ANKARA UNIVERS/TES/
ILAHIYAT FAKULTESI YAYINLARI
LXXVI
MUTEZİLE'NİN DO ĞUŞU VE KELÂMI GÖRÜŞLERI
Dr. Kemal IŞIK A. Ü...
130 downloads
756 Views
13MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
ANKARA UNIVERS/TES/
ILAHIYAT FAKULTESI YAYINLARI
LXXVI
MUTEZİLE'NİN DO ĞUŞU VE KELÂMI GÖRÜŞLERI
Dr. Kemal IŞIK A. Ü. Ilahiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı
ANKARA
ÜN I VERS I TESI
B ASIM EV İ . 1967
ANKARA ÜNIVERSITESI
İ LÂH İ YAT FAKÜLTES İ YAYINLAIj[ LXXVI
MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU VE KELAMI GÖRÜŞLERI
Dr. Kemal IŞIK A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı
ANKARA
ÜNIVERSITESI
BASIMEV İ
1967
Bu eser, Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Dr. _Ne şet Çağatay ve Prof. M. Tayyip Okiç'den kurulu juri tarafından 1964 Aralık ay ında doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
İ Ç İ NDEK İ LER Sayfa ÖNSÖZ
5
GIRI Ş •
7 Birinci Bölüm
MUTEZİ LE'NİN DO ĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER
28
1- Müslümanlar Arasındaki Dini ve Siyasi İhtilaflar
28
2- Yabancı Din ve Kültürlerin Tesiri
34
3- Felsefi Cereyanlarm Tesiri
45
İkinci Bölüm MUTEZİ LE'Nİ N DO ĞUŞ U, GELI ŞMESI VE ÇÖKMESI
50
I- Mutezile'nin Do ğuşu
50
1- Mutezile'nin Do ğduğu Yer ve Tarihi
50
2- Mutezile Deyimi Hakkında İleri Sürülen Çe şitli Fikirler
52
3- Mutezile'nin Di ğer Isimleri
56
a) Ehl al-Adl va't-Tevhid
56
b) al-Kaderiyye
57
II- Mutezile'nin Geli şmesi ve Çökmesi
59
Üçüncü Bölüm MUTEZİLE'NİN KELÂMI GÖRÜ ŞLERI I-Mutezile'nin Be ş Prensibi
67 67
1- at-Tevhid
67
2- al-Adl (Adalet)
69
3- al-Va'd va'l -Vaid
71
4- al-Menzile beyne'l -Menzileteyn
72
5- al-Emr bil-Ma'rnf va'n-Nehy ani'l -Münker
72
II- Mutezile'nin Di ğer Görü şleri
73
1- Allah'ın Görülüp Görülmemesi
73
2- Kur'an'ın Yaratılmış Olup Olmamas ı
75
3- Husun ve Kubuh
77
4- Akıl ve Nakil Meselesi
79
SONUÇ
81
Bİ BLİYOGRAFYA
84
INDEKSLER
90
3
ÖNSÖZ
Kelâm tarihinde Mutezile okulu önemli bir yer i ş gal eder. Gerek tevhid sistemleri ve gerekse hür dü şünceyi temsil etmeleri bakımından dikkati çeker. Ayrıca akılcı bir yol izlemiş oldukları için de İslam âleminde kültür tarihi yönünden büyük bir önem ta şır. İşte genel karakterlerini birkaç cümle ile belirtme ğe çalıştığımız "Mut e zile" adının ve okulunun do ğuşu hakkında şimdiye kadar dilimizde yazılmış ilmi mânada eserler hemen hemen yok denecek derecede az olduğu gibi, mevcut eserlerde de Mutezile'nin Doğuşu ve Kelânti Görüşleri çok sathi bir şekilde belirtilme ğe çahşılmıştır. Bu sebeple biz "Mutezile'nin Do ğuşu ve Kelâmi Görü şleri" konusunu doktora tezi olarak seçerken, her şeyden önce bu gerçekleri göz önünde tutmay ı ve konuyu buna göre işlemeyi amaç edindik. Elimizden geldiği kadar gerek arapça bas ılmış kaynaklardan ve gerekse konu ile ilgili yazmalardan faydalanma ğa çalıştık. Bu konuyu işlerken zaman zaman kıymetli tavsiye ve tevcihlerinden azami derecede istifade etme ğe çalıştığım sayın Hocam Prof. Dr. Neşet Ça ğatay'a, ayrıca ilgisini esirgemiyen say ın Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu'ya ve baz ı kaynakları teminde bize kolayl ık gösteren Kütüphane müdürümüz saym İ hsan İnan'a burada te şekkülerimi ifade etmeyi zevkli bir borç bilirim.
Kemal IŞIK
5
GIRI Ş
İslam kültürü tarihinde Kelâm ilmiyle ilgili meseleleri ilk defa akl ın ve felsefenin ışığı altında incelemek ve böylece bu ilme alışılmışın hilafına, yeni bir yön vermek cesaretini gösteren Mutezile fırkasmın yaş adığı asır, İslam düşüncesine çe şitli fikir cereyanlarının hâkim olduğu ve itikadi konularda önemli birtak ım olayların cereyan etti ği kritik bir devreye raslar. Ba şlangıçta Arap Yarımadası'mn küçük bir şehrinde doğan İslâmiyet, hızla gelişmiş , yayılmış ve nihayet bu adanın da hudutlarmı aş arak birçok ülkeleri, kavimleri ve bunlara mensup milliyetleri, inançları, Adet ve kültürleri ba şka başka olan birtak ım yabancı unsurları sinesinde toplamı§ ve böylece kozmopolit bir toplum meydana gelmi ştir. İslam dini ve itikadı ile ilgili konuların en geniş şekliyle söz konusu edildiği ve bu hususta büyük mücadele ve münaka ş alarm cereyan etti ği bu devrenin özelliklerinden ve bu arada Mutezile f ırkasının doğuşuna tesir eden çe şitli fakt-örlerden ileride daha tafsilâth bir şekilde bahsedilecektir. Ancak, İslâmiyetin ba şlangıcından bu devreye kadar geçen zaman içinde itikâdi konuların ve genel olarak bu konular ı kapsayan Kelâm ilminin geçirmiş olduğu çeşitli safhalara temas etmemiz, tezimize konu te şkil eden "Mutezile'nin Doğuşu ve Kelâmi Görü şleri" nin ve bu sistemin ana kaynaklarının açık bir şekilde anlaşılmasma yardımcı olaca ğı kanısınday ız. Her şeyden önce şuna iş aret etmek lâz ımdır ki, Kelâm ilmi Tek Tanrı ( Monothe'isme ) fikrinden do ğmuştur. Bunun için bu ilme "Tevitid ilmi" de denmiştir. Tevhid, Allah'ın birliği esasına dayandığına göre, İslâmiyetten önce gelip geçmiş bütün dinlerde de bu mânada bir bilimin, yani bir Tanrı düşüncesinin varlığını kabul etmek laz ımdır. Tarih boyunca bütün Peygamberler ve seçkin din adamlar ı daima bu prensibi savunmu şlar, beşeriyeti bu inanç ve bu ülkü etrafında toplama ğa, onlara her şeyin üstünde ezdi ve ebedi bir yarat ıcının varhğını kabul ettirme ğe çalış 7
mışlardır.° Bu itibarla, Tanr ı düşüncesiyle ilgili hükümler hiçbir devirde ve hiçbir Peygamberin şeriatında de ğişmemiştir. İlk Peygamber Adem A. S. ın bu husustaki inancı ne ise, ondan sonra gelen bütün Peygamberlerin de inançlar ı ayni olmuştur. Kur'an- ı Kerim'de bununla ilgili hükümler aç ık bir şekilde beyan olunmu ş ve kuvvetli delillerle de teyid edilmiştir2. İnsanlar oluşları itibariyle şüphecidirler. Her ş eye, özellikle tanrısal bilgilere şek ve şüphe ile bakmak onların karakteristik ve do ğal vasıflarından biridir. Bununla beraber, bir üstün varl ığın, bir yaratıcımn da varlığını hissetmek ve kabul etmek ihtiyac ı kendilerinde Mildir. İşte bundan dolayı, her devirde ve her Peygamberin ümmetinde, dini telkin ve ir ş atta bulunmakla mükellef dini liderlerin, bu ödevi yerine getirmekte izlemi ş oldukları metodun yetersiz olmas ı ve özellikle akli delillere gerekli önemi vermemi ş olmaları, bu gibi davetlerin ço ğu zaman insanlar tarafından şüpheyle karşılanmasına ve bunun yanı sıra doğal olan dini ihtiyaçların giderilmesi için Tek Tanrı yanında, çok tanr ı düşüncesi gibi birtakım inançlarm do ğmasına sebep olmuştur. Bunun bariz örneklerinden birisini, islâmiyetin do ğusundan önce Arap Yarımadasında cereyan eden olaylarda ve burada ya şıyan Cahiliyye ça ğı araplarının inanç durumunda görmek mümkündür. İslam güneşi, bu bölgede çok tanr ıcılığın (PolytMisme) hükümran olduğu bir devirde do ğdu. Gerçi Cahiliyye Ça ğı diye adlandırdığımız bu devirde araplar aras ında Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi semavi dinlere mensup insanlar yok ede ğildi. Fakat bunların adedi sayılabilecek kadar çok az ve manduttu. Bunlar ın dışında kalan büyük ço ğunluk ise putperest idi 3 . Kendi yaratıklar' olan ve ekseriya insan gövdesi veya yüzünü andıran, hazan da heykel halini alan bir kaya, bir ta ş parçası ve benzeri gibi maddelerden mamül birtak ım putlara tapıyor ve bunları kendilerine mabüd olarak ittihaz ediyorlard ı 4. Araplar tapmış oldukları bu ilâhlarm yanı sıra üstün bir yarat ıcının, her şeye kadir olan bir Tanr ının varlığına da inamyorlardıs. Fakat zannedildi ği gibi, onlar bu inançlarını -biraz önce zikredilenler 1 Bk. Muhammed Abduh, Risaletu't- Tevhid, s. 5, Mısır 1351; Ali Hasaballah, Mulıiis. 88, Kahire 1373 / 1952. 2 Bk. İsmail Hakkı (İzmirli), Yeni lim-i Kelam, C. 1, s. 22, İstanbul 1339-1341. 3 Bk. Ali Mustafa al-Gurabi, Tarilıu'l -Fırak al —isliımiyye, s. 8, Mısır 1378 /1959. 4 Tafsiltıt için bk. Hisâm b. Kelbi, Kitabu'l-Asn ıim, Ahmet Zeki Pasa ne şri, s. 6 vd. Kahire 1343 /1924; Ord Prof. Hilmi Ziya illken, islânı Düş üncesine Giriş I, s. 35, İstanbul 1954. 5 Kur'an-ı Kerim'de onların bu inançlarına delâlet eden birçok âyetler vard ır: Bk. Meselâ: Ankebiit Süresi, âyet: 63; Mu'minfın Süresi, âyet: 85-90; Zümer Süresi, âyet: 8. darât fi
8
bir tarafa — Yahudi veya H ıristiyan dinlerinden almış değillerdi. 6 Gerçek şu ki, onlar böyle bir üstün kudretin varl ığını daha önce Hz. İbrahim ve İsmail devirlerinde ö ğrenmişlerdi 7 . Ancak, onların bu Tek Tanrı düşüncesi, gerçek bir inanc ın neticesi değildi. Bunun içindir ki onlar hiçbir zaman Allah'a kar şı layık olduğu derecede sayg ı duymamışlar ve O'nun hakk ında münakaş aya dahi girişmekten daima kaç ınmışlardır8 . Özet olarak Cahiliyye ça ğında araplar ın inanç durumu bu merkezde idi. Bir taraftan Allah' ın varlığına inanırken, di ğer taraftan kendilerine Allah'tan daha yakın zannettikleri birtak ım putlardan yardım umuyor ve onlara ibadet ediyorlard ı . Gerçekte onlar, bu ilâhlarm Allah' ın yer yüzündeki halifeleri, o ğulları veya kızları olduklarına9 , binaenaleyh onların da müstakil birer tanr ı olup", Allah katında ş efaatcı ve arac ı olduklarına 11 inamyor ve "Biz onlara, sadece bizi Allah'a yakla ştırsınlar diye ibadet ediyoruz" " diyorlard ı . Bununla beraber onlar ın putlarına karşı duymuş oldukları saygı ve hürmetleri de o kadar derin değildi. Hattâ onların bazı günlük işleri ters gitti ği zaman çok kere bunlara kızıldığı ve lanet edildi ği de olurdu". İnanç ile ilgili konuların böylesine karışık ve çelişik bir durum arzetti ği bir sırada Hz. Muhammed yeni risâletiyle tebli ğ olundu. 6 Bk. C. Brockelmann, İslam Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Çeviren: Prof. Dr. Ne şet Çağatay, s. 10, Ankara 1954. 7 Bk. Prof. Dr. Ne şet Çağatay, Islâmdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça ğı, s. 95-96, Ankara 1963; Muhammed al-Hudari Bey, Muhadarât Tarihi'l -Uman al-Islâmiyye C. I, s. 54 vdd. Kahire 1376; Ahmet Mithat, Tarih-i Edyân, Ahmet Hamdi Aksekili ne şri. C. I, s. 165, İ stanbul 1329. 8 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, andan eser, s. 36; Doç. Dr. İ brahim Agâh Çubukçu Gazzali Ve Suphecilik, s. 7, Ankara 1964; De Lacy O'leary, İslam Düşüncesi Ve Tarilıteki Yeri, Çevirdiler: H. Yurdayd ın ve Y. Kıitluay, s. 30, Ankara 1959. 9 Kur'an-ı Kerlın'in "his Süresinde, Allah'ın çocuğu olmadığı bildirilinekte ve onların bu davası kesin olarak red edilmektedir. Keza, Mu'minün Süresinin 91 nci ayeti de bunu teyid etmektedir. 10 Sâd Süresi, ayet 5 de Hz. Muhammed için onlar ın, "gerçekten Tanrıları bire mi indirdi? Doğrusu bu pek tuhaf bir şey" dedikleri beyân olunmaktad ır. 11 Kur'an- ı Kerim onların bu iddialarını şiddetle reddetmektedir. Bk. Ra'd Süresi, ayet: 33; Führ, ayet: 40; az-Zamah şeri, al-Keşşâf, C. II, s. 264, C. III, s. 488, Kahire 1365 / 1946; aş-Sevkâni, Fethu'l -Kadir, C. IV, s. 344, Mısır 1349; Seyyid Kutub, Fi Ziliili'l Kur'an, C. XI, s. 65. Mısır (Tarihsiz). 12 Bk. Zümer Süresi, ayet: 3; Muhammed al-Hudari Bey, ayni eser, s. 55; Dr. Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre İman Esasları,
35 vd. Ankara 1%1. 13 Bk. Dr. Filip Hü'ri Hitti, Tarihu'l Arap, Muhammed Mebrak Nâfi' tercümesi, s. 115,
Kahire 1949; Doç. Dr. İbrahim A Çubukçu, ayni eser, s. 7.
9
Onun bize getirmi ş olduğu bu yeni dinle, Cahilliyye ça ğı çok tanrı sistemi kökünden yıkıldı : Nitekim Hz. Peygambere Mekke'de nazil olan ayeti kerimelerde. Cenab- ı Hak, Kendisini bize şöyle tamtmaktadır: "De ki: 0 Allah bir tektir ; en Büyük merci sadece O'dur; 0, do ğmam ış ve doğurmamıştır; ve O'na hiç kimse e şit olaınaz"". Görüldüğü gibi, Hz. Muhammed'in insanlara öğretmiş olduğu Allah fikri Islâmiyetten önceki Tanrı düşüncesinden tamamen farkl ıdır. Zira bu yeni dinin temeli, İhlas süresinin manalandırdığı Tek Allah prensibine dayanmaktad ır. Bundan dolayı Cahiliyye ça ğı arapları, esas gayeleri ne olursa olsun, tapmış oldukları putları ilâh derecesine yükseltip, Allah'a Şefik koş malarından dolayı kendilerine "müşrik" adı verilmiş ve Hz. Peygamberin risâletini ve onun getirmi ş olduğu yeni Allah dü şüncesini inkâr edenlere de "kafir" denmi ştir. Bu itibarla, islâmiyette Kelime-i Şehatlet esas kılııimış ye Müslüman olabilme, ancak bu kelimenin ihtiva etmi ş olduğu mânalara inanarak söylenmesi şartına ba ğlanmıştır15 . H z . Mu hamm e .d'in daveti, ba şlangıçta şu üç esas nokta üzerinde toplanıyordu: 1—O, Allah'ın elçisi olup bütiip insanları hak dine davetle görevlendirilmiş olan bir Peygamberdir. 2—Araplar aras ında yaygın olan putlara tapma âdeti art ık ilga edilmiştir. Bundan böyle her türlü ibâdet, ancak kainat ı yoktan yar eden, şeriki ve benzeri bulunmayan Ulu Tanrı'ya yapılacak ve ancak O'ndan yardım umulacak ve ba ğışlanma dilenecektir". Kur'an- ı Kerim'de bu iki esasa birden i ş aret edilerek şöyle denmektedir: "De ki : "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana Tanrının ancak bir Tek Tanrı olduğu vayholunuyor. Onun için hepiniz O'na yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin; Allah'a ortak koşanların vay haline!". 3—Yaş amış olduğumuz bu hayattan sonra ebedi bir hayat vard ır. Her insan öldükten sonra tekrar dirilecek ve dünyadaki amelinin hesabı kendisinden sorulacakt ır. Ameli iyi olan insan, layık olduğu mükâfata nail olacak, kötü olan ise müstahak oldu ğu cezaya çarptırılacaktır. Gerçekte putperest olan araplar, böyle bir hayat ın varlığına inanmadık14 Pılds Süresi, ayet: 1-4. 15 Kur'an- ı Kerim'de kelime-i şehadeti ifade eden, "La ildhe Plalldh, Muhammedu'r -Resiilullah" (Allah'tan ba şka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun elçisidir.) tâbirinin birinci bölümü Muhammed ve Saffdt surelerinde, ikinci bölümü ise Feth suresinde varid olmuştur. Bk.
