ANKARA ON İ VERS İ TES1
ILÂH İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI LXXI
İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER (Hicri 7.-11. Yı...
7 downloads
452 Views
15MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
ANKARA ON İ VERS İ TES1
ILÂH İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI LXXI
İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER (Hicri 7.-11. Yıllar)
Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK
ANKARA ONIVERS
İ TES İ BASIMEV İ .1967
ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI LXXI
İSIİMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER Hicri 7. —11. Yıllar
Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK
ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV
İ .1967
İ ONDEK İ LER
VII
ÖNSÖZ
1
I .Gİ RİŞ II .B İBLİYOGRAFYAYA GENEL B İ R BAKIŞ 1. Kaynaklar 2. Seyahatnameler 3. Etüd mahiyetindeki eserler
4 4 5 5
III .YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKI Ş SEBEPLERI 8 1 . İslâmiyetin çıkışı sırasında Arabistan'da dini durum ... A . Arabistan'da putperestlik B . Arabistan'a s ızmış olan yabancı dinler • a . Sâblilik b . Mecusilik c . Musevilik d . Hristiyanlık
8 8 11 11 12 13 13
C . Arabistan'da putlar ın üstünde bir tanrı kavramı14 nın te şekkülü ve Haniflik D . Netice 2. Ridde
16 17
A . Ridde'nin tarifi
17
B . Hz. Muhammed'in hayat ında Arap yar ımadasında İslâm dininin yayılışı
17
C . Riddenin sebebleri
23
D . Riddenin yayılması ve önlenmesi
24
III
3 . Diğer sebebler A . Kabile rekabeti ve kabile istiklâline ba ğlılık B . Iktisadi ve siyasi sebebler C Kâhinlik
31 31 33 34
IV . YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKI ŞLARI VE BUNLARIN HAYAT VE FAALIYETLERI 35 1 . Esved ül-Ansi A . Esved'in soyu B . Esved'in ola ğanüstü kabiliyetleri ve faaliyetleri C . Esved'in öldürülmesi D . Yemen'de ikinci Ridde E . Netice 2 . Tuleyha bin Hueveylid A . Tuleyha'nın soyu B . Tuleyha'nın birinci defa islâmiyeti kabulü
35 35 36 44 47 48 50 50 50
C . Tuleyha'n ın ayaklanması ve peygamberlik iddia et52 mesi 58 D . Zu'l-Kassa sava şı 64 E . Tuleyha Müslüman askeri F . Tuleyha'nın doktrini 65 G . Netice 3. Seeâh
67 68
A . Seeâh'ın soyu 70 B . Seeâh'ın Peygamberlik iddias ında bulunmas ı ve 71 taraftarlar ı C . Seeâh'ın savaşları 72 D . Seeâh'ın Müslüman oluşu 77 E . Seeâh'ın doktrini 77 F . Netice 79 4. Müseylimet ül-Kezzâb
IV
80
A . Hanife kabilesi ve dini
80
B . Müseylime'nin soyu
82
C . Müseylime'nin, Hanifelilerin emirli ğini elde etmesi 82 D . Müseylime'nin Medine'yi ziyaret edip etmedi ği meselesi ve peygamberlik iddias ı E . Müseylime'nin portresi ve hokkabazl ığı
83 86
F . Müseylime'nin peygamberlik iddias ına ne zaman başlamış olduğu meselesi 88 G Hanife kabilesinin irtidadı
90
H . Müseylime ile sava ş ve Müseylime'nin öldürülmesi
95
İ . Yemâmelilerle bar ış
100
J . Müseylime'nin doktrini
101
K . Netice
104
IV .UMUMİ NETICE
107
B İ BLİYOGRAFYA
109
INDEKS
112
V
Bu kitab ı Annem Nadire Bektaşoğlu'nun aziz hatırasına en derin saygı duygularımla sunu- cZ›, yorum. «WA
•
IMP1111919
ÖNSÖZ
1957 yılında yayınladığım şimdi tükenmiş olan "Islam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler" adl ı kitab ımı bu kez bazı değişiklikler ve genişletmelerle " İ slamda!' Dönenler ve İlk Yalancı Peygamberler" adı ile okuyuculara sunuyorum. Araplarda tek Tanrı düşüncesinin do ğmasından ve Haniflerin ortaya çıkmalarından Ebu Bekr'in hilafet zamamna de ğin ,siyasi ve dini bir takım olayları açıklarken bu olaylar ı yaratan veya onlarla ilgili olan ş ahısların birbirine yakın söyleni şteki —örne ğin, Hüseyn, Husayn, Neinir, Nümeyr gibi— adlar ını bir yanlışlığa yer vermemek için kitabın sonuna ekledi ğim indekste, parantez içinde, transkripsiyon ile gösterdim. Ordu— 1967
VII
I. GIRIŞ Dinler tarihi ara ştırılırken, her gerçek peygamberin ya ş adığıdevirde onu taklid eden bir kaç menfaat veya ş öhret dü şkünü insanın da peygamberlik iddias ında bulunduğunu görmek zor de ğildir. Bu sebepten hemen her devirde faaliyette bulunan yalanc ı peygamberler hakkında semavi kitaplarda baz ı ayetler yer almıştır; Kur'an VI., 93: "Allah'a iftira eden veya kendisine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyolundu", "Allah' ın indirdiği gibi ben de indirece ğim" `diyenden daha zalim kim olabilir ?...." Incil Matta VII, 15-20,: "Yalanc ı peygamberlerden sak ımn; onlar size koyun kıhğında gelirler. Fakat iç yüzden kap ıcı kurtlardır. Onları meyvelerinden tamyacaks ınız İnsanlar dikenlerden üzüm yahut deve dikenlerinden incir toplarlar mi? her iyi a ğaç iyi meyve verir; fakat çürük a ğaç kötü meyve verir. İyi ağaç kötü meyve vermez, çürük ağaç da iyi meyve vermez. İyi meyve vermiyen her a ğaç kesilir ve ateş e atılır. Öyleyse, onları meyvelerinden tanıyacaksınız." Monoteist yüksek bir dinin iyice yerle şmiş bulunduğu bir bölgede faaliyette bulunan böyle sahte peygamberler, cahil halk kütleleri aras ında bir zaman için kendilerine taraftar bulmakta ve zararl ı faaliyetlerini genişletmekte güçlük çekmemi şlerse de, ya mevcut monoteist dinin taraftarlar ı= gecikmeyen reaksiyonları veya devlet otoritesinin i şe müdahelesi üzerine, kısa zamanda kendileriyle birlikte yaymaya çal ış tıkları sahte din de yok olmu ştur. Monoteist yüksek bir dinin henüz yerleşmekte oldu ğu bir bölgede, böyle yalancı peygamberlerin meydana çıkmaları ise, bu yeni din için büyük bur tehlike te şkil etmekten geri kalmamış , yeni din bir yandan bütün bir bölgeyi, güçlükler içinde kazanmak, bir yandan da bu yalanc ı ve köksüz rakipleriyle u ğraşmak mecburiyetinde kalmıştır. İşte Islâmiyet'in yay ılma ve yerle şmesi sıralarında Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde ortaya ç ıkmış olan sahte peygamberler, islamiyet'i 1
ileride de bahsedece ğimiz büyük güçlüklerle kar şı karşıya bırakmışlardır. Bununla beraber, ötedenberi peygamber oldu ğunu iddia ederek ortaya at ılanlardan hangilerinin hakiki ve hangilerinin sahte oldu ğunu tesbit edecek bir k ıstastan da mahrâm bulunuldu ğunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Bu konuda şimdiye kadar birçok fikirler ileriye sürülmü ş olmakla beraber kesin bir k ıstas elde etmek mümkün olmam ıştır. E ğer gene de bir kıstas tesbit etmek istersek, o zaman ancak sübjektif olarak, kendisinin peygamber oldu ğuna ve Tanrıdan vahiyler ald ığına bütün varlığı ile inanan ve bu vahiylerle vaazda bulundu ğu kütlelerin ahlaki, sosyal, hukuki durumlarını yükseltme ğe çalış arak bunda muvaffak olan, bütün kalbiyle inandığı bu dava u ğrunda hayatını bile fedadan çekinmeyen ve kendisi öldükten sonra dahi eseri ya şıyan, fikirleri büyük kütleleri hakimiyeti alt ına alan ve esrlerinin izleri hiçbir suretle silinip kaldırılması mümkün olmıyan kimseler hakiki peygamberdir i Gerçekten de Hazret-i Muhammed resfillü ğe seçildikten sonra, Tanr ımn emirlerini kütleler aras ında yaymak hususunda hiçbir korku hissetmemi ş , üstelik kendisine putperestler taraf ından reva görülen her türlü kötü muameleye tahammül etmek ve kar şı koymak hususunda gereken insan üstü kudreti kolayca gösterebilmi ş , davası uğrunda her zaman hayat ını tehlikelere maruz b ırakmaktan bile çekinmemi ştir. Musa dinin ve Roma devletinin hâkim bulunduğu Flistin'e gönderilmi ş bulunan Hazreti İsa da bu her iki devlete kar şı dinini yaymak mücadelesinde çe şitli iş kencelere katlanmış , nihayet (Hristiyaların inancına göre) hayat ını feda etmiş . fakat kurmu ş olduğu din yaş amıştır. Buna kar şılık sahte peygamberler içinde davalar ı uğrunda hayatlar ını feda edenler ç ıkmış sa da bunların eserleri kısa bir zamanda bütün izleriyle kaybolmakta gecikmemi ş tir. Bu itibarla hakiki peygamberli ğin kıstaslarından sayabilece ğimiz "Peygamberli ğe seçilmiş olduğuna inanmak" ve davası uğrunda hiçbir ş eyi fedadan çekinmemek gibi sübjektif bir esas ın yanında, insanlığı yükseltmek, do ğru yola sevketmek ve bu yoldaki çal ışmalarının semere ve izleri yüzyıllarca kuvvetinden kaybetmiyerek devam etmi ş olmak gibi objektif bir esas daha, önemli bir yer• almaktad ır. islamiyet'in yayılma ve yerle şmesi s ırasında peygamberlik iddiasiyle ortaya ç ıkmış bulunan kimselerin peygamberliklerinin sahteli ğini göstermek için biz de yukar ıda kısaca aç ıklamış bulunuduğumuz iki kıstası ve bilhassa bunlardan ikincisini kullanaca ğız. Peygamberlik iddias ıyla ortaya ç ıktıkları görülen kimselerden yalnız İ slam dini ve devleti bakımından kısa bir zaman için de olsa büyük 1 Bu hususta daha geni ş bilgi için bk. Andro Neher, l'Essence du Prophetisme, Paris 1955, S. 102 v. öt. ve Tor Andrae. Mahomet, sa vie et sa doetrine, Paris 1945, S. 51; Ibn Hald6n, Mukaddime, I, S. 241-260 2
bir tehlike te şkil etmiş olan Esved, Tuleyha, Secah ve Müseylim e'yi bu inelememize konu olarak seçmi ş bulunuyoruz. Konuyu da ğıtmamak için baz ı kaynaklarda peygamberlik iddia ettikleri ileri sürülen, mesela Lakit bin Malik gibi ne prensipleri , ne de iddialar ı açıkça belli olmayan, daha çok fırsat kollayıcı, âsi kimseleri bu çalışmamn dışmda bırakmış bulunuyoruz. İncelememizde ilk defa sahte peygamberlerin ortaya çıkış sebeplerini genel olarak ele almayı ve sonra her birinin ortaya çıkış lanndaki özel sebepleri göstermeyi, daha sonra da ş ahıslanmn tarihçesini yapmayı ve doktrinleri hakk ında bilgi vermeyi faydal ı bulduk. Ayrıca incelememizin dayand ığı kaynaklar ve etüdler hakk ında da küçük bir tenkidi bölümü baş a eklemeyi yerinde bulduk.
3
II. BİBLİYOGRAFYAYA GENEL B İR BAKIŞ
Hazreti Muhammed'in hayat ının sonuna do ğru veya vefat ından hemen sonra ortaya ç ıkmış olup İslâmiyet'in bu en kritik devrinde, yeni din için manevi bakımdan olmasa bile siyasi bal ımdan büyük bir tehlike te şkil etmi ş olan dört sahte peygamber'in hayatlar ı, ortaya çıkış sebepleri, dini ve siyasi faaliyetleri ve bunlar ın İslam tarihindeki yerleri toplu olarak hiçbir eserde henüz incelenmi ş de ğildir. Bu husssta bilgi ihtiva eden kitap veya makaleleri üç gruba ay ırarak incelemek mümkündür: 1.— Kaynak eserler; 2.— Seyahatnameler; 3.— Etüd mahiyetindeki eserler.
1. Kaynaklar: Bibliyografyada vermi ş olduğumuz kaynaklardan İ bni Hi ş am, İ bni Sa'd, Buhari, Belazüri, Taberi Ebu'l-Fereç gibi müelliflerin tarih, hadis, ve edebi tarih mahiyetinde olan kitaplar ında, konumuzla ilgili hususlar toplu bir ş ekilde incelenmed ıği gibi, vak'aların sebep ve neticeleri üzerinde de durulmam ış , yalnız muhtelif rivâyetler tarihteki eski nakilci metodun bir sonucu olarak, arka arkaya sıralanmakla yetinilmi ştir. Böylece bizim için en önemli dayana ğı teşkil eden bu kitaplarda bazen ayn ı olayların başka başka şekillerde anlatıldığı, hatta aynı mesele hakkında tamamiyle birbirine z ıt rivâyetlerin nakledildi ği görülmektedir. Bu durum kar şısında bu rivayetlerden hangisinin hakikate en uygun veya en yak ın olduğunu arayıp bulmak oldukça güç, hatta bazen imkans ız olmuştur. Belli bir devrin olaylar ını nakleden kaynak mahiyetindeki bu ana kitaplar yanında, konumuzla yak ından ilgili " Ri d d e" meselesi hakk ında bilgi veren mandut sayıda hususi kaynaklar da mevcuttur. Bunlardan V ak ı drnin K it ab ür -Ridde'sinin biricik yazma nüshas ı Hindistan' da Bankipore'dad ır ve henüz yayınlanmamıştır. Bu itibarla bu kitaptan 4
faydalanmak imkâmndan mahrum kald ık. Bununla beraber, ana kaynakların birço ğunda diğer rivâyetler yan ında V âk ı drnin konumuzla ilgili rivâyetleri de yer alm ış bulunmaktad ır. Hicri 237'de ölmü ş bulunan Vesime'nin Kit ab ür-Ridcle'sine gelince. Bu eser Alman orientalistlerinden Höhnerb ach taraf ından İ bni Hacer el-Askalanrnin İ sabe'sinden çıkartılarak 1951 yılında yayınlanmıştır. Bu kitap konumuzla ilgili birçok de ğerli bilgiyi ihtiva etmektedir. 2. Seyahetnameler: Konumuzla ilgili meseleleri aydınlatmak bakımından İslam tarihine, sosyolojisine ve İ slami âdetlere derin vukufu bulunan kimseler taraf ın dan Arabistan'ın sahte peygamberlerin ç ıkmış oldukları bölgelerinde yaptıkkları seyahatlerde gördüklerini ve i şittiklerimi tarafs ız bir şekilde bize bildirecek olan seyahetnameler ne yaz ık ki mevcut de ğildir. Böyle seyahatnameler mevcut olsayd ı, bu sahte peygamberlerden Arabistan' ın ilgili bölgelerinde baz ı izlerin mevcut olup olmadığını ve oralarda hala bunlara ait hatıralarm muhafaza edilip edilmedi ğini öğrenmek belki münmkün olurdu. Arabistan'da seyahat etmi ş olan kimselerin yazm ış oldukları seyahatnameler içinde yaln ız bir tanesi, o da yaln ız Müseylime ve Secah'dan bahsetmektedir. Bu da V. G. P algr ave' ın "une annee de voyage dans l'Arabie Centrale, 1862 - .1863" adl ı seyahetnamesidir. Ancak P algr av e bu seyahetnamesinde bir yandan bize Yemame'de Mü seylime hakkında beslenen hürmet hisleri ve ona ait hât ıralar üzerinde bilgiler verirken, bir yandan da Yemen'le hiçbir ilgisi olmayan S e c all'ı Yemen'den getirmek ve hattâMüseylim e' ıain ölümünden sonra S ec â h'ın döktüğü göz ya şlarının şiddeti hakkında bilgi vermekle, kendisinin bu iki sahte peygamberin ş ahısları hakkında hiç bir fikri olmadığını, görüp i şitttiklerine bir hayli hayal mahsulü ilâveler yaptığım ispat etmektedir. Böylce bu kitap, ara ştırmalarımıza müspet bir tesir yapmaktan uzak kalm ıştır. içindeki büyük yanlışlara ve hayal mahsulü romanesk tasvislere ra ğmen, JRAS, 1903 S. 484'deki yazısı için Mar goliouth'un, İslam Ansiklopedisindeki Müseylime maddesini yazmak için de Franz B uhl'ün nas ıl olup da bu seyahatnameden faydalanmış olduklarına ş aşmamak mümkün de ğildir.
3. Etüd mahiyetindeki eserler: Etüd mahiyetindeki eserlere gelince, bunlar ı yabancı orientalistler tarafından yazılmış olanlar ve Müslüman müellifler tarafindn yaz ılanlar
5
diye ikiye ayırmak mümkündür. Yabancı orientalistler tarafından yazılmış olan eser ve makalelerde sahte peygamberlere temas edildi ği zaman, bunların ya sahte peygamberleri mühimsiyerek, onlar ı H azret- i Muhammed'in seviyesine çıkarmak veya Hazret-i Muhammed'i küçümsiyerek onların seviyesine indirmek- gayretini güttükleri ve baz ı peşin hükümlerden hareket ettikleri görülmektedir. Mesela konumuzla ilgili meselere en çok temas etmi ş olan Caetani, sahte peygamber Müseylime'den bahsederken "... bu yüzden muhaddisler İ slâmiyet
ile Müseylime aras ındaki nizam hakiki sebebini meydana vurmu şlardır. Bu da Arabistan'da her ikisi de nüfuzi cismani ve ruhaniye göz dikmi ş iki peygamberin ve iki dinin mevcudiyetinden ibarettir. Binaenaleyh bu iki din yan yana yaşıyamazlardı" (Caetani, İslam tarihi, IX., S. 27) dernekle Hazret-i Muhammed'i Müseylime'nin seviyesine indirmek istemiştir. Gene böyle bir gayretle Caetani, as ıl kaynak olan S eyf'i bırakarak, İ bni H aldân'a dayanan bir rivayetin birinci bölümünün Seyf tarafından teyid edildi ği için doğru olduğunu, fakat ikinci bölümünün tamamen sonradan uydurulmu ş bulunduğunu hiçbir müsbet delile dayanmaks ı zın iddia etmekte, halbuki Seyf haberin ikinci bölümünü de teyid etmektedir (bk. a. g. e. VIII., S. 280). Ayr ıca gene VI. cildin 289. sayfas ında 3. no. not ile IX. cildin 303. sayfas ındaki 1 no. notlar da okunacak olursa bu iddiam ızın yerinde oldu ğu açıkça görülür. Bununla beraber Ridde dolasy ısıyla da olsa konumuzla ilgili meselelere en çok yer tahsis eden müellif gene Caetani olmu ştur. Caetani'den daha önce, bilhassa Cahiliyye Devri ve islâmiyet'in ilk zamanları hakkında yapmış olduğu incelemelerle büyük bir ş öhret kazanmış olan ve Caetani'nin de kendisinden çok istifade etti ği Alman orientalisti Wellhausen'da da ayn ı gayretlerin mevcut oldu ğu maalesef görülmektedir. Mesela Skizzen und Vorarbeiten S. 18'de Wellhaus en, yalanc ı peygamber Müseylime'den bahsederken, Taberi'nin Müseylime hakkında kaydetti ği "Rebi'a'nın yalancısı" sözünü kabile nefretinden dolay ı, Müseylime'ye edilmi ş bir iftira kabul etmekte ve bunu göstermek için ileri sürdü ğü delil ise pek zayıf kalmaktadır. Vesime'nin Kit ab ür-Ridde'sine de ğerli bir giriş yazmış olan Dr. Höhnerb ach'da sahte peygamberler bak ımından, Wellh aus en ve C a e t ani'nin fikirlerini tekrarlamaktan uzakla şmamıştır. Halbuki bizzat yayınladığı bu kitapta bu fikirleri çürütecek birçok deliller mevcuttur. Bununla beraber orientalistler aras ında mümkün oldu ğu kadar objektif kalmayı başarmış olanlar da yok de ğildir. Mesela Muir, Annal of the early Caliphate'da, Charles Lyall, JRAS 1903' S. 773 de 6
yazmış olduğ u Hanif ve Müslim kelimelerinin etimolojisi ile ilgili makalelerde, Tor Andrae, Mohamet sa vie et sa doctrine, Paris 1945 de oldu ğu gibi. Müslüman müellifler tarafından yazılmış olan kitap ve makalelerde ise, bu konu sahte peygamberlere kar şı duyulan nefretten dolay ı, ya hiç yer almamakta veya gayet k ısa geçilmektedir.
7
III. YALANCI PEYGAMBERLER İN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERI
Islâmiyette ilk Yalancı Peygamberlerin ortaya ç ıkışlarının muhtelif sebepleri vard ır. Bunları aş ağıdaki şekilde tasnif ve izah etme ği faydah bulduk:
1. ISLAMIYETIN ÇIKI Ş I SIRASINDA ARAB İ STAN'DA DINI DURUM Islâmiyetin çıkşı sırasında Arap yarımadasımn içinde bulunduğu dini durumun, yalancı peygamberlerin ortaya at ılmasında oldukça büyük bir tesiri olmu ştur. Bundan ötürü Yar ımadamn o zamanki dini durumunu incelemek gerekir. A. Arabistan'da putperestlik islâmiyetin çıkışı sırasında Arapların genel olarak dini putperestlik idi. Fakat Yarımada, Kızıldeniz ve Basra Körfezi vas ıtasiyle Habe şistan'a ve İran'a, kuzeyden ise Mezopotamya ve Suriye bölgelerine kom şu olduğu için, bu memleketlerdeki dinlerin sınır bölgelerinden Yanmadamn içerisine do ğru sızıntı hâlinde girdiği gerçek bir olaydır. Bu cümleden olarakBahreyn, Oman, Yemen, Necran bölgelerin de Mectisilik, Hristiyanl ı k, Mûsevîlik sayılabilece ği gibi, ayrıca Hristiyanlığın Yaldibilik ve Nestûrilik ş ekli de burada kendine taraftar bulabilmiştir. Fakat ticaret yollar ının âdeta kav ş ak noktası ve bir yıllık panayır yeri olan Mekke ve etrafı Hicaz'da bu dinlerden hiç biri yerle şmemiştir. Orada ecdad ın yaptığı putlar, Kâbe'nin içini süslemektedir. Kureyşli Araplar'ın kutsal tanıdığı ve taptığı putların sayısı ise üçyüz altmışı bulmakta idi. Kâbe'nin en önemli putu Hub el, Kurey ş kabilesinin putu idi. Sava ş a gidecek olan bir kimse, ba şını tıraş ettirip onu ziyaret ederdi. Fakat bundan da daha önemli olan H ac er-i E s ve d 8
vardı. Bazı kabilelerde mâbudlar insan, arslan, at, ku ş şekillerinde tasvir edilmişti Meselâ Mekke yakınındaki H üz ey1 kabilesinin putu kadın ş eklinde, K elb ve T ayy kabilelerininki arslan şeklindeydi. Yemen'de H am d an denilen yerdeki halk at ' şeklinde bir mâbuda, Himy eri]. er ise Kerkenez ku şuna taparlard ı . E vs ve H azre c'lilerin Men at adında bir mâbudları vardı ki, bu bir kayaydı ve kurbanlar ının kanlarım onun üzerine sürerler, k ıtlık olursa ondan ya ğmur ya ğdırmasım isterlerdi. Kâbe her nekadar putperest Araplar' ın müştereken kutsal tan ıdığı bir yer olmu ş sa da bundan gayri, Yar ımadanın başka ba şka yerlerinde yüz kadar tap ınak daha vard ı ve onların da etrafı tavaf edilir, kurbanlar kesilir, bunlara hediyeler sunulurdu. Bunlar ın da Kâbe gibi kayyumları ve hâcibleri bulunurdu. Bununla beraber Kâbe daima en üstün yeri alır ve Araplar buran ın Hazreti İ brahim'in mescidi oldu ğunu tasdik ederlerdi. Bu cümleden olarak Uz z a tap ınağı , gene Kurey şlilerin Mekke dışında, B atn- ı N a hl e ' d e ki kutsal yerlerinden biriydi ve bak ımı S ül e ym kabilesine aitti. S akif kabilesinin T âircle L ât , R eb i a kabilesinin R ı da', Himyeriler'in San'a' da Risâm ad ında birer tapınakları mevcuttu. Araplar cinlere de inan ır, bunları Allah'ın kızları sayarlardı . Bu inançta Arabistan ikliminin ve co ğrafi durumunun tesirleri olsa gerektir. Cinler hayır ve ş er i şledikleri için onlara hürmet ve ibadet gerekirdi. Bunlar ekseriya bir ta şın veya a ğacın içini mesken tuttukları ndan, o a ğaç veya ta ş a ibadet edilirdi. Gene bu a ğ aç ve ta şlardan baz ı sesler i şitildiğinden onlara kehanet atfedilirdi Mselâ L ât, Uzz a ve M en at'da böyle birer cin bulunur ve bunlar konu şurlardı . Bu işi tapınaklardaki kâhinlerin idare ettikleini tahmin etmek güç de ğildir 2. Milâttan sonra VI. Yüzy ılın ortalrında Arabistan'da putlara art ık eskisi gibi ra ğbet eden kalmam ıştı . Araplar ta ş tan a ğaçtan yap ılmış tanrıların dünyayı ve kâinat ı idare edemiyecekleri inanc ına artık yarabilmişlerdi. Her ne kadar ba şları darda kalınca gene onlara müracaat ediyor, kurbanlar kesip kanlar ını bu putların üstlerine sürüyorlar idiyseler de, amaçları gerçekle şmeyince onlara küfretmekten de geri kalm ıyorlardı . Hattâ Beni H a nif e'nin uzun yıllar boyunca tapt ığı putu bir kıtlık sırasında yemiş olması , Araplar'ın tanrılarına ba ğlılıklarımn ne derece gevş ediğini gösterme ğe yarayacak bir örnek te şkil etmektedir. Tanrılara olan ba ğ böyle zapflay ınca, kabile üyeleri aras ındaki bağın da zapflıyaca ğı akla gelmemelidir. Çünkü Araplar'da as ıl birlik din yolu 2 Dozy, Tarih-i islâmiyet, İst. 1908 / 9, C. I., S. 16.
9
ile değil, kan yolu ile kurulmuştu. Mesela VI. Yüzyılda bir kabilenin ba ş ka başka kolları, ayrı ayrı tanrılara tap ıyordu. Sonunda tanr ıya nispetle amlan kabileler bo ş yere bu adları taşıdılar. Çünkü zamanla tanr ı ile, adını taşıyan kabile aras ında gerçek bir ba ğ ispat edilemez olmu ştu. Bu ş öyle olmuştu: Kabileler veya kabilelerin bir kısmı mecburi olarak yerlerini terkettikleri zaman, bunlar ın putları ve tap ınakları eski yerinde kalırdı ; yeni gelenler kendi tanr ılarına terketmemekle beraber, yeni tap ına ğı ve tanrısını kabul ederler ve y ılda bir iki defa da eski tanr ılarına kurbanlar sunmak üzere eski yurtlar ına giderlerdi. Böylce din kabile mensubiyetini kaybedip adeta tevhidi bir mahiyet almaya ba şlamış bulunuyordu. Bu yoldaki geli şme tanrıların birbirleiyle birle şmesine yardım etmiş ve böylece monoteizme müsait bir zemin haz ırlanmıştır 3 . VI. ve VII. Yüzyıllarda artık kudretin as ıl sahibi ve tanrıların üstünde sayılan bir Allah 'ın mevcudiyetine inamld ığı kitabelerden ve şürlerden anla şılmaktadır. Zira bu devirde yemin edilirken putlar üzerine de ğil, Allah adına yemin edilme ğe başlanmıştır. Putun adına, bazen şiirlerin ~alan aras ında rastlamrsa da bu, çok kere, o putun ba ğlı bulunduğu tapınağın bahse konu te şkil etmesinden ileri gelmekte idi 4 Her kabilenin mensupları kendi tanrılarından bahsederken, onun do ğrudan doğruya adını söylemez "Rabbi" veya "Rabbenâ" (=efendim veya efendimiz) diye onu anardı . Bazan " İlahi" de denirdi. Mesela S a k tfl e r'de el- L at, Rabb'in müennesi idi. Her kabile "Allah" diyor, fakat kendi tanr ısını kastediyordu. Ancak böylece konu şma dilinde tam hâkimiyet elde eden "Allah" kelimesi, her tarafta bir olan, her kabilenin say ılan genel bir Tanr ı fikrine geçişi temin etmiş oldu ve genelli ği, bakımından di ğer tanrılardan ayrılıp onlrın üstüne yükseldi. Böylce çok kere oldu ğu gibi dil, gene akıldan evvel harekete geçmi ş , genel bir kavram meydana getirmi şti. Araplar'da putperestlik art ık samimi ve kalbi olmaktan çok uzakt ı ; kütle halinde islamiyeti kabul etmeleri, hem de kolayca kabul etmeleri bunu gösterir 5. Kur'andaki •
ji 411 L‘. 1 1;yik.1 (XXXIX /3) yani "Biz onlara ancak bizi Tanrı'ya yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" ayeti de bu fikri kuvvetle teyid etme ğe yeter bir delildir. İşte bu misâller bize gösteriyor ki, islamiyet do ğmadan biraz evvel, Araplar kainat ı kuran, düzenleyen bir tanr ımn varlığına hükmetmişler3 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 217. 4 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 217 - 218. 5 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 220.
10
di. Fakat onunla kendileri aras ında henüz bir münasebet kurulamam ıştı . Gerçi, tek tanr ılı dinler ötedenberi Yar ımadada bilinirdi Fakat İ sa ve Mûsa dinleri, hürriyetlerine son derece ba ğlı olan Araplar, tarafından itibar görmemi şti. Çünkü bu iki dinden biri tamamiyle milli idi, diğeri ise aslında esaret hayat ı yaşıyan ve hâkim sınıfların zulmünden ümitsizliğe düş en kavimlere sab ır ve tahammülü tavsiye ediyordu. Araplar, öyle bir yana ğına tokat vuran kimseye, öteki yana ğını uzatacak kadar müsamahakâr yarad ılışta de ğillerdir. Esasen Araplar ba şka dinlere kar şı pek lâkayt idiler. Bir kabile içinde ayr ı ayrı dini inanca sahip kimselerin bulunmas ına, o kabile üyeleri hiç ses ç ıkarmazlardı . Bu lâlâkaydi o dereceye varm ıştı ki, Kâbe'nin direkleri üzerinde Meryem ve o ğlu Isâ'nın resimleri yer alıyor 6 öte yandan putperest olan birçok ş airler ve bu arada İ mru'ul - K ay s muallakas ında, yolunu ş aşırmış seyyahlara me ş alelerle yol gösteren Hristiyan münzevilerini amyordu. ,
Gene bu hoş görürlük sebebiyledir ki, ilk zamanlarda Hazret i Muhammed'in dinini yaymas ına Mekkeliler ses çıkarmadılar; fakat o, putlara hiicuma ba şlayınca durum de ğişti. Ancak bundan sonradır ki, gururları zedelenen Araplar, putlar ın ortadan kalkmas ıyla Mekke'nin iktisadi merkez olma durumunu kaybedece ğinden korkarak islâmiyet'e karşı cephe aldılar. B. Arabistan'a sızmış olan yabancı dinler Arabistan'da hâkim olan putperestli ğin yanında komşu ülkelerden, bilhassa sınır bölgelere, çe şitli yollar ve ş ekillerle, bir tak ım yabancı dinler girmiş ve taraftarlar kazanm ış bulunuyordu. a. Sâbiilik: Sâbiilik birbirinden farklı iki mezhebe ayr ılmıştı : 1) Mandeenler yahut Subb alar, 2) Harran Sâblileri. Birincisi Mezopotamya'da Musevilik ve Hristiyanl ık'la karışmış bir mezheptir. İ kincisi daha çok eski Bâbil dininden müteessir olan ay ve yıldızları kutsal tanımış , putperestli ğe yakın bir mezheptir ve uzun zaman İslam hâkimiyeti alt ında devam etmi ştir. Doktrinleri ve yeti ştirdiği alimlerin değeri bakımından enterasandır. Kur'anda bile M6ssevilerle Hristiyanlar aras ında Ehl al - Kitab olarak üç yerde zikredilmi ş olan (S. II, A. 64) her hâlde bu Mandeenler olmal ıdır. IV. Yüzyıldan sonra Arap yazarlar ı Harran Sâbiiler'inden s ık sık bahsetmektedirler 7 Bunlar e hris t anrye göre iki feylesof peygamberi .
6 Dozy, Tarih-i İslâmiyet, I., S. 19. 7 B. Carra de Vaux, Sahili maddesi, Encyclopödie de l' İslüm, IV. S. 22; ve Kru'anda üç kere geçen (II., 62; V., 68.; XXII., 17.) Sabii kelimesinin mânasi hakk ında bk. M. A. Draz, İnitiation au Koran, Paris 1951., S. 103. v. öt.
11
dinlerinin kurucusu olarak tan ımaktadırlar. Bu peygamberler Set ve İ dris ile aynı olan Hermes ve Azimen'dir. Orfeus da bunlar ın peygamberlerinden say ılmaktadır. Sal3iiler esas ında hakim, mukaddes, yaradılmamış bir yaratıcıya inanmaktadırlar ki, büyüklü ğü kavranamaz ve ancak ruhlar vasitasiyle ona ula şılabilir. Bu ruhlar en büyük varlığın yanında ş efaatçidirler ve kudreti, ilahi büyüklükten al ıp aş ağıdaki alçak varl ıklara indirirler. Bu alçak varl ıklar' da ilk ba şlangıçtan olgunlaşmaya do ğru götürürler. İşte yedi gezegen yıldız bu ruhlardan olup her birinin birer de tap ınağı vardır. Bu yıldızlar Sabillerde bazen "babalar", hava ve su gibi unsurlar ise "analar" adını ta şımaktaydılar. Sâbiler öyle inanırlardı ki, bu ruhlarm yâni yıldızların faaliyetleri, muhitlerini harekete getirmek ve böyle unsurlar ı ve fizik kainatı tesir altına almaktan ibaretti 8 Arap Yarımadasına da inmiş olan Sabiilik, islâmiyet'in yayıldığı zamana kadar oralarda ya ş amıştır. Ömer bin H at t a b Islamiyet'i kabul etti ği sırada, yanlış olarak onun hakkında arkada şları "Ömer ScIbii olmu ş" demişlerdi 9 İlk zamanlarda henüz islâmiyet anla şılmadan önce, Müslümaıdar'a bu adın verilmesi, Sabiili ğin Yarımadada taraftarlar bulmuş olduğunu ve hatta putperest Hicaz'da bile ad ını tanı ttığım bize göstermektedir. Her ne kadr Arapçada "Seıbii" dinden sapmış manasına gelmekte ise de, buradaki Saloiî kelimesinin yukarda bahsetti ğimiz mânada kullanilmami ş olması daha muhtemeldir. .
b. Mecasiliğin bir adı da Z er dü ş tilik' dir. Kurucusu Zerdü ş t Maveraünn ehr' de veya Harizm'de do ğmuş dinini gene bu bölgede yaym ıya devam etmi ştir. Meeasiliğin Av esta adlı din kitabına Pehlevi dilinde bir ş erh yazıldı . Bu iki kitaba birden "Z en d- Av e st a" dendi ve Mecasiler'in mukaddes kitab ını teşkil etti. Bu dinde iki büyük tanrı vardır: Bunlar birbirleriyle daimi bir ş ekilde çarpışmaktadırlar. Bu tanrılardan birinin adi " Ahu r am a z d a" ( Hürmü z) d ır; o, bütün unsurları ihata eden, kurtaran, dünyay ı yaratan ve onun nizamım, planını hazırlayan, hayat veren tanr ıdır İkincisi " An gr am any u" (=Ehr imen) kötülük ve karanl ığı temsil eden tanrıdır. Bu iki tanrı birbirleriyle aynı zamanda ikiz karde ştirler. Bir gün bu iki tanr ı arasındaki sava şta, Ahuramazda'nın üstünlük elde etmesiyle dünyan ın sonu gelmiş ve böylece Ahuramazda'nın saltanatı ebedi olarak kurulmu ş olacaktır. O gün erimiş demirden ırmak, miiminler için ıhk bir süt kadar ho ş görünürken, günahkarları yakıp mahvedecektir. Iyiler yeni ve iyi bir dünyaya ulaş acaklardır ". Bu iki kuvvetin yanında daha bir tak ım isimler yer almak8 Carra de Vaux, Eneyelopedie de l' İslam, IV., S. 23. 9 Mahmut Esad, Tarih-i din-i İslam, İst. 1327 / 29, III., S. 205. 10 Annemarie Schimmel, Dinler tarihine giri ş, Ankara, 1955., S. 67.
12
ta ise de, bu isimlerin yukarda adlar ı geçen tanr ılar kadar kuvet ve nüfuz sahibi olmaktan çok uzak bulunan ve hazan görevlendirilmi ş melekleri, hazan da tanrılarm muhtelif sıfatlarını ifade etmekte oldukları anla şılmaktadır. Islâmiyetin yayıldığı sıralarda, bu dinin mensuplerma daha çok Oman, Bahreyn ve Yemen'de rastlamakta idi". e. Musedlik: Musevilik herkesin malfımu en eski monoteist dinlerden olduğundan, bu dinin mahiyeti hakk ında kısa da olsa bilgi vermeğ i lüzumsuz buluyoruz. Burada sadece islâmiyet'in zuhuru s ırasında Museviliğin Arabistan'da nerelere kadar yay ıldı:gam bildirmekle yetineceğiz. Müsâ dini, komşu bulundu ğu memleketler içinde en ziyade Arap Yarımadasında taraftar bulabildi Çünkü İ brahim'in R abb i'ne karşı Beni Ismail'in hürmeti büyüktü. Milli bir din olmas ı onun başka ülkelerde geni ş kütleleri içine almas ına engel olmuştu. Mûsevilik Arabistan'da baz ı önemli münbit yerleri eline geçirmi ş . buralarda kuvvet ve nüfuza sahip olabilmi şti Böylce Arabistan' ın kuzey batısındaki vahalar ı, belki de daha Yemen'e yerle şmeden önce, elde etmi ş bulunuyordu. Bunlar Teym a, Hayber, Yesrib, Fedek vahalar ıdır 12 . Himyer, Kin âne , Hâris bin K â'b kabilelerinin bir k ısmı da bu dine dahil olmuşlar, hatta Yemen hükümeti bir ara devletin resmi dini olarak Müsevili ği kabule kadar gitmiştir. Ayrıca Mûsevilik Bahreyn ve Oman'da da yerle şmeğe muvaffak olabilmi ştir. d. Hristiyanlık: Hristiyanlık Arabistan'a iki ana yoldan girme ğe muvaffak olmu ştu. Bunlardan birincisi, kuzeyden Suriye, ikincisi güneyden Habe şistan'clan Kızıldeniz vasıtasiyle Yemen'e ula ş an yoldur. Bu yollardan Hristiyanlık kâh barış çıl bir ş ekilde, kâh sava ş ve istilâ ile Yarımadamn bazı bölgelerine yay ılmış , bazı bölgelerinde ise, umdeleri, efsaneleri ve ibadet ş ekilleri, inanmıyan Araplar tarafından ö ğrenilmiş ti. Hristiyanlığın Arabistan'a bar ış çıl bir ş ekilde sızmasına, Hristiyan esirler ve bilhassa Arabistan'dan Habe şistan'a, Suriye ve İran'ın Hristiyan olmu ş bölgelerine giden ş arap tüccarlar ı sebep olmu şlardır. Yarımadada Hristiyanl ık en büyük zaferini Necran ş ehrinde kaydetti. İ ddiaya göre bu dini oraya götüren, salih Phemion adlı bir ş ahıstır. Esir olarak oraya sat ıldığı sırada dini vaızlanyla Necran halkını Hristiyanlaştırma ğa muvaffak olmu ştur ". Esirlerin bu yolda faaliyetlerine paralel olarak Yar ımadanm en uzak kö şelerine kadar giden ş arap tüccarlar ı da bu dinin yayılmasında 11 V. F. Büchner, Madjus maddesi, Encylopedie de 'Islam, III. S. 102., ve Belâzûri tür. ter. I., S. 128 / 9. 12 Wellhausen, Reste Arabischen Heidentums, S. 230. 13 Tor Andrae, les origines de Pislüm et le Christianisme, Paris 1956, S. 15.
13
büyük rol oynamışlardır. Ancak, geleneklerine sad ık müşriklerin din hususundaki geniş müsamahalarına ra ğmen (bk. yk. S. 12 v. atalar ının tavukları putlan, pek hayali kabul ettikleri çarm ıha gerilmiş bir tanrı u ğruna kolay kolay terke yana ş amadıklan da bir gerçektir. Esasen bunlar sınırdaki kabileler gibi Arâmi tesirlere fazlaca maruz da de ğillerdi. Ayrıca Arap Yarımadasından dış arıya giden tüccarlar, gittikleri yerlerde Hristiyanlığın başka ba şka mezhepleri ile temasa geçerek bu din hakkındaki çe şitli bilgilerini arttırmak fırsat ve imkanlannı buluyorlardı . Hristiyanlığın bu ş ekilde barış çıl bir yolla Arabistan'a girmesine karşılık, diğer taraftan Habe şilerin Yemen'i istilas ı üzerine bu dinin Melkit mezhebi 14 Yarımadanın güneybatısında bazı yerlere iyice yerle şmiştir. Sonra İranlıların Habe şileri koğup laâkimiyeti ellerine geçirmeleri üzerine de aynı dinin Nest ısı ri mezhebi burada te şvik görmüş , fakat ne bütün güney Arabistan' ı ne de bu bölgede halkın ço ğunluğunu kendine ba ğlıyan bir kilise kurulamam ıştır. Kuzey bölgesine gelince, burada Ku zaa, Ta glib kabileleri D um et ül - C en d el bölgesi sakinleri, Hristiyanl ığı sathi bir şekilde de olsa kabul etmi ş , Hir e'deki L â hmi sülâleleri, hükümdarlann ın putperest ve bedevi kalmas ına ra ğmen, hristiyanla şmışlardı . Gene Arapçayı yazı dili olarak kullanan Anb arl ı İ b adiler de Hristiyan olmu ş lardı ". Bu s ınır ülkelerinin kaplarından Yarımadanın içerlerine do ğru yayılan Hristiyanlık T anuh, T aglib kabilelerinin bir kısmını ve B ahr eyn , F âr ân halkından bazı toplulukları da içine alıyordu. Bundan başka Wellhausen, Hazret-i Muhammed zamamn da T ayy hattâ T e mi m ve R eb a kabilelerinin aras ına kısmen de olsa Hristiyanlığın girdiğini iddia etmektedir 16 . Ayrıca Himy e rle r, Cez eml er ve Esed kabilelerinde Hristiyan topluluklar ı= bulundu ğunu ve B asra Körfezinin güney kıyılarında ise be ş piskoposluğun mevcut oldu ğunu ö ğreniyoruz 17 . C. Arabistan'da putlar ın üstünde bir tanr ı kavramının teşekkülü ve Haniflik Hazret-i Muhammed'den evvel Mekke , Taif ve Medine'de bazı insanların putperestlikle tatmin olunmay ıp yeni bir din aramaya 14 Imparator Mareianus iradesine uygun olarak 451 tarihli Halkedon konsilinin iman kaidelerini kabul etmi ş olanlara bilhassa Mısır'daki Monophisit Kıptiler alay olsun diye bu adı takmışlardır Çünkü Melkit, melik, imparator taraftan demektir. . 15 Gaudefroy - Demombynes et Platonov, Le monde Musulman et Byzantin jusqu'aux Croisades, Paris 1931. S. 54. 16 Wellhausen, Beste arabischen Heidentums, S. 230. 17 Charles Lyall, JRAS, 1903, S. 771, v. öt.
14
başladıklarını, bunu bulmak ümidi ile de Tevrat ve 'nein incelediklerini Islam kaynakları bize haber vermektedirler. Hanif ad ı verilen bu arayıcılar, Mus a ve İ sa dinlerine karşı belki sempati duymu şlarsa bile, onları kabul etmemişlerdi. Bunlar kendilerinin atas ı ve K âb e'nin kurucusu addettikleri Hazreti İbrahim'in dinini araştırıyor ve bu dini ihya edecek yeni bir peygamberin gelmesini bekliyorlard ı . Fakat aralar ında bir birlik ve mü şterek bir ibadet ş ekli mevcut de ğildi. Bunlar sadece tek tanrıya inanıyorlar ve bu tanr ının görünen, bilinen her ş eyin üstünde olup ona ş erik ko şulamıyaca ğına, onun do ğmamış ve do ğurmamış olduğuna, onun bütün mahlükat ı yarattığına iman ediyorard ı. Kelime olarak Hanif", do ğruya meyleden kimse demektir. Kur'an'da "Hanif" ad ı birkaç yerde geçmekte ve bunlara Müslim de denmektedir. İslam da zaten insanın kendisini ilahi yola terketmesi demektir 19 . B ak ar a süresinin 136. âyetinde. el I 4::14
}.
(si l„.:2.;
J9 I, vA
19111 3
CAS.. l A9 la.:,..4-
17(ıni "Onlar dediler ki, Yahudi veya Hristiyan olunuz, hidayet bulur sunuz,deki hay ır biz Hanif olan İbrahim dinine gireriz,zira İbrahim müşriklerden değil idi"; gene A l-i İ mran süresinin 95. âyetinde İbrahim milletinin hanefi olduğu ve İbrahim'in putperest olmad ığı bildirilmektedir. Peygamberimizden önce ve onun ya ş adığı yıllarda, adları ve iddiaları belli Hanifler ya ş amışlardır. Bunlardan en me şhurları şunlardır: Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin Cah ş , Osman bin Huveyris, Zeyd bin Amr bin Nevfel, Umeyye bin Ebi Salt, Kus bin Sâide, H âlid bin Sinan, El-'A ş a bin Kays. Bunlardan Varaka bin Nevfel ile Osman bin Huveyris, Hazreti Hadice'nin amcas ı oğludurlar. Varaka, Hazreti Muhamme d'e görünen mele ğin, Musa'ya görünen Cebrail oldu ğunu ve onun Peygamberli ğini ilk müjdeleyen ş ahıstır. Bu me şhur Hanifler'den dördü, Varaka bin 18 Frants Buhl, Encylopedie de 'Islam' ın Hanif maddesinde Hanif kelimesinin manasm ın De Goeje ve Wellhausen gibi orientalistler taraf ından, kâh puta tapan, kâh Hristiyan zahidi olduğu iddialarını münakaş a ediyor ve Margoliouth'un bu kelimeye her yerde "Müslüman" mana= vermekte oldu ğunu ayrıca Hazreti Muhammed'in Musevilik ve Hristiyanl ığı reddeden, sade bir dine sahip olan kimseleri i ş aret için Hanif kelimesini kulland ığını kaydediyor. Kelimenin etimolojisi hakkında en inanılır ve güzel bilgiyi Tor Andrae, Mohomet sa vie et sa doctrine, Paris 1945, S. 108'de vermektedir. 19 Tor Andrea, Mahomet sa vie et sa doctrine, S. 67'de "Hazret-i Muhammed ilk olarak kendini terketmek emrini ald ı" demektedir.
15
Nevfel, Osman bin Huveyris, Zeyd bin Amr, Ubeydullah bin C a h ş bir gün, Mekke halkının her yıl kurban kesti ği ve dilekler dilediği bir puta, o yıl da nasıl merasim yap ıldığını bir kenara çekilip seyrederler. Putlara gösterilen bu sayg ı, onlarda art ık tahammül edilmez bir nefret uyandırır ve aralar ında Hanif dinini, İbrahim'in ş eriatım aramak üzere ayrı ayrı yörelere seyahat etmek karar ını verirler 20 . Mahmud Esad Efendinin, İ bni İ sh ak'dan aldığı bu rivayet, Hanifler'in putperestlikten ne kadar uzak oldu ğunu bize göstermektedir. Ayr ıca, kuvvetli bir ş air olan Ume yy e bin E bi Salt ise şiirleriyle Hanifli ğin prensiplerini çok güzel ifade etmi ştir. Kendisi Müs a ve İ sa dinlerini incelemi ş , fakat bunlardan hiç birini kabul etmemi şti. O, bir âhır zaman Peygamberinin gelece ğini söylemişti; fakat bu peygamberli ğin kedisine nasip olaca ğını umuyordu. Bu yüzden Hazreti Muhammed Resül oldu ğunu ilân edince memnun olmad ı ve İslâmiyet'i kabul etmedi. Bununla beraber, onun şiirleri âdeta mü'min bir Müslüman ın a ğzından çıkmış gibidir: "... Sağ olduğum müddetçe Cenab- ı Hakka hamd-ü send etmekten ve O'nu yüceltmekten geri durmam. O'mutlak hâkimdir; ne O'nun üstünde bir Allah, ne O'na yakın sayılabilecek bir mâbud vardır. Ey insan fenalıkltan kaç ın... Cenab-ı Hakk' dan bir şey gizleyemezsin... Ya Allah sen benim mâlikimsin, ümidim sendedir. Senden ba şka bir mâbud tanımam... Ona sorsunlar ki sabahleyin doğup, dünyay ı aydı nlatan güneş kimindir. Yerde otlar ı bitiren, mahsfılleri yetiştiren ve yeniden tohum husille getiren kimdir? Ya Rabb senin adını takdis ettiğim gibi günahlarım ın affını da temenni ederim. Ya Rabb beni rahmetine nâil et, beni ve evlâtlar ım ı mesut k ıl". Hanif adı verilen ve as ıl Tanrıyı arayan bu insanlar çok say ıda olup bütün Arabistan'da tek tanr ılı bir dini havanın te ş ekkülüne sebep olmuşlardır. D. Netice Yukarıda söylediğimiz gibi uzun yıllar boyunca sürüp giden bedevilik, putların karışmasına, sonunda da bir tek Tanr ı anlamının doğmasına vesile olmuştu. Gene yukarda, Musa ve İsa dinlerinin Yarımadanm bazı bölgelerinde nasıl yerle ştiğini, bazı bölgelerde ise hüsni kabul görmese bile Araplar tarafından nasıl tanındığını ifadeye çalıştık. Şimdi ise Hanifler Arabistan' ı dolaş arak kâh veciz nutuklar (Kus bin Saide'nin nutku gibi), kâh tesirli şiirler söyliyerek putperestli ği küçümseyip hakiki dini arıyarak, Araplar' ın putlara karşı olan ba ğlarımn daha da gev ş emesine vesile oluyorlardı . Böylece Araplar tek tanr ılı bir dini telkin ede20 Mahmut Esat, a. g. e. II., S. 525.
16
cek bir peygamberi kolayca kabale haz ır hale gelmiş bulunuyorlardı. İşte bu suretle bir taraftan Yemen ve Yemame'de, di ğer taraftan Esed ve Temim kabileleri aras ında peygamnerlik iddias ında bulunan bazı insanlar kendilerini, fikirlerini kabule haz ır dini bir atmosfer içinde buluvermişlerdi. Tarihte sahte peygamberler ad ıyla anılan kimselerin ortaya çıkma senepleri aras ında "Ridde" olaylarım da saymak gerekir.
