TC. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 1575 AÇIKÖĞRETÎM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 831
İKTİSADİ KALKINMA VE BÜYÜME
Yazarlar Pro...
1161 downloads
11174 Views
52MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
TC. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 1575 AÇIKÖĞRETÎM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 831
İKTİSADİ KALKINMA VE BÜYÜME
Yazarlar Prof.Dr. Ergül HAN (Ünite 1, 2, 3, 4, 6, 7, 8, 10) Doç.Dr. Eyten Ayşen KAYA (Ünite 5, 9, 11, 12)
Editör Doç.Dr. Erol KUTLU
® ANADOLÜ ÜNİVERSİTESİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış haklan Anadolu Üniversitesine aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün haklan saklıdır, ilgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Copyright © 2004 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without permission in writing from the University. U Z A K T A N Ö Ğ R E T İ M T A S A R I M BİRİMİ Genel Koordinatör Prof.Dr. Leverıd Kılıç Genel Koordinatör Yardımcısı Yard.Doç.Dr. Müjgarı Bozkaya Öğretim Tasarımcısı Yard.Doç.Dr. Ayşen Gürcan
Namlu
Grafik T a s a r ı m Yönetmenleri Prof. T. Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Televizyon Programları Yöneticisi Prof.Dr. Naci Güçharı Dil ve Y a z ı m Danışmanları Yard.Doç.Dr. Hülya Pilancı Okt. Serap Cavkaytar Okt. Necip Hatipoğlu Ö l ç m e Değerlendirme Sorumlusu Öğr.Gör. İlkay Öner Badurlar Kitap Koordinasyon Birimi Yard.Doç.Dr. Feyyaz Bodur Uzm. Nermin Özgür Kapak Düzeni Prof. T. Fikret Uçar
Açıköğretim
Dizgi Fakültesi
Dizgi
Ekibi
İktisadi Kalkınma ve Büyüme ISBN 975-06-0297-8
1. Baskı Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 15.000 adet basılmıştır. ESKİŞEHİR, Ekim 2004
İV i ç i n d e k i l e r
İçindekiler Sunuş
xiii
Kullanım Kılavuzu
xiv
Kalkınma ve Azgelişmişlik KALKINMA KAVRAMI VE TERMİNOLOJİSİ
I 3
Kalkınma ve Büyüme
3
Kalkınma Terminolojisi
4
Kalkınmanın Kaçınılmazlığı ve İsteniriiği
5
Azgelişmişliğin Tanımlanması Sorunu
5
Azgelişmişliğin Uluslararası Gelişme Farklılıklarına Göre Tanımlanması
6
Azgelişmişliğin Kaynak Kullanım Durumuna Göre Tanımlanması
6
Azgelişmişliğin Toplumsal ve Bireysel Temel İhtiyaçların Karşılanmasına Göre Tanımlanması AZGELİŞMİŞLİĞİN ÖLÇÜLMESİ VE ULUSLARARASI KARŞILAŞTIRMA Uluslararası Gelişme Farklılıklarına Göre Azgelişmişliğin Ölçülmesi Azgelişmişliğin Ölçülmesinde Kullanılan Parasal Ölçütler Kaynakların Kullanım Durumuna Göre Azgelişmişliğin Ölçülmesi
6 6 7 7 9
Kaynak Kullanım Oranlarıyla Azgelişmişliğin Ölçülmesi
9
Potansiyel Artık Kavramı ve Azgelişmişliğin Ölçülmesi
9
Toplumsal ve Bireysel Temel İhtiyaçların Karşılanmasına Göre Azgelişmişliğin Ölçülmesi
10
AZGELİŞMİŞ ÜLKELERİN ÖZELLİKLERİ
10
Ekonomik Özellikler Kişi Başına Düşük Gelir
10 10
Dengesiz Gelir Dağılımı
11
Tüketimin Bileşiminde Gıda Maddelerinin Yüksek Payı
11
Tasarruf ve Yatırımların Düşüklüğü ile Yetersiz Sermaye Birikimi
11
Yapısal Özellikler
12
Pazar Yapısı ve Sorunları
12
İkili Yapı Özelliği
13
DEMOGRAFİK, SOSYAL, SİYASAL VE YÖNETSEL ÖZELLİKLER
13
Demografik Özellikler
13
Hızlı Nüfus Artışı
14
Yetersiz Beslenme
14
Yetersiz Sağlık Koşulları
14
Sağlıksız Kentleşme ve Yetersiz Barınma Koşulları
15
Sosyal Özellikler
15
Geleneksel Toplum Yapısı
15
Kadının Sosyal Yaşamdaki Yeri
16
Çocuk İşçilerin Fazlalığı
16
Orta Sınıfın Azınlıkta Kalması
16
Eğitim Düzeni
16
Siyasal ve Yönetsel Özellikler
17
İV
içindekiler
Siyasal Özellikler Yönetsel Özellikler Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın İçinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
17 17 19 21 22 23 23 23 24
Azgelişmişliği Açıklayan Yaklaşımlar
25
AZGELİŞMİŞLİĞİ AÇIKLAYAN EKONOMİK YAKLAŞIMLAR Geleneksel İktisada Dayalı Yaklaşımlar Kısır Döngü Kuramı Yoksulluk Kısır Döngüsü Kısır Döngü Kuramının Eleştirisi Gelişme Aşamaları Kuramı Geleneksel Toplum Aşaması Kalkışa Hazırlık Aşaması Kalkış Aşaması Gelişen Topluma Geçiş Aşaması Olgunluk Aşaması Yapısalcı Yaklaşım Bağımlılık Yaklaşımı AZGELİŞMİŞLİĞİ AÇIKLAYAN DEMOGRAFİK YAKLAŞIMLAR AZGELİŞMİŞLİĞİ AÇIKLAYAN SOSYO-KÜLTÜREL YAKLAŞIMLAR İkilik Kuramı Sosyal ikilik Kuramı ikilik Kuramının Eleştirisi insanın Psikolojik-Düşünsel Yapısı Sosyal Değer Yargıları Dinsel Etkenler AZGELİŞMİŞLİĞİ AÇIKLAYAN COĞRAFİ - İKLİMSEL YAKLAŞIMLAR Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Sermaye Birikimi ve Teknoloji
27 27 27 28 29 29 29 30 30 30 30 31 32 33 34 34 34 35 36 38 39 40 42 43 44 44 45 45 46
47
İKTISADÎ KALKINMA VE SERMAYE BIRIKIMI
49
iktisadi Kalkınma ve Sermaye ihtiyacı Kalkınma Hızı Sermaye-Hasıla Katsayısı
50 50 50
içindekiler
Sermaye ihtiyacının Saptanması Sermaye-Hasıla Katsayısının Varsayımları ve Türleri Sermaye-Hasıla Katsayısının Varsayımları Sermaye Talebi ve Bunu Etkileyen Unsurlar Sermaye Talebi Kısır Döngüsü Sermaye Talebini Etkileyen Unsurlar Pazarın Genişliğini Belirleyen Unsurlar
51 53 53 56 56 57 57
İKTISADI KALKINMA VE TEKNOLOJI
58
Üretim Fonksiyonu ve Teknoloji Faktör Miktarları ve Teknolojik Tercih Faktör Fiyatları ve Teknolojik Tercih Sermaye-Yoğun ve Emek-Yoğun Teknoloji Tercihi Teknoloji ve Ölçek Sorunu Optimum Ölçek içsel Ekonomiler Teknolojik Açık Kavramı Teknolojik Açığı Yaratan Faktörler Teknolojik Açık ve Sermaye Birikimi Teknolojik Açık ve Yaparak Öğrenme Teknolojik Açık ve "Geç Gelenlerin Avantajı" Kuramı Teknoloji Aktarımı Yatırım Malı îthalaü ile Aktarılan Teknoloji Yabancı Özel Sermaye Girişi ile Aktarılan Teknoloji Patent Anlaşması ile Aktarılan Teknoloji Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
59 60 60 6l 62 62 62 63 64 65 65 66 67 67 67 67 69 71 72 72 73 73 74
Kalkınmanın Finansmanı
77
IÇ FİNANSMAN KAYNAKLARI Gönüllü Tasarruflar Çiftçi Kesimi işçi ve Memur Kesimi Varlıklı Kesim Gönüllü Tasarruflann Çekici Hale Getirilmesi ve Arttırılması için Alınması Gereken Önlemler Zorunlu Tasarruflar: Vergileme
79 79 80 80 80
Bir Finansman Kaynağı Olarak "Enflasyon" Enflasyonla Sermaye Birikiminin Ekonomik ve Sosyal Etkileri DIŞ FİNANSMAN KAYNAKLARI Dış Tasarruflann Dolaylı Yararları Kalkınma Politikalarının Uygulanmasını Kolaylaştırır
84 85 86 87 87
81 82
Vİİ
İV
içindekiler
Iç Tasarrufların Yatırımlara Dönüşmesini Kolaylaştırır Teknolojik Bilgilerin Yayılmasına Olanak Sağlar Dış Tasarrufların İthali ve Kullanılması Dış Tasarruf Kaynakları Yabancı Özel Sermaye Yabancı Özel Sermayenin Yararları Yabancı Özel Sermayenin Sakıncaları Dış Borçlar (Krediler) Dış Kredilerin Etkinliği Dış Kredilerin Sınıflandırılması Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borç Sorunu Dış Borç Sorununa Önerilen Çözümler Hibe ve Yardımlar Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın İçinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
87 87 88 88 89 89 90 91 91 91 92 95 95 97 99 100 101 101
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
102
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
103
Kalkınmada Nüfus, İstihdam Sorunları ve İnsan Sermayesi NÜFUS VE KALKINMA NÜFUS ARTIŞINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER Ölüm ve Doğum Oranları Yaş Bileşimi DÜNYA NÜFUS YAPISININ GELİŞİMİ TÜRKİYENİN NÜFUS YAPISININ GELİŞİMİ DEMOGRAFİK GEÇİŞ SÜRECİ NÜFUS VE GELİR ARTIŞI Malthusyen Nüfus Tuzağı Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı Optimum Nüfus NÜFUS POLİTİKASI İKTİSADİ KALKINMADA İSTİHDAM SORUNLARI Sınırsız Emek Arzı İle Kalkınma İstihdam Sorunları İNSAN SERMAYESİ VE İNSANA YATIRIM Kalkınma ve Eğitim Yatırımları Eğitim Politikası Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
105 107 107 108 108 109 111 111 114 114 114 115 116 118 118 121 124 126 127 129 130 131 131 132
içindekiler
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Kalkınma ve Dış T i c a r e t
132 133
135
KLASİK KURAMA GÖRE KALKINMA VE DIŞ TİCARET 137 KALKINMA EKONOMİSİ VE KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK 137 Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı 137 Modern Büyüme Kuramları 137 Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramının Dinamikleştirilmesi 138 AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER KURAMI . 139 Faktör Donanımıyla İlgili Özellikler 139 Talep Yapısındaki Değişmeler 140 Leontief Çelişkisi 140 Kravis Modeli 140 Linder Modeli 141 Üretim Yapısı ve Teknolojik Değişmeler 141 Dış Ticaret Hadlerindeki Değişmeler 142 Dış Ticaret Hadleri ve İktisadi Kalkınma 142 Dış Ticaret Hadlerinin Bozulma Nedenleri 143 İlkel Madde Talebinin Gelir Esnekliğinin Düşük Olması 143 Artan Prodüktivitenin Farklı Dağılımı 143 Konjonktür Dönemlerinde ilkel Maddeler İle Sınai Ürün Fiyatlarının Farklılığı 144 Tarımsal Ürün Arzının Özellikleri 144 Çok Uluslu Şirketlerin Davranışları 144 İKTİSADİ KALKINMA VE KORUYUCU DIŞ TİCARET POLİTİKASI 145 İktisadi Kalkınma ve Dış Ticaret Açığı 145 Dış Ticaret Açığı 146 "Tasarruf Açığı" ve "Döviz Açığı" 146 Korumacılık ve İktisadi Kalkınma 147 Dış Ticaret Hadlerinin İyileştirilmesi 147 Yatırımların Artırılması 148 Yabancı Sermaye Yatırımlarının Artırılması 148 Yeni Kurulan Sanayilerin Korunması 149 Sektörler Arası Faktör Fiyat Farklarının Giderilmesi 149 Dışsal Ekonomilerden Yararlanılması 150 Dış Ticarete Müdahale Araçları 150 Gümrük Tarifeleri 150 İthalat Kotaları ve Yasakları 151 Dünya Ticaretinin Yeni Yapısı, Yeni Düzenleme Girişimleri 152 Yeni Korumacılık 152 Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri 153 Ticaret Blokları 153 Döviz Kuru Sistemi ve iktisadi Kalkınma 154 Özet 156 Kendimizi Sınayalım 158
Vİİ
Vİii
içindekiler
Yaşamın İçinden Okuma Parçasıl Okuma Parçası2 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Kaynakların Dağılımı Sorunu
159 l60 l6l 161 162 163
165
KAYNAK DAĞILIMININ KURAMSAL TEMELLERİ Optimal Kaynak Dağılımı Temel Dağılım İlkesi Marjinal Verimlilik Eşitliği ilkesi Sosyal Marjinal Verimlilik ilkesi Pazar Fiyatlarının Yetersizliği Pazar Fiyatlarının Düzeltilmesi Gölge ya da Muhasebe Fiyatları Yapısal Dengesizlikler ve Pazar Fiyatları KAYNAK DAĞILIMI MEKANİZMALARI KAYNAK DAĞILIMI MEKANİZMALARI Pazar Ekonomisinde "Kaynak Dağılımı" Rekabet Düzeninde Kaynak Dağılımı Rekabet Düzeninin Anlamı ve İşleyişi Optimal Kaynak Bileşimi ve Dağılımı Tekel Düzeninde Kaynak Dağılımı Tekel Düzeninin Anlamı ve Tekelleşme Eğilimi Tekel Fiyatları ve Tekel Stratejisi Tekelde "Sözde-Denge" ve Kaynak Kullanımı Merkezi Yönetim Ekonomisinde "Kaynak Dağıtımı" Merkezi Yönetim Ekonomisi Düzeninin Anlamı Merkezi Yönetim Ekonomisinin Reforme Edilmesi Merkezi Yönetim Ekonomisi Hangi Alanlarda Yetersiz Kalmıştır? Merkezi Kaynak Dağıtım ilkesinin Anlamı ve Yorumu "Karma EkonomF'de Kaynak Dağılımı Karma Ekonomi Düzeninin Anlamı ve Niteliği Karma Ekonomide Devletin Etkinliği Kaynak Dağılımında Özel ve Kamu Kesimi Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
167 167 168 168 169 169 170 170 170 170 171 171 172 172 173 173 173 174 174 175 175 176 176 176 177 177 178 178 180 182 183 183 185
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
185 186
içindekiler
Kalkınma ve Sanayileşme Stratejileri
120
DENGELİ VE DENGESİZ KALKINMA STRATEJİLERİ Dengeli Kalkınma Rosenstein-Rodan'ın Görüşleri Nurkse'ün Görüşleri Chenery'nin Görüşleri Dengesiz Kalkınma Hirschman'ın Görüşleri Sektörlerarası Bağlılık ve Dengesiz Kalkınma Kalkınma Kutupları SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ
189 189 190 192 192 193 194 195 197 198
ithal ikamesi Stratejisi Azgelişmiş Ülkelerde ithal ikamesine Yönelme Nedenleri ithal ikamesinin Aşamaları ithal ikamesinde Ortaya Çıkan Sorunlar Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisi ihracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisine Yönelme Nedenleri Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisinin Araçları Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisinin Önkoşulları Piyasa Reformlan, Merkezi Kontrol ve ihracat Teşvikleri Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
198 199 200 201 203 203 203 205 205 205 207 209 210 211 212 212 213
Sürdürülebilir Kalkınma ve Yoksulluk SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA KAVRAMI VE STRATEJİSİ SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA DOĞAL KAYNAKLAR VE ÇEVRE Ekonomik Büyüme ve Doğal Kaynaklar Sürdürülebilir Kalkınmada Doğal Kaynaklar Ekonomik Büyüme ve Çevre Çevre Sorunlannın Nedenleri Çevre Sorunlannın Doğurduğu Sonuçlar Sürdürülebilir Kalkınmada Ekonomik Politika Reformları Fiyatların Rolü Çevresel Değerlerin Ulusal Hesaplara Sokulması Uygun Iskonto Oranlarının Kullanılması Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler SÜRDÜRÜLEBİLİR İNSANÎ KALKINMA VE YOKSULLUK YAKLAŞIMLARI Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı insani Kalkınma Kavramı
215 217 218 218 220 221 222 223 225 225 225 226 226 228 229 230
Vİİ
ÜNİTE 8
ÜNİTE 9
İV
içindekiler
İnsani Kalkınma Endeksi Yoksulluk Kavramı ve Yoksulluğun Ölçülmesi Ekonomik Büyüme, Eşitsizlik ve Yoksulluk
231 233 234
Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
238 239 240 240 241 242 242
Kalkınma Planlaması
243
İKTISADI PLANLAMA GEREĞI
245
Ekonomik Sürecin Planlanması Kalkınmanın Planlanması Gereği PLANLAMANIN ANLAMI VE NİTELİĞİ Planlama ile ilgili Temel Kavramlar Kalkınma Planlaması Durum Değerlemesi ya da Bilgi Toplama Kalkınma Stratejisi ve Hedeflerin Belirlenmesi Kalkınmanın Programlanması Kalkınma Planının Uygulanması Kalkınma Planının Değerlemesi ve Başarının Ölçülmesi Kalkınma Planı Kalkınma Programı Azgelişmiş Ülkelerde Planlamanın Niteliği PLANLAMA İLE GÜDÜLEN AMAÇLAR Planlamayı Bir Teknik Olarak Kabul Eden Amaçlar Ekonomik Açıdan Önem Taşıyan Amaçlar Siyasal Açıdan Önem Taşıyan Amaçlar Yapısal Değişiklik Öngören Amaçlar PLANLAMA ARAÇLARI Yönetsel Nitelikteki Araçlar İktisadi Nitelikteki Araçlar Yansız Araçlar PLAN TÜRLERİ Uzun, Orta ve Kısa Dönemli Planlar Ulusal Planlar ve Bölgesel Planlar Makro, Kesimsel (Sektörel) ve Mikro Planlar Tek Hedefli ve Çok Hedefli Planlar Büyüme Tipi ve Kalkınma Tipi Planlar Yol Gösterici ve Emredici Planlar Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın İçinden Okuma Parçası
245 246 246 247 247 248 248 248 249 249 249 250 250 251 251 251 252 252 253 253 254 254 255 255 255 256 256 256 257 258 259 260 260
içindekiler
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
261 262 262
Ekonomik Büyümenin Belirleyici ve Dışsal Büyüme Kuramları
263
Vİİ
EKONOMİK BÜYÜMENİN BELİRLEYİCİLERİ VE DIŞSAL BÜYÜME
KURAMLARI
265
EKONOMIK BÜYÜMENIN TANıMı VE ÖLÇÜLMESI
265
Kişi Başına Düşen Reel GSMH Büyümenin Özellikleri Türkiye'nin Ekonomik Büyüme Trendi
266 267 268
EKONOMIK BÜYÜMEYI BELIRLEYEN FAKTÖRLER
269
Sermaye İşgücü Doğal Kaynaklar Teknolojik Gelişme Verimlilik DIŞSAL BÜYÜME KURAMLARI Harrod-Domar Büyeme Modeli Modelin Temel Kavramları Modelin Varsayımları Modelin İşleyişi Modelin Eleştirisi Neoklasik Büyüme Modeli Neoklasik Büyüme Modelininin Temel Varsayımları Modelin Şekil ile Açıklanması Nüfus Artış Oranında Bir Değişmenin Durağan Duruma Etkisi Tasarruf Oranlarındaki Bir Artışın Durağan Duruma Etkisi Teknolojik Gelişmenin Modele Girişi ve Ölçülmesi Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın İçinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
269 269 270 270 271 271 273 273 274 274 277 277 278 280 281 282 282 284 285 286 287 288 288 289
İçsel Büyüme Kuramları EKONOMİK BÜYÜME KURAMINDA YENİ GELİŞMELER NEOKLASİK MODELİN ELEŞTİRİSİ: TEKNOLOJİ VE YAKINSAMA TARTIŞMALARI İÇSEL BÜYÜME KURAMLARININ ORTAYA ÇIKIŞI İÇSEL BÜYÜME KURAMININ TEMEL VARSAYIMLARI VE KAYNAKLARI AK Tipi Üretim Fonksiyonu
291 293 293 295 295 296
Ü N İ T E 12
İV i ç i n d e k i l e r
İÇSEL BÜYÜME KURAMLARI Büyüme Sürecinde Bilgi Birikimi ve Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) Harcamaları Ekonomik Büyüme Sürecinde insan Sermayesi Ekonomik Büyüme Sürecinde Dış Ticaret ve Uluslararası ilişkiler Ekonomik Büyüme Sürecinde Kamu Altyapı Yatırımları ve Devletin Değişen Rolü
297
Özet Kendimizi Sınayalım Yaşamın içinden Okuma Parçası Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
306 308 309 310 311 311 312
Sözlük Dizin
297 299 302 303
313 317
Sunuş
Sunuş Sevgili Öğrenciler, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın gündemine giren Azgelişmişlik ve Kalkınma Sorunu, beraberinde bir kalkınma yazınının doğmasına ve zaman içinde çok hızlı gelişmesine yol açmıştır. Konu, güncelliği yanında çok kapsamlı olması ve iktisat biliminin diğer alanları ve öteki disiplinlerle çok yakın ilişki içinde bulunması nedeniyle dinamik bir özellik göstermektedir. Gerçekten de, kalkınma sorunları İkinci Savaş'tan 70'li yıllara kadar geçen sürede yoğun bir biçimde tartışılmış ve sürekli olarak dünya ekonomik gündemini oluşturmuştur. Bu arada kısa bir durgunluk dönemi geçiren kalkınma yazını, özellikle 70'li yıllardan sonra, oldukça ilginç ve zengin bir içeriğe kavuşmuştur. Ortaya atılan yeni görüşler, önceki dönemde geliştirilen kalkınma kuramlarını "geleneksel kuramlar" haline getirmişlerdir. Kalkınma olgusunu doğal kaynak ve çevre boyutuyla kavrayan "sürdürülebilir kalkınma" yaklaşımı ve bununla birlikte kalkınmayı insan sermayesi, bilgi toplumu ve giderek küreselleşme boyutuyla yeniden yorumlayan "sürdürülebilir insani kalkınma paradigmaları" günümüzün modern kalkınma kuramının özünü oluşturmuştur. Diğer yandan, toplumsal refahın en önemli göstergesi olan ekonomik büyüme konusu günümüzde bilgi ekonomileri olarak adlandıran ABD, Batı Avrupa ve Japonya gibi ülkelerin ulaşmış oldukları gelişmişlik düzeyinin nedeninin bilgi birikimi, insan sermayesi ve teknolojik gelişmeye yönelik yatırım politikalarının bir sonucu olarak verimlilik artışından kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bir sunuş kapsamı içinde özetlemeye çalıştığım bu ilginç ve zengin ders konuları, çeşitli ünitelerde ülkemiz açısından da değerlendirilmiştir. Bu bakımdan, en azından sizinde içinde yaşadığınız ekonomik ve sosyal ortamın gerçekleri ve özellikleri ile bu dersin vermeye çalıştığı bilgileri ilişkilendirmenize olanak sağlamaya çalışılmıştır. Bu kitabın hazırlanmasında çok sayıda insanın emeği geçti. Yardımları ve katkılarından dolayı başta yazarlar olmak üzere; tüm emeği geçenlere teşekkür ederim. Son söz olarak, başarı, edinilen bilgilerin kalıcı olabilmesi ile olanaklıdır. Bunun için konulan ezberlemek yerine özümsemeniz gerekmektedir. Ünite konularını planlı ve düzenli bir biçimde; TV programlarına paralel olarak ve sorgulayıcı bir yaklaşımla çalıştığınız takdirde başarılı olacağınızı anımsatır, hepinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Editör Doç.Dr. Erol KUTLU
xiii
xiv
K
Kullanım K ı l a v u z u
endi kendine öğrenme ilkelerine göre hazırlanmış olan bu kitabın işlevlerini öğrenmek için hazırlanan "Kullanım Kılavuzu", konuları anlamanızda ve sınavlara hazırlanmanızda sizlere fayda sağlayacaktır.
>
s Giriş: Ünitede işlenen konulara ilişkin bilgi veren, konuya başlamadan önce sizi düşünmeye iten, gerektiğinde konuları daha iyi kavrayabilmeniz için yapmanız gerekenleri belirten kısa açık-
9
Sürdürülebilir K a l k ı n m a ve Yoksulluk
A
k
-i
lamalardır.
Amaçlarımız: Üniteyi t a m a m l a d ı ğ ı nızda kazanacağınız bilgi ve becerilerdir.
Örnek Olay: Ünitede işlenen konuların günlük yaşama yansımalarını içeren, kuramsal açıklamalarla çevrenizde yaşanan olaylar arasında bağ kurmanıza yardımcı olmayı hedefleyen örnekolaylar, anektodlar, alıntılarya da gazete haberleridir.
Yana Çıkma: Metin içinde yer alan önemli kavram ve ifadelere ilişkin tanım ya da açıklamalardır. Önemsemeniz gereken noktaları gösterir. Metin içinde yapılan açıklamaların birtürçok kısa özeti gibi düşünülebilir.
( " } ' J Sıra Sizde: İşlenen konuları kavrayıp İçindekiler: Ünite içinde hangi konuların işleneceğini gösterir. Ana konuların başlıklarını içerir.
kavramadığınızı kendi kendinize ölçmenize yardımcı olmaya amaçlayan, düşünmeye ve uygulamaya yönlendiren sorulardır.
Kullanım K ı l a v u z u
r,.Y..vfv,iv.Yf.
•N
r . föet ~
—
m Kişi başına düşük verimlilik —> Düşük kârlılık —> Düşük sermaye birikimi —» Düşük istihdam düzeyi —> Emek fazlalığı.
Sıra Sizde 3 Gelişme aşamalan kuramının her aşamasının özelliklerini dikkaüe incelerseniz Kalkış aşaması kuramının özelliklerinin Türkiye ile örtüştüğünü görebilirsiniz. Ancak bu aşama sizin bakış açınıza göre değişebilir.
46
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde 4 Evet. Teknik ilerlemenin sağladığı avantajlardan gelişmiş, yani sanayileşmiş ülkeler yararlanmışlardır. Bu arada sanayileşmiş ülkelerde içsel bütünlüğü olan, birbirini tamamlayan ve uyaran bir ekonomik yapı oluştuğu halde azgelişmiş ülkelerde böyle bir yapı oluşamamıştır. Bu ülkeler yeni teknolojileri üretmek yerine, bunu sanayileşmiş ülkelerden ithal etmişlerdir. Sıra Sizde 5 Hayır. Ekonomik kalkınmanın ileri aşamalarında, toplumların gelişmesinde coğrafi unsurların önemi azalmaktadır. Teknik ilerleme ve belirli ölçüde uluslararası ticaret coğrafi koşullarm gelişme ile olan ilişkisini azaltmıştır. Bu bağlamda, özellikle teknik gelişme için sosyo-kültürel unsurların, temelde ülke insanının zihniyet, eğitim ve çalışma disiplininin önemi üzerinde titizlikle durulmalıdır.
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar BAŞKAYA., (1997) Kalkınma Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi. GİLLS M., D.H, Perkins, M. Roemer, D.R. Snodgrass (1992.) E c o n o m i c s o f Development,
Newyork: W.W.
Norton&Company. Han, E. (1978). Türkiye'de Sanayileşme Süreci ve Strateji. Eskişehir: E.İ.T.İ.A. Basımevi. Han, E. ve Kaya, A. A. (2002). Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika. Eskişehir: Etam. A.Ş. Matbaa. Manisalı, E. (1975). Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Elektronik Ofset. Nurse, R. (1964). (Çeviri). Azgelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü. İstanbul: Menteş Kitabevi. Rostow, W. W. (1970). (Çeviri). İktisadi Gelişmenin Merhaleleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Rostow, W.W. (1966). (Çeviri). Kendi Besleyen Gelişmeye Götüren Kalkınış. Ankara: ODTÜ Yayınevi. Savaş, V. (1974). Kalkınma Ekonomisi. İstanbul: Sermet Matbaası. TODARO
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
Development, Eigth Edition, New York: Pearson Addison Wesley Weber, M. (1985). (Çeviri). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. İstanbul: Hil Yayınevi.
IW
W| W
İt
i
w
1
>3 İktisadi kalkınma kuramında sermaye birikimi çoğu iktisatçılar tarafından kalkınmanın temel koşulu olarak kabul edilir. Gerçi sermayeyi, iktisadi kalkınmada her sorunu çözümleyen bir unsur olarak görmek, olayı çok basite indirgemek olabilir. Diğer yandan özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, çok çeşitli alanlarda hızlı bir teknolojik ilerlemenin ortaya çıkması, azgelişmişliğin temel nedenleri arasına teknolojik gerilik unsurunun da sokulmasına yol açmıştır. Nitekim teknolojik geriliğin azgelişmiş ülkelerin aynı zamanda bir özelliği olduğuna daha önce değinilmişti. Bu nedenle kalkınmada anahtar rol oynayan sermaye birikimi ve teknoloji birlikte ele alınmaktadır.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları yanıtlayabileceksiniz. İktisadi kalkınma ve sermaye birikimi arasında nasıl bir ilişki vardır? Belirli bir kalkınma düzeyine ulaşabilmek için gerekli sermaye miktarı nasıl hesaplanır? CM) Sermaye talebi ve bunu etkileyen unsurlar nelerdir? Cg> İktisadi kalkınma ve teknoloji arasında nasıl bir ilişki vardır? Teknoloji ve üretim fonksiyonu arasında nasıl bir ilişki vardır? Azgelişmiş ekonomilerde teknolojik yönden sermayenin ya da emek-yoğun tekniklerden hangisini tercih etmesi gerektiğini belirleyen koşullar nelerdir? <jg> Teknolojik açık nedir? Bu açığı yaratan faktörler nelerdir? Geç kalanların avantajı kuramı nedir?
ttr' İ l i
,
* ILa
t kkr /1*.