Muhammed Süresi, ayet: 19; Saffdt Süresi, ayet: 35; Feth Süresi, ayet: 29.Keza bk. Dr. Hüseyin Atay, anılan eser, s. 14. 16 Bk. Hiş am •. Kelbi, anılan eser, Ahmet Zeki Pa şa Onsözü s. 22. 17 Fussilet Süresi, ayet: 6.
10
ııı
ları gibi, ölümden sonra tekrar dirileceklerine de bir türlü ak ıl erdiremiyor ve ş öyle diyorlardı :" "Çürümüş kemikleri kim yaratacak ?" 19 . "Biz ölüp toprak ve bir yığtn kemik oldu ğumuzda mi diriltilece ğiz?" 20 . "Hayat ancak bu dünyadaki hayatım ızdan ibarettir ; biz tekrar dirilecek değiliz" 21. Kur'an-ı Kerimde bunlardan ba şka, onların bu inanç ve
iddialarına delâlet eden daha birçok ayetler mevcuttur 22 . Hz. Peygamber ba şlangıçta ve bilhassa risâletinden sonra Mekke'de ikamet etmiş olduğu onüç sene zarfında bu esaslar dahilinde davetine devam ederek, insanları ahşmış oldukları sapıklık ve gaflet deryas ından kurtulup do ğru yola yönelme ğe, dünya ve âhiret ayd ınlı& ve saadete kavuşmağa ça ğırdı ; müşrikler tarafından önüne çıkarılan bütün engellere, karşılaşmış olduğu büyük güçlüklere ve imkans ızhklara ra ğmen, yılmadan usanmadan bu mukaddes davayı savunarak Allah' ın emirlerini yerine getirme ğe çalıştı . Bütün bunlara ra ğmen, Mekke müşriklerinden pek azı bu davete icabet ederek islam dinini kabul etti 23 . "Fakat Yahudilerle olan yak ın temasları dolayısiyle Tek, Allah gibi mücerret mefhumlarla ünsiyeti olan Medine'lilerin, Akabe'de tezahür eden peygambere yakınlıkları neticesi vuku bulan hicretten sonra Islâmiyet büyük bir hızla yayılma& ve geli şme ğe başladı"24 . Ve böylece islamiyet, kısa bir müddet sonra cihan şumûl bir din halini aldı25. Biz burada, islamiyetin do ğusundan genel bir din hüviyetini al ıneaya kadar geçirmi ş olduğu çeşitli safhalardan, özellikle siyasi, tarihi, sosyal ve kültürel geli şim ve de ğişimlerden ve bunların genel olarak insanlar üzerindeki çe şitli etkilerinden bahsetmek ve böylece konuyu uzatmak istemiyoruz. Çünkü bütün bunlar, ba şlı başına müstakil birer konu te şkil edebilecek bir' niteliktedir. Ancak, kısaca şunu söylemek isteriz ki, islâmiyet bütün insanh ğa yeni bir dünya ve âhiret nizam ı ve anlayışı getirmiştir. Bu nizamla 18 Tafsilât için bk. W. Montgomery Watt, Hazret-i Muhammed, Çeviren: Hayrullah Örs, s. 29, 30 vdd. İ stanbul 1963; Alî Mustafa al-Gurübl, anılan eser, s. 8-9. 19 Bk.
Yâsin Süresi,
20 Bk.
Mu'minân Süresi,
âyet: 78. âyet: 82.
21 Bk. En'âm Süresi, âyet: 29. 22 Bk. Meselâ: ısrti Süresi, âyet: 49, 98; Sâffât Süresi, âyet: 16, 53; Yaka, âyet: 47; Nazik, âyet: 11. 23 Bk. Ali Mustafa al-Gurübi, anılan eser, s. 9; Muhammed abIludari Bey, andan eser, s. 71 vdd. 24 Bk. Dr. Ya şar Kutluay, İskimiyetie Dikâcli Mezheplerin Doğuşu, s. 14, Ankara 1959. 25 Tafsilât için bk. T. W. Arnold, İrıti.şeir-z islam Tarihi, M. Halil Halid tercümesi, s. 31-35, İ stanbul 1343; John Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur'an-e Kerim,
Çeviren:
Ömer Rıza (Do ğrul), s. 54-61, İstanbul 1347/1928.
11
bütün insan topluluklarımn üstünde yepyeni bir müslüman topluluğu vücut bulmu ştur. Bu yeni toplumda, herkes istisnas ız Allah'ın huzurunda e şittir; her türlü cins, ırk ve asâlet gibi mefhum ve ayr ılıklar gözetilmeksizin her insan yekdi ğeriyle e şit hak ve salâhiyetlere sahiptir. E ğer bu yeni dinde, Allah kat ında insanlar aras ında bir de ğer ölçüsü varsa, bu da, ferdin Allah'a olan takva ve ba ğlılık derecesiyle kaim olmasıdır. " Şüphesiz Allah kat ında en değerliniz, O'na karşı, gelmekten en çok sak ınanızdır"26. Bu dinde, daha önce Arap Yar ımadasın'da ve bilhassa Mekk'de görüldüğü gibi, aile ve kabile asabiyetine yer yoktur. İnsanlar ancak bilgi, iktidar ve kıymetleriyle birbirinden üstündür. Bunun bariz örneklerinden biri, Mekke gibi bir şehre yirmi ya şında bir gencin vali olarak tayin edilmesi ve Ömer b . al-H at ab gibi bir kahraman ın, henüz müslüman olmuş bir insamn emri altında çekinmeden ve tereddüd etmeden çarp ışmış ve bunu gayet normal bir hareket olarak kar şılamış olmasıdır. Yine, hicretin 35 inci yılında Mısır valiliğinden azledilen b. al— Âs, halife Osman b . Affan' ın yamna gelerek kendisine, ailesinden, ana ve babas ının asâletinden bahsederek övünmek istemesi üzerine, Halifenin onu "bu şekilde kendini medhetmek Cahiliyye adetlerindendir; seni bundan menederim" 27 sözüyle azarlamas ı, is1amiyetin bu prensibini te'kid eden di ğer bir örne ği teşkil etmektedir28 . Bütün bunların yanı sıra, islamiyet akla ve tefekkiire büyük bir önem ve de ğer vermiş ve onu ön plana geçirmi ştir. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim hitabı daima ve do ğrudan doğruya akla tevcih etmi ş ,ondan düşünmek suretiyle gerçeğin ara ştırılmasını ve daha önce araplar arasında yaygın olan birtakım batıl inanç ve 'geleneksel adetlerin terkedilmesini istemiştir. "Eğer Biz bu Kur'an'', bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun, Allah korkusuyla ba ş eğerek nasıl parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri insanlar diiş ünsünler diye veriyoruz" 29 . "Bu insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildi ğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı ?". ".... Şüphesiz dü şünen kimseler için bunda ibretler ve deliller vardır'''. "Allah, akhnızı kullanasınız diye size Cıyetlerini gösterir". "Göklerde ve yerin 26 Hueurât Süresi, âyet: 13. 27 Bk. Ibıı Kesîr, al-Bidâye ve'n-Nihilye, C. VII, s. 170, Mısır 1351/1932. 28 Bk. Dr. Ya ş ar Kutluay, anılan eser, s. 15-16. 29 Hafi. Süresi, âyet: 21. 30 Güsiye Süresi, ayet: 17-20. 31 Ra'd Süresi, âyet: 3, 4; B ıikara, âyet: 164; Nah, âyet: 12;Rârn, âyet: 24. 32 Bakara Süresi, âyet: 73.
12
yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde....' düş ünen insanlar için deliller vardır". Görüldü ğü gibi Kur'an-ı Kerim, düşünmeyi ve fikir beyan etmeyi bazı nüfuzlu ve mevki, sahibi ş ahısların inhisarından çıkarıp genelleştirmiş ve umuma teşmil etmiştir. Islam dininde, akıl sahibi her insan, kâinattaki nâmütenâhi olayları ve bizzat kendi yaradıhşındaki hikmet ve sebepleri düşünmek ve incelemek suretiyle gerçe ğe ula şmandır. Bu konu ile ilgili olarak Kur'an- ı Kerim'de elliden fazla yerde misaller verilmiş ve "düşünmek" ve "aldetmek" emredilmiştir. Islâmiyetin be şeriyete sunmuş olduğu ve Kur'an- ı Kerim'de de ifadesini bulan yeni imân esasları, dine itikat yönünden kesin bir şekil ve anlam vermi ştir. Bu esaslara Kur'an- ı Kerim'de ya do ğrudan do ğruya iş aret edilerek inanılması emredilmiş , yahut inananlar övülmü ş , inkâr edenler ise yerilmiştir. Kur'an- ı Kerim'de bu esaslar ı gayet açık ve seçik bir şekilde ortaya koyan âyetlere hemen her yerde raslamak mümkündür. Bununla beraber, islâmiyetin daha ilk günlerinde bile inançla ve birtakım şer'i meselelerle ilgili olarak müslümanlar aras ında zaman zaman bazı münakaş alar cereyan etmi ş ve bunun bir neticesi olarak da çeşitli görüşler ve fikir ayrılıklar' ortaya çıkmıştır. Başlangıçta basit gibi görünen bu ayrılıklar, daha sonralar ı, özellikle Islâmiyetin geni ş lemesiyle birçok taraftarlar ı sinesinde toplayan ve ba şlı başına kaim birer mezhep halini almıştır. Bunun nedenlerini veya bu neticeyi do ğuran sebebleri anlayabilmemiz için, daha Hz. Peygamber devrinden itibaren itikâcli konular ın geçirmiş olduğu çeşitli safhalara kısaca temas etmemiz gerekmektedir. Hz. Muhammed'in asr ı, henüz Cahiliyye çağı gelenek ve göreneklerinden yeni kurtulmu ş olan arapları bir araya getirmek, onlar ı bir fikir, bir inanç etrafında toplamak ve böylece henüz do ğmakta olan Islâm devletini kuvvetli ve sa ğlam temeller üzerine kurmak amacını güden, imân esaslarımn tesbit edildiği ve şer'i hükümlerin vazedildi ği bir devirdi. Peygamber henüz aralar ında oldu ğundan, müslümanlar dinin esaslarını ve bununla ilgili şer'i hükümleri ö ğrenmek için bizzat kendisine başvuruyor, vahiy ve Kur'an- ı Kerim'in ışığı altında aradıklarını buluyor ve böylece müşkülleri halledilmiş oluyordu". Esasen müslümanlar anlamakta güçlük çektikleri, ö ğrenmek istedikleri konu33 Bakara Sûresi; âyet: 164. 34 Bk. Alt Hasaballah, anılan eser, s. 88 vd.
13
ları ye her türlü müşküllerini Peygambere sormakla mükelleftiler. Kur'an- ı Kerim bu gerçe ğe işaret ederek şöyle demektedir: "Bir şey
hakk ında ihtilâfa düşerseniz -Allah'a ve âhiret gününe inantnışsanızonun hallini Allah'a ve Peygambere bırakın." Peygamberin ba şlıca görevi ise, bundan ba şka bir şey de ğildi: "Allah'ın indirdiği Kitâp ile aralarında hükmet... Onların heveslerine uyma?' Peygamberin verdiği hükmü kabul etmek te müslümanların imânla ilgili ödevlerinden biri idi: "Rabbime and olsun ki, aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem ta-
yin edip, sonra, haklarında senin vermiş olduğun hükmü gönül r ızasiyle kabul etmedikçe onlar iman etmi ş olmazlar"37. Kur'an- ı Kerim'in tetkinkinden de anla şılacağı üzere, Hz. Peygamberin do ğrudan do ğruya muhatap oldu ğu sorular onüç kadar meseleyi ihtiva etmektedir". Bunlar genel olarak müslümanlar ın pratik hayatlariyle ilgili amen ve fıkhi meseleler olmakla beraber, bunlar ın içinde Ruh'un mahiyeti, Zu'l-Karneyn, Ashabu'l-Kehf'in kimlikleri ve kıyamet gününün alâmetleri gibi, ba şka din mensuplarının veya onların teş vik ettiği kimselerin tevcih etmiş oldukları sorular da yer almaktad ır. Yine Kur'an- ı Kerim ve hadislerin incelenmesinden anl ıyoruz ki, Hz. Peygamber zaman ında Kur'an- ı Kerim'de varid olan "muhkem" ve "müteşiibih" âyetler hakkında da bazı tartışmalar olmuştur. Muhkem 'ayetler, kesin anlaml ı, manaları de ğişmiyen âyetlerdir. Müte ş âbih olanlar ise, de ğişik ve çe şitli mânalara gelebilen, anlayış a göre de ğişebilenlerdir 39 . Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle demektedir: "Sana
Kitab'ı indiren O'dur. Onda Kitabın temelini teşkil eden kesin anlaml ı (muhkem) âyetler vard ır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne ç ıkarmak, kendi arzular ına göre yorunılamak için onların müteşâbih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir40. ilimde derinleş 35 Nisa Süresi; ayet: 59. 36 Mâide Süresi; âyet: 49. 37 Nisa Süresi; ayet: 65. 38 Bu meseleler hakk ında bak: Rakam Süresi, âyet: 215-217, 219, 220;
Enfed, ayet:
I; KW, ayet 83; ısrü, âyet: 85; Araf, ayet: 187. 39 Bk. Zamahşeri, anılan eser, G. I. s. 337, 338; As ım Efendi, Kamus Tercümesi, C. IV, İ stanbul 1304-1305.
s. 245, 813, 814;
40 Müfessirler, bu ayetin tefsiri hususunda ihtilafa dü şmüşlerdir. Onlarm bir kısmı , ayette varid olan "Vdr-Rasilıfın" tabirini bir önceki kelimeye, yani"illa'allah"deki Allah üzerine atfetmek suretiyle "onların yorumunu ancak Allah ve bir de ilimde derinle şmiş, rusuh kesbetmi ş olanlar bilir" şeklinde mana vermişlerdir ki, bu manaya göre, bu gibi ayetlerin tevil edilmesi, yorumlanması caizdir. Diğer bir kısmı ise, "illa'allah" da durarak "onların yorumunu ancak
Allah bilir. Rasihler — ilimde yüksek bir dereceye eri şmiş olanlar-ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kat ındandır, derler" şeklinde mana vererek her türlü te'vil ve yorumdan kaçmm ışlardır. Bu konuda Zamah ş erî birinci grubun fikrini daha uygun görmektedir. Bk. Zamah şeri, aynı eser, C. I., s. 338.