2. RİDDE
A. Riddenin tarifi: Hicret'in 10. ve 11. yıllarında dini ve hukuki bakımdan henüz pek yeni bir te ş ekkül olan Islam devletini büyük sars ıntılara mâruz bırakan Ridde olayı en eski Islam kaynaklarında oldukça geni ş bir yer iş gal etmektedir. Ridde, islâmiyet'in bu devri için o kadar önemli olmu ştur ki, bazı tarihçiler sadece 10 - 11. yıllarda cereyan eden isyan ve irtidatlar ı canlandırabilmek için husus' kitaplar vücuda getirme ğe mecbur kalm ışlardır. Vakıdrnin biricik nüshas ı Bankipore'da bulunan Kitab al-Ridde'si ile Vesime'nin İbni Hacer tarafından İsabe'ye alınan Kitab al - Ridde'si bunların en önemli örneklerini te şkil eder. Islam tarihinde çe şitli sebeplerle meydana gelmi ş olan Ridde "Islâm'dan dönmek, Islam dinini reddetmek" anlam ına gelmektedir. Arap yarımadasının çe şitli bölgelerine yayılmış bulunan y Islam dini, Hz. Muhammed'in hastalanması ve ölümü üzerine, gene bu bölgelerin ço ğunda yaş ayan Araplar tarafından reddedilmiş , Islâmiyet'in yükled,iği mali mükellefiyetlerden kurtulmak isteyenlerde eski putlara dönme temayülü artm ış , bazı kabileler ise Hz. Muhammed'in tan ıttığı tek ve her ş eye kâdir olan yüce Tanr ıya ibadeti terketmemekle beraber islam dininin gerektirdi ği zekâttan muaf tutulmak istemi şlerdi.
B. Hz. Muhammed'in hayat ında Arap yarımadasında İslâm diııiııin yayılışı: Ridde'nin sebeplerini gösterebilmek için önce islâmiyet'in Arap yarımadasında hangi kabileler tarafından kabul edilmiş olduğnu belirtmek gerekmektedir: Hudeybiye bar ış andlaşmasmdan sonra bütün Ya=adada ya şıyan Araplar, Hz. Muhammed'in dini ve idari nüfuzunun gün geçtikçe artt ığını gördüler. Esasen bu s ırada putlara olan ba ğlıhğın zayıflamış olmasından ve Yarımadamn tek tanrılı yüksek bir dini kabule hazır bir durumda da bulunmasından dolayı Hz. Muhammed'in tek-
17
liflerini ulaştıran elçilerin müsait kar şılanmaları ve bu arada islamiyet'in bu kabileler tarafından kabul edilip onun icap ve mükellefiyetlerinin derhal yerine getirilmesi kolayca mümkün oldu. Hicretin 10. y ılında Medine, Arabistan' ın dört buca ğından gelen ve çe şitli kabilelerin ihtida haberlerini getiren heyetlerle dolup ta ştı . Yemen'den, Yemame'den, Necid'den, Oman'dan, Bahreyn'de'', Belka'dan, Hadramavt'tan birçok Müslüman olmu ş kabileler, dini ve siyasi bağlılıklarını bildirme ğe memur temsilcilerini en kısa bir zamanda Medine'ye gönderdiler; böylece Hz. Muhammed'in Veda Hacc ına hazırlandığı tarihlerde art ık Arap Yar ımadasmin her bölgesinde Medine hükümetine dinen ve siyaseten ba ğlı birçok kabileler bulundu ğu gibi, eski kitabi dinlere ba ğlı veya. Mect"silik, Sabiilik gibi kitabi muamelesi görmüş din saliklerinin cizye vererek Müslüman himayesini elde etmi ş toplulukları da vardı 21 .
Ridde'nin islâmiyet için en tehlikeli örneklerini vermeden önce, 10. yılda Arap yar ımadasındaki islâmla ş ma hareketine k ısa bir göz atmak gerekmektedir. Hicret'in 10. y ılının Rebi' al - Evvel ay ında Hz. Muhammed dört yüz kişi ile birlikte Hâlid bin Velid'i Necran'da ya şıyan Benu al-Hâris bin Kciablara gönderip onlar ı islam'a davet etmesini, kabul etmezlerse silah kullanmas ını emretti. Halid, puta tapan Benu al - Harisleri Müslümanlığa girme ğe ikna etti ve yeni dinin prensiplerini onlara ö ğretebilmek için de Necran'da iki ay kalma ğa mecbur oldu. Bu arada da Hz. Peygamber'e ş öyle bir mektup yazd ı : "Ey Tanrı Elçisi, sana esenlikler dilerim ve sana hak mâbud olan Tanrıy ı överim. Hamdü senadan sonra ben Benu al - Wiris bin Kâab'ları n illerine geldikten sonra, emrettiğin gibi onları üç gün İslâmiyet'e çağı rdım. Etrafa süvariler göndererek Müslüman olunuz, emniyete ve selâmete kavu ş ursunuz, diye ilön ettirdim. Onlar benimle savaşmadan Müslüman oldular. Ben onlara Tanrı'nın emirlerini öğreterek ve yasak etti ği işlerden onları meneyliyerek aralarında yaşıyorum " dedi. Bu mektubu alan Hz. Peygamber de Halid'e, artık Medine'ye dönmesini ve Benu al-Haris bin Kaab'lardan bir heyeti misafir olarak beraberinde getirmesini emreder mahiyette bir cevap gönderdi ". Hâlid beraberinde Benu al-Haris bin Kaablar ın ileri gelenlerinden bir toplulukla Medine'ye döndü. Hz. Muhammed bunlarla görü ştü ve içlerinden Yezid Bin Husayn' ı reis tâyin etti. Necran'a dönecekleri 21 Heinz-MI, Türkçe. Ter., C. I. S. 119. 22 Mektubun metnini İ bni Hisaşm'da gören Caetani, İbni ishak'm verdi ği bu bilgiyi itimada ş ayan bulmamaktad ır. Bk. Caetani, VII., S. 12. Mektup Taberi'de aynen mevcuttur. Bk. Türkçe. ter. C. II., 2. S. 820.
18
vakitte adet olan hediyeleri da ğıttı . Elçiler yurtlarına döndükten sonra, Hz. Muhammed onlara Ensar' ın Benu Neceâr kolundan Amr bin al-Hazm' ı ö ğretmen ve maliye memuru olarak gönderdi. Amr orada dini tavsiyelerde bulunup zekât mallar ını toplayacakt ı . İbni İshak'a dayanan bir rivayet, bize Amr binHazm al - Ansari'ye Hz. Muhammed tarafından yazılmış bir talimat mektubunun, Kuran tarihi bakımından çok de ğerli bir haberi ihtiva etti ğini göstermektedir. Mektup şu yoldadır:. "Bis ınillâhirrahmanirrahim, ey müminler and ve
anlaşmalarının yerine getiriniz bu, Tanrı Elçisi Muhammed'in Yemen'e gönderdi ği Amr bin al-Hazm için yazd ığı mektuptur. Tanrı Elçisi ona bütün işlerinde Tanrı'dan sakınarak hareket etmesini emretti. Çünkü Tanrı kendisinden sak ınan ve hayr ve iyiliklerde bulunanlarla birliktedir. Tanrı Elçisi ona, Tanrı nasıl emrettiyse hak ve hukuka o şekilde riayet ile iş görmesini, insanlara hayra müjdelemesini, Kur'an'ı n ve İslam dininin kaidelerini öğretmesini, kötülüklerden menetmesini emreder. Temiz olmıyan kimseler Kur'anı ellerine almasınlar. Ahaliye leh ve aleyhlerinde olan emir ve hükümleri anlatsın ' 23. Mektup bundan sonra daha bir hayli uzar. Fakat bizim için mühim olan cihet yukar ıya aldığımız, Temiz olm ıyanların Kur'ana el sürmelerinin yasak oldu ğunu emreden cümledir. Zira böylece peygamberin mümessillerinin Yar ımadada islamiyeti ö ğretmek ve yaymak üzere gittikleri zaman bunu, ancak ezberlerinde oldu ğu kadarını söylemek suretiyle yapmad ıklarını, nazil olmuş ayetlerin yazılı nushalarım da beraber götürdüklerini ispat eder. Bunun önemini Caetani ve Frants Buhl (is. Ans. S. 100i, Caetani, C. VIII. S. 26) de kabul etmekte fakat haberin do ğruluğu hususunda her ikisi de şüphelerini açıklamaktadırlar. Bu nokta üzerinde ısrarla durmam ızın sebebi, Caetani'nin a şikar olan bir yığın tarihi vesika krşısında" Yemen'in Müslüman olmad ığını , tam bir istiklal içinde bulunudu ğunu, orada Esved'in isyan ı başlayınca da Peygamber'in, bu hadiselere zerre kadar önem vermedi ğini iddia etmesid ir. Hz. Peygamberin elçilerine yazd ığı ve yukarıya aldığımız mektuplar ile onlardan gelen cevaplar, Kur'an hakk ındaki kayıtlar, ana kaynak olan Belazari, Taberi, Buhari, İbni Sa'd tarafından teyid edilmektedir. Hz. Muhammed, Esved'in isyan ım önlemek için bütün gücüyle çalışmıştır. Şu halde Caetani'nin bu yoldaki iddialar ı doğru olamaz (VII. S. 36). 23 Taberi, Türkçe. ter., II., C., 2. S. 824.
19
Hz. Muhammed'in Yemen'i islamh ğa kazanmak hususundaki gayretleri bitmemi ştir. Birçok kollara ayr ılan Benu al - Hâris bin Kâ'blar'a mektuplar ve elçiler yoll ıyarak, kimine amanname verip kiminin baz ı sulak arazideki haklar ını tanıyarak ümit etti ği müsbet sonucu elde etmiştir. Peygamber Veda Hacc ına çıkmadan önce Muaz bin Cebel ile Ebu Musa'al - Aş'arryi islamiyet'i yaymalar ı için Yemen'e yolladı ve kendilerine talimat verirken "herşeyi kolayla ştırınız, zorlaştırmayınız,
fenalık değil, iyilikler yapmaz, hasmâtne de ğil dostâne duygular taşıyınız" dedi. Aş'ari, Yemenin daha çok k ıyı bölgelerine, Muaz bin Cebel ise yukarı bölgelerine memur edilmi şlardi. Fakat Yemen gibi verimli ve geni ş bir bölgede yaşıyan pek çe şitli boy ve soydaki insanların hepsini, birdenbire islamlığa kazanmak pek tâbiidir ki, mümkün olamam ıştır. Bunu Belazisırrde gördü ğümüz Muaz bin Cebel'in şu mektubundan kolayca anlamaktayız: "Ya ğmur suyu ile yahut akar sularla sulanan topraklar ın mahsulünden onda biri, suni şekilde sular akıtmak suretiyle sulanan yerlerden bunun yar ısı alınır. Olgunluk ça ğına gelenlerden, nüfus ba şına bir dinar veya bunun kar şılığı dokuma bez alınır. Yahudi, yahudilikten döndürülemez". Böylece yaln ız Müslümanların ve Yahudilerin de ğil, Yemen'de oturmakta olan Mecüsiler'in de Medine'ye tâbi bir durumda yaş adıkları gene Belazûri'de ayn ı sayfadaki şu kayıttan anla şılmaktad ır: "Peygamber Hecer ve Yemen Mecusilerinin olgunluk ça ğına gelenlerinden adam ba şına bir dinar vergi alınmasını emretmiştir". 10. yılın Ramazan ayında büyük Mezhic kabilesinin Yemen'de oturan Ans, Murad, Sa'd al-A şire, Ca'fi, Zebid ve diğer kollarını islamiyet'e davet için, ba ş larında Ali bin Ebi Talib'in bulunduğu ve tahminen 300 ki şiden meydana gelmiş bir sefer heyeti haz ırlandı. Bir rivâyete göre, Ali sava ş arak, islamiyet'i kabul ettirdi. Taberrye göre ise (Tab. Ter. II. 2,. S. 830) Mezhicler derhal islamiyet'i kabul ettiler. Yahudi Haham ı, Kâab alAhbar da bu yıl ihtida etmiştir. EZD kabilesinden 10 ki şinin başında bulunan Sarrad bin Abdullah al-Ezdi gene aynı yılda Müslüman olmuş ve kendisi gibi islamiyet'i kabul etmiş bulunan Ezd'lerin ba şına geçerek Cereş şehrini ku ş atmıştı . Kuş atma uzun sürmü ş , sonunda Müslümanlar üstün gelerek, Sarrad, Cere ş ve Tebale ş ehirlerine ba ş eğdirmiş ve oraları islamlığa kazandırmışlardır. HEMDANLAR'ın islamiyet'i kabul ettikleri haberi ise, Hz. Muhammed'in secdeye kapan ıp Allah'a şükretmesine ve Hemdanlar'a selam ımdır, Hemdanlar'a selâm ımdır sözünü tekrarlamas ına sebep olmuştur (Tab. Ter. II, 2., S. 831). ABD al - KAYS delegeleri de bu yıl Peygamberi ziyaret ettiler ve içlerinde Hristiyan dinine girmi ş olanlar bile islamiyet'i kabul ettiler. 20
Aralarında bulunan Amr bin Cârud kendi kavmi dinden döndü ğü zaman bile Müslüman kaldı 24. Gene 10. yılda B ecilele r'den Cerir bin Abdullah Becili, maiyetindeki 150 ki şi ile birlikte Hz. Muhammed'e ba ğlılığını bildirme ğe geldi. Hepsi kelime-i ş ahadet getirdiler. Peygamber onlara söyledi ği nutukta, gönderece ği valinin bir Habe şli bile olsa, ona itaat etmeleri lüzûmundan bahcetmiş ve döndükleri zaman Zu'l-Hulâsa putunu yıkması için Cerir bin Abdullah'a emir vermiştir. O da bu emri derhal yerine getirmi ştir. Z e b i d l e r'in, Sadefle r'in elçileri de ayn ı şekilde Medine'yi ziyaret edip aldıkları hediye gümüşlerle memleketlerine döndüler. Muradla r'a gelince, bunlarla Hemdanlar aras ında büyük bir geçimsizlik vardı . İşte islâmiyet bu geçimsizlikten bir hayli istifade etti. Ferve bin Müseyk al - Muradi, müttefiklerinden olan Kindeler'in emrinden ayrılıp Medine'ye geldi; islâmiyet'i kabul etti. Haz. Muhammed de onu, mükâfat olarak, Muradlar, Mezhicler ve Zebidler üzerine kendi temsilcisi tâyin etti. Arabistan'ın adeta zahire anbari durumunda olan ve Hicaz' ın doğusuna düşen Yemâme bölgesinde büyük REB İA kabilesinin bir kolu olan Hanife kabilesine gelince, bunlar ın 7. -yılda ba şkanları olan Hevze bin Ali'nin Iran yoluyla gelen Hristiyanl ığı kabul etmi ş olması muhtemeldir. Peygamber ona, Salit bin Amr al-Amiri eliyle bir mektup yollad ığı zaman o Peygamber'e, kendisinin ş air ve hatip oldu ğunu, ş ayet kendisine bir pay verilecek olursa, islamiyet'e girece ği yolunda bir cevap yolladı . Bundan sonra, Hanife kabilesinden 10 ki şilik bir heyet Medine'ye geldi içlerinde bulunan Müseylime de aynı ş ekilde ortaklık peşinde koş muş , Peygamber'den kendisine bir menfaat temin edemeyince Peygamberlik iddiasına koyulmayı en uygun bir yol zannetmi şti. Halbuki gene Hanife kabilesinin mühim bir kısmına hükmeden Sümame bin Usal, maceralı bir şekilde de olsa önceden islamiyet'e girmi ş ve bu uğurda Yemame'de sonradan islam' ı terkedenlerle bir hayli u ğraşmıştır 25. Bundan ba şka önemli bir kabile olan Kindele r'den de E ş'as bin Kays seksen kişilik bir temsilci toplulu ğu ile Medine'ye gelmişti Kinde Araplarının saçları pek dikkatli taranmış , gözleri de sürmelen.mişti. Meşlahları renkli ve altın pullarla işlenmişti. Hz. Muhammed bu pek süslü giyimi be ğenmedi. Elçiler islamiyet'i kabul ettikten sonra Peygamberin emriyle süslü elbiselerini ç:karmaya mecbur oldular (Tab. Leyden basısı, I., S. 1739). 24 Taberi, Türkçe tere. II. C., 2., S. 936 - 7 . 25 İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 401.
21
Hz. Peygamber T ay yla r' ın da sefaret heyetlerini kabul etmi ş ve onların kollarından olan bütün kabilelere mektuplar yazm ıştır. Tayylar Islâmiyet'i büyük bir ço ğunlukla kabul etmi şlerdi. 10. yıldan önce islâmiyet'i kabul etmi ş bulunan E s e d 1 e r'e Peygamber mektup yazarak Esedler'in, Tayylar' ın sularına saldırm,amalarmı arazilerine girmemelerini ihtar etti. Gene İbni Sa' d'dan aldığımız bilgiye göre H a d r am a v t büyüklerine Hz. Peygamber mektuplar yazm ıştır. Bunlar aras ında da Islamiyet'in kabul edildi ği yazılmış olan bir beyitten anla şılmaktadır. Sekizinci Hicret yıhnda Müslüman olan Oman halkı, yâni Ezdler' den olan halk, Islam ın inceliklerini ö ğrenmek isteyince, Hz. Muhammed onlara Amr bin al-As' ı yolladı. Buraya kadar 10. y ılda Islâmlaşmış büyük, küçük baz ı kabilelerin islâmiyet'e nas ıl girmiş olduklarını, bir yığın karışık haberler aras ından, mümkün oldu ğu kadar seçme ğe çalıştık. Şimdi Yanmada'ınn Bahreyn gibi bazı bölgelerinin 10. yıldan önce nas ıl olup da islâmiyet'e dahil olduklarına iş aret eden kısa misâller vererek, yar ımada'da yeni semavi dini tammamış veya bundan haberdar olmamış bir kö şenin kalmadığını ispat etmek mecburiyetindeyiz. Öyleki, Hz. Muhammed öldü ğü zaman islâmiyet, âdeta henüz Hicaz bölgesinin s ımrlarım aş amamıştı iddiasında bulunan müste şriklere bu iddialarında haklı olmadıkları cevabını verebilelim. Bahreyn'i 8. yılda Fars ülkesinin bir parças ı gibi telâkki edenler vardı. Orada Abd al- Kayslarla Bekr bin Vâil ve Temim Araplarından birçokları yaş ardı . Hz. Peygamber zamanında orada Farslar'ın valisi Münzir bin Sâva idi. Hz. Peygamber buran ın büyüklerine islâmiyet'i veya cizye verme ği kabul etmelerini bildiren bir mektup yazd ı Ora halkından ata tapanlar ın bir kısm ı ve başkanları Müslüman oldular; Mecusi, Yahudi ve Hristiyan olan ahalisi ise al-Ala bin al-Hadrami ile barış yaptı. İbni Abbas' ın rivayetine bak ılırsa, Hz. Peygamber'in Bahreyn halkına ş öyle bir mektup yazd ığı görülür: "Tanrıyı ululadıktan
sonra, siz namaz kılar zekat verir Tanrı ve Elçisine kalbden inan ı,r, hurmalığınızın mahsülünden onda birini, ekinlerinizden yirmide birini verir, çocuklarınızı Medisi yapmaz iseniz, siz andlasmada anılan sartlarla emniyet içindesiniz. Ancak ate şgedeler Tanrı ve Elçisinin emriyle - y ıkılıcaktır. Ancak İslâmiyet'i kabul etmez iseniz sizden cizye al ınacaktır." Mecusilerle Yahudiler islamiyet'e yana şmadan cizyeyi ödeme ği kabul ettiler (Belâzari, ter. I. S. 130). 22
Necran' ın Hristiyan halkından da bir heyet gelip Hz. Muhammed ile cizye vererek dinlerinde serbest kalmak ş artı ile bir andla şma yaptılar. Hz. Muhammed'in bunlara yazd ığı mektubun metni çok enteresandır. (fazla bilgi edinmek için bk. Taber ı Leyden bas ısı, I., S. 1740). Böy lece Necran' ın Hristiyan halkı da dinen olmasa bile, hukuken Medine hakimiyetini tanımak mecburiyetinde kalm ıştır. Arap Yarımadasının kuzey bölgesinde oturan ve Hristiyan Bizans ile en yakın teması bulunan G a s s a 11111 a r'dan da 10. y ılda bir elçilik heyetinin geldi ği Vakıdi tarafından zikredilmi ştir 26 Gelen heyetin geri döndüğü zaman Islamlığı yaymayı baş arıp baş aramadığı hakkında kesin bir vesikaya malik de ğiliz. .
Kuzey - do ğu bölgesine gelince, kuzeyden, Mezopotamya'dan Bahreyn'e do ğru uzanan topraklara yay ılmış bulunan büyük T emim kabilesi Hicretin 9. yılında Utârit bin Hacib, el - Akra' bin Hâbis, al Zibrikan Bin Bedr, Amr bin al - Ahtem, Nu'aym bin Zeyd, Kays bin isim ve başkalarından müte ş ekkil bir heyeti Hz. Peygamber'e yollad ı. Mekke fethinde Hz. Peygamber ile birlikte haz ır bulunan el - Akra' bin Habis ile Fezâre kabilesinden Uyeyne bin H ısn da bu gelen heyetin içine girmi şlerdi. Önce meziyet ve fazilet yolunda bir yar ışma yapıldı ; Temim kabilesinin hatiplerinden Utârid bin Hacib'e Sâbit bin Kays ile Peygamberin me şhur ş airi Hassan bin Sabit cevap verdi. Sonunda Müslümanların üstünlü ğünü kabul eden Temimler islamiyet'i kabul ederek memleketlerine döndüler 27 . Yukarıda da söyledi ğimiz gibi, Arabistan' ın hemen her buca ğında dinen ve siyaseten Hz. Muhammed'e ba ğlı kabileler, topluluklar veya bazı kabilelerin ileri gelen ş ahsiyetleri vard ı . C. Riddenin sebebleri Veda Haccmdan yorgun ve zay ıf düşmüş bir halde dönen Hz. Muhammed Muharrem ve Safer aylar ını Medine'de sâkin bir şekilde geçirdi. 11. yılın Muharrem ayında Ş am üzerine yürümek maksad ıyla seferberlik ilan etti ve ordunun ba şkomutanlığına azatlı kölesinin o ğlu olan Usame bin Zeyd'i tâyin etti. Tam bu sırada Peygamber, ölümüne sebep olan hastalığa yakalandı . Bu haber çarçabuk Arabistan' ın dört bucağına yayıldı . Hristiyanlar ve Yahudiler fırsattan istifade ederek islamiyet'i yeni kabul etmi ş olan kabile mensuplarını dinden dönme ğe 26 İbni Sa'd'a dayanarak Caetani, VII. C., S. 46. 27 Taberi, arap. De Goeje bask ısı, I., S. 1710 - 1.
23
teşvik ettiler. Yemen gibi Ebna, Arap, Yahudi kabileleri ile mesktin ve çeşitli dini inançlara ba ğlı toplulukların yaş adığı bir bölgede bu haber daha büyük bir tepki unsuru haline geldi. Esasen Arap yar ımadasmın büyük bir kısmının iktisadi ve siyasi bak ımdan Medine hükhmetine ba ğlanmış bulunmas ı bazı kabile ileri gelenlerinin haset ve k ıskançlığını uyandırmıştı. Medine artık zengin ganimet mallar ının, zekât ve cizyenin ve binnetice siyasi ve askeri nüfuzun topland ığı bir ba şkent haline gelmişti. Yarımadanın dört buca ğına oradan emirler veriliyor, elçiler, memurlar mü şküllerini hal etmek için gene oraya ko şuyorlardı . Yarımadamn en akla gelmez kö ş eleri, Peygamber Muhammed'in himayesine sığındıkları için komşu kabilelerin baskın korkusundan uzak olarak ya şıyorlardı . Tanrı Elçisiııin hastalanmas ı haberi bir takım kabile ş eflerinin siyasi gayelerini aç ığa vurmalarma fırsat verdi. Bunlar topraklar ını Medine hükümetinin nüfuzundan s ıyırarak zekât ve sair adlarla toplanan vergileri, kendi ş ahsi menfaatlerine veya gene kabilelerinin korunmas ını temin tahsis etmek maksadiyle göndermediler. Bu hareket Medine hükümeti tarafından isyan sayıldı . Bazıları isyan etmeden önce. ince planlar düşündüler; muvaffak olmak için Hz. Muhammed gibi görünmenin en iyi çare olaca ğı kanaatine ula ştılar. Böylece dinden dönen kabilelerin baz ılarının başında peygamberlik iddias ında bulunan bir tak ım âsi şefler görüyoruz ki, bunlar Islam tarihinin ilk devirlerinde ortaya ç ıkan ve bazıları sonradan iyi bir Müslüman olarak tan ınan yalancı peygamberlerdir. Arabistan' ı bir yangın gibi saran Ridde'nin ba şlıca sebeblerini ş öylece sıralıyabiliriz: 1) Peygamber'in hastalanmas ı ve ölümü; 2) Siyasi arzular ını tatmin etmek istiyenlerin çe şitli vasıtalara baş vurmaları, halkı isyana te şvik etmeleri; 3) Halk ın zekât ve cizyeden muaf tutulmak istenmeleri; 4) Kabile asabiyetinden dolay ı Kurey ş hakimiyeti altına girmek istenmemesi; 5) Yeni dinin ibadet usullerinin ve mükellefiyetlerinin Yar ımada'da henüz tam manas ıyla kavranamam ış bulunması . D. Riddenin Yayılması ve Önlenmesi Böylece Hazreti Muhammed'in son günlerinde ba şlamış olan Ridde Ebu bekr zamanında gittikçe yayg ın bir hal aldı ve Esedler, Gatafanlar, E şca'ların bir kısmı, Temimler, Süleymler'den baz ıları, Havazinler'in bir k ısmı, Beni Hıfaflar, Imru'ul-Kayslar, Zekvanlar, Beni Câriyeler, Hanifeler, Bahreyn ahalisi, Benu Bekr bin Vailler, Oman Ezdler'inden Debalar, ,Nemr bin Kas ıtlar, Kelbler, Kudaalar'dan baz ıları, Beni Âmirlerin hepsi vsr. dinden döndüler. 24
Sadık kalanlara gelince, onlar da şunlardır: " İki Mescid (yâni Mekke ile Medine) aras ındaki kabilelerle Eslemler, Gıfarlar, Cüheyneler, Müzeyneler, Kâab ve Sakifler.". Ayrıca Tayylar, Hüzeyller. Becileler, Has'amlar, Tihame yakımndaki Havâzinler, Cüşemler, Sa'd bin Bekrler de sadık kaldılar. Gene sadık kalanlar aras ında Bahreyn'de Abdülkayslardan bazıları, bazı Yemenliler, Yemen'de Kindeler, Hadramavthlar, Cendel, Zebid kabilelerini de saymak gerekir. Ebu Bekr hâlife olmadan önce, Vsâme, Peygamber'in emriyle Suriye seferine haz ırlanmış , fakat onun hstalığı bu seferin bir zaman için geri b ırakılmasını gerektirmişti. Ebu Bekr Hâlifelik makam ına geçer geçmez yukarıda bahis konusu etti ğimiz irtidad ve isyanlara bakmadan Usâme'yi Hz. Muhammed'in emridir diye Suriye'ye yollad ı . İşte, bunu fırsat bilen mürtedler, Medine'de Müslümanlar ın sayısının az olduğunu düşünerek bir gece bask ımna hazırlandılar. Ebu Bekr ise bunu önceden tahmin edip Müslümanlar ın Mescid'de hazır bulunmalarını emretmişti. İrtidad edenler Kurey şlilerle Ensar arsındaki nefretten istifade edeceklerini sanıyor, müşterek dü şman karşısında bu nefretin ortadan kalkaca ğını hiç hesaba katmıyorlardı Ebû Bekr isyan ve irtidad haberlerini ald ıkça, vâlilere haberciler yollamak suretiyle bir müddet oyalama siyaseti takip etti. Maksad ı Usâme ordusunun dönmesini beklemekti. Fakat Abs ile Zübyan kabileleri acele olarak Medine üzerine yürüyünce, Ebâ. Bekr art ık Usâme'yi bekleyemedi. Kuzeyde bulunan Kelb ve Kuzaalar da dinden dönmü şlerdi. Bunun üzerine Ebu Bekr dinden dönüp Tuleyha bin Huveylid'in etrafında toplanan Tayy, Esed ve Gatafan ve Kinanelerin bir kısmı üzerine yürüdü ve ileride Tuleyha bölümünde etrafl ıca görece ğimiz üzere Zul'Kassa ve el'Abrak sava şlarında bunları yendi. Bu işi bitirip Medineye dönen Ebu Bekr art ık elçilerle oyalama politikas ını bir yana bırakıp onbir birlik kurarak bunlara komutanlar tâyin edip isyan eden bölgelere yolladı . Bunlardan birisinde yalanc ı peygamber Tuleyha üzerine giden birlikti ki, komutanlığına Hâlid bin Velid tâyin edilmişti. Zu'l Kassa savaşının Müslümanların baş arısı ile sonuçlandığını gören mütered.ditler derhal İslâm ordusuna iltihak ettiler. Böylece Hâlid'in kuvvetleri yol aldıkça, yuvarlandıkça büyüyen bir ça ğa benzedi. Ebu Bekr, Tuleyha'mn işini bitirdikten sonra Temimler'den olan Mâlik bin Nüveyre'ınn üzerine, yâni Butah bölgesine hareket etmesi emrini de verdi. Ayrıca te şkil ettiği onbir birliğin komutanlrına da birbirinin aynı olan 25
ve kendisinin emir ve tavsiyelerini ihtiva eden bir mektup verdi ". Bu birlikler Böylece düzenlenmi şti:
1) Hâlid bin Velid, Tuleyha bin Huveylid ve Butah'daki Malik bin Nüveyre üzerine;
2) İkrime bin Ebi Cehl, Yemame'ye, Müseylime üzerine; 3) Muldıcir bin Ebi Umeyye, yalancı peygamber Esved al - Ansi'nin Kays bin Makşuh ile birleş en adamlarını yenebilmesi için Yemen' deki Ebnaya yardımcı olarak gidecek sonra da şimdi kısmen mürtedlerin tarafını tutmaya başlıyan Hadramavt' ı istila edecekti. 4) O sırada Yemen'den gelmi ş bulunan Hâlid bin Said bin al As' ı, Suriye yaylas ında bir yer olan Hamkateyn üzerine; -
5) Amr bin al As, Kudaalar, Vedia ve Haris toplulu ğu üzerine; 6) Huzeyfe bin M ıhsan, Deba ahâlisi üzerine; 7) Arfaca bin Hersume, sonradan Huzeyfe ile birle şmek üzere -
Mehre'ye;
8) Şurahbil bin Hasene de İkrime bin Ebi Cehl'in arks ından ona yardımcı olarak Yemame'ye yüriyecek, oras ı fethedilince birlikte Kudaalar üzerine gideceklerdi;.
9) Tureyfe
(Yahut Ma'n) bin Hâciz, Süelymler ve Havâzinlerin Süelymler ile birlşmiş olanları üzerine;
10) Siiveyd bin Mukarrin, Yemen'de Tilı ânıe'ye; 11) AM bin al Hadrami, Bahreyn'e gidecekti ". -
Hâlid , Gamr denilen yerde toplanmış olan as sileri de da ğıttıktan sonra Ümmü Zeml'in isyân ve irtidadını ortadan kald ırdı . Bıı Ümmü Zeml meşhur Ümmü K ırfe binti Rebi'a nın kızıdır; babas ı da Mâlik bin Huzeyfe bin Bedr'dir. Ümmii Zeml Selma binti Mâlik, Hz. Peygamber zamanında esir edilmi ş ve ganimet olarak Hz. Ay şe'ye verilmi şti. Hz. Ay şe onu azad etmi şti. Hz. Peygamber ölüp kabileler isyan edince Ümmü Ktrfe'nın kızı Ümmü Zeml Selma binti IVIC ılik, anasının devesine binerek irtidad etmi ş ve isyancıların başına geçerek Halid'in ordusunu bir hayli yıpratmıştı . Selma'nın etrafına toplananlar sadece kendi Huab kabilesinin erkekleri de ğildi. Şuradan buradan kaç ıp gelmiş olan maceraperestler de onun taraf ını tutmu şlardı . Hâlid bu haris kadını n devesinin bulunduğu yere bütün gücüyle hücum edip hatta Selma'n ın devesini vurana 100 deve ba ğışlayaca ğını vâdetmeseydi, sava ş belki de daha çok 28 İbn al - Esir, Vsd al - Gabe, III., S. 65. 29 Tabri, de Goeje bask ısı, I. S. 1881.
26
ı
uzayabilecekti; fakat Halid askeri deltas ı sayesinde, oldukça önemli bir zayıat vermiş olmakla beraber, Selma ve taraftarlar ını mağlup etti ve Selmayı'da harp meydanında katlettirdi. Mezopotamya'dan Yemâme'ye kadar yay ılmış olan büyük Temim kabilesi dört esash kola ayr ılır: 1) S'ad bin Zeyd Menatlar; 2 ) Amr bin Temim; 3)) Hanzala; 4) Ribablar. Amr bin Temim ve Ribâb kabileleri İslâma sadık kalmışlardı. Birinci koldan olup Muka'is ve Butün adlar ını taşıyan kabilelerin vâlisi olan- Kays bin As ım bir müddet tereddüt içinde beklemi şti; Ribâb, Avf ve Ebnâ'mn vâlisi olan Zibrikan bin Bedr zekatı toplay ıp Ebu Bekr'e teslim ederse, kendisi onun aksini yapacakt ı. Çünkü bu ikisinin araları açıktı . Biri diğerinin yapt ığım yapmak istemi yordu. Zibrikan bin Bedr Hz. Peygamber zaman ındaki andini yerine getirdi. Zekât develerini Ebu Bekr'e teslim etti. Fakat Kays bin As ım tereddüt geçirdi ğinden, sonunda pişman oldu. Al - Alâ bin al-Hadrami tarafından kuş atılınca vergi malları ile birlikte onu karşıladı ve tereddüdünün sebeplerini açıkladı. Bu sırada Hanzala kolundan Yerbu'larm başkanı bulunan Mâlik bin Nüveyre ile ayn ı koldan olan Mülikler'in başkanı Veki'bin Mâlik dinden dönmü şlerdi. Bahreyan'deki Ridde'nin önlenmesine gelince: Seyf yoluyla elde etti ğimiz haberlere bakılırsa 30 Bahreyn'de İslâmiyet'i kabul etmi ş bulunan bazı kabileler dinden dönmü şlerdi. Bunların başında Kays bin Sa'lebe koluna mensub olan Hutam dinden döndükten sonra kendisine tabi bulunan Bekr bin Vâillerle birlikte harekete geçip Katif ve Hecer'e gitti. Orada ya şıyan Zra ve Sebabice'leri do ğru yoldan ş aşırttı . Abd al - Kays'lar ise Hutam'a uymay ıp bilâkis Münzir bin Staıa'ya ve di ğer Müslümanlara yard ıma koşuyorlardı . Ama Hutam bu yardımı kesmemek için elinden geleni yaptı ve Müslümanları kuş attı. Ebu Bekr bu sırada al - Alâ bin al - Hadrand'yi Mürtedlerle sava şmak üzere Bahreyn'e yolladı . Yolda Yemâme civarmdan geçerken Müslümanlara kat ılanlar oldu. Meş hur Sumâme bin Usâl bunların başında gelmektedir. Kays bin 'Asım da bu yolculuk s ırasında topladığı zekât deve ve atlarım getirip al-'Alâ'ya teslim etmiş, daha önce geçirdi ği tereddütten pi şmanık duyarak al-'Alâ ile birlikte Bahreyn'lilere kar şı savaşmak üzere yola çıkmıştı ". Dehna çölünün ortas ında bir gece yarısı develerin ürkerek kaçması askerin cesaretini fazlas ıyla kırdıysa da, çölde gördükleri bir su onları yeniden hayata ba ğladı . bu sefer de me şhur Ebu Hüreyre de bulunuyordu. Al-Alâ, Hecer'e yakın bir yere kadar ilerledi. Mürtedler 30 Belâziiıi, I. C., S. 134; Taberi, türkçesi. III. C., S. 184 v. öt.; Zehebi, Tarih al C. I., S. 359. 31 Taberi, türk. ter. III. C., S. 177 v. öt.
27
Hutam'ın, Müminler al - 'A/Cı'mn komutası altında günlerce çarp ıştılar; sonunda yaralı Hutam, Kays bin Asım tarafından öldürüldü. Önemli bir mevkii olan al-Gararesir edildiyse de sonunda affa nail oldu Ganimet malları İ slâmiyetin emretti ği üzere askerlere da ğıtıldı . Dinden dönmüş olanlar sa ğa sola kaçışmak te şebbüsünde bulundukça, Müslüman valiler al-'Alâ'dan ald ıkları emir üzerine bunlar ı yakalıyorlardı. Kaçanlar, Müslümanlığı kabul ediyorlar, yahut memleketlerine dönmekten alakonuluyorlardı ; Diğer bir kısmı ise Dârin'e geliyorlard ı Al-Alâ. Bahreyn' de Müslüman olanların artık bir tecavüze maruz kalm ıyacaklarından emin olunca, askerleri ile Dârin üzerine yürüdü; oray ı zaptetti ve durumu Ebu Bekr'e bir mektupla bildirdi. Ebu Bekr ona Ş eybanlar üzerine yürümesini emreden bir cevap yollad ı. Oman ve Mehre'de Ridde'nin önlenmesine gelince : Hicretin 12. yıhnda Oman'da Ezd'lerin ba şında bulunan Lakit bin Mâlik al-Ezdi isyan etti. Şeref bakımından üstünlük iddialarında bulunan ve bir rivâyete göre peygamberlik de iddia eden Lakit İslâmlar'dan Ceyfer ve Abbâd'ı dağlara sığınmak zorunda b ıraktı . Bunlar Halife'den yard ım istediler. Ebu Bekr Ezdler'den Arfece ile Himyerler'den Huzeyfe'yi yardıma memur etti. Ayr ıca Halife kendi emirlerini Yemâme'de tutmıyan İkrime'ye. Huzeyfe ve Arfece'ye yardım ettiği ve büyük bir ba ş arı kazandığı takdirde onu affedece ğini yazdı . Lakit taraftarlarını çoğaltırken, MüslüManlar da kuvvetlerini artt ırmışlardı . Sonunda iki taraf Debâ'da karşılaştılar. Naciye o ğulları ile Abd al - Kays 'lardan kuvvetli bir yardım ekibi gelmeseydi, az kals ın, Lakit bin Mâlik savaşta üstün gelecekti. Taberi bu savaş da mürtedlerin 10 000 ki şi kaybettiklerini yazmakt adır 32 .
Oman bölgesindeki mürtedlerin i şini bitirdikten sonra, İkrime bin kendi askerlerinin ba şında olduğu halde Mehre'ye gitti, Orada biri Şehrit'in diğeri Muharip o ğullarından Musabbih'in idaresinde toplanmış bulunan iki kuvvetle kar şılaştı . Şehrit ile Musabbih'in araları açık olduğu için İkrime'nin i şi kolaylaştı ; önce Şehrit'i Müslüman olmaya dâvet etti. O, ilk ça ğrışta İslâmı kabul etti. Arkas ında bulunan kabileklerin hepsi Şehrit'in izinden gittiler. İkrime, onunla birle şerek Musabbih kuvvetleri üzerine yürüdü. Debâ'dakinden daha şiddetli olan bir savaş sonunda mürtedler yenildiler. Müslümanlar bir hayli esir ve ganimet elde ettiler. Ayrıca bütün Mehre'nin Medine'ye boyun e ğmesini sağlamış oldular.
Ebu Cehl
32 Taberi, de Gaeje baskısı, L C. S. 1979.
28
Bu arada Yemen'de de ikinci bir ridde vuku bulmu ştu: Halife Ebu Bekr âsi Esved'in öldürülmesinde büyük bir rolü olan Firûz'u Yemen'e vâli tâyin etmi şti. Yukarıda bahsedildiği üzere Yemen'in isyanı, esasında bir Arap - Ebna mücadelesi idi. Asi Esved, Ebna'dan olan Firaz al - Deylemrnin de büyük gayretleri ile ortadan kald ırıldıktan sonra, bu mücadele ancak çok kısa bir zaman için önlenebildi. Ebu Bekr'in Yemen'e Firû z al - Deylemryi vâli tâyin etmesi, onun Cüşeyş al - Deylemi ve Dazaveyh gibi hemşehrileriyle birlikte i ş görmesi, ırkan Arap olan Kays bin Makşuh al - Muradi'yi son derece kıskandırdı . Zira Yemen'in isyân ve irtidadında o da islâmlarla birlikte hareket etmi ş ve bir hâyli tehlikeleri göze almıştı . Buna ra ğmen, Yemen ötedenberi oldu ğu üzere gene Ebna'mn hükmü alt ına verilmi ş , Kays ise bekledi ği mükâfatı elde edememişti. İşte bu yüzden o da hileye ba ş vurarak Ebna'dan olan Dazaveyh, Firaz ve Cüşeyş'i öldürürse, yâni Halife'nin Yemen'e memur etti ği kimseleri ortadan kald ırırsa, Yemen'in idaresini kendi eline geçirebileceğini ümit etti. Kısa bir devre için i şler Kays bin Mak şuh'un ümit etti ği gibi cereyan etti. O, önce Dazaveyh'i öldürdü. Fakat evine dâvet etti ği diğer iki kişi bir tesadüf eseri olarak onun plânlarm ı ö ğrendiler ve Havlanlar' a sığınmak üzere kaçt ılar. Kays bin Mak şuh al-Muradi, San'a şehrini zaptetti; vergileri kendi nam ına topladı ; Ebna'yı üçe böldü. Bir kısmını deniz yoluyla Aden'den, bir k ısmını karadan İran'a sevketmek istedi. Firuz al - Deylemi ise bo ş durmadı Ukayl ile Ak'lerden aldığı yardımcı kuvvetlerle Kays' ın üzerine yürüdü. Kays bin Mak şuh al - Muradi ise Esved'in şurada burada ba şı boş bir hâlde dola ş an süvarilerini kendisiyle birleşme ğe çağırdı . Onlar Kays bin Mak şuh al - Muradrnin bu teklifini kabul ettiler. Firûz al - Deylemi ise Ebu Bekr'in gönderdi ği elçi ve mektuplardan sonra Tihâme ahalisinden olan Tâhir bin Ebi HWe'llin idare ettiği kuvvetlerle, Muhâeir bin Ümeyye komutasında Medine'den gönderilen bir ordunun yardımlarıyla takviye edilmi şti İki düşman San'a yak ınında çarp ıştılar. Arap Kays, yâni Kays bin Makşuh al - Muradi sava şı kaybetti; kaçt ı. Bir müddet sonra Kays'a uymuş olan Amr bin Ma'di Kerib, Muhacir bin Umeyye'nin kuvvetlerinin çoklu ğu karşısında kurtuluş u Müslümanlara teslim olmakta görerek, amân andi bile almaya lüzum: görmeden Kays'dan ayr ılıp Müslüman karargâh' ına geldi. Az sonra Kays bin Mak şuh al - Muradi de Müslümanlar'ın eline esir dü ştü. Her ikisi zincirlerle ba ğlanarak Medine'de Hâlifenin yanına gönderildiler. Muhacir bin Umeyye, San'a'ya girdikten sonra memleketi çapulculardan ve Esved'in artakalan süvarilerinden temizledi. Orada sükûnet ve düzeni yeniden kurdu. Medine'de bulunan iki esirden, bilhassa Dazaveyh'in katili olan Kays için, Ebu Bekr idam 29
cezası verdi ise de o, bu cinayeti i şlememiş olduğunu, Peygamberin minberi önünde elli kere yemin etmek suretiyle teyid etti ği için affa nâil oldu. 'Amr bin Ma'di Kerib de ayn ı zamanda affedildi.
Muhacir bin Umeyye ise Yemen valili ğini Hadramavt vâlili ğine tercih etti ve Firilz ile birlikte Yemen'i idare etti. Hadramavt hâdiselerine gelince: Bu s ırada Hadramavt valisi Ziyad bin Lebid idi. Hz. Muhammed'den sonra zekât ödeme vakti geldi ğinde, Ziyad bin Lebid halkı Peygamberin emirlerini eskiden oldu ğu gibi yerine getirme ğe davet etti. Bu emirler ise Hadramavt zekat ımn Kinde'de i Kinde'nin zekat ımn ise Hadramavt'ta da ğıtılması yolunda verilmişti. Hadramavthlar Kinde'nin isteklerini yerine getirmediler;dinden dönüp dönmemek hususunda da tereddüt geçiriyorlard ı . Ziyad bin Lebid onlara karşı harekete geçmedi, Muhacir bin Umeyye'nin gelmesini bekledi. Muhacir bin Umeyye, San'a'ya gelince Hz. Ebu Bekr'e bir mektup yazdı ; gelen cevapta, Muhacir ile İkrime'nin Hadramavt'a kadar ilerlemeleri emrediliyordu. Muhacir bin Umeyye, İkrime bin Ebu Cehl, Ziyad bin Lebid ve daha ikinci derecede baz ı Müslüman komutanlarm yardımlarıyla kindeler'den ve Riyad'da bulunan 'Amr bin Muaviyye'lerden küfre sapanlar cezaland ırıldılar Hadramavtlular'dan pek az insan dinden dönenlere yard ımda bulunmuştur. Hadramavtlular her zaman Ziyad bin Lebid'i korudular. Kindeler'in bozguna u ğramasından sonra, Nuceyr kalesinde esir edilenlerden Eş 'as bin Kays, İkrime bin Ebu Cehl'den amân alarak Muhacir bin Ümeyye'nin kar şısına çıktı ve kendisiyle birlikte dokuz esire de amân taleb etti. Sonunda i ş Halife'ye havale edildi. Halife Hz. Ebu Bekr büyük bir mevki sahibi olan Eş 'as'ı affedip kendi kız karde şi ile onun evlenmesine müsaade etmi ştir ". Buraya kadar yazd ıklarımızla Ridde'nin ana çizgilerini göstermi ş ve bu arada en önemli Ridde olaylarım özetle ıniş bulunuyoruz. Oysa Arabistan'da Ridde'nin tarihine, yaz ımıza başlarken de bildirmi ş oldu ğumuz gibi, ilk İslam tarihçileri tarafından başlı başına bir kitap dolduracak kadar yer verilmi ştir. Yukarda aç ıkladığımız sebeplerden de anla şılıyor ki, orientalistlerin Hicretin 11 - 12. y ıllarında Arap kabilelerinin Ebu B ek r'e vergi verme ği reddetme manas ında anladıkları 34 Ridde tamamiyle siyasi ve iktisadi sebeplerden do ğmuştur. Ridde Kurey ş hükümetine kar şı 33 Belazüri, türk. ter., s. 165. • 34 Höhnerbach, Watima's Kitâb ar - Ridda aus İbn Hağür's isâba, Wiesbaden 1951, S. 10. •
30
bir ayaklanmaydı ; yoksa her yerde dinden ayr ılma demek de ğildi. Baş a geçen mütenebbiler atr ık bir putun adına değil, tıpkı Hazr et -i Muhammed gibi Allah'ın adına ortaya ç ıktıklarını iddia ediyorlardı . Ayaklanmaların Medine hükümetine yönelmiş bulunan nefreti, sadece zekât vermek mükellefiyetinden de ğil, Hazreti Muhammed'in hükümetinin sonlarına do ğru, hukuk ve din bak ımından aydınlatılmaları ve onlardan vergileri toplamalar ı için kabileler aras ına gönderdi ği zekât âmillerinin uyand ırmış oldukları hoş nutsuzluktan da do ğmaktaydı 35 . Merkezden gönderilmi ş veya yerliler aras ından tâyin edilmiş bulunan bu vergi âmilleri hem vergileri toplar, hem de yerli aristokrasiyi mürakebe ederek, buralarda Medine merkezi hükümetini temsil ederlerdi. Hazret-i Muhammed'in ölümü üzerine bu vergi âmilleri, e ğer islâmiyet'e sad ık kalan bir azınlığa sığınamadılarsa kaçmak mecburiyetinde kalmışlardı . Yukarıdaki açıklamalardan da anla şılıyor ki. islâmiyet din olarak baz ı bölgelerde henüz derinle ş ememiş , siyasi kuvvet olarak da henüz iyice yerle ş ememişti. Yâni dini ödevlerine iyice al ış amamış olanların ayaklanmas ı din olarak İslâmiyet'in oralarda sathi olduğuna, Kureyş 'e vergi vermemek için ayaklananlar ın durumu ise, siyasi bir kuvvet olarak islâmiyet'in baz ı bölgelerde henüz kuvvetlenmemiş bulundu ğuna örnek te şkil etmektedir. Böylece Ridde bu devirdeki ruhi, sosyal ve siyasi durumun gizli sebeplerini ortaya ç ıkarmak bakımından ara ştırılması gereken bir konu olduğu gibi, yalancı peygamberlerin faaliyetlerine uygun bir bölge temin etmesi bakımından da büyük bir önem ta şımaktadır. 3. DI Ğ ER SEBEPLER Yalancı peygamberlerin ortaya ç ıkış sebepleri aras ında kabile rekabeti, kabile istiklaline ba ğlılık, politik ihtiras, kâhinlik yoluyla nüfuz kurmak da sayılabilir.
A Kabile rekabeti ve kabile istiklâline ba ğlılık: Araplar'da kabileler aras ında ötedenberi rekabet eksik olmam ış tır. Hatta bunu, kuvvetini kaybetmi ş , zayıflamış bir halde zaman ımızda bile görmek mümkündür. Ş airlerin bu yolda, gerek irticalen, gerek hazırlıklı olarak söyledikleri birçok şiirler, bize kadar gelehilmi ştir. Her 35 Wellhausen, Skizzen und Vorarbeiten, VI., S. 7.
31
Arap, kendi kabilesinin üstünlü ğünü fırsat dü ştükçe, muvaffak olabilece ği nisbette müdafaayı âdeta bir vazife bilir ve hürriyetine oldu ğu kadar, asaletine de dü şkünlük gösterirdi. V ak ı drnin Kit ab -ül-Me gazi' sinde bu hususta ş öyle bir misal mevcuttur: "Fezare'lilerden Uyeyne
bin Hısn; Temim kabilesine bir bask ında bulunmuş, onbir erkek, onbir kadın ve otuz çocuk esir getirmi şti. Bunun üzerine Temim kabilesinden on elçi Hazret-i Muhammed'e geldiler ve bunlardan birisi, Temim kabilesi nin, doğunun en asil, en zengin ve en kalabal ık kabilesi olduğu hakkında bir söylev verdi. Bunun üzerine Hazret-i Muhammed Sâbit bin Kays' ı çağırdı. Sabit hazırlıklı olmadığı hâlde, Resâlullah ve taraftarları hakk ında bir methiye söyledi. Bunun üzerine Temimilerin şairi Zibrikan bin Bedr, Temimileri öğen birkaç beyitle bunu karşılamaya çalıştı : "Biz en asilleriz, hiçbir kabile bize yeti şemez, krallar da bizim aramızdadır ve bizde kiliseler yapılır!" dedi Hazret-i Muhammed'in emri üzerine Zibrikan'a, Hassan bin Sabit , Muhacirân ve Ensar' ı metheden bir kaside ile cevap verdi. Temimiler yaln ız kahnca bu yarışmada yenilmiş olduklarını kabul ettiler ". Ileride de aç ıklanaca ğı üzere, bu kabile rekabeti, kabile asabiyeti ve ittifakları 37 Araplar'da VII. Yüzy ılın ilk yarısına do ğru dini inançlardan da bazen üstün bir yer tutuyordu. Nitekim Halid bin Velid, Yemame savaşı sırasında ele geçen esirlere sorular sordu ğu zaman, onlar kendisine "Biz diyorduk sizde bir peygamber, bizde de bir peygamber olsun" 38 dediler. Yâni Araplar Kurey ş 'den çıkan Peygamber'e tabi olmaktansa, kendi kabileleri aras ında çıkıp peygamberlik iddia eden birinin gösterece ği yolda yürüme ği daha uygun görecek kadar bu hususta ileri gidiyorlard ı . Kabile asabiyetinin en güzel örneklerinden birini daha Taberi'de buluyoruz". Talhat ün-Nemri Yemâme'ye geldi; ahalisinden "Müseylime
nerede?" diye sordu. Ona, "Sen onu Müseylime ad ıyla anmaktan sakın, Tanrı elçisi nerede?" diye sor dedikleri zaman o, "Hayır kendisini görmeden, onu Tanrı elçisi diye anamam" cevab ında bulundu. Müseylime onun yan ına geldiğinde, "Müseylime sen misin" diye sordu; o, "Evet 36 Vikıdi, Kitab ül - Megâzi, Wellhausen yay ım, Berlin 1882, S. 386. 37 Taberi, Tarih ül - Umem ve'l - Mülük, Kahire 1326, III., S. 230'da Esed ve Gatafan kabileleri ile Tay kabilesinin baz ı boyları Tuleyha'nm etrafına toplandılar, bunların birleşmelerinin sebebi Cahiliyye devrinde aralar ında bir andla şmanm mevcut bulunmas ındandır; demektedir. Uyeyne Gatafan'lara ş öyle demi ş "Esed kabilesi ile aramızdaki andlaşmayı yeniliyece ğiz; Tule yha'dan taraf olaca ğım; çünkü müttefikinaizden olan bir peygambere uymak, Kurey şli bir peygambere uymaktan daha iyidir". diye yaz ıhdır. Bu misâl bize şefler arasında mevcut olan andlaşmalarm, halkın inançlarını ve Medine hükümetine dinen ba ğlı bulunmalarını kaale almadığını ifade etmesi bakımından önem ta şımaktadır. 38 Taberi, tür ter., III. S. 154. 39 Taberi, Arap., III, S. 245 - 50.; tür. ter., III., S. 148.
