ra-messes, "Ra'nın oğlu"). Levi'nin o ğ u l l a r ı n dan Merari'nin adı, Mısır dilinde M r r y ' d i r ("çok sevilen"); Harun'un t o r u n u Pinhas Mısır dilinde P'-nksy'dit
("Zenci"). G e n ç Musa, A m o n t a p ı m m m yerine g ü n e ş
tanrısı Aton'a y ö n e l i k "tektanrıcılığı" geçiren Akhenaton " r e f o ı m u " n u da
(MÖ
1375-1350) ö ğ r e n m i ş olabilir, t k i din a r a s ı n d a k i benzerliklere dikkat ç e k i l m i ş tir
2 5
A t o n da "tek tanrı" ilan edilmiştir; Yahve gibi, "var olan her şeyi yaratan"
t a n r ı odur; son
olarak,
Akhenaton
"reformu"nun
"egitim"e
verdiği
önem
Yahvecilikte Tora'ya verilen rolle karşılaştı nla bil ir. Diğer yandan M u s a ' n ı n Akhe naton "reformu"nun b a s t ı r ı l m a s ı n d a n i k i k u ş a k sonra içinde b ü y ü d ü ğ ü Ramses t o p l u m u n u n ona çekici gelmesine olanak yoktu. Kozmopolitizm, dinsel bağdaştırmacılık (özellikle Mısır ve Kenan tapımları arasında), " o r j i " t ü r ü n d e n bazı uygu lamalar (her i k i cinsiyetten fahişelik), hayvanlara " t a p ı n m a , " b ü t ü n bunlar "baba ların d i n i " içinde yetiştirilmiş birisi için tiksinti u y a n d ı r a c a k şeylerdi. Mısır'dan çıkışa gelince, b u n u n tarihsel bir olayı yansıttığı kesin gibi gözük mektedir. Bununla birlikte b ü t ü n h a l k ı n değil, yalnızca b i r grubun, daha kesin b i r ifadeyle M u s a ' n ı n başını çektiği bir g r u b u n göçü söz konusudur. Diğer grup lar az ç o k barışçı b i r b i ç i m d e Kenan ülkesine sızmaya zaten b a ş l a m ı ş l a r d ı . Sonra dan göç ya da "Çıkış," I s r a i l o g u l l a n n ı n b ü t ü n kabileleri tarafından kutsal tarihle r i n i n b i r b ö l ü m ü olarak sahiplenildi. B i z i m k o n u m u z açısından ö n e m l i olan, Mı sır'dan çıkışın Paskalya kutlamasıyla i l i ş k i l i n d i r i l m e s i d i r . Başka b i r deyişle, gö çebe ç o b a n l a r a özgü ve İsrail oğulla t ı n ı n atalan tarafından binlerce yıldır uygula nan arkaik b i r kurban töreni yeniden değer k a z a n m ı ş ve Yahveciliğin "kutsal tari hi" içine katılmıştır. Kozmik dinsellikle u y u m i ç i n d e k i bir rituel ( ç o b a n halkların ilkbahar b a y r a m ı ) tarihsel b i r olayın anılması olarak y o r u m l a n m ı ş t ı r .
Kozmik
t ü r d e dinsel yapıların kutsal tarihin olaylarına d ö n ü ş t ü r ü l m e s i , Yahveri tektanncılığın ayırt edici niteliklerinden b i r i d i r ve Hıristiyanlık da b u özelliği benimse yip s ü r d ü r e c e k t i r ,
59. "Ben, B e n i m " — Musa, kayınbabası olan Midyanlı k â h i n Yitro'nun s ü r ü s ü n ü
Örneğin bkz. Albright, From the Stone Age to Christianity, s. 218 vd, 269 vd; aynı yazar, The Biblical Periodfrom Abraham to Ezra, s. 15 vd Ama başka yazarlara göre bu benzerlik ler ikna edici değildir; krş. Ringgren, la religion d'hrael, s. 51, Fohrer, History oj Israelite Reiigion, s. 79.
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELE I! T A R İ H İ -1
g ü d e r k e n , ç ö l ü n ötesine v a r d ı ve "Tann'nm dağı" Horev'e ulaştı. Orada "bir çalı dan y ü k s e l e n alevler"i g ö r d ü ve kendisine adıyla sesleniidiğini işitti. Biraz sonra, T a n r ı "ben b a b a n ı n T a n r ı s ı , İ b r a h i m ' i n T a n n ' s ı , İshak'ın Tanrı'sı ve Yakupun T a n r ı ' 5 i y ı m " diye k e n d i n i tanıttı (Çıkış 3:6). Bununla birlikte Musa t a n r ı s a l l ı ğ ı n bilinmeyen bir çehresiyle, hatta yeni b i r tanrıyla karşılaştığını hissetmişti. Israıloğulîarını gidip b u l m a ve onlara "beni size atalarınızın Tanrı'sı g ö n d e r d i " deme b u y r u ğ u n a u y m a y ı kabul etti. Ama "Adı nedir diye sorabilirler, o zaman ne diye yim?" dedi (3:13). O zaman T a n r ı şöyle dedi: "Ben, benim" ('rfıyeh '«şer 'efıyefı). Ve Musa'ya İsrail oğulla rina şu sözlerle seslenmesini b i l d i r d i : "Bent size 'Benim' g ö n d e r d i . . . . " (3:14). Bu isim etrafında çok fazla t a r t ı ş ı l m ı ş t ı r .
26
T a n n ' n m yanıtı oldukça gizemli
dir: Kendi v a r o l u ş biçimini ima etmekte, ama kişiliğini açığa ç ı k a r m a m a k t a d ı r . Tek söylenebilecek olan, T a n n ' n m a d ı n ı n , modern b i r ifadeye b a ş v u r a c a k olur sak, varlıkla var o l a n ı n b ü t ü n l ü ğ ü n ü çağrıştırdığıdır. Ama Yahve ibrahim'in
ve
diğer İlk Peygamberlerin T a n n ' s ı o l d u ğ u n u açıklar ve b u k i m l i k b u g ü n de ibra h i m ' i n mirasını benimseyen herkes tarafından kabul edilmektedir. Aslında "baba n ı n tanrısı" ile Musa'ya g ö r ü n e n t a n r ı arasında belli b i t sürekliliği ortaya çıkar mak m ü m k ü n d ü r
Daha önce de belirtildiği gibi, "önce Yahveciligin
çobanlann
arasmda d o g m a s ı ve çölde gelişmesi olgusu s ö z konusudur, Saf Yahvecilige dö n ü ş çöldeki duruma d ö n ü ş olarak sunulacaktır: Peygamberlerin 'göçebe ü l k ü s ü ' b u olacaktır."
17
" B a b a n ı n tanrısı" gibi Yahve da belirli b i r yere bağlı d e ğ i l d i r ; ay
rıca b i r g r u b u n ö n d e r i olarak Musa'yla özel bir ilişkisi vardır. Ama farklılıklar da a n l a m l ı d ı r . "Babanın tanrısı" isimsizken, "Yahve" gizemini ve aşkınlığını onaya koyan bir özel isimdir. Tanrıyla m ü m i n l e r i arasındaki iliş kiler değişmiştir; Artık " b a b a n ı n t a n r ı s ı " n d a n değil, "Yahve'nin h a l k ı ' n d a n söz edilir. İ b r a h i m ' e verilen vaatlerde (Tekvin 12:1-3) mevcut olan tanrı tarafından seçilme d ü ş ü n c e s i kesinlik kazanır: Yahve İlk Peygamberlerin soyundan gelenlere " h a l k ı m " der, onlar, R. de V a u ü ' n u n deyişiyle, Yahve'nin "kişisel m ü l k ü ' d ü r . "Ba b a n ı n t a n r ı s ı " m n El le b i r l e ş t i r i l m e s i sürecinin d e v a m ı n d a , Yahve de onunla öz de şleştiri İmiş tir, Yahve El'den kozmik yapıyı a l m ı ş ve kral u n v a n ı da
El'den
Bkz Ringgıen tarafından kaydedilmiş son kaynakçalar, s. 43 vd; Fohrer, a.g.y., s. 75 vd; de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s. 321 vd; Cross, Canaanite Mytfi and Hebrew Epic, s. 60 vd, R de Vaux, a.g.y,, s. 424, Devam eden bölümde bu yazann çöztımlem elerin i kul lanıyoruz, s 424-431. 220
' K l i A Î L ÇOCUKKEN.
Yahve'ye g e ç m i ş t i r . "Yahvecüik El'in dininden, bene" e'iolıîm'den o l u ş a n t a n n n m maiyeti f ı k n n i de a l d ı . "
20
Diğer yandan Yahve'nın savaşçı niteliği tam anlamıyla
m ü m i n l e r i n i n koruyucusu olan " b a b a n ı n tanrısı" r o l ü n ü n bir uzantısıdır. Vahyin özü O n Emir'de y o ğ u n l a ş m ı ş t ı r (Çıkış 20:3-17; k r ş . Çıkış 34.10-27). Metnin b u g ü n k ü hali Musa çağına ait olamaz, ama en ö n e m l i emirlerin
ilkel
Yahvecüik d ü ş ü n c e s i n i yansıttığına k u ş k u yoktur. On E m i r ' i n i l k maddesi olan, "Benden başka t a n r ı n olmayacak!" terimin dar a n l a m ı n d a b i r t e k t a n n c ı h g ı n söz konusu o l m a d ı ğ ı n ı kanı d a m a k t a d ı r . Başka tanrıların varlığı inkar e d i l m e m i ş t i r . Kızıldeniz'den geçtikten sonra s ö y l e n e n zafer ilahisinde, Musa haykırır: "Var m ı senin gibisi ilahlar a r a s ı n d a , Yahve?" (Çıkış 15:11). Ama mutlak sadakat isten mektedir; ç ü n k ü Yahve "kıskanç b i r T a n r ı " d ı r (Çıkış 20:5). Sahte tanrılara karşı m ü c a d e l e ç ö l d e n çıktıktan hemen sonra, Peor'da başladı. Orada Moavh kızlar, îsr a i l o g u l l a n n ı k e n d i tanrılarına yap t ı k l a n kurban törenlerine davet ettiler. "İsrail halkı yiyeceklerden yedi ve o n l a n n ilahlarına taptı" (Sayılar 25:2 v d ) , böylece Yahve'yi öfkelendirdiler, israil açısından, Baal Peor'da başlamış bu m ü c a d e l e hâlâ sürmektedir. İkinci emrin, "Kendine hiçbir tasvir y a p m a y a c a k s ı ı ı ' i n a n l a m ı m kavramak ko lay değildir. Burada s ö z konusu olan putlara t a p ı n m a m » y a s a k l a n m a s ı d e ğ i l d i r . Putperest t a p ı m l a r m alışılmış nesneleri olan tasvirlerin, tanrıyı b a r ı n d ı r a n b i r zarftan b a ş k a b i r şey olmadığı biliniyordu. B ü y ü k olasılıkla, btı e m i r i n satır ara larındaki d ü ş ü n c e , Yahve'yi bir t a p ı m nesnesiyle temsil etmenin y a s a k l a n m a s ı n ı k a p s ı y o r d u . Yahve'nin nasıl k i "ismi" yoksa, "tasviri" de o l m a m a l ı y d ı . Tanrı bazı ayrıcalıklı kişilere d o ğ r u d a n , insanların geri kalanına ise yaptıklarıyla
görünü
yordu. Y a k ı n d o ğ u ' n u n insan ve hayvan b i ç i m i n d e veya kozmik bir b i ç i m d e teza h ü r eden diğer tannlarmdan farklı olarak, Yahve yalnızca insan biçimli olarak ta savvur edilmiştir. Ama k o z m i k tezahürlere de b a ş v u r a b i l m e k t e d i r ; ç ü n k ü bütün d ü n y a o n u n yaratımıdır. Yahve'nin insan biçimli o l u ş u n u n i k i l i b i r y ö n ü vardır. Bir yandan Yahve yal nızca insana özgü nitelik ve kusurlar gösterir: acıma ve k i n , sevinç ve keder, af ve i n t i k a m (bununla birlikte O, Homeros t a n n l a n n ı n zaal ve k u s u r l a r ı n ı göster-
De Vaux, a.g.y., s. 428. "Ama 151'ın Yahve'ye yumuşaklığını ve acıma duygusunu da ver diğini söylemek pek doğru olmaz; çünkü Yahve başlangıçta zalim ve şiddetli bir tanrı görüntüsü vennektedir Çıkış'ın muhtemelen daha eski tarihli metninde (34:6), Yahve kendini "acıyan, lütfeden tamı" olarak tanımlamaktadır," a.g.y., s 429. 221
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - ]
mez ve bazı Olympos sakinleri gibi g ü l ü n ç duruma d ü ş ü r ü l m e y i kabullenmez). Diğer yandan Yahve, t a n r ı l a n n ç o ğ u n d a g ö r ü l d ü ğ ü gibi, insanlık halini yansıt maz: Bir ailesi değil, göksel b i r maiyeti v a r d ı r
Yahve yalnızdır. M ü m i n l e r i n d e n ,
D o ğ u l u b i r despot gibi, mutlak itaat beklemesi olgusunu da yine insana yakın b i r özellik olarak m ı d e ğ e r l e n d i r m e k gerekir? Daha çok mutlak m ü k e m m e l l i k ve te m i z l i k y ö n ü n d e insanlık dışı b i r istek söz konusudur. "Üç t e k t a n n c ı d i n i n pey gamberlerinin ve misyonerlerinin ayırt edici nitelikleri olan h o ş g ö r ü s ü z l ü k ve bağnazlık Yahve'de i l k örneğini ve gerekçelerini bulur. Yahve'nin şiddeti de insan yapısı çerçevelerini kırar. K i m i zaman "öfkesi" öyle akıldışıdır k i , Yahve'nin "şeytana i n a n m a s ı " n d a n söz edilebilmiştir. Kuşkusuz bu olumsuz çizgilerin bazıları daha geç bir d ö n e m d e , Kenan ülkesinin işgal edilme sinden sonra sertleştirile çektir. Ama "olumsuz çizgiler" Yahve'nin i l k yapısına aittir.j Aslında y a r a t t ı ğ ı n d a n mutlak farklı, "tam anlamıyla öteki" (Rudolph Otto'nun garız, öndere si) nlan tanrının yeni ve en g ö r k e m l i ifadesi söz konusudur.j Çelişkili "vasıflar"m b i r arada varoluşu, bazı davranışlarının akıldışıhğı Yahve'yi insani ölçekteki b ü t ü n " m ü k e m m e l i y e t ülkuleri"nden farklılaştınr. Bu açıdan ba kıldığında Yahve, H i n d u i z m i n bazı tanrılarına, ö r n e ğ i n Şiva'ya veya Kali-Durga'ya benzer. A m a arada ö n e m l i b i r fark vardır: Bu H i n t tanrıları ahlak ötesinde d i r ve varoluş tarzları bir ö r n e k o l u ş t u r d u ğ u için, m ü m i n l e r onlara ö y k ü n m e k t e duraksamazkır. Oysa Yahve en b ü y ü k ö n e m i , ahlaki ilkelere ve g ü n l ü k hayattaki ahlaka verir: O n Emir'in en az beşi bunlardan söz eder. Tevrat anlatısına g ö r e , Mısır'dan çıktıktan üç ay sonra Sina ç ö l ü n d e b i r teofani meydana geldi. "Sina d a ğ ı n ı n her y a n ı n d a n duman t ü t ü y o r d u ;
çünkü
Yahve d a ğ ı n ü s t ü n e ateş biçiminde inmişti. Dağdan ocak d u m a n ı gibi duman çıkı yor, b ü t ü n d a ğ şiddetle sarsılıyordu. Boru sesi gitgide yükselince, Musa k o n u ş t u ve T a n n gökgürlemeleriyle onu yanıtladı" (Çıkış 19:18-19). O zaman Yahve, da ğın dibinde duran IsrailoğuHarına g ö r ü n d ü ve Ahit Yasası'nı tebliğ ederek onlarla bir ahit yaptı; b u yasa O n E m i r l e başlıyor ve ibadetle i l g i l i b i r ç o k kural içeri yordu (Çıkış 20:22-26; 21:24-26).
30
Daha sonra Musa Yahve'yle yine g ö r ü ş t ü ve
"şehadetin i k i levhasını, Allah'ın eliyle yazılmış taş levhaları" aldı (31:18; k r ş . bir diğer versiyon, 34:1-28). Mendenhall, Ahit Yasasının ü s l u p açısından biçimi nin M Ö 11. binyılda yaşamış Hitit h ü k ü m d a r l a r ı n ı n Anadolu'daki vasallarıyla yap-
Krs. botırer, J-ıisiory of Ismthte Rdigion, s. 78 vd. Bütün bu metinlenn daha geç tarihlerde yazıldığım veya düzenlendiğini ayrıca belirtmeye gerek yok. 222
-ISRAIL Ç O C U K K E N .
t ı k l a n a n l a ş m a l a r ı hatırlattığını saptadı.
Ama bu i k i a n l a ş m a k ü m e s i arasındaki
benzerlikler gerçek olsa da, pek belirleyici g ö r ü n m e m e k t e d i r Israilogullarının çölde geçirdikleri kırk yıl boyunca y a p t ı k l a n ibadet hakkın da kesin hiçbir ş e y bilinmemektedir. Çıkış (26; 38:8-38) çöl tapınağını ayrıntı sıyla betimlemektedir: Söz konusu tapınak, daha geç tarihli b i r anlatıya göre Yasa l e v h a l a n n ı n içinde b u l u n d u ğ u (Tesniye 10:1-5; vb) Şehadet S a n d ı ğ ı n ı n veya Ahit Sandıgı'nın saklandığı Toplanma Çadırıdır. Bu anlatı b ü y ü k b i r olasılıkla gerçek bir d u r u m u y a n s ı t m a k t a d ı r . T a p ı m çadırları veya içlerinde taştan p u t l a r ı n taşın dığı tahtırevanlar islam Öncesi Araplarda da g ö r ü l ü r . Metinler s a n d ı k ve çadırdan bir arada s ö z etmemektedir'ama tıpkı Araplarda o l d u ğ u gibi, herhalde s a n d ı k çad ı n n içindeydi. Eskiden " b a b a n ı n t a n r ı s ı n ı n yaptığı gibi, Yahve de halkına reh berlik ediyordu|. S a n d ı k bu g ö r ü n m e z varlığı simgeliyordu; ama içinde ne bulun d u ğ u n u bilmeye olanak yoktur. Anlatıya g ö r e , Musa Moav b o z k ı r l a n n d a Eriha'nın karşısında öldü. Yahve ona Kenan ülkesini gösterdi: "Ülkeyi sana g ö s t e r d i m ama oraya gitmeyeceksin" (Tes niye 34:4; k r ş . Sayılar 27:12-14). Bu ö l ü m de efsanevi ve paradigmatik Musa k i şiliğine u y m a k t a d ı r . Bu adla t a n ı n a n kişilik h a k k ı n d a yalnızca, o n u n Yahve'yle sü rekli yinelenen dramatik b u l u ş m a l a n y l a ö n e çıktığı bilinmektedir. Musa'nın ara cılık ettiği vahiy onu hem esrimeye giren ve Tanrı'yla k o n u ş a n bir peygamber, hem de bir " b ü y ü c ü " yapmıştır; Levi rahiplerine Örnek o l u ş t u r a n ve tam b i r karizmatik
ö n d e r olan Musa, bir kabileler grubunu bir millet çekirdeğine, israil
h a l k ı n a d ö n ü ş t ü r m e y i başarmıştır.
60. H â k i m l e r D ö n e m i n d e
D i n : Bagdaştırmacılığın İlk A ş a m a s ı — Yeşüntm
y ö n e t i m i n d e k i Musa'nın grubunun Kenan'a girdiği M O 1200 tarihinden Saul'ün kral ilan edildiği M Ö 1020'ye kadarki d ö n e m e Hakimler Çağı denmesi konusunda g ö r ü ş birliğine varılmıştır. H â k i m l e r ; komutanlar, d a n ı ş m a n l a r ve h u k u k adamlanndan o l u ş u y o r d u . Başka aşiretler Yahveciliği b u d ö n e m d e , özellikle de bazı parlak zaferlerin a r d ı n d a n kabul ettiler; çünkü Yahve savaşa d o ğ r u d a n müdahale etti. Yeşu'ya güvence verdi: "Onlardan korkma; onlan eline teslim ediyorum!" (Yeşu 10;8). N i t e k i m Yahve g ö k t e n , d ü ş m a n ı n binlercesmi bir anda ö l d ü r e n " i r i
C, E. Mendenhall, Law and Covenant in Israel and die Ancient East (1955). Bu varsayım diğer yazarların yanı sıra Albright tarafından da kabul edildi, Yûiıveiı and the Gods o\ Canaan, s, 107 vd. 223
DİNSEL İNANÇ!-AR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
i r i dolu yağdırdı" (Yeşu 1 0 : 1 1 ) . Kenan kralı Yavin'e karşı kazanılan zaferden son ra, Debora ve Barak T a n r ı ' n ı n öfkesini
şarkıya dökcüler: "5eir'den
çıktığında
Yahve . . . y e ı sarsıldı, g ö k l e r d e n y a ğ m u r b o ş a n d ı , evet bulutlar eriyip su oldu" ( H â k i m l e r 5:4 v d ) . Kısacası Yahve'nin Kenanlıların Lannlanndan daha güçlü oldu ğu ortaya çıkar. O n u n a d ı n a yapılan savaş kutsal bir s a v a ş t ı r :
32
Erkekler kutsan
mıştır (lîiddes, "ayinle kutsallaştırmak") ve ritüel temizliğe u y m a l a r ı gerekir. Ga nimet ise " h a r a m " d ı r , yani yakılan kurban olarak Yahve'ye sunulur ve tamamen y o k edilir. Ama yeni b i r v a r o l u ş ü s l u b u n a u y u m sağlayan Yahvecilik evnlir ve d e ğ i ş i r . Ö n c e b ü t ü n ç o b a n t o p l u m l a n tarafından yüceltilen değerlere karşı bir tepki g ö r ü lür. Yael, göçebelerde ç o k kutsal olan konukseverlik yasasını haince i h l a l eder: Bozgundan sonra kaçan Kenanlı k o m u t a n ı çadırına davet eder ve onu uykusunda ö l d ü r ü r (Hakimler 4 : 1 7 v d ) , Musa z a m a n ı n ı n taşınabilir tapınağı k u l l a n ı l m a z hale gelir. Artık kutsal tapmaklar ve alanlarda ibadet edilmektedir. Ama t a h m i n edilebileceği gibi asıl ö n e m l i s o n u ç l a r a , Kenan diniyle etkileşim yol açar. Üstelik b u etkileşim M Ö V I I . yüzyıla dek sürer. Yahve ile El'in birleşti rilmesinin
a r d ı n d a n , El tapımına ait olan Yahvecilik öncesi tapmaklar ve birçok
Kenan tapınağı Yahve'ye a d a n ı r .
35
H â k i m l e r çağında Yahve ile Baal'in birbirine ka
r ı ş t ı r ı l m a s ı ise daha da şaşırtıcıdır. Yahveciliğe olan taı anlatıyla ü n l ü ailelerde bile içinde baal sözü g e ç e n isimlere r a s t l a n m a k t a d ı r . M e ş h u r G t d y o n ' u ı ı b j ^ a d ı da Yerubbaal, "Baal kendini savunsun" (Hakimler 6:32). Bu da "Tanrı. Efendi" anla m ı n a gelen baal s ö z c ü ğ ü n ü n Yahve'nin bir sıfatı gibi anlaşıldığını veya Yahve'nin y a n ı sıra Baal'e de t a p m ı l d ı g m ı d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r . ' 3
1
Herhalde başlangıçta Baal
gerçek b i r v e r i m l i l i k u z m a n ı , "toprak tanrısı" olarak kabul edilmişti. Baal tapımı ancak daha geç bir tarihte lanetlenip, dinsizliğin ö r n e k kanıtı haline geldi.
,
Kenan kurban sistemi b ü y ü k o l ç u d e benimsendi. Kurban töreninin en basit bi çimi kutsal bir y*y:e çeşitli adaklar b ı r a k ı l m a s ı n d a n veya zeylinyağı ya da su saçı-
G, von Rad, Der heilige Krieg ıın alien Israel (1951), özetleyen Ringgren, La religion d'hrael, S. 6 0 - 6 7 ] "Yasak" anlamına gelen İminin sözcüğü, "kutsal" anlamına gelen bir kiıklen türemiştir. Ringgren bunu tanı Israilogullanna özgü bir görüngü olarak değerlendirmek tedir; ama A. Lodsve Albright yalnızca Samilerle de sınırlı kalmayan başka örnekler ver mektedirler; krş. Rowley, Worship in Ancicnı Israel, s 56 ve dipnot 7. Bu tapmakların listesi için bkz. Fokrer, a.g.y., s. 111-113. Tapırtılar arası bağdaş t ırırmcılık hakkında bkz. G. W. Ahlstıöm, Aspects ojSyncretism in Israelite Religion, s, 11 vd; Rowley, a.g.y., s. 58 vd, Krj, Ringgren, a.g.y.. s. 56; Fobrer, s. 10.5. 224
"1SKA11. ÇOCUKKEN.
larmdan o l u ş u y o r d u . Sungular T a n n için bir besin kaynağı olarak g ö r ü l ü y o r d u ( H â k i m l e r 6:19). Israiloğulları, Yahve'ye sunulan b i r adak olarak y o r u m l a d ı k l a r ı , yakılan k u r b ı n Çolak) u y g u l a m a s ı n a b u d ö n e m d e başladılar. Ayrıca tarımla ilişki l i ç o k sayıda Kenan ibadetini ve hatta orji n i t e l i k l i bazı ritüelleri de benimsedi ler.
15
Ö z ü m s e m e süreci daha sonra, krallık d ö n e m i n d e yoğunlaştı ve i k i cinsiyet
ten kutsal fahişelik söz konusu oldu. Tapmaklar Kenan Örneklerine göre inşa edildi içlerinde bir sunak, mezbah'lift (dikili taşlar), aşera'lar (aynı adı taşıyan Kenan tanrıçasını simgeleyen tahta direk ler), su veya zeytinyağı s a ç ı l a n için testiler v a r d ı . Ritüel nesnelerinden en Önem l i l e r i n i sayalım; t e r a / ı m l e r (tasvirler veya maskeler) ve f/od'lar ( i l k halinde, tas v i r ü z e r i n e yerleştirilmiş b i r elbise). Tapımla görevli personel, k o r u m a s ı n ı üst lendiği t a p m a k l a r ı n etrafında ö r g ü t l e n i r d i . İlk sırada rahipler ve Levililer yer alırdı: K u r b a n l a r ı sunarlar, fallsfftve ejod yardımıyla Yahve'nin İradesini anlamaya çalışırlardı. Rahiplerin ve Levililerin yanı sıra, kahinlere veya falcılara da
(ra'eh)
da r a s t l a n m a k t a d ı r , ama o n l a r ı n vasıflan Üzerine yeterince bilgi sahibi değiliz. Falcılar, peygamberler (nâbiim) gibi tapınaklara bağlı değillerdi. Bunların en i y i bilinen ö r n e ğ i Balam'dır (Sayılar 22-24): D ü ş ü n d e veya u y a n ı k k e n Yahve'yi g ö r ü r ; Israiloğullarını lanetleyebilm.esi için o n l a n görmesi gerekir. Esrime
vasfına
sahip b u tipe d i ğ e r g ö ç e b e toplumla nnda da rastlanır (örneğin A r a p l a r d a k ı kâhin).
36
"Peygamber"in (nâbî) işlevi ç o k daha ö n e m l i y d i ; b u konuya ileride döneceğiz (§ 116). Şimdilik, t s r a i l o g u l l a n n ı n esrime n i t e l i k l i p e y g a m b e r l i ğ i n i n k ö k l e r i n i n Kenan dinine u z a n d ı ğ ı n ı ekleyelim, Gerçekten de Baal tapımı nâbtim'i 37
içeriyordu
(bkz. 1. Krallar, 18:19 v d ; I I . Krallar 10:19). Ama burada Mısır d ı ş ı n d a k i eski Ya k ı n d o ğ u ' d a oldukça yaygın b i r esrime deneyimi t ü r ü söz konusudur. S ü m e r l e r ' ' g ö k y ü z ü n e giren adam"ı bilirler; b u niteleme ş a m a n l a n n k i n e benzetilebilecek bir esrime y o l c u l u ğ u n u belirtir. Mari'de M Û X V I I I . yüzyıla ait metinler âpilum'lardan ("cevap veren") veya muhhûm
ve m u J ı h ü i u m l a r d a n , r ü y a l a n n d a veya
r ü y e ı l e n n d e tanrılardan gelen cevapları alan erkek veya k a d ı n l a r d a n s ö z eder. Bu
Fohrer, s. 106; Ahlstrûm, s 14 vd. .1, Pedersen, "The Role played by Inspired Persons among the Israelites and the Arabs;" J. Lindblom, Prophecy in Ancieni Israel, s. 86 vd. fikz, A. Haldar, Association of Cull Prophets Among the Ancient Semites, s. 91 vd, kaynakçay la birlikte. 225
fi!'NSja İNAMCA Vii IJÖSÜNCELEN T nltiesUamentlichen Prophétie, 1949-1965 (1967).
232
vm.
BÖLÜM
HlNT-AVRUPALILARIN DİNİ: V E D A TANRILARI
6 1 . H i n t - A v r u p a h l a r ı n Ö n t a r i h i — Hint Avrupalılar tarih sahnesine k o r k u n ç yı kımlarla çıktılar. M Ö 2300-1900 arasında Yunanistan, Küçük Asya ve Mezopo tamya'da ç o k sayıda kent y a ğ m a l a n d ı ve yakıldı. M Û 2300'e d o ğ r u Troya, Beycesultan, Tarsus ve Anadolu'daki diğer üç y ü z kent ve yerleşim merkezi de bunlara katıldı. Belgeler H i t i t , Luvı, M u a n n i a d ı verilen kavimlerden söz etmektedir. Ama A r i d i l i k o n u ş a n unsurlar başka işgalci ordular içinde de bulgu l a n m ı ş tır. H i n t - A v r u p a l ı halkların etrafa dağılması birkaç yüzyıl once başlamıştı ve yaklaşık i k i binyıl boyunca s ü r d ü . Âriler M Ö 1200'e d o ğ r u , Hindistan'daki Ganj vadisine girmişler, iranlılar Pers ülkesine sağlam bir b i ç i m d e yerleşmişler, Yunanistan ve Ege adaları Hint-Avrupalılaşrnıştı. Birkaç yüzyıl sonra, H i n d i s t a n ' ı n , italya y a r ı m a d a s ı n ı n , Balkan y a r ı m a d a s ı n ı n ve Karpat-Tuna bölgelerinin, Orta, Kuzey ve Ba tı Avrupa'nın. —Vistül'den Baltık denizine ve Atlas okyanusuna
kadar— Hint-
Avrupalılaşması ya t a m a m l a n m ı ş ya da ç o k ileri b i r aşamaya v a r m ı ş t ı . Bu belir gin s ü r e ç - g ö ç , yeni t o p r a k l a r ı n fethi, y ö r e sakinlerine ö n c e boyun e ğ d i r i l m e s i , sonra da asimilasyonu- ancak XIX. yüzyılda son b u l d u Buna benzer b i r başka d i l ve k ü l t ü r yayılması örneği b i l i n m i y o r . Yüzyılı aşkın bir s ü r e d i r , bilginler Hint-Avrupalıların anavatanını belirleme ye, ö n t a r i h l e ı i n i çözmeye ve g o ç a ş a m a l a r ı m a y d ı n l a t m a y a u ğ r a ş ı y o r .
Anavatan
Avrupa'nın kuzeyinde ve o r t a s ı n d a , Rusya b o z k ı r l a r ı n d a , Orta Asya'da, Anado lu'da v b a r a n d ı . Bugün, Karadeniz'in kuzeyinde, Karpatlar ile Kafkasya arasında kalan bölgelerin Hint-Avrupalılarm anavatanı olarak s a p t a n m a s ı konusunda
görüş
birliğine v a r ı l m ı ş t ı r . ' M Ö V . ve I I I . binyıllar arasında, t ü m ü l ü s {kurgan) k ü l t ü r ü adı verilen k ü l t ü r , Karadeniz'in kuzeyinde gelişmiştir.
M Ö 4000-3500 arasında
b u k ü l t ü r ü n batıya, Tisza'ya kadar yayıldığı fark edilmektedir. Bir sonraki binyıl boyunca, kurgan k ü l t ü r ü n ü n temsilcileri Orta Avrupa'ya, Balkan y a r ı m a d a s ı n a ,
bazı hayvanlar (kurt, ayı, kaz, sombalıgi, yabanansı, balansı) ve ağaçlar (kayın, gürgen, meşe ve söğüt) için ortak bir soz dağan bulunması, ılıman iklime sahip bir bölgeye işaret etmekledir. 233
D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1
Transkafkasya'ya, Anadolu'ya ve Kuzey iran'a (y. M Ö 3500-3000) girerler;
MÖ
I I I . binyılda A v r u p a ' n ı n kuzeyine, Ege belgesine (Yunanistan ve Anadolu kıyıları) ve D o ğ u Akdeniz'e ulaşırlar. Marıja Girabutas'a göre, kurgan k ü l t ü r ü n ü b i ç i m l e n diren ve taşıyan halklar, Ö n - H i n t - A v r u p a l ı l a r d a n ve d a ğ ı l m a n ı n son aşamalarında da Hint-Avrupaidardan başkası olamaz. Ne olursa olsun, Hint-Avrupa k ü l t ü r ü n ü n k ö k l e r i n i n neolitik çağa uzandığı kesindir, hatta mezoîitik çağa kadar da u z a n ı y o r olabilir. Diğer yandan b u kültü r ü n o l u ş u r k e n , kendinden ü s t ü n Yakındoğu uygarlıklarından etkilendiği de kesin dir. Savaş arabasını ve maden k u l l a n ı m ı n ı ,
1
bir Anadolu k ü l t ü r ü n d e n
(Kura-
Araksas k ü l t ü r ü ) a l m ı ş l a r d ı . M Ö IV, binyılda, Bal kan-Akdeniz bölgesi halkların dan etkilenmenin sonucu olan heykeller g ö r ü l ü r . Kilden, mermerden veya kay mak t a ş ı n d a n yapılmış b u heykeller, oturan bir tanrıçayı temsil etmektedir Kullanılan ortak söz dagan H ı n t - A v r u p a h l a r ı n tarımla uğraştığını, sığır (aynı zamanda domuz ve b ü y ü k olasılıkla koyun) yetiştirdiğini ve yabani ya da evcilleştirilmış atı da tanıdıklarını g ö s t e r m e k t e d i r . Hint-Avrupa halkları tarım ü r ü n l e rinden hiçbir zaman v a z g e ç e m e m i ş olsalar da, daha çok b i r hayvancılık ekonomi si g e l i ş t i r m i ş l e r d i r . Ç o b a n göçebelik, ailenin ataerkil yapısı, talan baskınlarına d ü ş k ü n l ü k ve fetihlere yönelik askeri ö r g ü t l e n m e , Hint-Avrupa
toplumlarının
ayırt edici çizgileridir. Kurganlarla (ev b i ç i m i n d e yapılmış ve zengin süslemeleri olan mezarlar) ç o k daha yoksul mezarlar a r a s ı n d a k i zıtlık, oldukça k ö k l ü bir top lumsal farklılaşmaya işaret etmektedir. Kurganlara b ü y ü k olasılıkla yalnrzea şef lerin cenazeleri k o n u y o r d u . Bizim k o n u m u z açısından, b u varoluş tarzının - s a v a ş ve fetih amaçlarına g ö r e güçlü b i r b i ç i m d e yeniden ö r g ü t l e n m i ş çoban g ö ç e b e l i ğ i n - özgül dinsel değerle rin çıkışını ne ö l ç ü d e teşvik ettiğini ve kolaylaştırdığını saptamak ö n e m t a ş ı y o r . T a r ı m t o p l u m l a r ı n ı n y a r a t ı m l a r ı n ı n b i r ç o b a n toplumunun dinsel özlemlerine tam u y m a d ı ğ ı açıktır. Diğer yandan, hiçbir çoban t o p l u m u çiftçilerin
ekononıi-
sinden ve dininden tamamen bağımsız değildir. Üstelik Hint-Avrupalılar göçleri ve fetihleri sırasında sürekli olarak tarımla u ğ r a ş a n yerleşik halklara b o y u n eğ d i r m i ş ve onları asimile etmişlerdir. Başka b i r deyişle H m t - A v r u p a l ı l a r , ayrışık, hatta çelişkili dinsel yönelişler arasındaki sembiyozun yarattığı tinsel gerilimler le, tarihlerinin o l d u k ç a erken bir d ö n e m i n d e tanışmış olmalıdırlar.
2
"Bakır" ve "balta" için kullanılan terimler Sümercedir; bu terimler, Avrupa dil grupları (Cermenik, ttalık-Kelt dilleri, lllyna-Trak dilleri, Grek-51av dilleri) aynhnadan önce alın mıştır. 234
HİNT-AVRUPALILARIN DİNİ: VEDA TA
62. t i k Panteon ve O r t a k D i n s e l S ö z D a ğ a r ı — Oı y a p ı l a n yeniden oluşturulabilir. Elimizde öncelikle kısa, ama değerli bilgiler b u l u n m a k t a d ı r , inceleme " t a n n " y ı ifade eden terimler (Latmcede deıts, Sansk Lİtovca diewas, eski Cermen dilinde tivar) ve başlıca lupiter) içinde, Hint-Avrupa d i l i n i n deiwos, "gök" k i şüncesi göksel kutsallıkla, yani ışık ve " a ş k ı n l ı k ' l a ğında, egemenlik ve yaratıcılığın
i l k manasıyla,
u y u m l u g ö z ü k m e k t e d i r , taök ( t a n n s ı ) tam a n l a m ı y Dyauspitar, Yunan tanrısı Zeus Pater, lllyria t a n n s ı ter, iskit t a n n s ı Zeus-Papaios, Trak-Frig tanrısı Zeu G ö k ve hava hiyerofanderi başat b i r r o l oynadıj g ü r ü l t ü s ü n e verilen isimle anılması da şaşırtıcı c Thor; Keklerde Taranis (Tanaros), Baltık'ta Perkûna: k i de daha Hint-Avrupa d ö n e m i n d e gök tanrısı - d ı egemeni o l d u ğ u için y ü c e t a n n - fırtına tanrıları ka tı: Bu olaya dinler tarihi içinde o l d u k ç a sık rastlanıl rattıgı ateşin de göksel kökenli o l d u ğ u kabul edilm rupa dinlerinin ö z g ü n bir unsurudur; ö n e m l i Veda 1 MIS, Litovca ugnis, eski Slavca ogni s ö z c ü k l e r i n d e ayın ran ö n t a r i h t e n itibaren ü s t ü n bir konuma yükseldi^ dilinde Sürya, Yunancada Helios, eski Cermen d i l i n i ce, hepsi g ü n e ş a n l a m ı n a gelmektedir) Ama farklı 1 İlkle de Yakındoğu dinleriyle temas k u r u l d u k t a n sot reketli b i r tarih y a ş a m ı ş t ı r . Yer ise (*GH EM)* Gök; 5
[
Yunancadaki ifıeos sözcüğü aynı dizi içinde yer alman ifade eden bir kökten türemiştir; krş. Litovca dıvesiu, "so "soluk;" duşa, "ruh " Demek ki ifıeos, "tann" sözcügünür den hareketle geliştiği varsayılabtlir. * İran'da ateş tanrısının adı Âtar'dır; ama tapımın daha değil *agni dendiğini gösteren bilgiler bulunmaktadır; Mdımerbund, s. 77 vd. 5
Aynca güneşin temsil ettiği kutsallık. Yunan-Doğu bağd teolojik ve felsefi yeniden yaratıma olanak vermiştir; c netliğinin yayılması karşısında son kaybolan kozmik taı 235
DİNSEL INANÇLAR VE D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1
olarak kabul ediliyordu; ama Yeryüzü Ana dinsel düşüncesi H i n t-Avrupalılarda daha geç tarihlidir ve b u d ü ş ü n c e y e sınırlı bir alanda r a s t l a n m a k t a d ı r .
6
Bir d.:tt:
k o z m i k unsur olan r ü z g â r ı n , Litovcada Wejopatis, "Rüzgârın Efendisi," İran'dı Vayu ve Hindistan'da Vâyu diye tan n l aş t irildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Ama b u son ık: ö r n e k t e , k o z m i k epifanilerden daha fazlası söz konusudur; Bunlar, özellikle
i
İranlıların Vayu'su egemen tanrıların ö z g ü n çizgilerine sahiptir. H i n t-Avrupalılar ö z g ü l bir mitoloji ve teoloji g e l i ş t i r m i ş l e r d i . Kurban t ö r e l leri y a p ı y o r l a r ve söz ile ş a r k ı n ı n ( " K A N ) büyüse!-dinsel d e ğ e r i m b i l i y o r l a r d ı . M e k â n ı k u t s a m a l a r ı n ı ve yerleştikleri topraklan " k o z m i k l e ş t i r m e l e r i n i " s a ğ l a r a z kavramlara ve ritüellere sahipliler ( b u mitsel-ritüel senaryo eski Hindistan, R o c a ve Keklerde bulgulanrnışrır). Ayrıca bu n t ü e l l e r d ü n y a y ı d ö n e m s e l olarak (törene katılan i k i grup a r a s ı n d a k i ritüel kavga yoluyla) yenilemelerine de olanak t a r ı y o r d u (bu r i m e l i n Hindistan ve İ r a n ' d a izleri kalmıştır). Şenliklere insanların ya n ı sıra tanrtlann da katıldıkları kabul ediliyor ve onlara sunulan kurbanlar yakı lıyordu. H i n t - A v r u p a l ı l a r t a p ı n a k y a p m ı y o r l a r d ı ; b ü y ü k olasılıkla tapım açık ha vada ve etrafı çevrili, k u t s a n m ı ş b i r toprak parçasında y a p ı l ı y o r d u . Bir diğer öz g ü n isarer, geleneğin rında yazı kullanımının
sözlü
aktanım
ve Yakındoğu
uygarlıklanyla
karşılaştıkla
yasaklanmasıdır.
Ama d o ğ a ! olarak, i j k Hürt-Avrupa göçlerini (Hititler, H i n t - l r a n l ı l a r , Yunan lar, İtaiikier) sonunculardan (Cermenler, Bairık Slavları) ayıran yüzlerce
yıl nede
niyle, ortak miras tarihsel d ö n e m i n söz d a ğ a r ı n d a , teolojilerinde ve m i t o l o j i l e rinde her zaman ayıri edilememektedir. Dıger yandan, hiçbir geleneğin d e ğ i ş i m g e ç i r m e d e n sonsuza dek s ü r ü p g i t m e d i ğ i de u n u t u l m a m a l ı d ı r . Bu d e ğ i ş i m l e r ya yeni tinsel y a r a t ı m l a r ı n ya da etkilenmelerin, sembiyozun veya elenip gitmenin ürünüdür. Söz d a ğ a r ı , muhtemelen öntarilıten itibaren başlayan bu farklılaşma ve yeni b u l u ş l a r s ü r e c i n i y a n s ı t m a k t a d ı r . En anlamlı ö r n e k , ortak Hint-Avrupa dilinde "kutsal" a n l a m ı n a gelen özgül bir terim b u l u n m a m a s ı d ı r . Diğer yandan İran d i -
dugu söylenebilir. * Kelimenin yeniden yapüandınlmış biçimi, herhangi bir yazılı kaynakta doğrulanmadığı ve aslında dilbilimsel yapılandırmanın
bir ürünü
olduğunu
vurgulamak
içüı
(yazar
taralından) bir yıldız imiyle gösterilmiştir - y n . a
Daha ileri tarihlerde. Batıda insanın bir yeryüzü varlığı olarak (Gl-f MON) göksel vadıklanıı karşısına yerleştirilirken, Doğuda insanın akıllı yaratık olarak (w NU) hayvanların karşıtı c
olarak gösterildiğini de ekleyelim, krş, Devoto, Origini iıuio-europee, 5. 264 vd 236
HİNT-AVBUPAI.il ARIN DİNİ' VKDA TANRİ U R !
tinde, Laüncede ve Yurıancada ikişer l e r i m bulunmaktadır-. Avesta dilinde spenta/yaozdâta
(krş. Got d i l i , fıcifii/ıveiiı); Latince, saceı/simcius; Yunanca, hicros/hagios.
"Bulgulanan b u s ö z c ü k çiftlerinden' her b i r i n i n incelenmesi, tarihöncesinde çift y ö n l ü b i r kavTamı g ü n d e m e getirmektedir: Yönlerden b i r i o l u m l u d u r , 'tanrısal varlıkla y ü k l ü olan' a n l a m ı n ı taşımaktadır; diğeri olumsuzdur, ' i n s a n l a r ı n dokun m a s ı yasak olan'ı ifade etmektedir." Aynı zamanda, yine Benveniste'e g ö r e , "kur 1
ban"! ifade edecek ortak b i r terim de y o k t u . Ama b u y o k l u ğ a "karşılık, çeşitli d i l lerde ve ç o ğ u n l u k l a her b i r i n i n de kendi içinde, kurban eyleminin çeşitli biçimle rine denk d ü ş e n b ü y ü k bir ifade çeşitliliği göze ç a r p m a k t a d ı r : Saçı (Sanskritçe juhoü, Yunanca spentlö); törenle yapılan sözlü taahhüt (Latince vnvco, Yunanca cuchomai); ritüel şölen (Latince daps); t ü t s ü l e m e (Yunanca ifıuö), ışık ritueli {Latince îusrro)." "Dua" s ö z c ü ğ ü n d e ise, terminoloji i k i farklı kökten hareketle o l u ş m u ş 8
t u r * Kısacası farklı Hint-Avrapa halkları, ortak ön tarihlerinden itibaren, dinsel geleneklerini sürekli yeniden yorumlama eğilimi içindeydiler. Bu s ü r e ç göçler sı r a s ı n d a yoğunlaştı.
63. Ü ç B ö l ü m l ü H i n t - A v r u p a İ d e o l o j i s i — Çeşitli Hint-Avrupa
mitolojilerinden
kalan parçalar ö n e m l i bir kaynak o l u ş t u r m a k t a d ı r . Gerçi b u parçalar farklı çağla ra ait o l d u k l a r ı gibi, bize de ayrışık ve farklı değerlere sahip belgeler aracılığıyla ulaşmışlardır:
ilahiler,
ritüel
metinleri, manzum destanlar, teoloji
halk efsaneleri, t a r i h y a z ı m l a n , Orta ve Kuzey Avrupa halklarının
yorumları,
Hıristiyanlığı
k a b u l ü n d e n sonra Hıristiyan yazarlar tarafından k a y d e d i l m i ş geç tarihli anlatılar. Yine de b ü t ü n b u belgeler d e ğ e r l i d i r , ç ü n k ü b i r ç o k dinsel k a v r a m ı n i l k hallerini korumakta veya ( b o z u l m u ş halde de olsa) onlan y a n s ı t m a k t a d ı r l a r . Max Müller ve tilmizlerinin anladığı biçimiyle "karşılaştırmalı m i t o l o j f ' n i n abartı ve batala-
7
E. Benvenıste, Le vocabvlaırc dcs ııısl/tııiioııs~mdo-turo\ıee>\ne5,c. I I , s. 179. Din konusunda ise. "Her yerde ve her an var olan bu gerçekliği ayn bir kurum olarak algılamayan HınıAvrupalılann bunu ifade edecek ayn bir terimleri, de yoktu," a.gy., s. 265
Georges
Dumezıl Hin t-Avrupai ilan n kutsalın söz dağarını birçok kez tahlil etti; bkz. son çıkan La religioıı romafne arclıatyue (2. baskı, 19-74), s. 131-146. s
E. Benveniste, a.g.y„ s. 223. Yine de Eric Hamp kısa sûre önce "kurban" için kullanılan or tak terimi yeniden oluşturabılmiştir; krş, J!ES, c. I , 1973, s. 320-322.
9
ü z g ü n Hitit-Slav-Baltık-Enueni (-Cermen?) dillen diyalekt topluluğu, Hitilçedeki mullâi"dua etmek" terimine akraba biçimler gösterirken, İran dili, Kekçe ve Yunancada *j>hwe:d!ı-"dua etmek, istemek" kökünden türemiş terimler bulunmakladır; Benvenıste, a.g.y., s. 245 237
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELCE T A R İ H İ - ]
rı, bu malzemeleri k u t l a n m a m ı z ı engellememelidir. Yeter k i malzemenin belgesel değeri hakkında yanılgıya d ü ş ü l m e s i n . Rig Veda'da bulgulanan b i r m i t M Ö I I . binyıldan daha geç tarihli olamaz; oysa Titus-Livus, irlanda destanı veya S n o r r ı Sturluson'da k o r u n m u ş anlatılar zamandizin açısından ç o k daha gençtir. Ama bu t ü r anlatılar Veda miliyle her noktada u y u m içindeyse, o n l a r ı n ortak Hint-Avrupa niteliğinden k u ş k u duymak, hele b u kesişme münferit bir olay değilse ve bir sis tem içinde eklemleniyorsa zordur. Georges Dumezil, Hint-Avrupa m i t o l o j i l e r i n i n ve dinlerinin
karşılaştırmalı
incelemesini k ö k t e n yenileyen bir dizi eserde bunu k a n ı t l a m ı ş t ı r . Burada onları ö z e t l e m e k s ö z konusu olamaz. Ama şu k a d a r ı n ı söyleyelim: Fransız bilginin araş tırmaları, Hint-Avrupa t o p l u m u n u n ve d i n i n i n temel yapısını ortaya ç ı k a r m ı ş t ı r . T o p l u m u n ü ç sınıfa b ö l ü n m e s i n e —rahipler, savaşçılar, hayvancılar/çiftçiler- üç işlevli b i r dinsel ideoloji denk d ü ş ü y o r d u : Büyüsel ve hukuksal egemenlik i ş l e v i , savaşçı g ü c ü n tanrılarının işlevi, son olarak da bereket ve ekonomik refah tanrıla r ı n ı n işlevi. Tanrıların ve t o p l u m u n b ö y l e u ç b ö l ü m e ayrılışı en i y i Hint-lranlılarda g ö z l e m l e n m e k t e d i r . Eski Hindistan'da brâlimana'lar
(rahipler, kurban tören
lerini y ö n e t e n l e r ) , ftşairiya (askerler, cemaatin koruyucuları) ve vaiiya (üreticiler) toplumsal sınıflarına Varuna ve Mıtra, Indra ve ikiz tanrılar Nâsatyalar'a (veya Aivin'ler) denk düşer. M O 13S0'e d o ğ r u bir Hitit kralının Küçük Asya'dakı y a r ı Hintlılerin (Mitanniler) bir şefiyle yaptığı a n l a ş m a d a , aynı tanrılar aynı sırayla sayılmıştır: Mitra-(V)anma (bir diğer çeşitlemesi Uruvana), Indra, i k i Nösatya. A y m şekilde Avesta da rahipleri (âtlım, van), savaşçıları (savaş arabalarında sava şanlar, rathae-s£ar), hayvancı-çiftçileri
(vösirjö./suycıııt) b i r b i r i n d e n ayırır;
tek
fark, iran'da b u toplumsal b ö l ü n m e n i n bir kast sistemi halinde katılaşmaınasıdır. Herodotos'a göre ( I V , 5-6), İranlı İskitler de u ç sınıfa b ö l ü n m ü ş t ü ve d o ğ r u d a n Iskitler'in soyundan gelen Kafkasya Osetlerinde bu gelenek XIX. yüzyıla kadar sürdü. Kekler, t o p l u m u druidler (rahipler, h u k u k ç u l a r ) , askeri aristokrasi (Jlaith, tam karşılığı "erk," Sanskritçede kşatrâ) ve bâ airig, inek (bö) sahibi, özgür adamlar (di riğ) olarak ayırırlardı. Dumeztl'e göre, R o m a ' n ı n k u r u l u ş u n a ilişkin mitsel, ama hayli t a n h s d e ş t i r i l m i ş anlatılarda da benzer b i r toplumsal b ö l ü n m e ayırt edilebil mektedir; lupiter tarafından korunan kral Romulus; savaş teknisyeni E t r ü s k Lucumon; kadınları ve zenginlikleri getiren Tatius ve Sabinler. C a p i t o l ' ü n üçlu tanrı grubu - l u p i t e r , Mars, Q u i r i n u s - bir anlamda Roma toplumunun tannsal, göksel d ü z l e m d e k i örneğini o l u ş t u r m a k t a d ı r . İskandinav dinine ve mitolojisine de ben-
238
Hl NT-AV RU HALILAR IN EıINI: VEDA TANRILARI
zer bir üçlü egemendir' Egemen l a n n Odin, ş a m p i y o n Thor ve berekete h ü k m e den Frey. İlk işlevin i k i b ö l ü m e veya tamamlayıcı eğilimlere ayrılmasını —büyüsel ege menlik ve hukuksal egemenlik- Varuna ve Mitra çifti açık bir biçimde yansıtır. Eski H i n t l i l e r için, Mitra " d ü ş ü n e n , açık, düzenli, sakin, i y i niyetli, dinsel g ö r ü n ü m ü y l e " egemen t a n n ve Vanına da "saldırgan, karanlık, e r m i ş , şiddetli, kor k u n ç , savaşçı g ö r ü n ü m ü y l e " h ü k ü m d a r d ı r .
10
Aynı i k i parçalılığa özellikle
Ro-
ma'da aynı zıtlıklar ve aynı tamamlayıcı değişimlerle rastlanır; Bir yanda Lupercus'larla - k e n t içinde çıplak halde k o ş u p , yoldan geçen kadınları d o ğ u r g a n kıl mak için onlara keçi derisinden kırbaçlarla vuran g e n ç l e r - gerçek anlamda rahip ler olan Flamen'ler a r a s ı n d a k i zıtlık; diğer yanda Roma h m ilk i k i kralının farklı yapı ve tavırları: K o r k u n ç lupiter için i k i t a p ı m kuran Romulus ve Fides Publica tapmağını k u r u p , i y i niyeti sağlayıp yeminleri kaydeden b u tanrıçaya özel b i r bağlılık vazeden Numa. Romulus-Numa zıtlığı ilke olarak Lupercus'lar-Flamen'ler zıtlığıyla ö r t ü ş ü r ve diğer yandan da Varuna-Mitnı k u t u p l a ş m a s ı n a her noktada denk düşer, Hintlilerde ve Romalılarda tanrısal e g e m e n l i ğ i n i k i y ö n ü n ü tahlil eden Geor ges D u m é z i l , farklılıkları
da d o ğ r u b i r b i ç i m d e v u r g u l a m ı ş t ı r .
Gerek Vedalar
Hindistan'ında gerekse Roma'da aynı Hint-Avnıpa yapısı g ö r ü l m e k t e d i r , ama i k i "ideolojik alan" t ü r d e ş değildir. "Romalılar tarihsel olarak d ü ş ü n ü r k e n , H i n t l i l e r masalsı b i ç i m d e d ü ş ü n m e k t e d i r . Romalılar müfi, Hintliler evrensel açıdan düşün mektedir." Romalıların ampirik, g ö r e Üleş ti rte i , siyasi, h u k u k i d ü ş ü n m e b i ç i m i karşısında, H i n t l i l e r i n felsefi, mutlak, dogmatik, ahlaki ve mistik d ü ş ü n c e s i yer a l m a k t a d ı r . " Başka Hint-Avrupa h a l k l a r ı n d a da "ideolojik alanlar" a r a s ı n d a ben zer farklılıklar ayırt edilmektedir. Daha once de söylediğimiz gibi, elimizdeki belgeler A r i dili k o n u ş a n farklı halkların tarih içindeki özgül ifadelenni oluştur m a k t a d ı r . Kısacası başlangıçtaki t o p l u l u ğ u n dinsel d ü ş ü n c e ve u y g u l a m a l a r ı m
de
ğil, ancak H i n t - A v r u p a ideolojisinin genel yapısını yakalayabiliriz. Ama b u y a p ı , Hint-Avrupalılara özgü dinsel deneyim ve s p e k ü l a s y o n t ü r ü konusunda bize b i l g i vermekte, ayrıca A r i dili k o n u ş a n halkların her birine ait özgül yaratıcılığı değer lendirmemize de olanak tanımaktadır. Tahmin edilebileceği gibi, en b ü y ü k yapısal çeşhiılik üçüncü işlev konusunda b u l g u î a n m a k t a d ı r ; ç ü n k ü bolluk, barış, bereketle ilişkili dinsel ifadeler zorunlu 1 0
G. Dumézil, Mitra-Varuna (2. baskı, 1948), s. 85.
1 1
G. Dumézil, Servin.! et ki Fortune, s. 190-192. 239
DİNSEL İNANÇLAR Vf. DÜŞÜNCELEK TAKIHI - I
olarak her grubun coğrafyası, ekonomisi ve tarihsel durumuyla bağlantılıdır. İkinci işlevi o l u ş t u r a n fiziksel güce, özellikle de d ö v ü ş l e r sırasında güç kullanı m ı n a gelince, Georges D u m é z i l b u konuda Hindistan (Hint-Avrupalılar zamanın da), Roma ve Cermen d ü n y a s ı arasındaki belli sayıda u y u ş m a y ı
aydınlatmıştır.
Ö r n e ğ i n gerçek anlamıyla erginleme sınavı, b ü y ü k olasılıkla, genç savaşçının üç rakibe veya üç kafalı bir canavara (belki de bu canavarı bir kukla temsil ediyor du?) karşı d ö v ü ş m e s i n d e n o l u ş u y o r d u . İrlandalı kahraman Cuchulainn'in ü ç kar deşe karşı k a z a n d ı ğ ı kavgayı ve Horatius'un üç Cunatus'la d ö v ü ş ü n ü konu alan anlatılarda da benzer b i r senaryo seçilmektedir. Her ıkısı de ü ç kafalı canavarları ö l d ü r e n lndra ve İranlı kahraman Thraëtaona m i t l e r i için de aynı şey geçerlidir. C u c h u l a ı n n ' d e ve Horatius'da zafer, t o p l u m için zararlı ve ritüelle ruhtan kovul m a s ı gereken "çılgın biv öfke" (jurer, K e k ç e / e r g ) u y a n d ı r ı r . Ayrıca lndva'daki " ü ç g ü n a h " mit izleğinin benzerlerine de İs kandına vya'dakı kahraman Starcatherus d e s t a n ı n d a ve Yunanistan'daki Herakles mitolojisinde r a s t l a n ı r .
12
Büyük olasılıkla
bu mitsel-rituel izlekleri ortak Hint-Avrupa d ö n e m i n i n b ü t ü n m i t o l o j i s i n i ve sa vaşçı tekniklerini k a p s a m ı y o r d u . Ama halkların dağıldığı alanın i k i ucunda, H i n distan ve İrlanda'da k o r u n d u k l a n n ı saptayabilmek ö n e m l i d i r . Anlaşıldığı kadarıyla, ü ç b ö l ü m l ü ideoloji tutarlı ama esnek bir sistem oluştu ruyor, b u sistem ç o k sayıda tanrısal b i ç i m , dinsel d ü ş ü n c e ve uygulamayla çeşitli şekillerde t a m a m l a n ı y o r d u . Farklı Hint-Avrupa d i n l e r i m incelerken, bu farklılık ların sayısını ve ö n e m i n i d e ğ e r l e n d i r m e olanağı bulacağız. Ü ç b ö l ü m l ü ideoloji n i n , ortak d ö n e m d e geliştirilmiş de olsa, ç o k saygı duyulan bazı k a v r a m l a r ı , ö r neğin yaratıcı, egemen ve baba olarak g ö k tanrısını b i r kenara bıraktığına veya k ö k l ü bir b i ç i m d e yeniden y o r u m l a d ı ğ ı n a inanmak için elimizde geçerli nedenler var. Dyauspitar'ın yerinden edilip, o n u n yerine V a r u n a ' n ı n geçirilmesi ise (bunun İzlerine Rig Veda'da r a s t l a n m a k t a d ı r ) ç o k daha eski bir süreci y a n s ı t m a k t a veya onun uzantısını o l u ş t u r m a k t a d ı r .
64. Â r i l e r H i n d i s t a n ' d a — H i n t - l r a n kabileleri, ortak d ö n e m l e r i n d e , kendilerini "soylu (insan)" a n l a m ı n a gelen b i r terimle, Avesta dilinde airya, Sanskritçede arya
Bu üç günah, dinsel düzen, savaşçı ülkü, bereket alanlarındaki üç işlevle ilişkili olarak iş lenir; bu da üç işlevlilık varsayımım doğrular. Herakles mitolojisinde ortak bir Hint-Av rupa motifinin tanımlanabılmesınin anlamlı olduğunu da ekleyelim, çünkü Yunanis tan'da üç bölümlü ideoloji, Ege kültürüyle sembiyozun bir sonucu olarak, oldukça er ken bir tarihte dağılmıştır. 240
HlriT-AVHUTAUUHiN DİNİ VTDA TANRILARI
ile a d l a n d ı n y o r l a r d ı . Âriler, MÛ I I . binyılın başında Kuzeybatı Hindistan'a sız maya b a ş l a m ı ş l a r d ı ; d ö r t veya b e ş yüzyıl sonra "Yedi Irmak," sapta
tindhamh
b ö l g e s i n i , ' yani Yukarı I n d ü s , Pencap havzasını işgal e t m i ş l e r d i . Daha önce de 1
belirttiğimiz gibi (§ 39), işgalciler bazı Harappa kentlerine s a l d ı r m ı ş ve onları y ı k m ı ş olabilirler. Veda metinlerinde, I n d ü s uygarlığının takipçileri veya b u uy garlıktan hayatta kalanlar olarak tanımlanabilecek dasa veya dasyu'lara karşı veri len savaşlardan söz edilir. Bunlar, siyah tenli, "burunsuz," barbar d i l i n i k o n u ş a n ve fallus t a p ı m ı n ı (sisııo deva) vazeden kişiler olarak betimlenir. Zengin s ü r ü l e r i vardır ve tahkim edilmiş yerleşimlerde (pur) otururlar. İ n d r a ' n m - l a k a b ı
puran-
âara, "kaleleri y t k a n ' d ı r - yüzlercesine saldırıp yıktığı b u "kaleleri'dir. Savaşlar ilahiler y a r a t ı l m a d a n önce yapılmıştır; ç ü n k ü a n ı l a n güçlü b i r b i ç i m d e m i t o l o j i b i ç i m i n e b ü r ü n m ü ş t ü r . Rig Veda da bir diğer d ü ş m a n halka değinir; İnekleri ça lan ve Veda t a p ı m ı n ı reddeden Pttni'ler. Ravi Nehri kıyısındaki H a r i y ü p i y â ile Harappa'nm aynı yer olması m ü m k ü n d ü r . Ayrıca Veda metinleri "cadılar"m oturdu ğu harabelerden de (arma, armana) söz eder; b u da Ârilerin yıkılmış kentleri b ö l genin eski sakinleriyle özdeşleştirdiğini g ö s t e r i r .
11
Bununla birlikte yerlilerle sembiyoz o l d u k ç a erken b i r d ö n e m d e başlar. Daha geç tarihli Rig Veda k i t a p l a r ı n d a dâsa sözcüğü, yenilen D â s a ' l a n n yazgısına işaret eden bir b i ç i m d e , "köle" a n l a m ı n a gelmektedir; ama anlaşılan, boyun eğdirilen halkın diğer üyeleri uygun b i r b i ç i m d e A r i toplumuyla bütünleştirilmiştir. Ö r n e ğin şef Dâsa, Brahmanlan k o r u d u ğ u için ö v ü l ü r .
35
Yerlilerle evlenmeler dilde de
izler bırakır. Veda Sanskıitçesi başka hiçbir Hint-Avmpa dilinde, hatta İran d i l i n de bile rastlanmayan b i r dizi sesbirime, özellikle de kafa sesiyle çıkarılan ü n s ü z lere sahiptir. Bu ü n s ü z l e r , b ü y ü k olasılıkla efendilerinin d i l i n i ö ğ r e n m e y e çalışan yerlilerin telaffuzunu y a n s ı t m a k t a d ı r . Aynı şekilde Veda söz d a ğ a r ı n d a , çok sayı da A r i kökenli olmayan s ö z c ü k k o r u n m u ş t u r . Üstelik bazı mitler de y e r l i köken lidir.
1 6
En erken d ö n e m d e n başlayarak bulgulanan bu ırklar, k ü l t ü r l e r ve dinler
arası sembiyoz süreci, Âriler Ganj vadisine d o ğ r u ilerledikçe g ü ç kazanacaktır. Veda d ö n e m i H i n t l i l e r i tarımla da u ğ r a ş ı y o r l a r d ı , ama asıl ekonomileri hay-
Bu isim Avesta'da da bilinmektedir; Haptahindu. ! 1
B, ve R Alchin, TTıe Bı'rth oj indimi Civilızalıon, s. 155. Dünyalı düşmaıılann demonlara, "hayaletlere veya "büyücü'lere dönüşmesi sık rastlanan bir görüngüdür; bkz. M. Eliade, Z_£ mytfıe de Ytternel retoıır, s. 51 vd
1 5
İ S
RigVedaVllI,46,32. Bkz. M. Eliade, Le Yoga, s. 348 vd, 409 vd. 241
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARH [1 - i
v a n a l ı k t ı . Sürü hayvanları para işlevi g ö r ü y o r d u . Süt ve süt ü r ü n l e r i n i n yanı sı ra, sığır eti de tüketiliyordu. At çok değerliydi, ama yalnızca savaşlarda, talan için yapılan a k ı n l a r d a ve krallık ritüellerinde kullanılıyordu ( k ı ş . § 73). Ârilerin kentleri y o k t u ve yazıyı da bilmiyorlardı. M a d d i k ü l t ü r l e r i n i n basitliğine k a r ş ı n , m a r a n g o z l a r ı n ve t u n ç işleyenlerin b ü y ü k bir saygınlığı v a r d ı . Demir ancak M Ö 17
1050'ye d o ğ r u kullanılmaya b a ş l a n d ı . Kabileler, râcâ adı verilen askeri şefler tarafından y ö n e t i l i y o r d u . Bu kralcıkfar m iktidarı halk meclisleriyle (soblıfl ve şamili) dengeleniyordu. Veda d ö n e m i n i n sonuna d o ğ r u , toplumun dört sınıf halinde ö r g ü t l e n m e s i t a m a m l a n m ı ş t ı . Top lumsal sınıfları ifade eden varna terimi "renk" a n l a m ı n a gelir: Bu da H i n t toplıvı m m u n temelini o l u ş t u r a n etnik ç o ğ u l l u ğ u n işaretidir. İlahiler Veda d ö n e m i n d e k i hayatın yalnızca bazı y ö n l e r i n i açığa çıkarır. Anla tım genellikle kısadır: Âriler m ü z i k ve dansı sever; flüt, lavta ve harp çalarlar. Sarhoş edici içkilere, soma ve surâ'ya d ü ş k ü n d ü r l e r ; s u r a ' n ı n dinsel bir anlamı da yoktur. Zar o y u n u o l d u k ç a yaygındır; Rig Veda'nın b i r ilahisi tamamen bu oyuna ayrılmıştır.
13
Birçok ilahi farklı Âri kabileler arasındaki çatışmalara değinir. En
m e ş h u r kabile olan Bharata'lar, kralları Sudasin k o m u t a s ı n d a , kendilerine karşı b i r l e ş m i ş on prensi y e n m i ş l e r d i . Ama Rig Veda tarihsel veriler b a k ı m ı n d a n o l dukça yoksuldur. Bazı Veda kabilelerinin isimlerine - ö r n e ğ i n Bharata'lar- daha sonraki edebiyatta da rastlanır. Veda d ö n e m i n d e n en az b e ş , altı yüzyıl sonra ya ratılmış Mahâbhârata,
K u r u l a r ile kuzenleri Pândava'îar arasındaki b ü y ü k savaşı
anlatır. P u r â n a ' l a r m korunan anlatıya göre, bu savaş M û 1400'e d o ğ r u , y a r ı m a d a n ı n merkezindeki Madhyadesa'da gerçekleşmişti. Bu da Ârilerin Ganj vadisinin de ilerisine kadar sızdıklarını gösterir. Büyük teoloji eseri 5atapaiha
Brâhmana
ya
zıldığı sırada, M Ö 1000-800 arasında, Kosala ve Videha eyaletleri Arileşmişti. Râmâyâna
ise Âri etkisinin g ü n e y e d o ğ r u yayıldığını gösterir.
Ârilerin hasımları nasıl rnitolojileştirilmiş, detnonlara ve büyücülere d ö n ü ş t u r ü l m ü ş s e , t o p r a k l a r ı n fethi sırasında girilen savaşlar da aşkın b i r g ö r ü n ü m e b ü r ü n d ü r ü l m ü ş , daha kesin bir ifadeyle lndra'nın Vrtra'ya ve diğer "şeytani" var lıklara karşı dövuşleriyle özdeşleştirilmiştir. Daha ileride, b u tür ö r n e k savaşla rın kozmolojik s o n u ç l a r ı n ı tartışacağız (§ 68). Şimdilik yeni bir toprağın işgali n i n Agni'ye a d a n m ı ş bir sunak (garhapatya) dikilmesiyle m e ş r u l a ş t ı r ı l d ı ğ ı m be-
Bu maddi kültür betimlemesini, aletlerin bıiyusel-dinsel değerlerinin ve bu aletlerin her birine ait mitolojilerin oluşturduğu "koşut dünya"yla tamamlamak gerektiği açıktır. Rig Veda X, 34. 242
HINT-A VEU PALI LA RİN DİNİ: VEDA TANKI LAKI
lirtelim.
1 9
"Bir gârhapatya
yapılınca, oraya yerleşildtgi (avasyatİ)
s u n a ğ ı n ı yapanların hepsi y e r l e ş m i ş t i r . " '
10
söylenir ve ateş
Ama A g n ı ^ e a d a n m ı ş bir sunak d i k i l
mesi yaratılışın ritüei d ü z l e m i n d e taklidinden başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, işgal edilen toprak daha önce "kaos"tan "kozmos'a
dönüştürülmüşken,
ritüei aracılığıyla biT "biçim" alır ve gerçek olur. Aşağıda göreceğimiz g i b i . Veda panteonuna erkek tanrılar egemendir. Adları bilinen b i r k a ç tanrıça daha ç o k silik roller oynar: tanrıların anası, anlaşılması g ü ç A d i n ; şafak tanrıçası Usas; kendisine güzel bir ilahi de a d a n m ı ş gece tanrıçası Râtri.
21
O halde U l u T a n n ç a ' n ı n H i n d u i z m içindeki egemen k o n u m u ayrı b i r an
lam k a z a n m a k t a d ı r : U l u T a n r ı ç a n ı n b i r yandan Brahmancılık-dışı dinselligin ka z a n d ı ğ ı zaferi yansıttığına k u ş k u yoktur; ama d i ğ e r yandan da Hint düşüncesinin yaratıcı g ü c ü n ü n b i r işaretidir. Veda metinlerinin,
askeri aristokrasiye hizmet
eden seçkin bir ruhban sınıfının dinsel sistemini yansıttığını tabii k i dikkate al mak gerekir; herhalde t o p l u m u n geri kalanı - y a n i ç o ğ u n l u ğ u o l u ş t u r a n veuiya'lar ve sudra'lar— i k i binyıl sonra Hinduizmde karşılaşılacak d ü ş ü n c e ve inançların benzerlerini paylaşıyordu
2 1
İlahiler Veda d i n i n i n b ü t ü n ü n ü y a n s ı t m a z ; onlar ön
celikle d ü n y e v i iyiliklerle, sağlık, uzun ö m ü r , b i r ç o k erkek evlat, hayvan b o l l u ğu, servetle i l g i l i bir dinleyici kitlesi için h a z ı r l a n m ı ş ! a r d ı r . " Demek k i daha ile ride yaygınlaşacak bazı dinsel k a v r a m l a r ı n daha Vedalar çağında ortaya çıktıkları düşünülebibr. Yukarıda d e ğ i n d i ğ i m i z H i n t zekâsının yaratıcı gücü özellikle,
Hindistan'ın
Ârileşme5İ, daha geç bir tarihte de H i n d u l a ş m a s m a yol açan sembiyoz, ö z ü m s e m e ve yeniden d e ğ e r y ü k l e m e s ü r e c i n d e belirir; ç ü n k ü binlerce yıllık bu s ü r e ç , Brahmanlarm Vedacı "vahiy" (sntti) temelinde geliştirdikleri dinsel sistemle diyalog içinde gerçekleşir. Son tahlilde, H i n d i s t a n ' ı n dmsel ve kültürel bırîıgı Vedalar ça ğ ı n d a k i ritüelcilerin
ve şair-filozofların
etkisiyle gerçekleştirilmiş
uzun b i r
sentezler dizisinin sonucudur.
Krş. A K. Coomaraswamy, The Rfgvedu as Land-nâma-bök, 5. 16, M . Eliade, Lz ınyihe de
Vétemei retour, 5. 22, Salapatha Br. V i l , 1, 1. 1-4. R i g V e d a X , 127 Krş. Louis Renou, Religión; ojAnctent India, s. 6. Bu d u r u m , Horneros d ö n e m i n d e k i Yunan d i n i n i n d u r u m u n u h a t ı r l a t m a k t a d ı r : Şiirler, ev rensel berekete ve r u h u n ö l ü m d e n sonraki v a r o l u ş u n a ilişkin nıyste r í a l a ra az ilgi d u y a n ya da b u konularla h i ç ilgilenmeyen bir askeri seçkinler grubuna sesleniyordu; oysa aynı ıııysteria'lar o n l a r ı n eşlerinin ve u y r u k l a r ı n ı n dinsel etkinliğini y ö n l e n d i r i y o r d u .
243
DİNSEL INANÇ.LAK VIMMJSUNCE-l.EI! TARIMI - I
65. V a r u n a , tik T a n r ı ; Deva'lar ve Asura'lar-— İlahiler Veda d i n i n i n en eski b i ç i m i n i yansıtmaz. H ı n t - A v r u p a gök tanrısı Dyaus tapım i ç i n d e n silinmışıir. Ar lık adı "gök" veya " g ü n " a n l a m ı n a gelmektedir. Göksel kutsallığın k i ş i l e ş t i r i l m e sini ifade eden sözcük, sonunda doğal bir görüngüyü anlatır hale gelmiştir. G ö k t a n n l a r ı n ı n tarihinde o l d u k ç a sık g ö r ü l e n bir süreç söz konusudur: Diğer tannlar karşısında s i l ü ı m e k t e ve deus oüosus'a d ö n ü ş m e k t e d i r l e r . Bir gök taıırLSi ancak kendisine egemen tanrı olarak tapıldığı ölçüde i l k saygınlığını k o r u m a y ı başa rır.
y
Bununla birlikte Veda şairleri "Her Şeyi Bilen Gök"ü hala h a t ı r l a m a k t a
"Gok Baba"yı, DyauspitaıT anmakladırlar."" Dyaus özellikle i l k tann
25
ve
çiftinde,
D y â v â p r i ı h i v î ' d e , " G ö k ve Yer"de m e v c u t t u r ' 2
O l d u k ç a erken b i r d ö n e m d e , tam bir egemen tann olan Varuna, Dyaus u n ye r i n i alır. O n u n Evrensel Kral, sanıra/ konumuna y ü k s e l m e d e n önce geçirdiği aşa malar i y i b i l i n m e m e k t e d i r / Varuna'dan özellikle asilin unvanıyla söz edilir ve 8
bu unvan başka tanrılar. Örneğin Agni için de k a l l a n ı l ı r / " Aslında Asuralar en es k i tanrı ailesini oluşturuyorlardı."
10
Veda metinleri tanrıları (deva) Asmalarla kar
şı karşıya getiren çatışmaya g ö n d e r m e l e r yapar. Bu çatışma Vedalar s o n r a s ı d ö nemde, kurban mysieriii'sını işleyen eserler olan BraJımöizitlfli' içinde uzun uzun anlatılıp y o r u m l a n a c a k t ı r . Tanrılar zaferi, kurban törenine sahip olmayan Asuralar'ı tndra'mn çağrısıyla terk eden Agni sayesinde kazanacaktır.
31
Kısa bir süre
sonra Devalar, kurban t ö r e n i n e ilişkin Söz'ü de (Voc) Asuralaı'ın elinden aldılar. O zaman İndra, Varuna'yı da k e n d i krallığına geçmeye ç a ğ ı r d ı .
3İ
D e v a l a r ı n Asu-
ralar'a karşı kazandığı zafer, tndra'mn Dasyulara karşı zaferiyle ozdeşleştirildi; Dasyu'lar da en derin karanlıkların içine a t ı l m ı ş l a r d ı .
!S
M i t t e k i b u çatışma, i l k Tanrılar grubuna karşı İ n d r a y ö n e t i m i n d e k i "genç tatın l a r " ı n savaşını yansıtır. Asuralar'ın gerçek "büyücüler" diye ü n y a p m a s ı ' ve 1
2 t
Krş. Dinler Tarihine Giriş, 5 B5vd.
2 3
Atharva Veda, I , 32, 4.
2 6
Atharva Veda VI, 4, 3,
2 7
RigVedal, 160
2 8
Rıg Veda VII, 82, 2
2 9
Atharva Veda I , 10, 1 vb.
1 0
Atharva Veda V I , 100,3.
31
RigVedaX, 124; V. 5,
3 2
RıgVedaV, 5
1 3
Atharva Veda IX. 2, 17; kıs. Rig Veda VII, 99, 4; vb.
1 4
Atharva Veda 111,9,4, VI, 7 2 , 1 . 244
HlNT-AVKUPAULARIN DİN!. VOIA TANRILARI
sudra'larla özdeşleştirilmesi,
mutlaka Ârıler
öncesi yerli halkların
tanrılarını
temsil ettikleri a n l a m ı n a gelmez. Vedalar'da asura unvanı hangi tann için olursa olsun, hatta Dyaus ve İndra için hile bir sıfat olarak k u l l a n ı l m a k t a d ı r (tndra'ya "Asııralar'm H ü k ü m d a r ı " adı v e r i l m i ş t i r ) .
35
Başka bir deyişle, «sura terimi i l k d u
r u m u n , özellikle de d ü n y a n ı n güncel d ü z e n i n d e n önceki d u r u m u n özgül kutsal güçlerine g ö n d e r m e y a p m a k t a d ı r . "Genç tanrılar," Devalar da bu kutsal g ü ç l e r i sahiplenmekten geri k a l m a m ı ş l a r d ı r ; bu nedenle onlar da asura sıfatından faydala nabilme ktedir. "Asuralar ç a ğ ı m ı n , Devalar y ö n e t i m i n d e k i güncel d ö n e m d e n once geldiğini vurgulamakta yarar var. Birçok arkaik ve geleneksel dinde o l d u ğ u gibi, Hindis tan'da da başlangıç çağından güncel çağa geçiş kozmogoni ölçüleriyle açıklanır: Bir kaos "half'nden d ü z e n l i bir dünyaya, "kozmos'a geçiş, î n d r a ' n ı n i l k ejderha Vrtra'yla d ö v ü ş ü n ü anlatan mitte de, b u kozmogoni arka planı karşımıza çıkacak (§ 68). Aslında i l k t a n r ı , gerçek b i r asura olarak Varuna; Vrtra ile özdeşleşlirilmişti. Bu ö z d e ş l e ş t i r m e , tanrısal çift-birlik gizemi ü z e r i n e bir dizi içrek s p e k ü l a s yon yapılmasına olanak tanıdı.
66. V a r u n a : Evrensel K r a l ve B ü y ü c ü : Rta ve M â y a — V e d a metinleri Varuna'yı egemen tanrı olarak sunar: D ü n y a y a , tanrılara (devalar) ve insanlara h ü k m e der. "Nasıl k i b i r kasap hayvan derisini gererse, o da, Güneş'e halı olsun diye Yer'İ çekip g e r m i ş t i r . . . . " "İneklerin içine s ü t ü , gönüllerin içine zekâyı, s u l a r ı n içine ateşi, g ö k y ü z ü n e güneşi, d a ğ m ü s t ü n e soma'yı"
o koymuştur.
36
Evrenin ege
meni olarak gök tanrılarının bazı sıfatlarına da sahiptir: v/svadûrsata'dır, yani "her yerden g ö r ü l e b i l i r , "
3,
her şeyi b i l i r
lan mitsel ifadeyle, "bin g ö z l u ' d ü r .
40
38
ve yenilmezdir. Yıldızlar için kullanı 39
Her şeyi " g ö r d ü ğ ü " ve hiçbir g ü n a h gözün
den k a ç m a d ı ğ ı için, ne kadar gizlenmiş olursa olsun insanlar onun huzurunda kendilerini "köle g i b i " hissederler.'
11
"Korkunç h ü k ü m d a r , " gerçek bir " b a ğ efen
disi" olarak, b ü y ü l ü güçlere sahiptir ve k u r b a n l a r ı n ı uzaktan bağlayabilir veya y i -
3 5
AtharvaVedaVI,B3,3.
3 S
RigVedaV, 85,1-2.
3 7
Rig Veda Vtll, 41,3.
3 8
Atharva Veda IV, 16, 2-7.
3 9
Rig Veda IV, 16,2-7.
4 0
4 1
Rig Veda V/1,34, 10. Rig Veda I , 25,1 245
DİNSEL INANÇLAE VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
, j
ne uzaktan bağlarını ç ö z ü p kurtarabilir. Birçok ilahinin ve rttüelin konusu, insanı "Varuna'nın baglan"ndan korumak veya k u r t a r m a k t ı r .
42
Elinde b i r iple tasvir edi
lir ve t ö r e n l e r d e o n u n bağladığı her şeye, başta d ü ğ ü m l e r e , "Varuna tarzı" denir. Bu görkemli becerilerine k a r ş ı n Varuna, Vedaiar çağında inişe geçmiştir. Ör neğin halk tarafından sevilme b a k ı m ı n d a n Indra'nm ç o k gerisinde kalmıştır. Ama o o l a ğ a n ü s t ü b i r geleceğe sahip olacak i k i dinsel kavramla ilişkilidir: rta ve ma ya. " U y u m s a ğ l a m a k " fiilinin geçmiş zaman k i p i olan rta s ö z c ü ğ ü d ü n y a n ı n düze n i n i ifade eder; hem evrenin, hem dinsel törenlerin hem de ahlakın düzeni söz konusudur.