14
miş olanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kat ındandır" derler"`". Bu âyetle ilgili olarak Hz. Ai ş e'den rivayet edilen bir hadiste, Hz. Peygamberin müte ş abih âyetlere uyanlardan sakm ılmasım emrettiği beyan olunmaktadır 42 ki, daha sonraki ş arihlere göre, sakmılması gereken kimseler çe şitli mezhep tart ışmaları sırasında benzeri ayetlerden, kendi görüşlerini takviye maksadiyle bol bol istifade eden H ariciler, Mut ezile ve Cehmiyye gibi fırka merısuplandır43 . Müte ş abih ayetlerde, ilk nazarda zahiri manalar ı itibariyle tenzih anlayışiyle uyuşmaz gibi görünen el, yüz ve göz gibi daha çok insanlarla ilgili birtak ım sıfatlar ispat edilmektedir. Keza insan kaderi lehinde veya aleyhinde bazı din ve mezheplere kar şı birtakım görüşler ileri sürülmektedir.Fakat bütün bunlara ra ğmen, gerek Hz.Peygamber devrinde ve gerekse onu takip eden- dört halife devrinde bu konutla müslümanlar aras ında ciddi ihtilaflara yol açacak, onlar ın düşünce ve inanç birli ğini sarsacak herhangi bir fikir ve görü ş ileri sürülmemi ştir. Gerçi, biraz önce de söylediğimiz gibi bu devirde, bu âyetlerle ilgili olarak müslümanlar arasında baz ı münaka ş alar olmuştuı . Akıl sahibi her insanın, kendisini yakından ilgilendiren bu gibi konular üzerinde dü şünmesi gayet normal bir olaydır. Fakat bunlar hiçbir zaman, daha sonralar ı olduğu gibi, "teşbih" veya "tecsim" anlamında bir münaka ş a olmamış , sadece bu ayetlerin tefsiri konusuna inhisar etmi ştir. Ayrıca, nakledilen baz ı hadislerde .de müte şabihata raslanmas ı, o devirde olmasa bile, daha sonraki devirlerde müslümanlar ı bir hayli me şgul etmiştir". Bu devirde müslümanlar ın zihnini me ş gul eden diğer bir konu da, Kur'an-ı Kerimde varid olan "kader"le ilgili âyetlerdir. "Kader" bilin41 ;4/4 İmran Stiresi,âyet : 7. Çin âyet, Hz. Peygamberegelmi ş olan Neer an hıristiyanlarmdan bir gurubun, "Siz Hz. İsa Allah'ın Kelim'idir diyorsunuz, bu bize kâfidir" diyerek mugalataya sapmalar' üzerine nazil olmu ştur. Bk. al-Kadi Beydavi, Envâra't-Tenzil ve. Esrâru't-Te'vil, C. I, s. 193, İ stanbul 1285; Ali b. Ahmed al-Vahidl, Esbâbu'n-Nuzill, s, 68, Mısır 1315; Ebâ Ali al-Fadl b. al-Hasan at-Tabersi, Macmau'l Beyân fi Tefsiri'l Kur'an, C. II,
s. 410, Tahran
1373. 42 Hz. Aişe'nin rivayet etti ği bu hadisin tamanu şudur:" "Resulullah (S. A.) bana "Ya Kur'an'ın yalnız müte şabih ayetlerin uyanları Ot-düğünde-ki Allah onlar ı Kur'an'da zikretmistir- onlardan sakın, buyurdu". Bk. Ayni al-Hanefi, Umdetu'l Karl li Şerh Sahihi'l-Buhâri, C, VIII, s. 516, İstanbul 1308.
43 Bk. Ayni eser, C. VIII, s. 517; Zeyneddin Ahmed Zebidl, Tecrid-i Sarilt, Çevirenler: Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras, C. XI, s. 75, İ stanbul 1928-1945. 44 Müteşabih hadislerle ilgili konular için bk. İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, Mısır 1326; ar-Razt, Esâsu't-Takdis
Mısır 1328; İbn " Fürek, Beyân Mu şkili'l-Ehâtlis,
Roma 1941.
15
diği
gibi, Allah tarafından önceden tâyin edilen "abnyaz ısı" mânasma gelmektedir.'" Gerçi Kur'an da geçen "Kader" ve "Kadr" kelimelerine miktar, ölçü, yani bir şeyin bir ölçüye göre tâyin edilmesi, bir hikmet ve gayeye istinaden yap ılması " ş eklinde mâna verenler vard ır. Fakat gerçek şu ki, müslümanların ekseriyeti, bu kelimenin delâlet etmiş olduğu mânamn, ancak önceden takdir ve tâyin edilen "ahnyazısı" olduğu fikrini muhafaza edegelmi şlerdir. Bu düşüncenin müslüman topluluğunu, daha sonralar ı nerelere kadar götürdü ğünden ileride sırası geldikçe bahsedilecektir. Ancak, biraz önce de söyledi ğimiz gibi, gerek Peygamber devrinde ve gerekse Hülefâ-i R a ş i din devirlerinde diğer ihtilâfh konularda oldu ğu gibi, bu mevzuda da önemli tartışmalar olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber, her fırsatta müslümanlar ı itikadi konularda münaka ş aya girişmekten şiddetle menetmi ş , aralarmda fitne ve fesat tohumlann ın saçılmasına, dolayısiyle tesis edilmi ş olan birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olabilecek her türlü ihtilâf noktalarından şiddetle kaçınmalarını kendilerinden istemi ştir. Bu gerçeği teyit etmesi bak ımından, Tirmizrnin Ebû Hureyre'den nakletti ği şu hadis gayet önemlidir: "Bir gün baz ı arkadaşlarla kader konusunda tartışıyorduk. Hz. Peygamber yan ımıza gelip bizi bu halde görünce, öfkesinden yüzü ate ş gibi kızararak bize: "Bununla m ı emrolundunuz, yoksa ben size bunu emretmek için mi gönderildim? Sizden öncekiler buna benzer tart ışmalar yüzünden helâk oldular. Böyle münakaş alar yapmaktan sizi katiyetle menederim." buyurdu". 47 Keza başka bir rivayette de Hz. Peygamber bu konu ile ilgili olarak, "Her ümmetin meciisu. vardır. Bu ümmetin mecusları da "kader" yoktur, diyenlerdir. Onların hastalarını ziyaret etmeyin; cenâzelerinde bulunmayın; çünkü bunlar Deccal ın dostlarıdır" 48 demektedir. Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste 'Hz. Peygamber ş öyle demiştir: " İçinizden hiçbiri yoktur ki, Allah onun mekân ım Cennet veya Cehennem olarak yazmam ış olsun. Aralarından biri, ya Resulallah! O 45 Bk. Edward E. Salisbury, Materials for the History of The Muhammadan Doctrine of Predestination and Free Will, JAOS, Vol. VIII. P. 115, New Haven 1866. 46 Bk. İbn Fâris Mu'cem Makâyisi'l-Luga, C. V, s. 62-63, Mısır 1366; İbn Manzûr, Lisâtıu'l-Arap, C. V, s. 75-78, Beyrut 1955, As ım Efendi, anılan eser, C. II, s. 618; Ali Hasaballah, anılan eser, s.55. ,
47 Sevkani, bu hadisle müslümanlar arasmda ihtilâfa yol açacak her türlü tart ışma ve münazaamn yasaklanmış olduğunu kaydetmektedir. Bk. a ş-Sevkimi,an ı/an eser, C. VIII. s. 120; Kezâ bk.: al-Herevi, Zemmu'l-Kelam va Ehlihi, C. I, Var. 14 A, ilüh. Fak. Kt. Yazma, No: 7614; İ bnu'l -Arabi, Şerh Sahihi't-Tirmizi, C. II, s. 9, Mısır 1350-1352; Ali Hasaballah, anılan
eser, s. 71. 48 Bk. Sunen'u E6î Dâvud, C. II, s. 175, Kesteliye bask ısı, tarihsiz.
16
halde çalışmak neye yarar? Diye sorunca, Hz. Peygamber cevaben: Çal ışın herkese alıştığı ş ey kolaylaştırılır, dedi ve sonra şu âyetleri okudu: 49 "Elinde bulunanı verenin, Allah'a karşı gelmekten sak ınanin, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız. Fakat, cimrilik eden, kendini Allah'tan müstağni sayan, en güzel sözü yalanlayan kimsenin de güçlü ğe uğramasını kolaylaştırırız" 5). Anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber itikadi konular ın münaka şasını şiddetle red etti ği halde, baz ı müslümanların bu gibi mevzularda düşünmesi, zihinlerinde baz ı istifhamların belirmesi önlenememi ştir. Fakat bu düşünce hiçbir zaman ö ğrenme veya aydınlanma arzusu hudutlarım aşmamıştır. Esasen müslümanlar da henüz bu konular üzerinde fazlaca durmayı lüzumlu görmüyor ve buna ihtiyaç da hissetmiyorlardı . Hz. Peygamberin aralarında olması, yukardaki hadisde de görüldüğü gibi, onlara her zaman gerekli aç ıklamalarda bulunmas ı, ayrıca âyetlerin nâzil oldu ğu ahvâl ve ş artlara iyice vakıf olmaları , merak ve endişelerinin giderilmesi bakımından kendilerine kâfi geliyordu. Gerçekte bu gibi konuların taşıdığı mânalara tam olarak vak ıf olmak, özellikle hadislerde geçen dini mânadaki takdir ile "fatalizm" arasındaki farkı tefrik etmek kolay de ğildi". Bundan dolayı Hz. Pey gamberin bu mevzulardaki ir ş âd ve emirlerine, bilhassa imân, islâm ve benzeri gibi dini esasları tâyin ve izah eden hadislerine tereddüt etmeksizin uymak, onlara inanmak, kendilerini son derece tatmin etmeğe kâfi geliyor, kalplerini emniyet, huzur ve ne şe ile dolduruyordu. Hz. Ömer, di ğer bir varyantta da Eb ıl Hureyre'den nakledilen bir hadis 52, -ki buna ayni zamanda "Cibril hadisi" de denmektedirHz. Paygamberin bu gibi konular ı müslümanlara nas ıl izah etti ğini göstermesi ve bilhassa "Kader'e inanmının imân esaslarının bölünmez bir parçası olduğunu belirtmesi bakımından büyük bir önem ta şımaktadır. Hz. Ömer ş öyle demektedir: "Bir gün, Hz. Peygamber'in yan ında oturduğumuz bir sırada, Peygamberin huzuruna, şimdiye kadar hiç görmediğimiz ve hiç birimizin tammad ığı, beyaz elbiseli, siyah saçl ı bir adam girdi. Peygamber'in yan ına yaklaş arak selâm verdikten sonra kar49 Bk. Salahu'l-Buhari, C. VII, s. 212; Sahib Muslim, C. VIII, s. 46-47; Sunen'u Ebi Davud, s. 177-178; Taberi, Câmi'u'l -Beyan, C. XXX, s. 124, Mısır 1374; 7 inci C. den sonra 1321 baskısı. 50 Leyl Süresi, âyet: 5-10. 51 Bk. Helmar Ringgren, Studies in Arabian Fatalizm, s. 117, Uppsala 1955. 52 Bk. Sahib Muslim, C. I, s. 28-31; İbn Hacer al-Askalâni, Fethu'l-Beiri li Şerh
-Buhtiri, C. I, s. 105-110, Mısır, Bulak baskısı 1300-1301; Sahihu'l-Buhari, C. I, s. 18; İbn Haldün, Şifâu's-Stia li Tehzibi'l-Mesail, Muhammed b. Tavit at -Tanel' önsözü, s. Nz, İstanbul 1957; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 58.
17
şısına geçip oturdu ve ona şöyle dedi: "Ya Muhammed! İslam nedir ?" Peygamber: " İslam, Allah'ın birliğine, Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, kudretin yetti ği takdirde Beytullah' ı haccetmektir" dedi. Adam doğru söyledin dedi ve sordu: " İman nedir ?" Peygamber cevap verdi: "İman, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarma, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kader'in iyi veya kötü, tatl ı veya ac ı Allah tarafından olduğuna inanmaktır". Doğru söyledin dedi ve sordu: " İhsan nedir ?" Peygamber, " İhsan, Allah'a O'nu görür gibi ibadet etmekdir. Sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." dedi.... Adam ayrıldıktan hemen sonra Hz. Peygamber, arkan ıza dönün ve ona bakın dedi. Bir de bakt ık ki, ne adam var, ne de ondan herhangi bir eser! Bunun üzerine Hz. Peygamber bize dönerek, "Bu Cihr il idi; size dininizi ö ğretmek için gelmişti" dedi"". Hz. Peygamber'in devrini takip eden Hülef â-i Ra ş i din devri, özellikle üçüncü halife O s m an b . Affan (01m. H. 35 /M. 655)' ın devrine kadar nispeten sakin geçmi ş , Peygamber devrinde oldu ğu gibi, akideyle ilgili hususlar münaka ş a konusu yapılmamıştır. Esasen bu devirde müslümanlar, bütün güçlerini daha çok İ slâmiyetin genişleyebilmesi ve kuvvetlenebilmesi için yap ılan savaşlara hasretmişler, dolayısiyle bu gibi meselelerin münaka ş asına fırsat dahi buImam ış lardır. Sonra Hz. Peygamber'in devrine hâkim olan zihniyeti oldu ğu gibi devam ettirmek isteyen muhafazakar müslümanlar ın bu konudaki 53 Bu hadisin bize ö ğretmiş olduğu diğer önemli bir husus da, insanlar ın imanca birbirlerine eşit olmadıkları keyfiyetidir. Gerçekte insanlar, gerek islamiyeti bir akide olarak kabulde ve gerekse onun getirmi ş olduğu hükümlerle amel etmekte çe şitlidirler. O halde, onlar ın da Allah katındaki dereceleri, imanlar ı ve amelleri nisbetinde çe şitli olmalıdır; kendilerine dereceleriyle mütenasip isimler verilmelidir. İşte bundan dolayı bu hadis, müslümanları genel olarak üç dereceye ay ırmaktadır: 1— "islam" derecesi: IsUimiyetin be ş şartını kabul eden her insan bu dereceyi ihraz etmi ş ve kendisinin "müslim" veya "müslüman" adıyla «alması hakkım kazanmıştır. Hz. Peygamber bazı hadislerinde, "Islam' ın biri şehadet, diğeri amel, yani bedeni hareketler olmak üzere iki unsurdan meydana geldiğini zikretmiştir. 2— "İman" derecesi: Bu derece, insan ın duygulanacak derecede sa ğlam ve kuvvetli bir inanca sahip olmasıdır. İman, yalmz kalple, ytıni ruhla ilgili olduğundan dış görünüşü yoktur. Bu itibarla, kimin gerçekten iman sahibi oldu ğunu anlamak mümkün de ğildir. Halbuki, "İslam" In bir Unsuru da amel oldu ğundan, bununla ilgili bedeni hareketleri yerine getiren her insan, sırf bu dış görünüşe göre, "müslüman" sayılır. O halde böyle bir inanan " İslam" derecesinden üstün olması, sahiplerine de "mü'min" adının verilmesi adalet-i ilâhiye iktizas ındandır. 3— ncü ve en üstün derece ise, "İhsan" derecesidir ki bu derece sahibi, yâni "muhsin"in imanmı tam olarak yaşamasıdır. Rabbini görür gibi O'na ibadet etmesidir. Gazzali bunlara "ayn al-yakin" ve "hakk al-yâltin" adını vermektedir. Bk. al-Gazzült, Faysalu't-Tafrika beyne
Ehli'l -İslam va'z -Zandaka, s. 82, Mısır 1325/1907;
al-A şara, s. 96, Mısır 1343; İbn
Haldim, anılan eser. s. Nz; Dr. Hüseyin Atay, anılan eser, s. 3-4,
18
rolü de büyük olmuştur. Onlara göre, Kur'an- ı Kerim veya hadislerde varid olan "çe şitli anlamlı" veya "Kader"le ilgili âyet ve hadislerin yorumunu yapmak, bunlar üzerinde tart ışmak veya fikir yürütmek, müslümanları hataya düşürebilir ve selefin yolundan ay ırabilirdi. O halde takip edilmesi gereken en do ğru yol, yalnız rivayetlere ba ğlı kalarak, nassların taşımış olduğu zahiri mânalarm dışına çıkmamaktı . Onlar bu konuda ş öyle diyorlardı : "Biz Allah' ın varlığına ve birliğine inanıyoruz. Lâfızların daha ileri mânasına gitmek bizi hataya dü şürebilir. Esasen bundan fazlas ım bilmek de bize farz de ğildir. Bizim mükellef olduğumuz ş ey, sadece habere oldu ğu gibi inanmaktır. Eğer bu haberleri tevil veya tefsir yoluna gidecek olursak, bu mânalar ve sözler, bizim kavlimiz olmaktan ileri gidemiyecektir. Oysa bunlar "Allah' ın Kavli"dir. Bizim kavlimiz ise, daima hataya mâruzdur. O halde bu gibi hareketlerden şiddetle kaçınmamız lâzımdır"54. Selefin bu tutumunu teyid eden birçok haberler vard ır. Biz burada sadece, ehemmiyetine binaen birkaç ına temas etmekle yetinece ğiz: Bir gün M âlik b. En e s (Ölm. H. 179 /M. 795)' e bir adam gelerek, "Rahman Ar şa istivâ etti" 55 âyetindeki "istivâ" n ın keyfiyetini sorunca, derhal Mâlik'in ba şı yere dü ştü; alnında ter taneleri birikmi ş olduğu halde bir müddet sonra ba şını kaldırarak: " İstivâ meçhul de ğildir; keyfiyetini anlamak mümkün de ğildir; ona inanmak vaciptir; onun hakkında soru sormak bidattır; dedi ve adamın, bulunduğu meclisten derhal atılmasını emretti" 56 . Keza, ayni âyet hakkında Mâlik b. Enes'in hocası, Rabiatu'r-Ra'y (Qlm. H. 136 /M. 753)'e ne dü şündüğü sorulunca, Mâlik'in cevab ına benzer bir cavap vermi ş ve ş öyle demiş tir: " İstivâ'nın keyfiyeti meçhuldur. İstivâ gayri mâkuldür. Bana ve . sana dü şen ona mutlak imand ır" 57 . Halife Ömer b. al-H at t âb (Ölm. H. 24 /M. 644)' ın "Kader" konusundaki tutumu, bu devire hâkim olan dü şünceyi belirtmesi ve teyid etmesi bakımından önemlidir: Hicretin 17 nci y ılında Ş am seferine çıkan Halife Ömer, orada bir veba salg ıniyle karşılaşınca derhal kendisiyle birlikte askerlerinin de geri çekilmesini emretmi şti. Bunun üzerine E b û Ub eyd e b. al- Cerrah kendisine, "Allah' ın kaderinden mi firar ediyorsun?" Dedi ği zaman ona verdi ği cevap gayet ilgi çekici olmuş tur: "Evet Allah' ın kaderinden yine Allah' ın kaderine kaç ıyorum" 58 . 54 Bk. İbnu'l -Arabi, anılan eser, s. 5. 55 Tâhâ Saresi, ilyet: 5. 56 Bk. al-Beyhaki, Kitâb al-Esma va's-S ıfât, s. 408, Mısır 1358. 57 M: al-Beyhaki, ayni eser, s. 408-409. 58 Bk. Taberi, Tarihu'l -Umem va'l-Mulak, C. II, s. 158-159, Kahire 1357/1939; ibn al-Esir, al-Kâmil fi't-Tarih, C. II, s. 392, Mısır 1349.