*
48
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Teknoloji Seçimi ve İstihdam Sorunları "Makine ve donatım, ithali, sermaye mallarında belirlenmiş teknolojiyi ithal etmenin en somut biçimidir. Bu konuda Türkiye'ye, hangi kesimlere, hangi sanayi dallarına ve ne miktarda teknoloji sokulduğunu saptamak çok zor, hatta olanaksızdır. Lisans anlaşmalarının oldukça düşük bir sayı göstermesi, Türkiye'de teknoloji transferlerinin genellikle makine-donatım ithalatı ile yapıldığı izlenimini uyandırmaktadır. Makine-donatım ithalatı yoluyla teknoloji transferinde deneyimli, iyi örgütlenmiş işverenler uzman kişilere danışarak ya da çeşitliproje-yatırım bürolarına başvurarak kendileri için en uygun makine-donatımın hangisi olduğunu ve nereden alınabileceğini kestirebilirler, fakat aynı şeyi küçük işletmeler için söylemek olanaksızdır. Bunlar çoğunlukla tanıma olanağı buldukları bir yabancı firmaya, o firmanın önerisine bağlı kalmaktadırlar. Bu da teknoloji seçiminin ithalatçı firmalar aracılığıyla yapıldığı anlamına gelmektedir. Türkiye'de paranın değer kaybının hızlı olması da bu arada makine-donatım ithalatını çekici hale sokmaktadır. Ülke içinde fiyatların yükselmesi ve makine-donatım bedellerinin gittikçe artması girişimcinin teknolojik faktörleri geri plana iterek bir an önce makinedonatıma kavuşmak istemesine yol açmaktadır". Kaynak: Şiir, ERKÖK, Teknoloji Seçimi ve İstihdam Sorunları, Ankara, 1977, s.214.
(Doktora Tezi),
Anahtar Kavramlar • • • • •
Efektif Talep Kalkınma Hızı Sermaye Birikimi Sermaye-Hasila Katsayısı Yatırım
Eş-Ürün Eğrisi Optimal Kaynak Dağılımı Teknolojik Açık Teknolojik Buluş Teknolojik Yenilik
İçindekiler • İKTİSADİ KALKINMA VE SERMAYE BİRİKİMİ • İktisadi Kalkınma ve Sermaye İhtiyacı • Sermaye-Hasila Katsayısının Varsayımları ve Türleri • Sermaye Talebi ve Bunu Etkileyen Unsurlar • İKTİSADİ KALKINMA VE TEKNOLOJİ • Üretim Fonksiyonu ve Teknoloji • Faktör Miktarları ve Teknolojik Tercih • Faktör Fiyatları ve Teknolojik Tercih • Sermaye-Yoğun veEmek-Yoğun Teknoloji Tercihi • Teknoloji ve Ölçek Sorunu • Teknolojik Açık Kavramı • Teknolojik Açığı Yaratan Faktörler • Teknolojik Açık ve Sermaye Birikimi • Teknolojik Açık ve Yaparak Öğrenme • Teknolojik Açık ve "Geç Gelenlerin Avantajı" Kuramı • Teknoloji Aktarımı
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
49
İKTİSADİ KALKINMA V E SERMAYE BİRİKİMİ iktisadi kalkınma kuramında sermaye birikimi çoğu iktisatçılar tarafından kalkınmanın temel koşulu olarak kabul edilir. Gerçi sermayeyi, iktisadi kalkınmada her sorunu çözümleyen bir unsur olarak görmek, olayı çok basite indirgemek olabilir. Çünkü, bizzat sermaye sorununu ağırlaştıran tümüyle ekonomik bağlantılar yanında, teknik ilerleme, girişimci eksikliği, sosyal, siyasal, dinsel, kültürel ve coğrafi koşulların da iktisadi kalkınma üzerinde önemli etkileri olduğunu biliyoruz. Fakat bunların hepsinde yoksulluğun ortak diyebileceğimiz bir nedeni, azgelişmiş ülkelerin yeterli sermaye donanımına sahip olmamalarıdır. Başka bir deyişle, bu unsurların kalkınmayı engellemeyecek ve ona destek olacak yönde değiştirilebilmeleri, sermaye birikimiyle sağlanacağı için sermaye birikimi kalkınmanın can damarı olarak görülmektedir. Sermaye birikimi, kısa ve basit olarak, toplumun üretmiş olduğu değerlerin tümünü tüketmeyip bir kısmını sermaye mallarına ayırmasıdır. Aletier, makinalar, ulaşım sistem ve araçları, sanayi gereçleri, fabrika ve donanım v.b. Bütün bunlar, üretimin artınlmasında büyük rolü olan nesnel sermayenin değişik biçimleridir. Bu anlamda kullandığımız sermaye kavramı, sadece yukarıdaki gibi nesnel sermayeyi değil; eğitim, sağlık, konut, gençlik ve spor alanlarında yapılan yatırımları (beşeri sermaye birikimini) ifade etmek için de kullanılır. Bununla birlikte, burada sadece nesnel sermaye anlamındaki sermaye birikimi üzerinde durulacaktır. Beşeri sermaye konusu, özellikle modern kalkınma kuram ve stratejilerinde kazandığı önemden dolayı, ileride ayn bir bölüm olarak ele alınacaktır. İktisat kuramında arz-talep ilişkisi, hemen hemen tüm iktisadi konuların açıklanmasında iktisatçılann sıkça kullandıkları bir araçtır. Azgelişmiş ekonomilerde sermaye arzı kalkınmanın gerçekleştirilmesinde çok önemli bir sorun olmasına rağmen, tek başına sermaye birikimini açıklayamaz. Bu nedenle üretim sürecinde kullanılacak sermayenin talep yanının da incelenmesi gerekecektir. İleride aynntısına girilecek olan sermaye talebi, kolayca anlaşıldığı gibi yatırımcılarla, başka bir deyişle, girişimcilerle ilgilidir. Belli amaçlarla hareket eden girişimcinin yatırım yapma isteği, dolayısıyla sermaye talebi nelere bağlıdır? Sermaye arzı kadar talebinin de incelenmesi bu soruyu aydınlığa kavuşturacaktır. Bu konulara girmeden önce, iktisadi kalkınma ya da buradaki anlamı açısından iktisadi büyüme ile sermaye ihtiyacı arasında nasıl bir ilişki vardır ya da kurulabilir, sorusunu açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Dikkat edilecek olursa, sermaye talebi ile sermaye ihtiyacı kavramlarını birbirinden ayırdık. Aslında doğrusu da budur. Sermaye ihtiyacı, çok basit bir yaklaşımla, belli bir amacı (üretim ya da hasıla artışını) gerçekleştirmek için ne kadar sermayeye gerek olduğunu ifade eder. Sermaye ihtiyacının belirlenmesinde, talep koşullarından çok teknik koşullar ve bunlann da üstünde, iktisadi büyüme gerekleri etkilidir. Kalkınma kendiliğinden ortaya çıkan bir süreç olmayıp toplumun bilinçli bir isteği, eylemi olduğuna göre, bunun sermaye olarak maliyetinin de ne olduğunun bilinmesi gerekir. İşte bu nedenle, bu kısımda önce sermaye ihtiyacı ve bunun nasıl saptanacağı incelenmiş, sonra da sermaye talebi ve bu talebi belirleyen unsurlar üzerinde durulmuştur. Kalkınmada sermaye birikiminin öbür yüzü olan sermaye arzımn kaynaklan ise, kalkınmanın finansmanı başlığı altında dördüncü ünitenin konusunu oluşturmaktadır.
Sermaye birikimi; toplumun üretmiş olduğu değerlerin tümünü tüketmeyip bir kısmını sermaye mallarına ayrılmasıdır.
Sermaye İhtiyacı, belli bir amacı gerçekleştirmek için ne kadar sermayeye gerek olduğunu ifade eden bir kavramdır.
50
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
İktisadi Kalkınma ve Sermaye İhtiyacı Kalkınmanın sadece ekonominin üretim düzeyinin ya da gayrisafi milli hasılanın yıldan yıla artması demek olmadığını biliyoruz. Kalkınma, ülkenin bu büyümeyi uzun dönemde dengeli ve istikrarlı bir biçimde sürdürmesi, başka bir deyişle ekonomik ve sosyal yapısının değişmesi demektir. Ekonomide yapı değişikliğini gerçekleştirecek temel araç ise yatırımlardır. Yatırımlar ister nesnel sermaye stokuna, ister beşeri sermaye stokuna yapılsın, ekonominin üretim düzeyini artınrlar. Yatırımlar üretim artışı için anahtar rolü oynarken, kalkınmanın da -yapısal değişmeleri sağlaması açısından-, stratejik unsurudur. Buna göre yatırım, bir yandan ekonomideki yapısal değişmeleri sağlayan, öte yandan da milli hasılayı arttıran sermaye stokuna yapılan bir ilavedir. işte burada amaç ve bunu gerçekleştirecek araç bilindiğine göre, belli bir amaca (GSMH artışı ve yapısal değişim) varmak için ne kadar ek sermaye (yatınm) gereklidir sorusu sorulmalıdır. Bu soru kalkınma hızı ve sermaye-hasıla katsayısı kavramları yardımıyla yanıdanabilir.
Kalkınma Hızı
Kalkınma amacına yönelik bir ekonomik süreç içinde, reel gayrisafi milli hasılanın yıldan yıla gösterdiği değişme (genellikle artış) hızını, kalkınma hızı olarak kabul edebiliriz.
Gerek önceki bilgilerimiz, gerekse yukarıdaki açıklamalar, kalkınma olgusunu, kantitatif bir ifade olan hız kavramıyla dile getirmemizi güçleştirmektedir. Ekonominin yapısal değişimini tek bir paydaya indirgenmiş bir rakamla göstermek olanaksızdır. işte bu nedenle, büyüme ile olan farklılığını hiçbir zaman unutmaksızın, kalkınma amacına yönelik bir ekonomik süreç içinde, reel gayrisafi milli hasılanın yıldan yıla gösterdiği değişme (genellikle artış) hızını, kalkınma hızı olarak kabul edebiliriz. Bu hızın, aslında büyüme hızı olarak ifade edilebileceği bilinmektedir. Buna göre; AY t , iki dönem (genellikle iki yıl) arasındaki gelir (GSMH) farkını (Yt - Y t _ ı ) ; Yt _ t ise ilk dönemin (burada t-1 döneminin) gelirini (GSMH) ifade ettiğinde kalkınma hızını (g) şöylece gösterebiliriz: g
,_AYtt Ytt _- 1
Yt Y t . Yt -1
(1)
Nüfus artışının önemli olduğu bir ekonomide, g yerine, daha anlamlı olduğu için kişi başına gelir artış hızını (ğ) kullanmak daha uygundur. Bu amaçla g'den nüfus artış hızını (wN) çıkartmamız gerekir. Bu durumda kişi başına gelir artış hızı ya da net kalkınma hızı: ğ = g - wN olur. Ortalama sermaye-hasıla katsayısı, (K/Y), belli bir dönemde elde edilen hasılanın (üretimin), ne kadar sermaye ile sağlandığını, başka bir deyişle, hasıla (üretim) birimi başına düşen sermaye miktarını veren expost bir kavramdır. Buna karşı marjinal sermaye-hasıla katsayısı (AK/AY = AAY), hasılayı (üretimi) bir birim arttırmak için, ne kadar sermaye gerektiğini gösteren daha çokex-ante bir kavramdır.
Sermaye-Hasıla Katsayısı Yatırım, kalkınmanın ve dolayısıyla kalkınma hızının stratejik faktörü kabul edildiğine göre, her yıl elde edilen gayrisafi milli hasıladan ne kadarlık bir payın yatırımlara ayrılacağının, yani sermaye ihtiyacının bilinmesi gerekir, işte burada, kalkınma kuramlarının ve planlama tekniklerinin üzerinde önemle durdukları bir kavram karşımıza çıkıyor: Sermaye-Hasıla Katsayısı. Sermaye-hasıla katsayısının bu öneminin, ulusal hasılada gerçekleştirilmek istenen artışların, bunu yaratacak olan sermaye ya da yatırım büyüklüklerine dönüştürülmesi gereğinden doğduğu söylenebilir. Sermaye-hasıla katsayısı hem ortalama, hem de marjinal anlamda tanımlanabilir. Ortalama sermaye-hasıla katsayısı, (K/Y), belli bir dönemde elde edilen hasılanın (üretimin), ne kadar sermaye ile sağlandığını, başka bir deyişle, hasıla (üretim) birimi başına düşen sermaye miktarını veren expost bir kavramdır. Buna kar-
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
51
şı marjinal sermaye-hasıla katsayısı (AK/AY = 1/ AY), hasılayı (üretimi) bir birim arttırmak için, ne kadar sermaye gerektiğini gösteren daha çok ex-ante bir kavramdır. Özellikle ileriye dönük kalkınma analizlerinde ve ekonominin sermaye birikim ve yapısında önemli değişmeleri öngören planlama modellerinde kullanılan katsayı, marjinal sermaye-hasıla katsayısıdır. Buna göre marjinal sermaye-hasıla katsayısı (k), ekonominin sermaye stokunda meydana gelen artışın , ekonominin üretim gücündeki (ya da üretim kapasitesindeki) artışa (AY) oranıdır: r
k ('Oranın — ^ ^ Yt
- Yt -1
=
AK-
— AYt
It _ i — Yt - Y t _ ı
(2)
biçiminde olması, marjinal sermaye-hasıla katsayının
tanımı gereğidir, t dönemindeki üretim (hasıla) artışı, t döneminin değil, t-1 döneminin yatırımlarının bir sonucudur.) Bu ifadeye basit bir örnek vermek istersek, t döneminde 1 birimlik hasıla artışı (AYt 1 birim) sağlamak için, bir önceki yıl 3 birimlik yatırım (It_ 1 = 3) yapmamız gerekiyorsa, k = 3 demektir. Sermaye-hasıla katsayısı, aslında sadece sermaye ile hasıla arasında ilişki kuran basit bir oran olmayıp aynı zamanda tek değişkenli bir üretim fonksiyonudur da. Nitekim yukarıdaki eşitlik, basit bir işlemle şu duruma getirebilir: AYt
= f It -1
k
(3)
Sermaye-hasıla katsayısının tersi (l/k), aslında sermayenin marjinal verimliliğini (P) veren bir büyüklüktür. Buna göre (2) no'lu eşitlik, 1 _ AYt _ AYt _ =P AKt It -1
k
(4)
biçimine dönüşmüş olur. Bunu yukarıdaki gelir-yatırım ilişkisini veren (3) no'lu denklemde yerine koyarsak, ilişki şöyle olur: AYt = plt_!
(5)
Bu denklem, bir ekonomide t dönemindeki hasıla (üretim) artışının, t-1 döneminde yapılan yatırımın büyüklüğüne ve bu yatırımın verimliliğine bağlı olduğunu ifade eder. Yukarıda da ifade edildiği gibi, tek değişkenli bir üretim fonksiyonu olan (5) no'lu denklem bize hasıla artışı ile bunu sağlayacak olan ek sermaye ihtiyacı arasındaki ilişkiyi verir. Özellikle Marjinal sermaye -hasıla katsayısınla tanımını düşünerek, bu parametrenin han- • f ^ M i SIRA SİZDE^) gi büyüklükler arasında ilişki kurduğunu yanıtlayınız.
Sermaye İhtiyacının Saptanması Yukarıda verilen iki kavramdan) yararlanarak, belli bir hasıla artışı ya da kalkınma hızını gerçekleştirmek için ne kadar sermayeye (yatırıma) ihtiyaç duyulduğu ya da bu birikimi sağlamak için milli gelirin ne kadarının tasarruf edilmesi gerektiğini bu-
52
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
labiliriz. Bilindiği gibi, denge koşulu gereği dışa kapalı bir ekonomide her dönem için tasarruflar yatırımlara eşittir: S = I Dolayısıyla, St-ı = It-ı
(6)
dir. Ayrıca tanım gereği tasarruflar gelirin bir fonksiyonudur: St.i-s.Yt_!
(7)
(5) No'lu eşidikteki It _ j'in yerine (6) daki eşidikten dolayı (7) deki eşidiğin sağ tarafını koyabiliriz. Bu durumda (5) No'lu eşitliğimiz şöyle olur: AY ı= PsYt_ı
(8)
daha sonra buradan Yt-ı
(9)
elde edilir. Görüldüğü gibi (9) no'lu eşitlik, (1) no'lu eşitliğe eşittir:
g =^ = s . P YT - 1
(10)
Bu temel eşitliği (g = s.p) şöylece tanımlayabiliriz. Elde edilmek istenen kalkınma hızı, tasarruf oranı ile sermayenin marjinal verimliliğinin çarpımına eşittir. Yukarıdaki soruyu yanıtiamak için bu temel denklemde tasarruf oranını çekmek gerekir. Buna göre, s=
|=g-k
(11)
olur. işte (11) no'lu eşidik bize, sayısal olarak belirlenmiş bir iktisadi kalkınma (g) için, ihtiyaç duyulan sermayenin (milli gelirin bir oranı olarak s'nin), kalkınma hızı ile sermayenin marjinal verimliliği (P) ya da sermaye-hasıla katsayısı (k) tarafından belirlendiğini göstermektedir. Bu sonucu sayısal bir örnekle gösterelim: Diyelim ki Y= 100 birim; g= %8 ve k=3 (p = 0,333)'tür. Yüzde 8'lik bir gelişme hızını sağlamak için ne kadar yatırım ve dolayısıyla tasarruf yapmak gereklidir? s = 0,08.3 = 0,24 I = S = 0,24 x 100 = 24 birim. Demek ki, yüzde 8'lik bir gelişme hızı sağlamak için ekonomide milli gelirin yüzde 24'ünün tasarruflara ve yatırımlara ayrılması gerekecektir. ( s i R . Ş l Z . E ^ g f
Y=100 birim; g =% 7 ve k = 4 ( p 0.2Ş)'tir. Yüzde 7'lik bir gelişme hızı sağlamak için ne kadar yatırım ve dolayısıyla tasarruf yapmak gerekir?
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
53
Sermaye-Hasıla Katsayısının Varsayımları ve Türleri (10) no'lu temel denklemimize baktığımızda kalkınma hızının, tasarruf oranma ve sermayenin marjinal verimliliğine ya da onun tersi olan sermaye-hasıla katsayısına bağlı olduğunu görürüz. Görüldüğü gibi kalkınma hızı tasarruf oranıyla doğru; sermaye-hasıla katsayısıyla ters orantılıdır. Tasarruflar bilindiği gibi sermayenin arz yönüyle ilgilidir. Sermayenin arz yönü izleyen ünitelerde ele alınacaktır. Bu nedenle burada, önce sermaye-hasıla katsayısının içerdiği varsayımları kısaca açıklamak ve sonra da çeşidi sermaye-hasıla katsayısı kavramları üzerinde durmakta yarar vardır.
Sermaye-Hasıla Katsayısının Varsayımları Katsayının Değişmediği Varsayımı Sermaye-hasıla katsayısına ilişkin temel varsayımlardan biri, katsayının uzunca bir dönem değişmeyeceğidir. Bu varsayım her ne kadar gelişmiş ülkeler için ileri sürülmüşse de, bu ülkelerde de katsayının dönemden döneme değiştiği gözlenmiştir. Kaldı ki, azgelişmiş ülkelerde gelişme süreci boyunca katsayının değişme zorunluluğu, kalkınma politikasının temel ilke ve amaçları çerçevesinde kaçınılmazdır. Gelişmiş ülkeler dikkate alınarak, katsayının değişmeyeceğini ileri süren iktisatçılardan Harrod, Domar, Leontiefve. Cassetı sayabiliriz. Diğer bir görüş-ki görgül olarak doğrulanmıştır- katsayının zamanla düştüğü, yani sermayenin verimliliğinin yükseldiği biçimindedir. Örneğin Goldsmith'in Amerikan Ekonomisi için hesapladığı katsayılarda böyle bir eğilim saptanmıştır. Leiberıstein, bu konudaki açıklamalarını iki noktada toplamıştır: Birincisi, kimi ekonomik kesimlerin sermaye-hasıla katsayılarının zamanla düşmesi, öbürü ise üretim yapısının değişmesi, yani birim üretim için daha az sermaye kullanan üretim türlerine geçilmesi. Özellikle, gelişmekte olan ülkeler için ileri sürülen görüş ise Kuznets, Clark, Sprengler; ve Bombach tarafından savunulmaktadır. Buna göre katsayı, gelişme sürecinin başında düşük, gelişme sürecinin belli döneminde (Gelişme Eşiği) yüksek ve daha sonra da düşük bir düzeydedir. Bu durumun nedenleri arasında en önemlileri, yatırımlann yapısındaki değişme, teknik ve yönetim bilgisinin gelişmesi, teknolojik değişmeler ve özellikle yapılan büyük kapasiteli yatırımların ilk baştaki atıl kapasitelerinin daha sonra kullanılması sayılabilir. Gecikmelerin Olmadığı Varsayımı Büyüme modellerinde (Harrod ve Domar Büyüme Modelleri) kullanılan sermayehasıla katsayısında gecikme faktörü dikkate alınmamıştır. Oysa yatırımlar için, hem gelir değişmesi ile yatınmın başlaması hem de yatırımın başlaması ile tamamlanması arasında olmak üzere iki tür gecikme söz konusudur. En iyimser gecikme varsayımıyla yatırım, önceki dönemin gelir artışına dayandınlabilir. Bu durumda bile alınan yatırım kararı ile yatırımın fiilen başlaması arasında da bir süre geçebilecektir. Buna göre, yatırımı uyaran gelir artışının meydana geldiği dönem ile yatırım kararının uygulamaya (üretime değil) geçtiği dönem arasındaki süre birinci tip gecikmedir.
|
DİKKAT
^
54
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
İkinci tip gecikme ise, yatırımın başlaması, yani yatırım kararının uygulamaya geçmesi ile yatırımın tamamlanması (kapasite yaratması) arasındaki süreyle ilgili gecikmedir. Konumuz açısından asıl önemli olan bu tip gecikmedir. Bu süreye yatınmın olgunlaşma süresi ya da olgunlaşma aralığı denir. Bu arada hangi yılın yatırımları ile hangi yılın hasıla artışı arasında ilişki kurulacağı sorusunu da yanıtiamaya çalışalım. Öncelikle şunu belirtelim ki herhangi bir yılın hasılası, o yıl içinde üretim sürecinde fiilen kullanılan sermaye teçhizatının kapasitesi ile belirlenir. Dolayısıyla, henüz üretim kapasitesi yaratmamış o yıl yatırımının, o yılın hasılası üzerinde etkisi olamaz. O yıl henüz üretim kapasite yaratmamış yatırımların sonraki yılların hasılalannı etkileyeceği açıktır. Çünkü, yatırımla yaratılan sermaye teçhizatı, şu ya da bu yılda mevcut sermaye stokuna katılarak üretim kapasitesini artıracaktır. Sorun bu kapasite artışının ne zaman gerçekleşeceğidir. Her ne kadar Domar Büyüme Modeli'hde t-1 yılının yatırımının t yılı hasılası üzerinde etkisi olacağı kabul edilmişse de, bu yatırımın kapasite yaratma etkisinin ve Domar1 ın dengeli büyüme modelinin doğal bir gereğidir. Yoksa, gerçekte söz konusu olacak olgunlaşma süresinin, her tür yatırım için bir yıl olması demek değildir. İşte gerçekte söz konusu olacak bu sürenin bilinmesi ya da tahmin edilmesi gerekir. Olgunlaşma süresi uzadıkça, yatırımın kapasite ya da hasıla artışı yaratması da geç ortaya çıkacak demektir. Uygulamada, yatırımların niteliğine göre tahmin edilen olgunlaşma sürelerine uygun olarak formüle edilen sermaye-hasıla katsayısı, bu varsayımın sakıncalannı giderebilmektedir. Yatırımların olgunlaşma süresinin uzamasının genel ekonomik sonuçlarının ne olacağını tartışınız. Hasıla Artışının Sadece Sermaye ile Açıklanması Bu ilişkiyi ve altında yatan varsayımı kısaca incelediğimizde, hasıla artışının sadece sermaye ile açıklanıyor olmasının büyük bir sakınca yaratmadığı anlaşılacaktır. Hasıla artışını göstermede emek ya da doğal kaynak miktarındaki artış ve bunların verimliliği yerine yatırımlar ve bunun verimliliği alınarak, öbür faktörlerle ilgili ölçme ve değerlendirme güçlükleri aşılabilmektedir. Ekonominin toplam talep-toplam arz dengesini kuran eşiüikte, talep yönünde en önemli rol yatırımlar tarafından (yatırımın çarpan aracılığıyla gelir yaratmasıyla) oynanmakta, arz yönünden de bu rolün yatırımlara verilmesi (üretim kapasitesi yaratmasıyla), yukarıdaki dengeyi açıkça gösterebilme üstünlüğü sağlar. Azgelişmiş ekonomilerde en kıt faktör, sermayedir. Öbür üretim faktörleri de kıt olmakla birlikte, onların üretim sürecine fiilen sokulabilmeleri için mutlaka sermaye birikiminin artırılması gerekir. Bu nedenle milli hasılanın en önemli açıklayıcı faktörü olarak sermayeyi esas almak büyük bir sakınca oluşturmayacaktır. Son olarak, üretim fonksiyonu analizinde de gördüğümüz verimlilik kavramı, yalnızca ilgili oldukları üretim faktörünün (kısmi) verimliliğini belirtmek için öbürlerinin etkilerini dikkate almadıkları halde (ceteris paribus varsayımıyla), burada ele aldığımız sermayenin marjinal verimliliği kavramı, tanımı gereği, sermaye yanında öbür faktörlerin de hasıla artışı üzerindeki etkilerini topluca yansıtacak nitelikte bir kapsama sahiptir. Bilindiği gibi emeğin verimliliğini ifade eder ve ölçerken, yalnızca emeğin sahibi olan insanın çalışkanlığı, yeteneği, becerisi ve öbür sübjektif özelliklerini de-
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
ğil; bunların yanında, onun üretim sürecinde birlikte çalıştığı nesnel sermaye mallarının (örneğin makinaların) üretkenliğini de hesaba katarız. Başka bir ifadeyle, emeğin verimliliğindeki artış, yalnızca onun sübjektif özelliklerindeki gelişmeden değil; hatta belki de tümüyle kullanılan sermaye donanımındaki iyileşmeden kaynaklanmıştır. işte benzer durum, bu kez sermaye için söz konusudur. Sermaye-Hasıla
Katsayısı
Türleri
Ortalama ve Marjinal Sermaye-Hasıla Katsayısı Yukarıdaki açıklamalardan sermaye-hasıla katsayısının zaman içinde değişeceği anlaşılmıştır. Katsayının değişme göstermesi ortalama ve marjinal değerlerinin farklı olmasını gerektirir. Sermaye-hasıla katsayısının ortalama ve marjinal tanımları daha önce verildiği için burada tekrar etmiyoruz. Net ve Brüt Sermaye-Hasıla Katsayısı Sermaye-hasıla katsayısının bu türünde, katsayının elde edildiği kesrin pay ve paydasındaki büyüklüklerin niteliği önem kazanmaktadır. Net Sermaye-Hasıla Katsayısı Sermaye-hasıla katsayısını veren oranın payında yer alan yatırımlar, eğer öteden beri kullanılan sermaye teçhizatının yerini alacaksa, yani bir ikame yatırımı söz konusu ise, ekonomide bir hasıla artışı yaratmayacaktır. Bu nedenle, belli bir dönemde yapılan yatırım toplamında, ikame yatırımları dışında kalan net yatırımlar dikkate alınır. Paydada yer alan hasıla artışlarında ise, ikame yatırımları için ayrılan payın (eskime-aşınma payı) toplam hasıladan çıkarılması gerekir. Başka bir deyişle, kesrin paydasında gayrisafi milli hasıla değil, safi milli hasıla bulunur. Böylece, net yatırımlar ile net hasılanın oranlanmasından net sermaye-hasıla katsayısı elde edilir. Brüt Sermaye-Hasıla Katsayısı Net sermaye-hasıla katsayısına ilişkin açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, yapılan yatırımlarda ikame ve net yatırım ayrımı yapılmaz, toplam yatırımları dikkate alır ve hasıla artışlarında da eskime-aşınma paylarını toplam hasıladan düşmez, yani gayrisafi milli hasıla artışını kullanırsak, brüt sermaye-hasıla katsayısını elde ederiz. Cari ve Teknolojik Sermaye-Hasıla Katsayısı Sermaye-hasıla katsayısının bu ayrımı, yapılan yatınmı üretim kapasitesi ile bu kapasiteden yararlanarak gerçekleştirilebildiği üretim arasındaki farktan doğmaktadır. Cari Sermaye-Hasıla Katsayısı Yapılan yatırımın yaratacağı üretim kapasitesi ne olursa olsun, kapasiteden yararlanarak belirli bir yılda fiilen gerçekleştirilen üretim temel alınarak hesaplanan sermaye-hasıla katsayısına, cari sermaye-hasıla katsayısı denir. Teknolojik Sermaye-Hasıla Katsayısı Tamamlanmış yatırımın, hesaplanan üretim kapasitesine göre elde edilen katsayıya, teknolojik sermaye-hasıla katsayısı denir. Hesaplanan üretim kapasitesi, gerçekleştirilen üretim miktarıyla aynı olmayabilir.