43
Rta'ya seslenen ilahi yoktur, ama b u terim metinlerde sık sık geçer
(Rig Veda'da 300'den fazla). Yaratılışın rta'ya uygun olarak gerçekleştirildiği be l i r t i l i r , tanrıların rta'ya g ö r e d a v r a n d ı k l a r ı , r t a ' n ı n hem evrensel r i t i m l e r i hem de ahlaki davranışları yönettiği yinelenir. T a p ı m ı y ö n e t e n de aynı temel ilkedir, "rta'nın yeri" g ö ğ ü n en y ü k s e k k a t ı n d a veya ateş s u n a ğ ı n d a d ı r . Varuna da r t a ' n ı n "evinde" yetiştirilmiştir ve o n u n ria'yı sevdiği ve rta'ya ta nıklık ettiği b i l d i r i l i r , Varuna'ya "Rta Kralı" denir ve gerçekle özdeşleştirilen bu evrensel kuralın o n u n içinde "kurulu" o l d u ğ u söylenir. Kanunu ihlal eden Varu na'ya karşı sorumludur ve g ü n a h , hata ya da cehalet sonucunda bozulan düzeni hep ve yalnızca Varuna yeniden kurar. Suçlu, kurbanlar aracılığıyla k e n d i n i affet tirmeyi umar (zaten b u k u r b a n l a r ı s u n m a s ı da bizzat Varuna tarafından b i l d i r i l i r ) . Bütün bunlar onun evren egemeni tanrı yapısını ortaya ç ı k a r m a k t a d ı r . Varuna za manla bir deus otiosus'a d ö n ü ş e c e k , özellikle ritüelcilerin bilgilerinde ve dinsel folklorda yaşayacaktır. Bununla birlikte yalnızca evrensel d ü z e n d ü ş ü n c e s i y l e iliş kileri bile, ona H i n t tinselliği tarihinde ö n e m l i bir yer s a ğ l a m a k için y e t e r l i d i r . " t i k bakışta rta'nın bekçisinin aynı zamanda mâyü'ys
da y a k ı n d a n bağlı o l m a s ı
çelişkili g ö r ü l e b i l i r . Ama V a r u n a ' n ı n evrensel yaratıcılığının aynı zamanda "bü yüyle ilişkili" b i r y ö n ü de o l d u ğ u hesaba katılırsa, b u b i r l i k t e l i k anlaşılır bir hal alır. Màyâ teriminin "değişmek" a n l a m ı n a gelen mây k ö k ü n d e n türedigi konusun da g ö r ü ş birliğine varılmıştır. Rig Veda'da mâya, " i y i k u r g u l a r ı n y ı k ı m veya i n -
42
Images et Symboles, s. 124 vd. H. PeteTSSon, "Varuna" isminin kökenini, Hınt-Avrupa diline ait bir kok olan uer'le ("bağlamak") açıklamıştır.
4 3
"Aşağı yukarı aynı sözcükle ifade edilen aynı kavramın hem Mezopotamya ve Suriye'nin yan Hintlilen hem de her türden inanca sahtp İranlılar nezdindeki ayrıcalıklı yerini görün ce, daha önceden Hint-Iranlılann düşünce ve açıklamalanmn da temelini oluşturduğu kesinlik kazanıyor" (G. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement," s, 140),
H
Klasik dilde rta teriminin yerine, görkemli yazgısını ilende ele alacağımız âhamm sözcüğü geçecektir, Rig Veda'da, rîlıamon sözcüğü 96, dharman sözcüğü ise 54 kez geçer. 246
HINT-AVRUF ALİLARIN DİN!; VtDA TANR1LAF1
kar y ö n ü n d e d e ğ i ş i m i , şeytani ve aldatıcı değişim ve aynı zamanda b o z u l m a n ı n b o z u l m a s ı " a n l a m ı n a gelir.
4î
Başka bir ifadeyle, k ö t ü ve i y i m â y â ' l a r v a r d ı r . Kötü
mayfl'Iar hileler ve b ü y ü l e r , özellikle de Yılan Vrta'nınkiler gibi şeytani t ü r d e d ö n ü ş ü m b ü y ü l e r i d i r . Vrta, mayin, yani b ü y ü c ü , m ü k e m m e l bir D ü z e n b a z ' d i r * Bu tür bir mâyâ k o z m i k d ü z e n i bozar, ö m e g i n g ü n e ş i n hareketim engeller veya sula rı esir eder vb. İyi möyâ'lar ise i k i t ü r l ü olur: 1) Savaş m a y a l a r ı , İ n d r a ' n ı n şeyta n i varlıklarla boy ö l ç ü ş t ü ğ ü n d e kullandığı " k a r ş ı - m a y a l a r ; ' * ' 2) Egemen tanrıla rın, öncelikle de Varuna'nın ayrıcalığı olan, biçimler ve varlıklar yaratan mâyâ, Bu kozmolojik mâyâ, rra'yla eşdeğerli kabul edilebilir. Nitekim metinlerin b i r ç o k b ö l ü m ü g ü n d ü z ve gecenin b i r b i r i n i izlemesi, g ü n e ş i n hareketi, y a ğ m u r y a ğ m a s ı ve yaratıcı m â y d r ı m b i r sonucu olarak rîa'yı gerektiren başka g ö r ü n g ü l e r i anla tırlar, Demek k i mâyfl'nm i l k a n l a m ı klasik Vedânta'dan y, 1500 yıl önceye ait Rig Veda'da y a k a l a n m a k t a d ı r : "istenmiş, d e ğ i ş i m , " yani bozulma - y a r a t ı m ya da yı k ı m a n l a m ı n d a - ve " b o z u l m a n ı n b o z u l m a s ı . " Felsefi mâyâ k a v r a m ı n ı n - k o z m i k y a n ı l s a m a , gerçekdışılık, [var] olmama h a l i - k ö k e n i n i n hem "değişim," kozmik k u r a î l a n n b o z u l m a s ı , dolayısıyla büyüsel ve şeytanı dönüşüm d ü ş ü n c e s i n d e , hem de mâyö'sı aracılığıyla evrenin düzenini yeniden sağlayan Varuna'nın yaratıcı gücü düşüncesinde b u l u n d u ğ u n u ş i m d i d e n belirtelim. O zaman mâyâ h m niye kozmik _yanıliamayi ifade etme noktasına geldiği anlaşılıyor; ç ü n k ü en b a ş ı n d a n itibaren çeşitli anlamlara çekilebilen, hatta çelişkili değerler yüklenebilen bir kavram söz konusudur, Yalnızca kozmik d ü z e n i n şeytani b i r b i ç i m d e b o z u l m a s ı n ı değil, tan rısal yaratıcılığı da ifade etmektedir. Daha geç bir tarihte, Vedânıa'ya g ö r e , ev renin kendisi y a n ı l s a m a ü r ü n ü bir " d ö n ü ş ü m , " başka bir ' ifadeyle gerçeklikten yoksun bir değişimler sistemi haline gelecektir. Varuna'ya^dönecek olursak, onun varlık tarzının - k o r k u n ç h ü k ü m d a r , büyücü ve bağların efendisi- ejderha Vrta'ya şaşırtıcı bir biçimde ya k m î a ş t ı n imaya ola nak tanıdığını belirtelim, isimleri arasındaki etimolojik akrabalık konusunda ne
1 5
Krş. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement," s 142 vd, kaynakçayla birlikte.
* Düzenbaz (trickster): Jenm ilk kez D. G, Brintcn'urt Myths oj the New World (136Ü) isimli eserinde kullanılmıştır. Pek çok dil ve kültürde muadilleri bulunan bir kahramanı, hatta bir anti kahramanı ifade eder —yo. 4 6
"MöyiJtlere karşı mâydlar kullanarak zafer kazandı;" bu, birçok metinde kullanılan bir ana temadır (Bergaigne, La religion Védique, c. I l l , s. 82). İndra'nın "büyüleri" arasında ilk sırayı biçim degişurme gücü alır; krş. Images et Symboles, s. 131 vd; G. Dumézil, ag.y., s 143-144. 247
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIMI • I
d ü ş ü n ü i ü ı s e düşünülsün,'
1
her ikisinin de sularla, öncelikle de " t u t u l m u ş sularla
İlişkili o l d u ğ u n u saptamakta yarar var ("Büyük Varuna denizi gizledi. . . . , " ) . Ge 4fl
ce (tezahür etmeyen (varlık}), " Sular ( M k u v v e (varlık}, tohumlar), "aşkmlık" ve 4
"davranmamak" (egemen tanrıların ayırt edici özellikleri) bir yandan her
türlü
"bağ"la, diğer yandan da ejderha Vrtra'yla hem mit hem de metafizik d ü z l e m l e r d e b i r u y u m içindedir. İleride göreceğimiz gibi, ejderha Vrtra da sulan " t u t m u ş , " " d u r d u r m u ş " veya "zincirlemişti." Üstelik Varuna, Yılan A h i ve Vrtra ile Özd eşleştirilmiş t i r .
30
Atharva Veda'da
( X I I , 3, 57), Varuna "engerek" diye nitelenir. Ama Varuna asıl
Mahâbhârtitdda
yılanlarla özdeşleştirilir. "Denizin Efendisi" ve " n a g o l a r ı n kralı" diye anılır; za ten okyanus da "nâga'ların yaşadığı yeri'dir."
67. Y ı l a n l a r ve T a n r ı l a r . M i t r a , A r y a m a n , A d i t i — Varuna'nın bu ç o k a n l a n d ı ve ç o k d e ğ e r l i yapısı b i r ç o k açıdan ö n e m l i d i r . Ama asıl d i k k a t i m i z i ç e k m e s i gere ken z ı t l a n n birliği konusundaki ö r n e k niteliğidir. Gerçekten de bu nitelik, siste matik felsefenin k o n u l a r ı n d a n b i r i haline gelmeden çok önce, Hint dinsel d ü ş ü n cesinin ayırt edici özelliklerinden b i r i n i o l u ş t u r m a k t a d ı r . Çokdegerlilik ve zıtla n n birliği yalnızca Varuna'ya özgü de değildir. Daha ö n c e Rig Veda (1, 79, 1) A g ni'yi "öfkeden çılgına d ö n m ü ş yılan" diye niteliyordu. Aitareya
Brâhmana
Çili,
36), A g n i g ö r ü n ü r b i ç i m d e ne ise (pratyaksa) Yılan A h i Budhnya'nm da g ö r ü n m e z b i ç i m d e o o l d u ğ u n u (paroksend) açıklamaktadır. Başka b i r ifadeyle, Yılan Aleş'in sanal b i r hali, k a r a n l ı k l a r ise tezahür e t m e m i ş ışıktır. Vâjctsiineyi Samfütö'da (V, 33), A h i Budhnya ve G ü n e ş (Aja Ekapad) ozdeşleştirilımştir. G ü n e ş şafakla b i r l i k te yükselince " A h i ' n i n derisinden k u r t u l d u ğ u g i b i . . . . Geee'den k u r t u l u r . " şekilde, tanrı Soma, "tıpkı A h i gibi, eski derisinin dışına s ü r ü n ü r , "
5 3
52
Aynı
Satapatha
Brârımöno, Soma'yı Vrtra ile özdeşleştirir ( I I I , 4, 3, 13; vb), Aditya'ların da baş-
Krş. Images et Symboks, s. 128 vd. Rig Veda IX, 73, 3. Rig Veda'nııı bazı bölümlerinde (örneğin l , 164, 38), Varuna tezahür etmeyen, sanal ve ezeli-ebedi varlık olarak görülüyordu. Bkz. Coomaraswamy'mn bir araya getirdiği referanslar, "Angel and Titan," s. 391, dipnot. Mahöljhdrata., 1, 21, 6 ve 25, 4. Yine Martârjhöraîs'nırL başka bölümlerinde kral Varuna en üstün nâgalardan biri olarak değerlendin!ir ve Veda kaynaklarında da rastlanan mit yılanlan arasında sayılır; krş. G. Johnsen, "Varuna and Dhrtarâştra," s 260 vd. Sat. Br., 11, 3,1,3 ve 6 Rig Veda IX, 86, 44 248
HINT-AVMJPAU SARIN DİNV VEDA TANİİHAIÜ
langtçta yıları o l d u k l a r ı ifade edilir. Eski derilerini atarak - b u , ö l ü m s ü z l ü ğ e eriş tikleri a n l a m ı n a gelir ( " Ö l ü m ' ü yendiler")- tanrı, deva o l m u ş l a r d ı r .
54
Son olarak.
Sat. Br. ( X I I I , 4, 3, 9) "Yılanlar'm bilgisi (sarpa-vıdya) Veda'dır" açıklamasını ya par,
55
Başka b i r deyişle, tanrısal öğreti paradoksal bir b i ç i m d e en a z ı n d a n başlan
gıçta "şeytani" bilgiyle özdeşleştirilrriiştir. Kuşku yok k i , yılanlarla tanrıların birleştirilmesi. Devalarla Asuralar'm Praj â p a t i ' n i n çocukları o l d u ğ u ve Asuralar'm y a ş m ı n daha b ü y ü k o l d u ğ u konusunda Brhadâranyaka U p a n i ş a d ' d a da görülen (1, 3, 1) d ü ş ü n c e n i n bir anlamda uzantısı dır. Çatışan figürlerin ortak bir soydan gelmesi, başlangıç çağının b i ı l t k - b ü t ü n l ü ğ ü n ü y a n s ı t m a k için kullanılan g ö z d e izleklerden biridir. Indra ile Vrtra arasında k i m e ş h u r kavga m i t i n i n teolojik y o r u m l a r ı n ı incelerken bunun g ö r k e m l i örnek lerinden biriyle karşılaşacağız. Mıtra'nm rolü ise, Varuna'dan soyutlandığı zaman, ikincil d ü z e y d e d i r . Veda'da ona a d a n m ı ş bir tek ilahi vardır/* Ama h ü k ü m d a r l ı ğ ı n barışçı, i y i niyetli, huku 1
k i ve ruhban y ö n l e r i n i c a n l a n d ı r a r a k , Varuna'yla birlikte h ü k ü m d a r l ı k sıfatlarını paylaşır. A d ı n ı n da ifade ettiği üzere, tıpkı Avesta'daki Mitra gibi, k i ş i l e ş t i r i l m i ş "Sözleşme"dır, insanlar a r a s ı n d a k i anlaşmaları kolaylaştırır ve insanların t a a h h ü t lerini yerine getirmesini sağlar. G ü n e ş onun g ö z ü d ü r ;
57
her şeyi g ö r ü r ,
hiçbir
şey g ö z ü n d e n k a ç m a z . Dinsel d ü ş ü n c e ve etidnlikteki ö n e m i , özellikle hem antite zi hem de tamamlayıcısı o l d u ğ u Varunayla birlikte anıldığında ortaya çıkar. En eski d ö n e m l e r d e bile tannsal e g e m e n l i ğ i n m ü k e m m e l bir ifadesi olarak hatırı sa yılır b i r rol oynayan Mitra-Varuna çifte ismi, daha sonraları her t ü r ç a t ı ş m a h çift ve b i r b i r i n i tamamlayan zıtlav için ö r n e k ifade biçimi olarak kullanıldı. Aryaman ve Bhaga, Mitra ile b i r l e ş t i r i l m i ş t i r . Birincisi Âriler toplumunu ko rur; özellikle k o n u k s e v e r l i ğ i o l u ş t u r a n vasıfları yönetir ve evliliklerle i l g i l e n i r . Adı "pay" anlamına gelen Bhaga, zenginliklerin d a ğ ı t ı m ı n ı sağlar. Aryaman ve Bhaga, Mitra ve Varunayla (ve k i m i zaman da başka tanrılarla) birlikte, Adityalar g r u b u n u ya da tanrıça A d i t ı ' m n , " B a ğ l a n m a m ı ş ' i n , yanı Ö z g ü r T a n r ı ç a ' n ı n oğulla rını o l u ş t u r u r . Bu tanrıçanın yapısı Max Müller'den bu yana bol bol t a r t ı ş ı l m ı ş tır. Metinler onu y e r y ü z ü , hatta evrenle özdeşleştirir; açıklığı, genişliği, ö z g ü r l ü -
* Paneavimia Br., XXV, 15, 4. 5 5
Bu konu hakkında, krş. M. Eliade, Mephiuophttes et l'andıogynti, s. IDS vd.
5 6
Rig Veda 111, 59.
57
Taitt. Brail, 111, 1,5,1. 249
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1
gü temsil eder.
Büyük olasılıkla A d i t i , tamamen unutulmasa da niteliklerini ve
işlevlerini o ğ u l l a n olan Adityalar'a aktaran bir U l u Ana'ydı.
68. i n d r a . Ş a m p i y o n ve Y a r a t ı c ı — Rig Veda'daki en p o p ü l e r tanrı l n d r a ' d ı r , V a n m a y a seslenen 10, Mitra, Varıma ve Adityalar'a birlikte seslenen 35 ilahi var ken, İndra'ya seslenen ilahilerin sayısı yaklaşık 250'dir. O tam b i r kahraman, sa vaşçılar için m ü k e m m e l b i r ö r n e k , D â s y u ' l a n n veya D â s a ' l a n n ü r k ü t ü c ü h a s m ı y dı. Ç ö m e z l e r i , Marullar Hint-Iran genç savaşçı t o p l u l u k l a r ı n ı (marya) m i t o l o j i k d ü z e y d e yansıtırlar. A m a indra aynı zamanda yaratıcı ve bereket sağlayıcı, haya tın b o l l u ğ u n u n , k o z m i k ve biyolojik enerjinin kişi 1 eştirilmiş halidir. Yaratılış güçlerinin ilkornegi s o m a n ı n hiç b ı k m a y a n tüketicisi olan İ n d r a , kasırgalar başla tır, y a ğ m u r l a r yağdırır ve her türlü rutubete h ü k m e d e r .
5 9
Rig Veda'daki en ö n e m l i m i t i de o l u ş t u r a n merkezi İndra m i t i onun Vrtra'ya, sulan "dagm ç u k u r u n d a " tutan dev ejderhaya karşı, kazandığı d ö v ü ş ü anlatır. So ma sayesinde güç kazanan indra, yılanı
vajıa'sıyla
("yıldırım")
yere serer,
Tvaştr'm örste d ö v d u g u b u silahla yılanın başını yarar ve sulan serbest b ı r a k ı r ; sular da " b ö g u r e n inekler gibi" denize d o ğ r u akar.
60
Bir t a n r ı n ı n bir su veya deniz canavarıyla d ö v ü ş m e s i , bilindiği gibi, oldukça yaygın b i r mit izlegidir. Re ile Apophis, S ü m e r t a n n s ı Ninurta ile Asag, Marduk ile Tiamat, Hitit fırtına tanrısı ile yılan Illuyankas, Zeus ile T y p h o n , İranlı kahra man Thraetaona ile ü ç başlı ejderha Azhi-dahâka arasındaki mücadeleleri hatırla yalım. Bazı ö r n e k l e r d e (örneğin Marduk-Tiamat), tanrının zaferi kozmogoninin ö n k o ş u l u n u oluşturur. Başka ö r n e k l e r d e hedeflenen yeni b i r çağın başlaması ve ya yeni b i r egemenliğin k u r u l m a s ı d ı r (krş. Zeus-Typhon, Baal-Yam). Kısacası b i r su canavarının -potansiyelin ve "kaos"un o l d u ğ u kadar, "yerli" olanın da simge s i d i r - ö l d ü r ü l m e s i y l e kozmik ya da kurumsal yeni bİT "durum" var olur. Bütün b u m i t l e r i n ö z g ü n ve ortak bir özelliği ş a m p i y o n korkusu veya i l k yenilgidir. Marduk ve Re kavgadan ö n c e duraksama geçirirler; yılan Illuyankas once tanrıyı sakatlamayı b a ş a n r ; T y p h o n Zeus'un t e n d o n l a n n ı kesip almayı becerir. ha Brshmana'ya
Satapat-
göre ( I , 6, 3-17), Vrtra'yı fark edince, indra m ü m k ü n o l d u ğ u ka-
J, Gonda, Some Observations on the Relations between, "Gods" and "Powers" s. 75 vd. Ona sahasramuşka, "bin hayalı" denir (Rig Veda VI, 46, 3); "tarlalann efendisi" (Rig Veda 8, 21, 3) ve "yerin efendisi" (Atharva Veda XII, 1, 6), tarlalara, hayvanlara ve kadınlara bereket getirendir; krş. Dinler Tarifime Giriş, s. 102. RigVedal, 32. 250
HINT-AVRUPAULARIN DİNİ: VEDA TANRI [_AKI dar uzağa kaçar ve Markandeya b i r halde karşımıza çıkar
Purana'da
"korkudan h a s t a l a n m ı ş " ve b a r ı ş ister
6 1
Bu m i t i n doğacı y o r u m l a n ü z e r i n d e d u r m a m ı z a gerek yok: Vrtra'ya karşı ka zanılan zafer ya fırtınanın başlattığı y a ğ m u r , ya d a ğ s u l a r ı n ı n k u r t a n l m a s ı (01denberg) ya da sulan dondurarak "hapseden" soğuğu g ü n e ş i n yenmesi (Hilleb¬ randt) olarak değerlendirilmiştir. M i t çokdeğerli o l d u ğ u n a göre, içinde kuşkusuz doğacı unsurlar da b u l u n m a k t a d ı r ; İ n d r a ' n m zaferi, başka y o r u m l a r ı n yanı s ı r a , kısırlığa ve suların Vrtra tarafından "hareketsizleştirilmesi'nin sonucu olan ölü me karşı hayatın zaferiyle de eşdeğerdir. Ama m i t i n yapısı kozmogoni n i t e l i k l i dir. Rig Veda'da ( I , 33, 4) t a n n n m kazandığı zaferle güneşi, göğü ve şafağı yarat tığı söylenir. Bir başka ilahiye g ö r e ,
62
İ n d r a d o ğ a r d o ğ m a z G ö k ile Yer'i a y ı r d ı ,
gök kubbeyi sabitleştirdi ve vajra'yı
fırlatarak sulan karanlıklarda tutan Vrtra'yı
parçaladı. Yer ve G ö k aslında t a n r ı l a n n ebeveynidir ( I , 185, 6); İndra hem en g e n ç (111, 38, 1) hem de d o ğ a n en son tanrıdır; ç ü n k ü o G ö k ile Yer'in kutsal evli liğine son verir. "Gücüyle bu i k i d ü n y a y ı , Gok ve Yer'i yaydı ve g ü n e ş i n parla masını sağladı" (VI1İ, 3, 6). Bu yaratıcı b a ş a r ı s ı n d a n sonra, indra Varuna'yı evren egemeni ve rla'nra bekçisi olarak atadı (rta alt d ü n y a d a gizli k a l m ı ş t ı ) . 63
ileride göreceğimiz gibi (§ 75), d ü n y a n ı n yaratılışını bir fik madde'den hare ketle açıklayan başka Hint kozmogoni türleri de b u l u n m a k t a d ı r . Yukanda özetle diğimiz mit b u sınıfa dahil değildir, çünkü burada belli t ü r d e b i r "dünya" zaten mevcuttu. G e r ç e k t e n de G ö k ve Yer o l u ş m u ş ve tanrıları d o ğ u r m u ş l a r d ı , ind ra'nm tek yaptığı k o z m i k ana-babasını birbirinden a y ı r m a k ve Vrtra'yı y ı l d ı r t m layarak
hareketsizliğe,
yani
bir
"potans iye İliğe" son vermek o l d u
ejderhanın 6 4
varoluş
biçimiyle
simgelenen
Bazı geleneklere g ö r e , tanrıları "biçimlendi
ren" Tvaştr (Rig Veda'da rolü açıkça b e l i r t i l m e m i ş t i r ) kendine b i r ev y a p m ı ş ve Vrtra'yı da bu konut için bir t ü r dam ve duvarlar gibi yaratmıştı. Vrtra tarafm-
GerçÉkten de indra Vrtra'ya haberciler gönderdi ve bu haberciler aralarında "dostluk" ve "uzlaşma"yı sağladı. Ama İndra, Vrtra'yı hileyle öldürerek sözleşmeyi bozdu ve bu onun büyük "gunafTıydı; krş. Dumézil, Heur et tıtiifıerti" du guerrier, s. 71 vd, Hint mitinin bir diğer özgül çizgisi: Onayetten sonra, İndra korkuya kapılır, yerin sınınna kadar uçar ve "incecik bir biçime büriinerek" bir lotus çiçeğinin içine saklanır (Mahâbhàrata, V, 9, 2 vd; bu tema daha önce Rig Veda I , 32, 14'te görülmüştü). Rig Veda X, 113, 4-6. Rig Veda I , 62, 1 tndTa, "bölünmemiş, uyanmamış, en derin bir uykunun içine gömülmüş, uzanmış uyuyan" Vrtra ile karşılaşır (Rig Veda IV, 19, 3). 251
D I N S E L INANÇLAR V E DÜŞÜNCELER T ARİHİ - I
dan sarılmış konutun içinde G ö k , Yer ve Sular v a r d ı ,
3
Indra, Vrtra'nın "diren-
ci"ni ve ataletini kırarak b u i l k m o n a d ' ı ' p a r ç a l a r . Başka bir deyişle, d ü n y a ve ha w
yat ancak biçimsiz bir İlk Varlığın ö l d ü r ü l m e s i y l e d o g a b i l m i ş t i r . Bu m i t , sayısız çeşitleme 1 e tiyle birlikte, o l d u k ç a yaygındır ve yme Hindistan'da F u r u ş a ' n ı n t a n r ı lar tarafından p a r ç a l a n m a s ı ve Prajâpati'nin kendini kurban etmesinde hep b u m i t i bulacağız. Bununla birlikte Indra kurban törem yapmaz, bir savaşçı olarak ö r n e k d ü ş m a n ı , "direncin" ve ataletin b e d e n l e n m i ş hali olan i l k ejderhayı ö l d ü r ü r . Mit çokdeğerlidir; kozmogoniye ilişkin a n l a m ı n ı n yanı sıra, "doğacı" ve "ta rihsel" değerler de i ç e r m e k t e d i r , lndra'mn kavgası, Ârilerin Dâsyulara
(nitekim
onlara da vridnt deniyordu) karşı s ü r d ü r m e k zorunda kaldıkları savaşlara
örnek
oluyordu. "Bir savaşta zafer kazanan, Vrtra'yı gerçekten ö l d ü r m ü ş olur." " Eski 1
d ö n e m l e r d e Indra ile Vrtra arasındaki kavga, d ü n y a n ı n yenilenmesini sağlayan Yeni Yıl b a y r a m l a r ı n ı n mıtsel-ritüel senaryosunu o l u ş t u r u y o r d u herhalde, * Bu 1
t a n r ı n ı n y o r u l m a k bilmez bir ş a m p i y o n , orji t ü r ü güçlerin ve evrensel bereketin epifanisi bir yaratıcı o l m a s ı n ı n nedeni, hayatı ortaya çıkaranın, çoğaltanın ve ye nileyenin şiddet o l m a s ı d ı r . Ama kısa b i r süre sonra Hint s p e k ü l a s y o n u bu m i t i tanrısal i k i - b ü t u n l ü l ü g u n y a n s ı m a s ı , dolayısıyla nihai gerçeğin giz
perdesinin
kaldırılmasını hedefleyen eski m e t i n y o r u m c u l u ğ u n u n b i r örneği olarak kullana caktır.
69. Agni, Tanrıların B a ş r a h i b i : Kurban A t e ş i , İ ş ı k , Z e k â — Evde y a k ı l a n ate şin daha Hint-Avrupa çağında da tapım içinde önemli b i r r o l ü v a r d ı . Burada söz konusu olan, b a ş k a b i r ç o k i l k e l toplumda da geniş ölçüde b u l g u l a n m ı ş , tarihöncesine ait b i r âdettir. Veda'da, tanrı A g n i tam anlamıyla ateşin kutsallığını temsil eder, ama b u kozmik ve ritüei kutsal hiyerofan ilerle sınırlı kalmaz. İran'da aynı işlevi ü s t l e n m i ş t a n r ı Atar'm Ahura Mazda'nm oğlu olması g i b i ,
m
o da Dyaus'un
Bu kozmogoni anlayışını yeniden oluşturmaya özellikle Norman W. Brown gayret etmiş tir. i.eibnız felsefesine göre, "bileşiklere giren yalın, yani bölünmeyen töz" - ç n . Möitrflyarıi-Samfırtâ, II, 1, 3. Kuiper, "The ancıent Aryan Verbal Contest," s. 269. Vedalar çağı Hindistan'ındaki hitabet yanşmalan da direniş güçlerine (vrtaııi) karşı verilen ilk mücadeleyi yineliyorlardı. Şair kendini İndra'ya benzetir: "Ben hasunlanmın katiliyim, tek bir yara almam, sağ salimim Indra gibi" (Rig Veda X, 166, 2; krş. Kuiper, s. 251 vd). Yasna, 2, 12; vb. 252
HINT-AVRUI'AIJ]ARIN DİNİ' VHDA TAN 1111 ARI
oğludur.
Gök'te "doğar," oradan şimşek b i ç i m i n d e aşağı iner, ama aynı zaman
da suda, ağaçta, bitkilerde de bulunur. Ayrıca güneşle de özdeşleştirilmiştir. A g n i hem ateşle ilişkili tezahürleriyle hem de kendisine özgü tanrısal vasıflar la betimlenir. "Alevden saçları," "altın çenesi," çıkardığı g ü r ü l t ü ve yarattığı kor k u d a n s ö z edilir. "Aç gözlü b i r boğa gibi ağaç la r m ü z e r i n e saldırdığında, kapkara bir iz kalır a r d ı n d a . . . . "
71
0 , G ö k ile Yer a r a s ı n d a k i "habercfdir ve kurbanlar tan
rılara o n u n aracılığıyla ulaşır. Ama Agni öncelikle rahibin ilk ve ideal Örneğidir; ona kurban törenini yapan rahip ya da "başrahip" (purohita) denir. Bu nedenle ona seslenen ilahiler Rig Veda'nm b a ş ı n d a yer alır. İlk ilahi şu dizelerle başlar: "Başrahip, kurban töreni tanrısı, bizi a r m a ğ a n l a r a doyuran adak sunucu A g n i ' n i n şar kısını s ö y l ü y o r u m . " Agni sonsuza dek genç kalır ("yaşlanmayan T a n r ı , " ) , çünkü 72
her yeni ateşle tekrar doğar. A g n i , "evin efendisi" (grthaspati)
olarak, karanlıkları
kovar, cinleri uzaklaştırır, hastalıklara ve b ü y ü c ü l e r e karşı koruma sağlar. Bu ne denle insanların A g n i ile ilişkileri, d i ğ e r taunlarla o l d u ğ u n d a n daha y a k ı n d ı r . "Arzulanan iyilikleri h a k ç a dağıtan" odur ( I , 58, 3). G ü v e n içinde ona y a k a r ı r l a r : "Bizi i y i yollardan servete g ö t ü r A g n i . . . . insanı yoldan ç ı k a r a n hatalardan b i z i k o r u ,,, bizi hastalıklardan koru. Yorulma nedir bilmez muhafızlarınla bizi her zaman k o r u A g n i . . . . Bizi k ö t ü n ü n , yıkıcının, yalancının ya da talihsizliğin eline terk etme" (1, 187, 1-5; çev. jean V a r e r m e )
73
Agni, dinsel hayatın her a n ı n d a var olmasına karşın - ç ü n k ü kurban ateşi hatın sayılır bir rol o y n a r - ö n e m l i b i r mitolojiye sahip değildir. D o ğ r u d a n onunla ilişkili az sayıdaki m i t a r a s ı n d a en m e ş h u m , ateşi gökten getiren Mâtarisvan m i tosudur
74
A g n i ' n i n g ö r ü n ü r d e belirsiz, ama ö n e m l i bir kozmolojik rolü v a r d ı r .
Ona b i r yandan "Suların cenini" adı verilir (âpam garhliiifı ) ve sulann, yani Ana73
lar'm rahminden fışkırdığı hatırlatılır (X, 9 1 , 6). Diğer yandan i l k suların içine girdiği ve onları döllediği kabul edilir. Burada k u ş k u s u z arkaik bir
kozmolojik
anlayış söz konusudur: Yaratılışın b i r ateş unsurunun (ateş, sıcaklık, ışık, semen virtle) su temel unsuruyla (Sular, potansiyeli i kler; soma) birleşmesi sonucu oluş7 0
Rig Veda i , 26, 10.
7 1
RigVedal, 58, 4
7 2
RigVedal, 52, 2
7 1
Cesetlerin yakıl m asında ki rolü yüzünden Agni'ye "et yiyici" adı da verilir ve kimi zaman köpeğe ve çakala benzetilir. Tek kötü özelliği budur,
7 4
Ama ba^ka metinlerde Mâtanlvan'ın habercisi bizzat Agni'dir; krş. J. Gonda, (.es Rel. Dc
7 1
Rig Veda 111,1. 12-13.
VInde, c. 1, s. 89.
253
DINSEL INANÇLAR VE
DÜŞÜNCELER
TARIHI -
i
m a s ı . Agni'nin bazı vasıflarına (sıcaklığı, yaldızlı rengi - ç ü n k ü a l t ı n d a n bir bede ni o l d u ğ u s ö y l e n m e k t e d i r - sperm g ü c ü ve yaratıcı güçleri), Hiranygarbha (Altın 76
Cenin) ve Prajapati etrafında geliştirilen kozmogoni s p e k ü l a s y o n l a r ı n d a da rastla nacaktır (§ 75). İlahiler Agni'nin tinsel yeteneklerinin altını çizer: O, b ü y ü k b i r zekaya ve ön g ö r ü y e sahip b i r rsi'dir. Benzer spekülasyonları gerçek ölçüleriyle değerlendire bilmek için, ateş, alevler, sıcaklık konusunda yapılan "yaratıcı imgelem" ve dü ş ü n c e alış t imlalarıyla ortaya çıkarılmış sayısız imge ve simgeyi de dikkate almak gerekir. Bütün bunlar zaten t a r i h ö n c e s i n d e n aktarılan bir miras o l u ş t u r u y o r d u . Hint dehasının katkısı, hatırlanamayacak kadar eski zamanlara ait bu keşifleri ge liştirmekten, birbirine eklemlemekten ve s i s t e m l e ş t i r m e k t e n ibaretti. Ateşle iliş k i l i b u başlangıç imgelerinin bazılarına daha sonraki felsefi s p e k ü l a s y o n l a r d a ye niden rastlanacaktır; alevlerin "oyunu"ndan hareketle açıklanan tannsal yaratıcı oyun k a v r a m ı (tîl â) buna bir örnektir. Ateş-(ışık)-zekâ özdeşliği ise b ü t ü n dünya da y a y g ı n d ı r . i
77
Agni'nin Hint' d i n i ve tinselligindeki ö n e m i en i y i bu noktada anlaşılmaktadır:
Kozmik-biyolojik sayısız düşünceye ve spekülasyona yol a ç m ı ş , çoğul ve farklı d ü z l e m l e r i n tek bir temel ilkeye indirgenmesini hedefleyen sentezleri kolaylaştır mıştır. Kuşkusuz böylesi düşleri ve düşünceleri besleyen tek H i n t tanrısı Agni değildi, ama o b u konuda en ö n safta yer almaktadır. Daha Vedalar çağında tejas'te, "ateşle ilişkili enerji, göz kamaştırıcı parlaklık, etkililik, g ö r k e m , d o ğ a ü s t ü g ü ç " vb'le ozdeşleştırilmişti. İlahilerde, bu g ü c ü bağışlaması için ona y a k a r d ı r (A V, V I I , 89, 4 ) .
7S
Ama ö z d e ş l e ş m e , ö z ü m s e m e ve d a y a n ı ş m a dizisi - H i n t düşünce
sine ö z g ü s ü r e ç l e r - ç o k daha geniştir, Agni veya onunla aynı işleve sahip olan m u a d i l i G ü n e ş , ışığı âtınan'te
ve semen vı'rcîele özdeşleştirmeyi hedefleyen phih-
sophoumena i ç i n d e yer alır, "İç sıcaklığın" artırdmasına yönelik ritüeller ve riya zet sayesinde, Agni ( k i m i zaman dolaylı yoldan da olsa) "çile a t e ş i m i n (tapas) ve Yoga u y g u l a m a l a r ı n ı n dinsel değer kazanmasıyla da d a y a n ı ş m a içindedir.
70. T a n r ı Soma ve " Ö l ü m s ü z l ü k " İ ç k i s i — Kendisine a d a n m ı ş 120 ilahiyle So ma, Veda panteonunun üçüncü tanrısı g ö r ü n ü m ü n d e d i r . Rig Veda'nın b ü t ü n b i r RigVedalV, 3,1;X, 20,9. Kurban ateşi üzerine dinsel tefekkür Zerdüşt inancında da önemli bir rol oynar (krş, 104). Krş. Gonda, "Gods" and "Powers,"s. 58 vd 254
HİNT-AVRUPALILARIN DlNl: VEDA TANRILARI
kitabı, IX. Kitap, Soma'ya, pavamâna
somaya, ''aydınlanmakta olana" ithaf edil
miştir. Soma ö r n e ğ i n d e , ritüelüı gerçek nesnelerini —bitki ve bu bitkiden yapılan i ç k i - aynı adı taşıyan t a n r ı d a n ayırmak, A g n i ö r n e ğ i n d e o l d u ğ u n d a n daha da güç tür. Soma mitleri kayda değer değildir, i ç l e r i n d e en önemlisi s o m a n ı n g ö k s e J kö kenini anlatır: "Göğe kadar uçan" b i r kartal, "düşünce hızıyla" ileri atıldı "ve t u n ç t a n kalenin kapısını kırıp a ç t ı . "
79
Kuş b i t k i y i alıp yeryüzüne taşıdı. Ama so
ma'mn dağlarda yetiştiği kabul e d i l i r ;
00
bu da g ö r ü n ü r d e b i r çelişkidir;
çünkü
dağ d o r u k l a r ı aşkın d ü n y a y a aittir, gökle özdeşleşt irilmiş t ir. Zaten başka metin ler soma'mn " d ü n y a n ı n g ö b e k deliğinde, d a ğ l a r d a , "
81
yanı Gök ile Yer arasında
geçişin m ü m k ü n o l d u ğ u D ü n y a n m Merkezi'nde yetiştiğini kesin olarak açıklar."
2
Soma, tanrılara genelde atfedilen alışılmış vasıflara sahiptir: O n g ö r ü l ü , zeki, bilge, muzaffer, c ö m e r t vb'dir. Diğer tanrıların dostu ve koruyucusu ilan edil miştir; öncelikle de Indra'nm dostudur. Aynca ona, k u ş k u s u z
rituellerdeki
öne
m i n d e n ö t ü r ü , Kral Soma da denir. Avesta'da sözü g e ç m e y e n ayla özdeşleştirilme si, ancak Vedalar sonrası d ö n e m d e açık bir biçimde bulgulanabilmektedir. B i t k i n i n ezilmesiyle ilgili b i r ç o k a y n n t ı hem k o z m i k hem de b i y o l o j i k terim lerle b e t i m l e n m i ş t i r : A l t t a k i taşın çıkardığı b o ğ u k g ü r ü l t ü , g ö k g ü r u l t u s ü y l e öz deşleştirilir; süzgeçte kullanılan y ü n , bulutları temsil eder; çıkan su b i t k i l e r i bü y ü t e n y a ğ m u r d u r vb. Ezme işlemi cinsel ilişkiyle de özdeşleştirilir. A m a b ü t ü n b u b i y o - k o z m ı k bereket simgeleri, son tahlilde Soma'mn "mistik" degerme bağlı dır. Metinler, b i t k i n i n satın alınması ve özellikle de içkinin h a z ı r l a n m a s ı öncesin de ve sırasında y a p ı l a n törenler üzerinde durur. Rig Veda'dan itibaren soma kur ban t ö r e n i , en yaygın tören, "kurban t ö r e n i n i n r u h u ve merkezedir (Gonda), İlk yüzyıllarda Hint-Âriler tarafından hangi b i t k i kullanılmış olursa olsun, daha son ra b u b i t k i n i n yerini başka botanik türlerin aldığı kesindir. Soma/haoma,
"ölüm-
Rig Veda, VIII, 100,8. Somû'nm sıfatı olan Maujavata, soma'mn yetiştiği bölgenin Mücavat Dağı olduğunu belirtir (Rig Veda X, 34, 1). Iran geleneği de finoma bitkisinin bulunduğu yer olarak dağlan göstenr (Yasna 10, 4; Yaşt 9, 17; vb). RtgVeda X, 82, 3. Yacur-Veda metinlerinde, Soma'mn tannlar tarafından kurban edilmesine sık sık değinilir; yalnızca Mitra bu törene katılmayı reddetmişti; ama sonunda o da ikna oldu. Bu bölümde bir köken mitinin izleri seçilebiliyor; bir İlk Varlığı kurban ederek "ölümsüzlestınci" içeceğin yaratılması. Tannlar tarafından gerçekleştirilen bu ilk cinayet, soma bit kisinin rituel biçiminde ezilişıyle sonsuz kez yinelenmektedir. 255
DİNSEL INANÇLAR VE DÛSÛNCEı hK TARIHI -1
s u z l ü k " (amrtd) içkisinin H i m - l r a n dilindeki ifadesidir; anlaşılan,
Hint-Avrupa,
içeceği matilıu'nun, "bal ş e r b e t f n i n yerini almıştır. Soma'nm b ü t ü n erdemleri içilmesinin yarattığı esrime deneyimiyle
uyumlu
dur. M e ş h u r bir ilahide ( V I I I , 48) şöyle denir: "Soma içtik, ö l ü m s ü z olduk; ışığa v a r ı n c a , tanrıları b u l d u k . Ey ö l ü m s ü z , ö l ü m l ü l e r i n acımasızlığı veya k ö t ü l ü ğ ü ne zarar verebilir bize artık?" (3. d ö r t l ü k ) . "Hayat suremizi" uzatması için somaya yakardır; ç ü n k ü o "bedenimizin bekçisidir" ve "dermaıısızlıklar, hastalıklar kaçıp gitti" (çev. L. Renou). Soma, d ü ş ü n c e y i uyanr, savaşçının cesaretini k ö r ü k l e r , cin sel gücü artırır, hastalıkları iyileştirir
Rahipler ve taunlar tarafından ortaklaşa
içildiğinde, yeri göğe y a k l a ş t ı n r , hayatı g ü ç l e n d i r i r ve uzatır, bereketi sağlar. G e r ç e k t e n de esrime deneyimi yaşamsal d o l u l u ğ u , sınırsız ö z g ü r l ü k duygusunu, varlığından belki de haberdar bile olunmayan fiziksel ve tinsel güçlere sahip o l u n d u ğ u n u ortaya çıkarır. Tanrılarla ortaklık, hatta t a n n i a r ı n dünyasına aidiyet hissi, " ö l ü m s ü z l ü ğ ü n , " yanı Öncelikle sonsuza dek uzatılmış eksiksiz bir hayatm kesinliği buradan kaynaklanır. Şu ü n l ü ilahide (X, 119) k o n u ş a n k i m d i r , tanrı m ı yoksa kutsal içeceği bir dikişte bitirmiş, esrime i ç i n d e k i insan mı? "Beş kabile (insan kabileleri) d ö n ü p bakmaya bile d e ğ m e z gibi geldi bana - soma i ç m e d i m m i ben?" K o n u ş a n kişi b a s a n l a r ı n ı sayar: "Boyumla göğe egemen o l d u m , geniş yer y ü z ü n e egemen o l d u m . , . . Bu yere şiddetli darbelerimle v u r a c a ğ ı m . . . Kanatlanmdan b i r i n i göğe ç i z d i m , b i r i n i buraya, aşağıya ç i z d i m . . . . Ben b ü y ü ğ ü m , b ü y ü k , buludara kadar y ü k s e l d i m - soma i ç m e d i m m i ben?" (çev, Renou).
85
Tapırtı içinde ö z g ü n b i t k i n i n daha sonradan yerini alan diğer bitkiler üzerinde d u r m a y a c a ğ ı z . Ö n e m l i olan, b u soma deneyimlerinin Hint d ü ş ü n c e s i içinde oyna dığı r o l d ü r . B ü y ü k olasılıkla bu tür deneyimler rahipler ve belirli sayıda kurban sunucusuyla sınırlıydı. Ama onları yücelten ilahiler, özellikle de yol açtıkları yo rumlar sayesinde h a t ı n sayılır bir yankı buldular. Tannlarla paylaşılan, tanı ve m u t l u l u k verici b i r v a r o l u ş u n sırrına erilmesi, i l k içecek ortadan kaybolduktan uzun s ü r e sonra da H i n t maneviyatını u ğ r a ş t ı r m a y a devam etti, O zaman b ö y l e b i r v a r o l u ş a başka araçlarla erişilmeye çalışıldı: Riyazet veya orjı t ü r ü a ş ı n h k l a r , tefekkür, Yoga teknikleri, mistik bağlılık. Biraz ileride göreceğimiz gibi (§ 79), arkaik Hindistan b i r ç o k esrik insan t ü r ü tanıdı. Ayrıca mutlak ö z g ü r l ü k a r a y ı ş ı , bir dizi y ö n t e m ve phitosophoumena'ya yol açtı; bunlar da, Vedalar çağında hiç d ü -
"llahı, bir kurban töreni sırasında şairin tannsal içeceği yudumladıktan sonra neler hisset tiğini ifade etmesini istediği tann AgniYıin ağzından söylenmiş gibidir" ( L Renou, Hyıımes specuSatifs da Vida, s 252) 256
H[NT-AVKUP Al JLAR!N DİNİ. VEDA TANRILARI
ş ü n ü l m e m i ş yeni b a k ı ş açılarıyla s o n u ç l a n d ı . Daha sonraki b ü t ü n b u gelişmelerde tanrı Soma daha ç o k silik bir r o l o y n a d ı ; teologların ve meta fizikçilerin asıl i l g i sini ç e k e n o n u n ifade ettiği kurban törenine ilişkin kozmolojik ilke oldu.
7 1 . Vedalar Ç a ğ ı n d a İ k i B ü y ü k T a n r ı : R u d r a - Ş i v a ve V i ş n u — Veda metinle ri ayrıca belli sayıda t a n r ı d a n da söz eder. Bunların çoğu ö n e m l e r i n i yavaş yavaş yitirecek ve sonunda unutulacak, bazıları ise sonradan benzersiz bir konuma eri şecektir. Unutulanlar arasında, G ö ğ ü n (Dyaus) kızı, şafak tanrıçası Uşas'ı; Rüz gârın ve benzerleri "nefs" ve "kozmik ruh"un tanrısı Vâyu'yu; fırtına ve y a ğ m u r mevsimi tanrısı Parjanya'yı; g ü n e ş tanrıları S ü r y a ve Savİtr'i; giderek kaybol makta olan ( t a p ı m ı neredeyse yok o l m u ş t u ) yolların bekçisi ve ölülerin rehberi, Hermes'e de benzetilen eski ç o b a n tanrısı P ü ş a n i ; Dyaus'un oğulları, daha geç ta rihli edebiyatta kendilerine ö n d e gelen bir yer sağlayan ç o k sayıda m i t ve desta n ı n k a h r a m a n l a r ı ikiz Asvmler'i (veya N â s a l y a l a r ı ) ; Stig Wikander'm H i n t - A v r u pa t ü r ü "erkekler cemiyeti"nin mitsel ö r n e ğ i olarak y o r u m l a d ı ğ ı , "genç adamlar" (marya) grubu Marut'lan ( R u d r a ' n ı n o ğ u l l a n ) hatırlatalım. i k i n c i kategori Rudra-Şıva ve V i ş n u tarafından temsil edilmektedir. Onlar Ve da metinlerinde mütevazı bir yer tutar, ama klasik d ö n e m d e U l u T a n r ı l a r olacak l a r d ı r . Rig Veda'da Vişnu insanlara karşı i y i niyetli ( I , 186, 10), Vrtra'ya k a r ş ı kavgasında G ö k ile Yer arasındaki b o ş l u ğ u yayarak y a r d ı m ettiği İ n d r a ' n ı n dostu ve müttefiki bir tanrı olarak g ö r ü n ü r ( V I , 69, 5), Bu b o ş l u ğ u kendisi ü ç adımda aşar ve ü ç ü n c ü a d ı m l a t a n n l a n n katına e n ş i r ( I , 155, 6), Bu m i t
Brâhmanalar'da-
k i bir ritüelin de esin kaynağı ve gerekçesidir: V i ş n u kurbanla özdeşleştirilir*" ve k u r b a n ı sunan rahip o n u n u ç a d ı m ı n ı n t ü e l b i ç i m i n d e taklit eder, tanrıyla özdeşleşir ve göğe erişir ( I , 9, 3, 9 v d ) V i ş n u hem (evrenin d ü z e n l e n m e s i n e olanak ve ren) sınırsız uzay b o ş l u ğ u n u , hem hayatı y ü c e l t e n yararlı ve mutlak egemen ener j i y i hem de d ü n y a y ı destekleyen k o z m i k ekseni simgeler gibidir. Rig Veda ( V I I , 99, 2) o n u n evrenin ü s t b ö l ü m ü n ü n p a y a n d a s ı o l d u ğ u n u b e l i r t i r .
85
Brâhmanalar,
V i ş n u ' n u n Prajapati ile Vedalar çağından b e r i bilinen ilişkileri ü z e r i n d e durur. Ama ancak daha geç bir tarihte, ikinci kategoride yer alan U p a n i ş a d l a r ' d a (bunlar Bhagflvitii Giifl ile çağdaş olduklanna göre, y. M Ö IV. yüzyılda) V i ş n u tektan-ncı
Satapama Br., XIV, 1,1,6.
Bkz. J. Gonda, Vışnuism andiıvaam, s. 10 vd. Kurban törenlerinde kullanılan direk, yapa, ona aittir; ama yüpa aynı zamanda dünya ekseni'nin bir benzeridir. Aynca krş. Gonda, As¬ pects ofVişnuism,
s. 81 vd.
257
IİİMSEI. INfıNÇlAK Vı- MiŞÛNCELHl 'IftUİHI -1
yapıya sahip b i r ü s t ü n tanrı olarak yüceltilir. H ı m dinsel yaratıcılığına özgü bu süreç ü z e r i n d e daha ilende duracağız. Rudra yapısal anlamda tam aksi türde bir tanrıdır. Tanrılar arasında dostu yoktur, şeytani öfkesiyle d e h ş e t e d ü ş ü r d ü ğ ü ve h a s ı a h k l a n y l a , felaketleriyle k ı r ı ma uğrattığı insanlan sevmez. R u d r a ' n ı n saçları ö r g ü l ü , " ten rengi koyu kahve 8
rengi ( I I , 33, 5), k a r n ı siyah, sırtı ise k ı r m ı z ı d ı r . O k ve yayla s i l a h l a n m ı ş t ı r , hayvan postları giyer ve g ö z d e m e k a n ı olan dağlarda dolaşır. Birçok şeytani var lıkla ortaktır. Vedalar çağı s o n r a s ı n ı n edebiyatı tanrının bu u ğ u r s u z niteliğini daha da vur gular. Rudra ormanlarda ve cengellerde yaşar, "vahşi hayvanların efendisi" diye a n ı l ı r " ve Âri toplumuna uzak d u r a n l a r ı korur. Diğer tannlar d o ğ u d a y a ş a r k e n , Rudra kuzeyde (yani Himakıyalar'da) oturur. Soma kurban t ö r e n i n d e n d ı ş l a n m ı ş tır ve Rudra "ya yalnızca toprağa atılan besin adakları (hali) veya başka taunlara yapılan a d a k l a r ı n artıkları ve zarar g ö r m ü ş kurban töreni adaklan s u n u l u r ,
38
Bir
çok sıfatı b i r i k m i ş t i r . Şiva ("nazik"), Hara ("yok edici"), Şamkara ("kurtarıcı"), Mahüdeva ("büyük tanrı"). Veda metinlerine ve Brâhmanalar'a
g ö r e , Rudra-Şiva, m e s k û n olmayan, vahşi
yerlerde yaşayan şeytani güçlerin (veya en a z ı n d a n çelişkili değerler y ü k l ü güçle rin) bir t e z a h ü r ü n ü andırır; kaotik, tehlikeli, ö n g ö r ü l m e z her şeyi simgeler; kor k u u y a n d ı n r , ama gizemli b ü y ü s ü yararlı amaçlara da y ö n l e n d i r i l e b i l i r (o "he kimler hekimi"dir). Rudra-Şiva'tun k ö k e n i ve i l k yapısı üzerine çokça t a r t ı ş ı l m ı ş tır. Bazıları Rudra-Srva'yı, Âri olmayan unsurlarla y ü k l ü (Lommel), gizemli vrfirya çilekeşleri sınıfının tanrısı (Hauer), k i m i l e r i de hem ö i ü m , hem bereket tanrısı olarak g ö r m ü ş t ü r (Arbman). Vedalar çağı R u d r a - S ı v a s ı n d a n , Svetâsvatara-Upanişad'da onaya çıktığı biçimiyle yüce tanrıya uzanan d ö n ü ş ü m ü n aşamalarını b i l m i yoruz. Z a m a n ı n akışı içinde R u d r a - Ş i v a ' m n - d i ğ e r tanrıların da çoğu g i b i - "halk" dinsel liginden, A r i veya Âri olmayan dinsellik
anlayışlarından b i r ç o k
unsuru
ö z ü m s e d i ğ i kesin gibi g ö z ü k ü y o r . Ama diğer yandan Veda metinlerinin bize Rudra-Şİva'nııı " i l k y a p ı s f n i aktardığını d ü ş ü n m e k tedbirsizlik olur. Veda ilahileri n i n ve B r â h m a n c ı eserlerin aristokrasi ve rahiplerden oluşan b i r seçkinler grubu için yaratıldığını ve Âri t o p l u m u n dinsel h a y a t ı n ı n ö n e m l i bir b ö l ü m ü n ü n bu me tinlerde katı bir b i ç i m d e g ö r m e z d e n gelindiğini hep akılda tutmak gerekir. Bu-
RıgVcdal, İ H , 1, 5. Sat. Br. XII, 7, 3, 20. Sat. Br. I , 7. 4,9 258
HINT-AVRUPALIt-ARİN DİNİ; VfLDA TANRILARI
mmla birlikte Şiva'nm Hirıduizrairı y ü c e tanrısı konumuna y ü k s e l t i l m e s i , onun " k ö k e n i ' y l e -ister Âri olmayan b i r k ö k e n d e n , ister halk k ö k e n i n d e n g e l s i n - açık lanamaz. Burada b i r yaratım s ö z konusudur ve b u y a r a t ı m ı n ö z g ü n l ü ğ ü hakkında; mitlerin,
ritüellerin
ve tanrısal b i ç i m l e r i n sürekli yeniden y o r u m l a n m a s ı ve onla
ra yeni d e ğ e r l e r y ü k l e n m e s i s ü r e c i n d e ortaya çıktığı haliyle Hint dinsel diyalekti ğini ç ö z ü m l e r k e n b i r h ü k m e varacağız.
259
ELEŞTİREL KAYNAKÇA
§ 6 1 . Hin t-Avrupalıların ana vatanına ve göçlerine ilişkin incele mel erin ve öncelikle de varsa yımların tarihi P. Bosch-Gimpera, Les tndo-iiuropeens (çev. R. Lan tier. Pans, 1961), s. 2 1 - 9 6 ve G. Devoto, Oıgiiıi indeuropee (Floransa, 1962), s. 8-194'le hatırlatılmaktadır. Bu iki eser de öne t, m kaynakçalar yer almaktadır. 0- Schrader'in Reallcxihon der imliğe rınaııısc lie Altertumsnurule (2. baskı A. Nehring tarafından yayımbndı, Berlin-Leipzig, 1917-32) adlı eserinin yerme henüz bir yenisi konmamıştır, Aynca bkz, A. Nehring, "Studien zur indogermanischen Kultur u. Urheioıat," W. Koppers ve diğerleri. Die lndogermaı\cn-und Germanenjrage içinde (Salzbuıg-Leipzig, 1936), s. 7-229. En son arkeolojik kazıların dökümleri için, bkz. Marija Gimbulas'm çalışmaları The Pre¬ History of East m ı Europe 0 9 5 6 ) ; Bronze Age Cııf lures in Central and Eastern Europe (.Lahey. 1965); "Prom-Indo-European Culture: The Kurgan Culture During the Fifth, Fourth and Third Milleuia B.C.," George Coidona (ed.), Indo-European and Indo-Europcans içinde (Phila delphia, 1970), s. 155-197; "The Beginning of the Bronze Age in Europe and the lndo-Europeans: 3500-2500 B.C„"J1E5.1, 1973, s. 163-214; "The Destruction of Aegean and East Mediterranean Urban Civilization Around 2500 B.C." R. Cropland ve A. ISirchall (cd.). Bronze Age Migrations in the Aegean içinde (1973), 5. 129-139. Korner L. Thomas, "New Evi dence for Dating the Indo-European Dispersal in Europe" (Indo-European and Indo-Europerms'. s. 199-251), Him-Avrupalıların yayılışını daha erken tarihlere almayı öneriyor (radyokarbon ölçümleri onların MÖ 2470 veya 2600'e doğru Hollanda'da bulunduklarını ortaya çıkarıyor). Ward H Goödenough, "The Evolution of Pastoralisin and Indo-European Ori gins" (a.g.y., s. 253-265), Hinl-Avrupalılarm ana vatanı olarak Polonya'nın dogu bölgelerini ve Ban Ukrayna'yı saptıyor. Ayrıca bkz Paul Friedrich, "Proto-Indo-European Trees" (a.g.y., s. 11-34); T. Burrow, "The Proıo-lııdoaryans," JRAS, 1973, s. 123-140; M . M Winn, "Tho ughts on the Question of Indo-European Movements into Analolia and Iran," JJES, U, 1974. s. 117-142 (ıVIÖ 3000'c doğru Anadolu ve iran'da yaşayan Hint-Avrupa grupları üze rine) Öııasya'daki 1 lint-Avrupalı lar üzerine eleştirel kaynakça için. M. Mayrhofer, Die IndnArier ini Allen Vorderasien (Wiesbaden, 1966); krş. Xlayrhofer, i!j, V I I , 1964, s. 208 vd; aynı yazar. D/e A n t r i m Vimferem Orient-Eın My tJtûs? (Viyana, 1974) Tıımuluslerin (kurgan) dinsel işlevi, mcgalıt uygarlıklanııınkiyle karşılaştınlabilecek, güçlü bir alalar lapımına işaret etmek tedir (krş. § 35).
S 62. Max Mulkr'in kuramlaıı konusunda, bkz, Richard M. Dorson, "The Eclipse of Solar Mythology" (Thomas A. Sebeok (ed ), Myth. A Symposium içinde, Philadelphia, 1955, s. 15¬ 38). Leopold von Schroder, Arische Religion (1-11, Leipzig, 1914, 1916) halâ yararlı bir eser dir. Birinci ciltte yazar Hinl-Avrupa Yüce Varlıklarını, ikinci ciltle ise kozmik taunları (Topıak. Güneş, Ateş vb) tanıtır. Yayımlanacak uçüncu cilt ise ruh kavramını ve alalar tapınııııı inceleyecekti Nasyonal-sosyalist ideolojiden doğrudan ve dolaylı olarak esinlenen çok geniş kııllıyaı içinden, omek olarak Fried rich Cornelius, İndugcnnanischc Relıgıonsgeichitkte (Mti260
l-HNT-AVRUPAl.il Ali IN niNf VI-ÖA TANRILARI
nth, 1942) sayılabilir, j . W. Hauer'ııı Glauhensgeschichıe
der rıiilogermıtjıeıı (Sıuıgart,
19371
adlı eserinin birinci cildi (eserin yalnızca bir cildi çıkmıştır) aslında bir dizi bağımsız inceleme den oluşmaktadır. Hint-Avrupa tinselliğinin ırkçı yorumunun eleştirisi kin. Die Indogermanen-und Germanenfrage başlığıyla derlenen ve W. Koppers tarafından yayımlanan (Wiener Beiträge zur Kulturgeschichte und Linguistik, IV, Salz bürg-Leipzig, 1936) çeşitli katkılaıa ve Wilhelm Schmidtin Rassen ıııııi Völker in Vorgeschichte u, Geschichte des Abendlandes (l.uzem, 1946) adlı eserinin üçüncü cildine (özellikle s. 275-318) bakılabilir. Hint-Avrupa dinsel söz dağarı üzerine bkz. G. Devoto, Ortgim înâturopee, s. 295 vd ve E. Benveniste. Le vocaEuıiaıre des instil niions indo-eurapeennes (Pans, 1969), 2, cilt. ïlieus terimi nin derinlemesine bir çözümlemesi için, kış. C, Gallavotli, "Moriologia di [liais," SMSR, 33, 1962, s. 25-43, Iran ateş tanrısı uzerme, kış. Stıg Wikander, Der ansehe Männerbund
(Lund,
1938). s. 76 vd ve ileride § 104. Eric Hamp (Benveniste, a.gy., I I , 223 vd'na karşı) "kurban" için ortak bir Hint-Avrupa teriminin bulunduğunu kanıtladı; krş. "Religion and Law Irom Iguvium" (JfES". I , 1973, s. 318-323), s. 322. Daha geç doneme ait bir gelişme tannsal enerjiyi ölülerin ruhiarıyla birleştirir; krş. özel likle Cermenlerde başlangıçta "çagnlan, yakarılan" anlamına gelen
GHAV, GI-HJTO
kökü so
nunda tanrı düşüncesini ifade etmeye başladı. "Havada serbest kalan," yani bedenin yakıl masıyla kurtulan anlamına gelen W E L O , "ruh" teriminin ortaya çıkışı da daha geç döneme ait
gibi gözükmektedir; krş. Devoto,
Origıni, s. 295-316.
Hint-Avrupalılar ile Samiler arasındaki belirleyici bir farklılığı vurgulamakta yarar var. Ya zıya verilen değer. Herodotos (1, 136), Perslerin oğullanna yalnızca üç sey öğrettiklerim nak leder: Ata binmek, ok atmak ve doğruyu söylemek. Asur kralı V. Asurbanıpal'in yıllıkların dan bir bölüme göre, Sami hükümdan ata binmeyi (ve savaş arabası kullanmayı), ok atmayı ve "Nabu'nun bilgeliğiyle birlikte ustaların geleneklerini izleyerek yazı yazma sanatını" öğre nir; krş. G. Widengren, Numen, I , 1954, s. 63, dipnot 311; aym yazar. Re lig/on spiıdııomenologie (Berlin, 1969), s. 570 vd. Aynca bkz. G. Dumézil, "La tradition druidique et l'écriture: le Vivant et le Mort" (RUR, 122, 1940, s ¡25-133). riyle yazıcıların
büyük
bir saygınlığa
Sözlü geleneğe
sahip oldukları
dayalı Hint-Avrupa dmie-
"Kitaplı dinleı"
arasındaki
bu
köklü
farklılık, Zerdüştçû ruhban kendi kutsal kitabı olan Avesla'yı yayımlamaya karar verince or taya güçlükler çıkardı; çünkü Sasaniler döneminde bile (III -VII. yüzyıllar), yazı şeytan işi olarak görülüyordu; krş A. Bausani, Fersin religiosu (Milano, 1959), s. 20 vd. Aynca bkz. G. Widengren, "Holy Book and Holy Tradition in Iran The Problem of the Sassanid Avesta," F. F. Bruce ve E, G, Rupp (ed.), Holy Book and Holy Tradition içinde, Manchester, 1968, s. 36¬ 53.
§ 63. Georges Dumezıl'ın eserlenne en elvenşlı giriş, L'Idéologie
tripartie des
ens'dir (Brüksel, 1958). 19Ö0'fl kadar olan kaynakça Hommages à Georges Dumézil
indo-Eumpû(Brüksel,
1960), s. U-23'te kayıtlıdır. Duméziï'm eserlerinin zamandizinsel btr tanıtımı ve kendisine yöneltilen eleştirilerin çözümlemesi için: C. Scott-Lİttleton, Tfıe New Comparative Mythology:
261
DİNSEL İNANÇLAR Vb" DÜŞÜNCELER TARİHİ - I
An ArılhtöjMÎögicoi Assessmeııt of ihe Théories of Georges Dum&i! (Berkeley ve Los Angeles, 1966). Jaan Puhvel (ed.), Myüt and Law Among the İndo-Eıımpeuns (Univ. of California Press, 1970) ve G. 1, Larson (ed.), Myllı m îııdo-furopMiı Aıılifuıty (Univ. of California Press, 1974) adlı kitaplarda Dumézil'in kavranılan üzerine belli sayıda inceleme yayımlanmıştır. Aynca bkz. j . F, Richards, Alf I-ii liebeltet, J. Gonda, C. Scoıt-Lıtdeton ve David M, Knipe'm The Joumal ofAsian Studies, 34, 1974,s. 127-168'deki makalelen. Richard Bodéus, "Société athé nienne, sagesse grecque et ideal indo-européen" (L'Antiquité Classique, 41, 1972, s. 453¬ 486), Yunan olgularının ışığında Dutnezit'e ait üçe bölünme kavramım parlak bir biçimde ıncelemişür. Üç ciltlik Jupiter, Mars, Quirin tıs'un (Paris, 1941-45) ve Mitra-Varuna. Essfli sur deux repré sentations indo-européennes de la souveraineiëhin (1940; 2. baskı, 1948) yeni baskılannı bek lerken, Aspecis de la jonction guerrière chez les İnde-Européens 'in (1956) baştan yazılmış hali olan Heure! maîfıeur du guerrier (Paris, 1969), L'héritage indo-européen à Rome (Paris, 1949), Servius et la Fortune (Paris, 1943) ve Mythe et Epopée,
(Paris, 1968, 1973)
okunabilir.
Mythe et £popÉe'nin birinci cildinde (s. 31-257), G Dumézil, Stig Wikander'in Mahâblidrafo'da ûç bölümlü şemanın varlığına ilişkin kanıtlamasını geliştirir. Wikander'in "La légende des Pandava et le fond mythique du Mahâbhârata" (Jîeligiorı odi Bibel içinde İsveççe, VT, s. 27-39) başlıklı makalesi, Dumézil tarafından Jupiier, Mars, Quirinus IV (1948) içinde çevrildi, s. 37-53. Mitanı tanrıları hakkında, bkz. G. Dumézil, "Les Trois fonctions' dans le Rig Veda et les dieux indiens de Mitani" (Académie royale de Belgique, Bulletin de la Classe des Letties, 5. dizi, c. XLVtl, 1961, 265-298). V. M. Apte'a gore, Rig Veda'nm ilk dokuz kitabının yazıldığı d ö n e m d e n itibaren, "toplu mun rahipler, savaşçılar, hayvan yetişuricilerinden oluştuğu düşünülüyor ve bu gruplar he n ü z insan isimlerinin kendilerinden türedigi soyut adlar, kavram isimleri olan brahmana, ftşatüya ve vıiiîya olarak anılmasalar da, üç etkinliğin temel ilkelerini bölüştürerek tanımla yan hiyerarşik bir sistem meydana getiriyorlardı: brahman 'görünen ya da görünmeyen gerçe ğin bölümleri arasındaki mistik bağıntılar ilmi ve bunlann kullanılışı;' fesairu, 'güç;' vaiSya, hem 'köylülük' hem de 'örgütlü yerleşim alanı;' ve çoğul olduğunda, viiah, "toplumsal ve ye rel gruplaşmalanyla bütün halk' " (G. Dumézil, L'idéologie tripartie, s. 8, V. M. Apte, "Were Castes Forrnulatedin the Age of the Rig Veda'," Buil. ojthe Deccan College, Research Institute, I I , s, 34-46'mn özeti). Georges Dumézil ilk Roma kralları silsilesinde de üç bölümlü şemayı bulur; 1) Romulus, ürkütücü hükümdar (Varuna turu), 2) Bilge Huma, lapırfiların ve yasaiann kurucusu (Mitra türü), 3) Tullus Hostilius, yalnızca savaşçı (hidra; Mars); 4) Ancus Marcius, barışçı kral, Romalılar kitlesi ve zenginlik onun döneminde gelişti (Quirinius); krş. Dumézil, Heur et malheur du guerrier, s. 15 vd.
§ 64, Ânlerin Hindistan'a gınşi hakkında, bkz.: K, Jettmar, "Zur Wnderungsgeschichte der Tramer" (Die Wiener Schule der Vôïkerfiutide, Fesischii/i zum 25 jährigen Besiaııd, Viyana, 1956, s. 327-349); P. Bosch-Gimpera, "The Migration Route of the indo-Aryans," J7E5, 1, 1973, s, 513-517. Aynca bkz. East and West, 21, no. 1-2, 1971, s. 14 vd. Hindistan'daki en eski Ari kültürü "R. C. Majumdar tarafından yayımlanan toplu eser His262
HINT-AVRUPAULARIN DİNİ. VËLJA TANRI W RI
tory and the Culture of the Indian People, c. 1: The Vedic Age'de incelenmiştir (Londra, 1951; mükemmel kaynakçalar). Indus uygarlığının nihai yıkımında Alilerin rolü şu çalışmalarda tartışılmıştır. Sör Morti mer Wheeler, The Indus Çivilizati'on (3. baskı, Cambridge, 1968), s. 132 vd; R Heine-Geldem. "The Coming of the Aryans and the End of the fiarappa Culture," Man, 56, 1956, s. 136-140; Bridget ve Raymond Allchin, The Birth of Indian Civilization (Baltimore-Maryland, 1968), s. 154 vd; Walter A. Fairservis jr.. The Roots of Ancient India (New York, 197Î), s. 345 vd. Aynca krş. G. D. Kumar, "The Ethnic Components of the Builders of the Indus Valley Civilization and the Advent of the Aryans," JIES, I , 1973, s. 66-80. Topraklann işgaliyle ilgili ritüeller için, krş. Ananda K, Coomaraswamy, The Rig Veda as Lntıf-îidma-Bök (Londra, 1935). Dön diziyi kapsayacak şekilde-Rig Veda, Yacıır-Veda, Saınaveda, Atharvaveda- ilahile rin göreli zamandizini, okullar ve yazmalarla karşılaştırmalar L. Renou tarafından özlü bir bi çimde sunulmuşum L'Inde classique, c. 1 (Paris, 1947), s. 270 vd. Farklı Veda metinlerinin çevirileri Nurvin J. Hein tarafından kaydedilmiştir; Charles J. Adams (éd.), A Header's Ciride to the Great Religions içinde (New York ve Londra, 1965), s, 49-50. Jean Varenne ise Fransızca çevirileri saymıştır: Le Veda, premier livre sacré de l'Inde (Paris, 1967), c. I , s, 36-38. En önemli Fransızca çeviriler şunlardır: Louis Renou, Hymnes et prières du Vêda ( 1938); La poésie religi euse de l'Inde antique (1942), Hymnes spéculatifs du Ve'da (1956) - ve Le Veda, c, l-II'de ya yımlanan Jean Varenne'in çevirileri. Ayrıca bkz. Victor Henry, Les livres VII à XII de l'Athsrva Véda (Pans, 1892-96); P. E, Dumont, L'agnihotra (Baltimore, 1939). K. F. Geldner, Der Rig-Veda, 3 eilt (Cambridge, Mass. 1951) de vazgeçilmez bir çeviridir. Veda dinine ilişkin yorumlann tarihi için, bkz. L. Renou, Religions of Ancient India (Lond ra. 1953), s. 7 vd. A, Bergaigne, La religion védique d'après les hymnes du Rgveda, 1-111 (Paris, 1878-97) hâla benzersizliğini koruyan bir eserdir. Maurice Bloomfield, The Religion of the Veda (New York, 1908); A. A. Macdonell, Vedic Myıhology (Strasbourg, 1897); H. Oldenberg, La religion du Veda (Fr, çev. 1903); A Hillebrandt, Vedisehe Mythologie (2 baskı, Breslatı, 1929); A. B. Keith, Tîıe Religion and Philosophy of the Veda and UjwnisJtads, 2 cilt (Cambridge, Mass. 1925) halâ başvurulup faydalanılabilecek eserlerdir. Religions of Aııcieııt üıdıu, s. 1-45'te, Lûuis Renou Vedacılıgm kısa bir tarihini sunmuştur. Aynca bkz, aynı yazar, L'Jnde classique, s, 314-372; Le destin du Veda dans l'Inde (= Etudes védiaiies, c, VI, I960). En son çıkan ve çok zengin bir kaynakçaya sahip eser: J. Gonda. Les Religions de lïnde. I : Védisme et hindouisme ancien (Fr. çev. Payot, ] 962), Ayrıca bkz,: J. Gonda, Tlie vision of the Vedic Poets (Lahey, 1965); aynı yazar, Lofea; World and Heaven in the Veda (Amsterdam, 1966), P. Horsch, Die vedisehe Götfıâ- und Sloka-Literatur (Bern, 1966). § 65. Vedalar çağında devalar ve asura'lar hakkında, T. Segersıedı, "Les Asuras dans la religi on védique'e (RHR, 55, 1908, s. 157-203, 293-316) hala başvurulabilir; ama genel tezi Asura'lann Hindistan'ın ilk sakinleriyle özdeşleştirilmesi- tamşmalıdır. Aynca bkz. P von 263
DİNSEL IJJfıNÇl.AR Vf. DÜŞÜNCELER TARİH! - i
Bradke, DySus Asara, Ahara Mazda uııd die Asuras (Halle, 1885) Von Bradke'ye göre, asara sözcüğü Rig Veda'da 71 kez yer almaktadır (57 kez tekil, 4 kez çift ve 10 kez de çoğul ola rak); sözcüğün çoğul halde kullanıldığı 10 kezden 8'ınde devalara düşman bir anlamı var dır; buna karşılık tekil olarak kullanıldı ğtnda, yalnızca 4 kez bu düşmanca anlama rastlan maktadır (a.g.y., s. 22). Aynca hkz. Hentıan Güntert, Der arisehe WeltfeôRig uııd Hetiaııd (Hal le, 1923), s. 101 vd. Devalarla Asuralar arasındaki evrensel egemenlik çatışması, ilk kez Brd/ımanular'da geniş ölçüde anlatılmıştır; krş, Sylvain Levi, 1^ doctrine du sacrifice dans les BrcSfımnuas (Paris, 1898), s. 27-61. Devalar-Asuralar çatışmasının kozmogoniyle ilişkili anlamı konusunda, krş. F. B. J. Kuiper, "Basic Concept of Vedıc-Religion," HR, 15, 1975, s. 107-120. Varuna-Vrtta. özdeşliği konusunda, krş. Bergaigne, Rel. Védique, III, s. 113, 128, 147. Dewlnr-Asu'altir çiftinin me tafizik bir yorumu için, bkz. A. K. Coomaraswamy, "Angel and Titan: An Essay m Vedıc Onthology," JAOS, 55, 1935, s. 373-419. § 66. Vanana hakkında, bkz. Dinler Tarihine Giriş, s 85 vd, ¡32 ve Images et Symboles (1952), s. 124-130'daki kaynakçalar; şunlan ekleyin: G. Dumézil, Mitra-Varuna (2. baskı, 1948), özellikle s 83 vd, 116 vd; J. Gonda, Les Religions de l'Inde, 1, s. 93-106; H. LOders, Varuna (Göttingen, 1951-59), özellikle c. 11: Varuna «nd das Rta. Rtn hakkında, krş. en son çıkan kaynakça, J, Gonda, a.gy, s. 98, dipnot 3 Rta'nın karşısında etik düzlemde anıta, "kargaşa," "yalan" ve kozmik düzlemde de nirrti, "erime, dağılma" yer almakladır. Aynca bkz. H. de Glasenapp, La philosophie indienne (Fr çev. Payot, 1951), s. 33. İndra'nın yaygınlaşması karşısında Varuna'nm "geri çekilmesi" konusunda, bkz. L. Renou. Religions ojAncient India, s. 20 vd, Vedalar çağında möyâ hakkında, krş. G. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement dans les pensées archaïques de l'Inde et de Rome" (Rev. Et. Latines, 32, 1954, s. 139-162), özellikle s. 142-150, zengin bir belge kulliyatıyla birlikte. Şu eseri de ekleyin: J. Gonda, Four Studres m the Language oj the Veda (Lahey, 1959), s. 119-194; aynı yazar, Change and Conlimity in Indi¬ an Religion (1965), s. 164-197. A. Bergaigne, La religion védique, III, s. 80 vd. kendi mayaları na sahip diğer tanrısal varlıkları inceledi, Agm, Soma, Tvaştri vb; aynca krş. /mages et Symbo les, s. 130 vd. Dfıanmımn miısel kökeni hakkında, krş. Paul Horsh, "Vom Schöpfungsmythos
zum
Weltgesetz," Asıutische Studien, 21, 1967, s. 31-61, Vanına-Vrtra arasındaki yapısal uyum ve genel anlamda yılan-tatınlann aynı tözden gelmelen konusunda, krş. Images et Symboles, s. 128 vd; Méphistophéiès et l'Androgyne, s. 111 vd; A. Coomaraswamy, "Angel and Titan: An Essay in Vedic Onthology" {JAOS, 55, 1935, s 373-419). Kuiper, Rıg Veda'da, gögti ve yeri kozmik bir eksenle ayakta tuttuğu düşünülen Varuna'nın, daha ilende Yılan Îeşa'nın üstleneceği işleve sahip olduğunu göstenr; krş. Uj, 8, 1964, s 108, 116, 118. Maiiötırıârıata'da Varuna'nın yılanlarla özdeşleştirilmesi hakkında, kış. Gösta johnsen, "Varuna and Dhnarâstra" (1IJ, 9, 1966, s. 245-265), özellikle s. 260264
HINT-A VGU PAU IA El N DINt VlillA TANRILARI
261. g 67. Varutia'nm çokdegerliligi bir istisna değildir, krs. !.. Renou, "L'ambiguïté du vocabula ire du Rgveda,"JA, 231, 1939, s. 161-235; aynı yazar. Religions o) Ancient india, s. 20 vd. Soma'nin çokdegerliligi hakkında, krş. Eliade, Mephisiopftftés et l'Andmgyne (1962), s. 1 10. İndra-Vrtra "kardeşliği" konusunda, bkz daha ileride, § 68 Mitra hakkında, krs. H. Günten, Der arische Wehkùnig und Heiland (Halle, 1923), s. 49 vd, 120 vd; G. Dumézil, Mitra-Varuna, s. 79 vd, kaynakça da bulunmaktadır; j Gonda, Les Religions de l'Inde, 1, 103 vd, kaynakça da bulunmaktadır; aynı yazar, The Vedic God Mitra (Leiden, 1972). Aryaman hakkında, krş. P. Thıenıe, Der Fremdling im Rg Veda ( 1938); aynı yazar, "Mıtra and Aryaman" (Tıansactıons oj the Connecticut Âcudemy of Arts and Sciences, 1957, c. 41, s. I 96); G, Dumézil, Le troisième souverain, essai surÎe dieu ındo-ıranieu Aryaman (Paris, 1949), ay nı yazar. Les Dieux des indo-Europécns (1952), s. 40-59; aym yazar. L'idéologie tripartie des Indo-Europëens (Brüksel, 1958), s. 68, 108-118. Aditi ve Aditya'lar hakkında, krş. G Dumézil, Déesses latines et mythes védiques, 1956, s. 90 vd;J. Gonda, Some Observations in the Relations Between "C-ods" and Towers" rn the Veda (Lahey, 1957). s. 76 vd; aynı yazar. Les Religions de fTilde, E, s. 104 vd, kaynakçayla birlikte. § 68. Indra üzerine ozlù bir tanıtım için, bkz. J. Gonda, Les Religions de linde, l , s, 70-81 (kaynakçayla birlikte); H. Lommel, Der arische Kriegsgptl (Frankfurt a. M., 1939); G, Dumé zil, fieur ei malheur du guerrier (1969), özellikle s 63 vd, 112 vd; E. Benveniste-L. Renou, Vrtra et Vrthranga, étude de mythologie indo-iranienne (1934). Indra'mn kozmogoniyle ilgili rolü üzerine, bkz. Norman W. Brown, "The Création Myth oftheRİgVeda"(7AOS,62,1942, s. 85-98); M. Eliade, Le mythe de l'étemel retour, s. 40 vd; Stella Kramrisch, "The Triple Structure oF Création in the Rg Veda" (HR, 2. 1960, s. 140¬ 175, 256-285), özellikle s. 140-148; F B ] Kuiper, "Cosmogony and Conception. A Qu ery" (HR, 10,1970,3. 91-138). özellikle s. 98-110. Şampiyon-tann ile ejderha arasındaki dövüş kanosunda, bkz Eliade, Le mythe de l'éter nel retour, s 68 vd; Theodor H. Gaster, Tlıespis (New York, 1950), s. 141 vd; j . Fontenrose, Python (Berkeley ve Los Angeles, 1959); F. R. Schröder, "Indra, Thor und Herakles," Zeit. f. deutsche Philologie, 76 [1957], s. 1-41; V. lvanov ve V. Toporov, "Le mythe indo-européen du dieu de l'orage poursuivant le serpent; reconstruction du schéma" (Echange et communi cation. Mélanges C. Lévi-Strauss, Paris. 1969). İndra-Vrtra kavgasının omek oluşturma işlevi hakkında, krş. F. B. j . Kuiper, "The Anci ent Aryan Verbal Contest" (Uf 4, 1960, s 217-281). Marutlar hakkında, bkz, Stig Wikan¬ der, Der ansehe Männvbund (Lund, 1938), s. 75 vd. mdra'nm "dölleyıci" yönü üzerine, krş. J. j , Meyer, Trilogie ni (indischer Machte und Feste der Vegetation (Zürih, 1937), özellikle I I I , s 154 vd (özellikle daha geç tanhli gelişmeler söz konusudur); J, Gonda, "The Indra Festival According to the Atharvavedıns" QA05, 87, 1967, s. 413-429). 265
DİNSEL 1NANÇ.LAR VE DÜŞÜNCELER TARLHL -1
î n d r a ' y ı Üç Başh'yla (Tvaştr'ın .oğlu) veya Namuci'yle karsı karşıya getiren b a z ı k o ş u ı m i t ten t a r t ı ş m a d ı k . G. D u m é z i l R o m a l ı l a r d a , Yunanistan'da ve İ s k a n d i n a v y a ' d a da a y n ı senaryo yu b u l m a k t a d ı r ; k r ş . Hcw
et malheur du guerrier, s. 33 v d . 63 vd. Indra ile V n r a a r a s ı n d a k i
ô m e k kavga daha sonra o l d u k ç a g ö z ü pek b i r yoruma y o l açtı; tanrısal çokdegerlilik ve çift k u t u p l u l u k k o n u s u n d a k i Veda anlayışı da b u y o r u m u n zeminini hazırlamıştı.
Şampiyon
T a m ı , e j d e r h a n ı n "kardeşi" o l d u ; ç ü n k ü e j d e r h a y ı da yaratan İ n d r a ' n m b a b a s ı Tvaştr'dı. N i t e k i m mite göre, Tvaştr o ğ l u n u bir soma k u r b a n t ö ı e n i n e davet etmeyi u n u t m u ş t u .