19
İşte selefin, ba şka bir deyimle hadis dili veya nakilcilerin itikadi konulardaki tutumu bu merkezde idi. Onlar daha sonralar ı bu dü şüncelerinde o kadar ileri gittiler ki, kendilerinden ba şka türlü düşünen, nassları yorumlayan, akli deliller kullanan bütün bilginlere kar şı cephe alarak, onları zındıklıkla, bidatçılıkla itham etmekten bile çekinmemişlerdir. 59 Selef dedi ğimiz bu cereyan sahipleri, kendi görü şlerini genel olarak şu noktalarda topluyorlard ı :
1—Takclis: Allah'ı, cismiyet vesaire gibi ş anına lâyık olmayan her türlü noksan s ıfatlardan tenzih etmek.
2— Tasclik: Kur'an-ı Kerim ve hadislerde varid oldu ğu gibi, Allahın bütün kemal s ıfatlarını münaka ş a etmeden veya bu konuda herhangi bir yorumda bulunmadan olduğu gibi kabul etmek ve bunlara iman etmek. 3—Aczi itiraf: Kur'an-ı Kerim veya hadislerde geçen müte ş âbih ve benzeri gibi nasslar ın karşısında aczi itiraf etmek ve bunlar ın manaların' araştırmanın kendi görev ve yetkilerinin s ımrını aştığına inanmak. 4—Sültett: Bu gibi nasslar hakk ında soru sormamak, münaka ş a yapmamak ve tam bir sülditu ihtiyar etmektir. Çünkü bu konularla ilgili herhangi bir soru, herhangi bir tart ışma akidenin zayıflamasına, tehlikeye girmesine sebep olabilir. Hattâ baz ı hallerde sahibini bilmiyerek küfr'e kadar da götürebilir.
5—intsdk: Bu gibi nasslar üzerinde akli istidlâl veya teviller yapmamak, yorumlarda bulunmamak.
6—Kef: Kalbi bozacak her türlü dü şünce ve ara ştırmadan kaçınmak.
7— Teslim : Marifet ehline kendini teslim etmek, bu konuda onların ş erh ve izahlar ına tereddüt etmeksizin uymak." Gazz ali (Ölm. H. 505 /M. 1111) gibi hür dü şünceli bazı büyük İslâm bilginlerinin dahi, zaman zaman kendilerini kap ılmaktan kurtaramadıkları selefin bu muhafazakâr cereyam 61 henüz gelişmekte ,
59 Bu cereyam açık bir ş ekilde belirten ve en büyük Kelâm bilginlerini dahi itham eden rivâyetlerle dolu birçok eseler telif edilmi ştir Bunlara misül için bk. abllerevi, Zemmu'l
-Kelâm va Ehlihi, ilühiyat Fak. Kt. Yazma No: 7614. Kezâ bu konu için bk. İbnu'l-Kayyim alCavziyye, İgâsetu'l-Lehfân, C. II, s. 139, Kahire 1939. 60 Bk. Gazzüli, liciiınu'/-Aviim an s. 4-5, İ stanbul 1287; Dr, Lütfi Do ğan, Ehli Sünnet Kelâm ında Eş'ar ı Mektebi, s. 10-11, Ankara 1961. 61 Bk. Gazzüli, ayni eser, s. 4.
20
ve yeni yeni filizlenmekte olan islâmiyetin gerektirdi ği ş artlar icab ı, başlangıçta belki do ğru olabilirdi. Esasen daha önce de söyledi ğimiz gibi, gerek Hz. Peygamber ve gerekse onu takip eden Hülefa-i Ra şidin devirlerinde itikadi konularda ısrarla takip edilen tutumlu yolun ana hedefi de bundan ba şka bir ş ey de ğildi. Fakat zamanla cihan şümûl bir din halini alan, birçok yabanc ı din ve kültürleri içine alan Islam topluluğu, özellikle akla ve dü şünceye büyük bir önem ve de ğer veren Islam dini bu nazariyelerin mahkilmu olamazd ı . Nitekim, bu muhafazakâr cereyana kar şı duran, onun bu tutumuna şiddetle hücum eden, nasslann akl ın ışığı altında ilmi bir ş ekilde yorumlanmasını ve açıklanmasını öngören akılcı bir cereyan meydana çıktı . Bunların sistemli ve devamlı hücumlarına maruz kalan Ehli Sünnet, başka bir deyimle Nakilciler, zamanla eski klasik tutumlar ını değiştirmek ve geli şen, her an de ğişme istidadı gösteren yeni islam toplumunun zorunlu k ıldığı ş artlara uymak mecburiyetinde kald ılar. İşte bunun bir sonucu olarak da Sünni Kerim Sistemi do ğmuş oldu. Yukarıda örne ğini verdiğimiz Herevi 62 gibi, bazı muhafazakâr Islam bilginlerinin, başlangıçta Kelâm ilmini ve onunla i ştigal edenleri şiddetle yermelerine, hatta onları bidatçılıkla, zındıklıkla itham etmelerine ra ğmen, bu gün elimizde mevcut Kelâmla ilgili eserlerin, hemen hemen hepsinin daha giriş kısmında bu filmin en şerefli, en üstün bir bilim oldu ğunun ısrarla kaydedildi ğini görürüz. Tabii olarak bu, geli şmenin ve d eğişen ş artların bir icabıdır. Başlangıçta şiddetle kaçınmalarına ra ğmen, bugün akla uygun ve nassların gerçek anlamlarına halel getirmeyecek şekilde tevil yapmıyan Ehli Sünnet âlimi hemen hemen yok gibidir. Şüphesiz, Nakilcilerin karşıt kutbunu te şkil eden ve bu gelişmede en büyük rolü oynayan akılcıların başında, Kelâm ilminin ilk esaslar ını koyan, onu gerçekten sistematik bir bilim haline getiren Mut e zile fırkası bulunuyordu." Konumuzu te şkil eden bu fırkanın bu babtaki büyük hizmetlerinden ileride tafsilatiyle bahsedilecektir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz ki, Mutezile fırkasının doğuşunu hazırlayan faktörlerin ba şında gerek itikadi, gerekse siyasi, Islam camias ında zaman zaman zuhur eden birtak ım ihtilaflar yer almaktad ır. Buraya kadar, bu ihtilafların bir yüzünü te şkil eden itikadi konuların, Cahiliyye çağından • Üçüncü Halife Osman' ın devrine kadarki durumundan özet olarak bahsetmi ş bulunuyoruz. Bundan sonraki duruma, özellikle Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle meydana ç ıkan duruma, Mutezilenin do62 Bk. Zemmu'l -Katd ın ve Ehlihi, Yazma. 63 Bk. Muhammed Ebd Zahra,
-Meziihib al- isliimiyye, C. I, s. 14, Mısır, tarihsiz; Taftazdal,
s. 19, Mısır, tarihsiz; Akaid, s. 16, İstanbul 1308.
21
ğuşuna tesir eden faktörlerden bahsederken temas edilecektir. Ancak bu konuyu kapatmadan önce, daha Hz. Peygamberin hastal ığı sıras ında zuhur eden ve ba şlangıçta basit gibi görünmesine ra ğmen, daha sonraları müslümanlar aras ında çıkan büyük ihtilafların, dolayısiyle vücut bulan çe şitli fı rka ve mezheplerin gerçek bir nüvesini te şkil ettiğine inandığunız birtakım ayrılmalara kısaca temas etmenin, konuyu tamamlamas ı bakımından, faydal ı olaca ğı kanısındayız.
"İlk İlıtilciflar" adını verebilece ğimiz bu ayrılmalar, özet olarak şu noktalarda toplan ıyordu: 1— İ bn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre: Hz. Peygamberin vefatlarına sebep olan hastal ıkları şiddetlendiği zaman, yanında bulunan ashabına: "Bana bir kalem ve ka ğıt getirin, size son vasiyetimi yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa ve sap ıklığa düşmeyesiniz" dedi". Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar aras ında birtakım ihtilaflar baş gösterdi. Onlardan baz ıları , Peygamber'in bu sözlerinin ancak geçirmekte olduğu hastalığın şiddetinden has ıl olan ate şin veya geçirmi ş olduğu bir krizin tesiriyle söylenmi ş olabilece ğini, esasen kendilerine Kur'an ve Sünnetin rehberlik edece ğini, binaenaleyh böyle bir ş eye lüzum olmadığını 65 söylerken, diğer bir kısmı da onun bu son emrinin yerine getirilmesinde ve vasiyetinin yaz ıyla tesbit edilmesinde israr ediyordu. Peygamber'in huzurunda ç ıkan bu münaka ş anın büyüme ğe istidat gösterdiği ve gürültülerin ço ğaldığı bir anda, baz ı sahabiler, acaba Peygamber bunları gerçekten hastal ığının tesiriyle mi söyledi? Kendisine bir daha soralım, diyorlar. Ayni haberde, yap ılan bu istifsarın sonucunda Peygamberin kendilerine: "Beni kendi halime b ırakın; benim şimdi bulunduğum yer, sizin beni ça ğırdığınız yerden daha iyidir"; ba şka bir rivayette de: "Yan ımdan uzakla şın, benim yanımda münazaa etmek uygun de ğildir" 66 dediği ve daha sonra da kendilerine üç vasiyette bulunduğu, bunlardan birisinin, Arap Yar ımadasında hiçbir gayri müslimin ikametine müsaade edilmemesi; di ğerinin, çe şitli kabileler tarafından gönderilen elçilerin kendi zaman ında oldu ğu gibi hürmetle, nezaketle karşılanmaları ve kendilerine lay ık bir şekilde a ğırlanmaları ; üçüncü64 Bk. Taberi, Tarihn'l--Umem, C. II, s. 436; Sallihu'l-Buhâri, C. VII, s. 9; Muslim, al-Câmiu's-Salıih, C. III, s. 125, Kahire 1375 /1955; Mevlana Şibli, İslam Tarihi (Asr-t Saâdet), Çev. Ömer Rıza (Do ğrul), C. II, s. 758-759, İ stanbul 1346 /1928; Herevi, ayni eser, C. I, V. 30 B. 65 Bu düşüncede olanların başında, o anda orada bulunan Hz. Ömer bulunuyordu. O, Peygamber'in, belki de iyi dü şünmeden veya şuuruna sahip olmadan verece ği kararlar, dini meseleleri tehlikeye sokar, kanaat ında idi. Bk. C. Brockelmann, anılan eser, s. 36; Şibli, anılan
eser, C. II, s. 759. 66 Bk. Sahiltu'l-B ıthâri, C. I, s. 3'1; C. VII, s. 9; C. VIII, s. 161.
22
sünün ise, râvisi tarafından unutuldu ğu veya kasden söylenmedi ği zikredilmektedir 67 .
Bu rivayetler, daha sonralar ı Ehli Sünnet ile Şiiler aras ında büyük bir ihtilaf konusu olmu ştur. Şiilere göre, Peygamber kalem ve ka ğıt istemekle, vasiyetini yazd ırmak istemi ş ve Hz. Ali'nin kendisine halef tayin etmiş olduğunu anlatmak istemi ştir. Ehli Sünnet ise, bu konuda Peygamber'in o sıradaki halet-i ruhiyesinin tesiri altmda bu sözleri söylediğini, Kur'an- ı Kerim'in tamamlanmasiyle yeniden kaydedilecek bir ş ey kalmadığını, esasen " bu gün size dininizi tamamlad ım" 68 kerimesinin bunu teyid etti ğini, bu itibarla Hz. Ömer'in Peygam- ayet-i ber'in fazla rahats ız edilmesini istemedi ğini söylemek suretiyle Şii'. lerin tezini çürütmeye çal ışmışlardır. Hz. A. i ş e'den gelen ve Peygamber'in son saatlerinde herhangi bir talimat veya bir halef tayin etmedi ğine dair di ğer bir haber de Ehli Sünnetin bu görü şünü teyid eder mahiyettedir 69. Başka bir varyantta da Hz. Peygamber'in ancak Kur'an- ı Kerim'i vasiyet etti ği zikredilmektedir". 2— Hz. Peygamber'in, henüz çok genç ve tecrübesiz olan Üs am e b. Zeyd (01m. H. 54 / M. 673)'i Suriye seferine ç ıkacak İslam ordusunun kumandanlığına tâyin etmesi, müslümanlar aras ında hoşnutsuzluk yaratmıştı . Onun dirayet ve kudreti hakk ında şüphe ediliyordu. Özellikle, ordu daha sefer haz ırlığı ile me ş gul iken Peygamber'in ani hastalığı müslümanların endiş esini bir kat daha artt ırmıştı . Bu durumu haber alan ve ordunun da sefere ç ıkmakta gecikti ğini gören Peygamber, şiddetli rahatsızlığına rağmen mimbere çıkarak müslümanlara: "Üsame'nin ordusu derhal sefere ç ıkacakt ır; siz bu gün Vsame hakk ında söylediklerinizi, daha önce onun babas ı Zeyd 71 hakkında da söylemiştiniz; e ğer babası tâyin edildi ği vazifeye lay ık idiyse, Ü-same de onun kadar bu göreve layıktır" dedi. Bundan sonra evine dönen Peygamber'in hastalığı daha da vahimle şmişti. Ashab ne yapaca ğını bilmiyordu. Bir kısmı Peygamber'in emrine uymay ı tavsiye ederken, bir kısmı da Muhammed'in hastah ğı arttı ; onu nasıl bu halde bırakıp gideriz; bir müddet daha neticeyi bekliyelim, diyorlard ı . Fakat Hz. 67 Bk. Taberi, anılan eser, C. II, s. 436 vd.; Şibli anılan eser, C. II, s. 759-760. 68 Maide Siıresi, ayet: 4. 69 Bk. -Buheıri, C. III, s. 186; L. Caetani, islılm Tarihi, Çev. Hüseyin Cahit (Yalçın), C. VIII, s. 37-38, İstanbul 1924-1927. 70 Bk. Caetani, ayni eser, C. VIII, s. 38; Buhâri, C. III, s. 186. 71 Zeyd b. al-115rise, H. 11 /M. 632 yılı martında Muta'da şehid düşmüştür. Bk. C. Brockelmann, anılan eser, s. 35-36. ,
23
E bil Bekir'in Peygamber'in emrine uyulmas ının zaruri oldu ğu fikri üzerinde israr etmesi, onun emrine uyman ın her zaman hay ırlı ve bereketli sonuçlar verdi ğini açıklaması üzerine Üsâme ordusu hareket etti 72 .