32
benim" diye cevap verdi. Talha ondan "Senin yan ına kim geliyor?" diye sordu; o, "Rahman geliyor" dedi. Talha ondan "Karanlıkta m ı geliyor, aydınlıkta m ı geliyor ?" diye sorduğunda, o, "Karanlıkta geliyor" cevabını verdi. Bunun üzerine Talha "Senin yalanc ı olduğuna tanıklık ederim; fakat Rebia oğullarından olan bir yalancı, bizim için, Mudarlar'ın doğru olan peygamberinden daha iyidir" diye söyledi. Makrizrnin "en - Niza ve t-tehasum fi ma beyne beni Ümeyye ve beni Hâşim" adlı kitabı da başından sonuna kadar Emevi ve Ha şimi kolları arasında yıllarca sürüp giden bu kabile rekabetini anlatmaktad ır40. Yukarıdaki misâller gösteriyor ki, Esved, Tuleyha, Secah ve M üs e ylirn e gibi yalanc ı peygamberlerin, çok say ıda ve oldukça nüfuzlu insanlar tarafından tanınmış olmalarının sebepleri arasında kabile asabiyeti ve kabile istiklaline ba ğlılık da yer almaktad ır.
B. iktisadi ve siyasi sebepler: islamiyet Arap Yar ımadasında geniş halk kütleleri tarafından kabul edilince, Medine ş ehri hem dini, hem siyasi bir merkez halini almaya ba ş lamıştı . Bunun tabii bir sonucu olarak iktisadi bakımdan da bu şehrin önemi artmıştı ; çünkü islamın ş artlarından birisi olan zeka ve sava şlardan elde edilen ganimetler gene Medine'de toplan ıyordu. Bu, öteki büyük kabilelerin, bilhassa Temim ve Hanife kabilelerinin tamam ı ve kıskançlığını mucip oluyordu. Bu yüzden H azr et - i Muhammed ölünce, E s e d, G at af an ve T ay y kabilelerinden baz ı kollar Medine'ye elçiler göndererek, dinde sabit kalacaklarını, namazı k ılacaklarını, fakat zeldtttan muaf tutulmak istediklerini bildirdiler. Bu teklifi ba şta Ömer bin H att ab olmak üzere Sehabe çok müsait kar şıladılar. Çünkü hemen her kabileden irtidad yoluna sapanlar ın sayısı gittikçe artmakta oldu ğu gibi, ii- same ordusu da Suriye'den Medine'ye henüz dönmemi şti. Taberi'deki bir rivâyete göre 41 ancak K ur ey ş ve S akif kabileleri irtidad etmemişti. H av a z inler ise mütereddit kalm ışlardı BI; elçilere Ebu Bekr'in verdi ği cevab ı gene Taberi 42 şu ş ekilde anlatır: "Zeldıt
olarak vermekte olduğunuz hayvanların bağlarını vermediğiniz takdirde bile sizinle sava şacağım", Peygamberin ölümü üzerine her tarafta ba ş gösteren dinden ayrılma ve isyanlar zekat vermek istemiyen kabilelerin işine gelmiş , bu suretle de Medine'ye gönderilmek için haz ırlanan zekât devleri yeniden eski sahiplerine iade edilmi ş veya kabile şeflerine teslim 40 Bu hususta fazla bilgi edinmek için bk. Makrizi, en- Nizâxe't-teht ısüm fi ma beyne Beni -eıneyye ve Beni Ha şim, Mısır. 1937. 41 Taberi, Arap., III., S. 221. 42 Taberi, Arap., III., S. 222; tür., ter., S. 72.
33
edilmişti. Ömer bin Hattab' ın da söyledi ği gibi " Araplar yaln ız malları için hasistiler. Bu iktisadi ve siyasi durumdan faydalanmak isteyen baz ı kimseler, kendi kasaba ve bölgelerini Medine hükûmetinin nüfuzundan s ıyırarak kendi ş ahıslarına ba ğlamak ve böylece zekât veya ba şka adlarla toplayacakları vergileri, kendilerinin ve kabilelerinin refah seviyesini artt ırmak için kullanmak istiyorlard ı . İşte böyle bir gayeye ula ş abilmek için baz ı kimseler peygamberlik iddias ını da kendilerine uygun bir yol olarak seçtiler. Dikkati çeken bir cihet de ele ald ığımız dört mütenebbinin dördünün de dini hüviyetlerinin yanı başında, siyasi hüviyetlerinin, yâni şeflik arzularımn yer almış olmasıdır. Esved ül - Ansi, Tuleyha, Secah, Müseylime, hepsi de birer siyasi, hatta askeri ş ef idiler. Esved kısa zamanda güney Arabistan' ı Hicaz sınırına kadar eline geçirme ğe muvaffak olmu ş , Secah Medine hükûmetinin zay ıf anlarını beklemiş , Tuleyha İslâmlar üzerine ilk akıncı kuvvetlerini yollamış , Müseylime ise Yemâme toprakla= kırkbin asker ile savunmu ştur.
C. Kâhinlik: Bütün bu hareketlerin meydana gelebilmesi için, bu siyasi ş ahsiyetlerin hususi kabiliyetlere sahip olmalar ı gerekiyordu. Nitekim her şeyden önce bunlar, mensup bulundukları kabilelerin en yüksek tabakasından idiler veya do ğrudan do ğruya bu kabilelerin ba şkanları idiler. Ayrıca kâhindiler de. Araplar'da kâhinlerin verdikleri hükümler itirazs ız kabul edilirdi. Bunların halk üzerindeki nüfuzlar ı çok büyüktü ve onların bu nüfuzları çok kere kendi kabilelerinin s ınırların,' aşmıştı . Bir kabiledeki kâhin ekseriya kabilenin seyyidi olup idareci, münevver zümresine dahildi 44 İnceledi ğimiz mütenebbiler den olan Müseylime, Tuleyha, Esved ve Secah da kâhin idiler ". Bunlar kabileda şlarında uyanmış olan dini temayüllerden kâhinlerin eski ifade vas ıtaları olan secili konu şma usliibu ile söz söyliyerek kendi hesaplarına istifade etmesini bilmişlerdi. .
43 Caetani, İslâm taihi, İst. 1926, VIII., S. 207'ne Vâk ıdrnin Kitab ür - Riddesinden naklen Ömer bir Hattah'ın Ebu Bekr'e "Araplar yalmz mallar ı için hasistirler. Bu yılın sadakasını onlara bağısla" dediğini kaydetmektedir. 44 A. Fischer, İslâm Ansiklopedisi, Kehânet maddesi, cüz 55, S. 72 - 73. 45 Gaudefroy Demonbynes et Platonov. a. g. e, S. 137.
34
IV. YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKIŞLARI VE BUNLARIN HAYAT VE FAALIYETLERI
Yalancı peygamberlerin meydana ç ıkmasınm sebeplerini genel olarak yukarıda açıklamış bulunuyoruz. Şimdi bu dört ş ahsın tarih sırasıyla hayat ve faaliyetlerini gözden geçirece ğiz. 1. ESVED
- ANS/
A. Esved'in soyu: Sahte peygamberlerin en tehlikelilerinden ve ilklerinden say ılan Esved ül-Ansi, adında da anla şılaca ğı üzere Yemen bölgesinde oturan Ans kabilesine mensuptu 46. Asıl adı Ab h al a bin Kââb bin Avf 47 48 Z U umar (hı ile), yahut Zu '1 - H ı m ar (ha ile) olanEsved' da denmektedir. Birincisi peçeli, ikincisi e ş ekli demek olan bu iki lâkabin her ikisi de do ğru olabilir Çünkü Esved'in a ş ağıda görece ğimiz üzere, bazı marifetler yapan bir e şeği varmış . Diğer yandan Esved'in her zaman bir peçe ile örtülü olarak gezmesinden dolay ı Z u '1 - umar (h ı ile) lâkabım taşımış olması da muhtemeldir 49 . Zira Samiler'de kâhinlerin ve peygamberlerin çok kere bir peçe ta şımaları eski bir gelenek icabı idi 5° Musa P ey gamb e r'in de böyle bir peçe ta şıdığı in eirde yazıhdır 51 46 Ans kabilesinin soyu hakkında geniş bilgi edinmek için bk. Belâzöri, Futuh ül - Buldân, tür. ter., I., S. 170, v. öt.; arap., Kahire 1901, S. 111. 47 Bu isim yukarıda işaret edildiği üzere Abhala bin K'ab şeklinde kaydedildiği gibi (bk. Taberi, arap., III., S. 188; tür. ter., II., 2., S. 914); İbni Hald'ün, Kitab ül - İber, Mısır 1284, II., teknıile, S. 60; El-Vatvat, Gurer ül-Hasâis ül-Vaz ıha ve Urar ün-Nekâis ül-Fadiha, Mısır 1318, S. 131; Ebu'l - Fida, Tarih, I., S. 163 v. öt.) a şağıdaki tarihler-de ise Ayhala şeklinde kaydedilmektedir: Mes'udi, Müruc uz-Zeheb ve Maadin ül-Cevher, Paris, 1814 ,IV., s. v. öt.; Mirhond, Ravzat us- Safa. Leknou II., S. 221; Belûzâri, Fütuh ül - Buldân , Kahire 1901, S. 111, tür. ter., I., S. 171; Wellhausen, Reste arabischen Heidentums; Berlin 1899, S. 135. 48 Belâzüri, Ayhala'ya yüzünün siyah olmasmdan dolayı Esved denildi ğini Futuh ülBuldân, S. 111., tür. ter., S. 171'de yazmaktad ır. 49 Taberi, arap., III., S. 189; Ebu'l-fida, Tarih I., S. 163 v. öt.; el-Vatvat, Gurer ül-Hasâis, S. 113; Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 135. 50 Wellhausen, Reste, S. 135. 51 Incil, Korintoslulara ikinci mektup (III., 13 - 18.); Buhari , Sahih, M ısır tabı (1320), S. 52'de "Himar Esved'in şeytanuun adı imiş" demektedir.
35
B. Esved'in olağanüstü kabiliyetleri ve faaliyetleri: Esved bin Kâ'b bin Avf önceleri kâhinlik eder, çok güzel konu şur, tatlı sözleriyle olduğu gibi halka gösterdiği bir takım hokkabazlıklarla da cahil insanları aldatmasını pek iyi bilirdi 52 Asıl yurdu ve do ğduğu yer K e hf-i H ub b ân idi. Esved öyle acâip maharetler gösteriyordu ki, Mezhiç kabilesinden birçoklar ı onun her arzusuna ba ş eğecek duruma gelmişlerdi. Onun bir e şe ği vardı . Esved hayvanın kula ğına eğilip: "Rabbine secde et" dedi ği vakit, o secde eder, "Kalk" diye emir verdi ğinde de, kalkardı . Pek çe şitli hayvanların alıştırıldıkları takdirde yapt ıkları birçok marifetlerden biri olan bu hareket o zaman Esved'e itibar edenler tarafından mühimsenmişti Sırası gelince anlat ılaca ğı üzere Esved teriplediği bir nümayış gününde, yüz kadar hayvan ı bir çizgi çizip bunun üzerinde sıraya dizer ve gene s ırasıyla hepsini mızraklar. Halkı dehşet içinde b ırakan bu vah şiyane işi bitirinceye kadar, hiçbir hayvan çizginin üstünden kımıldamaz. Birçok inan ılır kaynakların verdiği bu haberler, bizde onun kâhinli ğinin yanı sıra, kuvvetli bir ipnotizmac ı olduğu kanaatini haklı olarak uyandırmaktadır. Hicret'in 10. yılında Hazr et -i Muhammed vedâ hacc ından dönerken, hastalanınca islamiyet'in henüz tam man asiyle benimsenmemi ş olduğu, yahut ba şka dinlerle omuz omuza ya ş adığı bazı bölgelerde, bu haber vahim sonuçlar do ğuracak bir ş ekilde yayıldı . Bir müddettenberi sessiz çalış an Esved bu haberi duyar duymaz peygamberli ğini ilan etti. Kendisine "Rahman ü 1- Yemen" ad ını verip kahinlerin hyafetiyne bürünmü ş bir halde dola şmağa ve gitti ği yerlerde "R ahm an" ad ına konuşmağa başladı 53 Esved'in ortaya at ıldığı haberi duyulur duyulmaz An s ve M e zhiç kabilelerinden ba şkaları da ona mektuplar yollayarak, ondan taraf olduklar ını bildirdiler. Bu arada Hristiyanlar ın enkesif oldu ğu Neer an ş ehri halkı da Esved'e kolayl ıklar gösterdi 54 Yemen'de o sırada Ebna'lar hâkimdi 55 Habeş boyunduru ğundan kurtulmak için Ir a nl ı1 ar'ı yardıma çağının§ olan Yemenliler, bu sefer de yıllarca süren Iran boyunduruğu altında yaş amağa mecbur kalmışlardı . İşte bu İranlılar'la Yemen'deki Araplar' ın karışmasından meydana gelen yeni nesle Ebnâ adı verilmiştir. .
.
.
P ey g amb e r'in hastalığı haberi Esved'e ula şır ulaşmaz, o kendisinin de bir peygamber oldu ğunu iddia ve her tarafta ilan etmekle kalmay ıp 52 Ebu'l - Fida, Tarih, I., 163 v. öt.; Mirhond, Ravzat us-Safa, II., S. 221; İbni Haldûn, İber, II., tekmile S. 50; Zehebi, Tarih übisiam, I., S. 341. 53 Belâzûri, a. g e. S. 111; tür. ter., I., S. 171. 54 Taberi a. g. e. arap, III., s. 189; tür. ter., II., 2., S. 915. 55 Caetani, a. g. e. IX.,S.94'de belki de bir yanl ışlık eseri olarak"Ebnalan yani Habe şlileri" dernekle Ebnâ'larla Habe şlileri biribirine kar ıştırmıştır.
36
bütün Yemen'i kendi hâkimiyeti alt ına almaya te ş ebbüs etmişti. Yukarda da söylendiği gibi Mezhiç kabilesi onun göstrdi ği acaip maharetlere hayran kalmış ve onun peygamberli ğini kabul etmişti. Necranlılar da ona bazı vaitlerde bulunmu şlardı . O sırada Necran valisi, H a zr et -i Muhammed'in oraya tâyin etmi ş olduğu Amr bin Hazm, Hemdanlarınki A'mir bin Şehr, San'a valisi ise Şehr bin Bâzan idi. Mu' az bin Cebel ise Hazret -i Muhammed taraf ından Yemen'e gönderilen vali ve memurların, vergileri hakk ıyla alıp almadıklarım kontrol etmek ve İslam dininin teferruat ı hakkındaki bilgileri halka ö ğretmek maksadıyla oraya yollanmış bulunuyordu ". - Fida der ki ", "Esved irtidad edip peygamberliğini iddia eden yalancılardandır. Necran
halkı ona mektup yazd ı. Necran'da Müslümanlar'dan Amr bin Hazm ile Hâlid bin Said bin el-As " bulunuyordu. Necran halk ı bunları sürüp şehri Esved'e teslim ettiler". Esved'in irtidad etti ğini ileri süren bu ünlü tarihçinin iddias ını öyle kolayca kabul etmemiz mümkün de ğildir. Zira T ab eri de onun İslâmiyet'i kabul etti ğine dair bir kayda tesadüf etmediğimiz gibi, B el â zûri'de bunun tam aksini ispat edecek olan şu sözleri görüyoruz: "Tanrı Elçisi öldüğü y ıl, Cerir bin Abdullah Beceli'yi
İslâmiyet'i kabule çağırmak üzere Esved'e gönderdi. Cerir o yıl Müslüman olmu ştu. Esved İslâmiyet'i kabul etmedi "." Esved'in İslâmiyet'i kabul etmedi ğine dair ba şka bir delili de S eyrin rivâyetinde buluyoruz 60
Yemen'de isyân ba şlayınca Peygamber'in tâyin etmiş olduğu A.smir bin Şehr, ül - Hemedâni, Firuz, Dazaveyh gibi önemli memurlar Peygamber'den aldıkları mektuplar üzerine haz ırlanmağa başlamışlardı ki, Esved'den de bir mektup ald ılar. O, mektubunda "Ey yabancılar, ilimizden aldığınız toprakları bize veriniz. Topraklar ının bize b ırakınız ; biz bu toprak ve toplanan mallara, sizden ziyade müstehak ız" diyordu. Esved Müslüman olsaydı , Müslüman memurlara böyle bir mektup yazmazd ı . Anlaşılıyor ki, Esved Medine hükümetinin Yemenli Müslüman halktan toplad ığı zekât malları ile Mus evi, Hristiyan ve M e c ilerden ald ığı cizyeye muhalefet etmekle kalmayıp Hazret-i Muhammed'in hasta olmas ından fay56 Taberi„ tür. ter., III., S. 42 v. öt.: Tanr ı elçisi, Bâzan ile birlikte Yemenlilerin İslâmiyet'i kabul etmesinden memnun olmu ş ve Bazan' ı bütün Yemen ülkesinin valiliğine tâyin etmişti.Sehir ve kasabalar da Bazan' ın emri altında idi. Oluncaya kadar bu vazifesi devam etti. Bazan ölünce Tanrı Elçisi bu vazifeyi sahabeden baz ıları arasında böldü. Bunlardan birkaçnun adı : Şehr bin Bâzan, Âmir bin Şehr ül-He ınedâni, Abdullah bin Kays, Ebu Musa el Eş'ari, Hâlid bin Said bin ül-ks, Tahir bin Ebi Hule, Yalâ bin İTmeyye ve Amr bir Hazm ile Ziyad bin Lebid'tir. 57 Ebul'-Fida, a. g. e., I., S. 163. 58 Belaziiri, a. g. e., tür. ter., I., S. 271'de Hâlid bin Said bin el-As' ı San'a'da vali olarak göstermektedir. 59 g. e. tür. ter., I., S. 171. 60 Taberi a. g. e. arap, III, S. 214, tür., III. S. 44.
37
dalanarak, Kurey şliler'in Yemen'deki hakimiyetini de yıkmak istiyordu. Şu halde Ebu' 1 - Fi d a'mn söyledi ği gibi Esve d'in dinden dönmü ş olması bahis konusu olamaz. Bu ayaklanma, sadece Medine hükûmetine kar şı değil, aynı zamanda İ slâmiyet sayesinde üstünlü ğünü muhafaza eden Ebnalara kar şı idi de. İşte böylece milli bir isyanın başına geçmiş bulunan Esved yeni bir din kurmaktan ziyade, yeni ülkeler fethetme ğe önem vermi ş , peygamberlik iddialarını ise sadece bu emelinin tahakkuk etmesi için bir vas ıta olarak kullanmıştı . Esved'in isyanı kısa zamanda bir yangın gibi güney Arabistan'a yayıldı . Buna karşı, H a zr et 'i Muhammed, hasta olmas ına ra ğmen, emirlerini ve tavsiyelerini bildiren mektuplar yoll ıyarak Hic a z'dan çok uzakta bulunan bu bölgelerdeki isyan hareketlerini bast ırmağa koyul du. Yemen'deki Ebnalara bir elçi göndererek E sv e d'le sava şmalarım ve onlara yazmış olduğu mektupta adları bildirilen baz ı kimselerden yardım istemelerini emretti. Ayn ı zamanda bu kimselere de, Ebnalara yardım etmelerini bildirdi. Böylece Veber bin Yuhannes'i, Firûz ile Cüşeyş üd-Deylend ve Dazavehy'i istahri'ye ve Cerir bin Abdullah' ı ise Zu-l-kila ile Zu Zuleym'e elçi olarak yollad ı ". İ bni Ab b as'a göre Esved ül - An s i'ye kendi ülkesinde ilk kar şı koyanlar Âmir bin Ş ehr ül - Hemedûni ile Firûz ve Dazav ey h 'olmuşlardır 62 Mirhond daha önce ölmüş bulunan B az an' ın Müslüman oldu ğunu 63 ve Yemen halkını islam'a te şvik ettiğini kaydetmiştir ki, Medine ile Yemen aras ında bir ihtilafın mevcut olmamas ı, onun valiliği sırasında Yemen'de islamiyetin yay ılmaya başlaması, bu iddiamn do ğruluğuna bizi inandırmaktad ır 64. .
61 Taberi, a. g. e., arap, III., S. 214. 62 Bu >Imir bin Şehr ül - Hemedânryi ırkdaşı Şehr bin Bâzan veya Bazan ile kan ştırmamamak gerekir. 63 Mirhond, a. g. e., II., S. 221. 64 Wellhausen, Skizzen, VI., S. 36'da Ebna'n ın Mecusi olduğunu hatta Firûz, Dazaveyh've ileride de görece ğimiz Kays bin Mak şuh'un Müslüman memuru olmak şöyle dursun, Müslüman bile olmadıklarını iddia ediyor ve onun bu fikrini önce Caetani, sonra da di ğer orientalister (bunların en sonunculanndan olan Höhnerbach da dahil) kitaplannda kabul ediyorlar.Bu iddiay ı Kays için kabul etsek bile Firûz ve di ğer Ebna hakkında münaka şasız kabul etmemiz pek güçtür. Çünkü Belazûri, Firûz'un Islâm' ı kabul ettiğini (arap S. 111; tür. ter., I., S. 172) yazmakta, ayrıca Taberi (tür. ter., III., S. 220) de Firfız'un ş öyle bir kasidesini kitab ına almaktadır: " benden önce Islâmiyet'i kabul edenlerin Müslüman olmalar ı bizi Muhammed'e, aile ve tabasma itaaattan ahkoymad ığı gibi islannyet'ten olan payımızı da eksiltmemiştir " Bu kasideyi Firûz, Arap Kays ile mücadeleye ba şladığı sıralarda söylemi ştir. Gene bu konuda. Büchner (Encylopedie de l'Islam, II., S. 102'de) Firtiz'un Müslüman oldu ğunu tekrarlamaktadır.Ebnâ'dan olan Azad'm Müslüman oldu ğu da şüphe götürmez. Çünkü kaymbabası Bazan Müslüman idi. Kendisinin de Müslüman oldu ğu Hondmir, Habib üs - Siyer. Tahran 1333, I., S. 448'de aç ıklamış tır. Bunu teyid eden daha ba şka kaynaklar da vard ır. Aksi halde Resulullah ırk ve din bakımından yabancı olan bu unsura dayanarak Esved'in ortadan kald ırılması gibi mühim bir işe te şebbüs etmezdi.
38
Bazân' ın oğlu Ş ehr, Esved'in ortaya at ıldığı sırada San'a valisi bulunuyor ve pek tabii olarak onu en büyük dü şman kabul ediyordu. Çünkü Necran'daki Müslümanlar'dan olan Ben ül-Hâris'ler bile irtidad ederek Esved'i Necran'a davet etmi şlerdi. Zebid'lerden, Mezhiç'lerden, Üded'lerden birço ğu ona uymuşlardı . Ziyad ül-Kindi ile zekât meselesi yüzünden meydana gelen anla şmazlık sebebiyle K in de halkı da irtidad edip Esved'den taraf olmu şlardı ". Böylece kuvvetlenen Esved, Necran'a do ğru ilerledi ve isyanın onuncu gününde Neer an' ı zaptetti. Birkaç gün sonra Müslüman kuvvetleri, onun Şaub bölgesinde olduğu haberini aldılar. Ş ehr bin B âz ân da isyan ın yirminci gecesinde Esved'e kar şı harekete geçti. Ş ehr bin Bâzân, San'a'dan d ışarı çıktı . Esved'in yamnda Kays bin Abd-i Yegiis (buna Kays bin Hübeyre Makşuh Muradi de denmektedir) 66 Mu aviy e bin Kays ül - Cenbi, Yezid bin Husayn ül - Harisi ve Yezid bin el - Efkel ül Ezdi gibi ş ahsiyetler vard ı ki, bunlar mensup oldukları kabilelerin en ileri gelen insanlar ındandılar; San'a'ya do ğru yürüdüler ve zafer rüzgarı pek de umulmad ığı halde Esved tarafına esti. Esved Ş ehr'i öldürdü 87 San'a'yı zaptetti, çok kere adet oldu ğu üzere ma ğlisıp başkanın karısı Merzubâne Âzad ile evlendi 68 ,
.
Esved kendi peygamberli ğini kabul etmek istemiyen Ebrıdlara pek fena muamelelerde bulundu; Müslüman olanlar da ya kaçmak yahut dinlerinden dönmüş görünmek mecburiyetinde kald ılar. Bu arada Peygamber'in Yemen'e, vergi âmillerini kontrol etmesi ve İslâm dinini oradakilere ö ğretmesi için görevlendirip yollad ığı Muaz bin Cebel de kaçtı ; Mârib'de Ebu Musa el - Esdri'ye rastladı . İkisi birden Hadramavt bölgesine s ığındılar. Muaz bin Cebel Sekun kabilesine, Ebu Musa da Sekeısik kabilesine misafir oldular. Di ğer Müslüman memurlar ın her biri o günlerde sığınacak yerler aradılar ve bu arada Ak kabilesi de bun,, ların adeta hâmisi olmuştu 89 Bu süre içinde Esved, H adramavt bölgesi sınırından Tâif vilâyetine ve Bahreyn bölgeinden Aden'e kadar olan bütün topraklar ı eline geçirmi ş bulunuyordu". Yalnız  k .
65 İbni Haldûn, iber, I., tekmile, S. 67., Höhnerbach, a. g. e. S. 35 , 78. 66 İbni Sa'd, Kitab üt - Tabakat ül - Kebir, Leyden 1940, V., S. 383. 'e göre Mak şuh lökabun almasının sebebi bö ğür boşluğundaki bir hastalıktan ötürü da ğlanmış olmasından ile gelmiştir. (Belözöri, a. g. e. tür. ter., I., S. 178). 67 Taberi, Arap,. III., S. 214. 68 Wellhausen, Skizzen, VI., S. 31.; Eyyüb Sabri, Mahmud üs - Siyer, İ st. 1297, S. 474'de yanlış olarak Merzubâne Azadi, Bözön' ın karısı olarak gösterilmiştir; hakikatte Azad, Şehr'in kansıdır. 69 Belödiri, Arap., S. 112; tür. ter., I., S. 171. Burada Esved Sana'y ı ele geçirdiği vakit Hölid bin Said bin ül - bazı râvilere göre ise Muhacir bin Umeyye'yi oradan d ışarıya çıkarmıştır. 70 Taberi, arap., III., S. 215.
39
kabilesi kıyı bölgelerde Esved'e boyun e ğmemişti. Bu sırada Esved'in baş arısı daha da artt ı, bazı kıyı bölgeleri eline geçirme ğe muvaffak oldu. As er, Ş er ce, Galâfika, Aden ve el Cend'i hükmü alt ına aldı. Geri kalan bölgelerde, Müslümanlar ona kar şı cephe aldılar. Esved böylece geniş topraklara sahip olunca, vilayetlerin idaresini baz ı kimselere vermeği uygun buldu. Askerin komutas ım Amr bin Madikerib'in ye ğeni Kays bin Abd-i Yegils'a" Ebnalar ın idaresini Firılz ve Dazaveyh'e, Mezhiç kabilesi valiliğini de Amr bin Mâdikerib'e vermi şti". Esved bu büyük ve kolay zaferlerden pek ziyade gurura kap ıldı ; komutanlarından ve Ebna'dan olan Fir ılz, D azeveyh ve K ays' ı küçümseme ğe, onlardan yüz çevirme ğe meyletti. Bu s ırada Peygamber'in Sekun'lara sığımmş olan memurlarından Muâz bin Cebel bu kabilenin bir kolu olan Beni Bekr'den bir kadınla evlendi; karısına duyduğu hayranlık onu bu kabileye son derece s ıkı ba ğlarla ba ğladı . Bu suretle de birçok Müslüman memurlar Muâz sayesinde bu kabile mensuplar ı tarafından himaye gördüler. İşte tam bu s ırada Hazret-i Muhammed'in mektubu bunlara ula ştı. Seyf'in bu husustaki rivâyetine bak ılırsa, mektubu getiren Veber bin Yuhannes'tir (Taberi, tür., ter. III. S. 47). Bu mektupta Hazret-i Mumed, dinin korunmasını, dinden dönenlerle sava şılmasım, Esved'in hiyle yoluyla yahut çarpışılarak ortadan kald ırılmasım, yardımı ümid edilen ve dininde sebat gösteren herkese sözlerrinin eri ştirilmesini emrediyordu. Muâz bin Cebel, Peygamber'in emirlerini yerine getirmtk için derhal harekete geçti. O, Kays'ın Esved'den korktu ğunu ve belki bir gün kendisini ortadan kaldırmak isteme ği düşündüğünü tahmin etmi şti. Bunun için Muâz ve arkada şları Hazreti Muhammed'in emirlerini Kays'a anlattılar. Kays bu daveti gökten inmi ş bir müjde gibi sevine sevine kabul etti. Kays hakkında buraya kadar verdi ğimiz bilgi Belazari'de biraz daha değişik olarak şöyle anlatılmaktadır: Hazret-i Muhammed, Kays bin Makşuh ül-Muradryi Ebnalar ı kendi tarafına kazanmak için Ferve bin Müsik ül-Muradi ile birlikte Yemen'e yollam ış , bunlar ise San'a civarına gelince Esved'den taraf görünerek, Mezhiçliler, Hamdanhlar ve başkalarınan müte ş ekkil bir birlikle şehre girme müsaadesini alabilmişlerdi. Şehre girdikten sonra Ebna'lardan olan Firaz'u kendi taraflarma meylettirme ğe muvaffak olmu şlardı". 71 Höhnerbach, a. g. e., S. 101. 72 Mirhond, a. g. e., II., S. 221: Amr bin Madikerib Islam olmu ş ve Peygamberden Zebid'in emirliğini istemişti. Fakat Peygamber buralarm emirli ğini başkalarına verince, o, memleketine döndü. Esved peygamberlik iddias ına kalkışmca Amr bin Mâdikerib de irtidad ederek Esved'e tabi oldu. Bundan ötürü Yemen kolayca Evved'in eline dü ştü diye kaydedilmi ştir. 73 Belaziiri, arap., S. 112; tür. ter., I., 172. Bu rivayetin do ğru olmadığım Höhnerbach da kabul ediyor. Fakat şöyle bir misal veriyor: "Kays'm Müslümanl ıga. karşı' kötü davrandığıııı
40
Bizce Taberrnin Seyf'den ald ığı yukarıda yazılı birinci fivâyet daha doğrudur. Zira Esved gibi cebbar ve zeki bir adam ın, Kays gibi taraftarlara sahip ve ku şku uyandıran önemli bir ş ahsi, hem de Hazret-i Muhammed tarafından memur edilmi ş bir ş ahsi, safdilâne bir şekilde San'a'ya kabul etmesi, öyle kolayca tasvib edilebilecek iddialardan de ğildir. Esasen l3elâzfıri menşeini göstermediği bu rivâyetin hemen altında şöyle demektedir: Onlar Yemen'e geldiklerinde Hazret'i Muhammed'in ölüm haberini aldılar (Belâzûri, Tür. Ter. I., 172). Bu rivâyet ise ileride de gösterileceği gibi, birçok kaynakların verdikleri haberlere aykırı düşmekte, hatta bizzat Belâzâri (Ter. Ter. I. 173), bu rivâyeti gene adlar ını açıklamadığı râvilere dayanarak cerhetmektedir. Esved'in öldürülmesinden sonra vukubulan Yemen'deki ikinci Ridde sırasında, Kays'ın Halife Ebu Bekir'e kar şı cephe almas ı, Ebna'yı sürüp çıkarması da, Seyf'in verdi ği haberlerin do ğruluğunu teyid etme ğe yardım etmektedir. E ğer Kays samimi bir Müslüman olsayd ı, Esved'in öldürülmesinden sonra Yemen'de ikinci bir ridde olay ını ortaya çıkarmak suretiyle islâmlığın başına yeni bi gaile açmazdı . Böylece Müslümanlar'dan Cü şeyş üd-Deylemi, Firûz, Dazaveyh, Kays bin Abd-i Yeg ıls çalışmaya koyuldular ve gereken yerlere mektup lar yolladılar. Fakat Esved bu hususta casuslar ı vasıtasiyle bazı haberler almış olacak ki, Kays bin Abd-i Yegils'u ça ğırtıp ona: "Ey Kays, o (Yani Esved'in şeytanı) neler söyledi biliyor musun?" dedi, "Neler" diye sorunca, "Şeytan diyor ki, sen Kays' ı yak ın adamlarından kadın, o
şeref derecesinde sana denk olduktan sonra, senin düşmanlarının tarafı na geçti, ihaneti içinde sakladı, Şeytan bana, Ey Esved, Ey Esved, onun şerrinden sakın, ağaçtan meyve kopar ır gibi, onun başını kopar; yoksa devletini elinden alcak, yahut başını kesecek" diye söylüyor dedi. Kays on dan bu sözleri işittikten sonra korktu; Zul-Hinıar'm başına andiçerek, Seytan'm yalan söylediğine, Esved'i kendi vücudundan daha aziz tuttuğuna ve hiyanet fikrinden çok uzak bulundu ğuna, onu inandırmağa çalıştı. Kays'ın bu hararetli konu şmasından, Esved'in şüpheleri belki de biraz hafiflemi ş olacak ki, onu serbest b ıraktı. Kays arkada şlarının yamna koşup durumu anlatt ı . Onlar Esved'in şüphelerinin ortaya çıkardığı bu büyük tehlike ve tehdit alt ında ne yapacaklar ını düşünürlerken, Amir bin Şehr, Zi Zrıd, Zi Merran, Zi Kilâb, Zi Zuleym' ın Esved'e karşı harekete geçtiklerini ve kendilerine yard ım vaadleriııi ihtiva eden haber(Seyre göre) bir takım misâllerle Yemen'in birinci Riddesinde açıkça görüyoruz". Bunun için Bel'azürrnin yazdığı doğru olamaz diyor. Hffibuki Kays asil, Yemen'in ikinci Ridde'sinde Müslümanlara kargı ityi davranınamıştır. Bu nokta Höhnerbach' ın gözünden kaçmış olmak. Höhnerbach, a. g. e. S. 71.
41
leri aldılar. San'a'dakiler, yâni Kays, Firûz, D azaveyh, Cü ş ey ş ve taraftarlar ı onlara , kendilerinden emir almadan harekete geçmemelerini yazdılarsa da, dinletemediler. Çünkü onlar Hazret-i Peygamber'den Esved'e kar şı bir hareket haz ırlamaları için mektup almışlardı San'a'dakiler Esved'in şüphelerinin artmas ından ve kendilerinden önce harekete geçmesinden korktuklar ı için evvelce Şehr bin Bâzânia bunun öldürülmesinden sonra da Esved'in kar ısı olan Azad ile i ş birliği yapmak gerekti ğine karar verip Azad' ın ameasıoğlu olan, Firûz ü d - D eylemryi saraya gönderdiler 74 Burada Taberi (Tür. Ter. III., S. 50) Seyf'in bizzat C ü ş ey ş 'd en nakletti ği birinci rivâyete dayanarak, Cüşeyş'in Azad'a gönderildi ğini yazmaktadır. Gene Seyf bu defa men şei Fir z'a dayanan (Taberi, Tük. Ter. III., 60) rivâyetleri naklederken, Firûz üd-Deylernrnin izad' ı ziyaret etti ğini söylemektedir. Bu iki rivâyetten hangisinin do ğru olduğunu kesin olarak söylemek güç olmakla beraber, Merzubâne Âzad' ı ziyaret eden kimsenin, onun amcas ı oğlu olan Firûz oldu ğunu kabul etmek her halde daha do ğrudur. Çünkü Cüşeyş , kendisinin saraya iki defa gitti ğini bildirmekle beraber, üçüncü ziyareti Firûz'un yapt ığım bizzat itiraf etmektedir. Birinci rivayette Esved, Cüşeyş 'den şüphelendiği için onu döver. Merzubâne imdada ko şup akrabası olduğunu söyliyerek, belki de öldürülmekten onu kurtar ır. Sonra Firûz saraya gönderilir; hemen hemen ayn ı vak'a tekrarlanır. Âzad Firûz'un süt karde şi olduğunu ve onunla her zaman konu şacağım söyler; ama Esved bu söze hiç bakmaz, Firûz'u d ışarı çıkartır. Şu halde Firûz'un saraya gitti ği muhakkaktır75 ; yani Seyf'in Firûz'a dayanan ifadesi her iki fivayette de mevcut oldu ğuna göre ikinci rivâyet esas olarak alınabilir. Ancak hadiseler, ikinci rivâyette daha k ısa, daha kestirme olarak anlatılmıştır. Şöyle ki: Firûz saraya gider, amcas ımn kızı Merzubâne Âzad'm yanına girer ve Esved'in yaptığı kötülükleri ona hatırlatır. Eşini öldürdükten ba şka halkı sefil ettiğini, kadınların şeref ve haysiyetlerini çi ğnediğini, artık onu yok etmek tamam geldi ğini söyler ve ondan yardım ricasında bulunur. Âzad, kocas ının katili olan Esved' in dünyada en çok nefret etti ği insan olduğunu, kendileriyle hemen iş birliği yapni'a ğa hazır bulundu ğu karşılığını verir 76 İşte bu sırada içeriye .
.
74 Taberrnin Zökir Kadiri Ugan tarafından yapılmış olan tercümsinde (III. S 50, 5.satırda) birinci şahısta konuşan Cü ş ey ş yerine Kays yazılmıştır. Kays: "Ey amcamm kızı" diye Azad'a hitap eder ki, bu imkânsızdır. Zira Kays Arap, Âzad ise Ebniklan'd ır. - 75 Belâzfırrde (rap., S. 112; tür. ter., I., S. 172) bu hususta bir kay ıt mevcut de ğildir. Sadece "Bunlar Esved ile evlenmi ş bulunan eski vâlinin karısı Merzubâne'ye gizlice adam gönderdiler" diyor. 76 Mirhond, a. g. e., II., S. 221: Karısının, Esved hakkında "Esved pis bir adamdır. Şarap içer, gusletmez, hep uyur" dedi ğini kaydediyor.
42
Esved bin Kâ'b girer; Firaz'un kar ısı Azad ile böyle samimi bir ş ekilde hasbihal etti ğini görünce, fena halde kızar; Firüz'un üstüne at ılıp başına vurma ğa başlar. Fakat Azad, 77 onun kendi akrabası olduğunu söyleyerek, kocas ını muaheze edince, Esved yapt ığı hareketten utanç duyup özür diler 78 .
Fil-az bu tehlikeli i şten böylece kurtulup arkada şlarının yanına geldi. Esved, Firaz'u saray ında görünce şüpheleri büsbütün artt ı . Esasen Hazret-i Peygamber'in mektubunu alm ış bulunan Necran'm Müslüman kalan ahalisi de ba şka tarafa göç edip bir araya topland ıklarmdan, Esved'in şüpheleri korku halini alma ğa başlamıştı . Bir gün, o, San'a meydanında nefret uyand ıran müthiş bir sahne haz ırladı : Şehir halkını meydana topladı . Elinde hükümdarhk mızrak' oldu ğu halde sarayından çıktı . Topluluğun ortasında durdu. Sonra hükümdarlık atım getirtti, hayvanın ağzına mızraki ile vurduktan sonra onu sal ıverdi. At kanlar içinde sokaklarda ko şmağa başladı ve sonunda yere yıkıldı ; öldü. Esved bundan sonra yüz kadar deve ve inek getirtti; meydanda kumun üzerine bir çizgi çizip bu hayvanlar ı çizginin boyunca hep bir hizaya dizdi. Bundan sonra elindeki m ızra ğı ile hayvanlara vurma ğa başladı. Hayvanlardan hiçbiri çizginin öte tarafına geçmiyordu. O, bundan sonra hayvanları bıraktı . Hazır bulunanlar bu müthi ş manzara kar şısında, hayret, nefret ve korku içinde kalmışlardı. Daha sonra Esved m ızrak" elinde oldu ğu halde yere kapand ı 79 Bunca hayvanı uğruna kurban etti ği ruhun sesini duymak istermiş gibi kula ğını yere vermişti. Böylce bir müddet durduktan sonra, ba şını yerden kaldırıp: Yan ımda bulunan melek bana, ey Esved, Kays bin Mak ş uh âsidir, onun başını kes" diyor, dedi. Gene başını yere koyup dinledikten sonra, bu defa ş eytanın: "Ey Esved, Firûz âsi ve azgınlardandır, onun sağ elini ve sağ ayağını kes" dediğini haber verdi 8° Firaz bu sözleri duyunca kalabal ığın içinde kaybolma ğa te şebbüs etti Fakat evine yakla ştığı sırada Esved'in adamlar ından birinin, onu yakalayıp "Hükümdar seni çağırıyor, sen ise tilkilik ediyorsun" demesi üzerine, hayat ından pek fazla ümidi kalmam ış bir halde bu adamı takibe mecbur kaldı . Zu'l-Himar' ı devirmek isteyenlerin hepsinde oldu ğu gibi, Firaz'da da bir hançer sakl ı idi. O, bu sırada nefsini korumak gerekece ğini .
77 Hondmir. a. g. e., I., S. 448'de Azad'm Müslüman olduğu açıklanmıştır. 78 Buraya kadar yazd ıklarımız aynen Cüşeyş için de rivâyet edilmi ştir Bk. Taberi, tür. ter., III., S. 50. Esasen aynı cildin 57. syfasında birinci şahısta konuşan Cüşeyş üd-Deylemi ol.. duğu açıklanmıştır. 79 Taberi, tür. ter., III., S. 59. 80 Firfız üd - beylemPnin Seyf yoluyla intikal eden rivâyeti (Taberi, tür. ter., III., S. 49) Esved'in ağzından nakledilirken "melek" şeklinde olup diğer bazı Islami rivâyetler bunu " şeytan" şeklinde nakletmişlerdir. Gene Taberl, tür. ter., III., 48; Zehebi. Tarih übislâm, I., S. 341'de de "Melek bana haber verdi" şeklinde bir riayet vard ır.
43
düşünerek, silahını gizlice hazırladı . Şayed Esved kendisini öldürmek isterse, aha evvel davranarak, onu ve sonra yan ında bulunan adamlar ını hançerliyecekti. Esved onu görür görmez, niyetini yüzünden anlam ış olmalı ki, kendisine yaklaştırmadan, San'a halk ına biraz evvel öldürdü ğü hayvanların etlerini bölmesini emretti. Firûz onun emrini yerine getirdi. Fakat, az önce Esved'in davetini kendisine tebli ğe gelen adama pay vermedi. O da Firûz'u Esved'e şikayete gitti. Firûz etlerin da ğıtılmasında gereken ihtimamı gösterdikten sonra, yaya olarak Esved'in yan ına geldiği sırada onu, Tanrı adını anarak kendisini işkenceli bir şekilde öldüreceğini, adama vadederken buldu. Fakat bu sözleri i şittiğini hissettirmeden, emri yerine getirdi ğini haber verip çekildi. Art ık her ne bahas ına olursa olsun, vakit geçirmeden suikasdi sonuçlar ıchrmak gerekiyordu. Bunun için Esved'in dü şmanları, Merzubâne'ye bir adam yoltay ıp tertibat almak üzere kendilerine yard ım etmesi gerekti ği haberini ulaştırdılar. Merzubane, Firûz'u tekrar saraya ça ğırtarak, sarayın arka tarafında bir duvar' ın iç kısmından beraberce bir delik aç ıp sonra perdesini indirdiler. Buradan odaya geçtiler ve Esved'in o gece öldürülece ğini Firöz, Azad'a söyledi " C. Esved'in öldürülmesi: Önce suikastçiler geç vakit arkada şlarına direktifler verdikten sonra sarayın arka tarafına açılmış bulunan deliği genişletm.e ğe koyuldular. Sonra Kays bin Abd-i Yegös, Firûz, Dazaveyh hep birlikte bu delikten içeriye süzüldüler. Esasen, Himy e r ve H amd an'lara haber gönderildiğinden, onlar da muhafız kuvvetler olarak vazife görmekte idiler. Esved'i öldürmek işini D az a v ey h, ihtiyarh ğım ileri sürerek 82 reddetti. K ays ise ben gürültü ederim, Esved uyanabilir, diyerek F ir z 'un onu öldürmsini teklif etti ve buna karar verildi Firûz k ılicım arkadaş larının yanına bırakarak (ihtimal unutmu ş olacak), Esved'in yatt ığı odaya, bir kandil ışığını takip ederek vard ı. Onu yata ğan içinde ba şı ayağı ne tarafta oldu ğu belirsiz bir şekilde yatmış ve horluyor buldu. A.zad, onun başımn bulunduğu tarafı Firûz'a iş aret etti. Esved her halde bu gece iyice sarho ştu. Firûz, Esved'e yakla şıp onun yüzünü görünce, korku ve şaşkınlık içinde kaldı . Çünkü o, gözlerini açm ış Firûz'a bakıyor, bir yandan da " şeytamyla konuştuğu Kususi dille" birşeyler söylüyordu. Fırsatı kaçırdığı takdirde her şeyin mahvolaca ğım bilen Firûz, bir eliyle ,
81 Firûz'a dayanan Seyf'in rivâyetinde, Esved'Ie kar şılaşanın Firûz olduğu ve Esved'in Firûz'u döverek dışarıya çıkardığı yazıhdır. 82 Mirhond, a. g. e., II., S. S. 222'de böyle söylüyorsa da Taberi, tür. ter., III., S. 62'de "şiddet ve hiddet gösterdi ği sırada elinin titredi ğini ileri süren şahsın Kays olduğunu" rivâyet ediyor.
44
onun sakalı''ı tutup, boynunu k ırdı ; öldüğünü sanarak arkada şlarına haber verme ğe koş arken kzad onun ete ğini çekip, Esved'in henüz ölmediğini söyledi. Filaz arkadaşlarının yanına ko şup kılıcım aldı (Cüşeyş 'in rivâyetine göre hep birlikte, Firâz'un rivâyetine göre de Firilz yaln ız olarak), tekrar onun odas ına döndü. Ancak hepsinin birlikte onun odasına girmi ş olmaları ihtimali daha kuvvetlidir. Belli kayanklar ımız, Kays ve ötekilerin Firaz'a yard ım ettikleri hussunda birle şmektedirler. Öyle anla şılıyor ki, Kays ve di ğerleri onun gö ğsüne oturdular. Filaz onun ba şını gövdesinden ayırırken Esved öyle şiddetli bir "bö ğürtü" çıkardı ki, odanın dış arısında bulunan muhafızlar koşuştular, kapıyı vurarak bu sesin nerden geldi ğini sordular. kzad onlara "Peygambere vahiy geliyor" diye seslendi " Böylece muhafızları kapıdan uzaklaştırmağa muvaffak oldu. Dazaveyh, Firâz ve Arap Kays o geceyi sarayda Merzubane'nin yanında, ne yapacaklar ını, etrafa nas ıl haber salacaklarım konuşmakla geçirdiler. Sabaha kar şı saraydan ç ıkıp arkada şlarının yanına geldiler. Ezd kabilesine mensup Veber bin Yuhannes'i de alarak şehrin en yüksek kalesine ç ıktılar. Veber oradan ş öyle bir ezan okudu: "Tanrı
uludur, Tanrı uludur, bir Tanrıdan başka Tanrı yoktur; Muhammed'in Tanrı elçisi olduğuna tanıklık ederim. Esved Tanr ı'nın düşınanıdır"" Ezanı işiten halk kalenin önünde toplanm ış Veb e r'i, bu cüretkar Müslüman'ı ", Esved'in ne ş ekilde cezaland ıracağım merakla beklerlerken, Veber'in yanında bulunanlar Esved'in öldürülmü ş olduğunu ilan edip teyid makamında onun ba şını halka fırlattılar. Hayret ve korku içinde kalan Esved taraftarlar ı kaçıştılar; kaçarlarken de önlerine gelen yerli, yahut Ebnâ'dan olan kimselerin bilhassa bunların çocuklarını rehine olarak beraberlerinde götürdüler. Buna kar şılık Fil-az ve Kays'in vaktinde ald ıkları tedbirler sayesinde, onlar ın arkalrından adamlar yeti şip yetmiş kadar süvariyi esir almaya muvaffak oldular. Böylece San'a'y ı terketme ğe mecbur kalan Esved taraftarlar ı, San'a ile Necran şehirleri ars ında dolaşıp durdular. Bu arada, küçük büyük yediyüz ki şinin eksik oldu ğunu' farkedip oların serbest bırakılmasını Müslümanlardan istediler. Bu teklif kabul edildi. Kar şılık olarak, alınan rehineler geri verildi. Taberi'nin dayand ığı ravilerin hepsi Esved'in Firaz taraf ından öldürüldü ğünü kaydediyorlarsa da, baz ı kayankların ifadeleri bu iddaya uymamaktadır. Mesela İbni Sa'd (Kitab üt - Tabakat, V. S. 383) Kays bin Hubeyre Mak şuh'un peygamberlik iddias ında bulunan Esved 83 Ebu'l-Fida, a. g. e., S. 164; Taberi, arap, III. S. 217; tür. ter., III., S. 55. 84 Belazuri, tür. ter., I., S. 173; Taberi, tür. ter. III., S. 74. 85 Wellhausen, Veber bin Yuhannes'in Müslüman olmad ığım iddia ediyor. halbuki Caetani bu hususta kayanklar ın verdikleri bilgiye itimat göstererek onun Müslüman oldu ğunu kabul etmektedir. Caetani, a. g. e. IX., S. 117.
45
ül - Ansi'yi öldürdü ğünü yazmaktadır. Bundan ba şka, Belâzûri de (Filtuh ül - Büldân, tür., ter., I., S. 173) esas olarak Kays' ın Esved'i öldürdüğünü anlatmakta ve biraz a ş a ğıda bazı râvilerin onun Firûz tarafından öldürüldü ğünü zikrettiklerini pek kısa olarak kaydedip geçmektedir. Mirond' (Ravzat üs - Sefa, II., S. 222) da ise bu rol Kays ile Firûz arasında bölünmüştür. Burada Firûz'un silahs ız olarak Esved'in odasına girdi ğini, Esved'in boynunu kırdığım, sonra geri dönüp arkada şları ile birlikte tekrar Azad' ın yanına döndüklerini, o zaman Kays' ın onun başını gövdesinden ayırdığını yazmaktadır. Halbuki Buhari (Sahih-i Buhari, III., S. 52). Zehebi (Tarih ül - İslam, I., 341.), Ebu'l-Fida (Tarih I., 164), El - Vatvat (S. 131) gibi kaynak kitaplar, onun Firûz tarafından katledildiğini pekala yazdıkları gibi, En - Nevevi (I., S. 52), İbni Haldiin (Kitab ü]. - İber, II., 60), Taberi (Tür., Ter., III., 57) gibi tarihçiler de Peygamber'in ölmeden önce, ilahi bir kaynaktan alarak, haber verdi ği "Esved öldürüldü; onu sâlih bir insan olan Firûz üd Deylemi öldürmüştür" sözlerine dayanarak Esved'in katilinin Firûz oldu ğu yolundaki kanaatlerini aç ıkça belirtmi şlerdir. Ayrıca İbni Sâ'd gene (V., S. 389), Peygamber'in gâipten ald ığı bu haberi kaydettikten sonra, "Esved'i öldürenler aras ında Firûz üd-Deylemi dahi vard ı" demekle Firû z'u Kays ile işbirliği halinde göstermektedir. Dikkat edilirse, Firûz'un Esved'i katletti ği hususundaki haberler daha a ğır basmaktad ır. Esasen Hazret - i Muhammed'in bu yoldaki "Esved öldürüldü, onu sâlih bir insan olan Firûz üd-Deylemi öldürmü ştür" hadisinin kitaplarda daima tekrar edilmesi, hadiseye en yak ın olan ça ğda bile inanc ın bu yolda olduğunu teyid eder. -
Yukarıda açıklandığı gibi, Yemen bölgesi Esved gibi bir müstebitten kurtulduktan sonra, Müslüman memurlar gene eski yerlerine dönme ğe başladılar. Fakat, aralarından birini başkan seçmek hususunda anlaş amadılar. Nihayet Medine'den yeni bir emir gelinceye kadar Sehabe'den olan Mu' az bin C e b e l'i seçtiler". Bir yandan da bütün olup bitenleri mektupla Peygamber'e bildirdiler; fakat mektup Hazret -i M uh amm e d'e de ğil, Halifesi Ebu B ekr'in eline varabilmi şti Zira baz ı tarihler, onun Esved'in öldürülmesinden bir gün sonra öldü ğünü kaydetmişlerdir ". Belazûri (Fütuh ül - Buldan, tür., ter., I., 173) onun Peygamber'in ölümünden be ş gün önce öldürüldü ğünü ve bu haberin Ebu Bekr'in Hilafet° geçi şinin onuncu gününde Medine'ye ula ştığım yazmak86 İbni Haldün, İ ber, II., tekmile, S. 60. 87 El-Vatvat, a. g. e., S. 131; Ebu'l-Fida, a. g. e., I., S. 164; İbni Haldfm, a. a. g. e., II., S. 52; Taberi, tür. ter., III., S. 57, 165, 208; Wellhausen, Skizzen, VI., S. 34; Hondmir, a. g. e., I., S. 448. Her ne kadar Caetani bu hususta Mirhond'u mehaz göstermi ş ise de elimizde bulunan (Leknou 1914) bask ısııda böyle bir kayda tesadüf edemedik.