Ama
kurbana y a k l a ş m a y ı b a ş a r a n Indra, soma'yı zarla ele geçirdi. Ç o k ö f k e l e n e n b a b a s ı , tanrısal i ç k i d e n genye k a l a n ı ateşin ü z e n n e a t ı p haykırdı- "İnan ve tndra'mn rakibi o l ! " Ateş ü z e r i n e d ö k ü l e n b u soma k a l ı n t ı s ı n d a n V n r a d o ğ d u (Taitt. Sam. I I , 4, 12 ve 5, 1 v d ; Kausitaki Br, XV, 2-3), A m a ç o k g e ç m e d e n V n r a i k i tanrıyı, A g n i ve Soma'yı yuttu ve d i ğ e r taunlar da b u n d a n ü r k t ü . Paniğe k a p ı l a n Tvaştr lndra'ya y t l d m m t verdi, böylelikle o n u n kesin zaferi kazanma sını sağladı. Saitıpatfıa BrShmana (1, 6, 3) ç o k anlamlı b i r aynntıyı naklediyor: Yenilen V n r a lndra'ya ş u terimlerle seslendi: "Bana vurma, ç ü n k ü sen b e n i m eskiden o l d u ğ u m haldesin." Bu t ü r mitler ve o n l a r ı n teolojik y o r u m l a r ı , "lannsal tarihin daha ai açık. dolayısıyla daha az bilinen bir yönünü onaya çıkarırlar. Tanrısalfıgın, anlamı yalnızca erginlenenler, yani gelenekleri bilen ve öğretiyi anlayanlar için açık o!- " hır 1
tıir 'gizli larihi"nin söz konusu olduğu bile söylenebilir. Vedalar'ın "gizli tanhi" bir yandan Deva lar ile AsuraWin aynı kandan geldiklerini, bu iki insanüstü varlık sınıfının lek ve aynı temel unsurdan çıktığını ortaya koyar; diğer yandan da sırasıyla ya da eşzamanlı bir biçimde iyi myeıli ve korkunç, yaratıcı ve yıkıcı, güneşe veya denize ait (yani görünür ve görünmez) vb olarak gö rünen tanrıların denndeki yapısında gizli comadenlıa oppaatorvm'v [zıtlann birliği] gün ışığına çıkanı. Bu konuda da. Hini düşüncesinin dünyayı açıklayacak bir lek ilke bulma, zıılann birbirini götürdüğü ve çelişkilerin birbirini yok ettiği bir bakış açısına ulaşabilme konusunda harcadığı ça balar sezilmekledir" (Elinde. Mephıs/apheles el l'Andıoğync, s
115).
Bu sorun h a k k ı n d a ayrıca bkz. Conrado Pensa, "Considerazioni sul tema della b i p o l a r ı ıa nelle reiigioni indiane" (GHnjrajömaryariliâ, Studi in Oııore di Giuseppe Tııcei, Napoli, 1974, s. 379-409).
§ 69. Agni'ye seslenen ilahiler L Renou t a r a f ı n d a n çevrilip y o r u m l a n d ı : Etudes védiques e i panitüennes, c. X I I - X I V (Paris, 1964-65), Agni h a k k ı n d a , Bergaigne, Oldenberg, Hillebrandt, A. B Keith, M a c d o n e î l (Vedic Mythology) ve G o r t d a ' n m eserlerindeki ilgÜı b ö l ü m l e r e b a ş v u rulacaktır, Hint-Avrupa a n l a y ı ş l a n n d a ev ateşinin kutsallığı h a k k ı n d a , kış. S c l ı r a d e r - N e h r i n g , Reailexihon, 1, s. 495 v d ; 11, s. 239 v d , 475 vd. H i n t - l r a n l ı l a r d o kutsal ateş t a p ı m ı h a k k ı n d a , bkz. Stig VVikander, Eeuerpriester in Kleina¬ sien undJran ( L u n d , 1946). Özellikle Vedalar s o n r a s ı d ö n e m d e "erotik ateş" olarak A g n i h a k k ı n d a , bkz. W e n d y Do¬ niger O'Flaherty, Asce İlcisin and Eroticism in the Mythology of Siva (Oxford, 1973), s. 90-110.
266
HINT-AVRUP ALILAR[N D1NL VtiLlA TANRIl Alii
§ 70. Soma'ya adanan ilahîler L. Renou tarafından çevrilip yorumlandı: Etudes védiques el paninieiines, c. VIII ve IX (Paris, 1961) Aynca bkz. S. S. Bhawe, The Soma Hymns oj the Rgveda, l-ll (Baroda, 1957-1960). Soma bitkisine ilişkin, Rıgveda dan yakın tarihli yazılara kadar bütün bilgiler, Hillebrandı, Vedische Mythologie'de (c. 1, 2. baskı) bulunmaktadır; ayrıca krş. Wendy Doniger OTlaherty, "The post-Vedic History of the Soma Plant," R. Gordon Wasson, Soma, Divine Mushroom oj Immortality içinde (New York, 1968). s. 95-147. R. G Wasson bu eserde başlangıçtaki soma bitkisinin Amamla muscana adındaki mantar olduğunu kanıtla maya çalışmakladır; krş, F B. J. Kuiper'in bu eser hakkındaki değerlendirmesi, OJ, XII, 1970, s, 279-285 ve Wasson'm yanıtı, aynı kaynak, s. 286-298 Aynca bkz, John Brough'un eleştirisi: "Soma and Amanita muscaria" (BSOA5, 34, 1971, s. 331-362) ve Paul ü e mieville, T'oung-Pao, 56, 1970, s, 298-302 (soma'nın Budizm öncesi Çin'e yayılmasıyla ilgili veriler). Tann Soma hakkında, krş, Bergaigne, Oldenberg. A B. Keith ve Gonda'nııı eserlennde ilgili bölümler, Aynca kış. N. J. Shende, "Soma in the Brâhmanas of the Rgveda," JAS Bombay içinde, 38,1963, s. 122 vd; j . Gonda, "Soma, Amrta and the Moon" (Change and Continuity in Indian Religion içinde, Lahey, 1965, s. 38-70). Somanın çalınması konusunda, krş David M. Knipe, "The Heroic Theil: Myths from Rg Veda IV and the Ancient Near East" (f)R. 6, 1967. s. 328-360), zengin bir kaynakçayla bir likte, Hint-Iran soma/haotna tören usullerinin ortak niteliği üzerine, krş. V. Henn'nın inceleme si, "Esquisse d'une liturgie indo-iranienne" (Caland, Agniştoma içinde, 1907, s. 469 vd); J. Duchesne-Guıllemin, La religion de liran ancien (1962), s. 95 vd; aynı yazar. Symbols and Va lues in Zorotıstrianism (New York, 1966), s. 84 vd. A. E.Jensen Soma 'run diğer tanrılar tarafından öldürülerek kurban edilmesini, Denw tü rü bir tanrının arkadaşları tarafından kurban edilmesine (tam anlamıyla yaratıcı bir kurban) benzetir; krş. Myifıes ei culies che2 les peuples primitifs (Fr. çev. 1954), s. 197 vd. § 7 1 . Uşas hakkında, bkz. L. Renou, Eludes védiques et pSniniennes, 111: Les hymnes à l'Aurore du Rgveda (Paris, 1957); A. K. Coomaraswamy, The Darker Side aj Dawn (Smithsonian Miscallaneous Collections, c. 94, no. 1, Washington, 1935), s. 4 vd; G. Montesi, "11 valore cosmico dell'Aurora nel pensiero mitologico del Rig Veda" (5MSR, 24-25, 1955. s. 111-132) Vâyu hakkında, bkz. Stig Wikander, Vayu (Uppsala-Leipzig, 1941). Sürya ve Asvin'ler hakkında, krş. D P. Pandey, Süıya (tez, Leiden, 1939); Gonda, Rel. de l'îııde, I , s. 116 vd. RudTa hakkında, krş. E. Arbman, Rııdra (Uppsala, 1922); J. W. Hauer, Glaubeıtgeschichte der İndo-Germoıten, I , s. 174-298; W. Wûst, Rudra (Münih, 1955); Gonda, Rel. de finde, l , s. 106-112; aynı yazar, Vişnuism and Sivaism. A Comparison (Londra, 1920). s. 1-17 Vedalar çağında Vişnu hakkında, bkz. J. Gonda, Aspects of Early Vişmıism (Utrecht, 1954); aynı yazar, Rel. de l'Jnde, 1, s 112 vd; F. B. J. Kuiper, "The Three Strides of Vişnu," bıddogicdi Studies'in Honor oj W, Norman Brown (New Haven, 1962), s. 137-151. 'Vişnu et les 267
IMN-SEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCEL.EH TAKİMİ - [
Maruts à travers la réforme zoroasırienrıe" adlı makalesinde (JA, 241, 1953, 1-25) G. Dumé zil bir yandan Vişnu ile kan tannsı Raşnu, diğer yatıdan da Mîirut'larla Fravasi'ler arasındaki ilişkileri öne cıkanr, Aryaman hakkmdii, bkz. G, Dumézil, Le Troisième Soavcmin (Paris, 1949).
268
IX. BÖLÜM
GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN: KOZMİK KURBAN TÖRENİNDEN ÂTMAN-BRAHMAN ÖZDEŞLİĞİNE
72. V e d a R i t ü e l î e r i n i n Y a p ı s ı — Veda tapınıında tapmak yoktu; ritüeller
ya
k u r b a n ı s u n a n ı n evinde ya da otla kaplı yakın bir arazide yapılıyor, otların üzeri nde ü ç ayn ateş yakılıyordu. Bitkisel sungular süt, tereyağı, tahıllar ve pastalar dı. Ayrıca keçi, inek, boğa, koç ve at da kurban ediliyordu. Ama Rig Veda döne minden itibaren, soma en önemli kurban kabul ediliyordu. Ritüeller i k i kategoride sınıflandırılırdı: Evde yapılanlar (grfıya) ve toplu tö renle yapılanlar (sratjf.ii). İlk kategoride yer alan ve evin reisi tarafından
(grhapa-
ti) yapılanlar gerekçelerim gelenekte b u l u n u y o r d u (smıti, "bellek"). Buna karşılık, toplu törene k o n u olan ritüeller genellikle rahipler tarafından g e r ç e k l e ş t i r i l i r d i .
1
O n l a r ı n yetkesi, ezeli ve ebedi gerçeğin onlara d o ğ r u d a n v a h y e d i l m i ş olmasına ("işitsel vahiy," sruti) dayanır. Özel
ritüeller
içinde, evdeki ateşin beslenmesi ve
tarım bayramları d ı ş ı n d a , en ö n e m l i l e r hamilelik ve d o ğ u m l a ilgili "kutsama" ve ya "adamalar (samskara),
delikanlının Brahman eğit meni tun yanına verilmesi
(U-panayana), d ü ğ ü n ve cenazelerdir. O l d u k ç a basil törenler söz konusudur: Kur banlar ve bitkisel sungular, "kutsamalar" için de evin reisi tarafından :
mırılda
nılan dualar eşliğinde gerçekleştirilen rimel hareketler. Bütıın "kutsamalar" içinde en önemlisi hiç k u ş k u yok k i upanayana'd\r.
Bu r i -
tüel, arkaik toplumlarda, ergenler için d ü z e n l e n e n erginleme törenlerinin bir ben zendir. Upanayana a d ı n ı n i l k kez geçligt Atfıarva Veda, X I , 5, 3'te e ğ i t m e n i n er-
Rahipleriıı sayılan değişir. On önemlisi Jıoir veya "adağı döken"dir (kış. Avesta dilinde zadlar, "rahip"), daha geç bir tarihte kelimenin tam anlamıyla ilahi soyleyicisı olacakür. Kurban töreninin sorumluluğu üdlıvoıytı'dadır: Haıekeı eden, ateşleri besleyen, aletleri kullanan vb odur. Adının liade ettiği kutsal gücün temsilcisi olan brahman (cinsiyeti belir li! meni iş tır), tapınım sessiz gözetıc isidir. Alanın merkezine oturan bu gerçek "kurban löreni hekimi," ancak bir hata yapılırsa müdahale ederek, gerekli kefaretin ödenmesini sağlar Ücretin yarısını iııahman alır, bu da onun önemini doğrular. " Kurbanlann ateşe altlan bölümü Agni tarafından tanrılara iletilirdi. Gen kalanı rimele katılanlarea yenir, böylece onlar da tanrısal besinden psıy alınış olurlardı. 269
DİNSEL İNANÇLAR VI; DÜŞÛNCEI.IIR TARİHİ -1
kek çocuğu b i r cenine d ö n ü ş t ü r ü p onu üç gece k a r n ı n d a taşıdığı açıklanır. patha Bmhmana
3
Sata-
şu belirlemeleri yapar: E ğ i t m e n elini ç o c u ğ u n omzuna yerleş
tirdiği anda hamile kalır ve ç o c u k ü ç ü n c ü gun bir brakmaıı
olarak yeniden doğar.
Atharva Veda, uptınov'fl.nıı işlemini gerçekleştireni " i k i kez d o ğ m u ş " (dvi-jfl) diye 4
niteler ve ileride sıradışı bir yazgıya sahip olacak b u terim i l k kez burada ortaya çıkar. Haliyle i k i n c i d o ğ u m tinsel niteliktedir ve daha sonraki metinler b u temel nokta ü z e r i n d e durur. Manu Yasalan'na göre (11, 144), çömeze Veda sözlerini ile ten (yani brahman) ana ve baba olarak kabul edilmelidir: Brahman'ın g e r ç e k baba sı, biyolojik babası değil e ğ i t m e n i d i r ( I I , 146); gerçek d o ğ u m , ' başka b i r deyişle ö l ü m s ü z l ü ğ e d o ğ u m sövitri formülüyle sağlanır ( I I , 148). E ğ i t m e n i n yanında ge çirdiği b ü t ü n ö ğ r e n i m d ö n e m i boyunca, öğrenci (brahmacârin)
bazı kurallara uy
mak z o r u n d a d ı r : H o c a s ı n ı n ve kendisinin yiyeceğini dilenerek bulmak, b a k i r l i s i n i korumak vb. Toplu tören alaylarıyla gerçekleştirilen ritüeller b ü y ü k , ama t e k d ü z e bir yapı nın dinsel t ö r e n u s u l ü sistemini o l u ş t u r u r . Tek bir sistemin ayrıntılı betimlemesi yüzlerce sayfa tutar. B ü t ü n irauta kurban törenlerini burada özetlemeyi denemek boşuna bir çaba olur. Bunların içinde en basiti olan agnihotra ("ateşe sunulan adak") şafakta ve g ü n e ş batarken yapılır ve Agni'ye adak olarak süt s u n u l m a s ı n dan o l u ş u r . A y n c a kozmik
ritimlerle
i l i n t i l i ritüeller vardır; "Yağmur ve yeni
ay" kurban törenleri, mevsimlik törenler (c&turmâsya) (âgrayana).
ve i l k yavrulama rıtüelleri
Ama Veda t a p ı m ı n a ait esas kurban törenleri, soma törenleridir. Agnis-
toma ("Agni'ye övgü") yılda bir kez, ilkbaharda yapılır ve hazırlık işlemleri dışın da, ü ç g ü n l ü k "saygı" dan (upasaâ)
oluşur. Hazırlık işlemleri içinde en ö n e m l i s i ,
k u r b a n ı sunacak olan kişiyi, yeniden doğmasını sağlayarak kutsayan difîşd'dır. Bu erginieyici ritüelin a n l a m ı n ı ileride değerlendireceğiz. Soma sabah, öğle ve a k ş a m ezilir
Dglenkı ezme işlemi sırasında ücretler (dahsinâ) dağıtılır: 7, 2 1 , 60 veya
1000 inek ya da k u r b a n ı s u n a n ı n b ü t ü n malları. B ü t ü n tanrılar davet edilir ve ön-
5
4
XI, 5,4, 12-13. XIX, 17.
°' B ü t ü n Hindistan'da g ö r ü l e n bir kavram s ö z k o n u s u d u r ve Budizm t a r a f ı n d a n
yeniden
ele alınmıştır. Soyadını terk eden ç ö m e z , " B u d h a ' u ı n oğlu" (sakyaputto) o l u y o r d u . Kış.
Eliade'dakı örnekler, Ncassances n\y;Cıqııei, s. 114 v d ; Gorıda, Change and Continuıty, s 4 4 7 vd.
270
GAUTAMA ISUDHA'DAN ÖNCE IHNlUSTAN
ce tek tek, sonra hepsi b i r arada şölene katılır.
6
Bilinen başka soma kurban törenleri de vardır: Bazıları bir g ü n ü a ş m a z , bazılanysa en az o n i k i g ü n . b i r ç o k kez b i r yıl ve kuramsal olarak da o n i k i yıl s ü r e r . Ayrıca soma törenleriyle birleştirilmiş
ritüel sistemleri vardır; bunlardan b i r i ,
m ü z i k , danslar, dramatik destanlar, diyaloglar ve m ü s t e h c e n sahneler İçeren (ra hiplerden b i n salıncakta sallanır, bir cinsel birleşme gerçekleşir vb)
mahâvra-
ta'dtr ( " b ü y ü k saygı"). Vajapeya ("zafer içkisi") 17 g ü n d e n 1 yıla kadar s ü r e r ve tam b i r m itsel-ritüel senaryo o l u ş t u r u r
1
17 savaş arabasına b a ğ l a n m ı ş atlann ya
rışı, t ö r e n s e ! olarak kutsal direğe t ı r m a n a n kurban suntıcusuyla eşinin "güneşe tırmanışı," vb. Kralın k u t s a n m a s ı (râjasüya)
da, soma kurban sistemi içme katıl
mıştır. Bu ö r n e k t e de hareketli b ö l ü m l e r e rastlanır (Kralın b i r inek s ü r ü s ü n e yap tığı b a s k ı n ı n taklidi; kral bir rahiple zar atar ve kazanır v b ) ; ama ritüel esas ola rak h ü k ü m d a r ı n mistik yeniden d o ğ u ş u n u amaçlar (§ 71). Bir diğer t ö r e n sistemi de, isteğe bağlı olarak gerçekleştirilse de, soma kurban töreniyle b i r l e ş t i r i l m i ş t i r ; agnkayana,
"ateş (sunağı tuğlalarının) istifi."
Metinler, eskiden b i r i insan beş
kurban ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü belirtmektedir. Daha sonra i l k tuğla sırası k u r b a n l a r ı n ka falarının etrafına ö r ü l ü y o r d u . Hazırlıklar bir yıl s ü r ü y o r d u . Beş sıra halinde y ı ğılmış 10.800 t u ğ l a d a n o l u ş a n sunak, k i m i zaman k u r b a n ı s u n a n ı n göğe m i s t i k yükselişini simgeleyen bir k u ş b i ç i m i n d e yapılıyordu. Agnkayana
H i n t düşüncesi
a ç ı s ı n d a n belirleyici etkiye sahip kozmogoni spekülasyonlarına y o l açtı. Bir insa n ı n ö l d ü r ü l m e s i Prajâpatı'nın k e n d i m kurban etmesini yineliyor ve s u n a ğ ı n yapı m ı evrenin yaratılmasını simgeliyordu (g 75).
73, En Ü s t ü n K u r b a n T ö r e n l e r i : ASvamedha
ve Pumşamedha—
En ö n e m l i ve
m e ş h u r Veda ritüeli "atın kurban edilişi," osviitneiiiıa'dır. Bu t ö r e n ancak zafer ka z a n m ı ş , dolayısıyla "evrensel h ü k ü m d a r " saygınlığını hak etmiş bir kral tarafın dan yerine getirile biliyordu. Ama kurban t ö r e n i n i n s o n u ç l a n b ü t ü n krallığa yayı lıyordu; nitekim asvameciho'nın g ü n a h l a r ı temizlediğine, b ü t ü n ü l k e d e bereketi ve refahı sağladığına inanılıyordu. Hazırlık törenleri aşamalar halinde bir yıllık b i r süreye yayılır, b u s ü r e zarfında seçilmiş savaş atı, diğer y ü z otla birlikte serbest
* Bu başka ritüel olan pıavargya da çok erken bir donemde agnîstoma ile bütünleştirilmişlir, ama bu herhalde yağmur mevsiminin ardından güneşin güçlendirilmesini amaçlayan özerk bir ritüeldi. PruvargynYun ilginçliği özellikle mysteria niteliğinden ve pûjâ'mn, başka bir deyişle bir ikonayla simgelenen bir tannya tapınmanın bilmen en eski biçimi olmasın dan kaynaklanır. Krş. j . A. van liuitenen, TJıe Pmvargya, s, 25 vd, 38 ve birçok yerde. 271
DİNSEL İNANÇLAR Vli DÜŞÜNCELER TAKINI - 1
bırakılır. Dört y ü z genç erkek, onun kısraklara yaklaş mam a sına dikkat eder. Ger çek anlamıyla ritüel u ç g ü n s ü r e r . İkinci g ü n , bazı belirli törenlerin ardından (kısraklar ata gösterilir, at bir savaş arabasına bağlanır ve prens onu bir su b i r i kintisine g ö t ü r ü r vb), ç o k sayıda evcil hayvan kesilir. Sonunda artık k e n d i n i kur ban etmeye hazır tann Prajâpati'yi canlandıran savaş atı b o ğ u l u r .
Arkalarında
100'er nedimeyle d ö r t kraliçe cesedin etrafında d ö n e r ve b i r i n c i eş a t ı n ö l ü s ü n ü n yanına uzanır; ü z e r i n e b i r pelerin ö r t ü l ü r ve cinsel b i r l e ş m e y i taklit eder. Bu sı rada rahipler ve kadınlar a r a s ı n d a m ü s t e h c e n şakalar yapılır. Kraliçe ayağa kalkar kalkmaz, at ve diğer kurbanlar parçalanır. Üçüncü g ü n d e başka ritüeller yapılır ve sonunda rahiplere onursal ücretler (âühşina)
dağıtılır; ayrıca rahipler d ö r t kra
liçeyi veya nedimelerini de alırlar. At k u r b a n ı töreninin H i n t - A v a ı p a kökenli o l d u ğ u n a k u ş k u yoktur. Bu törenin izlerine Cermenlerde, İranlılarda, Yunanlarda, Latinlerde, Ermenilerde. Massagetesler'de, Dalmaçyalılarda rastlanır. Ama bu mitsel-rituel senaryo yalnızca Hin distan'da dinsel hayat ve teoloji spekülasyonları i ç m d e bu kadar ö n e m l i bir yer t u t m u ş t u r . Büyük olasılıkla, aivamedha
başlangıçta bir ilkbahar b a y r a m ı , daha
d o ğ r u s u Yeni Yıl m ü n a s e b e t i y l e yapılan bir ritüeldi. Yapısında kozmogoni unsur ları yer a l m a k t a d ı r : Bir yandan at evrenle (= Prajâpati) özd eşleştirilmiştir ve kur ban edilmesi yaratılış eylemini (yani yaratılışın yinelenmesini) simgeler.
Diğer
yandan Rig Veda ve Brahmana metinleri, aı ile i l k sular arasındaki ilişkileri vur gular. Ama Hindistan'da sular tam anlamıyla kozmogoni tözünü temsil ederler. Diğer yandan bu k a r m a ş ı k ritüel içrek t ü r d e bir mysteıia
da o l u ş t u r u r .
"Aslında
asvamedha her şeydir ve Brahman olup da aivtvnedha hakkında hiçbir şey bilme yen, h i ç hiçbir şey bilmiyor demektir; o bir Brahman değildir ve y a ğ m a l a n m a y ı hak eder".' Kurban töreni b ü t ü n evreni yenilemeye o l d u ğ u kadar, b ü t ü n toplum sal sınıfları ve ö r n e k m ü k e m m e l l i k l e r i içinde b ü t ü n vasıflan yeniden kurmaya yöneliktir." Kraliyet g ü c ü n ü n ihsatrü)
temsilcisi olan, ayrıca Yama, Aditya (güneş)
ve Soma ile (yani egemen tanrılarla) özdeşleştirilen at, bir anlamda kralı ikame etmektedir. Koşut b i r senaryoyu, puraşömaiiıa'yı ç ö z ü m l e r k e n de b u tür Özümse-
7
Sat. B r . X I I I , 4, 2, 17.
* Kurban, töreni sırasında bir rahip şunlan söyler: "Brahman kutsallık içinde doğabilsin!. . Prens kraliyet görkemi içinde, kahraman, okçu, nişancı, yenilmez savaş arabalarına sahip bir savaşçı olarak doğabilsin. İnek sütlü, koşum boğası güçlü, at hızlı, kadın doğurgan, as ker muzaffer, genç adam soz söylemekte hünerli doğabilsin! Bu kurbanı sunan kah raman, bir oğul sahibi olabilsin! Parjanya bize her zaman diledıgimizce yağmur versin! Bizim için bol buğday yetişsin! vb" (.Vâjasaııeyi SamhM, XXII, 22). 272
GAUTAMA BODHATJAN ÜNCE HİNDİSTAN
me ve ikame y ö n t e m l e r i n i dikkate almak gerekir; nitekim "insan k u r b a n ı t ö r e n i , " asvamedrıa'ya ç o k benzer. Bu t ö r e n d e hayvan k u r b a n l a r ı n dışında, 1000 inek veya 100 at karşılığında satın alınan bir Brahman veya bir kşatrya
da kurban ediliyor
d u . O da b i r yıl boyunca serbest bırakılıyor ve ö l d ü r ü l d ü k t e n sonra kıaliçe onun cesedinin yanma u z a n ı y o r d u . Puruşamedha,
aûvamedha'yh
erişilemeyen her şeyi
sağlamasıyla ü n l ü y d ü . Böyle bir kurban t ö r e n i n i n g e r ç e k t e n yapılıp y a p ı l m a d ı ğ ı s o r g u l a n m ı ş t ı r . Puruşamedrıa b i r ç o k sraıttasütra'da yuran yalnızca Sânkhdyana
betimlenmiştir, ama k u r b a n ı n ö l d ü r ü l m e s i n i b u
ve Vartana'dır. Diğer t ö r e n usulleri eserlerinde, insan
son anda serbest bırakılır ve onun yerine biı hayvan ö l d ü r ü l ü r . Purusamzdha
sı
rasında, m e ş h u r kozmogoni ilahisi Puruşcı s ırkta'mn söylenmesi anlamlıdır. Kur 9
b a n ı n Puruşa-Prajâpati ile özdeşleştirilmesi, k u r b a n ı s u n a n ı n da Prajâpati İle öz deşleşmesine y o l açar. Cermen geleneğinde puraşametiiıa mitsel-rıtüel n u n ş a ş ı r t ı n b i r k o ş u t u n u n b u l u n d u ğ u gösterilmiştir:
10
senaryo
Bir m ı z r a k l a yaralanan ve
dokuz gece boyunca D ü n y a Agacı'na asılı kalan Odin, bilgeliği elde etmek ve bü yü ustalığını kazanmak için "kendi kendini, yine kendine kurban eder."
11
X I . yüz
yılda yazan Bremenli Adam'a g ö r e , b u kurban t ö r e n i Uppsala'da dokuz yılda b i r yinelenir ve dokuz adamla başka hayvan kurbanlar a s d t r d ı . Hint-Avrupa k ö k e n l i bu k o ş u t l u k puruşatnedİta'nın s ö z c ü ğ ü n gerçek a n l a m ı n d a u y g u l a n d ı ğ ı v a r s a y ı m ı nı inandırıcı kılıyor. Ama kurban k u r a m ı ve u y g u l a m a s ı n ı n sürekli yeniden yo r u m l a n d ı ğ ı Hindistan'da, insan k u r b a n l a r ı n ö l d ü r ü l m e s i sonunda s o t e r ı y o l o j i k bir metafiziği y a n s ı t m a y a başlamıştır.
74. R i t ü e l l e r i n E r g i n l e y i c i Y a p ı s ı : Kutsama (dlkfâ) ve K r a l ı n (râjasüyd)—
Kutsanması
Bu süreci daha i y i anlamak için, sTautö ritüellerinin erginleme ön-
v a r s a y ı m l a n aydınlatılmalıdır. Bir erginleme töreni adayın " ö l ü m ü n ü " ve "yeni den d o ğ u ş u n u " , yani daha ü s t ü n bir varoluş biçimine d o ğ u ş u n u gerektirir. Ritüel b i ç i m i n d e " ö l ü m , " simgesel b i r " ö l d ü r m e " veya yine simgesel regressus ad uterum'Ia ' sağlanır. Bu i k i y ö n t e m i n eşdeğeri il iği, "kurban edilerek olme"nin "cenin c
haliyle" özdeşleştirildigini gösterir. Satapatha
9
1 0
Brflfımaıa'da açıklandığı gibi ( X I ,
RigVeda,X,90. Krş. james L. Sauve, "The Divme Vıctım;" Cermence ve Sanskntçe kaynaklardaki insan kurbanlanna ilişkin birbiriyle uyumlu bütün bölümler bu eserde almtılanmjştır
11
Hâvamûl, 138.
* Ana rahmine geri dönüş -çn. 273
DİNSEL INANÇIAli VE DOŞÜNCELHİ! TARİHJ -1
2, 1, 1), "insan üç kez d o ğ a r : Birincisinde an ne-ba basın dan, ikincisinde kurban s u n d u ğ u n d a ... ü ç ü n c ü s ü n d e ö l d ü ğ ü ve ateşin üzerine y e r l e ş t i r i l d i ğ i n d e ;
aıeşın
ü s t ü n d e yeniden var olur." Aslında ç o k sayıda "ölüm" söz konusudur; ç ü n k ü " i k i kez d o ğ m u ş " her linsanl hayatı boyunca belli sayıda srauia kurban t ö r e n i gerçek leştirir. Kutsama, dıkşâ, her t ü r d e n soma kurban töreninin vazgeçilmez hazırlık a ş a m a sını o l u ş t u r u r , ama başka gerekçelerle de y a p ı l ı r ,
12
K u r b a n ı sunan ve dıfesâ'yı al
makta olan kişinin, daha ö n c e erginleyici regressus ad uterum'u yaşadığında, nayana'sı
upa-
sayesinde " i k i kez d o ğ m u ş " hale geldiğini hatırlatalım. Dihsâ sırasında
da aynı cenin haline b a ş v u r u l u r . Gerçekten de "rahipler düaayı
verdikleri k i ş i y i
cenine d ö n ü ş t ü r ü r . O n u suyla ıslatırlar; su, erkeğin t o h u m u d u r . . . . Onu özel b i r a m b a r ı n içine sokarlar: Ö z e l ambar, dikjâ'yı y a p a n ı n yerleştirildiği ana r a h m i d i r . Üzerini b i r elbiseyle örterler; Elbise, cenin kesesidir. .. Y u m r u k l a n kapalıdır; ana k a m ı n d a o l d u ğ u sürece ceninin de y u m r u k l a n kapalıdır" ... v b .
u
Koşut me
tinler de ritüelin cenin ve d o ğ u m l a ilişkili niteliğini vurgular. "Dîkşita (yani âHışâ'yı yapan) tohumdur." '' "Dîkşita b i r cenindir, elbisesi ceninin kılıfıdır," 1
vb.
1 5
Bu rigressus ad uientm'un nedeni sürekli hatırlatılır: "İnsan gerçekte doğma
mıştır. Ancak kurban töreniyle doğar" (Mait-Sam,,
I I I , 6, 7 ) .
16
Her kurban t ö r e n i n d e yinelenen mistik nitelikteki b u yeniden d o ğ u ş , k u r b a n ı sunana tanrılarla özdeşleşme olanağı verir. "Kurbanı sunan tannsal dünyada ger çekten d o ğ a c a k t ı r . "
17
"Kutsanan kişi taunlara yaklaşır ve onlardan b i r i
olur."
18
Aynı eser, yeniden d o ğ m a k t a olan kurban sunan kişinin uzayın dört b i r k ö ş e s i n e y ü k s e l m e s i , yani evrene egemen olması gerektiğini belirtir. " Ama &kşâ ö l ü m l e 1
12
Krş. Naissances mystıaues, s 115 vd, Gonda, Changc and Cantinuity, s. 315 vd. Rig Veda âifaiâ'yı yok sayar gibidir; ama bu tören usulleriyle ilgili metinlerin Veda dininin bütününü temsil etmediklerini unutmamak gerek; krş. Gonda, s. 349. Törene Aıharva Veda'da rast lanmaktadır (XI, 5, &>• BraTımacSrin, dilts/ta, yani ıflk^'yı uygulayan diye nitelenmektedir.
1 1
Aitareya Brûhmana, I , 3
i +
Mait ray arıt-SarııhıM, 111, 6, 1.
15
TaiUitya-Sam., I , 3, 2
1 6
Butun bu erginlenme ritüellermin haliyle miLsel bir örneği bulunmaktadır: Söz (Vâc) İle • Kurban (Yajiia) arasındaki birleşmeden dehşet verici bir canavarın doğmasını engellemek için, Indra cenine dönüşür ve VâcYn rahmine girer (Sat. Br., Ill, 2, 1, 18 vd).
1 7
Sat.Br.,Vll,3,l,12.
10
A.g.y., 111.1, 1,8.
19
Ag.y., V I , 7 , 2 , 11 vd. 274
GAUTAMA BUDHAT1AN ÖNCE HİNDİSTAN
de özdeşleştirilir. "Kurban sunan kendini adadığında i k i n c i kez ö l ü r . " kaynaklara göre, "dikşita k u r b a n d ı r , "
21
Başka
ç ü n k ü "kurban gerçekte k u r b a n ı s u n a n ı n
k e n d i s i d i r . " " Özetle, "erginlenen tanrılara sunulan k u r b a n d ı r . "
23
Bunun ö r n e ğ i n i
tanrılar vermişti: "Ey A g n i , kurban et kendi bedenini!":' "Bedenini b ü y ü t e r e k 1
kurban et k e n d i n i ! " Ç ü n k ü "kurban ile tanrılar Kurban'a kurban sundular." 25
26
Demek k i rituel b i ç i m i n d e bir ö l ü m , hem tannlar katma u l a ş m a n ı n hem de b u d ü n y a d a d o p d o l u bir varoluş edinmenin ö n k o ş u l u d u r . Vedalar çağında kurban yoluyla elde edilen ve zaten geçici olan " tan rıs ali aşma," h a y a t ı n ve insan varolu ş u n u n değer yitimine uğratılmasına y o l a ç m ı y o r d u . Tam tersine göğe, tanrıların katma b ö y l e ritüel b i ç i m i n d e yükselişler aracılığıyla hem k u r b a n ı sunan hem de b ü t ü n t o p l u m ve doğa k u t s a n m ı ş ve y e n i l e n m i ş oluyordu. Bir aîvamedha
kurban
töreniyle hangi sonuçların elde edildiğini g ö r m ü ş t ü k ( k ı ş . y u k a r ı d a , dipnot 5). Pagan d ö n e m Uppsala'sındaki insan kurban etme u y g u l a m a s ı n ı n
amaçları
da,
muhtemelen k o z m i k yenilenme ve krallık i k t i d a r ı n ı n güçlenmesiydi. Ama butun bunlar yaratılışın yinelenmesini hedefleyen ve k u r b a n ı s u n a n ı n " ö l ü m ü m ü ,
"ce
n i n olarak ana rahminde b ü y ü m e s i n i " ve yeniden d o ğ u ş u n u kapsayan ritüellerle sağlanıyordu. H i n t kralının k u t s a n m a s ı , râjasüya, benzer bir senaryo içeriyordu. Merkezi tö renler Yeni Yıl civarında yapılıyordu. Ö n c e bir yıl dik$a, sonra kutsal y a ğ s ü r m e işlemi, sonra da b i r yıl kapanış törenleri yapılıyordu.
Anlaşıldığı
kadarıyla,
râjasüya evreni onarmaya y ö n e l i k bir dizi yıllık t ö r e n i n kısaltılmış halidir. Kra lın merkezi b i r r o l ü v a r d ı , ç ü n k ü tıpkı î r a u t a k u r b a n ı n ı sunan rahip gibi, o da bir anlamda evrenle b ü t ü n l e ş i y o r d u . Ritüelin farklı a ş a m a l a n sırayla gelecekteki h ü k ü m d a r ı n cenin haline gerileyışini, rahimde b i r yıl kalışını ve hem Prajâpati hem de evrenle özdeşleştirilen Evren Egemeni olarak m i s t i k yeniden d o ğ u ş u n u
Jaim. Upatıişad Brah., İli, İ l , 3 Ayncakrş. Gonda tarafından alıntılanmış metinler, a.g.y., s. 385 n
Ta/tt. Sanlı/ta, VI, 1,45.
2 1
Ait. Brah., II, 11.
2 3
Sat. Br., 111,6, 3, 19 Kurban sunan, yeryüzündeki yeniden doğuşunu sağlamak için, ev deki ateşe "kendini tohum biçiminde fırlatır" (bu eylem, kum taneleriyle temsil edilir) ve göklerde yemden doğuş amacıyla kurban sunağmdaki ateşe kendini fırlatır; krş, A Coomaraswamy nin alıntıladığı metinler, "Atmayajna; SelE-Sacrifice," s. 360. ,
I +
RigVeda,Vl,ll,2,
2 5
Snt.Br,, X,81,5.
1 6
Sat. Br.. X, 90, 16 275
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1
canlandırıyorlardı. Gelecekteki h ü k ü m d a r ı n "cenin d ö n e m i , " evrenin olgunlaşma sı sürecine denk d ü ş ü y o r d u ve b ü y ü k olasılıkla köken olarak ekinlerin olgunlaşmasıyla ilişkiliydi. Ritüelin i k i n c i a ş a m a s ı n d a , h ü k ü m d a r ı n yeni bedeninin oluşu m u t a m a m l a n ı y o r d u : Ya kralın Brahmanlar kastıyla veya halkla m i s t i k evliliğin den (bu evlilik sayesinde onların rahminden d o ğ a b i l i y o r d u ) ya da eril sularla d i şil suların veya altınla - a t e ş i s i m g e l i y o r d u - suyun b i r l e ş m e s i n d e n elde edilen simgesel b i r beden söz konusuydu. Ü ç ü n c ü aşama bir dizi ritüelden o l u ş u y o r ve bunlar sayesinde kral ü ç dünya üzerinde egemenlik h a k k ı kazanıyordu: Başka bir deyişle, hem evreni şahsında temsil ediyor hem de Evren Egemeni olarak yerini alıyordu. H ü k ü m d a r kolunu k a l d ı r d ı ğ ı n d a , b u jestin kozmogoniyle i l i n t i l i b i r anlamı vardır: Axis mundimn yükselişini simgeler. Kutsal y a ğ s ü r ü l ü r k e n kral tahtın ü z e r i n d e , kollarını y u k a r ı kaldırarak ayakta durur: Yerm göbeğine - y a n ı taht, d ü n y a n ı n m e r k e z i - sabitlenm i ş evren eksenini temsil eder ve göğe dokunur. Su serpme, y e r y ü z ü n e bereket getirmek için - k r a l tarafından temsil edilen— d ü n y a ekseni boyunca g ö k t e n aşağı inen sularla ilişkilidir. Daha sonra kral d ö r t ana y ö n e d o ğ r u birer a d ı m atar ve simgesel olarak g o k k ü r e n i n başucu noktasına yükselir. Bu
rimellerin
ardından,
kral m e k â n m d ö r t y ö n ü ve mevsimler ü z e r i n d e egemenlik kazanır; b a ş k a b i r de yişle, m e k â n - z a m a n evreninin b ü t ü n ü n e egemen o t u r .
!?
Bir yanda ritüel b i ç i m i n d e ö l ü m ve yeniden d o ğ u ş ile, diğer yanda kozmogoni ve d ü n y a n ı n yenilenmesi arasındaki y a k ı n ilişki fark edilmektedir. Bütün b u dü şünceler, ş i m d i tartışacağımız kozmogoni mitleriyle u y u m l u d u r ve
Brâhmana-
k r ' ı n yazarları tarafından kendilerine özgü, k u r b a n ı ölçüsüz b i r b i ç i m d e yücelten b a k ı ş a ç ı s ı n d a n geliştirilecek ve birbirlerine eklemlenecekkvdiv,
75. K o z m o g o n i l e r ve M e t a f i z i k — Veda ilahileri, d o ğ r u d a n ya da yalnızca ima lar yoluyla, ç o k sayıda kozmogoni anlatırlar. O l d u k ç a yaygın ve farklı k ü l t ü r dü zeylerinde b u l g u i a n m ı ş mitler söz konusudur. Bu kozmogonilerin her
birinin
"kökeni"ni ayrı ayrı aramak b o ş u n a bir çaba olur. Âriler tarafından g e t i r i l d i k l e r i varsayılabilecek m i l l e r i n bile, daha eski ya da daha "ilkel" k ü l t ü r l e r d e k o ş u l l a n b u l u n m a k t a d ı r . Diğer b i r ç o k dinsel düşünce ve inanç gibi, kozmolojiler de eski d ü n y a n ı n her yerinde t a r i h ö n c e s i n d e n aktarılmış bir m i r a s ı o l u ş t u r u r . Bizim ko numuz açısından ö n e m l i olan, bazı kozmogoni mitlerine H i n t l i l e r i n getirdikleri
Krş. J C. Heesterman, Tîte Ancient Indian Royal Consecraiion, s. 17 vd, 52 vd, 101 vd. 276
GAUTAMA BUDHA'DAN ÛNCFI HİNDİSTAN
yorumlar ve y ü k l e d i k l e r i yeni değerlerdir. Bir kozmogoninin eskiliği konusunda, o n a rastlanan i l k belgelerden hareketle h ü k ü m vermemek gerektiğini hatırlatalım. En arkaik ve yaygın mitlerden b i r i olan "kozmogoniye yol açan {suya} d a l ı ş , " Hindistan'da oldukça geç bir tarihte, özellikle Destan ve Purânalar aracılığıyla halk içinde b e n i m s e n m i ş t i r . Vedalar çağı şairlerinin ve teologlarının tutkuyla bağlandıkları
kozmogoni
t ü r l e r i n i n sayısı esas olarak d ö r t t ü r . Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1) İlk suların d ö l l e n m e s i yoluyla yaratılış; 2) İlk devin, yani P u r u ş a ' m n parçalanması yoluyla yaratılış; 3) H e m varlık hem y o k l u k olan b i r b i r l i k - b ü t ü n l ü k t e n başlayarak yara tılış; 4) g ö k ve yerin ayrılması yoluyla yaratılış. Rig Veda'mn m e ş h u r ilahisinde (X, 121), H ı r a n y a g a r b h a ("Altın Cenin") ola rak tasavvur edilen tann, suların üzerinde s ü z ü l ü r ; içine daldığı sulan döller ve onlar da ateş tanrısı Agni'yi d o ğ u r u r l a r (7. d ö r t l ü k ) . Atharva Veda (X, 7, 28) A l tın Cenin'i Evren Diregi'yle, skambha'yls.
özdeşleşttrır. Rig Veda (X, 82, 5) Sulara
atılan i l k tohumu "Evrensel Zanaatkar" Visv a karmanla iliş k ilendirir; ama cenin imgesi, tam anlamıyla çok y ö n l ü bir teknisyen olan b u tanrısal kişilikle bağdaş maz. Bu ö r n e k l e r d e , A k ı n Cenin'i i l k suların ü z e r i n d e u ç a n yaratıcı tanrının tohu m u olaTak sunan b i r başlangıç mitiyle karşı k a r ş ı y a y ı z .
28
Rituelci bir bakış açısından kökten yeniden y o r u m l a n m ı ş i k i n c i kozmogoni izlegi, yine m e ş h u r bir ilahide bulunur: P u r u ş a s ü k t a . ^ i l k Dev P u n ı ş a ("insan") hem kozmik b ü t ü n l ü k (1.-4. d ö r t l ü k l e r ) hem de erdişi varlık olarak g ö s t e r i l i r . Aslında (5. d ö r t l ü k ) P u r u ş a , yaratıcı kadın enerjisi Virâj'ı üretir ve daha sonra onun tarafından d o ğ u r u l u r .
30
Gerçek anlamda yaratılış, k o z m i k bir k u r b a n ı n so
nucudur. Taunlar "lnsan"ı kurban eder; O n u n parçalanmış bedeninden hayvanlar, t ö r e n usulleri, toplumsal sınıflar, yer, gök, tanrılar türer. "Onun ağzı Brahman oldu, i k i k o l u ise Savaşçılar, bacakları Zanaatkarlar oldu, ayakları ise Hizmetkâr lar" (12. d ö r t l ü k , çev. Renou). Başından gök, ayaklarından yer, aklından ay, göz lerinden g ü n e ş , ağzından lndra ve Agnt, s o l u ğ u n d a n r ü z g â r vb t ü r e d i (13.-14. dörtlükler). Son d ö r t l ü k t e de (16) bu k u r b a n ı n ö r n e k işlevi v u r g u l a n ı r : "Kurban ile tanrı-
Akın Cenin imgesi klasik çag Hindistan'ında sulann yarattığı kozmik yumurtaya dönüşe cektir (bu yeni imgeye daha önce Upanişadlar'da da rastlanmaktadır: Kâtha Up., IV, fi; Svetâsvatara, ÜT, 4, 12). Rig Veda X, 90. Vırâj bir tür Şaktı'dır. Brhâdaranyaka Upanışad'da (IV, 2, 3) Puruşa ile evlenir. 277
D1N5EL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - I
lar, Kurban'a kurban sundular;" başka b i r deyişle, Puruşa bem kurban t ö r e n i n i n k u r b a n ı hem de kurban töreni tanesiydi. Evren, hayat ve insanlar P u r u ş a ' n ı n be deninden çıkmış olsalar da, Puruşa'nın yaratılıştan önce var o l d u ğ u ve sonra da var olacağı, b u ilahide açıkça b i l d i r ü m e k t e d i r . Bir başka ifadeyle, P u r u ş a hem aş k ı n , hem içkindir; bu paradoksal varlık tarzı Hint kozmogoni tanrılarına ö z g ü d ü r (krş. Prajâpati). Koşutlarına Çin'de (Fan-ku), eski Cermenlerde (Ymir) ve Mezo potamya'da (Tiamat) rastlanan b u m i t , arkaik t ü r d e bir kozmogoni anlayışını yan sıtmaktadır: tnsanbiçimli bir tanrısal Varlığın kurban edilmesi yoluyla y a r a t ı l ı ş . Puruşasühta
sayışır spekülasyona y o l açmıştır. Ama nasıl k i arkaik toplumlarda
mit her t ü r l ü yaratının i l k ve m ü k e m m e l ö r n e ğ i m o l u ş t u r u y o r s a , b u ilahı de b i r erkek çocuğun d o ğ u m u n u izleyen
ritüelierden
birinde, tapınak k u r u l u ş törenle
rinde (zaten t a p ı n a k da Punışa'ya benzetilerek yapılır) ve a r m d m c ı yenilenme r i tuellerinde söylenir."" '
RigVeda'nm en m e ş h u r ilahisinde (X, 129), kozmogoni b i r metafizik olarak
sunulur. Şair kendine. Varlığın, VaT Olmayandan nasıl çıkabildiğini sorar; çünkü başlangıçta "ne Yokluk ne de Varlık vardı" ( 1 , d ö r t l ü k , 1). "O sırada ne ö l ü m ne de ö l ü m s ü z l ü k vardı" (yani ne insanlar ne de tannlar). Yalnızca "Bir" (ne eril, ne dişil) denen a y r ı ş m a m ı ş ilke vardı. "Soluk y o k t u , Bir, k e n d i gücüyle soluyordu." "Bunun (dışında), b a ş k a hiçbir şey yoktu" (2. d ö r t l ü k ) . "Başlangıçta k a r a n l ı k l a n n ü s t ü n ü k a r a n l ı k l a r ö r t m ü ş t ü , " ama sıcaklık (riyazetin yarattığı sıcaklık,
lapas)
"boşlukla ö r t ü l ü " (şöyle anlaşılabilir: i l k sularla çevrili) "Bir"ı, "potansiyel"i {âbfıü)-başka bir ifadeyle " c e n i n " ı - ortaya çıkardı
Bu filizden ("potansiyel") İstek
(kama) gelişti ve aynı istek "Bilincin (manas) i l k tohumu (refas) oldu." Bu, Hint felseîi d ü ş ü n c e s i n i n temel tezlerinden b i r i n i önceden g ü n d e m e getiren şaşırtıcı b i r ö n e r m e d i r . Şairler, d ü ş ü n m e yoluyla, "Yokluk içinde Varlığın yerini keşfet meyi bildiler" (4. d ö r t l ü k ) . Daha sonra " i l k tohum," "yukarı" ve "aşağı" diye b i r eni ve b i r dişil ilkeye b ö l ü n d ü .
3 2
Ama " i k i n c i l yaratılış"ın, yani g ö r ü n t ü l e r dün
y a s ı n ı n yaratılışına ilişkin bilmece ç ö z ü l e m e m i ş t i . T a n r ı l a r sonra d o ğ d u l a r (ö. d ö r t l ü k ) , demek k i d ü n y a y ı yaratan onlar değildi. Şair sözlerine bir soru işaretiy le son verir: "Bunu yalnızca g ö k kubbenin en ü s t ü n d e n d ü n y a y ı izleyen b i l i r " (başka bir ifadeyle, o "ikincil yaratılış"ın k ö k e n i n i b i l i r ) - yoksa o da bilmez mi?" Bu ilahi, Veda s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n eriştiği en y ü k s e k noktayı temsil eder. Yara-
Metınlere göndermeler için bkz. J. Gonda, Vısnmsm and Sivaistn, s. 27. Krş. RıgVeda,X, 72,4. 278
GAUTAMA BUVJHA'DAN ON GE HİNDİSTAN
tılış tanrılarını da a ş k ı n , bilinemez - " B i r , "
" O " - bir yüce varlık beliti, Upani-
şadlar'da ve bazı felsefi sistemlerde geliştirilecektir. Rig Veda'nm Ptıruşa'sı g i b i (X, 90), Bir de evrenden önce vardır ve d ü n y a y ı kendi v a r l ı ğ ı n d a n s u d ü r yoluyla yaratır; ama b u n u yaparken de aşkın olma niteliğini yitirmez. Daha sonraki Hint s p e k ü l a s y o n u açısından temel ö n e m e sahip b u d ü ş ü n c e y i akılda t u t a l ı m : H e m bi linç hem de evren döl yaratıcı isteğin (kâma) birer ü r ü n ü d ü r . Burada Sâmkhya-Yoga felsefesinin ve B u d i z m i n i l k t o h u m l a r ı n d a n biriyle karşılaşıyoruz. D ö r d ü n c ü kozmogoni izlegine gelince - g ö k ve yerin ayrılması ya da ra'nın, Vrtra'mn bedenini keserek p a r ç a l a m a s ı - b u mit Puntşasükta'ya
Ind-
yakındır;
D ü n y a n ı n yaratılışını (veya yenilenmesini) sağlamak için bir " b ü t ü n l ü ğ ü n " şiddet kullanılarak b ö l ü n m e s i söz konusudur. Izlek eskidir ve şaşırtıcı yeniden y o r u m lamalara ve uygulamalara açıktır. Daha once g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 68), i l k ejder hayı yıldırımla vuran ve p a r ç a l a y a n Indra'nm yaratış edimi, b i r evin y a p ı m ı n d a n hitabet yarışına kadar ç o k farklı eylemlere ö r n e k o l u ş t u r m a k t a d ı r . Son olarak da d ü n y a y ı bir heykeltıraş, b i r demirci veya bir d ü l g e r gibi b i ç i m lendiren tanrısal bir Varlık, "Evrensel Zanaatkar" V ı s v a k a r m a n tarafından gerçek leştirilen yaratılışa g e l e l i m ,
31
Ama diğer dinlerde i y i bilinen bu mit m o t i f i , Veda
şairleri tarafından Purusasüfîia'mn m e ş h u r ettiği kurban-yaratılış izlegine bağlan mıştır. Kozmogonilerin ç o ğ u l l u ğ u , teogoni ve insanın kökenine ilişkin
anlatıların
ç o k l u ğ u y l a u y u m içindedir, Rig Veda'ya g ö r e , tanrıları i l k çift, gök ve yer d o ğ u r m u ş veya tanrılar i l k su k ü t l e s i n d e n ya da y o k l u ğ u n i ç i n d e n çıkmışlardır. Her ne olursa olsun, o n l a r ı n varoluşu d ü n y a n ı n yaratılışından sonra başlamıştır. Geç ta rihli bir ilahi
35
tanrıların tanrıça Aditi'den, sulardan ve yerden d o ğ d u k l a r ı m anla
tıyor. Ama tanrıların hepsi ö l ü m s ü z değildi. Rig Veda, b u vasfı Savttri'den (IV, 54, 2) veya Agni'den aldıklarını ( V I , 7, 4) veya soma içerek kazandıklarını (IX, 106, 8) belirtiyor, hidra ö l ü m s ü z l ü ğ ü riyazet, tapas yoluyla elde etti (X, 167, 1) ve Atharva Veda b ü t ü n diğer tanrıların da ö l ü m s ü z l ü ğ ü aynı şekilde kazandıkları n ı açıklıyor ( X I , 5, 19; IV, 1 1 , 6). Bröhmanalar'a
göre, tanrılar bazı kurbanlar ve
rerek ö l ü m s ü z o l m u ş l a r d ı .
Daha Rig Veda'da, taıırılann çoğulluğunu bir tek tanrısal ilkeye indirgeme yönünde bir eğilim fark edilir: "Aslında Bir'den başka bir şey olmayana, heyecanlı şairler çoğul der" (1, 164, 46). RigVedaX,81. Rig VedaX, 63,2. 279
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - 1
insanlar da ilk çift G ö k İle Yer'in soyundan gelmektedir. M i t o l o j i k ataları tan^ n Vivasvat'm oğlu Manu'dur; i l k k u r b a n ı sunan Manu, i l k i n s a n d ı r .
Bir digeı
36
versiyon, m i t o l o j i k a n a - b a b a y ı Vivasvat'm çocuklarıyla. Yama ve kız k a r d e ş i Yami'yle özdeşleştirir (X, 10). Yukarıda g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, Purusasüktc ise (X, 90. 12) insanların k ö k e n i n i (yani dört toplumsal sınıfı) kurban edilen i l k devin or g a n l a r ı n d a n hareketle açıklar. Başlangıçta insanlar da kurban yoluyla
ölümsüz
olabiliyorlardı; ama tanrılar bu ö l ü m s ü z l ü ğ ü n yalnızca tinsel nitelikte o l m a s ı n a , yam insanların ona ancak ö l d ü k t e n sonra erişebilmesine karar verdiler. ' Ö l ü m ü n 3
k ö k e n i n e ilişkin başka mitolojik açıklamalar da b u l u n m a k t a d ı r .
Mahcibhârata'da,
Yer bir insan kitlesinin a ş ı n y u k u altında okyanusun dibine g ö m ü l m e tehlikesi içindedir ve Brahma ö l ü m ü yeri rahatlatmak için getirir
3 8
T a n r ı l a r ı n ve insanların d o ğ u m u n a , ö l ü m s ü z l ü ğ ü n kaybedilmesine veya ele geçirilmesine ilişkin b u mitlerden bazılarına başka Hint-Avrupa halklannda da rastlanır. Zaten b i r ç o k geleneksel k ü l t ü r d e benzer mitler b u l g u l a n m ı ş ı ı r . Ama bu mitler yalnızca Hindistan'da, yeni b i r dinsel b i l i n c i n uyanışı açısından bu denli belirleyici olan kurban tekniklerini, tefekkür y ö n t e m l e r i n i ve s p e k ü l a s y o n l a n or taya çıkarmıştır,
76. Brâhmanalafda
K u r b a n Ö ğ r e t i s i — Pm'ujjsûfe'ta, Brâhmanalar'da
geliştirilen
(y. M Û 1000-800) k u r b a n k u r a m ı n ı n y o k çıkış n o k t a s ı n ı ve öğreti açısından hak lılık zeminini o l u ş t u r u r . P u n ı ş a ' n m kendini tannlara verdiği ve evreni yaratmak için ö l d ü r ü l m e s i n e razı o l d u ğ u gibi, Prajâpati de kozmogoni işini t a m a m l a d ı k t a n sonra, " t ü k e n i p " ö l ü m uykusuna dalacaktır. Brâkmancûar'm
sunduğu
şekliyle
Prajâpati, alimlerin s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n bir yaratısı gibi g ö r ü n s e de, arkaik b i r yapıya sahiptir. "Yaratıkların Efendisi" diye de bilinen Prajâpati, k o z m i k Büyük Tannlara y a k ı n d ı r . Bir anlamda Rig Veda'nm " B i r i n e (X, 129) ve Visvakarman'a da benzemektedir, ama esas olarak P u r u ş a ' n m uzantısıdır. Zaten Pııruşa-Prajâpati özdeşliği metinlerce de d o ğ r u l a n m a k t a d ı r : "Punışa Prajâpati'dir; P u r u ş a Yıl'dır."
39
Başlangıçta Prajâpati t e z a h ü r e t m e m i ş , yalnızca tinsel düzeyde var olan Birlik-Bü t ü n l ü k ' t ü . Ama istek (kâma) o n u çoğalmaya, ü r e m e y e i t t i .
Rig Veda X, 63, 7. SatapathaBr.,X,4,
3, 9.
Mahâbhârata VI, 52-54, XH, 256-258. Jnim. Br.,11,56; krş. Satapatka Er., V I , 1,1,5. Satapdtna Br. V I , 1,1. 280
4 0
Riyazet (tapas, l a m
GAUfAMA BUDHATJAN ÖNCE HİNDİSTAN
s ö z c ü k karşılığı "sıcaklık, ateş") yoluyla a ş ı n b i r dereceye kadar "ısındı" ve su dur yoluyla y a r a t t ı ; ' b u işlem, bazı ilkel kozmogonilerdeki gibi terleme veya to 4
h u m salgılanması olarak da algılanabilir. Önce brahman'ı,
yani üçlü b i l g i y i
(üç
Veda kitabı), sonra da Söz'den hareketle sulan yarattı. Sular aracılığıyla ü r e m e k isteyince o n l a r ı n içine g i r d i , bir yumurta gelişti ve k a b u ğ u y e r y ü z ü oldu. Daha sonra göklere yerleşsinler diye tanrılar ve yeryüzüne yerleşsinler diye Asmalar yaratıldı v b (a.g.y., X I , 1, 6, 1 v d ) ,
4;
Prajâpati d ü ş ü n d ü : "Aslında, k e n d i m i n bir benzerini, Yıl'ı yarattım" Bu neden le "Prajâpati Yıl'dır" d e n i r ,
43
Kendi benliğini (atman) tanrılara vererek, kendisinin
bir başka benzerini, yani k u r b a n ı yarattı ve bu y ü z d e n insanlar, "Kurban Prajâpati'dir" der. Ayrıca Prajâpati'nin k o z m i k bedenindeki eklem yerlerinin (parvam), yılın beş mevsimi ve ateş s u n a ğ ı n ı n b e ş tuğla dizisi o l d u ğ u b e l i r t i l i r .
44
Prajâpati'nin, evren, döngüsü zaman (yıl) ve ateş sunağı ile b u üçlü özdeşleşme si, Brahmanct kurban k u r a m ı n ı n b ü y ü k yeniliğini o l u ş t u r u r . Bu yenilik, Veda r i tüelinı b i ç i m l e n d i r e n anlayışın gerilemesine işaret eder ve U p a n i ş a d l a r ' ı n yazarla rınca gerçekleştirilecek keşiflere yolu açar. Ana fikir, "ısınma" ve yenilenen "sal gılamalar" yoluyla yaratan Prajâpati'nin giderek erimesi ve sonunda t ü k e n m e s i dir. İki kilit terimin -tapas (riyazet ateşi) ve vısrj (her y ö n e dağılan s a l g ı ) - dolaylı veya ö r t ü l ü cinsel yan anlamları olabilir; ç ü n k ü Hint dinsel d ü ş ü n c e s i n d e riyazet ve cinsellik y a k ı n d a n ilişkilidir. M i t ve imgeleri, kozmogoniyi biyolojik
terim
lerle y a n s ı t m a k t a d ı r ; d ü n y a ve hayat varoluş biçimleri nedeniyle, vadeleri dolun ca
t ü k e n inektedirler."' Prajâpati'nin
tükenişi
çarpıcı
imgelerle
ifade
edilir;
"Prajâpati canlı varlıkları salgıladıktan sonra, eklem yerleri ayrıldı. Prajâpati ke sinlikle Yd'dır ve eklemleri de g ü n d ü z ile gecenin i k i birleşme n o k t a s ı (yani şafak ve g ü n b a t ı m ı ) , dolunay ile hilal ve mevsimlerin başlangıçlarıdır. G e v ş e m i ş lemleriyle ayağa k a l k a m ı y o r d u ve tannlar onu agnıhotra
ek-
(ritüeli) ile, eklemlerini
Kullanılan lerim "fırlatmak, iz düşürmek" anlamına gelen sı; kökünden türetilmiş vısrj'dir; vi- her yöne dağılmayı ifade eder. Başka metinlere göre gök cnun kafasından, hava göğsünden, yer de ayaklarından çıkmış tı (krş. Gonda, Les Religiom de l'lnde, c. I , s. 226). Bu, hiç kuşku yok ki Puruşa'mn kur ban edilmesinin bir etkisidir; ama diğer yandan bu iki tann arasındaki yapısal benzerliği de doğrulamaktadır. A.g.y., XI. 1,6, 13. Satapathallr., VI, 1, 2. Benzer anlayışlann arkaik kültürlerin, öncelikle de paleolilik çağın çiftçi kültürlerinin belirgin niteliklerini oluşturduğu bilinmektedir. 281
DİNSEL İNANÇLAR VE DOSUN ÇELER T A R İ H İ -1
s a ğ l a m l a ş t ı r a r a k iyileştirdiler."
Başka bir ifadeyle, Prajâpati'nin k o z m i k bedeni
n i n yeniden o l u ş u m u ve yeniden eklemlenmesi kurban töreniyle, yani agnicayan a ' n ı n kutlanacağı b i r kurban sunağı inşa edilerek gerçekleştirilmiştir (§ 72). A y nı eserde şu da belirtilir (X, 4, 2, 2): "Bu Prajâpati, Yıl, 720 g ü n ve geceden olu ş u r ; b u nedenle sunakta 360 çevre d u v a r ı taşı ve 360 tuğla bulunur." "Eklemleri ayrılan b u Prajâpati, (şimdi) ö n ü m ü z d e y a p ı l m ı ş duran şu ateş s u n a ğ ı n ı n ta ken disidir." Rahipler s u n a ğ ı o l u ş t u r a n tuğla sıralarını dizerken, Prajâpati'yi o n a n r , onu "toplarlar" (samsfrri). Kısacası, her kurban töreni ilk yaratılış eylemini yineler ve dünyanın ertesi yıl da sürmesmi güvence altına alır. Braiımanalar'da kurban t ö r e n i n i n i l k anlamı budur: "Eklemleri
ayrılmış,"
d ö n g ü s e l Zaman'm (Yıl) etkisiyle " t ü k e n m i ş " evreni yeniden yaratmak. Kurban töreni aracılığıyla —yani rahiplerin y ü c e etkinliği sayesinde— dünya hayatta tutul m u ş , b ü t ü n l ü ğ ü ve bereketi k o r u n m u ş t u r
Bu, kozmogoninin her yıl (ya da dö
nemsel olarak) yinelenmesini isteyen arkaik d ü ş ü n c e n i n yeni b i r u y g u l a m a s ı d ı r . Aynı zamanda ritüellerin belirleyici ö n e m i n e inanan B r a h m a n l a r ı n gururu da bu radan k a y n a k l a n m a k t a d ı r ; ç ü n k ü "şafakta rahip ateş adağını sunmasa, g ü n e ş doğ m a z d ı . " ' Brahma nal ar'da, Veda tanrıları ya yok sayılmış ya da kurban t ö r e n i n i n 1
b ü y ü l ü ve yaratıcı g ü ç l e r i n i n b u y r u ğ u n a s o k u l m u ş l a r d ı r . Başlangıçta t a n r ı l a r ı n ö l ü m l ü o l d u k l a r ı iddia e d i l i r ;
18
onlar kurban töreni aracılığıyla
tanrılaşır
ve
ö l ü m s ü z l e ş i r . ^ O andan itibaren her şey; tanrıların k ö k e n i ve özü, kutsal güç, i l i m , bu d ü n y a d a i y i y a ş a m a k ve öteki dünyada " ö l m e m e k , "
ritüelin
gizemli gü
c ü n d e y o ğ u n l a ş ı r . Ama kurban töreni d o ğ r u bir b i r i m d e ve inanarak yapılmalı dır;
etkisi konusundaki en k ü ç ü k
bir
kuşku
felaketlere yol
açabilir.
Hem
kozmogoni, hem teogoni hem de ö l ü m s o n r a s ı koruyuculuk bilgisine ilişkin b i r anlayış olan b u ritüel öğretisini i y i aktarabilmek için, Brâhmanalar'm
yazarları
m i t l e r i veya mit p a r ç a l a r ı m çoğaltır, onları yeni bakış açısından yeniden y o r u m lar ve hayal ü r ü n ü bir etimolojiden, bilgece yapılmış bir imadan, bir bilmeceden yola ç ı k a r a k yeni mitler üretirler.
77. E s k a ı o l o j i : K u r b a n T ö r e n i Y o l u y l a Prajâpati ile Ö z d e ş l e ş m e — Ama çok erken bir tarihte yeni bir düşünce g ü n y ü z ü n e çıktı: Kurban t ö r e n i Prajâpati'yi
4 6
Satapaiha Br.,1, 6,3,35-36.
" Satapatha Br. U, 3, 1, 5. 1 B
TıuU Sam., V l l l , 4, 2, 1 vb,
™ A.g.y., VI, 3, 4, 7; VI, 3,10, 2; vb. 282
GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCÜ HİNDİSTAN
onarmakla ve d ü n y a n ı n s ü r m e s i n i sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yok edilemez bir tinsel varlığı, "kişi"yi, â(man\
da yaratabilir. Kurban t ö r e n i n i n hedefi yalnız
ca kozmogoniyle i l i n t i l i bir hedefi ve eskatoİojik bir işievi yoktur, aym zamanda yeni b i r v a r o l u ş biçimi edinilmesini de sağlayabilir. Kurban töreni yöneticisi ra h i p , ateş s u n a ğ ı m (agnicayana) yaparken, Prajâpati ile özdeşleşir; daha d o ğ r u s u Prajâpati ve rahip d o ğ r u d a n ritüel eylemi içinde özdeşleşirler: Sunak Prajâpati'dfr ve aynı zamanda töreni y ö n e t e n rahip de bu sunak olur. Ritüelinin b ü y ü l ü gücüy le, kurban törenini y ö n e t e n rahip kendine yeni bir beden inşa eder, göğe yükse lir, orada i k i n c i kez d o ğ a r
50
ve " ö l ü m s ü z l ü ğ e " erişir. ' Yani ö l d ü k t e n sonra haya 5
ta, " ö l ü m s ü z l ü ğ e , " Zaman'ı aşan bir varoluş biçimine dönecektir. Ö n e m l i olan ve h t ü e l i n de a m a c ı budur— "tam" (sarva),
" b ü t ü n l ü k l ü " olmak ve b u hali ö l ü m
den sonra da k o r u m a k t ı r / ' ' Kurban t ö r e n i n i yöneten rahip, Prajâpati'yı "yeniden bir araya getirirken" {samdha, samskri),
aym b ü t ü n l e ş t i r m e ve birleştirme işlemini kendi benliği üze
rinde de g e r ç e k l e ş t i r m e k t e , başka b i r deyişle "tam" o l m a k t a d ı r . Tanrı kurban tö reniyle kendi "kişisine" (atman) nasıl yeniden k a v u ş u y o r s a , kurban rahibi de ken di b e n l i ğ i m , kendi âtman'ım
inşa eder." Âtman'm
" ü r e t i l m e s i " bir anlamda
kozmogoni eseriyle dağılan ve tükenen Prajâpatı'nin yeniden b i r l e ş t i r i l m e s i n e benzer. Ritüel davranışlarının toplamı, t a m a m l a n m ı ş ve b ü t ü n l ü k l ü o l d u ğ u za man, "kişi"yi, almanı
o l u ş t u r u r . Bu, ritüel etkinliği aracılığıyla kurban r a h i b i n i n
psiko-fizyolojik işlevlerinin t o p a r l a n d ı ğ ı ve birleştirildiği a n l a m ı n a gelir; o n l a r ı n t o p l a m ı âtman'ı
o l u ş t u r u r " ve kurban rahibi âtman'ı
Tanrılar- da ö l ü m s ü z l ü ğ ü kurban töreni aracılığıyla
sayesinde " ö l ü m s ü z " olur. frrafıman'ı
m ı ş l a r d ı r . " Dolayısıyla brahman ve atman, daha Bröhmanalar b i ç i m d e özdeşi eştirilmiş t i r ,
56
elde ederek kazan çağında ö r t ü l ü b i r
Bir başka özdeşleşme dizisi de b u n u doğrular:
Hem
Prajâpati hem de ateş sunağı, Rig Veda ile bir t u t u l m a k t a d ı r . Rıg'in heceleri suna ğın tuglalanyla özdeşleştirılmiştir. Ama brahman da Rig'in 432.000 hecesine denk o l d u ğ u n a göre, o n u n da Prajâpati ile ve son tahlilde kurban rahibiyle, yani
5aiıipatJiiiBr\,Vll, 3, 1, 12. Ag.y., X, 2,6,8. Krş. Gonda, Les Religions de tinde, I , s. 236 vd. Kausitaki Brâhmana IH, 8. Aitareya Br., 11,40, 1-7. Satapatha Br. XI, 2, 3, 6. Krş. Lilian Silbum, Instant et Cause, s. 74 vd. 283
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELF.R TARİHİ -1
o n u n atman'ıyla
ö z d e ş o l d u ğ u sonucuna varılır.
P r a j â p a ü (Brahman) ve âtman'm
özdeşliğinin nedeni, aynı etkinliğin sonucun
da ortaya ç ı k m a l a r ı d ı r : "Yeniden inşa," birleştirme; ama malzemeler farklıdır: Prajâ pat i-Brahman için s u n a ğ ı n tuğlalan, atman için organik ve psikolojık-zihinsel i ş l e v l e r .
58
Ama arman'in "inşasında" ö m e k olarak k u l l a n ı l a n ı n son tahlilde b i r
kozmogoni m i t i o l d u ğ u n u vurgulamakta yarar var. Farklı yoga teknikleri de aynı ilkeyi uygular: Beden d u r u ş l a r ı n ı n , soluk alışların, psikolojik-zihinsel
etkinliğin
" y o ğ u n l a ş t ı r ı l m a s ı " ve "birleştirilmesi." Benlik (atman) ile brahmon arasındaki özdeşliğin keşfi U p a n i ş a d l a r ' d a bıkıp usanmadan kullanılacak ve çeşitli b i ç i m l e r d e değerlendirilecektir (§ 80). Ş i m d i l i k Brârıma/îaİar'da brahman ın kozmik kurban surecini ve bunun genişletilmesi yo luyla evrenin s ü r m e s i n i sağlayan gizemli gücü ifade ettiğini ekleyelim. Ama Vedalar'da da brahman d ü ş ü n ü l m ü ş ve o zaman da t ü k e n m e z , değişmez, her t ü r l ü v a r o l u ş u n temeli ve birincil ilkesi diye açıkça a d l a n d ı r ı l m ı ş t ı . Atharva Veda'daki b i r ç o k ilahide (X, 7, 8; vb) b r a h m a n ' ı n skambha ( s ö z c ü ğ ü n tam karşılığı: payanda, dayanak, temel direk) ile özdeşleştirilmesi a n l a m l ı d ı r ; b a ş k a bir ifadeyle Brah man, hem evrensel eksendir hem de ontolojik temel olarak d ü n y a y ı ayakta tu tandır. "Ruhun (atmanvat) dir."
39
sahip o l d u ğ u , soluyan her şey shambha'nm
"insanda b r a h m a n ' ı bilen, ü s t ü n varlığı (parameştkin.
t ü n varlığı bilen shambha'yı
içinde
Efendi) bilir ve üs
b i l i r . N i h a i gerçeği yalıtmak için nasıl b i r çaba
h a r c a n d ı ğ ı g ö r ü l ü y o r ; Brahman,
evrenin direği, dayanağı, temeli olarak kabul
ediliyor ve b ü t ü n b u kavramları ifade eden pmtişthâ
terimi Veda metinlerinde de
geniş ö l ç ü d e kullanılmıştır. Brahman {rahip) b ra hm an 'la öz d eşleş t i r i l m iş t ir; çün k ü o evrenin yapısını ve k ö k e n i n i bilmekte, ç ü n k ü b ü t ü n b u n l a r ı ifade eden Söz'ü bilmektedir; ç ü n k ü Vâc, Söz, herhangi bir kişiyi Brahman'a d ö n ü ş t ü r e b i l i r (daha ö n c e Rig Veda'da belirtilmiştir, X, 125, 5) "Brahman'ın d o ğ u ş u d h a r m a ' n ı n
eze-
Satapaiha Brâhmana'daki bir başka metin (X, 6, 3, 2), insanın kalbindeki "Aitm Puruşa"yı bir pirinç veya dan tanesi diye betimler -ama bu arada onun gökten, havadan, yerden ve her şeyden daha büyük olduğunu da ekler: "Ruh'un bu benliği benim benliğimdir, öl düğümde bu benlik benim olacak." Bu metin önemlidir, çünkü bir yandan Puruşa Brah man'la (cinsiyeti belirsiz) ozdeşleştırilmekte, diğer yandan âtman-brahman denkleminin sağlaması yapılmaktadır. Krş. L. Silbum, a.gy., 5. 104 vd. Atharva Veda. VII, S, 2. Atharva Veda, X, S, 43. 284
GAUTAMA BUDHA'DAN ONCE HİNDİSTAN
li/ebedi bedenle nişidir" ( M a m ı , I , 9 8 ) .
61
Özel b i r eser kategorisi, Amnyakaİar Bröhmanalar'm
kurban sisteminden (karma-kanda),
tafizik b i l g i n i n {jnâna-handa) Aranyakdiar,
(sözcüğün tam karşılığı
"ormancı"),
Upanişadlar'ın açıkladığı me
öncelligine geçişi izlememize olanak vermektedir.
k ö y l e r d e n uzakta, o r m a n ı n içinde, gizlice öğretilirdi.
Onlardaki
öğretiler artık vurguyu ritüellerin somut gerçekliğine değil, kurban t ö r e n i n i n öz nesi olan âtman'a
{benlik] yaparlar. Aranyaka'lar'a
g ö r e , tanrılar insanın içinde
gizlidir; başka b i r deyişle, Veda s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n temelini o l u ş t u r a n makrokozmos-mikrokozmos bağıntısı a n ı k kozmik tanrılarla insan bedeninde bulunan tan rılar arasındaki benzerliği ortaya ç ı k a r m a k t a d ı r .
62
S o n u ç olarak " k u r b a n ı n içsel-
leştırilmesı" (krş. § 78) a d a k l a r ı n hem "iç" hem de "dış" tanrılara sunulabilmesin i sağlamaktadır. Nihai a m a ç , farklı tanrısal-kozmik düzeylerle, insanın organlan ve psiko-fizyolojik İşlevleri a r a s ı n d a k i b i r l e ş m e d i r (samhita).
Ç o k sayıda benzeş
tirme ve özdeşleştirmenin a r d ı n d a n şu sonuca varılır: "Benlik b i l i n c i man), Güneş'le bir ve aynı ş e y d i r . "
63
(jpvajMt-
Upanişadlar'ın yazarları b u gözü pek denkle
m i geliştirecek ve b ü t ü n l e ş t i r e c e k t i r .
78. T a p a s ı Riyazet T e k n i ğ i ve. D i y a l e k t i ğ i — Riyazetten, tapas'tan b i r ç o k kez söz ettik, ç ü n k ü riyazetle sağlanan bu
ritüel
"ısmma"ya,
"ateş"e d e ğ i n m e d e n en ö n e m l i Hint tanrıları, mitleri veya
b u "sıcaklık" veya
rimellerinden
bahsedi
lemez. Tap, "ısıtmak," "kaynar olmak" k ö k ü n d e n gelen tapos terimi Rig Veda'da açıkça yer a l m a k t a d ı r
6 4
Bir Him-Avrupa geleneği söz konusudur, ç ü n k ü k o ş u t bir
b a ğ l a m d a , k a h r a m a n l ı k t ü r ü n d e k i ritüellerde de "aşın sıcaklık" veya "öfke" (me¬ nos, furor,/erg,
wut) r o l o y n a m a k t a d ı r .
Çeşitli psiko-fizyolojik tekniklerle, ö r n e
fi5
ğin a ş ı n biberli bir yiyecekle "i5mma"ntn ilkel k ü l t ü r l e r i n otacılarında ve b ü y ü cülerinde de g ö r ü l d ü ğ ü n ü ekleyelim.
66
Büyüsel-dinsel " g ü c ü n " elde edilmesine
güçlü bir iç sıcaklık eşlik eder; b u "gücün" kendisi de "sıcaklık," "yanık," "çok
Bkz. Eliade, Le Yoga, s. 125 vd. Krş. diğer metinler, ] . Gonda, N O Î M I M Bramnan, s. 52. Krş. Aitareya Aranydha, I, 3, 8; II, 1, 2; 111, 1, 1; vb. Sünkhâyana Aranyaka, VU, 2 vd; VI, 2 vd; vb. A/ı. An. III, 2, 3; Sânkh. Ar., Vltl, 3-7 Krş. örneğin VIII, 59,6; X, 136,2; 154, 2. 4; 167, 1; 109, 4; vb. Krş. Eliade, Le Yoga, s. 114, dipnot 1 Dtger metinler J. Gouda, Noies oıı Brahman, » 52'de bulunabilir. Birkaç örnek için bkz, Eliade, Le Chamanisıne (2. baskı), s. 369 vd. 285
DİNSEL İNANÇLAR V E DÛŞONCELEK TARİHİ -1
sıcak," vb anlamlara gelen terimlerle ifade edilir. Bu olguları, tapas t ü r ü riyazetin arkaikligini ve hatırı sayılır yaygınlığını vur gulamak için hatırlattık. Yoksa b u söylediklerimiz Hint riyazetinin  n kökenli o l m a d ı ğ ı n ı asla g ö s t e r m e z . Hint-Avrupalılara, özellikle de Vedalar çağının H i n t l i lerine çeşitli değerler yükledikleri tarihöncesi teknikler miras, kalmıştı. En eski çağlardan g ü n ü m ü z e dek, d ü n y a n ı n başka hiçbir yerinde hiçbir
rituel
"ısın-
m a ' n ı n , Hindistan'da tapas'm k a z a n d ı ğ ı boyuta erişemediğini hemen belirtelim. Ekinleri "pişiren" ve y u m u r t a l a r ı n kuluçka d ö n e m l e r i n i t a m a m l a y ı p k ı r ı l m a sını sağlayan sıcaklıkla; cinsel tahrik ve özellikle de orgazm ateşiyle ve i k i tahta ç u b u ğ u n birbirine s ü r t ü l m e s i y l e y a k ı l a n ateşle ilgili imgeler, simgeler ve m i t l e r , riyazet "ısınması"nın ö r n e ğ i n i veya benzerini o l u ş t u r u r . Kozmogoni, d i n , metafi zik gibi b i r ç o k d ü z l e m d e tapas "yaratıcı"dır.
Daha önce de g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i ,
Prajâpati d ü n y a y ı tapas yoluyla "ısınarak" yaratır ve bunu izleyen t ü k e n i ş , cinsel y o r g u n l u ğ u a n d ı r ı r ( § 76). Potüel d ü z l e m i n d e tapas "yeniden d o ğ u m u , " yani bu d ü n y a d a n tanrılar d ü n y a s ı n a , "kutsallık-dışı" alandan "kutsal" alana geçişi olanak lı kılar. Ayrıca riyazet, içrek b i l g i n i n gizemlerinin tefekküre dalan kişide için için
işlemesini
sağlar
ve
ona d e n n
gerçekleri
gösterir.
(Agni,
fapasvm'i,
d u r u g ö r ü yeteneği k a z a n d ı r a n "kafa sıcaklığı"m sağlar). Riyazet, ibadet edenin varoluş biçimini k ö k t e n değiştirir, ona korkutucu ve bazı durumlarda da "şeytani" bir hale d ö n ü ş e b i l e n i n s a n ü s t ü bir "güç" v e r i r .
67
En
ö n e m l i kurban t ö r e n l e r i n i n hazırlık safhaları, erginleme t ö r e n i , bralımacarin'in çıraklığı tapas'ı içeriyordu. Tapas esas olarak o r u ç tutarak, a k ş a m ateşin yanında oturarak, g ü n e ş i n altında durarak, daha ender olarak da s a r h o ş edici maddeler alarak gerçekleştirilir. Ama "ısınma" s o l u ğ u n tutulmasıyla da elde edilir; b u da, Veda ritüeliyle Yoga u y g u l a m a l a r ı arasında gözü pek bir b e n z e ş t i r m e y e y o l açar. Bu b e n z e ş t i r m e , Özellikle Brâhm analar İ n kurban konusundaki s p e k ü l a s y o n l a n sa yesinde m ü m k ü n o l m u ş t u r . Ç o k erken bir d ö n e m d e kurban töreni,
tapas'la özdeşleştirildi.
Tanrıların
ö l ü m s ü z l ü ğ ü yalnızca kurbanla değil (g 76), aynı zamanda riyazetle de elde ettik leri açıklandı. Veda tapmamda tannlara soma, erimiş tereyağı ve kutsal ateş sunu l u r k e n , riyazet u y g u l a m a s ı n d a onlara bir "iç kurban" sunulur, b u kurban torenin-
Sanskritçede sükûnet, ruh huzuru, tutku yokluğu, sıkıntıların geçmesi anlamına gelen santi tenmi, başlangıçta "ateşi, öfkeyi, hummayı," yanı şeytani güçlerin yarattığı "sıcaklığı" söndürme anlamını da kapsayan Sam kökünden türemiştir; krş. D. J. Hoens, iânti, özellik le s. 177 vd. 286
GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN
de, saçıların ve ritüel nesnelerinin yerini fizyolojik işlevler alır. Soluk alıp ver me çoğu zaman "kesintisiz saçı"yla özdeşleştirilir.