55
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
56
Toplam, Kesimsel ve Projelere İlişkin Sermaye-Hasıla Katsayısı Sermaye-hasıla katsayısı, ekonominin global büyüklüklerinden gidilerek hesaplanabileceği gibi, her bir ekonomik kesime ve hatta tek tek yatırım projelerine ilişkin olarak da hesaplanabilir. Esasen, tüm ekonomiye ilişkin sağlıklı bir katsayı elde edebilmek için, her bir düzeyde elde edilen katsayılar belirli ilişkiler kurularak karşılaştırılmalıdırlar. Toplam Sermaye-Hasıla Katsayısı Ekonominin tümü için hesaplanan bir katsayıdır. Bu katsayı, ilgili makro büyüklükler (yatırım ve hasıla serileri) kullanılarak doğrudan doğruya bulunabileceği gibi, kesim ya da sektör düzeyinden başlanarak ortalama bir katsayı olarak da bulunabilir. Kesimsel Sermaye-Hasıla Katsayısı Ekonomiyi anlamlı bir biçimde belirli faaliyet kesimlerine (en azından tanm, sanayi, hizmeder gibi) ayırıp, bu kesimlere ilişkin yatırım ve üretim büyüklükleriyle ayrı ayrı bulunan katsayılardır. Bunlar, kesimlerin verimlilikleri ve ulusal hasılaya katkılarına göre, yatırımların dağılımı konusunda sağlıklı kararlar alınmasında önemli bir araç olarak kullanılırlar. Projelere İlişkin Sermaye-Hasıla Katsayısı Her bir yatırım projesi için ayrı ayrı hesaplanan katsayılardır. Duruma göre sermaye-üretim ya da sermaye-katma değer cinsinden hesaplanırlar. Ekonominin kesimleri ve/ya da tümü için hesaplanacak sermaye-hasıla katsayısının başlangıç noktası olabileceği gibi, öbür düzeylerde bulunan katsayının kontrolünü de sağlar. Ayrıca yatırım projelerinin değerleme ve seçme işleminde kullanılabilir.
Sermaye Talebi ve Bunu Etkileyen Unsurlar Sermaye birikimi özellikle azgelişmiş ülkelerde, önemli olmakla birlikte sadece sermaye arzı demek değildir. Ayrıca düşük olan sermaye arzının tümüyle uygun alanlara yöneltilebildiği söylenemez. Bu ülkelerde yatırımların gelişmesini önleyen, başka bir deyişle, yatırım eğilimini zayıflatan çeşidi nedenler vardır. Aşağıda bu konular ele alınacaktır.
Sermaye Talebi Kısır Döngüsü Sermaye talebi konusuna, daha önce gördüğümüz ilgili kısır döngüden hareketle yaklaşabiliriz. Azgelişmiş ülkelerde sermaye birikimi sorununun sermaye talebi yönünden kısır döngüsü şöyle ifade edilebilir: Halkın reel gelirinin düşük olması (halkın yoksul olması), taleplerinin de düşük düzeyde kalmasına yol açıyor. Düşük talep ise, pazarın küçük ya da sınırlı olması sonucunu doğurur. Pazarın dar olması, doğal olarak; girişimcilerin yatırım yapma isteğini (eğilimini) düşürerek onların sermaye taleplerinin düşük düzeyde kalmasına neden oluyor. Üretim sürecinde bol miktarda sermaye kullanılmaması ise, üretimde verimliliğin çok düşük olmasına yol açıyor. Düşük verimlilik ise, bilindiği gibi halkın reel gelirinin düşük olmasının nedenidir. Böylece döngü başladığı noktaya gelip kapanıyor. SIRA S İ Z D E J B ^ Ü
( 4T*™
Sermaye talebi kısır döngüsünü kapandığı noktadan başlayarak, başa doğru götürmek istediğinizde nasıl bir mantıksal ilişki kurmak gerekecektir?
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
Sermaye Talebini Etkileyen Unsurlar Azgelişmiş ekonomilerde sermaye talebinin yetersiz kalmasına neden olan başlıca faktörü, başka bir deyişle yatırım yapma istek ve eğilimi yönünden en büyük engelini, bu istek ve eğilimi zayıflatan pazarın küçüklüğü oluşturur. Nurkse'ün deyimiyle "yatırımların uyarılması pazarın genişliğiyle sınırlıdır". Sermaye talebinin düşük kalmasında en önemli unsur olan pazarın küçüklüğü yanında, kimi bunun sonucunda kimi de bağımsız olarak ortaya çıkan başka etmenler de sayılabilir: Örneğin, pazar ekonomisinin gelişmesi için temel olan altyapının, özellikle hukuksal ve kurumsal altyapının yok ya da yeterince yaratılamamış olması; geleneksel etkiler altında, ancak belirli bir alanda -özellikle tarım ve ticaret kesiminde- ortaya çıkmış sınırlı yerli girişimcinin yatırımlarını tarım ve ticaret kesimine yapması; buna karşın hem yoğun sermaye kullanımını ve hem de belirli risklere katlanılmayı gerektiren sanayiinin ihmal edilmesi. Pazar darlığının sonuçları olarak görünen bu unsurlara nitelikli teknik ve yönetici elemanların kıtlığı, kamu yönetimindeki aksaklıklar ile sosyal ve psikolojik yapının özellikleri (geleneklere bağlılık, yenilikleri sindirememe gibi) eklendiğinde, azgelişmiş ülkelerde yatırım kapasitesinin neden sınırlı olduğu anlaşılır. Hiç kuşkusuz yukanda sayılan unsurlardan incelenmesi gereken en önemlisi pazann küçüklüğüdür.
Pazarın Genişliğini Belirleyen Unsurlar Azgelişmiş ekonomilerde özel yatırım istek ve eğilimini zayıflatan pazar darlığının arkasında talep düşüklüğünün, onun da temelinde, öbür faktörler yanında en önemli faktör olarak reel gelirin, yani satın alma gücünün yetersizliğinin yattığım belirtmiştik. Keynesgil iktisatçılara göre bu, efektif talep yetersizliği değildir. Çünkü, kural olarak ortada parasal bir talep yetersizliği yoktur; deflasyonist bir açık yoktur. Tam tersine bu ülkelerin çoğu, özellikle sinsi bir enflasyonun baskısı altındadırlar. Dolayısıyla para hacminde meydana getirilecek bir artışla talebi kamçılama isteği, enflasyonun daha hızlanmasına yol açacaktır. Say yasasına göre talebi arzm yarattığı doğru olmakla birlikte, arzın kendisi esasen çok düşük düzeydedir. Pazarda klasik anlamda, arzı karşılayacak bir talep vardır. Pazarın arz yönündeki bu darlığın nedeni, verimliliğin düşük olmasıdır. Para politikası, önemli bazı etkilere sahip olmakla birlikte, pazar genişliğini, özellikle azgelişmiş ülkelerde belirleyen tek ve en önemli araç değildir. Böylece özel yatırımcılann önündeki pazar yetersizliği sorunu varlığını korumaya devam etmektedir. Nurksde göre, nüfus büyüklüğü de, pazarın genişliğini belirleyen önemli bir unsur değildir. Kişi başma üretim kapasitesi düşük fakat nüfusu kalabalık bir toplum, sonuçta yalnızca dar bir üretim kapasitesine sahip olacaktır. Nüfusu fazla olan bir ülke, nispeten daha fazla üretimde bulunsa bile, bu durum ülkenin uygun bir pazar yapısına sahip olduğunu göstermek için yeterli değildir. Kimi iktisatçılar da ülke yüzölçümü ve bunun fiziki durumu ile pazarın genişliği arasında ilişki kurarlar. Yüzölçümü genişliği, pazar açısından taşımacılık faaliyetini ön plana geçirir. Ancak, bu unsurun da pazar genişliği üzerinde tek başına etkili olacağı düşünülmemelidir. Bu unsur ve buna bağlı olarak taşımacılık alanında ilerleme, nüfus yoğunluğu ve kişi başına düşen üretim kapasitesi ile birleştiği takdirde, pazan fiziksel ve ekonomik bakımdan genişletir. Ancak, fiziksel büyüklük
57
58
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
ile ekonomik genişlik kavramları özdeş değildir. Ekonomik genişlik, taşıyıcılık yanında, genel olarak üretim çabalarının verimliliğine dayanır. Bu konuda ileri sürülen başka bir görüş ise, coğrafi olarak küçük ülkelerin aralarında koymuş oldukları gümrüklerin pazarı küçülttüğü yolundadır. Ne var ki, belli koşullarda bu durum önemli olmakla birlikte, burada da temel sorun, coğrafi alanın küçüklüğü ya da gümrüklerin varlığı değildir. Gümrüklerin kaldınlması, yararlı sonuçlar verebilirse de, asıl sorun, bu ülkelerin yoksul olmalandır. Yoksul ülkelerin aralarındaki gümrükleri kaldırmaları yoluyla oluşturacakları daha geniş bir pazarın, yerli sanayii önemli ölçüde uyaracak bir satınalma gücünü yaratacağı kuşkuludur. Tüm bu unsurlar olsa olsa ikinci derecede önem taşıyabilirler. Nurksde göre pazarın genişliğini belirleyen asıl önemli unsur, verimliliktir. Üretim hacmi, pazarın büyüklüğünü etkilemekle kalmaz, onu fiilen belirler. îster halkın parasal geliri değişmemek kaydıyla fiyadarda bir indirim yapılarak, isterse fiyadar değişmemek kaydıyla halkın parasal gelirinde bir artış sağlanarak pazarın genişletilebileceği ileri sürülmüştür. Bu doğru olmakla birlikte, gerçekleşebilmesi için verimliliğin ve reel gelirin yükselmesi gerekecektir. Başka bir deyişle, üretim kapasitesinin ve üretimin arttırılması gerekecektir. Bu da ekonomide bir talep yaratacaktır. Son olarak diyebiliriz ki, pazar ancak verimlilik alanında meydana getirilecek ilerlemelerle genişletilebilir. Satın alma kapasitesi aynı zamanda üretim kapasitesi demektir. Verimlilik artışlarının en önemli unsuru ise, üretimde giderek daha yoğun sermaye kullanımıdır. Girişimcilerin daha yoğun sermaye kullanma konusundaki çekimserliği ise, bu kısır döngünün dışarıdan bir müdahale ile kırılmasıyla mümkündür. Bu düşünüş biçimi bizi, Dengeli Kalkınma yaklaşımına götürür.
İKTİSADİ KALKİNMA VE TEKNOLOJİ Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, çok çeşidi alanlarda hızlı bir teknolojik ilerlemenin ortaya çıkması, azgelişmişliğin temel nedenleri arasına teknolojik gerilik unsurunun da sokulmasına yol açmıştır. Nitekim teknolojik geriliğin azgelişmiş ülkelerin aynı zamanda bir özelliği olduğuna daha önce değinilmişti. Teknolojik gerilik denildiğinde, bunu geniş anlamıyla kavramamız gerekir. Sanayi ve tanmda uygulanan teknoloji ile birlikte, ülkedeki genel teknik bilgi düzeyi de kapsanmalıdır. Konuya bu açıdan bakıldığında, teknolojik gelişmenin az gelişmiş ülkelerin kalkınma süreçlerinde çok önemli yer aldığı anlaşılır. Çünkü teknolojik ilerleme, sadece üretim tekniğinde meydana gelen bir değişme olmayıp; bunun da üzerinde toplumun sosyal ve kültürel değer yargılarını değiştiren ve böylece kalkınmanın sosyo-kültürel engellerini ortadan kaldıran bir gelişmedir. Teknoloji kavramı çeşidi biçimlerde tanımlanmaktadır. Biz burada teknolojiyi, ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin üretimi için gerekli üretim faktörlerinin organizasyonu olarak tanımlayacağız, iktisadi gelişme ile teknolojik ilerlemenin bağdaştırılmasında temel iki amaç göz önünde tutulur: • Üretimin maksimizasyonu ve • istihdam olanaklarının arttırılması Basit bir yaklaşımla, özellikle azgelişmiş ülkeler için birinci amaç yanında ikinci amacı da gerçekleştirebilen teknolojik ilerlemenin optimal olduğunu söyleyebiliriz. Teknolojik ilerlemeyi, bir bakıma yeni malların üretilmesi olarak da anlayabiliriz. Bu yalnızca, öteden beri varolan malların daha uygun koşullarda artan üretimi değil; bununla birlikte o zamana kadar hiç bilinmeyen yeni malların da üretimi demektir. Buna göre, iktisadi gelişme açısından teknolojik gelişmenin incelenmesi kadar, teknolojik ilerlemenin gelişmeye olan katkısı da önem taşımaktadır.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
59
Üretim Fonksiyonu ve Teknoloji Üretim maksimizasyonu ve teknoloji seçimi, bir bakıma üretim düzeyi ile üretim faktörlerinin miktar ve bileşim oranları arasındaki ilişkiyi veren üretim fonksiyonuyla ilgilidir. Dolayısıyla üretimde kullanılacak teknolojinin seçiminde faktör bileşim oranlannın büyük önemi vardır. Bu durum bizi, gelişme sorunu içinde her zaman güncelliğini koruyan sermaye-yoğun ya da emek-yoğun üretim yöntemlerini dikkate almamızı gerektirir. Bu amaçla aşağıda yapacağımız analizlerde üretim fonksiyonu ve eş-ürün eğrilerini kullanacağız. Buna göre; Y = f(K, E) biçiminde yazacağımız basit bir üretim fonksiyonu, aynı zamanda bir teknolojiyi de gösterecektir. Burada Y, herhangi bir malın üretim düzeyini; K ve E, bu üretim düzeyi için gerekli sermaye ve emek miktarını ifade eder. Üretim fonksiyonu biliniyorsa, doğal olarak bu üretim faktörünün bileşim oranları da biliniyor demektir. Aşağıdaki çizimler yardımıyla üretim fonksiyonu- teknoloji ilişkisini daha açık olarak gösterebiliriz. Çizimlerde düşey eksende sermaye, yatay eksende emek miktan gösterilmiştir. Bilindiği gibi Y 1 ve Y 2 eğrileri (ya da doğrulan) eş-ürün eğrileridir.T, T^ T 2 ve T 3 doğrulan ise genişleme doğrularını gösterirken; öte yandan da seçilen teknolojiyi ifade ederler. Buradan da anlaşıldığı gibi Şekil 3-1 ada belli bir üretim düzeyi için geçerli, tek bir faktör bileşim olanağı vardır (Y1 üretimi için D; Y 2 üretimi için C noktası).
n
o V
W
(b)
Başka bir deyişle, sermaye ve emek arasında etkin tek bir bileşim söz konusudur; bu, sermaye ve emek arasında ikame olanağının bulunmaması, dolayısıyla bu üretim türünde kullanılacak tek bir üretim tekniğinin söz konusu olması demektir. Buna karşın Şekil 3.1 b'de, sermaye ile emek arasında ikame olanakları vardır. Dolayısıyla belli bir üretim düzeyine ulaşmak için T 1 ; T 2 ve T 3 gibi farklı üretim tekniklerini kullanmak mümkündür (Yx eş-ürün eğrisinin kırık çizgiler biçiminde olmasının, faktörler arası ikame oranı açısından neyi ifade ettiğini düşününüz). Şekildeki Tx genişleme doğrusu, öbür tekniklere göre en çok sermaye kullanan tekniği; dolayısıyla sermaye-yoğun bir tekniği ifade eder. Buna karşın T 3 üretim tekniği ise, emeği en çok kullanan, dolayısıyla emek-yoğun bir tekniği gösterir. Bu durumda bir teknoloji seçimi söz konusudur. Belli bir malın üretilmesinde hangi tekniğin kullanılması gerektiği, karar alıcının özel ya da kamu kökenli olup olamamasına göre değişebilir. Özel girişimci kârını maksimize etmeye çalışacağına
J
60
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
göre, belirleyeceği belli bir üretim düzeyine minimum maliyetle varmaya çalışacaktır. Bu durumda temel olarak, üretim faktörlerinin fiyadarı önem kazanır. Girişimci, öteki koşullar değişmemek kaydıyla ucuz olan faktörden daha fazla kullanma yoluna gider. Buna karşın kamu kesimindeki teknik tercih sürecinde faktör fiyadarı yanında; kısa ya da uzun dönemli düşüncelerle istihdam ve teknoloji politikası gibi unsurlar da etkili olabilir.
Faktör Miktarları ve Teknolojik Tercih Her teknoloji, bir üretim fonksiyonunca belirlendiğine göre, tercih edilen bir teknoloji çerçevesinde, bir maldan belli miktarda üretmek için, yine belli miktarlarda üretim faktörlerine ihtiyaç vardır. Azgelişmiş ülkelerde de yapılacak teknik tercih de, sahip olunan üretim faktörlerinin miktar ve kalitesinin dikkate alınacağı düşünülür. Bu düşünce, az gelişmiş ülkelerde sermaye kıt bir faktör olduğuna göre, bu ülkelerin sermayeyi az, emeği çok kullanan tercihleri seçmeleri gerektiği sonucunu verir. Aşağıdaki çizimde Tx sermaye-yoğun bir tekniği; T2 de emek yoğun bir tekniği ifade etmektedir. ilgili azgelişmiş ülkede emek miktarının OEj, sermaye miktarının da OKj kadar olduğunu kabul edelim. Bu durumda ülke, eğer T1 tekniğini seçerse mevcut emeğin ancak OE2 kadarı istihdam edilecek; E 2 Ej kadarı işsiz kalacaktır. Eğer T 2 tekniği seçilirse, mevcut emek arzının daha büyük bir kısmı (OE 3 ) istihdam edilecektir. Çünkü, bol olan faktörün (OEx kadar emek) istihdam düzeyini, kıt olan faktör (OKx kadar sermaye miktarı belirlemektedir. Çizime göre; sermaye yoğun teknikle emeğin tamamını istihdam etmek istediğimizde, ekonomideki sermaye miktannın OK2'ye çıkması gerektiği görülmektedir. Buna göre tam istihdam için ekonominin ihtiyaç duyduğu ek sermaye miktan K 2 K 1 kadardır. Emeğin tamamını sermaye yoğun değil de, emek yoğun teknikle istihdam etmek istediğimizde ise, ihtiyaç duyulacak ek sermayenin daha az olacağı çizimden görülebilmektedir. Azgelişmiş ülkelerle ilgili teknolojik tercih konusunda kaç görüş vardır? Bu görüşler neleri savunmaktadır?
Faktör Fiyatları ve Teknolojik Tercih Herhangi bir malın üretiminde kullanılacak sadece bir teknik söz konusu olduğunda, üretim faktörlerinin fiyatları ve bu fiyadarda meydana gelen değişmeler teknik tercih bakımından herhangi bir öneme sahip değildir. Üretimin belli, tek bir tekniğe göre yapılma zorunluluğu, kullanılacak faktör miktarlarının (ikame yoluyla) değiştirilmesine olanak vermez. Buna karşı bir malın üretiminde değişik teknikler varsa, faktör fiyatları önemli bir unsur olarak devreye girer. Böyle bir durumda, hangi tekniğin seçilmesi gerektiğine, faktör fiyatlarına -kimi zaman faktör miktar-
Ü n i t e 3 - S e r m a y e B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
lan yerine- bakılarak karar verilir. Bu, özellikle özel girişimciler açısından böyledir. Konuyu aşağıdaki çizim yardımıyla açıklayabiliriz: Şekilde KjEj ve K2E2 bildiğimiz gibi eş-maliyet doğrularını göstermektedir (Eşmaliyet doğrularının eğiminin, faktörlerin nispi fiyatlanna eşit olduğunu da hatırlayınız). FakSermaye tör fiyatları veri iken, her iki faktörün çeşitli bileşimlerine göre yapılacak masrafı, eş-maliyet doğrusu gösterir. Çizimde KlE-l eş maliyet doğrusunun Y eş-ürün eğrisine teğet olduğu D! noktası, masraf yönünden üretimin optimal faktör bileşiminin nasıl olacağını gösterir. Görüldüğü gibi burada sermaEmek ye-yoğun bir üretim tekniği seçilmiştir. Emeğin sermayeye oranla ucuzlamasıyla K ^ eş-maliyet doğrusu K2E2 halini alırsa (ya da baştan beri K2E2 eş-maliyet doğrusu veri ise), bu durumda denge D2'de kurulacaktır. Bu teknik (T 2 ) ise, görüldüğü gibi emek-yoğun bir üretim biçimini ifade etmektedir.
61
Üretim FonksiyonuTeknoloji İlişkisi
Sermaye-Yoğun ve Emek-Yoğun Teknoloji Tercihi Teknik ilerlemeyi emekten tasarruf sağlayan, sermayeden tasarruf sağlayan ve yansız olarak ilk sınıflayan, R. Harrod ve J.Hİcks olmuştur. Burada anlaşılması daha kolay olan Hicktfin tanımlamalarına yer verilecektir. Hicks, teknik ilerlemeyi tanımlarken, üretim faktörleri arasındaki marjinal ikame oranından yararlanır. Faktörler arasındaki ikame oranını, faktörlerin marjinal ürünleri belirler. Buna göre emekten tasarruf sağlayan teknik ilerleme emeğin sermayeye oranı sabitken, teknik ilerleme sermayenin marjinal ürününü emeğin marjinal ürününe kıyasla daha fazla artıyorsa, emekten tasarruf sağlıyor demektir. Sermayeden tasarruf sağlayan teknik ilerleme de şu şekilde tanımlanabilir: Yine emeğin sermayeye oranı sabitken, emeğin marjinal ürününü sermayenin marjinal ürününden daha hızlı arttıran teknik ,ilerleme sermayeden tasarruf sağlayan teknik ilerlemedir. Bu arada azgelişmiş ülkelerde hangi tip tekniğin tercih edileceği konusunda, özellikle geçmişte yapılan bir taştırmaya da, bu bağlamda değinelim. Herhangi bir malın üretimi için sermaye-yoğun ya da emek-yoğun tekniklerden hangisi seçilecektir? Bu soruyu, dönem ayırımı yaparak şöylece yanıtiayabiliriz: Azgelişmiş ülkelerde emek-yoğun tekniklerin seçilmesi, kısa dönemde iki avantaj sağlar. Bunlar: • Daha fazla işgücü istihdam olanağı, • Daha az yatırım malı ihtiyacı ve dolayısıyla daha az döviz gideri. Birinci nokta, uzun dönemde geçerli değildir. Çünkü uzun dönemde sermayeyoğun tekniklerin yaratacağı dolaylı genişletici etkiler uzun dönemde istihdam olanaklarının daha da büyümesine yol açar. Sermaye-yoğun tekniklerin seçilmesi, başlıca iki olumlu etki daha yaratır: • Daha yüksek katma değer (ya da işgücü verimliliğinin artması) • Ekonomide teknolojik düzeyin yükselmesi.
Emekten tasarruf sağlayan teknik ilerleme emeğin sermayeye oranı sabitken, teknik ilerleme sermayenin marjinal ürününü emeğin marjinal ürününe kıyasla daha fazla artıyorsa, emekten tasarruf sağlıyor demektir. Emeğin sermayeye oranı sabitken, emeğin marjinal ürününü sermayenin marjinal ürününden daha hızlı arttıran teknik .ilerleme sermayeden tasarruf sağlayan teknik ilerlemedir.
62
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Ekonomide daha yüksek katma değer yaratdması, bilindiği gibi makineleşmiş üretimin sonucu olarak ortaya çıkar. Üretimin yoğun sermaye (makine) kullanılarak yapılmasıyla işgücü verimliliğinde sağlanan artışlar, gelir yönünden ücret düzeyinin yükselmesine; talep yönünden de iç piyasanın genişlemesine yol açar. Teknolojik düzeyin yükselmesi ise, azgelişmiş ülkelerin sanayileşmesi ve kalkınması bakımından büyük önem taşır. Ayrıca sermaye-yoğun üretim teknikleri -nispeten pahalı da olsa-, kaliteli üretim bakımından da olumlu etkiler yaratır. Kaliteli üretim ülkenin dış piyasalarda da rekabetçi bir yapıya sahip olması olanağını getirir.
Teknoloji ve Ö l ç e k Sorunu Teknoloji ve işletme ölçeği, birbiriyle çok sıkı ilişkisi olan kavramlardır. Bir işletmenin ölçeği, belli sabit üretim faktörleriyle elde edilebilecek maksimum üretim miktarıyla belirlenir. Değişik alanlarda faaliyet gösteren firmalar, doğal olarak farklı ölçeklere sahiptir. Örneğin, dokuma sanayii ile demir-çelik sanayiindeki ölçekler, birbirinden çok farklıdır. Ölçek sorununun analizinde optimum ölçek kavramı önemlidir.
Optimum Ölçek Optimum ölçek, firmaların birim başına üretim maliyetlerini değiştirerek toplam kârı maksimum yapacak üretim faktörlerini bir araya getirdikleri ölçektir.
Optimum ölçek kavramı, firma bazında kullanıldığı gibi, sanayi dalları için de söz konusu edilir. Basit bir ifadeyle optimum ölçek, firmaların birim başına üretim maliyetlerini değiştirerek toplam kârı maksimum yapacak üretim faktörlerini bir araya getirdikleri ölçektir. Öte yandan optimum ölçeği, zamandan soyutlayarak tanımlamak da pek mümkün değildir. Çünkü zaman içinde değişen piyasa koşulları, optimum ölçeğin değişmesine yol açabilecektir. Ölçek sorununa geniş açıdan bakıldığında; piyasa büyüklüğü, piyasanın hızlı ya da yavaş büyümesi, uzmanlaşma, işbölümü v.b. etkenlerin dikkate alınması gerekir. Piyasa büyüklüğü ile firma ölçeği arasındaki ilişki şöyle açıklanabilir: • Piyasanın büyük olması, sermaye-yoğun üretim tekniklerinin kullanılmasına olanak verir. Bu tür üretim tekniği, genel olarak büyük ölçeklidir. • Büyük piyasalardaki rekabet koşulları, firmaların daha büyük ölçekli üretim tekniklerine geçmelerini gerektirir. • Piyasanın büyük olması, firmaların daha kolaylıkla uzun dönemli yatınm planlaması yapmalarına olanak verir. Büyük piyasa, firmalara büyük ölçeğe geçebilme olanağını vermektedir. Çünkü ileri teknoloji sabit sermayenin bölünemezliği nedeniyle, küçük piyasalar için uygun değildir.
İçsel Ekonomiler
Kütlesel üretimin iktisadiliği kavramı; üretim artışı nedeniyle maliyet de sağlanan düşmenin yarattığı içsel ekonomileri tanımlamak için kullanılır.
Piyasanın büyümesi ve dolayısıyla üretimin artması, firmalar için içsel ekonomiler (ölçekten yararlanma) yaratır. Bir firma üretim artışı nedeniyle, maliyetinde bir düşme yaratıyorsa, içsel ekonomiler sağlıyor demektir. Buna, kütlesel üretimin iktisadiliği denir. Ancak içsel ekonomilerin (tasarrufların) sağlanmasında da bir sınır vardır. Firmaların ücret, hammadde masrafları gibi üretim düzeyine doğrudan bağlı maliyet masrafları ile kira, amortisman, sigorta gibi üretim düzeyine doğrudan bağlı olmayan maliyet masraflarının üretim birimi başına düşen miktarının, üretim arttıkça ve kapasite sınırına yaklaştıkça düşmesi gerektiği açıktır. Doğrudan masraflar, çıktıdaki artışla hemen aynı oranda artarken; işletmenin sahip olduğu üretim
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
63
gücünden yararlanabildiği ölçüde, birim başına genel nitelikteki masraflar düşme gösterir. Normal kapasite sınırı aşılır aşılmaz ise, ek her birim çıktı için daha fazla masrafa katianılır. Bunun nedeni, birim başına genel masraflar önemli ölçüde düşürülemezken, birim başına doğrudan masrafların önemli biçimde artmasıdır. Buna örnek olarak, fazla çalışma, gece vardiyası ya da tatil günlerinde çalışma için genellikle daha yüksek oranlarda ek ödemelerin yapılması ya da satışları arttırmak amacıyla girişilen ek satış çabalarının daha fazla masraf getirmesi gösterilebilir. Buna göre içsel ekonomiler, esas olarak işletmenin normal kapasitesinin tümüyle kullanma sınırına gelinceye kadar ortaya çıkabilir. Bu sınıra henüz gelinmediği sürece, örneğin daha iyi iş bölümüne giderek, makineleri daha etkin kullanarak ve emekten daha iyi yararlanarak işletme içinde tasarrufta bulunma olanağı var demektir. Buna karşı işletmenin üretim düzeyinin, normal kapasite sınırını aşması halinde, içsel kayıpların ortaya çıktığı ve verimin gerilediği görülür. Buna göre her bir firmada, önce artan verimler ve normal kapasite sınırının aşılmasından sonra da azalan verimler yasasının geçerli olduğu ortaya çıkmaktadır. Azalan verimler yasasının mümkün olduğunca geç işlemesi için, firma büyüklüğünün önemi anlaşılmış olmalıdır. Nitekim, uygulamadan da görüldüğü gibi firmalar büyüdükçe üretim süreci dışında başka alanlarda da avantajlar sağlamaktadırlar. Bu nedenle uygulanacak kalkınma ve teknoloji politikası çerçevesinde bu amaçla büyük firmaların kurulması desteklenmelidir. Ölçekler büyüdükçe teknoloji açısından sağlanacak yararları şöylece belirtebiliriz: • Büyük ölçekli firmalar ekonomideki genel teknolojik düzeyin yükselmesini sağlar. • Araştırma ve geliştirme fonları kurulur, bu alanda somut çalışmalara olanak sağlanır. • Teknolojide dışa bağımlılık azalır; yerli yapım oranı yükselir, teknoloji ülke koşullarına uydurulur. Bu açıklamalardan, azgelişmiş ülkelerde kalkınma, teknolojik gelişme ve firma ölçeği gibi sorunların birbiriyle çok yakından ilgili oldukları, dolayısıyla kalkınma ve teknoloji politikasının birlikte ele alınması gerektiği daha iyi anlaşılmış olmaktadır.