46
tadır. Bu suretle Esved'in hükümdarh ğı bazılarına göre üç ay sürmü ş tür. Seyf yoluyla bize kadar gelen Firâz'un rivâyeti, onun Kehf-i Hubban'da isyâna ba şlamasından ölümüne kadr geçen zaman ın ancak dört ay olduğu yolundadır. Böylece Esved'in H. 11. y ılın Rebi'ül-evvel ay ının sonunda katledildi ği meydana çıkmış oluyor "
D. Yemen'de ikinci Ridde: Esved'in öldürülmesi ile Yemen'de islâmiyet yeniden zafer kazanm ış oldu. Fakat çok kısa bir zaman için. Çünkü Hazret-i Muhammed'in ölüm haberi, Cahiliye devri adet ve inançlar ım bırakmış ve islâmiyt'i henüz pek sathi bir şekilde kabul etmiş olan Yemen'li bir kısım halkın yeniden irtidadına vesile olmuştur. Denebilir ki, Kays bin Mak ş uh ül - Muradi, Yemen'de ikinci Ridde'nin önderli ğini yapmıştır. Halife Ebu B ekr, Firitz'u Yemen'e vali tâyin etmişti. Daha önce Dazaveyh, Firaz, Cü ş ey ş hemen hemen birlikte San'a'da i ş görmekte ve Yemen'i idare etmekte idiler. Firâz'un Halife tarafından , onlardan üstün bir mevkie geçirili şi, Arap K ay s'ı kı skandırdı ve bundan dolayı E z v a'yı (Himyeri hükümdarlarının adı ve Zu'nun ço ğuludur). "Ebnalar sizin memleketinizde yabancı ve göçmen bir kavimdirler. Onları kendi hallerine b ırakırsanız daima saltanat süreceklerdir. Ben onlar ın başkanlarını öldürerek geri kalanlarım memleketten sürüp ç ıkaraca ğım" diye tahrik etti". Fakat Himyerli u'l-K il â ile arkada şları onun bu fikrini kabul etmediler. Ama Ebnalara da yakla şmadılar. Kays gayesine eri şmek için, gösterdi ği bu boş gayretten sonra, şurada burada dola ş an Esved'in süvarileri ile temasa geçti ve onlarda kendisine bir dayanak buldu. Esasen serseri bir hayat süren Esved'in süvarileri, güya San'a'y ı tehdide ba şladılar. Ş ehir halkı telâş a düştü. Kays ise herkesten ziyade korkmu ş göründü. Firaz ve Dazaveyh ile isti ş arede bulundu; onlarla dostmu ş gibi hareket etti. Hattâ ertesi gün için onları yeme ğe davet etti ve ilk gelen Dazaveyh'i öldürdü. Firaz yolda iken iki kadın arasında geçen konu şmadan bunu ö ğrenip kendisi için de aynı akibetin haz ırlanmış olduğunu anlıyarak karde şi Gu ş na ile H avlanlara s ığındı . Kays, rakiplerini böylece uzaklaştırınca San'a'da idareyi eline ald ı ; Ebna'nın bir kısmını da zorla İran'a yolladı . Fakat baz ı Arap kabileleri, arzular ı hilafına, göç etme ğe mecbur bırakılan bu aileleri kendi topraklar ından geçtikleri sıra88 En-Nevevi bu tarihle beraber ba şka bir rivâyeti de nakletmekte ve "O, Hazret-i Peygamber zamamnda öldürüldü. Ba şı Peygambere getirildi" demekte ise de yukar ıda not 87'de adlar ı geçen eselerin hiçbiri böyle bir iddiaya yer vermemi şlerdir. 89 Taberi, tür. ter., III. S. 216.
47
da himayelerine ald ılar ve Kays tarafından görevlendirilmi ş olan muhafızları öldürdüler. Bu kabileler, bu i şi Firüz'un teklifine uyarak yapmışlar ve onun Kays'la sava ş a başlama imkanını sağlamışlardı . Bilhassa Tâhir bin Ebi Hâk'nin idaresindeki kuvvetlerle Firüz'a yard ım ettiler. Firüz, Kays'a aleyhtar olanlar ı toplayıp San'a yakınında Kays ile sava ştı ve onu yendi. Kays daha önce Esved'in süvarilerinin dola ştığı San'a ile Necran aras ındaki bölgeye kaçmak suretiyle kurtuldu. Bu sırada Ebu Bekr, elçiler ve mektuplarla Tihâme ahalisine, Tahir bin Ebi Hale komutas ında , Firüz'a yardım etmelerini bildirdi; arkasından da M uh cir bin Üm e yy e'nin komutas ında bir orduyu Yemen'e yollad ı . Muhâcir Yemen'de te ş ekkül eden kuvvetlerle birleş erek kendi kuvvetini artt ırdı . Bu sırada memleketine dönmü ş bulunan Kays bin Mak ş uh ile Amr bin illa'dikerib iyi geçinemiyorlardı . Muhacir'in kuvvetlerinin çoklu ğu da Amr' ı korkuttu ğundan, Kays'dan ayr ıhp Müslüman olmadan9° ve aman bile elde etmeden Müslüman karargahına gelip teslim oldu. Biraz sonra Kays bin Mak şuh da Müslümanlara esir dü ştü ve her ikisi zincirle ba ğlanarak Medine'ye Halife'nin yan ına götürüldü. Muhacir San'a'ya gelince memleketi çapulculardan ve Esved'in arta kalan süvarilerinden temizledi. Sükünet ve düzeni yeniden kurdu. Medine'de bulunan iki esirden bilhassa Dâzaveyh'in katili Kays için Ebu Bekir, hiçbir vicadan azab ı duymadan idam karar ı verdiyse de, cinayeti i şlemiş olduğuna dair elde müspet bir delil bulunmad ığından ve Kays'ın Peygamber'in minberi önünde, elli kere Dazaveyh'i öldürmediğ ini yeminle teyid etmesi üzerine" Ebu Bekir onu affetti. Ma'dikerib de affa nâil olup her ikisi ailelerinin yan ına dönme müsaadesini alabildiler.
E. Netice: Ana kaynaklara dayanarak buraya kadar inceledi ğimiz Esved'in hayatı, görüldü ğü gibi, biri dini, di ğeri siyasi olmak üzere iki tarafl ıdır. Gene görülüyor ki, geçici bir zaman için de olsa gösterdi ği ipnotizmacılık mârifetleriyle etrafındaki bazı insanları kendi peygamberli ğine inandırmış olmasına ra ğmen 92 onun bu tarafı çok hareketli geçmi ş bulunan siyasi hayatına nispetle pek sönük kalm ıştır. ,
90 TaberI, tür. ter., III., S. 226. 91 Belâzfıri, tür. ter., I., S. 174. 92 Onun peygamberli ğine yakınIrmın inanmış olması muhtemeldir. Esved'in öldürülmesi hususunda, o öldürülürken ç ıkardığı müthiş sesi duyan nöbetçilere İzad, "Peygambere vahiy geliyor" diyince, nöbetçiler buna kamp uzakla şırlar. Demek ki, Esved'in vahiy ald ığına onun yakınında olanlar inanm ışlardı .
48
Esved yeni bir din kuramamış , her ne kadar yakın taraftarlarından bir kısmını kendi peygamberli ğine inandırmağa muvaffak olmuşsa da, yeni ve kutsal bir kitap da b ırakamamıştır. O, her ne kadar Rahman' ın adına konuşmakta oldu ğunu ve bir melek vas ıtasıyle vahiy aldığını sık sık söylemişse de, bunlar kaynaklara nazaran daha çok kendi ş ahsi kuvvetini tanıtmak maksadiyle söylenmiş sözler olup ilahi bir tak ım emirlere benzemekten tamamiyle uzakt ırlar. Bununla beraber Esved'in Mnsevi, Hristiyan ve İ slam monoteizminin tan ınmış ve yerle şmiş bulunduğu Yemen'de bir putun ad ına değil, görünmiyen yüksek bir Tanrının adına ortaya çıktığım iddia etmi ş olduğu muhakkaktır. Esved hakiki hüviyetiyle , sadece sezi ş kuvveti fazla olan kurnaz, cesur ve iktidar ihtiras ı ile dolu, inahir bir siyaset adam ı idi. O, Peygamber'in hastal ığı haberinden. ve Yemen'deki bazı kabileler arasındaki vergi meselelerinden do ğan Ridde'den istifade etmesini bilmi ş ve gizliden gizliye hazırlanmaya başlamıştı . Esasen, Yemen din bak ımından olduğu gibi, sakinleri bakımından da heterogen bir bölge idi. Bu durum da Esved'in çabuk muaffakiyet elde etmesine yard ım etmiştir. Yâni Esved'in in bir çok taraftar bulmas ının sebebi, halkın ona sırf dini bir inançla ba ğlı bulunmasından ileri gelmiyordu. Yemen'de uzun y ıllardan beri hâkim bir zümre halinde ya şıyan İranhlar'ın çocukları olan Ebnâlar artık Yemen Arapları'mn tahammül edemedikleri ve memleketlerinden uzaklaştırmak istedikleri bir s ınıf haline gelmiş idi. İşte Esved Ebna'nın Yemen'deki nüfuzunu tamamiyle k ırmış , onlara hakim olmuş ve Ebnalarm idarelerini de kendilerinden olan Dâzaveyh ve Firâz'a vermek suretiyle, onları kendine ba ğlamıştı . Bir yandan da gün geçtikçe, eski dinlerini b ırakıp islamiyet'i kabul ederek Medine hüldimetine ba ğlanan halkı, öteden beri ticaretlerine vergi almak suretiyle engel te şkil eden, Kureyş ' in hâkimiyetine tâbi kalmamak ve Yemenliler'i din bak ımından da kendisine bağlamak için peygamberlik iddias ında bulunmuştur. Esved savaş çı bir peygamber s ıfatiyle ortaya at ılmış ve kısa zamanda büyük topraklar ı eline geçirmiş , fakat bundan dolay ı o kadar çok gurura kapılmıştır ki, arkada şlarını küçümseme ğe, halka zulmetme ğe ve fazlaca sarho ş olmağa başlamıştır. Daha önce belirtildi ği üzere bu durum onun hayatına malolmuştur. Yukarıdanberi anlat ılanlar da gösteriyor ki, Esved bir milli isyamn önderli ğini üzerine almıştır. E ğer o, hakiki bir peygamber olarak tan ınsaydı , ölümünden sonra dini eserinin devam etmesi, hiç olmazsa bunun kalıntılarımn daha sonraki devirlerde ya şıyan râvilere bir nebze olsun malzeme te şkil etmesi gerekirdi. Esved'in ölümü ile birlikte , onun peygamberli ği de derhal unutulmuş , fakat önderli ğini üzerine almış olduğu milli hareket Arap Kays'la gene de devam etmi ştir.
49
2. TULEYHA BIN HUVEYL İD
Sahte peygamberlerden ikincisi olarak inceleyece ğimiz Tuleyha, ş ahsiyet itibariyle di ğer sahte peygamberler kadar kuvvetli olmamakla beraber, bir aral ık Medine'yi tehdit edecek derecede cesaret göstermi ş , daha sonra da Hâli d bin V eli d'in ordularını ciddi şekilde uğraştırmış olduğundan tarihte oldukça önemli bir yer kazanm ıştır.
A. Tuleyha'nm soyu: Asıl adı "Talha" olan Tuleyha, Necid'de oturan Es e d kabilesinin ileri gelenlerindendir. Müslümanlar ona k ızdıkları için " Tul e yh a" yâni "Talhacık" adını verdiler. İbn ül - Esir'e göre onun soyu ş öyledir93 : Tuleyha bin Hüveylid bin Nevfel bin Nadle bin ül-E şter bin Hecvan bin Fak'as bin Tureyf bin Amr bin Müseyl bin ül - Hâris bin Dudan bin Esed bin Hüzeyme bin Müdrike bin İlyas bin Mudar ül - Esedi ül - Fakasi. Zehebi bu soy kütü ğünü daha kısa gösterir, şöyle ki 94 Tuleyha bin Hüveylid bin Nevfel bin Nadlet ii! - Esedi ül - Fakasi. :
B. Tuleyha'mn birinci defa islamiyeti kabulü: Tuleyha'mn hayat ım tarihen mallim en eski günlerinden alarak inceleyecek olursak, onu Hicretin 5. y ılında putperest Kurey şlilerle birlikte Medine'yi kuş atmış bir düşman, 9. yılında kabilesinden bir heyetle birlikte Medine'ye gelip islâmiyet'i kabul etmi ş bir mümin, Hicretin, 10. yılında mürtedlerin ba şına geçmiş , peygamberlik iddiasında bir komutan, Buzaha sava şından bir müddet sonra ise Kadisiye ve Nihâvent sava şlarında Islam ordusunun zafer plânlar ım hazırlayan kıymetli bir Müslüman askeri olarak görmek mümkündür. 93 İbn ill-Esir, Üsd id-Gâbe, Kahire 1288, III. S. 65; İbn iil - Esir, e] - Kâmil fi't-tarih, Leyden 1867. S. 360. 94 Zehebi, Tecrid, I., S. 299.
50
En k ı sa ş ekilde yukar ı ya ald ığı m ı z Tuleyha'n ı n maceral ı hayat ı n ı n tarihi de bize gösteriyor ki, o bütün iddialar ı na ra ğ men hakiki bir peygamber de ğ ildi'; o, sadece bir kahindi. Bir iki kehanet sözü, Peygamber'in ölüm haberi, bunun sonucu olan Ridde, baz ı kabile ileri gelenlerinin menfaat ümitleri, Tuleyha'mn etrafına adam toplamas ına fırsat vermişti. Tuleyha'nın adı tarihte ilk önce Gatafan seferinde islamlar taraf ından yenilgeye u ğratılmış bir Esedi olarak geçer. Bundan bir y ıl sonra, Hendek sava şı sırasında Esed kabilesinin başında Tuleyha bin Huveylid'i, Ebu Süfyan ve Fezareli'lerin ba şbuğu Uyeyne ile birlikte yeniden islamlar'a kar şı harekete geçmi ş görüyoruz22. Bundan dört y ıl sonra, yani Hicretin 9. y ılında, içinde Tuleyha'mn da bulundu ğu, Esed kabilesinden bir heyet Peygamber'i ziyaret edip ona "Ey Tanrı'nın elçisi!
Biz sana Tanrı'nın birliğine ve senin Tanr ı elçisi olduğuna tanıklık etmek üzere geldik. Bu i ş için sen, bize haber yollamadın, biz arkada kalan kabilemizi burada temsil ediyoruz"" dedi. İbn ül - Esir'in Vakıdi'den aldığı bu rivayet Tuleyha'n ı n 9. y ı lda kabilesi ile birlikte islamiyeti kabul etti ğ ini apaç ı k anlatt ığı halde, en küçük teferruat ı bile didik didik eden C a et ani ,bu önemli noktay ı atlayıvermiştir. Ona göre, Tuleyha ve taraftarlar ı hiçbir vakit Müslüman olmam ış lard ı ki, islamiyet'in mürtedleri say ı ls ı nlar". Caetani, Hâlid' in savaştan önce Tuleyha'y ı İslâmiyet'e davet edi şini, onun daha evvel Müslüman olmadığımn bir delili sayıp bu iddiasım kuvvetlendirme ğe çalışmaktadır. Böyle bir iddia tamamiyle yanl ış bir görüşün ifadesidir. Zira Hâlid sadece eskiden beri putperest kalm ış Arapları doğru yola davet ile görevlendirilmemi ş , daha ziyade islam' ı terketmi ş olanları dine davet ve dinde kalanlara da bir tak ım vaızlarda bulunmak üzere Ebu Bekr tarafından gönderilmiştir. Tuleyha'yı da bu düşünce ile ve aynı emri yerine getirmi ş olmak amacı ile dine davet etmi ştir. Yoksa Tuleyha putperest kalmakta devam etti ği için değil. İrtidadla mücadelenin daha sonraki olaylarında da görülece ği üzere Hâlid, Ebu Bekr'in kendisine verdiği mektuptan da anla şıldığı gibi, her yerde önce dinden dönenleri dine davet emi ş , kabul etmeyenlerle de sava şmıştır. Bu noktaya kadar hadiseleri oldu ğu gibi açıklıyan Vacca (Enc. de de l'islam, IV, 874), sıra kendi fikrini yazma ğa geldiğinde, belki de Caetani'nin tesiri ile, yalnız Tuleyha'mn islamiyet'i kabul etti ğini ve bunun 95 İbni Sa'd, Kitab üt - Tabakat, II., I., S. 51. 96 İbn ül - Esir, Üsd ül - Gâbe, III., S. 65; Zehebi, Tecrid, I., 299; Vacca, Encylop&lie de l'Islâm, IV, 874. 97 Caetani, a. g. e., VIII., S. 298.
51
da siyasi bir inkiyadı gösterdi ğini söylemekte, arkas ından bütün bunlar ın (ileride görülece ği üzere) Müs eylim e'nin Medine'yi ziyaretine bir nazire olarak uydurulmu ş a benzediğini ilâve etmektedir. Halbuki, Medine'ye gelen Esed'li heyetlerin sözlerinin Yemâme'den gelen H anif e heyetinin sözleri ile hiçbir benzerli ği yoktur. Bunlara Hazret-i Muhammed'in davranışı başka , Hanife'lilere söyledi ği sözler gene bamba şkadır. Gene ibn ül - Esir bu heyetin, Hazret-i Muhammed'e gelip kendiliklerindenMüslüman olduklarım söylemeleri üzerine, Peygambere a ş ağıdaki âyetin inmiş olduğunu kaydediyor ki, bu suretle Tuleyha'n ın Medine'ye gelip islâmiyet'i kabul etti ği inkâr edilemez bir vesika ile teyid edilmi ş oluyor:
ıj u- "J :js "" (=Onlar: Müslüman olduk diye seni minnet alt ında b ırakmak istiyorlar, de ki: Müslüman olduk diye siz beni minnet alt ına sokamazsınız. Belki siz, sizi inanma yoluna ileten Allah'a kar şı minnettar oluyorsunuz; e ğer do ğru kimseler iseniz." Tuleyha'nın islâmiyet'i kabul etti ğini, hem de mensup oldu ğu kabile üyeleri ile birlikte kabul etti ğini biz İbni Sa>d'da da görmekteyiz 99 . İbni Sa'd'a göre Tuleyha karde şi Seleme ile birlikte Peygamber'in sava ş larına katılmak üzere hareket etti. Allah ı n Resülü Muhammed, Seleme'yi ça ğırıp ona, sancak verdi ve Muhacirün ile Ensar'dan yüz elli kişiyi de emrine verip ona, "Beni Esed'in toprağına varıncaya kadar yürü, onlara baskın yap". dedi. Bunun üzerine Seleme üç çoban ı ve deve sürülerini ganimet olarak al ıp Medine'ye dönmü ştü. En inanılır kaynakların aslâ islâmi bir gayretke şlik gütmeden verdi ği bu küçük, küçük haberler bize Esed kabilesinin Tuleyha'ya uyarak - Vacca'n ın iddiası hilüfmaislâmiyet'i kabul etmiş olduklarını açıkça gösterir. Biraz sonra Tuleyha'n ın peygamberlik iddialarmda bulundu ğunu anlatırken Müs â bin Ve s i m e'nin bize verdi ği ip uçları bu vâdideki tenkidlerimizde ne kadr hakl ı olduğumuzu bir kere daha ortaya koyacaktır. C. Tuleyha'nm ayaklanmas ı ve peygamberlik iddia etmesi: Hazret-i Muhammed vedâ hacc ından döndükten sonra uzun süren bir hastalığa yakalanmıştı . Hastalığı haberinin sür'atle etrafa yay ıl98 Kur'an, XLIX., 18. 99 İbni Sâ,d, Tabakat, II., I., S. 35; Mirhond, a. g. e., II., S. 222'de "Tulyeha, Peygamber zamanında Müslüman olmuş ve onun sohbetinde bulunmu ştu; geri dönünce irtidad etti" diyor.
52
ması , bazı kabilelerin dinden dönmelerine sebp oldu. Bundan istifade etmesini bilen Tuleyha bin Hüveylid, kâhinli ğinin de yard ımıyla, peygamber oldu ğunu iddiaya koyuldu. Musevilerden birçoklar ı ona yardım ettiler. Tuleyha, S emir a denilen yere gelip ordugâh kurdu. Halk ın aş ağı tabakası ona uydu. Az zamanda Tuleyha'nın taraftarlar ı ço ğaldı . Tuleyha ye ğeni Habb âl'i bir anla şmaya varmak için Hazret-i Muhammed'e gönderdi. Habb âl, Tuleyha'n ın peygamberli ğinden, ona "Zu'n-Nun" adında bir mele ğin vahiy getirdi ğinden bahsetti. Peygamber ona, "Bir de melek mi buldu?" deyince, Habbâl iftiharla, "Ben Huveylid'in oğluyum" diye cevap verdi. Peygamber o zaman ona, "Allah seni kahretsin ve şehadet rütbesinden mahrum kılsın" dedi. TaberPnin (Arap. Metin, III, 189) kaydetti ği bu haberi Caetani kendine göre özetlendirmekte ve akla gelmiyecek bir mant ıkla ş öylece münaka ş a etmektedir:
".... Bundan şu sonuçları çıkarım: Muhammed, Tuleyha'mn peygamberlik iddialarını müsamaha ile karşılıyor. O, buna hiddet etmedikten ba şka, Tuleyha'n ın kendisine vahiy getirdi ğini iddia ettiği Zu'n-Nun adındaki melek hakk ında da Müslümanlara açıklamada bulunuyor "°". Biz yukarıya aldığımızj, Hazret-i Muhammed ile Habbâl'ın konuş masında müsamahaya delâlet eden bir husus göremiyoruz. Bilâkis Hazret-i Muhammed, "Bir de melek mi buldu?" sözleriyle önce istihza etmiş sonra da Tuleyha'n ın temsilcisi ve ye ğeni olan HabbâPe beddua etmiştir. Caetani hemen bu öszlerin arkas ından, en güvendiği kaynakların verdikleri bilgilere aykırı olarak, Tuleyha'ya tâbi olanlar ın, daha önceleri H a zr et -i Muhammed'e tâbi olmad ıklarını Medine'ye kar şı hiçbir anlaşmayı ihlâl etmemi ş olarak Tuleyha ile birle şmiş bulunduklarım ilâve etmekle, E s ed'Ierin, Gatafan'lar ın Fezâre ' lilerin İslâmiyet'i kabul etmemi ş olduklarını bir kere daha tekrar ediyor. Bu hususta Alman orientalisti Dr. Höhnerbach' ın fikri de Wellhausen ve Caetani'nin tamamiyle tesiri alt ındadır. Büyük bir de ğer taşıdığı açık olan V es İ me 'nin Kitab ür - Ridde'sini İbni Hacer'den çıkararak yayınlayan Höhnerbach' ın neden kendi yayınladığı bu kitaptaki kay ıtlara bu derece lâkaydi göstermi ş olduğunu anlıyamadığımı zı söylemek mecburiyetindeyiz. En eski İ slâm kaynaklarından olan Vesime'nin Kitab ür - Ridde'si bize aş ağıdaki ip uçlarını vermekle Tuleyha ve taraftarlar ının daha önce Müslüman olduklar ını şüphe götürmez bir ş ekilde anlatmaktad ır. Meselâ: Zübyân bin Rebia el-Esedi adındaki ş ahıstan bahseden Vesime (S. 40), onun Hazret-i Muhammed ile buluştuğunu söyledikten sonra,
"Tuleyha peygamberlik iddias ında bulunduktan sonra, ondan ayrılıp, 100 Caetani, a. g. e., VIII., S. 298.
53
ona şöyle demi ştir ; Sen yalnız bir kâhinsin ki, kâh isabet ettirir, kâh isabet ettirmezsin; bize Kur'ana benzer bir şey getirsene. Eğer bunda muvaffak olamazsan, b ırak bizi senden ayrılalım" demiş olduğunu bize bildirmektedir. Gene Vesime'nin bize bildirdi ğine göre: Hubeyş hükemâdan Galip bin Bi şr ül-Esedi, Yezid bin Huzeyfe E şraftan Zufar, Tuleyha'dan ayrılıp islâmiyeete sabit kalanlardandır. Harim bin Kutbe bin Sinan el- Fezeiri de İslama sadık kalm ış ve Uyeyne bin Hısn'a da İslamda sadık kalmas ını tavsiye etmi ştir. Uyeyne bunu dinlememi ş ve bunun üzerine Harim de onun hakk ında bir şiir yazm ıştır. (Harim Cahiliyye devrinde yarg ıç idi). Zimman bin Ammar el- Fezâri, Tuleyha ile birlikte irtidad edip Müslümanlarla mücadele edenlerdendir; fakat sonra pişman olup Yemame'ye Bitmi ştir. Ahaliye irtidadın kötü sonuçlarını anlatmış ve onları İslam'a davet etmi ştir. El Hâris Malik üt - Tai: Peygamberle bir arada bulunmuştur. Ridde s ırasında sadık kalıp zekât ı Ebu Bekir'e vermi ştir. İbni Sa'd (Tabakat, IV. I., S. 177) da bize bu yolda misaller vermektedir: "Et-Tufeyl irtidad konusunda Tuleyha i şine karışmış ve Necid'i
tekrar İslâmlığa iade işinde büyük hizmeti olmu ş, sonra Yemame'ye Bitmiştir". Daha birçok ilâvelerle zenginle ştirilmesi mümkün olan yukar ıdaki misaller bize Tuleyha ba şta olmak üzere Es e d, Gat af an, Fezare ve Tay kabilelerinin, kalben olmasa bile, ş eklen islamiyeti kabul etmiş olduklarını n° ve Medine hükametine ba ğlı bulunduklarını pek güzel ispat etmekte iken, Höhnerbach, İ slam tarihçilerinin Hazret-i Muhammed'in ş ahsiyetini idealle ştirmek maksadiyle dü şman kabilelerin elçilerini bile ihtida etmiş gösterdiklerini iddia ediyor ve bu arada önce hakikaten Müslüman iken irtidad eden Müccaa, Malik bin Nüv eyr e gibi temsilcileri de iddias ına misal olarak gösteriyor (Höhnerbach. a. g. e. S. 88) ve Halid'in bunların üzerine yürümesini — gene Caetani'nin tesiriyle — ülkeler fethetmek arzusundan do ğan bir hareket, kar şı tarafın mukavemetini ise ilk defa fethedilen bir memleketin direnmesi saymak gerekti ğini ilave ediyor. Höhnerbach' ın bu husustaki kanaatlerinin sars ılmazlığına ileride Müseylime ve Yemame konusunda daha da aç ık misaller verece ğiz. Ceatani ve Höhnerbach gibi de ğerli Orientalistlerin, nas ıl bir düşünüşün tesiri altında, apaçık tarihi hakikatleri reddettiklerini anlamak zordur. Habb al memleketine döndükten sonra A 11 a h' ın r es Mü Muhammed derhal D ı r ar bin ül - E zve r'i Esed'lerin ülkesindeki valilerine 101 Cle'ment Huart, Histoire des Arabes, Paris 1912., I., S. 179'da Fezürelilerin Müslüman olduklarını, fakat içten bir inan ış a sahip olmadıkları için çok geçmeden irtidad ettiklerini kabul etmektedir.
54
göndererek dininden dönen herkese kar şı harekete geçmelerini ve tedbir almalarını emretmişti 102. Bu emir üzerine onlar ciddi tedbirler ald ılar ve Tuleyha'yı korkuttular. Müslümanlar Vâridat denilen yerde, mürtedler ise Semira'da topland ılar. Bu s ırada Tuleyha'nın taraftarlar ı gittikçe azaldı. Müslüman ordusuna kat ılanlar ise her an ço ğahmaktaydı . Nihayet D ı r ar onu sa ğ olarak ele geçirmek istedi ğinden üzerine yürüdü. Karşılaştıkları zaman keskin kılıcı ile Tuleyha'ya vurdu fakat kılıç Tuleyha'ya i şlemedi. Bu olay Tuleyha'n ın halk arasındaki itibarını arttırmaya yardım etti. "Ona kılıç işlemedi" sözü gittikçe yay ıldı "3. Müslümanlar Tuleyha'n ın isyanı ile uğraşırlarken, Hazret-i Muhammed'in öldüğü haberi geldi. Bu defa halk Tuleyha'n ın etrafında toplanmaya ba ş ladı . Tuleyha artık kabına sığamaz oldu. Zı'l-Himarin Avf Cezmi ona Cedile'lerden be şyüz kişiyi istediği anda yardımcı olarak verece ği haberini yolladı . Gavs'ların başkanı da aynı şekilde Tuleyha'ya yard ım vâdetti. Uyeyne bin H ı sn ise Gatafan'lar ın başına geçip "Ben Esed'lerle
aramızdaki eski anla şma bozulduktan sonra Gatafan yurdunun sinı rlarım tanım ıyorum. Şimdi ise Cahiliyye devrinde Eesed'lerle aram ızda mevcut olan anlaşmay ı yenileyece ğim ve Tuleyha'ya yard ım edeceğim. Tanrı adına yemin ederim ki, müttefikimiz olan iki kabilenin peygamberine tabi olmay ı Kurey şli Peygambere tabi olmağa tercih ederim. Hem Muhammed ölmü ştür.'; Tuleyha ise sağdır ve kavmi ona uymu ştur""4 dedi. Sonra kabilesi ile birlikte Tuleyha'n ın yanı başında yer aldı. Böylece Esed Gatafan ve Tayy kabileleri dinden dönüp Cahiliyye devrindeki anla şmalarım yenilediler Sahte peygamberlerin ortaya ç ıkış sebeplerini genel olarak aç ıkladığı= zaman gösterdi ğimiz üzere, Tuleyha'nın ortaya çıkışında ve kuvvetlenişinde de kabile ş eflerinin siyasi nüfuzlar ını arttırmak hevesleri, bunların, birbirleriyle ba şkalarına karşı birle şmeleri, zekât ve sadaka vergisinden kurtulmak istekleri büyük rol oynam ıştır. Peygamber'in ölümü de İslam dinini henüz pek yeni kabul etmi ş ve henüz hazmetmemi ş 102 Caetani, a. g. e., VIII., S. 280'de Seyf bin Ömer taraf ından teyid edildi ği için İbni Haldfm'a atfetti ği haberin birinci bölümünün, yani "Tuleyha Hazreti Muhammed zamanında peygamberlik iddia etti..." sözlerinin do ğru, fakat ikinci bölümünün yani "Hazret-i Muhammed Drar bin ül-Ezver'i Esed'lere yollad ı tedbir aldırttı" sözlerinin hususi bir maksatla sonradan uydrulmuş oldu ğu ileriye sürülüyor. Halbuki Seyf haberin ikinci bölümünü de teyid etmiştir. Mademki haberin birinci bölümünü Caatani itimada lay ık bulmuştur, ayrıl mülâhaza ile ikinci bölümünü de kabul etmesi kaç ınılmaz bir mecburiyet iken o, Hazreti Muhammed'in şurada burada ç ıkan yalancı peygamberlere müsamahal ı bir gözle baktığı iddiasını savunabilmek için ve böylece Hazret-i Muhammed aleyhinde bir hükme varabilmek için Drar' ın onun tarafından Esed'ler üzerine göndrilmi ş olmasım uydurulmuş bir haber olarak vas ıflandırmakta, Taberi, a. g. e., arap., III., S. 189; tür. ter., III. S. 95; ibn ül Esir - el Kamil, S 360; İbn Haldün, İber, II, II., tekmile, S. 70'deki kayıtlara ra ğmen israr etmi ştir. 103 ibn ül - Esir, el Kamil. S. 360. 104 Taberi, tür. ter., III., S. 97.
55
olan bu insanları bir ş aşkınlık ve bocalama devresine sürüklemi şti. Kabileler olgun ekinler gibi, kuvvetli esen rüzgar ın önünde baş eğiyorlardı . Bu durum karşısında Kuzaa'll Sinan ve D ırar bin el - Ezver, Esed'ler aras ındaki bütün di ğer Müslüman memurlar kaçıp Medine'ye Ebu Bekr' e geldiler. Durumu kendisine anlatt ılar. Ebu Bekr'in bu haberleri endi ş e ile de ğil adeta memnuniyetle dinledi ğini Taberi (Ter. ter. III., S. 98), Dırar'ın ağzından anlatmaktad ır. Bu sırada Gatafan ve Esed kabileleri, mütereddit kalan Havâzin ve Kuzadlar ın elçileri, Hazreti Peygamber'in ölümünden on gün sonra Medine'ye gelip Müslümanlar' ın önemli ailelerinin evlerine misafir oldular. Yaln ız Abbas bunlardan kimseyi misafir etmedi. O s ırada Ü s â m e de Suriye seferine ç ıkmıştı ve ancak kırk gün sonra geri dönecekti. Isyan eden kabilelerin delegeleri Ebu Bekr'in huzuruna çıktıkları zaman, namazı kılacaklarını, fakat zekat ı vermektenaffedilmek istediklerini, dilekleri kabul edildi ği takdirde bir barış andlaşması yapacaklarını söylediler. Bu teklif bir çok sahabe taraf ından da uygun görüldü. Az kalsın elçiler maksatlar ına ereceklerdi. Fakat Ebu Bekr bu iste ği şiddetle reddetti " 5 ve heyetleri geri çevirdi. Bu hususta kaynaklar menşei Ö m e r'e kadar dayanan, a ş ağıdaki rivâyeti kaydederler: Ömer ve di ğer Eshâb, Halife Ebu Bekr'e gidip: "B ırak insanları, zekât vermeden namaz k ılsınlar; zira yüreklerine iman girseydi onu da kabul ederlerdi" dediler. Buna Ebu Bekr'in verdi ği cevap ş öyle olmuş tur: "Tanrıya and içerim ki, göklerden yere dü şmek, u ğrunda döğüştüğü bir işi bırakmaktan nice daha hoştur. Hiç böyle bir şey uğrunda savaşmaz olur muyum?" " 6 Belazfiri (Fütuh, S. 91), de ise bu nokta ş öyle aydınlatılmıştır: Sahabilerin yukar ıda söyledi ğimiz teklifi üzerine, Ebu Bekir onlara: "Bir devenin yular ı nı dahi eksik verseler, onlarla savaşırım" cevab ında bulundu. Süyuti (Tarih ül - Hülefa, S. 29)'de de bu hususta şunlar yazılıdır: Ömer buna kar şılık, Peygamberin "Ben , Tanrıdan başka bir Tanrı yok, Muhammed de onun elçisidir diyinceye kadar, onlarla savaşmaya emredildim, her kimki bunu söylerse, mal ını ve kan ını benden korumu ş olur" dediğini hatırlattı . Ebu Bekr ise "Namaz ile zekât arasında bir fark gören herkesle savaş acağtm, çünü zekât maldan al ınan bir haktır, Peygamber de haktan bahsetmiştir" dedi. Gene tekrar edelim ki, dinden dönüp ayr ıca savaştan da kaçınmayanlar dâima iktisadi gayelerle harekete geçmi ş bulunuyorlardı. 105 Taberi, arap., III., S. 221; Es - Suyhti, Tarih ül - Hülefa, Kahire 1305, S. 29. 106 El-Hindi, Kenz ül-Ummal fi sünen il - Akval vel-Eral, M ısır 1315, II., S. 174. Ayni anlamda bu iddiayı destekliyen sözleri Belâzuri, Fütuh, S. a 101'de vard ır.
56
Halife ile bir anla şmaya varamayan kabile üyeleri kendi yerlerine döndiikleri zaman, kabiledaşlarına Müslümanların sayısının az olduğunu söyleyerek onları Medine üzerine akın etme ğe heveslendirdiler. Ebu Bekr ise bunu önceden tahmin edip Medine'lilerin Mescitte haz ır bulunmalarını, mürtedler tarafından bir hücuma maruz kalmalrımn muhakkak olduğunu haber verdi. Bu s ırada S ül ey m kabilesi kısmen dinden dön müş , Hava zinier mütereddit, S ak ille r ise islâmiyette sabit kalm ış lardı. Isyan edenler Kurey şlilerle Ensar ars ındaki anla şmamazlığı unutturup bunların birle şmelerine sebep olacaklar ını hiç hatırlarına getirm,emişlerdi. Biraz sonra Peygamberin şuraya buraya tâyin etti ği valilerden, her yerde toptan veya k ısmen irtidat ve isyan oldu ğu haberleri geldi. Müslümanlar'ın uğradıkları felâketler dillerde dola şmaya ba şladı . Ebu Bekr, Hazret-i Muhammed'in yapt ığı gibi ihtilâlcileri elçilerle oyalad ı . Valilerin elçilerini yeni emirlerle geri çevirdi; ba şka elçiler de gönderdi. Maksadı Üsâme ordusunun geri dönece ği zamana kadar vakit kazanmaktı. Ebu bekr'in ilk sava şı Abs ile Zubyiin kabilelerine kar şı oldu. Bunlar acele ile Medine üzerine yürüdükleri için Ebu Bekr, Üseime'nin dönüşünü beklemeden bunlar ı karşılamak mecburiyetinde kald ı . Kuzeyde bulunan Kelb ve KuzCıalılar da irtidat etmi şlerdi. Tuleyha'mn etrafında toplanan Tay, Esed ve Gatafanlardan pek az ı Müslüman kalmıştı . K in â ne kabilesinden baz ıları da isyancılara katılmışlardı . Tuleyha ço ğalan taraftarlar ını ikiye böldü. Bunlardan bir grubu el - Abrak, bir grubu da Zu'l - Kassa'ya gönderdi ve Habbal'i de bunlara komutan tâyin etti. Çok kısa bir zaman sonra mürtedlerin hücuma geçeceklerini anlayan Ebu Bekr, Medine yollarını gözetlemek üzere, Ali, Zübeyr, Talha ve Abdullah bin Mesud'u gönderdi Camide topladığı halka da, isyancıların Medine'den bir merhale uzakta olduklar ını haber verdi. Bundan üç gün sonra isyanc ılar Medineye bir gece bask ın]. yaptılar. Bunu haber alan Ebu Bekr camide bulunan halk ın ba şında, baskım yapanlara kar şı çıktı ve onları kaçmıya mecbur etti. Ebu Bekr onlar ı, Tuleyha'nin yedek kuvvetlerinin buludu ğu yere kadar kovalad ı . Fakat bu yedek kuvvetler, hava doldurulmuş tulumları Müslümanlar' ın develerinin ayaklar ı altına yuarlayarak ürküttükleri için, develer dört nala ko ş arak Medine'ye geri döndüler. Bu çarp ışmada hiç bir Müslüman ölmemi ştir. Isyancılar, Müslümanları zayıf sanarak Zu'l-Kassa'ya bulunan arkada şlarını kendi yanlarına ça ğırdılar. 57
D. Zu'l-Kassa savaşı: Ebu Bekir bu s ırada, bütün geceyi askerlerini nizama koymakla geçirmişti. Ertesi gün, gün do ğmadan hücuma geçti. Güne ş do ğarken mürtedler bozulup bir hayli adam kaybettiler. Tuleyha'n ın yeğeni Habbâl de bu s ırada öldürüldü 107 . Ebu Bekr ilerleyip, Zu'l-Kassa'ya indi. Numan bin Mukarrin'i bir bölük askerle orada b ırakıp kendisi Medine'ye döndü. Bu sava ştan Tuleyha taraftarlar ının cesareti kırıldı . Zubyânlar, Abs'ler Müslüman kalm ış olanların üzerine at ılıp çeşitli işkencelerle, onları öldürdüler. Ebu Bekr bunu haber al ınca, öldürülen Müslüman sayısı kadar, belki de daha fazlas ıyla, daha şiddetli bir tarzda karşı taraftan adam öldürece ğine and içti. Zu'l-Kassa savaşı sonunda Müslümanlar'ın cesaretleri artt ı . İrtidad edenler aras ında yeniden dine dönenler çoğaldı . Bunun sonucu olarak da Medine'ye her taraftan zekât, sadaka malları gelme ğe başladı . Bu olayın üstünden birkaç gün geçtikten sonra iİsâme, Suriye seferinden döndü. Ebu Bekir onu askelerle birlikte Medine' de bırakıp kendisi Zu'l-Huhisa ve Zu'l-Kassam mevkilerine hareket etti. El - Abrak denilen yere gelince, orada Abs, Zubyân, Abdu Menat bin Kinane'lerden bir toplulukla sava ştı ; onları da bozguna u ğrattı . Bu arada Ebu Bekr'e (Ebu Fasil'e) tâbi olmay ız diyen ş air Hutay'e de esir düştü. Bundan sonra Medine'ye dönen Ebu Bekir, art ık elçi gönderme işini durdurdu ve onbir birlik kurarak bunlara komutanlar tâyin edip isyan eden bölgelere yolladı Bunlardan biri de Tuleyha üzerine giden bir birlikti ki, komutanlığına Hâlid bin Velid tayin edilmi şti ı oe Halid'in elinde de öteki komutanlar ın sahip oldukları gibi, Ebu Bekir'in emirlerini ihtiva eden iki mektup vard ı . Seyf bin Ömer'in rivâyetine göre mektuplardan birinin önemli k ısımları , aynen ş öyledir: ".... Ben size e şi olmayan tek ve bir Tanrıyı över ondan ba şka mâbud bulunmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi oldu ğuna tanıklık ederim.... Tanrı elçisi dâvetini kabul ettirinceye kadar sava ştı Muhammed ancak Tanr ı elçisidir. Ondan önce birçok resüller gelip geçmi şlerdir. O ölür veya öldürülürse, siz yüz çevirip dönecek misiniz ? Her kim yüz çevirip irtidad 107 Belözüri, arap. S. 103'de Habbâl'in daha sonra Ukkâ şe ile Sâbit tarafından öldürülmüş olduğunu kaydetmektedir. 108 Zu'l-Kassa,Medine'nin biraz do ğusundadır. Belözüri, arap., S. 101'de Zu'l-Kassa, Medine'den bir konaklık uzakta bir yer olup Necid taraflar ındadır, denmektedir. 109 Taberi, arap., III., S. 224'de. "Ebu Bekir, Halid'e Tuleyha'nu ı işini bitirdikten sonra Butah'da Malik bin Nüveyre'nin üzerine yürümesini emretmi şti. İkrime bin Ebu Cehil'i Müseylime üzerine, el-Muhacir bin Ümeyye'yi Yemen'de ç ıkan ikinci Ridde üzerine Yemen'e ve oradan Hadramavt ülkesine, Hâlid bin ül-Said bin ül-' ıs'ı Suriye'deki Hamkateyn bölgesine, 'Amr bin Kuzaa topluluğuna, Tureyfe bin Hâeiz'i Beni Suleym kabilesi üzerine, el- ıla bin ül-Hadramryi Bahreyn'e.... yollad ı (bk. Caetani, a. g. e., VIII., S. 273.) Bu komutanlar Zu'l-Kassa'dan ayrılarak ellerinde Ebu Bekir'in ver(d ği bir mektup ve aman andi oldu ğu Mide hareket ettiler.
58
ederse yüce Tanr ı'ya bir zarar vermez.... Aran ızda Muhammed'e tapanlar varsa o ölmü ştür. Tanrıya ibadet edenler için ise Tanr ı her vakit vardır. Onun hiçbir orta ğı yoktur Ben sizi Tanrı'nın dinine s ıkı bir surette riayete ça ğırıyorum Bana aranızdan bir kısmınızın Müslüman olup islâm dini ile amel ettikten sonra Tanrı'yı aldatarak, ne yaptığını bilmiyerek, ş eytanın ça ğrısını kabul ederek, dininden dönmü ş olduğu haber verildi... Ben size Muhacir, Ensâr ve Allah' ın bir lûtfu olarak Tanrı yoluna gidenlerden bir ordu ile falan komutan ı gönderiyorum. Ona, Tanr ı dinine ça ğırmadan önce, kimse ile sava şmamasını ve kimseyi öldürmemesini... salih olanlara yard ımını esirgememesini.. çağrısını kabul etmeyenlerle sava şmasım, onlardan ele geçirebildi ği kimseleri sağ bırakmamas ını, onları ate şle yakmasım ve her türlü işkence ile öldürmesini... emrettim... Islâmiyeti b ırakan Tanrı'yı âciz b ırakamaz.... gönderdi ğim elçime, bu mektubumu her toplant ıda size okumasını , ezan, okuyarak namaza ça ğırmasını emrettim. Ezan okumad ıkları takdirde onları cezaya çarpt ırımz dedim Ezan okuduklar ı takdirde onlardan Müslüman olup olmad ıklarını, sorunuz, islâmiyeti ikrar etmezlerse onları cezaya çarpt ırımz diye emrettim...." İkinci mektup ise do ğrudan do ğruya komutanlarma emir ve tavsiyelerini ihtiva etmekte idi. Buradan gittikleri her yerde halk ı Tanrı'nın emirlerine dâvet etmelerini, kabul edenlerin islâmiyet'in onlar ın üzerine yüklediği bütün hükümleri, hak ve vazifeleri tam olarak vaktinde yerine getirmelerine önem vermeleri yaz ılı idi 1 ". Diğer komutanlar gibi Hâlid bin Velid de Zu'-1-Kassa'dan ordusunun başında harekete geçti. O s ırada, Tuleyha ile Gatafan kabilesi başkanı Üyeyne bin H ısn 1 ", Buzaha suyu üzerinde bulunuyorlard ı . Es-Seri'nin Seyf'den aldığı rivâyete göre Müslümanlar bu s ırada Esed kabilesinden birini yakalay ıp Hâlid'in yanına getirmi şlerdi. Hâlid ona: "Bize onun hakkında bilgi ver. O size neler söylüyor ?" diye sordu. Yakalanan Esed'li Tuleyha'n ın kendisine ş öyle bir âyet inmiş olduğunu iddia etti ğini söyledi: "Güvercin ve dâima oruçlu olan ku ş adına andiçerim
ki, Tanrı sizin bu ülkeleri y ıllarca koruyacağınız ı mülk ve devletinizin, Şam ve Irak'a kadar uzanacağını temin etmi ştir" (Taberi, Tür. ter.,III., S. 103). Yukarıda Tuleyha'nın âyet diye iddia etti ği sözler, onun halkı nasıl kandırdığına bir misâl te şkil etti ği gibi, gene onun ş ahsi hırs ve emelleri110 Taberi, türk., III., S. 81 - 88; El - Hindi, a. g. e., IL, S. 174. 111 Yakut, Mu'cem ül-Buldân, Mısır 1906, II., S. 160 - l'de, Buzaha'nm Necid arazisinde Tayy aşiretine ait bir su oldu ğunu söyler. Şeybanl ı Ebu Ömer'e dayamld ığı takdirde: Beni Esed'e ait bir su olduğunu ve Tuleyha ile Hâlid aras ında büyük bir sava ş olduğunu kaul etmek gerekir. Belâzüri, S. 103'de, Esed kabilesinin bir suyudur diyor.