68
luma yoluyla] ateşe sunulan kurban"dan soz edilir
w
P röndgrıih D İra'd an, yani "[so Bu "iç kurban" k a v r a m ı , zen
gin s o n u ç l a r a sahip b i r yeniliktir; en sıradışı çileci ve mistiklerin bile Brahmancılık ve daha sonra da H i n d u i z m b ü n y e s i n d e kalabilmesine izin verecektir. D i ğ e r yandan aynı "iç kurban" "ormanda oturan" Brahmanlar, yani "evin efendileri" toplumsal k i m l i k l e r i n i terk etmeden çileci (sannyâsi) uygulanacaktır.
gibi yaşayanlar tarafından da
70
S o n u ç olarak tapas farklı d ü z l e m l e r d e gerçekleştirilen b i r dizi benzeştirmeyle b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r . Bir yandan - H i n t d ü ş ü n c e s i n i n özgül eğilimine uygun ola r a k - kozmik yapılar ve g ö r ü n g ü l e r insan bedeninin o r g a n l a r ı ve işlevleriyle ve ayrıca kurban töreni öğelenyle (sunak, ateş, kurban kesme, ritüel araçları, tören usul formülleri vb) ö z d e ş leştiri İmiş tir, Diğer yandan -daha tarihöncesi çağlarda bile b ü t ü n bir mikrokozmos-makrokozmos denklikleri sistemini gerektiren (rüz gârla özdeşleştirilen soluk v b ) - r i y a z e t , kurban töreniyle benzeştirilir. Hatta bazı riyazet biçimleri, ö r n e ğ i n s o l u ğ u n t u t u l m a s ı kurban t ö r e n i n d e n bile ü s t ü n kabul edilir; onlann s o n u ç l a r ı n ı n kurban t ö r e n i n i n "meyvelerinden daha değerli oldu ğu açıklanır. Ama b ü t ü n b u b e n z e ş t i r m e ve özdeşleştirmeler, ancak onlan ortaya ç ı k a r a n diyalektik anlaşılırsa geçerli olabilir, yani gerçek ve dinsel a ç ı d a n etkili ha le gelebilir. S o n u ç olarak k a r ş ı m ı z d a bir yandan benzeştirilmiş, diğer yandan da değişebi len b i r hiyerarşik dizi içinde sınıflan d irilmiş b i r sistemler grubu var. Kurban tö reni, riyazet ile özdeşleştıriliyor, ama belli bir andan itibaren en ö n e m l i s i bu t ü r özdeşleştirmelerin haklılık zeminini o l u ş t u r a n i l k e n i n anlaşılması oluyor. Çok erken b i r d ö n e m d e , Upanişadlar'la birlikte, anlayış, bilgi (jnâna)
ü s t ü n bir konu-
Gerçekten de şöyle denir: "İnsan konuştuğu sürece soluk alamaz ve o zaman soluğunu söze kurban eder; soluk aldıkça konuşamaz ve o zaman sözünü soluk almaya kurban eder. Bunlar iki sürekli ve ölümsüz kurbandır; insan onlan uyurken ve uyanıkken hiç aralıksız adar. Diğer bütün kurbanlann bir sonu vardır ve eylemin doğasına katılırlar (kar man). Bu gerçek kurbanı bilen eskiler agııılıotra sunmazlardı" (Kauptâki-BrâhtnanaUpanışad. I I , 5). Çandogya-Up., V, 19-24'e göre, gerçek kurban soluk kurbanlarıdır: "Ne olduğunu bilmeden agnthotra sunan ,., kurbanını kül içinde sunan kişiye benzer" (V, 24, 1). Vaikhcbıasasmartasutra, II, 18. Aranyaha risalelerinde onların dinsel konumu (oldukça karanlık bir biçimde de olsa) yan sıtılmıştır. 287
DIH5EL İNANÇ'AR VE D Ü Ş Ü N C E L E R TAHIH1 -1
ma yükselecek ve kurban sistemi beraberinde getirdiği m i t o l o j i k teolojiyle
bir
likte dinsel Önceliğini yitirecektir. Ama "anlayış"ın ü s t ü n l ü ğ ü üzerine k u r u l u bu sistem de, en azmdan t o p l u m u n bazı kesimlerinde ü s t ü n l ü ğ ü n ü k o r u m a y ı başara mayacaktır, Ö r n e ğ i n yogin'ler riyazete ve "mistik" haller deneyimine belirleyici b i r ö n e m vereceklerdir; bazı "esrikler" veya tanrıcı sofuluk (hhakü)
yandaşları
ise, Brahmancı ritüelciliği ve Upanişadlar'ın metafizik s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı o l d u ğ u kadar, riyazeti (tapas) ve yoga tekniğini de reddedeceklerdir. İ n s a n deneyiminin farklı d ü z l e m l e r i a r a s ı n d a (fizyoloji, psikoloji, rıtûel etkin liği, s i m g e s e l l e ş t i r m e , "mistik deneyim," vb) sayısız benzerlik, özdeşlik ve ba ğıntı keşfetmeye açık bu diyalektik belki Hint-Avrupa ö n t a r i h i n d e n , en azmdan Vedalar ç a ğ ı n d a n beri iş b a ş ı n d a y d ı . Ama sonraki d ö n e m l e r d e daha hatırı sayılır b i r rol oynamaya davet edilecekti. Göreceğimiz gibi, b e n z e ş t i r m e diyalektiği "ya ratıcı" o l a n a k l a r ı m özellikle dinsel ve metafizik kriz anlarında, yani geleneksel b i r sistem geçerliliğini yitirdiği ve o n u n değerler d ü n y a s ı yıkılmaya başladığında sergiler.
79. Ç i l e c i l e r ve Esrikler: Muni, Vrâtya—
Rituel çileler Veda t a p ı m ı n m ayrılmaz
b i r parçası olmakla b i r l i k t e , eski metinlerde neredeyse h i ç d e ğ i n i l m e y e n
farklı
t ü r d e çileci ve esriklerin varlığını da g ö z d e n k a ç ı r m a m a k gerekir. Bu çileci ve es riklerden bazıları "sapkın" olarak nitelenmeşeler de, Âri toplumunun uçlarında y a ş ı y o r l a r d ı . Yerli katmanlara m ı ait o l d u k l a r ı n a , yoksa yalnızca Veda geleneği n i n d ı ş ı n d a gelişen bazı Âri kabilelerinin dinsel k a v r a m l a r ı n ı m ı yansıttıklarına karar vermek fiilen olanaksız olsa da, "yabancı" olarak kabul edilebilecek başkala rı da vardı. Ö r n e ğ i n b i r Rig Veda ilahisi ( X , 136) uzun saçlı (fcesin), "kahverengi k i r l e r " giyinmiş, " k u ş a k diye rüzgarı s a r m ı ş " (yani çıplak) ve içine "tanrıların g i r d i ğ i " bir çileciden (mum)
söz eder. Adam haykırır: "Esrimenin sarhoşluğu içinde rüz
garların ü s t ü n e bindik. Siz ö l ü m l ü l e r bizim bedenimizden başka bir şey g ö r e m e z siniz" (3. d ö r t l ü k ) . Muni havada uçar, o r ü z g â r - u n s u r u n (Vâta)
atı ve Vâyu'nun
(Rüzgâr tanrısı) dostudur. G ü n e ş i n d o ğ d u ğ u ve battığı y ö n d e k i i k i okyanusta ya ş a r . " "Apsaraslar'ın, Gandharvalar'm ve vahşi hayvanların izinden gider ve onla rın d ü ş ü n c e l e r i n i anlar" (6. d ö r t l ü k ) . "Zehir k a b ı n d a n Rudra'yla birlikte içer" (7 d ö r t l ü k ) . Bu t i p i k bir esrime örneğidir; M i m i n i n ruhu bedenini terk eder, yarı-
5. dörtlük; krş Atlı Veda, XI, 5, 6; vb. 288
GAUTAMA BUDf İA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN
tann varlıkların ve vahşi hayvanların d ü ş ü n c e l e r i n i bilir, " i k i o k y a n u s l a oturur. Rüzgârın atma ve gövdesine aldığı tanrılara ilişkin g ö n d e r m e l e r , şamanlıga yakın bir t e k n i ğ e işaret etmektedir. Vedalar, b ü y ü k olasılıkla bazı çileci ve b ü y ü c ü l e r i n t a n n l a ş t ı n h m ş
örnekleri
n i temsil eden m i t kişilikleriyle (Ekavrâtya, B r a h m a c â r i n , Vena v b ) ilişkili başka sıradanlıküstu deneyimlere de değinirler; ç ü n k ü Hindistan'ın tinsel tarihinde " i n s a n - t a n r ı " egemen b i r motif olarak k a l m ı ş t ı r
Vrâiya'lar adı verilen b u gizemli
grubun i l k ö m e g i herhalde Ekavrâtya'dır; bu grup, Şivacı edeciler, " m i s t i k l e r , " y e g a n l a r ı n öncülleri veya A r i olmayan bir h a l k ı n temsilcileri olarak yorumlan mak istenmiştir. Atharva Veda'nın b ü t ü n bir kitabı onlara ayrılmıştır (XV), ama anlaşılması g ü ç bir metindir. Bununla birlikte v r ö t y a ' l a n n riyazetle u ğ r a ş t ı k l a r ı ( b h yıl ayakta dururlar v b ) , soluk d i s i p l i n i m b i l d i k l e r i (soluklar çeşitli kozmik bölgelerle özdeşleşıırilmişti: A V , XV, 14, 15 v d ) , bedenlerini makrokozmosla benzeştirdikleri ( 1 8 , 1 vd) anlaşılmaktadır. Ama b u tarikat önemliydi, ç ü n k ü ü y e lerini yeniden Brahmancı toplumla b ü t ü n l e ş t i r m e k için vrStyastoma özel bir kurban töreni o l u ş t u r u l m u ş t u . " Vmtyastoma'ya
adı verilen
katılan başka kişiler de
v a r d ı ; b u n l a r ı n başlıcaları ilahı okuyucusu görevim yerine getiren bir
mâgaâha
ve bir f a h i ş e y d i
ritüelde
71
Yılın en uzun ve en kısa günleriyle
(ııı alı av rai 11), fahişe mâgadha'yla veya bir brahmacârtıûe şirdi.
ilişkili
bir
rimel b i ç i m i n d e çiftle-
7 4
Brahmacârin de k o z m i k ölçekte algılanan b î r kişiliktir. Erginlendikten sonra bir siyah antilop postuna b ü r ü n e n uzun sakallı Brahmacârin, D o ğ u
Okyanu
sundan Kuzey Okyanusu'na y o l c u l u k eder ve " d ü n y a l a r yaratır;" " ö l ü m s ü z l ü ğ ü n b a ğ r ı n d a k i b i r cenin "diye yüceltilir; kırmızılar giydiğinde tapas yapar,
75
Hindistan'da sık sık g ö r ü l d ü ğ ü ü z e r e , y e r y ü z ü n d e k i "temsilcisi" brahmacârin
Ama (ilk
dileği bakir k a l m a k t ı r ) fahişeyle ritüel b i ç i m i n d e birleşiyordu. Cinsel birleşme bazı Veda ritüellerinde r o l oynuyordu ( k r ş . aSvomedha). Kut sal bir evlilik olarak g ö r ü l e n eşler arası b i r l e ş m e y l e ; ' ya evrensel bereketi ya da 0
7 2
Vrâtyalar bir sank takıyorlar, siyahlar giyiniyorlar ve omuzlarına bin siyah bin beyaz iki koç postu atıyorlardı; alametleri ucu sivri bir âsa, boyunlarının etrafında bir takı ve kirişi çıkanlmış bir yaydı. Kurban törenlennde, bir at ve bir katır tarafından çekilen bir arabayı mekân olarak kullanıyorlardı.
7 3
7 4
Ath.VedaXV,2. Metin ve kaynakça göndermeleri içm bkz. Le Yoga, s 111 vd
" Ath. Veda XI, 5,6-7. 7 6
Erkek eşine "Ben Göğüm, sen Yersin!" der (Brhad. Up , VI, 4, 20) Hamilelik tannlar adına 289
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ l i t - I
" b ü y ü l ü b i r korunma" sağlamayı a m a ç l a y a n orji t ü r ü cinsel birleşmeyi
birbirin
den a y ı r m a k gerekir. Bununla birlikte her i k i ö r n e k t e de ritüeller, hatta insan k i şiliğinin veya hayatın yeniden k u t s a l l a ş t ı n l m a s m a y ö n e l i k olarak gerçekleştirilen deyim yerindeyse "kutsamalar" s ö z konusudur. Daha geç tarihlerde Tantracılık, cinselliğin b i r k u t s a ü ı k aracına d ö n ü ş t ü r ü l m e s i n i hedefleyen ayrıntılı bir teknik geliştirecektir. A r i toplumunun uçlarında yaşayan ama ç o ğ u n l u ğ u sonunda Hinduizmle bü tünleşecek çeşitli çileci, b ü y ü c ü ve esrimeci sınıflar konusundaysa elimizde çok az bilgi var. Bu konuda en zengin kaynaklar daha g e ç tarihli olsa da i l g i n ç l i k l e r i azalmıyor; ç ü n k ü kesinlikle daha eski b i r d u r u m u y a n s ı t ı y o r l a r . Ö r n e ğ i n Vaikhânasasmâftasâtm'dz
uzun bir çileciler ve ermişler listesi yer alıyor;
bazıları
uzun saçları ve yırtık elbıselen ya da ağaç k a b u ğ u n d a n giysileriyle ayırt ediliyor; diğerleri çıplak yaşıyor, inek sidiği ve tezekle besleniyor, m e z a r l ı k l a r d a y a ş ı y o r lar vb, bir grup da yoga yapıyor veya bir tür ön-Tantracılık uyguluyor.'" Söylediklerimizi, en eski zamanlardan beri farklı riyazet b i ç i m l e r i n e , esrime deneyimlerine ve büyusel-dinsel tekniklere rastlandığını belirterek özetleyebili riz. Ç o k sayıda başka k ü l t ü r e özgü esrime deneyimlerinin ve birkaç ilkel yoga u y g u l a m a s ı n ı n yanı sıra, "klasik" t ü r d e bazı çile uygulamaları ve şamanlıga y a k ı n k i m i motifler de fark edilebiliyor. D ü n y a d a n elini eteğini çekenlerin savundukla rı ö l ü m sonrası k o r u y u c u l u k bilgilerinin, tekniklerin ve d a v r a n ı ş l a r ı n k a r m a ş ı k lığı ve ayrışıklığı sonraki çağlarda da d ı m n a d a n artacaktır. Özetle, esrime y ö n temlerinin aşka getirici soma içme ve başka sarhoş edici maddeler alma deneyimi ne dayandığı ve b u n u n uzantıları oldukları, böylelikle bazı mistik sofuluk b i ç i m lerinin öncüllerini o l u ş t u r d u k l a r ı söylenebilir; riyazet ve çileci disiplinler İse y o ga tekniklerinin geliştirilmesini hazırlar. U p a n i ş a d l a r d ö n e m i n d e n itibaren, kendini tamamen m e d ı t a s y o n a verebilmek • İçin toplumsal hayatı terk edip "orman"a yerleşme â d e t i n i n yaygınlaştığını da be l i r t m e k gerekir. U z u n s ü r e d i r b u alışkanlık ö r n e k b i r davranış haline g e l m i ş t i r ve modern Hindistan'da da s ü r d ü r ü l m e k t e d i r . Ama başlangıçta ne "esrimeci," ne çileci ne de yogacı vasıflara sahip kişilerin "ormana" çekilmesi herhalde oldukça şaşırtıcı b i r yenilik o l u ş t u r m u ş t u . Aslında, toplumsal hayatın terk edilmesi gele-
gerçekleşin "Vişnu hazırlasın rahmim; Tvaşın şekillen oluştursun," vb [a.g.y., VI, 4, 21). Krş. Le Yoga, s. 254 vd. Bu örnekte, bütün dünyadaki tanm toplumlannda yaygın olan âdetler soz konusudur. Krş! LeYoga, s. 143 vd. 290
G ALTTAN A RUDHA'DAN CINCE H I N D I S T A N
neksel dinde derinlemesine b i r k r i z i ortaya koyuyordu. Büyük olasılıkla b u k r i z , kurban töreni çevresindeki B r a h m a n c ı spekülasyonların a r d ı n d a n patlak vermişti.
8 0 . U p a n i ş a d l a r ve Risi'lerin A r a y ı ş ı : İ n s a n K e n d i D a v r a n ı ş l a r ı n ı n "Meyvel e r i " n d e n N a s ı l K u r t u l a b i l i r ? — B rahm an a I ar 'd a Veda tanrıları k ö k t e n değer y i timine ugratılırken, Prajâpatı ö n e çıkarılmıştı. Upanişadlar'ın yazarları b u süreci s ü r d ü r ü p tamamladılar. Ama daha da ileri gittiler: Mutlak güç sahibi kurban tö reninin de değerini d ü ş ü r m e k t e d u r a k s a m a d ı l a r . Bazı U p a n i ş a d metinleri,
âtman
ü z e r i n e medilasyoua girilmeden yapılan kurban töreninin eksik kaldığını ileri s ü rerler.
79
Ç a n d o g y a U p a n i ş a d ( V I U , 1, 6), "davranışlarla (.karman) kazanılan dünya
nasıl ölecekse," aynı şekilde kurbanla elde edilen d ü n y a n ı n da öleceğini kesin b i r dille ifade eder. Maitri Upanişad'a göre (1, 2, 9-10), k u r b a n ı n ö n e m i üzerine ha yaller kuranlar acınacak d u r u m d a d ı r ; çünkü h a y ı r işlerinin göklerde kendilerine sağladığı gözde yerde ç o k m u t l u olduktan sonra, yeniden y e r y ü z ü n e d ö n e c e k veya daha aşağıdaki bir d ü n y a y a ineceklerdir. Gerçek b i r rişi için artık ne tanrılar ne de ritüelleri ö n e m l i d i r . Onun ü l k ü s ü , U p a n i ş a d l a r ' ı n en eskisi olan
Brhadâranyaka
tarafından aktarılan duada (1, 3, 28) hayranlık u y a n d ı r a n bir biçimde ifade edil miştir: "Beni var olmayandan (asat) varlığa (sat) g ö t ü r , beni karanlıktan ışığa gö tür, beni ö l ü m d e n ö l ü m s ü z l ü ğ e götür!" U p a n i ş a d l a r ' d a patlak veren tinsel krize, kurban t ö r e n i n i n "güçleri" üzerine y ü r ü t ü l e n d ü ş ü n c e çabaları y o l a ç m ı ş olmalıdır. Prajapati'nin k u r b a n ı n erdemiyle yeniden o l u ş u p k e n d i "kişisine" (âtman)
k a v u ş m a s ı gibi, kurban rahibinin de r i -
tüel d a v r a n ı ş l a r (lîniTriön) aracılığıyla psiko-fizyolojik işlevlerini " b i r l e ş t i r d i ğ i n i " ve kendi "Benhgi"ni inşa ettiğini g ö r m ü ş t ü k (§ 77). Brârıma/jaİar'da harman teri m i , ritüel etkinliğine ve onun ( k u r b a n ı sunan, ö l d ü k t e n sonra tanrıların dünyası na eriştiğine g ö r e ) yararlı sonuçlarına işaret eder. Ama ritüelin " n e d e n - s o n u ç " sü reci üzerinde d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e , her eylemin sınırsız b i r neden-sonuç dizisi içine katıldığı, b u n u n tek nedeninin de her eylemin bir sonuç sağlaması o l d u ğ u n u n k e ş fedilmesi kaçınılmazdı. Karman'daki evrensel nedensellik yasası bir kez kabul edildikten sonra, kurban t ö r e n i n i n kurtarıcı, selamete erdirici etkileri ü z e r i n e k u r u l u kesin g ö r ü ş l e r yıkıldı; ç ü n k ü "ruh"un ö l ü m d e n sonra Gök'te var o l m a s ı , kurban s u n a n ı n ritüel etkinliğinin bir sonucuydu. Ama onun b ü t ü n hayatı boyun ca gerçekleştirdiği d i ğ e r t ü m davranışlarının ü r ü n l e r i nerede " g e r ç e k l e ş i y o r d u ? "
Maitri Up. I , 1. 291
D İ N S E L İNANÇLAR VR DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - ı
O halde, d o ğ r u y a p ı l m ı ş rimel etkinliğinin ö d ü l ü olan ö l ü m d e n sonra m u t l u l u k verici v a r o l u ş u n bir sonu olmalıydı. Peki ama o zaman bedenden ayrılan "ruh'a (atman) ne oluyordu? Hiçbir durumda onun tamamen yok olmasına olanak yok t u . Geride daha hayatta gerçekleştirilmiş sayısız davranış kalıyor ve bunlar belli "sonuçları" olması gereken sonsuz sayıda "neden" o l u ş t u r u y o r l a r d ı ; başka bir de yişle bu sonuçlar burada, y e r y ü z ü n d e k i yeni bir varoluşta veya b a ş k a bir d ü n y a d a "gerçekleşmeliydi." S o n u ç k e n d i l i ğ i n d e n ortaya çıkıyordu; Yeryüzü dışı bir öteki d ü n y a d a , ö l ü m s o n r a s ı n d a k i m u t l u l u k veya mutsuzluk verici b i r v a r o l u ş t a n ya r a r l a n d ı k t a n sonra, r u h yeniden bedenlenmek z o r u n d a y d ı . Bu, " r u h g ö ç u " (UmaStifi}, satnsetra) yasasıdır ve bu yasa bir kez keşfedildikten sonra H i n t dinsel vc fel sefi d ü ş ü n c e s i n e , hem "Ortodoks" hem de heterodoks akımlara (Budizm ve Caynacılık) egemen o l m u ş t u r . Samsam terimi yalnızca Upanişadlar'da görülür. Öğretinin "kökeni" ise b i l i n memektedir. R u h g ö ç ü n e inanç, b o ş u n a b i r çabayla, Âri olmayan u n s u r l a r ı n etki siyle açıklanmaya çalışılmıştır. K ö k e n i ne olursa olsun, bu keşif v a r o l u ş hakkın da k ö t ü m s e r bir g ö r ü ş açısını öne ç ı k a r m ı ş t ı r . Veda çağı insanının ü l k ü s ü - 1 0 0 yıl y a ş a m a k v b - artık zaman a ş ı m ı n a u ğ r a m ı ş t ı r . Hayat kendi içinde mutlaka "kötülüğü" temsil etmez, ama b u n u n k o ş u l u hayalı karman bağlarından kurtulma n ı n b i r aracı olarak k u l l a n m a k t ı r . Bir bilgeye yakışan tek amaç k u r t u l u ş u n , moksa h i n (eşdeğerli diğer birkaç terimle [muhli vb] birlikte H i n t d ü ş ü n c e s i n i n anah tar sözcükleri arasında yer alan bir terimdir) elde edilmesidir. Madem k i dinsel ya da dindışı her davranış (karman),
ruhgöçıınü (inmsöra)
g ü ç l e n d i r m e k t e ve kalıcılaştmnaktadır, k u r t u l u ş ne kurbanla, ne tanrılarla kuru lan yakın ilişkilerle, hatta ne de çile veya hayır işleriyle sağlanabilir. Rısi'ler, çe k i l d i k l e r i inzivalarda, kurtulmak için başka yollar arıyorlardı. Daha önce Vedalar'da ve B râhm analar 'da da yüceltilen, lıiigı'nin ö l ü m sonrası koruyuculuk değeri ü z e r i n e d ü ş ü n c e çabalarıyla önemli bir keşif yapıldı. Tabii kı B râ h manalar 'm ya zarları ritüel işlemlerinde örtülü olarak bulunan benzerlikler konusundaki (içrek) bilgiyi kaynak alıyorlardı. Brahmanalar'd, g ö r e , insanları "ikinci ölüm"e m a h k û m eden, kurban töreninin gizemleri konusundaki cehaletti. Ama ıfşı'ler daha da i l e n gittiler; "içrek bilgi"yi n t ü e l ve teolojik b a ğ l a n ı m d a n kopardılar; artık "irfanın", gerçekliğin derindeki yapılarını ortaya çıkararak mutlak hakikati yakalayabileceği düşünülüyordu
Böyle bir " i l i m , "
insanların (Brahman al ar'da " erginlenmeyen -
ler"in) payına d ü ş t ü ğ ü tasavvur edilen "cehalet'l (avidya) sonunda tam anlamıyla yok edecekti. Kuşkusuz metafizik t ü r d e n bir "cehalet" söz konusuydu, çünkü bu
292
lj AUTA MA 1İUDHATMN ÛNCti HİNDİSTAN
cehalet g ü n d e l i k deneyimin ampirik gerçeklerine göre değil, nihai gerçekliğe g ö re belirlenmekteydi. Hint felsefi söz dağarında avidya terimi, "metafizik t ü r d e cehalet' anlamında ö n e çıkmıştır, Avidya nihai gerçekliği gizliyordu; "irfan" (gnosis) hakikati, dola yısıyla gerçek olanı onaya ç ı k a r ı y o r d u . Belli bir g o r u ş açısından, bu "bilmeme" "yaratıcıydı"; İnsan v a r o l u ş u n u n yapılarını ve dinamizmini y a r a t ı y o r d u .
Avidya
sayesinde insanlar sorumsuz b i r v a r o l u ş içinde, davranışlarının (karman)
sonuç
larım bilmeden yaşıyorlardı. T u t k u l u araştırmalardan ve zaman zaman ani ilham larla a y d ı n l a n a n duraksamalardan sonra risiler, kiiımtın'ın "birinci nedeni'ni ve dolayısıyla
r u h g ö ç ü n ü n k ö k e n i n i ve dinamizmini avidya
içinde
tanımladılar.
Ç e m b e r artık t a m a m l a n m ı ş t ı ; Cehalet (avidya) "nedeıı-sonuç" yasasını
(karman)
"yaratıyor" veya g ü ç l e n d i r i y o r , karman da kesintisiz yeniden bedenlennıe dizisi cezasını (samsâra)
veriyordu. Neyse k i irfan (inana, vidya) sayesinde bu cehennemi
ç e m b e r d e n k u r t u l u ş (mokşa) m ü m k ü n d ü , ileride göreceğimiz gibi, başka gruplar veya okullar, yoga tekniklerinin veya mistik sofuluğun da kurtarıcı erdemleri o l d u ğ u n u ileri s ü r ü y o r l a r d ı . Erken bir donemde Hint düşüncesi k u r t u l u ş a götüren farklı "yollan" (morga) b e n z e ş t ı n n e y e k o y u l d u . Bu çaba birkaç yüzyıl sonra BJıcıgttvaıi-Giiü'da ( M O IV. yüzyıl) açıklanan m e ş h u r sentezle s o n u ç l a n d ı . Ama henüz yeterince s ist e mleş t irilme m iş olsa da, Upanışadkır z a m a n ı n d a gerçekleştirilen b i r keşif olan avidya-karman-i.ams.3ra
yazgısal dizisinin
ve
bunun d e r m a n ı
olan
"irfan," metafizik nitelikteki bilgi (jnâna, vidya) sayesinde k u r t u l u ş u n (moksa) keş finin, daha sonraki Hint felsefesinin Özünü o l u ş t u r d u ğ u n u ş i m d i d e n belirtmekte yarar var. En önemli gelişmeler k u r t u l u ş yollarına ve paradoksal b i r biçimde bu k u r t u l u ş t a n yararlanacağı d ü ş ü n ü l e n "kişi"ye (veya "nracı"ya) ilişkindir.
8 1 . Â t m a n - B r a h m a n Ö z d e ş l i ğ i ve "İç İ ş ı k " D e n e y i m i — Önce r/silerin niyetini ve ö z g ü n l ü ğ ü n ü kavrayabilmek için, süreci bilerek b a s i d e ş t i r d i k
En eski Upani-
şadlar'da, " b i r ç o k farklı y ö n t e m ayırt edilmektedir. Bununla birlikte b u farklılık 0
lar ü z e r m d e fazla durmaya gerek yoktur; ç ü n k ü Brah/flct/ıa'rır'da egemen olan ö z ü m s e m e ve b e n z e ş t i r m e sistemi Upanişadlar'da da geçerliliğini
korumaktadır.
Merkezi sorun açık ya da ö r t ü l ü b i ç i m d e her metinde yer almaktadır. Söz konusu olan, i l k Varlığı, Bir/Bütün'ü fark etmek ve anlamaktır; d ü n y a y ı , hayatı ve insa n ı n yazgısını yalnızca o açıklayabilir. O, Rig Veda'dan beri, m e ş h u r ilahinin (X,
8 0
Yani nesir Upanişadlar ûian Erili ad aran yaka, Çândogya, Aitoreya, Kauşıtâki, Taittiriya, Bunlar büyük olasılıkla MÖ 800-500 arasında yazılmışlardır. 293
DİNSEL 1NANÇ1.AIÎ VE DCŞDNCFJ.RR T A R İ H İ - I
129) tad ekam'ıyin
- " B i r " (cinsiyetsiz)- özdeşleştirilmişti. Brâhmanalar
ona Prajâ-
pati veya Brahman adını verir. Ama bu skolastik eserlerde, İlk Varlık kozmik kurbanla ve ritüel kutsallıkla ilişkiliydi. Kişiler o n u , irfanın y ö n l e n d i r d i ğ i b i r meditasyonla yakalama uğraşına girdiler."
1
İlk Varlık tasavvur edilemez, sınırsız, ezeli ve ebedidir; hem Bir, hem Büt ü n ' d ü r , d ü n y a n ı n "yaratıcısı" ve "efendisi"dir. Kimileri o n u g ü n e ş t e , ayda, sözde vb b u l u n a n " k i ş i ' d e (puruşa),
başkaları ise d ü n y a y ı , h a y a t ı ve b i l i n c i ayakta tutan
"sınırsız (varlık)" t a arıyorlardı. İlk Varlığa verilen isimler arasında, en başından itibaren öne çıkan Brahman oldu. Çândogya Upanişad'ın m e ş h u r bir b ö l ü m ü n d e (111, 14, 2-4), Brahman " b ü t ü n d ü n y a " olarak betimlenir, ama yine de tinsel nite liktedir; "hayat onun bedenidir, biçimi ışık, r u h u uzaydır;" b ü t ü n davranışları, istekleri, k o k u l a r ı ve tatları vb içinde barındırır. Ama aynı zamanda "bir darı ta nesinden, bir hardal tanesinden daha k ü ç ü k olan ve benim y ü r e k t e bulunan at man'imdir" ve bununla birlikte "yerytızünden daha b ü y ü k , havadan daha b ü y ü k , b u d ü n y a l a r d a n daha b ü y ü k t ü r . " "Bütün davranışları, b ü t ü n istekleri içinde barın dıran . . . b ü t ü n b u d ü n y a y ı içinde b a r ı n d ı r a n ... b u benim y ü r e k t e k i â i m a n imdir; bu Brahman'dır. Ö l d ü ğ ü m d e ben de onun içine g i r e c e ğ i m . "
Sî
Yajnavalkya da "ye
rin içinde oturan, ama yerin bilmediği, bedeni yer olan ve yeri içeriden denetle yen" varlıktan s ö z eder ve onu "iç denetleyici, ö l ü m s ü z c ı t / n a ı l a Özdeşleştirir.
eî
Tıpkı Rig Veda'daki (X, 90) Puruşa gibi, Brahman da hem içkin ("bu d ü n y a " ) , hem aşkın bir varlık olarak ortaya çıkar; hem evrenden ayrıdır hem de k o z m i k gerçeklikler içinde her zaman mevcuttur Ayrıca atman olarak İnsanın y ü r e ğ i n d e yaşar, b u da gerçek "Benlik" ile evrensel Varlık arasında özdeşlik o l d u ğ u n u göste rir. N i t e k i m ö l ü n c e , "bilenin" âtman'ı
Brahman'la birleşir; diğerlerinin, a y d ı n l a n
m a m ı ş olanların r u h l a r ı , r u h g ö ç ü (samsâra)
yasasını izlemeye devam
edecekler
dir. Ö l ü m d e n sonraki v a r o l u ş u n y e r y ü z ü n e d ö n m e d e n s ü r d ü r ü l m e s i üzerine b i r -
Bununla birlikte Upaıüşadlar'daki railerin Vedalar çağındaki "fakılar'in ve şair-filozoflann ardıllan olduklarını unutmamak gerekir. Bir açıdan Upamşadlar'ın ana sezgilerinin sistemli olmayan bir biçimde Vedalar'da da bulunduğu söylenebilir. Örneğin "tin" = "tan rı" = "gerçek" = "ıjık" denklemi. Kış, Gonda, The Vision oj the Vedic Poels. s. 40 vd, 272 vd. " Aynı Upanişad'ın birhnşka bölümünde (VI, 1-15), bir hoca, oğlır İvetakccu'ya evrenin vc tnsanın İlk Varlık tarafından yaratılışını açıklar; Yaratılıştan sonra. Varlık kozmik böl gelerin ve insan bedeninin içine yerleşir, o su içinde erimiş bir tuz tanesi gibidir. Atman in sanın içindeki tannsal tözü temsil eder. Ve ders şu meşhur ifadeyle sona erer: "Sen O'sun (tut tvöiıı asi), Svetaketvt!" Brhadâranyaka Up., III, 7, 3.
H
i
294
UAUTAMA UUDI lA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN
çok kuram ayırt edilmektedir. Bazılarına göre, "beş a t e ş ' l n içrek simgeselligini anlayanlar,
84
"Şimşeğin d ü n y a s ı n a varıncaya kadar çeşitli kozmik
geçerler. "Tinsel bir kişi"yle orada karşılaşırlar (puruşa rnânasah,
bölgelerden yani "tinden
d o ğ m u ş olan") ve b u kişi o n l a n Brahman'ın dünyalarına kadar g ö t ü r ü r . Orada uzun s ü r e yaşayacaklar ve bir daha geri d ö n m e y e c e k l e r d i r . Bu kuram farklı mis tik sofuluk okulları tarafından değiştirilerek yeniden ele alınacaktır. Ama başka yorumlara g ö r e , â t m a n ' ı n ö l ü m d e n sonra evrensel Varhk'la (Brahman) b i r l e ş m e si, bir anlamda "kişiye ait olmayan bir ö l ü m s ü z l ü k " o l u ş t u r u r : 'Benlik' i l k kayna ğına, Brahman'a karışır. Âtma/ı-Brahman özdeşliği üzerine medilasyonların b i r " m a n t ı k y ü r ü t m e " zin ciri değil, "tinsel bir çalışma" o l u ş t u r d u k l a r ı n ı belirtmek gerek. Kendi Benliğinin y a k a l a n m a s ı n a bir "iç ışık" (aniah-jyotih) deneyimi eşlik eder ve ışık hem
âr-
man'm hem de B r a h m a n ' ı n en m ü k e m m e l imgesidir. Kuşkusuz eski b i r gelenek söz konusudur; ç ü n k ü Vedalar çağından beri g ü n e ş veya ışık, Varlığın, T i n i n , ö l ü m s ü z l ü ğ ü n ve d ö l l e m e eyleminin epifanileri olarak kabul edilir, Rig Veda^a göre ( I , 115, 1), G ü n e ş her ş e y m hayatı veya âtman'ı, ö l ü m s û z l e ş i r , ışığa ulaşır ve tanrıları b u l u r l a r .
ös
benliğidir.
03
Sama içenler
Ama der Cândogya Upanişad
( I I I , 13, 7), "bu g ö ğ ü n ve her şeyin ötesinde, daha yükseği olmayan en y ü k s e k d ü n y a l a r d a panldayan ışık, aslında insanın içinde parıldıyan ışıkla (aııtah aynıdır."
87
puruşa)
Brhadaranyaka Upanişad' da (IV, 3, 7) atman, i n s a n ı n y ü r e ğ i n d e , "yü
rekteki ışık" suretinde bulunan "kişiyle" özdeşleştirilir. "Bu d u r u varlık kendi be deninden y ü k s e l i p en y ü k s e k ışığa erişince kendi b i ç i m i n d e g ö r ü n ü r .
Atman
odur. O ö l ü m s ü z ve korkusuzdur. O Brahman'dır." * 81
Kurban töreni ateşlerinin öteki dünyanın. Parjanya'nın, bu dünyanın, erkeğin ve kadının yapılanyla benzeşi iril m esi söz konusudur; krş. Briiı. Up. VI, 2, 9-15; G*ind Up. V, 4, 1-10, 2. Satapalha Br.'da (VIII, 7, 2, 16-17) "Işık döllemedir" (jyolir prajanaınan) denir. O "dölleyici güçtür" (Taiit. Som., VII, 1, 1, 1), Ktj, Siade, MephisiopJıeles et VAndfogyne, s. 27; Eltade, "Spirit, Light and Seed," s. 3 vd. Rig Veda V I I I , 48, 3. Cândogya Upanişad (111, 17, 7) Rig Veda'dan iki dize alır, bu dizelerde "Gök'tcn daha yukanda pırıldayan Işığa" düşünceyle dalıp gitmekten söz edilir ve şöyle eklenir: "Karan lıkların ötesindeki bu çok yüce ışığa dalıp giderek, tannlann içinde bir tanrı olan Güneşe erişiyoruz." tç ışıkla evrenötesi ışık arasındaki özdeşliğin bilincine vanlmasına, "gelişkin fızyoloji"nin iyi bilinen iki görüngüsü eşlik eder bedenin ısıtılması ve mistik sesler işitil mesi (o.g.y.. 111,13, 6). 1
Çândogya Upanişad VIII, 3,4. Mundaka Upamşad'da da (11, 2, 10). Brahman "saf, ışık295
DİNSUL İNANÇLAR Vli n O S U N C B - H İ T A R İ H İ -1
82. B r a h m a n ' ı n İ k i H a l i ve M a d d e İ ç i n d e "Tutsak O l a n A t m a n " m G i z e m i — İç ışıkta deneyimlenevek algılanan Â(man-Brahman özdeşliği, rrsi'nin hem yaratı lışın hem de kendi varoluş b i ç i m i n i n gizemini çözmesine y a r d ı m eder. insanın fearman'ın
tutsağı o l d u ğ u n u , ama diğer yandan da ö l ü m s ü z b i r Benliğe sahip o l
d u ğ u n u bildiği için, Brahman'da da benzer b i r d u r u m b u l u n d u ğ u n u sezer. Başka bir deyişle, B r a h m a n ' ı n g ö r ü n ü r d e birbiriyle uyumsuz i k i varoluş biçimi olduğu nu anlar: "Mutlak" ve "göreli," "tinsel" ve "maddi," "kişisel" ve "kışisiz,"
vb.
Brihadaranyaka Upanişad'da ( I I , 3, 3) Brahman insana i k i ayrı suret içinde g ö r ü n ü r ; bedensel (ve ö l ü m l ü ) ve ö l ü m s ü z . Orta evre U p a n i ş a d l a r ' ı ,
a9
-daha önce R i g
Veda'da da bulgulanan- b u eğilimi daha sistemli bir b i ç i m d e , k o z m i k b ü t ü n l ü ğ ü ve bilinci bir tek ilkeye indirgeme noktasına dek geliştirirler.
Kâtha Upanişad
(özellikle I I I , 11 vd) o l d u k ç a ö z g ü n b i r kozmolojik ontoloji yaklaşımı sunar: Ev rensel T i n (puruşa)
en üsttedir; onun altında hem "tinsel" hem de "maddi" alana
katıldığı anlaşılan "tezahür e t m e m i ş " (.avyakla) yer alır; daha da aşağıda Büyük Benlik {manan atma), madde içinde tezahür eden T i n bulunur; onu giderek aşağı inen düzlemlerde d i ğ e r bilinç biçimleri, duyu organları vb izler. Svetâsvatara U p a n i ş a d ' a göre (V, 1), ( ö l ü m s ü z l ü ğ ü sağlayan) bilgi ve ö l ü m l ü l ü k l e özdeşleştiri len cehalet t ü k e n m e z ve sonsuz Brahman'ın içinde gizli olarak bulunur. Bu yeni b e n z e ş t irmeler sistemi, makrokozmos ile mikrokozmos a r a s ı n d a k i es k i b a g l a n l ı m n yeniden y o r u m l a n m a s ı n ı gerektirir. Bu kez 'işi, Brahman'ın para doksal yapısı üzerine meditasyon yoluyla kendi "varohışsal durumunu" anlamaya çalışır. D ü ş ü n c e i k i k o ş u t d ü z l e m d e s ü r d ü r ü l ü r . Bir yandan, yalnız d u y u l a r ı n ve algıların değil, psikolojik-zihinsel etkinliğin de "doğal" g ö r ü n g ü l e r kategorisinde yer aldığı keşfedilir (Maitri Upanişad'da taslak halinde ortaya konan b u keşif, özellikle Samkhya ve Yoga "felsefeleri" tarafından geliştirilecektir), d i ğ e r yandan, T i n ve Doga'yı (prakrti)
i l k Varlığın, Bir/Bütün'ün i k i hali olarak g ö r m e eğilimi
(daha önce Rig Veda'da da g ö r ü l m ü ş t ü , X, 90, 3) b e l i r g i n l e ş i r . " Dolayısıyla 0
ev
ren ve hayat, İlk Varlığın b u i k i halinin bileşik etkinliğini temsil eder.
lann ışıgi"dır. Başka örnekler için bkz. Erliade, "Spirit, Light and Seed," s. 4 vd ve J. Gonda, The Vision of the Vedic Poets, s. 270 vd
En önemlileri: Kalha, Prasna. Mailrı, Mâııdükya, SvetaSvatara ve Mundflka'dir yazıldıklarını belirlemek güçtür; MO 500-200 arası olabilir.
Ne zaman
Bu konu H. Von Glasenapp tarafından başarıyla ortaya konmuştur, İM phdobophıe indtvnne,s. 131, 296
G AUT AMA fi UDİ İA'DAN ÜNCÜ HİNDİSTAN
K u r t u l u ş esas olarak bu " g i z e m i n arı kışı İm asında yatar; Bır/Bütün'un paradok sal t e z a h ü r ü n ü n ö r t ü s ü b i r kez i n d i r i l d i k t e n sonra, k o z m i k s ü r e c i n çarklarının dı şına çıkılabilir. Farklı b a k ı ş açılarına gore, bu kozmik s ü r e ç tanrısal bir "oyun" (İUft), bilmemeden kaynaklanan b i r yanılsama (mâya) veya insanı mutlak ö z g ü r l ü ğü aramaya zorlayan bir "sınav" (mokşa)
olarak kabul edilebilir. " Her şeyden 1
ö n e m l i s i , i l k Varlığın içinde i k i çelişkili halin paradoksal b i r - a r a d a - v a r o l u ş u n u n insan v a r o l u ş u n a bir anlam k a z a n d ı r m a y a olanak vermesi (bu v a r o l u ş da en az d i ğeri kadar p a r a d o k s a l d ı r , ç ü n k ü bir alman " b a r ı n d ı r m a s ı n a " karşın, karman yasa sı tarafından y ö n e t i l m e k t e d i r ) ve ayrıca
k u r t u l u ş u olası k ı l m a s ı d ı r .
Nitekim,
Brahman ve o n u n d ı ş a v u r u m u olan maddi yaratılış ile n ı h g ö ç ü ağına y a k a l a n m ı ş âtınan
a r a s ı n d a k i benzerliği anlayarak, korkunç avidya, karman,
iamsâra
dizisinin
kalıcı olmayan ve rai ([an tısa I niteliği kesjedılir. K u ş k u s u z ona evre Upanışadlar'ı bu yeni keşifleri farklı açılardan işlemekte dir, B r a h m a n ' ı n i k i hali k i m i zaman ozdekten (tanrının kişi leş t irilmeyen lıali) üs t ü n , kişisel bir t a n r ı y ı temsil ettiği şeklinde yommlanmaktadiT, kişisel purusa'yı
ilkeyi,
"kişisel olmayan" hallerinden (avyahta, tam karşılığı "tezahür e t m e m i ş " )
daha ü s t ü n b h konuma yerleştiren Kâtha U p a n ı ş a d ( l , 3, 11) bu y ö n d e anlaşılabi lir.
9 1
Svetâsvatara daha da anlamlıdır, ç ü n k ü Mutlak Varlık (Brahman) çevresinde
ki s p e k ü l a s y o n l a r ı kişisel bir tanrıya, Rudra-Şiva'ya bağlılıkla birleştirir.
"Üçlü
Brahman" ( I , 12). b ü t ü n doğada ve hayat b i ç i m l e r i n d e içkin Tanrı ( I I , 16-17), d ü n y a l a r ı n hem yaratıcısı hem de yıkıcısı olan Rtıdra'yla özdeşleştirilir ( I I I , 2). Doğaya (prakrti)
gelince, o, Efendi'ııin (Rudra-Şiva) mayü'sı, b ü t ü n bireysel var
lıkları zincirleyen yaratıcı " b ü y ü " d ü r ( I V . 9-10). Dolayısıyla, k o z m i k yaratılış ya bir tanrısal s u d ü r ya da bir "oyım" (lilû) olarak anlaşılabilir
Cehaletin k ö r ettiği
insanlar bu oyuna gelir. K u r t u l u ş Sanıklıya ve Yoga ile, yani felsefi k a v r a y ı ş ve psiko-fİ2yolojik meditasyon teknikleriyle sağlanır ( V i , 13) Yoga u y g u l a m a l a r ı n ı n ,
y l
.
eski Upanişadlar'ın egemen k u r t u l u ş y ö n t e m i
olan
irfanın yanma, b i r k u r t u l u ş y o l u olarak y ü k s e l t i l d i ğ i n i vurgulamak gerek, Kâtha U p a n i ş a d ' d a , irfanı t ü r d e meditasyonun y a n ı n d a , Yoga u y g u l a m a s ı n ı da tanıtır ( I I I , 13). Svelâivatara, M â n d ü k y a ve özellikle de M a i t n U p a n i ş a d ' d a bazı yoga tek-
liülun bu yorumlar daha iieriki tarihlerde yaygınlaşacaktır. Mundaka'da da (II, 1, 2), jimusn'mn yeri, "değişmez"in, aksarahun, yani pralırilıhm üst Cin dedir; krs. Glasenapp, a. 123. Bununla birlikte Svetâsvatarcı'nın ayın edici niteliği İıva'ya bağlılıktır; kıs. l-e Yoğu, s. 127¬ 128. 297
DİNSKL tNANCİj\R VE DÜ5ÛNCHIJİH TrtKIHI -1
nikleri daha kesin bir b i ç i m d e sergilenir. İlk U p a n i ş a d l a r ' d a kaydedilen araştırmaların ve keşiflerin ne y ö n d e geliştikle ri böylece g ö r ü l ü y o r . Bir yandan tinsel i l k e y i (atman),
organik ve psikolojik-zi-
hinsel hayattan a y ı r m a k için uğraşılmış, d o ğ a n ı n (prakriti) d ü r t ü l e r i içine katılan b u i k i n c i t ü r d e n dinamizmlerin giderek "değeri d ü ş ü r ü l m ü ş t ü . " Brahman'la özdeşleşebilen, yalnızca psikolojik-zihinseî deneyimlerden arınan Benlik'ti ve dola yısıyla yalnızca o ö l ü m s ü z k a b u l edilebilirdi, Diğer yandan b ü t ü n V a r l ı k ' k (Brah man) doga arasındaki ilişkiler ç ö z ü l m e y e ve ç ö z ü m l e n m e y e çalışıldı, t i k Yoga eserlerinde, Benliğin psikolojik-zihinsel deneyimden koparılmasını s ü r d ü r e n çileci teknikler ve meditasyon y ö n t e m l e r i geliştirilecek ve birbirine bağlanacaktı. Benliğin varoluş b i ç i m i n i n (atman, purnsa) ve d o ğ a n ı n (prakriti)
yapılarıyla dina
m i z m l e r i n i n kesin olarak ç ö z ü m l e n m e s i , S â m k h y a felsefesinin hedefini o l u ş t u r u r .
298
ELEŞTİREL KAYNAKÇA
g 72. L. RenoLi ve j . rJiflıozat, L'Inde Classique 1 (1949), s. 345-372'de Veda rituellerinm açık ve özlü bir betimlemesi bulunmaktadır. Daha gelişkin incelemeler: A. Bergaigne. Izı Religion, 1, s. 121 vd; A. B. Keith, Religion and Philosophy of the Veda, I (1925), s. 252-379; J. Gonda, Les Religions de l'Inde, I (1962), s. 129-209. Alben HiHebrandt'ın Rituolliteraiur adlı kitabı (Strasbourg, 1897) halâ vazgeçilmez bir eserdir. Ayrıca bkz. K. R. Potdar, Sacrifice in the RigVeda (Bombay, 1953) ve özellikle R. N. Dandekar (ed.), Sıautalıosa: Encyclopedia of Vedic Sac rificial Ritual (Poona, 1962). 5oma kurban töreni hakkında, bkz. W. Caland ve V. Henry, L'Agııisioma, 2 cilt, (Pans, 1906-07). Hayvanların kurban edilmesi üzerine, bkz. E. Mayrhofer-Passler, "Haustieropfer beiden İndo-iranıem und den anderen indogermanischen Völ kern," Ar. Or, 21,1953, s. 162-205. Pravnrgya hakkında, bkz. J. A. B. van Buitenen, Provaigya, an Ancient Indian Iconic Ritual (Poona, 1968). Upanayana töreni hakkında, krş. J. Gonda, Chande and Continuity, s 264 vd, 459 vd (Mo dem Hinduizm içinde). H. S, Converse, agiùcayana ritüeliyle Kimuzi-ve-Siyah seramiklerle ayırt edilen yerli kültür arasındaki belii benzerlikleri incelerken (sunağın 10.800 tuğla kullanarak insa edilmesi; hal buki Vedalar çağının Ânlcri tuğla kullanmıyorlardı; pişirme tekniği; Asura'larla özdeşleştirilen "Dogulular"a yapılan göndermeler; vb), bu kurban türünün Ari kökenli olmadığını düşünü yor; bkz. "The Agnicayana rite: Indigenous Origin?" (HR, 14,1974. s. 81-95). Hv rituellen bile (grhya) Hindu tapımın yapısını göstermektedir; "Vedacı" nitelikleri ol dukça yüzeyseldir ( L Renou, Religions of Ancient India, s. 39), Dâkşinâ'lar, rahiplere armağan edilen kurban bağışlan konusunda, bkz. J C. Heesterman, "Reflections on the Significance of the däksina," lif, I I I , 1959, s. 241-258. Krş. s. 257: "Dâkşinâ ritüelde temsil edildiği biçimiyle evrenin döngüsel deviniminin maddi olarak dışa vurumudur." Aynca bkz J Gonda, "Gifts and Giving in the Rgveda." VisfıvesFı Varanımı! indological journal, 2, 1964, s. 21-30 ve bunun İran'daki karşılığı için A Lommel, "Zaratushtra's Priesterlohn," Festsiın/t/Sr Willibald Kirfel içinde (Bonn, 1955), s. 187-196. § 73. Aivamedha hakkında, bkz. P. E. Dumonl, L'Asvanıetiha. Description du sacrifice sofeınıel du cheval ıfans le cuite védique (Paris, 1927); j . Gonda, Les rel de l'Inde, 1, s. 203 vd; ayın ya zar, Ancien! Indian Kingship from the Religious Point of View (Leiden, 1966, Once Numen, 1II-IV, 1956-57'de yayımlandı), s. 110 vd; C. D. d'Onofno, "Le 'nozze sacre' della regiua col cavallo" (SMSR, 1953-54, 24-25, s. 133-162, özellikle s, 153 vd), Hint-Avrupahlarda at kurbanı konusunda, bkz. W Koppers, "Pferd e o pier und Pferdekull der Indo-Genna nen" (Wiener Beitrrtge zur Kulturgeschichte und Linguistik, IV, 1936, s. 279-409); Jaan Puhvel, "Aspects of Equine Functionality" (Myth and Law among the iııdoEuropeans, Berkeley, 1970, s. 159-172) Purusamedha hakkında, bkz. W. Kirfel, "Der ASvamedlıa und 299
der Pu rusa med ha"
DİNSEL INANÇIAR VL DÜSÜNCELKK TAlilHI - I ;
(Festschrift W. Sdwnbnng, Hamburg, 19:>1), s. 39-50; James L. Sauve, "The Divine Victim: Aspects of Human Sacrifice in Viking Scandinavia and Vedic India" (Myth and Uu\ Among the Indo-Europeans, Berkeley, 1970, s. 173-191). § 74. Dîfîsö'nm erginlenme simgeselligi hakkında, bkz. M. Eliade, Nöissuııa's mystiques (1959), s 113 vd Törenin betimlemesi: A Hıllebrandı, Riluııllıleratıır, s. 157 vd; A. 11. Keith, 7'Iie Religion and the Philosophy of the Veda and rjpaıushoiis, 1, s. 300 vd. }. Goııda, Change and Continuity in Indian Religion (Lahey,'1965), s. 315-402'de Veclalar çağından modem Hinduluga kadar düifâ'yı çok ustaca çözümlemiştir. Râjasüya hakkında, bkz. A. Hillebrandt. tug.y., s. 143 vd; A 13. Keith, Rel and Plı/f, 1, s. 340 vd, P. V. Kaııe, History of Dharmasdstra, 11 (Pooua, 1941), b. 1214 vd; J. Gonda, Ancient lı\dian Kingship from ihe Religious Point oj View, s. 79 vd ve özellikle, J C. Heesterman, Tlıe An cient tıu&ttt Royal Consecration (Lahey, 1957). Öntanh çağlarında, râjasüya muhtemelen yılda bir kez. evreni yenilemek amacıyla kutlanıyordu. Yapısıyla, mevsimlik Hint şenlikleri sınıfına, uiscıva'ya yakındır. Herhalde eski çağlarda halk bu törenlerde daha önemli bir rol oynuyor du. Yazarın cesur ve derinlemesine yorumu nedeniyle, Ananda Coomavaswamy'nin "Atmayajna" Self-Sacrifice" adlı incelemesine (HJAS, 6, 1942, s. 358-Î9S) başvurmaya değer § 75. Hindistan'da kozmogoniye yol açan suya dalış miti oldukça arkaik bir biçimde korun muştur, çünkü Suların dibine dalıp Yeri kaldıran bir Hıiyul: Tanrı'dır. Brölunu'iolor'da dibe dalan yabandomuzu biçimine giren Prajâpalı'dir. Rö mayana'da, bu rol Brahma'ya düşer; V15nu-Purâna'da
yaban domuzu
Brahmâ-Vişııu ve Bhâgavata
Purâno'da
V'ışnu'nun
bir
ovalara'sidir (bkz, Klıade'daki referanslar. De Zatnioxis â Gengis-Khan, Paris, 1970. s. 117¬ 118). Ama bu kozmogoni miti ancak Destan'dan ve Furinalardan hareketle yaygınlaşır. Ay rıca Ariler öncesi döneme ait bazı Muııda veya on-Munda unsurlan da içeriyor olabilir; krş. a,g.y., s. 119 vd. Hint kozmogonileri hakkındaki zengin edebiyat için en son çıkmış şu yayımlara işaret edelim: Norman W. Brown, "The Creation My lb o i the Rig Veda," JAOS, 62, 1942, s 85-98; Stella Kramrish, "The Triple Structure of Creation in the Rig Veda," IIR, 2, 1962-63, s. 140¬ 175, 256-291; F. B. [ Kuiper, "Cosmogony and Conception: A Queny," UR, 10, 1970, s 91-138; Hans Penner, "Cosmogony as Myth in the Vishnu Purana," HR, 5, 19Û6, s 283¬ 299. Ayrıca bkz Sanskritçe metinler seçkisi, çeviren ve yorumlayan Anne-Mane Esnoul, La Naissance du monde içinde (Paris, 1959), s. 331-365. Kozmogoni düşünceleri düzeyinde takş-, "dülger" terimi hakkında, bkz, L. Renou, Ütudes sur Je vocdbulatre du Rgvcda. Premiere serle (Pondıchery, 1958), s. 23 vd. Mükemmel örnek Puruşasükta hakkında, bkz. J. Gonda, Vışnuism and Sivaısm (Londra, 1970), s. 27, Hint-Avrupa koşutları hakkında, bkz Guntert, Dirimselle Weltkonig u>\d İieiland (Halle, 300
GAUTAMA BUDIIA'DAN ÖNCT: HİNDİSİ" AN
1923), s. 315-343; F. R. Schroder, "Germanische Schopfungsmythen" (Gcmumisck-Romaniseh Moiu&xhtifl, 19, 1931. s. 1-26, 81-99); Bruce Lincoln, "The Indo-European Myth of Creation," HR, 15, 1975, s. 121-145. Veda tanrılarının doğuşu ve olumsuzluğun ele geçirilmesi konusunda, bkz. A. B. Keıth, Religion and Philosophy, s. 82 vd. Karşılaştırmalı bir inceleme için, bkz. G. Dumézil, Le Feslin ıi'immortalité (Paris, 1924). İnsanın kökeni ve mitolojik ata hakkında, bkz. Arthur Christensen, Les Types du premier homme el du premier roi dans l'histoire légendaire des Iraniens, 1-11 (1917, 1934); G. Dumézil, Mythe et Epopee, i l (1971), S, 234 vd; O. HOfler, "Abstammungstraditionen" (Rcallexilton der germanischen Altemmskunde, I , s, 1B-29). Hindistan'da, tinsel bit" "ölümsüzlük" kazanılması uğruna, bedende ölümsüzlüğün yitiril mesi tanrılarla insanlar arasındaki ilişkilerde de belli sonuçlara yol açtı: Bazı anlatılara göre, başlangıçta tanrılar kendi bedensel biçımleriyle aşağı inip insanlarla karşılaşıyorlardı (kış Taıtürîya Saınhitâ, III, 5, 2; Kàthaka Sam. XXXVII, 17. PancavinSa Br XV. 5, 24). Bu, oldukça yaygın arkaik bir anlayıştır. § 76. Bir diğer anlatıya göre, Prajâpati'mn kendisi de tapas'm ürünüydü: Başlangıçta Var Ol mayan (asai) "düşünce" (manas) oldu; düşünce ısınarak (afâpyaiu) dumanı, ışığı, ate;i ve so nunda Prajüpati'yi doğurdu (Tüiif. lir. 11, 2, 9, 1-10). Salapatha ör.'da (XI, I . 6, 1), Var Ol mayan, ilk sularla temsil edilir. Rig Veda, X, 61, 7'de Gök-baba'nın kızı Salakla yaşadığı ensestten söz edilir. Rrahmanaîar'da, kızını arzulayan Prajâpati'dır (Salapatha Br, 1, 7. 4). Ona bir geyik biçiminde yaklaşır (A/[t. Br, III, 33, 34); hatta ona sahip olmaya çalışır, ama tannlar bunu engeller ve Prajâpa ti'mn toprağa düşen tohumu bir göl yaratır (Ail. Br. XIII, 1-10), bu mit izleginin önemi ko nusunda, bkz. Wendy D. O'Flaherıy, "Asceıısm and Sexuality in ıhe Mythology of Siva." II. Bölüm, UR, 9 11969], s. 9 vd. Yaratılıştan sonra Prajâpati'ııin "tükenmesi" ve "eklemlerinin dağılması™ izleği kozmogo ni işinden sonra Tacirinin "yorgunluğu"ou öne çıkaran Güneydoğu Avrupa folklorik des tanlarına benzetilebilir; krş. M. Eliade, De Zaimexis à Gengis-Khan, s. 92 vd. Prajâpati hakkında, bkz. Sukumari Bhatracharji, The Indian Theogony (Cambridge, 1970), s 322 vd'de çevrilmiş ve yorumlanmış metinler ve Gonda'mn değerlendirmeleri: Les Religions de l'Inde, i . s. 227 vd. Mitin karşılaştırmalı bir çözümlemesi için, bkz. A W Macdo¬ nald, "A propos de Prajâpati," JA, c. 240, 1952, s. 323-338. Brâhma^fllai" döneminde kurban töreni için, Sylvain Levi, La doctrine du sacrifice dans les Brahmanas (1898) hala vazgeçilmez bir eserdir, Aynca bkz. A. K, Coomaraswamy, Hinduism and Buddhism (New York, 1943), s. 19 vd. § 77, Brahman hakkında, bkz. L Renou ve L. Silbum, "Sur la notion du brahman," JA, 237, 1949, s. 7-46 ve Eliade, Le Yoga, s. 376'daki kaynakça. Buna eklenecek çalışmalar L. Re nou. "Le passage des Bràhmana aux Upanisad,"]AOS, 73, 1953, s. 138-144; Lilian Silbum, 301
• INSEL İNANÇLAR vil DOSÜNCIELtU T A R İ H İ -1
İnsimi! el Cause (Paris, 1955), s. 50 vd; J. Gonda, Notes on Brahman (Utrecht, 1950); aynı ya zar, Les Religions de l'lnde, 1, s, 45 vd, 237 vd; G. Tııcci. Storia della jüosajıa Indiana (Ban, 1957), s. 279 vd. Hini düşüncesinin tarihinde Brahman kavramı hakkında, Surendranaılı Dasgupta, 5. Radhakrishnan, E. Fraunwalder vb yazarların Tarihier'ine ve Karl H. Potter, Bibliography oj Indian Philosophies'e (Delhi-Patııa-Varanası. 1970) başvuracağız. Aranyalio'lor hakkında, krş. A. B. Keith, Religion and Philosophy, s. 490 vd; J. N. Farquahar, An Outline oj the Religious Literature oj India (Oxford, 1920), s. 30 vd; J. van Buitenen, "Vedic and Upanishadic Bases of Indian Civilization," J. W, Elder (ed.), Chapters in Indian Ci vilization içinde (Dubuque, Iowa, 1970), (, s. 6 vd § 78. Tapas hakkında, bkz. Eliade, Le Yoga, s. 113-118 ve s. 377'deki kaynakça. Buna ek lenmesi gereken: Chaımcey Y. Blair, Heat in the Rig Veda and Allwrva Veda (New Haven, 1961); D. j . Hoens, Sänti. A Contribution to Ancient Indian Religious Tenninoiogy (Lahey, 1951); M. Eliade, Le Chaınanısıne (2. baskı), s. 323; J. Gonda, Lcs Religions de l'lnde, 1. s. 223 vd, 309 vd, 338 vd (kaynakçayla birlikte); W. D. O'Flaheny, Asceticism and Eroticism in the Mythology oj Siva (Londra, 1973), s, 40 vd. § 79. Uzun saçlı (feesin) çileci (muni) üzerine, bkz. Eliade, l.e Yoga, s. 110 vd; Gonda, Religi ons, 1, s. 223 vd; W. Wust. möni (PHMA, Mitteilungen zur idg, vorn ein niich irido-irwnisehen Wort¬ hunde, sayı 7, Münih, 1961, s. 24-65). Vrâtya'lar hakkında, bkz. J. W. Hauer, Der Vrätya. Untersuchungen über die ııichüVahmaiiische Religion altindien (Stuttgart, 1927); Eliade, Le Yoga, s. 112-113; W. Wust, vrata-, a.g.y., s. 66-75. Hauer, vrälyalann gizli erginlenme rituellen bulunan, Ânlerın öncü kuvvetlerine ait bir tarikatı temsil ettiklerini düşünüyordu, J. C. Heesterman'a gOre Vrâ.tya'lar srmıta
ritüellerinin
öncüsü sayılabilecek bir kurban törem türü uyguluyorlardı, krş. "Vrütya and Sacrifice" (f/J, 6, 1962-63, s. 1-37). Eski ve ortaçağ Hindistan'm da ki çileciler hakkında, krş. David N. Lorcnzeıı, The KSpolikas and Kdlâmulîhas (Univ. of California Press, 1972), s, 187 vd. § 80, Belli sayıda Upanişad Fransvzcaya çevrildi; liste için bkz, Jean Varenne, Le Veda, 1, s. 37-38. Şu çevirileri, hatırlatalım. Emile Senart (Erhadâranyaha, 1930; Çitndogya, 1934), Louis Renou (Knlhû, Kem, isa, Kau;itafei), J. Maury (Mundalia), E. Lesimple (Mändültya, Talttinya), L. Silbum (Ailareya, 5veiasvaEaıa), J. Bousquet (Prasna), A. M. Esnoul (Möitri), B. Tubini (Bı ahınalıiııdu, Kcıivalya vb), J, Varenne (Gauapaii, Maiıânârâyana, Pi'flfiag/iiholra). J. Varenne, Le Vida, i l , s, Ö14-704'te iyi bir seçki bulunmaktadır. Aynı yazar Lcs Upanislıads du roga'yı (Sanskritçeden çevrilmiş ve notlanmış, Pans, 1971) yayımladı. S. Radhakrishnan onûç Upanişadı, 145 sayfalık uzun bir girişle birlikte yayımladı, çevirdi ve yorumladı: The Principal Upaınsads (New York, 1953).
302
GAUTAMA IBJDUA'DAN ONCE HİNDİSTAN
Eleştirel kaynakça için: M. Eliade. \£ Yağa, s. 379-380 ve j . Gonda, Lcs Religions de l'In¬ de, i , s. 232, 239. Şu çalışmalara işaret edelim: R D. Ranade, A Constructive Survey of Upanishadic Philosophy (Poona, 1926); 1-1. Oldenberg, Die Lehre der Upanisliaden und die An/âııge des Buddhismus (Götüngen, 1915); S. N . Dasgııpta, Indian idealism (Cambridge, 1933), s, 20 vd; Walter Ruben, Die Philosojjhen der Upanishadcn (Bern, 1947); J. Gonda, Les Religions de Tin de, 1, s 239 vd. Upanişadlar, dört Veda'mn ekleri gibi kabul edilmektedir; dolayısıyla onlar da vahiyin (iruii) parçasıdır, "Bilginin dalıa Rig Veda'da büyüsel-dinsel bir değere sahip olduğu kesin dir. Brahma nal a r'da ise ölümsüzlüğü kurban "bilimi" sağlıyordu: Tanrıların dünyası "yalnızca bilenlere aittir" (Satapatha Br, X, 5, 4, 16). Ama Upanişadlar'da kurban "bilitîii"nin yenni B)akman bilgisi alır; çünkü "kurbanlar okyanusun ortasında dolanan ve her an batabilecek teknelere benzerler" (Murıdafea Up. 1, 2, 7).
§ 8 1 . Ölümden sonra öteki dünyadaki varoluş hakkında Vedacı ve Brahmancı kavramlar hem kannaşık hem de kanşıktır. Soma'ya seslenen meşhur bir ilahi (RV, IX, 113) ruhun "sü rekli ışıgm parladıgı yere, güneşin de yerini aldığı o dünyaya" yerieştirilme isteğini gözler önü ne s e r e r ; . Yama'nmolduğu yere .... gökyüzU arazisinin bulunduğu yere .. sulann ebe diyen gene olduğu yere, ey Soma, beni de bu yerdeki bir ölümsüz yap " (çev. Jean Varenne). 1
Göğe yolculuk, yeri göğe bağlayan köprü, köprüyü bekleyen iki köpek, ruhun sorguya çe kilmesi hem eskiçağ Hindistan'ında hem de iran'da rastlanan motiflerdir: Muhtemelen HintIran birlik dönemine dek uzanmaktadırlar (krş. § 111). Yama'nm -sonunda öne çıkan bir diğer anlatıya g ö r e - hüküm sürdüğü yeraltında kalmak, her türden günahkarların kaderi dir. "Güneşsizler adı verilen bu dünyalann üstleri örtülüdür ve zifiri karanlıktır; ruhlarını öl dürenler can verdikten sonra oraya giderler" (isa Up. I , 3). Metinler Satapatha Brahmana'dan itibaren, belli azaplan betimliyor. 21 cehenneme ilişkin betimlemeler zaman içinde giderek dramatikleşiyor. Günahkarlar yırtıcı hayvanlar ve yılanlar tarafından parçalanıyor, epey uğ raşılarak kızartılıyor, testerelerle kesilip aç ve susuz bırakılıyor, kızgın zeytinyağında kaynatı lıyor veya tokmaklarla kemikleri unufak ediliyor, demirden veya taştan küplerde kalıplanı yorlar vb. Ama bülün bu acılardan sonra da, bu azapları yaşayanların sıkıntılan sona ermi yor: Hayvan bedenlerinde yapacakları ruhgûçlerine eşlik edecek çeşitli korkuları da tanıma ya hazırlanıyorlar. Cehennemin karşılığı, onun aksi olan gökyüzü cennetinde bulunmaktadır. Destanlar Maiıâbhârata ve Mmayana- ve Puraııalar özellikle beş büyük tannya ait beş gök katını betim lerler, Aşağıdan yukanya doğru, rakkaseler ve müzisyenlenn yer aldığı lndra'nın Göğü; Tann'nın ailesiyle birlikte hüküm sürdüğü Şıva'nm Göğü; her şeyin akından yapıldığı ve nilüfer lerle kaplı su. birikintileri serpısttnlmiş Vişnu'nun Göğü; rakkaseleri ve ateşli mümideriyle Krişna'mn Göğü; son olarak da ruhlann gûk perilerıyle eğlendiği Brahma'nın Göğü. Altından ve mücevherlerden saraylar, cennet bahçeleri, çok güzel kızlann şarkılanna ve rakslanna eş lik eden müzik usanmadan betimlenir durur, Bu Hindu cennet izleklerinden bazılan Budist yazarlar tarafından yeniden ele alınacaktır, Brdfımanaiar'da "yeni ölüm" (jiunaımrtyu), yani belli adakları gerçekleştirmemişlerin ruh303
D İ N S E L İNANÇLAR VE DUŞUNCH-Uk TARH İt -1
lanrıı bekleyen nihai, "ikinci ölüm" düşüncesi belirginleşir. Bununla birlikte sonunda iiıirmaıı kavramı, "ikinci ölümü" yeni bir bedenlerime biçiminde yeryüzüne dönüşle ozdeşleşlirir. Upanişadlar'a göre, ölenlerin ruhları "Manes yolundan" (pitrySııa) veya ay yolundan giderler. Ruhlar bir kez aya vardıktan sonra, erginlenme niteliğinde bir sorgudan geçirilirler; gerekli yanıtlan bilemeyenler yeniden doğmak üzere yeryüzüne düşerler. "Bilenler" ise güneş yolu da denen "tanrılar yolu"nrîan (dcvayâııa) geçerek tanrıların yanına giderler. Knuşilakî Up. (I, 2-7) şu bilgileri verir: Ruhlar tanrılar dünyasından Brahman'ın dünyasına giderler ve orada çeşitli erginlenme sınavlarından geçerler. Brahman yeni gelene sorar "Seti kimsin?" ve yeni gelenin şu yanıtı vermesi gereklidir: "Sen ne isen ben de oyum" Brahman der ki: "Peki ben kimim?"-"Gerçek," diye yanıt verilmelidir" (I, 6). Sonunda Brahman ona şöyle der: "Benim arazim olan yer artık senindir" (1, 7). Kısacası, birinci yol yeni bir bedenlenmeye açılırken, ikinci yol tanrılann dünyasına erişmeyi sağlar. Ama Brahman'ın aşkın dünyasına ulaşmak için, ruhun daha başka erginlenme sınavlanndan da geçmesi gerekir. Başka bir deyişle, ölümden sonra üç olasılık vardır' 1) Ruhun yeni' bir bedenlenmeyle yeryüzüne geri dönmesi; 2) Cennette, tanrıların yanında kalma; 3) Ruhun Brahman'la özdeşleşmesi Upanişadlar'ııı yazarlanna göre, gökyüzü cenneti geçicidir ve belli bir süre sonra ruhlar yeryüzüne geri d ö nüp yeniden bedenlenmeye zorlanırlar Dolayısıyla tek gerçek kurtuluş olanağı, irfan ve meditasyon sayesinde ölüm sonrasında Brahman'la özdeşleşmektir. "İç ışık" hakkında, bkz. M, Eliade, Miphistaphilts ct l'Androgyne, s. 27 vd; aynı yazar, "Spınt, Light and 5eed" (HR, XI, 1971, s. 1-30), özellikle s 3-16; j . Gonda, TVıe Vision oj the Vedıc Poets (1963), s. 268 vd. § 82. Brahman'ın iki hali hakkında, krş 11. de Glasenapp, La plıüosoplıie indienne (Fr, çev Payot, 1951),s. L31vd. "Bedensel" ("ölümlü") ve "bedensiz" ("ölümsüz") Brahman çelişkisi, bazı Veda tannlannın çokdeğerliliği ve Hint düşüncesine göre tannsallıgı tanımlayan zıtlann birliği üzerine spekülasyonlann bir uzantısıdır; krs. daha yukarıda § 68'in ek notları. Kozmik "oyun" hakkında, bkz. Ananda K Coomaraswamy, "Lüa," JA05. 1941, s. 98¬ 101.
X.
BÖLÜM
ZEUS V E YUNAN DİNİ
83. T e o g o n i ve T a n r ı K u ş a k l a n A r a s ı n d a k i M ü c a d e l e l e r — Zeus u n ismi bde doğasını imaya koymaya yetmektedir: O tam b i r Hint-Avrupa
gök tannsıdır
(krş. § 62). Theokritos, Zetıs'un hâlâ k i m i zaman parlayıp, k i m i zaman da yağ m u r halinde aşağı indiğini yazabiliyordu ( I V , 43). Homeras'a g ö r e , "Zeus'a, bu lutlar arasındaki engin g ö k d ü ş t ü . " Zetıs'un u n v a n l a r ı n d a n pek çoğu onun hava ]
tanrısı yapısını vurgular: Ombrios ve Hyetios (Yağmurlu), Urios (uygun rüzgar ları g ö n d e r e n ) , Astrapios (yıldırımlar y a ğ d ı r a n ) , Brontön (gürleyen) vb. Ama Ze us, g ö k y ü z ü n ü n kozmik bir g ö r ü n g ü olarak kişileştirilmesinin ç o k ötesine geçen bir anlam taşır, O n u n göksel niteliği, hem egemenliğiyle hem de farklı yeryüzü tanrıçalarıyla yaptığı sayısız kutsal evlilikle d o ğ r u l a n ı r . Bununla birlikte, ismi ve (zorlu kavgaların a r d ı n d a n ele geçirdiği) e g e m e n l i ğ i dışında, Zeus eski Hint-Avrupa gok tanrılarına, ö r n e ğ i n Veda tanrısı Dyaus'a ben zemez. Yalnızca evrenin yaratıcısı olmamakla kalmaz. Yunanların İlk T a n r ı l a r grubu İçinde bile yer almaz. N i t e k i m Hesiodos'a g ö r e , başlangıçta yalnızca Kaos (Abis) vardı, sonra onun i ç i n d e n "geniş b ö ğ ü r t ü " Gaia (Yer) ve Eros çıktı. Daha sonra Gaia "bir varlık ya rattı kendine eşit: Dört bir yanını saran Uranos'u, Yıldızlı G ö k ' ü . "
2
Hesiodos
Uranos'u, "aşka s u s a m ı ş , beraberinde geceyi de taşıyıp Yer'e yaklaşan ve onu sa ran" b i r varlık olarak betimler Bu k o z m i k kutsal evlilikten* ikinci tanrı kuşağı, 3
U r a n o s ' ı m evlatları dünyaya geldi; A l a erkek Titan ( i l k i Okeanos, sonuncusu Kronos) ve altı dişi Titan (içlerinde Rheia, The mis, Mnemosyne vardı), tek gözlü ü ç Kyklop ve üç Hekatonkheir {Yüz Kollular).
llyada, 15, 192. [Üyada ve Oıiysseia için Türkçe çevirileri kullanılmıştır, çev. Azra Lriıaı-A Kadir, 5ander Yayınlan, İstanbul, 1981; Theogpııia için ise Azra Erhat, Mitohji .Sılzlıigû'nde (9. basını, Remzi Kitabevi, 2000, İstanbul) bulunabilen bölümlere başvuruImuşıur -çıi-l Hesiodos. rheııgünia, 118 vd. Hesiodos, a.g.y.. 176 vd. Ama daha önce Gaia tek başına Dağları, Nympha'lan ve kısır Deniz'i (Ponıos) doğurmuş tu, Hesiodos, a.gy., 129 vd. I
305
DİNSEL tNANU AR VE DÜŞÜNCELER TARH II -1
Başlangıç çağlarına özgü, ölçüsüz ve k i m i zaman canavarlar yaratan bir d o ğ u r ganlık söz konusudur Ama Uranos "ilk g ü n d e n itibaren" ç o c u k l a r ı n d a n nefret et ti ve onları Gaia'nın bedenine sakladı. Sonunda sabrı taşan tanrıça b ü y ü k bir tır pan üretti ve çocuklarına seslendi. "Benden ve bir deliden olan oğullar . . . bir ba b a n ı n canice azgınlığını cezalandıracağız, o sizin babanız da olsa, b u iğrenç işleri yapmaya ö n c e o başladı." Ama dehşete d ü ş e n oğullarından "hiçbiri b i r tek söz et medi," yalnızca Kronos bu görevi üstlendi. Ve "Yer'ın bedenine girme arzusuyla kendinden g e ç m i ş " Uranos yaklaştığında, Kronos tırpanıyla onun erkeklik uzvu 3
n u kesti. Gaia'nın üzerine akan kandan i n t i k a m tanrıçaları olan ü ç Erinys, Devler, D i ş b u d a k Nympha'lan dünyaya geldi, Uranos'un denize d ü ş e n ve etrafları beyaz bir k ö p ü k l e çevrelenen cinsel o r g a n l a r ı n d a n A p h r o d ı t e d o ğ d u .
6
Bu ö y k ü gok ile yerin ayrılmasını anlatan arkaik m i t i n ç o k şiddetli bir versi yonudur. Daha once de saptadığımız gibi (§ 47), geniş ölçüde yaygınlaşmış ve farklı k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e bulgu l a n m ı ş bir m i t söz konusudur
Uranos'un h a d ı m
edilmesi, d u r m a k s ı z ı n s ü r e n ve son tahlilde boşu b o ş u n a yapılan ( ç ü n k ü baba, ye ni d o ğ a n ç o c u k l a r ı toprağa "saklıyordu") bir dölleme eylemine son v e r i r . Evren 7
egemeni bir tanrının oğlu, tarafından sakatlanması ve o ğ u l u n böylece onun ardılı olması H u n i , H i t i t ve Kenan teogonilennin egemen izleğini o l u ş t u r u r (§ 46 vd). Anlaşılan H e s ı o d o s b u doğu geleneklerini b i l i y o r d u ;
8
ç ü n k ü onun Tfıeogonıa'sı
tanrı k u ş a k l a n arasındaki çatışma ve evrensel egemenlik için verilen mücadeleye o d a k l a n m ı ş t ı r . G e r ç e k t e n de Kronos, babasının erkeklik g ü c ü n ü yok ettikten son ra, onun yerine geçti. Kız kardeşi Rheia ile evlendi ve b e ş çocuğu oldu: Hestia, Demeler, Hera, Hades, Poseidon. Ama Gaia ve Uranos'tan, yazgısının bir g ü n "oghmtm darbeleri altında can vermek" o l d u ğ u n u ö ğ r e n d i ğ i i ç i n , Kronos çocuk9
l a n n ı d o ğ a r d o ğ m a z y u t u y o r d u . Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Rheia o zaman Gaia'nın ö ğ ü d ü n ü dinledi: Zetıs'u doğuracağı g ü n Girit'e gitti ve çocuğu ulaşıl maz bir magaTaya gizledi. Daha sonra koca bir taşı bezlere sardı ve Kronos'a onu verdi, Kronos da onu yuttu (478 v d ) .
Aıskhylos, frag. 44 Nauck. 6
Theo., 188 vd.
7
Uranos'un hadım edildikten sonra işlevsizleştıı ılınesı, yaratıcı tanrılann kozmogoni işlerini bitirdikten sonra göğe çekilip dem otiosis haline gelme eğilimini, biraz sen bir biçimde de olsa yansıtır; bkz. Eliade, Dinler Tarifline Giriş, § 14 vd,
8
Hesiod and the Near East, s. 27 vd. '
f
Son olarak çıkmış yayınlar içinde bkz. M. L. West, Hes/od's Theogony, s. 18 vd; P. Walcot, Theogonia, 461 vd. 306
ZEUS VE YUNAN D M
Zeus b ü y ü y ü n c e Kronos'a erkek ve k ı z kardeşlerini kusturdu. Daha sonra Ura n ü s ' ü n zincire v u r d u ğ u , b a b a s ı n ı n kardeşlerini de k u r t a r d ı
Bunlar da ş ü k r a n l a r ı
n ı n işareti olarak o n a g ö k g ü r ü l t ü s ü ile y ı l d ı r ı m ı hediye ettiler. Eh'nde böyle si lahlar bulunan Zeus a r t ı k "hem ö l ü m l ü l e r i
hem ö l ü m s ü z l e r i "
yönetebilirdi.
10
Ama ö n c e Kronos'a ve Titanlar'a b o y u n e ğ d i r m e k gerekiyordu. Savaş başlayalı on yıl o l m u ş t u ve hâlâ sonucu belli değildi; o sırada Gaia'mn öğütlerini dinleyen Ze us ve gene tanrılar, Uranos'un yeraltı derinliklerine hapsettiği y ü z k o l l u üç devL aramaya gittiler. Kısa bir süre sonra Titanlar yere serildi ve Yüz K o l l u l a r ı n bek çiliği altında Tartaros'a g ö m ü l d ü . ' 1
Titanomakhia
(Titanlarla tanrıların savaşı} betimlemesi (özellikle
kozmogoni öncesi bir aşamaya gerileme izlenimi u y a n d ı r m a k t a d ı r
700 v d ) , Dolayısıyla
Zeus'un Titanlar'a - ö l ç ü s ü z g ü c ü n ve şiddetin b ed en len mi ş h a l i - karşı kazandığı zafer, evrenin yeniden düzenlenmesiyle eşdeğerlidir, Zeus b i r anlamda d ü n y ay ı yeniden y a r a t m a k t a d ı r (krş. Indra, § 68). Ama b u yaratılış i k i kez daha ciddi teh likelerle karşılaşacaktır. U z u n s ü r e başka bir kaynaktan alındığı d ü ş ü n ü l e n , ama Tfıeogom'a'nın son e d i t ö r ü n ü n Özgünlüğünü kanıtladığı b i r b ö l ü m d e (820 -880. d i zeler),
12
Gaia ile Tartaros'un oğlu olan Typhon a d ı n d a bir canavar Zeusa meydan
okur. "Yüz yılan başı yükselir o m u z l a r ı n d a n çıkarıp k o r k u n ç kara dillerini, h u e j der kafalarındaki gözlerde ateş alev saçar kara kaşları altından," v b . yıldırımıyla v u r u p Tartaros'a a t a r .
14
1 3
Zeus onu
Sonunda, Homeros ve Hesiodos'un
d i k l e r i ve i l k kez Pindaros'un söz e t t i ğ i
15
bilme
bir b ö l ü m olan Gigfltıtûmacrıia'ya
{devlerle tanrıların savaşı} g ö r e , Uranos'un kanıyla döllenen Gaia'dan çıkan dev ler, Zeus'a v e k a r d e ş l e r i n e karşı ayaklandılar. Apollodoros'un belirttiğine
göre,
Gaia devleri T i t a n l a r ı n i n t i k a m ı n ı almak ıçm d o ğ u r m u ş v e devler bozguna uğra d ı k t a n sonra Typhon'a hamile k a l m ı ş t ı .
16
Zeus'un ü s t ü n l ü ğ ü n e karşı Gaia'mn k u r d u ğ u entrikalar, kozmogoni eserine veya yeni bir d ü z e n k u r u l m a s ı n a karşı i l k Tannlar'dan birinden gelen engelleme-
10
Theagonia, 493-506.
LL
Thtagoma, 617-720.
u
West, Hesfûd's Theogony, s. 379 vd.
1 3
Tiıeojpnitı, 824 vd.
L1
Apollodoros, Bibi., I , 6, 3, yere serilmeden önce Typhon'un Zeus'un tendon lanın çalmayı başardığını anlatır; bu motif Hiüt mitinin bir bölümünü anımsatmakladır: Fırtına tanrısı ile ejderlıa tliuyankas'ın kavgası; krş. § 45. Aynca bkz. West, a.g.y., s. 392.