Teknolojik Açık Kavramı Modern kalkınma literatüründe önemli bir yer tutan "teknolojik açık" kavramını tanımlamadan önce Schumpeter'den beri kullanılan, geleneksel "buluş" ve "yenilik" kavramlarına değinmekte yarar vardır. Teknolojik buluş, o güne kadar bilinmeyen bir tekniğin bulunması; teknolojik yenilik ise faktör donanımı, faktör fiyaüarı ve talep yapısı gibi ekonomik unsurlara göre hesaplandığında "iktisadi" bulunan buluşlann uygulama alanına sokulmasına denir. Her "yenilik" muüaka bir buluşa dayandığı halde, her "buluş", ekonomik koşullar elvermediği için uygulama olanağı bulup yeniliğe dönüşemez. "Teknolojik açık", iki ülkenin teknoloji düzeyleri arasındaki fark olarak tanımlanır. Bu tanımdaki "teknoloji düzeyi" kavramını iki ülkenin hem buluş ve hem de yenilik düzeyleri arasındaki fark olarak düşünmek gerekir. Teknolojik açık, bilimsel olarak iki ayrı şekilde ölçülebilir: Birinci ölçü yöntemle "yatırıma dönüştürülmeyen teknolojik açık" adı verilir ve çeşidi ülkelerin üretim fonksiyonları kıyaslanır. Bu amaçla ele alınan üretim fonksiyonu bir sektöre ilişkin
Teknolojik açıklık, iki ülkenin teknoloji düzeyleri arasındaki farkdır. Bu tanımdaki "teknoloji düzeyi" kavramını iki ülkenin hem bulu; ve hem de yenilik düzeyleri arasındaki fark olarak düşünmek gerekir.
64
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
olabileceği gibi, tüm ekonomiye de ilişkin olabilir, ikinci ölçme yöntemine ise "yatırıma dönüştürülmüş teknolojik açık" adı verilir. Bu kavrama göre iki ülke arasındaki teknolojik açık, her ülkenin sahip olduğu makine ve benzeri donanımın "yapılış yılına göre ölçülür. Böyle bir ölçü son model makine ve benzeri donanımın, eski modellere göre daha üstün olduğu varsayımına dayamr. Matematiksel olarak ise teknolojik açık, ileri ülkenin bugünkü teknoloji düzeyi ile geri kalmış ülkenin bugünkü teknoloji düzeyi arasındaki fark olarak ölçülür. Eğer ileri ekonomilerde teknolojik ilerleme yavaşlar, hatta bir süre sonra duracak olursa teknolojik açık daha çabuk kapanabilir. Buna karşılık geri kalmış ekonomilerin, ileri ekonomileri her yıl aynı hızla izledikleri çok kuşkuludur. Çünkü aşağıda gösterilmiş olduğu üzere, teknolojik yeniliklerin azgelişmiş ülkelere yayılması sermaye birikimi, gelir artış ve eğitim düzeyinin yükselmesi gibi az gelişmiş ülkelerde güç ve geç gerçekleşen koşullara bağlıdır. Dolayısıyla teknolojik açığın hangi sürede kapanacağını önceden belirlemek hemen hemen olanaksızdır.
Teknolojik Açığı Yaratan Faktörler iki ülke arasında teknolojik açık yaratan faktörler çok çeşididir. Geleneksel düşünce kalıplarından bugünkü eğitim düzeyine kadar çok değişik etkenler toplumun teknoloji düzeyini ve dolayısıyla diğer ülkelerle de olan teknolojik açığı belirler. Onun için burada sadece ekonomik kalkınma yönünden özel bir önem arz eden unsurlar üzerinde duracağız. iki ülke arasında teknolojik açık yaratan unsurların başında bilgilerin ve teknolojik yeniliklerin ülkeden ülkeye geçişini zorlaşüran nedenler gelir. Bu nedenlerin bir kısmı patent hakları gibi bilgi ve teknoloji aktarımım sınırlayan hukuksal kurumlardır. Diğer sınırlamalar kimi bilgi ve teknolojinin, yapılan makine ile bir ve aynı şey halini alması ya da bir makineyi kullanma bilgisine dönüşmüş olmasıdır. O makineyi satın alamadıkça ya da kullanma yönünden bir eğitimden geçmedikçe onunla ilgili bilgi ve teknoloji aktarılamaz. Hemen buna bağlı olarak değinilmesi gereken bir diğer nokta, teknolojiyi kendine aktarmak isteyen ülkenin eğitim düzeyidir. Bir iktisatçınm belirttiği gibi, teknoloji düzeyinin yükseltilmesi, bu amaçla eğitilmiş insan sayısma bağlıdır. Teknolojik açığın büyüklüğünü belirleyen bir diğer önemli unsur da gelir düzeyidir. Gelir düzeyi bir taraftan araştırma harcamalarımn finansmanı yönünden, diğer taraftan yüksek talep potansiyeliyle sürekli araştırma ihtiyacı yaratması yönünden teknolojik ilerlemeyi destekler. Gelir düzeyi, hem toplam ve hem de bireysel yönden düşük olan azgelişmiş ekonomilerde araştırma ve buluş, destek ve ilgi görmeyen iki unsur halinde kalır. Teknolojik açığı yaratan faktörler arasında belirtilmesi gereken bir diğer faktör de "zaman"dır. Dünya üzerindeki ülkelerin insanları birbirlerinden farklı zeka yapısına sahip değildir. Buna rağmen kimileri ülkeleri içinde rahatlıkla seyahat edemezken kimilerinin uzaya gitmeleri, ikinci gruba giren ülkelerde bilimsel çalışma ve araştırmaların daha uzun bir geçmişe sahip olmalarıyla açıklanabilir. Bugün teknoloji düzeyini zamanın bir fonksiyonu olarak kabul etmek, yaygın bir görüş halindedir. Teknolojik açığı yaratan faktörlerin bir kısmı da ekonomi dışı unsurlardır. Yeniliğe karşı koyan geleneksel davranışlar, sosyal kurumlar, bireylerin "iktisadi davranış" güdüsünden yoksun olmaları ve siyasal istikrarsızlık gibi nedenler, bu tür ekonomi dışı davranışlara örnek olarak gösterilebilir.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
Teknolojik Açık ve Sermaye Birikimi Teknolojik yenilikler, yukarıda da belirtilmiş olduğu üzere ancak ve ancak yatırımlarla ortaya çıkar. Her yatırım yeni makine ve benzeri donanım yaratılması demek olduğuna göre, sorun bu yönden ele alındığında iki ülke arasındaki teknolojik açık iki ülkenin yatırım miktarı arasındaki farkın bir fonksiyonu olacaktır. Bir başka deyişle, yüksek yatırım artış hızına sahip ülke teknolojik yönden diğerinden daha ileriye gidecek, eğer geride ise aradaki açığı hızla kapatacaktır. Böyle bir yargının doğru olabilmesi ancak her yeni makine ve benzeri donanımın eski makine ve benzeri donanımdan daha üstün olmasına bağlıdır. Teknolojik yönden üstünlük ortalama üretim maliyetierinin azalmasıyla kendini belli eder. Ortalama üretim maliyetlerinin azalması ise yukarıda değinildiği üzere, belli üretim faktörleriyle daha çok üretimde bulunmak anlamına gelir. Ekonomide eski makine ve benzeri donanımın yenilenmesi, böyle bir yenileme kârlı ise yapılır. Dolayısıyla, herhangi bir sektörde "yeni" bir makinenin bulunması, mevcut makinelerin hemen değiştirileceği anlamına gelmez. İlk değiştirilecek makineler en eski makinelerdir. Böylece, yıllar geçtikçe değiştirilen makine sayısı artar. Üzerinde düşünülmesi gerekli olan konu, ülkelerin "modern makineleri benimseme hızını hangi faktörlerin belirlediğidir. Yapılan araştırmalar bir ülkenin modern makineleri benimseme hızının şu ekonomik faktörlere bağlı olduğunu göstermiştir: • Yeni makinenin eskisine göre üstünlük derecesi • Eski makinelerin amortisman süresi • Yeni makine fiyatının yüksekliği • Makinenin yenileneceği ülkedeki faiz oranının yüksekliği • Makinenin yenileceği ülkedeki ücret düzeyinin yüksekliği • Değiştirilecek makinenin hurda değeri • Makinenin yenileneceği sektörde rekabetin yoğunluğu Azgelişmiş ekonomiler yönünden bu faktörler arasında en önemli olanları üçüncü, dördüncü ve yedinci maddelerde belirtilenlerdir. Azgelişmiş ülkeler yeni makineleri genellikle ithal edecekleri için döviz sıkıntısı, taşıma masrafları ve gümrük vergileri gibi unsurlar makinelerin yenilenmesini geniş ölçüde engeller. Öte yandan ücret düzeyinin düşük olması, girişimcilerin, çoğu kez sermaye yoğun teknikleri temsil eden yeni makinelere ilgi duymasını önleyecektir. Ayrıca azgelişmiş ekonomilerdeki güçlü tekelci eğilimler, modası geçmiş ve eskimiş makinelerle yüksek kârlar elde edilmesine olanak verir. Bu, modern makineleri benimseme hızını azaltır.
Teknolojik Açık ve Yaparak Öğrenme Teknolojik ilerlemelerin bir kısmının "yatırıma dönüşmeden"ortaya çıkabileceğine değinmiştik. Bu tür teknolojik değişmeler eğitim, araştırma, organizasyon ve yönetim yoluyla emeğin kalitesini ve dolayısıyla verimliliğini yükseltmek anlamına gelir. ARROW'un geliştirdiği "Yaparak Öğrenme" modeli, yatırıma dönüştürülmeyen teknolojik değişme ve ilerlemelere güzel bir örnek oluşturur. "Yaparak Öğrenme"modeline göre öğrenme, deneyimin ürünüdür. Yine öğrenme ile ilgili bir diğer kural da, öğrenmenin tekrarlamalara sıkı sıkıya bağlı olduğudur. Kalkınma literatürüne "HORNDAL Etkisi" diye geçen bir olay bu görüşleri doğrulamaktadır. Buna göre, isveç'te Horndal demir işletmelerinde 15 yıllık bir süre
65
66
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
içinde hiç yatırım yapılmadığı ve üretim yöntemlerinde hiçbir önemli değişiklik meydana gelmediği halde üretimin %30 oranında arttığı görülmüştür. Köklü sanayi kuruluşlarının hepsinde gözlenebilecek olan bu durum, deneyimin, dolayısıyla öğrenmenin teknolojik ilerlemeyi nasıl gerçekleştirdiğini göstermektedir.
Teknolojik Açık ve "Geç Gelenlerin Avantajı" Kuramı
"Geç gelenlerin avantajı" kuramına göre, "azgelişmiş" ülkeler sanayileşmiş Ikelerden daha yüksek bir hızla kalkınma şansına sahiptirler.
Gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasında mevcut teknolojik açığın, her zaman azgelişmiş ülkelerin aleyhine olmayacağı, tersine bu ülkelerin daha çabuk sanayileşmesine olanak vereceği görüşü kimi iktisatçılar tarafından benimsenmiştir. "Geç gelenlerin avantajı" diye bilinen bu kurama göre, "azgelişmiş" ülkeler sanayileşmiş ülkelerden daha yüksek bir hızla kalkınma şansına sahiptirler. Çünkü ileri teknolojiye sahip olabilmek için, sanayi ülkelerinin geçirdiği uzun, zahmetli ve yüksek maliyeüi deneyimi yeniden yaşamalarına gerek yoktur. Modern teknoloji hazır olarak kendilerini beklemektedir. Bu yüzden, "geç gelenlerin" yeni araştırmalara ve deneyimlere girmeden ve orta düzeyli teknolojileri kullanmadan modern teknolojiye geçmeleri mümkündür. "Geç gelenlerin avantajı" yalnızca "hazır teknolojiler" bulmak değildir. Bunun yanında, hazır teknolojilerin aktarılmasını ve benimsenmesini engelleyecek bireysel ve toplumsal baskılardan uzaktırlar. Azgelişmiş ekonomilerde "fosilleşmiş' yani, toplum içine yerleşip bir gelenek halini almış sanayi teknolojisi yoktur ya da çok azdır. Bu tür ekonomilerde teknolojik yenilikleri aktarmak ve benimsetmek; "fosilleşmiş" sanayileri olan ülkelere oranla daha kolaydır. Örneğin ABD'nin mevcut Avrupa teknolojisini hızla benimsemesini, büyük ölçüde "fosilleşmiş" teknolojiye sahip olmaması ile açıklayabiliriz. Buna karşılık, uzun bir sanayileşme deneyimine sahip İngiltere'de teknolojik yenilikler çok güç ve geç benimsenmektedir. Geç gelenlerin avantajı'nın sanıldığı kadar önemli olmayacağını savunan iktisatçılar da vardır. Bu iktisatçılara göre, gerçekten de bugün "hazır teknolojiler" azgelişmiş ekonomileri beklemektedir. Fakat bu "hazır teknolojileri" ithal etmek ve kullanmak yüksek bir sermaye birikim hızına ulaşmayı gerektirmektedir. Çünkü mevcut modern teknolojinin özelliği son derece sermaye yoğun bir teknoloji olmasıdır. Azgelişmiş ülkelerde ise hızlı sermaye birikimi kalkınmada karşılaşılan en önemli engel durumundadır. Öte yandan sermaye birikimini hızlandırmak da sorunu çözmeğe yetmemektedir. "Modern teknolojinin ithali" sermaye birikiminin dövize dönüştürülmesi yoluyla gerçekleşir. Bu ise azgelişmiş ekonomilerin modern teknolojiyi aktarmadan önce belli bir gelişmişlik düzeyine gelmesini gerektirir. Buna ek olarak modern teknolojinin hızla gelişmesi, mevcut makine ve benzeri donanımı modası geçmiş hale getirmektedir. Böyle bir ortamda azgelişmiş ekonomiler hazır teknolojiyi aktarmış olsalar bile çok geçmeden "antika olmak" durumuyla karşılaşmaktadır. Özetlersek, "geç gelenlerin avantajı" olduğu doğrudur. Ne yazık ki azgelişmiş ülkeler modern teknoloji dünyasına "çokgeç"gelmişler ve sahip oldukları avantajları kullanamaz olmuşlardır. Geç gelenlerin avantajını önemli kabul etmeyen iktisatçılar hangi varsayımları ileri sürmektedirler? Bu görüşleri tartışınız.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
Teknoloji Aktarımı Önceden sanayileşmiş ülkelerde teknoloji ve ölçek sorunları nispeten kolay bir biçimde çözümlenebilmiştir. Yeni buluşlar, az sermayeli küçük ölçekli firmalarca gerçekleştirilmiş ve uygulamaya konulabilmiştir. Üretim tekniğinin basit ve işletme ölçeklerinin küçük olması büyük sorunlar yaratmamıştır. Oysa günümüzde durum böyle değildir. Yeni teknoloji daha çok makineye dayalı ve ileri derecede uzmanlaşmayı temel almaktadır. İşletmeler ilk defa belli ölçeklerde kurulurken ya da ölçeklerini büyütmek istediklerinde modern teknoloji nedeniyle, yapılarındaki sermaye-emek oranı büyümektedir. Bu, üretimde genel olarak daha sermaye-yoğun tekniklerin giderek yaygınlaşması demektir. Doğal olarak bu durum, sanayileşme çabasındaki azgelişmiş ülkeler için önemli teknoloji sorunları getirmektedir. Azgelişmiş ülkelerin mevcut faktör donanımları (sermayenin kıt, emeğin fazla olması) ile ileri teknoloji, bir uyumsuzluk yaratmaktadır. Azgelişmiş ülkeler genel olarak, teknoloji yaratamadıkları için ihtiyaç duydukları teknolojiyi bu alanda gelişmiş olan ülkelerden aktarmak zorundadırlar. Başka bir deyişle azgelişmiş ülkeler, mevcut yapısal koşullara bağlı olarak teknolojik düzeyleri çok geri olduğundan ve yeni teknoloji yaratma olanağından yoksun bulunduklarından, teknoloji ithal etmek zorundadırlar. Bu ithalatın elbette bir bedeli vardır. Bu ödemeyi bir bakıma, teknoloji geliştiren ülkelerin araştırma ve geliştirme masraflarına azgelişmiş ülkelerin bir katkısı olarak düşünebiliriz. Azgelişmiş ülkelerin teknoloji aktarmada kullandıkları araçların başlıcalar şunlardır:
Yatırım Malı İthalatı ile Aktarılan Teknoloji Azgelişmiş ülkelerin kalkınma ve sanayileşme süreçlerinde yaptıkları ithalat içinde en önemli kalemi yatırım malları ithalatı oluşturur. Özellikle ileri teknoloji ürünü olan bu yatırım malları, aynı zamanda belli bir teknolojinin de ithal edilmesi demektir. Bilindiği gibi, üretme bilgisi diyebileceğimiz teknoloji, en somut ve yoğun biçimiyle kendini yatırım malları olarak gösterir. Aslında yatırım mallarının nispeten pahalı olmasının en başta gelen nedeni de budur.
Yabancı Özel Sermaye Girişi ile Aktarılan Teknoloji Teknoloji aktarımının ikinci yolu, ülkeye giren yabancı özel sermayedir. Önceki kısımda da belirttiğimiz gibi azgelişmiş ülkelerin temel sorunlarından birisi yerli sermaye birikiminin yetersiz olmasıdır. Bu yetersizliği gidermek amacıyla, ülkeye yabancı özel sermaye girişi sağlandığında, bu sermayeyle birlikte teknoloji de ithal edilmiş olur. Yabancı özel sermaye ister bizzat kendisi, isterse yerli ortaklarla birlikte yatırıma girişsin, kalkınma ve yabancı sermaye politikasıyla, ülke için gerçekten yararlı olacak teknolojiyi getirmiş olmalıdır.
Patent Anlaşması ile Aktarılan Teknoloji Azgelişmiş ülkelerin yaygın bir biçimde uyguladıkları bir başka teknoloji ithalatı, yabancı ülkelerdeki firmalardan belli teknolojilerin patentlerini satın almalarıdır. Patent satın alan ülke, bir bakıma bu yolla masraflara katılmış olmaktadır. Bu yolla, daha çok tüketim mallarının üretim tekniği satın alınır. Yukanda ana hatlanyla değindiğimiz yollardan hangisiyle sağlanırsa sağlansın, azgelişmiş ülkelerin teknoloji aktarımında ulusal ekonominin uzun dönemli ihtiyaçlan gözden ırak tutulmamalıdır. Azgelişmiş ülkelerin yapacakları uygun tekno-
67
68
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
loji ithalatı, sadece ülkenin teknoloji açığını kapamakla kalmayıp gelecekte de teknoloji düzeyinin sürekli olarak yükselmesine katkıda bulunmalıdır. Bu da ancak, uzun dönemli sanayileşme politikası çerçevesinde uygun ve gerekli bir teknolojik araştırma ve uygulama ile mümkündür. Bu yapılmadığı taktirde, teknoloji alanında sürekli olarak dışa bağımlı kalma tehlikesi ortaya çıkar. Yüksek derecede ve süreklilik gösteren teknolojik bağımlılık, sanayileşme çabalarını engeller, ekonominin dışa açılmasını önler, dış ödeme güçlüklerine neden olur; kısaca ve özede kalkınma hamlesini durdurur.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
69
Özet İktisadi kalkınma ve sermaye birikimi arasında 1
na-
_ sil bir ilişki vardır?
İktisadi kalkınma
ve teknoloji arasında
nasıl bir
ilişki vardır?
Sermaye birikimi, kalkınmanın can damarı olarak
Teknolojik gelişmenin az gelişmiş ülkelerin kalkın-
görülür. Sermaye birikimi, yalnızca tasarruf ve ben-
ma süreçlerinde çok önemli yer aldığı anlaşılır. Çün-
zeri yollarla beslenen sermaye arzı ile açıklanamaz.
kü teknolojik ilerleme, sadece üretim tekniğinde
Arz yanında sermaye talebinin, özellikle azgelişmiş
meydana gelen bir değişme olmayıp, bunun da üze-
ülkelerde büyük bir önemi vardır.
rinde toplumun sosyal ve kültürel değer yargılarını değiştiren ve böylece kalkınmanın sosyo-kültürel
Belirli bir kalkınma 2«
düzeyine ulaşabilmek
rekli sermaye miktarı nasıl
için ge-
hesaplanır?
engellerini ortadan kaldıran bir gelişmedir. Teknoloji kavramı çeşitli biçimlerde tanımlanmak-
Belirli bir kalkınma düzeyine varabilmek için ne
tadır. Biz burada teloıolojiyi, ihtiyaç duyulan mal
kadar sermaye gerekeceği, daha teknik deyimle her
ve hizmetlerin üretimi için gerekli üretim faktörleri-
yıl milli geliri belirli bir oranda artırmak için, bu ge-
nin organizasyonu olarak tanımlayacağız, iktisadi
lirden ne kadarmm tasarruf edilip yatırımlara dö-
gelişme ile teknolojik ilerlemenin bağdaştırılmasın-
nüştürüleceği de önemlidir. Bu sorunun yanıtım
da temel ila amaç göz önünde tutulur:
basit fakat çok kullanışlı bir araç olan sermaye-ha-
• Üretimin maksimizasyonu ve
sıla katsayısı yardımıyla verebiliriz.
• İstihdam olanaldarının arttmlması Basit bir yaklaşımla, özellikle azgelişmiş ülkeler
Sermaye talebi ve bunu etkileyen unsurlar
nelerdir?
için birinci amaç yanında ikinci amacı da gerçek-
Azgelişmiş ülkelerde öne sürülebilecek kısır dön-
leştirebilen teknolojik ilerlemenin optimal olduğu-
gülerden biri de, bilindiği gibi sermaye talebiyle il-
nu söyleyebiliriz.
giliydi. İşte bu döngüyü oluşturan faktörlerden en
Teknolojik ilerlemeyi, bir bakıma yeni malların üre-
önemlisi, girişimcilerin yatırım yapma istek ve eği-
tilmesi olarak da anlayabiliriz. Bu yalnızca, öteden
limini zayıflatan pazarın küçüklüğüdür. Teknik, yö-
beri varolan malların daha uygun koşullarda artan
netsel, kurumsal, sosyal ve psikolojik etkenler ya-
üretimi değil; bununla birlikte o zamana kadar hiç
nında, pazarm darlığı sermaye talebinin de çok dü-
bilinmeyen yeni malların da üretimi demektir. Bu-
şük olmasına yol açmaktadır. Öte yandan, pazar
na göre, iktisadi gelişme açısından teknolojik geliş-
darlığmm nedenleri olarak para politikasını, nüfu-
menin incelenmesi kadar, teknolojik ilerlemenin
su, ülkenin yüzölçümünü ve gümrükleri sayabilir-
gelişmeye olan katkısı da önem taşımaktadır.
sek de birincil unsur üretim sürecinde görülen düşük verimliliktir. Bunun nedeni ise, üretimde yo-
Teknoloji ve üretim fonksiyonu
arasında
nasıl bir
ğun sermaye kullanılmıyor olmasıdır. Başka bir de-
ilişki vardır?
yişle, özel girişimcilerin yeterli ölçüde sermaye ya-
Teknoloji, iktisadi yaklaşımda üretimde bulunmak
tırımlarına gitmemeleridir. Bu nedenle kısır döngü,
için kullanılması gerekli üretim faktörlerini ve bun-
ancak bilinçli, tutarlı ve kapsamlı bir yatırım hamle-
lar arasındaki bileşim oranlarını gösteren bir üretim
sini içeren kalkınma politikalarıyla kınlabilecektir.
fonksiyonudur. Y = f(K,E) şeklinde göstereceğimiz bir üretim fonksiyonu, aynı zamanda bir teknolojiyi de belirlemektedir. Teknolojik değişme çeşitleri "etkisiz teknolojik değişme", "sermaye yoğun ya da emek tasarruf edici" ve "emek yoğun ya da sermaye tasarruf edici" olmak üzere üç başlık altında toplanabilir.
70
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Azgelişmiş
ekonomilerde
teknolojik
yönden
ser-
avantajı kuramı
nedir?
"Geç gelenlerin avantajı" olarak bilinen kurama gö-
koşullar
re bugünün sanayileşmiş dünyasına azgelişmiş ola-
nelerdir?
rak gelen ülkeler, sanayileşmiş ülkelerden daha
Azgelişmiş ekonomilerin teknolojik yönden "ser-
yüksek bir hızla kalkınma şansına sahiptirler. Çün-
maye-yoğun" ya da "emek-yoğun" tekniklerden
kü ileri teknolojiye sahip olabilmek için, sanayi ül-
hangisini tercih etmesi gerektiğinin belirlenmesi şu
kelerinin geçirdiği uzun, zahmetli ve yüksek mali-
koşullan gerekli kılar: Tek bir işletme ya da tek bir
yetli deneyimi yeniden yaşamalarına gerek yoktur.
ya da emek-yoğun
gisini tercih etmesi gerektiğini
tekniklerden belirleyen
sektör yönünden ele alındığı zaman hangi tip tekniğin seçilmesi gerektiğini mevcut faktör miktan ve faktörlerin fiyatları belirler. Ancak konuyu bütün ekonomi yönünde ele aldığımız zaman, faktör miktarı ve faktör fiyatları yanında, çeşitli sektörlerin özellikleri ve zaman içindeki gelişmeler de yapılacak teknolojik tercihi etkileyecektir. ~| Teknolojik açık nedir? Bu açığı yaratan 7jf
Geç kalanların
han-
maye-yoğun
faktörler
nelerdir? Teknolojik açık, iki ülkenin teknoloji düzeyleri arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Teknolojik açık bilimsel olarak iki şekide ölçülebilir: Birinci ölçü yöntemine "yatırıma dönüştürülmeyen teknolojik açık", ikinci ölçü yöntemine "yatırıma dönüştürülmüş teknolojik açık" adı verilir. İki ülke arasmda teknolojik açık yaratan faktörler çok çeşididir. Geleneksel düşünce kalıplarından bugünkü eğitim düzeyine kadar çok değişik etkenler toplumun teknoloji düzeyini ve dolayısıyla diğer ülkelerle olan teknolojik açığı belirler. Teknolojik yenilik yatırımlarla ortaya çıkar. Her yatırım yeni makina ve benzeri donanım yaratılması demektir. O halde iki ülke arasındaki teknolojik açık iki ülkenin yatırım düzeyi arasındaki farkın bir fonksiyonu olacaktır. Ekonomide eski makine ve benzeri donanımın yenilenmesi, böyle bir yatırım kârlı ise yapılır.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi sermaye malı değildir? a. Ulaşım araçları b. Hammaddeler c. İş makinaları d. Torna tezgahları e. Elektrikli makinalar 2. Bir ekonomide Y = 400 birim; k = 3 (P = 0303) g = % 8 dir. Bu ekonomide % 8'lik büyümenin sağlanabilmesi için ne kadar yatırım ve dolayısıyla tasarruf yapmak gerekir? a. 50 b. 75 c.
80
d. 90 e. 96 3. Aşağıdakilerden hangisi, yatırımın olgunlaşma süresini ifade eder? a. Yatırımın başlaması ile tamamlanması arasında geçen süreye b. Yatırım kararı ile yatırımın başlaması arasında geçen süreye c. Gelir değişmesi ile yatırım kararının alınması arasında geçen süreye d. Yatırımın uyarılması ile yatırımın tamamlanması arasında geçen süreye e. Talep değişmesi ile yatırım kararının alınması arasında geçen süreye 4. Tamamlanmış bir yatırımın hesaplanan üretim kapasitesine göre tanımlanan sermaye-hasıla katsayısı aşağıdakilerden hangisidir? a. Net b. Projeye ilişkin c.