59
nin ne kadar geni ş ve kolay tatmin edilemez oldu ğunu açıkça göstermektedir. Hâlid yolu üzerindeki kabileleri kah tehdit, kah dostluk yoluyla kendisine yardım etme ğe mecbur kılarak ilerledi. Bu cümleden olarak Adi bin H âtim 'in T ayy ve C e dileleri islaml ığa kazanmış olması başta sayılmak gerekir. K elb rnin rivayetine göre Hâlid Mürted'lere yaklaştığı sırada, ke şif yaptırmak üzere Ükk a ş e bin Mihs an ile Sabit bin Ekran' ı yolladı . Bunlar yolda Tuleyha ile karde şi Seleme'ye rastladılar ve onların ani hücumu ile ş ehid edildiler 112 Gamr halkı Buz aha'ya s ığındıktan sonra Tuleyha onlara "Sizlerin bir taş değirmen yapman ız bana emredildi; Tanrı onunla istediği kimseleri vuracak ve yukardan aşağıya yuvarlanacak olan kimseler onun üzerine fırlıyacaklardır" dedi. Her halde Tuleyha bu sözleriyle, üstünlüklerini kaybedece ğini umduğu Müslüman askerlerini kastetmektedir. Tuleyha yan ında Gatafan kabilesinden Harice bin H ı sn ül - Fezari ve Manzur bin Zuby an ül - F e z ari bulundu ğu halde Hâlid'in ordusu ile kar şılaştı . Hâlid geldi ği zaman, o deriden çat ılmış bir evde Ashab ı ile birlikte oturuyordu. Hâlid onlara: "Söyleyin Tuleyha ç ık ıp bana gelsin" dedi. Tuleyha'mn adamlar ı ise: "Peygamberi küçültme, Tuleyha de ğil Talha' dır" dediler. Biraz sonra o çad ırından çıkıp geldi. Hâlid ona: "Helifemizin öğüdü şudur ki: seni Tanrı'nın birliğine ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğunu tasdik etmeğe çağı rıyor" dedi. Tuleyha da ona: "Ey Hâlid! Bir Tanrı'dan başka Tanrı olmadığını, kendimin de Tanr ı'nın resâlü olduğunu bilip bildiririm" °". dedi. Bu cevab ı alan Hâlid askerine hücum emri verip sava ş a başlad ı . Müslümanlar mürtedleri fena halde s ıkış tırdılar. Bir ara komutanlardan F e z 'al- eli Vy e yne bin H ı sn, Tuleyha'nın yanına gelerek, sana Cebrail geldi mi? diye sordu. Sava şta durum o kadar kötüle şti ki, Üyeyne her halde böylece Tuleyha'n ın güya peygamberliğinden ve kehanetinden bir kuvvet almak istiyordu. Tuleyha ona: "Hayır gelmedi" diye cevap verince tekrar sava ş meydanına döndü; fakat sava şmaktan yorulup tekrar onun yan ına geldi: "Tanrı seni baş kasının yardım ına muhtaç eylemesin; ben yan ından ayrıldıktan sonra Cebrail geldi mi?" diye sordu. Tuleyha gene gelmedi ğini söyledi Uyeyne üçüncü geli şinde Tuleyha ona: "Senin de onunki gibi bir değirmen taşın 112 Ihtimal Tuleyha ile Seleme yalnız değillerdi, çünkü Taberi'de bunların aralarındaki ufak tefek muahavere ve hareket tarzlar ı teferruati ile anlat ılmıştır. Her hâlde bunları gören bir başkası olmali bk., Ibni,Sâ'd, Tabakat, III., I., S. 64 /5; Belâzürl, arap. S. 103: Taberi, arap., III., S. 227 v. öt.; Mirhond, a. g. e., II., S. 222 v. öt. 113 Beyhaki, Kitab ül - Mehâsin vel-Mesavi, F. Schevalli yay ım, 1902 S. 32 - 34; Hâlid'in ezan okunan yerlerin halk ına dokunmadığı. ezan okunmıyan yerlere hücum etti ği İbni Sâ'd'da yazıhdır. ,
60
var, senin de unutamıyacağın sözlerin var, diye söyledi" dedi; Üyeyne: "Tanrı onun yak ın bir zamanda halk arasında bir hikâye konusu teşkil edeceğini bilmi ş olacaktır. Ey Fezâre oğulları bu böyledir; geriye dönünüz, Tuleyha yalancıdır" dedi ve F e z â r e 1 il eri al ıp çekildi. İ bni İ s h ak'dan (Taberi, III, 231 - 232) al ınan bu rivâyetin daha birçok de ğişik şekillerine tesadüf etmek mümkündür. Meselâ B eyh aki (Kitab ül - Mehâsin, 32 - 34): Tuleyha güya vahiy bekler gibi harmanisinin içine büzülmü ş
bir halde dururken Uyeyne ona "Cebrâil gelmedi mi ?" diye sorar. 0 da "Henüz gelmedi" cevab ını verir Üyeyne "Ocağın sönsiin" diyerek onun örtüsünü çeker. Tuleyha bundan hızar, "Allah lâyığını versin, bu peygamberlik icabıdır" deyip oturur. Üyeyne "Sana ne söyledi" diye gene sorar. Tuleyha bu defa "Muhakkak sana (göğün) değirmeni gibi bir değirmen var, bir de iş var ki, unutma onu dendi" cevab ını verir. Üyeyne " Şüphesiz yüce Tanr ı senin başına unutmıyacağın bir iş geleceğini bildi" der ve onun yalancı olduğunu ilân eder. İ bni H alchin' ( İber, II., S. 71) da, Tuleyha "Evet geldi, gök de ğirmeni gibi bir değirmenin vardır ve unutm ıyacağın sözü vardır âyetini getirdi" diye cevap verdi. Belâzûri bu noktayı şöyle açıklamaktadır: 2" Tuleyha "Evet geldi, ve şunu söyledi: Senin de onunkine benzer bir de ğirmen taşın var" dedi. Üyeyne cevap olarak "Valla/y ı senin unutm ıyacağın bir günün olacaktır" dedi. Yakut (Mu'cem ül - Buldân, II. S. 160 - 161)'da: Üyeyne İslâm k ılıçlarının kendi askerlerini doğradığınt görünce Tuleyha'ya ko şup dedi ki, "Ebu Fasil'in neler yaptığını görüyor musun? Zu'n-Nün sana bir şey dedi mi ?" Tuleyha "Evet" dedi "sen öyle bir gün göreceksin ki, başı senin olmayacak, fakat sonu senin olacaktır ve Halid'in orduları senin ordularını nasıl öğüteceklerse, sen de onun ordusunu bir değirmen taşı gibi öğüteceksin ve hiç unutm ıyacağın bir yaka ile karşılaşacaksın" diye cevap verdi. İ bn ül - Esir'de ((Üsd ül - Gâbe, III. 65) Üyeyne üçüncü defa Cebrâil'in bir şey söyleyip söylemedi ğini sorunca, Tuleyha gene "Hayır" cevabını verdi. O zaman Üyeyne ona "Cibril seni kendisine en muhtaç olduğun bir zamanda bıraktı" dedi. O zaman Tuleyha " Şerefiniz için döğilşünüz, yoksa ortada din falan yok" diye cevap verdi. İ bn ül-Esir' in bu kaydı daha sonra görülece ği üzere Müseylime için de söylenmi ş bir sözü pek andırmaktadır. Tuleyha'n ı n "ortada din falan yoktur" sözünü böyle nâzik bi zamanda söylemesi bizzat Tuleyha'n ın ş ahsi için her halde pek tehlikeli olaca ğından, onun böyle bir söz söylemi ş olmasını 61
şüphe ile kar şılamamız gerekmektedir. Tuleyha'n ın etrafındakilerin onu Peygamber de ğilse bile bir kâhin olarak kabul ettikleri muhakkakt ır ve bir kahin de olsa kendilerini aldatmas ını elbette ho ş görmeyecek olan Araplara onun böyle bir söz söylemesi tabiatiyle imkans ızdır. Zehebî Tecrid'inde (S. 299) İ b n ül - E sir 'in söylediklerini aynen tekrar etmektedir. Mirhond'da (Ravzat us - Safa, II., S. 222): Tuleyha, Üyeyne'ye üçüncü geli şinde ş öyle söyledi: "Cebrâil geldi. Senin ümidin Halid'in ümidi ile ayd ınlanmaz ve aranızda bir vaziyet var ki onu unutmamal ı". tlyeyne: "Allaha kasem ederim ki, yak ın bir zamanda sana bir hâl gelecek. Bu asla senin hatırı ndan çıkm ıyacak" dedi. Mirhond ba şka bir rivâyete dayanarak, Üyeyne islâmlar' ın savaşı kazanacaklarm ı anlayınca gayretten âciz kalıp kaçmaya yüz tuttu. O zaman Tuleyha kendisine "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Üyeyne, "Bizim cenk nöbetimiz sona erdi. Cebrâil'e de ki, elini muharebe kolundan dışarı çıkarsı n! Art ık nöbet onundur". Bu nokta üzerine Muir (Annal of the early Califate, S. 25) Tuleyha'nın sözlerini "başına onun gibi bir boyunduruk geçecek ve öyle bir iş gelecek ki, sen onu unutm ıyacaks ın" şeklinde kaydediyor. Yukarıdan beri zikretti ğimiz kaynakların hiçbirinde bu boyunduruk sözüne rast gelmedik. Çe şitli kayank ve tetkiklerde gene çe şitli ş ekillerini kaydetti ğimiz "de ğ irmen ta şı" mecâzi sözünün hakiki m,ânıasını anlamak biraz güç olmakla beraber, elimizde baz ı anahtarlar var ki, bunlarla bilmeceye pek benzeyen Tuleyha'n ın iması açıklanabilir. Bir kere, "de ğ irmen t a şı" mecâzi sözünün islami devirlerde olsun, ondan çok önce olsun, nasıl bir anlama geldi ğini araştırmamız gerekir. M ar cus İ n cil'nde buna dair ş öyle bir âyet vardır (IX., 42): "Her kim bana iman eden bu küçüklerden birini sürçtürürse, boynuna büyük bir değirmen taşı takılıp denize at ılması kendisine daha iyidir". Tuleyha'nın halka güya ilahi bir emirmiş gibi anlatt ığı, biraz önce bahsetti ğimiz, "Sizlerin bir taş değirmen yapmanız bana emredildi, Tanrı onunla istediği kimseleri vuracak " sözünün de İ s a'dan beri, belki de daha önceki devirlerdenberi değirmen taşının Önasya'da bir ceza arac ı anlamı taşıdığını ifade etmektedir. Şimdi bu tâbiri cümlenin içinde ara ştıracak olursak: B ela z ûri, T ab eri, İ bni H al d 'ün "Senin de bir değirmen taşın..." demekle, de ğirmen ta şına Uyeyneyi sahip olacakmış gibi göstermektedirler. O halde de ğirmen ta şı kimin elindeyse, kuvvet, iktidar ondad ır, anlamı çıkmaktadır. Yakut'da, Tuleyha, Üyeyne'ye sava şın sonucu hakkında cesaret vermektedir. Beyhaki'de ise bu husus aç ık değildir. Bu dört de ğerli tarihçinin ve mant ığımızın bize gösterdi ği yolda yürüyecek olursak, 62
Tuleyha'nın bu güya ayet olan sözü, kumandan ı olan Üyeyne'ye s ırf bir cesaret vermek için söyledi ği kanaatine varım. Aksi halde en nazik bir anda müttefiki olan Fezareliler'in komutan ını kızdırmak amacıylaMuir'in kabul etti ği gibi, senin de boynuna bir boyunduruk geçecek veya ezileceksin anlamına — söz söylemesi tamamiyle menfaatine ayk ırı olurdu. Halid'in kuvvetlerinin üstünlü ğü karşısında zayıf imanlı mürted Üyeyne, Tuleyha'yı da yarı yolda bırakmış , yediyüz süvarisi ile birlikte çekilip Bitmiştir. Bunun üzerine Tuleyha'nın taraftarlar ı, Tuleyha'ya gelip "Bize ne emrediyorsun" diye sorunca, o, daha önceden haz ırladığı bineklere e şi Nevv ar ile birlikte atlayarak kaçmaya haz ırlandı ve bu arada, "Elinden gelen herkes benim gibi yaps ın' kendisini ve ailesini kurtarsın" diye cevap verdi. Böylece kurtuluşu kaçmakta bulan Tuleyha Ş am'a geldi. Arkada bıraktığı Süleym, H av azin ve Âmir kabileleri yeniden dine dönüp, af dileyip, islamiyet'in, malları ve şahısları hakkındaki hüküm ve emirlerine baş e ğdiler 114. Vakidrnin beyanına göre Halid, Üyeyne'yi de esir alm ıştı ve öldürmek istiyordu. Fakat Halid'in bir akrabas ı onu bu fikirden yaz geçirdi ise de, Tuleyha'n ın annesinin intiharını önliyemediler. Ona Müslüman olması teklif edilmi şti. o bu teklifi kabul etmeyip bir şiir söyliyerek Halid'in daha önceden haz ırlattığı ateşlerden birine kendini at ıvermiştii" Halid'in bazı esirleri ate şte yakt ığırdığı rivâyeti do ğru ise, bunun mühim bir sebebi olmandır. Esed ve Havazinlerden baz ı kimselerin Peygamber' in aleyhinde sarfettikleri bir tak ım sözlerin buna sebep te şkil ettiği İ bni Hub e y ş tarafından ifade edilmi ştir. Taberi'de de baz ı esirlerin ate şte yakıldıkları , bazdarımn okla vurulduğu v. s. anlatılmakta, fakat bunların daha önce Müslümanları aynı şekilde öldürenler oldukları da açıklanmaktad ır. Buz aha olayından sonra Tuleyha, Beyhaki'ye göre (Kitb ül - Mehasin, 32 - 34) Ş am'a gitti , " Şeytanı onu bırakmadı"; Ebu Bekir ölünceye kadar Gassanl ılardan C e fn e o ğullarımn yamnda kaldı . İ bni H ald -an (Kitab ül - İber, II., S. 71) Tuleyha'nın kaçıp Kelp kabilesine sa114 Belâzûri, arap., S. 103'de biraz daha de ğişik bir kayıt vardır: "Tuleyha ise çadırma kaçtı yıkandı ; sonra çıkıp atına bindi Mekke'ye do ğru gitti. Sonra Medine'ye gelerek Müslüman oldu. Denildiğine göre, Tuleyha Suriye'ye gitmi ş orada Müslümanlar kendisini yakalay ıp Medine'ye göndermişler,bundan sonra Müslüman olmu ştur."Belözûrrdeki bu de ğişik haberleri miinakaşasız kabul etmek imk âns ızdır. Bir kere öyle bir sava ş ve bozgun sırasmda, Tuleyha'ınn yıkanması vakit kaybetmesi demek olaca ğından, kaçmaya niyetli bir adamet yapmayaca ğı bir iştir. Ayrıca kendisinin do ğrudan do ğruruya Medine'ye gitmesi de onun için tehlikeli olaca ğından, Şam'a gitmiş olması daha do ğru bir ihtimaldir. Mamafih Yâkut, Belâzûrrnin verdi ği bilgiyi, kelimesi kelimesine, tekrar etmi ştir (Yâkut, Mucem ül-Buldân II., S. 160 v. öt.) 115 Caetani, a. g. e., VIII., S. 306.
63
ğındığını sonra Müslüman oldu ğu, Ömer zaman ında Umre için Mekke'ye gitti ğini zikreder. Süleyman Ned vi (Asr- ı Saadet, VI., S. 81) onun ilk olarak Ömer'e biat etti ğini daha doğru bulmu ş , Ebu Bekir yaş adığı müddetçe de Kelb kabilesi yanında misafir kald ığını kabul etmiştir. T ab errye gelince (III. S. 232, Tür. ter., III., S. 104), o da Tuleyha'nın Kelb kabilesine s ığındığını , fakat Umre Hacc ına, İbni Haldûn ve İbn ül - Esir'in yazd ıkları gibi Ömer zaman ında de ğil, Ebu Bekir zamanında gitti ğini yazmaktadır. Hatta Ebu Bekir'e, "İşte Tuleyha! Yakalat ınız!" dedikleri zaman, o "Onu serbest bırakın; Tanrı onu doğru yola sevketti, Müslüman oldu. Onu ne yapay ım" diye cevap vermi ş tir. Ebu Bekir'in ölümü ve Ömer'in ba ş a geçmesi üzerine, Tuleyha biat etmek için Medine'ye geldi. O zaman, Ömer ona: "Sen Ukkâ şe ile Sübit' in kaatilisin. Seni hiç sevmiyece ğim" dedi. Tuleyha: "Ey Müminlerin emiri, Allah' ın benim elimle şereflendirdiği ve beni onların elleriyle küçültmediğ i bu iki adama neden bu kadar önem veriyorsun?" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer biatı kabul edip ona : "Ey aldatıcı ! Hilekör! Kühinliğinden ne kaldı bakalım" diye sordu. Tuleyha bu soru kar şısında mahçup olarak: "Onlar bir çift ciğerden çıkan bir iki nefesten ba şka bir şey değildi" diye mukabelede bulundu 116. E. Tuleyha Müslüman askeri: Bundan sonraki askeri hayat ı uzun ve methe layik olan Tuleyha, Esedlerden kurulmu ş olan kuvvetlerin ba şında oldu ğu halde, K ad is iye savaşına katıldı . Celala'ya Müslüman piyadesini sevketti. Nih av en d zaferi onun hücum plan ı ile kazanıldı Onun de ğerli bir savaş çı olup bin süvariye e şit sayılabilece ği iddia edildiği halde, kısa süren âsilik hayatı göz önünde tutulursa ş ef olma kabiliyetinin, ş airlik, hatiplik vasıfları yanında çok zayıf olduğu meydana çıkmaktadır. Esasen bunu İbn ül - Esir'in şu mühim kaydından dan 7 anlamaktayız: "Ömer bin Hattâb, Numan bin Mukarrin'e şöyle yazm ıştı : Savaş işlerinde Tuleyha ile Amr bin Ma'dikerib' den istifade et. Onlara dan ış ; fakat onlara hiçbir komutanlık verme. Her i şçi kendi i şini daha iyi bilir". 116 Belâzûri'de (arap. S. 101) bu cihet ş öylece açıklanmıştır "Ömer bin Hattab, Tuleyha'ya demiştir ki,sen Allah ad ına yalan söyledin. Sana vahiy indirildi ğini iddia ettin. Tuleyha ona, Ey Emir ül-Miiminin , Bu iş , küfrün fitnelerinden biriydi. Islâmiyet bunlar ın hepsini ortadan kald ırdı. Bunun için sorumlu tutulmamally ım. Bu cevap kar şısında Ömer sustu. Bu bilgi Yâkut, Mu'cem ül-Buldan, II., S. 160 - 161'de de aynen vard ır. 117 İ bn
64
rsd ül-Gâbe, III. S. 65 Höhnerbach, a. g. e., S. 46.
Tuleyha'nın Kadisiye ve Nihavend sava şlarındaki büyük ba ş arılarından Vak ı di, Vesime ve S eyf bahsetmektedirler 118 . Kadisiye sava şında Tuleyha dü şman ordugahma yalnız başına giderek bir çadırın iplerini kesip üç at kaçırdı . Takip edenleri kıhçtan geçirdi; bir adamı da esir olarak beraberinde getirdi. Nihavend sava şının islamlar için çok tehlikeli anlar ında ke şfe çıkmak vazifesi gene Tuleyha'ya verilmi şti. Beni Esed'in eski peygamberi olan Tuleyha bu vazifesinden dönmekte o derece gecikmi şti ki, askerler meraklanarak aralar ında, "Yoksa Tuleyha gene mi dinden döndü?" diye söylenme ğe başladılar. Bu sebepten Tuleyha dönünce, tekbir sedalar ı yükseldi. Bunun duyan Tuleyha, kendisi yokken ortaya ç ıkan kanaatten haberdar olup "Tanrıya and içerim
ki, aramızda din bağı olmay ıp da sadece Araplık bağı olsaydı, gene şu Farslara katı lmazdım" diye cevap vermi şti '" Genel olarak onun H. 21 yılında öldü ğü söylenirse de, H. 24 yılında onu 500 Müslüman askeri ile birlikte Kaz vi n'i savunurken görüyoruz. Böylece ölüm yılı şüpheli kahyor. H. 21 yılı Halid'in, Numan bin Mukarrir'in, Amr bin Ma'dikerib'in ölüm yılları olarak gösterilir "°
F. Tuleyha'nm doktrini: Tuleyha'nın doktrini hakkında elimizde pek az bilgi var. O, bir peygamberden çok bir kahin gibi ortaya ç ıkmakta ve vahiy diye söyledi ği sözlerden birkaçı o zamanki hadiselerle ilgili arzular ını ifade etmektedir. Her kâhin gibi, kısa ve secili konu ş an Tuleyha'da hiç bir dini sistem görülmemektedir. O, günümüzde bile e şine pek çok rastlanabilen parapsikolojik kuvvetlere sâhip insanlardan biridir. Onun Cebrail yahut Zu'n-Nun adli bir melekten aldığını iddia ettiği vahiyleri hakkında da az ş ey bilmekteyiz. Bunlardan birisi, yukarda açıkladığımız:
Taberi, Kahire 1939, c. II s. 489. "Güvercin ve her zaman oruçlu olan ku ş üzerine yemin ederek, Esedlerin Şam ve Irak topraklar ını fethedeceklerine" dair olan sözleridir. İkincisi, bir gün Tuleyha:
.15.1 iş ) 1 118 Höhnerbach, a. g. e., 46. 119 Taberi arap., IV., S. 240; Muir, a. g. e., S. 257. 120 İbni Haldim, İber, II., tekmile. S. 71; İbn ül - Esir, tsd ül-Gnbe, III., S. 65; Mirhond, a. g. e. II., S. 222; Muir, a. g. e., S. 256 v. öt.; Vacca, Encuyelopedie de l' İslam, IV., S. 874.
65
121 yâni "Birkaç fersah öteye giderseniz su bulursunuz" demesi ve gerçekten orada az miktarda su bulunmas ı , birtakım Araplar' ı Tuleyha'nin peygamber oldu ğu inancına sevketmi ştir Zamanımızda da, nerede su veya bazı mâdenlerin bulundu ğunu bilen genç ihtiyar birçok insanlar vardır. Üçüncü mircize gösteri şine gelince: Hâlid, Medine'den ç ıkıp Tuleyha'nın üzerine yöneldi ği zaman Tuleyha halka "Al ınları akıtmalı,
ayakları sekili atlara binen insanların kendilerine doğru geldiklerini" haber verdi. Gönderilen öncüler, bunlara tesadüf ettiler, tarife tamamiyle uygun olduklarına gördüler. Beyhaki burada, Üyeyne'nin önceden casusları vasıtasiyle gelenler hakk ında haber al ıp bunu hemen Tuleyha'ya bildirdiğini ileri sürmektedir 122 Tuleyha'nın ibadet hakkındaki tavsiyeleriyle ilgili olarak Yâkut'da ş öyle bir kayda rasthyoruz:
Allahı ayakta zikrediniz; Allah ın, yüzünüzü topraklara sürmenizle ve secde ederken ald ığınız çirkin şekille ne i şi var 123 Bazı tarihçiler Tuleyha'nın peygamberli ğinin, halkı namaz ve oruçtan muaf tuttu ğu, zinayı da mubah kıldığı ve bunun gibi ş eytant işlerde kolaylık gösterdi ği için kabileda şları tarafından kolayca kabul edildi ğini kaydetmi şlerdir 124 Cahiliyye devrinde belli günlerde veya mühim te ş ebbüslerden önce putlarını hatırlayıp ziyaret ve onlara ibadet eden Araplar'', henüz pek yeni olan İslam dininin, her gün beş vakit namaz ı ş art kılan sıkı kaidelerinden kurtaran yeni bir peygamber, sahte de olsa, bu toplum içinde kolayca taraftar kazanabilirdi. Ancak peygamberlik iddia eden bir kimsenin zinayı mubah kılaca ğını kabul etmek biraz güçtür. Bu itibarla yukarıdaki iddiaları ileri sürerken tarihçilerin, sahte peygamberlere kar şı duymuş oldukları kızgınlıktan ötürü, objektif davranamam ış olduklarını hesaba katmak yerinde olur. Kaynaklar, Esved'in mele ğine oldu ğu gibi, Tuleyha'nın Z u 'n- N u rı adlı mele ğine de ş eytan demekte, olaylar ı hakikata uygun bir şekilde anlatırken, onların sahte olduklarını belirtebilmek için, zaman zaman hakikat yolundan sapmaktad ırlar. Hattâ 121 Eyyub Sabri, Mahmud üs-Siyer, S. 476 v. öt. 122 Beyhaki, a. g. e., S. 32 v. öt. 123 Yâkut, a. g. e., II., S. 161; Muir, a. g. e., S. 22 v. öt. Belazûri, Futuh M ısır 1932, s. 106 124 Mirhond, a. g. e., II., S. 222.
66
bunu bazen Tab e ri ve Mirhond gibi tarihçilerde bile mü ş ahede etmek mümkündür. Yukarıdan beri söylenenler göz önüne getirilirse T ul e yh a'n ın paien kabile ş efi tipini tam bir şekilde canlandırdığı, ayrıca kâhinlik, ş airlik ve savaşçılık vasıflarına da sahip oldu ğu için müttefikler buldu ğu, fakat Üyeyne'nin Fezarelileri al ıp çekilmesi yüzünden, kurmak istedi ği siyasi otoriteyi kuramad ığı anlaşılmaktadır. Tuleyha'mn sava şta yenilmesi üzerine, dinden dönen o civardaki Es e d, Gata fan gibi kabilelerin mensuplar ının gerekti ğinden fazla vergiyi hemen H âli d'e veya Ebu Bekir'e götürüp teslim ettiklerini görüyoruz. Ayrıca bunların vergiyi ödememi ş olmayı, haisislikleriyle izah etmeleri, onların Tuleyha'ya ba ğlıhklarının din yoluyla olmayıp iktisadi yolla oldu ğunu bir kere daha göstermektedir ( İbni Hubeyş , bk. Caetani, VIII. S. 312).
G. Netice: Görülüyor ki, Tuleyha hakiki bir peygamber de ğildir. E ğer hakiki bir peygamber olsayd ı her ş eyden önce, yeniden islâmiyet'i kabul etmez ve islâmiyet u ğrunda hayat ını tehlikelere atmazd ı. Onun çok imanlı bir Müslüman olarak Iran sava şlarında nasıl fedakârlıklarda bulunduğunu biraz önce anlatm ş bulunuyoruz. O, sadece Hazret-i Muhammed'in hastalanmas ından ve sonra ölümünden istifade ederek Kurey ş hâkimiyetinden kurtulmak ve kabile otoritesini yeniden tesis etmek, ayr ıca Hazreti Muhammed gibi başka ülkeleri ( Ş am ve Irak gibi) kendine ba ğlamak hevesinde, oldukça kuvvetli bir kabile ş efi ve iyi bir asker olmaktan ileri geçememiş , siyasi bir maceraperestti. Siyasi nufuzu gibi bildirdi ğini iddia ettiği dini de tarihte hiçbir iz b ırakmadan kaybolup gitmi ştir.
67
3. SECAR
Islam tarihinde görülen ilk yalanc ı peygamberlerden üçüncüsü olan S e c ah, ne E sve d gibi önemli topraklar ı eline geçirme ğe muvaffak olmuş bir komutan, ne de ileride görece ğimiz Müseylime gibi Kurey ş hâkimiyetini tanımamak davas ı uğrunda hayat ını fedaya raz ı gelmiş bir idealisttir. Fakat gene de tarihe malolmu ş , ilgi çeken bir ş ahsiyettir; çünkü Secah Arabistan gibi bir bölgede, hâkimiyet yolunda ortaya at ılmış bir kad ı nd ı r ve onun hayat ı Yem âme'nin ba şkanı yalancı Mü s eylime'rlin hayatı ile pek sıkı bir ş ekilde ilgilidir. Aslen Mezop ot amyal ı olan S e c ah, sadece peygamberlik iddiasında bulunmakla kalmamış , mensup olduğu büyük kabilenin önemli erkeklerini, davas ına iştirak ettirerek önce Ribab'lara ve Medine üzerine sefer açmak istemi ş . Ribab'lar onu yenilgiye u ğratınca Ye ıntime üzerine yürümü ştür. Arabistan gibi bir bölgede, bir kad ının bu derece kuvvet ve nüfuz elde etmesi, hattâ peygamber oldu ğunu iddia ederek bir takım insanları, samimi bir inançla olmasa bile arkas ından sürüklemesi hayretle kar şılanacak bir olay gibi görünmekte ise de, tarih bize bunun daha önceki devirlerde mevcut örneklerini vermektedir: Kuzey Arabistan'da Zebibilerin ve ,Şemsnerin melikelerinin bulundu ğunu Hors ab ad paralarından öğrendi ğimiz gibi, Tedmür'deki Arap melikesi Z enobiya da konumuz için güzel bir örnek te şkil etmektedir. Hatta bu sonuncusunun Roma imparatoru Aurelianus ile sava ş acak derecede cesaret sahibi oldu ğu da anlatılmaktadırus. Secâh da di ğer yalancı peygamberler gibi, peygamberlik iddias ına başlamadan önce bir kâhindi. Mes'adi (Müruc üz - Zeheb, IV., S. 199) 125 Caetani, a. g. e., VIII., S. 347. Ayni konuda Islâm tarihine daha yak ın bir misal vermek gerekirse: Peygamber'in dedesi Abdül Muttalib Zemzem kuyusunu bulup temizleyince Kureyşliler ona Sikaye (Kâbede su da ğıtımı işi) vazifesini kendisleriyle payla şması gerektiğini söylemi şler, o ise buna rıza göstermemi ş , o zaman işi bir hakeme havale etmek gerekmi ş ve Kureyşliler, Suriye'de ya şıyan Sa'd-u Huzeyme kabilesinin kühinesini hakem olarak seçmeyi teklif etmişler; Abdül Muttalib de bu teklifi memnuniyetle kabul etmi ş....
68
onun Satih, İbni Selma, el - Me'mun el - Harisi ve 'Amr gibi bir kâhin olduğunu kabul ediyor. Beni T emim gibi çok geniş bir kabileye mensup bulunan S e c ah' ın son derece güzel ve secili sözler söylemesi ve kâhine olmas ı kabilesi içinde ona üstün bir durum teminine yard ım etmiştir. Hazret -i Muhammed'in ölümü haberi büyük Temim kabilesi içinde baz ı rakabetlerin ve Ridde'nin do ğmasına sebep olunca. Secâh bundan istifade etmek maksadiyle H azret Muhammed'i taklid ederek, kendi peygamerli ğini iddiaya ba şladı . Çok eski devirlerdenberi Temim kabilesi birçok kollara ayrılmış bir halde Yem âme ile Fırat - Dicle aras ındaki meralara yay ılmıştı. Bu kabilenin baz ı kolları Hristiyanl ığı kabul etmiş olduğu halde, büyük kısmı putperest kalraar tercih etmi şlerdi. Hu de yb iy e bar ış andla ş mas ı ile, kurulmakta olan yeni İslam devletinin Kurey şliler tarafından tanınması üzerine, Arap kabileleri Hazret -i Muh amme d' e temsilci heyetleri gönderme ğe başlamış lardı . Hudeybiye'den beri fiili olarak tan ınan bu İ slam siyasi varlığı, Mekke'nin fethedilmesi üzerine tam bir devlet halinde kendisini gösterince , Arabistan' ın bütün kabilleri heyetler göndererek, Medine hükümetine ba ğlılıklarını bildirdiler. İşte bunun için bu yıla "Senet ül- Vüfud" denilmektedir ki, bu Hicretin 9. y ılıdır (bk. Sahih-i Buhari, Tür. ter., X., S. 400). Gene bu y ılda yukarıda bahis konusu olan Beni Temim'in temsilcileri, Hazret Muhamme d'e gelip islâmiyet'i kabul ederek, kendi memleketlerine dönmü şlerdi. Buhari 126 Beni Temim'den Medineye gelenlerin 70 - 80 ki şi olduklarını kaydettikten sonra, İbni İshak'a dayanarak, içlerinde e şraftan şunlar vardı diyor: K a'ka'a bin Ma'b e d, Utârid bin Hacib, İ kra' bin Hâbis, Zibrikan bin Bedr, Amr bin el - E ht em (el - Ehsem diye yaz ılmıştır). H amma d bin Yezid, Nuaym bin Yezid, Kays bin ks ı m, İlyeyne bin H ı sn. Bunlar bir ö ğle sıcağında Medine'ye gelmi şler ve hüşunetle: "Ya Muhammed bize ç ıksana!" diye ba ğırmışlardır. Bunun üzerine Kur'anın (XLIX., 4 - 5) "Ke şke sen onlara çık ıncaya kadar sabretselerdi;
sana hücrelerin gerisinde bağıranlar ş üphesiz ak ılları ermeyen kimselerdi!" âyetinin geldi ği, sonra bunlar ın islâmiyet'i kabul ettikleri, Peygamber'in onları affetti ği ve bazı hediyelerle taltif etti ği gene Buhari tarafından ayni sahifede bildirilmektedir. Hazret-i Muhammed, beni Temim'in ileri gelenlerinden biraz önce adlarını yazdığımız bazılarını vergi amili ve vali olarak kendi kabilelri üzerine tâyin etmi şti. Fakat 11. yılda birçok kabile ş efleri Peygamber'in 126 Buhart, Tecrid-i Sarih, X., S. 400.
69
ölümünü, onun eserlerinin de sonu zannettiler ve vegileri toplad ıkları halde , teslim etmediler; yeniden halka da ğıttılar. Bu arada İ slam'a sadık kalanlar da oldu. Bu iki zihniyet aras ında ciddi rekabetlerin bulunması ve Secah' ın tam bu sırada ortaya ç ıkması , bu rekabetlerin yer yer sava ş haline irıkilap etmesine sebep oldu. Bu durumu parlak bir ışık altında takip edebilmek için Temim kabilesinin kollarını ve bunların şeflerini tanımak gerekir. Seyf'e göre 127 Temimler dört esas kola ayr ılır: 1) Sa'd bin Zeyd Menat'lar, bunlar Avf, Ebnâ, Mukais ve Butân kollarına ayrılırlar; 2) Amr bin Temim., bunlar da Behda ve Haddâm olmak üzere ikiye ayr ılırlar; 3) Hanzala, bunlar Yerbu' ve Malikler diye ikiye ayr ılır; 4) Ribâb, bunlar Abdu Menât ve Dabbe olmak üzere ikiye ayr ılırlar. Amr ve Ribâb kabileleri İ slam'a sadık kaldılar. Mukais'lerle Butân'un valisi olan Kays bin As ı m bir müddet tereddüt içinde bekledi. Ribâb, Avf ve Ebnalar ın valisi olan Zibrikan zekat ı Ebu Bekir'e teslim ederse, Kays bin As ı m onun aksini yapacakt ı ; çünkü aralar ı açıktı . Biri diğerinin yapt ığını yapmak istemiyordu. Zibrikan vadini yerine getirdi; zeka -t develerini Ebu Bekir'e teslim etti. Kays tereddüt geçirdi ğinden pişman oldu. El - Ala bin ül - Hadrami tarafından kuş atılınca zekat develeri ile birlikte onu kar şıladı ve tereddüdünün sebeplerini aç ıkladı . Bu sırada Yerbu'ların başkanı Malik bin Nüv eyr e ve Maliklerin ba şkanı Vaki, kabileleri ile birlikte dinden dönmü şlerdi. İşte Beni Temim içinde kabilelerin bir kısmı dinden dönüp, bir kısmı tereddüt içinde fırsat bekler, rekabet ve dü şmanlık hisleri içinde birbirleriyle me ş gul olurlarken, Hâris'in kızı Secâh ansızın Mezopotamya'dan ç ıka geldi. A. Sedih'm soyu: B elazürrde , Seeâh' ın soyu iki ş ekilde gösterilmi ştir: 1) Ümm ü Sadır Secalı bint i Evs bin Hikk bin Usâme bin ül Guneyz bin Yerbu' bin Hanzale bin Mâlik bin Zeyd Menât bin Temim; 2) Secah bint ülHaris bin Ukfan bin Süveyd bin Hâlid bin Usâme. -
-
-
El - V at v at'da: Secal bint-i Süveyd bin Halef bin Usâme bin ül - Anber bin Yerbu'dur. İ bni Kut eyb e, Seeah' ın sadece Beni Yerbu'dan oldu ğunu kaydedip geçmi ştir. Mes'u di, Beladırrnin verdi ği ikinci ş ecereyi hemen hemen tekrar etmiş , ancak Ü same yerine bin Yerbu demi ştir. 127 Taberi, tür. ter., III., S. 117 v. öt.
70
İ bni Haldûn, Taglib'in batınlarından Beni Ukfan soyundan Süveyd bin ül - Hâris'in k ızı oldu ğunu söylemiştir. Taberrye gelince, onun Haris bin Süveyd bin Ukfa'n ın kızı olduğunu söyler 128 . Böylece Belaztiri, Mes'ildi ve Taberrnin pek az farkl ı bir ş ekilde kaydettikleri, Beni Yerbu'dan olan Secâh' ın soyunu kısaca: Secâh hint ül - Haris bin Süveyd bin Ukfan olarak tespit etmemiz gerekir.
B. Secâh'ın Peygamberlik iddias ında bulunması ve taraftarları: Annesi tarafı ndan Taglib kabilesine mensup bulunan Secâh, gene Ta glib'lerin bölgesinde peygamberlik iddias ında bulunmu ş ve Nemir kabilesinden Ukbe bin Hilal, Ş eybanlar ı n başında bulunan Selil bin Kays ile Ziyad bin Bilal'i ve bu arada Huzeyl bin Umr an' ı kendi tarafına kazanma ğa muvaffak olmu ştu. Bunlar aras ında Huzeyl Hristiyan oldu ğu halde kendi dinini bırakıp Secâh' ın dinine girmiştr 29 . Esasen Secâh da Taglibler aras ında Hristiyan olarak yeti ş mişti"° ve bu dinin inceliklerine valuft ı .Secah her biri kendi ş ef ve komutanı tarafından idare edilen kabilelerin ba şında olarak Mezopotamya' dan hareket edip Arabistan'a girmi ş ve Ebu Bekr'e kar şı sava şmak için hazırlık yapmak üzere Hazn denilen yerde konaklamıştı . Secâh' ın peygamberliğini iddiaya ba şlaması Hazreti Muhammed'in ölümünden sonradır. Bütün kaynaklar hattâ tetkikler, en küçük bir ş üpheye yer vermeden bunu kabul ettikleri halde, Caetani sadece kendi mülahazalar ı n ı (VIII, S. 340) esas tutarak. onun Hazret-i Muhammed'in ölümünden sonra de ğ il daha önce peygamberli ğ ini ilan etmi ş oldu ğ unu kabul ediyor. Hattâ daha da ileri giderek, E sed ve Hanife kabileleriyle rekabet olsun diye gayrimüslim Temim'lerin onu kendi 128 Belüzûri, arap., S. 106; El - Vatvat, Gurer ül - Hasâis, S. 131; İlmi Kuteybe, Kitâb ül - Maarif, s. 206 v. öt. ; Mes'udi, et- Tenbih. s. 247; III., S. 236; Taberi, tür. ter., III., S. 119; İbni Haldûn, İber, II., tekmile, S. 72 129 İbni Haldûn, İber, II., Tekmile, S. 72. 130 Taberi, arap,. III., S. 240 v. öt.; tür ter., III., S. 124; Her ne kadar Caetani (VIII., S. 344)"Seeâh, Mezopotamya'dan Hicret etmemi şti; o zaten Arabistanb sükûtu da bunu ifade ediyor" diyorsa da Belüzûri bu hususta sükût etmemi ş , bilâkis "Secâh tekrar akrabalarıııııı yanına döndü. İbni Kelbi dedi ki, Secâh Müslüman oldu Basra'ya döndü" dernekle Secâh'ın daha önce Mezopotamya'dan gelmi ş olduğunu açıkça ifade etmi ştir. Esasen Belâzûrt vakaları çok hülâsa olarak yazd ığından, ondan daha tafsilâth ve ya tekrarlanm ış haberler beklemek do ğru olamaz. Seyf, Secâh' ın Mezopotamya'dan geldi ğini söylemekle hakikati ifade etmi ştir. Caetani'nin iddia etti ği gibi bir Temimi olduğu için ırkdaşlarının mes'uliyetini hafifletmek maksadiyle haberleri uydurmu ş de ğildir. Mirhond , Ravzat üs - Safa, II., S. 224; İbni Haldûn a. g. e., II., Tek:Bade. S. 73; Muir,a. d. e., S. 31'deki kay ıtlar bu hususu teyid etmekte veya kabul etmektedirler.
71
lerinin peygamberi ilan ettiklerini ilave ediyor. Halbum Taberi (III., S. 237), İ bni Haldan ( İber, II., S. 72), Ebu'l-Fereç (Agani, XVIII., S. 165), El - Vatvat (Gurer, 131), Ebu'l-Fida (I., 165) Z eheb (Tarih ül - İslam, I., S. 356), Muir (Annal, S. 30 - 31), Vacca (Enc. de l' İsl. IV., 46) gibi müellifler Secah' ı n Peygamberden sonra ortaya ç ı kt ığı n ı aç ı kça belirtmektedirler. Caet ani bu iddias ını ispat için zaman meselesini öne sürmekte ve Hâlid'in Butah üzerine yani Malik bin Nüveyre üzerine hareketi an ına kadar geçen zamanın, Secah'm Mezopotamya'dan Ye ınâme'ye gelip tekrar geri dönmesi için kâfi gelemiyece ğini yazmaktadır. Halbuki Peygamberin ölümünden Buzaha ve Butah hareketlerinin oldu ğu tarihe kadar üç buçuk, dört ay kadar bir zaman geçmi ştir. Bu zaman ise Secah' ın esasen çok kısa olan sava ş ve anlaşmaları için pek ala kâfidir. Nitekim Yemen hâdiseleri sırasında Esved'in üç ay gibi kısa bir süre içinde peygamberliğini ilan ederek bütün Yemen'i, Necran' ı Tâif s ınırına kadar güney Ar ab is t an' ı eline geçirdi ğini ve gene bu üç ay içinde bir suikast tertiplenerek öldürülmü ş olduğunu göz önüne getirirsek, Esved gibi büyük askeri ba ş arılar kazanamam ış olan Secah' ın kısa süren Yemâme harekat ının üç aydan çok daha az bir zamanda bile yap ılmasının mümkün olduğunu kabul etmemek için makul bir sebep yoktur. Secah, Hazn'den Yerbu'lar ın başkanı olan Mâlik bin Nüveyreye haber gönderip bir anla şma yapma ğı teklif etti. Malik bin Nüveyre onun bu teklifini kabul etti. Fakat Ebu Bekir üzerine yürümekten vaz geçmesini de tavsiye etti. Zira o s ırada Beni Temim'in bir k ısmı Secall'a karşı cephe almış bulunuyordu. Malik bin Nüveyre Secah'ın önce bu kavimler üzerinde hakimiyet kurmas ı gerekti ğini ileri sürdü. S e c âh bu teklifi kabul etti ve Malik bin Nüveyre'ye: "Istediğin gibi iş gör, ben Beni Yerbu'dan bir kadtntm, neticede bir hilkümranl ık bahse konu olursa, bu da size ait aolacakttr"ı " dedi. Ayrıca Beni Malik bin Hanzala soyuna da haber yollıyarak, onlarla da bar ış yapmak istedi ise de, bu kabilenin ileri gelenlerinden birçoklar ı , bu arada Utârit bin H acil) kaç ıp Beni Anber'lere s ığındılar; fakat Maliklerden Vaki', Secah' ın elçileriyle anlaşma yapıp, onun tarafına geçti. C. Secah'm savaşları: Böylece Vaki' ve Malik bin Nüveyre, Secah ile birlikte olup Islamiyet'e sadık kalmış olan Rib 'abla= üzerine hücum ettiler. Çünkü Rib âb'lar kendilerini savunmak için co ğrafi bir engele bile sahip de ğil131 Taberi, Arap, III., 237 v. öt.
72
diler. Mâlik bin Nüveyre, Ribâbların zor durumda kal ınca Dec â ni ve Dehâ nrye s ığnımalarma engel olmak üzere, önceden bu yerleri iş gal etti. Fakat Ribâblar bunu haber al ıp oraya gittiler. Sava ş sonunda Ribâb'lar ile D abb e 'ler Secah kuvvetlerine birçok zararlar verdirerek üstün geldiler. Taraftarlar ından birçoklarını esir aldılar. Ka'ka' ve Vaki' de bu arada esir dü şmüşlerdi. Secâh galiplerle barış yaparak, esirleri kurtard ı . Mezopotamyalı askerleri ile birlikte Nebâc denilen yere hareket etti. Orada Evs bin Huz e ym e komutas ındaki Beni Amr'lar ile sava ş a tutuştu. Bu karşılaş ma sonunda da zayiat verdi ve bu defa adamlar ından Ukka ile Huzeyl düşmanlarının eline esir düştüler. Secâh bu adamlar ını kurtarmak için Temimler ile uzla şmağa mecbur kaldı ve onların topraklarını tamamen terkederek Yemâme üzerine yürümeye karar verdi. karar ını da şu sözlerle kavmine bildirdi: "Yemâme ahalisi çok kuvvetli ve şevketlidirler. Müseylime kuvvetlenmi ş tir. Siz Yemâme üzerine yürüyünüz. Güvercin yürüyü ş ü gibi yavaş yavaş ilerleyiniz. Bu kesin bir sava ştır; bundan sonra azar işitmiyeceksiniz" (Taberi, Tür. ter., II., 123). El- V atv at, Gurer ül - Hasâis'inde (S. 131) bu konuda ş öyle demektedir: Secâh bu s ırada Müseylime hakk ındaki rivâyetleri duyunca, z 2,4
jP
tf.
4.4J:419
)t5-
;)k; Z.4 5k,4
41
"Haydi Yemâme üzerine yürüyelim ve güvercinler gibi oraya ko şalım. orada Müseylime bin Sümânte'yi bulal ım. Eğer peygamber ise işaretleri vardır. Yalanc ı ise kavmine pi şmanlık vardır" dedi ve Yemâme'de oturan Beni Hanife üzerine yürüdü. Wellh aus en (Skizzen, VI, S. 14). T ab eri (Tür. ter., III., 128)'de mecut olan bir rivâyete dayanarak, Temimlerden Z i b ri k an' ın da dinden çıkıp daha birçok kimselerle birlikte Secâh' ın yanı sıra Yemâme'ye hareket etti ğini Kelbrye atfen yazmakta ise de, bu rivâyet Kelbrnin de ğil, Tab e rrde bulunan daha önceki anonim rivâyetin bir devamıd ır. Bu anonim rivâyetlerin ise, son derece müstehcen olmaları itibariyle, râvilere kadar ula şmalarına imkân yoktur. Wellhaus en da bu rivâyetlerin tamamiyle S e câh ve Mü s e ylim e 'yi küçültmek maksadıyla uydurulmuş olduğunu bütün yazarlar gibi kabul etmektedir. İşte Kelbî bu anonim rivâyetin sonunda, sadece bir cümlesi ile yer almakta, arkas ından gelen "Zibrikan, Utarit, Amr... Secâh'ın yanında olduğu hâlde memleketine döndü" cümlesi ise K el b rnin bir cümlelik ri73
vâyetinden hemen önceki anonim rivâyeti tamamlamaktad ır. Bu itibarla, Wellhausen' ın dayandığı Taberi'deki anonim rivâyete de ğer vermek do ğru de ğildir. Zaten bu konuda Seyf'in rivâyetini şüphe ile karşılamak mecburiyetinde kalsak bile, Vesime (Höhnerbach, S. 50), Kitab ür - Ridde'sinde Zibrikan' ın durumunu aç ıklamakta ve "ezZibrikan bin Bedr, Peygamber onu halk ının sadaka amili yapmıştır; Ridde s ırasında bu vergileri Ebu Bekr'e vermi ş , o da onun vazifesini devam ettirmi şti" demektedir. O halde bu konuda Wellhausen'a değil Seyf'e hak vermek gerekmektedir. Ayr ıca Gurer ül - Has ais'de Utarit ve Amr bin ül - E htem vs kimseler Secâh'la birlikte sayıldığı halde Zibrikan' ın adına asla tesadüf edilmemektedir. Askerleri ile Yema ıne üzerine yollanan Secah, Ebu'l - Ferec'e göre (XVIII., S. 165) kabilesi mensupler ına ş öyle demişti: "Ey sak ı nan müminler, dünyan ın yarısı bizim yar ısı Kurey şindir. Fakat Kureyş kabilesi azgın bir kavimdir 132 . Ey Temim kabilesi Yemâme bölgesine gidiniz. Orada bulduğunuz insanları öldürünüz ve yak ıcı bir ateşle yak ınız ki, oras ı siyah bir güvercin gibi kalsın. Bu i ş (yani peygamberlik) Rebia kavimlerine verilmemi ş ancak Mudar kabilelerine verilmiş tir. Bu topluluk üzerine yürüyünüz. Onu da ğıttıktan sonra Kureyş üzerine dönersiniz". Müseylime bunları duyunca canı sıkıldı Çünkü etrafında bulunan Müslüman kabilelerin ve bunların ba şında bulunan kendisine rakip Sümâme bin Vsal ve Şurahbil bin Hasene'nin Hacer'i ellerine geçirmelerinden korkuyordu. Bu yüzden Secahla dost olmak çarelerini arad ı ve Ebu'l-Ferec'e göre"' Secah'a ş öyle bir haber yolladı : "Ulu Tanrı sana ve bana vahiy gönderdi; biz birle şelim ve Tanr ı'nın bize gönderdiğini tetkik edelim. Hakk ı bilen, diğerine tabi olsun. Böylece toplanıp benim ve senin kavminle Arapları idaremize alırız." Taberi, İ bni Haldan ve el - Vatvat ' 34 Müseylime'nin adam göndererek Secalı'dan aman istedi ğini, aman verdiği takdirde yan ına gelece ğini bildirdiğini kaydetmi şlerdir. Secah aman verdi. Müseylime onun yan ına geldi ve "Yer yüzünün yar ısı bize aittir, adâlet ile iş görselerdi kalan yarısı Kurey ş 'e ait olacaktı . Tanrı Kurey ş'in reddettiği bu yarıy ı sana bağışladı . Hâlbuki kabul ettiği takdirde bu pay Kurey ş 'in olacaktı" dedi. Bunun üzerine Secah, Müseylime'ye: "Bu pay ı ancak doğruluktan, adâletten sapanlar reddederler..."diye cevap 132 Bu rivâyeti şüphe ile kr şılamamız yerinde olur. Zira bütün kaynaklar ın Müseylime'ye atfettikleri "Dünya'n ın yarısı bizim, yarısı Kureyş'indir" sözünü Ebul'l-Fereç, Secah'a maletmiştir. Buradaki ifade bizi,Seeâh' ın giiya ayet olan bu sözlerinin biraz mübâiâ ğalı olduğu inancına vardırıyor (bk. Ebu'l - Ferec, Kitab ül - Aganî, VXIII., S. 165). 133 Ebu'l-Fereç, Kitab ül - Agâni, XVIII., S. 165. 134 Teberi, tür. ter., III., S. 124; İbni Haldûn, İber, II., Tekmile S. 73; el-Vatvat, a. g. e., S. 131.
74
verdi. Müseylime ona: "Tanrı kendisinin sözlerini dinliyenlerin sözlerini
işini. Ümit edenlere, hay ır ümidini verdi. Rabbimiz daima kendisini sevdiren işlere dair emirler verir. Bu emirlerin yerine getirldiğ ini gördüğünde sizi takdis eder. Sizi korkulu hâllerden uzakla ştırır. Kendisinin ceza ve müldifatlandırma günü için sizi kurtartr. Bize azg ın toplulukların ibadeti değil, hayırlı ve salih kütlelere mahsus olanların namaz ve dualarını me şru kılar ki, salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler...." j o,Al
411
_j'S j Rab 1.›1
r
3k,+-
CjAi jii
} 12•41 i J •
Kabilinden âyet diye iddia etti ği sözleri söyliyerek dostluk teklifinde bulundu ve Yemâme'nin bir y ıllık mahsillünün yarısını Secâh'a vermek ş artıyla barış yaptı . Seeâ h, gelecek y ılın inahsillünün yarısını da almak için israr edince, Müseylime buna da raz ı oldu ve onun gelecek yılın mahsüllerini götürmek için vekil b ırakıp kendisinin bu yılın mahsâlünden payını alıp memleketine dönmesini teklif etti. Secah bunu kabul etti; Hüzeyl, Ukka ve Ziyad' ı vekil b ırakarak Mezopotamya'ya döndü. Hâlid'in ordusunun bu s ıralarda yakla şması bunların dağılmasına sebep oldu. Secâh ise Cemaât y ı l ı'na kadar ' 35 Taglibler aras ında ya ş adı °" Buraya kadar anlat ılanlar gösteriyor ki, Müseylime rakib kabile şeflerinin ve Ebu Bekr'in, etrafını gittikçe bir a ğ gibi sarmakta olduklarını gördü ğünden Secâh' ı ve ordusunu bar ış yoluyla Yemâme'den uzaklaştırmak politikasını kendisi için en uygun çare olarak kabul etmi ş ti. Secâh'a gelince, büyük ümitlerle at ıldığı bu maceranın, daha ilk denemelerde iyi sonuçlar vermedi ğini, bir yandan da Hâlid'in Esed'leri yenmesi üzerine adamları tarafından terkedildi ğini görüp Müseylime ile anlaşmayı menfaatine en uygun hareket tarz ı saymış , böylece küçük bir menfaatin temini ile yetinerek, görünü şü kurtarmak istemi şti. Fakat 135 Cemaat yılı Müslümanların bir Halife idaresinde topland ığı yıla denir. Burada Muaviye zamam kastedilmektedir. Muaviye, Ali öldürüldükten ve Irak halk ı kendisine biat ettikten sonra, birçok yerlerden birçok kimseleri ba şka başka yerlere ve bu arada Seeâh' ı da Küfe'ye göndermişti. Bunlar "Nevakıl" adım almışlardı . Bk. Taberi, ter., III., S. 129. 136 Taberi, arap., III., 239; tür ter., 124 - 5.