15
Nemea, 1,67
1S
B(l)l„ 1, 6, 1-3. 307
DİNSEL [NANÇ1AR vr; P Ü Ş Û N C L l . L K TAK1III - I
lerı oltaya koyuyor ( k r ş . Mezopotamya'da ki tanrılar kavgası, § 21)
Bununla
birlikte, Zeus egemenliği k o r u m a y ı ve böylelikle tann hanedanlarının şiddet yo luyla b i r b i r i n i n yerini almasına kesin bir son vermeyi Gaia ve Uranos sayesinde başarmıştır
84. Z e u s ' u ı ı Zaferi ve E g e m e n l i ğ i — Zeus, Typhon'u yere serdikten sonra, üç kozmik bölge ü z e r i n d e k i egemenliği kura çekerek paylaştırır.
Okyanus Pose-
idoria, Yeraltı Hades'e ve Gok Zeus'a düşer; toprak ve Olympos ise hepsinin or tak m a l ı d ı r .
18
Daha sonra Zeus bir dizi evlilik yapar. İlk eşi Metis'tir
(Temkin),
ama Athena'ya hamile kalınca Zeus onu yutar; ç ü n k ü Gaia ile Uranos'un
ilende
"zalim kalpli, insanların ve tanrıların kralı olacak bir o ğ l u n u n " doğacağı kehane tine inanmıştır.'
11
Demek k i Zeus u n egemenliği, ilk çiftin uyarısı sayesinde kesin
g ü v e n c e akma alınır. Ayrıca Metıs'i de böylelikle ebediyen kendi bedenine k a t m ı ş olur
2 0
Athena ise bir baha darbesi sayesinde babasının a l n ı n d a n dışarı ç ı k a r .
J1
Zeus daha sonra dişi Titan The mis (Eşitlik), Eurynome, tvlnemosytıe (Zeus'a dokuz Musa'yı d o ğ u r m u ş t u r ) ve son olarak da Hem ile e v l e n i r . " Ama Hera ile evlenmeden ö n c e Demeter'ı sever, o da Persephone'yi ve ikiz tanrılar Apolloıı ile A n e m i s i n annesi Leto'yu d o ğ u r u r (910 vd). Bunun dışında Zeus'uıı, genellikle yerle ilgili birçok tanrıçayla ilişkisi olur (Dıa, Europa, Semete vb). Bu b i r l e ş m e ler, fırtına tanrısının yer t a n n ç a l a n y l a kutsal evliliklerini y a n s ı t m a k t a d ı r . Bu çok sayıdaki evlilik ve erotik macera hem dinsel hem de siyasi bir anlama sahiptir. Zeus, hat ulan amaya cak kadar eski zamanlardan beri tapılan Helen öncesi döne m i n yerel tanrıçalarına sahip olarak, onların yerine g e ç m e k t e ve böylece, Yunan dinine kendine özgü niteliğini k a z a n d ı r a c a k sembiyoz ve birleşme sürecini başlat maktadır. Zeus "un ve Olympos tanrılarının zaferi kendini, bazıları Helen öncesi d ö n e m e ait arkaik tanrıların ve t a p ı m l a r m y o k olması seklinde g ö s t e r m e m i ş t i r . T a m tersi ne ç o k eski zamanlardan kalmış mirasın bir b ö l ü m ü sonunda Olympos dinsel sis-
7
Ama Gaia'nın öfkesi, Zeus'uıı şiddetine ve zalimliğine bir tepki olarak da yorumlanabilir.
3
llyaâa, 15, 197 vd.
9
The, 886 vd.
'° Mitolojik d ü z e n d e , bu bölüm Zeus'uıı somaki dönüşümünü, "bilgeliğinin" kaynağım açıklıyor. 11
a
The., 924 The., 901 vd.
308
ZIÎUS Vli YUNAN DİNİ
temi içine katılmıştır. İlk tanrı çiftinin Zeııs'un kaderinde oynadığı rolü az önce v u r g u l a d ı k . Başka örnekler de aktaracağız. Şimdilik Zeııs'un d o ğ u m u vc Girit'te geçen ç o c u k l u ğ u b ö l ü m ü n ü h a t ı r l a t a l ı m . " Büyük bir tanrıçanın oğlu ve aşığı olan bir ç o c u k tanrı etrafında k u r u l m u ş , b i r Ege mitsel-ritüel senaryonun söz konusu o l d u ğ u kesindir. Yunan geleneğine g ö r e , yeni d o ğ a n b e b e ğ i n çığlıkları kalkanları nı birbirine vuran Kureta'ların çıkardığı g ü r ü l t ü y l e ö r t ü l ü y o r d u (erginleme t ö renlerinde gruplar halinde silahlarıyla dans eden gençlerin m i t o l o j i k i z d ü ş ü m ü ) . Palaikastro ilahisi ( M Ö İV.-UI. yüzyıllar), "en b ü y ü k Kııreta" Zeus'un s ı ç r a m a l a r ı nı ö v e r ' ( b ü y ü k olasılıkla, arkaik bir bereket ritüeli söz konusudur). Üstelik Ida 2
d a ğ ı n d a k i bir m a ğ a r a d a kutlanan Zeus İdaios tapımı, ınysteria'larla erginlenme ya pış m d a y d ı . Halbuki Zeus asla bir mysteria tanrısı değildi. Daha geç bir d ö n e m i 5
de, yine Girit'te, Zeus'un m e z a r ı n ı n olduğu söylendi; demek k i b ü y ü k O l y n ı p o s tanrısı ölen ve dirilen mysteria" t a n r ı l a r ı n d a n biriyle özdeşleştirilmişti. Ege etkileri klasik çağda bile s ü r d ü ; örneğin g e n ç ve sakalsız bir Zeus betim leyen heykellerde bu etkilere
rastlanır.
Ama çok geniş ve bitmek bilmeyen bag-
d a ş t ı r m a c ı h k s ü r e c i n i n teşvik ettiği, en a z ı n d a n h o ş g ö r d ü ğ ü uzantılar soz konu sudur.
26
Ç ü n k ü daha Homeros'ta, Zeus gerçek bir egemen Hmt-Avrupa tanrısının
saygınlığına k a v u ş m u ş t u r . O "uçsuz bucaksız g ö ğ ü n " t a n r ı s ı n d a n daha fazlasıdır, "insanların, tanrıların babası "dır." Ve Aiskhylos, Helicıcles {Heliosoğullan} 7
adlı tra
gedyasının bir parçasında (frag. 70, Nauck) ş u n u açıklar: "Zeus havadır, Zeus yerdir, Zeus g ö k t ü r . Evet, Zeus her şeyin ü s t ü n d e olan her şeydir." Zeus, atmos fer olaylarının efendisi olarak, t o p r a ğ ı n bereketini yönetir ve t a r ı m çalışmalarına b a ş l a n d ı ğ ı n d a ona Zeus Khıonios {Khton: toprak, yer) adı v e r i l i r .
2K
Ktesios adı al
tında, evin koruyucusu ve b o l l u k simgesidir. Aile görevleri ve haklarını da göze tir, yasalara u y u l m a s ı n ı sağlar ve Polieus sıfatıyla siteyi korur. Daha eski bir dö nemde a r ı n m a tanrısı, Zeus Katharsios ve özellikle kâhinliğin "tanrısal gur yap raklı Zeus meşesi" aracılığıyla yapıldığı Epeiros'takı Dodone'de kehanet tanrısıy-
Zeus Kretagenes hakkında, bkz, Charles Pıcard, Lcs
rdigiûiK
pı'e-/ı e İlen imi es, s. 117 vd.
Krş. H. Jeanmaire, Couraı et Ccıeeies, s. 427 vd. Euripides, kaybolmuş bir tragedyanın parçası, lcs Crituts fG/hlîıîerJ (frag. 472 Nauck). Bu süreç Doğu Akdeniz'de, Roma. Helen ve İran mirasının Bizans İmparatorluğumun yapısıyla bütünleştirilmesine ve daha sonra da
Osmanlıların
korumasına olanak verecektir. Bkz bu kitabın 3. cildi. Hyada, 1,544. "Hesiodos, İşler ve Günler, 465 309
Bizans kurumlarını
DİNSEL İNANÇLAR VE Ü Ü Ş Û N C a IIR TARİHİ - I
Böylelikle Zeus, ne d ü n y a n ı n , ne hayatın, ne insanın yaratıcısı o l d u ğ u halde, tanrıların tartışmasız ö n d e r i ve evrenin mutlak egemeni olarak ortaya çıkar, Zeus'a a d a n m ı ş tapınakların ç o k l u ğ u , o n u n b ü t ü n Helen d ü n y a s ı n a yayıldığını kanıt l a r / ' İlyado'da, Zeus'un Olympos sakinlerine meydan o k u d u ğ u m e ş h u r sahnede 1
(8, 17 vd), o n u n her şeye yeten g ü c ü h a k k ı n d a k i bilinç, hayranlık u y a n d ı r a c a k bir b i ç i m d e yansıtılır: "Altın bir halat sarkıtın g ö k t e n , tekmil tanrılar, tanrıçalar, tu tun çekin o halatı, harcayın olanca g ü c ü n ü z ü , gene i n d ı r e m e z s i n i z efendiniz Zeus'u y e r y ü z ü n e . Ama ben bir ç e k e r s e m şöyle iyicene, alırını yukarı sizi dc, topra ğı da, denizi de, bağlarım Olympos'un b i r sivri d o r u ğ u n a halatı, havalarda uçu ş u r ne var ne yok hepsi. T a n r ı l a r d a n , insanlardan ü s t ü n ü m ben böylesine,'' Bir mit izleği olan "altın halat," Platcn'dan başlayarak, Dionysos Areopagos'a ve X V I I I . yüzyıla gelinceye dek sayısız yoruma konu o l m u ş t u r .
51
Ama b i z i m ko
n u m u z u asıl ilgilendiren, O r p h e u s ç u ü s l u p t a yazılmış bir şiire, Rhapsodos Tliiügonia'sına g ö r e , Zeus'un i l k t a n n ç a Nyks'e (Gece) " ö l ü m s ü z l e r üzerinde güçlü b i r egemenliği" nasıl k u r a c a ğ ı n ı ve özellikle de evreni "heT şeyin bir, ama parçaların ayrı" olabileceği şekilde nasıl düzenleyeceğini sormasıdır. Gece ona kozmosun te mellerini öğretir ve aynı zamanda havaya bağlaması gereken "altın halat"tan söz eder,' Kuşkusuz geç d ö n e m e ait bir metin söz konusudur, ama naklettiği gelenek 2
eskidir. Uy ada, Gece'yi o l d u k ç a güçlü bir tanrıça olarak sunar (14, 258 v d ) : Zeus bile onu öfkelendirmekten kaçınır. Zeus'un her şeye yeten g ü c ü h a k k ı n d a k i en m e ş h u r açıklamayla, Yüce T a n n ' n ı n i l k Tanrılar grubundan bir tanrıçadan akıl s o r m a s ı n ı n m e t i n i ç i n d e k i yakınlığı a n l a m l ı d ı r . Gece'nin kozmolojik
talimatları
bir anlamda Gaia ile Uranos'un açıkladığı ve egemenlik m ü c a d e l e l e r i n e son veren sırları yinelemektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bazı İlk Tanrılar O l y t ı ı p o s l u l a n n zaferinde sağ k a l m ı ş l a r d ı . G ü c ü n ü ve saygınlığını hatırlattığımız Gece bunlann arasında i l k sıvada yer a l ı y o r d u . Daha sonra Pontos (kısır Deniz); Titanlara karşı savaşa katılan Styks; Zeus'un ve diğer Olympos tanrılarının o n u r l a n d ı r d ı ğ ı Hekate; Gaia
Odysseta, 14, 327 vd, 19, 29ö vd. Zeus'a Yunanistan'ın her yerinde, özellikle de en yüksek tepelerde, öncelikle Aıüıa'daki Olympos dağında, ama aynı zamanda Girit'le, Anadolu'da ve Batıda tapılır. Bu ızlek hakkında bkz. Eliade, "Cordes et marionnettcs," Mephistophiles. eı l'And''ogyne, s. 20O-2T7, özellikle s. 225 vd. Bu şiirin çevirisi ve yorumu için, bkz. P, LevSque, Auıta Cateaa Honıeri, s. 14 vd. 31D
zt:us ı/h ( U N Î M ^ u i N i
ve Uranos'un i l k çocuğu Okeanos. Bunların her b i r i evren düzeninde - m ü t e v a z ı , belirsiz, marjinal de olsa- halfl bir rol oynuyordu; Zeus yetkesinin artık tama men güven altında o l d u ğ u n u hissedince, babası Kronos'u yeraltı zindanından ser best bıraktı ve onu bir harikalar diyarına - b a t ı n ı n en uç n o k t a s ı n d a k i
Kutlular
A d a s ı ' n a - kral olarak yerleştirdi.
85. t i k I r k l a r M i t i : Prometheus, Pandora— Kronos'un " tarihi "ni hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Neredeyse hiçbir tapımı k a l m a m ı ş , arkaik bir tanrı o l d u ğ u n a k u ş k u yoktur. Tek önemli m i t i , tanrılar arası savaşın ö n e m l i b i r b ö l ü m ü n ü oluştu rur. Bununla birlikte, i l k insan ırkıyla, "altın ırk 'la ilişkili olarak da Kronos'un adı anılır. Bu bilgi ö n e m l i d i r : insanlarla tanrılar a r a s ı n d a k i ilişkilerin
başlangıcı
nı ve i l k evresini onaya koyar. Hesiodos'a göre, "tanrıların ve ö l ü m l ü l e r i n köke n i aynıdır.""
11
Ç ü n k ü i l k tanrıları nasıl Gaia d o ğ u r m u ş s a , insanlar da yerden doğ
m u ş t u r (gegcneis). Kısacası d ü n y a ve tanrılar, i l k b ö l ü n m e y i izleyen döllenme sü reciyle var o l m u ş l a r d ı r ve nasıl k i b i r ç o k tanrı kuşağı varsa, aynı şekilde beş i n san ırkı ortaya çıkmıştır, altın, g ü m ü ş ve t u n ç ırklar, kahramanlar ırkı ve demir ırk.» İlk ırk Kronos'un e g e m e n l i ğ i n d e , " yani Zeus'tan önce y a ş ı y o r d u , Yalnızca er keklerden o l u ş a n b u altın çağ insanlığı tanrıların, yani "güçlü kardeşlerinin" ya n ı n d a oturuyordu, İnsanlar, "yüreklerinde hiçbir kaygı olmadan, acıların ve sefa letin u z a ğ ı n d a , tanrılar gibi y a ş ı y o r l a r d ı . "
36
Çalışmıyorlardı, ç ü n k ü ihtiyaç duy
d u k l a r ı her şeyi toprak onlara sunuyordu. Hayatları danslar, bayramlar ve her türlü eğlenceyle g e ç i y o r d u . Ne hastalığı ne de yaşlanmayı biliyorlar ve sanki uy kuya dalar gibi ö l ü y o r l a r d ı . " Ama Kronos devrilince, b u cennet çağı - ç o k sayıda gelenekte b u n u n koşutlarına r a s t l a n m a k t a d ı r - sona e r d i .
îe
fşler ve Giinicr, 108. A.g.y., 109 vd. A.g.y., 111. A.g.y., 112 vd. çev, Mazon. A.gy., 113 vd. İnsanlığın cennet çağının, Tfıeognnra'ya göte çoculdannı doğar doğmaz yuıan "valisi" tan rının,yine Hesiodos'a göre (işler ve Cûdeı, 111), egemenliğinin sürdüğü doneme denk gelmesi çelişkili görünebilir. Ama "flıeo^oııitı'nm Kronos'unun güçlü Dogıı etkilerini yan sıttığı unutulmamalıdır. Tannlann insanlann "güçlü kardeşleri" olarak tanıtılması da şaşır tıcıdır. Böyle bir iddia, tanrılar ile insanlar arasındaki etnolojik türde, köklü farklılığı öne çıkaran genel kanıyla çelişmektedir. Yine de temel aynının alım ırk çağında do var ol311
DLNShL INANÇLA1İ Vh OÜŞÜNCELL'IlTARmi - I
Hesiodos daha sonra altın ırk insanlarının "toprakla ö r t ü l d ü k l e r i ' n i ve tanrı ların onlar kadar soylu olmayan bir ırkı, g u m u ş çağı insanlarını
yarattıklarını
anlatır. Zeus b u ırkı, g ü n a h l a r ı nedeniyle ve tanrılara kurban sunmak istemedik leri için y o k etmeye karar verdi. O zaman üçüncü ırkı, t u n ç ırkı yarattı; bu şid det d ü ş k ü n ü ve savaşçı adamlar sonunda geride kimse kalmayıncaya del; birbirle r i n i kırdılar. Zeus yeni b i r k u ş a k yarattı: Kahramanlar ırkı. Bunlar Thebai ve Troya ö n ü n d e k i b ü y ü k savaşlar sayesinde u n kazandılar. Pek çoğu ö l ü m l e tanıştı, ama geri kalanlar Zeus tarafından y e r y ü z ü n ü n sınırındaki Kullular Adası na yer leştirildi ve onlara Kroııos h ü k m e t t i .
11
Hesiodos beşinci ve sonuncu ı r k t a n , demir
ırktan söz etmez. Ama b u çağda d o ğ m a k zorunda kaldığı için yakınır."'
1
Hesiodos'un naklettiği anlatılar ortaya b i r ç o k sorun çıkarsa da, b u n l a r ı n hepsi k o n u m u z u d o ğ r u d a n ilgilendirmemektedir. Sonradan bir kaza ya da bir " g ü n a h " sonucu yitirilen, "başlangıç d ö n e m i n i n m ü k e m m e l l i ğ i " ve i l k m u t l u l u k m i l i o l d u k ç a yaygındır. Bu m i t i n Hesiodos'un naklettiği çeşitlemesi, gerilemenin yavaş yavaş, d ö r t a ş a m a d a gerçekleştiğini belirtmekte, bu da dort yuga h a k k ı n d a k i Hint öğretisini akla getirmektedir. Ama yugalar, renklennden söz edilse de -beyaz, kırmızı, sarı ve s i y a h - madenlerle özdeşleştiriîmemiştir. Buna karşılık Nebukndııezzarin d ü ş ü n d e (Daniel 2:32-33) ve bazı geç donem İran metinlerinde, maden lerden tarihi çağların özgül işaretlen olarak söz edildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Ama Nebukadnezzar'ın d ü ş ü n d e hanedanlar s ö z konusudur ve İran metinlerinde de impa ratorlukların b i r b i r i n i izleyişinin gelecekteki i z d ü ş ü m ü yaratılmıştır. Hesiodos kahramanlar çağım, herhalde t u n ç ırkla demir ırk arasına s o k m u ş t u , ç ü n k ü mucizevi k a h r a m a n l ı k çağının mitleştirihniş anısı fazlasıyla g ü ç l ü y d ü ve onu yok sayamazdı. Kahramanlar çağı, g ü m ü ş ırkın ortaya çıkmasıyla
başlayan
aşamalı gerileme sürecini, açıklanamaz b i r şekilde, d u r d u r m a k t a d ı r . Bununla bir likte k a h r a m a n l a r ı n ayrıcalıklı yazgısı bir eskatolojiyi de yelerince gizleyemem e k ı e d i r : Onlar ölmez; Kullular Adası'nda, artık Kronos'ıııı h ü k ü m s ü r d ü ğ ü E l y sium'da m u t l u b i r v a r o l u ş u s ü r d ü r ü r l e r . Başla b i r deyişle kahramanlar, bir an lamda Kronos'un egemenliği d ö n e m i n d e k i a k ı n çag a d a m l a r ı n ı n varoluşuyla ör-
dıığuııu belirtelim: İnsanlar tanrıların m u t l u l u ğ u n d a n ve d o s t l u ğ u n d a n yararlanıyor, ama ö l ü m s ü z l ü ğ e eri şemiyorl ardı. Zaıen taunlar da ikinci tanrı k u ş a ğ ı n d a n , yani Titanlar'dan dı; b a ş k a bir deyişle, d ü n y a n ı n yapıları ve varoluş halleri h e n ü z kesin olarak belirlen memişti. İsler ve Günler, 140-169.
A.g.y.. 176 vd, 312
ZtiUS VI: YUNAN LHMİ
İlişmektedir. Daha sonra, özellikle de O r p h e u s ç u l u g u n etkisiyle, b u eskatoloji ge liştirilip b o y u t l a n d ı a l a c a k t ı r . Elysium arlık yalnızca kahramanlara ait bir ayrıca lık olmaktan çıkacak, d i n d a r l a r ı n ve "erginlenmişlerin" ruhlarına da açılacaktır. Dinler tarihinde sık sık rastlanan bir süreç soz konusudur ( k r ş . Mısır, § 30, Hin distan v b ) . Birbirini izleyen çağlar m i t i n i n , insanların k ö k e n i n e ilişkin ittifakla paylaşılan bir g ö r ü ş ü temsil e t m e d i ğ i n i de eklemek yerinde olacaktır. Aslında Yunanlar i n san soyunun d o ğ u ş u sorunuyla fazla u ğ r a ş m a m ı ş gibidir. Onlar daha ç o k b e l i r l i b i r etnik g r u b u n , bir sitenin, bir h a n e d a n ı n kokemyle ilgileniyorlardı. Birçok ai le kendilerinin k a h r a m a n l a r ı n soyundan geldiğini, söz konusu k a h r a m a n l a r ı n da b i r tanrıyla bir ö l ü m l ü n ü n b i r l e ş m e s i n d e n d o ğ d u ğ u n u k a b u l ediyordu. Belirli b i r halk. M i r m i d o n l a r ,
karıncaların; b i r diğeri d i ş b u d a k l a r ı n soyundan geliyordu.
Tufandan sonra Deukalion "annesinin kemiklerimden, yani taşlardan y e r y ü z ü nü fusunu yeniden yaratmıştı. Son olarak, daha geç tarihli bir anlatıya göre ( M Ö I V . yüzyıl), insanları balçıktan şekillendiren Pro methe us 'tu. Bilinmeyen nedenlerle, tanrılarla insanlar Mekone'de dostça ayrılmaya karar verdiler.
11
İnsanlar, tanrılarla ilişkilerini kesin b i r b i ç i m d e saptamak ü z e r e , i l k
k u r b a n ı sundular ve Prometheus da i l k kez b u vesileyle k o n u ş t u .
Bir ö k ü z ö l
42
d ü r d ü ve o n u i k i parçaya ayırdı. Ama hem insanları korumak hem de Zeus'u al datmak istediği için, kemikleri bir yağ tabakasıyla k a p l a d ı , eti ve bağırsakları da işkembeyle ö r t t ü . Yagm çekiciliğine kapılan Zeus, tannlar için kötü payı seçip, insanlara eti ve bağırsakları bıraktı. İşte b u nedenle, diye belirtir Hesiodos, o za mandan beri insanlar ö l ü m s ü z tanrılara k e m i k l e n yakarak sunarlar.
43
Bu kurnaz paylaşım insanlık a ç ı s ı n d a n h a t ı n sayılır s o n u ç l a r a y o l açtı. Bu bir yandan etobur beslenme rejiminin, ö r n e k dinsel davranış, tanrılara gösterilebile cek en y ü k s e k saygı olarak ö n e çıkarılmasıydı; ama diğer yandan da, son tahlilde altın ç a ğ d a n beri uygulanan bitkisel (vejetaryen) beslenmenin terk edilmesi anla m ı n a geliyordu. Üstelik Prometheus'un kurnazlığı Zeus'u insanlara karşı öfkelen dirmişti ve ateşin k u l l a n ı m ı n ı onların elinden a l d ı . ^ A m a kurnaz Prometheus, b i r
" Theogoıua, 535. 4
- Prometheus\ııı adı Horaeros'ıa geçmez,
1 1
Tlıeogorıia, 556. Bu da insanlann paylaşımdan sngladıklan yaran yok ediyordu; çünkü eti çıg çıg yemek zorunda kalan ve tanrılara kurban sunamayan insanlar, yeniden vahşi hayvanların durumuna dönmüş oluyorlardı, 313
DİNSEL INANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARIHI -1
k a m ı s ı n İçine sakladığı ateşi g ö k t e n yere t a ş ı d ı * Sabom yitiren Zeus hem insan 5
ları hem de onların koruyucusunu cezalandırmaya karar verdi. Prometheus zin cirlendi ve her g ü n bir kartal " ö l ü m s ü z k a r a c i ğ e r i n i y i y o r , her gece karaciğer yeniden büyüyordu. " Bir gun Zeus'un oğlu Herakles tarafından kurtarılacak, bu 41
olay k a h r a m a n ı n (Herakles) şanına ş a n katacaktır. insanlara gelince, Zeus onlara kadını, o "güzel belayı"'" Pandora b i ç i m i n d e g ö n d e r d i ("bütün tanrıların a r m a ğ a n ı , " işler ve Günler, 8 1 vd). Hesiodos'a gore bu olay, "insanları baştan çıkaracak olan" derin ve sonsuz b i r b ü y ü
kaynağıydı;
" ç ü n k ü b u kaynaktan {Pandora'dan} çıkmıştır aslında o k a d ı n dediklerimizin bela lı soyu, o ö l ü m l ü insanların b a ş b e l a s ı . "
16
86. İ l k K u r b a n ı n S o n u ç l a r ı — Kısacası Prometheus insanlığa i y i l i k yapan b i r i değil, onun b u g ü n k ü d u r u m u n u n , g ö z d e n d ü ş ü p haklarını y i t i r m e s i n i n sorumlu sudur. Ivtekone'de tanrılarla i n s a n l a r ı n birbirlerinden kesin olarak ayrılmasına yol açmış, daha sonra ateşi çalarak Zeus'un s a b r ı n ı taşınmış ve böylelikle Pandora'nın m ü d a h a l e s i n e , yani k a d ı n ı n ortaya çıkmasına, dolayısıyla her t ü r l ü kaygı nın, sıkıntının ve felaketin yayılmasına neden o l m u ş t u . Hesiodos'a g ö r e , Promet heus m i t i d ü n y a d a " k ö t ü l ü ğ ü n " ortaya çıkışım açıklamaktadır; son tahlilde "kötü lük" Zeus'un i n t i k a m ı n ı temsil etmektedir.*
3
Ama bir Titan'm "hilekârlığı" nedeniyle m a h k û m edilen insanlık tarihine y ö nelik b u k ö t ü m s e r b a k ı ş , kendim kesin bir b i ç i m d e kabul ettiremedi. İlk altın çağ m i t i yerine ilerleme izlegini geçiren Atskhyios'a g ö r e , Prometheus en b ü y ü k uygarlaştırıcı k a h r a m a n d ı r . Prometheus, i l k insanların "yerin altında, karanlık ma¬ " TJıeogımia, 567; İşler ve Günler, 52 1,0
Tfıeogonia, 521 vd; işler ve Günler, 56
1,7
TfuMgoıua, 585.
4 8
TJıe., 592 vd. Prometheus'un Zeus'tan hiçbir şey kabul etmemesi konusunda kardeşine yaptığı bütün uyanlar sonuçsuz kalmıştı. Budala Epimetheus Pandora'yı aldı ve onunla evlendi. Kısa bir süre sonra Pandora gizemli küpün ağzını açtı ve bütün kötülükler oradan çıkıp dünyaya dağıldı. Pandora kapağı geri kapattığında, küpün dibinde yalnızca Umut kalmıştı. Sichan ve Levenue'm de belirttikleri gibi, "öfkelenen Zeus'un istediği de zaten buydu, insanı ebediyen "ağır işler" görmeye mecbur etmekti" Oşlcr ve Günler, 91) ve 'ölümlülerin bog çabalarını besleyen' Umut'u da bu nedenle küpün içine sokmuştu (Simonides, 1, 6), J.es graııdes divinites de la Gıtce, s, 54,
4 0
Hesiodos kesin konuşur: "Zeus kızınca Promelheus'a, kendisini aldatan o sivri akıllıya, sakladı vannı yoğunu insanlardan, o gün bugündür dertlere boğdu insanoğlunu" (İşler ve Günler, 47 vd). 314
Z E U S V E Y U N A N DINI
ğaralarda k a r ı n c a s ü r ü l e n gibi" yaşadıklarını söyler; onlar ne mevsimlerin sırası n ı , ne hayvan yeiişrirmeyi ne de tarımı b i l i y o r l a r d ı ; onlara b ü t ü n meslekleri ve b ü t ü n b i l i m l e r i Prometheus ö ğ r e t t i ,
50
Onları ateşi veren ' ve ö l ü m 5
kaygısından
kurtaran Prometheus'tu (dize 248), Bu insanlığı kendisi y a r a t m a d ı ğ ı için kıskanç lığa k a p ı l a n Zeus, insanları y o k edip yeni bir soy yaratmak i s t i y o r d u . ' " Yalnızca Prometheus,
dünyanın
efendisinin planına
karşı
çıkma
cesaretini
gösterdi.
Aiskhylos, Zeus'un öfkesini ve Prometheus'un ö d ü n s ü z tutumunu açıklamak için, Pindaros'tan (veya onun kaynağından) dramatik bir ayrıntı almıştır
1
Prometheus
k o r k u n ç b i r silaha, annesi Themis'ten aldığı bir sırra sahiptir. Bu sır, Zeus'un er ya da geç t a h t ı n d a n düşeceğine ilişkindir (522, 764 v d ) .
51
Prometheus, Zeus'un bu
felaketten kurtulmak için bir tek çaresi o l d u ğ u n u güvenli bir tavırla açıklar; Prometheus'un zincirlenni ç ö z m e k (759-770). Prometheus üçlemesinin diğer i k i b ö l ü m ü b u g ü n e ulaşmadığı için, i k i tanrısal figür a r a s ı n d a k i uzlaşmaz çelişkinin nasıl olup da b a r ı ş m a y l a s o n u ç l a n d ı ğ ı n ı bilemiyoruz. Ama M O V , yüzyıl Atina'sında, her yıl Prometheus b a y r a m ı kutlanmaya başlanmıştı bile; üstelik Hephaistos ve Athena ile birlikte anılıyordu. Zaten bir süredir, belki de hem entelektüel seçkin leri hem de kalabalıkları heyecanlandıran bazı tinsel hareketlerin etkisiyle (bkz. bu eserin I I . cildi), Zeus'un bilgeliği ve iyiliği üzerinde duruluyordu. Yüce efen d i , Kronos'u Elysiutn'a kral olarak yerleştirerek g ü n a h ç ı k a r m a k l a k a l m a m ı ş , T i tanları da affetmiştı. Pindaros, " Ö l ü m s ü z , Zeus Titanları serbest bırakmıştı" ifa desini k u l l a n ı r (4. Pytfıian, 291) ve Kurtulmuş
Prometheus'ta {üçlemenin bir d i ğ e r
b ö l ü m ü ! koro, zincirleri ç ö z ü l e n Titanlardan o l u ş u r .
54
Mekone'de i l k k u r b a n ı n paylaşımı, bir yandan tanrılarla insanlar a r a s ı n d a k i kırılma, diğer yandan da P r o m e ı h e u s ' u n m a h k û m edilmesiyle s o n u ç l a n m ı ş t ı r . Bu nunla birlikte Zeus a ş ı n b i r öfkeye kapılmış gibidir, ç ü n k ü Kari Meuli'nm de gösterdiği g i b i ,
5 5
bu ritüel paylaşımı Sibirya'nın ilkel avcılarının ve Orta As
ya'nın ç o b a n halklarının g ö k tannlanna s u n d u k l a r ı kurbanlara uygundur. Gerçek-
5 0
5 !
Zincire Vurulmuş Promei/ıeııs, +42 vd {çev: A. Erhat-S. Eyuboglul. Aleşi onlara, Hesiodos'ta olduğu gibi, gökten indirip vermez. "Aiskhylos, trajedi rengine uymayan ve kahramanının saygınlığını azaltabilecek Mekone bölümünü bir kenara bırakmıştır," L, Sechan, Le myihe de Proınethee, s. 102, dipnot 62.
, z
5 3
Zincire Vunıimııs Prometheus, 233. Bu motifin kökeni ve gelişimi hakkında, bkz. Sechan, ag.y.. s. 23 vd, 42 vd, ve J. P. Vernant, "Metis et les mythes de souveraineıe "
^ Krş. Sechan, s. 44. , 5
K. Meuli, Griechische Opferbrâııche (1946) Aynea bkz. W. Burkert. Homa Necaııs. s 20 vd. 315
DİNSEL INANÇI.AR VI? D f J S Ü N C E L E l ! T A l i l l l I - I
ten de bu halklar Yüce G ö k V a r l ı k l a r ı n a hayvanın kafasını ve kemiklerini sunar lar. Başka b i r deyişle, k ü l t ü r ü n arkaik bir aşamasında b i r g ö k tanrısına saygının m ü k e m m e l b i r ifadesi olarak kabul edilen sunu, P r o m e t t ı e u s destanında ü s t ü n tanrı Zeus'un " h ü k ü m d a r l ı ğ ı n a hakaret" suçuna d ö n ü ş m ü ş t ü r . İlk ritüelin anla m ı n d a k i b u s a p m a n ı n hangi evrede ortaya çıktığını bilmiyoruz. Yine de Zeus'un öfkesine paylaşımın kendisinden çok, Prometheus tarafından, başka b i r deyişle "eski t a n r ı kuşağı "na ait, üstelik Olymposlulara karşı insanların tarafını tutan b i r Titan tarafından aldatılmasının yol açtığı anlaşılıyor. Promelheus örneği can sıkı cı s o n u ç l a r d o ğ u r a b i l i r d i ; b u i l k başarıdan cesaret alan insanlar Titan'dan daha ileri de gidebilirdi. Ama Zeus güçlü ve gururlu b i r insanlığı h o ş g ö r m ü y o r d u . İnsanlar eğreti ve gelip geçici v a r o l u ş düzenlerini asla u n u t m a m a l ı , dolayısıyla mesafelerini k o r u m a l ı y d ı l a r . N i t e k i m daha sonra, Prometheus'un oğlu ve Zeus'un yarattığı tufandan s a ğ k u r t u l a n tek kişi olan Deukalion da, Zeus'a Mekone'dekıne benzer b i r kurban su nar ve b u sunusu kabul edilir. "Zeus, Deukalion'un talebini olumlu karşılar; ama mitte, mesafe k o r u n d u ğ u için Zeus'un onay verdiği b e l i r t i l i r . " O zamandan beri 56
en yaygın kurban töreni, (hysia, b u mit ö r n e ğ i n i yinelemektedir: K u r b a n ı n yağını da içeren b i r b ö l ü m ü sunakta yakılır ve d i ğ e r b ö l ü m ü k u r b a n ı sunanlar tarafın dan arkadaşlarıyla birlikte y e n i r .
57
Ama törende tanrılar da hazır bulunur: Kur
banlarla' veya yağdan çıkan dumanla beslenirler. 8
w
Mekone'de yaşanan k o p u ş , Deukalion sayesinde bir anlamda g i d e r i l m i ş t i r , Prometheu5'un oğlu tanrıları yeniden, Zeus'a uygun gelen koşullarda, yerlerine koyar (zaten o ö l ü m c ü l paylaşımın yapıldığı çağda yaşamış insanlık tufanda y o k o l m u ş t u ) . Aiskhylos'tan sonra Prometheus'un mütevazı, hatta silik b i r r o l oyna m a s ı anlamlıdır. Bu duruma Promelheus üçlemesinin başarısı da y o l açmış olabi lir; ç ü n k ü Aiskhylos b i r yandan b u uygarlaştırıcı k a h r a m a n ı n benzersiz yüceliği ni ö v e r k e n , diğer yandan da Zeus'un iyiliğini ve msan bilgeliğinin
mükemmel
örneği konumuna yükseltilen nihai uzlaşmanın tinsel değerini de y a n s ı t m ı ş t ı . Prometheus yücelik boyutuna - U r a n l ı ğ ı n ezeli ve ebedi k u r b a n ı - ancak Avrupa
J. Rudhardt, "Les mythes grecques relatifs a l'instauration du sacrifice," s. 14. Ayrıca Zeus Deukalion'a hemen yanıt vermez; ne islediğini öğrenmek için önce Heıınes'i gönderir; Apollodoros, Bibi, l , 7,2. Buna en yakın bir diğer örnek, İbranilerdeki zebah'm (kış. § 57). (iyoda, 1,123-424; 8, 548-552 vb Oyada, 1,66-67; vb. 316
ZEUS VE YUNAN DINI
romantizmi ile birlikte yeniden kavuşacaktır, Hindistan'da kurban çevresinde y ü r ü t ü l e n spekülasyonlar, özgül b i r kozmolo j i k anlayışı dile getirir ve metafizikle Yoga tekniklerine yolu açarlar (§ 76). İbranilerde kanlı kurbanlar, peygamberlerin eleştirilerinden sonra bile, s ü r e k l i yeni den yorumlanacak ve değer y ü k l e n e c e k l e r d i r . Hıristiyanlık ise, isa'nın g ö n ü l l ü kurban o l m a s ı n d a n hareketle o l u ş m u ş t u r . Bitkisel beslenme d ü z e n i n i n erdemleri ü z e r i n d e duran O r p h e u s ç u l u k ve Pythagorasçılık, Mekone paylaşımını kabul eden insanların " g ü n a h " işlediğim ö r t ü l ü olarak kabul ediyorlardı ( k r ş . bu eserin I i . cildi). Bununla birlikte P r o m e t h e u s ' ı m c e z a l a n d ı n l m a s ı , Zeus'un "adaleti" üzerine d ü ş ü n c e l e r d e ancak ikincil bir rol o y n a d ı . Halbuki Yunan d ü ş ü n c e s i , Homeros ça ğ ı n d a n beri, tanrısal "adalet" sorunu ve ondan çıkarsanan insan "yazgısı" ü z e r i n d e tutkuyla duruyordu.
87. i n s a n ve Yazgı: " Y a ş a m a S e v i n c i " n i n A n l a m ı — Yunan d i n i , Yahtıdi-Rıristiyan bakış açısından y a r g ı l a n d ı ğ ı n d a , k ö t ü m s e r l i ğ i n etkisinde o l u ş m u ş
gibidir:
insan v a r o l u ş u t a n ı m ı gereği gelip geçici ve dertlerle y ü k l ü d ü r . Homeros insanı "rüzgârın yere d ö k t ü ğ ü yapraklar"a benzetir." Kötülükleri uzun uzun sayan (yok 1
sulluk, hastalıklar, yas, yaşlılık vb) Kölophon'lu şair Mimnermos ( M Ö V I I . yüz yıl) da b u benzetmeyi yeniden kullanır. "Zeus'un başına bin bir bela s a r m a d ı ğ ı tek bir insan bulunmaz." Çağdaşı Semonides'e göre, insanlar s ü r ü hayvanı g i b i yaşayan, " T a n n ' n ı n her b i r i m i z i yazgısına hangi yoldan götüreceğini bilmeyen," "bir" g ü n l ü k y a r a t ı k l a r d ı r .
61
Bir ana, dindarlığına karşılık i k i ç o c u ğ u n u gücünün
yettiği en b ü y ü k bağışla ö d ü l l e n d i r m e s i için Apollon'a yakarır; tanrı bunu kabul eder ve ç o c u k l a r o anda hiç acı ç e k m e d e n ö l ü r . Theognis, Pindaros ve Sofokles, w
hiç d o ğ m a m a n ı n veya bir kez d o ğ d u k t a n sonra olabildiğince ç a b u k ö l m e n i n , in sanlar için en i y i yazgı o l d u ğ u n u ileri s ü r e r l e r .
63
Ama ö l ü m de, tam ve nihai b i r yok oluşa yol açmadığı için, hiçbir şeyi çöz ü m l e m e z . Homeros'un çağdaşlarına göre ö l ü m , güçten ve bellekten yoksun so luk gölgelerin d o l d u r d u ğ u Hades'in yeraltı karanlıklarında, kısıtlı ve k ü ç ü k d ü ş ü r ü c ü b i r "hayal sonrası v a r o l u ş " t u . (Odysseus'un hayaletini çağırmayı
başardığı
w
Uyada, 6, 14Ğ vd
flL
lyonya şairleri sefalet, hastalıklar ve yaşlılık karşısında dehşete düşmüş gibidir. Ancak şun larla avunulabılır Savaş ve şan, veya zenginliğin sağladığı zevkler. Herodoıos, I , 31, 1 vd.
2
(
' Theognis, 425-428, Pindaros, frag. 157, Sofokles, Kolouos'iu Oiâtpus, 1219 vd. 3
317
DINSEL
İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARİHİ -
I
Akhılleus, " b ü t ü n geçmiş g ö ç m ü ş ölülere kral olacağıma, el kapısında
kulluk
edeydim k e ş k e , varlıksız, yoksul b i r çiftçinin y a n ı n d a ırgat o l a y d ı m , " der.)'
ri
Ay
rıca y e r y ü z ü n d e y a p ı l a n iyilikler ö d ü l l e n d i r i l m i y o r ve k ö t ü l ü k l e r cezalandırılmı y o r d u . Yalnızca Iksion, Tantalos ve Sysiphos ebedi işkencelere ç a r p t ı r ı l m ı ş t ı ; ç ü n k ü onlar d o ğ r u d a n Zeus'un onurunu zedelemişlerdi ve Menelaos u n da Hades'e indirilmeyip Elyseum a g ö n d e r i l m e s i n i n nedeni, Helena'yla evlenerek Zeus'un da m a d ı olmasıydı. Hesiodos tarafından nakledilen b i r anlatıya göre (krş. § 85), b a ş ka kahramanlar da aynı y a z g ı d a n yararlanmıştı. Ama bunlar ayrıcalıklı varlıklar dı. Yunanlar insanlık d u r u m u n u n ne denli eğreti o l d u ğ u n u n bilincine varınca, bu k ö t ü m s e r yaklaşım kesin bir biçimde ö n e ç ı k a r
Bir yandan insan, sözcüğün dar
a n l a m ı n d a , bir tanrı "evladı" değildir (bu d ü ş ü n c e b i r ç o k arkaik din ve üç tektanrılı d i n tarafından paylaşılmaktadır); dolayısıyla dualarının tanrılarla
arasında
belli bir "yakınlık" kurabileceğini umamaz Diğer yandan hayatının yazgısının, moira veya aisa, "bahtı" veya kendisine d ü ş e n "pay" - y a n i ö l ü m ü n e kadar tahsis edilmiş zaman- tarafından zaten b e l i r l e n d i ğ i n i b i l m e k t e d i r .
65
Dolayısıyla
ölümü
ne daha d o ğ d u ğ u anda karar verilmiştir; hayat süresi tanrıların d o k u d u ğ u iplikle simgelenir. ' Bununla b i r l i k t e , "tanrıların mojra'sı {kaderi}" 61
sa'sı (isteği, kara kaderi}"
08
67
veya "Zeus'un ai
gibi bazı ifadeler, bahtları bizzat Zeus'un b e l i r l e d i ğ i n i
d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r , Zeus, oğlu Sarpedonun hayatı sona e r d i ğ i n d e y a p m a y ı kafa s ı n d a n geçirdiği gibi, ilke olarak yazgıyı d e ğ i ş t i r e b i l i r
m
Ama Hera ona böyle b i r
hareketin evrenin yasalarının - y a n i adaletin (diki)- iptaline yol açacağını hatırla-
Odysseia, 11, 489-491. Bu meşhur sözleri, daha sonra Sokrates acımasızca e leşi irecektir; krş. Platon, República, 111, 386a-387b; 387d-388b. Moira ve aisa terimlerinin anlamı Homeros'tan sonra değişti, insanları çılgınlığa iten bu neredeyse şeytani güçler daha sonra kişileşürilip uç tanrıçaya dönüştürüldüler. Uç Moira ilk kez Hesiodos'ta ortaya çıkar (TJıeogonia, 900 vd): Zeus'la Themis'in kızlandırlar. Başlangıçta "iplik eğirmek" ya tanrılar (Odysseia, 20, 196; vb), ya "daimon" {cin] (Odysseia, 16, 64) ya da moira (llyada, 24, 209) veya aisa (Ayada, 20, 128) tarafından gerçekleş tirilen bir işti. Ama sonuçta başka Hint-Avrupa (aynı zamanda Dogu) geleneklerinde de görüldüğü gibi, yazgı "çilelerinin eğrilmesi," İp Eğıricilenn (Klo(lto'lar) veya Moira'lann bir özelliği oldu. Krş, Volospâ, 20. dörtlük; Eliade, Dinler Tarifline Giriş, § 58. Birinin hayat ip liğini "bükmek" onu "bağlamak," başka bir ifadeyle onu değiştirilmesi olanaksız bir "durum" içinde hareketsiz bırakmak anlamına gelir. Odysseıa, 3.261. Siyada, 17, 322; Odyssda, 9, 52. Siyada, 16, 433 vd. 318
ZEUS VE Y U N A N Ü I N ı
tır ve Zeus ona hak verir. Bu örnek bizzat Zeus'un da adaletin ü s t ü n l ü ğ ü n ü kabul ettiğini gösterir; zaten dike, evrensel d ü z e n i n , başka bir deyişle tanrısal Yasa'nın (themis) insan toplumu içindeki somut t e z a h ü r ü n d e n başka bir şey değildir. Hesiodos, Zeus'un vahşi hay vanlar gibi d a v r a n m a m a l a r ı için insanlara "adaleti" bağışladığını açıklar. İnsanın i l k görevi, adil olmak ve tannlara karşı "onur"unu itime) özellikle onlara kurban lar sunarak k a n ı t l a m a k t ı r . Kuşkusuz dike teriminin a n l a m ı , Euripides'i Homeros'tan ayıran yüzyıllar boyunca evrilmiştir. î u r i p i d e s biç duraksamadan
şöyle
yazar: "Eğer tanrılar ç i r k i n (veya: bayağı) bir iş yapıyorlarsa, onlar tann değil dir!"
70
Euripides'ten ö n c e Aiskhylos, Zeus'un m a s u m l a r ı cezalan d ı r m a d ı ğ ı m açık
lıyordu.
71
Ama daha Îiyada'da Zeus dike"'nin koruyucusu olarak karşımıza çıkmak
tadır, ç ü n k ü yeminlerin güvencesini veren ve yabancıları, k o n u k l a r ı , kendine yakaranlan koruyan o d u r ,
72
Kısacası tanrılar insanlara, ö l ü m l ü l e r kendi varoluş biçimlerinin getirdiği s ı nırları ihlal e t m e d i k ç e , bir neden olmadan vurmazlar. Ama dayatılan sınırları i h lal etmemek de g ü ç t ü r , ç ü n k ü i n s a n ı n ü l k ü s ü " m ü k e m m e l l i k " t i r (aretê).
Halbuki
a ş ı n m ü k e m m e l l i k ölçüsüz kibre ve küstahlığa (hylırıs) yol a ç m a tehlikesini taşır. Tanrılara r a ğ m e n ö l ü m d e n kurtulmakla b ö b ü r l e n e n Aias'tn başına gelen budur ve Poséidon tarafından ö l d ü r ü l m ü ş t ü r .
73
Hybrh, k u r b a n ı "kor eden" ve onu felakete
s ü r ü k l e y e n geçici b i r çılgınlığa (atê) yol a ç a r
7 4
Bunun a n l a m ı , hybris'in ve onun
sonucu olan ate'nin bazı ö r n e k l e r d e (kahramanlar, krallar, maceracılar vb), fazla hırslı veya yalnızca " m ü k e m m e l l i k " ü l k ü s ü y l e yoldan ç ı k m ı ş bu ö l ü m l ü l e r e d o ğ duklannda tahsis e d i l m i ş hayat payının, yani mo/ra'mn s o m u t l a ş m a
yollarını
oluşturduklandır. S o n u ç olarak i n s a n ı n elinde kendi s m ı r l a n n d a n başka b i r şey yoktur, insan olma d u r u m u ve daha özel olarak da moira'st tarafından k o n m u ş s ı n ı r l a r d ı r bun-
7 0
Belleropkon, frag. 292,
7 !
Agamemnon, 750 vd.
7 2
H. Lloyd-Jones, Ifıe Justice of Zeus, s. 6 (Dodds'un yorumuna karsı. Tiıe Greeks and the İrratioııai, s. 52, dipnot 18). Aynca Zeus kral örneğidir Uyruklarının refahından sorumlu oları basileus, zorunlu olarak geleneksel hakların ve âdetlerin, themisteaı'nin koruyucusudur; başka bir ifadeyle belli bir dıhe'ye uymakla yükümlüdür.
n
Odysseia, 4, 499-511.
7 4
Herodotos, Solon'a Tanrılığın kıskançlığa ve istikrarsızlığa açık olduğunu bilirim" dedir tirken (1, 32), insan oîduklannı unutup /ıy trişin tuzağına düşenlerin akılsızlığını eleştir mektedir. 319
D I N S E L 1 N A N C L A 1 İ VI; D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1
lar. Bilgelik, her insan hayatının bir sonu o l d u ğ u n u n ve eğretiliğinin bilincine varılmasıyla başlar. O halde ş i m d i k i zaman m sunabileceği her şeyden yararlan mak gerekir', gençlik, sağlık, tensel zevkler veya erdemlerini sergileme [irşatları, Homeros'un verdiği ders budur; Şimdiki zaman içinde tam olarak, ama soylu b i r b i ç i m d e y a ş a m a k . Umutsuzluktan ç ı k m ı ş bu "ülkü" k u ş k u s u z belli değişiklikler geçirecektir; b u n l a r ı n en önemlilerini daha ileride inceleyeceğiz (krş, b u eserin I I . cildi). Ama ö n c e d e n belirlenmiş s ı n ı r l a r ı n ve v a r o l u ş u n geçiciliğinin bilinci hiç bir zaman s i l i n m e m i ş t i r . Yunan dinsel d e h a s ı n ı n yaratıcı güçlerini asla engelle meyen b u trajik bakış, paradoksal bir biçimde insanlık d u r u m u n u n yeniden değer k a z a n m a s ı n a y o l açmıştır. Tanırlar insanı sınırlarını a ş m a m a y a zorladığı için, i n san sonunda insanlık durumunun m ü k e m m e l l i ğ i n i n ve bu nedenle de kutsallığı nın farkına varmıştır.
Başka b i r deyişle, "yaşama sevinci"nin dinsel a n l a m ı n ı ,
erotik deneyimin ve insan bedeninin güzelliğinin kutsal değerini, her t ü r l ü örgüt lü toplu eğlencenin - a y i n alayları, oyunlar, danslar, şarkılar, sportif y a r ı ş m a l a r , temsiller, şölenler v b - dinsel işlevini yeniden keşfetmiş ve son noktasına vardtrm ı ş t t r . İ n s a n bedeninin m ü k e m m e l l i ğ i n i n dinsel anlamı -fiziksel güzellik, lıareketlenn u y u m u , huzur, s ü k û n e t - sanatsal kalıbın da esm kaynağı o l m u ş t u r . Yu nan tanrılarının, mitlerde g ö r ü l e n ve daha sonra
filozoflar
tarafından acımasızca
eleştirilen, insan biçimli o l u ş u dinsel anlamını tanrı heykelciliğinde bulur. T a n r ı ların d ü n y a s ı ile ö l ü m l ü l e r i n d ü n y a s ı arasında yok edilemez b i r mesafe bulundu ğ u n u savunan b i r d i n , paradoksal olarak, insan bedeninin m ü k e m m e l l i ğ i n i tanrı lara en uygun temsil biçimi haline geliri t. Ama asıl altının çizilmesi gereken nokta, ş i m d i k i zamana verilen dinsel değer dir. Yalnızca var olma, zaman içinde yaşama olgusu bite dinsel b i r boyut taşıyabi lir. Kutsallık şu anıtı, "doğal" o l a n ı n ve g ü n d e l i k olanın içinde bir anlamda "gizlendigi'riden, b u boyut her zaman açıkça g ö r ü n m e z . Yunanların keşfettiği "yaşa m a sevinci," d i n d ı ş ı t ü r d e b i t eğlence değildir. Var o l m a n ı n , hayatın ketıdiliğitıdenligine ve d ü n y a n ı n g ö r k e m i n e - g e l i p geçici b i r biçimde de olsa- katılmanın m u t l u l u ğ u n u onaya koyar. Yunanlar da, kendilerinden önce ve sonra gelen başka birçok halk gibi, z a m a n ı n elinden k u r t u l m a n ı n en güvenli y o l u n u n içinde yaşanan anm i l k bakışta fark edilmeyen zenginliklerinden yararlanmak o l d u ğ u n u öğren mişlerdi . İnsan hayatının sonlu o l u ş u n u n ve "herhangi bir özelliği olmayan" b i r varolu ş u n "sıradanlıgı"mn k u t s a l l a ş t ı n l m a s ı , dinler tanhinde oldukça sık rastlanan b i r g ö r ü n g ü d ü r . Ama " s ı n ı r l a r ı n ve " k o ş u l l a r ı n - n e türde olurlarsa olsunlar- kut-
320
ZEUS VE YUNAN DİNİ
s a l l a ş t ı n l m a s ı , özellikle l . biııyılda Çivi ve Japonya'da m ü k e m m e l l i k noktasına ulaşmış ve her i k i k ü l t ü r ü de derinden etkilemiştir. Tıpkı eski Yunanistan'da o l d u ğ u gibi, "doğal v e r i ' n i n bu şekilde aşkın bir d ö n ü ş ü m geçirmesi özel b i r este tiğin ortaya çıkışında da ifadesini b u l m u ş t u r .
Bkz. b u eserin I I I , cildi.
321
75
ELEŞTİREL KAYNAKÇA
§ 83. Yunan dininin tarihsel incelemesi ve yorumlayıcı çözümlemesi, Avrupa kültür tarihinin heyecan verici bir bölümünü oluşturur. XIX. yüzyıl ortasındaki K. O. Millier veya F. G. Weicker'den başlayarak en yakın tarihli Brelich, Burkert veya Vemant ve Destier'in katkılarına kadar farklı yorumları birkaç sanıda özetleme olanağı bulunmadığı için, kaynakçanın Özü nü hatırlatmakla yetineceğiz ö n c e bazı sente; eserlerini belirtelim: Gilberl Murray, Five Sin ges oj Greek Religion (1925); M. P Nilsson, A History of Greek Religion (1925, 2. baskı, 1949); 1_. Geraet ve A. Boulanger, Le génie grec dans la religion (1932); Ü. Kern, Oie Religion der Gri¬ echen, I-II1 (1926-1938); W. K C Guthrie, Les Grecs et leurs dieux (Fr. çev Payot, 1956 = The Greeks and Their Gods, 1950); lî. Pettazzoni, La Religion dans la Grèce antique (Fr. çev.
Payot, 1953). J. E. Harrison, Prolegomena fo the Study oj Greek Religion Cambridge, 1903, 2. baskı, 1922) halâ okunması yararlı bir eserdir; I l J. Rose, A Hüiıdbuoli oj Greek Mythology (Londra, 1928, 4. baskı, 1950). Waller Otto, Yunan mitolojisi ve diniyle ilgili hayranlık veri ci ve çok kişisel bir yorum yayımladı: Die Göiter GrieeJıeıı lands (Frankfurt, 1928) U. von Wilamowitz-Moellendorf, DerGlnubederHelleneıı, 1-11 (Berlin, 1931-32), büyük Alman dilbi limci ve tarihçinin vasiyeti gibidir. Son olarak, M P. Nilsson'ım çok Iıacimli eseri Geschichte dergriechischen Religion, l - l l (Münih, 1940 [3. baskı, 1967|, 1950) içerdiği belge külliyatının zenginliğiyle vazgeçilmez bir temel kitaptır, L R. Famcll'in beş ciltlik eseri The Cults oj the Greek States, 1-V (Oxford, 1896-1909), derlenmiş ve çözümlenmiş malzemeleriyle hâlâ ya rarlıdır. E, R. Dodds'un kitabı. Tiıe Greeks and the Irrational (Berkeley, 1951) şaşırtıcı bir yay gınlık kazanmıştır; bu kitabın başansı çağdaş Zeltgcist'ın bazı eğilimlerini yansıtmaktadır. Zeus hakkında A. B. Cook önemli bir çalışma yayımlamıştır; Zeus, ï-XII (Cambridge, 1914-1940); aslında tanrının ve genelde Yunan dininin çeşitli yönleri üzerine kaleme alın mış bir dızL monografi s ö z konusudur. Çeşitli genel eserlerde Zeus'a aynlnıış bölümleri belimneye gerek görmüyoruz. Konunun özü Guthrie tarafından sunulmuştur, a.g.y., s. 49-81. Aynca bkz. M. P. Nilsson, "Vater Zeus," ARW, 35, 1938, s. 156-171 (Opuîcula Selecta, 11, Lund, 1952, s. 710-731'de yeniden yayımlanmıştır) ve özellikle Hugh Lloyd-Jones, The jus tice oj Zeus (Berkeley, 1971). Tlifogoııia için, M. L. West'in yayımını kullanıyoruz, fk'sıud's Tlıeogony. Edited with i'ıolegomena and Commentary (Oxford, 1966). Bu eserin anıikçag Yak m doğu's undaki koşutları 1940'tan beri sık sık tartışılmıştır; bkz, Peter Walcot. Hesiod and the Near East (Cardiff, 1966) Rheia'ya doğumu Girit'te yapmasını öğütleyen Gaia'dır. İki tanrıça Yeryüzü Ana'nın uk numlarıdır (hipostaz); nitekim Rheia'nın etimolojisi "engin," yani Yeryüzü'dür Zeus erkek ve kız kardeşlerini kusması için Kronos'u zorlayınca, Kronos önce taşı kus tu; Zeus bu taşı Delphoi'ye, Parnassos'un eteğine dikti (Pausanias, 10, 24, 6); krş. West, s 303, 498-500. dizelerin yorumu.
§ 84. ilk eş Metis ve Zeus'un onu yutmasının sonuçları hakkında, bkz. J. P. Vemant, "Metis 322
ZEUS VE YUNAN DİNİ
et les mythes de souverain été," RHR, 1971, 3, s. 29-76. Zeus Kretagenes, Girit'teki çocukluğu ve Giritli erkek tann ile ilişkileri konusunda, bkz. Charles Picard, Les Religions prtíielle'niques (Paris, 1948), s. 115 vd; H. Jeanmaire, Cauraî et Courues (Lille, 1939), s. 427 vd; Martin P. Nilsson, The Mynoan-Mycenaean Religion and irs Sutvıvdi in Greeh Religion (2. baskı, Lund, 1950), s. 55 vd. West, Hesiod's Theogony, s, 297 vd, Girit'teki çocukluk anlatısının eskiliğini göstermiştir (Tîıeog. 477). Zeus'un her şeyi kendine çekmesini sağlayan "altın halat" hakkında, bkz, Pierre Lévêque, Aurea Catena ¡domen (Paris, 1959); M . Eliade, Menliistophélès et l'Androgyne (Paris, 1962), s. 225 vd. Olymposlulann zaferinden sonra sağ kalan İlk Tanrılar hakkında bazı bilgiler ekleyelim. Gece, tek basına, oldukça silik yan-tanrı varlıklar doğurdu; bunlar daha çok kişileştirilmiş soyutlamalara benziyorlardı; ö l ü m , Uyku, Acı Alay, Sıkıntı, Yaşlılık vb (Hesiodos, Tfıeogoma, 211 vd). Ama Ûrpheusçu metinler Gece'yi Ana ve evrensel egemen olarak tanıtır (krş. Kem, OrpJı. JVagın , dipnot 24, 28, 28a, 65 vb) Nyks'in (Gece) mitolojik-dinsel yapısı ve çocuklarının anlamı üzerine, bkz Dario Sabbatucci, Saggio sul misticismo greco (Roma, 1965), s. 95 vd. Pontos (kısır Deniz) annesi Gaia'yla birleşerek oldukça geniş bir soya sahip oldu; krş. L. SÉchan ve P. Lévéque, Les grandes divinités de la Grice (Pans, 1966), s, 49 (ve kaynakça not lan, s, 64). Zeus Slyks'i Titarılar'a karşı savaşa katıldığı için yüceltir ve "taunların büyük yemini" onun adına etmesine karar verir (Tiıeog 399 vd). Aynca bks. Séchan ve Lévêque, Les gran des divinités de la Grice, s, 64, dipnot 68 Hekate ise tam anlamıyla bir ilk Tannça'dır. Zeus onun bir Titanides olarak sahip oldu ğu haklara ve ayrıcalıklara dokunmadı (Theog. 423 vd). Daha sonra Hekate cadılık işlerinde uzmanlaşmış bir tanrıça olacaktır; krş. Diodoroso, Bibliotkeke, 4, 45. "Uyku bilmez akışıyla koca dünyayı dolanıp duran" ilk Titan Okeanos (Aiskhylos, Zinci re Vurulmuş Frometheus, 138 vd), kız kardeşi Tethys'le evlendi. Ama burada Hesiodos ve Homeros'un değinmedikleri arkaik bir kozmogoninin de izleri bulunmaktadır; buna göre, Okeanos ve Tethys ilk sulardaki eril ve dişil ana ilkeleri canlandınyorlar; kısacası, tanrıların ve gerçeğin tamamının kaynaklandığı ilk çifti temsil ediyorlardı; bkz, Sechan ve Léveque, s. 50, 51, 65; Sabbatucci, a.g.y„ s. 110-116 ve özellikle J. P. Vernantin önemli incelemesi: "Thétis et le poème cosmogonique d'Alcman" (Hommage à Marie Delcourt, Latomus, c. 114, 1970, s. 38-69), zengin bir kaynakçayla birlikte (krş. s. 38, dıpnoı 2; s. 39, dipnot 8 vb). § 85. Famell, Kronos hakkındaki edebi kaynakları derlemiştir Cufls, V, böl 3, Bazı bilginler (Kem, Pohlenz) Kronos'u ve Titanlar'ı, Ari dili konuşan istilacılar tarafından yenilgiye uğratı lan yerli halkın tanrılan olarak görmüşlerdir. Başka bir ifadeyle, Olymposlular ile Titanlar arasındaki çatışmanın, bazı tarihsel olayları yansıttığını düşünmüşlerdir. Ama bu çatışmanın Doğuda da görülen koşutları, bu tezi çürütmektedir. Hesıodos'un beş çag miti hakkında, bkz. Arthur O. Lovejoy ve George Boas'm yayınıla-
323
DlNSKI. INANÇ1AI) VP DlJiUNCKI.hli l'ARM II -1
yıp yo ru ml adı kl an kaynaklar: Prin utivism and Related ideas in Antiquity (Baltimore, 1935), s. 25 vd. İran'daki koşut versiyonlar (özellikle Bundahisn) N. Söderbiom tarafından çevrildi ve tartışıldı: ERE, c. 1, s. 205-219. Ugo Bianchi, Elyseum'daki altın çağı, bir mucize eseri ışıl ısıl olan yeraltındaki Vara ülkesinin hükümdan olan ilk kral Yima hakkındaki Iran anlatısına benzetir; krş. "Razza aurea, tnito délie cmque razze ed Eiisio" (SMSiî, 34, 1963, s. 1+3-210), özellikle s. 187-189. j . Gwyn Griffiths, "Archaeology and Hesiod's Five Ages' (journal of the History of Ideas, 17, 1956, s, 109-119), bilginlerin genel kanısını (örneğin H. C. Baldry, "Who invented ıhe Golden Age?" Classical Quarterly, özel sayı 2, 1952, s 83-92'de ilen sürü len görüsü) reddederek, mitin madenlerin keşfine ve giderek kullanılmaya başlanmalarına gönderme yaptığını tahmin ediyor; krş. Baldry'nın yanıtı, Journal of the Histoıy of ideas, 17, 1956, s. 553-554. Bu sorun üzenne en iyi incelemeler içinde, bkz, J. Kerschenste iner, Plüton und der Orient (Stuttgart, 1945), s. 161 vd ("Der Metall myth o s"); J. P. Vernant, "Le mythe hésiodique des races. Essai d'analyse structurale," RHR, I960, s. 21-54 (Mythe et pensée chez les Ciecs, Paris, 1965, s. 13-41'de yemden basılmıştır); aynı yazar, "Le mythe hésiodique des races. Sur un essai de mise au point," Revue de plulologie, s. 247-276 (Mythe et pensée, s. 42¬ 79'da yeniden basılmıştır). Prometheus hakkında, bkz E. Vaudvıck, the Prometheus of tlesiod and Aeschylus (Oslo, 1943); Louis Séchan, Le mythe de Prometfree (Pans, 1951); Karl Kerényi, Fron ici Ii eu s: Arc hetypal Image of Human existence (New York, 196.3; Alnı. baskı 194S tarihlidir). § 86, Yunan kurban törenleri konusunda, bkz.: R. K. Yerkes, Sacrifice in Greek and Roman Religions and Early Judaism (Mew York, 1952), özellikle s, 88 vd ve özellikle Karl Meulı. "Gri echische Opferbrauche" (Phyilüiwüa, Festschrift Peler von der Muhil, Basel, 1946, s. 185-288) ve Wallet Burken, Homo Necüns (Berlin, 1972). s. 8-97 ve birçok yerde (s. 9, dipnot 2, kay nakça). Meulı'nin yazdığı gibi, "Olympos kurban töreni yalnızca riıüel hayvan kesiminden iba rettir" (a g.y., s. 223). İçi su dolu bir kâse ve arpa dolu bir sepet getirilir. Törene katılanlar el lerini yıkar ve kurbanın da üzerine su serperler. Daha sonra vejetaryen bir yemek hazırlar gi bi, arpayı çıkarırlar -ama sepetin dibindeki bıçağı bulurlar. Bunu bazı rituel hareketler izler: Bir an sessizlik, bir dua, sonra kurban rahibi kurbanın alnından birkaç kıl keser, bunlan ate şin üzerine aı.ar -ve darbesini indirdiğinde, bulun kadınlar birlikte haykırır. Kan bir kapta toplanır ve sunağın üzerine yayılır. Daha sonra uyluk kemikleri, yağ ve küçük et parçalarıyla birlikle yakılır. Bağırsaklar sunağın üzerinde kızartılır ve orada yenir (krş. Meulı, s 265 vd; Burkert, a.g.y., s 10 vd). Atina'da kullanan Bouphonia bayramı (tam çevirisi "öküzün öldürülmesi"), kanlı kur banın arkaik türde bir yorumunu bulmamızı sağlıyor. "Efendisinin dikkatsizliğinden yararla nan bir çift öküzü, Zeus Polieus sunağına yaklaşır ve sunak üzerine bırakılmış adaktan, site nin tanrısına ayrılmış tahılları ve pasıalan yemeye koyulur Kutsallığa bu saldın kaışısında öf keye kapılan Zeus rahibi eline bir balta geçirip hayvana vurur ve onu oldurur. Yaptığı eylem den korkuya kapılan "okuz katili" aceleyle kaçar ve suç aletini olay yerinde bırakır liitıielin ikinci kısmı, iki ayn bölümde oynanır, ilk bölümde dava Pryıancıon'da, cinayetler konn¬ - 324
ZEUS V E Y U N A N
DİNİ
sunda uzman mahkemenin huzurunda yargılanır Ballanın suçluluğu sapıanır ve Atıika top 1
raklarının dışına sürülür. İkinci bölümde, bütün site kurbanın etini rîıüel bir biçimde yer ken, öküzün içi saman doldurulur, yeniden ayağa dikilir ve iarla sürüyormuş görüntüsü ve rilerek sabana bağlanır" (Marcel Détienne, Les Jardins d'Adonis, Paris, 1972, s. 105; krş. kay nakça, s. 105, dipnot 2); şunu da ekleyin: Burkert, Homo Neeııns, s. 154-161. U. Pesıalozza'nın "Le origini delle Buphonia atenieıısı" makalesi (1956) Nıtovi saggi di religione ınediitıranea içinde yeniden basıldı (Floransa, 1964, s. 203-223). "Masumiyet komedisi" (Uhscfıuldsfeoınötfie, Meuli, s. 224 vd) Sibirya halklarının av rıtüellerinde de bulunur (krş. Evelme Lot-Falck ve diğerleri, Les nies de Ici cJıasse, Paris, 1953, s, 170 vd). M Détienne, kanlı kurbanın Yunanlatca kutsallığa saldırı olarak kabul edilen nite liğini ustaca yorumlar. Tanrılara bir hayvan kurban etmek, kan dökmek, gerçek bir cinayet işlemektir. Hayvan kurban etmek sitede bir kirlenme olarak görülür, ama bu kirlenme kaçı nılmaz ve gereklidir; çünkü öküzü öldürmek sitenin tannsal güçlerle ilişkilerim kurmak açı sından temel bir eylemdir" {a.g.y., s. 106-107) Ûntarihin diğer halklarında da görüldüğü üzere. Yunanlar farklı nedenlerle insan da kurban ediyorlardı, insanın yerini hayvanın alması (İphigeneia; Ishak) koşutunu, hayvan kurbanlarla nıüel biçiminde özdeşleştirilen insanlann kurban edilmesinde bulur. Athaınas oğlu Learkhos'u "bir geyik diye" öldürür (Apollodoros, Bibi. 3, 4, 3); Lukianos'a göre (De dea Syr. 58), Bambyke'de çocuklar kurban edilirken "onlar dana!" diye bagırılıyordu. W. Burkert, tekelerin kurban edilmesi ile tragedyanın kökeni arasındaki olası ilişkileri yeniden incelemiştir: "Greek Tragedy and Sacrifkial RituaP (Greefc, Roman and Byzantine Studıes, 7, 1966, s. 87-121). Olymposlular için yapılan kurban törenleriyle yer tanrıları ve kahramanlar için yapılanlar arasında belli farklılıklar vardır; krş. § 95. Promeıheus ve Deukalion hakkında, bkz. J. Rtıdbardt, "Les mythes grecs rclatiis a l'ins tauration du sacnfice; les rôles corrélatifs de Proméihée et de son fils Deucalion," Muséum Helvetiotm, 27, 1970, s. 1-15. Aiskhylos'un PrometJıeus Üçlemesi hakkında, bkz. Louis Séchant, Le mythe de PinméiÎiée, s. 4 vd; H. Lloyd-Jones, Tlie Justice ojZeus, s. 95 vd. İnsanlann bir dişbudaktan geldiğine ilişkin Yunan miti hakkında, krş. G. Bonfante, "Mİcrocosmo e macrocosmo nel mit o indoeuropeo," Die Sprache, 5, 1959, s. 1-9. İ 87. Moira ve aisıt hakkında, bkz.: W. C. Greene, Moiıa. Falc, Good andfc'vılm Greek Thoughl (Cambridge, Mass. 1944); Ugo Bıanchi, D/os Aiso. Destine, nomani e dıvinitâ neü'epos, utile teogome e nel culte de; Greci, (Roma, 1953); B, C. Dietrich, Dentlı, Fate and Üıe Gods, (Londra, 1967). ip bükmenin (eğirmenin) simgeselliği hakkında, krş. Dmler Tanlıine Giriş, § 58; birisinin hayat ipliğim "bükmek, eğirmekle onu "bağlamak" arasındaki eşdegerlilik konusunda, krş. images et Symboles, böl. 111, ("Le 'Dieu lieur' et le symbolisme des noeuds" ["Bağlayan Taun ve Düğümlerin Simgeselliği 1). 325
D İ N S E L İNANÇLAR Vh DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • '.
Hugh Lloyd-Jones. The justice of Zeus'xu (Berkeley. 1971) adalet düşüncesinin (dike) ta rihini parlak bir biçimde anlatmıştır. Nilsson'dan beri, Honıeros panteonunun yapılarıyla Miken feodal krallığı arasında birçok kez yakınlık kurulmuştur. "Adalet' (dike) tanrıların irade sine benzetilebilir. Miken krallan gibi tanrılar da kaprisli ve zalim olabilir, ama alçalrnazlar. Affediienıeyecek tek suç krala karşı sadakatsizlik veya ihanettir. Homeros'ta dike, belli bir toplumsal sınıfa ait bireylerin "haklan"nı
olduğu
kadar, bu sınıfa "ozgù davranış biçimi''ni dr
ifade ediyor gibidir. J. F. Vemant, Niiken egemenliğinin yapısını, tarihini ve yaşadığı krizi ya rarlı bir biçimde tartışmısür: Les origines de la pensée grecque, (Paris. 1962), s. 13-39. flıenı.'S ve 77iemis!es hakkında, bkz. Lloyd-'ones. s. 6 vd. 167-168 (kaynakça) Hybris düşüncesinin antikçagdan modern çağa kadar tarihi konusunda, bkz. Robert Payne'in çok kişisel eseri. llubrh. A Study of Pride, kı. New York, 1960).
326
(İDndra,
1951; gözden geçirilmiş yeni bas
XI. BOLUM
OLYMPOSLULAR V E KAHRAMANLAR
88. T a h t ı n d a n İ n d i r i l m i ş U l u T a n r ı ile B ü y û c ü - D e m i r c i : Poseidon ve H e p ha is t o s — Poseidon, i l k bastaki evrensel egemenliğini çeşitli nedenlerle y i t i r m i ş , eski bir u l u t a n r ı d ı r
1
Onun b u önceki g ö r k e m i n i n izlerine her yerde, öncelikle
de a d ı n d a rastlanır. Willamowiızt Poseidon a d ı n ı n "Yer'in kocası" (Posis Dos)/anla m ı n a geldiğini d o ğ r u b i r b i ç i m d e açıklamıştır. lîyadii'da, Zeus Poseidon'un ağa beyidir (15, 204), ama Hesiodos Zeus'u kardeşlerin en genci olarak tanıtırken k u ş k u s u z daha eski bir anlatıyı y a n s ı t m a k t a d ı r . Her ne olursa olsun, Zeus'un i k 1
tidarı suiistimal etmesine yalnızca Poseidon karşı çıkar ve ona ait alanın gökle sı nırlı o l d u ğ u n u hatırlatır. Bu ayrıntıda bir eski egemen t a n r ı n ı n en g e n ç ve en ta 5
l i h l i t a n r ı n ı n yükselişine karşı gösterdiği direncin anısı seçilebilmektedir. Evren paylaşıldığında denizlere egemenliği alan Poseidon tam b i r Homeros tanrısı oldu; Helenler için denizin ö n e m i ortada o l d u ğ u n d a n , dinsel güncelliğini hiç yitirmeye ceği kesindi. Bununla b i r l i k t e başlangıçtaki yapısı k o k l u b i r değişime u ğ r a d ı ve Yunanistan'a taşıdığı kuzeyin mitsel-dinsel mirası neredeyse tamamen dağıldı ve ya yeniden y o r u m l a n d ı . G e r ç e k t e n de Poseidon'a tapan Hint-Avrupa halkı Yunanistan'a gelmeden önce denizi t a n ı m ı y o r d u . Poseidon'a ait b i r ç o k özelliğin denizle hiçbir ilgisi yoktur. O atların tanrısı, Hippios'tur ve b i r ç o k yerde, özellikle de Arkadia'da ona b i r at b i çimi verilerek t a p ı n ı l ı y o r d u . Poseidon, her yerde Persephone'yi arayan Demeter'le Arkadia'da karşılaştı. Tanrıça o n u n elinden kurtulmak için kısrağa d ö n ü ş t ü , ama aygır b i ç i m i n e giren Poseidon ona sahip olmayı başardı. O n l a r ı n b i r l e ş m e sinden b i r kız ç o c u k ve savaş atı A r i o n d o ğ d u . Aşk maceralarının ç o k l u ğ u , baş 4
langıçtaki "Yer'in kocası" ve "toprağı sarsan" yapısını ortaya çıkararak, Posei d o n ' u Zeus'a yaklaştırır, Hesiodos'a göre, yme eski bir Yer tanrıçası olan Medusa
Akhalar döneminde Pylos'ta Poseidon'un dinsel konumu Zeus'tan çok daha üstündü. 2
Tkeogonia, 456.
3
ilyaıia, 15,195. Binnci bölümde (400 vd), Poseidon'un bir kez başka taunlarla birlikte kardeşini zincirlemek için gizlice tenip kurduğu belirtilir.
1
Pausanias 8, 25, 9'da Antimachus. 327
DINSI-L İNANÇLAR VI: DÜŞÜNCELLİK TARİHİ - I
ile evlendi. Bir başka anlatıda nakledildiğine g ö r e , Antaios onun Gaia ile birleş mesinin ü r ü n ü y d ü . Poseidon'un atla ilişkileri, bit hayvanın H m t-Avrupalı istilacılar için ö n e m i n i g ö s t e r m e k t e d i r . Poseidon atların yaratıcısı, babası veya atları paylaştıran tanrı olarak s u n u l m a k t a d ı r . Ama diğer yandan at yeraltıyla ilintilidir, bu da b i r kez da ha tanrının "Yer'in efendisi" niteliğini açığa ç ı k a r m a k t a d ı r . T a n r ı n ı n i l k gücünü ortaya koyan b i r diğer işaret, ç o c u k l a r ı n ı n dev veya canavar b i ç i m i n d e o l m a l a r ı - ' dır: Orion, Polyphemos, T r i t o n , Antaios, Hai'pya'lar vb. W i l l a m o w i t z ' i n düşün d ü ğ ü şekliyle, Hint-Avrupalıların toprakta yaşayan eril bereket r u h u , Posis Das olarak getirdikleri tanrı, Akdeniz ve Dogu dinlerindeki "Yer'in efendileri" olan bereket verici egemen tanrılara benzetilebilir. Poseidon, yalnızca deniz tanrısı 5
olunca, başlangıçtaki vasıllarından ancak denize bağlı olanları
koruyabilmiştir:
Kaprisli bir g ü ç ve denizcilerin yazgıları ü z e r i n d e k i egemenlik. Hephaistos, Yunan dininde ve mitolojisinde eşsiz b i r d u r u m d a d ı r . Benzersiz bir b i ç i m d e d o ğ m u ş t u r : Hesiodos'a göre, Hera o n u "kimseyle s e v i ş m e d e n , yalnız öfkeden ve kocasına h ı n c ı n d a n kendi kendine" d o ğ u r m u ş t u r .
6
Ayrıca Hephaistos
çirkinliği ve sakatlığıyla da diğer t ü m Olymposlulardan ayrılır. Her i k i bacağı da çarpık veya kısa o l d u ğ u için topaldır ve desteksiz y ü r ü y e m e z . Bu sakatlık Lemnos adasına d ü ş m e s i n i n sonucudur: Zetıs onu, annesi Hera'nın tarafım t u t t u ğ u için, Olympos'un tepesinden b u adaya fırlatmıştı. Bir başka versiyona g ö r e , d o ğ d u ğ u 7
sırada bedeninin biçimsizliğinden utanan Hera o n u denize atmıştı." İki Nereue k ı zı, Thetis ile Eurynome onu okyanusun o r t a s ı n d a k i derin bir m a ğ a r a d a ağırladı lar. Dokuz yıl boyunca Hephaistos orada demirciliği ve zanaatkârlığı ö ğ r e n d i . "Mazlum ç o c u k " ve "yeni d o ğ a n lanetli ç o c u k " izlekleriyle benzerlikler fark edilmektedir: Her i k i durumda da ç o c u k s ı n a v d a n b a ş a n y l a çıkar. Dionysos veya Theseus'un dalgaların arasına fırlatılmasına*'benzetilebilecek bir erginleme sınavı nın söz konusu o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r .
5
6
10
Ama b u , Hephaistos'un sakatlanmasını
KTŞ. Leonard Palraer, Mycenaean and Minoaııs, s 1 2 7 vd. Tlıeogonia, 9 2 7 ; krş. Apollodoros, Bibi. 1, 3, 5 - 6 Ama )iyrıdfl'da (1, 5 7 8 ) , Hephaistos babasının Zeus olduğunu ileri sürer.
7
llyada, 1 , 5 9 0 vd,
8
llyada. 1 8 , 3 9 4 vd.
5
Gerçeklen de Theseus denize dalarak labirente girip çıkmasını sağlayacak sihirli yüzüğü ve tacı -Hephaistos'un eseri- ek geçirmiştir; krş. Marie Delcoun, I Sephaistos
Bu da her i k i gelenekte m ü z i k ve şiirin temel ö n e m i n i açıklar. Samanlar kendin den g e ç m e haline şarkı söyleyip davul çalarak hazırlanır; Orta Asya ve Polinezya'da bilmen en eski destansı şiirler, esrime y o l c u l u k l a r ı n a çıkan ş a m a n l a r ı n ma ceralarını ö r n e k almıştır. A p o l l o n ' u n en ö n e m l i simgesi l i r i d i r ; l i r çalarak tanrı ları, vahşi hayvanları ve hatta taşları büyüler.' ' 11
Apollon'un i k i n c i simgesi olan yay da ş a m a m s t esınli katkı dağarcığının paTçasıdır, ama o n u n ritüel içinde k u l l a n ı m ı Samanizmin sınırlarını a ş m a k t a d ı r ; yay simgeselligi ise b ü t ü n d ü n y a d a yaygındır Apollon, "uzaktan oklayatı"dır, bunun la birlikte aynı sıfat Rama, ß u d h a ve başka kahramanlarla mucizevi kişilikler için de kullanılmıştır. Ama Yunan d e h a s ı , ş a m a n tekniklerini ve s i m gesell iğini d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü gibi, b u arkaik izlege de parlak bir biçimde yem bir değer k a z a n d ı r m ı ş tır. jApollon sayesinde, yay ve o k ç u l u k simgeselligi başka tinsel d u r u m l a r ı ortaya çıkarmaktadır.
Mesafeye egemenlik ve dolayısıyla
"an"dan, somutun
akışkan
o l m a y ı ş ı n d a n k o p u ş ; her türlü zihinsel y o ğ u n l a ş m a çabasını beraberinde getiren s ü k û n e t ve dinginlik. Kısacası, Apollon yeni bir teofani, d ü n y a ve insan v a r o l u ş u h a k k ı n d a tamamen Yunanlara özgü ve yinelenemez bir dinsel bilgiyi temsil eder. Herakleitos "uyumun, yay ve Ür a r a s ı n d a o l d u ğ u gibi, zıtiar a r a s ı n d a bir geri l i m i n sonucu o l d u ğ u " n u s ö y l ü y o r d u (frag. 51). Apollon'da zıtiar ö z u m s e n m i ş ve daha geniş, daha k a r m a ş ı k , yeni brr g ö r ü n ü m altında b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r .
Onun
Dionysos'la uzlaştırılması da, Python cinayetinden sonra a r ı n d ı r m a l a r ı n
koruyu
cusu konumuna y ü k s e l t e n aynı b ü t ü n l e ş t i r m e s ü r e c i n i n içinde yer alır.
Apollon
insanlara, kehanet " g ö r ü " s ü n d e n düşünceye giden yolu gösterir. Her t ü r l ü içrek bilgide bulunan zeytuni
unsur kovul m u ş t ur. Apolion'dan alınacak gerçek ders,
Delphoi'nin m e ş h u r deyişinde ifade edilmiştir: "Kendini, tam!" Zekâ, b i l i m , bil gelik, en başla Apoîlon olmak uzerc, tanrılar tarafından verilen tanrısal ö r n e k l e r
3
W. Otto,
J û
Euripides, A l t a i s , 579 vd; Rodos'tu Apollonios, 1, 740.