3— Hz. Peygamber (01m. H. 11 /M. 632) vefat edince müslümanların bir kısmı korku ve ümitsizli ğe kapıldılar. Hattâ baz ıları onun öldüğüne ve ölebilece ğine inanmak istemiyorlardı . Hz. Ömer gibi dini bütün bir Islam büyü ğü bile, kendisini bu cereyana kapt ırmış ve büyük bir telaş ve heyecan içinde ş öyle diyordu: "Kim Hz. Muhammed öldü derse, onu şu kılıcımla öldürürüm. O ancak Meryem'in o ğlu İsa'nın göğe kaldırılışı gibi semaya yükselmiştir". Bunun üzerine Hz. Ebi1 Bekir derhal işe müdahele ediyor ve mimbere ç ıkarak mescidde toplanan müslümanlara, Peygamberin de di ğer insanlar gibi ölece ğini bildiren şu ayeti okuyor: "Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" 73 ve ş öyle diyor: "Kim Muhammed'e tap ıyorsa, bilsin ki o art ık ölmüş tür. Kim Muhammed'in Allah'ına ibadet ediyorsa, bilsinki O diridir, hiç ölmiyecektir" 74 ve hemen arkas ından da "Muhammed ancak bir
Peygamber'dir. Ondan önce de Peygamber'ler geçmişti. Olür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfattn ı verecektir" 75 âyetini okuyor. Hz. Ebû Bekir'in sars ılmaz bu inancı ve kudreti sayesinde müslümanlar mutlak bir ş aşkınlık ve sap ıklıktan kurtulmu ş oluyorlar. Hattâ Hz. Ömer, "Ebû Bekir bu ayeti okuyuncaya kadar, sanki daha önce onu hiç duymaıruş gibiydim" demekten kendisini alam ıyor76. 4— Hz. P eyg amb er'in defnedilece ği yer konusunda da ihtilaf edildi. Ashabdan baz ıları, bilhassa muhacirlerin ileri gelenleri onun do ğduğu, büyüdü ğü, kendisine ilk defa risaletinin tebli ğ edildiği, İ smail (A. S.) gibi ecdadmın son ikametgahı , özellikle müslümanların gece ve gündüz teveccüh etmi ş oldukları Beytullah'ın bulunduğu yer olması sebebiyle Mekke'ye gömülmesini isterken, Ansâr'da hicret ve nusret yeri olması hasebiyle Medine'ye defnedilmesinde israr ediyordu. Ba şka bir gurup ise, ceddi Hz. İ brahim'in ve di ğer Peygamber'lerin defne72 Bk. İbn Hişam, as-Siretu'n-Nebeviyye, C. IV, s. 299-300, Mısır 1355 /1936; Sahihu'lBuliri, C. IV, s. 213; Sahih Muslim, C. VII, s. 130-131; Sibli, anılan eser, C. II, s. 762. 73 Zümer Suresi, ayet,: 30. 74 Bk. Sahihu'l —Bulairi, C. IV, s. 194. 75 İmran Suresi, âyet: 144. 76 Bk. al-Bağdâdi, al-Fark Beyne'l -Firak, s. 14-15, Kahire 1367 /1948; İbn Sa'd, atTabakeitu'l-Kübrâ, C, IV, s. 82-88, Kahire 1358; Ebn'l —Muzaffer al-isferâyini, at-Tahsil- fi'dDin, s. 12, Kahire 1359/1940; at-Taberi, anılan eser, C. II, s. 442 vdd; İbn. FIisâm, anılan eser, C. IV, s. 305-306; Muhammed al-lludari Bey, Muhadarât —Umem, C. I, s. 157.
24
dildiği yer olması gerekçesiyle Kudüs'e gömülmesini istiyordu. Münakaş aların büyüdüğü bir sırada Hz. Ebil Bekir'in müdahele edip Peygamber'in, "Peygamberler ancak öldükleri yerde defnedilirler" 77 hadisini okuması ile müslümanlar sükünet buluyor ve ittifakla Hz. Muhammed'in öldüğü yer olan Hz. Ai şe'nin odasına gömülmesine karar veriliyor". 5— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra müslümanların karşılaştıkları en önemli ihtilaf konularından biri de imâmet meselesi olmu ştur. Ansâr "Sakife Beni Saide" mevkiinde toplanarak, imam ın kendilerinden olması gerekçesiyle S a' d b. Ubâ de'ye biat etmek isterken, Kurey ş liler de halifenin ancak kendilerinden olabilece ğini söylüyorlardı . Üçüncü bir gurup ise, bu mühim makam ın Peygamber'in mensup bulundu ğu Beni Hâşim'den başkasına tevdi edilemiyece ği fikrini ileri sürerek, hilafet makamına Ali b. EM T âlib'in getirilmesini istiyordu 79 . Bu konuda yap ılan münakaş alar o kadar şiddetli oluyordu ki, hattâ bir ara kıhç çekenler bile oldu. Bu durumu haber alan Ebû Bekir ile Ömer'in toplantı mahalline yetişmeleriyle, patlak verecek olan büyük bir hadirenin önüne geçilmi ş oluyordu. Zira Ebil Bekir her zaman oldu ğu gibi, büyük dirayet ve kudreti ile burada da duruma hâkim olmu ş ve toplantıda bulunanlara Peygamber'in, " İmamlar Kurey şliler aras ından olur" 80 ındaki hadisini okumuş ve onlardan bu hadise uyularak Kurey ş - anlm lilerden birini imam olarak seçmelerini istemi ştir. Bunun üzerine mesele daha çok büyümeden kapanmış ve Ebü Bekir'e biat edilmi ştir". Bu mesele ba şlangıçta hernekadar halledilmi ş gibi göründüyse de, gerçe ğin böyle olmadığını bize daha sonraki devirler aç ık bir şekilde göstermi ştir. Zira İslâm tarihi boyunca müslümanlar ı en çok me ş gul eden, özellikle zaman zaman devletin ba şına büyük gaileler açan, onu tehlikeli durumlara sokan ba şlıca mesele, imamet konusu olagelmi ştir 82. Hattâ, bu meseleyi devletin otoritesine kar şı gelmek, onun me şruiyetini tanımamak için bir vesile olarak kullanmak isteyenlerin yan ı sıra, bunu, aslında tali bir mesele olmas ına ra ğmen, itikadi bir konu 77 Bu hadisin çeşitli varyantları için bk. Ibn Sa'd, anılan eser, C. IV, s. 108 vdd. 78 Bk. al-Eş 'arl, Makahitu'l-isliimiyyin, C. I, s. 36, Kahire 1369/1950, al-Isferayint,
andan eser, s. 12; al-Ba ğdâdI, andan eser, s. 15, Sibli, andan eser, C. II, s. 769. 79 Bk. M. Ebü Zahra, al-tsliimiyye, C. I, s. 26-27. 80 Bk. Muslim, al-Cılıniu's-Sahih, C. VI, s. 2-4; Saldhu'l -Bulıetri, C. VIII, e. 104-105. 81 Bk. As-şehristâni, al-Milel Va'n- Nihal, C. I, s. 24, Kahire 1381 /1961; al-E ş'ari, andan eser, C. I, s. 39-41; L. Caetani, andan eser, C. VIII, s. 61-64; Ibn Hi şâtn, anılan eser, C. IV, s. 306-312. 82 Bk. anılan eser, s. 15; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 38; as- şehristâni, al-Milel, C. I, s. 24.
25
haline getirmek suretiyle s ırf kendi ki şisel menfaatlerine alet etmek isteyen bazı insanların mevcudiyeti her devirde görülmü ştür. 6— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra bazı kimseler zekât vermekten imtinâ ettiler.Bunun üzerine, bunlar hakk ında takip edilmesi gereken yol hususunda Sahabrler ihtilafa dü ştüler. Bir kısmı bunlarla harbetmenin do ğru olmayaca ğını söylerken, diğer bir kısmı onlarla sava şmanın zaruri oldu ğu fikri üzerinde ısrar ettiler. Birinci görü şü savunan Hz. Ömer, ikinci tezin sahibi Hz. Ebû Bekir'e: "Peygamber "Allah'tan ba şka Tanrı yoktur, deyinceye kadar insanlarla savaşmak için emrolundum; bunu söyledikleri an, benim için mallar ı ve canları dokunulmaz olur" dedi ği halde sen nasıl olur da bunlarla savaşırsın ?" dediği zaman, EVI Bekir ona cevaben: "Evet, ama Hz. Peygamber hemen bu hadisin arkas ından "ancak hakkiyle söyleyenler" demedi mi? Bunu hakkiyle söylemenin bir ş artı da şüphesiz nainaz kılmak ve zekât vermektir 83; onlar bu vecibeleri hakkiyle yerine getirmedikçe, bu dokunulmazlığa kavu şmuş olamazlar. Bu -itibarla namaz ile zekât ı birbirinden ayırmak isteyen bu gibi insanlara kar şı sonuna kadar mücadele etmek, benim ba şlıca ödevlerimden biridir" dedi. Neticede, Ebû Bekir'in bu rivâyeti ve görü şü, gerek Ömer ve gerekse ba şlangıçta onun_ düşüncesinde bulunan müslümanlar taraf ından do ğru bulunarak, zekât vermek istemiyenlerle mücadele edilmesi kararla ştırıldı". Bunlardan başka bu devirde, Fedek 85 ve Kur'an'ın toplanmas ı " gibi daha bazı mevzularda da ihtilaf edildi. Keza, daha Hz. Peygamberin ölümünden önce ve sonra vukua gelen baz ı irtidad olayları, özellikle 83 Bu hadisin birçok varyantlar ı vardır. Bk. Salaliu'l-Buhriri, C. II, s. 109-110; Muslim, al-Cılmiu's- Sahih, C. I. s. 38-39 ve ba şlıca hadis kitaplar ı. 84 Bk. aş- Şehristâni, andan eser, C. I, s. 25; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 36-37. 85 Fedek, Medine'nin kuzeyine dü şen küçük bir Yahudi köyü idi. Hayber vak'asmda yahudiler mağlup olunca, kendi akibetleri hakkında endişe ve korkuya kap ılan köy halkı, burayı mukavemet etmeksizin, kendi r ızalariyle Hz. Peygamber'e teslim etmi şlerdi. Böylece burası peygamber'in şahsi mülkiyetin intikal etmi ş oluyordu. O, hayat ı boyunca buranın gelirini kendi ailesine ve "Beni Hâ şim " den muhtaç olanlara sarfetmi şti. Fakat kendisi vefat edince, bu mesele Müslümanlar arasında ihtilaf konusu oldu. Neticede "Peygamberler miras b ırakma zlar" anlamındaki hadise uyularak, bu yerin miras olarak Hz. Fatma'ya verilmesi red edildi. Bk. aş-Şehrist ıi, ayni eser, C. I, s. 25. 86 Kur'an'ın toplanması meselesi, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer aras ında tartışma konusu olmuştur. Ömer, hafizlarm harplerde ölü!) say ılarının azalması dolayısiyle' kurulacak ehil bir komisyona Kur'an'ın toplanma i şinin havale edilmesini isterken, Ebü Bekir, Hz. Peygambain hayatta iken böyle bir şey yapmadığı gerekçesiyle bu teklifi red etmek istedi. Fakat, sonunda diğer müslümanların da ısrarı ile Ebü Bekir ikna edildi ve Kur'an ' ın toplanmasına karar verildi. I şte bugün elimizde bulunan metin, Hz. Osman' ın hilâfeti sırasında toplanması tamamlanan Kur'andır. Bk. C. Brockelmaıııı, andan eser, s. 66; Sahihu'l —Buldiri C. VI, s. 98-100.
26
Tuleyha b. Huveylid, Müseyleme al-Kezzâb ve Secah hint al-Haris gibi Peygamberlik iddias ında bulunan 87 birtakım insanların meydana çıkması, müslümanları bir hayli u ğraştırdı . Fakat bütün bunlar, o zamanki müslümanların azim ve gayretleriyle, daha çok geni şlemeye fırsat bulamadan önlendi. Esasen bu ihtilaflar, daha önce de söyledi ğimiz gibi, daha çok fikhi ve fer-i meseleler etraf ında toplanıyordu. Din'in esası ve akidenin bütünlü ğü hakkında - bazı irtidad olayları ha4çciddi bir ihtilaf yoktu". Bununla beraber bu kıpırdanışlar, her ne kadar basit de görünse, müslüman topluluğunun gelece ği hakkında bize ışık tutan birer belge mahiyetinde olmuştur. Büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber, daha hayatta iken .bu istikbali görmü ş ve çe şitli varyantlarla nakledilen "Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; bunlar ın bir tanesi hariç, hepsi Cehennem'e gidecektir. Kurtulacak olan benim ve ashab ımın yolunda olan fırkadır" 89 , hadisini irad buyurmuş olacaktır. Bu hadis'in sa ğlamhk derecesini incelemek veya çe şitli varyantlarım araştırmak konumuz dışındadır. Şu kadar var ki, gerek sahib, gerekse muallel olsun, daha sonralar ı İ slam camias ında bu hadisin mana ve ruhuna uyan bir durumun has!' oldu ğu gözümüzün önünde bir gerçek olarak durmaktad ır. İşte bundan sonra plana göre inceleyece ğimiz konu, bu durumun ortaya çıkardığı bariz örneklerden birini te şkil etmektedir.
87 Sahte Peygamberler konusu için bak ıma: C. Broekelmann, ayni eser, s. 47-48; al-Bağdadi, anılan eser, s. 15-16; Dr. Bahriye Üçok, Islam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler, Ankara 1957. 88 Bk. Yusuf Ziya (Yörükan), şehristâni, Darulfümln.
Fak. Mec. Sene 2, Say ı :
5-6, s. 208, Istanbul 1927. 89 Bu hadis'in çe şitli varyantları için bakınız: al-Bagdödi, anılan eser, s. 9 vdd. Keza bk. Ibnul Esir al-Cezeri, Camiu'/-Usöd, C. X, s. 407, Kahire 1368/1949-1374 /1955; as- Şirvâni,
Riseiletun fiBeyâni'l-Firakal-Muhtelife, V. 2 A, Süleymaniye Ktb. Lâleli Böl.Yazma, No: 2237; Ebû Muhammed Osmân b. Abdillah b al-Hasan al-Iröki al-Hanefi, Tarilıu'l-Firak al-Islâmiyye, V. 3 A -4 A, Süleymaniye Ktb. Yazma, No: 791.
27 -
BIRINCI BÖLÜM MUTEZILE'NIN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER Bunları genel olarak üç noktada toplamak mümkündür: 1— Müslümanlar arasındaki dini ve siyasi ihtildflar: Hz. Peygamber ve onu takip eden iki halife devrinde müslümanlar arasında hüküm sürmekte olan sükünet, birlik ve beraberlik Üçüncü Halife Osman b. Aff ân' ın müdafaas ız ve muhakemesiz bir şekilde öldürülmesiyle sona erdi. Onun hilâfet devresi, H. 23-29 /M. 643-649 ve 30-35 / 650-655 yılları arasında olmak üzere iki kısma ayrılır ki, birbirine e şit olan bu iki devreden birincisini te şkil eden ilk alt ı yıllık süre "iyi idare sistemi", di ğeri ise" gayri meşrfıluk ve karışıklık" la vasıflandırdnuştır". Biz burada, Hz. Osman' ın hilâfetinin ikinci yarısında fiilen ba ş gösteren z ıt cereyanlar ın ve nihayet onun katliyle sonuçlanan hareketlerin nedenlerini inceleyecek de ğiliz. Esasen buna vaktimiz de müsait değildir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz ki, Abdullah b. S eb e 91 gibi bir islam dü şmamnın, Islam kisvesi altında kıyam edip bizzat 90 Bk. H. A. R. Gibb ve J. H. Kramers, Uthman maddesi, Shorter Encyclopedia of İ slam, s. 616 vd., Leiden ve London 1961; G. Levi Della Vida, Osman b. Affan maddesi, Islam Ansiklopedisi, Cüz. 95, s. 430, İ stanbul 1962. 91 Abdullah b. Sebe, annesine nisbetle Ibnu's-Savdâ lâkabiyle de amlinaktad ır. Kendisi aslen yahudi olup, Sana'da do ğduğu rivayet edilir. Hz. Osman' ın devrinde müslüman olmu ştur. Daha *sonra Mısır'a giderek, orada Osman idaresinden mü şteki olan kimselere iltihak etmi ştir. Mısır'dan Medine'ye gelen ve Osman' ın katline sebeb olan 5000 ki şilik heyetin ba şında bulunmuş ve kafi hâdisesinde büyük bir rol oynanu ştır Kendisi, Silliğin aşırı bir kolu olan Sebeiyye firkasının kurucusu, ba şka bir deyimle "gulât" ın mümessili sayıhr. İbn Kuteybe, Onun Rafızrlerden olup, ilk defa dinden çıkan kimse olduğunu söyler. Keza, Ebb'l Muzaffer al-Isferayini, Sebeiyye'nin Rafizilerin gulatından olduğu fikrindedir. Onun Islâm âleminde ihdas etmiş olduğu fitne ve fesadı kısaca üç gurupta toplamak mümkündür: 1— Peygamber'in Ali'yi kendisine vasi ve halef olarak tâyin etmi ş olduğunu ilk defa söyleyen odur. Ona göre, Peygamber'den sonra Ali'nin imameti nass ile sabittir.