Teknolojik
d. Cari e. Ortalama 5. Nurkse'e göre, pazarm genişliğini belirleyen asıl unsur aşağıdakilerden hangisidir? a. Gümrükler b. Ülke yüzölçümü c. Verimlilik d. Kârlılık e. Nüfus
71
6. Aşağıdakilerden hangisi e n doğru teknoloji tanımını verir? a. Üretimde bulunmak için kullanılması gerekli tüketim mallan ile bunların üretimle ilgisini gösteren bir fonksiyondur. b. Üretimde bulunmak için kullanılması gerekli üretim faktörlerini ve bunlar arasındaki birleşim oranlanın gösteren bir üretim fonksiyonudur. c. Üretimde bulunmak için kullanılması gerekli doğal kaynakları ve bunlar arasındaki birleşim oranlarını gösteren bir üretim fonksiyonudur. d. Üretimde bulunmak için kullanılması gerekli sermaye mallarını ve bunlar arasındaki birleşim oranlannı gösteren fonksiyondur. e. Üretilecek tüketim malları ile kullanılacak girdi miktarlannı gösteren fonksiyondur. 7. Alternatif üretim teknikleri arasından seçim yaparken aşağıdaki değişkenlerin hangisinden yararlanılır? a. Sermaye fiyatı b. Emek fiyatı c. Faktör fiyatı d. Sermaye miktan e. Emek miktan 8. Aşağıdakilerden hangisi teknolojik açığı ifade eder? a. İki sektörün teknoloji düzeyleri arasındaki fark b. İki piyasanın teknoloji düzeyleri arasındaki fark c. İki endüstrinin teknoloji düzeyleri arasındaki fark d. İki ülkenin teknoloji düzeyleri arasındaki fark e. İki malla ilgili üretimin teknoloji düzeyleri arasındaki fark 9. Aşağıdakilerden hangisi geç gelenlerin avantajlarından
değildir? a. Hazır teknolojiler bulmak b. Fosilleşmiş teknolojilerden kurtulmak c. Orta düzeyli teknolojileri kullanmamak d. Yüksek kalkınma hızı yakalamak e. Sermaye yoğun teknolojileri daha kolay elde etmek 10. Azgelişmiş ülkelerin kalkınma ve sanayileşme süreçlerinde yaptıkları ithalat içinde aşağıdakilerden hangisi e n önemli kalemi oluşturur? a. Ara mallan b. Tüketim mallan c. Lüks mallar d. Yatınm malları e. Fakir mallar
72
44
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
Yaşamın İçinden
44
"istanbul Sanayi Odası geçenlerde Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşunu açıkladı. Geçen hafta da ikinci 500 büyük firma açıklandı. Yapılan açıklamada şu hususların üzerinde özellikle duruldu: Satış kârlılığı eksi yüzde 1.55; 485 özel şirketten 145'i zarar etti. Reel olarak üretimden satışlar yüzde 4.3, net satış hasılatı yüzde 6.2 arttı, buna mukabil ödenen faizlerin satışlara oranı 2000 yılında yüzde 5 iken, 2001 yılında yüzde 8.2'ye yükseldi. Yaratılan katma değer içinde faizlerin payı aym yıllarda yüzde 33'ten yüzde 77.9'a yükseldi. Sonuçta, dönem net kârı 83.7 trilyon liradan 363.3 trilyon lira zarara dönüştü. Özetle yetkililer, bu olumsuz tabloyu finansman giderlerinin yüksekliği, iç talebin düşüşü ve yüksek kur farkı faktörlerine bağladılar. Bu analizin bir benzerini ilk 500 firma için yapsamz, üç aşağı beş yukarı aynı sonuçlarla ve aym yorumlar ile karşılaşırsınız. Yorumlar doğrudur da. İç tüketim düşmüştür, faizler yüksektir ve çok faiz ödenmiştir, kur farkları da yüksek bir maliyet unsuru olmuştur. Ama, bu faktörlerin doğru ve mevcut olması reel sektörü gerçekçi yapıyor mu? Zorlamalar olmasına rağmen gerçek çözümlere doğru bir gidiş var mı? Mutlaka bazı gayretler vardır ama biz bunların yeterli olmadığını düşünüyoruz. Yukarıdaki şu faktörlere bir bakalım: İç pazarın daralması karşısmda, yapılacak birinci şey, satışları iç pazardan dış pazara yöneltebilmektir. Nitekim, ikinci 500 firmanın satışları içinde ihracatın payı yüzde 17'den yüzde 26'ya çıkmış. Ama, bunu sürdürebilmek kolay değildir, yatınm ve verimlilik artışı gerektirir. Diğer taraftan, ihracat ülkenin mukayeseli üstünlüklerini iyi kullanmaya ve dünya piyasalarında bunu iyi pozisyonlandırmaya bağlıdır. Enflasyonun her türlü ayıbı örttüğü bir iç piyasa kültüründe büyümüş ve ölçek ekonomilerinden uzak ( ve de iş sahipliğini kaybetme korkusundan bunu görmemezlikten gelen) bir sanayi yapısı bu konuyu da uzun yıllar ihmal etmiştir. Yapılacak ikinci şey maliyetleri düşürmek ve içeride düşen satm alma gücünü telafi etmektir. Bunu yapmak da çok ciddi ve uzun vadeli kurumsal düzenlemeleri gerektirir. Yüksek reel faizler ve kur farkları konusunda ise Türk sanayii daha gerçekçi olmak durumundadır Ülkelerin ekonomik sınırlarının coğrafî sınırları ile örtüşmediği bir dünyada artık yüksek reel faizle (daha geniş bir tanımla, yüksek maliyetli dış kaynak) iş yapılamaz. Kısacası, özvarlıksız iş yapma dönemi kapanmıştır. Uzunca bir dönem, analizlere 'özvarlık rakamı' rehberlik edecektir; başka rakamlar değil. Özetle, finans sektörünün ardından, gerçekçi olma ve alışkanlıklardan arınarak iş yapma zamam artık reel sektöre gelmiştir."
•W
Okuma Parçası Yatırımların teşviki piyasanın hacmiyle sınırlıdır: Bu görüş, Adam Smith'in meşhur işbölümü piyasanın genişliği ile sınırlıdır ilkesinin modern ifadesidir. Açık ve basit olan bu nokta, iş çevrelerince uzun zamandır bilinmektedir. Hemen göze çarpan diğer husus da fakir ülkelerde iç piyasa için mal ve hizmet üretiminde sermayenin kullanılması, bu piyasa hacminin darlığı, halkın satın alma gücünün zayıflığı -sadece parasal anlamda değil, gerçek anlamda da- gibi nedenlerle kısıtlamalara uğramasıdır. Eğer sütün sorun parasal talepteki yetersizlikten ibaret olsaydı, bu sorunu parayı çoğaltarak çözmek mümkün olurdu. Oysa ki paranın arttınlması, bu sorunu ortadan kaldırmamakta, sadece fiyatiarda bir enflasyon meydana getirmektedir. Bu açık gerçek, sermaye arzı teşvikinin piyasanın hacmiyle sınırlı olduğu hususu sadece bugünkü dünya devletlerinin değişim ekonomileri için değil, Robinson Crusoe gibi tümüyle soyutlanmış bireysel ekonomiler için bile değerini korumaktadır. Çocukluğumuzdan bildiğimiz Robinson Crusoe'nun elinde bulunan (örneğin sahile vurmuş bir tahta sandık içinden elde ettiği) birkaç yüz adet çiviyi, balık ağlanm asmak ya da diğer kişisel ihtiyaçlarını gidermek amacıyla ağaçlara çivilemek istediğini düşünelim. Bunu başarabilmek için her şeyden önce oturup basit de olsa bir çekiç yapması gerekecektir. Bu takdirde harcayacağı bütün emek azalmış olacak ve işini daha çabuk yapmayı başaracaktı. Buna karşılık elinde yalnız iki ya da üç tane çivi olsaydı,bu miktar için, basit de olsa bir çekiç yapmak gereksiz bir davranış olacaktı. Çekiç yerine gerekli büyüklükte bir taşla çivileri ağaca çakacaktı. Bu ise hem elverişsiz hem de daha ağır bir çalışma tarzıdır. Buna rağmen, sadece birkaç çiviyi bir ağaca çakmak için çekiç şeklinde belirecek sermaye donanımı yapmak iktisadi bir davranış olamazdı. Dünya değişim ekonomisinde, bir ülkenin iç pazarlarının küçüklüğünün, modern sermaye donanımının belirli bir endüstri kolunda kullanılması arzusunu ve girişimini baltalayıcı etkiler yarattığı görülebilir. Halkının büyük bir kısmı çok fakir bir ülkeyi örnek olarak alalım. Bu ülke halkı fakirlikleri yüzünden deri ayakkabı giyemiyorlarsa, böyle bir ülkede, modern bir ayakkabı fabrikası kurmak, her şeyden önce iç pazann darlığı dolayısıyla, gelecek vadeden bir girişim olmak özelliğini nasıl kazanabilir? Bugün Birleşik Amerika'da herkesin kullandığı ve bol miktarda tükettiği öyle ürünler vardır ki, geliri düşük bir ülkede son derecede az miktarda tüketilmektedir. Bu ürünleri böyle fakir bir ülkede bir tek makinenin, birkaç gün ya da haf-
Kaynak: Korkmaz İLKORUR, "Gerçekçilik ve Reel Sektör",
talık bir çalışma dönemi içinde bir yıllık ihtiyaca yetecek
Radikal, 03/09/2002.
kadar ürettikten sonra, işlemez hale gelmesi işten bile de-
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
ğildir. Örneğin Şili'de, modern bir demir fırınının, üç saatlik bir çalışma süresi sonunda, ülkenin bir yıllık ihtiyacını karşılayacak kadar üretimde bulunduğu anlaşılmıştır. İşte bundan dolayıdır ki, bazı Güney Amerika devletlerinde, yabancı sermayeye ait bulunan bazı fabrikalar ve atölyeler, iç pazarların darlığı nedeniyle, bir süre sonra kapanmak zorunda kalmışlardır." Kaynak: Ragner NURKSE, (çev. Şevki ADALI), Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Menteş Kitabevi, İstanbul, 1964, s.12-14.
73
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1
Hasıla artışı ile bunu sağlayacak olan ek sermaye ihtiyacı arasındaki ilişkiyi kurar.
Sıra Sizde 2 S = 0,07 x 4 = 0,28 I = S = 0,28 x 100 = 28 birim. Demek ki yüzde 7'lik gelişme hızı sağlamak, yani hasılayı yüzde 7 artırmak için, bu ekonomide milli gelirin yüzde 28'ini tasarruflara ve yatırımlara ayrılması gerekecektir.
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. b
Yanıtınız yanlış ise, "iktisadi Kalkınma ve Sermaye Birikimi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
2. e.
Yanıtınız
yanlış
ise,
"Sermaye
İhtiyacının
Saptanması" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 3. a
Yanıtınız yanlış ise, "Sermaye -Hasıla Katsayısının Varsayımları ve Türleri" bölümünü yeniden göz-
4. c
den geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Sermaye -Hasıla Katsayısının Varsayımları ve Türleri" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
5. c
Yanıtınız yanlış ise, "Pazarın Genişliğini Belirleyen
6. b
Unsurlar" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Teknoloji ve Üretim Fonksiyonu" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 3 Yatınmların olgunlaşma süresi, yatırımın başlaması, yani yatırım karannın uygulamaya geçmesi ile yatırımın tamamlanması (kapasite yaratması) arasındaki süreyle ilgili gecikmedir. Bu süresinin bilinmesi ya da tahmin edilmesi gerekir. Çünkü, olgunlaşma süresi uzadıkça, yatırımın kapasite ya da hasıla artışı yaratması da geç ortaya çıkacak demektir. Bu ise, ekonominin düşük kapasitede kalmasına ve milli hasıla seviyesinin düşük gerçekleşmesine neden olacaktır.
Sıra Sizde 4 Halkın reel gelirinin düşük olmasının nedeni düşük verimliliktir. Düşük verimlilik ise, üretim sürecinde az sermaye az sermaye kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Girişimcilerin yatırım yapma isteğinin (eğilimini) düşürerek onlann sermaye taleplerinin düşük düzeyde kalması
8. d
Yanıtınız yanlış ise, "Teknolojik Açık Kavram" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
9. e
Yanıtınız yanlış ise,"Teknolojik Açık ve Geç Gelenlerin Avantajı Kuramı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
10. d
Yanıtınız yanlış ise, "Teknoloji bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Aktarımı"
ise, Pazarın dar olmasının bir sonucudur. Pazann dar ya da sınırlı olmasının nedeni ise, düşük taleptir. Düşük talebin nedeniyse, halkın reel gelirinin düşük olması (halkın yoksul olması), taleplerinin de düşük düzeyde kalmasından kaynaklanmaktadır.
74
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde 5 Azgelişmiş ülkelerin yapacakları teknolojik tercihte, sahip oldukları üretim faktörlerinin miktar ve kalitesine bağlı kalacakları düşünülür. Buna göre, genellikle az gelişmiş ekonomilerde sermaye az bulunan bir faktör olduğuna göre, bu ekonomiler sermayeyi az, emeği çok kullanan teknikleri seçmek zorunda kalacaklardır. Bu analizden hareket eden bir kısım iktisatçılar, azgelişmiş ekonomilerde teknolojik tercihin mevcut faktör miktarlarıyla sınırlı olduğunu ve hangi faktör bolsa o faktörü çok kullanan tekniklerin seçilmesi gereğini savunurlar. Faktör miktarlarının, teknolojik tercihi belirlemesine karşı çıkan iktisatçılar da vardır. Bunlara göre, belli bir dönemde birkaç tane üstün ekonomik ve sosyal düzen bulunabilir. Fakat her devirde ancak tek bir üstün teknoloji bulunur ve sonuncu teknik daima bir öncekinin yerini alır. Eğer azgelişmiş ekonomiler sahip oldukları üretim faktörlerinin miktar ve kalitesine uygun teknolojilerde kalkınmaya uğraşırlarsa ekonomik kalkınma hızları yavaş olacak ve aşağıda tekrar değineceğimiz gibi ileri ülkelerle aralarındaki "teknolojik açık" gittikçe büyüyecektir. Bu karşı tezi Leontiefin sözleriyle özetieyebiliriz:"Üretilen mal birimi başma daha az sermaye ve emeğe ihtiyaç gösteren otomatik üretim biçimi, sanayi ülkelerinin geleceğini köklü bir şekilde değiştirmektedir. Ekonomiyi geçmişin yavaş ve zahmetli metotları ile geliştirmeye çalışmak yerine, azgelişmiş ekonomiler, birkaç büyük ve modern fabrika ile kestirme bir gelişme izleyebilirler". Bu iki zıt görüşün değerlendirilmesinde aşağıdaki bilgiler yararlı olacaktır.
Sıra Sizde 6 Bu iktisatçılara göre, gerçekten de bugün "hazır teknolojiler" azgelişmiş ekonomileri beklemektedir. Fakat bu "hazır teknolojileri" ithal etmek ve kullanmak yüksek bir sermaye birikim hızma ulaşmayı gerektirmektedir. Çünkü mevcut modern teknolojinin özelliği son derece sermaye yoğun bir teknoloji olmasıdır. Azgelişmiş ülkelerde ise hızlı sermaye birikimi kalkınmada karşılaşılan en önemli engel durumundadır. Öte yandan sermaye birikimini hızlandırmak da sorunu çözmeğe yetmemektedir. "Modern teknolojinin ithali" sermaye birikiminin dövize dönüştürülmesi yoluyla gerçekleşir. Bu ise azgelişmiş ekonomilerin modern teknolojiyi aktarmadan önce belli bir gelişmişlik düzeyine gelmesini gerektirir. Buna ek olarak modern teknolojinin hızla gelişmesi, mevcut makine ve benzeri donanımı modası geçmiş hale getirmektedir. Böyle bir ortamda azgelişmiş ekonomiler hazır teknolojiyi aktarmış olsalar bile çok geçmeden "antika olmak" durumuyla karşılaşmaktadır.
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Ailen, R.G.D.(1972). Makroökonomische Theorie. Berlin. Barrow, K.J.(1963). "The Economic Implications Of
Learning By Doing".Res, Vol, Xxiv. Başkaya F., (1997). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü. 2. Baskı, İmge Kitabevi. Birleşmiş Milletler. (1965). (Çeviri). Ekonomik Kalkın-
ma İçin Programlama Teknikleri. Ankara. Brown, M. (1966). On The Theory And Measurement Of Tecnological Change. Cambridge University Press.
Bulutay, T. (1961). Başlıca İktisadi Büyüme Nazariyeleri. Ankara.
Campell, R.(19ö0). Soviet Economic Growth. Boston: Hauhton Mifflin.
Chenery, L.(196l). "Comparative Advantage And Development Policy". Aer, Vol. LI No.l. Eckaus, R.S.(1955). "The Factor Proportions Problem İn Under Developed Areas". Aer. Gills M., D. H. Perkins, M. Roemer, D. R. Snodgrass (1992).
Economics of Development, New York: W. W. Norton&Company.
Habakkuk, J.(1962) American And British Technology İn The Nineteenth Century. London: Cambridge University Press.
Han, E.(1975). Kalkınmada Altyapı Yatırımları. Eskişehir.
Han, E. (1978). Sermaye-Hasıla Katsayısının Teorik Temelleri Üzerine. Eskişehir: Esader, C.Xiv, S.l. Han, E. Ve Kaya, A. A. (2002). Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika. Eskişehir: Etam. A.Ş. Matbaa. Jochimsen, R.(1966). Infrastruktur.
Stuttgart-Berlin:
Entwicklungspolitik, Kreuz-Verlag. Johansen, L.(1959). "Substitution Versus Fixed Production Coefficients In The Theory Of Economic Growth, A Synthesis" .Econometrica. Leontief W.(1962) The Economic Impact. London:New York, Simon On Schuster, 1955. Factor In Economic Development, Allen And Unwin. Manisalı, E. (1975). Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Elektronik Ofset.
Mason E, S.(1955). Promoting Economic Development. Claremant College Press.
Murnphy, J. J.(1968). Retrospect and Prospect. İç. (The Transfer Of Technology To Developing Countries, (Ed) New York: D.L. Spencer-A, Wordoniak, Praeger.
Ü n i t e 3 - Sermaye B i r i k i m i ve T e k n o l o j i
Nelson, R.R.(1964). "Aggregate Production Functions And Medium- Range Growth Projections". Aer, No: Liv. Nurse, R. (1964). (Çeviri). Azgelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü. İstanbul: Menteş Kitabevi.
Oppenlaender.K. (1968). Die Moderne Wachstumstheorie. Berlin-München: Aufl., Duncker-Humblot. Savaş, V. (1974). Kalkınma Ekonomisi. İstanbul: Sermet Matbaası. Savaş, V.(1970). İktisadi Analiz. lstanbul:Hilal Matbaacılık Koli. Şti. Smger, H. W. (1954). "Problems of Industrialization of Underdeveloped Countries International." Social Scien-
se Buletin, Vol: Vi, No: 2. Smger, H.W. (1964). International Develoment: Growth and Change. New York: Mc Graw- Hill.
Strassman,W.P (1968). Technological Change and Economic Development-The Manufacturing Experience Of Mexico And Puerto Rico. New York:Cornell University Press, Ithaca.
Tınbergen, J. (1956). Economic Policy: Principles and Design. Amsterdam: North Holland Pub Comp. Todora
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
Development, Eigth Edition, New York: Pearson Addison Wesley.
Ülgener, S. F. (1980). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme. İstanbul: Der Yayınevi.
Ülken, Y. (1984). 20. Yüzyılda Dünya Ekonomisi. İstanbul: Güryay Matbaacılık.
75
Kalkınmanın Finansmanı
Bilindiği gibi azgelişmiş ülkelerin en önemli özelliklerinden birisi, kalkınma için gerekli finansman kaynaklarına yeteri kadar sahip olmamalarıdır. Gerçekten de azgelişmiş ülkelerin gelişme süreçlerinde karşılaştıkları en önemli darboğaz, kalkınma hamlesinin istikrarlı bir biçimde sürdürülmesine olanak vermeyen iç ve dış finansman zorluklarıdır. Bu nedenle kalkınmanın sağlıklı yollardan finansmanı, kalkınma politikasının çözüm bekleyen en önemli sorunlarından biridir. Bu bölümde önce iç finansman kaynaklarını ele alacak; daha sonra dış finansman kaynakları üzerinde duracağız.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları yanıtlayabileceksiniz. İç finansman kaynakları nelerdir? Gönüllü tasarruf ve zorunlu tasarruf nedir? Hangi araçlar kullanılır? Bir finansman kaynağı olarak enflasyonu açıklayınız. Dış tasarruf nedir? Dış tasarrufların dolaylı yararlarını belirtiniz. Dış tasarruf kaynakları nelerdir?
78
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Servet Transferleri İktisadi kalkınma, "sermaye birikimi" demektir. İktisaden az gelişmiş ülkeler, sermaye birikimleri düşük olduğu için yeterince hızlı kalkınamaz. Kalkınamadıkları için de sermaye biriktiremezler. Bu kısırdöngüyü kırmak için önce "yurt içinde biriken eden sermaye, dışarı kaçmasın" sonra da "ülkeye, yabancı sermaye gelsin" denir. 32 sayılı kararname, ikinci görüşün ürünüdür. Özal, eğer doğrudan yabancı sermaye yatırımları gelmiyorsa, hiç olmazsa mali yatırımlar (sıcakpara) ülkeye gelsin, bu suretle kalkınmayı hızlandırırım diye düşünmüştür. Bugün bile birçok iktisatçının zihninin gerisinde "ne kadar para, o kadar kalkınma" paradigması yatar. Mali yatırımların, yani kısa vadeli yabancı paranın, az gelişmiş reytingi düşük bir ülkeye girmesi için "teşvik" edilmesi gerekir. Teşvik ise yüksek reel faizdir. "Yabancılara ödenen yüksek reel faiz, bir ülkenin kendi öz sermayesinin hasılasının bir kısmını dışarıya aktarmasıdır." Diğer bir değişle, yüksek reel faiz rüşvetiyle bir ülkeye mali sermaye çekmek, aslında o ülkenin içinden yaratılan sermayenin (ulusal tasarrufların) yurt dışına sızması sonucunu doğurur. Çünkü, yabancı yatırımcılara vaat edilen yüksek reel faizler, bu paraların plase edildiği "reel ekonomide"yaratılan katma değerle ödenemez. Yüksek reel faizlerin, vaat edilen yüzdede ödenmesi için, vade tarihinde ulusal paranın değerinin düşmemiş olması şarttır. İşte yabancı parayla kalkınma modelinin ikinci tuzağı buradadır. Merkez Bankaları, ulusal paranın değerinin yükselmesinden, enflasyonla mücadele kolaylaştığı için çok hoşlanır. Ayrıca bu durum, dış borçlar küçülmüş izlenimi verir. Ancak aşırı değerlenmiş ulusal para yüzünden, ihracat mutlaka sekteye uğrar, mali kriz çıkar ve büyüme durur. Yetmiyormuş gibi, bu süreçte ulusal tasarruflar bir daha dönmemek üzere yabancı yatırımcılara kaptırılmış olur. Ülke tekrarfakirlik kısır döngüsüne, üstelik daha beter geri döner. Son Söz: El parasıyla,
kalkınmaya
girişilmez.
Kaynak: Ege CANSEN, "Servet Transferleri", Hürriyet,
23-10.2003.
Anahtar Kavramlar • • • • • •
Gönüllü Tasarruflar İç Finansman Zorunlu Tasarruflar Enflasyon Vergi Dış Tasarruflar
Dış Tasarrufları Emme Kapasitesi Geri Ödeme Kapasitesi Konsorsiyum Yabancı Özel Sermaye Dış Borç
İçindekiler • İÇ FİNANSMAN KAYNAKLARI • Gönüllü Tasarruflar • Zorunlu TasarruflarVergileme • Bir Finansman Kaynağı Olarak Enflasyon • DIŞ FİNANSMAN KAYNAKLARI • Dış tasarrufların Dolaylı Yararları • Dış Tasarrufların İthali ve Kullanılması • Dış Tasarruf Kaynakları
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
İÇ FİNANSMAN KAYNAKLARI Azgelişmiş ülkelerde halkın büyük bir çoğunluğunun gelir düzeyi oldukça düşüktür. Bu nedenle gelirin büyükçe bir kısmı, ister istemez tüketim harcamalarında kullanılır. Bu, tüketim eğiliminin çok yüksek; tasarruf eğiliminin ise çok düşük olması demektir. Tüketim eğiliminin yüksek olmasına rağmen, gelir düzeyinin düşük olması tüketim büyüklüğünün görece olarak düşük düzeyde kalması sonucunu doğurur. Bu durum, genel olarak tüketimin kısılarak tasarrufların arttırılma şansını oldukça zayıflatır. Ne var ki belli düzeyde tasarrufu gerektiren kalkınmanın da mutlaka bir bedeli olacaktır ve buna kaüanılması gerekecektir. İç finansman kaynakları denilince akla genelde gönüllü tasarruflar ve zorunlu tasarruflar (vergiler) gelir. Bu arada, bir bakıma zorunlu tasarruf içinde sayılabilen enflasyondan da bir tasarruf kaynağı olarak söz edildiği de görülmektedir. Özellikle devletin açık finansmana başvurarak yarattığı enflasyonist finansmanı, sağlam ve savunulabilir bir kaynak yaratma mekanizması olarak görmek elbette mümkün değildir. Ancak kimi azgelişmiş ülkelerde, ne yazık ki sıkça uygulanan bir yöntem olması nedeniyle üzerinde durmakta yarar vardır. İç finansman sorununa genel olarak bakıldığında, bu ülkelerde gayrisafi milli hasılaya oranla toplam iç tasarrufların gelişmiş ülkelere kıyasla düşük olduğu görülür. Hem özel kesimde hem de kamu kesiminde gerçekleştirilen tasarruflar, kalkınma için gerekli yatırım harcamaları karşısında yetersiz düzeydedir. Bu yetersizliğin giderilmesi için hem gönüllü tasarrufların hem de zorunlu tasarrufların artırılması kaçınılmazdır.
Gönüllü Tasarruflar Bilindiği gibi, tanım olarak gelirin tüketilmeyen kısmı tasarruf edilmiş sayılır. Bu tasarruflar da kural olarak yatırımlara aktarılır. Normal olarak yatırımların ve sermaye birikiminin en uygun kaynağı, yeterli düzeyde yapılan gönüllü tasarruflardır. Gelişmiş ülkelerde milli gelirin yaklaşık yüzde 15-20'si sermaye birikimi amacıyla kullanılırken azgelişmiş ülkelerde bu oran çok daha düşüktür. Yalnızca çok basit araç-gereç üretimi ve hızla artan nüfusun gerektirdiği basit konudan yapmak için gerekli olan meblağlar bu toplam tasarrufları da iyice zayıflatabilmektedir. Buna karşın kimi azgelişmiş ülkelerde, kimi dönemlerde yapılan tasarruflar, yatırım ve talep olanaklarının çok yetersiz olması nedeniyle, fazlalık dahi gösterebilmektedir. Azgelişmiş ülkelerde gönüllü tasarrufların düşük olmasının nedenleri açıktır: Halkın, genel olarak bakıldığında çok yoksul olması nedeniyle tasarruf oranı oldukça düşüktür. Sadece zorunlu ihtiyaçlarını karşılama çabası içinde olan insanlar, para biriktirebilecek durumda değildir. Ortalama gelirin düşük olmasına rağmen, elbette bu ülkelerde halkın tümü yoksul değildir. Hatta yoksul ile varlıklı, çiftçi ile feodal arasındaki çelişkiler, gelişmiş ülkelerdeki gelir farklılıklarından daha büyüktür. Eğer varlıklı kesim gelirini büyük ölçüde tüketmeyip yatırımlara kanalize edilebilecek biçimde kullanmış olsalar, bu farklılıklar, salt iktisadi açıdan büyük ölçüde endişe verici görülmeyebilecektir. Ancak durum böyle değildir. Tam tersine olanaklan çerçevesinde, örneğin çiftçiler büyük servet sahiplerinden, gelirlerine oranla daha fazla tasarrufta bulunurlar.
79
80
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Çiftçi Kesimi Çiftçiler tasarrufu çok çabuk öğrenirler. Çünkü onlar, esasen çok olumsuz koşullar altında yaşamlarını sürdürdüklerinin bilinci içindedirler. Kimi bölgelerde bütün bir yıl kuraklık sürmekte, salgın hastalıklar hayvanları kırıp geçirmekte, sel ve benzeri olumsuz doğa olayları ürünü yok etmektedir. Bütün bu afetler yeterli hazırlıkları olmayan çiftçileri daha da yoksulluğa itmektedir. Yinelenen bu tür felakeder, çiftçilerin tasarruf yapma ya da borçlanma eğilimlerini kısmen de olsa açıklamaya yeterlidir. Bununla birlikte çiftçilerin tasarruflarını çoğunlukla prodüktif bir biçimde kullandıklarını söylemek güçtür. Tasarrufta bulunabilen çiftçiler, ellerine geçen parayı ya öbür çiftçilere borç vermekte ya da yeni toprak almak amacıyla kullanmaktadırlar. Böyle durumlarda da, doğal olarak güçlü bir sermaye birikimi gerçekleşmiş olmamaktadır. Toprak alımları, arazi fiyadarını yükseltmekteyse de, topraklar bu yolla daha verimli kılınmamaktadır. Çünkü, toprağı daha verimli kılacak yatırımlar yapılmamaktadır. Tarımda iyileşme sağlayan çoğu yöntem, kazancın geçici bir süre azalmasına yol açmakta (nadas, ürün değişimi, ağaçlandırma, toprak bakımı, erozyon kontrolü v.b.), bu yüzden de kimi bölgelerde pek arzu edilmemektedir. Bu arada çiftçiler hayvan sürülerini büyütmeyi istemektelerse de, bu istek, Asya ve Afrika'daki çoğu çiftçinin hayvanlar hakkındaki düşüncelerinde olduğu gibi, iktisadi ve mali beklentilerin bir sonucu değildir. Bu nedenle çoğu durumda yatırımlar, bir kazanç kaynağından çok, bir yük olmaktadır. Çiftçilerin genel olarak sürdürdükleri yoksul yaşam koşullarını, toprak ve hayvan konusundaki ekonomik olmayan bu tür zihniyederini göz önüne alırsak, dikkate değer bir tasarruf eğilimine rağmen, tarımdaki efektif sermaye birikiminin milli gelirin ancak çok küçük bir payını oluşturmasında şaşılacak bir taraf göremeyiz.
İşçi ve Memur Kesimi Çiftçilere kıyasla ücret ve maaş geliri elde eden işçi ve memur kesimi daha dengeli bir gelire sahiptir. Azgelişmiş ülkelerde kentlerde çalışan düz işçilerin bile, ortalama olarak çiftçilerden daha fazla para kazandıkları bilinmektedir. Buna karşın işçi ve memur kesimi, genel bir eğilim olarak tüketimi tasarrufa tercih etmesi nedeniyle, nispeten daha az tasarrufta bulunur. Azgelişmiş ülkelerde işçi ve memurların tasarrufları bu yüzden, ekonomik açıdan pek önem taşımaz. Orta sınıfın tasarruf olanakları daha büyük olmakla birlikte, onlarda da tüketim harcamaları önemli bir paya sahiptir. Genel olarak söylemek gerekirse, orta sınıfta da tasarruflar düşük düzeydedir. Bu sınıfın bir çok üyesi, öbür "orta halliler"e ayak uydurma çabası içindedirler. İçinde oturabilecekleri bir evi edinebileceklerine yetecek kadar tasarrufta bulunabilmeleri halinde, her şey yolunda demektir. Bunlar, çocuklarının eğitimi ya da ailenin yaşlıları için gerekli olan parayı da biriktirebilirler. Ne var ki, bu tasarruflar da, pratikte bunlar tarafından harcanarak tüketilmiş olacaktır. Bu durumda tasarruflar, olsa olsa bir tüketim ertelemesi niteliğini taşımakta ve belli bir süre sonra büyükçe bir bölümü tüketim amacıyla kullanılmış olmaktadır. Bu gerçek, bu kesimin tasarruflarının prodüküf yatırımlar için çok önemli olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Varlıklı Kesim Azgelişmiş ülkelerdeki varlıklı kesimin çoğunluğu, gelirlerinin çok önemli bir bölümünü tasarruf ederek yatırımlara kanalize eden gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin aksine, çok güçlü bir tüketim eğilimine sahiptir. Azgelişmiş ülkelerdeki büyük
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
81
toprak sahipleri ortalama tasarrufçuya göre, tasarruflarını kendi varlık ve topraklannı iyileştirme amacıyla kullanma açısından daha büyük olanaklara sahiptir. Bununla birlikte tarımsal feodalitede tüketim ile yatırımı birbirinden ayırdetmek oldukça güçtür. Çünkü arazi alımı için yapılan harcamalar, hem zenginliği göstermeye yarayan, göze çarpan bir davranış; hem de zenginliği daha da büyütmeye yarayan en etkili araç niteliğindedir. Öte yandan ticaret ve özellikle sınai uğraşı ve girişimcilik, sanayiciliğe soyunmak ve tutumluluk gibi değerlerin feodal geleneklerle bağdaştırılması oldukça güçtür.