TIIÎ
Homeric Gods, s. 11.
336
Ol.YMFOSLULARVK KAHRAMı\Nl_AK
olarak kabul edilir. Apolloncu dinginlik Yunan insanı için tinsel m ü k e m m e l l i ğ i n ve buradan hareketle a k i m simgesi haline gelir. Ama aklın keşfinin, hem uzun bir çatışmalar ve b u n l a r ı izleyen uzlaşmalar dizisini sona erdirip, hem de esrime ve kehanet tekniklerindeki ustalığı en m ü k e m m e l noktaya vardırması anlamlıdır.
92. K e r m e s , " İ n s a n ı n Y o l d a ş ı " — Zeus ile bir nympha olan Maia'nın oğlu Her¬ mes, tanrılar içinde en az O î y m p o s l u olandır. Homeros öncesi çağın tanrılarına özgü bazı niteliklerini bala k o r u m a k t a d ı r : Hâlâ fallus simgesini de içeren b i r gö r ü n t ü içinde tasvir edilmektedir; çift kanatlı, üzerine i k i yılan sarılmış zeytin da lından bir "sihirli Ssası" ve kendisini g ö r ü n m e z yapan b i r başlığı v a r d ı r ; Kirke'nin b ü y ü s ü n e karşı bağışıklık kazanabilsin diye Odysseus'a moly a d ı n d a k i sihir l i otu g ö s t e r i r . ' Üstelik Hertnes insanların arasına karışmayı da sever. Zeus şöy 3
le demişti: "En çok sen seversin yoldaşlık etmeyi b i r insana "
Jfl
Ama insanlarla
ilişkilerinde hem tanrı, hem D ü z e n b a z hem de usta bir zanaatkar olarak davranır. O tam bir varlık b a ğ ı ş l a y ı c ı d ı r : Her türlü talihin Hermes'in bir bağışı o l d u ğ u x
söylenir. Ama diğer yandan o, her türlü hileli işin ve d o l a b ı n s o m u t l a ş m ı ş hali dir. Doğar d o ğ m a z kardeşi Apollon'un s ü r ü l e r i n i çalar; bu nedenle h ı r s ı z l a r ı n yoldaşı ve koruyucusu o l m u ş t u r . Euripides onu "işlerini gece g ö r e n l e r i n t a n r ı s ı " diye anar. A m a bir yandan gece çıkılan hırsızlıkları ve çapkınlık maceralarını kollarken, diğer yandan da s ü r ü l e r i n ve yollarda geciken yolcuların da koruyucusudur. Pausanias, "sürülere ve onların b ü y ü m e s i n e bu kadar ilgi duyan bir tanrı daha yok tur" diye yazar (2, 3, 4). O yolların tanrısıdır ve adını yolların k e n a r l a r ı n d a bu lunan taş k ü m e l e r i n i n birinden (hermaiorO almıştır: Her geçen, yığına b i r taş a t a r d ı , B ü y ü k olasılıkla Hermes başlangıçta göçebe çobanların koruyucu tanrıla 41
r ı n d a n b i r i , hatta belki de Hayvanların Efendisi'ydi. Ama Yunanlar, Hermes'in ar kaik vasıflarını ve başarılarını daha derin bir anlam yükleyerek y o r u m l a d ı l a r . Yolların y ö n e t i m i Hermes'teydi, ç ü n k ü o hızlı y ü r ü y o r ("altın sandaletleri" var dır) ve yolu bildiği için gecelen kaybolmuyordu. Bu nedenle hem s ü r ü l e r i n kıla vuzu ve koruyucusu hem de hırsızların hamişidir. Yine aynı nedenle t a n n l a n n da
Odysseia, 10, 302-306. llyada, 24, 334 vd. Odysseia, 8, 335. Riıesus, 216 vd. Bu adete hâlâ birçok halkta, daima yolculukla ilişkili olarak rastlanmaktadır. 337
DİNSEL INANCLAR VE DÜŞÜNCE LEB TARİHİ -1
ulağı o l m u ş t u r . Aynı vasıflar Hennes'i muhtemelen bir psikopomp'" da y a p m ı ş t ı r : Ö t e k i dün yada ölülere o rehberlik eder, ç ü n k ü yolu bilir ve karanlıklar içinde y ö n ü n ü bula bilir. Ama ölenler kendilerini Hermes'in yakaladığını söyleseler de, o bir ölüler tanrısı değildir. Başma h i ç b i r iş gelmeden her ü ç kozmik düzeyde de dolaşabilir. Ruhları yeraltına g ö t ü r ü r , ama onları y e r y ü z ü n e geri getiren de odur: Persepho¬ ne, Euridice veya Aiskhylos'un Persler'inde B ü y ü k Kral'ın r u h u (629) b u gen dö n ü ş y o l c u l u ğ u n u Hermes'le birlikte yaparlar. Hermes'in ölülerin ruhlarıyla ilişki leri o n u n "tinsel" yetenekleriyle de açıklanır; ç^tıkü kurnazlığı ve pratik zekâsı, b u l u ş ç u l u ğ u (ateşi o b u l m u ş t u r ) , g ö r ü n m e z olabilme ve istediği her yere göz açıp k a p a y ı n c a y a kadar gidebilme g ü c ü bilgelik vasfının, özellikle de gizli i l i m l e r us talığının habercileridir; b u özellikler ileride, Helenistik çağda Hermes'e özgü n i telikler haline gelecektir. Karanlıklarda y ö n bulabilen, ölülerin r u h l a r ı n a rehber l i k eden ve hem g ö r ü n ü r hem g ö r ü n m e z olup, ş i m ş e k hızıyla dolaşabilen b u tan rı, son tahlilde aklın bir halini y a n s ı t m a k t a d ı r : Bunda yalnızca zekâ ve hile değil, irfan ve b ü y ü de yer a l m a k t a d ı r . W . Otto, Hermes'in yeteneklerini parlak b i r b i ç i m d e ç ö z ü m l e d i k t e n sonra, "onun d ü n y a s ı n ı n b i r k a h r a m a n l ı k d ü n y a s ı olmadıgı"nı kabul eder ve "onun dün yası soylu değildir ... ama bayağı ve tiksinti verici olmaktan da uzaktu" sonucu na varır.'
12
Bu d o ğ r u , ama yetersiz bir t a n ı m l a m a d ı r ; ç ü n k ü daha klasik çağda
Hermes figürünün ayırt edici niteliğini, insanlar dünyasıyla ilişkileri
oluşturur.
Bu dünya t a n ı m ı gereği "açık"tır; sürekli y a p ı l m a k t a , yani sürekli düzeltilmekte ve aşılmaktadır. O n u n i l k vasıflan - h i l e ve b u l u ş ç u l u k , karanlıklar üzerinde ege menlik, insanların i ş l e n n e i l g i , ölülere r e h b e r l i k - s ü r e k l i yeniden yorumlanarak, sonunda Hermes'i durmadan k a r m a ş ı k l a ş a n ve hem uygarlaştırıcı kahraman, hem i l i m i n koruyucusu hem de gizli bilgilerin ö r n e k alınacak imgesi olan b i r
figür
haline getirecektir. Hermes, "klasik" d i n i n krizinden sonra da dinsel niteliğini yitirmeyen ve Hı ristiyanlığın zaferi sırasında yok olmayan az sayıda Olympos t a n r ı s ı n d a n b i r i d i r . Helenistik çağda Thot ve Mercunus'la ö z d e ş l e ş t i n l i r ve yeniden İtibar kazanır; simya ve Hermesçilik aracılığıyla X V I I . yüzyıla kadar Hermes Trismegistos [Üç kez BuyükJ olarak yaşayacaktır. Yunan filozofları Hermes'i d ü ş ü n c e n i n kişıleşti-
* Psikopomp (Grk. psukhopompos): Ruhu ölüler âlemine götüren rehber; yaşayan bir kişinin ruhunun manevi rehberi —yn. 4 2
Oııo, The Homeric Gods, s. 122 vd. 338
OLYMPOSLULAR VE KAHRAMANLAR
rilmesi, hgios olarak görürler. O, b ü t ü n bilgilere ve öncelikle de gizli gnosis'e sa h i p tanrı olarak kabul edilir; b u d u r u m da onu " b ü t ü n b ü y ü c ü l e r i n ö n d e r i , " ka ranlığın güçlerini yenen tanrı yapacaktu, ç ü n k ü "o her şeyi b i l i r ve her şeyi ya pabilir. "
43
Odyssria'nm sihirli ot moly b ö l ü m ü , gerek Yunanlar gerekse H ı r i s t i y a n
yazarlar tarafından bir alegori olarak s ü r e k l i kullanılacaktır. Odysseus'u, K i r keYıin domuza d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü yoldaşlarının başına gelenlerden kurtaran b u b i t k i , i ç g ü d ü y e karşı çıkan akıl veya r u h u a r ı n d ı r a n eğitim olarak görülecektir. Ve filo zoflar tarafından Logosla özdeşleştirilen Hermes, Kilise Babaları tarafından İsa'ya benzetilecek, daha sonra Rönesans çağının simyacıları ise Hermes için sayısız b e n z e ş t i r m e ve özdeşleştirme yaratacaklardır [bkz. cilt I I I ) .
93. T a n r ı ç a l a r I ; Hera, A r t e m i s — Hera ayrıcalıklı konumunu b ü y ü k ölçüde, onun Zeus'un eşi olmasını ö n e çıkaran Homeros'a b o r ç l u d u r . Başlangıçta Hera A r g o ş ' u n tanrıçasıydı; t a p ı m ı oradan b ü t ü n Yunanistan'a yayıldı.
Willamowitz
adını, heros'un (kahraman) dişil biçimi olarak açıklar ve a n l a m ı n ı n despoina, "Kut sal Kadın" o l d u ğ u n u s ö y l e r .
44
A k h a l a n n tanrıçayı m ı , yoksa yalnızca adını m ı be
raberlerinde getirdiklerine karar vermek g ü ç t ü r . Büyük olasılıkla Argoş'un Kutsal K a d m ı ' n m g ü c ü n d e n ve g ö r k e m i n d e n ç o k etkilenmişler ve onu kendi en b ü y ü k tanrılarının eşi y a p m ı ş l a r d ı . Belki de bu nedenle Hera evlilik k u r u m u n u n simge 45
si ve koruyucusu oldu, Zeus'un sayısız sadakatsizliği onun kıskançlığını k ı ş k ı r t t ı ve şairlerle m i t yazıcılar tarafından uzun uzun anlatılan kavgalara y o l a ç a . Zetıs Hera'ya karşı, hiçbir Akha şefinin eşine karşı davranmaya cesaret edemeyeceği bir b i ç i m d e davranır: O n u değnekle döver, hatta b i r keresinde ayaklarına koca b i r ağırlık bağlayarak asar; b u işkence daha sonra kölelere u y g u l a n a c a k t ı r . Hesiodos'a g ö r e ,
47
46
Hera Zeus'a ü ç ç o c u k verdi: Hebe, Ares ve Eileithya; ayrıca
tek başına da Hephaistos'u d o ğ u r d u . " Kendi kendine d o ğ u r m a , kendi başına ha1
1 3
Bkz. Hugo Rahner tarafından sayılan kaynaklar, Greek Myths and Christian Mystery, s. 191-192. Krş. cilt I I .
4 4
Willamowiız, Gtaube, 1,237.
4 5
Rose, Uandhook, s. 52; Guthrie, s. 72.
4 6
llyada, I , 567, 587; XV, 18 vd. Krş. Plautus, Aşinana, 303-304; Rose, a.g.y., s 106 ve dip not 15. Bu tür sahnelerde tarihsel gerçeklerin anılan okunabildiginde, oldukça eski, Ak halann yarmadaya gelmelennden öncesine ait bir dönemin söz konusu olduğuna kuşku yoktur. Anlamlı olan, bu tür kavgalann Homeros ve dinleyicilerim eglendirebilmesidir.
47
Theogonia, 923-924.
4 8
A.g.y., 926. 339
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞONCELER TARİHİ -1
mile kalabilme yeteneği tanrıçaların b u en Olymposlu olanının bile, Akdenizliliğe ve Asyanikliğe özgü niteliğini hâlâ k o r u d u ğ u n u g ö s t e r m e k t e d i r . Hera'nm her y ı l , Kanathos kaynağında y ı k a n a r a k yeniden bakireliğine k a v u ş t u ğ u n u ileri s ü r e n an latının i l k a n l a m ı n ı saptamak zordur.
19
Ataerkil bir evlilik anlayışıyla uyumlu b i r
simge m i söz konusudur? (Çünkü ataerkil t ü r d e toplumlarda bekarete b ü y ü k de ğer verildiği b i l i n i y o r . ) Ne olursa olsun, Yunanlar Argos tanrıçasında k ö k l ü deği şiklikler yapmıştır. Bununla birlikte ö z g ü n niteliklerinden bazıları halâ ayırt edi lebilmektedir. Egeli ve Asyanik tanrıçaların çoğu gibi, Hera da yalnızca e v l i l i k tanrıçası değil, aynı zamanda evrensel bereket tanrıçasıydı. Bazı bilginler Hera¬ Ana Tanrıça v a r s a y ı m ı n ı reddetse. de, b i r ç o k sitede (Plataia, Euboia, Atina, Samos vb) Zeus'la bir hieros gomos'tan söz edilmesi olgusunu başka türlü a ç ı k l a m a k güç tür. Dolleyici b i r fırtına tanrısıyla Yeryüzü Ana'nın birleşmesinin t i p i k imgesi soz konusudur. Ayrıca Heraya Argos'ta "çok öküzü olan," "boyunduruk tanrıça sı" diye de tapılırdı. (Homeros onu llycda'dn "inek gözlü" diye betimler.)
Son
olarak, Hera ü r k ü t ü c ü canavarların, ö r n e ğ i n Lemalı Hydra'nın annesi olarak ka bul edilirdi. Ama canavar d o ğ u r m a k yer tanrıçalarının özelliklerindendir.
Nite
k i m daha Önce g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 83), Hestodos'a göre Typhon'un annesi Gaia (Yer) i d i . Ama yerle, toprakla ilişkili b ü t ü n bu vasıflar ve güçler yavaş yavaş unutuldu ve Homeros'tan itibaren Hera'nın aldığı biçim sonuna dek s ü r d ü : Tam b i r evlilik tanrıçası. L y d i a ' r k k i b i r yazıtta "Artimis" b i ç i m i n d e bulgulanan Artemis'in ismi, onun d o ğ u l u k ö k e n i n i belirtir. Bu tanrıçanın arkaik niteliği ortadadır. O öncelikle tam bir Yabam Hayvanlar T a n n ç a s ı ' d ı r ;
50
yani hem bir av tutkunudur hem de yabani
hayvanların koruyucusu d ur. Homeros ona Agrotera, "Yabani Hayvanların Kadını" ve Aiskhylos ise (frag. 342) "Vahşi Dağların Kutsal Kadım" der
Özellikle gece
avlanmayı sever. Aslan ve ayı o n u n gözdeleri ve a r m a s ı n d a yer alan hayvanlardır; b u da Asyanik ö n ö r n e k l e r i hatırlatır. Homeros, Artemis'in
Skamandrios'a
her
t ü r l ü av h a y v a n ı n ı v u r m a y ı nasıl öğrettiğini anlatır.^ Ama k a r n ı n d a y a v r u l a r ı n ı 1
taşıyan bir dişi tavşan i k i kartal tarafından parçalanıp yenince, tanrıça çok öfkele-
Pausamas, 11, 36, 2; Argos'talri gizli Hera kültlerine de değinir ve bu durum Rose'a sıradışı görünür, s. 128, dipnot 11. Amabkz. Jeanmaire, Dionysos, s. 208 vd TO
llyaâa'da böyle nitelenir: polnia theron, XXI, 470 vd.
M
Ilyada, V, 50-54, Aiskhylos. Agamemıton, 133 vd. 340
0LYMPOS1 V\AR VE KAHRAMANLAR
A n e m i s tam bir bakire tanrıçadır, bu da başlangıçta annelik b o y u n d u r u ğ u n dan ö z g ü r bir tanrıça olarak anlaşılabilirdi. Ama Yunanlar onun kalıcı bakireliği ni aşka karşı ilgisizlik olarak y o r u m l a m ı ş l a r d ı r . Apiıradiie^ye Homeros Övgüsü (1, 17) t a n r ı ç a n ı n g ü ç s ü z l ü ğ ü n ü kabullenir. Euripides'in Hippolytos adlı tragedyasında (1301), bizzat Artemis Aphrodite'ye d u y d u ğ u k i n i açıkça ifade eder Oysa Artemis b i r ana tanrıçanın b i r ç o k özelliğini gösterir. En eski t a p ı m y e n olan Arkadıa'da, Demeler ve Persephone ile birleştirilmişti. Herodotos (11, 156), Aiskhyios'un Artemis'i Demeter'in kızı olarak g ö r d ü ğ ü n ü , yani Persephone ile öz deşleştirdiğini kesin bir dille açıklar. Bazı Yunan yazarlar Artemis'e Girit'te Britom a r î i s d e n d i ğ i n i b e l i r t i r l e r , " b u da o n u n Minos t a n n ç a s ı y l a ilişkilerini g ö s t e r i r . Aıtemis'in diğer dillerdeki adlan arasında frigya'da Kybele'yi ve Kapadokya'da da Ma'yı saymak gerekebilir Ne zaman ve hangi bölgede Anemis diye anılmaya b a ş landığı bilinmemektedir, Efes'te analık işlevi heykellerde • kadar grotesk
bir
tarzda tasvir ediliyordu k i , onu b i r Yunan t a n n ç a s ı olarak kabul etmekte duraks a n m a k t a d ı r . Kadınlar Artemis'e Locheia, d o ğ u m tanrıçası diye taparlardı. O aynı zamanda kurotrophos, " i y i k a d ı r i ' d ı ve gençlerin egiticisiydi. Tanhsel çağda b u l g u lanan bazı Artemis r i t ü e l l e r i n d e , erginleme t ö r e n l e r i n i n mirası
MÖ I I . binyılm
seçilebilir.
Ege
toplumlannın
Alpheios A n e m i s i
kadın
onuruna yapılan
dans ve Peloponnesos'un her yerinde t a n n ç a için yapılan danslarda orjı t ü r ü b i r nitelik vardı. Bir özdeyiş "Artemis'in dans e t m e d i ğ i yer var mı?" d i y o r d u . Başka b i r deyişle, Artemis için dans edilmeyen b i r yer var m ı d ı r ?
51
T a n r ı ç a n ı n ç o k çeşitli ve k i m i zaman çelişkili çehrelerinin gerisinde. Yunan dinsel dehası tarafından yeni değerler y ü k l e n m i ş ve geniş b i r yapı içine k a t ı l m ı ş arkaik tanrısal b i ç i m l e r i n ç o ğ u l l u ğ u keşfedilmektedir. Akdeniz tarihöncesine ait, D a ğ l a n n Kutsal Kadını ve Yabani Hayvanlar Tanrıçası, Ana T a n n ç a l a r m vasıf ve güçlerini o l d u k ç a erken bir d ö n e m d e ö z ü m s e m i ş , ama en eski ve özgül nitelikle r i n i de yitirmemiştir; H e m a v c ı l a n n , hem yabani hayvanların hem de g e n ç ktzlan n koruyucusu. Homeros'la birlikte profili belirginleşmeye başlar: Artemis, aşkı ve evliliği değil, bereketi ve analığı bilen yabani hayatı y ö n e t i r . Özellikle çelişki li izleklerin ( ö r n e ğ i n bekaret-annelik) bir arada varoluşuyla kendini belli eden ay kırı niteliğini hep k o r u m u ş t u r . Yunan şairlerin, mit y a z ı c ı l a n n ı n ve teologlann yaratıcı imgelemi, zıtların b u şekilde b i r arada v a r o l u ş u n u n tanrısallığın gizemle rinden b i r i n i çağrıştırabılecegini keşfetmiştir.
5 3
Krş, Rose'da belirtilen kaynaklar, Handbook, s. 131, dipnot 59.
3 1
H.Jeanmaire, Dionysos, s. 212 vd. 341
DINSEL INANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIHI - 1
94. T a n r ı ç a l a r I I : A t h e n a , A p h r o d i t e — Hera'dan sonraki en ö n e m l i Yunan tan rıçası h i ç k u ş k u s u z Athena'dır. ismi Yunanca ile a ç ı k l a n a m a m ı ş t ı r . Kökenine ge lince, bilginlerin çoğu tarafından kabul g ö r e n Nilsson'un varsayımı o l d u k ç a inan dırıcı g ö r ü n m e k t e d i r : Athena herhalde, M i k e n prenslerinin m ü s t a h k e m sarayları n ı n koruyucusu b i r Sarayın Kutsal Kadını'ydı; k a d ı n ya da erkek meslekleriyle ilişkili bir ev tanrıçası olmakla b i r l i k t e , bir savaş ve y a ğ m a d ö n e m i n d e kalede b u l u n m a s ı , ona savaşçı bir t a n r ı ç a n ı n vasıflarını ve güçlerini k a z a n d ı r m ı ş t ı . Zeus'un b a ş ı n d a n zırhını giymiş, mızrağını sallayarak ve savaş narası atarak ç ı k m ı ş tı. U n v a n l a r ı n ı n çoğu b u savaşçı niteliği duyurur: Promakhos ( Ş a m p i y o n ) , Sthenias ( G ü ç l ü ) , Areia (Savaşçı) vb. Bununla birlikte ([yada'daki b i r ç o k
bölümün
de gösterdiği
gibi,
Athena
Ares'ın azılı d ü ş m a n ı d ı r ve zaten onu X X I . b ö l ü m ü n m e ş h u r tannlar savaşında ezer (390 v d ) .
55
G e r ç e k b i r kahraman örneği olan Herakles'e ise, tam tersine hay
r a n d ı r . Herakles'e insanüstü sınavlarında y a r d ı m ve sonunda göğe ç ı k a r k e n reh berlik eder.* Athena Tydeus'a da h a y r a n d ı ve hatta onu ö l ü m s ü z l e ş t i r m e k istiyor 5
du; ama ağıı yaralı k a h r a m a n ı n d ü ş m a n ı n ı n kafatasını kırıp beynini yediğini g ö r ü n c e , i ğ r e n e n tanrıça oradan uzaklaştı. Agamemnon'un hakaretlerine kılıcını kı 53
n ı n d a n sıyırıp yanıt vermeye h a z ı r l a n a n Akhilleus'u da, varlığıyla durduran Athe na'ydı. Silahlı çatışmaları yücelten b i r izleyici t o p l u l u ğ u için ü r e t i l m i ş b i r destanda bile, Athena b i r savaş tanrıçasından farklı bir g ö r ü n ü m d e ortaya ç ı k m a k t a d ı r ; ç ü n k ü savaş, kendisi de katılsa, tam bir erkek etkinliğidir. Savaşa k a t ı l m a s ı n ı n nedenini ise şöyle açıklar: "Evlilik d ı ş ı n d a her konuda g ö n l ü m erliğe e ğ i l i m l i . " '
8
Aphroiüte'ye ffomeros Övgüsü ( I , 9), aşk tanrıçasının Athena ü z e r i n d e iktidarı olma dığını k a b u l eder. Homeros ve Hesiodos ona Pallas, "Kız" derler ve Atina'da da "Bakire" diye b i l i n i r (Parthenos), Ama o, Artemis'ten farklı t ü r d e bir bakire t a n r ı çadır: Erkeklerden kaçmaz, onları uzağında tutmaz. Athena Odysseus'a dostça bağlanır ve onu k o r u r , güçlü kişiliği ve bilgeliği nedeniyle ona hayranlık duyar: O "çok akıllı" (polymetis), akıl b a k ı m ı n d a n Zeus'la karşılaştırılabilecek tek insan-
Gerçi bütün tannlar, "hak bilmediği" için "deli" dedikleri Ares'ten nefret eder (llyada, V, 761). Zeus bile, "Olympos'ta oturan tannlar arasında benim en iğrendiğim taunsın sen, hep hırgür, kavga, savaş işin gücün" der (V, 890). Pausanias III, 18,11 vb. Bakkhyhdes, frag. 41; Apollodoros, Bibi, 111, 6, 8, 3. Aiskhylos, Eumeıııdes, 736. 342
OLYMPOS I.ULAR V t Kfi\IRAMANI AR
dır.
Hesiodos Thcogorıiö'da (896), A t h e n a > "gücü ve tedbirli bilgeliği b a k ı m ı n
dan babasına denk" g ö r ü r . Olympos t a n n l a r ı arasında yalnızca A t h e n a ı u n anası yoktur. Homeros Övgüsü ( I , 9 v d ) Zeus'un onu kafasından d o ğ u r d u ğ u n u kısaca ha tırlatır, ama b u m i t i n t a m a m ı n ı Hesiodos anlatır: Zeus zeka tanrıçası Metis'i ha mile iken y u t t u ve Athena babasının kafatasmdan dışarı çıkarak d o ğ d u . l ü m daha g e ç d ö n e m d e y a p ı l m ı ş bir ek oiarak kabul ediidi; özgün
Bu bö
0 0
mitte
yalnızca
Athena Yun Olympos d a ğ ı n ı n tepesinde g ö r ü l d ü ğ ü n ü n belirtildiği d ü ş ü n ü l d ü . Ama Ouo haklt olarak yutma ızJeğinin arkaik, "yabani" niteliğini v u r g u l a m a k t a d ı r .
fil
Kökeni ne olursa olsun, Athena'nın mucizevi doğuşu m i t i onun Zeus'la çok yakın ilişkilerini yansıtır ve doğrular. Euııenıdes'te "ben tamamen Babaya çekmi şim" diye itiraf eder (736). Odysseiö'da ( X I I I , 297), Odysseus'a şöyle der; "Ben de aklım (metis) ve d ü z e n l e r i m l e ö v ü n ü r ü m tanrılar arasında." Gerçekten de onun en belirgin vnsfı metis, pratik zekadır. Athena yalnızca e ğ i r m e ve dokuma gibi kadın işlerinin m ü k e m m e l koruyucusu olmakla kalmaz, o esas olarak bir "teknisyen," her t ü r l ü uzman işçinin esin kaynağı ve egiticisidir. Demirci saban d e m i r i n i yap m a y ı ondan öğrenir ve çömlekçiler ona yakarır: "Bize gel Athena, elini ocağımı zın ü s t ü n d e tut!" Gemi bulan ve savaş arabalarının nasıl kullanılacağını öğreten 62
de, atları evcilleştiren Athena'dır. Poseidoriun hak sahibi o l d u ğ u gemicilik
ala
n ı n d a ise, Athena aklının k a r m a ş ı k l ı ğ ı n ı ve b ü t ü n l ü ğ ü n ü ortaya koyar, Once b i r geminin y a p ı m ı n a özgü çeşitli teknik işlemlere m ü d a h a l e eder. Ama kaptanın ge misini " d o ğ r u y ü r ü t m e s i " için de y a r d ı m c ı o l u r .
65
T e k n i k b u l u ş ç u l u ğ u n kutsallığı ve zekâ mitolojisi adı verilebilecek b ö y l e b i r ö m e g e az rastlanır. Diğer tanrılar h a y a t ı n , bereketin, ö l ü m ü n , toplumsal k u r u m ların v b kutsallığının sayısız b i ç i m l e r i n i temsil ederler. Athena ise, zekâ, teknik beceri, pratik b u l u ş ç u l u ğ u n yanı sıra kendine h â k i m olmayı, sınavlarda s ü k û n e t i , d ü n y a n ı n uyumuna, dolayısıyla anlaşılabilirliğine güveni gerektiren bazı meslek ve yeteneklerin "kutsal" niteliğini veya "tanrısal" k ö k e n i n i ortaya koyar. Metis tanrıçasının, filozoflar çağında, tanrısal i l m i n ve insanların bilgeliğinin simgesi haline nasıl geldiği a n l a ş ı l m a k t a d ı r .
llyada, II, 169, 407, 636. Tiıeugonia, 886 vd; krş. § 84. Krş. Homeric Gods, s. 51. Homeros bu mitten bahsetmez (Kronos'un öyküsünü de sessiz ce geçiştirdiği gibi), ama Athena'yı "güçlü Baha'nın kızı" (olırimorjatre") diye adlandırır Krş. Otto'nun alıntıladığı Homerik yazıt (14-2), s 58. Krş. M, Deüenne, "Le navire d'Athena." 343
DINSEL INANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIHI -1
Aphrodite de, tamamen farklı bir d ü z l e m d e yer alsa da, Yunan dehasının yine en az bu kadar parlak bir yaratımıdır. Aphrodite, anlatılarda da ısrarla b e l i r t i l d i ği g i b i ,
6 1
kesinlikle doğu kökenli b i r tanrıçadır, üyada'da
Aphrodite T r o y a l ı l a r ı
korur. Ayrıca Iştar t ü r ü n d e k i tanrılarla da benzerlikler gösterir. Bununla b i r l i k t e özgül çehresi Ege-Asyanik b a ğ d a ş t ı r m a c ı h g ı n m b i n yıllık merkezi Kıbrıs'ta şekil lenmeye h a ş l a r .
65
Homeros'un onu Zeus ile Dione'ntn kızı ve H e p h a ı s t o s ' u n eşi
ilan ettiği llycıda'da (V, 365) H e l e n l e ş t i r m e süreci o l d u k ç a i l e r l e m i ş t i r ' ' Ama He6
siodos tanrıçanın d o ğ u m u y l a ilgili daha arkaik b i r versiyona sadık kalır; Tanrıça, Uranos'un denize atılan cinsel organlarından çıkan k ö p ü k l ü tohumlardan
(aphros)
d o ğ m u ş t u r . Daha önce de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 46), b ü y ü k bir tanrının h a d ı m edilmesi izlegı d o ğ u kökenlidir. Aphrodite tapırtımda, Akdenizli u n s u r l a r ı n (güvercin) yanı sıra, bazı Asyalı unsurlar da (tapınak köleleri) dikkat çeker. Diğer yandan, Aphroditt'ye övgüsü
Homeros
( I , 69 vd), onu gerçek b i r Yabanı Hayvanlar Tanrıçası olarak tanıtır: "Ar
k a s ı n d a , onu pohpohlayan bozkurtlar, kızıla çalan sarı postlanyla aslanlar, ayılar ve geyik yavrusuna doymayan hızlı panterler y ü r ü y o r d u . " Ama bunlara yeni, Aphrodite'ye özgü b i r çizgi de eklenir: Tanrıça "onların b a ğ ı r l a r ı n a isteği attı; o zaman hepsi vadilerin k u y t u yerlerinde çiftleşmeye gittiler" (çev. Jean H u n ı b e r t ) . Aphrodite hayvanların o l d u ğ u kadar, insanların ve tanrıların içine de "isteği attı," Hatta "Zeus'u bile yoldan çıkardı; "Zeus'un ö l ü m l ü kadınlarla, Hera'ctan habersiz bu kadar rahatça b i r l e ş m e s i n e yol açan" Aphrodite'ydi.^
7
Böylelikle Homervs öv
güsü, üç v a r o l u ş b i ç i m i n i , h a y v a n l a r ı , insanları ve tanrıları birleştiren cinsel itki olarak g ö r m e k t e d i r . Diğer yandan övgü,
unsuru
tensel isteklerin engellenemez
ve akıldışı niteliğini vurgulayarak, Zeus'un aşk maceralarına da bir gerekçe bul m a k t a d ı r (zaten b u maceralar tanrılar, kahramanlar ve insanlar tarafından sonsuz biçimde yinelenecektir). Kısacası cinselliğin dinsd açıdan g e r e k ç e l e n d i n I m e s i söz konusudur; ç ü n k ü cinsel aşırılık ve tecavüzlerin bile, Aphrodite tarafından kışkır t ı l d ı k t a n için, tanrısal bir k ö k e n e sahip o l d u k l a r ı kabul edilmektedir. Aphrodite ü ç kozmik d ü z e y d e h ü k ü m s ü r d ü ğ ü n e göre, hem gök (Asteria, Ura-
Herodol, l , 105; Pausanias, I , 14, 7. Odyssda, VIII, 362 vd. Ancak daha geç bir donemde savaş tannst Ares kocası olacaktır; Oclysseifl'da (VIII, 2Ö6365) Ares yalnızca âşığıdır. A.g.y.. 36, 40. 344
OLVMFOSLULAK Vfc KAHRAMANLAR
nia), hem deniz (Anadyomene, "denizden ç ı k m ı ş " ) hem de yer 68
tanrıçasıdır;
A d ı m attığı yerlerde yollar çiçeklenir ve b i t k i l e r i n bereketinin "birinci nedeni" odur,
fi9
Ama Apiırodile hiçbir zaman tam b i r bereket tanrıçası haline gelmeyecek
tir. Onun esinlediği, yücelttiği ve k o r u d u ğ u fiziksel aşk, tensel b i r l e ş m e d i r . Bu anlamda, Y u n a n l a r ı n cinsel d ü r t ü n ü n başlangıç çağındaki kutsal niteliğine, Aphro¬ dite sayesinde yeniden k a v u ş t u k l a r ı söylenebilir. A ş k ı n ç o k geniş tinsel kaynakla rı başka tanrılar, öncelikle de Eros tarafından yönetilecektir. Ama yazarlar ve plastik sanatçılar esas olarak b u akıldışı ve engellenemez cinselliği işleyecekler dir; b u öyle bir d ü z e y e varacaktır k i , Helenistik çağda "Aphrodite'nin Baştan Çık a n c ı l t k l a n " edebi klişelere d ö n ü ş e c e k t i r . Aphrodite etkisindeki bu sanatsal ge lişmeyi neredeyse fiziksel aşkın k o k l u bir b i ç i m d e kutsallıktan a r ı n d ı r ı l m a s ı ola rak yorumlama eğilimi vardır. Aslında Yunan d e h a s ı n ı n başka b i r ç o k y a r a t ı m ı n d a da g ö r ü l e n , taklit edilemez ve anlam zengini bir ö r t u l e m e söz konusudur. Hafif m e ş r e p b i r tanrıça g ö r ü n ü m ü arkasında, dinsel deneyimin en derin kaynakların dan b i r i gizlenmektedir: Cinselliğin aşkınlık ve mysteria olarak ortaya çıkışı. M o dern d ü n y a n ı n kutsallıktan uzaklaşması sürecini ç ö z ü m l e r k e n , b u t ü r ö r t ü l e m e n i n başka biçimleriyle de karşılaşacağız (bkz. b u eserin I I I , cildi).
95. K a h r a m a n l a r — Pindaros ü ç varlık kategorisi s a p t ı y o r d u : tanrılar, kahra manlar, insanlar.™ D i n tarihçisi açısından kahramanlar kategorisi bazı ö n e m l i so r u n l a r ı g ü n d e m e getirmektedir; Yunan k a h r a m a n l a r ı n k ö k e n i ve ontolojik y a p ı s ı nedir ve tanrılarla insanlar arasındaki diğer aracı türleriyle ne ölçüde k a r ş ı l a ş t ı n labilirler? Eskilerin i n a n ç l a r ı n ı n izini s ü r e n E. Rohde, k a h r a m a n l a r ı n "bir yandan yer t a n n l a r ı y l a ve d i ğ e r yandan ö l m ü ş insanlarla y a k ı n d a n i l i n t i l i o l d u k l a r ı n ı " tahmin ediyordu. "Aslında onlar, yerin içinde oturan, tanrılar gibi ebediyen ora da yaşayan ve g ü ç b a k ı m ı n d a n da tanrılara yaklaşan ö l m ü ş i n s a n l a r ı n r u h l a r ı n d a n başka bir ş e y d e ğ i l d i r . "
71
Taunlar gibi kahramanlara da kurbanlar sunuluyordu,
ama b u i k i ritüel kategorisinin isimleri ve usulleri farklıydı (bkz. s. 347). Buna karşılık Psj/che'den ü ç yıl sonra y a y ı m l a n a n Götternamen
(1896) adlı eserinde, H .
Usener k a h r a m a n l a r ı n tanrısal k ö k e n l i o l d u ğ u n u savunuyordu. Tıpkı dernonlar
Hem. su, hem cinsellik simgesi olan deniz kabukları onun kutsal işaretleri (lııera) içinde yer alır. Aiskhylos, Danaides \~Danam Kızianl, frag. 44, Olympia, 2, 1. Erwin Rohde, Psyche (Fr. çev.), s. 124. 345
DİNSEL İNANÇLAR V E DÜŞÜN CELEK TARIMI - I
gibi, kahramanlar da "anlık" veya "özel" tanrılardan (Sondcrgöttcr),
yani b e l i r l i
işlevlerde u z m a n l a ş m ı ş tanrısal varlıklardan geliyordu. 1921'de L. R. Farnell hâlâ belli b i r saygınlığı olan bir orta y o l k u r a m ı ö n e r d i . Bu yazara g ö r e , k a h r a m a n l a r ı n hepsinin k ö k e n i aynı değildi; o yedi kategori ayırt ediyordu; tanrısal veya r i t ü e l k ö k e n l i kahramanlar; gerçekten y a ş a m ı ş kişilikler (savaşçılar veya ruhban sınıfından kişiler); şairler veya âlimler tarafından yaratıl m ı ş kahramanlar vb. Son olarak, A. Brelich, konuya i y i nüfuz eden Gli erci gren (1958) adlı zengin kitabında, k a h r a m a n l a r ı n "biçim b i l i m sel y a p ı l a r ı n ı şöyle be timledi: Kahramanlar, ö l ü m l e r i n d e özel b i r y ö n ü n ö n e çıktığı; savaş, çatışma, kâ h i n l i k ve t ı p , erginleme t ö r e n l e n ve rny sterini arla yakm ilişkileri olan kişilikler dir; siteler kurarlar ve t a p ı m l a r ı n ı n yurttaşlıkla i l i n t i l i b i r niteliği vardır; onlar k a n d a ş g r u p l a r ı n ataları ve bazı temel insani etkinliklerin " i l k ö m e k
niteliğinde
temsile il eri "di r. Ayrıca bazı tuhaf, hatta canavarca özellikler ve i n s a n ü s t ü doğala rını ele veren sıradışı davranışlar kahramanlara özge n i t e l i k l e r d i r . " Özetle ifade edecek olursak, Yunan k a h r a m a n l a r ı n suı generis (insanüstü, ama asla tanrısal olmayan) bir v a r o l u ş tarzım p a y l a ş t ı k t a n ve b i r ö n d ö n e m d e , daha kesin bir ifadeyle kozmogoniyi ve Zeus'un zaferini İzleyen d ö n e m d e , etkinlik g ö s t e r d i k l e r i söylenebilir (krş. § 83-84). Etkinlikleri insanların ortaya çıkışından sonraya rastlar, ama yapıların h e n ü z tam yerine o t u r m a d ı ğ ı ve k u r a l l a r ı n henüz yeterince y e r l e ş m e d i ğ i bir "başlangıçlar" d ö n e m i s ö z konusudur. O n l a r ı n v a r o l u ş b i ç i m l e n de " k ö k e n l e r " çağının t a m a m l a n m a m ı ş ve çelişkili niteliğini ortaya k o 7ar.
K a h r a m a n l a r ı n d o ğ u m l a r ı ve ç o c u k l u k l a n sıradan değildir. T a n r ı l a n n soyun dan gelirler, ama k i m i zaman " i k i babalı" olarak bilinirler ( ö r n e ğ i n Herakles, Ze¬ us ve Amphitryon'dan; Tbeseus ise Poseidon ve Aigeus'tan o l m a d ı r ) , k i m i zaman da d o ğ u m l a r ı k u r a l d ı ş ı d ı r (Aigisthos, Thyestes'in kızıyla g i r d i ğ i ensest i l i ş k i n i n ü r ü n ü d ü r ) . D o ğ d u k t a n kısa b i r süre sonra terk edilir ( O i d ı p u s , Persetıs, Rhesos vb) ve hayvanlar tarafından e m z i r i l i r l e r ;
73
gençliklerini uzak ülkelere yaptıkları
yolculuklarla geçirip sayısız macerayla (özellikle spor ve savaş alanlannda başarı lar) sivrilir ve t a n n ç a l a r l a d ü ğ ü n yaparlar ( b u d ü ğ ü n l e r i n en m e ş h u r l a r ı arasuıda Peleus ile The t i s i n , Niobe ile Amphion'un, lason İle Medea'nın d ü ğ ü n l e r i sayıla-
A. Brelich, Gli eroıgrcii, s, 313. Bundan sonraki sayfalar Brelıch'in çözümle)nelerine çok şey borçludur. Paris'i bir dişi ayı, Aigisthos'u bir keçi, Hippothous'u bir kısrak emzirir vb; aynca bu erginlenme motifi çok yaygındır, krş. § 105. 346
OLYMPOSlJJtAR VE KAHRAMANLAR
bilir). Kahramanlar, arkaik t o p l u m l a r ı n uygarlaştırıcı k a h r a m a n l a r ı n ı n yaratıcılığını a n d ı r a n özgül bir yaratıcılık biçimiyle sivrilirler. Tıpkı Avustralyalıların m i t o l o j i k ataları gibi m a n z a r a y ı değiştirirler, "yerli" olarak ( b a ş k a bir deyişle, bazı b ö l gelerin i l k sakinleri) ve ırkların, halkların veya ailelerin ataları olarak b i l i n i r l e r (Argos'lular Argos'un, Arkadia'lıîar Arkas'm soyundan gelirler vb). Birçok insan lık k u r u m u n u onlar bulur, yani "kurar," "ortaya çıkarır": Site yasaları ve kent y a ş a m ı n ı n kuralları, tekeşlilik, madencilik, şarkı, yazı, taktik vs ve bazı zartaatlan ilk onlaT uygular. Onlar tam anlamıyla site k u r u c u l a r ı d ı r ve koloniler kuran tarihsel kişilikler ö l d ü k t e n sonra kahraman olurlar.'' Ayrıca kahramanlar spor 1
o y u n l a n n ı da yerleştirir ve t a p ı m l a r ı n ı n ayırt edici b i ç i m l e r i n d e n b i r i de ı s t ı r a p verici yarışmalardır. Bir geleneğe göre, d ö r t b ü y ü k Panhelenik oyun Zeus'a adan madan önceki d ö n e m d e kahramanlara adanmıştı. ( Ö r n e ğ i n Olympos'taki ı s t ı r a p verici t a p ı m Pelops anısına k u t l a n ı y o r d u ) . Bu da zafer kazanan m e ş h u r atletlerin kahramanlaştmlmasını açıklar." Bazı kahramanlar (Akhilleus, Theseus vb), ergenler için düzenlenen erginleme ritüelleriyle b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r ve k a h r a m a n l ı k t a p ı m ı sık sık yeni reşit olanlarca (ephekos) gerçekleştirilir. Theseus destanının b i r ç o k b ö l ü m ü aslında
erginleyici
sınavlardır: Ö r n e ğ i n denizin dibine yaptığı ritüel dalış öteki d ü n y a y a , daha kesin bir ifadeyle, tam anlamıyla hourotmphoi periler olan Nereus kızlarının denizaltın daki sarayına y o l c u l u ğ a denk b i r sınavdır; aym şekilde Theseus'nn Labyrinthos'a girişi ve canavarla (Minotauros) d ö v ü ş m e s i , k a h r a m a n l ı k erginlenmelerinin ör nek izleğidir; A p h r o d i t e ' n i n sayısız epifanilerinden b i r i olan Ariadne'yi k a ç ı r m a s ı da, Theseus'nn erginlenme sınavını b i r kutsal evlilikle n o k t a l a m a s ı n ı n göstergesi dir. H . Jeanmaire'e g ö r e , Theserfl'yt o l u ş t u r a n törenler, erken bir çağda ergenlerin ormanda geçirdikleri erginlenme süresinin sonunda kente d ö n ü ş l e r i esnasında ya pılan eski
ritüellerden
kaynaklanmıştır.
76
Aynı şekilde Akhilleus efsanesinin bazı
anları da erginleyici sınavlar olarak yorumlanabilir: Kentaur'lar
tarafından
yetiş
tirilmiş, yani bir ormanda maskeli veya hayvan b i ç i m i n d e g ö r ü n e n Ustalar tara fından e r g i n l e n m i ş l e r d i r ; klasik erginleme sınavları olan ateş ve sudan g e ç m i ş , hatta bazı ergenlik erginlemelerinin özgül bir âdetine uyarak, b i r süre kız g i b i
7l
* Brelich, a.g.y., s. 129-185.
7 5
MO 49fi'daki Olympos oyunlarında Kleomedes gibi (Pausanias, VI, 9, 6).
7 6
R Jeanmaire, Couwï et Couretes, s. 323 vd, 336 vd ve birçok yerde; Eltade, Naissances mystiques, s. 228; aynca kış. Brelich, agy., s. 124 vd. 347
DİNSEL İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARH II - l
giydirilerek kızların a r a s ı n d a yaşamıştır. Kahramanlar mysieriiflarla
da b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r :
bir tapınağı ve Eumolpos'un da mezan v a r d ı r . netlerle, özellikle de hastalıkları
sağaltmayı
78
"Eleusis'te Triptolemos'un
Aynca kahramanlar tapımı keha hedeileyen
istihare
ritüelleriyle
uyumludur (Kalkhas, Amphiaraos, Mopsos; v b ) ; demek k i bazı k a h r a m a n l a r ı n npla ilişkileri v a r d ı r (öncelikle de Asklepios'un).
79
K a h r a m a n l a r ı n özgül niteliklerinden biri de ölümleridir.
Ender olarak bazı kah- •
ramanlar Kutlular Adasına (Menelas gibi), efsanevi Leuke adasına
(Akhilleus),
Olympos'a (Ganymedes) g ö t ü r ü l ü r veya yerin altında yok olurlar (Trophonius, Amphiaraos). Ama ç o k h ü y ü k ç o ğ u n l u k savaşta (Hesiodos'un söz ettiği, Thebai ve Troya ö n ü n d e d ü ş e n kahramanlar gibi), benzersiz kavgalarda veya ihanet sonu cunda ö l d ü r ü l ü r (Agamemnon'un Klytemnestra, Laios'un Oidipus tarafından ö l d ü r ü l m e s i v b ) . Birçok ö r n e k t e k a h r a m a n ı n ö l ü m ü ç o k dramatiktir: Orpheus ve Pentheus parçalara ayrılır; A k t a ı o n k ö p e k l e r , Glaukos, Diomedes, Hippolytos at lar tarafmdan paralanır veya onları Zeus parçalar ya da tepelerine yıldırım i n d i r i r (Asklepios, Salmcneus, Lykaon v b ) ya da bir yılan sokar (Orestes, Mopsos v b ) .
60
Bununla birlikte o n l a r ı n i n s a n ü s t ü halini d o ğ r u l a y a n ve ortaya çıkaran da ölümleridir. Kahramanlar tanrılar gibi ö l ü m s ü z değildir gerçi, ama ö l ü m l e r i n d e n sonra da etkinlik g ö s t e r m e y e devam etmeleriyle insanlardan ayrılırlar.
Kahra
m a n l a r ı n ölüleri ü r k ü t ü c ü büyüsel-dinsel güçler y ü k l e n i r . Mezarları, k a l ı n t ı l a r ı , anıt-mezarları yaşayanlar ü z e r i n d e k i etkilerini uzun yüzyıllar boyunca s ü r d ü r ü r Bir anlamda k a h r a m a n l a r ı n , ö l ü m l e r i sayesinde tanrılık haline yaklaştıkları söyle nebilir; Sınırsız b i r ö l ü m sonrası v a r o l u ş a sahip olurlar; bu ne cenin düzeyinde ne de yalnızca ruhani boyutta b i r v a r o l u ş t u r . Bedenlerinin kalıntılarına, izlerine veya simgelerine bağlı o l d u ğ u için, kendine özgü denebdecek bir ö l ü m s o n r a s ı hayat söz konusudur. N i t e k i m genel âdetlerin aksine k a h r a m a n l a r ı n ölüleri sitenin içine g ö m ü l ü r , hatta tapınaklara bile k a b u l edilirler (Pelops Olympos'taki Zeus tapınağına, Neoptolemos Delphoi'deki A p o l l o n t a p m a ğ ı n a ) . K a h r a m a n ı n t a p ı m ı n m merkezi, me zarları ve antt-mezarlarıdır; Ritüel d ö v ü n m e l e r i n i n , yas r i t ü e l l e r i n i n , "trajik ko r o l a r ı n eşlik etliği kurban törenleri (Kahramanlar için yapılan kurban t ö r e n l e r i
Kış. Noiss nnc es my s tisjues, s. 229. Pausanias, l , 38, 6; l , 38, 2. Bkz. Brelich'deki belgeler, a.g.y., s. 106 vd. Kaynaklan belinen Brelich, s. 89. 348
OLYMPOSLULAR VE KAHRAMANI A H
yer tanrıları için yapılanlara benziyordu ve Olympos tanrıları için yapılanlardan farklıydı. Olymposlular için kurbanlar gırtlakları göğe çevrilerek kesiliyor, yer tanrıları ve kahramanlar için ise gırtlaklar yere d ö n ü k o l u y o r d u , Olymposlular için adanan kurban ak, yer tanrıları ve kahramanlar için ise kara renkte o l m a l ı y d ı ve sunulan kurban tamamen y a k ı l ı y o r d u , hiçbir canlı insan ondan yiyemezdi Olympos s u n a k l a r ı , yerin ü z e r i n d e ve k i m i zaman belli bir y ü k s e k l i k t e klasik ta pmak t ü r ü n d e yd i ; kahramanlar ve yer tanrılarının sunağı ise basık bir ocak, b i r yeraltı mağarası veya belki bir mezarı temsil eden adyton'du.
Kurban törenleri
Olymposlular için güneşli sabahlarda, kahramanlar ve yer tanrıları için ise a k ş a m veya gece d ü z e n l e n i y o r d u ) .
01
T ü m b u olgular kahraman " ö l ü m ' l e r i n i n ve ölülerinin dinsel değerini oııe çı k a r t m a k t a d ı r . Bir kahraman ö l ü n c e , siteyi istilalara, salgın hastalıklara ve
her
t ü r l ü felakete karşı savunan b i r koruyucu ruha d ö n ü ş ü r . Marathon'da Theseus'un Atinalıların başında savaştığı g ö r ü l m ü ş t ü r .
3İ
Ama kahraman tinsel nitelikte b i r
" ö l ü m s ü z l ü ğ e " ve daha kesin bir ifadeyle şana, a d ı n ı n kalıcılık kazanmasına da erişir. Böylelikle geçici ö l ü m l ü l ü k halini aşmaya, adlarını kesin b i r u n u t u l t n u ş luktan kurtarmaya, insanların belleğinde yaşamaya u ğ r a ş a n herkes için m ü k e m mel b i r Örnek haline gelir. Gerçek kişiliklerin k a h r a m a n l a ş t ı r t l m a s ı -Sparta kral ları, Marathon'da veya Plataia'da ölen savaşçılar, Tyrannoktonos'lar- onları ö l ü m lülerin geri k a l a n ı n d a n ayıran ve i z d ü ş ü m l e r i m kahramanlar kategorisine sokan sıradışı başarılarıyla açıklanır. " 8
3
Yunanistan'ın klasik ve özellikle de Helenistik çağı bize kahramanlara ilişkin "ulu" bir g ö r ü n t ü a k t a r d ı . Aslında onlar çelişkili değerlerle y ü k l ü ve s ı r a d ı ş ı , hatta s a p k ı n bir doğaya sahiptir. Kahramanlar hem " i y i , " hem " k ö t ü " d ü r ve aynı anda çelişkili vasıflar barındırırlar. Yenilmezdirler (Akhilleus gibi), ama yine de sonunda ö l d ü r ü l ü r l e r , güçleri ve güzellikleriyle o l d u ğ u kadar, canavarca özellik leriyle de sivridirler (dev gibi b i r boy -Herakles, Akhilleus, Orestes, Pelops- ve ya o r t a l a m a n ı n çok altında bir b o y ) ; yabanıl hayvan su re t indedirler ("kurt" olan e+
Lykaon gibi) veya hayvana d ö n ü ş e b i l i r l e r . Çift cins iye tlidirler (Kekrops) veya cinsiyet değiştirirler (Tiresias) ya da k a d ı n kılığına girerler (Herakles). Aynca
Rohde, Psyché, s. 123-124; aynca krş. Guthrie, Tlıe Greeks uıııl '[hür Gods, s, 221-222 (Les Grecs et leurs dieux, s. 246-247). Plutarkhos, Theseus, 35, 5; başka örnekler için bkz. Brelich, a. 91 vd. Aynca bkz. Eliade, Le Mythe de l'Eternel Retour, böl 1. Herakles bile; kaynaklar için bkz. Brelıch, s 215 vd. 349
DİNSEL INANÇLAK V E DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
b i r ç o k anormallik de k a h r a m a n l a r ı n ayırt edici niteliklerini o l u ş t u r u r (başsızlık veya çokbaşhlık; Herakles'in ü ç sıra dişi v a r d ı r ) ; özellikle topal, tek gözlü veya k ö r olurlar. Birçok ö m e k t e kahramanlar çılgınlığa yenik d ü ş e r (Orestes, Bellerophontes,
hatta Megara'dan d o ğ a n oğullarını katleden olağanüstü Herakles). Cin
sel tavırları ise ya a ş ı n , ya s a p i k ç a d ı r : Herakles, Thespios'un elli kızını bir gece de döller; Theseus ç o k sayıda tecavüzüyle ü n l ü d ü r (Helena, Ariadne v b ) , Akhilleus Stratonike'yi kaçırır. Kahramanlar, k ı z k a r d e ş l e r i veya anneleriyle ensest i l i ş kiye girer ve kıskançlık, öfke nedeniyle ya da b i r ç o k kez nedensiz olarak katliam yaparlar; hatta b a b a l a n n ı ve annelerini veya akrabalarını bile ö l d ü r d ü k l e r i olur. B ü t ü n b u çelişkili değerler y ü k l e n m i ş ve canavarca Özellikler, b u sapıkça dav ranışlar, "insanların d ü n y a s ı " h e n ü z y a r a t ı l m a d ı ğ ı s ı r a d a k i " k ö k e n l e r " zamanının akıcılığını hatırlatır. Bu başlangıç çağında kuralsızlıklar ve her t ü r d e n suiistimal ler (yani daha sonra canavarlık, g ü n a h veya s u ç olarak m a h k û m edilecek her şey) d o ğ r u d a n veya dolaylı olarak yaratıcılık işini kışkırtır. Bununla birlikte kural i h lallerinin ve aşırılıkların yasaklanacağı "insanlar d ü n y a s ı , " k a h r a m a n l a r ı n yara tımlarının - k u r u m l a r , yasalar, teknikler, sanatlar- sonrasında ortaya çıkar, Kah r a m a n l a r ı n a r d ı n d a n "insanlar d ü n y a s ı " n d a yaratıcı zaman, mitlerin tliiid tempus'u kesin olarak k a p a n m ı ş t ı r , K a h r a m a n l a r ı n aşırılığı sınır tanımaz. T a n n ç a l a n n bile ırzına geçmeye cüret ederler (Orion ve Aktaion Artemis'in üzerine atlar, İksion Hera'ya saldırır v b ) ve kutsafiıldara saldırmakta duraksamazlar (Aias Kassandra'ya Athena s u n a ğ ı n ı n yanı b a ş ı n d a saldırır, Akhilleus Troilus'u Apollon t a p m a ğ ı n d a ö l d ü r ü r ) . Bu saldırılar ve kutsal değerlere tecavüz k a h r a m a n l ı ğ ı n doğasına özgü ölçüsüz bir hybris'l orta ya koyar (krş, § 87). Kahramanlar taunlarla sanki eşitleriymiş gibi çatışır, ama fryİJrisleri OIymposlular tarafından her zaman zalimce cezalandırılır,
rfybris^mi
hiçbir ceza g ö r m e d e n açığa vuran yalnızca Herakles'tir (tannlar Heîios İle Okeanos'u silahlarıyla tehdit eder). Ama Herakles m ü k e m m e l k a h ı a m a n , Pindaros'un deyimiyle " t a n n - k a h r a m a n " d ı r .
35
Aslında kahramanlar içinde yalnızca onun ne
mezan ne de k a l ı n t ı l a n b i l i n i r ; odun y ı ğ ı n ı n d a n y ü k s e l e n alevlerin ü z e r i n d e k i t a n n l a ş t ı r a n intihanyla ö l ü m s ü z l ü ğ e erişir, Hera tarafından evlat edinilir ve t a n n o l u p , Olympos'un diğer tannlan y a n ı n d a yerini alır, Herakles'in, Gılgamış ( k r ş . § 23) ve bazı Yunan k a h r a m a n l a r ı n aksine zaferle çıktığı bir dizi erginleme sına v ı n ı n a r d ı n d a n tanrılık haline ulaştığı söylenebilir. Diğerleri ölçüsüz rryfcris'ferine
8 5
ili Nemea, 22. 350
OLYMFOSLULAH VE KAHRAMANİ A K
k a r ş ı n " ö l ü m s ü z l e ş m e " çabalarında başarısızlığa uğramışlardır. Başka dinlerde de Yunan kahramanlarına benzetilebilecek çehrelere rastlanır. Ama k a h r a m a n ı n dinsel yapısı b u kadar m ü k e m m e l b i r a n l a t ı m a ancak Yunanis tan'da ulaşır; kahramanlar yalnızca Yunanistan'da böyle hatırı sayılır b i r dinsel saygınlığa erişmiş, imegelem g ü c ü n ü ve d ü ş ü n c e çabalarını beslemiş, edebi ve sa natsal yaratıcılığı d e s t e k l e m i ş t i r .
86
"Kahraman "ın o r t a ç a ğ d a n r o m a n t i z m d ö n e m i n e dek geçirdiği sonraki d ö n ü ş ü m l e r , b u k i t a b ı n ü ç ü n c ü cildinde ç ö z ü m l e n e c e k t i r .
351
ELEŞTİREL KAYNAKÇA
§ 88. Poseıdoriun etimolojisi hakkında (Posis Das), bkz. Willamowitz, Glaube, 1, 5. 212 vd (daha once P. Kretschmer, Gloita, 1, içinde, 1909, s, 27 vd; aynca krş. Cook, Zetıs, I I , s. 583 vd). Ayrıca bkz. Guthrie, The Greeks and Their Gods, s. 94-99; Louis Sechan ve Pierre Leveque, a.g.y., s, 99-116. F. Schacherraeyr. Poseıdon'un tarihini yeniden kurmak için b ü y ü k gayret harcıyor: MÛ 1900 e doğru Hint-Avrupalliar yanlannda atı da getirerek Yunanistan'a geldiklerinde, yanında erkek bir paredros bulunan egemen tanrıça Yeryüzü Ana ile karşılaştı lar; fatihler sulann, bereketin ve yeraltının efendisi kendi at-tannlannı bu paredrosla özdeşleştirdiler. Poseidon -"Da'nın eşi," Yeryüzü Ana'nın eşi- bu birleştirmenin sonucunda orataya çıkacaktı; bkz. Poseidon und die Enstehung des griechischen Gotterglaube (Bern, 1950) Aynca kış. Leonard Palmer, Myceııaeaııs oiid Minoans (Londra, 1961), s 127 vd; C. ScottLittleton, "Poseidon as a Reflex of the Indo-European 'Source and Waters' God," JIES, I , 1973, s. 423-440. lleana Chirassi, Miken Poseidon'u lie Olympos tannsi arasındaki farklan ortaya çıkardı (örneğin büyük olasılıkla çift cinsiyetti, En-kı ve Nin-ki, El ve Fiat vb türde ilk tannlar arkaik anlayışını yansıtan Posideia diye bir tannçanın bulunması; s. 956 vd); krş. "Poseidaon-F.nesidaon nel pantheon miceneo," Atii e Memorie de) i Congresso Intemazioncde di Micenologia (Roma, 1968), s. 945-991. Atın toprakla ilişkili anlamlan konusunda, bkz. J, M. ßlasquez, "El caballo en las creencı¬ as griegas y en las de otros pueblos cırcummediterraneos," iîtvue fıelge de philosophic e! d'his¬ toire, 45. 1967, s. 48-80. Heplıaistos hakkında, bkz.: Farnell, Cults, V, 374 vd; NiLsson, Geschichte, 1, 5. 526 vd, L. Malten. "Hepbaistos." Jahrbücher <Jes deutschen archaeologisehen Instituts, 27, 1912, s. 232 vd; F. Brommer, "Die Rückführung des Hephaistos," a.g.y., 52, 1937,5. 198 vd; Marie Delcourt, Hephaistos ou la legende du magicien (Paris. 1957). Daha geç döneme ait bir anlatı Hephais tos'un doğumuyla ilgili iki miti kaynaştırmaya çalışır: "Hera Zens'tan daha evlenmeden hami le kaldı. Hephaistos doğduğunda görünüşü kurtarmak için ona babasız hamile kaldığını açıkladı" (Delcoun, s. 33). Hephaistos'un Hera'ya gönderdiği altın tahtla ilişkili bölüme Homeıos'ta rastlanmıyor, ama bu öykü kısa sûrede yaygınlaştı. Platon, tannlar hakkında dola şıp duran sorumsuz efsaneler içinde bunu da sayar (Republica, 11, 378). Bkz. M. Delcourt, s, 78-79, 86-96, Libanius ve Hygnis tarafından aktanlan versiyonlan nakledip yorumlamakta dır. Büyücülerin riıüel biçiminde sakatlanmaları konusunda, bkz. M, Delcourt. s. 110 vd. "Ateşin efendileri" ve demirci tannlar konusunda, bkz. M, Eliade, Forgerons et alchınıisies, s, 80 vd. Hephaistos'un diğer akraba tanrısal figürlerle ilişkileri konusunda, bkz. Delcourt, s. 154 vd.
352
OLYMPC6LULAR VE KAHRAMANİ A R
§ 89. Apollon konusunda özellikle şu eserlere başvuracağız: Famell, CuUs of the Greek Sta tes, IV, s. 98 vd; Rose, A Handbook of Greek Mytholojry, s. 135 vd; A. B. Cook, Zeus, I I , s, 453¬ 459 (kuraralann ve tanışmaların eleştirisi için); Mlsson, Gesciucfıte, I . s- 529 vd; Guthrie, The Greehs and Their Gcds, s. 73 vd, 183 vd. Ayrıca krş. K. Kerenyi, Apollon (Viyana, 1937; 2, bas kı, 1953). Helen öncesi çağın tanrılarının yerini Apollon'un alması konusunda, krş. Famell, d g._y., IV, 125 vd, 263 vd. Hyakinthos efsanesinden -etimolojisi bile onun eski bir Akdeniz tanrısı olduğunu kanıtlamaktadır— ilk kez Euripides, Heleıiü, 1470 ve devamında soz edilmiştir (krş. Apottodoros, Bibi, 111, 10, 3; Rose, a.gy., s 142, 160-161) Hyakinthos'un çiçeğe d ö nüşmesinin mitolojik-dinsel anlamlan Ileana Chirassi tarafından çözümlenmiştir; Elementi di culture precereaU nei miti e ritî greci (Roma, 1963), s. 159 vd. Lakonia'daki Hyakinthos şenliği hem Apollon'a hem de onun yanlışlıkla öldürdüğü kurbanına adanmıştı. Ptoion'da, hmenion'da -tıpkı Delphoi'de olduğu gibi- Apollon Athena ile bırleştinlmiştir; Delıon'da. Kuzey Boıotia'daki Tegeia'da Leto ve Artemis'le birlikte görülür; krş. Delcourt, L'oracle de Deipftes (1955), s. 216 vd. Başka bir deyişle, Delphoi tannsı olarak Apollon, Yunan dinselliğrnin bir yaratımıdır. Guthrie, Apollon'un kökenine ilişkin iki varsayımı -Kuzeyden geldiği veya Anadolulu olduğu-tartışmıştır, s. 75 vd. Hyperboreoı efsanesi konusunda, krş. Cook, Zeııs, 11, s. 459-501 (güzergâhı Samanyolu'yla özdeşleştirmektedir). Herodolos, eskiden suııgulan Delos'a taşıyan, ama sonra gen dönmeyen "Hyperboreoı'lı iki kızoğlankız"dan da söz eder. Tarihçi onların mezarlannı öyle doğru bir biçimde betimlemişti k i , Fransızlann belirtilen yerde yaptıklan kazılarda ortaya çıkanldılar. Ama bunlarda hiçbir "Hyperboreoı özelliği" yoktur; tunç çağma ait Kyklad mezarlandır. Demek k i anlamı unutulmuş arkaik bir tapun söz konusudur ve mezarlann kutsal ni teliği hayalı kahramanlarla birleştirilmiştir. Krş. C. T. Sekman, alıntılayan Guthrie, s. 77, Aynca tarihsel Yunanistan'ın Mikeıı mezarlarıyla ilişkılcndirilmiş kahramanlara dair başka ta pım örnekleri için, bkz. Charles Picard, Les reiigioııs prûheUeniaues, s. 271 Marie Delcourt, a.g.y., s. 163, bakirelerin Delos'a taşıdıklan bir buğday demeti içine giz lenmiş lıiero'lann delici bir silah olarak gösterilmiş fallus tasvirleri olduğunu varsaymaktadır. § 90. Aiskhylos, Eıımeniifes'te, Orestes'ın annesini öldürmek suçundan aklanmasının dinsel anlamını açıklar. Orestes suçunu kabul eder ve yargılanmak için Areopagos'a teslim olur Onu Apollon savunur ve Athena aklar; üstelik Athena Ermys'leri de (toprak ve analık güçle rinin simgeleri olarak, işlenebilecek en korkun; suçun, ana katlinin intikamının alın mamasına izin veremezlerdi) "degışunr": Erinys'ler iyilikseverler'e dönüşür ve hayan besleyip desteklemekle görevlendirilirler. Cinayetin yarattığı kirlenme ise bir domuz yavrusu kurban edilerek temizlenir (En men ide s, 281 vd). Apollon tarafından buyurulmuş olsa da, loprak ve yeraltı güçlerine özgü bir kurban söz konusudur. Bu da Delphoi tanrısının, Olymposlu yapısına karsm, tamamlayıcı ve kimi zaman çelişkili dinsel gerçeklikleri de dikkate aldığım gösterir.
353
DİNSEL I N A N Ç U R VE D Ü S Ü N C E l ü R TARİHİ - I
Deiphoı ve Delphoi'nin kehanet gelenekleri konusunda, bkz. P. Amandry, la (nautique cipuilomemie à Delphes (Paris, 1950), J. Defradas, Les thèmes de la propagande ddphique (1954); Marie Delcourt, l-'oracle de Delphes (1955). Kehanet metinleri H. Parke ve D. Wormell tarafından yayınlandı, The Delphic Oracle (2 cilt, Oxford, 1956). Aynca bkz. K. Latte, "The Coming of the Pylhia," Harvard Theol. Review, 33, 1940, 5. 9 vd. Delphoi'deki Dionysos hakkında, bkz. H. Jeanmaire, Dionysos (Paris, 1951), s, 187-198, 492-493 (eleştirel kaynakça). § 9 T Yunan "Şamanizmi" hakkında,bkz. benim kitaplarım: Le chamanisme (2. baskı), s. 305 vd; De Zahnoxis ä Gengts-Khan (Paris, 1970), s. 42 vd (kaynakçayla birlikte). E. R Dodds, Tire Greeks aruf tire Irrational (Berkeley, 1951), s. 141 vd, şaman tekniklerinin ve mitolojilerinin yaygınlaşmasını, Hellespontos [Çanakkale Boğazı] ve Karadeniz'deki Yunan kolonilerinin han halklarıyla (yani İşkillerle) ilişkiye girmesiyle açıklıyor Ama bazı iskit âdetlerinin şarnan cıl niteliğini ilk ortaya çıkaran ve bunların Yunan gelen eklerinde ki yansımalarını gösteren Kari Meuli, aynca Yunan destansı şiirlerinde de şarnancıl unsurlar bulguladı; krş. "Ücylhica" (Hernies, 70, 1935, s. 121-176), s. 164 vd. Walter Burkerı goêsi, ölüler tapnnıyla ilişkili ol duğu için, gerçek Yunan şamanı olarak kabul eder (krş, "Goes. Zum griechischen 'Schamanismus'," Rhein. Museum
Phil, özel sayı, c 105, 1962, S 35-55)
Orpheus mıtindeki ve Aristeas'a ya da diğer mucizevi kişiliklere ilişkin efsanelerdeki bazı şarnancıl özellikler konusunda, bkz. bu kitabın ikinci cildi. § 92. Hermes hakkında bkz.: Eamell, Cults, V, s. 1 vd, Nilsson, Geschiclue, 1, 50] vd; S. Ek rem, Hermes und die Toten (Christiania, 1909). P. Raingeard. Hermès psychagogue (Paris, 1935); K. Kerênyi, Hermes der Seelenjùhrer (Zùrih, 1944); N. O Brown, Hennés the Thief (Madison, 1947); Walter Otto, The Homeric Gods, s 104-124; Jeannine J. Orgogozo, "L'Her mès des Acheens," RHR, 136, 1949, s. 10-30,139-179. Hermes'in otu moly hakkında, bkz. Hugo Rahner, Greek Myths dilti Christian Mystery (New York ve Londra, 1963), s. 181 vd. Aynca bkz. Hermesçilik üzerine ikinci ciltteki kay nakçalar Belli bir bakış açısından savaş tannsı Aies bir bilmecedir. Homeros diğer iannların Aresîen nefret eııiklenni gizlemez. Annesi Hera, "Olympos'ta oturan tanrılar arasında benim en iğrendiğim tanrısm sen!... yoksa bu yıkıcı, kanştıncı huyunla bir başka tanrıdan doğmuş olaydın sen, çoktan Uranosoğullarının yurdundan da aşağılarda bulurdun kendini!" diye baykınr ona (llyada, 5, 889 vd). Yunanlar, "Anıikçağdakı diğer bütün halklar kadar, belki de onlardan da fazla savaş etmelerine" (Séchan ve LêvÉque, Les grandes divinités de la Grèce, s. 248) karşın, Ares'ı ne laptmlannda, ne plastik sanatlarında ne de edebiyatlarında kut lamışlardır. Italya'daki benzeri Mars'la veya diğer Hint-Avrupa savaş tanrılanyla karşılaştınldığında, Ares daha önemsiz bu tanır görünümündedir. liomeros'a gore. Ares Trakya'dan gelmiştir (llyada, 13, 301). Ve Hephaistos'un onu Aphrodite'le birlikte içine hapsettiği ağdan kurtulur kurtulmaz, Trakya'ya yönelir (Odysseia, 8, 354
OLYMPOSLULAR V E KAHRAMANLAR
361). Diğer yandan Herodot (5, 7), Trakyaiılann yalnızca uç tanrıya taptıklarını belirtir. Ares, Dionysos ve Artemis. Bu yabanıl tanrının -"hak bilmez akılsız tann" (llyada, 5, 757)— Yunan dinselliğiyle bütünleşmeyi hiçbir zaman başaramaması Trakyalı kökenlerinden kay naklanmış olabilir mi?
§ 93. W. H. Roscher'e göre, Hera başlangıçta muhtemelen bir ay tanrıçasıydı (Lexikon, I , 11 [1886-901, 2087 vd; krş, bu varsayımın eleştirisi için, Famell, Cuits, l , 160 vd). Rose'a göre, Hera özellikle kadınlann ve onlann doğurganlığının (ama bitkisel bereketin değil) tannçasıydt; krş. Hüiıdhoolî, s. 103. Welcker'in savunduğu ve Hera'nın bir Terra Mater olduğunu ilen süren görüş (D/egriechische Gciterlehre, H U , 1857-63), Famell ve Rose tarafından reddedil dikten sonra, Guthrie tarafından daha ikna edici bir biçimde yeniden ele alındı, a.g.y., s. 68 vd. Hera'nın inekle ilişkileri konusunda, krş. Famell, Cuits, 1, 181 vd; Cook, Zeus I , 444 vd. Egeli Hera konusunda, krş. C. Picard, Les religions préhel lé niques, s. 243; U. Pestallozza, "Hera Pelasga" (SCutîi Etruschi, c. 25, seri I I , 1957, s. 115-182), Nuovı saggt di rehgionc nieditenanea içinde yeniden basılmıştır (s. 225-256); Louis Sechan ve Pierre LévEque, Les grandes divinités de la Grèce, s. 184-185. lleana ChiTassı, Akdenizli "zambakh tannca" ile Hera arasındaki sürekliliği iyi göstermiştir; krş. "Riflesi di una primıtiva çukura precerealıcola nel mondo miceneo," Anna/i della Facoltû di Lettere e Filosafia dell'Univers/tct di TYiesie, III, 1966¬ 67, s. 15-26 Tannça Hestia üzerine yalnızca birkaç söz edeceğiz. Bu tanrıçanın neredeyse hiç miti yoktur, ama kamusal ocakları veya ev ocaklarını koruduğu için, belli bir riıüel önemi vardır. Homeros onun adını anmaz, ama Hesiodos onun Kronos'la Rhea'nm büyük kızları ol duğunu açıklar (Tiıeog. 454). Hestia tam anlamıyla bakire ve "yerleşik" tanrıçadır; "Ölümsüz tanrıların yüce konutlarımdan hiç ayrılmaz. Etimolojik açıdan Latin tanrıçası Vesta ile aynı kökten gelir ve ateşin kutsallığını canlandırır; bu da onun soyut niteliğini açıklar (krş. § 104). Adı, "yakmak" manasına gelen bir Hım-Avrupa kökünden türetilmiştir. Ama Hestia tapımı, Helen öncesi döneme ait bir ocak tapımının uzantısı da olabilir; kış. C. Picard, Les religions prê helléniques, s, 242 vd. Artemis hakkında şu eserlere başvuracağız: Famell, Od/s, II, s. 425 vd; Nilsson, Geschich te, I , s. 481-500; K. Floenn, Artemis, Gestattwandei einer Göttin (Zürih, 1946) ve Guthrie h i n dum incelemesi, The Greefes and Their Gods, s 99-106 Aynca bkz. lleana Chirassi, M/ti e adli arcaici di Artemis ne\ Pcloponese e Greeia centrale (Trieste, 1964). Sözcüğün kökünün lîlyria dilinden geldiği önermesi M. S. Ruiperez'e aittir: Emerita, XV, 1947, s. 1-60. Efes'teki Artemis tıpı üzenne, bkz. Charles Picard, Ephäsc et Garos (Paris, 1922), s. 474 vd. Artemis'iıı hizmetkârları olan genç kızların rituel biçimde ayı yavrularına dönüşmesini (muhtemelen bir ayı dansı söz konusuydu) içeren Brauronia bayramı konusunda, bkz, H 355
DİNSEL İNANÇLAR VI: D Ü S Ü N C E U ' l i T A R İ H İ -1
Jeanmaire, Cmırol et Comités (Lille, 1939), s. 237 vd. MÖ VII. yüzyıldan itibaren Artemis ay tannçası Hekate ile Trakyalı tanrıça Bendis'le ve Kybele'yk özdeşleşurildi. g 94, Nilssorı'uıı önerdiği, Aıhena'nm Yunan öncesi doneme ait, Minoslu veya Mikenii prenslerin koruyucusu bir lannça olarak yorumlanması (Minoan-Mycenaean Religion, 2. bas kı, s. 487 vd), genelde kabul edilmiştir, A. B, Cook'a gore, Athena Yunan öncesi döneme ait bir tanrıça, esas olarak da yeri Akropol kayalığı olan Dağ Ana'ydı (Zeus, III, s, 749; aynca krs.. a.g.y, s, 224 vd). Athena ve tapımlan hakkında ayrıntılı incelemeler için, bkz Farnell, Cults, I , s, 184 vd; Nilsson, Geschichte d. griech. Rei., 1, s. 433 vd. Athena üzerine olan bölüm Waller Olto'nun The Homeric Gods kitabının (s. 43-60) en iyileri İçindedir. Aynca bkz M. Guarducci, "Atena oraculare," Parola di Passato, 6, 1951, s. 338-355; C. j Herringlon, Athena Parthenos and At hena Polios. A Study in ıh e Religion of Peridean Athens (Manchester, 1955). Metis'in Zeus tarafından yutuluşu konusunda (Théogonie, 886 vd), bkz. M, L. West'in yorumu: Hesıod: Tlıeogony. Edited with Prolegomena and Commentary (Oxford, 1966), s 401 vd. Marcel Détienne, yakın zamanda çıkan iki makaleyle Aıhena yorumlarını parlak bir biçimde zenginleştirmiştir: krş, "Le navire d'AthÉna," Ri İR. 178, 1970, s. 133-177; "Athena and the Mastery of the Horse," HR, 1İ, 1971, s. 161-184 Aynca bkz. H. Jeanmaire, "La naissance dAthéna et la royauté magique de Zeus," Rev. arch. 48, 1956, s. 12-39 Aphrodite hakkında, bkz. E, Simon, Die Gehurt der Aphrodite, Berlin, 1959; M. P. Nils5on, Guechısche fesle (1906), s. 362-387; aynı yazar, Geschieh!«, t, s. 519 vd; Farnell, Cults, II, s. 618 vd, R. Flaceliêre, L'amour en Grèce (Paris, 1960). Aphrodite tapımının doğulu kökeni üzerine, bkz. H. Herter, Eléments urieutmix dans la religion grecque ancienne içinde (Paris, 1960), s. 61 vd Aphrodite nin Hint-Avrupalı öğeleri K Tümpel tarafından, biraz da aşınya kaçan bir biçimde, ortaya kondu: Pauly-Wissowa, Redi fi ıcyclûjjddıe içinde; aynca bkz M. Stubbs. "Who was Aphrodite," Orpheus (1954), s. 170 vd, § 95, Erwin Ruhde, Psyche (Tubingen-Leipzig, ] 893, 2. baskı 1897; krs. Fr, çev. Psyche. Le culte de l'âme chez les grecs et leur croyance ri l'immortalité, Paris, 1928, s. 121-164) adlı esen içinde dördüncü bölümü kahramanlara ayı: dı Üç yıl sonra Hermann Usener, Götle MI aı nen. versuch einer Tfıeone der religiösen Begriffsbilduug (Bonn, 1896) adlı eserinde, özellikle H. Spencer'm atalar tapımının önceliği kuramını eleştirerek (s. 253 vd), Sondergötter kavramını geliştirdi; bu kitapta Rohde'ye bir tek polemik gönderme vardır (s. 248). Paul Foucart ana hatlarıyla Rohde'nin yorumunu izliyordu, krş. i.e culte des héros chez les Grecs, 1918 (Mémoires de l'Institut Français, 1921); S. Einem için de aynı şey geçerlidir: Pauly-Wissowa, Real-in cyclo rwdie içinde, VIII, 1, 1912, "Heros" maddesi ve F. Pfister, Der Reliquienkult im Al tertum (Glessen, 1910-12). L. R Famclfin sunduğu "orta yol kuramı" geniş ölçüde kabul görmüştür: Greek Hero Culls and Ideas of Immortality (Oxford, 1921); krş. diğer y azarlanıl yanı sıra M. P. Nilsson. The 356
OLYMPOSLULAR VE KAHRAMANLAR
Minocm-Mycenaean Religion (2. baskı, Lurıd, 1950), s. 585 vd; Geschichte der Gıicchtsche Religion, 1 (2. baskı, Münih, 1955), s, 188. Şu eserlerde açık anlatımlar ve yararlı çözümlemeler bulunabilir: C. Robert, Dit: Griechisc¬ he Helcîeıısage, 1-11 (Berlin, 1921-26); L. Raderaacher, Myffıos und Sage bei den Griechen (Münih, 1938); Marie Delcourt, Légendes et cultes des itéras en Grèce (Paris, 1942); H. J. Rose, Gods and Heroes oj the Greeks (Londra, 1957); K, Kerényi, Greek Heroes (Londra, 1959). Genel dinler tarihi açısından tasarlanmış önemli bir katkı Angelo Brelich tarafından yapılmıştır: GIieroigrec/: Unprobkma storico-reHgioso (Roma, 1958). Yazar, Rohde'den Nilsson'a kendinden önceki yorumlan hatırlattıktan sonra, kahramanların mit ve tapım için deki rollerini anlatır (kahraman ve ölüm, kahraman ve çatışma, kâhinlik, erginlenmeler vb), başka mit varlıklarıyla ilişkileri inceler ve sonunda Yunan kahramanına özgü yapıyı ortaya çıkanr. Pindaros'un ayırt ettiği üç variık kategorisine (tanrılar, kahramanlar, insanlar), Platon bir dördüncüyü, demonlan ekliyordu; krş. Kratyios 397c vd, Erginleme törenleri hakkında, bkz. H. Jeanmaire, Courot et Courèteî (Lille, 1939); M. Eliade, Naissances mystiques. Essai sur quelques types d'initiation (Paris, 1959; yeni baskı, 1975), s, 227 vd; Brelich, a.g.y,, 124 vd; aynı yazar, Paides e Parthemi, I (Roma, 1969), Bir yandan Olymposlular diğer yandan da yer/yeraltı tanrıları ve kahramanlar için ger çekleştirilen kurban törenleri arasındaki farklara (Rohde bu farklılıklar üzerinde duruyor du, Psyché, Fr. çev,, s, 123 vd) Jane Harrison, Meuli, C, Picard ve Guthrie de dikkat çekmişti. Aynca Picard, rituel jestleri arasındaki farkları da hatırlatıyordu: Olymposlular için el ayası göğe dönük biçimde yukan kalkıyor, toprak güçlerine yakarmak içinse el, ayası yere bakacak şekilde aşağı indiriliyordu (krş. "Le geste de la prière funéraire en Grèce et en Etrurie," RHR, 1936, s. 137 vd). Bununla birlikte, A D. Nock ( H a t w d Theological Review, 37, 1944, s. 141 vd) ve W, Burkert (Home necans, Berlin, 1972, s, 16 vd ve dipnot 41) bu farklılığa her zaman rast lanamadığını belirtmişlerdir; aynca krş, Brelich, Gli eroi greci, s. 16-18.