28
yönettiği menfi hareketlerin ve devlete kar şı ayaklanmaların başladığı bu devreye gayri me şrûluk vasfını vermek kanâatimizce do ğru bir hareket de ğildir. Bu olsa olsa belirli bir gayeyi istihdaf eden yersiz ve haksız bir isnattan ba şka bir şey. de ğildir. İstinad edilen sebepler ne olursa olsun, Hz. Osman' ın böylesine feci bir ş ekilde öldürülmesi, müslümanlar aras ında büyük bir anar şi yarattı. Daha önce İslam camiasında teessüs eden birlik ve beraberlik bu hadiseyle inkiraza uğradı . Müslümanlar aras ında doğan ciddi ihtilaflar ve ayrılmalar, ço ğu zaman taraflar aras ında silahlı çatışmaya kadar vardı. H. 36 /M. 656 yılında vukua gelen Cemel vak'as ında Hz. Peygamber'in damadı Ali b. Ebi Tâlib (Ölm. H. 41 /M. 661) ile e şi Hz. Âi ş e ve taraftarları amansız bir harbe tutu ştu. Neticede Hz. Ali zaferi elde etti. Fakat her iki taraf ta büyük bir zayiat verdi. Hz. :Lki şe'nin taraftarlarından T al h a ve Z üb e y r gibi birçok İslam büyükleri bu vak'ada öldürüldü. :Aişe ise, meyus bir halde Medine'ye döndü; orada münzevi bir hayata çekildi ve H. 59 /M. 678 yılında 64 yaşında oldu ğu halde hayata gözlerini kapad ı92. Bundan sonra H. 37 /M. 657 y ılında Sıffin'de vuku bulan Ali ve Muâviye (01m, H. 60 /M. 679) mücadelesi de hazin neticeler do ğurdu". Özellikle iki taraf aras ında cereyan eden sava şı durdurmak amaciyle hâkem olarak tâyin edilen E bû Mûsâ al- A ş ' ari (Ölm. H. 60 /M. 657) ve Am r b. al-As (Ölm. H. 43 /M. 663)' ın hükümlerinin her iki tarafça da kabule ş âyan görülmemesi, bu mücadelenin şiddetlenmesine ve buna ilâveten de yeni anla şmazlıkların do ğmasına sebep oldu. Hariciye fırkası işte bu sava şın sonucunda meydana çıktı . Sia'mn a şırı bir kolu olan Sebeiyye fırkası ise, daha önce zuhur etmi ş ve Hz. Osman' ın 2— Hz. Peygamber'in ve Hz. Ali'nin, öldiikten sonra tekrar dünyaya rücii edeceklerini ilk defa ortaya atan odur. 3— Hz. Ali'nin ölmedi ğini, onun gö ğe çekildiğini, gök gürültülerinin onun sesi, simselderin onun kudret ve satveti oldu ğunu, onda ilâhî bir kudretin sakh bulundu ğunu, en sonunda yer yüzüne inerek dünyayı adaletle dolduraca ğım, kötülükleri kökünden kaz ıyaca ğım ilk defa söyleyen yine bu adamd ır. Kendisinin Ali tarafından Medâin'e nefyedildi ği bilinmekte ise de, hayatının nasıl ve ne zaman sona erdi ği meçhuldür. Bk. M. Th. Houtsma, Abdullah b. Saha maddesi, . İ sl. Ans. C. I, s. 40, İst. 1950; al-Es'ari, anılan eser, Muhammed Muhyiddin Abdu'l -Hamid ön sözü, s. 11— 12; Navbahti, Fıraku'ş-şia, s. 20, list. 1931; M. G. S. Hodgson, Abdullah b. Saba, Encyclopedia of İslam, New Serie, V, Fas. I, P. 51, Leiden 1954; Ibrı Kuteybe, al-Maarif, s. 266, Mısır 1353/1934; al-Isferâyini, andan eser, s. 72; Dr. Taha Hüseyin, al-Fitnatu'l —Kübreı , Osman, C. I, s. 131 vd., Kahire 1951. 92 Bk. C. Brockelmann, anılan eser, 68-69. 93 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 7-8.
29
ş ehid edilmesinde büyük bir rol oynamıştı . Bu itibarla bu fırka mensuplarına Osman'ın gerçek katilleri nazariyle bak ıldı ." İslam âleminde zuhur eden bu fitne hareketleri gün geçtikçe geli ş ti. Bu yüzden müslümanlar ın temiz- kanlar ı bol bol aktı . Daha önce görülmeyen büyük günahlar işlendi. Islâm dininin yasakladığı icram hareketlerine giri şildi. Müslümanlığın en ulu ve en muhterem şalıSiyetlerinden birço ğu bu hal:liselerde hayatlar ım kaybetti. Islâm birli ği parçalanarak müslümanlar ufak ufak gurup ve fırkalara ayrıldı. Bunlar birbirlerini tekfir etmekten ve lânetlemekten çekinmedi. Fütöhat hareketleri bu iç çeki şmeler yüzünden durdu. Gerçekten durum çok nazikti. Bu durumu gören baz ı büyük din bilginleri buna bir çare arama, bir çıkar yol bulma çabasına düştü. Her âlim, irtikâp edilen büyük günahlar hakkında Kur'an ve Sünnet'e dayanarak kendi görü şüne göre hükümler verdi; fakat verilen hükümler çeli şti, düşünce ve görüşler ayrıldı ; meseleyi halledecek bir nokta üzerinde ittifak edilemedi. Müslüman bilginlerini bu derece me şgul eden büyük günahın mahiyeti ne idi? Şimdi onu görelim: Büyük günah (Kebire) ın iki kısma ayrıldığında bütün islâm bilginleri ittifak etmektedirler. 1—Allah'a şerik koşmak : En büyük günah işte budur. Buna, "Kebire-i mutlaka" yani mutlak büyük günah denmektedir 95. Bu günahı işleyen ebedi. olarak Cehennemde kalır. "Allah Kendisine ortak ko şmayı bağışlamaz; bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, ş üphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur"". Bu âyeti te'kiden Peygamberimiz bir hadisinde şöyle diyor: "Allah'a ortak ko ş ar olduğu halde ölen kimse Cehennemliktir" 97 . Keza Peygamber'e soruldu: "En büyük günah nedir? Peygamber "Allah'a ortak ko şmaktır" dedi". 2— Ortak koşmanm dfmunda olan büyük günahlar: Bunlar, kasden insan öldürme, zinâ etme, ana baba hakk ına tecavüz, yalan yere şahitlik, yetimin malına tecavüz, faiz yeme gibi fiillere uyan günahlard ır99 . Burada göze çarpan husus, haks ız yere insan 94 Bk. Julius Wellhausen, al -Hamirie Va's-Şia, Abdurrahman Bedevi Tere. s. 25, Kahire 1958; M. Şerefeddin, İslamda İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfiintin, Fak. Mec. Sene: 4, Say ı : 14, s. 3, Istanbul 1930. 95 Bk. Ömer an-Nesefi, al-Akiiidu'n-Nesefiyye, 96 Nisti Süresi, âyet: 48. 97 Bk. Salah Muslim, C. I. s. 65. 98 Bk. Sahil& Muslim, C.I, s. 63. 99 Bk.
30
Ayni eser,
s. 63-64.
s. 117, Kahire 1319.
öldürme ile zina suçuna terettüp eden günah ve cezan ın, diğerlerine nazaran daha büyük olmas ıdır. Çünkü Kur'an- ı Kerim bu iki hususu hemen Allah'a ortak koşma fiilinden sonra zikretmektedir: "O kimseler ki, Allah' ın yanında başka Tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram k ıldığı cana haksız yere k ıymazlar, zinâ etnıezler..' ,1 oo. Ayetin siya-
kından da anlaşıldığı gibi, bu gibi fiilen irtikâp edenler, di ğerlerine nispetle daha büyük bir günah i şlemiş olmaktadırlar. Bu mesele İ slam fırkaları arasında büyük bir tart ışma konusu oldu. Ehli Sünnete göre, şirk'in dünunda olan büyük günah i şleyen kimse mu'ınindir. I şlediği büyük günah kendisini imandan ç ıkamadığı gibi küfre de sokmaz; çünkü hala kendisinde iman ın esasım teşkil eden tasdik mevcuttur; o sadece i şlediği günah nispetinde ceza görecekt ir ı ol . Hariciler ise, Ehli Sünnetin bu görüş ünü red ederek şöyle diyorlar: Büyük veya küçük, mutlak surette günah i şleyen kafirdir; Cehennemde ebedi olarak kalacakt ır"-2. Çünkü onlara göre iman ile amel ayr ılmaz bir bütündür; amel imanı tamamlayan bir cüzdür " 3 ; o halde amele mukarin olmayan bir iman ın hiçbir kıymeti yoktur" 4. Hariciler Ehli Sünnete kar şı bu fikri savunurlarken 1 ", M ür ci ede Haricilerin görüşüne itiraz ediyor ve kendilerine has yeni bir ğörüşle ortaya çıkıyorlardı . Onlara göre dinin esas ı ve temeli imandır, amel değildir; günahla imana bir zarar gelmeyece ği gibi, yapılan taatın da inanmayana bir faydas ı yoktur. O halde büyük günah i şleyen mu'min100 Furkân Süresi, ayet: 68. 101 Bk. Zühdi Hasan Cârullah, al-Mu'tezile, s. 15, Kahire 1366 /1947. 102 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117-118; Ebü Muhammed Osman al- İrak? al-Hanefi, Ta-
al-isliımiyye, var. 13 b. 103 Bk. Hannül-Fâhnri ve Halil al-Cerr, Tarihu'l-Felsefe al-Arabiyye, C. I, s. 137-138, Beyrut 1957." 104 Harici fıkraları arasında bu konuda ihtilaf vardır. Bunlardan Ezıirika'ya göre, büyük veya küçük günah işleyen müşrik olup, kendisiyle birlikte ailesinin-ve çocuklar ının da katli, vaciptir; çünkü mü şriklerin çocukları da müşriktir. Böylece muhaliflerinin çocuklarnun öldürülmesini tecviı etmiş oluyorlar. Safariyye genel olarak onların görüşiine uymakta ise de, çocukların öldürülmesi keyfiyetinde onlardan ayr ıbnaktadır. Nece ıllıt 'a göre ise, işlenen günahın tahrimi hususunda ümmet icmâ etmi ş ;.e', bu günahın mürtekibi kâfir ve milşriktir. E ğer ihtilaf konusu ise, bu husustaki hüküm fakihlere terk edilir. Onlar ın kendi ictihadlariyle verecekleri ahkâma göre hükmedilir. Bk. al-Ba ğdadi, andan eser, s. 70 vd.; Hannal-Fâhüri ve Halil al-Cerr,
ayni eser, e. 137—
138. 105 Tafsilât için bk. William Thomson, Kharijitism and the Kharijites, Macdonald Presentation Volume, 1933, ayr ı basım.
31
dir. Onlar bu hükmü vermekle beraber, günah i şleyen kimsenin müstahak olduğu cezayı açıklamaktan imtinâ ederek, bunu öldükten sonra Allah'ın onun hakkında verece ği hükme bırakmayı daha uygun bulmuşlardır i° 6 . Bu konudaki fikir ayrılıklar' günden güne geli şti; hattâ bu konu ile ilgili olarak mescitlerde ve sair yerlerde aç ık oturumlar ve münazaralar tertip edilme ğe başladı . Şüphesiz bunların en me şhurları Basra mescidlerinde tertip edilen halkalar, özellikle Hasan al - B asrrnin halkası olmuştur. Hasan al-Basrrye göre büyük günah i şleyen münafıktır 107, fakat al-Ba ğdâdi (Ölm. H. 429 /M. 1037) onun bu hükmünü, daha sonralan şiddetle tenkid etmi ş ve münafıkın, küfrünü açıklayan bir kâfirden daha tehlikeli ve daha zararl ı olduğunu söylemiştir " 8 . Gerçekte, bu meselenin halledilmesi için ortaya at ılan fikirler hiçbir tarafı tatmin etme ğe kâfi gelmiyordu. Ehli Sünnet'in hükmünde görülen tesâhül'e kar şılık, Haricilerin görüşü büyük bir şiddet ve kasvet vasfım taşıyordu. Mürcie ise, bu i şi Allah'a havale etmekle yetiniyor ve kesin bir hüküm vermekten kaçm ıyordu. Hasan al- Basrrnin görüşü de yetersiz ve zay ıf bir hüküm olarak vas ıflandırılıyordu. O halde başka bir hal çaresi aramak lâz ımdı . İşte bu hal çaresini buldu ğunu iddia ederek, Hasan al- Basrrnin talebesi V â s ı l b. Atâ ortaya yeni bir görü ş attı . Genel olarak onun bu husustaki görü şü şu noktada toplanıyordu: "Amel imam!' bir cüz'üdür 109 ; mü'minler, kâfirler ve münafıklar hakkında Kur'an- ı Kerim ve hadislerde varid olan hükümler, büyük günah işleyen kimse hakkında uygulanamaz; çünkü bu gibi insanlar mezkür ahkâmın şümulüne girmemektedir "°. 0 halde bunlar ın durumuna uyan ba şka bir hüküm vermek lâz ımdır ki, bu da Kebireyi işleyenin ne mü'min, ne de kâfir olmıyaca ğı, ancak onun iman makamı ile küfür makam ı aras ında üçüncü bir makamda bulunaca ğı keyfiyetidir "'. İşte böylece Vâs ıl'ın ş ahsında Mutezile'nin me şhur "alMenzile Beyne'l-Menzileteyn" nazariyesi ortaya ç ıkmış oldu. Vâsıl'a göre iman ile küfür aras ında bulunan günahkâr, tövbe ederse tekrar iman makamına avdet eder; tövbe etmeden ölürse, küfür makam ına 106 Bk. aş-Şehristânt, anılan eser, C. I, s. 139. 107 Bk. Ebû'l-Hüseyin. b. Osman. al- Hayyât, Kittıbu'l-intisar. s. 164,Kahire 1344 /1925; an-Neseff, s. 119. 108 Bk,
anılan eser, s. 70.
109 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117. 110 Bk. al-Hayyât, anılan eser, s. 167. 111 Bk. al-Hayyât, ayni eser, s. 164-168.
32
dahil olmuş olur 112 . Vâsıl böyle bir insana "fâs ık" demekte H' ve tövbe etmeden ölürse, fâs ıklığından dolayı Cehenneme girece ğini ve orada ebedi olarak kalaca ğını söylemektedir 114 . Görüldü ğü gibi, Vâsıl bir taraftan büyük günah i şleyen ne mu'mindir, ne de kâfir derken, di ğer taraftan Hariciler'in görü şüne uyarak bu kimsenin ebedi olarak Cehennemde kalaca ğını söylemekle kendi kendini nakzetmi ş olmaktadır. Bağdâdi bu gerçe ğe iş aret ederek Vâs ıl'ın sözlerinde açık bir çelişme olduğunu zikretmiştir " 5 . Her halde kendisi de daha sonra bu tenâkuzu idrâk etmiş olacak ki, böyle bir insan ın cezas ının kâfirlere nisbetle daha hafif, derecesinin de onlar ın derecesinden daha üstün olaca ğını söylemek lüzumunu hissetmiştir " 6 . V âs ı l bu nazariyesini hilâfet konusunda münazaa eden taraflara da tatbik etti. Bu as ırda müslümanlar bu hususta da ihtilaf halinde idi. Ali taraftarlar ı, ona karşı gelenleri, onunla harbedenleri ve nihayet hakkı olan hilâfetten kendisini al ıkoyanları şiddetle yererek, onlar ı küfür ve zındıklıkla itham ederlerken, Muâviye taraftarlar ı da camilerde Ali'ye açıkça lanet ediyorlardı . Hariciler Cemel yakas ında Ali'ye karşı harbedenlerin kâfir olduklar ını, Ali'nin onlarla sava şmakta haklı bulunduğunu, fakat Sıffin yakasında ba şlangıçta haklı olmasına ra ğmen "tahldın" meselesini kabul etmekle, onun da kâfir oldu ğunu iddia ediyorlardı. Ehli Sünnet ise, her iki vak'ada harbeden iki taraf ın da müslüman oldu ğuna, Ali'ye kar şı harbedenler aras ında her ne kadar asi veya hatalı insanlar bulunmu ş olsa da, bunların hatalarının veya isyanlarının küfre ve fiska müncer olmayaca ğına inanıyorlardı. Mür ci e'ye gelince, onlar her iki tarafın da müslüman olduğunu söylüyor ve bunlar hakkında verilecek hükmü âhirete ircâ etmekle yetiniyorlard ı . Vâs ı l bu fikirlerin hiç birisini kabul etmedi. Ona göre, iki taraftan birisi muhakkak surette fâs ık ve hatalıdır, fakat bunu tâyin etmek güçtür. Bu itibarla her iki taraf ın da ş ahadetini kabul etmek caiz de ğildir" 7 . Vâsıl'ın arkada şı Amr. b . Ub ey d daha ileriye giderek her iki tarafın da fâsık olduğunu söylemiş ve ş ahadetlerini kabul etmemi ştir."' 112 Bk. Fuzüli, Matlau'l-hildid, Esat Co şan ve Kemal I şık tere, s. 73, Ankara 1962; ve Arapça asil, s. 87. 113 Bk. Zuhdi Hasan Cârrullah, anılan eser, s. 17; Neseri, anılan eser, s. 119. 114 Bk. Ahmed Emin, s. 297, Kahire 1370/1950. 115 Bk. anılan eser, s. 71. 116 Bk. a ş-Şehristâni, anılan eser, C. I, s. 48. 117 Bk. aş- Şehristâni, anılan eser, C. s I, s. 49. 118 Bk. al-Ba ğdkli, anılan eser, s. 72.