75
hüküm ve nüfuzunun birkaç gün içinde mahvoldu ğuna iyice kanaat getirince çarçabuk ve sessizce geldi ği yere dönme ğe mecbur olmu ştu. Bu andan, Muaviye zamanında Kafe'ye nakledilinceye kadar geçen zaman içinde Secah' ın ne yapmış oldu ğu hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yukarıdan beri anlatt ıklarımız, S ey f ' in bize verdi ği haberlere dayanmaktadır. T ab eri'deki anonim rivâyet Secah' ın Beni Hanife yamndaki maceras ını başka türlü anlat ır. Bu arada F üt uh ül - B ül d ân, Agani, İ ber, Kitab ül - Maarif, Gurer ül - Hasâis, Ravzat üs - Safa, Tarih-i Ebu'l-Fida gibi kitaplarda da vak'a aş ağı yukarı Taberi'deki anonim rivâyete uygun olarak şu yolda anlatılır: Müseylime onunla bulu şmak üzere deriden bir ota ğ kurdurur; içinde güzel kokulu bitkiler yakt ırır. Kokunun çok olmasına bilhassa dikkat edilmesini emreder. Bu i şler bitince Müseylime sözcüsü ile onu otağa davet eder. Secah ona, "Sana ne vahy edildi" diye sorar. O da kad ında cinsi duygular uyandıracak müstehcen sözleri, güya kendisine vahy edilmiş , âyetlermi ş gibi söyler. Secah bunun üzerine, onun peygamberliğini kabul eder ve kendisine de ayni ş eyler vahy edildi ğini bildirip Müseylime'nin kendisini kavminden istemesini teklif eder. Sonundrz evlenirler. Üç gün sonra da Secah kendi adamlar ının yanına döner. Kabilesinden olanlar, mehirsiz evlendi ği için onu ayıplarlar ve Müseylime'den mehir isteme ğe onu zorlarlar. Secah, tekrar Müseylime'nin yan ına gider, Müseylime ona ş ehir kap ılarını açmadan, ne istedi ğini sorar. Sonra Secah' ın müezzini Ş ebes bin Rib'i'yi 137 ça ğırıp ona: "Allah' ın resülü Müseylime, Muhammed'in kendilerine farzetti ği sabah ve yatsı namazlarını üzerinizden kald ırdı ; bunu kabilelerinize bildir" der 138 . İ bni H aldan ve Mirhond gibi tarihçiler bu konuda Yemâme mahsalürlün bir yıllığının yarısının mehir olarak bu s ırada verilmi ş olduğunu kabul ederler ( İbni Haldan, II. S. 73, Mirhond, II., 224 /5). S e c ah böylece komutanlarma vadetti ği büyük menfaatleri temin edememiş olarak geldi ği yere dönme ğe koyulunca, ona uyanlardan birçokları pişman olup kendisini terkettiler. Kaynaklar bu münasebetle yazılan şiirlerden bilhassa bir tanesini naklederler ki, o da "Bizim peygamberimiz kad ın olup biz onun etrafında tavaf ediyoruz. Ba şka kimselerin 137 Belâzûri, arap., S. 106'da, İbni Kelbi, Secah'ın müezzininin el - Cenebe bin Havt Riyâbi oldu ğunu fakat di ğerlerine göre Ş ebes bin Rib'i oldu ğunu söyler; Mirhond, a. g. e., II., S. 224 öt'de Şebes bin Rıb'idir der; İbni, kuteybe,Kitab ül - Maarif. S. 206 / 7'de Zahir İbni' Amr diye kaydeder. 138 Agâni, XVIII. S. 165'de Müseylime'nin yaln ız ikindi namazmı kaldırdığım, bunun için şimdiye kadar (Ebu'l - Fereç zaman ına kadar) ikindi namaz ım çölde kılmadıklarını, Temimlerin: "Bu bizim kızımızın mehridir onu geri vermeyiz" dediklerini kaydetmi ştir.
76
peygamberleri ise erkekdirler" mısralarıdır 139 Gene, Hakim bin K elb i'ye atfedilen bir şiirde "Sizi do ğru ve sabit bir dini kabule çağırdı lar; siz onu b ırakarak, sihir ve efsaneler defterine yaz ılmış , hüküm ve amelde kalm ış sözlere inandı nız" denilmektedir. .
Pişmanlık çok geçmeden bütün Temimlerde kendisini gösterdi. M âlik'lerin ba şkanı bulunan Vaki' bin Malik zaman kaybetmeden islamiyet'e döndü. Halbuki Yarbu'lar ın başında bulunan Malik bin Nüv eyr e biraz geçikmi ş olmasının cezas ını hayatıyla ödedi. D. Secâh'm Müslüman oluşu: Secâh Mezopotamya'ya, Basra'ya, döndükten sonra nelerle me ş 01 oldu bilmiyoruz. Kaynaklar onun, Muaviye'nin üstünlük elde etti ği yıllara kadar nas ıl yaş adığı hakkında bir bilgi vermediklerinden, Secash'ın bu yıllar aras ındaki hayatı büsbütün karanlıklar içinde kalmış tır. Mu aviy e, Irak halkı kendisine biat ettikten sonra birçok aileleri olduğu gibi S e cah ve adamlarınıi da bulundukları yerden başka tarafa, Kûfe'ye nakletmi ştir. İşte bu s ırada S e cah' ın Müslümanlığı kabul ettiğini , hem de iyi bir Müslüman olduğ unu bütün tarihler ittifakla yazmaktadırlar. Fakat baz ı kaynaklar onun, K ûfe'de de ğil Basra'da Müslüman olup gene orada Müslüman olarak öldü ğünü açıklarlar 14°. Onbirinci yılın ortalarında meydana çıktığı kesin olarak belli olmakla beraber ölüm tarihi kesin olarak belli de ğildir. Ancak Hicri 41'den önce ölmemiş olduğu anlaşılmaktadır. E. Secâh'm doktrini: $ecah'ı n kendisine tabi olanlara oruç, namaz, zekat veya sadakay ı emretmiş olduğu ancak domuzeti yeme ğide mubah kıldığı iddia olunmaktadır 1 ". Onun, Hristiyanl ığı pek iyi bildi ği ve büyük kısmı Müslüm anl ı kt an dönmü ş olan T e miml er e dayand ığı gözönündetutulursa, peygamberlik iddialar ını , bu iki büyük dinden aldığı ilhamlarla beslemi ş olduğu tahmin olunabilir. Onun vahiy ad ı altında yukarıda bahsetti ğimiz sözleri, taraftarlar ını savaş a katılmağa sevketmek ve menfaatler elde etmek için verilmi ş komutanca emirlerden ibarettir. 139 Taberi (tür. ter., III., S. 128) bu misralan Utarit bin Haeib'e, el - Vatvat (a. g. e., S. 131 v. öt.) ise Kays bin Asim'a maletmektedir. namazun kildignn 140 Belâzûri (arap., S. 106). Basra valisi Cündub Fezârrnin, söyler. 141 Mirhond, Ravzat üs - Safa, II., S. 223.
77
Secah'ın kurmak istedi ği dinden zamanımıza kadar gelmi ş bir kalıntı yoktur. Ancak e ğer Secâh gerçekten Müseylime ile evlenmi ş ise ve mehir verme meselesi do ğru ise, o takdirde E b u'l -Fere e'in ya ş adığı H. 508 - 597 yıllarında Temimler'in Müslüman olduklar ı halde ikindi namazını kılmamış olduklarını Secâh'ın kurmak istedi ği mezhebin bir kalıntısı olarak kabul etmek gerekir (Agâni, XVIII., S. 165; el - Vatvat, Gurer ül - Hasâis, 131). Fakat Secah' ın istilâ maksad ı ile gittiği Yemame'den bir miktarcık mahsill ve hediye ile dönerken, esasen tatmin edilmemiş olan kavminin önünde, üç gün gibi kısa bir süre için evlenmeyi göze almas ı , peygamberlik iddias ında bulunan bir kad ın hakkında pek makul görünmemektedir. S e yf'den ba şka bu konuda yaz ı yazmış olan hemen bütün Islam tarihçilerinin kabul ettikleri Secâh - Müseylime evlenmesini gene de şüphe ile karşılamak mecburiyetindeyiz. Bizi buna yönelten başlıca sebep T ab eri: ve E b u'l - F er e c'deki as ılsız ve hayas ız rivâyetin gittikçe hafifleyerek Mirhond, E b u'l - Fida ve di ğer tarihçiler tarafından nakledilmi ş olmasıdır. Hiç şüphe yok ki, bu derece müstehçen bir konu şma ba şkalarının yanında cereyan edemez ve ba şkalarına anlatılamazdı . O halde bunu hangi râvi kimden alarak nakletti? Bu, belli olmamıştır. Taberi her rivâyetin sahibini yazd ığı halde, burada hiçbir isim kaydetmemi ş "bu konuda başkaları ş unları söyler" diyerek ihtimal ki, islâmiyet'in dü şmanı olan bu iki insana karşı , sırf Islami bir gayret güderlikle uydurulan ve a ğızdan a ğıza yayılmış olduğu muhakkak olan halk ş ayialarını kitab ına almıştır. Secâh - Müseylime evlenmesi kendi tâbileri aras ında Secah'ın prestijini kaybetmesi bak ımından da bize imkans ız görünüyor 142 . ş ayet böyle bir evlenme vaki olmu şsa bu, s ırf politik mecburiyetlerden do ğmuştur. Müseylime islamlara kar şı bir müttefik bulmak ümidiyle onunla evlenmiş olabilir; fakat Secah' ın kurmak istedi ği dini, Müseylime'ninki ile birleştirmesi, sonra onun peygamberli ğini tanıyıp ona tâbi olduğunu ilan etmesi 143 sabah ve yats ı namazlarının kaldırılmasına baş eğmesi gibi rivâyetler, kabul edilmesi pek güç olan adeta çocukça iddialard ır. Seyf'in bu konulardaki sükilturm onun, Temimi olmas ı dolayısıyla, Wellhausen 142 Her ne kadar bu konuda tek seyahatname alan Palgrave'in seyahatnamesi, Müseylime ile Secah'ın doktrin birliğinden bahsederek, bunu evlilik birli ğinin kuvvetlendirmi ş oldu ğunu, fakat Müsyelime'nin öldürülmesinden sonra"Yemen peygamberi olan Secah' ın irtidad yolundaki ittifakı unutturmak için sadık bir mümin Müslüman ile evlendi ğini" yaz ıyorsa da, bunlar tamamen asılsızdır. Palgrave daha Secah' ın nereden geldiğini ve hangi kabileye mensup oldu ğunu bile bilmemekte, onu dâima Yemen'den gelmi ş bir peygamber olarak göstermektedir. 143 Belazari, Fütuh, arap., S. 106; Ebu'l-Ferec, Agani, XVIII., S. 165 ve İbni Haldan, İ ber, II., Tekmile, s. 73'e göre Müseylime ve Secâh dinlerini birl ştirdiler. Secâh, Müseylime'nin peygamberli ğini kabul etti. Müseylime sabah ve yats ı namazlarım Temimler üzerinden kald ırdı . Her iki taraf kavimlerni toplad ılar. Secâh onlara: "Müseylime kendisine indirilen vahiyleri bana okuçlu, onu do ğru buldum, ve ona tabi oldum" dedi.
78
ve CaetanPnin iddia ettikleri gibi taraf tutma gayreti diye vas ıflandırmamız ne dereceye kadar do ğru olur bunu cevaplandırmak pek güçtür.
F. Netice: Hemen söyleyelim ki, Secâh da Esved ve Tuleyha gibi hakiki bir peygamber olmaktan çok uzak olup sadece bir kahine idi ve Hazret-i Muhammed'in ölümünden sonra Temimler aras ında çıkan karışıklıktan ve irtidadtan faydalanmak istemi şti. Fakat alelade bir kad ın de ğil, dini bilgilere sahip ş air, hüküm ve emretme kabiliyeti gibi birçok meziyetleri bulunan haris bir kad ındı . Fakat islâmiyet bakımı ndan onun hareketleri, ne Esved ve Tuleyha, ne de ileride görece ğimiz Müseylime gibi tehditkar olamamıştır. O, kuvvetli bir rüzgâr gibi kuzey - do ğudan Arap yarımadasına esmiş , fakat önce Müslüman Ribâb ve Amrlar kayal ığına çarparak kuvvetini kaybetmi ş , Yemâme'de Hacer ve Hadikat ür Rahman surlarma ula ştığı zaman, dini ve siyasi kuvet ve hüviyetini büsbütün kaybetmi şti. Secah'ın sonradan islaraiyet'i kabul etmesi, onun hakiki bir peygamber olmadığının en büyük delilidir. O, sadece Hazret-i Muhammed'i kendisine örnek tutarak iktidar sahibi olm ıya çalış an iktidar heveslisi bir kadındı . İslam dininin ve Halifelerin geni ş müsamahas ı Tuleyha gibi Secah'ın da hayatını bağışlamış ve bu suretle belki de din u ğrunda ölenler hakkında sonradan halk aras ında çıkan ve bazen tehlikeli durumlar yaratan inanışların do ğması ihtimali önlenmiştir.
79
4. MÜSEYLIMET ÜL-KEZZAS
Bir gün Hazret-i Muhammed mimbere ç ıkarak, halka ş öyle hitap etti: "Ey nas! Ben Kadir gecesi bir rüya görmüş ve sonra onu unutmu ştum. Rüyamda kollar ımda iki altın bilezik gördüm, bu ikisinden nefret ettim, onlara üfürdüm, onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziği Yemen'de ve Yemâme'de ç ıkan bu iki yalanc ı ile yorumladım" ( İbni İ shak, İbni Hiş am, IV., S. 246). İşte Hazret-i Muhammed'in rüyas ını yorumlarken bahsetti ği Yemâme'de ç ıkan yalancı, Yemâme'ye hükmeden ve peygamberlik iddias ında bulunan Müseylime'dir. Ne cid alçak yaylas ının güneydo ğusunda ve B ahr e yn'in bat ısında bulunan Yemâme topraklar ı Hanife kabilesinin elinde idi. Hanifeliler ziraate pek elveri şli olan topraklar ında elde ettikleri ürünleri satarak geçimlerini rahatça sa ğlıyabiliyorlardı .
A. Hanife kabilesi ve dini: Büyük Bekir bin V âil kabilesinin bir kolu olan Hanifeliler, topraklarının verimlili ği bakımından diğer memleketler için, bilhassa tah ıla muhtaç bulunan Hicazl ı lar için en önemli bir kabile idi. Hicretin 6 - 7. yıllarında Hanife kabilesinin ba şkanının, İ bni S a'd, Ibni Hi ş am ve T ab errnin bize bildirdiklerinden Hevze bin Ali oldu ğu anlaşılmaktadır. Hevze bin Ali, Iran yoluyla gelen Hristiyanh ğı kabul etmi ş görünüyorsa da Hanife kabilesinin bu yolda onu ne dereceye kadar takip etti ği pek aşikâr de ğildir. Diğer Arap kabileleri gibi İ slâmiyet çıkıneaya kadar putperest olarak ya şıyan bu kabilenin pek az bir kısmının Hevze ile birlikte Hristiyanl ığı kabul etmi ş olması muhtemel ise de, 144 Hicretin 7. yılından sonra Hazret-i Muhammed'in Hanifeli144 Ibni Sâ'd (Siret, Wellhausen tercüme ve yay ını, Skizzen, IV. S. 115) el-Medaini'den. naklen,"kendisin; Medine'de ziyaret eden Beni Hanife heyetinin ileri gelenlerine abdest suyundan artanı verdi ve onlara yerlerine gittikleri vakit, kilisenizi y ıkınız (kiliselerinizi de ğil) arsas ına bu sudan saçınız, yerine bir cami yap ınız. Bunu yaptılar. Müezzin Talk bin Ali oldu" demekte olduğuna göre, buralarda Hristiyanl ığnı mevcut bulunduğu fakat ancak bir tek kiliseye sahip olacak derecede az ve sathi oldu ğu ileri sürülebilir.
80
kri islâmiyet'e daveti üzerine, yüksek tabakadan birçokler ı gibi aş ağı sınıf halktan da birçoklar ının Müslüman olduğunu en eski ve tarafs ız kayanklardan anlamaktay ız. Her ne kadar Caetani Hanife kabilesinin ve onun son ba şkanı Müseylime'nin Hristiyan oldu ğunu savunmakta ise de (Caetani, IX., S. 7. v. öt), bu iddias ında pek haklı olmadığını, Hazret-i Muhammed'in Hristiyanlara kar şı gösterdi ği müsamaha ile ispat etmek mümkündür. Gerçekten Hazret-i Muhammed E hl-i kitap say ılmaması gereken Mecasileri bile vergiye ba ğlamak ş artıyla serbestilerini tanımış hattâ kendi zaman ında onun bu hareketi dedi kodu konusu te şkil etmekten geri kalmam ıştı . E ğer Beni Hanife büyük bir ço ğunlukla Hristiyan olmuş olsaydı, Hazret -i Muhammed Müeylime'yi bir Hristiyan reformisti gibi kabul edip Hanifelilerin vicdan hürriyetlerini tan ırdı E ğer Müseylime ve Beni Hanife tamamiyle Hristiyan olsa idiler, o zaman Müseylime'nin yeni bir din ortaya koyarak İslam topraklarından ayrı bir teşekkül olarak kalmay ı istemesine lüzum yoktu; zira H a zr et -i Muhammed Tebük seferinden sonra birçok Hristiyan heyetleri kabul etmiş ve onların cizye vermeyi taahhüt etmeleri üzerine kendileri ile anlaşmalar yapmıştı. Margoliouth ve Muir de Beni Hanife'nin Hristiyanlığı m kabul etmemektedirler (Margoliouth, JRAS, 1903, S. 486; Muir, Annal, S. 38). Beni Hanife'nin Müslümanlığına gelince: gene İbni Sa'd 145, Beni Hanife'den Medine'ye gönderilmi ş olan elçilerin on kişi kadar olup aralarında er - Rehhtil bin Unfuva, Seleme bin Hanzele es - Suheymi ve Talk bin Ali, Humran bin Câbir ve Mesleme bin Habib (veya Hayyib) vs. bulundu ğunu, bunların Remle'lerin evinde misafir kaldıklarını, sonra camie gelip hakikata ş ahadet ettiklerini yatmakta, fakat bu s ırada Müseylime'nin at ve develere bekçilik etti ğini kaydetmektedir. Daha buna benzer şurada burada rastlanan birçok kayıtlar vardır ki, önemli birçok ş ahısların Peygamber'i ziyaret edip islâm'ı kabul ettiklerini bildirmektedir. Konumuzun sonlar ına do ğru bunların adlarını kaynak göstererek belirtece ğiz. Mui'rin de kabul ettiği gibi (S. 38) kısmen putperest k ısmen Hristiyan olan Beni Hanife, Hazret-i Muhammed'e boyun e ğmişti. Fakat islâmiyet'i kabul etmiyen bir kısım halk sonradan peygamberli ğini iddia eden Müseylime'nin etrafında toplanmaktan da geri kalmad ı . Öyle anlaşılıyor ki, Hevze zamanında Hanife kabilesi iki kuvvetli idarecinin hakimiyet yolunda145 İbni Hiş am, es - Siret ün - Nebeviyye, IV., S. 279'da "Peygamber'in elçisi .rimir bin Luey oğullarından Sâlit bin Amr'ı Yemâme melikleri Sümâme bin Vial ile Hevze bin Ali'ye yolladı" demekle, Hanifelerin iki hükümdar ı olduğunu ifade etmektedir. Halbuki İbni Sâ'd, Tabakat I., 2., S. 18'de Peygamber'in Salit bin Amr' ı sadece Hevze bin Aliyi Islâm'a davet için yollad ığını yazmaktadır.
81
ki rekabetleri yüzünden tamamiyle birbirine z ıt iki varlık haline gelmişti. Bu rakiplerden birisi Sümâme bin Üs al, di ğeri Hevze bin Ali idi. İbni Sa'd ve Belazûrrnin anlatt ıklarına göre 146 , Hicretin 6 - 7. yıllarında Peygamber muhtelif hükümdarlara mektup yazd ığı sırada Yemâme ba şkam Hevze bin Ali'ye ve Yemâme halkına Salit bin Amr ül - Amiri eliyle bir ektup göndererek, onlar ı Müslüman olmaya davet etmi şti'". Hevz e misafiri kabul edip hediyeler verdi ve Peygambere ş öyle bir cevap yazd ı : "Senin dâvet ettiğin şey çok iyi ve
güzeldir. Ben kavmimin şair ve hatibiyim. Araplar benim mevkiimi takdir ederler; bunun için sen bana bu işte pay ver sana tâbi olurum." Hevze mektupla birlikte giyinmesi için Sâlit'e Hacer kuma şlarından elbiseler de verdi. Sâlit Peygambere onun mektubunu ula ştırdığı vakir, Peygamber "küçük bir menfaat bile istese vermem, o yok olacak" dedi ( İbni Sâ'd, II, 1., S. 18) 148. Bir müddet sonra, Hicretin 8. yılında Hevze öldü. Onun yerine Müseylime Beni Hanife'nin hükümdarl ığını eline geçirdi.
B. Müseylime'nin soyu: İbni Kuteybe'ye göre (Kitab ül-Maarif, S. 206 - 7) Müsylime'nin babası Beni Hanife'den Habib, dedesi Lüceym künyesi Ebu Sumâme'dir. Belazfıri onun Sumâme yahut Sümâle bin Kesir bin Habib bin Sümâme bin Gsal bin Habib bin Hanife bin 'Icl oldu ğunu kaydetmektedir. İbni Hiş am'da Müseylime bin Sümâme ve künyesi Ebu Sümâme kayd ı vardır. Diyarbekri (Tarih-i H âmis, II., S. 174) ise onun dedesinin H ârun, lakab ının Ebu S üm am e olduğunu yazmaktadır.
C. Müseylime'nin, Hanifelilerin emirliğini elde etmesi: Yeınâme'nin hakimi olup 8. yılda ölmüş olan Hevze'nin yerine, nasıl olup da Müseylime'nin geçti ğini kaynaklardan ö ğrenmek imkansızdır. Fakat Müseylime'nin ş ahsiyeti ara ştırıldığı zaman onun birçok meziyetlerle birlikte, kabilesinin en ileri gelen bir ş ahsiyeti oldu146 Ilmi Sâ'd, Tabakat, I., 2., S. 18; Belâzöri, Fütuh, arap., S. 94; Belfıziiri, türk., S. 142 v. öt. 147 Belâzûri ise (Fütuh, arap., S. 94), Peygamber bu mektubu Sabit bin Kaya bin iil-Ensârrye yazdırmış ve el - Hazreci eliye, yollam ıştır. diye kaydetmi ştir. 148 Belâzûri, Fütuh, arap., S. 94'de Hevze'nin Hazret-i Peygamber'e, içinde er-Reccal bin Unfuva, Mücca'a bin Mürrâre ve Müseylime bin Habib'in bulundu ğu bir heyet yollad ığını ve bu arada Müseylime'nin de Hevze'ninkine beziyen teklifler yapt ığını yazmaktadır.
82
ğu görülür. Böylece de onun Hevze'nin yerini almakta güçlük çekmedi ği kolayca tahmin edilebilir. Müseylime'nin Yemâme amirli ği ile birlikte büyük bir gaileyi de üzerine alm ış olduğu muhakkaktır. Bu da Hanife kabilesinin önemli bir kısmına hükmeden ve islâmiyet'i kabul etmi ş bulunan Sümâme'nin rekabeticlir1 49 . Sümâme Mekke'nin fethinden epeyi önce Müslüman olmuş ve Hanifelilerden islâmiyet'i kabul edenler onun etrafında toplandığından kuvveti artm ıştı. Ayrıca Medine hiikameti de Müslüman olması dolayısiyle Sümame'nin tabii bir müttefiki say ılıyordu. Bu durum karşısında ş air, hatip ve kâhin olan Müseylime zengin topraklara ve nüfus çoklu ğuna sahip bulunan Yemame'yi Hazret -i Muha mme d 'in her gün biraz daha artan nüfuzu alt ına girmekten kurtarabilmek amacıyla kendisinin de H azret Muhammed gibi yeni bir dinin müjdecisi olduğunu ilan etti ve K ur ' an a nazireler söyleme ğe başladı.
D. Müseylime'nin Medine'yi ziyaret edip etmedi ği meselesi ve peygamberlik iddiası: En güvenilir kaynaklar ımız arasında bulunan B uhari, Vakidi ve İ bni Abbas, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bir heyetle birlikte ziyaret etmi ş olduğunu idia emektedirler. Müseylime bu ziyareti, Arap yarımadasmın merkezik şmekte olan idaresinin Hazreti Muhammed' den sonra kendisine intikalini istemek üzere tertip etmi ş ve ş öyle demiş tir: "Eğer Muhammed kendinden sonra beni halef tayin ederse, kendisine tabi olurum". Hazret-i Muhammed ise o s ırada elinde bulunan hurma dalım göstererek: "Elimde bulunan ş u dal parçasını istesen, onu bile 149 Buhari, Tecrid-i Sarih, X., S. 407 v. öt. (Ebu Hüreyre'den) ve Diyarbekri, tarih-i Hâmis, II., S. 3'e göre Hazret-i Peygamber, Necid taraflarma bir süvari birli ği yollamıştı. Bu adamlar Sümâme adında birini esir alıp getirmişler, sonra Medine'de mescidin direklerine ba ğlanuşlardı. Sümâme üç gün burada kaldıktan sonra Peygamber ona, gönlünden ne geçiriyorsun mealinde bir soru sormuştu. O ise, "hayır var, ümit var, çünkü sen zulmetmezsin, affedersin", cevab ın da bulunmuştu. Peygamber kendisini affetti. Bunun üzerine Sümâme y ıkamp geldi ve "Allahtan başka Allah olmadığına ve Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna tanıklık ederim" dedi. Gene gitmekte olduğuUmre hacmiı yerine getirmek için Mekke'ye vard ı.Mekke'lilerden bazıları onun yeni dine girişini sitemle kar şıladılar. Sümâme k ızarak "Peygamber Muhammed izin vermedikçe size Yemâme'den bir tah ıl danesi gelmiyecektir" diye onlar ı tehdit etmişti. Sumâme dedi ğini yaptı . Hakikaten Mekke'ye yiyecek tah ıl yollamadı. Mekke'liler Hazret-i Muhammed'e bir mektupla müracaata mecbur kalıp, "Sen merhameti ve akrabah ğa saygıyı telkin ve emredersin" diyerek, gıda maddelerinin gönderilmesi hususundaki müsaadelerini rica ettiler. Hazret-i Muhammed de bir mektupla Sümâme'ye tah ıl göndermesini emretti. İbni Sâ'd (Tabakat, V. S. 401) da ise aynı olayın baş tarafı biraz değişik bir şekilde aldatılmıştır: "Peygamber. Sümüme' ıdu yanına gelmiş ; Sümame Peygamber'i öldürmek istemi şse de onun amcası buna engel olmuştur. İşte bu yüzden Sülnâme'llin kam helal k ıhnnuştı. Sümâme, Umre yapmak için Medine'ye yakla ştığı zaman, Peygamber'in adamlar ı onu yakalayıp hiç bir akde bakmadan Peygamberin yan ına getirdiler Peygamber onun af talebini kabul edip serbest b ırakınca, o müslüman oldu ve Müseylime çıkıp da peygamberlik iddia edince onlara kıymetli vaızlarda bulundu "
83
sana vermem. Sen de Allah' ın hakk ındaki hüküm ve nüfuzunu tecavüz edemezsin. Eğer sen bana ve hakka muhalefet edersen. Allah seni muhakkak hele& eder ve ben muhakkak san ırım ki, sen onda gördüğüm esküle göre, i o İbni Hiş am bu hususta daha geni ş bilgi verbana gösterilen kişisin"s mekte ve Müseylime'nin Ensâr'dan, Ne c c ar o ğullarından, H âris 'in kızımn (Hâris'in k ı z ı Müseylime'nin kar ı s ı idi. Bühari III., S. 52) evinde misafir edildi ğini, Hanifelilerin onu bir örtü ile örtüp Peygamber'in yanına getirdiklerini, yukar ıda bahsetti ğimiz rivâyetlere ilâve etmektedir. Gene İbni İshak (İbni Hiş am. IV., S. 222) bu rivâyetin ba şka bir şeklini dinlemiş olduğunu nakleder: "Beni Hanife mensuplar ı Peygamber'in huzuruna gelmi şler, ama Müseylime'yi at ve develerin yan ına bırakmışlar; bu heyet islâmiyet'i kabul edip arkada şlarının (yâni Müseylime'nin) durumunun ne olca ğını sorduklarında, Hazret-i Muhammed onlara, bekçilik edenin durumunun beraber gelenlerinkinden a ş ağı olmadığını bildirmiş " 1 , fakat Allah' ın düşmanı Müseylime Yemâme'ye gidince bu sözü menfaatlerine hizmet edecek bir ş ekilde de ğiştirerek, ben onunla peygamberlik i şinde ortak edildim diye iddialara koyulmuş 152, Medainrnin aynı konudaki rivâyetini nakleden İbni Sa'd (Siret, S. 115) da dahil, Müseylime'nin Medine'yi ziyaret etti ğini diğer birçok kaynaklar yazmaktad ırlar. Gene bu eserler, Hanife heyetinden olan ve Müslümanlığı kabul edip B akar a süresini ö ğrenmiş bulunan er-R e ce ül'in Müseylime'ye yol gösterdi ği ve Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi kendisine ortak etti ği yolunda yalan şehadette bulunduğunu bildirmektedirler. Ayrıca B elâ z ûri (Tür. ter. III., S. 142) ve İ bni Sa'd (Tabakat, II., S. 37) ba şta olmak üzere gene bu kaynaklar Hazret-i Peygamber'in bir mektup yazarak ed-Dameri vasıtasiyle Müseylime'yi Müslüman olmaya dâvet etti ğini, sonra Müseylime'nin bu mektupa cevap yazd ığını da açıklamaktadırlar. İbni Hiş am, Belüzûri, Taberi, Beyhaki, el - Vatvat, gibi tarihçiler bu mektubun Hicret'in 10. y ı l ı nda yazıldığını kayd ve kabul etmiş lerdir 153. Pek önemsiz farklarla hepsinde tekrar edilen mektu150 Buhari, Tecrid-i Sarih,X., S. 410'da İbni Abbas, bu son cümlenin mânas ım Ebu Hürey2e'den sorar ve ondan bununla Peygamber'in ba ş tarafa ald ığımız, rüyasını ima etmek istediği cevabını alır. 151 Taberi, tür. ter., II., 2., S. 838 v. öt'de Hazret-i Muhammed gelen heyete ba ğışlarda bulundu. Bu arada Müseylime'nin payını da verdi, denilmektedir. 152 İbni Hişam, Siret, IV., S. 222; Buhari, Sahih, III., S. 52; Buhari, Tecrid-i Sahih, X., S. 410; Belâzûri, Fütuh, arap., S. 97. 153 İbni Hişam, Siret, IV., S. 246; İbni Skd, Tabakat, I., 2., S. 25 v. öt. ve II., S. 37; Belüzûri, a. g. e., tür ter. S. 143 v. öt.; TaberFtür ter., II., 2., S. 852; Beyhaki, a. g. e., S. 32 v. öt.; el-Vatvat, Gurer, S. 131; Mirhond, Ravza, II., S. 224; Eyyüb Sabri, Mahmud üs-Siyer, S. 472.
84
ş öyledir: "Tanrı Elçisi Müseylime'den, Tanrı Elçisi Muhammed'e mektuptur. Sana esenlikler dilerim; ben peygamberlikte sana ortak edildim. Yer yüzünün yar ısı bize, yarısı Kureyş'e aittir. Fakat Kureyşliler insaf ve adâletle hareket etmezler". Mübun metni a ş ağı yukarı
seylime bu mektubu Amr bin C ârud'a yazd ırıp müezzini Nevvâha' nın oğlu Ub âde bin H âris ile göndermi ştir. Peygamber bu mektubu okuyunca, elçilere: "Siz bu mesele hakk ında ne düş ünüyorsunuz?" diye sormuş . Onlar da, "Biz de ayni fikirdeyiz" diye cevap verince, Hazret-i Peygamber "Elçilerin öldürülmesi câiz olsaydı, başınızı keserdim" diye cevap verip (Belâzüri ayn ı S.) Müseylime'ye ş öyle bir mektup yazd ırmıştır: "Bu, Tanrı Elçisi Muhammed'in yalanc ı Müseylime'ye mektubu-
dur. Tanrı'ya hamd-ü senadan sonra; yalan ve iftara dolu mektubunuz bana geldi. Yeryüzü Yüce Tanr ı'nındır. O, kullarından istediği kimseleri, yer yüzüne vâris k ılar. Tanrı'nın bağışlıyacağı iyi sonuç kendisinden sak ınanlar içindir. Selâm doğru yolda olanlara olsun 154. İbni İshak, bu mektubun Hicri 10. yılın sonunda yaz ıldığını ileri sürerken, bizzat Taberi, Müseylime ve emsali gibi peygamberlik iddialar ında bulunan kimselerin, Hazret-i Muhammed'in vedâ hacc ından sonraki hastalığı sırasında ortaya çıktıklarını ilâve etmektedir. Fakat Peygamber hasta oldu ğu hâlde, bu yalancı peygamberlerle mücadeleden geri durmam ış (bk. yk. Esved ve Tuleyha konularına), hattâ bu münasebetle Furat bin Hayyân ül - I clryi aynı maksatla Yemâme'deki Müslümanlar ın başkanı bulunan Sümâme bin Üs yollamıştı (Taberi, tür. ter., II., 2., S. 918). Eski ve yeni tarihçilerden bâz ıları Müseylime'nin peygamberlik iddiasına başlamadan önce Medine'ye gelerek islâmiyet'i kabul etmi ş olduğunu kaydetmekte iseler de ' 55 büyük bir kabilenin ba şkanı ve çok önemli bir askeri kuvvetin de komutan ı bulunan Müseylime'nin Medine'ye gelip önce Müslüman olmas ı, sonra Medine'ye boyun e ğmemek için bütün gücü ile sava şması, kabilesi ile birlikte kan ının son damlasını bu uğurda harcamas ı, bizi bu iddiaları şüphe ile kar şılamaya sevketmektedir. Müseylime'nin Beni Hanife'ye hâkim olduktan sonra değil de Hevze'nin ba şkanlığı sırasında, Hanife heyetine dahil üyelerden biri olarak, Medine'ye gelmi ş olduğunu kabul etsek bile, onun Müslüman olduğunu ispat etmemiz gene güçtür. Zira kaynaklar aç ıktan açığa onun islâmiyet'i kabul etmi ş olduğunu söylememektedirler; onu ya bir örtü altında Hazret-i Muhammed'e getirilmi ş, yahut 154 İbni Sâ'd, a. g. e., II, S. 37'ye göre Peygamber bu mektubu Zübeyr bin Avvam' ın kar' deşi Sâib bin Avvâm ile göndermi ştir. 155 E. Dinet et Sliman ben İbrahim, La vie de Muhammed, 4. bası, Paris 1947, S. 255; Ebu'l-Fida, a. g. e. I., S. 163 - 6; Mahmud Esad, Tarih-i Din-i Islam, V., S. 548.
85
develeri bekledi ği için Müslüman olan Hanife heyetinin içinde bulunamamış gösterirler. İ bni İ shak ve M e daini'ye dayanan rivâyetler onun Peygamber'le olan konu şmasından sonra Müslümanlığı kabul etti ğini açıkça söyliyememektedirler. Fakat daha sonraki tarihçiler ( İbni Hald6n, İber, II., 2., S. 74; Ebu'l-Fida, Tarih, I., S. 163 - 6; Mahmut Esat, Tarih-i din-i islam, IV., S. 548; Dinet et Siliman ben İbrahim, La vie de Muhammed, S. 255) onu dinden dönmü ş , Tanrı düşmanı diye tavsif etmi şlerdir. Ş ayet Müseylime'nin bir heyetle birlikte Hazret-i Muhammed'i ziyaret etti ği do ğru ise bu ziyaret samimi bir şekilde islamiyet'i kabul etmek için de ğil, aksine Hazret-i Muhammed'ten sonra hâkimiyetin Beni Hanife'ye intikalini temin etmek maksadiyle yap ılmış olmalıdır. Hazret-i Muhammed bunu hiddet ve şiddet ile reddedince, Müseylime yavaş yavaş islamiyet'in Yemâme'ye tesir etmekte oldu ğunu gördü ğünden memleketini bu tesirden kurtarmak için iki çareye ba ş vurmak gerekti ğini anladı . Bunlardan birisi dini bir yol açmak ve islâmiyet'in Yemame'de yay ılmasını önlemek; ikincisi ve son çare ise savaş yoluyla Kureyş ve Ensâra kar şı koymaktı . İşte böylece Peygamber' den red cevab ı alan Müseylime, Hazret-i Muhammed'i örnek tutarak, Yemame'de peygamberli ğini ilan etti ve güya ayet olan bir tak ım sözleri sıraladı . Ş airlik ve hatiplik gibi meziyetleri yan ında hâhinlik vasfı da bu vadide ona yard ımcı olmuştu. E. Müseylime'nin portresi ve hokkabazl ığn Kısa boylu, çok sar ı benizli, bas ık ve kalkık burunlu "6 olan Müseylime'nin neyrenciyat ile me ş gul bulunudu ğu, yumurtayı şişeye ilk sokan adam olduğu iddia edilmektedir 157 . Gene onun herkesle konu şup herkese rüşvet vererek etraf ını memnun etti ği Taberi'de, Sümâme bin Vsal'in maiyetinde bulunan Vsal ül - Hanefi tarafından rivâyet edilmektedir. Üsal şunları da anlatmaktad ır: Peygamber'in yan ında bulunup Kur'andan parçalar ö ğrenmiş olan Re cc al bin Unfuv a ona her i şinde arkadaşlık ederdi. Halbuki Peygamber onu Yemame halk ına ö ğretmen olarak göndermiş , Yemame'de Müseylime aleyhine çal ışmasını emretmişti. Fakat o, Beni Hanife için fitne ve fesat kayna ğı olmaktan ba şka bir i ş e yaramadı . O, Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi peygamberlik i şinde kendisine ortak yapm ış oldu ğuna tanıklık etti. Hanifeliler onun sözlerine kandılar ve Müseylime'nin peygamberli ğini kabul ettiler. Bir gün 156 Belâzüri, a. g. e., Arap., S. 97; İ bni Haldun, İber, II., Tekmile, S. 75; Diyarbekri, a. g. e., II., S. 174. 157 En - Nevevi, Tehzib, I., S. 95; İ bni Kuteybe, a. g. e., S. 206 v. öt.; İbni Haldun, İber, S. 74 v. öt.; el - Vatvat, a. g. e.; S. 131.
86
Ümm ül - H ey s em adında bir kadın Müseylime'nin yanına gelerek, "Hurma ağaçlarım ız uzun ve meyvesizdir, kuyular ım ız kurumu ştur. Sen de Muhammed'in her zaman halkına dua ettiği gibi, bizim hurmal ık ve sularım ız ın düzelmesi için dua et" dedi. Bu söz üzerine Müsylime yanı nda bulunan Nihar ür - Recc al bin Unfuva'mn, kad ının bu sözleri hakkında ne düşündüğünü sordu. Er - Reee al şu cevab ı verdi: "Her zaman ahalisi Muhammed'in yanına gelerek , kuyuların derin ve susuz olduğundan ve hurma ağaçlarının meyvesizli ğinden şikayat ederdi. Muhammed de onlar için dua ederdi. Bunun üzerine hurma ağaçları büyüdü , dalları yere sarktı , hattâ bu dallar kök, saldı , bunlar kesilince de çiçek açıp meyve verdi. Kuyular ın su dolması için de su dolu bir kova getirtti; buradan su alıp ağzı nı çalkalayıp gene kovaya püskürttü. Bu kovadan birer parça kuyulara döküldü; kuyulardan sular ıfşk ırdı . Müseylime Reccal'in bu sözlerinden sonra su dolu bir kova getirtti ayni şekilde hareket etti. Fakat kuyuların suyu yerin dibine geçti. Müseylime'nin duas ının ters tesir etmiş olduğu ancak o öldükten sonra anlaşıldı" .RâNi sözlerine devamla,Mirseylime' ye: "Sen Beni Hanife'nin yeni do ğan çocuklarını takdis et" dedi. Müseylime ondan, bunu ne şekilde yapacağını sordu. Reccâl ona "Hicaz ahalisi doğduktan sonra çocuklarını Muhammed'e getirirler, o da hurma kabilinden olan bir şeyi çiğneyerek çocuğa yutturur, çocuğun başını ok ş ardı" diye cevap verdi. Müseylime'nin yan ına getirilen ve bir şey yutturularak takdis edilen her çocuk kel ve peltek oldu. Çocuklar ın bu halleri ancak Müsylime öldükten sonra meydana çıktı . Gene bir kadı n, Müseylime'nin yan ına gelerek hayır duada bulunsun diye hurmalığına gelmesini rica etti. Bu yüzden kad ının hurmaları Akraba savaşı sırasında kesildi." Yukarıdan beri Us al tarafından (Taberi, tür. ter., III., S. 146 -8) anlatılan ve Müseylime'yi küçültmek gayretinden doğan bütün bu rivâyetler, Hazret-i Mu h amm e d'i bir tak ım asılsız isnatlara maruz b ırakmaktad ır. Bu haberlerin uydurulmas ı ihtimal ki, Akraba sava şından sonra Müseylime'nin öldürülüp kuyulann, ba ğ ve bahçelerin sava ş sırasında harap edilmesinden, çocukların sıhhatlerini kaybetmelerinden, Müseylime'nin hakiki bir peygamber olmad ığı , kendilerini aldatmış bulunduğunun anla şılmasından do ğmuş olabilir. Yahut da Caetani'nin iddia etti ği gibi, Müseylime'nin bütün bunlara rağmen nas ıl olup da taraftar buldu ğuna bir cevap te şkil etsin diye, râviler bütün bunların Yemâme sava şından sonra oldu ğunu ilave etmek zaruretini duymu şlardır. Taberi'nin, nakletti ği Müseylime'nin "herkesle konu ş up herkese rüşvet verdiği" yolundaki bilgi ise, her halde onun mütevazi, cömert ve hayırsever bir insan oldu ğunu göstermektedir. Bunlar ın dışında 87
Müseylime'nin portresini daha keskin çizgilerle çizmek imkanlar ım bize verecek olan bilgilerden mahram bulunmaktay ız.
F. Müseylime'nin peygamberlik iddiasma ne zaman ba şlamış olduğu meselesi: Bazı orientalistler, Ye ınâme rahmanı adı verilen Müseylime'nin Hazret Muh amme d'ten çok önce peygamberlik iddias ında bulunduğunu, bir takım yanlış yollardan yürüyerek ve yanl ış tefsirlerede bulunarak iddia etmişlerdir. Bunlar Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik etmekte oldu ğunu, K ur' an ı n ilk âyetlerinin Müseylime'nin âyetlerinden al ınan tesirle bildirilmi ş olduğunu ileriye sürmüşlerdir. Hattâ bunlar aras ında Margoliouth, Muslim ve Hanif kelimelerinin ilkönce Müseylime tarafından kullanıldığını, bunların monotheist anlam ına geldi ğini, Muhammed'in bu terimleri aynen kabul etmi ş bulunduğunu öne sürerek, Taberi ve di ğer kaynakların vermiş olduğu malzemeleri bir yığın hayal ınahsalü rivâyetler olarak tavsif etmekten çekinmemi ştir. Margoliouth'a göre"' Müseylime Hazret -i Muhammed'den en az yirmi y ıl önce peygamberlik iddialarına başlamıştır. Bunu da İbni ishak'ın başka raviler tarafından bir kere daha teyid edilmeyen tek cümlesine dayanarak ileri sürmektedir. O cümle ise Hirschfeld ve Frants Buhl'ün i ş aret ettikleri 159 : "Biz şuna
kani olduk ki, bunları sana Yemâme'den Rahman denilen bir adam öğretiyor; fakat biz rahmana hiçbir zaman inanmayız" cümlesidir. Bu cümleyi bir Kurey şli, Hazret-i Muhammed henüz Mekke"de iken kendisine söylemiş . Bazıları da Kur'anın XLIII. saresinin 65. âyetinin.
LIA,
J.1pti,
jj
4:w ,..)1
(=Allah benim de sizin de rabbinizdir, O'na tapınız, doğru yol işte budur) sırf bu cümleye cevap olmak üzere indi ğini iddia etmi şlerdir. Fakat burada hem bir ö ğretmeni veya ö ğreticiyi ima eder bir anlamın bulunmadığı aşikardır, hem de K at â de ve Mukaatil'in bu ayetin medeni oldu ğunu beyan etmeleri, yukar ıdaki şüpheleri tamamiyle yersiz kılmaktadır. (Hirschfeld, a. g. e. S. 25). Sonradan birkaç kitapta daha tekrar edilmekle beraber İbni Hiş am'daki bu garip cümle hiçbir suretle teyid edilmemi ştir. Belki de bu Musevi veya Hristiyan 158 Margoliouth, JRAS, 1903, S. 484. 159 İbni İshak (İbni Hişam, I., Kahire 1938, S. 318); Hartwing Hirschfeld, New researches into the comperative and exegesis of the Qoran, London 1902. S. 25; Fr. Bulh, das Leben Muhammeds, S. 99.
88
raviler tarafından İbni İshak'a ilham edilmiş , o da bunu mevsuk sanarak kitabına almıştır. Fakat bu tek cümle as ılsız bir rivâyet olarak kalmaya mahkamdur"°. Her ne kadar Ravd ül - Unf sahibi Süheyli ile Hariri müfessiri Ş eri ş i (Ravd ül - Unf, I., S. 200; Serisi, S. 241) Yesime'ye dayanarak Müseylime'nin, Hazret-i Muhammed'in babas ı Abdullah do ğmadan çok önce "R a hm an" ad ıyla anılmakta oldu ğunu yazmışlarsa da, pek mübala ğalı görünen bu haber Müseylime'nin peygamberlik iddiasının çok eski oldu ğunu teyid edici bir delil de ğildir Çünkü Vesime'nin ( Şerişi aynı S.) verdi ği bu haberin hemen devamı İbni İshak'daki o meşhur cümledir; yani Vesime'nin bu iki cümlesinin İbni İshak'a dayandığı açıkça görülmektedir. Müseylime'nin Rahmân adını eskiden beri kullanmakta oldu ğunu kabul etsek bile, onun Rahman ad ını peygamberlik maksadıyla mı yoksa başka bir maksatla mı kullandığını açıklamak imkanlarına maalesef sahip de ğiliz. Onun için Beni Hanife' nin bir ş airi şöyle bir mısra söylemi ş : "Sen insanlar için bir lâtufsun. Her zaman rahman kalasın" (Zemahş eri, el - Ke şş af, S. 5). E ğer ş airin dediği doğru ise, buradaki "Rahman" onun peygamberlik iddiasını ifade eder görünmemektedir. Taberi (Tür. ter., II., 2., S. 916)'de Hazret-i Muhammed, tIsame komutasında Ş am'a asker göndermek için seferberlik ilan etti ği halde, Müseylime'nin isyanı buna engel oldu ve seferberlik i şi tamamlanamad ı kaydı vardır. Bu ifade de Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'ten önce peygamberlik iddias ında bulunmamış olduğunu açıklamaktadır. E ğer Yemame'de daha önceden Medine hükametini maddi manevi bak ıııııdan tehdit eden bir tehlike mevcut olsayd ı, Hazret-i Muhammed orduyu Ş am'a göndermek için de ğil, H anifeliler üzerine sevketmek için hazırlardı . Gene Mar goliouth, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i taklit etmediğ ini, bilakis Hazret-i Muhammed'in, Müseylime'yi taklit etti ğini de söylemektedir. Çok şükür ki, aynı mecmuanın 773. sayfasında Charles Lyall, Hanif ve Müslim kelimeleri üzerinde etimolojik ve tarihi incelemeler yaparak Margoliouth'a gereken do ğru cevab ı verip bu konuda okurları yanlış bir inanca sahip olmaktan kurtarnu ştır 161. E ğer Müseylime Hazret-i Muhammed'den önce peygamberlik iddiasına başlamış olsaydı, tek tanrılı bir dini arayan ve onu kabule haz ır bir duruma gelmi ş bulunan Araplar tarafından islaıııiyet'in de ğil, Müseylime'nin kurmak istedi ği dinin kabul edilmesi gerekmez miydi? 160 Bir çok yerlerde tarafgirane hareket eden Caetani bile bu iddiay ı tamamiye reddetmi ştir (Bk. a. g. e., IX., S. 20). 161 Bk. Charles Lyall, JRAS, 1903., S. 773 v. öt. The words Hanif and Muslim.
89
İslam Bininin doğması ve Hazret-i Muhammed'in ba ş arıları çok geçmeden kom şu devletler tarafından ö ğrenilmiş , bunların bilhassa Bizans kaynaklarında oldukça geni ş bir yer i ş gal etmi ş olmasına ra ğmen, bu yabanc ı kaynaklarda Müseylime hakkında en küçük bir kayda bile tesadüf edilmeyişi dikkat nazar ına alınmak gerekmez mi ? Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik iddia etmedi ğini gösterecek daha ba şka deliller de vard ır. Mesela: Müseylime sava ş meydanında çevik bir muharip olarak çarp ışmıştır. Iddia edildiği gibi 150 yaşında, yahut biraz insafla 85 ya şında olsaydı (Mar goliouth'un hesab ı üzere) sava ş meydanına atılmaması gerekmez miydi ? Ayrıca Kur'amn VI. saresinin 94. âyetinin,
'‘.» L5,-31 cJ1991;IT Z J
(£71...91
Ç2ıll L:o
J t;
(=Allah'a iftira eden ve kendisine hiçbirşey vahyedilmedi ği hâlde bana vahyedildi ve Allah' ın indirdiği şeyler gibi ben de indireceğim diyenden daha zıilim kim olabilir) peygamberlik iddia edenler hakk ında indiğini ve bunlardan bilhassa Müseylime'yi kastetti ğini İ krime ve K at â d e rivayet etmi şlerdir' 62 Ayetin M e din e'de inmi ş olduğunu İ bni Ab b a s' ın teyid etmesi, bunun hem Müseylime'yi kasdetti ği hakkındaki ihtimali kuvvetlendirmekte, hem de onun ancak onuncu yıldan sonra peygamberlik iddias ına ba şladığına ba şka bir delil daha kazandırmaktadır, denilebilir. .
G Hanife kabilesinin irtidadı: Hazret -i Muhammed'in Hicretin 10. y ılında, vedâ haccindan hastalanarak dönmesi, bir müddet sonra hastal ığının artt ığı haberinin yarımadada yayılması , Müseylime'nin cesaretni artt ırdı . Etrafına büyük bir kalabalık toplama ğa muvaffak oldu. Baz ı tarihler onun 40000 ki şilik bir orduya sahip bulundu ğunu yazarlar. Yukar ıda bahsedildi ği üzere Hazret-i Muhammed bu haberi duyunca, Beni Hanife aras ında çıkacak 162 Muhammed Abduh, el - Menâr, XXI., S. 10 v. öt. Bu hususta Muhammed Abduh ayetlerin maksatlar ının genel oldu ğunu ve herkese ş âmil bulundu ğunu, zira bahis konusu sü10. yılda ortaya ç ıktığını ileri sürmekte ise de, re'nin mekki oldu ğunu, hâlbuki Müseylime'nin Hamdi Yazır'ın Kur'an dili,adl ı türkçe tefsirinde (III., S. 1868) bu ayetin medeni oldu ğu İbni Abbas'a dayan ılarak açıklanmaktad ır. Ayrıca Muhammed Fuad Abdülbakrnin, el - Mu'cem ülMufahrisü li elfaz il - Kur'an - il Kerim (Kahire 1364) adl ı Kur'an fihristinde de el'En'am süresinin 93. bu âyetinin medeni oldu ğu iş aret edilmi ştir
H.