Gönüllü Tasarrufların Çekici Hale Getirilmesi ve Arttırılması İçin Alınması Gereken Önlemler Bu koşullar akında azgelişmiş ülkelerde gönüllü tasarrufların çekici hale getirilmesi ve arttınlması için bir dizi özendirici önlemin devreye sokulması ve yeni finansal kurumlann yaratılması gerekmektedir. Bilindiği gibi bu ülkelerde, bir yandan çoğunlukla yüksek bir enflasyon yaşanırken öte yandan, genellikle düşük bir reel faiz uygulaması söz konusudur. Bunun yanında, özellikle modern anlamda kurumsal yapılanmasını gerçekleştirememiş ülkelerde güvenilir ve enflasyona karşı korunmuş sermaye piyasası araçları ile iyi işleyen bir finans altyapısından söz etmek de mümkün değildir. Oysa, piyasa ekonomisine dayalı bir kalkınma modeliyle ve istikrar içinde ekonomik büyümeyi sağlamaya çalışan bir ülkede sermaye piyasası ile yönlendirilen ve sonuçta enflasyonsuz bir yatırım finansmanının yaygınlaşmasına olanak veren gönüllü tasarrufların yaşamsal önemi vardır. Bu nedenle gönüllü sermaye kaynaklannı harekete geçirmek ve potansiyel araçları yatırımlara yönlendirmek için uygun kurum ve mekanizmaları devreye sokmak gerekir. Bu, birinci olarak güçlü finansman kurumlarının sayı ve çeşidini arttırmak demektir. Bu amaçla devlet, çeşidi yasal düzenlemelerle, sağlıklı bir biçimde yapılanmış özel ticari bankalann, kamusal ve yarı kamusal finans kurumlarının, kooperatif bankalannın kurulmasını destekleyebilir. Özel ya da kamusal sosyal sigorta sisteminin kurulması ya da geliştirilmesi önemli boyuttaki özel tasarruf ödentilerini sermaye piyasasına yöneltebilir. İkinci olarak, gönüllü tasarruflar için hem çekici hem de güvenli yatırım alanlan ve olanaklan yaratılmalıdır. Kâr getiren tasarruf ödentileri için yasal güvenceler ile sermaye piyasası araçları için getirilecek kurallar bunlardan bazılarıdır. Bu önlemlerle yaygınlaşan likidite ve güven beklentilerine daha sağlam bir biçimde cevap verilmiş olacaktır. Bunların dışında, tasarruflara reel faiz uygulaması -özellikle sermaye piyasalannda- azgelişmiş ülkelerde önemi çoğu kez yeterince anlaşılamamış konulardan biridir. Her şeyden önce tasarruf hacminin faiz haddinden çok, öteki faktörlere daha fazla bağlı olduğu biçimindeki yaygın görüşten dolayı, azgelişmiş ülkelerde faiz politikası, çoğunlukla tek yanlı olarak sermaye maliyeti ve krediler açısından tartışılmıştır. Oysa yüksek faiz hadleriyle -enflasyonun başarıyla kontrol edilmesi ile finansal kurumlar ve sermaye piyasası araçlarının işlevsel kılınması koşuluylagönüllü tasarruflann önemli ölçüde yükselebileceği çeşitli ülke deneyimlerinden görülmüştür.
Reel faiz: Nominal (cari) faiz oranından o dönemde gerçekleşen enflasyon oranı çıkarıldığında elde edilen faiz oranıdır.
Azgelişmiş ülkelerde gönüllü sermaye kaynaklarını harekete geçirmek ve potansiyel araç- I f ^ l ları yatırımlara yönlendirmek için hangi tedbirlerin alınması gerekir?
SIRA SİZDE^)
82
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Zorunlu Tasarruflar: Vergileme Azgelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınmanın ilk aşamalarında genel olarak gönüllü tasarruflara -özellikle hane halkı tasarruflarına- daha az önem verilmesi; buna karşın kamu tasarruflarının sermaye birikiminin en önemli kaynağı olarak kabul edilmesi çok yaygın bir anlayış olmuştur. Gerçekten de vergi politikası aracılığıyla devletin sağladığı sermaye birikimi bir çok ülkede oldukça yüksek olmuştur. Eğer vergi mevzuatı dikkatiice gözden geçirilir, vergi kaçakları ve vergi toplama maliyeti azaltılır ve dolaysız vergilerle, özellikle tarımın yükümlülüğü yükseltilebilirse, sermaye birikiminin daha da arttırılması için önemli bir kaynak yaratılmış olur. Ne var ki bu yolla sağlanacak sermaye birikimi çabasının, bir yandan devletin cari harcamalarını daha da arttırması, öte yandan artan vergi yükünün sermaye kaçışına yol açması ve özel tasarrufları olumsuz yönde etkilemesinin önüne geçilmelidir. Vergilemeyi zorunlu bir tasarruf aracı olarak düşündüğümüzde azgelişmiş ülkelerin, özellikle şu özelliklerini göz önüne almamız gerekir: • Ortalama gelir düzeyinin düşük olması, • Gelir dağılımının önemli ölçüde bozuk olması, • Ekonominin önemli ölçüde ikili yapıda olması ve • Vergi toplama etkinliğinin düşük olması. Bu koşullar altında vergilerin daha çok düşük gelir grupları üzerinde yoğunlaşması; bunun da hem vergi gelirlerinin düşük kalmasına hem de gelir dağılımının daha da kötüleşmesine yol açma tehlikesi ortaya çıkar. Yüksek gelir gruplanna yöneltilen vergiler ise, genel olarak bu grupların tüketim harcamalarından çok, tasarruflarının azalması sonucunu doğurur. Böylece vergileme ile sağlanmak istenen amacın dışına çıkılmış olur. Büyük toprak sahiplerinin vergilendirilmesi ve bu yolla kalkınmanın finansmanı en uygun yöntem olmakla birlikte, bu alanda uygulamada başarılı örnekler görmek pek mümkün değildir. Kamu tasarruflarının sermaye birikiminin önemli bir kaynağı olabilmesi için sizce hangi tedbirlerin alınması gerekir? Kalkınmanın finansmanı bakımından en uygun vergileme politikası şöylece belirlenebilir: Gönüllü tasarrufları azaltmadan, genellikle yüksek gelir gruplarının tüketim harcamalarını kısacak bir vergi politikası. Ne var ki azgelişmiş ülkelerde iktisadi ve iktisadi olmayan yapısal faktörler, bu optimaliteye ulaşmayı önler. Gerek dolaysız vergilerde -özellikle gelir vergilerinde- gerekse dolaylı vergilerde, vergi yükü büyük ölçüde düşük gelir grupları üzerine biner. Buna karşılık, özellikle tarım kesimindeki yüksek gelir gruplarının katlandıkları özveri oldukça düşük kalır. Tüm bunlara rağmen, azgelişmiş ülkelerdeki vergi sistemlerine ve uygulamaya bakıldığında alınacak kimi önlemlerle, özellikle dolaysız vergi gelirlerinin artınlabileceği söylenebilir. Bu arada bir ülkenin vergi mevzuatının kendi ekonomik yapısını ve ekonomik gücünü yansıttığı elbette görmezlikten gelinemez. Bu nedenle, dolaysız vergi yükünü verimli bir gelir kaynağına dönüştürebilecek yeterli sayıda yüksek ve orta gelir gruplarının bulunmadığı bir ülkede, bu tür bir vergilemeye gidilmek istendiğinde; bu, bir para, zaman ve çaba savurganlığı olur. Bu yüzden vergi mevzuatının girişimlerin etkinliğini, yüksek ve orta gelir gruplannın tasarruf gücünü zayıflatmayacak bir nitelikte olması gerekir. Tüm bunlara rağmen, dolaylı vergilerle önemli bir gelir sağlanabilir.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Bu arada verimli ve verimli olmayan harcamalar arasında dikkadi bir ayırıma gidilmesi ve birinci türdeki harcamalara ayrılan gelirlerin daha özenli biçimde kullanılmasına; ikinci gruba giren harcamalardan kaçınılmasına çalışılmalıdır. Kamu harcama önceliklerinin titizlikle belirlenmesiyle, değerleme ve amortisman işlemlerinde amaca uygun yöntemlerin özendirilmesiyle ve de fînans ve vergi politikasının öteki araçlanyla böyle özenli bir kullanıma kolaylıkla erişilebilir. Bu arada tasarruf oluşumuna büyük ölçüde yararlı olan gelir kaynaklarının daha iyi bir duruma getirilmesi ve yaygınlaştırılması da düşünülebilir. Öte yandan eğer ülkede genel olarak güçlü bir tekelleşme eğilimi mevcutsa, bu alanlardan elde edilen kazançların vergilendirilmesine özel bir önem verilmelidir. Çünkü bilindiği gibi, böyle durumlarda vergilerin başkalarının sırtına yüklenme tehlikesi vardır. Bu durumda kazanç vergileri tüketimin, girdi ya da çıktıların ya da çalışanların vergilendirilmesine dönüşmüş olur. Nihayet gelir vergisi ile kurumlar vergisi arasındaki çok sıkı karşılıklı ilişkileri de dikkate almamız gerekir. Örneğin kurumlar vergisi oranları yükseltilirse, bu sadece, gelir vergisi yükümlüsü olan girişimlerin kurulma eğilimini güçlendirir. Buna karşı kazanç umutlannı kırmamak için kurumlar vergisi oranlarının düşük tutulması, gelir vergisi için belli bir üst sınırın, dolaylı olarak belirlenmesi sonucunu doğurur. Bu en üst sınır aynca, gelir vergisinin alt diliminin buna uygun bir çerçevede tutulması gereğini de ortaya koyar. Bu nedenle gelir ve kurumlar vergilerinden herhangi birinden elde edilen kamu gelirin yükselmesi için çok dikkatli hareket edilmesi gerekebilir. Gelir vergisini tamamlayan genel servet vergileri de, çeşitli nedenlerle çoğu az gelişmiş ülkede yeterince kullanılmamaktadır. Bunun bir nedeni belki de, vergi matrahının belirlenmesi için gerekli verilerin bulunmaması olabilir. Kimi azgelişmiş ülkelerde, arazi üzerine konulan bir tür servet vergisi vardır. Bu vergi türü, eğer artan oranlı olarak uygulanırsa, toprağın amaca uygun biçimde kullanılmasına ve böylece ülkenin ekonomik gücünün yükselmesine önemli katkılarda bulunabilir. Çünkü büyük toprak sahibi, her şeyden önce vergiyi daha kolaylıkla ödemek için daha fazla ekip biçecektir. Kuşkusuz bunda da arazi sahiplerinin yükü kiracıya yansıtma tehlikesi vardır. Tüketim vergileriyle halkın vergi yükünü artırmada da azgelişmiş ülkeler çoğu kez bir ikilemle karşı karşıyladırlar. Lüks mallar ile zorunlu olmayan malların vergi oranlarının yükseltilmesi, nispeten yoksul bir ekonomide pek bir gelir sağlamaz. Bu tür mallann ithalatının yüksek gümrük vergileriyle kısıtianmasına girişildiği takdirde, halkın gömülemeye yönelmesi ve/ya da ilgili malların yurtiçinde üretilmesi gibi tehlikeler ortaya çıkar; böylece kıt üretim faktörlerinin daha zorunlu olan alanlardan çekilmesi sonucu doğar. En verimli dolaylı vergiler, ne yazık ki geniş halk kitlelerinin tüketimini güçleştiren ve dolayısıyla yaşam düzeyinin yükselmesini önleyen vergilerdir. Buna rağmen gelişme için gerekli araçların yaratılması, öbür gelir kaynaklan yeterli düzeyde değilse, bu kesimin özverisine dayandınlmak zorundadır. Azgelişmiş ülkeler, bununla birlikte sadece vergi unsurlarının ve vergi oranlarının belirlenmesiyle yetinmeyeceklerdir. Bu ülkeler, bundan daha çok, vergi kaçaklan ve vergi kayıplannın önünü almak için çok iyi işleyen bir hesap ve denetim mekanizması kurmak zorundadırlar. Nitekim birçok ülkede, eğer vergi kaçaklarına bir dur denilebilse, vergi gelirlerinin çok önemli ölçüde artacağı beklenmelidir. Devlet aynca topladığı vergileri -ki bu toplumun gösterdiği bir özveridir- gerçekten olumlu amaçlar için kullandığını vatandaşına göstermelidir. Devlet büyük ölçüde verimli harcamalara yöneldiği takdirde, halk da vergiler yükseldiğinde, bunun eninde sonunda kendi iyiliğine olduğunu daha kolay kabul edecektir.
83
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
84
Örneğin hükümet bir yöreyi kolayca merkezi bölgelere bağlayacak bir yol yapımıyla, yöre halkına verginin önemini göstermiş olacaktır. Bir ithalatçı, hükümetçe yeni gelişen yörelerin yaratılmasının, kendisine yeni müşteriler sağlayacağını görecek ve vergisini daha dürüstçe ödeyecektir. Bir hükümet ne kadar çok iş yapar, ne kadar iyi çalışırsa, halkın vergi konusundaki işbirliğinin o denli arttığını görecektir. Genel olarak, çeşidi vergiler arasında, mümkün olduğu kadar uygun bir bileşim kurulmalıdır. Buna göre servet ve gelir vergi gelirleri öyle düzenlenmelidir ki, böyle bir düzenleme, yükümlülerin gücü ile yurtiçinde yeterli sermaye birikimi ve sermaye ithali olanağını bağdaştırabilsin. Tüketim vergi ve harçları çoğu azgelişmiş ülkede yine uzun zaman vergi gelirinin temel kaynağı olacaktır. Öte yandan ihracatın milli hasıladaki payı önemli ise, ihracattan alınan vergiler de önemli bir gelir kaynağı olacaktır. Tüketim vergileri ancak zamanla, gelir düzeyi yükselip doğrudan kazanç matrahları büyüdükçe vergi sistemindeki önemini yitirecekler ve dolaysız vergiler önem kazanacaktır. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, karma ekonomik bir yapıdan piyasa ekonomisine dayalı bir yapıya geçmeyi amaçlayan bir ülkede, devletin sermaye birikimi ve özellikle üretken yatırımlara katkısı, gerek nesnel açıdan gerekse süre açısından sınırlıdır. Bu nedenle böyle bir düzen dönüşümü sürecinde bulunan ülkelerde, vergileme yoluyla kalkınmanın finansmanına bu mantık ve gözle bakmak gerekir. Piyasa ekonomisine dayalı kalkınma sürecinde önemli olan gerek hane halkı gerekse girişim tasarruflarının, modern sermaye piyasası araçları ve finans kurumlan aracılığıyla çekici kılınması, özendirilmesi ve yatırımlara kanalize edilebilmesidir. f
SIRA S İ Z D E
JBf^fl
( 3 r*®
Azgelişmiş ülkelerde vergi kaçaklarının önlenebilmesi için alınması gereken tedbirler sizce neler olmalıdır?
Bir Finansman Kaynağı Olarak "Enflasyon" Enflasyon: Ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve önemli artış göstermesine enflasyon denir.
Ücret - fiyat döngüsü: Özellikle sendikaların sahip oldukları güce dayanarak ücretleri verimlilik artışının üstünde artırmaları nedeniyle maliyetlerin ve dolayısıyla fiyatların artmasıdır. Yükselen fiyatların da izleyen aşamada tekrar ücretlerin artırılmasına yolaçması sürecidir.
Ekonomide fiyadar genel düzeyinin sürekli ve önemli ölçüde yükselmeler göstermesine genel olarak enflasyon denildiğini biliyoruz. Bir hükümet politikası olarak bilinçli bir biçimde başvurulan ve yaratılan enflasyon dışında, doğal olarak ekonomide fiyat artışlarına yol açan başka nedenler de vardır. Örneğin ücretlerin işgücü verimliliğinden daha yüksek artması halinde, sürekli olarak yinelenen bir ücret-fiyat döngüsü ortaya çıkabilir. Bu tür enflasyona, döngü, ücret artışlanndan kaynaklandığı için ücret enflasyonu ya da genel olarak maliyet enflasyonu denir. Ekonomik büyüme sürecinde önemli ölçüde kıtlık ve darboğazların ortaya çıkması halinde de benzer sonuçlar kendini gösterir. Ne var ki bu son durumda, ücretfiyat döngüsü değil, fîyat-ücret döngüsü ya da fîyat-fîyat döngüsü ortaya çıkar; bu da sürekli olarak yinelenebilir. Azgelişmiş ülkeler bu tür enflasyonist eğilimlerle sık sık karşı karşıya kalırlar. Bu arada, gelişmiş ülkelerden kaynaklanan talep değişmelerinin yarattığı -özellikle gösteriş etkisiyle- talep artışlarının ya da nispeten pahalılaşan ithalatın yol açtığı fiyat artışları da görülebilir. Özellikle bir hükümet politikası olarak bilinçli bir biçimde, özellikle açık finansmana başvurularak başlatılan fiyat-fiyat döngüsünün kalkınmanın finansmanında yararlı olabileceği öne sürülür. Bu görüşe göre başlatılan döngü, çoğu kez bizzat bu döngünün uyaracağı karşı güçlerin yardımıyla belli bir sürede kendiliğinden durulacaktır. Lewis's, göre bu süreç, genel olarak üç aşamada gerçekleşir:
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Birinci aşamada fiyatlarda hızlı bir yükselme kendini gösterir, yükselen fiyatlar nedeniyle geniş halk kidelerinin tüketimi önemli ölçüde düşer ve bu gelişmelerin sonucunda da sermaye yaratılmasına dolaylı bir biçimde ortam hazırlanmış olur. ikinci aşamada enflasyon durulabilir. Çünkü fiyat artışları nedeniyle ortaya çıkan nominal gelir artışlan, büyük ölçüde tasarruf eğilimi yüksek grupların gelirini, öbür gruplann aleyhine artırır. Bunun sonucunda ilk grubun yapacağı gönüllü tasarruflar da yatırımlara eşit düzeye gelir. Üçüncü aşamada, enflasyonun beslediği sermaye birikiminin fiilen üretimde kullanılması sonucunda ilave tüketim mallarının pazara ulaşmasıyla fiyadar düşme eğilimine dahi girebilir. Buna göre, sadece birinci aşama tehlikeli ve sancılı görünmektedir. Ne var ki hükümet tarafından bilinçli olarak başlatılan enflasyonun azgelişmiş bir ekonomide güçlü bir sermaye birikimi yaratması asla mümkün değildir. Özellikle, ekonomik olmaktan çok diğer beklentilerle kamuda çalışanların ücret ve maaşlarının yükseltilmesi, gösteriş yatınmlarının ya da öbür prodüktif olmayan harcamaların finanse edilmesi amacıyla para arzı arttırıldığı takdirde, ekonominin ortaya çıkacak ek talebi karşılama gücü olmadığı için enflasyonun sermaye birikimine hemen hiç katkısı olmaz. Buna karşın kimi özel durumlarda enflasyonun azgelişmiş ülkelerde olumlu sonuç vermesi muhtemeldir: Hükümet, yukarıda belirtildiği gibi yaratacağı kaynağı, örneğin küçük ve orta boy sulama sistemleri ya da kısa sürede prodüktif olacak yararlı projeler için kullandığı takdirde, durum böyledir. Bu durumda dahi, hükümetin elindeki bu denli kolay ve rahat bir kaynak yaratma mekanizmasının tam zamanında devreden çıkarılıp çıkarılmayacağı sorusu her zaman açıkta kalmaktadır. Hangi durumlarda enflasyon aracdığıyla sermaye birikimi yaratılması mümkün değildir?
Enflasyonla Sermaye Birikiminin Ekonomik ve Sosyal Etkileri Bunun dışında vergi gelirlerinin eksiklikliğini gidermek amacıyla enflasyona başvurma önerisinin irdelenmesinde, iktisaden gelişmiş ülkelerde belli koşullar altında yer verilebilecek önlemlerin azgelişmiş ülkelere kolaylıkla aktarılamayacağı pek akla gelmez. Örneğin ekonomik depresyon dönemlerinde, bir kısım işgücü aylak kalır ve kapasite kullanım oranı düşer. Bu koşullar altında bir vergi artırımı, olsa olsa ekonomiyi elde ettiği kaynaklardan yoksun bırakır ve toplam devlet gelirlerinin düşmesine yol açar. Böyle bir durumda vergi artırımı yerine, gelişmiş ülkelerde para arzının arttınlması aylak üretim faktörlerinin tekrar istihdam edilmesine olanak sağlar. Bu arada esas olarak, kamu talebinin yaratılan parasal araçlarla finanse edilmesi bile öğütlenebilir; çünkü depresyon dönemlerinde temelde özel girişimcilerin pek hevesli olmadıkları da bilinmektedir. Buna göre enflasyonist şırınga olgun, ancak düşük istihdamdaki bir ekonomi için - o da belli koşullarda-, bir reçete olarak öğütlenebilir. Buna karşın azgelişmiş ülkelerde koşullar tümüyle farklıdır. Sermaye aylak olmayıp tersine yetersizdir. Tüketim, halkın çoğunluğunun yoksul olması nedeniyle, büyük ölçüde kısıtlanamaz. Tüketim, ancak fiyatların yükselmesi sonucunda azalır; talep ve dolayısıyla iktisadi faaliyet derecesi geriler. Buna göre, böyle durumlarda enflasyonist şırınganın devlet gelirlerinde bir yükselmeye değil; tersine aynı kalan ya da gerileyen devlet gelirlerine ve daha da hızlanan para dolaşımına yol açma tehlikesi vardır.
85
86
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Hükümetin yol açtığı ve artık durdurulamayan sinsi enflasyon, daha hızlı ve nihayet dört nala koşma aşamasına geçtiğinde para, fonksiyonlarından büyükçe bir bölümünü yitirmiş olur. Para artık değişim aracı ve değer ölçüsü olarak çok sınırlı bir alanda kullanılır duruma gelir. Enflasyonun son aşamasında, paranın kabul edilmemesi ve halkın ayni değişime (trampa) geçmesi bile söz konusudur. Memur ve işçiler daha yüksek maaş ve ücret taleplerini sıklaştırırlar. Bu durum, enflasyonun daha da hızlanıp büyümesine yol açan ücret-fiyat döngüsünün işlemesine neden olur. Enflasyonist gelişmeler nihayet ödemeler bilançosunun bozulmasına yol açar. İhracat pahalılaşıp düşerken ithalat ucuzlar ve genişleme gösterir. Dış açık büyümeye başlar. Bu ucuzlama kuşkusuz, dış açığın büyümesi ve enflasyonun yabancı ülkelerin güvenini de sarsması nedeniyle, sermaye mallarının ithalatında pek söz konusu olmaz. Bu nedenlerle ödeme koşulları zorlaşır, kredi sağlama olanakları kısıüanır. Çoğunlukla alınması zorunlu hale gelen bir önlem, giderek daha başka önlemlerin alınmasını gerektirir. Enflasyonu hızlandıran akla gelebilecek tüm faktörler karşılıklı olarak birbirini etkileyerek para değerinin düşüşünü daha da hızlandırırlar. Enflasyona karşı söylenecek bir başka söz, enflasyonun çok düşük etkinlikte olsa bile girişimcilerin kârlarını artıracağıdır. Böylece daha etkin çalışma baskısı ortadan kalkmış olacaktır. Enflasyon aracılık ve komisyonculuk faaliyetlerini çekici hale getirir ve genişletir; birey ve girişimcileri verimli üretim alanlarından çekip verimsiz spekülatif faaliyeüere yöneltir. Enflasyon arsa spekülasyonunu, istifçiliği ve tefeciliği ödüllendirir. Buna karşı fiyadarını, yasalardan ya da hükümet önlemlerinden dolayı kolayca yükseltemeyen ya da sermayelerini sermaye piyasasına tahvil ihraç etmek suretiyle sağlayan girişimlerin finansman olanakları daralır ve güçleşir. Bu bağlamda, özellikle piyasa ekonomisi düzeninin en önemli kurumlarından sermaye piyasasının, enflasyonun ilk kurbanlarından biri olacağı unutulmamalıdır. Bütün bu anlatılanların sonucunda, enflasyonu sermaye birikiminin bir aracı olarak düşünmek, onu azgelişmiş ülkelere öğütlemek çok büyük sermaye açıklan da olsa, pek mümkün görünmemektedir.
DIŞ FİNANSMAN KAYNAKLARI Bir önceki kısımda yapılan açıklamalardan anlaşıldığı gibi azgelişmiş ülkelerin gerçekleştirdikleri tasarruflar kalkınmalarını sağlamada yetersiz kalmaktadır. Azgelişmiş ülkeler hem bu tür iç tasarruf yetersizliği sorununu, hem de kalkınmalan için zorunlu ithal mallarının bedelini ödemekte karşılaştıkları döviz sorununu çözebilmek için dış finansman kaynaklarına ihtiyaç duyarlar. Genel anlamda tasarruf yetersizliğine daha önce değinmiştik. Tasarruf yetersizliği yanında, azgelişmiş ülkeleri dış kaynak bulmaya iten en önemli etken, döviz gelirlerinin yetersiz kalması sonucunu doğuran düşük ihracattır. Bilindiği gibi, temel olarak döviz ihtiyacının karşılanacağı en önemli kaynak ülkenin ihracatıdır. Azgelişmiş ülkeler iç üretim yapıları gereği, büyük ölçüde belirli tarım ürünleri ile çok kısıtlı ölçüde belli sınai malları ihraç edebilme durumundadırlar. Bu mallann da ihracatını arttırabilme olanakları oldukça sınırlıdır. Buna bağlı olarak ihracattan elde edilen döviz gelirleri de düşüktür. Oysa azgelişmiş ülkeler hem ekonomilerinde yapısal değişiklikleri gerçekleştirmek, hem de tüketim ihtiyacını karşılamak için büyük ölçüde ara ve yatınm malları ile hammadde ithal etmek zorundadırlar. Yatırım mallarının ileri teknoloji ürünü pahalı mallar olduğu da dikkate alınırsa, bu zorunluluğun azgelişmiş ülkeleri ister istemez dış kaynaklara başvurmaya ittiği kolayca anlaşılır.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Dış finansman kaynakları da iç finansman kaynakları gibi iktisadi kalkınmada sermaye birikiminin önemli bir kaynağıdır. Dolayısıyla kalkınmanın finansman kaynağı bu açıdan bakıldığında, bunlara dış tasarruflar denilmesinin pek hatalı yanı yoktur. Dış tasarruflar ister tasarruf açığını, isterse ve özellikle döviz açığını karşılamak açısından ele alınsın, azgelişmiş ülkelerin dış kaynak ihtiyacının giderilmesi için zorunludur. Aslında kuramsal olarak bu açığın kapatılması için şu yollardan söz edilebilir: • İhracat gelirlerini arttırmak, • İthalatı kısmak ve • Dış ticaret hadlerini lehe çevirmek. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi bu konularda karşılaşılan temel nitelikteki zorluklar ve mutiaka daha fazla tasarruf ya da döviz gereği, azgelişmiş ülkeleri Yabancı Özel Sermaye, Dış Borçlanma ve günümüzde büyük ölçüde önemini yitirmiş olan Hibe ve Yardımlar sağlama gibi dış tasarruf yollarına başvurmaya itmektedir.
Dış Tasarrufların Dolaylı Yararları Dış tasarrufların iç tasarruflarla birlikte, doğrudan katkısı olarak bilinen ülkedeki sermaye birikimini arttırması yanında bazı önemli dolaylı yararları da vardır. Bunları kısaca açıklayalım.
Kalkınma Politikalarının Uygulanmasını Kolaylaştırır Dış tasarruflar, özellikle döviz, devletin elinde her an kullanılmaya hazır bir kaynak olarak, önceden tahmin edilemeyen gelişmelere müdahale etmede çok yararlı bir araçtır. Örneğin yatırımların hızlandığı dönemlerde, yatırımların doğurduğu gelir artışlanna bağlı talep yükselmelerinin enflasyona yol açmaması için dış tasarruflar, nispeten kıtlığı çekilen mal ve hizmederin ithalatında kullanılarak toplam arzın arttınlması sağlanır ve böylece olası fiyat istikrarsızlarının önüne geçilmiş olur. Bu arada bir başka örnek; hükümetin çeşidi piyasalarda -özellikle geçici olarak- ortaya çıkan tekelci eğilimleri kırmak amacıyla, elindeki dış tasarruflar kaynağıyla ilgili piyasa ürünlerinin ithalatını gecikmeden gerçekleştirebilmesidir. Böylece ilgili piyasalarda, arzu edilen rekabet ortamının sürüp gitmesi sağlanırken, tüketicilerin de istismar edilmesinin önüne geçilmiş olur.