33
İşte Mutezile fırkas ı , bu gibi konuların en geniş ş ekliyle tartışıldığı bir devirde do ğdu. Müslümanların kar şılaşmış oldukları bu problemler, bu fırkanın do ğuşuna tesir eden en büyük faktörlerden biri oldu ğunda şüphe yoktur Çünkü bu mü şküller, onları da diğer fırka mensupları gibi ilgilendirmiş ve bilhassa büyük ş arkiyatc ı ilim adamı Prof. Nyb er g'in de iş aret etti ği gibi" 9, bu konuda herkesin ittifak edebilece ği veya en az ından taraflar ın çelişik düşünce ve fikirlerini telif etmeğe yarayacak bir hal tarz ı, bir formül bulmak amaciyle ortaya at ıldılar. İşte bu düşüncenin bir sonucu olarak da "al-Menzile Beyne'lMenzileteyn" nazariyesi meydana ç ıkmış oldu"°. Mutezile'nin ilk ve en meşhur prensiplerinden birini te şkil eden bu konu hakk ında ileride daha geniş bilgi verilecektir. 2— Yabanc ı din ve kültürlerin tezini: Arap Yarımadas ı'nda do ğan islâmiyet büyük bir hızla gelişti. Kısa bir süre içinde birçok ülkeler zaptedildi. H. 14-21 /M. 635-641 y ılları arasında Suriye, Mısır, Irak ve İran büyük Islam devletinin birer eyaleti haline geldim. Daha sonraları ve bilhassa Emeviler ve Abbasiler devrinde bu yeni devletin hudutlar ı, doğuda Maveraünnehir, bat ıda Simali Afrika ve hattâ Ispanya'ya kadar uzad ı . Tabii olarak Islam dü şüncesine bu fetihlerin önemli etkileri oldu. Yabanc ı din ve kültürlere sahip birçok unsurlar Islam toplumuna girdi. Suriye ve M ısır'da Hıristiyan ve Yahudi dinleri hâkim bir durumda iken, Irak ve Iran'da da MediSâbie, Zerdüşt, Mezdekiyye ve Seneviyye gibi 122 birtakım batıl inançlar yayg ın bir halde idi. Müslümanlar fethettikleri bu ülkelerde, karşılaştıkları bu kadar çe şitli din ve inanç sahipleri ile bir arada yaşamak ve onlarla devaml ı te şrik-i mesâi yapmak zorunlulu ğunda idiler. Bunun bir sonucu olarak, baz ı müslümanlar kendilerini onlar ın tesirine kaptırma ğa ve böylece onlar ın bazı inançları da Islâmiyete s ızmağa başladı. Bu tesirler çe şitli yol ve ş ekillerde oldu. Mesela bu din mensuplarından bazıları , kendi dinlerini b ırakarak islamiyeti kabul etmelerine ra ğmen, eski inançlarından tamamiyle s ıyrılmağa ve bunların etkisinden kendilerini kurtarma ğa muvaffak olamadı ."' Çünkü bir insan ın eski 119 Bk. Hayyât'm al-indstir adlı eserine Prof. Nyberg tarafmdan yazilan önsöz, s. 51. 120 Bk. Zuhdi Hasan Cürullah, andan eser, s. 20. 121 Bk. Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzttli ve Şüphecilik, s. 8. 122 Tafsilât için bk. a ş- Şehristâni, andan eser, C. I, s. 233 vdd; Prof. Dr. W. Barthold, islâtn Medeniyeti Tarihi, Çev: Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, s. 15, Ankara 1963. 123 Bk. Ali Hasaballah, an ı/an eser, s. 91.
34
akidesini, zamanla zihninde ve ruhunda yer edip bütün benli ğini saran bir inancı, her ne kadar bat ıl da olsa, birden terketmesi kolay de ğildi. İşte bundan dolayı bu yeni müslümanlar, bilerek veya bilmeyerek, yahut kötü bir niyetle eski inançlar ından baz ılarını İ slâmiyete soktu ve bunları müslümanlar aras ında yaydı . Bunlardan baz ıları İ slâmiyeti, inandığından de ğil fakat mal ve ş öhret gibi baz ı kişisel düşünce ve ş ahsi çıkarlara istinaden kabul ederken, diğer bazıları da sırf İslâmiyeti içinden yıkmak ve böylece eski dinlerinin intikamını almış olmak için bu dine giriyordu. Gerçekten İslâm kisvesi altında gizlenen bu insanlar ın, İslâmiyete ne derece büyük zararlar ı dokunduğunu, müslümanların siyasi ve itikadi birlik ve beraberliklerini parçalamak hususunda nas ıl sinsice ve sistemli bir şekilde çalıştıklarını, daha sonraki devirler aç ıkça bize göstermi ştir'. Bunlardan ba şka birçok gayri müslim de kendi esas din ve inançlarına ba ğlı olarak kalmayı tercih etti. Esasen İslâm dini de, gerekli olan cizye ödendikçe buna mâni olmuyordu. Müslümanlarla bir arada yaş ayan bu insanlar, tecrübe ve bilgilerinden dolay ı zamanla devletin çe şitli daire ve vazifelerinde görevlendirildi. Böylece müslümanlar ın bunlarla olan temas ve ili şkileri gün geçtikçe s ıklaştı . Fikirler ve görüşler teati edildi. Fakat müslümanlar ın onlardan aldıkları verdiklerinden çok oldu. Bu yabanc ı unsurlar kanaliyle İslâmiyete, daha önce müslümanların söyleme ğe cesaret edemedikleri birçok önemli teolojik meseleler sokuldu. Bunlar aç ıkça münaka ş a edilmeğe başladı . Bu gibi problemlere, müslümanlar aras ından akıl ve istidlâl yoluyla bir hal çaresi bulmak cesaretini gösterenler oldu. İşte bunların başında, gerçek İ slam Kelâmının müessisi sayılan Mutezile fırkas ı bulunuyordu. Bu fırkamn do ğuşunda Yahudilerin de baz ı etkileri oldu ğu anlaşılmaktadır. Baz ı kaynaklara göre, Kur'an' ın mahlük oldu ğu fikrini ilk defa ortaya atanlar onlard ır. İ bn Es ir'e göre bu meseleyi ilk defa ortaya atan, daha önce de Tevrat' ın mahlük oldu ğunu söyleyen ve Peygamber'in en büyük dü şmanı Lebid b. al-As am'd ır. Onun bu fikrini İ slâmiyette ilk defa kitap halinde ne şretme ğe cesaret eden ise, k ız kardeşinin o ğlu ve zındıklığı ile mâruf "T â 1 ut" olmu ştur 125 . Hatib alBağdâdi (01m. H. 463 /M. 1070)'nin de kaydetti ğine göre, Kur'an' ın mahlük olduğunu iddia edenler aras ında bulunan B i ş r al-Merrisi 124 Bk. Ali Hasaballah, ayni eser, s. 92-93. 125 Bk. Ibnu'l-Esir, fi't -Tarih, C. VII. s. 49, Leiden 1283-1293.
35
(Ölm. H. 218 /M. 833)'nin babas ı , Kılfe'li bir yahudi boyacısı idi126. İbn Kuteybe'den rivayet edilen bir habere göre, Kur'an' ın mahlûk olduğunu ilk defa söyleyen, yahudi Abdullah b. Sebe'in koyu taraftan al-Mugire b. Said al- İ cli (Ölm. H. 119/M. 737)'dir 127 . Görüldüğü gibi, Mutezile'nin doğuşunda Yahudilerin baz ı tesirleri olmuştur. Fakat bu tesir, H ıristiyanlığın tesirine nispetle küçümsenecek derecededir. Biraz önce de söyledi ğimiz gibi, İslam devletinin hudutlannın genişlemesi ile bu devletin tab'as ı haline gelen Hıristiyan toplumuna bazı imtiyazlar tanınmış , hattâ bunların bilgi ve tecrübe bakımından ileri gelenleri, devletin en yüksek kademelerine dahi tâyin edilerek kendilerine önemli mevkiler sa ğlanmıştır. Bu cümleden olarak Halife Muâviye, Rum H ıristiyanlarından S ergun (Sergius) b. Man s ûr'u kendisinin özel sekreterli ğine, yâni bu gün hususi kalem müdürlü ğü diyebilece ğimiz çok önemli bir makama tayin etti 128. Muaviye öldükten sonra da ayni makamda kalarak kendisini devlet işlerinden ziyade ş araba, musikiye ve spora hasreden 129 Ye zid (Ölm. H. 64 /M. 683)'in mü ş avirliğini yaptı l". Bundan sonra bu vazife, o ğlu St. John of Damascus (Yahya veya Yuhanna'd-Dima şki)'a intikal etti. Bir müddet bu vazifede kald ıktan sonra, H. 112 /M. 730 y ılında bu görevden ayrılarak Kudüs yak ınlarında bulunan St. Sabas manast ırına çekilmiş ve geri kalan ömrünü dini ve teolojik eserler yazmakla geçirmiştir. St. John H. 56 /M. 675 yılında Ş am'da do ğmuş olmasına rağmen, ölümü hakkında kesin bir tarih tesbit edilememi ştir. genel olarak bu tarih, M. 741 ile 754 y ılları arasında de ğişmektedirm. St. John yaptığı ilmi çalışmalar meyanında yazdığı "Bilgi Kaynağı" adlı risalesi, ona ş ark kilisesinin en büyük do ğmatiği şöhretini kazandırmış , eseri daha sonraları çok me şhur olmu ş ve müteaddid defalar Latinceye tercüme edilmi ştir. Bu eser üç kısımdır: Birinci kısımda Aristo'nun fikirleri teolojiye tatbik edilmekte, ikinci kısımda "zındıklıklar" adı altında kendi zamanına kadar süregelen tart ışma ve münakaşalar anlatılmakta, üçüncü kısımda ise, Ortodoks bir Kelâm görü şü tedvin edilmektedir 132 . Gerçekten St. John ş ark kilisesinin en ünlü ve en 126 Bk. Ahmed K Ali abllatib al-Ba ğdLidi, Tarih Bağdad, C. VII, s. 61, Kahire 1332/ 1913. 127 Bk. Ibn Kuteybe, Uy(ınu'l -Ahbâr, C. II, s. 148-149, Kahire 1343-1349/ 1925-1930. 128 Bk. Emul. Esir, anılan eser, C. IV, s. 7; Tabari, Tarihu'l Umen, C. VI, s. 183; Zuhdi Hasan Cârullah, anı lan eser, s. 23. 129 Bk. C. Brockelmann,
islam Milletleri, s. 79.
130 Bk. Taberi, anılan eser, C. VI, s. 194, 199; Ibnu'l-Esir, anılan eser, C. IV, s. 17. 131 Bk. Encyclopedia Britannica, John of Damascus mad., C. XIII, s. 102-103, 1953. 132 Bk. Dr. Ya ş ar Kutluay, islâmiyette Bilmeli Mezheplerin Do ğuşu, s. 61-62.
36
muhterem ş ahsiyetlerinden biri oldu ğu gibi, ş ark Hıristiyan âleminde de en büyük bir Kelâm bilgini olarak göze çarpmaktadir" 3 . Onun zamanında Ortodoks Kelâm sisteminin zirveye ula şmış olduğunu, yazmış olduğu eserlerin ço ğundan anlamak mümkündiir 134. O, bu eserlerinde dini inançlar ını büyük bir titizlikle savunurken daha çok akli istidlâl yollarına tevessül etti ve felsefi metodlarla dâvas ım kazanma ğa çahştı . Onun mensup olduğu "Rum Ortodoks Kilisesi tarafından işlenip ortaya konulan ve bilhassa kendisi tarafından tedvin edilmiş bulunan Allah akidesi, müslümanları Allah'ın basit isimlerinden O'nun sıfatlarını araştırmağa seveketti"" 5 . Bu hususu, T. H. Weir de biraz değişik bir ifade ile teyid etmektedir" 6. Keza Mc Giffert bu konuyu incelerken, St. John'un yazm ış olduğu eserleri aras ında Hıristiyan dinini savunan ve bir müslüman arapla bir h ıristiyamn karşılıklı muhavere ve münakaş ası şeklinde kaleme alınmış olan bir eserin mevcudiyetinden de bahsetmektedir 137 ki, bu asırda müslümanlarla hıristiyanlar aras ında cereyen eden münaka ş a ve münakaşaların mahiyetini bize göstermesi bak ımından önemlidir Emevi devletinin ilk devirlerinde yap ılmasında bir sakınca görülmeyen, hattâ baz ı hallerde bizzat Halife tarafından te şvik ve te'yid gören bu gibi münaka ş alar hernekadar bir müddet için durdurulmu şsa da, daha sonraları bu münakaş aların tekrar ba şladığı ve özellikle Halife M e' m ün (Ölm. H. 218 /M. 833) zaman ında bütün şiddetiyle devam etmiş olduğu görülmektedir. "Nefhu't-Tib" adli eserde Me'mün'un huzurunda Harrân rahibi ve St. John'un talebesi E bû Kurra (Ölm. H. 211 /M. 826) ile al-Attâbi aras ında isâ (A S ) hakkın da şiddetli bir münaka şanın cereyan etti ği zikredilmektedir 138 . Keza, daha önce me şhur Hıristiyan ş airi al- Ah t a l'in Emevi saraylar ına kadar girme ğe muvaffak olup, hattâ bu saraylar ın resmi ş airi sıfatını almış ve özellikle Ye zi d b . Muâviye'nin, Emevi hanedan= dü ş manlarına karşı savunmada büyük ölçüde ona itimad etmi ş olması, bu devirde müslüman—hıristiyan münasebetlerinin kuvvet derecesini gös133 Bk. A. C. Mc Giffert, A History of Christian Thought Early and Eastern, s. 308, London 1932. 134 Bk. A. C. Mc Giffert, ayni eser, s. 331. 135 Bk. D. B. Macdonald, "Allah" maddesi, Islâm Ansiklopedisi, C. I, s. 368, İstanbul 1950. 136 Bk. T. H. Weir, Muhammadanism, Encyclopedia of Religion and Ethics, C. VIII, s. 899-900, New York 1951. 137 Bk. A. C. Mc Giffert, andan eser, s. 310. 138 Bk. Ebu'l -Abbâs Ahmed al-Makkari, Nefhu't-Tib, C. 111,8.153, Kahire 1279 /1862.
37
teren diğer bir örne ği te şkil etmektedir 139 . Bunlara ilâveten, müslümanların hıristiyanlann tesiri alt ında kaldıklarına ve bunların bazı fikirlerini alıp İslâmiyete soktuklanna dair daha birçok varyantlar mevcuttur. al-Agani'de zikredildiğine göre, me şhur arap ş airi al A' ş â kaderiyeci olup, bu fikri Hira'da oturan Nasrâni ibadilerinden alm ış tır. Ayrıca kendi râvisinin de ibadilerden oldu ğu söylenmektedir" A'ş â'nın kaderiyeci oldu ğu, bu konuda söylemi ş olduğu meşhur bir şiirinden de anlaşılmaktadıri". M akriz rnin kaydetti ğine göre, İslâmiyette "kader" meselesini ilk defa ortaya atan Ma'be d al-Cuhani (Ölm. H. 80 /M. 699), bu fikri Ebû Yfınus Senseveyh (al- Esvâri) ad ında bir hıristiyandan almıştır'42. İ bn Nub â t e ise ba şka bir görüş ortaya atarak, islâmiyette "kader" konusunda ilk defa konu ş amn Iraklı bir hıristiyan iken müslüman olan, sonra da irtidad eden bir ş ahıs olduğunu ve Ma'bed'in de bu fikri muhtemelen ondan alm ış olacağını söylemektedir 143 . İbn Kuteybe de Ma'bed'den sonra kader konusunda en büyük yeri i ş gal eden G a yl ân ad - D ima ş krnin kıpti olduğunu söyleyerek, kendisine "Gaylân alKıpri," adını vermektedir 144 ki, böylece onun da H ıristiyan asıllı oldu ğu anlatılmak istenmektedir. Kader konusunda ileri sürülen bu çe şitli görü şlerin doğruluk derecesi, kanâatimizce münaka ş aya de ğer bir mevzudur. Çünkü her ş eyden önce bu fikirleri nakleden kaynaklarda göze çarpan husus, bunlar ın daha sonraları yazılmış eserler olmas ıdır. Sonra büyük bir ihtimalle Kaderiyeciler, dü şmanları tarafından Hıristiyanlara taklidle ve onlar ın tesiri altında kalmakla da kasden itham edilmi ş olabilirler. Fakat gerçek şu ki, Hıristiyanlarm istitâa (güç) ve irâde hürriyeti gibi konulardaki görüşleriyle, Kaderiyecilerin bu meselelerdeki görü şleri aras ında büyük ölçüde bir uygunluk, bir tevâfuk vard ır. Bu itibarla, bir H ıristiyan tesirinin mevcudiyetini söyleyenleri de, bu gerçe ğin ışığı altında hakli bulmamak mümkün de ğildir. Bütün diğer faktörler nazara al ınmasa bile, sadece St. John ve onun talebesi Ebû Kurra gibi H ıristiyan Ortodoks Kelâme ılarımn müslümanlar arasında bulunması, böyle bir tesiri icra etme ğe kâfi gelece ğinde şüphe yoktur. 139 Bk. -Ferec ahisfahâni, al-Agâni, C. XIV, 117, Kahire 1323/1905. 140 Bk. al-Isfahani, ayni eser, C, VIII, s. 76. 141 Bk. A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54, London 1947; İbn abd Rabbih, al-liedu'lFerkl, C. I, s. 205, Kahire 1293/1876. 142 Bk. al.Makrîzî, al-Hitat, C. IV, s. 181, Mısır 1324-1326. 143 Bk. İbn Nubâte Serhu'l-Uyün Şerh Risâlet İbn Zeydân, s. 157, Kahire 1278 /1861. 144 Bk. İbn Kuteybe, Kitâbu'l-Maârif, s. 166, 207.