90
bir ayaklanmayı önlemesi için Sümâme'nin tedbirli olmas ını tavsiye etmek üzere Fiir at bin Hayyân ül- 'Teli' yi Yemame'ye yollad ı ; fakat Müseylime'nin kendi kabilelerinden olması ve onun Hazret-i Muhammed aleyhinde çal ışması Sümâme tarafında bulunan birçok Müslüman Hanifelinin, Sümâme'yi terkederek Müseylime tarafına geçmelerine sebep oldu. Sümâme'nin ve onun gibi samimi Müslümanlar' ın Müseylime'nin karşısında tutunmalar ı artık güçle şmişti. Netekim biraz sonra aç ıklayacağımız üzere, Yemame'nin en önemli mevkilerini i ş gal eden bir takım insanların bu yüzden memleketlerini terketmek zoruna kald ıkları görülür. Hazret -i Muhammed'in 11. y ılın Rebiülevvel ay ında, bu dünyayı terketmesi ve bu arada Arap yar ımadasında çıkan isyan ve irtidadTar Müseylime'nin, davas ını gerçekle ştirmek hususundaki cesaretini büsbütün artt ırmıştı . Bir takım kabile ş efleri, kimi askeri güçlerine ve ittifaklara güvenerek,kimi kâhinlik kuvvetlerini peygamberlik iddialar ına vasıta kılarak ve kabile asabiyetine dayanarak çabucak dinden döndüler. Topladıkları vergileri yeniden halka da ğıtarak etraflar ına kolayca adam toplama ğa muvaffak oldular. Gene bu arada, Tuleyha ve S e c ah konularında incelendi ği üzere Medine ve Mekke'ye en yak ın kabilelerin bile dinden dönmüş oldukları görüldü. İşte, islamiyet'in henüz kuvvetle yerleşmemiş oldu ğu Arap yarımadasının bu karmakarışık devrinde Ebu Bekir gibi ileriyi gören ve yapaca ğını çok iyi bilen bir ş efe ihtiyaç vard ı . Başta Wellhausen olmak üzere Caetani ve Höhnerbach, Beni Hanife'nin riddesini şiddetle reddetmi şlerdir. Wellhausen olsun Caetani olsun, Sümâme'nin tarafım tutan pek az bir toplulu ğun Müslüman oldu ğunu söylemişlerdir. Höhnerbach ise, bu konuda daha ileriye giderek, Islam tarihçilerinin, Hazret-i Muhammed'in ş ahsiyetini idealle ştirmek için bütün Arabistan' ın ihtidasım onun eseri olarak gösterme ğe çalıştıklarını iddia etmektedir. H ö h n e r b ach' a göre, sonradan irtidad ve isyan hareketleri, islam tarihçileri taraf ından Hazret-i Muhammed'in bütün Arabistan'a islâmiyet'i kabul ettirdi ğini iddia maksadiyla uydurulmuştur (Höhnerbach a. g. e., S. 8 - 9); yoksa asl ında Esed'lerin ba şbuğu Tuleyha, Beni Hanife'nin veftinde bulunan er - Recc al (veya er Rehhal) ile Mücca'a, Temimlerden Malik bin Nüveyre daha başkaları Müslüman olmamışlardır. Bu iddianın yerinde olmadığı Tuleyha ve Secah konularında kendili ğinden cevaplandırılmıştır. Ayrıca ilave etmeliyiz ki, Islami kaynaklar bütün Arap yar ımadasını Hazret-i Muhammed devrinde dine girmi ş göstermekten uzak kalm ışlardır. Me sel:k Taberi tetkik edildi ği zaman, Yemen, Bahreyn, Oman ve daha birçok yerlerde Müslümanl ığı kabul etmeyen kabilelerin cizye ver91
mek ş artıyla Hristiyanlık, Musevilik veya Mecasilik gibi dinleri muhafaza ettikleri görülür. Arabistan yar ımadası Hazret -i Muhammed' in hayatında, tamamiyle islamiyet'i kabul etmi ş değildir. Fakat yar ımadamn Hicaz'a en uzak bölgelerinde bile Hazret-i Muhammed'in dinini ş eklen de olsa kabul etmi ş topluluklar vardır. Böylece birçok bölgeler islamiyet'i benimsememekle beraber, İ slam hakimiyetini kabul etmi şlerdi. İşte Ebu Bekir bunlar ın irtidad ve isyanına karşı onbir birlik te şkil etmek mecburiyetinde kalmış ve bunları yarımadanın en uzak bölgelerindeki isyân ve irtidadlara kar şı yollamıştı . Ridde'yi küçümsemek için Höhnerbach' ın sarfetti ği gayret bizce bo şuna olmu ştur. Hazret-i Muhammed'in ş ahsiyetini idealle ştirmek, onun daha hayatta iken, kurdu ğu binanın çöküntülere maruz kald ığım göstermekle olmaz kanaatindeyiz. İslam kaynakları onbirinci yılda Ebu B ekr'in ba ş arma ğa mecbur oldu ğu savaşları nakletmekle, yâni İ slam'ı kabul etmiş olan kabilelerin ço ğunun irtidad etti ğini ve İslamlık için büyük bir tehlike do ğduğunu yazmakla hakikati ifade etmi şlerdir. Tuleyha ve Malik bin Nüveyre gibi ş ahsiyetler için, Medine' ye gelerek İslâmiyet'i kabul ettiklerini beyan eden kaynaklar, Es ve d' in davet edildi ği yeni dini reddetti ğini; S e call' ın ve Hevze'nin Hristiyan olduklarını, Kisra'nın H azret-i Muhammed'in dine davet mektubunu parçaladığım da yazmakta, hattâ Müseylime'nin Müslüman olduğunu kesin olarak iddia cihetine gitmemektedirler. E ğer Höhnerbach'ın iddiaları yerinde olsaydı, o zaman Hazret-i Muhammed'in bu en önemli dü şmanlarının da islamiyet'i daha önce kabul ettikleri ayn ı kaynaklar tarafından iddia edilmek gerekirdi. Gene Höhnerbach' ın İslam tarihçilerinin bu peygamberlik tasl ıyanlara kar şı tarafsız hareket edemediklerini ispat için verdi ği bazı örnekler vardır. Bunlar Müslümanlar'ın mürtedleri fizik ve ahlak bak ımından küçümsemeleri ve onlar hakkında tahkir dolu sözler sarfetmeleri gibi şeylerdir. Mesela, Müseylime'nin Kezzeıb Mizahım taşıması, basık burunlu, saramuk, cüce olarak gösterilmesi; Tuleyha'n ı n Talha de ğil de Tuleyha olarak ça ğrılışı, "Allah düşmanı" sayılması, Müslimlerin "akıllı", mürtedlerin "aptal" kabul edilmesi ve birincilerin, ikincilerin yanında çok üstün tutulmas ı, böylece bir ak - kara ş emasının ortaya ç ıkması gibi örneklerdir. Böyle sıfatlar ve takma adlar hiç şüphesiz sonradan tarihçiler tarfından uydurulmayıp Tuleyha'n ın ve Müeylime'nin yaş adığı tarihlerde Müslümanlar tarafından bunlara verilmi ştir. Gene pek iyi bilinir ki, Araplar' da bu derece dü şmanlık olmadan bile karşı tarafa adlar ve lakablar verilirdi. Mesela H âlid, Yemâme sava şını bitirip Müccaa'nın kızı ile evlendikten sonra Ebu B ekir'den, Ömer bin Hattab' ın teşvi92
kiyle, ağır bir mektup aldığı zaman, "Bu o solağın (= Uaysir'in) işidir" demişti. Gene E s edler, Ga t afanl ar ve sâir kabileler dinden dönünce "Biz o s ıska deve yavrusunun babas ına (=Ebu Fasil'e) zekat vermeyiz" demişlerdi. Konumuzla ilgili olan bu küçük misâller de bize gösteriyor ki, kaynaklar, baz ı hususlarda tarafs ızlıklarını muhafaza edememekle beraber, biraz önce bahsetti ğimiz küçültücü isim ve s ıfatları kullanırlarken tarafgir olmaktan bir hayli uzakt ırlar. Aynı konuda Caetani'de '" Yemâ ıne'nin hiçbir zaman irtidad etmi ş sayılamıyacağını, Beni Hanife ile yap ılan Akraba sava şının ise, sırf Hâli d'in fetih arzular ından do ğmuş olduğunu ileriye sürmektedir. Bir de şimdi Höhnerb ach'ın yayınlamış olduğu Vesime'nin Kitab ür Ridde'sine bakalım Birinci derecede bir kaynak olan bu kitab belli bir gayeyi hedef gütmeksizin tek tek ş ahıslara ait, parça parça bilgileri içine almaktadır. Biz bunlardan Yem âme'nin irtidad ı ile yakından alâkalı olan bazılarını hemen gösterme ği yukarıda adları yazılı orientalistlerin iddialarına bir cevap te şkil edece ği düşüncesiyle faydal ı bulduk (Höhnerbach, Vesime S. 13 / 55) : "El- Sa'b bin Osman el-Suheymi
el - Yemami, büyük bir ba şkan olup hayli yaşadı. Cahiliyye devrinde Hire hükümdarlarından el-Numan bin ül-Münzire'in kat ına çıktı. Sonra İslâmiyet geldi, bu zat Müslüman oldu. Müseylime peygamberlik iddia edince bu zat kavmine irtidad etmemeleri için nasihat etti." (S. 13 /55): "El-Batin bin Abdullah el-Hanife. Hanife kabilesinden-
dir. Müslüman olmuştur. Peygamberin ölümünden sonra dininde sâbit kalm ıştır." (S. 14 /55): "Suhbân bin Ş ems bin Amr el-Hanefi el-Yemâmi. Hanife kabilesi Müseylime ile birlikte (!) irtidad ettikleri zaman onun hakk ında Vesime bir hikâye anlatmaktadır. Bu zat Ebu Bekr'e şöyle bir mektup yazm ış : "Halk burada üçe ayrılm ıştır. Birinci kısım doğru yoldan ayrılmış kâfirlerdir, ikinci k ısım haks ızlığa uğramış müminlerdir, üçüncü k ısım ise üzüntü içinde kalan müteredditlerdir. Bu zat aynı mektupta ş u beyti de söylemektedir: Ben S ıddık'a suçsuz olduğumu bildirir, yalancı Müseylime'nin uydurduklar ı şeylerden dolay ı özür dilerim. Müslümanlar bu mektubu aldıkları zaman çok sevindiler, şairleri de bu zat hakk ında ş u beyti söyledi: Suhbân bin Şems çok iyi bir insand ır; o, kavmi arasında soyu yüksek, dini sa ğlam bir insandır." (S. 14 /55): "A bdura hm an bin el Mutarrah el- Hanefi. Cahiliyye
devrinde yaşamış , Yemâme halk ı irtidad ettiği zaman Müseylime'ye ve 163 Caetani, a, g. e., IX., 26 v. öt.
93
kendi kavmine kar şı gelmi ş ve Ebu Bekr'e mektup yazarak, onlar ın suçları nı kendisine anlatm ıştı r." (S. 15/56): "El- Sâ'ib bin Katâde el-Hanefi el- Yema ıni. Bu zat Yemâme sava şlarında esir edilmiştir. Çok yaşlı idi. İslam dininde sabit kaldı ve Müseylime ile (!) kavmini irtidad etmekten mene çal ıştı . Hâlid bin Velid kendisini görerek. esaretini affetti. Bu şahıs büyük bir şeyh idi. (S. 15/56): "El-Heysem el-Hanefi. Bu da İslâmiyet'cle sabit kaldığını ispat eder mahiyette baz ı ş iirler yazmış tır. Heysem, Hâlid bin Velid ordusu tarafından esir edilmiş ve bu hususta ş u beyitleri söylemi ştir: Acaba Hâlid bizi yalancı, sarı adamın suçundan dolayı öldürecek midir? Biz Peygamber'in dinini b ı rakmadık, ne de onu terkederek geriye döndük." S. 21 / 63: "Muccet'a bin Mürrare el - Hanefi el-Yema ıni. Hanife kabilesi başkanlarından olup Peygamber'in huzuruna gelmiş , ona biat etmişti ve Yemâme gününde esir edilenlerdendir." S. 13 / 53 : "Sümame bin Usal bin el-Numan bin Seleme... el-Hanefi el-Ye ınâmi. Bu konudaki haberi Buhari'den alan Vesime (Not 150'deki bilgiyi aynen kaydettikten sonra) İbni İshak'ın bu konudaki şu rivâyetini de k ısaltarak ilave ,etmektedir: Sümâme Yemâme halk ı irtidad ettiği zaman kendisi dininde sâbit kald ı ve halka ş öyle vâzetti : "içinde ışık olm ıyan karanlık bir iş ten çekininiz! Bu karanl ık i şe başlamış olanlara, Allah'ın göndermi ş olduğu bir kötülüktür ve içinizden bu yola sapacak olanları da ayni akibet beklemektedir. Onlar Sümâme'yi dinlemeyip Müseylime'yi takip etme ğe karar verince, Sümâme de bunlardan ayrılmaya karar verdi. Tam bu sırada el'Ala bin el-Hadrami refaketindekilerle birlikte Bahreyn'e Hutam'ın idaresindeki mürtedlere doğru gitmek üzere Yemâme civar ından geçmekte idi. Sümâme bunu haber al ı nca kabiledaş larına ş öyle dedi: Bu yenilik taraftar ı olanların yan ında daha fazla kalmak istemiyorum. Gerçekten Allah onlar ı mukavemet edilemez bir kötülükle vuracaktı r. Gayelerini bildiğim ve ş imdi tam buradan geçmekte olan ve Müslüman olanlardan geri kalmamak, onlarla birlikte gitmekten ba şka birşey istemiyorum. Bunun üzerine Müslümanlarla birlikte el-Aldn ın yardımc ısı olarak yola çıkt ı , Beni Hanife'nin el-Alâ'ya yard ı m ettiğini duyan düş man ordusu sarsıldı . Sümâme el-AM ile birlikte el-Hutam'a karşı savaşa katıldı .... ve sonunda satın aldığı bir ganimet hırkasını giymi ş olmasından dolayı düşmanın askerlerinden birisi onu şehit etti." S. 16 /58: " (İ nı eyr b. Dabi el - Ye ş kuri. Sadıklardan ve kabile şeflerinden biridir. Hâlid ona Kureyş 'lilerden olsaydın, Halife olacak adamdın demi ş ". 94
S. 17 / 58: "Muhriz bin Katade bin Meslemet el-Hanefi. Ye ınânıelilere demi ş ki, suphan Allah, sizin durumunuz ne kadar acâip. Bir peygamber sizi dine soktu. Bir yalanc ı ise ondan çıkardı . Vallahi o hayatta olsaydı basık burunlu yalancı sizinle bu oyunu oyn ıyamazdı . Sizin için azaptan korkuyorum. Bunun üzerine mürtedler ona dediler ki, biz seni babanı n hatırı yüzünden affediyoruz. Çünkü o bizim ba ş buğları m ızdandı". S. 18/60: "Mu'ammer bin Kilâb el - Zimmâni. Müseylime'ye (!) ve Beni Hanife'ye Ridde'ye sapmamalar ı için vâzeden adamd ır. Sümâme'nin kom ş usu idi. Tavsiyelerini dinletemeyince Medine'ye do ğru yola çıkm ış fakat Sümâme onu geri çevirmi ştir". Konumuzdan uzakla ş mamak için, yukarıdanberi verdi ğimiz misâllere daha pek çok ilâveler yapmaktan vazgeçiyoruz. Herbiri dikkatle gözden geçirildi ği zaman görülüyorki, Caetani'nin ve di ğer orientalistlerin Beni H anif e'nin irtidad etmediklerini, çünkü bunlar ın esasen islâmiyet'i kabul etmemi ş bulundukları yolundaki iddiaları her hâlde haklı görülemez ' 64 Bilhassa Suhbân bin Şems'in mektubundan halk ın üç kfsma ayrılmış olduğunu, bir kısmının tereddüt içinde bulunup bir kısmının dinden döndüklerini, üçüncü k ısmının ise sadık kaldığını ö ğrenmemiz, Yemânıe'deki Müslüman sayısının hiçte küçümsenmiyecek bir topluluk te şkil ettiğini açıklamamıza yardım etmektedir. H. Müseylime ile sava ş ve Müseylime'nin öldürülmesi: 11. nci Hicret yılında Ebu Bekir halife seçilince, Habib bin Abdullah el-Ensarryi, Beni H anife'deki irtidada mani olmak için Yemâme'ye elçi olarak gönderdi. Bu zat, Beni Hanife ileri gelenlerinin önlerinde Kur'anı okudu ve ate şli hitaplarda bulundu. Fakat Müseylime onu öldürttü 165 Bundan sonra Ebu Bekr Sümâme'ye yard ımcı olsun diye İ krime'yi bir miktar kuvvetle Yemâme'ye yollad ı ise de, bunun da tesiri olmadı . Arkasından Ş urahbil bin Hasene'yi gönderdi. Şurahbil gelmeden önce, İkrime ş eref ve ş öhret kazanmak ümidiyle acele edip Müseylime üzerine yürüdü. Fakat Yemâmeliler onu bozguna u ğrattılar. O da çekilip gitmek zorunda kald ı . Ş urahbil de ayn ı ş ekilde Ebu B ekir'den, yeni bir emir al ıncaya kadar yerinden ayr ılmamasını bildiren bir mektup ald ı . Fakat o da şeref pe şinde koştu ğundan İ krime .
164 Her ne kadar yukar ıya aldığımız rivâyetlerde Müseylime'nin de irtidad etmi ş olduğu bildirilmekte ise de, bu husus ba şka kaynaklar tarafı ndan kesin bir ş ekilde teyid edilmemi ş olduğundan bunu bu kayana ğa yap ılmış bir ilâve kabul ederek göz önünde bulundurmal ıdır. 165 Bu hususta ba şka rivâyetler de vard ır: bk. Höhnerbach, a. g. e., S. 61.
95
gibi emre itaat etmeyerek Müs eylime'nin üzerine sald ırdı ve bozguna uğradı . Bu sırada, Butah sava şını kazandıktan sonra öldürttü ğü Malik bin Nüv ey r e 'nin kar ısı ile evlenmesi yüzünden suçlu duruma dü şmüş bulunan Halid Medine'ye gelmişti. Ebu Bekir onun suçunu affedip kendisini, Ensâr ve Muhacir'lerden meydana getirdi ği kuvvetlerin ba ş komutanlığına tâyin ederek Müseylime ile sava şması için Yem âme'ye yolladı "6 . Müseylime, Hali d'in yakla şmakta olduğu haberini alınca, Akraba' da ordugâh kurdu ve seferberlik ilan etti. Bu esnada Mucca'a bir takım ş ahsi sebeplerden dolayı, M âlikler'den ve T emimler' den öç almak için, küçük bir birli ğin başına geçmi ş ve yola çıkmıştı, Z ey d ile Ebu Huzeyfe'yi ordusunun sa ğ ve sol kanatlar ının başına geçirmiş bulunan Hâlid yan ında Ş ur a hbil de bulundu ğu halde savaş alanına do ğru ilerledi ve el- Ur d'da konaklad ı . ikiyüz kişilik bir birlikle gece baskını yaptırdı . Bunlar ba şlarında Muccâ' a bin Murr ar e el - Hanefi bulunan bir birli ği uykuda iken esir aldılar ( İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 400). Esirler Hâlid'in yan ına getirlince onlardan "İslamlar'a sığınmak üzere mi yola ç ıktınız"? diye soruldu. Bunlar mertlik gösterip hakikati söylediler. Hâlid de bunlar ın kendisine sığınmak maksadiyle yola çıkmadıklarını öğrenince Muccâ'a'dan ba şka hepsini öldürttü ve Akrab a'ya gitti. Bu konuda Ebu Hür e yr e'nin verdi ği haberlere, İbn İshak şunları ilave etmektedir: Esir edilenler ertesi gün Halid'in kar şısına çıkarıldılar. Halid onlara, "ey Hanife oğulları! Siz bu hususta ne düşünüyorsunuz" diye sordu. Onlar, "Sizde bir peygamber, bizde bir peygamber" diye cevap verdiler. İşte bu söz üzerine Hâlid, onlar ın başlarını vurdurdu 167 Hâlid sadece Mucca'a 'n ın, "Ben Müseylime'nin akrabas ı veya adamı .
değilim. Resulullah'a gittim. Müslüman oldum. Ondan sonra ne de ğiştim, ne değiştirdim". demesi üzerine, onu zincirlerle köstekleyip komutanhk çadırındaki karısı Ummü T emim' e teslim etti 168 . Sonra Yemame'ye bakan bir kum tepesinin üzerine ordugâh kurdu. Sa ğ ve sol kanatlar ınııı başına Muhakkim ile Recc an geçirmi ş bulunan Müseylime ise 166 Caetani'nin,Hâlid'in Ebu Bekir tarafmdan Yemâme üzerine harekete memur edilmediğini,Yemâme'ye gidi şin tamamiyle Hâlid'in sava ş ve fetih arzularmın sonucu bulundu ğunu iddia etmesi, belki de Belâzûri (Fütuh,arap.,S.96) deki Taberi ve di ğer tarihlere ayk ırı düşen Ensâr ve Muhacirler arasında cereyan eden ve Butah seferi s ırasında vuku bulmu ş olan münakaşadan do ğmuş olmalıdır. Yâni Butah seferi sırsmda Ensâr'm Halid'e uymak istemeyi şi ve Hâlid'in bu seferi sanki kendili ğinden tertipledi ği şeklindeki mülâhazalar, Belâzüri'de Yemâme seferi hakkında anlatılmıştır Belâzûrrnin bu kaydı ise, hakiki vakıalara uygun düşmemektedir.
167 Taberi, a. g. e., tür. ter., S. 154 ve Zehebi, a. g. e., I., S. 359 v. öt. 168 Ibni Sâ'd, a. g. e., V. S. 400.
96
Hanife o ğullarına, "Yenildi ğiniz takdirde kadın ve k ızlarınız esir edilip
tahkir edileceklerdir; bugün şerefinizi ve kad ınlarının korumak için savaşınız" diye onları iyi savaşmağa te şvik ediyordu. Nihayet iki ordu karşılaştı. Peygamber'in sohbetinde bulunup Bakar a sûresini ezberledikten sonra, irtidad eden ve Müseylime'nin en yak ın dostu hâline gelen El Reccâl de öncü kuvvetlerin ba şında ilerliyordu. Bir ara Hâlid, Hanifeliler aras ında kıhç parıltıları gördü ve Beni Hanife aras ında anlaşmazlık çıktığını zannederek sevindi ise de esir Mu e câ' a bunun bir anla şmazlığı ifade etmedi ğini, Hanifeliler'in yumuş atmak için kılıçlarını güneş e tuttuklarını açıkladı . İki taraf sava şa katıldıktan bir müddet sonra Müslümanlar geri çekilmek mecburiyetinde kald ılar. Hâlid çadınm hattâ e şini bile bırakarak geri çekildi. Hanifeliler onun çad ırına girdiler. E ğer "Yemâme Muccâ'ı" adı verilen Muccâ'a bin Murrare, İlmmü T emim'i himâye etmese idi, Hanifeliler onu öldüreceklerdi. Yemâme'liler canlar ını öyle heder edercesine çarp ışıyorlardı ki. vaktiyle Peygamber'in amcas ı Hamz a'yı öldürmüş olan Vah ş i bin Harb bile onların bu kahramanhklarım şu sözlerle açıklamaktan kendini alamam ıştır: "Ölüme Müsey-
lime'nin adamları kadar sabırlı ve tahammüllü kimseyi görmedim"" 9 İ bni S a' d' a göre (Tabakat, VII., 2., S. 136 v. öt.) Müslümanların bu geri çekilmeleri iki veya üç defa tekrarlanm ıştır. Hâlid savaşın yenilgi ile sonuçlanmasından fena hâlde endi ş eye kapıldığından E ns âr ve Muhacirlerin de tekliflerine uyarak zaaf ın nereden geldi ğini anlamak maksadiyle askerlerini göçebe ve şehirli olmak üzere ikiye ayırıp öylece sava şmağa başladı . Savaş o kadar şiddetli ve her iki taraf için öylesine ölüm kal ım savaşı oldu ki, göçebelerin mi yoksa şehirlilerin mi daha iyi çarp ıştığı farkedilmedi. Müseylime'nin en önemli ve kahraman komutan ı mukavemet edebilmek için askerlerine "Hadikat ür - Rahman" adı verilen (sonradan Hadikat ül - Mevt adı verilmiştir) etrafı çevrik bir ba ğın içine girmeleri emrini verdi. Müseylime de bu ba ğa sığınmıştı . Müseylime öldürülmedikçe, sava şın sona ermeyece ğini anhyarı Hâlid, düşman kuvvetlerinin arkalanmn bırakılmaması emrini verdi. Müslümanlar aras ında o günün parolası "Ey Bakara süresinin sahipleri"idi170 . Büyük bir şiddetle "Rahmanın bahçesi" ne saldıran Müslümanlar, s ü'rlardan dolayı Müseylime ile kar şılaş amıyorlardı . Bu arada el - B e169 Zehebi, a. g. e., I., S. 358 v. öt. 170 Belazûrl, a. g. e., arap., S. 96.
97
râbin el - Malik kendisini ba ğın sürlarmdan a ş ağıya attırıp çarpışa çarpış a sarun kapısına vardı . Kapıyı müslümanlara açıp onları içeriye aldıktan sonra tekrar kapay ıp anahtarı dış arı fırlatıp attı . İşte burada islamlar için hattâ islâmiyet için bir ölüm kalım davası görüldü. Bu arada biri yüksek sesle "Siyah bir köle Müseylime'yi öldürdü" diye ba ğırdı "°. Müseylime'nin öldürülmü ş olması Beni Hanifelilerin cesaretlerinin kırılmasına ve sonunda sava şı kaybetmelerine vesile oldu. Müslümanlar değerli hafızlarmdan birço ğunu bu sava şta kaybettiler (Ebu'l-Fidâ, Tarih, I., S. 166) Ebu Huzeyfe, Sabit bin Kays, Zeyd bin Hattab gibi kahramanlar da bu arada şehit düşenler aras ında bulunmakta idiler. Buna karşılık el- Muhakkim bin Tufeyl, el - Reccal bin Unfuva gibi Müseylime'nin en önemli komutanları , Müseylime'den önce öldürülmüşlerdi. Bu sava şta müslümanlar Hadikat ül-Mevt'de 7000 kişi katlettiler. Bir k ısım Hanifeliler de ba ğdan kaçıp kalelere sığındılar. Müseylime'yi kimin öldürmü ş olduğu tarihlerde kesin olarak belirtilmemi ştir. Eski tarihler ara ştırıldığı zaman bir çok kimselerin Müseylime'nin öldürülmesine bizzat i ştirak etmi ş olmak gayretini güttükleri görülür. Bu durum bize şunu gösterir: Dü şman islamiyet için o derece kuvvetli ve ürkütücü idi ki, sava şta bulunanlar onu yok etmenin şerefini bir türlü payla ş amamışlardır. Aş ağıya aldığımız misâller bunun bir delili sayılır: Taberi (arap., III., S. 245 - 50) Müseylime'yi katledenin Vah şi olduğunu, ayrıca Ensâr'dan bir adam ın onu vurarak öldürme ğe iştirak etti ğini kabul eder. Belazari' de (Arap., S. 96) de rivâyetler çok farkl ıdır ve mesela s ırasiyle ş öyledir: 1) Onu Haddâ ş , yarliBeni Âmir bin Luey'lerden biri öldürdü. Bunun râvii gene Beni Âmr bin Luey'lerden oldu ğu için bu şerefi kendi kabilesine tahsis etmek gayesini gütmü ş olsa gerektir; 2) Onu Sehhak bin Hare§ e öldürdü. Biraz sonra Sehhak ş ehit edildi; 3) Habib bin Zeyd'in karde şi Abdullah bin Z eyd bin As ı m onu öldürmüştür. Zira bir rivâyete göre Müseylime Habib'in iki kolu ile iki baca ğını kestirmişti; 4) Habe ş li Vah ş i bin Harb de Müseylime'yi öldürmü ş olduğunu iddia etmekte ve bu konuda şu sözleri söylemektedir: " İnsanların en iyisini (Peygamber'in amcas ı Hamza) ve en kötüsünü öldürdüm". Belazüri başka bir rivayeti naklederken, yukar ıda adları geçenlerin mü ş 171 Taberi' de bu husustaki rivâyetler müphemdir Bunlardan birisi Müseylime'nin Hadika'mn dışında , diğerleri ise Hadika'nm içinde öldürülmüş olduğun ifade etmektedirler. Müseylime'nin öldürüldüğü hakkındaki muhtelif rivâyetler için bk. Taberi, a. g. e., tür. ter., III., S. 153 165, 166.
98
tereken Müseylime'yi öldürdüklerini, hattâ Em ev i'ler bile onun Muavi ye tarafından katledildi ğini iddia etmektedirler, demektedir. İ bni Haldan ( İber, II., 2., S. 75), Ebu'l-Fidâ (Tarih, I., S. 166), İ bni Sa'd (Tabakat, VII., 2., S. 136 - 7) ve Muir (a. g. e. S. 44) onun Vahş i tarafından ve Ham z a' y ı öldüren mızrakla öldii.rülmüş olduğunu kabul etmektedirler. Biz de İ bni S a' d'ın bu kaydını esas tutarak onun Vah ş i tarafından öldürülmüş olduğunu kabul etmek zarureti kar şısındayız. Bu sava şta biraz mübala ğalı da olsa 40.000 kişilik Yemâme ordusu (C a et ani, IX, S. 24'de bunu 10.000 kabul eder) bütün kuvvetlerini harcayıncaya kadar ş eref ve ba ğımsızlıkları uğrunda çarp ışmıştır. Müseylime son nefesini verinceye kadar, "Ey Hanife oğulları ; şerefiniz için, asaletinizi korumak için çarp ışınız", diye ısrarla tekrarlamaktan geri durmamıştır. Akraba yahut Yem âme sava şımn vuku bulduğu tarih, baz ı yazarlara göre Hicri 11., baz ılarına göre ise 12. yıldır. İ bni Sa'd (Tabakat, III., 1, 274 - 5) bu sava şın 12. yılda olduğunu, Zeyd bin Hatt ab' ı n ş ehit düştüğü yılı yazmak suretiyle belirtmekte, B elazil ri de (Fütilh, S. 101) bunu teyid etmektedir. Z eheb (Tarih ül - İslam, I., S. 259) Ebu M a' ş er'in bu sava şı 12. yıhn Rebiülevvel ayında, V âki di ve daha ba şkalarının gene 12. yılda cerayan etti ğini kabul ettiklerini kaydettikten sonra, kendi kanaatine göre bu sava şın 11. yılın sonlarında başlayıp 12. yılın başlarında son bulmuş olmasının muhtemel bulunduğunu belirtmektedir. El- N evevi (Tehzib el- Esma, S.95) Halid'in Müseylime üzerine komutan tâyin edilmesi tarihinin 11. y ılda olduğunu kaydetmiştir. Her halde Z ehebr nin ve Ca et ani'nin tahmin ettikleri gibi hadiseler 11. yılın sonlarında başlayıp 12. yıluı başlarında sona ermiş olmandır. Bu sava şta her iki tarafın kaybetti ği insan sayısı da savaşın yapıldığı tarih gibi kesinlikten uzakt ır. Me s 'udi (Et - Tenbih, S. 223) Yemarrie'de ölen Müslüman askerlerin sayısının 1200 oduğunu, T ab eri, Ensâr ve Muhacirlerden topyekan 600 ki şinin şehit düştüğünü, B ela z ûri 1700 veya 1200 Müslüman askeri zâyi oldu ğunu kaydetmektedirler. Beni Hanifenin kayıplar' ise daha çok idi. Taberi, Akraba'da 7000 Hadikat ül - Mevt'de 7000, sonra tâkipde de 7000 ki şinin öldürülmüş olduğunu kaydetmektedir. İ bni S ' d (Tabakat, III , 1., S. 274 - 5), Ebu Mery e m'e atfetti ği bir rivâyette, Beni Hanife'den 14.000 ki şiden fazla insan kayıp olduğunu zikretmektedir 172. 172 Caetani (a. g. e., IX., S. 227) Mirhond'un bu konuda hani bir mübâla ğa ile Hanifelilerden 70.000 kişinin "Hadika-i Mevt" de, 70.000'ninde d ışarıda katledildi ğini yazmakta olduğunu iddia etmekte ise de Mirhond bu rakam ı 70 000, 70.000 değil 7.000, 7.000, yâni bütün katledilenlerin 14.000 kişi olduğnu söylemiştir (bk. Mirhond, a. g. e., II., S. 228).
99
İ. Yemâmelilerle bar ış: Bu büyük sava ş sona erip de Müseylime'nin öldürüldü ğü haberi yayıldığı zaman Hâlid bin Velid, Yemâmeli Muccâ'a'yı çağırttı . Muccâ'a zincirler içinde idi. Sava şta ölmü ş bulunanlar aras ında Müseylime'yi arayıp bulmak üzere sava ş meydanında dolaşmaya ba şladılar. Nihayet Hâlid uzun boylu ve güzel yüzlü birinin önünde durdu ve "İşte peygamberiniz budur" dedi. Muccâ'a onun Muhakkim bin Tufeyl oldu ğunu söyleyince ba ğa girdiler; Muccâ'a s ıska ve burnunun ucu çok kalk ık birisinin önünde durarak, "Sizi uğraştıran adam işte budur" diyerek Müseylime'yi gösterdi. Hâlid ona: "Sizi kendisine itaat ettirerek bunca i şleri yaptıran adam bu mudur? diye sordu. Muccâ'a, "Ey Hâlid, iş dediğin
gibi oldu. Tanrıya andiçererek bu savaşa askerin henüz öncülerinin acele olarak katılmış olduğunu, asıl kuvvetlerin ve halk ın çoğunun kalelerde bulunduğunu temin ederim."dedi. Hâlid bu söz üzerine biraz ş aşırdı . Muccâ'a onu, tekrar yemin ederek, hem söylediklerinin do ğru oldu ğuna hem de kavmi adına barış yapmaya ikna etti. Halid de ona, Beni Hanife'nin ellerinde bulunan bütün gümü ş , zrıh ve esirlerin yar ısının Müslümanlara bırakılması ş artıyla bu teklifi kabul edece ğini söyledi. Mu c câ' a, Hali d'den barışın ş artlarını bildirmek üzere Hanifelilerin yan ına gitmek için izin istedi. Kaleye girdikten sonra ne kadar genç kad ın varsa, onlara silâh kuş atıp zırh giydirerek kalelerin burçlar ına çıkmaları emrini verdi ve tekrar Hâlid'in yanına dönüp kalede bulunanlar ın yapılan barış tekliflerini kabule yana şmadıklarını bildirdi. İ bni İ s h ak'a göre Hâlid yeni bir anlaşma ile esirlerin dörtte birini al ıp diğer dörtte birinden vazgeçerek bar ışı kabul etti. Mu c c â' a, Beni Hanife'ye de bu andla şmayı kabul ettirmişti. Çünkü S eleme bin Umeyr onlara kalenin çok sa ğlam olduğunu ve bol miktarda yiyecek bulundu ğunu kışın da yaklaşmakta oldu ğunu söyliyerek, böyle a ğır ş artları kabul etmeme ği tavsiye etmişti. Fakat Hâlid'i yak ından tanımak fırsatını bulan Muccâ'a, onun gazabından kabileda şlarını korumak için bütün gücü ile çal ışıp Hanifelilere bar ışı kabul ettirme ğe muvaffak olmu ştu. Bundan sonra Hâlid Muccâ'a'ya, kızını kendisine vermesi talebinde bulundu ve bu teklifinde israr etti. Muccâ'a da k ızını vermek mecburiyetinde kaldı . Bu kadar büyük ba ş arılar kazand ığı hâlde, Ebu Bekir, H bu evlenmesini ho ş karşılamadı. Ona şiddetli bir dille şunları yazdı : "Sen kadınlarla evlenmekten kendini alam ıyorsun; hâlbuki evinin etrafında 1200 Müslüman ın kanı akıyor". Hâlid bu mektubu okuyunca, Ömer ibn-i Hattab' ı kast ederek "Bu Uaysir'in (solağın) işidir" 100
dedi. Ebu Bekir'e Hanifelilerden heyetler tertip edip gönderdi. Konak yerini de Eb az'dan V aber'e ta şıdı ' 73 . Böylece Yem âme meselesi halledilmiş ve Arabistan' ın bu önemli bölgesi de İ slâmiy et' e kesin olarak kazan ılmış ve Medine'y e ba ğlanmış bulunuyordu. J. Müseylime'nin doktrini: Müseylime'nin doktrini hakkında bize az da olsa bilgi verme ğe yarıyan kaynaklar mevcutsa da, bunlar ın bazıları birbiriyle tezad halinde bulunan haberleri ihtiva etmektedir. Mesela: İ bni S a'd (Siret, Wellhausen, a. g. e. IV., S. 115), İ bni Haldûn ve Taberi ile İ bni Hi ş am aynı konuda birbirine tamamen zıt rivâyetleri s ıralamaktadırlar. Bu yüzden elimizde bulunan bu ana kaynaklar ın verdikleri haberlerin mümkün mertebe do ğru olanını yanlış olanından ayırmak gibi çok güç bir iş ile karşı kar şıya bulunmaktayız. Müseylime'nin vahy olduğunu iddia etti ği sözlerinden hanlar ın' kaynaklar bize kadar intikal ettirmi şlerdir. Ancak bu gûya vahiylerin hangilerinin hakikaten Müseylime tarafından söylenmi ş olduğunu hangilerinin raviler tarafından sonradan onun a ğzına yakıştırıldığırn ayırt etmek bugün bizim için hemen hemen imkans ızdır. İşte şimdi bize kadar gelmi ş olan bu Oya vahiylerle, aralar ındaki tezatlar ı yukarıda iş aret etmi ş olduğumuz bilgilerden, Müseylime'nin doktrini hakk ında bir fikir edinme ğe çalış aca ğız. Hevz e bin Ali'den sonra siyasi iktidar ı eline geçiren Müs e ylimet ül - K ezz âb, elde etti ği bu siyasi nüfuz ve kudreti, Hazret -i Muhammed'i örnek tutarak, dini bir otoriteyle de takviyeye kalk ıştı ve evvelce de söyledi ğimiz gibi âyet ad ı altında bir takım seci'li sözleri yanyana dizme ğe başladı. Bunların kendisine vahy edilen Kur'an olduğunu ilan etti. Bir tak ım dini kaide ve düsturlar koydu. Kur an dilini taklid eden Müseylime, Müslüman namaz sistemine benzer bir sistem de kurmu ş , hattâ K ah° gibi bir de harem bölge (yasak bölge) ihdas etmişti ' 74. Buna muhalefet edenleri de sorumlu tutmu ştu. Halbuki, ravilere göre Yem â m e haremi, Hicaz' ın haremine benzeyememi ştir. Harem içinde kalan baz ı obalar bolluk yıllarında Yem âme'nin meyvelerini yağma edip Haremi depo haline getirmi şler, takip edildiklerini anlayınca da kaçıp hareme s ığınmışlardı. Bu hal devam edince ahâli Mu s eylime'den buna engel olmas ını isteme ğe mecbur kalmıştı . Müseylime bunun için gökten gelecek emri bekliyece ğim diyerek, onlara 173 Belâzûri, a. g. e. arap., S. 98; Taberi, tür. ter., III., S. 178 v. öt.; Zebebi, Tarih ül , I., S. 359; İbni Haldûn, İber, IL, Tekmile, S. 75. 174 Taberi, a. g. e. tür. ter., III., S. 177.
101.
Oya vahiy olan şu sözleri söylemiştir: "Karanhkları basan gece, siyah kurt ve ya şına basan çatal tı rnaklı hayvan adına andiçerek Useyyid'lerin, haremin hürmetini çiğnememi ş olduklarını teyid eylerim" Halk ona, "Haram olan malları helâl saymak ve halk ın malları nı yağma etmek, tahrip etmek haram değil midir ?"diye sorunca o, yeni bir vahiy beklemi şti. Yeni gelen vahiy de, biricisinin hemen hemen ayni idi: "Gece ve geceleyin çok gezen kurt ad ına andiçerek Us s eyy id'lerin yaş hurma ağaçlarını kesmediklerini" teyid ediyordu. Halk yine şikâyetlerinin bir gerçe ği ifade ettiğini israrla söyleyince, Müseylime bu defa onlara vahiy diye şunları söyledi: "Beni Temim esir edilmemi ş hakir düşmemi ş, temiz bir kavimdir. Onlara iğ rendirici ve hoş olmayan bir şey isabet etmez. Biz sa ğ olduğumuz müddetçe onlara, iyliklerde ve bağışlarda bulunarak komş uluk edeceğiz, onları herkesin tecavüzünden koruyacağız. Bizden sonrada esirgiyen Tanr ı onları korur" (Taberi tür. ter., III., S. 144 - 5). Müseylime Secâhla karşılaştığı zaman, ona vahiy ad ı altında şu sözleri söylemi şti: "... salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler, gündüzleri de gökteki bulutlar ın ve yağmurların kuvvetli Tanr ısı için oruç tutarlar". Gene onun Beni Hanife için söyledi ği şu sözler dini prensipsipleri hakkında bize bilgi verme ğe yardım etmektedir: "Ben yüzlerinin güzelliğini, ten ve vücutlar ının saflaştığını ve ellerinin tertemiz oldu ğunu gördüğümde, onlara şu emri verdim: Siz kad ınlara yaklaş m ıyacak ve şarap içmiyeceksiniz. Siz hay ı rlı ve salih bir toplulukstınuz. Bir gün oruçlu, bir gün zahmetli ve yorucu i şlerle meşgul olacaksınız. Tanrıy ı her eksikten tenzih ederim ki, o dirilme zaman ı geldiğinde acaip bir şekilde diriltir. Sizi göğün katına yükseltir. O, sizin hardal tanesi kadar da olsa iş lerinizi ve gönlünüzden geçeni bilir ; insanların çoğu bu yüzden ziyana u ğrar ve lânete katlanırlar'"75 Kendisine Rahman ad ını vermiş bulunan Müseylime'nin cinsi bakımdan çekimser olmayı teşvik etti ğini de taraftarlar ına verdi ği bazı emirlerden anlamaktay ız. O bir erkek çoçu ğu bulunan erke ğin, karısına yaklaşmasını yasak etmi şti. Müseylime çiftçilikle u ğraş an kavmine onun anhyaca ğı kavramlarla hitap etmi ştir: "Renkleri siyah olduğu hâlde sütleri beyaz olan koyunlar üzerine andiçerim ki...." veya "Tohum ekerek, ekin yeti ş tirenler, ekinleri biçenler, buğdayları savuranlar, sonra öğütenler, onlardan ekmek yapanlar bu ekmeleri ufak ufak do ğrıyarak et suyunda ıslatanlar ve bunların üzerine sâde yağ dökerek yiyenler şerefine andiçerek temin ederim ki, siz hayvan besliyerek çad ırda yaşıyanlardan daha meziyetlisiniz. Binalarda ya şıyanlar da size üstün gelmediler. 175 Taberi, a. g. e., tür. ter., III. S. 143; arap., III., S. 243.
102
Mahstildar yerlerinizi koruyunuz; yoksul olanları yurdunuza kondurunuz, azgınları yurdunuzdan uzaklaştırınız" 176
ip„; o
oji
,..:>li3k3 j o33Ti y,J l 9 o30C,4 ti
3 J,!A
jftrA
Yukarıdanberi örneklerini verdi ğimiz Müseylime'nin güya ayetleri, onun iktidar mücadelesinde rakibi bulunan Sümâme bin Us âPin arkada şı Us âl el - Hanefi tarafından naklolunmuştur. Buraya kadar yazdıklarımızdan anla şılacağı üzere, Müs eylime riyâzet sahibi, oruca kıymet veren, ş arap içme ği meneden kaideler koymu ş bir insandı . Gene onun tek ve görünmiyen bir Tanr ı adına konuştuğunu, cennet, savap, tekrar dirilme, hardal tanesi ve hayat gibi dini mânada yükseltilmi ş tâbirler kullandığını da görüyoruz. Vsal'in S eyf yoluyla intikal eden bu rivayetlerinin tam aksine İ bni İ shak ( İbni Hiş am, IV.S. 222), Müs e ylime'nin içki ve zinaya helal k ılmış olduğunu, namazı kaldırdığını ve Beni Hanife'nin bu yolda ona uymu ş olduğunu söylemektedir. Fakat İ bni İ s h ak'ın bu rivâyeti , elimizde bulunan di ğer kaynakların verdikleri oldukça geni ş bilgiler ile büyük bir tezad te şkil ettiğinden hemen hiçbir değer taşıyamamaktadır. İ bni Hub e y ş 'in Zühri'den naklettiği177, Belâzfı ri, Tab eri ve İ bni Haldisın'un da teyid ettikleri bir cihet var ki, o da Müseylime'nin müezzinler kulland ığı cihetidir. Müseylime müezzinleri vasıtasiyle taraftarlar ını namaza ça ğırdığma göre namaz ı kaldırmış olamaz. Şu halde, zina ve ş arab ı mübah kılmış olması da imkansız görünmektedir. Esasen onun vahy ad ı altında yukarıya aldığımız söilerinden riyâzet sahibi oldu ğu açık olarak anla şılmaktadır. Müseylime'nin birkaç müeezzin kulland ığı görülmektedir. ElRecc âl'in de bunlardan birisi olup Müseylime'nin peygamberli ğine tanıklık etti ğini T ab eri (Türk. ter., III., S. 143) ve İ bni Hald fı n (İber, II., 2., S. 75) yazmaktad ırlar. Ayrıca Abdullah bin Nevv âha (Wellhausen, a. g. e. VI., S. 17'de Nevvâha ile Hüceyr ayni kimse olarak gösterilmiştir) ve Hüceyr bin Vmeyr de onun müezzinlerindendirler. B elaz ılri'de (Tür. ter., I., S. 148) ve İ b n ül - Esir'de (El - Kamil, 176 Taberi, tür. ter. III. S. 125; Arab, Kahire 1939; e. II, s. 506; 177 Taberi, a. g. e. arap., III., S. 245; tür. ter., III. S. 145. Caetani (İbni Hbeyş'den), a. g. e. IX., S. 21. 178) Caetani ( İbni Hubeyş'den), a. g. e. IX., S. 21.
103
S. 274) Hüceyr ezan okudu ğu zaman "Müseylime'nin kendisini Tanr ı elçisi diye iddia etmekte oldu ğuna tanıklık ederim" diye seslendi ğini, Müseylime'nin de ona "Ey Hüceyr! Fasih konuş" dediği kay ıthdır. İbni Hübeyş 'de ise Hüceyr'in Hanifelileri ilk defa namaza ça ğırdığı zaman: "Tanrı'dan başka Tanrı olmadığına tanıklık ederim, Muhammed Tanrının elçisidir ve Müseylime...." deyip burada durdu ğu, nihayet Muhakkim'in ona "Çabuk ol Hüceyr!" diye ba ğırdığı ve bu sözün Araplar aras ında bir tabir haline geldi ği kayıtlıdır 179 . Orientalistler, bilhassa Wellhausen, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i örnek tutmad ığını ileriye sürmektedirler. Wellahausen'a göre (Skizzen, VI., S. 19) Müseylime, S e cal ı ve diğer peygamberlik iddia edenlerin tarih sahnesine ç ıkmalarındaki sebeb, Mekke ve Medine'de islamiyet'i meydana getiren sebeple aymd ır. Halbuki, Müseylime, İslam dinindeki prensiplerin hemen hemen aynını , belki biraz da Yemaıne'nin yabanc ı bulunmadığı Hristiyanlık'tan aldığı ilhamlarla zenginle ştirerek, kendi kurmak istedi ği dinin içine almıştır. Günde üç defa namaz kılmak, oruç tutmak, ş arap içmemek gibi kaideler bunu göstermektedir. Ayrıca müezzinler vas ıtasiyle namaza davet usulü de her halde islâmiyet'ten örnek al ınarak kabul edilmi ş bir sistemdir. Wellhausen (Skizzen, VI., S. 17) ve Caet ani, müezzin kelimesini burada Arap tarihçilerinin kolay ına geldiği için Müseylime'nin dinindeki bir din memuru hakkında kulland ıklarını ileri sürmü şlerdir. Bu de ğerli orientalistler, müezzinin ödevlerini hiç göz önünde tutmam ış olacaklar. Halbuki, T ab errnin , İ bni Hubeyş 'in ve diğer tarihçilerin yukar ıya aldığımız misalleriyle El - Reccal, Hüceyr ve di ğerlerinin tıpkı Müslüman müezzinler tarz ında iş gördüklerini açıklamış bulunuyoruz. Hazret -i Muhammed'den önce ibadete bu ş ekilde bir davet mevcut olmad ığına göre, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bu yolda da örnek tuttu ğ u elbette inkar edilemez bir gerçektir.
K. Netice: Müseylime'nin baştanberi inceleme ğe çalıştığımız dini ve siyasi hayatı bize gösteriyor ki, o, gayelerinin gerçekle şmesi uğruna canını fedaya raz ı gelmiş olmakla beraber hakiki bir peygamber de ğildir. Müseylime kavmi olan Beni Hanife'nin ba ğımsızlığını Kureyş tehdidinden uzak bulundurmak ve kendi ş ahsi nüfuz ve iktidarını devam ettirmek için Hanifeliler'in kabile asabiyetinden ve kendi kâ179 Taberi, a. g. e. tür. ter., III. S. 143 v. öt; Belazûri, Fütuh, tür. ter., I., I., S. 148 v. öt.
104
hinlik kuvvetinden istifade ederek Hazret-i Muhammed'i taklit etmi ştir. Zeki, ş air, hükümdar yarad ılışlı ve kabiliyetli bir adam olan Müseylime, Hazret -i Muhammed'in yapt ığını yapacak olursa, Yemâme'rlin bağımsızlığını koruyabilece ğini sandı . Fakat Ha zr et -i Muhammed hakiki bir peygamberdi, Müseylime ise yalanc ı, aradaki bu büyük fark Yemâme'nin harab olmas ına ve İslâmiyet'in bu bölgede biraz daha geç yerle şmesine sebep oldu. Akrab a sava şında Müslümanlar İ slâm dininin zaferini temin etmek için çarp ışırlarken, Müseylime'nin savaş başlarken sarf etti ği sözlerden de anladığımız gibi, Hanifeliler ancak ş eref ve haysiyetlerini korumak, Kurey ş hâkimiyetine girmemek için sava şmaktaydılar. Müseylime Kur'an dilini, Kâbe'yi, Müslüman namaz sistemini de taklit etmi ştir. E ğer o, hakiki bir peygamber olsayd ı, savaşta öldürüldükten sonra da, çarm ıha gerilmi ş olan Hazret-i İsa gibi, kurmu ş olduğu dinin yaş aması gerekirdi. Müseylime'nin vahiy oldu ğunu iddia etti ği sözleriyle Kur'an' ın âyetleri aras ında yapılacak basit bir mukayese Müseylime'nin bir mukallit ve sahte peygamber oldu ğunu isbata kâfidir. Nitekim daha kendisi hayatta iken bile kabileda şı Sümâme bin Üsâl, Hanifeliler aras ında ş öyle vâzetmi şti: "Bir dâva üzerinde iki peygamberin
gönderilmesi mümkün de ğildir ve Muhammed'in Allah' ın elçisi olup ondan sonra başka bir peygamberin gelmiyece ğini ve ona şerik olm ıyacağını söyle!" ve sonra şu âyeti okumu ştu: „
„
(= Aziz ve (ilim olan, suçlar ı affeden, tövbeyi kabul eden cezas ı şiddetli olan, pek cömert olan ve ondan başka Tanrı bulunm ıyan ve neticede ona varılan Tanrı'dan bu kitap nazil olmu ştur). Sonra bunu Müseylime' nin âyet dedi ği şu sözlerle mukayese ederek gülünç fark ı tebarüz ettirmiş : "Ey kurbağa öt ne su içmemizi önlersin, ne de suyu buland ırırsın" ; j
Q.I cj 115,W
1,4
" İşte vallahi görüyorsunuz ki, bu Tanr ı sözleri de ğildir" demişti (İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 401) Tarih boyunca pek çok kimse peygamberlik iddias ında bulunagelmiştir. Ama bunlardan hakiki peygamber olm ıyanları faaliyette bulundukları toplumlar ayıramamışlarsa bile, tarih onlar ı ayırd etme ğe muvaffak olmu ştur. Müseylime, Beni Hanife için kahraman bir adamd ı ; 105
fakat peygamber de ğildi. Islâmiyet Yemen'de, Bahreyn'de, Esedler'de Temimler'de hatta Yem âm e'de Hanifeliler aras ında yayılırken Müseylime'nin kurma ğa çabaladığı din, Yem âme'nin bile s ınırlarını aş amamıştır. Islâmiyet'irı kötü bir kopyesi olduğu için de, onun ölümünden sonra eserinden, hiçbir iz kalmam ıştır. Her nekadar Orta Arabistan'da bir y ıl seyahat edip ara ştırmalarda bulunan P al g r a ve, Müseylime'nin Ne e i d bölgesinde hâlâ baz ı kimseler tarafından peygamber unvan ına lâyık görüldüğünü ve Ha zret-i Muhammed ile bir tutuldu ğunu yazmakta ise de, hayal mahsülü iddia ve tasvirlerle dolu olan bu seyahatnameye güvenmek bir tarafa, onda küçük bir de ğer mevcut oldu ğunu sanmak bile büyük bir hatad ır.