İç Tasarrufların Yatırımlara Dönüşmesini Kolaylaştırır Yurtiçi tasarrufların fiilen yatırımlara dönüştürülmesi, çoğu kez dış tasarruf kaynaklannın kullanımını gerektirir. Yurtiçi tasarrufların sınai yatırımlara dönüştürülmesi sırasında makine ve benzeri donanımın önemli bir bölümünün ithal edilmesi söz konusudur. İthalat için dövize gerek vardır. İhracat gelirleriyle karşılanamayan bu döviz ihtiyacı ise dış tasarruflarla sağlanır. Benzer biçimde ulusal sanayiinin ihtiyaç duyacağı hammadde ve aramalı ithalatının da düzenli olarak yapılabilmesi dış tasarrufların varlığına bağlıdır. Öte yandan makine ve benzeri donanım ile hammadde ve aramalı ithalatının zamanında ve yeterli ölçüde sağlanması, hem yurtiçi tasarrufları özendirmiş, hem de bu tasarruflann fiilen yatırımlara dönüşmesini kolaylaştırmış olacaktır.
Teknolojik Bilgilerin Yayılmasına Olanak Sağlar Dış tasarruflar makine ve benzeri donanım ithaline ayrıldığı ölçüde, ulusal ekonominin teknoloji düzeyi yükselir. Çünkü her yeni makine, yeni bir teknolojiyi tem-
87
88
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
sil eder. Makineyi ithal eden ülkeye makine ile birlikte bir takım yeni bilgiler de gelmiş olacaktır. Bu durum, özellikle doğrudan yabancı özel sermaye yatırımlarında belirgindir.
Dış Tasarrufların İthali ve Kullanılması Önceki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, dış tasarruflara ister tasarruf açığı, isterse döviz açığı yönünden bakılsın, bunlar niteliği gereği azgelişmiş ülkeler için yaşamsal önem taşır. Bununla birlikte, dış tasarruflar, özellikle kısa ve orta vadeli dış krediler toplam tasarruflar içinde çok yüksek meblağlara varacak boyutta olmamalıdır. Dış tasarruf içinde yer alan kredilerin faizleri ile birlikte geriye, hem de döviz olarak ödeneceği unutulmamalıdır. Başka bir deyişle, kredi olarak sağlanan kaynaklardan yararlanıldığı sürece, ulusal ekonomide yaürımlar yurtiçi tasarruflardan büyük olacak; fakat dış borçlar faizi ile birlikte geri ödenmeye başladığı zaman, yurtiçi tasarrufların yatırımlardan büyük olması gerekecektir. Bu nedenle, toplam olarak dış tasarruflardan nasıl yararlanılacağı, hangi koşullarda ve hangi süreler için sağlanacağı, kalkınma kuramı ve kalkınma politikası içinde önemli bir yer tutar. Bu konuda genellikle, dış kaynaklardan, özellikle dış kredilerden yararlanan bir ekonomide, üretim kapasitesinin ve buna bağlı olarak tasarruf eğiliminin bu kaynağın geri ödemesi başlamadan önce hızla yükseltilmesi gerektiği kabul edilir. Bu ifadeyi unsurlarına ayırırsak, herhangi bir ekonominin sağladığı dış kredilerden gerektiği gibi yararlanabilmesinin hangi koşullara bağlı olduğunu açıkça görebiliriz: • Dış kaynağın üretim kapasitesinde hızlı bir artış yaratması, • Tasarruf eğiliminin hızla yükselmesi, • Büyüme hızını sürdürecek miktarda yatırımların yapılması, • Dış kredilerin ödenme koşullarının elverişli olması (ödemesiz süre, faiz oranı, ödeme süresi gibi) ve • Dış ticaret hadlerinin ve ödemeler bilançosunun gelişme sürecinin olumlu kılınması. Yukarıdaki ilk üç koşul dış finansman ile tasarruf artışı ve büyümeyi sürdürecek yatırım artışlarıyla; dördüncüsü ise bizzat dış borçlanmanın koşullarıyla ilgilidir. Bu koşullar arasında gerek büyüklük, gerekse zaman yönünden belli bir uyumun kurulması gerektiği açıktır. Son koşul, özellikle dış kaynağın artan ölçüde dövize dönüştürülebilecek biçimde kullanılmasıyla ilgilidir. Aksi takdirde sağlanan dış kaynağın kullanılmasıyla yurtiçi tasarruflar ne kadar artarsa artsın, bunlar dövize dönüştürülemiyorsa, geri ödemede herhangi bir katkısından söz edilemez. Dış borçların ve faizlerinin ödenmesi, yurtiçi tasarrufların artışından çok, ekonominin döviz gelirlerinin artmasına bağlıdır. Bu nedenle ithal ikamesi ve/ya da ihracatın özendirilmesi gibi kalkınma politikaları, dış finansman kaynaklarıyla çok yakından ilgilidir. Yukarıda verilen bilgiler ışığında bir ekonominin dış tasarruflardan gerektiği gibi yararlanabilmesi hangi koşullara bağlıdır?
Dış Tasarruf Kaynakları Önceden değindiğimiz gibi, ülkelerin dış tasarruf kaynaklarım genel olarak üç ana başlıkta inceleyebiliriz: Yabancı özel sermaye, dış borçlar ve hibe-yardımlar.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Yabancı Özel Sermaye Yabancı özel sermaye, azgelişmiş ülkelerin sermaye birikimi ve teknolojik gelişmeleriyle ilgili olarak üzerinde en çok durulan bir dış finansman kaynağıdır. Azgelişmiş ülkelere gelişmiş ülkelerden gelen özel sermaye yatırımları ve teknolojik olarak yapılan ortaklık ya da işbirliği, geniş anlamda dış finansman tanımı içine girer. Çünkü, azgelişmiş ülkeyi yabancı özel sermaye ve teknoloji ithal etmeye iten etkenler iç tasarruf yetersizliği, dış ödemelerde ortaya çıkan darboğazlar ve son olarak teknolojik geriliktir. Bunların üçü de finansal anlamda fon gerektiren unsurlardır. Şöyle ki: • îç tasarruf yetersizliği, tasarruf oranının düşüklüğünden doğmaktadır ve dolayısıyla iç fon yetersizliğidir. • Dış ödeme güçlüğü, döviz gelirlerinin yetersiz kalmasıdır; bir döviz açığı söz konusudur. • Teknolojik gerilik ve yetersizlik ise, bir teknolojik açıktır; teknolojik araştırmalara ya da teknik eleman yetiştirilmesine ayrılan fonların yetersiz kalmasından doğmaktadır. Eğer yabancı özel sermaye, azgelişmiş ülkelerde sayılan bu eksikliklerin giderilmesi için gerekiyor ise, bu durumda yabancı sermayeyi bir dış tasarruf ya da dış finansman kaynağı olarak ele almak uygundur. Yabancı özel sermaye ya finansal sermaye ya yatırım malı ya da teknoloji transferi biçiminde görülür. Finansal sermaye ve yatırım malı olarak gelen yabancı sermaye ya geldiği ülkedeki yerli firma ile ortaklık kurarak ya da yalnız başına azgelişmiş ülkelerde yatırımlara girişerek üretimde bulunur. Böylece ülkeye giren yabancı sermaye, dolaylı olarak ülkeye belirli bir teknolojiyi de beraberinde getirmiş olur. Yabancı özel sermayenin azgelişmiş ülkelere bir giriş yolu da teknolojik katkı biçimindedir. Bu durumda yabancı sermaye azgelişmiş ülkedeki ortaklığa doğrudan doğruya teknolojik katkıda bulunur. Belirli bir malın, belirli bir teknolojiyle üretimi olarak yapılan ortaklıkta, yabancı firma, sanki sermaye yatırımında bulunmuş gibi, sağladığı teknolojik bilgi ve katkı karşılığında kâr transferi olanağına sahip olur.
Yabancı Özel Sermayenin Yararları Yabancı özel sermayenin ulusal ekonomiye, özellikle azgelişmiş ülkelere genel olarak sağlayacağı doğrudan ve dolaylı yararları başlıca dört noktada toplayabiliriz: • Sermaye birikimine katkısı: Yabancı özel sermayenin azgelişmiş ülkelerce ithal edilmesinde ana beklentilerden biri budur. Kalkınma için en gerekli faktörün azgelişmiş ülkelerde sermaye birikimini hızlandırmak olduğu hatırlanırsa, yabancı özel sermayenin bu katkıyı sağlaması, onun ulusal ekonomiye en önemli yararı olarak görülmelidir. • Teknolojik gelişmeye katkısı: Bilindiği gibi yabancı sermaye geldiği ülkeye belirli bir teknolojiyi de beraberinde getirir. Azgelişmiş ülkeler için sermaye birikimi kadar önemli bir faktör de teknolojik yeniliklerdir. İşte bu önemli eksikliğin, ister doğrudan isterse dolaylı bir biçimde uygulanacak iyi bir teknoloji transfer (aktarımı) politikasıyla yabancı sermayenin ithal edilmesi sırasında giderilmesi sağlanabilir.
89
90
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
• İş yönetimi ve teknik eleman bakımından yararları: Yabancı özel sermaye gelişmiş ülkelerden geldiği için daha rasyonel ve etkin bir iş yönetimi bakımından da öğretici olabilir. Özellikle azgelişmiş ülkeler açısından "öğrenme sürecinin"başarılı ve daha kısa bir süre içinde geçilmesi bakımından bunun önemi açıktır. Ayrıca, özellikle azgelişmiş ülkelerde en kıt faktörlerden sayılan üst düzeydeki teknik eleman ve yönetici kadrosunun gelişmesi açısından da yararları göz ardı edilmemelidir. • İç piyasanın dinamizmine katkı: Yabancı özel sermaye, azgelişmiş ülkelerde piyasa ekonomisi koşullarının yaratılması, iyileştirilmesi ve etkin bir biçimde işlemesinde önemli katkılar sağlar. Bu arada ekonominin ikili statik yapıdan modern dinamik bir yapıya dönüşmesinin hızlanmasında yararlı olabilir. Rekabet yapısının ve sürecinin iyileşmesi, işletme yapılarının modernizasyonu, piyasa ekonomisi bilincinin yaygınlaşması en önemli katkılardır. Yerli girişimcilerde zihniyet değişikliği ve rasyonel davranış eğilimlerinin gelişmesi, girişimcilerin dış piyasalara açılmasına da olumlu etkilerde bulunur.
Yabancı Özel Sermayenin Sakıncaları Yabancı özel sermayenin genel olarak belirttiğimiz bu yararları yanında, azgelişmiş ülkelerde neden olacağı bazı sakınca ve kayıpları da söz konusu olabilir. Bunlan da genel olarak şöylece sıralayabiliriz: • Uygun bir denetim mekanizması olmadığı takdirde yabancı özel sermaye ulusal ekonomiyi kontrolü altına alabilir. Bu durum ülkenin uygun bir kalkınma politikası izlemesine olanak tanımayabilir. Para, maliye, dış ticaret politikası araçlarının gerektiğinde belirli amaçlar için kullanılmasında zorluklar ortaya çıkabilir. • Yabancı sermaye, ulusal ekonomi açısından uygun olmayan teknolojileri "empoze ederek" ülkenin sanayileşmesinde ve teknolojik gelişmesinde sapmalara neden olabilir. Böyle bir durumda, bir yandan teknolojide dışa bağımlılık artarken; öte yandan bu teknolojinin gereği olarak sürekli olarak ithal edilecek dış girdilerle dış ticaret açığının giderek büyümesi gibi olumsuz sonuçlar doğabilir. • Yabancı özel sermayenin temel amacı kâr olduğuna göre, elde ettiği kârı ana girişimin bulunduğu ülkeye aktarması doğaldır. Bu kâr aktarımlan, azgelişmiş ülkelerden döviz çıkışına yol açtığı için, döviz olarak bir kaynak kaybı niteliğinde görülebilir. Eğer kâr oranları çeşitli nedenlerle çok yüksek düzeylerde ise, bu durum ulusal ekonomiye yarardan çok zarar getirecektir. Yabancı özel sermayenin yarar ve sakıncalarını özetlemek gerekirse, sonuç olarak şunlar söylenebilir: Yabancı özel sermayenin geliş nedenleri ile azgelişmiş ülkelerin bunu ithal etme nedenleri ve beklentileri farklıdır. Azgelişmiş ülkeler uygulayacakları kalkınma politikaları çerçevesinde bu çıkar çatışmasını ya da çıkar farklılığını bağdaştırmak zorundadırlar. Bağdaştırmanın başarısı, büyük ölçüde yabancı özel sermayenin ülke ekonomisi açısından rasyonel koşullar içinde özendirilmesine ve kalkınma politikalarının temel amaçlarına uygunluğunun gözetilmesine bağlıdır. Yabancı sermaye konusuna artık geçmişte olduğu gibi daha çok ideolojik değil; çağdaş ve akılcı yaklaşmak gerektiği anlaşılmış olmalıdır. Her iki tarafın beklentilerinin kesiştiği bir çok optimal nokta mutlaka vardır. Yabancı özel sermayenin geliş nedenleri ile azgelişmiş ülkelerin bunu ithal etme nedenleri ve beklentilerindeki farklılıklar hangi politikalarla bağdaştırdabilir?
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
91
Dış Borçlar (Krediler) Çoğu azgelişmiş ülke için dış tasarrufların en önemli kaynağını dış krediler oluşturur. Dış krediler ya da dış borçlar, azgelişmiş ülke hükümederinin ya da özel banka ve firmalann, -çoğunlukla devlet güvencesi altında- yurt dışından sağladıkları döviz cinsinden kredileri ifade eder. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Batı Avrupa'nın yeniden imarı ve geliştirilmesi ile birlikte, azgelişmişlik sorunu da uluslararası sermaye hareketlerinde önemli bir yer almıştır. Özellikle 1960'lı yıllardan sonra yeniden büyük bir ekonomik güce kavuşan Batı Avrupa ülkelerinin katianacakları belli özveriler bile, azgelişmiş ülkelere büyük fonlann akmasına yol açabilirdi. Ne var ki, izleyen yıllarda gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ülkelere kredi olarak aktarılan fonlar umulan ölçüde olmamıştır. Bu arada, özellikle 1980'li yıllardan itibaren azgelişmiş ülkelerin dışarıdan sağladıkları kredilerin gelişimi ve ortaya çıkan sorunlar biraz sonra ele alınacaktır.
Dış Kredilerin Etkinliği Dış kredinin etkinliği, alınan kredinin alan ülkeye sağladığı fayda ile ülkenin katlandığı maliyet arasındaki ilişkidir. Azgelişmiş ülkeler aldıkları krediyi, ana para ve faiz olarak geri ödeyecektir. Başlıca maliyet unsurları bunlardır. Kredilerin faydasına gelince; burada alınan kredinin ulusal ekonomide çeşidi kullanım alanlan arasında, nereye aktarılacağı önem taşır. Kredinin faydasının kantite edilmesinde, izlenen kalkınma stratejisine uygun düşen kriterler esas alınır. Bu arada fayda-maliyet analizinde, belirli amaçlarla yapılan borçlanma ve dolayısıyla kredinin vadesi de ayrıca önem taşır. Örneğin kısa ve orta vadeli krediler genellikle cari dış ödeme darboğazlarını gidermeye yönelik kredilerdir. Buna karşın uzun vadeli krediler, büyük tutarlara ulaşan ekonomik ve yapısal altyapının yaratılmasına ve dolayısıyla doğrudan üretken yatırımların yapılmasına yardımcı olurlar. Dolayısıyla sağlanacak kredilerin hangi amaçlar için kullanılacağı, hem kredi maliyetinin hem de kredinin faydasının oluşmasında temel belirleyici unsur olacaktır. Kalkınma politikası amaçlarının önem ve önceliklerince de etkilenen kredilerin fayda ve maliyet büyüklükleri, yukarıda sözü edilen etkinlik kriterine uyumun sağlanmasında ön bilgileri oluşturur. Azgelişmiş ülkelerin kalkınmalarında, daha çok uzun vadeli gelişme kredileri büyük önem taşır. Bu kredilerle büyük yatırım projeleri finanse edilir. Ekonominin altyapı alanlannın ve sınai üretim kapasitesinin kurulması, genişletilmesi ve iyileştirilmesi ile sanayide yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi, daha çok bu tür kredilerin desteğiyle sağlanır. Doğal olarak bu tür kredilerin kısa vadeli ödeme sorunlarının çözümü amacıyla kullanamamaları ve nispeten düşük faizle edinilmeleri esastır.
Dış Kredilerin Sınıflandırılması Azgelişmiş ülkelerin dışarıdan sağladıkları kredileri, çeşitli açılardan başlıca şu gruplara ayırabiliriz: • Uzun vadeli kalkınma kredileri ile kısa ve orta vadeli krediler: Bu grup içinde azgelişmiş ülkeler için en önemli olanı, yukarıda belirtildiği gibi, uzun vadeli kredilerdir. Buna karşın kısa ve orta vadeli krediler, özellikle cari dış ödeme güçlüklerinin giderilmesi ve genel olarak ekonomi politikası uygulamalannın kolaylaştırılması amacıyla başvurulan kaynaklardır.
Alınan kredinin alan ülkeye sağladığı fayda ile ülkenin katlandığı maliyet arasındaki ilişkiye dış kredinin etkinliği denir.
92
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Konsorsiyum: Bu ünitede, uluslararası resmi ya da özel ekonomik kuruluşların kredi açmak, mal yardımları koordine etmek ya da açılan kredilerin geri ödenmesini sağlamak gibi amaçlarla meydana getirdikleri organlardır.
• İkili ve çok taraflı krediler: Azgelişmiş ülkeye kredi verenin bir ülke, bir finansman kurumu ya da konsorsiyum olmasına göre de dış krediler ikili ya da çok taraflı krediler olarak adlandırılabilir. • Proje ve program kredileri: Azgelişmiş ülkelerin aldıkları krediler, belirli kalkınma projelerini gerçekleştirmek amacıyla olabilir. Proje kredilerinde, kredi, belirli bir proje için verilir ve sadece bu projede kullanılır. Bu tür kredinin başka amaçlarla kullanımı mümkün değildir. Buna karşın program kredilerinde böyle bir sınırlama söz konusu değildir. Program kredileri adından da anlaşıldığı gibi, kalkınma plan ve programlarının uygulanmasında karşılaşılan genel nitelikli dış finansman ihtiyacını karşılamak için alınır. Proje kredilerine göre kullanımı daha serbest olan program kredileri nispeten elverişli görünmektedir. Ne var ki, çoğu azgelişmiş ülkenin sağladığı dış krediyi amaca uygun bir biçimde kullanmadaki başarısızlığı, yerinde kullanımının, veren tarafından çok etkin olarak denetlendiği proje kredilerini daha yararlı kılabilir. • Bağlı ve serbest krediler: Alınan kredinin kullanımının serbest olup olmamasına göre de bir ayırım yapılabilir. Bağlı kredilerle krediyi veren devlet ya da uluslararası finans kuruluşu, kredinin kullanma serbestisini ya belirli bir ülke (ülkeler grubu) ya da belirli mal ve hizmet (mal-hizmet grubu) ile sınırlayabilir. Başka bir deyişle, kredinin ya belirli bir ülkeden (ülkelerden) çeşidi mal ve hizmet alımlarında kullanılması ya da belirli mal ve hizmetlerin satın alınması koşuluyla verilmesi söz konusudur. Kimi zaman, her iki koşulun birlikte bulunduğu da görülür. Bağlı kredilere en yaygın örnek, Eximbank kredileridir. Serbest kredilerde ise ülke, aldığı krediyi istediği ülke piyasasında ya da mal ve hizmet alımında kullanmakta serbesttir. Serbest kredilerin azgelişmiş ülkeler için, kalkınma amaçlarına uygun kullanılma koşuluyla daha uygun olduğu açıktır. Krediyi alan ülke, gerek mal türü olarak, gerekse satın alacağı piyasa açısından kendisine en uygun ithalatı gerçekleştirebilir. Azgelişmiş ülkelerin bir dış finansman kaynağı olarak başvurdukları kredinin türü ne olursa olsun, bunların kalkınma politikası amaçlarına uygun bir biçimde kullanılmaları esastır. Aksi takdirde bu kredi, ülkenin orta ve uzun dönemli gelişme sürecini çok sakıncalı darboğazlara sürükleyebilir. Özellikle alınan kredilerin ana para ve faiz olarak geri ödeneceği unutulmamalıdır. Ayrıca ülkenin ileride ihtiyaç duyacağı yeni dış kaynak gereğinin giderek azaltılması ve bunun da eskiye göre daha kötü koşullarda alınmaması esas olmalıdır.
Program kredileri: Kalkınma plan ve programlarının uygulanmasında karşılaşılan genel nitelikli dış finansman ihtiyacını karşılamak için alınır.
Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borç Sorunu Azgelişmiş ülkelerin dış borçlar konusunda karşılaştıkları güçlükler, dünya ekonomik ve siyasal çevrelerinde sık sık tartışılan ve çözüm bekleyen bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır. Kalkınmalarını hızlandırmak isteyen ülkeler sermaye yetersizliğinden kaynaklanan finansal darboğazlardan kurtulmak için sık sık dış borç almaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de kimi gelişmekte olan ülkelerde dış borç stokları aşırı boyudara ulaşmıştır. Bu nedenle, son yıllarda vadesi gelen dış borçların ana para ödemeleri bir yana, borç faizlerini dahi karşılayamayacak ölçüde ekonomik ve mali yönden kaynak sıkıntısı çeken ülkelerin sayısı gittikçe artmaktadır. ikinci Dünya Savaşı'nın bitimini izleyen yıllarda dış kredilerin çoğu devletten devlete ya da uluslararası finans kurumlarından devledere yönelmiş bir durumday-
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
93
di. Daha sonraki yıllarda, özellikle 1980'li yıllarda dış borçların akışı devleder arasından çıkıp; uluslararası piyasalar aracılığıyla özel girişimler ve finans kurumları kanalıyla gerçekleşir olmuştur. Uluslararası borçlanma biçimi günümüzde de büyük ölçüde değişim içindedir. Aşağıda azgelişmiş ülkelerin son yıllarda karşılaştıklan dış borç sorununun gösterdiği gelişme özet olarak verilmiştir. • Dünya Borç Krizi: 1970'lerin sonuna kadar uluslararası piyasalarda parasermaye bolluğu nedeniyle faizler düşük düzeyde kalmıştır. Fakat 1970'lerin sonundan itibaren faiz oranlarında yükselmeler kendini göstermeye başlamıştır. Faiz oranlarının yükselişi karşısında 1982 Ağustos'undan başlayarak bir dizi azgelişmiş ülkenin borçlarını ödeyemez duruma gelmesiyle, dünya ölçeğinde bir borç bunalımı ortaya çıkmıştır. İlk olarak Meksika, ardından Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkeleri ve soma kimi Afrika ülkeleri vadesi gelen borçlannı ödeyemeyeceklerini ilan etmişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda dünya finansal bir krize girmiş ve bu olay literatüre Dünya Borç Krizi olarak geçmiştir. 1982 yılında Brezilya 93 milyar dolar, Meksika 87 milyar dolar ve Arjantin 44 milyar dolar ile en fazla borçlu olan ülkeler arasında başı çekmişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerin toplam borçlarının yaklaşık yarısı özel kredi kuruluşlarına, çoğunluğu da ticari bankalara; geri kalanıysa IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası ödünç veren kuruluşlara, devledere, devlet kurumlarına ve ihracat-ithalat bankalanna (Eximbank) olmuştur. Borçlu ülkelerden orta gelirli ülkelerin, özellikle Latin Amerika ülkelerinin borçlarının büyük çoğunluğu ticari banka borçlarıdır. Özel bankalardan borç alamadıklarından dolayı dünyanın en yoksul ülkelerinin, çoğunlukla Afrika ve Güney Asya ülkelerinin borçlarının büyükçe bir kısmı IMF, Dünya Bankası ve devletten devlete borç niteliğinde olmuştur. 1970
1980
1990
2000
T o p l a m B o r ç Stoku
62,6
435,5
1.180,1
2.061,1
Resmi Kuruluşlar
33,6
175,7
604,7
857,9
7,3
48,8
207,7
345,5
iki Taraflı
26,3
126,9
397,0
512,4
Ö z e l Kuruluşlar
29,0
259,8
575,4
1.203,2
Ç o k Taraflı
Tahviller Ticari Bankalar v e Diğer
1,8
13,0
108,2
521,1
27,2
246,8
467,2
682,1
Kaynak: World Bank, Global Development Finance, Country Tables, 2001, s:23.
Tablo 4.1'de de görüldüğü gibi azgelişmiş ülkelerin borçları 1970'te yaklaşık 63 milyar dolardan 2000 yılında 2 trilyon dolara yükselerek olağanüstü artmıştır. Aynca 1980'de ticari banka kredileri, gelişmekte olan ülkelere verilen kredilerin yaklaşık yüzde 57'sini oluştururken, 2000'de bu oran yüzde 33'e düşmüş, fakat bu ülkelerin uzun vadeli borç stokları artmaya devam etmiştir. Kriz nedeniyle uluslararası finansal piyasalarda yer alan ticari bankaların ekonomik yapılan bozulmuş ve bu bankalar borç verme işlemlerini durdurmuşlardır. Bunun sonucunda, ekonomileri önemli ölçüde dış borçlara bağımlı hale gelmiş gelişmekte olan bir çok ülke, ekonomik ve siyasal yönden çok büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır.
Tablo 4.1 1970-2000 Döneminde Gelişmekte Olan Ülkelerin Uzun Dönem Borç Stokları (Milyar Dolar)
94
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
•
İstikrar Politikaları: Azgelişmiş ülkeler içine düştükleri borç krizi nedeniyle borç ertelemesi talebinde bulunmuşlardır. Buna karşı IMF, ertelemenin baş koşulu olarak bu ülkelere, ekonomik ve kurumsal alanda bir dizi reformları içeren yeni-liberal politikalar uygulamalarını önermiştir. Borçlannı ödemekte güçlük çeken azgelişmiş ülkelere önerilen yeni-liberal politikalar, temelde dışa açılmayı, dış ticareti ve finans piyasalarını serbestleştirmeyi, devletin ekonomideki rolünün azaltılmasını içermektedir. Azgelişmiş ülkeler borçlarını ertelemek ve yeni kredi almak için istikrar politikası diye de adlandırılan bu politikaları uygulamak zorunda kalmışlardır. 1989 yılından bu yana, ağır borç yükü altındakiler başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde geniş çaplı özelleştirme programları uygulamaya konmuştur. Bunun sonucunda ulusal sermaye piyasaları hızla canlanmış ve menkul değer ticareti ülke sınırlarını aşarak portföy yatırım akışı hızlanmıştır. Portföy yatırımlarında meydana gelen hızlı artış sonucu biriken fonlar, borç krizi süresince ekonomik durgunluğa girmiş olan borçlu ülkelerde durgunluğun aşılmasını sağlayacak programların finansmanında kullanılmıştır. Gerçekten portföy yatırımlarıyla, özellikle Latin Amerika'ya akan "sıcak para", ekonomik canlanmaya önemli katkı sağlamıştır. 1989-91yıllarında Meksika ve Arjantin Ekonomisi'ndeki düzelme süreci, büyük ölçüde uluslararası sermaye piyasalarından kaynaklanan sıcak para akışıyla başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelere portföy yatırımlarının artmasının, bu ülkelerin borç ödemeleri nedeniyle büyüyen ödemeler bilançosu dengesizliğini bir ölçüde gidereceği ileri sürülmüştür. Ne var ki önerilen bu "reçete" ve uygulamalar gelişmekte olan ülkelerde önemli ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklara da yol açmıştır. Ülkeye akan kısa vadeli sermaye, ekonomide beklenilen olumlu gelişmelerin yeterince ve zamanında ortaya çıkmamasından etkilenerek ekonomiyi hızla terk etmiş, bu da ülkede çok ciddi mali krizlerin yaşanmasına neden olmuştur. Sıcak para hareketleri diye bilinen bu kısa vadeli sermaye giriş-çıkışları, 1994 yılında Meksika ve Türkiye'de mali krizlere yol açmış, bu durum reel ekonomiyi de olumsuz yönde etkilemiştir. Tablo 4.2 1987-2000 Döneminde Yabancı Sermaye Hareketleri (Milyar Dolar)
Arjantin Bolivya
Brezilya
1987
1990
2000
-46,0
-0,2
1,7
-2,0
0,3
0,9
-31,0
0,6
45,7
Şili
-2,0
2,1
4,0
Kolombiya
-7,0
0,3
0,3
Ekvator
-7,0
0,2
0,9
Meksika
-84,0
8,3
11,5
Nijerya
-20,0
0,5
0,9
Peru Filipinler Uruguay Venezüella Yugostavya TOPLAM
-2,0
0,1
1,6
-23,0
0,6
2,5
-4,0
0,0
0,6
-58,0
-0,1
5,5
-6,0
-0,8
0,0
292,0
11,7
76,8
Kaynak: World Bank, World Development Indicators, 2002, s:352-354.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
• Sermaye Kaçışı: Borç krizinin baş gösterdiği dönemde, gelişmekte olan ülkelerin ödemeler bilançosu dengesizliğini ve borç ödeme güçlüklerini arttıran bir etken de bu ülkelerden sermaye kaçışıdır. 1985 yılında Meksikalı ve Arjantinlilerin yurt dışında tuttukları dövizlerin, bu ülkelerin dış borçlarından daha fazla olduğu ileri sürülmüştür. Tablo 4.2'ye göre 1987'de Arjantin'den 46, Brezilya'dan 31, Meksika'dan 84, Nijerya'dan 20, Filipinlerden 23 ve Venezüella'dan 58 milyar dolar sermaye kaçışı olmuştur.