357
X I I . BÖLÜM
ELEUSİS MYSTERIA'LARI
96. M i t : Persephone
Hades'te— Daneter'e
Homeros Övgtisü'nün yasan. "Ne
m u t l u y e r y ü z ü n d e yaşayan insanlardan b u mysteria'lan görmüş" olana!" diye hay kırır. "Ama erginlenmeyen ve
ritüellere
katılmayanlar, ö l ü m d e n sonra orada, a
k a r a n l ı k yerlerde i y i şeylere sahip olmayacaklar" (dize 480-482). Demeter'e Homeros Övgüsü, hem asıl konuyu o l u ş t u r a n i k i tanrıçanın m i t i n i hem de Eleusis Mys t eri a'larımn temelini anlatır. Demeter'in kızı Kore (Persepho ne), Nysa Ovası'nda çiçek toplarken, Ö l ü l e r Ü l k e s i ' n i n tanrısı P l ü t o n (Hades) ta rafından kaçırıldı. Demeter dokuz g ü n boyunca kızını aradı ve bu sürede ambrosia'yu (Olyrnpos tanrılarının yemeği) d o k u n m a d ı bile. Sonunda Helios'tan gerçeği ö ğ r e n d i ; Zeus, kardeşi Hades'le Kore'yi evlendirmeye karar v e r m i ş t i . Büyük b i r ü z ü n t ü y e k a p ı l a n ve tanrıların kralına karşı ç o k öfkelenen Demeter,
Olynıpos'a
b i r daha geri d ö n m e d i . Yaşlı bir k a d ı n g ö r ü n ü m ü n d e Eleusis'e y ö n e l d i ve Bakire ler Kuyusu'nun yanına o t u r d u . Kral Keleos'un kızları tarafından sorguya çekilen tanrıça, a d ı n ı n Doso o l d u ğ u n u ve kendisini zorla Girit'ten kaçıran k o r s a n l a r ı n elinden k u r î u i u p oraya geldiğini anlattı. Krahçe hfetaneira'mn son doğan bebeği ne süt verme teklifini kabul etti
Ama tanrıça saraya girince bir tabureye oturdu
ve y ü z ü n d e k i peçeyi a ç m a d a n uzun s ü r e sessiz kaldı. Sonunda bir hizmetçi kız, lambe, kaba saba şakalarıyla onu g ü l d ü r m e y i başardı. Demeter Metaneim'nm sun d u ğ u kırmızı şarabı reddetti ve onun yerine, arpa irmiği, su ve b i r t ü r naneden yapılan bir karışım olan kykcön İstedi. Demeter, Demophon'a fMeraneira'nm bebeği) meme vermedi, bunun yerine onu ambrosia ile ovup gece olunca "bir ucu y a n m ı ş bir odun gibi" ateşin içine yerleştirdi. Ç o c u k giderek bir tanrıya benziyordu: Gerçekten de Demeter onu ö l ü m s ü z ve ebediyen genç k ı l m a k istiyordu. Ama bir gece Metaneira o ğ l u n u n közlerin içinde o l d u ğ u n u g ö r d ü ve d ö v ü n m e y e başladı. Demeter, "Cahil, s a ğ d u yusuz insanlar, yazgınızdaki bahtı da bahtsızlığı da g ö r m e y i bilmiyorsunuz!" d i ye h a y k ı r d ı (dize 256, çev. J. Hubert). Artık D e m o p h o n ' m ı ö l ü m d e n kurtulma şansı kalmamıştı. O zaman tanrıça bedeninden yayılan g ö z kamaştırıcı ışık için de . b ü t ü n ihtişamıyla ortaya çıktı. Kendisi için " b ü y ü k b i r tapınak ve hemen ah
358
E1.EUSIS MYİTEKrA'lARI
t ı n d a bir sunak taşı" y a p ı l m a s ı n ı istedi; orada ritüellerini insanlara bizzat öğrete cekti (dize 2 7 1 vd). Daha sonra saraydan ayrıldı. T a p m a ğ ı n y a p ı m ı bitince, kızım g ö r m e isteğiyle y a n ı p tutuşan Demeler içeri çekildi. Yeryüzünü k ı n p geçiren k o r k u n ç kuraklığa da o sırada y o l açtı (dize 304 vd). Zeus ona ulaklar g ö n d e r i p , tannlann arasına geri d ö n m e s i n i istedi, ama hiç bir s o n u ç a l a m a d ı . Demeter kızını g ö r m e d e n Olympos'a a d ı m ı n ı atmayacağını ve b i t k i l e r i n b ü y ü m e s i n e i z i n v e r m e y e c e ğ i n i b i l d i r d i . Zeus, Hades'ten Persephone'yi geri getirmesini istemek zorunda kaldı ve Ö l ü l e r Ülkesi'nin tanrısı da bu isteğe b o y u n eğdi. Yine de Persephone'nin ağzına bir nar tanesi k o y m a y ı ve onu yuttur m a y ı başardı; böylelikle Persephone her yıl d ö r t ay boyunca eşinin yanına döne cekti. Demeter k ı z m a k a v u ş t u k t a n sonra tannlann yanma d ö n m e y i kabul etti ve 1
y e r y ü z ü mucizevi bir b i ç i m d e yeniden yeşillendi. Ama tanrıça Olympos'a d ö n m e den önce ritüellerini açıkladı ve b ü t ü n mystelict'lartm Triptolemos'a, Diokles'e, Eumolpes'e ve Keleos'a öğretti, "bu yüce rituellerin b u y r u k l a r ı n a karşı gelmek, i ç m e girip s ı r l a n n ı ifşa etmek olanaksızdır: T a n n ç a l a n n gözü öylesine g ü ç l ü d ü r k i i n s a n ı n sesini m ü h ü r l e r " (418 v d , çev. J. Hubert). Demeter'e Homeros övgüsıi'nde i k i tür erginlenme nakledilmiştir; daha d o ğ r u su, metinde Eleusis M y s t e n h ' l a n n ı n temeli hem i k i t a n r ı ç a n ı n b i r araya gelmesiy le hem de Demophon'u ö l ü m s ü z l e ş t i r m e çabasının u ğ r a d ı ğ ı başarısızlığın bir de v a m ı olarak açıklanır. Demophon'un ö y k ü s ü , ezeli tarihin belli bir a n ı n d a i n s a n ı n ö l ü m s ü z l ü ğ e erişme olasılığını y o k eden trajik hatayı anlatan eski mitlere benze tilebilir. Demophon b u başlangıç d ö n e m i n i n i n s a n l a r ı n d a n değildi; o bir k r a l ı n son doğan ç o c u ğ u y d u . Ve Demeter'in onu ö l ü m s ü z l e ş t i r m e kararı hem "evlat edinme" isteği (Persephone'nin b o ş l u ğ u n u dolduracaktı) hem de Zeus'tan
ve
Olymposlulardan a l ı n a n b i r i n t i k a m olarak yorumlanabilir. Demeter, bir insanı tannya d ö n ü ş t ü r m e k ü z e r e y d i . T a n n ç a l a n n insanlara b ö y l e ö l ü m s ü z l ü k verme g ü c ü v a r d ı ve b u konuda en b i l d i k y ö n t e m l e r , ateş kullanılması veya tanrılığa aday i n s a n ı n pişirilmesiydi. Ansızın Metaneira'nın baskınına uğrayan Demeter i n s a n l a r ı n aptallığının onda u y a n d ı r d ı ğ ı hayal kırıklığım gizlemedi Ama metin, bu ö l ü m s ü z l e ş t i r m e t e k n i ğ i n i n genelleştirildiğinden, yani insanları ateş aracılığıyla tannya d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü d ü ş ü n ü l e n bir erginleme ritüeli o l u ş t u r u l d u ğ u n d a n h i ç s ö z etmiyor. Demophon'u ö l ü m s ü z l e ş t i r m e girişimi başarısızlığa uğradıktan sonra, Deme¬ '
Çok yaygın bir mit izlegi söz konusudur Öteki dünyanın yemeklerinden tadan bir daha yaşayanlann arasına dönemez. 359
UINSRL İ N A N Ç U f i VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - I
ter kimliğini açıkladı ve kendisi için b i r tapmak yapılmasını buyurdu. Ve g i z l i ritüellerini
de ancak kızını bulduktan sonra öğretti. Mysteria
taneira'nm yanda kestiği erginlemeden çok farklıydı.
türü erginleme, Me-
Eleusis Mys t e ria'bnn da
erginlenen kişi ö l ü m s ü z l ü ğ e e r i ş m i y o r d u . Zaman zaman Eleusis t a p m a ğ ı n ı b ü y ü k b i r ateş aydınlatırdı. Ama bazı insan yakma örnekleri bilinmekle b i r l i k t e , ateşin erginlenme t ö r e n l e r i n d e d o ğ r u d a n bir r o l o y n a m a s ı d ü ş ü k bir olasılıktır. G i z l i t ö r e n l e r h a k k ı n d a elimizde bulunan sınırlı bilgilerden, başlıca mystencı'nın i k i tanrıçanın varlığını gerektirdiğini ö ğ r e n i y o r u z . Erginleme yoluyla i n san
olma hali d e ğ i ş i y o r d u ;
ş ü m ü n d e n farklıydı.
ama
bu
değişim
Demophon'un başarısız
dönü
D o ğ r u d a n mysceria'ları konu alan az sayıda eski metin,
ergmlenenlerin ö l ü m sonrasında eriştiği mutluluk üzerinde d u r m a k t a d ı r . Demeter'e û v g û ' n ü n "Ne m u t l u . , . , " ile başlayan deyişi b i r nakarat gibi yinelenmekte dir. "Yerin altma gitmeden önce bunu g ö r e n e ne mutlu!" diye h a y k ı r ı y o r d u Pindaros. " H a y a t ı n sonunu biliyor! Başlangıcını da biliyor!" "Bu mysteria'lm 2
hayran
hayran izledikten sonra Hades'in evine giden ölümlüler u ç kez m u t l u d u r ; yalnızca onlar orada yaşayabilecek; diğerlerinin payına acıdan başka bir şey d ü ş m e y e c e k . " Başka b i r ifadeyle, erginlenenin ruhu, Eleusis'te gördüklerinin
3
bir sonucu olarak,
öfdükten sonra da nııırİu bir v a r o l u ş u n keyfini sürecektir. Homeros kahramanla r ı n ı n o kadar k o r k t u ğ u kederli ve d ü ş k ü n , belleksiz ve g ü ç s ü z gölge olmayacaktır asla. Demeter'e Övgü tarıma yalnızca bir kez, mysteria'hrds
i l k erginlenenin T r i p t o -
İemos o l d u ğ u n u belirtirken, g ö n d e r m e yapar; çünkü geleneğe g ö r e , Demeter Yu nanlara t a n m ı öğretmesi için Triptoiemos'u g o n d e n n i ş t i r . Bazı yazarlar, k o r k u n ç kuraklığı b i t k i t a n n ç a s ı Perse phone'nin Ölüler Ü l k e s i n e inişinin bir sonucu ola rak açıklamışlardır. Ama övgü metni, Demeter'in kuraklığa çok daha sonra, Eleusis'te kendisi için yapılan tapmağa çekildiği zaman, yol açtığını belirtir. Walter Otto ile b i r l i k t e , m i t i n i l k halinde b u ğ d a y ı n değil, bitkilerin yok o l m a s ı n d a n söz edildiğini varsayabiliriz; ç ü n k ü Persephone k a ç ı n i m a d a n önce b u ğ d a y h e n ü z b i l i n m i y o r d u . Birçok metin ve figüratif anıt, b u ğ d a y ı n Persephone d r a m ı n d a n son ra, Demeter tarafından verildiğini d o ğ r u l a m a k t a d ı r . Demek k i burada t a h ı l l a n n yaratılışını b i r t a n n n m " ö l ü m ü " y l e açıklayan arkaik mitle karşılaşıyoruz (§ 11). Ama Olympos'un ö l ü m s ü z l e r i n i n v a r o l u ş tarzını paylaşan Persephone n i n , dema t ü r ü tanrılar veya b i t k i tanrıları gibi ölmesine de artık olanak yoktu. Eleusis
2
Tfırenoi, frag. 10.
3
Sofokles, frag. 719 Dindorf. 348 Didot. 360
ELEUSİS MVSTESM'LAEI
Mysteria'lanmn k o r u y u p s ü r d ü r d ü ğ ü eski mitsel-ritüel senaryo; kutsal evlilik, c i nayet, tarım ve öte dünyada m u t l u bir v a r o l u ş umudu arasında mistik nitelikte bir d a y a n ı ş m a b u l u n d u ğ u n u ileri s ü r ü y o r d u . Sonuçta Persephone'nin
1
kaçırılması - y a n ı simgesel
" ö l ü m ü " - insanlar
için
ö n e m l i s o n u ç l a r verdi. Bundan böyle Olymposlu ve i y i niyetli bir tanrıça geçici olarak ölüler ü l k e s i n d e o t u r a c a k t ı . O , Hades ile Glympos arasındaki aşılmaz me safeyi y o k etmişti, i k i tannsal d ü n y a a r a s ı n d a aracı olan Persephone, artık ö l ü m lülerin yazgılarına da m ü d a h a l e edebilirdi. Buna, Hıristiyan teolojisinin g ö z d e bir ifadesini kullanarak, feüx culpa! i k u t l u suç} denebilir. Aynı şey,
Demophon'un
ö l ü m s ü z l e ş t i r i l m e s i n i n başarısızlığa uğrayarak, Demeter'in göz kamaştırıcı teza h ü r ü n e ve mysîericı'larm k u r u l u ş u n a y o l açması için de söylenebilir.
97. Erginlenmeler: Kamusal T ö r e n l e r ve G i z l i R i t ü e l l e r — Anlatılara g ö r e , Eleusis'in i l k sakinleri T r a k l a r d ı . En son arkeolojik kazılar t a p m a ğ ı n tarihini bü y ü k ö l ç ü d e yeniden o l u ş t u r m a olanağını vermiştir. Eleusis M Ö 1580-1500'e d o ğ r u k o l o m l e ş t i r i l m i ş gibidir, ama i l k tapınak (bir oda ve d a m ı taşıyan i k i iç s ü tun) M Ö XV. yüzyılda yapıldı, mysierict'lar da yine XV. yüzyılda başladık Yaklaşık i k i b i n yıl boyunca Eleusis'te mysteria'lar k u t l a n d ı ve bazı t ö r e n l e r b ü y ü k olasılıkla zaman içinde değişikliğe u ğ r a d ı . Pisistratos
d ö n e m i n d e n beri
gerçekleştirilen y a p ı m ve yeniden y a p ı m işleri, t a p ı m ı n gösterdiği atılımı ve g i derek artan saygınlığını gösteriyor. Atina'ya k o m ş u o l u n m a s ı ve b u kentin sağla dığı koruma da, k u ş k u s u z Eleusis Mysteria'lanmn t ü m Helen dinsel hayatının merkezine o t u r m a s ı n a katkıda b u l u n m u ş t u r . Edebi ve figüratif tanıklıklar özellik le erginlemenin g i z l i l i k gerektirmeyen i l k aşamalarını kaynak alır. Ö r n e ğ i n sa natçılar vazolarda ve kabartmalarda Eleusis sahnelerini tasvir e d e b i l i y o r l a r d ı ve Aristophanes, erginlemenin bazı y ö n l e r i n e g ö n d e r m e l e r yapma h a k k ı n ı kendinde 6
bulabilmiştir.
7
Erginleme b i r ç o k derece içeriyordu. Küçük Mysteria'lar, Büyük
1
MÖ IV. yüzyılda Isokrates Atinalıların erdemlerini övmek istediğinde, Demeter'in en önemli bağışlarım onların ülkesinde yaptığını hatırlattı: "insanın hayvanlann üstüne çık masını" sağlayan tarım ve "hayatın sonu ile bütün ebediyet" konusundaki umudu taşıyan erginlenme (PdnegyrfJıos, 28).
5
Mylonas, Eleusis, s. 41,
6
Kurbağalar, 7,24 vd.
7
Ama Aristoteles (Nik. 111, 1, 17), Atınalılann trajedilerinde bazı sırlan açıkladığını düşün dükleri Aiskhylos'un hayatının tehlikeye girdiğim hatırlatır (bu tragedyalar arasında Ok çular, Hiketides [Yalvaran Kadınlar], İphigenia ve Sisyphos sayılıyordu). 361
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELCE T A R İ H İ - I
Mystena
rimelleri
(telete'ler) ve son deney, epopteia v a r d ı . T d e i e l e r m ve epopte-
i a ' n ı n gerçek sırları asla ifşa e d i l m e m i ş t i r . K ü ç ü k Mysteria'lar genellikle yılda bir kez, ilkbaharda, Anthesteria {çiçek bay r a m ı ] a y ı n d a (mart) yapılırdı. T ö r e n l e r , A t i n a ' n ı n bir d ı ş semti olan Agrae'de dü zenlenir ve bir mystagogos' y ö n e t i m i n d e gerçekleştirilen bir dizi
riıüelden
(oruç,
a t ı t ı m a , kurban t ö ı e n l e r ö o l u ş u r d u . Herhalde, i k i t a n r ı ç a n ı n m i t i n i n b a z ı b ö l ü m leri erginlenme adayları tarafından yeniden canlandırılırdı. Yine yılda bir kez, Boedromion ( y a r d ı m eden] ayında ( e y l ü l - e k i m ) . Büyük Mysteritı'lar k u t l a n ı r d ı . T ö renler sekiz g ü n s ü r e r ve "elleri temiz olan" ve Yunanca k o n u ş a n herkes, k a d ı n l a r ve köleler de dahil olmak üzere - t a b i i ilkbaharda Agrae'deki h a z ı r l ı k
ritüellerint
y a p m ı ş l a r s a - B ü y ü k Mysten'a'lam katılma h a k k ı n a sahipti. B a y r a m ı n i l k g ü n ü , kutsal nesnelerin (fıiera) b i r g ü n önce Eletısis'ten törenle getinldigi Atina Eleusinium'unda k u t l a n ı r d ı . İkinci g ü n t ö r e n alayı denize y ö n e l i r d i . Vasisinin eşliğinde y ü r ü y e n her aday beraberinde bir domuz yavrusu taşır ve onu dalgalarda yıkar, sonra Atina'ya d ö n ü n c e de kurban ederdi. Ertesi g ü n , Atina
halkının
ve
diğer
sitelerin
temsilcilerinin
huzurunda,
arkhon
basüeus
{yönetici-kral} ve eşi b ü y ü k kurban t ö r e n i n i y a p a r l a r d ı . Beşinci g ü n kamusal t ö renlerin doruk n o k t a s ı y d ı . Şafakla birlikte ç o k b ü y ü k bir t ö r e n alayı Atina'dan yola ç ı k a r d ı . Erginlenecek adaylar, vasileri ve ç o k sayıda Atinalı hiera'lan geri g ö t ü r e n rahibelere eşlik ederdi. A k ş a m ü s t ü n ü n son saatlerinde t ö r e n alayı Kephissos ü z e r i n d e k i bir k ö p r ü d e n geçer, burada maskeli adamlar en ö n e m l i yurttaşlara çeşitli k ü f ü r l e r s a v u r u r l a r d t . A k ş a m inerken, hacılar ellerinde meşalelerle tapına a
ğın dış avlusuna girerlerdi. Gecenin b i r b ö l ü m ü tanrıçalar onuruna danslara ve şarkılara a y r ı l m ı ş t ı . Ertesi g ü n adaylar o r u ç tutar ve kurbanlar s u n a r l a r d ı , ama gizli ritüeller (teiete'ler) konusunda, v a r s a y ı m l a r d a n i l e r i gidemiyoruz. Telesterio n ' u n * ö n ü n d e ve içinde yapılan törenler herhalde i k i tanrıça m i l i y l e i l i ş k i l i y d i . ' Ellerinde meşalelerle t ö r e n e katılanların, Kore'yi arayan Demeter'i taklit ettikleri biliniyor.
30
Eski Yuııan'da nıyteria'lan öğreten rahip - y n . 8
Bu gepkynsımilehn anlamı tamşmalıdır. Bilginler müstehcen iFadelenn özellikle apotropaios [kötülükleri uzaklaştıncı] işlevi üzerinde durmuştur.
* Erginleme odası, sırlar odası-yn. 9
Mylonas, a.g.y., s. 262 vd.
1 0
Seneca, Hercules Furens, 364-366; Hu>polyiDs, 105-107; aynca krş. Minucius Felix, Ociavius, 22, 2 vb. 3Ö2
ELEUSIS MVSTERM'LÂKI
Biraz ileride [ekte'lerin sırrına u l a ş m a k için gösterilen ç a b a l a n hatırlatacağız. Bazı t ö r e n l e r i n l egomena'îar, yani bazı kısa t ö r e n s e l sözler ve yakarılar da içerdi ğini ekleyelim; oldukça ö n e m l i b u sözler hakkında elimizde bilgi yok. Yalnızca Yunanca bilenlere erginlenme i z n i verilmesinin nedeni bu iegomena'lardı.
Ele-
usis'teki i k i n c i g ü n d e yapılan ritüeller h a k k ı n d a neredeyse hiçbir şey b i l m i y o r u z . Erginlenmenin en üst n o k t a s ı olan yüce g ö r ü , yalnızca b i r yıldır erginlenmişlerin ulaşabildiği zçoptela,
muhtemelen gece gerçekleşiyordu. Ertesi g ü n özellikle ölü
ler için d ü z e n l e n e n rirüellere ve saçılara ayrılmıştı; bir sonraki g ü n ise —törenin dokuzuncu ve sonuncu g ü n ü - mystermlara katılanlar Atina'ya geri d ö n ü y o r l a r d ı .
98.*Mysteria'lar B i l i n e b i l i r m i ? — Bilginler, tekte ve epoptda'lann sırrını çöz meye u ğ r a ş ı r k e n , yalnızca eski bilginlerin imalarını değil, Hıristiyan apologia' yaz a r l a n n m aktardığı b i r k a ç bilgiyi de kullandılar. Gerçi b u yazarlann v e r d i ğ i b i l giler t e m k i n l i b i r b i ç i m d e incelenmelidir, ama g ö r m e z d e n de gelinemezler. Themistios'ta geçen, P î u t a r k h o s ' u n alıntıladığı, Stobaios'un da ondan alıp k o r u d u ğ u b i r b ö l ü m d e n -Foucart'dan b e r i - sık sık söz edilmiştir; burada, ruhun ö l ü m d e n hemen sonraki deneyimleri, erginlenecek adayın B ü y ü k MysEeria'larda yaşadığı sı navlara benzetilmektedir: Aday başlangıçta karanlıklar içinde dolaşır ve her türlü dehşeti yaşar; sonra birdenbire üzerine harika b i r ışık v u r u r ve saf güzelliğe sa hip m a n z a r a l a r ı , çayırları g ö r ü r , sesleri duyar ve danslan algılar. Erginlenen kişi, b a ş ı n d a b i r taçla "saf ve m ü b a r e k insanlar" a katılır; b i r k ö ş e d e balçık ve sis i ç m d e üst üste yığılmış, ö l ü m korkusu ve öteki d ü n y a n ı n m u t l u l u ğ u n d a n d u k l a n k u ş k u nedeniyle sefil b i r halde bekleşen erginlenme m işi en Foucart, ritüellerin (drömena)
duy-
seyreder."
aynı şekilde karanlıklar içinde b i r y ü r ü y ü ş , çeşitli
dehşet verici g ö r ü n t ü l e r ve adayın birden ışıklı bir çayım girmesi
bölümlerini
içerdiğini tahmin ediyordu. Ama Themistios'un tanıklığı geç tarihlidir ve daha çok O r p h e u s ç u yaklaşımları y a n s ı t m a k t a d ı r .
11
Demeler t a p m a ğ ı n d a ve Telesteri-
on'da y a p ı l a n kazılar, erginlenecek adaylann rittiel b i ç i m i n d e Yeraltı Ulkesi'ne i n mesini sağlayacak yeraltı odalan b u l u n m a d ı ğ ı n ı g ö s t e r m i ş t i r .
13
'
Hıristiyan dinini rakiplerine karşı savunmak üzere kaleme alınmış metinler -çn,
1 1
Stobaios, IV, s. 107, Meineke.
12
Foucart, Mystères, s. 392 vd. Platon, Phaidon'da (69c), günahkarlann Hades'te uğradık ları cezalat ve günahsızlar çayın imgesinin. Mısır cenaze adetlerinden esinlenen Orpheus tarafından getirildiğini ilen sürer.
13
Bu durum yeraltı ülkesi simgeseltigini dışlamaz; çünkü öteki dünyaya girişi gösteren bir 363
DİNSKL İNAHÇLA8 V E DÛiOMCfiLEK T A R İ H İ -1
Erginleme ritüelini yeniden o l u ş t u r m a çabasında kullanılan b i r d i ğ e r hareket n o k t a s ı da, İskenderiyeli Clemes'in a k t a r d ı ğ ı
34
gizli sözler, syntiıema'dır (adayla
rın parolası): " O r u ç tuttum; kykeön içtim; sepeti [kiste] aldım, içindekini küfeye k o y d u m , sonra onu küfeden alıp tekrar sepete y e r l e ş t i r d i m , " Bazı yazarlar bu c ü m l e n i n yalnızca i l k i k i b ö l ü m ü n ü n Eîeusis'deki gizli sözlere ait o l d u ğ u n u tah m i n etmektedir. Gerçekten de bunlar mysteria'nm i y i bilinen b ö l ü m l e r i n e işaret etmektedir: Demeter orucu ve kykeön içilmesi. Synfİtemahm geri kalanı bir b i l mecedir. Birçok b i l g i n sepetin ve küfenin içindekini tanımlayabileceklerini dü ş ü n m ü ş ; ya bir r a h i m taklidi, ya bir fallus, ya bir yılan ya da cinsel organ biçi minde pastaların s ö z konusu o l d u ğ u n u ileri s ü r m ü ş l e r d i r . Varsayımların h i ç b i r i ikna edici değildir. Belki de sepetlerin içinde arkaik çağlardan kalma ve t a r ı m k ü l t ü r l e r i n e özgü bir cinsel simgesellikle uyumlu kutsal emanet niteliğinde nes neler vardı. Ama Demeter Eleusis'te, kamusal t a p ı n ı ı n d a g ö r ü l e n l e r d e n ç o k farklı bir dinsel boyut ortaya k o y u y o r d u . Diğer yandan b u t ü r bir
ritüelin
erginleme
t ö r e n i n e katılan ç o c u k l a r tarafından da gerçekleştirildiğini kabul etmek zordur. Zaten syuirıemo'nın ima ettiği rituel, bir d o ğ u m ya da y e n i d e n - d o ğ u m simgeselliğ i y k y o r u m l a n ı r s a , erginleme t ö r e n i n i n o anda sona ermesi gerekirdi. Bu du rumda nihai deneyimin, epopteia'aın
a n l a m ı n ı ve gerekliliğini kavramak güçleş
mektedir Her ne olursa olsun, sepetlerde gizlenen htera'lara ilişkin
tanıklıklar
o n l a r ı n ele alındığını değil, törenseî bir biçimde s u n u l d u ğ u n u belirtmektedir. O hal de, G. H . Pringsfıeim, Nılsson ve Mylonas'ın ileri s ü r d ü k l e r i gibi,
synthema'naı
ç o k daha geç bir d ö n e m d e , Helenistik çağda bulgulanan Demeter törenlerine işa ret etmesi o l a s ı d ı r .
15
Erginlenecek adayların kutsal bir ayin y e m e ğ i n e katıldıkları varsayılmıştır k i , b u akla yakın g ö z ü k m e k t e d i r . Bu durumda yemek başlangıçta, kyheon içildikten sonra, yani gerçek teiete b a ş l a m a d a n ö n c e yer alıyordu, Proclus'taki hir b i l g i d e n
16
b a ş k a b i r ritüel daha o l d u ğ u sonucuna varılmıştır: Adaylar göğe b a k ı p "Yağ!" d i ye b a ğ ı r ı y o r l a r , yere b a k ı p "Gebe k a i l " diye h a y k ı r ı y o r l a r d ı . H i p p o l y t o s ,
17
bu
sözlerin mysiena'Iarm b ü y ü k s ı r r ı m o l u ş t u r d u ğ u n u belirtiyor. Burada b i t k i l e r i n
mağara -Plutcnion (Plüton
tapınağı]- vardı ve orada
bulunuyordu; krş. Kerenyi, a.g.y., s. 80. M
Pmtreptikos, 11,21,2
1 3
Krş. Mylonas, Eieusrs, s, 300 vd ve dipnot 39.
16
ad Timaeus, 293c
17
Philosophûumena, V, 7, 34. 364
muhtemelen
bir amphalas
ELEUSIS MYÎTEHM'LAKI büyümesi
ttpimlanna
ö z g ü kutsal evliliğe ilişkin ritüel sözlerin var o l d u ğ u n a
k u ş k u y o k t u r ; ama b u sözlerin - e ğ e r Eleusis'te s ö y l e n i y o r d u y s a - gizli o l d u ğ u dert s ü r ü l e m e z ; ç ü n k ü aynı sözcükler Atina'daki Dipylon kapısının y a k ı n ı n d a bu lunan b i r k u y u n u n yazıtında da yer alıyordu. O l d u k ç a şaşırtıcı bir b i l g i de Piskopos Asterios tarafından aktarılmıştı. Asterios, 440'a d o ğ r u , Hıristiyanlığın
Roma İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n resmi d i n i o l d u ğ u
d ö n e m d e y a ş a m ı ş t ı . Bu da piskoposun pagan yazarların y a l a n l a m a l a r ı n d a n artık k o r k m a d ı ğ ı n ı gösterir. Asterios karanlıklara g ö m ü l m ü ş bir yeraltı g e ç i d i n d e n , hiyerofant' ' ile rahibenin burada gerçekleşen törensel b u l u ş m a s ı n d a n , s ö n e n me 1
şalelerden ve " k u r t u l u ş u n u n b u ikisinin karanlıkta yaptıklarına bağlı olduğuna inanan b ü y ü k kalabalık" t an s ö z eder.
18
Ama Telesterion'da, kazılar her y ö n d e ka
yalık zemine kadar ulaşsa da hiçbir yeraltı odası {katabasion) b u l u n a m a m ı ş t ı r . Asterios'tın Helenistik çağda İskenderiye Eleusinıuıı'unda yapılan
mutenalardan
b a h s e t m i ş olması daha b ü y ü k bir olasılıktır. Yine de eger kutsal evlilik gerçekten var idiyse, Clemes'in - E l e u s İ s ' t e n söz ettikten sonra- İsa'yı "gerçek hiyerofant" olarak göstermesini anlamak g ü ç t ü r . I I I . yüzyılda Hippolytos dosyaya i k i yeni bilgi ekler.
19
Epopteia derecesine ge
lenlere, "törensel bir sessizlik içinde" bir b u ğ d a y başağı gösterildiğini ileri s ü r e r ve ş u n u da ekler: "Gece, b ü y ü k ve ifade edilemez itrysteria'kırı kutlayan göz ka maştırıcı bir ateşin içinde hiyerofant haykırır: 'Azize Brımo aziz bir ç o c u k doğur du: Brimos!' yani: Güçlü Kadın Güçlü Ç o c u ğ u d o ğ u r d u . " Bir b u ğ d a y başağının törensel b i ç i m d e gösterilmesi
biraz ş ü p h e l i gelmektedir; ç ü n k ü
erginlenecek
adaylar b u ğ d a y b a ş a k l a r ı m zaten yanlarında getirmek d u r u m u n d a y d ı l a r . Üstelik Eleusis'teki b i r ç o k anıtta da oyma b a ş a k figürleri vardır. Demeter'in buğday tan rıçası o l d u ğ u n a k u ş k u y o k ve Triptolemos da Eleusis m itsel-ritüel senaryosunda yer a l ı y o r d u . Ama taze bir b u ğ d a y başağının ortaya çıkarılmasının
epoplcia'nm
b ü y ü k s ı r l a r ı n d a n b i r i n i o l u ş t u r d u ğ u n a inanmak güçtür. Tabii Eleusis riıı'larına
Myste-
özgü bir "mucize"den söz eden Walter Otto'nun y o r u m u kabul edilecek
olursa, iş değişir: " D ı o n y s o s bay ramları n d a k ı b i r k a ç saat i ç i n d e b ü y ü y e n b a ğ g i b i , d o ğ a ü s t ü bir hızla b ü y ü y e n ve olgunlaşan b u ğ d a y başağı Demeter Mvsicricı'larıııın bir p a r ç a s ı d ı r . " " Bununla birlikte Hippolytos, F r i g y a l ı l a n n kesilmiş başaJ
Hiyerofant (Yun. hîerophantes): Eleusis riıüelleritıi yöneten başralıip - ç n . Kutsal Din Şehitlerine Methiye, Patraiogia graeea içinde, c. 40, sütun 321-324. Philosnphoumena, V, 36-41. A.g.y., s. 25. 365
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1
gı, Atinalıların, daha geç bir d ö n e m d e kendilerinden aldıkları bir mystena olarak kabul ettiklenni söyler. O halde Hıristiyan yazar, Attis Mysteria'lan
(Hippoly-
tos'a göre, Frigyahlar t a n r ı Attis'e "taze b u ğ d a y başağı" diyorlardı) h a k k ı n d a b i l d i k l e r i n i Eleusis'e. taşımış olabilir. Brimo ve Brimos sözcükleri ise b ü y ü k olasılıkla Trak k ö k e n l i d i r . Brimo esas olarak ölüler kraliçesini ifade eder; dolayısıyla b u isim Demeter'e o l d u ğ u kadar, Kore ve Hekate'ye de u y m a k t a d ı r . Kerenyi'ye g ö r e hiyerofant, ö l ü m tanrıçasının ateşin içinde bir oğul d o ğ u r d u ğ u n u duyuruyordu r ü n ü n , cpoptcia'nın
ç o k parlak bir
ışıkta
21
Her n e olursa olsun, son g ö
gerçekleştiği biliniyor. Birçok antik ya
zar k ü ç ü k y a p ı n ı n , Anaktoron'un içinde yanan ateşten ve damdaki len alevlerle
dumanın
delikten
yükse
uzaktan da görülebildiğinden söz eder. Hadrianus zamanına
ait bir p a p i r ü s t e , Herakles hiyerofanta seslenir: "Ben de u z u n sure ö n c e (veya baş ka yerde) erginlendim . . ateşi [gördüm] ... ve Kore'yi g ö r d ü m . "
2 2
Atmalı Apol-
lodoros'a göre, hiyerofant Kore'yi çağırmak için t u n ç t a n bir gonga vuruyor ve ge nel b a ğ l a m d a n anlaşıldığına g ö r e , b u vuruşla ölüler krallığı p a r ç a l a n ı y o r d u .
2,1
99. " S ı r l a r " ve " M y s t e r i a ' l a r " — Persephone'nin g ö r ü n m e s i n i n ve annesiyle bir leşmesinin e p o p t E i a ' n m ana b ö l ü m ü n ü o l u ş t u r d u ğ u ve belirleyici dinsel deneyime yol açanın da, tanrıçaların varlığı o l d u ğ u kabul edilebilir. Bu b i r l e ş m e n i n nasıl gerçekleştiğini ya da sonra ne o l d u ğ u n u bilmiyoruz erginlenenlerin ö l ü m d e n
sonraki
Niye böyle b i r g ö r ü n ü n ,
d u r u m l a r ı n ı k ö k t e n değiştirdiğine
h a k k ı n d a da bilgi sahibi değiliz. Ama cpopteia'yı
inanıldığı
tamamlayan -adayın, kendisini
tanrıçalara "yakınlaştıran" "tanrısal bir sırrı" algıladığından k u ş k u duyulamaz; bir anlamda Eieusis tanrıları tarafından "evlat ediniliyordu." * Erginlenme, hem 2
Benzer başka örnekler de bilinmektedir; örneğin Dionysos veya Koronis'in yakıldığı odun yığınının üstünde, annesinin cesedinden Apollon tarafından çıkanlarak doğan Asklepios; kr$. Kerenyi, a.gy., s. 92 vd. Krş. Kerenyi, s. 83-84. "W ü t t o . s. 27 Gutlırie (T7ıe Greeks and thtir Gods, s. 292-293), yanlışlıkla Platon'a mal edilmiş bir diyalog olan AlîsirAlıtıs'un bir bölümünü hatırlatıyor; Sokrates Aksiokhus'a ölümden korkmasına gerek olmadığı konusunda güvence venr; tam tersine Eieusis Mys (e rııı farında erginlendiği için tannlann akrabası (gcnıtetüs) olmuştur, Guıhrie bu metni, tanrısal evlat edinmenin bir kanıtı olarak kabul eder. Ama gcnrcetes tenini daha çok bağlılığı ifade eder: "Sen k i tanrıçalara, bağlı olanlardan birisin." Tabii bu da tinsel bir akrabalık düşüncesini dışlamaz. 366
ELEUSIS MïJiTEKM'LARi
tanrısal dünyayla yakınlığı hem de hayat ile ö l ü m arasındaki sürekliliği
ortaya
k o y u y o r d u . Tarımsal t ü r d e b ü t ü n arkaik dinlerce paylaşıldığına k u ş k u olmayan b u d ü ş ü n c e l e r , Olympos d i n i tarafından bastırılmıştı. Hayat ile Ölüm arasındaki gizemli sürekliliğin "ortaya çıkması, vah ye dilmesi" epopteîa
adayını kendi ölü
m ü n ü n kaçınılmazlığı d ü ş ü n c e s i y l e b a n ş t ı n y o T d u . Eleusis Mys[eria'larında erginlenenler
bir
"Kilise,"
veya
Helenistik
çağın
mysterfa'lanna benzer bir g i z l i demek o l u ş t u r m u y o r d u . Mysteria s ı n a v ı n d a n ge çenler ve epopteia s ı n a v ı n d a n geçenler, evlerine d ö n d ü k l e r i n d e kamusal tapmalara katılmayı s ü r d ü r ü y o r l a r d ı . Aslında erginlenenler ancak ö l ü m d e n sonra b i r araya geliyor ve e r g i n l e n m e m i ş l e r kalabalığından ayrılıyorlardı.
Bu açıdan, Pisıstra-
tos'tan sonraki Eleusis M i s t e n a'lan, sitenin geleneksel dinsel k u r u m l a r ı n a karşı ç ı k m a d a n Olympos d i n i n i ve halk i n a n ç l a n n ı tamamlayan b i r dinsel sistem ola rak k a b u l edilebilir. Eleusıs'in başlıca katkısı ö l ü m d e n sonra koruyuculuk sağla ma t ü r û n d e y d i ve b u nedenle mysterioTar Atina taralından hemen o n a y l a n ı p k o r u ma altına alınmıştı. Bütün bölgelerde ve b ü t ü n Yunan kolonilerinde tapınılan t a n n ç a l a r
içinde,
halk tarafından en ç o k tutulanı Demeter'di. Aynı zamanda en eski tanrıça da oydu; yapısal b a ğ l a m d a neolitik çağın U l u T a n r ı ç a l a r ı n ı n bir uzantısıydı. Antikçag baş ka Demeter Afyîien'a'iarına da tanık o l m u ş t u ; bunlann en m e ş h u r l a r ı Andania ve Lykosura nıysterıo'larıydı. Kuzey bölgelerinin -Trakya, Makedonya,
Epeıros-
erginleme merkezi olan Samothrake'nin {Semendİrek), Kabeiroi (Kabir'ler) myster/d'lan ile ü n l e n d i ğ i n i ve M Ö V. y ü z y ı l d a n beri Atina'da Trakya-Frigya tanrısı Sabazios için ruysieriö'lar yapıldığını, b u n u n Batıya sızan i l k Doğulu t a p ı m l a r d a n bi¬ n o l d u ğ u n u ekleyelim. Başka bir deyişle, Eleusis Mystericı'lan benzersiz saygın lıklarına karşın, Yunan dinsel d e h a s ı n ı n b u alandaki tek yaratımı değildi: Ne ya zık k i h a k k ı n d a yeterince bilgi sahibi o l m a d ı ğ ı m ı z daha geniş bir sistem içinde yer alıyorlardı Bilgilerin sınırlı o l m a s ı n ı n nedeni ise, hem b u mys i e ria'ların hem de Helenistik çağdakilerin erginlenme t ö r e n l e r i n d e gizliliğin ö n k o ş u l olmasıydı. " S ı r ' r ı n dinsel ve genel anlamda kültürel değeri h e n ü z yeterince
incelenme
miştir. B ü t ü n b ü y ü k keşifler ve b u l u ş l a r - t a n m , madencilik, çeşitli teknikler, sa natlar v b - başlangıçlarında sırları gerektiriyordu: İşlemlerin başarısını
yalnızca
meslek sırlarına "erenler'in sağlayacağı d ü ş ü n ü l ü y o r d u . Zamanla, bazı arkaik tekniklerin sırlarına erme olanağı, b ü t ü n topluluğa açıldı. Bununla birlikte söz konusu teknikler kutsal niteliklerini tamamen yitirmediler. Bu anlamda t a n m ör neği o l d u k ç a öğreticidir: Tarım, Avrupa'ya yayıldıktan b i r k a ç b i n yıl sonra, hâlâ 367
DİNSEL İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARİHİ - 1
rittıel y a p ı ş ı m k o r u y o r d u , ama "meslek s ı r l a n , " yani mahsul b o l l u ğ u n u sağlama ya y ö n e l i k törenler, ç o k basit bir "erginlenme" aracılığıyla a r t ı k b ü t ü n dünyada herkese açıktı. Eleusis My5ieria'lannın tarımsal bir mistik anlayışla u y u m l u o l d u ğ u kabul edilebilir ve herhalde erginlenme senaryosunu en azından k ı s m e n , cinsel ilişki n i n , b i t k i ve gıda bereketinin kutsallaştırılması b i ç i m l e n d i r m i ş t i r . Eğer bu doğ ruysa, o zaman y a n yanya u n u t u l m u ş , i l k anlamlarını y i t i r m i ş k u t s a m a l a r ı n söz konusu o l d u ğ u n u varsaymak gerekir. Eğer Eleusis'teki erginlenme töreni, gıda nın, cinsel ilişkinin, hamileliğin, ritüel b i ç i m i n d e ö l ü m ü n kutsallığını ortaya çı karan b u t ü r "başlangıç" deneyimlerini m ü m k ü n k ı l ı y o r d u y s a , o zaman
Eleusis
"kutsal yer" ve "mucizeler" kaynağı ü n ü n ü hak ediyor demekti. Bununla b i r l i k t e erginlenmenin en ü s t ü n mertebesinin, arkaik kutsamalarla i l g i l i t o p l a n m ı ş sözlü bilgilerle sınırlandığına inanmak g ü ç t ü r . Eleusis mutlaka yeni b i r dinsel boyut da keşfetmiş olmalıydı. Mysten'a'lar özellikle i k i tanrıçayla ilgili bazı "vahiyler"le ünlüydü. Ama b u t ü r "vahiyler," "sır t u t u i m a s ı " n ı olmazsa olmaz b i r koşul olarak da y a t ı y o r l a r d ı . Arkaik toplumlarda bulgtılanmış çeşitli erginlenmelerde
izlenen
usul de bundan farklı değildi. Eleusis "sırrı"nı farklılaştiran, mysieria t a p ı n ı l a n için bir ö r n e k haline gelmesidir. "_Sırlar"m dinsel değeri Helenistik çağda yüceltilecektir. Erginlenme törenlerine ilişkin s ı r l a r ı n mitolojileşt irilmesi ve bunlara yönelik yorumlar daha sonra sayısız s p e k ü l a s y o n a cesaret verecek, bunlar da bü t ü n bir çağın ü s l u b u n u şekillendirecektir. Plutarkhos, " s ı r n n varlığı ö ğ r e n i l e n i n d e ğ e r i n i artırır" diye yazar.
25
Gerek tıp gerekse felsefe "ererek ulaşılabilecek sır
lara" sahip olmakla ü n l ü d ü r ve çeşitli yazarlar b u n l a r ı Eleusis sırlarına benze tir.
2 6
Yeni-Pythagotaşçılar ve yeni-Platoncular z a m a n ı n d a , en ç o k kullanılan klişe
lerden b i r i b ü y ü k filozofların şifreli y a z ı l a n n a , üstatların gerçek öğretilerini yal nızca e r g i n l e n m i ş tere açıkladıklarına ilişkin g ö r ü ş t ü . Bu d ü ş ü n c e a k ı m l a n en i y i dayanağını Eleusis İVİysiericTlarmda buluyordu. M o d e m eleştirmenlerin çoğu, geç antikçagın ç o k sayıda yazan tarafından ö n e r i l m i ş alegorik veya H e r m e s ç i yorumlara fazla ö n e m vermezler. Bununla b i r l i k t e , b u t ü r yorumlar içerdikleri b ü t ü n anakronizmalara k a r ş ı n , felsefî ve dinsel i l ginçlikten yoksun değildir; aslında daha eski yazarlann Eleusis
Mysiena'larım,
" s ı r l a r a ihanet etmeden yorumlama çabalarının uzantısını o l u ş t u r m a k t a d ı r l a r . " Homeros'un hayatı ve şiiri üzerine, 92. 1 6
Krş. örneğin Galianus, De usu partilim, Vii, 14; Plotiııas. Hııııeades, VI, 9, 11 vb 368
ELEUSIS MrSTEKIA'UKl
Son tahlilde, Eleusis Mysteritı'ları Yunan dinselligi tarihinde oynadığı merkezî r o l ü n yanı sıra, Avrupa k ü l t ü r ü tarihine esas olarak "erginleyin sırların" yorum l a r ı n d a n o l u ş a n , dolaylı, ama anlamlı bir katkı yapmıştır. Eletısis'in eşsiz saygın lığı sonunda onu pagan dinselligin simgesi haline getirmiştir,
Tapınağın yakıl
m a s ı ve ınystcria'lann y a s a k l a n m a s ı , paganizmin "'resmi" sona erişine işaret et mektedir." Ama b u olaylar paganizmi hiç de yok e t m e m i ş , yalnızca içrekleşmesi7
ne yol açmıştır, "Eleusis'in " s ı r l a n ' r i a gelince, onlar a r a ş t ı r m a c ı ! a n n imgelemini m e ş g u l etmeyi s ü r d ü r m e k l e d i r .
ELEŞTİREL KAYNAKÇA
§ 96. Genellikle çoğul olarak kullanılan Yunanca terim, ta mysttria, bir Hınt-Avrupa kökü olan Mu'dan türemiştir; bu kökün başlangıçtaki anlamı olan "ağzını kapatmak," "ritüel sesrizliği"yle ilişkilerıditilmişlİT. Krş. myö ve myeö, "mystenn'ya erdirmek," myesıs, "erginlenme" (yalnızca mysteria'lardakı erginlenmeler için kullanılan terim). Edebi kaynaklar hakkında, bkz. L. R Famell, Cults oj the Greek States, c. I l l (Oxford. 1907), s, 307-367 Arkeolojik keşiEler konusunda, bkz F. Noack, Eleusis: die baugeschichtíiche Entwicklung des Heiligtums (Berlin-Leipzig, 1927); K Kuruniotis, "Das eleusinische Heilig tum von den Anfangen bis zur vorperikleische Zeit" (ARVV, 33, 1935, s, 52-78); G. E. Mylonas, TTie Hymn tu Demeter and her Sanctuary al Eleusis (Washington Studies in Language and Literature, X1U, St.-Louis, 1942); aynı yazar. Eleusis and the Eleusmiaii Mysteries (Prin ceton, 1961), s. 23-1S6; E. Simon, "Neue Deutung zweier Eleusinischer Denkmäler des 4. Jh. v. Chr." (Antike Kunsl, 9, 1966, s. 72-92); H. Metzger. Les representations dans la céramique attique du ¡Ve siècle (Paris, 1951), s 231-265; aynı yazar. Recherches sur l'imagerie athénienne (Paris, 1965), s 1-53. Horneros övgüsü hakkında, bkz. N. J. Richardson, Tîte Homeric Hymn to Demeter (Ox ford, 1973); ayncakrş. K. Deichgräber, Eleusinische Frömmigkeit und Homerische Vorsteilungswelt im Homerischen Demeterhymnus (Mainz, 1950); Francis R Walton, "Athens, Eleusis and the Horaenc Hymn to Demeter" (Harvard Theological Review, 45, 1952, s. 105-114); Ugo Blanchi. "Saggezza olímpica e mística eleusína nell'inno omerico a Demeter" (SM5R, 35, 1964, s 161-193); Mary L. Lord, "Withdrawal and Return in the Homeric Hymn lo Demeter and the Homeric Poems" (Classical journal, 62, 1967, s. 214-248). Eleusis Mysieriü'lannı konu alan çok geniş edebiyat içinden şunları sayalım: L. R. Famell, Cults, 111, s. 126-198; Paul Foucan, Recherches sur I'ongme eí la nature des Mystères d'Eleusis (Paris, 1895); aynı yazar, Les Mystères d'Eleusis (Paris, 1914); Mailin P. Nïlsson, MinoartMycenaean Religion ijnd its Survival in Greeh Religion (Lund, 1927; düzeltilmiş ve genişletilmiş 2. baskı, 1950), s, 468 vd, 558 vd; aynı yazar, "Die eleusimschen Gottheiten" (ARIV, 32, 1935, s. 79-141; Opúsculo Selecta içinde yeniden basılmıştır, I I , Lund, 1952, s. 542-623); aynı yazar, Greek Folk Religan (New York, 1940, yeni baskı 1961), s 42-64; S. EUrem, "Eleusis; les mystères et l'agriculture" (¿imbolae Ösloenses, 20,1940, s. 133-151), Victor Magnien, Les Mystères d'Eleusis. Leurs origines. Le rituel de leurs initiations (Paris, 1938; alıntılan mış ve çevnlmis metinlen açısından yararlıdır), Walter F, Otto. "Der Sinn der Eleusimschen Mysterien" (Eranos-jahrbuch, IX, 1939, s. 83-112 - "The Meaning of ıhe Eİeusİnian Mysteries," Ifıe Mysteries. Papers from the Eranos Yearbooks içinde, 11, New York, 1955, s. 14¬ 31), Momolina Marconi, "Stil mistero det Misteri Eleusini" (SMSR, 22, 1949-50, s. 151-154); C Kerényi, Eleusis: Archetypal (mage of Mother and Daughter (New York, 1967); Georges Meautis, Les Dieux de la Grèce et les Mystères d'Eleusis (Paris, 1959); P. Boyancê, "Sur les Mystères d'Eleusis" (REG, 75, 1962, s. 460-482); Walter Burkert, Homo means (Berlin, 1972), 5. 274-327. Ayrıca bkz. A. Kúne, O. Kem, A. Dellaue, Charles Picard ve diğer yazar370
ELEUSIS MYSTEIÏM'LARl
lantı daha aşağıda belinilen incelemeleri. Paul Foucart, Herodot'un görüsünü izleyerek (II, 49 vd, 146), Eleusis Mysieria'Iarinm Mısır kökenli olduğunu belirtiyor. Ama Citarles Picard, "MÖ IL binyılm ortasından itibaren rueron'da [kutsal alanda] tek başına bile olsa hiçbir Mısır nesnesinin onaya çıkmadığı" sap lamasını yapıyor (krş. "Sur la pairie eı les péregnnations de Démeter," REG, 40, 1927, s 321-330, özellikle s. 325), Axel Persson, "Der Ursprungder eleusmischen Mysterien" (AfW, 21, 1922,5. 287-309) ve Chartes Picard (Les re figions prëhe 11 iniques, Paris, 1948, s. 89, 111, 114 vd), Mysteria'lann Gint kökenli olabileceği önermesini gündeme getirmişlerdir. Bununla birlikte son kazılar, Eleusis yapılarında Gint veya Minos etkileri bulunduğu
varsayımını
çürütmüştür (bkz. Mylonas, Eleusis, s. 16 vd; krş. a.g.y., s 49, 68 vb). M. P. Nilsson, Eleusis miısel-ritüel kompleksinin Miken kökenlerim ortaya çıkarmaya çalışmıştır (krş. MinoanMycenaean Religion, s. 55B vd; aynca bkz. Opúsculo.Selecta, 11, s. 585 vd). Mylonas, anlatıların daha çok kuzey kökenli bir tapıma işaret ettiklerini hatırlatmaktadır (a.g.y., s. 19 vd); Tesalya veya Trakya. Pausanias'a göre (1, 38, 2-3), ilk hiérophantes ve Eumolpıdes ailesinin kurucusu olan Eumolpos'un Trakya kökenli olduğu varsayılmaktadır. Bununla birlikte Eumolpos adı, Helen öncesi döneme aittir (Nılssoıı, Mmoû/i-Mycen. Rel, s. 520 vd). Her ne olursa olsun, kökenleri ne olursa olsun, Mysteria'lann Helen öncesi döneme ait olduklan ve arkaik yapıdaki bir tapımın uzantısını oluşturdukları kesindir. Diğer din adanılan ikinci bir aileden, Kerykeşlerdendi. Dadukhos, "meşale taşıyıcı," Hıerokeryks, "tören münadtsi" ve sunağı yöneten rahip. Alaric 396'da Eleusıs'ı yıkıncaya kadar, hiyerofant ve diğer din adamlannın hepsi bu i k i aileden geliyordu. Bilginlerin çoğu mysteria'lann doğuşunu tarımla uyumhı bir mıtsel-ntüel senaryosunda aramışlardır. Nilsson'a gore, Demeter Buğdaylann Anası ve Korea Tahıl Tanesi genç kızıdır; Eski ve yeni hasadı simgelerler. Dolayısıyla bu iki tannçanin birleşmesi, iki hasadın harman edilmesini temsil eder (krş. Greeh Folk Religion, s. 51 vd) Nilsson, Eleusis'te "öğreti ol madığını, yalnızca hayat ve olum üzerine -eski hasadın içinden çıkan yeni hasadın temsil et tiği- bazı basit, temel düşünceler bulunduğunu" ileri sürmüştür (a.g.y., s. 63). F. M. CornCord da benzer bir açıklama getirmektedir: "The aparefıoı and the Eleusinian Mysteries" (Es¬ says and Studies presen ted to William Rıdgev/ay içinde, Cambridge 1913, s. 153-166). Başka bir yerde, Greek Folk Eelİgion'ı tartışırken, dinsel görüngüler için ileri sürülen bu tür "genetik" sözde açıklamaların yetersizliğini eleştirdik: krş
"Mythologie et Histoire
des
religions," Diogëne, Ocak 1955, s Î 0 8 vd. Eleusis Mysteria'lannm tanmla ilişkileri R. Pettaizonı tarafından da çözümlenmiştir: í Misten (Bologna, 1924), 5. 45 vd; aynı yazar, Lo religion dans la Grèce antique (Paris, 1953), s. 73 vd. Akdeniz dünyasında narla ilişkili mitler ve ntüeller hakkında, bkz. Uberto Pestalozza, "Iside e la Melagrana" (Relıgione Mediterránea, Milano, 1951. s, 1-70); ile ana Chirassi, Elementi di culture precereali nei miti et riti greci (Roma, 1968), s, 73-90, Ateşle kutsama konusunda, bkz. J. G, Frazer, Apollodorus, Dıe Library, c. 11, s. 311-317 (Ek l "Putting children on the fire"), C, M, Edsmatı, Igııis Divinis (Lund, 1949), s. 224 vd ve özellikle Marie Delcoun, Pyrrfıos et Pyrrha. Recherches sur les valeurs du jeu dans les légendes helléniques (Paris, 1965), s. 66 vd. Demelerin. Demophon için yapmak istediğini, bis Ar371
DtNiULINWCLAEVS-;nUSt!NC.Ul.i-.RTARltll -1
sinoe'nuı çocuğu, Thetis ile Meclea da kendi çocukları için denemişlerdi. Arını korkuya kapılan ölümlüler tarafından aplalca kesilen bu girişimlerin hiçbiri başarıya ulaşamadı. "Ateşin efendileri" hakkında, taş. Eliade, Le Chaînai usine (2. baskı, s. 209 vd, 342 vd, 369 vd); aynı yazar, Forgerons el alchimistes (Paris, 1956), s. 81 vd. liaubo bolümü hakkında, bkz. Charles Picard, "L'épisode de Baubô dans les Mystères d'Eleusis" (RHR, 95, 1927, s. 1-37); V. Magnien, Les Mystères d'Eleusis, s. 86 vd. l>emeter mitinin Orpheus'çu yorumu adı verilen anlatıya göre (krş. Malten. "Altorphische Demeıersagen," ARW, 1909, s. 417 vd), yoksul köylü Dysaules ile eşi liaubo Eleusis'te yasıyorlardı; sefil bir kulübeden başka bir şeyleri yoktu, çünkü buğday Demeler tararından henüz ortaya çıkan ima nıışiı
Attika anlatısına göre, Triptolemos Dysaules'in oğluydu
{Pausanias, 1, 14, 3). Diğer oğlu Euboleus domuz çobanıydı ve domuzlan Persephone ile beraber yııtulmtışııı. Orpheus'a Övgü (41, 6) Demeter'in Eleusis'ıcki orucunu kesince Euboleus'un verdiği bilgilere uyarak yeraltı dünyasına indiğini anlatır (ayrıca krş. K. Kerenyi, Eieıısis, s- 43, 171). Eski yazarların Eleusis'i Elysıum'la, Kutlular Alemi'yle ilişkilendirdiklerini hatırlatalım (krş A. ii Cook, Zeus, II. s. 36 vd), § 97. Sterling Dow ve Robert F. Healey, A incıvd Cécndar
uj Lkuxis (Cambridge, 1965), y.
MÛ 330'a ait bir yazıta dayanarak tören takvimini yeniden oluşturdular. Küçük Mysterio'lar hakkında, bkz. P. Roussel, "L'inıustıon préalable et k symbole Eleusıen" (Bulletin de correspondance hellénique, 54, 1930, s. 51-74); Mylonas, a.gy., s. 239¬ 243. Domuz kurban edilmesi Yunanistan'ın her yerinde Demeter tapınuna özgüydü; kış. son olarak çıkan W, Burkert, Horııu rıectıns, s. 284 vd. Diğer yandan erginlenme törenleri nedeniyle yapılan bu tür kurban törenlerine Polinezya adalarının hayvan cılannda geniş öl çüde rastlanmaktadır, Burkert (s, 286) "domuz yavrusu" için kullanılan Yunanca terimin (hhoiros) halk dilinde kadın cinsel organı anlamına geldiğini hatırlatıyor. Bir domuz yav rusunun kurban edilmesi simgesel olarak bir genç kızın öldürülmesini temsil ediyordu. Gephyrismai hakkında, krş E. de Martino, "Gephyrismi" (5MSR, 10, 1934, s. 64-79). Kykeon hakkında, bkz. A. Delalte, "Le Cycéon, breuvage rituel des mystères d'Eleusis" (Bull. Classe des Lettres, Acad. Royale de Belgique, 5. seri, c. 40, 1954, s. 690-752). Erginlenmelerle ilişkili çok sayıda ve değerlen birbirine eşit olmayan metin, V. Magnien. a.g.y., s. 198 vd'da çevrilmişıir (temkinli bir şekilde başvurulması gereken bir kaynak). Ritueller hakkında, bkz. Mylonas, a.g.y., s, 243-285; Dario Sabbatuccı, Sûggio sul mısücunıo gıeeo (Roma, 1965), s. 127 vd. Aynca krş. Charles Picard, "Le prétendu
'baptême
d'initiation' éleusien et le formulaire des mystères des Deux-déesses" (iîliR, 154, 1959, s. 129-145); Ugo Bianchi, 02YMnA2AlîJW (Ex Orbe Religionum, I , Leiden, 1972, s. 277-286); H. Ludiu Jansen, "Die Eleusinische Weihe" (.a.g.y.. s, 287-298). Erginlenmeyle ilişkili kurban lar ve ritueller tapınağın içinde yapılıyordu; bu da Eleusis'i Yunan tapım toplu yapısı içinde benzersızleştiren bir durumdur. Gerçekten de Olympos kurban törem tapınakların içinde degıi, sunakların üzerinde yapılırdı ve nereye olursa olsun, gerek evlere, gerek sokaklara 372
ELEUSIS MYSTKBIfVLARl
gerekse, tarlalara sımak dikilebilirdi Suyla doldurulan ve bir formülü yineleyen (belki de Produs'ıın söz ettiği meşkur for mül, ad Thnaeus, 293c) erginlenen tarafından dökülen iki kübün (plemoiıhoai) kozmik ve ritüel anlamı konusunda, bkz. Edward L. Ochsenschlager, "The Cosmic Sigtıificance of ıhe ftauocfıoe" (HR, 9, Kasım. 1970, s. 316-337). Sırlanıl açıklanması konusunda (krş daha yukarıda dipnot 3), anlıkçağda birkaç örnek daha bilinmektedir Sopatros adıyla bize kadar ulaşmış bir retorik alışlımıası, erginlenmeyi dııjleyenbir genç adam örneğini anlatır: Genç çimmemi'lan yapmış, ama hiyeıofaıılin söy lediği sözleri işitmediği için erginlenmiş olarak kabul edilememiştir. Tam tersine Jııeiiilan erginlenm emişlere gösterdiği ve agua alınmaması gereken sözleri yinelediği için suçlanmıştır (krş. Mylonas'taki referanslar, s. 272, dipnot 194, 195). Alkibiades gizli törenlerin parodisini yapmış ve sürgün edilmiştir; yakalanan bazı suç ortakları idam cezasına çarptırıl iniştir (Ksenophon, Elleniha, 1, 4, 14 vb). § 98. Synesius sayesinde, Aristoteles'in gençlik dönemine ait ve mysleriit'lara ermeyle ilgili bir eserinden kısa bir parça elimize ulaşabilmiştir; "Aristoteles, ergin le nenlerin bir şeyler öğren mek yerine, duygular hissetmelerinin ve bazı düzenlemeler içine sokulmalannın -tabii onları almaya uygun hale geldikten sonra- gerekli olduğu kanısındadır" (Dio, Krabınger (éd.), c. I , s. 271-272 " Aristote, par. 15 Rose; çev. Jeanne Croissant, Ar/stoie et les Mystères, Paris, 1932, s. 137). Psellus'un naklettiği ve J. Bidcz tarafından yayınlanmış (Caıa\opıe. des manusc rits alchimiques grecs, c. V I , 1928, s. 171) koşut bir metin j . Croissant tarafından kapsamlı bir biçimde çözümlenmiştir, a.g.y., s. 145 vd. Themistiosbölümü hakkında, bkr. en son çıkan Mylonas, a.g.y,, s. 264 vd Geç döneme ait kaynaklann mükemmel bir çözümlemesi için, Famell, Cıılls, 111, s. 176 vd. İskenderiyeli Klemes'tn aktardığı syııJİıema hakkında, bkz. U. Pestalozza, liclîgkme Medherranea. Vecchi e mıovı sınıfı (Milano, 1951), s. 216-234 ("Ortaggi, frutti e paire nei Mis ten Eleusini"); Mylonas, a.g.y., s. 294-303; W. Burkert, Homo ııeams, s. 298 vd. Sepette ve küfede gizlenen nesnelerin neler olduğu uzun bir tanışmaya yol açmıştır ve bu tartışma hâlâ sürmekledir. A, KOrte, küfenin içinde bir vajma taklidi (lîids) bulun duğunu tahmin ediyordu; erginlenme adayı buna dokunduğunda
Deıııeter'in çocuğu
olarak yeniden doğduğuna inanıyordu (ARW, 1915, s. 116 vd). O. Kem daha da ileri gidiyordu. Mysteria'ya katılan aday lîteis'e cinsel organıyla dokunduğunda tannçayla bir¬ leşiyordu (Die grice fıisciıe Mysterien der dassisdteıı Zeit, 1927, s. 10). A. Dieterich'e göre tam tersine küfede bulunan bir fallustu: Aday onu göğsünün üzerine koyunca tanrıçayla bir leşiyor ve onun çocuğu oluyordu (Eine Myi/ırasiiturgie, 1903, s. 123; Mtıtter Erde, 3. baskı, 1925, s. 110 vd). Charles Pıcard'a göre, küfenin içinde bir fallus ve sepette de bir rahim vardr Aday onları eline alınca tanrıçalarla birleşmeyi gerçekleştiriyordu ("L'épisode de Baııbo," RHR, 95, 1927, s. 237 vd). S, Eitrem bir yılan, bir nar ile fallus ve rahim biçiminde pastalar dan söz eder ("Eleusınıa," s. 140 vd). Bu tür açıklamalar birçok bilgin tarafından reddedil miştir; Maaş, Fameli, P. Roussel, L. Deubner, W. Otto, Kerenyi vb (aynca bkz. Mylonas, s.
373
DİNSEL İNANÇLAR VE DUŞUNCbLER TAHIH1 - 1
296, dipnot 22). Ama bu tarihi-dinsel yorum alıştır malarına değinmeye değer; Çünkü bun lar XX. yüzyılın ilk otuz yılında Batının Zeıtgeist'ınrn anlaşılmasına yardımcı olurlar, Mysiena'lara erme konusundaki bilgilere gelince, Kilise Babalarının bunları belli bir amaçla naklettikleri kesindir; putperestliğe saldırmak ve gözden düşürmek. Bununla birlikte uydurmaya cesaret edeıniyorlardı; çünkü o zaman pagan yazarlar tarafından yalanlanabılırlerdi. Ama. tara. b u dinsel bağdaştınnacılık döneminde yazdıklara.! ve esas olarak Helenistik mysterio'lan kaynak aldık!annı da dikkate almak gerekir. Nitekim çok sayıda Yeni-Platoncu ve Yeni-Pythagorasçı yazar bütün mysierıa'lann birliğini savunduktan için, Hıristiyan yazarlar da onların bu bakış açısını kullandı ve daha yakın tarihli mysterra'lara ait ritüelleri de Eleusis nıysierio'ları içinde kabul ettiler. Aynca Hıristiyanlığı savunanlar da benzeştirme yoluyla açık lama yapma konusundaki Helenistik modayı paylaşıyorlar, bu da onların tanıklıklarım iyice kuşkulu hale getiriyordu. Eleusis're ateş ve ölülerin yakılması. Bazı erginlenmiş!erin cesetleri, MÜ 1110-700 arasında tapınağın bulunduğu taraçada yakılmış olabilir (krş. Kerenyi, s 93). Diğer yandan MÖ 20'de Augustus yeniden Eleusis'te bulunduğu sırada, erginlenmek isteyen ve epopteiû'ya katıldık tan sonra ateşin içine ginp yanan Zarmaros veya Zarmanokhegos adındaki bir Brahmanın öyküsü bilinmektedir (Dio Cassius LİV, 9, 10; Strabon, XV, 1, 73; krş. Kerenyi, 5 100). Bu rıtüel olu yakmalarda Demophon'un ateşle "tannlaştınlması"nın anıları bulunabilir mi? Aynca bkz. Marie Delcourt, Pyrrhos et Pyrrha (Paris, 1965), s. 68 vd. § 99, Demeter tapımı için, bkz. Famell, Cults, 111, s. 38 vd, Nilsson, GestfııcJıie, 1, s. 461. Yunanistan'ın geri kalarundakı Demeter mysieria'lan hakkında, krş. Nilsson, Gesefıiehte, 1, s. 478; R. Sliglitz, Diegrosseıı Göttitın^n Arkaâitns (Viyana, 1967), s. 30 vd; G Zuntz, Per sephone (Cambndge, 1971), s, 75 vd, MÜ 1. yüzyılda, Sicilyalı Diodoros (V, 73, 3) şu rivayeti naklediyordu- Gint sakinleri mysteria'lann kendi adalarından çıkarak yayıldığım ileri sürmekte, Eleusis erginlenme tören lerinde, Samothrake (Semendirek) myîtiria'larmda ve Orpheus tarafından kurulan tapımda aktarılan sırların Girit'te bunları öğrenmek isteyen herkes tarafından özgürce paylaşılmasını da bunun kanıtı olarak göstermektedirler. Diodoros'un edindiği bilgi gerçekse, muhtemelen rimellere ve özellikle de tarımsal işlerle (tohumun toprağın altında kaybolması, bunu yeni bir hasadın izlemesi) Persephone'nin kaçmlması ve Demelerle birleşmesi arasındaki ilişkileri yansıtan mitoloji oyunlanna dayanmaktadır. Dionysos'un mysteria'lardaki rolü tamşmalıdır. MÖ IV. yüzyılda Dionysos, Eleusis'e doğ ru ilerleyen tören alayı içinde atılan çığlığın (Herodotos, VIII, 65) veya söylenen ilahinin kişileştirilmesi olan (Aristophanes, Satrakhoi [Kurfjağaidii, 309) lakkhos'la özdeşleştinlmişti. Farnell'a göre, Sophokles {Antigone, 1119-21, 1146-52), lakkhos'un, Eleusis'çi uknumu (hipostaz) içinde görünen Dionysos olduğunu göstermektedir (Cults, 111, s. 149). Ama sanki Dionysos mysieria'larda tapınılan taunlar içinde yer almamıştır (Mylonas, a.g.y,, s, 238), Eleusis'teki varlığı Helenistik çağda gjderek ağırlık kazanacak bir hareket olan bağdaştırmacıltgın s o mıçl aradandır
374
XIII.
BÖLÜM
ZERDÜŞT V E İRAN DİNÎ - "Vl'r-.r •
100. Bilmeceler— İ r a n d i n i n i n incelenmesi sürprizler, hatla hayal kırık h k l arıyla doludur. Konuya ç o k canlı bir i l g i gösterilir, ç ü n k ü Batının dinsel o l u ş u m u n a iran'ın yaptığı k a t k ı ö t e d e n beri bilinmektedir. Gerçi d ö n g ü s e l zaman anlayışının yerini alan çizgisel zaman anlayışı İbranilerin de yabancısı değildi, ama diğer bir çok dinsel d ü ş ü n c e de İran'da keşfedildi, yeniden d e ğ e r kazandı veya s i s t e m l e ş t i r i l d i . Bunların yalnızca en ö n e m l i l e r i n i hatırlatmakla yetinelim: Birçok düalist sistemin (kozmolojik, ahlaki, dinsel düalizmler) birbirine eklemlenmesi; k u r t a r ı cı m i t i ; i y i n i n nihai zaferini ve evrensel k u r t u l u ş u ilan eden "iyimser" bir eskatol o j i n i n geliştirilmesi; bedenlerin yeniden dirilişi öğretilerini, b ü y ü k olasılıkla, bazı irfani mitler; son olarak da Rönesans d ö n e m i n d e gerek İtalyan Yeni Platonculan gerekse Paracelse veya John Dee tarafından yeniden geliştirilen, Magus mito lojisi. Bununla b i r l i k t e , uzman olmayan okuyucu, kaynakları eline alır almaz hayal kırıklığına u ğ r a r ve canı sıkılır. Eski A v e s t a n ı r ı d ö r t t e ü ç ü k a y b o l m u ş t u r . Koru nan metinlerden yalnızca Zerdüşt'e ait o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n Gatha'lar uzman olma yan okuyucuya çekici gelebilir. Ama b u bilmece gibi şiirlerin anlamı h e n ü z tanı ç ö z ü l e m e m i ş t i r . G ü n ü m ü z d e k i Avesta'nm geri kalanı ve özellikle de I V , ve I X . yüzyıllar arasında yazılmış Pehlevice metinler k u r u l u k l a r ı , sıkıcı
tekdüzelikleri
ve d ü z üsluplarıyla ayırt edilirler. V e d a l a r i n ve U p a n i ş a d l a r ' m okuyuculan, hatta B rahmana! a r ' m okuyuculan b u metinler karşısında hayal kırıklığına
uğrayacak
tır. Ama k i m i zaman Gatha'lann i ç i n d e çözülebilen, daha geç d ö n e m yazılarında da geliştirilmiş ve sistemleşt iri İmiş halde bulunabilen d ü ş ü n c e l e r , heyecan verici dir. Ama bunlar ritüel metinleri ve yorumlar yığını içinde kaybolup g i t m i ş t i r , Gatha'lann dışında - a n l a ş ı l m a z noktalara k a r ş ı n b u n l a r ı okumak her zaman b i r zevktir- s ö z ü n g u c ü n u n , imgelerin ö z g ü n l ü ğ ü n ü n , derin ve beklenmedik bir anla m ı n ortaya çıkışının göz k a m a ş ı ı n c ı düzeylere eriştiklerine pek rastlanmaz. Bu dinsel k a v r a m l a r ı n b u l u n m a s ı n d a veya yeniden d e ğ e r kazanmasında Zer d ü ş t ' ü n kişisel katkısı konusunda ise, Iran u z m a n l a r ı n ı n görüşleri farklıdır ve
375
D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARH ıı - ı
b i r b i r l e r i n i d ı ş l a m a eğilimi gösterir. Esas olarak i k i tarih yazımı perspektifi söz konusudur; Birincisine göre Z e r d ü ş t , geleneksel e m i k dinde, yani M Ö II. binyılda Hint-lratılılar tarafından paylaşılan dinde reform y a p m ı ş , tarihsel bir k i ş i l i k t i r . İkinci perspektifte, Zerdüşt d i n i İran d i n i n i n yalnızca b i r y ö n ü n ü , yani merkezin-, de Ahura Mazda tapımı olan Mazdeizıni temsil eder; bu yöntenıbilimsel tavrı pay laşan yazarlara göre, Zerdüşt "peygamber"in gerçekleştirdiği bir "reform" söz konusu olmadığı gibi, b u kişiliğin tarihselligi bile tartışmalıdır. Hemen aşağıda göreceğimiz gibi, Z e r d ü ş t ' ü n tarihselligi sorununun b ü y ü k b i r g ü ç l ü k o l u ş t u r m a m a s ı gerekir. Tarihsel Z e r d ü ş t kişiliğinin, "Mazdeizm d i n i n i " o l u ş t u r a n m ü m i n l e r tarafından bir m ü k e m m e l ö r n e ğ e d ö n ü ş t ü r ü l m e s i d o ğ a l d ı r . Birkaç k u ş a k sonra, kolektif bellek ö n d e gelen bir kişinin gerçek yaşamöyküsütıü k o r u m a y ı b a ş a r a m a z ; söz konusu kişilik bir ideal ornege d ö n ü ş ü r , yani dile ge tirdiği çağrının yalnızca erdemlerini ifade eder ve b u çağrı, kişiliğin
somuriaştır-
dıgı ö r n e ğ e ö s g ü ö r n e k o l u ş t u r a n olaylarla yansıtılır. Bu yalnızca Gamama Bııdha veya tsa için değil, Marko Kraljeviç veya Dieudonne de Gozon gibi daha küçük çaplı kişilikler için de geçerlidir. Ama bilginlerin ç o ğ u n u n Z e r d ü ş t ' ü n eseri ola rak kabul ettiği Gatha'lav, yer yer y a z a r ı n taviiıse İliğini d o ğ r u l a y a n ö z y a ş a n ı ö y k ü se! ayrıntılar da içerirler. Zaten eldeki bilgiler de bundan ibarettir; Zerdüşt tara fından yazılmış ilahiler içinde yer a l d ı k l a n n d a n , b ü t ü n Mazdeizm geleneğinde et kin oları m i t l e ş t i r m e süreci içinde varlıklarını kortıy a bil m işlerdir. Z e r d ü ş t ' ü n hayalı ve dinsel etkinliği konusunda b i r i l k taslak o l u ş t u r u r k e n , b u y a ş a n ı û y k ü s ü a y r ı n t ı l a r ı m kullanmak yerinde olacaktır. Daha sonra, en
son
araştırmaların sonucunda öne çıkan k i m i d ü z e l t m e l e r ve ekler de belirtilecektir. Z e r d ü ş t ' ü n etkinliğinin M Û 1000-600 yılları arasında b i r tarihe y e r l e ş t i r i l m e si önerilmiştir. " İ s k e n d e r ' d e n ö n c e 258 ytlf'ndan söz eden Mazdeist gelenek doğ ru kabul edilecek otursa, Z e r d ü ş t ' ü n M Ö 628-551 atasında yaşadığı saptanabilir.
1
Gatha'lann dilinin arkaik niteliğinden, özellikle de Vedalar'la olan benzerliklerin den ö l ü r ü en eski tarihler Önerilmiştir.
Dilbilimsel
ç ö z ü m l e m e , peygamberin
" İ s k e n d e r ' d e n 258 yıl ö n c e " ifadesi b ü y ü k olasılıkla Atıcın en ilerin i m para mr l o ğ u n a son veren Perscpi'lis'in fethine g ö n d e r m e y a p m a k t a d ı r ( M Ö 330). ZerdCişı, Kral Vişıaspa'ya d i n i n i kabul ettirerek ilk başarısını k a z a n d ı ğ ı n d a , 40 yaşındaydı. Araştı m ı a c d a r ı n ç o ğ u (krs> W . 1!. I l e ı m i n g , Zoruosier, Polilicion m V/iıelı-Doclor, s, 313 v d ; J. Duchesni'-Guillemm. (.ti religiotı de Viran anelen, s. 136 v d ) tarafından kabul edilen geleneksel zamanclizini ("is
kender'den 258 yıl ö n c e " ) . M . Mote (Cıılle, mythe el cosınolagic dans ITran aııâelı, s. 5 3 1 ) ve G. Gnoli ("Politıca Religiosa e concezione delle regafiıa." s. 9 vd) t a r a f ı n d a n miştir.
376
reddedil
ZRUDÜST VE IKAN D I N I
İran'ın d o ğ u s u n d a , b ü y ü k olasılıkla Harizm veya Baktrin'da yaşadığı sonucuna vanlmasım sağlamaktadır." Rivayete göre Z e r d ü ş t , zaotar'dı
(Yaşt 33:16), yani kurban ralıibı ve ilahi oku
yucuydu (krş. Sanskritçede hotar) ve Gatha'lar eski b i r Hint-Avrupa kutsal ş i i r geleneği çerçevesine girmektedir. At yetiştiricisi S p i t â m a ("patlak saldırılı") kabilesindendi; b a b a s ı n ı n adı P n u r u s a s p a ' y d ı ("atı benekli"). Z e r d ü ş t evliydi ve i k i ç o c u ğ u n u n a d ı bilinmektedir;
bunlardan k ü ç ü ğ ü kızdı
1
Pouruçista (Yasna 53:3).
Z e r d ü ş t yoksuldu. M e ş h u r b i r götlıa'sında Ahura Mazda'ya kendisini koruyup y a r d ı m etmesi için y a k a r ı r k e n , şöyle haykırır: "Niye güçsüz o l d u ğ u m u b i l i y o r u m ey bilge: Ç ü n k ü s ü r ü m k ü ç ü k ve az a d a m ı m var" (Yasna 46:2). Çağrısıyla seslendiği topluluk, kavi denen şefleri ve karapan, " m ı r ı l d a n a n " ve usig, "kurban edici" denen rahipleri bulunan yerleşik
çobanlardan
oluşuyordu.
Z e r d ü ş t ' ü n Ahura Mazda adına s a l d ı r m a k t a n çekinmediği b u rahipler, geleneksel A r i d i n i n i n bekçileridir. Ama ç o k g e ç m e d e n tepkiler geldi ve peygamber kaçmak zorunda kaldı. "Hangi ülkeye kaçayım?" diye haykırır; "Nereye k a ç m a k , nereye gitmeli? Beni ailemden ve a ş i r e t i m d e n uzak! aştırıyorlar; ne k ö y ü m ne de memle ketin k ö t ü reisleri
benim y a n ı m d a . . , . " (Yasna 46:1).
Fryâna
aşiretinin
reisi
Viştaspa'nm y a n ı n a sığındı ve onu, vazettiği dine ç e k m e y i b a ş a r d ı ; Viştaspa onun dostu ve koruyucusu oldu (Yasna 46:14; i j 16). Ama d i r e n i ş zayıflamadı ve Zer d ü ş t bazı kişisel d ü ş m a n l a r ı n ı gn ıha'kırında açıkça k ı n a d ı : "hâlâ başlıca engel olan" Bandva (Yasna 49:1-2) ve "evine dönen Z e r d ü ş t Spitâma ile s o ğ u k t a n titre yen k o ş u m hayvanlarına Kış K ö p r ü s ü n d e saldıran ve k ö p r ü d e n geçmelerine izin vermeyen, k ü ç ü k prens Vaepya" (Yasna 51:12). Gatha'larda Z e r d ü ş t ' ü n misyonerlik etkinliklerine ilişkin bazı bilgiler dc seçi lebilmektedir. Peygamberin ç e v r e s i n d e , "yoksullar" (drigu), lenler" (vîıiva), " b i r l i k üyeleri" mrvatha)
"dostlar" (frya), " b i
adlan v e r i l m i ş b i r dostlar ve m ü r i t l e r
grubu vardı Y o l d a ş l a r ı n ı , d ü ş m a n l a r ı ve " k ö t ü l ü ğ ü " "silah zoruyla uzak tutmala 3
rı" konusunda teşvik etti (Yasna 31:18). Bu Z e r d ü ş t ç ü t o p l u l u ğ u n karşısında, pa rolaları aeima, "öfke" olan "erkek cemiyetleri" vardı. Bu gizli Iran cemiyetlerinin,
2
Krş [, D ı ı c h e s n e - G u i l l c m i n , a.g.y , s. 138-140; G YVidcııgren, (.es rdigions ek i'lrcn, ^ 79¬ 80. G a l b a l a r d a n alınlıları, j . Duclıcsııe-Guillemiıı'in
çevirisinden
yapıyoruz:
Zoruastrc
(1948). 3
YYidengren, b u terimlinin H i n ı o c d c k ı kargılıklarını h a t ı r l a n ı k t m ı
sonra, b ü y ü k
ola>ılıkla
H ı n t - I r a n t o p l u l u ğ u kadar eski bir k u r u m u n soz konusu o k l u ğ u n u geısu-rıyor iaf>y.. s S3 vd).
377
DINSE1. I N A N Ç L A R V E nOSÜNCEI.FR T A R I H I - I
ö n d e r l e r i tndra adhrigu, yani "dhrigu" olmayan ("yoksul olmayan')
diye nitelenen
g e n ç H i n t savaşçıları M a r u l l a r l a eşdegerliligi k a n ı t l a n m ı ş t ı r . Zerdüşt, sığır kur 4
ban edenlere şiddetle s a l d ı r ı r (Yasna 32:12, 14; 44:20; 48:10;; erkek cemiyetlerindeki t a p ı m ı n ayırt edici niteliğini b u tur kanlı ritüeller o l u ş t u r m a k t a d ı r .