38
Durum bu zaviyeden incelenecek olursa, Mutezile f ırkasının da bu yabancı tesirlerin dışında kalmadığı, hattâ bu fırkanın do ğuşunda bu etkilerin büyük bir rol oynam ış olduğu kendiliğinden meydana ç ıkmış olur. Bizzat Halife Me'mûn'un huzurunda Mutezile alimleri ile St. John of Damascus'un me şhur talebesi Ebû Kurra aras ında dini konularda şiddetli münaka ş a ve mücadelelerin cereyan etmi ş olduğunu biliyoruz. Bu itibarla, Mutezile'nin genel olarak St. John'un ve özellikle onun halefi Ebû Kurra'n ın bazı fikirlerini almış veya kader, s ıfat ve isimlerin nefyi, irade hürriyeti, te'vil ve tefsir 145 gibi bazı konularda onların tesiri altında kalmış olması muhtemeldir. Çünkü Mutezile'nin bu hususlardaki görü şleri ile, gerek St. John ve gerekse onun halefinin görü ş leri aras ında büyük bir benzerlik vard ır. İşte bundan dolayı garp bilginleri, böyle bir tesirin mevcudiyetinden ısrarla bahsetmi ş olacaklardır. Bu konuda me şhur ş arkiyatçı bilgin T. J. de Bo er, genel olarak İslam düşüncesi üzerinde Hıristiyan düşüncesinin büyük bir etkisi bulunduğunu, özellikle irade ve ihtiyar gibi meseleler üzerinde ilk konuşan müslümanların bunları Hıristiyan ' 46 hocalarından ö ğrenmiş olmaları gerektiğini söylerken, Macdon al d'da bu dü şünceyi teyid eden bir mütalaa yürüterek, İslam Kaderiyecilerinin geni ş ölçüde Yunan teolojisinden faydalanmış olduklarını söylüyor 147 . Fakat daha sonra bu tesirlerin Mutezile'nin do ğuşunda ne derece etkili oldu ğunda mübalâğa edilmemesi ve bu hususta ifrata kaç ılmaması gerekti ğini de söylemekten kendisini alam ıyor 148 . Bu fikri destekleyen di ğer bir ş arkiyatcı da Von Kr emer'dir.. Ona göre Mutezile, Yunan teolojisinin, özellikle bu kültürü temsil eden St. John ve onun talebesi Ebû Kurra'n ın tesiriyle do ğmuştur 149 . Çünkü o as ırda kilise babaları, irade hürriyeti ve Allah'ın ezdi sıfatları hususunda daimi bir mücadele halinde idiler; muhtemelen onlar ın bu konudaki dü şünceleri, Suriye'nin müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Mutezile'ye de geçmi ş olabilir. Von Kremer bu görü ş e delil olarak Cehennem azab ının inkarı konusunda kilise babalarının görüşleriyle "°, Cehm b. Safvân' ın Cennet ve Cehennem'in ebedi olmadığı gibi, ehlinin de hareketlerinin sonlu oldu ğu yo145 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 26-31. 146 Bk. Prof. Dr. T. J. de Beor, İslamda Felsefe Tarihi, Çeviren Dr. Yaşar Kutluay, s. 31-32, Ankara 1960. 147 Bk. D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology, Jurisprudence and Constitutionel Theory,
s. 13, New York 1903.
148 Bk. Ayni eser, s. 132 vd. 149 Bk. Nicholson, A Literary History of the Arabs, adlı eserden naklen, s. 220-221, London 1907. 150 Bk. Ahmed Emin, Duha'l- İslâm'dan naklen, C. I, s. 344 vd., Kahire 1357 /1938.
39
lundaki görüşü aras ındaki büyük benzerli ği göstermektedir "°. Bilindiği gibi Mutezile mensupları ,daha sonralar ı Cehmiye fırkasının bu görüşünü alarak biraz de ğişik bir tarzda, yani "Cennet ve Cehennem ebedi olmakla beraber ehlinin hareketleri son bulacak, lezzet veya elemi tanıktan sonra câmid bir cisim halinde ebediyen orada kalacakt ır" ş eklinde kendilerine maletmi şlerdir "2. Burada i ş aret edilmesi gereken husus, Mutezile'nin bu yabanc ı tesirlerin yanı sıra, dahili baz ı ideolojilerin de etkisi alt ında kalmış olabilece ği keyfiyetidir. Daha Mutezile'nin bir sistem olarak do ğuşundan önce, Hıristiyan ve Yahudi dinlerini inceleyen ve bu dinlerle ilgili baz ı itikadi konuları alarak bunları münakaş a mevzuu yapan bu ideoloji sahipleri, müslümanların daha önce söyleme ğe cesaret edemedikleri birtakım görü şlerle ortaya çıktılar. Böylece İslâmiyette ilk defa itikadi konular ciddi bir şekilde tart ışılmağa başladı. Kader ve Kur'an' ın mahlük olup olmadığı meselesi günün konusu haline geldi. Allah' ın sıfatları, insanın yapma gücü ( İstitâa) ve irade hürriyeti gibi mevzular üzerinde fikirler yürütülme ğe başladı 153 . İşte bu asırda ilk defa Kur'an' ın mahla (yaratılmış), oldu ğunu ileri süren Ca'd b. Dirhem (Ölm. H. 124 /M. 741) oldu 154. Cehm b. S afv ân (Ölm. H. 128 /M. 745) bu konuda ve daha birçok konularda onu takip etti i". Cehm 156 ayni zamanda, insan ın hiçbir iradesinin 151 Bk. al-Ba ğdadi, anılan eser, s. 128; a ş-Sehristâni ,al-Milel, C. I, s. 87-88; İ bn Hazm, al-Fisal fi'l-Milel, C. IV, s. 83, Kahire 1317-1321. 152 Bk. İbn Hazm, ayni eser, ayni yer; İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, s. 55. 153 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Gazzali ve Şüphecilik, s, 0-11. 154 Ca'd b. Dirhem bu sözünden dolayı, Hişam b. Abdu'l-Melik (Hilafet süresi: H. 105-125 /M. 723-742) zamanında Irak valisi Halid b Abdullah al- Kasri tarafından Halifenin emriyle öldürülmü ştür. Ş am'da ikamet eden Ca'd' ın Mervân b. Muhammed'in hocası olduğu ve ona Kur'an'ın yaratılmış olduğu fikrini telkin etti ği söylenir. Oldürülüşü hakkında çe şitli rivayetler vard ır. Fakat ittifak edilen nokta, yukar ıdaki sözüne ilaveten, Hz. İbrahim'in "Halilullah" ve Mûsa'nm da "Kelimullah" sıfatlarını inkâr etmesinden dolayı, kurban bayramı hutbesini müteakip mimberden inen Hâlid b. Abdillah al-Kasri tarafından Kûfe mescidinde kurbanlık koyun gibi boynu kesilmek suretiyle öldürülmü ş olmasıdır. Tafsilât için bk. Ibn'ul-Esir, mil fi't-Tarih, C. V, s. 704; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 91; İbn Nubâte, Serhu'l-Uyün, s. 159; A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54-55; İbn al-Hanbeli, Sezerâtu'z - Zeheb, C. I, s. 169, Kahire 1350 /1931. 155 Bk. İbn al-Hanbeli, ayni eser, C. I, s. 169; İbn Nubâte, ayni eser, s. 159. 156 Cehm b. Safvân aslen Horasanh idi. Kiife'de ikamet etti ği sıralarda Ca'd b. Dirhem ile kar şılaştı ve ondan bazı fikirlerini aldı. Rivayete göre bir müddet de al Hâris b. Sureyc'in vezirliğini yaptı. En sonunda Horasan'da Haris ile beraber Emevi'lere kar şı girişilen kıyam hareketine iştirak etmiş olduğundan, Emeviler tarafından yakalanarak öldürülmü ştür. Onun fikirlerinin daha çok Horasan'da yay ılmış olduğu söylenmektedir. Bk. M. Şerefeddin, Kelâm Sa yaşları, Darulfilniin hah Fak. Mecmuas ı, sayı : 24, s. 19, İstanbul 1932; A. S. Tritton, anılan eser, s. 55; aş- ş ehristâni, al-Milel, C. I, s. 86; al-Ba ğdadi, al Fark, s. 128; İbn Kayyim alCevziyye, igeisetu'l -Lehfân, M. Hâmid al-Faki ne şri, C. II, s. 177, Kahire 1939; Ahmed Emin, Fecru'l s. 286-287.
40
mevcut olmadığını, her şeyin Allah tarafından önceden takdir edilmi ş olduğunu, kulun takdir edilen fiili yapma ğa mecbur oldu ğunu da iddia etti. Böylece onun ş ahsında Cebriyye ve ismine nisbetle de Cehmiyye fırkası doğmuş oldu. Yine bu asırda kader meselesi hakkında ilk sözü M a'b e d al Cuh ani (Ölm. H. 80 /M. 699) söyledi ' 57. Diğer bir rivayette ise, bu konuda ilk sözü söyleyenin Ş am'da ikamet eden ve Halife Mu â v iy e b. Yezid'in hocas ı bulunan Ömer al-Maksûs (01m. H. 80/M. 699) adında birisi oldu ğu söylenir; ayni varyantta bu adam ın Emeviler tarafından Halifeyi ifsad ithamiyle öldürüldü ğü zikredilirm Daha sonra da Gayl ân ad- Dim a ş ki 159 Mâ'bed'in yolunu takip etti ve o da kaderi inkâr ederek insanın tam bir irade hürriyetine sahip oldu ğunu, kendi fiil ve hareketlerini yaratma kudretini haiz bulundu ğunu ileri sürdii° 6°. Böylece de "Kaderiyeciler" adı verilen sistem vücut bulmu ş oldu. İşte böyle çelişik cereyanlarm çarp ıştığı bir as ırda, Kaderiyecilerin merkezi olarak bilinen Basra şehrinde 161 Mutezile teolojik bir sistem olarak ilk defa İslam tarihindeki yerini alm ış oldu. Bu fırkanın doğuşunda, içinde bulunduklar ı çeşitli fikri cereyanlarm büyük ölçüde etkili olduğunda şüphe yoktur. Bu gerçe ği açık bir şekilde teyid eden husus, savundukları prensiplerin, genellikle biraz önce de ğindiğimiz sistem157 Ma'bed al-Cuhani, Ilk defa bu konuyu Basra'da ortaya att ı. Kendisinin Hasan alBasrrnin meclisine devam etti ği ve başta Amr b. Ubeyd olduğu halde Basra'h birçok müslümanların kendisine tabi oldu ğu söylenir. Fakat kader'le ilgili münaka ş alar büyüyüp, müslümanlar arasında fitne ve ayrılmalar yaratmağ a başlayınca, kendisinin Halife Abdulmelik b Mervan'ın emriyle Haccac tarafından çarmıha gerilmek suretiyle öldürüldü ğü rivayet edilir. Ba şka bir rivayette ise öldürülmesinin, Abdurrahman b. al-E ş'as ile beraber devlete kar şı kıyam hareketine i ştirak gibi siyasi bir suça istinat etti ği zikredilir Bk. al-Makrizi, al-Hitat, C. IV, s. 181 vd.; al-Hafız Şemseddin az- Zehebi, Mizeinu'l- İ ' tidal fi Nakdi'r -Rical, C. III, s. 183, Kahire 1325 /1907; Ahmed Emin, Fecru'l -İs/dm, s, 285. 158 Bk. Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 34. 159 Gaylan ad-Dima şkrnin tam ismi, Ebil Mervân Geylân b. Muslim'dir. Babas ı Osman b. Affân'm kölesi idi. Kendisi Hi şam b. Abdülmelik'in hilafeti s ırasında Şam'a geldi. Daha önce de Halife Ömer b. Abdülaziz'in kendisini huzuruna ça ğırıp, kader konusunda bizzat imtihan ettiği, Halifenin kendisini öldürmek istemesine ra ğmen tövbe etmek suretiyle can ım kurtarmış olduğu da rivayet edilmektedir. Fakat Halife Ömer k Abdülaziz'in ölümüyle tövbesini bozarak tekrar eski inancma dönen Gaylân, Halife Hi ş am tarafından elleri, ayakları kestirilmek suretiyle öldürülmü ş, sonra da Şam kapısında çarımha gerdirilmi ştir. Diğer bir rivayette de diri olarak çarnuha gerildi ği söylenir. Bk. Ibn Nubâte, anılan eser, s. 157-158; Ibn Kuteybe, Ki-
tılbu'l -Maarif, s. 166, Kahire 1300 /1882 ;A. S. Tritton, anılan eser, s. 55, 59; Ahmed Emin, Fecru'l —islam, s. 285. 160 Bk. Ibn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l Hadis, s. 98, Kahire 1344. 161 Bk. az-Zehebi, Miziinu'l -.Vadeli, C. II, s. 207.
41
lerin, görü şlerine uygun olarak, hattâ baz ı istisnalar bir tarafa, bu görüşlerin karışımından meydana gelmiş olmasıdır. Mesela onlar kader meselesinde tamamiyle Kaderiyecilerin görü şlerine iştirak ederlerken, Cehmiyye'nin birçok prensiplerini almakla beraber, sadece "cebr" konusunda onlardan ayrılmışlardır. Bu itibarla Mutezile'yi bu iki sistemin, özellikle Kaderiyye'nin gerçek varisi olarak nitelendirmek mümkündür. Mutezile'nin do ğuşuna tesir eden âmillerden birini de, İslam dini ve akidesini yabanc ı din ve cereyanlara kar şı savunma gayretinde aramak lazımdır. Biz daha önce Hıristiyan ve Yahudi dinlerinin İslam toplumunda oynadığı büyük rollerden, özellikle S t . John ve Abdullah b . S eb e gibi, bu din mensuplar ının İslam dü şüncesindeki önemli etkilerinden ve sebep oldukları zarar veya faydalardan ana hatlariyle bahsetmiştik. Fakat daha önce temas etmedi ğimiz İranlıların, İslam toplumu ve düşüncesi üzerindeki etkilerinin, di ğer yabancı unsurlara nispetle daha tehlikeli ve daha y ıkıcı •olduğunda şüphe yoktur. Kısa bir süre içinde büyük İslam imparatorlu ğunun bir eyaleti haline gelen %dini devleti, sadece eski ş an ve şöhretini kaybetmekle kalmadı ; ayni zamanda islam'dan önceki İran'ın sınıf nizamını ve dinini de kaybetmiş oldu. Eski Zerdüşt dini yerine islamiyetin getirdi ği yeni Monotheizme (Bir Allah'a inanış) akidesi kaim oldu' 62. Fakat bir zamanlar Cahiliyye ça ğı araplarını Irak ve Yemen'de hakimiyetleri alt ına almış ve daima kendilerini araplardan üstün bir ırk olarak görmü ş olan Farslar, İslam fütuhat ı karşısında uğradıkları bu yenilgeyi kolay kolay unutamad ılar. Kendilerini tahtlarından ve dinlerinden eden müslümanlara büyük bir kin ve nefretle bakma ğa ve onlardan ilk fırsatta intikam alma yollarını araştı rmağa başladılar. Islam devletinin siyasi bütünlüğünü yıkmak ve İslam dini ve akidesini de ifsad etmek amaciyle türlü vesile ve metodlara ba şvurdular. İ bn Ha z m'inde i ş aret ettiği gibil63, hileye başvurmanın hedefe ula şmak için en emin ve en kestirme bir yol oldu ğu hususunda ittifak ettiler. Böylece onlardan bir kısmı inanmadığı halde Islamiyeti kabul etmi ş olarak göründü. Ehli Beyte büyük bir sevgi gösterisinde bulunuldu. H z. Ali'ye ba ğhhk ve muhabbet kisvesi alt ında ilk "teşeyyu" hareketi ba şladı. Ona birtakım vasıflar verildi. Odun, Peygamber'in gerçek varisi ve nassla tayin edilmiş halifesi oldu ğu iddia edilerek, ondan bu hakk ı alanlar veya ona karşı gelenler tekfir edildi 164 . Bunun bir sonucu olarak ta müslü162 Bk. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 43 vd. 163 Bk. İbn Hazm, al-Fisal fi'l -Milel, C. II, s. 115; al-MakrIzi, al-Hitat, C. IV, s. 190. 164 Bk. al- Ba ğdâd'i, al- Fark, s. 22 vd.
42