106
V. UMUMİ NETİCE
Mümin bir Müslüman için Kur'an ve h a dis in, peygamber olarak bize tanıtmadığı kimselerin peygamberliklerinin sahte oldu ğunu ispata bile lüzum yoktur. Çünkü her ş eyden önce Hazret -i Muhammed, tarihin ilk devirlerindenberi do ğru yoldan sapmış insan toplulukların hakiki ve tek Tanrı yoluna ça ğırmak için gönderilmi ş olan peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra art ık bir peygamber gönderilmiyecektir. Bununla beraber biz, İslam tarihindeki ilk dört sahte peygamberi incelerken, bunlar ın dördünün de sahte olduklar ını objektif yollardan giderek ve objektif k ıstaslar kullanarak ispat etmi ş bulunuyoruz. ,
Bunlardan birincisi olan Esve d'in öldürülmesi ile birlikte, krumaya çalıştığı dini ve dünyevi sistem derhal y ıkılmış , Tuleyha Ve Secâh ise sonradan Müslümanl ığı kabul ederek hakiki birer peygamber olmad ıklarını, bizzat bu hareketleriy. le ispat etmi şlerdir. Nihayet elinde kılıç Akraba sava şında ölmüş bulunan Mü s eylime de, taraftarlar ım kurmak istedi ği din u ğrunda de ğil, Beni Hanife'nin ş eref ve haysiyeti u ğrunda can verme ğe davet etmi ş ve ölümünden sonra da k ısa zamanda kendisine ait bütün izler yok olmu ştur. Bu itibarla bahse konu olan dört yalancı peygamberin hepsi de Hazret-i Muhammed'in hastal ığı ve ölümü üzerine Arabistan'da duyulan huzursuzluktan ve birçok kabilelerin Riddeye sapmış olmalarından istifade ile ş ahsi arzularını tatmin etmek isteyen ve kabilelerini Kurey ş hâkimiyetinden kurtarm ıya çabalıyan birer mııkallit olmaktan ileriye geçememi şlerdir. Ancak bu sahte peygamberlerin faaliyetlerinin — Ridde hareketi ile birlikte mütalaa edilmekle beraber — Islam tarihi bak ımından ikisi müspet, biri menfi olmak üzere üç önemli tesiri olmu ştur: 1) Hazret-i Muhammed'in hastalanmas ı ve Tanrı'ya kavuşması üzerine Muhacirün ile Ensâr aras ında çıkması beklenilen mücadele, Ridde Eareketi ve bu harekete yer yer önderlik etmi ş olan sahte peygamberlerin faaliyetleriyle önlenmi ştir; Medine etrafında kendilerini 107
nasıl bir tehlikenin tehdid etmek üzere oldu ğunu duyan ve gören bu iki grup, Islâmiyeti ve kendi menfaatlerini korumak için Halife Ebu Bekir'in etrafında toplanmak ve birle şmek mecburiyetini hissetmi şlerdir. 2) Gene sahte peygamberlerin ön ayak olduklar ı Ridde hareketi Arapları, ya o zamana kadar ba ğlı bulundukları kabileleri ile birlikte hareket etme ğe yahut da Islâmiyet'de sebat edip bizzat kendi kabilelerine karşı hareket etme ğe sevketmiştir. Böylece islâmiyet veya Ridde yollarından birini seçmek mevkiinde kalanlar, kabileleri ile kendi aralar ındaki bağları koparmışlardır. Birinci yoldan gidenler çok kere kendi kabilelerine, hattâ yakın akrabalarına karşı hareket etmekten çekinmemi şlerdir. Böylece msl. bir Yer b û'lu Müslüman, H emri altında bizzat kendi kabilesiyle sava şmış ve bir E s e d'li de Beni E s e d'in ma ğlubiyetini mısralarla terennüm ve tes'it etmi ştir. Bir yandan kabile ba ğları gev şerken bir yandan da Kur'an ın telkin etti ği Allah korkusu zaferi kazanmaya ba şlamıştır. Bir Müslüman ye ğen ile mürted amcas ımn boğuşması sırasında amcası "Beni öldürmek mi istiyorsun? Ben senin amcanım" sözüne, Müslüman ye ğen "Evet sen benim amcams ın ama Allah da efendimdir" diye cevap vermi ştir. Böylece bir yandan Muhacirtin ile Ensâr aras ında vuku bulması muhakkak gibi görünen mücadeleyi önleyen Ridde ve sahte peygamberMr, bir yandan da Arap kabilelerinin içlerindeki kabile ve aile ba ğlarının çözülnı esine ve bunun yerini bir dereceye kadr Müslüman Arapl ık hissinin almasına sebep olmuştur. 3) Sahte peygamberlerin ortaya ç ıkışları ve Ridde hareketini benimsiyerek buna önderlik etmeleri islâmiyet'in yayılma ve genişlemesini, kısa da olsa, bir müddet için geciktirmi ştir. E ğer Yemâme'de Müseylime büyük bir kuvvet toplamamış olsaydı, o zaman Hâlid komutasındaki islâm kuvvetleri, Orta Arabistan'da vakit kaybetmiyecek, bu kuvvetlerle Suriye ve Irak bölgelerinde ba ş arılı fetih hareketlerine daha o zaman girişilmiş olacaktı.
180) Bk. Höhnerbach, a. g. e. S. 13
108
BIBL İ YOGRAFYA
Kur'an İ ncîl Kitâb al-A ğöni, Kahire 1323, 21 C. Törik 1286, 2 C.
Fidâ (al-M4ta şar fi Tarih al-Ba şar), İstanbul
Balazûri, Futiik al-Buldân, Kahire 1901. (Türkç. Zakir Kadiri Ogan, 1955. 2 C). al-Bayhaki,
va'/-Masfti, Schwally yayını, Leipzig 1902.
Bodley R. V. C., Hazret-i Muhammed, İst. (Türkç. Semih Yaz ıcıoğlu). Brockelmann C., Geschichte der arabischen Literatur, 3 cild 1937-1949. Leyden. Butı ari,
.54E4, al-Matb at al- Ş arkiya, 4 cild, Mısır baskısı 1320.
Buhl Frants, Das Leben Muhammeds, Heidelberg 1955. Buhl Frants, Encyclopedie de l' İslam, Hanif maddesi, II. C. S. 274 Buhl Frants, Encyclopedie de l' İslam, Musailima maddesi, III. C., S. 796. Büchner V. F., Encyclopedie de l' İslam, Madjus maddesi, III. C., S. 102. Caetani Leone, İslam Tarihi (Tercüme eden H. C. Yalç ın), İstanbul 1926, 10 C. Dinet et Siliman ben İ brahim, La vie de Muhammed, 4. bası, Paris 1947. al-Diyûrbakri Ş ayl> Husayn ibn Muhammad bin al-Hasan, Târih al-Hamis, Mısır 1302, 2 C. Dozy, Tarih-i İslâmiyet (tercüme eden Dr. Abdullah Cevdet, İstanbul 19089, 2 C. Draz M. A., İnitiation au Koran, Paris 1951. Eyyûb Sabri, Mahmüd al-Siyar, İstanbul 1287. Fischer A., İslam Ansiklopedisi, Kehânet maddesi, cüz 55, S. 72-3. 109
Gaudefroy-Demombynes et Platanov, Le Monde Musulman et Eyzantin jusqu'aux Croisades, Paris 1931. al-Din bin Hus5.m al-Din al-Muttaki, MuntalAb al-Hindi Kanz al-e Ummdl fi Sunan al-Ahviil va'l-Af'dl, Mısır 1306, 6 C. Hirschfeld, New Researches into the composition and exegesis of the Qoran, London 1902. Höhnerbach, Vaşima's Kitab al-Ridda aus İbn Hagar's İşdba, Wiesbaden 1951. Huart Clement, Histoire des Arabes, Paris 1912, 2 cild. al-Husayni Cam5.1 al-Din `A.t. A115.11, Raviat al-Ahbdb, Tercüme eden Benlizade Manisavi, İstanbul 1288, 4 Cild. tIv.ndmir, Habib al-Siyar, Tahran 1333, 4 C. Usd al-gaba fi Ma' rifat al-Sahaba, Kahire 1288, 5 C.
İ bn
İ bn al-Asir, al-Kdmil
Leyden 1867, 12 C. al-İsdba fi Tamyiz al-Sandba, Mısır 1323,
İ bn ljacar 8 C.
İ bn Haldun Kitdb al-` Ibar, Mısır 1284, 7 C. ,
İ bn H i ş â m , al-Sürat al-Nabaviya, Kahire 1355, 4 C. İ bn Kutayba, Kitdb al-Ma` drif, Wüstenfeld yayını 1850. İ bn Sa`d, Kitdb al-Tabandt
Leyden 1904, 9 kısım.
İ bn Sa`d, Wellhausen te'icümesi ve yay ını, Skizzen und Vorarbeiten, IV. Cild, Berlin 1899. İ bn al- Tikt aka, al-Fahri, traduit de 1' Arabe par Emile Amar. Paris 1910. Juynboll, Encyclop Mie de l' İslam, Azdn'maddesi, I. C., S. 135. Lyall Charles, the Words Hanif end Muslim, JRAS, 1903, S. 773 v. öt. Mahmud Esad, Tarih-i Din-i İskim İstanbul 1328, 3 Cild. al-Makrizi Taki al-Din, al-Niz.'va'l-Tandsum fi md bayna bara Umayya va bani, Hdşim, Mısır 1937. • Margoliouth, On the Origin and İmport of Names Muslim and Hanif, JRAS, 1903, S. 484 v. öt. al-Mas`fı di, Murdc al-zahab va Ma' ddin al-Cavhar, Paris 1814 (Les Prairies d'Or, Texte et traduction par C. Barbier de Meynard). al-Mas`ud ı, al-Tanblh va'l-İsrcif, Bağdat 1357. Mirh vünd, Ravzat al-Safd, Leknov 1914, 7 C. Muhammad `Abduh, al-Mandr, 17. 18. ve. 21. C., S. 11 (Tafsir al-Kur'ffi ı. al-Hakim).
110
Muir, Annal of the early Caliphate, London 1883. Nadvi Sulaymân, Asr-i Saeulet, tercüme eden Ömer R ıza Do ğrul, 1st. 1928.10 C. al-Navavl !bn Zakaryâ Muhi al-Din bin va'l-Lugüt, Mısır (Tarihsiz)
Ş araf, Tahzib al-Asmg
Neher Andre, L'Essence du Proph &isme, Paris 1955. Palgrave William Gifford, Une anne de Voyage dans l'Arabie Centrale, Paris 1862/3, 2 cild. Schimmel Annemarie, Dinler Tarihine Giriş , Ankara 1955. al-Suhayli Ahmad Abi'l-Hasan
`Abd al-Rahman bin `Abd Allâh bin al-`Unf, Mısır 1914, 2 C. as'amT,
al-Suyüti Calâl al-Din, Tfırtiiı, al-Hulüfa', Kahire 1305, 2 Cild. al- Ş ari ş i, Şartı al-Makcimüt al-Uaririya, Mısır, Bulak 1384, 2 C. al-Tabari, Türi4 al-Umam va'l-Mulük, Kahire 1328, 13 C., Türkçe tercümesi "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çeviren Zâkir Kâdiri Ugan, Ankara 1955, 6 kitap çıkmıştır. Tor Andrae, les Origines de l'İslam et le Christianisme, Trd. par Jules Roche, Paris 1956. Tor Andrae, Mahomet sa vie et sa doctrine, Paris 1945. V a c c a V., Encyclopdie de l' İslam, Sadjah maddesi, IV. C. S. 46. Vacca V., Encyclop &lie de l' İslam, Tulayha maddesi, IV. C., S. 874. Kitüb
Wellhausen yayını, Berlin 1882, 1 C.
Vasima, Kitüb al-Ridda, Höhnerbach yay ını, Wiesbaden 1951. Alı fı İ shak Burlı ân al-Din İ brâhim, Gurar al- VCı ily,a ve Urar al-Naka'4 al-Faiilı a, Mısır 1318 (`Ayn al-Adab siyâsa ve zayn al-Hasab val-riyâsa) Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, Berlin 1899. Wellhausen, Skizzen und Vorarbeiten,
Berlin 1899, 6 C.
Mu` cam al-Buldün, Mısır 1906, Yâkfı t bin `Abd Allâh 8 C. li, "(diş al-Camif alal-Zabidi Ahmed b. Ahmed, al-Tacrid Şahiti (tercümesi Kâmil Miras) İstanbul 1946. al-Zahabi, Tacrid Asma' al-Sallüba, Haydarabad 1315, 2 C. al-Zahabi, TürLlı al-İskim va Tabak& al-Ma şahir va'l-` Altun, Kahire 136769, 5 cüz. al-Zamah ş ari, Kaşşüf, Mısır 1307, 2 C. Zettersteen, Encyclop &lie de l' İslam Abna maddesi, I. C. S. 74. ,
111
INDEKS
Abbad (`Abbâd), 28. Abbas (`Abbâs), 56 Abd al-Kays (`Abd al-Kays), 20, 22, 25, 27, 28. Abduh Muhammed (`Abduh Muhammad), 90. Abdullah bin Kays (`Abd Allâh bin Kays), 37. Abdullah bin Mes'ud (`Abd .Allâh bin Mas`iid), 57. Abdullah bin Nevvaha (`Abd Allah bin Navviilıa), 103. Abdullah bin Zeyd bin Asma (`Abd Allah bin Zayd bin `..ekşim), 98. Abdulmuttalib (`Abd al-Muttalib), 68. Abdu Menat bin Kinane (`Abd Menitt bin Kinâna), 58, 70. Abdurrahman bin el-Hanefi (`Abd al-Rahman bin al-Hanafi), 93. Abhala bin Kaab bin Avf (`Abhala bin Ka`b bin'Avf), 35. Abrak (al-Abrak), 25, 57, 58. Abs (`Abs), 25, 57, 58. Aden (`Aden) 39, 40. Adi bin Hatim (`Adi bin Hâtim), 60. Agramanyu, 12. Ahuramazda, 12. Ak (`Ak), 29, 39, 48. Akra bin Hâbis (al-Akra' bin Hâbis), 23. Akraba (`Akrabâ), 87, 93, 96, 99, 105, 107. al-Alâ bin al-Hadrami (al-`Ara bin al-Hairami), 22, 26, 27, 28, 58, 70, 94. Ali bin Ebi Talib (`All bin Abi Talib), 20, 57, 75. Alman, 5, 53. Amir (`Amir), 63. Amir bin Luey (qmir bin Lu'ay) 81. not. Amir bin Şehr (`imir bin Ş ahr), 37, 38, 41. Amr (`Amr) 69, 73, 79.
112
Amr bin al-Ahtem (`Amr bin al-Aktam), 23, 69, 74. Amr bin al-As (`Amr bin al-`A ş), 22, 26, 58. Amr bin Carüd (`Amr bin Cgtrüd), 21, 55. Amr bin Hazm (`Amr bin Hazm) 19, 37. Amr bin Ma'dikerib (`Amr bin Ma`dikarib), 29, 30, 40, 48, 64, 65. Amr bin Muaviye (Amr bin Mu'âviya), 30. Amr bin Temim (Amr bin Tamim), 27, 70. Anbar ('Anbar), 14. Anber bin Yerbu (`Anbar bin Yarbu`), 70. Andrae Tor, 2, 7, 13, 15. Ans (`Ans), 20, 35, 36. Arabistan, 1, 5, 6, 8, 9, 11, 13, 14, 16, 18, 23, 24, 30, 34, 38, 68, 71, 72, 91, 92, 101, 106, 107, 108. Arap, 8-14, 16, 17, 18, 21, 23, 24, 29, 31, 32, 33, 34, 36, 38, 42, 44, 47, 49, 51, 62, 65, 66, 68, 69, 74, 83, 89, 91, 92, 108. Arfaca bin Hersume (`Arfaca bin Har şuma), 26, 28. Aser, 40. Aurelianus, 68. Avesta, 12. Avf (`Avf) 27, 70. Ayhala (`Ayhala), 35. Ay şe Hz. (` A'iş - a), 26. Azad (Azad), 38, 42, 43, 44, 45, 46, 48. Azimen, 18. B Bâbil, 11. Bahreyn (Babrayn), 8, 13, 14, 18, 22, 23, 24-6, 28-9, 91, 106. Bakara süresi (Bakara), 15, 84, 97. Bankipore, 4, 17.
Basra (Ba şra), 8, 14, 71, 77. Batin bin Abdullah el-Hanefi (al-Batin b. `Abd Allah al-Hanafi), 93. Bazan (Batan), 37, 38, 39. Beeile (Bacila), 21, 25.
Cendel (Candal), 25. Cenebe bin Havt Rryâhî (al-Canaba bin Havt al-Riyabi) Cere ş (Caraş), 20. Cerir bin Abdullah Beeeli (Carir bin'Abd Allah Baeall), 21, 37, 38.
Behda (Banda), 70. Bekir bin Van (Bakr bin Va'il), 22, 24, 27, 40, 80.
Ceyfer (Cayfar), 28 Cezem (Cazam), 14.
Belâzüri (Balazüri), 4, 18-20, 22, 27, 30, 35-42,
Cüheyne (Cuhayna), 25
45-6, 48, 56, 58-9, 60, 61-4, 70-1, 76, 77,
Ciindub Fezari (Cundüb Fazarl), 77.
82, 84, 85, 86, 96, 98-9, 101, 103, 104.
Cüşem (Cu şam), 25. Cüş eyş al-Deylemi (Cu ş ayş al-Daylami)
Belka (Balka), 18. Beni Amir (Banü `:Limir), 24
38, 41, 42, 43, 45, 47.
Beni Amir bin Luey (Banu `..kmir bin Lü'ay),
D
73, 98 Beni Anber (Bana. `Anbar), Beni Cariye (Banii Cariye), 24. Beni Hanife (Banü Hanifa), 9, 21, 24, 33, 52, 71, 73, 76, 80-9, 90-1, 93-5, 97-100,
Dabbe (Zabba), 70, 73. Dârin (Darin), 28 Dazaveyh (D a- zavayh) Deba (Daba), 24, 26, 28. Deeani (Daearil), 73.
102-106. Beni Haşim (Banü Ha şim), 33. Beni Hıfaf (Banü Hifaf), 24. Beni İ smail (Bana isma`11), 13. Beni Necear (Bana Nacear), 19, 84. Beni Ukfan (Banü Ukflin), 71. Beni timeyye (Banit Umayya), 33. Berabin, el-Malik (Barabin al-Malik), 97. Bey-1mM (Bayhaki), 60-3, 66.
De Goeje, 15, 23, 26. Dehani (Dahani), 73. Dehna (Dalına), 27. Dinar bin el-Ezver (Z ırar bin al-Azvar), 54, 55, 56. Dicle, 69. Dinet E., 85, 86. Diyarbekri (Diyarbakri), 82, 83, 86. Dozy, 9, 11.
Bizans, 23, 90. Baban (Babür», 4, 19, 35, 46, 69, 83, 84, 94. Buhl Frants, 5, 15, 19, 88. Butah (Butab), 25, 26, 58, 72, 96.
Draz M. A., 11. Dudan bin Esed (Dilan bin Asad), 50 Demet ül-Cendel (Dümat al-Candal), 14.
Butlin (Butün), 27, 70. Buzaha (Buzaha), 59, 60, 63, 72. - Büchner, 13. C
E Ebaz (Abaz), 101 Ebna (Abna), 24, 26, 27, 29, 36, 38, 39, 40, 42. 47, 49, 70. Ebu Bekr (Abil Bakr), 24, 25, 27, 28, 29, 30,
Caetani, 6, 18, 19, 23, 34, 36, 38, 45, 46, 51,
33, 34, 41, 46, 47, 48, 51, 54, 56, 57,
53, 54, 55, 63, 67, 68, 71, 72, 79, 87, 91,
58, 63, 64, 67, 70, 71, 72, 74, 75, 91, 92,
93, 95, 96, 99, 103, 104.
93, 94, 95, 96, 100, 108.
Ca'fi (Ca'fi), 20.
Ebu Huzeyfe (Abii Hugayfa), 96, 98.
Cahiliye (Cahiliya), 6, 32, 47, 54, 55, 66, 93. Cemaat Y ılı (Cama'at), 75
Ebu Hüreyre (Abü Hurayra), 27, 83.
Carra de Vaux B, 11, 12.
Ebu'l-Ferec (Abü'l-Farac), 4, 72, 74, 78.
Cebrail (Cabra'il), 15, 60, 61, 62, 65. Cedile (Cadila), 55.
Ebu'l-Fida (Abal-Ficla'), 35, 36, 37, 38, 45,
Cefne (Cafna), 63.
Ebu Ma' şer (Abil Ma` şar), 99. Ebu Meryem (Abü Maryam), 99.
Celüla (Calfila), 64.
Ebu Fasil
Faşil), 58, 61, 93.
46, 72, 78, 85, 86, 98, 99.
113
Ebu Musa'l-Aş'ari (Abü Musal-Aş`ari), 37, 39 Ebu Ömer (Abü 'Omar), 59. Ebu Süfyan (Abü Sufyân), 51. Ebu Süıııame (Abü Sumâma), 82 Ehl al-Kitab (Ahl al-Kitâb), 11, 81. Ehrimen, 12. Elcend (Alcand), 40. Elçi, 18, 19, 22, 24, 37, 45, 51, 60, 85, 104. En'am Suresi (An'âm), 90. Emeviler (Amavi'ler), 99. Ensar (An şâr), 19, 25, 32, 52, 57, 59, 84, 86, 96, 97, 98, 99, 107, 108. Esed (Asad), 22, 24., 25, 32, 33, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 63, 64, 65, 67, 71, 91, 93, 106, 108. Esed bin Hüzeyme (Asad bin Tluzay ına) 50. Eshab (Aşlıâb), 50. Eslem (Aslam), 25. Esved ül-A_nsi (Asvad al-'Ansi), 3, 19, 26, 29, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 66, 68, 72, 79, 85, 92, 107. Eş 'as bin Kays (Aş'as bin Kays), 21, 30. Eşca (Aşca`), 24. Ester bin Hevcan (al-A ştar bin Havcân), 50. Evs (Avs), 9. Evs bin Hikk ('Avs bin Hikk), 70. Evs bin Huzeyme ('Ave bin Hugnyma), 73. Eyyub Sabri, 39, 66. Ezan ('Atan), 59. Ezd (Azd), 20, 22, 24, 28, 45. Ezva ('Azvâ), 47 F Fak'as bin Tureyf (Fak'as bin Turayf), 50. Faran (Fârân), 14. Fare (Fare), 22, 65. Fedek (Fadak), 13. Ferve bin Müsik al-Murâcli (Farva bin Musik al-Murâdi), 40. Fezare (Fazâra), 23, 32, 51, 53, 54, 61, 63, 67. Fırat, 69. Filistin, 2. Firuz al-Deylemi (Firüz al-Daylami), 29, 30, 37, 38, 40-49. Fischer A., 34. Furat bin Hayyân (Furat bin Hayyân al-qcli), 85, 91.
114
G Galâfika (Galâfika), 40. Galib bin Bişr ül-Esedi ( Ğülib bin Bi ş r alAsadi), 54. Gamr (Gamr), 26, *60. Garfır (al-Garür), 28. Gassan (Gassün), 23, 63. Gatafan (Gatafân), 24, 25, 32, 33, 51, 53, 54. 55, 57, 59, 60, 67, 93. Gaudefroy-Demombynes, 14, 34. Gavs (Gavs), 55. Gıfar (Gıfâr), 25. Guneyz bin Yerbu ( Ğunayz bin Yarbu'), 70 Gu şna (Guşnü), 47. H Habbal (Tlabbâ1), 53, 54, 57, 58. Habeş, 14, 21, 36. Habeşistan, 8, 13. Habib (Habib), 82. Habib bin Abdullah el-Ensari (Habib bin'Abd Allâh al-Anşari), 95 Habib bin Hanife (Habib bin Hanifa), 82. Habib bin Sumâme (Habib bin Sumama), 82. Habib bin Zeyd (Habib bin Zayd), 98. Hacer (Hacar), 74, 79. Hacer-i Esved (Hacer Asvad), 8. Haddâm (Hazzam), 70. Haddaş (Haddâ ş), 98 Hadice Hz., (Hadica) 15. Hadikat ül-Mevt (Hadikat al-Mavt), 97, 98, 99. Hadikat ür-Rahman (Hadikat al-Rahman), 79, 97, 98. Hadis (Hadis), 107 Hadramavt (Hadramavt), 14, 22, 25, 26, 30, 39, 58. Hakim bin Kelbi (Haklı" ıı. bin Kalbi), 77. Halef bin Usâme (Halaf bin Usâma), 70. Hâlid bin Said bin Al-As (Hâlid bin Sa`id bin al-qz), 26, 37, 39, 58. Hâlid bin Usâme (Hâlid bin Usâma), 70. Hâlid bin Velid , (Hâlid bin Valid), 18, 25, 26, 27, 32, 50, 51, 54, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 65, 6.6, 67, 72, 75, 92-4, 96, 97, 99, 100, 108. Halkedon, 14. Haınkateyn (Haınkatayn), 26, 58.
Hammad bin Yezid (Hammad bin Yazid), 69. Hamza (Hamza), 97, 98, 99. Hanif (Hanif), 7, 14, 15, 16, 88, 89. Hanife bin tel (Hanifa bin `Ic1), 82. Hanzala (Hanzala), 27, 70. Hanzala bin Malik (Hanzala bin Malik), 70. Hârice bin Hısn ül-Fezari (Harica bin H ısn al-Fazari), 60. Harim bin Kutbe bin Sinan el-Fezari (Harim bin Kutba bin Sinan al-Fazari), 54. Hariri (Halil.), 89. Hâris (Haris, Bana Necran'dan), 84. Hâris bin Dudan (Haris bin Dadan), 50. Haris bin Kâab (Haris bin Ka`b), 13, 18, 20, 26, 39. Haris bin Malik üt-Tâi (al-Harış bin Malik al-Ta'i), 54. Ha'ris bin Süveyd bin Ukfan (Bar ış bin Suvayd bin Ukfan), 70, 71. Haris bin Ukfan (al-Hariş bin `Ukfan), 70. Haris'in kı zı Secah (bk. Secah) Harran (Harran), 11. Harun, (Harun), 82 Has'am (Ha ş 'am) 25. Bassan bin Sâbit (Bassan bin Sabit), 23, 32. Havazin (Havazin), 24, 25, 26, 33, 56, 57, 63. Havlan (Havlan), 47 Hayber (Haybar), 13. Hazn (Bam), 71, 72. Hazrec (Hazrac), 9. el-Hazreci Hecer (Hacar), 20, 27. Hemdan (Hamclan), 20, 21, 37, 40, 44. Hendek (Handak), 51. Hermes, 12. Hevcan bin Fakas (Havcan bin Fakas), 50. Hevze bin Ali (Havza bin'Ali), 21, 80, 81, 82, 83, 85, 92, 101. el-Heysem el-Hanefi (al-Hay şaın al-Hanafi) Hıkk bin Usame (Hikk bin Usama), 70. Hicaz (Hicaz), 21. 22, 34, 38, 80, 87, 92, 101. Hicaz haremi (Hicaz Haram'i), 101. Himar Mimar), 35. Himyar (Hinıyar), 9, 13, 14, 28, 44, 47. el-Hindi (al-Hindi), 56, 59. Hindistan, 4. Hire (Bira'), 14, 93.
Hirschfeld H., 88. Horsabad (Horsabad), 68. Höhnerbach, 5, 30, 38, 39, 40, 41, 53, 54, 64, 65, 74, 91, 92, 93, 95. Hristiyan, 2, 8, 11, 13, 14, 15, 20, 21, 22, 23, 36, 37, 49, 69, 71,'77, 80, 81, 92, 104. Huab (Hu'ab), 26. Huart Clâment, 54. Hubel (Hubal), 8. Hubeyş el-Esedi (Hubay ş al-Asadi), 54. Hudeybiye (Hudaybiya), 69. Humran bin Câbir (Humran bin Cabir) Hutam (Hutam), 27, 28, 94. Hutay (Hutay'), 58. Huveylid bin Nevfel (Huvaylid bin Navfal), 53. Huzeyfe bin Muhsan (kluzayfa bin Mul ışan), 26, 28. Huzeyl (Huzay1), 9, 25, 73. Huzeyl bin Umran (Huzayl bidUmran), 71, 75. Hüceyr bin Umeyr (Hucayr bin `Umayr), 103, 104. Hürmüz (Hurmuz), 12. Hüzeyme bin Müdrike (Huzayma bin Mudeika)
Irak (` İrak) 59, 65, 67, 76, 77, 108. İ
'hadi (İbaii). 14.. İbni Abbas (bn `Abbas), 22, 38, 83, 84. İbn al-Esir (İbn al-Aşir), 26, 50, 51, 55, 61, 62, 64, 65, 103. İbn Hacer el-Askalani ( İbn Nacar al-`Askalani), 5, 17, 53. İbn Haldun (İbn Haldun) 2, 6, 35, 36, 39, 46, 55, 61, 62, 63, 64, 65, 71, 72, 74, 76, 78, 86, 99, 101, 103. İbn Hişam ( İbn Hiş am), 4, 18, 80, 81, 82, 84, 88, 101, 103. İbni Hubeyş (İbn Hubay ş), 63, 67, 103, 104. İbn İshak (bn İ shak), 16, 18, 19, 61, 69, 80, 84, 85, 86, 88, 89, 94, 96, 100, 103. İbni Kelbi (İbn Kalbi), 71, 76. İbni Kuteybe ( İbn Kutayba), 70, 71, 76, 82, 86.
115
İbn Sa'd (ibn Sai d), 4, 19, 21, 22, 23, 39, 45, 46, 51, 52, 54, 60, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 96. 97, 99, 101, 105. İbni Selma ( İ bn Salma), 69. İbrahim Hz. (İbrahim), 9. 13, 15, 16. Idris ( İdris), 12. İki Mescid ( İki Mascid), 25. İkra' bin Hâbis (al- İkra' bin Habis) 69. İkrime ( İkrima), 90. İkrime bin Ebi Cehl (iktima bin Abi Cahl), 26, 28, 30, 58, 95. İlyas bin Mudar ül-Esedi ül-Fakasi Xilys bin al-Asadi al-Faka şi), 50. iıııru'ul-Kays (Imra'al-Kays), 11, 24. Incil, 1, 15, 35, 62. Iran, 8, 13, 14, 21, 36, 47, 49, 80. İ sa Hz. ( İ sa), 2, 1.1, 15, 16, 62, 105. Isabe (i şaba), 5. İ slam, 5, 11, 15, 17, 19, 20, 21, 22, 23, 25, 27, 28, 29, 30, 33, 37, 38, 43, 49, 51, 53, 54, 55, 59, 61, 62, 65, 66, 67, 69, 70, 78, 79, 81, 90, 92, 94, 96, 98, 104, 105, 107. blâmiyet, 1, 2, 6, 8, 10, 12, 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 27, 28, 31, 33, 37, 38, 47, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 57, 59, 63, 64, 67, 69. 77, 78, 79, 80, 82, 83, 84, 85, 86, 89, 91, 92, 94, 95, 98, 101, 104, 105. 106, 108. İ stahri (İştahri), 38. K Kâab (Kal)), 25 Kâab al-Ahbar (Kal) al-Alibar), 20 Kâbe (Kalia), 8, 9, 11, 15, 101, 105. Kadir gecesi (Kadir), 80. Kadisiye (Kiidisiya), 64, 65. Ka'ka' (Ka'ka`), 73. Katade (Katada), 88, 90. Katada bin Meslemet el- Hanefi (Kat a- da bin Maslama't al-Hanafi), 95. Katif (Katil), 27. Kays bin Abd-i Yegus (Kays bin'Abd Yagü ş), 39, 40, 41, 42, 44; 45. Kays bin Asım (Kays bin 'Asım), 23, 27, 28, 29, 70, 77. Kays bin Hubeyre Mak şuh Muradi (Kays bin Hubayra Makşüh Murâcli) 29, 38, 39, 40, 43, 45, 46, 47, 48, 49.
116
Kays bin Sa'lebe (Kays bin Sa ilaba), 27.
Kazvin (Kazvin), 65. Kehânet (Kahanat), 34. Kehf-i Hubban (Kahf Hubban), 36, 47. Kelb (Kalb,) 9, 24, 25, 57, 63, 64. Kelbi (Kalbi), 60, 73. Kerkenez (Karkanaz), 9. Kesir bin Habib (Kadir 'bin Habib), 82. Keşş af (Ka şşâf), 89. Kezzâb (Kazzab), 92. Kıpti (Kıhri), 14. Kızıldeniz, 8, 13. Kinane (Kinana), 13, 25, 57, 58. Kinde (Kinda). 21, 25, 30, 39. Kisra (Kisrâ), 92. Korintos, 35. Kale (Kafa), 75, 76. Kur'an (Kur'an), 1, 10, 11', 15, 19, 52, 54, 69, 83, 86, 88, 90, 95, 101, 105, 107, 108. Kureyş (Kuray ş), 8, 24, 25, 30, 31, 32, 33, 38, 49, 50, 55, 57, 67, 68, 69, 74, 85, 86, 88, 104, 105, 107. Kus bin Saide (Kiıss bin Srı`ida), 15, 16. Kuzaa (Kuia`a), 14, 24, 25, 26, 56, 57, 58. L Lahmi (Laini), 14. Lakit bin Malik el-Ezdi (Lakit bin Malik alAzdi), 3, 28. Lât (Lat), 9, 10. Lüceym (Lucaym), 82. M Ma'an bin Hâcis (Ma'n bin taciz), 26. Mahmud Esad, 12, 16, 85,.86. Makrizi (Makrizi), 33 Makşuh (Makşüb), 39 Malik bin Hanzala (Malik bin Hanzala), 72. Malik bin Huzeyfe bin Bedr (Malik bin Huzayfa bin Badr), 26. Malik bin Nliveyre (Malik bin Nuvayra), 25, 26, 27, 54, 58, 70, 72, 73, 77;91, 92, 96. Malik bin Zeyd Menât (Malik bin Zayd Manat), 70. Millik'ler (Malik), 27, 70, 77, 96. Mbndeen, 11. Manzur bin Z ıbyan iil-Fezari (Manzür bin Zibyân al-Fazari), 60.
Marcianus, 14. Marcus, 62. Mârib (Ma'rib), 39. Margoliouth, 5, 15, 81,88, 89, 90. Matta, 1. Maveraünnehr (Mavarü al-Nahr), 12. Mecusi (Maciisi), 8, 12, 18, 20, 22, 37,-38, 81, 92. Medâini (al-Madü'ini), 80, 84, 86, Medine (Madina), 14, 18, 20, 21, 23, 24, 25, 28, 29, 31, 32, 33, 34, 38, 46, 48, 49, 50, 52, 53, 54, 56, 57, 58, 63, 64, 66, 68, 69, 80, 81, 83, 84, 85, 90, 91, 92, 95, 96, 101, 104, 107. Mehre (Mabra), 26, 28. Mekke (Makka), 9, 11, 14, 16, 23, 25, 63, 64, 69, 83, 91, 104. Melek (Malak), 43. Melkit, 14. Memun el-Hürisi (al-Ma'mün al-Halisi), 69. Menât --(Manga), 9. Meryem (Maryam), 11. Merzubâne Azad (Margübüna kzüd), 39, 42, 44, 45. Mescid (Mascid), 25, 57.
Muhacirün (Muhücirrın), 32, 52, 59, 96, 97, 99, 107, 108. Muhakkim bin Tufeyl (Muliakkim bin Tufayl), 96, 98, 100, 104. Muhammed Hz., 2, 4, 6, 11, 14-25, 30-33; 3638, 40-42, 45-47, 52-55, 57-60, 67, 69, 71, 76, 79, 80-1, 83-92, 101, 104, 105, 106. Muhammed Fuad Abdülbaki (Mulıammad 90. Fu'üd'Abd Muharib (Mulıürib), 28. Muharrem (Muliarram), 23. Muhriz bin Katade bin Meselemet el-Hanefi (Muhriz bin Katüda bin Maslamat al Hanafi), 95. Muir, 6, 62, 63, 65, 66, 71, 72, 81, 99. Muka-is (Mukü'is), 27, 70. Mukatil (Mukütil), 88. Murad (Murüd), 20, 21, Musa (Müsü), 2, 11, 13, 15, 16, 35. Musabbih (al-Musabbih), 28. Musevi, 8, 11, 13, 37, 49, 53, 92. Mücca'a bin Mürrare el-Hanefi el-Yem ıimi (Muccii`a bin Murrüra al-Hanafi alYamılıni) 82, 91, 92, 94, 96, 97, 100. Mesleme bin Habib veya Hayyib (Maslama bin \ Müdrike (Mudrika), 50. Münzir bin Sâva (al-Munzir bin Süvü), 22. Habib veya Hayyib), 81. Müseyl bin ül-Hâris (Musayl bin al-Haris), 50. Mes'udi (Mas`fıdi), 35, 68, 70, 71, 99. Müseylime (Musaylima), 3, 5, 6, 21, 26, 32, Mezhic (Mazbic), 20, 21, 36, 37, 39, 40. 33, 34, -52, 58, 68, 73-76, 78, 80-108. Mezopotamya, 8, 11, 23, 27, 68, 70, 71, 72, Müslim (Muslim), 7, 15, 88, 89. 73, 75 77. Müzeyne (Muzayna), 24. Mısır, 14. Mirhond (Mır Hvând), 35, 36, 38, 40, 42, 44, 46, 60, 62, 65, 66, 67, 71, 76, 77, 78, 84, 99. Monoteist, 1, 88. Monoteizm, 49. Monofizit, 14. Mu'ammer bin Kilâb el-Zimmâni (Mu`a ınmar bin Kilüb al-Zimmüni), 95. Muaviye bin Ebi Süfyan (Mu`tıviya bin Abi Sufyün), 75, 76, 77, 99. Muaviye bin Kays ül-Cenbi (Mu`iiviya bin Kays al-Canbi), 39. Muaz bin Cebe] (Mu`gtz bin Cabal), 20. 39, 40, 46. Mudar (Muzar), 33, 50. 74. Mubicir bin Umeyye (Mulıücir bin Umayya), 26, 29, 30, 39, 48, 58.
N Naciye (Nü,ciya), 29. Nadle bin ili-Ester (Nazla bin, al-Astar), 50. Nemr bin Kasit (Nami bin. Küsit), 24. Nevevi ( al-Navavi), 46, 47, 86, 99. Nevâkil (Navülı11), 75. Nesturi, 8, 14. Nebâc (Nabrıc), 73. Necid (Nacid), 18, 50, 54, 58, 80, 83, 106. 36, 37, 39, Necran (Nacrgın), 8, 13, - 18, 43, 45, 72. Nedvi Süleyman (Nadvi Sulaymiin), 64. Nevvâha (Navvülia), 85, 103. Nevfel bin Nadlet ül-Esedi ül-Fakasi (Navfal bin Naila al-Asadi al-Fakasi), 50. Neher Andre, 2.
117
Nevvar (Navvar), 63. Nihavend (Nihrıvand), 50, 64, 65. 1 Nihar ür-Reccal bin Unfuva (Nildir al-Raccal bin 'Unfuva), 87. Nu'aym bin Yezid (Nu'aym bin Yazid), 63. Nu'aym bin Zeyd (Nu'aym bin Zayd), 23. Numan bin Mukarrin (Nu`mrın bin Mukarrin), 58, 64, 65. Numan bin Seleme... el-Hanefi el-Yemami (al-Nu`ndin bin Salama... al-Hanafi al-Yamami) 94. Numan bin ül-Münzir (al-Nu' ınrua bin alMunzir), 93. Ö Ömer bin Hattab (`Omer bin al-Hattrıb), 12, 33, 34, 56, 64, 92. Onasya, 62. P Palgrave V. G. 5, 78, 106. Pehlevi, 12. Peygamber Hz., 15, 16, 18-24, 27, 30, 32, 33, 36, 37, 39, 40, 43, 46-49, 52-57, 63, 68, 69, 72, 74, 81-86, 93-98, 105-107. R Rabb (Rabb), 13, 16, 75, 88. Rahman (Rahman), 33, 36, 49, 88, 89, 102. Rahman Bahçesi (Rahman. Bâhçesi), 97. Rahman ül-Yemen (Rahman al-Yaman), 36 Ravd ül-Unf (Ravi al-Unf), 89. Rebia (Rabra), 6, 14, 21, 33, 74. Rebia'nın yalancısı (Rabra'nın yalancısı). 69. Reccid bin Unfuva (al-Raccal bin `Unfuva), 81, 82, 86, 87, 91, 96-98, 103-4. Rehhal bin Unfuva (al-Rahhal bin 'Unfılva), 81. Regal (Rasül), 16, 52, 54, 76. Resülullah (Rasül Allah), 32, 38, 96. Ribab (Ribâb), 27, 68, 70, 72, 73,- 79. Ridde (Ridda), 4, 6, 17, 18, 23, 24, 27, 28, 30, 31, 41,'47, 49, 51, 54, 58, 69, 74, 92, 95, 107, 108. Roma, 2, 68. S Sa'b bin Osman el-Suheymi el-Yemâmi (alSalo bin `Osman al-Suhaymi al-Yamruni) 93
118
Sahil' (Sabri), 11, 12, 18. Sabit bin Ekram (Sabit bin Akram), 58, 60, 64. Sâbit bin Kays ( Şabit bin Kays), 23, 82, 98. al-'Aşira), '20. Sa'd al-Aşire Sa'd bin Bekr (Sa`d bin Bakr), 25. Sa'd bin Zeyd Menat (Sa'd bin Zayd Manat), 27, 70. Sa'd-u Huzeyme (Sa`d-u Hugayma), 68. Sadef, ( Şadaf), 21. Saib bin Katâde el Hanefi el-Yemami (alSa'ib bin Katada al-Hanafi al-Yamrımi.), 94. Sakif (Sakif), 10, 25, 33, 57. Salit bin Amr al-Amiri (Salit bin 'An ır al-'Amiri), 21, 81, 82. Sandler, 35.
(siva
San'a (San'a), 29, 30, 37, 39, 42, 43, 44, 45, 47, 48. Sarrad bin Abdullah al-Ezdi (Sarrad bin 'Abd Allah al-Azdi), 20. Satih (Satih), 69. Sclıevalli F, 60. Schimmel Annemarie, 12. Sebabice, 27. Secah (Sacalı), 3, 5, 33, 34, 68-79, 81, 92, 102, 104, 107. Sehâbe (Sahaba), 33, 46, 56. Sekâsik (Sakrısik), 39. Selam (Sakün), 39, 40. Seleme (Salama), 52, 60. Seleme bin Hanzale es-Suheynd (Salama bin Hanzala al-Sulıaymi), 81. Seleme bin Umeyr (Salama bin `Umayr), 100. Selil bin Kays (Sahil bin Kays), 71 Selma (Salma), 26, 27. Semira (Samira), 53, 55. Senet ül-Vüfud (Sanad al-Vufüd), 69. Sehhâk bin Hare şe (Sahhak bin Hara şa) Seri (al-Sari), 59. Set, 12. Seyf bin Ömer (Sayf bin `Omar), 6, 27, 40, 41, 42, 43, 44, 47, 55, 58, 59, 65, 70, 71, 74, 76, 78, 103. Sıddık (Siddik), 93. Sikaye (Sikaya), 68. Sinan (Sinan), 56. Sliman ibn İbrahim, 85, 86. Subba, 11.
Suhlirın bin Şems bin Amr el-Hanefi el-Yemarni ( Şuhban bin Ş ams 'Anar al-Hanafi al-Yamami), 93, 95. Suriye, 8, 13, 25, 33, 56, 58, 63, 68, 108. Süheyli (Suhayli), 89. Süleym (Sulaym), 24, 26, 57, 58, 63. Sümâle bin Kesir (Sumrıla bin Ka şir), 82. Sümâme bin Kesir (Suratıma bin Kaşir), 82. Sümame bin Usal bin el-Nu'man bin Seleme el-Hanefi el-Yemâmi (Sumama bin Usal bin al-Nu`man bin Salama al-Hanafi al-Yamann) Süveyd bin Halef (Suvayd bin Halaf), 70. Süveyd bin Hâlid (Suvayd bin Halid), 70. Süveyd bin Makarna (Suvayd bin MulFarrin), 26. Süveyd bin ül-Hâris (Suvayd bin al-Hari ş), 71. Suyun (Sayan), 56. S Şam, 23, 59, 63, 65, 67, 89. Şaub (Şa`ub), 39. Şebes bin Rib'i ( Şabas bin 76. Şehr bin Bâzan ( Şahr bin B45n), 37, 38, 39, 42. Şehrit (Şahrit), 28. Şehristani ( Şahristâni), 11. Şems bin Amr el-Hanefi el-Yemami ( Şams bin `Amr al-Banafi al-Yamami), 93. Şemsi (Şamsi), 68. Şerce ( Şarca), 40. Serisi ( Şarişi), 89. Şeyban (Sayhan), 28, 59, 71. Şeytan ( Şay(an), 41, 63. Şurahbil bin Hasene ( Şurahbil bin Hasana), 26, 74, 95, 96.
Taban (Taban), 4, 6, 18, 19, 21, 23, 26, 27, 28, 32, 33, 35, 36, 37, 38, 39, 40-48, 53, 55. 56, 58, 59-65, 67, 70-78, 80, 8489, 91, 96, 98, 99, 101-4. Taglib (Taglib), 14, 71, 75. Tâhir bin Ebi Hale (Tahir bin Abi Hala), 29, 37, 48. Taif (Ta'if), 14, 39, 72. Talha (Talha), 57, 60.
Talha (bk. Tuleyha'ya da), 50, 92. Talhacık, 50. Talhat ün-Nemri (Talhat al-Namri), 32, 33. Talk bin Ali (Talk bin 'Ali), 80. Tann, 2, 9, 10, 14, 16-19, 22, 24, 32, 37, 44, 45, 49, 51, 55, 56, 58, 59, 60-2, 64, 65, 74, 75, 85, 86, 100, 102, 103, 104, 105, 107. Tann Elçisi, 18, 19, 24, 37, 45, 51, 61, 85, 104. Tanuh (Tanül3), 14. Tayy (Tayy), 9, 14, 22, 25, 32, 33, 54, 55, 57, 60. Tebale (Tabrıla), 20. Tebük (Tabak), 81. Tedmür (Tadmur), 68. Temim (Tamim), 14, 17, 22-25, 27, 32, 33, 69, 70, 71, 73, 74, 76-79, 91, 96, 102, 106. Tevrat, 15. Teyma (Taymü), 13. Tihame (Tihama), 25, 26, 29, 48. Tufeyl (al-Tufayl), 54. Tuleyha bin Huveylid (Tulayha bin Huvaylid), 3, 25, 26, 32, 33, 34, 50, 51,-55, 57-67, 79, 85, 91, 92, 107. Tureyf bin Amr (Turayf bin 'Anar), 50. Turayfa bin Haciz (Turayfa bin Haciz), 26, 58.
U Ubade bin Haris (`Ubacla bin Haris), 85. Ubeydullah bin Cahş (`Ubayd Allah bin Cahş), 15. Ugan Zâkir Kadiri, 42 . Ukayl (`Ukay1), 29. Ukbe bin Hilal (`Ukba bin Hilal), 71. Ukfan bin Süveyd (`UIsfrın bin Suvayd), 70. Ukka (`Ukka), 73, 75. Ukkâşe (`Ukkaşa), 58, 60, 64. Umeyye bin Ebi Salt (Umayya bin Abi Şalt), 15, 16. Umre (`Umra), 64, 83. el-Urd (al-`Uri), 96. Usal bin Habib (Uşül bin Habib), 82. Usal bin el-Nu'man bin Seleme... el-Hanefi el-Yemami (U ş.al bin al-Nu`man bin S^lama.... al-Hanafi al-Yamami), 94. Ustıl ül-Hanefi (U şal al-Hanafi), 86, 103. esame bin ül-Anbar (Usama bin al-Anbar), 70.
119
Usame bin ül-Gunayz (Usürna bin al-Gunayz). 70 Usame bin Zeyd (Usina bin Zayd), 23, 25, 33, 56, 57, 58, 89. Usayyid (Usayyid), 102. Utârid bin Hâcib (`Utürid bin Hücib), 72, 73, 74, 77. Uyeyne bin H ısn el-Fezâri (`Uyayna bin H ı sn al-Fazüri), 23, 32, 51, 54, 55, 59, 60, 61, 62, 63, 66, 67, 69. Uzza (`Uzzü), 9.
Uded (Udad), 39. Umeyr bin Dübi el-Ye şkûri (`Uıııayr bin 2übi al-Ya şküri), 94. Umm ül-Heysem (Umm al-Hay ş am), 87. Ummü Kırfe binti Rebi'a (Umm Kırfa bint Rabr a), 26. Ummü Sadır (Umm Süt:lir), 70. Ummü Temim (Umm Tamim), 96, 97. tImmü Zeml Selma binti Mâlik (Umm Zaml Salma binti Mâlik), 26. V Vâber, 101. Vacca, 51, 52, 65, 72. Vahşi bin Harb (Vahşi bin Harb), 99. Vâkıdi (Vükidi), 4, 17, 23, 32, 34, 51, 63, 65, 83, 99. Varaka bin Nevfel (Varaka bin Navfal), 15. Varidat (Vüridüt), 55. Vatvat (el-Vütvüt), 35, 46, 70, 71, 72, 73, 74, 77, 78, 84, 86, Veber bin Juhannes (Vabar bin Yubannas), 38, 40, 45. Vedia (Vadra), 26. Veki bin Mâlik (Vaki bin Mâlik), 27, 70, 72, 73, 77. Vesime (Vasima), 5, 6, 17, 53, 54, 65, 74, 89, 93, 94 Vüfut (Vufüt), 69
Wellhausen, 6, 13, 14, 15, 32, 35, 38, 39, 45 53, 73, 74, 78, 80, 91, 101, 104. Y Yahudi, 20, 22, 23, 24. Yakubi (Ya`kübi), 8.
120
Yakut (Yüküt), 59, 61, 62, 63, 64, 66. Yalâ bin İlmeyye (Ya`lü bin Umayya), 37. Yazır Hamdi, 90. Yemâme (Yamüma), 5, 17, 18, 21, 26, 27, 28, 32, 34, 54, 68, 69, 72-75, 78, 80-86, 88, 91, 92, 93, 94-97; 99, 100, 101, 104, 105, 106, 108. Yemen (Yaman), 5, 8, 9, 13, 14, 17-20, 24-26, 29, 30, 35, 36, 37, 38-41, 46, 47, 48, 49, 58, 72, 72, 78, 80, 91, 106. Yerbu (Yarbu`), 27, 70, 71, 72, 77, 108. Yerbu bin Hanzale (Yarbu`bin Hanzala), 70. Yesrib (Ya şrib), 13. Yezid bin el-Efkel el-Ezdi (Yazid bin al-Afkal al-Azdi), 39. Yezid bin Huseyn el-Hürisi (Yazid bin Hu şayn al-Harisi), 18, 39. Yezid bin Huzeyfe el-Esedi (Yazid bin Hu?ayfa al-'Asqdi), 54. Z Zâhir bin Amr (Zühir bin ',kim), 76. Zebibi (Zabibi), 68. Zebid (Zabid), 20, 21, 25, 39, 40. Zehebi (Zahabi), 27, 36, 43, 46, 50, 51, 62, 72, 96, 99, 101. Zekvân (Zakvün), 24 Zemahşeri (Zamah şari), 89. Zemzem (Zamzam), 68. Zend-Avesta, 12. Zenobiya (Zanobiya), 68. Zerdüşt, 12. Zeyd bin Amr bin Nevfel (Zayd bin'Amr bin Navfal), 15, 16. Zeyd bin Asım (Zayd bin 'A şım), 98. Zeyd bin Hattab (Zayd bin Hattüb), 96, 98, 99. Zeyd Menât bin Temim (Zayd Manüt bin Tamim), 70. Zibrikan bin Bedr (al-Zibrikün bin Badr), 23, 27, 32, 69, 70, 73, 74. Zi'l-Hunarin Avf Cezmi (Zi'l-Him ğrin `Avf Cazmi) Zi Merran (Zi Marrün), 41. Zimman bin Ammar el-Fezâri (Zimmün bin `Amnür al-Fazüri), 54. Ziyad bin Bilül (Ziyüd bin Bilül), 71, 75. Ziyad bin Lebid (Ziyüd bin Labid), 30, 37.
Ziyad (Ziyüd al-Kindi), 39. Zi Zûd (Zi Züd), 41. Zi Zuleym (Zi Zulaym), 38, 41. Zu (Zü), 47. Zufar (Zufar), 54. Zu'l-Himar (Zu'l-Ijimür), 35, 41, 43. Zu'l-Hulüsa (Zül-Hulü ş a), 21, 58. Zu'l-Kassa (Zül-R.assa), 58, 59. Zu'l-Kilâ (Zü'l-Kilü'), 38, 41, 47.
Zu'n-Nun (Zül-Nüri), 53, 61, 65, 66. Züt (Züt), 27. Zübeyr (Zubayr), 57. Zübeyr bin Avvam (Zubayr bin `Avvüm), 85. Züby'an (Zubyün), 25, 57, 58. Zübyân bin Rebia el-Esedi (Zubyün bin Rabia al-Asadi), 53. Zühri (Zuhri), 103.
121