1 0 1 . Z e r d ü ş t ' ü n H a y a t ı : T a r i h ve M i t — Bu az sayıdaki Örtük b i l g i b i r yaşam o y k ü s û n ü n u n s u r l a r ı n ı o l u ş t u r m a y a yetmez. Marjan Mole, g ö r ü n ü r d e gerçek kişiliklere ve olaylara y a p ı l a n ender g ö n d e r m e l e r i n bile mutlaka tarihsel gerçek leri y a n s ı t m a d ı ğ ı n ı göstermeyi denemiştir: Ö r n e ğ i n Viştaspa e r g i n l e n m i ş
mürit
ö r n e ğ i n i temsil etmektedir. Bununla birlikte Z e r d ü ş t ' ü n tarihselligi yalnızca
so
mut kişilikler ve olayların ima edilmesinden değil ("Kış K ö p r ü s ü ' r i d e kendisine yol vermeyen k ü ç ü k prens Vae.pya vb), aynı zamanda Gatha'lartn gerçek ve tutku lu niteliğinden ç ı k a r s a n m a k t a d ı r . Ayrıca Z e r d ü ş t ' ü n tanrısını sorgularken göster diği telaş ve v a r o l u ş ç u gerilim de çarpıcıdır: Ondan kozmogoni sırları h a k k ı n d a kendisine bilgi vermesini, hem kendi geleceğini, hem kendisine baskı yapan bazı k i ş ı l e n n ve b ü t ü n k ö t ü l e r i n kaderini göstermesini ister. M e ş h u r Yasna 4 4 ' ü n her d ö r t l ü ğ ü aynı ifadeyle başlar: "işte sana s o r d u ğ u m T a n n m - bana i y i cevap ver!" Z e r d ü ş t , "güneşin ve yıldızların yollarını k i m i n çizdiğini" (3), "aşağıdaki yeri ve bulutlu g ö k y ü z ü n ü d ü ş m e y e c e k b i ç i m d e k i m i n sabitledigini" (4) ö ğ r e n m e k ister ve Yaratılış'a ilişkin soruları giderek hızlanan b i r
ritimle
b i r b i r i n i izler, "iyiye
k a v u ş a n ruhunun nasıl kaybolacağını" (8) ve " k ö t ü l ü k t e n nasıl k u r t u l a c a ğ ı m ı z ı " (13), " k ö t ü l ü ğ ü adaletin eline nasıl teslim edeceğini" (14) de bilmek ister. Kendi sine " g ö r ü n ü r işaretler" verilmesini (16) ve özellikle de Ahura Mazda ile birleşebilmeyi ve " s ö z ü n ü n etkili o l m a s ı n ı " talep eder (17). Ama ekler: "Ücret olarak Adalet (Arta) gereği bana vaat edilen o n kısrakla bir aygırı ve bir deveyi alabile cek m i y i m ey Bilge?" (18). "Hak edene ücretini ö d e m e y e n i n " hemen çarptırılacağı ceza h a k k ı n d a da Tanrı'ya soru yöneltmeyi unutmaz, ç ü n k ü "en sonunda onu bek leyen" ceza h a k k ı n d a zaten ö n c e d e n bilgi almıştır (19). Z e r d ü ş t ' ü n z i h n i s ü r e k l i , k ö t ü l e r i n uğrayacağı ceza ve erdemlilerin
alacağı
ödülle m e ş g u l d ü r . Başka b i r ilahide, " k ö t ü l ü k eden kötüye imparatorluk (fchştıihra, "iktidar, güç") veren için ne ceza ö n g ö r ü l d ü ğ ü n ü " sorar (Yasna 31:15). Başka bir yerde haykırır; "Ey Bilge (Mazda), beni yok etmekle tehdit edenlerin her b i r i üzerinde Adaletle (Arta) birlikte g ü c ü n ü z oltıp o l m a d ı ğ ı n ı ne zaman ogrenece-
1
Stig Wikander, Der ansdıe M<Xunerbuııd, s. 50 vd. 378
ZKRRUŞT V E İRAN DINI
gım?" (Yasna 48:9)
Sığır kurban etmeyi ve haorna içmeyi s ü r d ü r e n "erkek cemi-
yetleri'nin ü y e l e r i n i n cezasız kalması karşısında sabırsızlanır: "Bu pis içkiyi
ne
zaman çarpacaksın?" (48:10). "Bu hayatı" yenileyebilmeyi umar (Yasna 30:9)
ve
Ahura Mazda'ya, d o ğ r u n u n k ö t ü y ü şimdiden
başlayarak yenip y e n e m e y e c e ğ i n i so
rar (Yasna 48:2; bkz. daha ileride). K i m i zaman t e r e d d ü t l ü , kafası karışık, alçak g ö n ü l l ü , T a n r ı ' n m isteğini daha s o m u t ç a ö ğ r e n m e k isteyen b i r i olarak çıkar kar şımıza: "Ne buyuruyorsun? Ö v g ü olarak, tapım olarak ne istiyorsun?" (Yasna 34:12). AvesUı'nın en saygıdeğer b ö l ü m ü n d e b u kadar ç o k somut a y r ı n t ı n ı n v a r l ı ğ ı n ı , eğer bunlar tarihsel bir kişiliğin anılarını temsil etmeseler, g e r e k ç e l e n d i r m e k ko lay o l m a z d ı . Gerçi peygamberin daha geç tarihli efsanevi y a ş a m ö y k ü l e r i m i t o l o j i k unsurlarla doludur, ama y u k a r ı d a hatırlattığımız gibi, i y i bilinen bir süreç söz konusudur: ö n e m l i tarihsel b i r kişiliğin m ü k e m m e l ö r n e ğ e d ö n ü ş m e s i . Bir ilahide peygamberin d o ğ u m u mesihçi terimlerle yüceltilir (Yaşt 13): "O d o ğ d u ğ u n d a ve b ü y ü r k e n su ve bitkiler çok sevindi, o d o ğ d u ğ u n d a ve b ü y ü r k e n su ve bitkiler de b ü y ü d ü " (13:93 vd), Ve "artık i y i Mazdeızm d m i yedi kıtaya yayıla caktır" diye duyurulur (13 9 5 ) .
5
Daha geç tanhli metinler, Z e r d ü ş t ' ü n gökteki ö n - v a r o l u ş u ü z e r i n d e ısrarla du rur.
O,
"tarihin
ortasında"
ve
"dünyanın
merkezfnde
doğar.
Zerdüşt'ün
hvan'fia'sını alan annesi b ü y ü k bir nurla sarıldı. "Üç gece boyunca, evin kenarları ateş içinde gibi g ö r ü n ü y o r d u . " G ö k y ü z ü n d e yaratılan bedeninin özü ise y a ğ m u r 6
la yere d ü ş t ü ve b i t k i l e r i n boy a t m a s ı n ı sağladı; peygamberin akrabaları arasında yer alan h i ç d o ğ u r m a m ı ş i k i genç inek b u bitkilerden yedi: Ö z o n l a r ı n sütüne geçti ve haoma ile karıştırılan bu s ü t ü Z e r d ü ş t ' ü n ana-babası içti: Ve onlar i l k kez birleştiler ve k a d ı n Zerdüşt'e hamile k a l d ı . Ehrimen ve devler (= dceva'lar) onu 7
d o ğ m a d a n ö l d ü r m e k için b o ş u n a uğraştılar. O dünyaya gelmeden üç g ü n Önce k ö y öyle bir pırıltıyla ışıl ışıl a y d ı n l a n d ı k i , y a n g ı n çıktı sanan Spitama'lılar kö yü terk ettiler. Geri d ö n d ü k l e r i n d e nur içinde parıldayan b i r çocuk buldular. Ri vayete göre, Z e r d ü ş t g ü l e r e k d ü n y a y a geldi, Doğar d o ğ m a z deVlerin
saldırısına
u ğ r a d ı , ama Mazdeizmin kutsal sözlerini söyleyerek onları kaçırdı.
Erginleyici
5
Krş. "VVıdengren, Les reiigioııs de Vlmn, s 120 vd; J, Duchesne-Guıllemm, La rehgon de
6
ZÂtspram 5, çev. Mole. Culte, ınythe et cosnıogonie, s 284 livarına hakkında, bkz. dipnot
Viran, s. 338 vd. 23. 7
Denkarl, 7.2.48 vd, çev. Mole, a.gy , s. 285-286. 379
DİNSEL İNANCI AB VG DUSÜNCI-l.EETiUillll -1
nitelikleri çok belirgin d ö r t s ı n a v d a n başarıyla çıktı (bir odun y ı ğ ı n ı n ı n alevleri içine atılır, bir k u r t inine atılır v b ) .
H
Ö r n e k l e r i daha fazla s ü r d ü r m e y e gerek yok.
Z e r d ü ş t ' ü n geçtiği
sınavlar,
k a z a n d ı ğ ı zaferler ve mucizeleri, t a n n s a l l a ş t ı r ı l m a sürecinde k u r t a r ı c ı n ı n örnek senaryosuna göre devam eder, Mazdeizmin İki özgül m o t i f i n i n sürekli yinelendi ğini akılda tutalım: D o ğ a ü s t ü ışık ve demonlarla savaş. Mistik ışık deneyimi ve esrimeye dayalı "görü" eski Hindistan'da da b u l g u l a n m ı ş t t r ve orada b u v a s ı f l a n çok parlak b i r gelecek beklemektedir. Demonlarla, yani k ö t ü l ü k güçlerine karşı savaş ise ileride göreceğimiz gibi, her Mazdetst'm başlıca görevidir.
102, Ş a m a n c ı l B i r E s r i m e m î ? — Z e r d ü ş t ' ü n ö z g ü n mesajına dönecek olursak, bu noktada b i r sorun karşımıza çıkıyor: Bu mesajı yalnızca Galha'larda m ı ara mak gerekir yoksa daha sonraki Avesta yazılarım da kullanabilir mıyız? f i l i m i z de, Gatha'lann Z e r d ü ş t ' ü n b ü t ü n öğretisini
a k t a r d ı ğ ı n ı kanıtlayabilecek h i ç b i r
araç bulunmuyor. Ayrıca daha sonraki, hatta oldukça geç tarihli b i r ç o k m e t i n d o ğ r u d a n Gatha'Iardaki k a v r a n ı l a n kaynak alıyor, ama diğer yandan da onları ge liştiriyorlar,
Bilindiği g i b i , i l k kez geç tarihli metinlerde bulgulanan bir dinsel
d ü ş ü n c e gelişimi, mutlaka yeni bir k a v r a m ı n s ö z konusu o l d u ğ u n u g ö s t e r m e z . Ö n e m l i olan, Z e r d ü ş t ' e ö z g ü dinsel deneyim t ü r ü n ü açıklığa k a v u ş t u r a b i l m e k tir. Nyberg, bu deneyime Orta Asya ş a m a n l a r m a ö z g ü esrimeden hareketle yakla şabileceğini d ü ş ü n d ü . Bilginlerin ç o ğ u bu varsayımı reddetti, ama son olarak W i dengren de aynı v a r s a y ı m ı daha ılımlı ve ikna edici ifadelerle yeniden g ü n d e m e g e t i r d i Vişt£i':pa'tun esrimeye girebilmek için kenevir (bhang) k u l l a n d ı ğ ı n ı belir 9
ten rivayetleri hatırlattı: Bedeni uyurken r u h u cennete yolculuk ediyordu. Ayrıca Avesta geleneğinde bizzat Zerdüşt "kendini esrimeye vermesiyle"
biliniyordu.
Goriller ona kendinden geçtiğinde gelmiş ve Ahura Mazda'ntn s ö z ü n ü bu haldey ken d u y m u ş t u .
1 0
Diğer yandan herhalde şarkı da t a p ı m içinde ö n e m l i b i r rol oy
nuyordu; ç ü n k ü cennete verilen isim garö clcıııtiıtıî, "şarkı evi" anlamına geliyor du. Bazı ş a m a n l a r m esrime haline uzun uzun şarkı söyleyerek geçtikleri b i l i n i yor; ama ş a r k ı l a r d a n yararlanan her t a p ı m sisteminin "şamancıl" kabul edileme yeceğini ekleyelim. Ayrıca Cinvat K ö p r ü s ü (bkz, daha ileride, § 1 1 1 ) etrafında ge¬ h
Metinleri alıntılayan Mole, a g.y., s, 2i)8 vd, 301 vd. Ayrıca bkz. Widengren, d.g.y., s. 122 vd.
" Widengren, tr.g.y., s. 88 vd. w
Rkz. YVidengren'iubeTırıtigi kaynaklar, s. 91. 380
Z E R D Ü Ş T VE I R A N H I N I
liştirilen senaryonun y a n - ş a m a n c ı l u n s u r l a r ı ve Artay VirâTın Göğe ve Yeraltına yaptığı y o l c u l u ğ u n şamancıl yapısı g ö s t e r i l e b i l m i ş t i r . " Bununla birlikte, tama men şamanist nitelikte -bedenin p a r ç a l a n m a s ı n ı ve iç organların yenilenmesini de kapsayan- bir erginlenme h a k k ı n d a k i as sayıdaki işarete, yalnızca daha geç t a r i h l i metinlerde rastlanır ve bunlar y a b a n c ı etkileri de yansıtabilirler (Orta Asya k ö kenli veya Helenistik bağdaştırmacılıktan, özellikle de mysteria dinlerinden t ü r e yen etkiler). Z e r d ü ş t ' ü n Hint-tran şamancıl tekniklerine yabana olmadığı kabul edilebilir (zaten b u teknikler İskitler ve Vedalar çağının Hintlileri tarafından da bilinmekte dir) ve Vİştaspa'nın esrime haline girişini kenevirle açıklayan rivayetten niye k u ş k u d u y u l m a s ı gerektiği de belli değildir. Ama Gatha'larda, ayrıca Avesta'da da bulgulanan esrimeler ve g ö r ü l e r şamancıl bir yapı g ö s t e r m e z l e r
Z e r d ü ş t ' ü n gö
rülere çile (pciifıos) yoluyla erişmesi, onu başka dinsel kişiliklere yakınlaştırmak tadır. Üstelik peygamberin tanrısıyla ilişkileri ve durmadan vazettiği mesaj "şa m a n c ı l " b i r ü s l u p sergilememektedir. Z e r d ü ş t ' ü n içinde yetiştiği dinsel ortam ve gerek kendisinin gerekse i l k m ü r i t l e r i n i n yeni d i n i s e ç m e s i n d e esrimenin rolü ne olursa olsun, Mazdeizmde şamancıl esrime merkezi bir rol oynamaz. Biraz ileride g ö r e c e ğ i m i z gibi, Mazdeist "mistik deneyim" eskatolojik umudun esinlediği, r i tüel biçimli b i r u y g u l a m a n ı n sonucudur.
103. A h u r a M a z d a ' u m V a h y i : î n s a n İ y i y i , K ö t ü y ü S e ç m e k t e
Özgürdür—
Zerdüşt'e yeni d i n i n vahyi d o ğ r u d a n d o ğ r u y a A h u m Mazda'dan gelir. Bunu kabul ederken tanrısının başlangıç davranışına - l y i ' n i n seçilmesi (krş. Yasno 3 2 : 2 ) - öy k ü n ü r ve m ü r i t l e r i n d e n de b a ş k a bir şey istemez Z e r d ü ş t ç ü reformun özü, ımHatio deı'dir (tanrıya ö y k ü n m e ) . İnsan Ahura Mazda ö r n e ğ i n i izlemesi konusunda u y a r ı l ı r , ama tercihinde ö z g ü r d ü r . Kendisini T a n n ' n m kölesi veya
hizmetkarı
olarak hissetmez (Varuna'ya, Yahve'ye, Allah'a inananların kendilerini
gördükleri
nin aksine).
Krş, le Chamamsi'K, s. 312 vd.'de Nyberg ve YVidengren'ın çalışmalarına yapılan gönder-' meler. û m e g i n Zatspram'âa, Zerdüşt'ün Amalirspand'lar (Avesta dilinde Amcsa Spema'lar) tarafından erginlenmesinden söz edilir: Yapılan çeşitli sınavlaT arasında, "göğsüne kızgın maden döküldü ve orada sogudu" ve "bedeni bıçaklarla kesildi, kartımın içi ortaya çıktı, kanı aktı; ama daha sonra elini oraya sürdü ve yaralan iyileşti" gibi ifadelere rastlanmak ladır (Zötspraffl, 22:12-13, çev. Mole, a.g.y., s, 334). Bunlar tamamen şamanlara özgü marifetlerdir. 381
DİNSEL İNANÇLAR
VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1
Ahura Mazda, Gatha'larda i l k sırayı işgal eder. O ıyı ve k u t s a l d ı r (sperttrı). D ü n y a y ı d ü ş ü n c e yoluyla y a r a t m ı ş t ı r (Yasna 31:7, 11); b u da creatio ex nıfııVya [hiçlikten yaratma} denktir. Z e r d ü ş t , "düşünce yoluyla" Ahura Mazda'yı "birinci ve sonuncu olarak," yani başlangıç ve son olarak "kabul ettiğini" açıklar (Yasna 31:8). T a n r ı y a bir tannsal varlıklar grubu (Ameşa Spenta'lar) eşlik etmektedir; Aşa (Adalet), Vohu Manah (İyi Düşünce), Â r m a i t i (Bağlılık), Khşathra (Krallık, g ü ç ) , H a u r v a t â t ve Ameretât (Bütünlük [sağlık] ve Ö l ü m s ü z l ü k ) .
13
Z e r d ü ş t , şu
Gatha'da da g ö r ü l d ü ğ ü gibi, Ahura Mazda ile birlikte bu Kendiliklere de y a k a r ı r ve onları yüceltir: "En g ü ç l ü Bilge T a n r ı , yaşayanlara refah getiren Bağlılık, Ada let, İyi D ü ş ü n c e , Krallık, dinleyin beni: Herkesin e m e ğ i n i n karşılığı
verilirken
bana acıyın" (Yasna 33:11; ayrıca bkz. d e v a m ı n d a k i d ö r t l ü k l e r ) . Ahura Mazda b i r ç o k Kendiliğin (Aşa, V o h u Manah, Armaiti) ve ikiz ruhlardan b i r i n i n , Spenta Mainyu'nun (İyiliksever Ruh) babasıdır. Ama bu durumda, d i ğ e r i k i z i n , Angra Mainyu'nun da (Yıkıcı Ruh) babası olması gerekir. M e ş h u r
bir
Gatha'da (Yasna 30), başlangıçta b u i k i Ruhtan b i r m i n iyiliği ve hayatı, d i ğ e r i n i n k ö t ü l ü ğ ü ve ö l ü m ü seçtiği açıklanır. "Hayatın başlangıcı"nda Spenta M a i n y u , Yı kıcı Ruh'a şöyle der: "Ne d ü ş ü n c e l e r i m i z , ne öğretilerimiz, ne zihinsel güçleri miz; ne tercihlerimiz, ne sözlerimiz, ne d a v r a n ı ş l a n m ı z ; ne bilinçlerimiz, ne r u h larımız uyuşabilir" (Yasna 45:2). Bu da i k i Ruhun farklılığının d o ğ a l a r ı n d a n çok Ie re ıh terinden - b i r i i y i , diğeri k ö t ü - k a y n a k l a n d ı ğ ı n ı gösterir. Z e r d ü ş t ' ü n teolojisi terimin kesin anlamında "düalist" değildir, çünkü Ahura Mazda'nm karşısında bir " k a r ş ı - t a n n " yoktur; başlangıçta karşıtlık i k i Ruh ara sında ortaya çıkar. Diğer yandan Ahura Mazda ile 1yı, Azız Ruh arasındaki b i r l i k satır aralarında b i r ç o k kez ima edilir (krş Yasna 43:3; vb). Kısacası i y i ve Kötü, aziz ve yıkıcı şeytan Ahura Mazda'dan çıkarlar, ama Angra Mainyu kendi v a r l ı k tarzını ve k ö t ü c ü l vasfını özgürce seçtiği için, Bilge T a n r ı , k ö t ü l ü ğ ü n ortaya çıkı şının sorumlusu olarak kabul edilemez. Diğer yandan Ahura Mazda her şeyi b i l diği için, en başından itibaren Yıkıcı Ruh'un tercihinin ne olacağını b i l i y o r d u , ama yine de b u n u engellemedi; b u da ya T a n r ı ' n m her t ü r l ü çelişkinin ü s t ü n d e o l d u ğ u ya da k ö t ü l ü ğ ü n varlığının insan ö z g ü r l ü ğ ü n ü n ö n k o ş u l u n u o l u ş t u r d u ğ u a n l a m ı n a gelebilir. Böyle bir teolojinin tarihöncesinin nerede a r a n m a s ı gerektiği bilinmektedir: İkiye b ö l ü n m e ve k u t u p l a ş m a l a r , karşılıklı s e ç e n e k ve ikilikler, anti-tez o l u ş t u r a n
13
Bu Kendilikler -veya başmelekler- bazı kozmik unsurlarla (ateş, maden, toprak vb) iliş kilidir. 382
Z E R D Ü Ş T VE IRAN DİNİ
metafizik i k i l i fikirler ve coincide rıha oppósito rum'Ur izttların birliği] i ç e r e n farklı mitsel-ritüel sistemler. Bu sistemler k o z m i k ritimlerle birlikte gerçekliğin o l u m suz y ö n l e r i n i , öncelikle de k ö t ü l ü ğ ü n varlığını ortaya k o y u y o r l a r d ı . Ama Zer d ü ş t , h a t ı r l a n m a y a c a k kadar eski zamanlara ait b u soruna yeni b i r dinsel ve ahla k i anlam k a z a n d ı r ı r . Iran tinselliğine kendine Özgü çizgilerini sağlayan daha son raki sayısız y a r a t ı m ı n t o h u m l a r ı Gatha'larm b i r k a ç dizesinde bulunur. İyilik ve k ö t ü l ü k a r a s ı n d a k i başlangıç d ö n e m i n e ait ayrılık, Ahura Mazda'nm başlattığı ve b i r i Aşa'yı (Adalet) diğeri Drug'u (Aldatma) seçen ikiz R u h l a r ı n da sürdürdüğü
bir
tercihin sonucudur.
Geleneksel
Iran d i n i n i n
tanrıları
olan
daeva'lar Aldatma'yı seçtiğine göre, Z e r d ü ş t kendisine inananlardan onlara tapma m a l a r ı n ı , Öncelikle de onlara sığır kurban etmemelerini ister Mazdeizmde, öküze saygı ö n e m l i bir r o l o y n a m a k t a d ı r . Bu olgu yerleşik çiftçilerle göçebeler arasın daki ç a t ı ş m a n ı n bir y a n s ı m a s ı olarak y o r u m l a n m ı ş t ı r . Ama Z e r d ü ş t ' ü n ileri s ü r d ü ğ ü çatışkı toplumsal d ü z l e m i hem kapsamakta hem de onu a ş m a k t a d ı r . Redde dilen olgu m i l l i dinsel geleneğin, Â n geleneğin b i r b ö l ü m ü d ü r . Z e r d ü ş t , "halkı m ı z a dalkavukluk yapmak için o k ü z parçaları yediren" Vivahvant'm oğlu Yima'yı g ü n a h k â r l a r sınıfına sokar (Yasna 32:8). Ayrıca y u k a r ı d a da g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i , peygamber Ahura Mazda'ya, finoma kurban t ö r e n i y a p a n l a r ı ne zaman y o k edece ğini sorar ( 4 8 : 1 0 ) . Bununla birlikte son araştırmalar gerek haoma
ritüelinin
gerekse Mithra tapı-
m ı n ı n Mazdeizm tarafından Gatha'larda bile tamamen m a h k û m e d i l m e d i ğ i n i g ö s terdi.
11
Üstelik, en azından d i n a d a m l a r ı n ı n d ı ş ı n d a k i h a l k ı n y a r a r ı n a , hayvan
k u r b a n l a r ı kesintisiz s ü r d ü r ü l d ü .
1 5
Demek kı Z e r d ü ş t özellikte, sayısız kanlı kur
ban t ö r e n i n i ve ö l ç ü s ü z miktarda lıooma içilmesini içeren orji t ü r ü
rimellerin
aşı
rılıklarına karşı çıkmıştı. Z e r d ü ş t için k u l l a n ı l a n "sığırtmaç" nitelemesi ise, i l e r i s ü r ü l d ü ğ ü gibi her Mazdeist'in s ü r ü h a y v a n l a r ı n ı koruma ve onlara i y i bakma ödeviyle ilişkili değildir. A n t i k Y a k ı n d o ğ u ' n u n ve H i n d i s t a n ' ı n her yerinde bulgulanan "çoban" ve "sürü" mecazları, reislere ve o n l a r ı n u y r u k l a r ı n a g ö n d e r m e yap m a k t a d ı r , Z e r d ü ş t ' ü n "sığırtmaç"hğmı yaptığı " s ü r ü h a y v a n ı , " İyi D i n ' i paylaşan insanı ifade etmektedir,
H
16
Kış Mole, Zaehner, M, Boyce'uıı çalışmalan ("Haoma, priest of the sacrifice," vb) ve Gnolihm çalışması (başka yazarlarla birlikte; "Licht-symbolik in Alt-Iran").
L î
Krş. M . Boyce, "Âias-zofır and Ab-zohr," Gnoli, "Questiont sull'interpretazione della dottrina gathica," s. 350.
16
Bkz. G. G, Cameron, "Zoroaster, the Herdsman," birçok yerde; Gnoli, "Question!," s. 351 383
D İ N S E L Í N A N Q J I R V E 11ÛSÜNCCLE11 T A R I M I - ı
Bu düzeltmeler ve r ö t u ş l a r , Mazdeizm'in İran'ın, dinsel tarihine yaptığı katkı nın daha i y i anlaşılmasını sağlamaktadır. Aslında "reform"una fazla ö n e m v e r i l mese de, Z e r d ü ş t ' ü n ç o k sayıda geleneksel dinsel inanç ve d ü ş ü n c e y i onlara yeni değerler y ü k l e y e r e k kabul ettiği b i l i n i y o r d u . Ö r n e ğ i n Z e r d ü ş t , ölülerin yolculu ğu h a k k ı n d a k i H i n t - î r a n geleneğini yeniden ele alıp, yargının ö n e m i üzerinde du rur. Herkes y e r y ü z ü n d e yaptığı tercihe göre yargılanacaktır. D o ğ r u l a r cennete, "Şarkı E v ı ' n e kabul edilecekler, g ü n a h k â r l a r ise "sonsuza dek Kötülük Evi'n in k o n u k l a r ı " olarak kalacaklardır (Yasna 46:11). Öteki dünyaya giden y o l Cinvat K ö p r ü s ü n d e n geçer ve d o ğ r u l a r l a , k ö t ü l e r orada seçilip ayrılır. Zerdüşt kendisi n i n de, Ahura lvlazda'ya tapanları g ö t ü r ü r k e n alın yazılarını belirleyecek b u k ö p r ü d e n geçeceğini duyurur: "Onların hepsiyle birlikte ben de Seçicinin
Köprü
s ü n d e n geçeceğim!" (Yasna 46:10).
104. D ü n y a n ı n
"Dönüşümü"—
Peygamber, iiceva'larııı yok olacağından ve
d o ğ r u l a r ı n k ö t ü l e r e karşı zafer kazanacağından k u ş k u duymaz. Ama l y i ' n i n dün yayı k ö k t e n yenileyecek b u zaferi ne zaman gerçekleşecektir? Ahura Mazda'ya yakarır: "Bildiklerini bana öğret T a n r ı m : Tasarladığın cezalar gelmeden ö n c e , doğ ru k ö t ü y ü yenecek mi?" (Yasna 48:2); çünkü bilindiği gibi, varoluşta yaşanacak reform buna bağlıdır. Z e r d ü ş t varoluştaki d ö n ü ş ü m ü beklemektedir: "Bana bu işareti verin: Bu v a r o l u ş u n tanı olarak d ö n ü ş ü m ü . Öyle k i size tapıp sizi ö v e r k e n , daha b ü y ü k bir sevinç dolsun içime" (Yasna 34.6). "Varoluşu sağaltacak k o r u y u cuyu tanıt!" diye haykırır (Yasna 44:16). Israr eder: "Parlak ateşin ve erimiş ma deninle i k i tarafın alnına nasıl b i r karşılık yazacaksın ey Bilge, k ö t ü y e zarar ver mek, d o ğ r u y a yarar sağlamak için b u n u n b i r işaretini ver ruhlara" (Yasna 51:9). Herhalde Z e r d ü ş t d ü n y a n ı n ç o k yalan bir zamanda "dönüşeceğini" ti) u m m u ş t u r . "Bu v a r o l u ş u yenileyecekler biz olalım!" 30:9).
17
Birçok yerde k e n d i m saoşyant,
(jraso-kere-
diye haykırır
(Yasna
"kurtarıcı" olarak gösterir (Yasna 48:8;
46:3; 53:2 vb). Bu kavram daha sonra harika b i r m i t o l o j i yaratacaktır. Ateş ve e r i m i ş madenle verileceğini d u y u r d u ğ u eskatolojik cezaların (ayrıca bkz. Yasna 30:7, 32:7) a m a c ı da, h e m k ö t ü l e r i n cezalandırılması hem de v a r o l u ş u n yenilenmesiydi. Tarihte b i r ç o k kez g ö r ü l d ü ğ ü üzere, yargı g ü n ü ve d ü n y a n ı n yenilenme si bekleyişinin i z d ü ş ü m ü , farklı b i r biçimde hesaplanabileceği d ü ş ü n ü l e n eskato-
vd. 7
Marjan Mole ve Gheraldo Gııoli, rahipler tarafından gerçekleştirilen kurban törenleri (yasna) ardından dünyanın hemen yenilenmesi inancına ışık tutmuşlardır. 384
Z E R D Ü Ş T VE IRAN DİNİ
lojik bir gelecek içine yansıtılır giderek. Ama Z e r d ü ş t ' ü n yenilenme düşüncesine kazandırdığı yeni y o r u m u n altını çizmekte yarar var. Daha önce g ö r d ü ğ ü m ü z (§ 21) ve biraz ileride de göreceğimiz gibi (§ 106), d ü n y a n ı n yenilenmesine ilişkin farklı mitsel-ritüel senaryoları Yakındoğu'da Hınt-İranlılar ve dıger halklar tara fından b i l i n i y o r d u . Kozmogoni bilgisini yineleyen ritüel, Yeni Yıl münasebetiyle yapılıyordu. Ama Z e r d ü ş t , d ü n y a n ı n her yıl yenilenmesini hedefleyen b u arkaik senaryoyu reddeder ve bir kez gerçekleşecek k ö k t e n ve nihai bir " d ö n ü ş ü m " ü du yurur. Üstelik yenilenme artık kozmogoniye ilişkin b i r ritüelin yapılmasıyla
de
ğil, Ahura M a z d a ' n ı n iradesiyle sağlanacaktır. "Bu yenilenme her varlığın yargılan m a s ı n ı içermekte ve k ö t ü l e r i n cezalandırılıp iyilerin ö d ü l l e n d i r i l m e s i n e yol aç m a k t a d ı r (§ 112). Eğer Gatha'lar Z e r d ü ş t ' ü n eseriyse -ve bilginlerin neredeyse ta m a m ı n ı n g ö r ü ş ü b u y ö n d e d i r - peygamberin, d ö n e m s e l olarak yenilenen kozmik d ö n g ü y e ilişkin arkaik ideolojiyi yıkmaya çalıştığı ve Ahura Mazda tarafından ka rar v e r i l i p çok y a k ı n b i r zamanda gerçekleştirilecek, geri d ö n d ü r ü l e m e z ohret'î feslîhflion) ilan ettiği sonucuna varılabilir. Özetle, Z e r d ü ş t ' ü n çağrısının hareket noktası Ahura Mazda'nın her şeye ege m e n g ü c ü n ü n , kutsallığının ve iyiliğinin vahyedilmesidir. Peygambere d o ğ r u d a n T a n r ı ' d a n gelen bu vahiy t e k t a n n l ı bir d i n kurmaz. Z e r d ü ş t ' ü n m ü r i t l e r i n i n ö n ü ne k o y d u ğ u ö r n e k . T a n r ı n ı n "ve diğer tanrısal K e n d i l i k l e r i n seçimidir. Mazdeist Ahura Mazda'yı seçerken kötüye karşı i y i y i , daeva'larm dinine karşı gerçek dini seçer. Dolayısıyla her Mazdeist k ö t ü l ü ğ e karşı s a v a ş m a h d ı r . Dae"va'ların şahsında canlanan şeytani güçlere h i ç b i r h o ş g ö r ü
t a n ı n m a z . Bu g e r i l i m
çok
geçmeden
d ü a l i z m tarzında kaulaşacaktır. D ü n y a iyilerle kötülere bölünecek ve sonunda, b ü t ü n kozmik ve antropolojik d ü z l e m l e r d e , erdemlerle o n l a r ı n zıtları arasındaki ç a t ı ş m a n ı n i z d ü ş ü m ü n e benzeyecektir. O sırada ancak belli belirsiz işaret edilen b i r diğer zıtlık ise, Iran s p e k ü l a s y o n u içinde b ü y ü k bir geleceğe sahip olacaktır; Tinselle m a d d i , d ü ş ü n c e y l e "cılız d ü n y a " arasındaki zıtlık (krş. Yasna 28:2). Z e r d ü ş t d i n i n i n tinsel, bir anlamda "felsefi" niteliği ç a r p ı c ı d ı r .
18
En ö n e m l i
A r i tanrılarının Ahura Mazda'nın maiyetini o l u ş t u r a n Atneşa Spenta'ya (Mutlu Azizler) d ö n ü ş ü m ü n ü ve bu Kendiliklerden her b i r i n i n kozmik b i r unsuru (ateş, maden, toprak vb) y ö n e t i p , soyüt bir değer taşıması (Düzen, İktidar, Dinsel Bağ lılık vb) hem yaratıcı bir imgelemi hem de kesin kurallara bağlı b i r d ü ş ü n c e yeti-
Bu nitelik. Yunan antikçagımn Zerdüşt imgesine uygundur- Filozof (Aristoksenos'a göre, Pythagoras onun öğrencisiydi), kâhin, erginleme üstadı, Hennesçilik ve simyayla ilişkili eserlerin yazan. 385
DİNSEL INANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - [
sini ortaya k o y m a k t a d ı r . Z e r d ü ş t Ahura M a z d a ' n ı n yanma Ameşa Spenta'ları kata rak, onun b u d ü n y a y a hangi b i ç i m d e m ü d a h a l e ettiğini kesinleştirmeyi b a ş a r ı r ve T a n r ı n ı n "başmelekleri" aracılığıyla kendisine inananlara nasıl y a r d ı m ve destek verebildiğini de aydınlatır. Peygamberin T a n r ı s ı n a "bilge" diye seslenmesi, "ger çeğin" ö n e m i n i y ü c e l t m e s i , sürekli " i y i d ü ş ü n c e " y i y a r d ı m ı n a çağırması onun çağrısının yeniliğini ortaya koyar: Z e r d ü ş t , "bilgeliğin," yani " i l i r r i ' i n , kesin ve yararlı b i l g i n i n işlevini ve dinsel değerini ö n e ç ı k a r t m a k t a d ı r . Kuşkusuz t e r i m i n m o d e m a n l a m ı n d a soyut b i r b i l i m değil, d ü n y a n ı n yapılarını ve onlarla bağıntılı değerler evrenini h e m keşfeden h e m de kuran "yaratıcı" d ü ş ü n c e söz konusudur. Bu açıdan b a k ı l d ı ğ ı n d a , Z e r d ü ş t ' ü n spekülatif çabalan Vedalar çağının d ü n y a ve insan v a r o l u ş u anlayışlarını k ö k t e n değiştiren Upanişadtar'da söz edilen bilgele r i n meditasyon ve keşiflerine benzetilebilir (§ 80). Ama Mazdeist "bilgeliğin" erginleyici ve eskatolojik niteliği fark e d i l d i ğ i n d e , U p a n i ş a d l a r ' ı n rişt'leriyle olan yakınlık daha da ikna edici bir g ö r ü n ü m alır. Kuş kusuz (Vedacıhk ve Brahmancılık gibi) şahsi bir d i n olarak, Mazdeizm batini b i r boyut geliştirilmesine izin veriyordu. Ama bu boyut, yasaklanmamakla b i r l i k t e , b ü t ü n m ü m i n l e r a ç ı s ı n d a n erişilebilir değildi. Yasna 48:3, "gizli öğretiler "e deği nir.
Z e r d ü ş t ' ü n geleneksel k a n l ı ve çılgın
erginleyici
ve
eskatolojik
niteliği
Gatha'larda "kurban" (yasna) t e r i m i
ritüeller
ortadadır.
yerine önerdiği
Tapım
öylesine
" d ü ş ü n c e " terimiyle
tapımın
tinseldir
eşdeğerlidir.'
9
ki,
Ahura
Mazda " i y i D ü ş ü n c e olarak" yaklaştığında ve "Tapmamla kime seslenmek istiyor sun?" diye s o r d u ğ u n d a , Z e r d ü ş t cevap verdi: "Senin ateşine!" ve ekledi: "Ona say gımı ifade etmek için kurban sunarken, elimden geldiğince Adalet'i d ü ş ü n m e k is tiyorum!" (Yasna 43:9). Kurban, teolojik bir meditasyon fırsatı, daha d o ğ r u s u "dayanağı"dır. Ve rahiplerin daha geç tarihlerde yaptıkları yorumlar ne olursa o l sun, ateş s u n a ğ ı n ı n Mazdeizmin dinsel merkezi olması ve öyle kalması anlamlı dır. Z e r d ü ş t ' ü n anladığı biçimiyle eskatolojik ateş ise, adalet dağıtıcı işlevinin ya n ı sıra, d ü n y a y ı a n n d ı r ı r ve "tinselleştirir." Ama t a p ı m ı n daha hatırı sayılır bir işlevi v a r d ı r . En son yorumlardan birine göre,
20
ritüelı yapan rahip, kurban töreni (yasna) aracılığıyla maga'lıga geçer; ya
ni içinin "aydınlanmasını," "ilham d o l m a s ı n ı " (fişti) sağlayan b i r esrime deneyimi yaşar. Bu ilham süresince kurban rahibi tinsel ö z ü n ü (mtnök)
bedensel d o ğ a s ı n d a n
(geril;) ayırmayı başarır; başka b i r deyişle, i k i Özün " k a n ş m a s ı " n d a n önceki saftı-
1 9
Meillet, Trozs con/ererıces sur les Gotiıâ, s. 56; Duchesne-Guilemin, Zoroustre, s. 151,
2 0
Bkz. Gnolt'nin çalışmaları; öncelikle "Lo stato di 'mağa™ ve "La gnosi ıranica," s. 287 vd. 336
Z E R D Ü Ş T VE IHAN DİNİ
ğa ve masumiyete yeniden ulaşır. Bu "karışma" Ehrimen'in s a l d ı r ı s ı n d a n sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla kurban rahibi, ö r n e k rahip Z e r d ü ş t ' ü n başlattığı kur tarıcı işe, i l k d u r u m u n yeniden k u r u l m a s ı n a , d ü n y a n ı n " d ö n ü ş ü m ü ' n e
(jraSû-'kere-
ti) k a t k ı d a bulunur. Hatta kurban törenini yapan rahibin o anda d ö n ü ş m ü ş dünya ya katıldığı s ö y l e n e b i l i r . " Maga hali özellikle haama kurbamyla, rahibin t ö r e n sırasında içtiği " ö l ü m s ü z l ü k içkisi"yle elde e d i l i r .
22
Haoma'mn
içinde ise, alevli, ışıltılı, canlandırıcı ve
menili kutsal sıvı hvarina'dan bol miktarda bulunur. Abura Mazda, Kvarina'nm gerçek anlamda sahibidir; ama bu "tanrısal" alev Mithra'nm da a l n ı n d a n fışkırır (Yaşt X, 127) ve h ü k ü m d a r l a n n b a ş ı n d a n da b i r g ü n e ş ışını gibi y a y ı l ı r .
23
Bunun
la b i r l i k t e , her insan kendi hv a rinasına sahiptir ve d ö n ü ş ü m , başka bir deyişle nihai
Yenilenme g ü n ü n d e
"bedenden ç ı k ı y o r m u ş
gibi
görünen
büyük
ışık
ebediyen b u toprak ü z e r i n d e parlayacaktır." * Ritüel b i ç i m i n d e Fiûorna'yı içen kur 2
ban rahibi kendi insanlık halini aşar, Abura Mazda'ya yakınlaşır ve evrensel yeni lenmeye ö n c e d e n in concreto (somut olarak) katılır. Bu eskatolojik t a p ı m anlayışının daha Zerdüşt d ö n e m i n d e b ü t ü n ü y l e dile geti r i l i p getirilmediğini saptamak g ü ç t ü r . Ama Hint-İranlılarda kurban t ö r e n i n i n i ş levi içinde ö r t ü l ü olarak b u l u n d u ğ u n a k u ş k u yoktur. B r â h m a n a İ a r ' ı n yazarları da kendilerine özgü bakış açısından benzer b i r anlayışı paylaşıyorlardı: Kurban töre n i n i n sınırsız g ü c ü y l e , d ü n y a d ö n e m s e l olarak onarılıyor, başka bir ifadeyle "ye niden yaratılıyordu." Ama M a z d e ı z m d e k i t a p ı m ı n eskatolojik işlevi,
Brâhmanalar
tarafından gerçekleştirilen, deyim yerindeyse, kurban t ö r e n i n i n en y ü k s e k derece ye terfi ettirilmesiyle erginleyici irfanı ve U p a n ı ş a d l a r ' ı n g ö r ü " i l h a n T m ı b i r ara ya getirir. Gerek iran'da gerekse B r a h m a n c ı Hindistan'da kurban tekniği ve eska tolojik irfan bir dinsel seçkinler g r u b u tarafından geliştiriliyor ve batini bir gele nek o l u ş t u r u l u y o r d u . Zerdüşt'e inananların kenevir k u l l a n m a s ı n a ilişkin bazı an-
2 1
1 2
Kış Gnoli, "Questionı sulftnterpretazıone," s. 349 vd. Menok ve gettli'in anlamını daha ileride (krş. cilt 11) çözümleyeceğiz. Krş. M. Boyce, "Haoma, pnest of the sacrifice;" Gnoli, "Lo stato di 'maga,'" s. 114-115; ay nı yazar, "Questioni," s. 366.
2 İ
Bkz. Duchesne-Guillemin, "Le zvarenaiT ve Eliade, "Spirit, l i g h t and Seed" incelemesin deki kaynakça göndermeleri, s. 13 vd, Mezopotamya'dakı "alevli ve göz katnaşııncı par laklık," mefommu kavramını hatırlatalım; kr§. § 20 (Gündemdeki Sorunlar).
3 1
Zatspram, çev. Mole, a g.y., s. 98; aynca bkz. s. 475. Krş Gnoli'deki diğer örnekler, "Questiont," s. 367-368. 387
DİNSEL [NANÇIAR VF. DÛSÛNCELi-R T A R İ H ! - I
latı b ö l ü m l e r i gerçeği yansıtıyorsa,
bunlarla eski Hindistan'daki d u r u m arasında
bir yakınlık kurulabilir: Orada da çilecilerin, g ö n ü l gözüyle g ö r e n l e r i n , yogilerin ve m ü n z e v i l e r i n yanı sıra, bazı u y u ş t u r u c u l a r kullanan b i r ç o k esnmeciye
rastla
n ı r ( k r ş . § 78 vd). Ama u y u ş t u r u c u n u n y o l açtığı kendinden geçmeler ve esrime ler H i n t dinlerinde oldukça sınırlı b i r r o l o y n a m ı ş t ı r .
Buna benzer olarak,
Gatha'larda ç o k eksik bir b i ç i m d e yansıtılmış en eski Z e r d ü ş t ç ü l ü k , önceliği " b i l geliğe," kurban ateşinin y a n ı n d a iç "aydınlanmaya, ilhama" veriyor gibidir. Rivayete g ö r e , Z e r d ü ş t 77 yaşında iken, Turanlı Bnitvarkhş tarafından, b i r ateş t a p m a ğ ı n d a ö l d ü r ü l d ü . Daha geç tarihli bazı kaynaklar, katillerin k u r t kılığı na girdiğini b e l i r t i y o r .
26
Efsane, Z e r d ü ş t ' ü n yazgısının a n l a m ı n ı hayranlık uyan
d ı r a c a k bir b i ç i m d e ifade ediyor; ç ü n k ü "kurtlar," peygamberin b ü y ü k bir cesa retle eleştirdiği  n "erkek cemıyetleri"nin üyeleriydi. Ama m i t l e ş t i r m e süreci en az o n b e ş yüzyıl s ü r d ü . Daha y u k a r ı d a , Mazdeist gelenek içinde Z e r d ü ş t ' ü n t a n r ı l a ş t ı r m a s ı n ı n b i r k a ç örneğini hatırlattık (§ 101). Helenistik d ü n y a d a Z e r d ü ş t , örnek d i n a d a m ı (Magus) olarak yüceltildi ve İtalyan R ö n e s a n s ı ' n m filozofları ondan hep Magus diye söz etti. Son olarak ş u n u da ekle yelim; Goethe'nin Fitıtst'unda, Z e r d ü ş t ' ü n en güzel m i t i n i n yansımaları bulunur,
105. A h e m e n i l e ı ' i n D i n i — Vedalar çağı Hindistan'ında devalar ile asura'lar karşı karşıya getirildiğine göre, Ahura Mazda ile daevcTlar a r a s ı n d a k i zıtlık daha Hint-Iran ç a ğ ı n d a belirginleşmişti. Aradaki fark, Hindistan'da bu i k i grubun din sel değerlerinin Iran'dakine ters y ö n d e g e h ş m e s i y d i : Devalar, daha arkaik t a n r ı lar sınıfı olan ve Veda metinlerinde "şeytani" figürler olarak kabul edilen asurct'lara karşı zafer k a z a n ı p , "gerçek tanrılar" oldular (§ 65). Tam ters d o ğ r u l t u d a olmasına k a r ş ı n , benzer b i r süreç
iran'da yaşandı:
Eski tanrılar,
daivalav
d e m o n l a ş t ı n l d ı . Bu d ö n ü ş ü m hangi anlamda gerçekleştiği saptanabilir' Özellikle savaşçı işleve sahip tanrılar - İ n d r a , Saurva, V a y u - daeva oldular. Arara tanrıla r ı n d a n hiçbiri " d e m o n l a ş t ı n l m a d ı . " Bu d u r u m İran'da, ö n - H t n t u l u asura Vartına'nın Ahura Mazda'ya d ö n ü ş m e s i n e denk d ü ş ü y o r d u . Z e r d ü ş t ' ü n b u süreçte bir r o l oynadığı anlaşılıyor. Ama Ahura Mazda'nın ü s t ü n konuma yüceltilmesi onun eseri değildir. Yüce Tanrı veya yalnızca diğerleri gibi b i r U l u Tanrı olarak k a b u l edilen Ahura Mazda'ya Irani ülkelerde Zerdüşt'ten
2 5
Krş. Wıdengreıı, Les reU&ons de Tiran, s. 88 vd.
2 6
Pehlevıce RiVdyüi, 47:23, alıntılayan Menasce, Anihropas, Guillemin, La reiigon de i'Jraıı aneîen, s. 341, dipnot 3). 388
35-36,
s.
452
(krş. Dııchesne-
Z E R D Ü Ş T VE IRAN DİNİ
önce de t a p ı l ı y o r d u . Ahemeni krallarının yazıtlarında da bu tanrıya aynı isimle rast la nmak t a dır. Yıllardır Dara'nm ve a r d d l a n n ı n Z e r d ü ş t ç ü l ü ğ ü konusunda ateşli b i r tartışma bilginleri karşı karşıya getirmektedir. Büyük kralların Z e r d ü ş t ç ü l ü ğ ü iddiasına karşı ş u kanıtlar ileri s ü r ü l m e k t e d i r : Hiçbir yazıtta Z e r d ü ş t ' ü n a d ı geçmemekte dir; spenta, Angra Mainyu ve A m e ş a Spenta'lar (Arta dışında) gibi ö n e m l i terimle re ve isimlere r a s t l a n m a m a k t a d ı r ; diğer yandan, Ahememler d ö n e m i n d e İranlıla r ı n d i n i n i n , Herodotos tarafından b e t i m l e n m i ş şekliyle, Z e r d ü ş t ç ü l ü k l e
hiçbir
ilişkisi yoktur. A h emeni ler'in Z e r d ü ş t ç ü l ü ğ ü n ü desteklemek üzere ise, yazıtlarda kutsanan b ü y ü k tanrı Ahura Mazda'nın adı ve I . Artakserkses'in saltanatında (MÖ 464-425) Z e r d ü ş t ç ü K e n d i l i k l e r i de içeren yeni takvim getirildiğinde bu refor m u n hiçbir itiraza y o l a ç m a m a s ı kanıt olarak g ö s t e r i l m e k t e d i r . ' 2
Her ne olursa
olsun, Ahemeniler
Zerdüştçü
olmasalar
bile,
teolojileri
Gatha'lardakiyle aynı d ü z e y d e y d i : Gatha'lardakine benzer soyut ifadelerle dolup taşıyordu ve "tamamen ahlaki kaygılarla y ü k l ü y d ü .
2 8
Ayrıca Marjan Mole'nin de
hatırlattığı gibi, b i r kraldan rahiplerin davranışlarını ve ifadelerini beklememek gerekir; o bir t ö r e n u s u l ü n ü değil somut eylemleri gerçekleştirmektedir; b u da / r a ş a ' d ı r . Bu terim, " i y i olan, i n s a n ı n m u t l u l u ğ u n u o l u ş t u r a n , krala yeteneklerini hayata geçirme olanağı veren" her şeyi ifade etmektedir.
29
Dara'mn Persepolis ya
k ı n ı n d a k i Nakş-i R ü s t e m ' d e o y d u r d u ğ u i l k yazıtta, Ahura Mazda "bu yeri yaratan, göğü yaratan, insanı yaratan, i n s a n ı n m u t l u l u ğ u n u yaratan, Dara'yt ç o k kişinin tek kralı, ç o k kişinin tek efendisi yapan u l u bir tanrı" olarak y ü c e l t i l i r .
30
Yazıt
Ahura M a z d a ' n ı n yaratıcılığı ve insana neredeyse b u n u n sonucu dedirtecek b i ç i m de, h ü k ü m d a r ı n dinsel s o r u m l u l u ğ u ü z e r i n d e durur. Dara, Abura M a z d a ' n ı n yara-
Krş. Duchesne-Guillemm, a.g.y., s. 167; ama kısa bir süre önce yazar (Hislerin Relıgionum, 1, s. 326). Bickerman'm bir makalesinin ardından "Zerdüşt takvimi" kanıtından vazgeçil mesi gerektiğini hatırlatmaktadır. G. Dumézil, Naissances d'archanges, s. 62 vd. Aynca bkz. Zaelıner, Dawn and Twilight, s 157 vd. Molé, Cuite, mythe et cosmologie, s. 35. G. Gnolı ("Consıderazionı sulla religione degli Achemenidi," s. 246 vd), yazıtlarda /raja run "mükemmel" anlamına geldiğini ve dinsel bir değeri olmadığını belirtir; bununla birlikte, bütün krallık davranışlarının "rnukemmeltyetrnde örtülü bir dinsel değer vardır. R. G. Kent, Old Persian, s. 138 (çeviri); kış, Widengren, Rel. de l'Iran, s 140, dipnoi 1. Bu ifade Med kökenli olabilir (Nyberg, Die Religionen des alien Irons, s. 349); Widengren, Sami esinli Yaratıcı Tann anlayışlarından etkilendiğini düşünmektedir {a.g.y., s. 140). 389
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
tınımı k o r u m a k ve "insanın m u t l u l u ğ u n u " sağlamak üzere kral yapılmıştır. Bu ayrıcalıklı dinsel d u r u m Ahemeniler h a n e d a n ı n ı n k u r u l u ş miriyle gerekçelendirilir. Herodotos'a g ö r e (1, 107-117), Mag'lann tahtı için u ğ u r s u z işaretler olarak y o r u m l a d ı k l a r ı i k i d ü ş ü n a r d ı n d a n , Medler'in kralı Astyages kızını Kambiz a d ı n d a b i r Pers'le (demek k i aşağı tabakadan biriyle) evlendirdi ve Keyhüsrev adında bir erkek çocuk dünyaya getirdiğinde Astyages ç o c u ğ u n
öldürülmesini
emretti. Ama ç o c u k bir sığtr ç o b a n ı olan Mithradates'in karısı tarafından k u r t a r ı lıp büyütüldü."" Keyhüsrev ergenlik çağına kadar g e n ç ç o b a n l a r ı n arasında yaşadı, ama bir prens gibi tavrı onu ele verdi ve kimliği keşfedildi. Sonunda, b i r ç o k ma c e r a n ı n a r d ı n d a n , Medleri yendi, dedesini tahtından i n d i r d i ve Ahemeniler impa ratorluğumu kurdu. Daha memedeyken terk edilen ve baskıya uğrayan kahramana ilişkin mit izlegine b i r ç o k halkta rastlanır. Konumuz açısından şu motifleri h a t ı r l a m a k t a yarar var: a) Keyhüsrev'in terk edilmesinden başlayarak geçirdiği sınavlar, savaşçı tür de b i r erginlenme t ö r e n i n e denktir; b) Simgesel olarak, kral adayı, t a n n M i t h ra'nm o ğ l u d u r -veya oğlu o l u r - (onu evlat edinen babaya, yani Mithradates'e "Mithra'mn bağışı" denir); c) Med Kralı'na karşı kazandığı zaferin a r d ı n d a n , Key h ü s r e v bir imparatorluk ve yeni bir hanedan kurar; d) Bu, yeni bir dünya y a r a t ı p yeni b i r çağ başlattığı, başka bir deyişle bir mikro-koztnogoni gerçekleştirdiği a n l a m ı n a gelir; e) Kozmogoni her Yeni Yıl'da ritüel olarak yinelendiğine göre, ha n e d a n ı n k u r u l u ş u n u n mitsel-ritüel senaryosunun Nevruz törenleri içine katıldığı varsayılabilir.
106. I r a n K r a l ı ve Yeni Yıl B a y r a m ı — Dara Persepolis'i, Yeni Yıl b a y r a m ı n ı n , Nevruz'un k u t l a n m a s ı n a ayrılmış kutsal bir b a ş k e n t olarak tasarladı ve inşa e t l i . " 3
Gerçekten de Persepolis siyasi b a ş k e n t değildi, hiçbir stratejik ö n e m i yoktu ve Pasargadai, Ekbatana, Sus ve Babil'den farklı olarak, hiçbir Batılı veya Doğulu kaynakta a d ı n d a n söz e d i l m i y o r d u . " Nevruz, b ü t ü n Yeni Yıl ritüel senaryoları g i -
justin'e göre ( l , 4) çoban, terk edilmiş çocuğu bir dişi köpek tarafından emzirilirken bul du (kahraman hükümdar mitlerinin aym edici özelliklerinden biri). Herodotos, Mithridate'm karısının adının Spako, yani Med dilinde "dişi köpek" olduğunu nakletmektedir; kış. Widengren, "La légende royale," s. 226. R. Gıcshman, "A propos de Persépohs," s. 265, 277; aynca bkz. A U. Pope, "Persepolis, a Ritual City." Büyük Kral'ın sarayında 24 yıl yaşayan Ktesias bile Persepolis'ten söz etmemekte, b u durumda bu kutsal kentin batini değerini ortaya koymaktadır; krş K, Evdmann, "Per390
Z E R D Ü Ş T V E İRAN D İ N !
b i , kozmogoninin simgesel yinelenışiyle d ü n y a y ı yeniliyordu. Bu anlayış Hintİranlılar için tanıdıktı; bununla birlikte Ahemeniler d ö n e m i n d e senaryo muhte melen Mezopotamya etkilerine de u ğ r a m ı ş t ı . Yeni Yıl b a y r a m ı , Persepolis'in bir 51
çok kapısında b ü t ü n heybetiyle tasvir edilmiş Ahısra Mazda'nın himayesi altında gerçekleştiriliyordu. Oldukça geniş b i r coğrafi
alanda ve belli bir
tarihsel çağdan itibaren,
kozmogoni ( t ü m diğer "yaratılış" ve " k u r u l u ş " biçimleri gibi) b i r t a n n n ı n veya bir m i t k a h r a m a n ı n ı n bir deniz canavanna veya bir ejderhaya karşı d ö v ü ş ü p zafer kazanmasını içeriyordu (krş, ö r n e ğ i n tndra-Vrtra, Baal-Yam, Zeus-Typhon v b ) . Benzer bir senaryonun Vedalar çağı Hintlilerinde ve eski İran'da da b u l u n d u ğ u n u g ö s t e r m i ş t i k ; ' ' tabii bu i k i n c i ö r n e k t e kaynaklar daha geç tarihliydi ve m i t i o l 5
d u k ç a tarihsedeşmiş bir b i ç i m d e s u n u y o r l a r d ı . Nitekim Avesta'nm değindiği kah raman T h r a e t o n a ' n ı n ejderha A z i Dahaka'yla kavgası (Yaşt 9:145; 5:34; 19 92 vd), Firdevsi tarafından Kral Feridun'un (< Fretön < Thraetona) m e ş r u
hükümdar
C e m ş i d ' i n (< Yıma KfısaSta) i k i kız kardeşini kaçırıp onlarla evlenen yabancı b i r gâsıpla, ejderha Azdâhâk'la savaşması olarak anlatılır. Feridun da -Thraetona g i b i - savaştan zaferle çıkar, ejderhayı ö l d ü r ü r ve i k i tutsak prensesi k u r t a r ı r (ve onlarla evlenir). Ama daha geç tarihli rivayetlerde, kralın A i d â h â k ' ı Yeni Yıl günü y e n d i ğ i b e l i r t i l i r . İran k a h r a m a n l a r ı ve kralları ejderha ö l d ü r m e k l e ü n y a p m ı ş 36
lardır ( k r ş . Örneğin Ardaşir efsanesi); o l d u k ç a yaygın olan b u m o t i f üzerinde ile¬ ride yeniden duracağız. Başka yerlerde o l d u ğ u gibi İran'da da, m i t izleklerinin ve kişiliklerinin tarihseİleştirilmesi surecinin ters y ö n d e işleyen b i r d i ğ e r süreçle d e n g e l e n d i ğ i n i ekleyelim: M i l l e t i n veya i m p a r a t o r l u ğ u n gerçek d ü ş m a n l a n da ca navarlar ve özellikle de ejderhalar olarak imgeleştirilir.
ÎT
Şimdilik akılda t u t u l m a s ı gereken, İran kralının d ü n y a n ı n k o ı l ı n m a s ı n d a n ve yenilenmesinden sorumlu o l d u ğ u , başka bir deyişle kendisine ait d ü z l e m d e k ö t ü lük ve ö l ü m güçleriyle savaştığı, hayalin, bereketin ve İyiliğin zafer kazanmasına k a t k ı d a b u l u n d u ğ u d u r . Z e r d ü ş t , i y i D i n (Drist Din} aracılığıyla evrensel Yenilen-
sepolıs," s. 46-47. Nitekim, Batı dünyası Persepolis'in varlığını, bu kent Buyuk İskender tarafından yıkıldığında öğrendi. 3 4
1 5
Krş, Gnoli, "Politica religiosa e concezione della regalıta sotıo i Sassanıdi," s. 23 vd. Bkz. Wikander, V«yu, s, 128 vd; G, Widengren, Stand u. Aufgabe, s. 51 vd; aynı yazar, Les Religiotıs de Viran, s 58 vd.
K
Krş. Widengren, Rel. de Viran, s 66
3 7
Krş. Eliade, Le mythe de l'itenıei retour (yeni baskı, 1969), s 51 vd. 391
DİNSEL İNANÇLAR VE DOS ÜNCÜLER T A R İ K İ -1
me'nitı gerçekleşmesini bekliyordu. Sonuç olarak her Z e r d ü ş t ç u rahip y a p t ı ğ ı kurban törenleriyle eskatolojık d ö n ü ş ü m e ö n c e d e n katıldığına i n a n ı y o r d u . Kralla rın başlangıçta ve her yıl b a ş a r d ı k l a r ı n ı , rahipler yıllık olarak g e r ç e k l e ş t irmeyi u m u y o r l a r d ı - v e Saoşyant b u işi son Yenilenme'de nihai olarak yapacaktı. Ahemenıler z a m a n ı n d a krallık ve ruhban sınıfın dinsel ideolojileri arasında bir çatışma ya da gizli bir gerilim b u l u n u p b u l u n m a d ı ğ ı n ı bilmiyoruz. Kral Viştaspa'mn pey gamberle d o s t l u ğ u herhalde ibret alınacak b i r ö r n e k o l u ş t u r u y o r d u . Ama daha sonra Sasaniler d ö n e m i n d e çatışma belirginleşecekti. Bu olaya başka yerlerde de rastlanmaktadır; Prens Siddharta, Budha o l m u ş ve onun soteriyolojisi
Brah-
man'Iarmkinin yenni almıştı.
107. M a g ' l a r S o r u n u . İ s k i t l e r — Z e r d ü ş t ç ü l ü k batıya d o ğ r u yayılırken başka d i n türleriyle karşılaştı ve o n l a r ı n etkisinde kaldı, Buna. k o ş u t olarak, Ahemenilerin Mazdeizmi de hiç d e ğ i ş m e d e n kalmadı. Dara'mn oğlu Kserkses t u m imparatorlu ğ u n d a dflivfl'lar t a p ı m ı n ı yasakladı - b u da onu Z e r d ü ş t dinine daha fazla yaklaştı rır. Ama daha geç tarihlerde ve tam olarak I I . Artakserkses'in (MÖ 405-359) ya zıtlarından itibaren, Abura Mazda n m y a n ı n d a Mithra ve Anâhitâ da yerlerini aldı. Ve göreceğimiz üzere, en son, Avesta'da da benzer bir bağdaştı m ı a cıhk kendini g ö s t e r d i ve Ahura Mazda ile Ameşa Spenta'ların yanı sıra aynı tanrıların adları sayıldı. " 3
Mag'lar ve o n l a n n Z e r d ü ş t ç ü l ü k l e ilişkileri sorunu ise tartışmalı
niteliğini
k o r u m a k t a d ı r . Ö r n e ğ i n Mag'lar, Z e r d ü ş t ç ü l ü ğ ü n b o z u l m a s ı n d a n sorumlu tutulan b i r yerli b ü y ü c ü ve r u h çagırıcılar kabilesi olarak kabul edildikleri gibi, tam ter sine Z e r d ü ş t ' ü n gerçek m ü r i t l e r i ve Batı iran'daki misyonerleri olarak da g ö r ü l müşlerdir, Med İ m p a r a t o r l u ğ u çağında ( M Ö VIÎ. yüzyıl) muhtemelen Levilere ve Brahmanîara benzeyen kabtsal bir Med rahipleri kastı o l u ş t u ray o r l a r d \ . Ahemew
niler d ö n e m i n d e tam anlamıyla ruhban sınıfım temsil ettiler. Herodotos'un verdi ği bilgilere göre, düşleri yorumluyor ( I , 107 vd), beyaz atlar kurban ederek keha netlerde bulunuyor ( V I I , 113) ve b u kurban törenlerinde bir "tanrılar soy zinciri ni" i l a h i tarzında söylüyorlardı (1, 132); b u da o n l a n n bir dinsel şiir geleneğinin bekçileri o l d u k l a r ı m gösterir.'
10
Her ne olursa olsun, Mag'lar b i r ç o k Z e r d ü ş t ç ü n -
Bununla birlikte Widengren, İran'da daha 1. Daranın saltanatında azımsanamayaeak bir Mithra tapımı bulunduğu düşüncesindedir (Relirions, s. 148). Krş. Zaehner, Davm, s. 163. Widengren, a.g.y., s. 139; ayrıca krj. s. 135 vd. 392
Z E R D Ü Ş T VE IRAN DİNİ
tüeli ve âdeti b e n i m s e m i ş l e r d i ve sonunda Z e r d ü ş t ' ü n m ü r i t l e r i olarak g ö r ü l d ü ler; nitekim, bazı Yunan yazarlan Zerdüşt'ü de bir Mag olarak kabul etti. Kuzey İranlılara, öncelikle de lskitlere ilişkin en değerli bilgileri bize aktaran yine Herodotos'tur. İşkillerde de gök tanrısı (Papaıos), Mithra (Helios-Apollon), savaş tanrısı "Ateş," Yer tanrıçası ve Aphrodite Urania yine karşımıza çıkıyor (IV, 59). Herodotos, İskit aşiretlerinin ve krallık iktidarının kökeni hakkındaki m i l l i bir efsaneyi naklediyor (IV, 5 v d ) . H i n t - A v r u p a h l a r ı n ü ç b ö l ü m l ü ideolojisiyle açıklanabilen b u mit, İşkillerin ve Alanların soyundan gelen ve Kafkasya'da yaşayan Ossetlerin halk d e s t a n ı n d a yaşamaktadır. Yunan tarihçi Iskitlerin ne tapınağı, ne sunağı ne de heykeli b u l u n d u ğ u n u b i l diriyor (IV, 59). Yine de her yıl "Ares'e atlar ve her y ü z savaş tutsağından b i r m i kurban ediyorlardı; tanrı, yapay b i r tepecik ü z e r i n e d i k i l i demir bir kılıçla temsil ediliyordu. Kralların toprağa verilişine, insan (cariyelerinden b i r i ve b i r ç o k hiz metkârı) ve at k u r b a n l a r ı eşlik ediyordu (IV, 71 v d ) . Son olarak, belli bir ritüelin "şamancıl" niteliğine dikkat ç e k m e k t e yarar var: iskitler kızgın taşlar üzerine ke nevir t o h u m l a n a t ı y o r d u ; dinsel bir davranışın soz konusu o l d u ğ u n u anlayama yan Herodotos s ö z l e r i n i n d e v a m ı n d a , çıkan duman onları "öyle m u t l u ediyordu k i , zevkten haykırtyorlardı" diyor (IV, 73), Büyük olasılıkla Z e r d ü ş t ç ü gelenekte de koşutlarına rastlanabiîen bir esrime deneyimi söz konusuydu (g 102).
108. M a z d e i z m i n Y e n i Y ö n l e r i : H a o m a T a p ı m ı — Nesir b i ç i m i n d e yazılmış ve 35,-42. Gatha'lan o l u ş t u r a n Yedi' Bölümlü Yasna o l d u k ç a k a r m a ş ı k bir uyarlama ve b ü t ü n l e ş m e surecinin başlangıcını yansıtır, ö n c e söz dağarında bazı anlamlı yem likler dikkat çeker: Ameşa Spenta'lardan i l k kez grup olarak söz edilir ve daha sonraki Mazdeizm'de ö n e m kazanacak yazata ("tanrılar") terimine rastlanır. Koz m i k gerçekliklerin yeniden kutsal! aştırıl ması y ö n ü n d e belli b i r eğilim ayırt edi lir. Ateş, Kutsal Ruh'la, Spenta Maiyu ile özdeşleştirilir (Yasna 36:3); güneşle bir likte ateş de A h u m Mazda ile birleştirilir." ' G ü n e ş , "yücenin en yücesi" T a n r ı ' n ı n 1
g ö r ü n ü r b i ç i m i d i r (Yasna 36:6). Aşa, Hakikat de ışıkla birleştirilir. Zaten Yedi Bö lümlü Yetsna'da Aşa'nın ü s t ü n l ü ğ ü fark edilmektedir: Ahura Mazda ile birlikte ona da yakanlmakta ve Tanrı'nın "ebediyen" Hakikat'le birleşmesi istenmektedir (Yas na 40:2; 41:6). Şimdi Aşa Hakikat'ten daha fazlasını, Adalet'i, D ü z e n i ifade et-
Daha sonraki Yasna landa -1:11; 3:13; 7:13- güneşe Ahura Mazda'mn gözü denecektir. Bu, arkaik bir Hint-lran düşüncesinin yeniden güncelleştirildiğini gösterir; çünkü daha önce Rig Veda'da (1, 50, ö), güneş Varuna'nın gözüdür. 393
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
mektedir; hem kozmik, hem tinsel y a p ı n ı n k i ş i l e ş t i r m e s i d i r , yırsever,
4
"En elverişli, ha
ö l ü m s ü z , ışıktan y a p ı l m ı ş " diye isimlendirilmektedir (Yasna 37:4).
Gatha'larda Z e r d ü ş t ' ü n esin kaynağı olan Vohu Manah, daha alt b i r konuma i t i l miştir. Daha da şaşırtıcı b i r olgu: A h u r a ' n m " i y i eşleri"nden (Ahurâm'ler) s ö z e d i l i r ; bunlar s u l a r d ı r : "Ahurânî'lere, sulara tapıyoruz" (Yasna 38:3).' Ve t a p ı m içinde 13
Haoma ö n e m l i b i r yere gelir: "Şanlı altm Haoma'ya t a p ı y o r u z , hayatı zenginleşti ren parlak Haoma'ya t a p ı y o r u z , ö n ü n d e ö l ü m ü n kaçlığı Haoma'ya
tapıyoruz"
(Yasna 42:5). Birçok yazar Haoma'nm böyle yüceltilmesini Z e r d ü ş t ' ü n ö l ü m ü n d e n sonra, peygamberin çağrısıyla geleneksel d i n a r a s ı n d a g ö r ü l e n b a g d a ş t ı r m a c ı i ı ğ ı n bir k a n ı t ı olarak y o r u m l u y o r d u . Bununla birlikte aslında Z e r d ü ş t ' ü n
Haoma
t a p ı m ı n ı k a b u l ettiği, yalnızca aşırılıklarını eleştirdiği d o ğ r u y s a , söz konusu olan bağdaştırmacılık değil, eski H i n t - l r a n "kozmik dini"nin değerlerinin t ö r e n usulle r i a l a n ı n d a yeniden ö n e çıkmasıdır. Z e r d ü ş t ' ü n Gatha'lan ve Yedi' Bölümlü Gatha ritüel usullerine ilişkin kuralların, yosno'nın p a r ç a s ı d ı r ve b u usullerin b ü y ü k b ö l ü m ü tannsal varlıklara tekdüze b i ç i m d e seslenilme sinden o l u ş u r . Yaşt'lar, farklı tanrılara ayrı ayrı seslenen ilahi lerdir. H e m Z e r d ü ş t ' ü n g ö r m e z d e n geldiği Mithra gibi bazı tanrılar hem de tanrı sal kişilikler veya Haoma gibi dinsel gerçeklik kişileştirmeleri soz konusudur. Hötn-Yaşt (Yaşt 20) gözü pek bir k ö k e n miliyle haoma tapmum g e r e k ç elen d i r i r: Z e r d ü ş t ateşi k u t s a y ı p Gatha'lan s ö y l e r k e n , Haoma yanma yaklaşır, kendisini toplayıp ezmesini ister. Ona sorular soran peygamber, Haotna'yı i l k sıkanın V i vahvant o l d u ğ u n u ve ö d ü l ü n ü bir oğul sahibi olarak aldığını öğrenir: Bu o ğ u l , "insanların en dfndan" olan kral Yima'dır (Yaşt 20:45). İleride b u mitsel-ritüel senaryonun a n l a m ı n a ve tarihoncesine yeniden dönece ğiz: Bir k u r b a n ı n a r d ı n d a n ve o n u n gücüyle elde edilen döl (bkz. I I . cilt). Mazdeizm'de, Yima ve Haoma ritüelınin kanlı kurbanlarla birlikte yüceltildiğine dikkat çekelim (Yaşt 11:4-7). H i n t - l r a n mirasının b u şekilde ö n e çıkarılması tabii k i g ü ç lü direnişlere de y o l açtı: N i t e k i m daha geç d ö n e m l e r d e kanlı kurbanlar kesin olarak k a l d ı n l d ı ve s a r h o ş edici içki olarak kullanılan haoma da kaybolup onun
Zaehner, Daıvn, s. 64. Zaehner'iıı de belirttiği gibi (Daıvıı, s. 65), daha sonraki metinlerde Sular unutulur; Ahura Mazda'mn eşi Gathalann İyi Düşüncesi, dalla geç bir dönemde yeryüzüyle özdeşleş tirilen Armaiti olacaktır. Burada kesinlikle geleneksel İran dininin bir etkisi soz konusudur. 394
Z E R D Ü Ş T VE İKAN DİNİ
yerini bir b i t k i Özsuyu, su ve s ü t karışımı aldı.
109. T a n r ı M i t h r a ' n ı n Y ü c e l t i l m e s i — Daha da şaşırtıcısı ve Mazdeizm tarihi açısından daha ö n e m l i s i , M i t h r a ' n ı n onuruna yazılmış uzun ilahi, Mıhr Yaşt'tır (Yaşt 10). "Ben geniş otlakları olan Mithra'yı y a r a t t ı ğ ı m d a , " diye açıklar Abura Mazda, "onu da kendim kadar tapınılmaya ve saygı g ö s t e r i l m e y e layık k ı l d ı m " (Yaşt 10:1). Başka bir deyişle, M i t h r a ' n ı n b ü t ü n u l u l u ğ u , gücü ve yaratıcılığı Bil ge T a n r ı ' n m eseridir. Bu girişte, Mazdeist teolojinin b i r tek Yüce T a n r ı ' n m şeye egemen g ü c ü n ü d o ğ r u l a m a
her
çabasıyla karşılaşıyoruz. Aslında M i h r Yaşt,
Mithra'nın Zerdüşt reformundan önce b u l u n d u ğ u yüksekliğe yeniden ç ı k a r ı l m a s ı n ı anlatır ve gerekçele n d iri r. İlahinin sonunda i k i t a n n birleşince; yazar, Vedalar'm i y i bilinen isim çifti Mitra-Varuna'nın b i r y a n s ı m a s ı olan, MiiJıra-Arrura f o n n ü l ü n ü kullanır (Yaşt 10; 145),
45
Bununla birlikte MifırYaşt'ta yüceltilen tanrı, Mazdeizm'le yeniden bûtünleştirilmeden önce bazı d ö n ü ş ü m l e r geçirmiştir. D o ğ r u d a n ilahinin içinde bile, g i z i i bir teogoninin farklı anları ayırt edilebilmektedir: Ahura M a z d a ' n ı n b i r dizi eyle m i ve davranışı Mithra'nın on url a n d ı r ı l m a s ı n i ve konumunun y ü k s e l t i l m e s i n i a m a ç l a m a k t a d ı r . Öncelikle M i t h r a ' n ı n çokdeğerli niteliğini v u r g u l a y a l ı m ' Kuşku yok k i Mithra anlaşmalar tanrısıdır ve m ü m i n ona tapma sözü verirken (Yaşt 10:4-6), anlaşmaları b o z m a m a y ı t a a h h ü t etmektedir. Ama Mithra aynı zamanda savaş t a n n s ı d ı r ve ş i d d e t e b a ş v u r a b i l m e k t e , zalimce davranabilmektedir (gürzüyle -vazra-
tlcıeva'lan ve dinsizleri öfkeyle katleder; b u özellik onu Indra'ya yak
laştırır); aynı zamanda g ü n e ş tanrısıdır ve Işık'la birleştirilir (10:142), bin kulağı ve o n bin gözü vardır (10:141), yani her egemen tann gibi her şeyi g ö r ü r ve her şeyi b i l i r , ama aynca tarlaların ve s ü r ü l e r i n bereketini sağlayan evrensel rızk da ğıtıcıdır (10.61 v d ) . Dinler tarihinde b u g ö r ü n g ü y e sıkça rastlanır: Bir tannya, b ü y ü k tanrılar k a t ı n a geçici veya kalıcı olarak yükseltilebilmesi amacıyla, gerekli " b ü t ü n l ü ğ ü " elde etmesi için k i m i zaman birbirleriyle çelişen b i r ç o k vasıf yükle nir, Ahura Mazda ve Ameşa Spenta'lar Hara D a g ı ' n m ü s t ü n d e , yani g ö k kubbenin ötesinde bulunan tinsel d ü n y a d a Mithra içm bir ev yaparlar (10:49-52).
4fi
Yme de
Widengren, a.g.y., s. 131; krş. Duchesne-Guilletnın, a.g.y., s. 96 vd. G. Dumézil, Gatha'larda Mithra'nın yenni Vohu Manah'ın aldığmı göstermiştir; aynca krş. Widengren, a.g.y., s. 31. Bu mit motifinin anlamı bilinmektedir: Panteon üyelerinin gökyüzünde bir tapınak yap395
DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1
Mithra, b ü t ü n yaratıkların koruyucusu olmasına k a r ş ı n , diğer tanrılara yapıldığı gibi kendisine dualarla t a p m ı l m a d ı ğ ı için tanrıların efendisine yakınır (10:54). Anlaşılan kendisine istediği tapım verilir; ç ü n k ü ilahinin d e v a m ı Mithra'yı beyaz atların çektiği bir savaş arabasının ü z e r i n d e (62 vd) veya y a n ı n d a Sraoşa ve Raşnu'yla birlikte geceleri y e r y ü z ü n d e dolaşıp d a i v a l a r ı yok ederken (95-101) veya anlaşmalarına u y m a y a n l a r ı n peşine düşerken (104-111) gösterir. M i t h r a ' n ı n en ustun tanrı konumuna yükselişinin aşamaları daha da anlamlıdır. Önce Ahum Mazda Haoma'yı M i t h r a ' n ı n rahibi olarak kutsar ve Haoma ona tapar (88), yani •na kurbanlar sunar. Daha sonra, Ahura Mazda Mithra tapımına özgü ritüeli be lirler (119-122) ve bunu cennetle, Şarkı Evı'nde bizzat gerçekleştirir (124). Bu t a n r ı l a ş t ı r m a n ı n a r d ı n d a n Mithra yeniden y e r y ü z ü n e , daeva'larla savaşmaya d ö nerken, Ahura Mazda Şarkı Evi'nde kalır. Ahura Mazda ile M i t h r a ' n ı n b i r l e ş m e s i daeva'hnn
sonunu getirir. Mithra'ya, b ü t ü n d ü n y a y ı aydınlatan ışık diye tapılır
(142-144). Ve ilahi şu sözlerle sona erer: "Barsom bitkisiyle, hiçbir zaman bozul mayan, Hakikatin muzaffer (tanrıları) Mithra ve Ahura'ya taparız: Yıldızlara, aya ve g ü n e ş e taparız. Bütün memleketlerin t a n n s ı Mithra'ya tapanz" (145). Mithra Mazdeizm içinde, özellikle daiva'lara ve dinsizlere karşı savaşın ş a m piyon tanrısı olarak y ü k s e l m i ş t i . Ahura Mazda'nın b u işlevi tamamen ona bırak m a s ı , Ahura'da belli b i r otiositas. (işlevsizleşme) eğilimi b u l u n d u ğ u n a işaret edi yor; ama k ö t ü l ü k güçlerine karşı m ü c a d e l e Mazdeizm'in ana y ü k ü m l ü l ü ğ ü olduğu için, b u ilahi M i t h r a ' n ı n "dine d ö n d ü r ü l m e s i , " yani u l u tanrının |Ahura Mazda] bir zaferi olarak da yorumlanabilir.
L l û . A h u r a Mazda ve E s k a t o l o j i k K u r b a n — Eski etnik dinle bağdaştırnıacılık süreci ve Z e r d ü ş t ' ü n çağrısı başka ilahilerde de seçilebilmektedir. Ö r n e ğ i n
yazata
Tistrya'ya (Sitms yıldızının kişileştirilmiş biçimi) a d a n m ı ş Yaşt V ü l ' d e , T i s t ı y a insanlar
ritüellerinde
onu y o k s a y d ı k l a n için - s u l a n tutan ve t ü m yaradılışı yok
etmekle tehdit eden- iblis ApaoSa'yı yenmeyi b a ş a r a m a d ı ğ ı n d a n yakınır. O zaman Ahura Mazda, bir kurban (yasnd) sunarak, Tistrya'ya saygılarını belirtir;
bunun
sonucunda Tistıya daeva ile girdiği savaşı kazanır ve toprağın bereketini s a ğ l a r . Ahura Mazda, Arıahita'ya da kurban sunar ve ondan "kendisine b i r lütufta bulun
ması bir tanrının zaferini (bu zafer birçok örnekte kozmogoniyle ilişkili türdedir; krj. Marduk) yüceltir ve onun daha usttin bir konuma yukselttlişini kutsar (kış. Baal). Haliyle bu mitolojik olay yeryüzünde tanrının onuruna bir tapmak dikilmesiyle yansır (krs. § 50). 396
ZERDÜŞT VE; I R A N D İ M İ
m a s ı n ı " ister: "Dindar Z e r d ü ş t ' ü n İyi Din'e göre d ü ş ü n m e s i n i , k o n u ş m a s ı n ı ve d a v r a n m a s ı n ı sağlayabileyim" (Yaşt 5:17-19), Ayrıca Bilge Tanrı Vayu'ya kurban sunar ve ondan "kendisine bir lütufta b u l u n m a s ı n ı , " Angra Mainyu'nun yaratıkla rını yok etme g ü c ü vermesini ister (Yaşt 15:3). Abura Mazda'nm, Fravaşi'lerin
-
insanların ö n c e d e n var olan r u h l a r ı - y a r d ı m ı olmasa, insanlar ve hayvanlar yok o l u r d u ve m a d d i d ü n y a Yalan'ın egemenliğine girerdi, demesi de aynı ö l ç ü d e bek lenmedik b i r açıklamadır (Yaşt 13:12). Zaehner b u metinleri Z e r d ü ş t öğretisinin b i r çelişkisi olarak anlamakta; ' ken 4
dinden daha aşağı varlıklara saygı sunmakla k a l m a y ı p , onlardan y a r d ı m da iste yen A h u m Mazda'nm kendini k ü ç ü l t m e s i olarak g ö r m e k t e d i r . N i t e k i m Fravaşi'le rin y a r d ı m ı n a verilen belirleyici ö n e m , belli bir deus oiiosus t ü r ü n ü , b i r "zihinsel y o r g u n l u ğ a " tutulan Yararlanın, bazı hayvanların, hatta rakibinin y a r d ı m ı n a baş vurmak zorunda kalmasını h a t ı r l a t m a k t a d ı r
4 8
Ama Ahura Mazda'nm kurban (yas-
na) sunarak şu veya b u tanrıya saygısını bildirmesi (yaz-), mutlaka kendisini da ha ak bir konuma indirmesini gerektirmez. Yaşt'lar rıtüellerin ve t ö r e n usulleri n i n yaratıcı g ü c ü n ü v u r g u l a y ı p , Ahura Ivlazda'yı din adamlığı görevini yerine ge t i r i r k e n gösterir A h u r a Mazda kurban s u n d u ğ u varlığın büyüse!-dinsel gücünü w
o n katma çıkarır. İlahilerden asıl anlaşılan, b i r Hint-lran k a v r a m ı o l d u ğ u n a kuş k u bulunmayan, ama özellikle Brâhmanalar'da
gelişen ve Mazdeizm'de daha da
merkezi b i r konuma yerleşecek kurban töreninin olağanüstü ö n e m i d i r . Diğer Hint-Avrupalılarda da o l d u ğ u gibi, b a ş r o l ü
ritüel
ateşi oynar. Yosun,
"esas olarak ateş Ö n ü n d e gerçekleştirilen btr haoma k u r b a n ı n d ı r . ^ Kutsal ateşlerin k u r u l u ş u , temizlenmesi ve s ü r d ü r ü l m e s i Mazdeizm'de başka yerlerde bilinmeyen boyutlara ulaşmıştır. Her Mazdeısı kral için, en m ü k e m m e l dinsel davranış b i r ateş k u r m a k , yani b i r t a p ı n a k y a p t ı r m a k , ona gelir b a ğ l a m a k ve rahipler atamak t ı . Z e r d ü ş t bazı kanlı k u r b a n l a r ı m a h k û m e t m i ş t i gerçi, ama hepsim reddettiği 51
kesin değildir. Her ne olursa olsun, Avesta'da hayvan k u r b a n l a r ı bilinmektedir (Yasna 11:4; Yaşt 8:58). Ayrıca Ahemeniler e g e m e n l i ğ i n d e , Part veya Sasaniler d ö -
Davın and Tvvihght, s. 81 4 8
Burada, Doğu Avrupa, Orta Asya ve Sibirya folklorunda oldukça yaygın olan, ama Zucvancılıkta da bulgulanan "düalist" bir kozmogoni motifi söz konusudur; krş. Elinde, "Le Diable et le Bon Dieu" (De Zalmoxis a Gengis Kfıtııı, s 84 vd).
w
Krş. G Gnoli, "Note su Yast Vlil," s. 95 vd.
5 0
Duchesne-Guillemin, j_