Dış Borç Sorununa Önerilen Çözümler Dış borç sorununu çözmeye yönelik pek çok öneri yapılmıştır. Bu önerilerden bazıları yaşama geçirilmiştir. Uygulamaya sokulan önerilerden en önemlileri Baker Planı ve Brady Planı'âır. Baker Planı, 1985 yılında Seul'da bir araya gelen alacaklı gelişmiş ülkeler, Dünya Bankası ve IMF temsilcileri tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu plan, dönemin ABD Maliye Bakanı /. Baker tarafından önerilmiş ve literatüre Baker Planı olarak geçmiştir. Bu plan borç sorununun temelden çözümlenmesinden çok, bir süre ertelenmesini sağlamıştır. Baker Planı, bir çok bakımdan yetersiz olmuş ve borç sorununa kalıcı bir çözüm getirememiştir. Bunun sonucunda, bu kez 1989 yılında yine ABD Maliye Bakanı N. Brady tarafından borç sorununu çözmek için yeni bir plan önerilmiş ve bu da Brady Planı adıyla uygulamaya konulmuştur. Brady Planı çerçevesinde sorunun çözümü için yeni teknikler geliştirilmiştir. Bu yolla vadesi gelen borçların geri ödenmesinde bir kolaylık sağlanmaya çalışılmıştır. Bu teknikler, borcun anapara ve faiz ödemelerinde indirime gidilmesi, borçlann ikinci piyasalarda satılmasını öngören borç takası, geri ödemelerin ihracat gelirleri oranında yapılması gibi unsurları içermektedir. Bu uygulamalar borçların ödenmesini kolaylaştırmakla birlikte, borçlu ülkeleri, gerçek anlamda borç yükünden kurtaracak nitelikte olmamıştır. Borçlu ülkelerin borçlarının tamamen silinmesi gibi radikal bir öneri ise hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Azgelişmiş ülkelerin ve uluslararası kredi kuruluşlarının tüm çabalarına rağmen borç sorunu, azgelişmiş ülkelerin istikrar içinde büyümelerini ve halkın yaşam düzeyini yükseltmelerini engelleyici bir faktör olarak önemini günümüzde de korumaya devam etmektedir. Klasik yapısal uyum programları ve reform paketleri, borç ertelemesi, borçların yeniden yapılandırılması ya da öteki mali ve parasal önlemler bu konuda çok az bir iyileşme sağlayabilmiş görünmektedir.
Hibe ve Yardımlar Dış tasarruflann bir türü de tümüyle ya da kısmen karşılıksız olarak verilen hibe ve yardımlardır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yeniden kalkınmasını sağlamak amacıyla ABD tarafından başlatılan ve daha sonra "Ortak Savunma Sistemi" içinde sürdürülen dış yardımlar döviz, tarım ürünleri fazlası ve askerî malzeme biçiminde yapılmaktadır. Dış yardımlann döviz olarak ödenenleri 1950'lerde herhangi bir ön koşul taşımadan verilirken 1960'tan sonra "koşullu yardım" şekline dönüşmüştür. Koşullu yardımlarda, yardımı veren devlet bu yardımın belli projelerin ya da kendi ülkesinden yapılacak ithalatın finansmanında kullanılmasını istemekte ve yardımı ancak bu koşulun gerçekleşmesi halinde vermektedir. Azgelişmiş ülkelerde, etkin ve alternatif yatırım projelerinin kıt olduğu ve devletin gösteriş harcamaları eğiliminin yüksek olduğu dikkate alınırsa koşullu yardımların kaynak savurganlığını önleyeceği düşünülebilir. Bununla birlikte koşullu yardımların ulusal kalkınma stratejisine ters düşme tehlikesi de vardır.
95
96
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Kalkınma yazınında "yardım mı yoksa ticaret mi?" konusu çok tartışılmıştır. Buna göre azgelişmiş ülkelere yardım etmektense onların ihraç ürünlerine uygulanan gümrük vergilerini indirmek ve bu ülkelerden yapılan ihracatı artırmak kalkınmaya daha çok yardım edebilir. Ancak, azgelişmiş ülkelerin ihracatını artırmanın çok yararlar sağlayacağı kesin olmakla birlikte, önemli olan kısa sürede dış tasarruf açığını kapatmaktır. Bu bakımdan döviz olarak verilen yardımların, özellikle "koşulsuz" olmaları ve yerinde kullanılmaları halinde kalkınma yönünden büyük yararları vardır. Dış yardımlarla ilgili bir diğer tartışma konusu da dış yardımların miktanyla ilgilidir. Bu konunun önemini iyi kavrayabilmek için dış yardımların gelişmiş ülkeleri de çok yakından ilgilendiren bir sorun olduğunu bilmek gerekir. Gerçekten de dış yardımlar, sırf "yoksula yardım" gibi insancıl nedenlerden doğmayıp, belki de ondan daha çok politik ve ideolojik nedenlerden doğmuştur. "Özgür Dünya" denilen kapitalist ülkeler ile "Komünist Blok" arasındaki rekabetin ortaya çıktığı alanlarından biri de dış yardımlar olmuştur. Dış yardımlarla ilgili bir başka tartışma konusu da, bu yardımların bir devlet tarafından mı, yoksa uluslararası bir kuruluş tarafından mı verilmesinin daha yararlı olacağıdır. Uluslararası bir kuruluş aracılığıyla dış yardımların verilmesinde çeşidi yararlar vardır: Birinci olarak, yardımı alanın, "iyiliksever varlıklılar" karşısında onurundan özveride bulunma tehlikesi kalkar. İkincisi, bu konuda uzmanlaşmış bir organizasyon, yardım alacakları ve yardımın şeklini daha iyi belirleyebilir. Bu üstünlüklerine rağmen, bugünkü uygulamada uluslararası yardım örgüderine fazla önem verilmemekte ve her varlıklı ülke istediği azgelişmiş ülkeye istediği biçimde yardım etmektedir. Dış yardımlarla ilgili tartışma konuları nelerdir? Sizce yardımların ne şekilde yapılması daha doğru olur?
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
97
Özet İç finansman
kaynakları
Eğer vergi mevzuatı dikkatlice gözden geçirilir, ver-
nelerdir?
gi kaçakları ve vergi toplama maliyeti azaltılır ve
Senııaye birikiminin en önemli kaynağı tasarruflardır. Tüketimi kısmadan tasarruf artışına olanak ve-
dolaysız vergilerle, özellikle tarımın yükümlülüğü
ren önlemler arasında tam kullanılmayan emeğin
yükseltilebilirse, sermaye birikiminin daha da arttı-
mobilizasyonu, nın sağlanması, emek yoğun tek-
rılması için önemli bir kaynak yaratılmış olur. Ne
niklerin kullanılması ve tasarruf yol ve yöntemleri-
var ki bu yolla sağlanacak sermaye birikimi çaba-
nin değiştirilmesi sayılabilir. Azgelişmiş ülkelerde
sının, bir yandan devletin cari harcamalarını daha
tüketimi kısarak tasarrufu artırmak için bir takım
da arttırması, öte yandan artan vergi yükünün ser-
özverilere kadanılması zorunlu olmaktadır. Bunlar,
maye kaçışına yol açması ve özel tasarrufları olum-
toplumu ikna etmek, ta sarruflan özendirmek, yatı-
suz yönde etkilemesinin önüne geçilmelidir.
rım olanaklarmm artırılmasını özendirmek, tasarruf
Gelir düzeyinin ve gelir artış hızının düşük olduğu
eğilimi yüksek sektörlerin geliştirilmesini sağlamak
azgelişmiş ekonomilerde tasarruf artışı ancak tüke-
biçiminde olabilir.
timi kısmakla mümkündür. Tüketimin yaygın ve
Azgelişmiş ülkelerde sermaye birikimi kaynakla-
sürekli kısılması da vergileme ile gerçekleşir. Azge-
rından bir diğeri de "vergiler"dir. Bilindiği gibi ver-
lişmiş ülkelerde vergileme üretimi olumsuz yönde
gilerle yaratılan tasarruf da aynen enflasyonla yara-
etkilemeyecek ve sermaye birikimini engellemeye-
tılan tasarruf gibi "zorunlu tasarruftur. Gelir düze-
cek niteliklere sahip olmalıdır. Bu ülkelerde vergi
yinin ve gelir artış hızının düşük olduğu ekonomi-
yapısı üzerine yapılan araştırmalar dolaylı vergile-
lerde tasarruf artışı ancak tüketimi kısmakla ola-
rin daha etkili olduğunu dolaysız vergilerin tahak-
naklıdır. Tüketimin yaygın ve sürekli bir şekilde
kuk ve tahsili için gerekli muhasebe kayıt sistemle-
kısılması ise ancak vergileme ile olur. Vergi, eko-
rinin istenilen gelişme düzeyine gelememiş olduğu
nomik yönden birey gelirinden bir kısmının dolay-
için bu vergilerden umulan verimin sağlanamadığı-
lı ya da dolaysız yoldan devlete aktarılması şeklin-
nı göstermektedir.
de tanımlanabilir. Bir finansman
Enflasyon da sermaye birikiminin bir kaynağı olarak değerlendirilebilir. Enflasyon bir taraftan tüketimi azaltırken diğer taraftan da üretim faktörlerini
3w
kaynağı
olarak enflasyonu
açık-
laymız. Bilindiği gibi, fiyatlar genel düzeyinin sürekli yük-
bir üretim dalmdan geliştirilmesi arzu edilen diğer
selme göstermesi haline, kısaca "enflasyon" denir.
bir üretim dalma aktarmaya yardımcı olur. Enflas-
Enflasyonun kaynaklarını, yani doğuş nedenlerini,
yonla sermaye birikiminin sağlanabilmesi için çok
çok çeşitli olmakla beraber iki büyük grupta topla-
ciddi bir fiyat ve ücret kontrolünün yanında üretim
mak mümkündür: Birinci grup enflasyonlara "talep
faktörlerinin de tam hareketli (mobil) olması gere-
enflasyonu" adı verilir ve toplam talebin toplam ar-
kir. Enflasyonla sermaye birikiminde enflasyonun
zı aşması halinde ortaya çıkar. İkinci grup enflas-
yarar ve zararlarmı göz önüne almak gerekir.
yonlar ise "maliyet enflasyonu" adı verilen enflasyonlar olup üretim maliyetinde meydana gelen sü-
Gönüllü tasarruf ve zorunlu tasarruf nedir? Hangi 2~W araçlar
kullanılır?
Bilindiği gibi, tanım olarak gelirin tüketilmeyen kıs-
rekli artışlardan doğar. Ekonomik kalkınma için gerekli sermaye birikiminin sağlanmasında enflasyondan yararlanılabileceği
mı tasarruf edilmiş sayılır. Bu tasarruflar da kural
düşünülür. Gerçekten de enflasyon, aşağıda ayrın-
olarak yatırımlara aktarılır. Normal olarak yatınmla-
tılı olarak belirtileceği gibi, bazı koşulların gerçek-
rm ve sermaye birikiminin en uygun kaynağı, ye-
leşmesi halinde sermaye birikimini hızlandmr. Enf-
terli düzeyde yapılan gönüllü tasarruflardır. Vergi-
lasyonun sermaye birikimini hızlandırması dolaylı
ler ise zorunlu tasarruflardır. Kamu tasarruflarının
bir şekilde ortaya çıkar. Şöyle ki; enflasyon bir ta-
sermaye birikiminin en önemli kaynağı olarak ka-
raftan tüketimi azaltırken, diğer taraftan da üretim
bul edilmesi çok yaygın bir anlayış olmuştur.
faktörlerini bir üretim dalından geliştirilmesi arzu
Gerçekten de, vergi politikası aracılığıyla devletin
edilen diğer bir üretim dalına aktarır.
sağladığı sermaye birikimi bir çok ülkede oldukça yüksek olmuştur.
98
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Enflasyonun kendinden beklenen bu dolaylı göre-
Kalkınma Politikalarının Uygulanmasını Kolaylaştı-
vi nasıl yerine getireceğini incelemeden önce, bir
rır; Dış tasarruflar, özellikle döviz, devletin elinde
ekonomide (gelişmiş ya da azgelişmiş) enflasyo-
her an kullanılmaya hazır bir kaynak olarak, önce-
nun nasıl başlatılacağı üzerinde duralım: Bir eko-
den tahmin edilemeyen gelişmelere müdahale et-
nomide enflasyon, geleneksel ayırıma göre, ya "kre-
mede çok yararlı bir araçtır. Örneğin yatırımların
di enflasyonu" ya da "açık bütçe uygulaması" şek-
hızlandığı dönemlerde, yatırımların doğurduğu ge-
linde başlatılabilir. Kredi enflasyonu, devletin para
lir artışlanna bağlı talep yükselmelerinin enflasyona
piyasasına müdahale etme yolları olan yasal rezerv
yol açmaması için dış tasarruflar, nispeten kıtlığı
oranlan, açık piyasa işlemleri ve reeskont oranları
çekilen mal ve hizmetlerin ithalatında kullanılarak
politikasının para arzmı arttırıcı yönde kullanılma-
toplam arzın arttırılması sağlanır ve böylece olası fi-
larıyla ortaya çıkar. Yasal rezerv oranlarının düşü-
yat istikrarsızlannın önüne geçilmiş olur.
rülmesi, halka tahvil ya da hisse senedi satılması ve
İç Tasarruflann Yatmmlara Dönüşmesini Kolaylaş-
reeskont oranlarının düşürülmesi ekonomide para
tırır; Yurtiçi tasarruflann fiilen yatırımlara dönüştü-
arzmı arttırır.
rülmesi, çoğu kez dış tasarruf kaynaklannın kulla-
Açık bütçe uygulaması, devlet bütçesinin giderleri-
nımını gerektirir. Yurtiçi tasarruflann sınai yatırım-
nin gelirlerinden fazla olması demektir. Böyle bir
lara dönüştürülmesi sırasında makine ve benzeri
uygulama, devletin merkez bankasından ve/ya da
donanımın önemli bir bölümünün ithal edilmesi
halktan borç alması yoluyla yapılabileceği gibi "pa-
söz konusudur, ithalat için dövize gerek vardır, ih-
ra basma" yoluyla da yapılabilir.
racat gelirleriyle karşılanamayan bu döviz ihtiyacı
Hiç kuşku yok ki iki enflasyon kaynağının ekono-
ise dış tasarruflarla sağlanır.
mi üzerindeki etkileri diğerinden ayrıdır.
Teknolojik Bilgilerin Yayılmasına Olanak Sağlar;
• Dış tasarruf nedir?
Dış tasarruflar makine ve benzeri donanım ithaline
Dış tasarruf, ulusal ekonomiye yabancı ekonomi-
aynldığı ölçüde, ulusal ekonominin teknoloji düze-
lerden "yatırım", "borçlanma" ve "yardım" şekline
yi yükselir. Çünkü her yeni makine, yeni bir tekno-
aktarılan "yabancı paralar", başka bir deyişle döviz-
lojiyi temsil eder. Makineyi ithal eden ülkeye maki-
dir. Azgelişmiş bir ekonominin ne kadar dış tasar-
ne ile birlikte bir takım yeni bilgiler de gelmiş ola-
rufa ihtiyacı olduğu, dış tasarrufun "tasarruf açığı"
caktır. Bu durum, özellikle doğrudan yabancı özel
yönünden mi yoksa "döviz açığı" yönünden mi is-
sermaye yatınmlannda belirgindir.
tendiğine göre iki ayrı şekilde hesaplanır.
• Dış tasarruf kaynakları nelerdir?
• Dış tasarrufların dolaylı yararlarını belirtiniz.
Dış tasarruf çeşitlerinden yabancı özel sermaye, ya-
Dış tasarrufların iç tasarruflarla birlikte, doğrudan
bancı ülke girişimcileri tarafından ulusal ekonomi-
katkısı olarak bilinen ülkedeki sermaye birikimini
ye yapılan yatırımlar ya da getirilen yatırım fonları-
arttırması yanmda bazı önemli dolaylı yararları da
dır. Dış tasarruflann miktar olarak en önemli türü-
vardır. Bunları kısaca açıklayalım.
nü dış borçlar oluşturmaktadır. Dış borçlar, ulusal ekonominin hükümeti ya da özel kuruluşları aracılığıyla yurt dışından sağladığı dövizlerdir. Günümüzde artık eski önemi kalmayan dış tasarruflann bir türü de tümüyle ya da kısmen karşılıksız olarak verilen hibe ve yardımlardır.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi iç finansman kaynakları arasında yer almaz? a. Gönüllü tasarruflar b. Enflasyon c. Vergiler d. Zorunlu tasarruflar e. Yabancı özel sermaye 2. Aşağıdakilerden hangisi gönüllü sermaye kaynaklarım harekete geçirmek ve potansiyel araçları yatırıma yönlendirmek için uygun kurum ve mekanizmalar arasında yer
almaz? a. Güçlü finansman kurumlarının sayı ve çeşidini artırmak b. Yüksek enflasyon politikası izlemek c. Gönüllü tasarruflar için hem çekici hem de güvenli yatırım alanları ve olanakları yaratmak d. Tasarruflara reel faiz uygulamasına önem vermek e. Sermaye piyasası araçlarını işlevsel kılmak 3. Vergileme zorunlu bir tasarruf aracı olarak düşünüldüğünde, aşağıdakilerden hangisi azgelişmiş ülkelerin göz önüne alınması gereken özelliklerinden biri değildir? a. Sermaye birikimlerinin yüksek olması b. Ortalama gelir düzeylerinin düşük olması c. Gelir dağılımlarının önemli ölçüde bozuk olması d. Ekonomilerinin ikili yapıda olması e. Vergi toplama etkinliklerinin düşük olması 4. Kalkınma politikası açısından en uygun vergileme politikası aşağıdakilerden hangisidir? a. Gelir ve kurumlar vergisini artıracak bir vergi sistemi b. Gönüllü tasarrufları azaltmadan, genellikle yüksek gelir gruplarının tüketim harcamalarım kısacak bir vergi politikası c. Dolaylı vergilerden sağlanan geliri artıracak bir vergi politikası d. Servet vergisini artıracak bir vergi politikası e. Tüketim vergi ve harçlarını artıracak bir vergi politikası
99
5. Hükümet politikası olarak bilinçli bir biçimde, özellikle açık finansmana başvurularak başlatılan fiyat-fiyat döngüsünün kalkınmanın finansmanında yararlı olacağını savunan iktisatçı aşağıdakilerden hangisidir? a. Nurse b. Lewis c.
Boeke
d. Rostow e. Kravis 6. Aşağıdakilerden hangisi dış tasarrufların dolaylı yararlanndan biri değildir? a. Kalkınma politikalannın uygulanmasını kolaylaştırır. b. İç tasarrufların yatınmlara dönüşmesini kolaylaştırır. c. İç tasarrufların kullanımı zorlaştırır. d. Teknolojik bilgilerin yayılmasını kolaylaştırır. e. Fiyat istikrarsızlığını önler. 7. Aşağıdakilerden hangisi dış tasarruftur? a. Özel sermaye b. Kamu sermayesi c. Banka sermayesi d. Şirket sermayesi e. Hibe ve yardımlar 8. Aşağıdakilerden hangisi yabancı özel sermayenin sakıncalarından biri değildir? a. Ulusal ekonomiyi kontrol altına alır b. İç piyasanın dinamizmini artırır c. Uygun olmayan teknolojileri empoze eder d. Kar transferleri yoluyla döviz çıkışına yol açar e. Dış ticaret açığını artmr. 9. Aşağıdakilerden hangisi yabancı özel sermayenin yararlarından biri değildir? a. Sermaye birikimine katkı sağlar. b. Teknolojik gelişmeye katkı sağlar. c. İş yönetimi ve teknik bakımından katkı sağlar. d. Dış ticaret açığının büyümesine katkı sağlar. e. İç piyasanın dinamizmine katkı sağlar. 10. Aşağıdakilerden hangisi dış kredi sınıflandırması içerisinde yer almaz? a. Uzun vadeli kalkınma kredileri b. İkili ve çok taraflı krediler c. Proje ve program kredileri d. Bağlı ve serbest krediler e. Hibe ve yardım niteliğindeki krediler
100
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
Yaşamın İçinden U
Ekonomi literatüründe buna crowding out deniyor. Bu durumda kamu kesimi, tasarruf açığını kapatmak için piyasaya girip yatırıma göre daha az riskli, daha az sorunlu
Türkiye son on yıldır kamu kesiminin tasarruf açığı, buna
ve daha yüksek getirili araçlarla borçlanıp özel kesimin
karşılık özel kesimin tasarruf fazlası verdiği bir ortamda
fon fazlasını kendisine alıyor ve özel kesimin verimli ola-
yaşıyor. 2001 yılını örnek olarak alırsak kamu kesimi ta-
bilecek yatırımlarını daraltıyor. 2001 yılma bakıldığında
sarrufunun GSMH'daki payının yüzde eksi 8.9 olduğunu
kamu kesimi hiç yatırım yapmasa, yani sadece cari gider-
görüyoruz. Yani kamu kesimi GSMH'nın yüzde 8.9'u ka-
lerini ve transfer giderlerini karşılamaya yönelse bile
dar bir tasarruf açığı vermiş. Buna karşılık yatınm yapma-
GSMH'nın yüzde 9'una yakın bir tutarı özel kesimden
ya devam etmiş. GSMH'nın yüzde 5.1'i oramnda yatırım
borçlanmak durumunda.
yapmış kamu kesimi. Stok değişmesindeki küçük oram da
Geçmişte kamu kesimi, tasarruf açığının önemli bir bölü-
hesaba katarsak karşımıza kamu kesimi tasarruf yatırım
münü dış borçlanmayla karşılayabiliyordu. Öyle olunca
farkı olarak GSMH'nm yüzde 14'ü büyüklüğünde bir açık
özel kesim de tasarruflarını daha yüksek oranda yatmma
çıkıyor.
dönüştürebiliyordu. 2001 yılında Türkiye net dış borç ge-
Buna karşılık özel kesim sürekli olarak tasarruf fazlası ve-
ri ödeyici konumuna girince özel kesim tasarruflarının bü-
riyor. Üstelik bu fazla yıllar boyunca hafif bir artış içinde.
yük bölümü kamu kesimine aktarılmaya ve bu fonlar ya-
Örneğin 2001 yılında özel kesim tasarruf fazlası GSMH'mn
tırım yerine cari giderlere harcanmaya başlandı. Türki-
yüzde 24.6'sına ulaşmış. Özel kesimin yatınm harcamaları
ye'nin büyümesi ve işsizlik sorununu doğru ve kalıcı ola-
da tıpkı kamu kesiminde olduğu gibi düşüyor. 2001'de bu
rak çözebilmesi için özel kesimin yatmm yapması gerek.
oran yüzde 11.4'e gerilemiş. Stok değişmesini de katarsak
Ne var ki tasarrufunun yarısından fazlasını kamu kesimine
özel kesimin tasarruf yatırım farkı GSMH'mn yüzde 13.2'si
aktaran özel kesimin yatmm yapması kısıtlanmış durum-
oranmda. Yani özel kesim tasarruf ettiği tutarın yarısına
da. Özel kesimin yarattığı fon fazlasından giderek artan
yakm bir bölümünü kendi yatırımlarında kullandıktan son-
oranda miktarların kamu kesiminin cari giderleri için ak-
ra kalan tasarruf fazlasmı (GSMH'mn yüzde 13.2'si) kamu
tarılması büyüme ve işsizlik sorunlannın çözümü için en-
kesiminin emrine vermiş.
gel oluşturuyor.
2001 yılında Hazinenin yaptığı borçlanma toplam 32.1 katrilyon lira yani GSMH'nın yüzde 18'i. Hazine, Bu tutarın 23.2 katrilyon TL'sini iç borçlanmayla yani özel kesim fon fazlasmdan borçlanmayla almış. Bu miktarın GSMH'ya oranı yüzde 13. Yani özel kesimin tasarruf fazlası kadar. 1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Kamu Tasarrufu
0,7
-0,8
-2,7
-1,1
-0,1
-1,7
0,8
-1,6
-6,9
-5,2
-8,9
Kamu Yatırımı
7,6
6,8
7,3
3,6
3,8
5,3
6,3
6,6
6,2
7,0
5,1
Stok Değişmesi
-0,1
0,6
-0,1
1,3
0,4
-0,2
-0,5
-0,5
0,0
-0,1
0,6
Kamu (Tas.-Yat.) Farkı
-6,9
-7,6
-10,0
-4,7
-3,9
-7,0
-5,5
-8,2
-13,1
-12,1
-14,0
Ö z e l Tasarruf
20,6
22,4
25,4
24,2
22,2
21,5
20,5
24,3
28,0
23,3
24,6
Ö z e l Yatırım
15,8
16,8
20,3
18,0
21,5
19,3
18,8
17,1
17,4
17,7
1 1,4
Stok Değişmesi
0,3
-0,7
-1,2
1,6
-1,7
0,7
1,6
1,1
-1,5
-2,0
1,4
Ö z e l (Tas.Yat.) Farkı
4,8
5,6
5,1
6,2
0,7
2,2
1,7
7,2
10,6
5,7
13,2
:
Kaynak: Mahfî EĞİLMEZ, "Bakanların 'Ödenek' Kavgası", Radikal, 08/08/2002.
99
Ünite 4 - K a l k ı n m a n ı n F i n a n s m a n ı
Okuma Parçası U Büyümeyi nasıl finanse edeceğiz? Uzun yıllar çok yönlü değişim/dönüşüm sorunlannı yalnızca kur-faiz odaklı talep tarafı önlemleri ile çözümlemeye çalışan Türkiye, IMF'ye verilen son iki niyet mektubunda geçmişten oldukça farklı bir yaklaşım sergiliyor. Salt makro ekonomik önlemlerin ötesinde birbirini etkileyen ve birçok alanda neden-sonuç ilişkisi içinde olan sektörel ve kurumsal mikro ekonomik önlemlere de görece geniş yer veriliyor. Bu farklı yaklaşımın bir parçası olarak, niyet mektubunda sözü edilen 'sürdürülebilir büyümenin' nasıl finanse edileceğine ışık tutacak olan önlemler konusunda daha somut göstergeler görmeyi isterdik. 'Sürdürülebilir büyüme' için gerekli kaynağı nasıl bir yapı içinde temin edeceğiz? Ekonomiyi yeniden yapılandırma ve büyüme sorununun önemli bir öğesi olduğu için bankaların öz varlıklarını kuvvetlendirerek reel sektör ile mali sektör arasındaki akışkanlığın yeniden kurulmasına ilişkin bankalara destek düzenlemesini hep arka çıktık. Pekiyi, bu ilk aşama başarıldıktan sonra ne yapılacak? Nasıl ve hangi amaçlı bir bankacılık sektörü geliştirmeyi amaçlıyoruz? Hâlâ kalkmmakta olan bir ülke olduğumuza göre, içinde olduğumuz ve varmak istediğimiz kalkınma evrelerine uygun ne gibi kurumsal düzenlemelere gerek duyu-
101
Bir Dünya Bankası çalışmasının da desteklediği gibi bu konuda belli reçeteler yok. Ülkeler geliştikçe 'tefecilik' ağırlıklı gayri resmi yapıdan daha resmi yapılara geçiyorlar. Tüm ülkelerde borç ağırlıklı yapı hâkim; ama, gerçek şu ki zenginleştikçe finansal yapıda piyasa ağırlık kazanıyor; ve piyasa ağırlıklı yapı, kalkınmaya daha fazla katkı sağlıyor. Bunu başarabilmenin koşullan da, ekonomide açıklık ve şeffaflığın artması, bilginin yaygınlaştırılması ve bilgiye erişimin kolaylaştırılması ve en önemlisi, doğru dürüst çalışan bir hukuk sistemi. Ülke
Satılan Hisse Senedi Değeri/GSYİH
Banka Kredisi/GSYİH
Almanya
18.7
85.7
Hindistan
4.8
24.1
Japonya
38.3
103.9
Meksika
6.3
14.8
Nijerya
0.03
12.5
Tayland
20.3
51.1
TUrkiye
6.2
12.9
ABD
34.4
65.2
Kaynak: World Development Report 2002, World Bank Korkmaz İLKORUR, "Büyümeyi nasıl finanse edeceğiz?", Radikal, 12/02/2002.
V
yoruz? Bu gerekleri yerine getirmek için politikalanmız ve araçlarımız ne olacaktır? Tüm bunları yerine getirebilmenin gerekli koşulları nelerdir ve biz, bu koşulları oluşturabilecek miyiz? Bütün bu sorulara hızla iyice irdelenmiş cevaplar üretmemiz gerekiyor. Zira, oldum olası büyümeyi fonlayan finansal yapımız, aracılarımız ve araçlarımız banka ağırlıklı. Yani, büyümenin fonları büyük ölçüde banka borçlan niteliğinde. Sermaye piyasamız çok zayıf. Sermaye piyasasının tahvil ve benzeri araç bacağı yok. Hisse senedi piyasası ise küçük, spekülatif, irrasyonel ve güven aşılayıcı değil. Şimdi de, büyümenin finansmanı açısından, yukarıda saydığımız tüm bu olumsuzlukların yanı sıra bir başka kıskaç daha ortaya çıktı: Bankacılık sektörü daha fazla kamulaştı. Dolayısıyla, nereye doğru gideceğiz? Zaten borç
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. e
Yanıtınız yanlış ise, "İç Finansman Kaynakları'
2. b
Yanıtınız
3. a
Yanıtınız
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. yanlış
ise,
"Gönüllü
Tasarruflar"
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. yanlış
ise,
"Zorunlu
Tasamıflar:
Vergileme" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 4. b
Yanıtınız
yanlış
ise,
"Zorunlu
Tasamıflar:
Vergileme" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 5. b
Yanıtınız yanlış ise, "Bir Finansman Kaynağı Olarak
6. c
Enflasyon" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Dış Tasarrufların Dolaylı Yararları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
ağırlıklı fon arz eden ve giderek daha fazla kamulaşan ve dolayısıyla kaynak dağıtımı görece daha verimsiz olan bir banka ağırlıklı yapıya mı bağlı kalacağız? Yoksa, daha fazla öz varlık niteliğinde fonlar sunacak piyasalar ağırlıklı bir yapı mı geliştireceğiz?
8. b
Yanıtınız yanlış ise, "Yabancı Özel Sermayenin
9. d
Yanıtınız yanlış ise, "Yabancı Özel Sermayenin
10. e
Yararları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Dış Kredilerin
Sakıncaları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Sınıflandırılması" bölümünü yeniden geçiriniz.
gözden
102
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
• Dış ticaret hadlerinin ve ödemeler bilançosunun geliş-
• Güçlü finansman kurumlarının sayı ve çeşidini artırılması,
Yukarıdaki ilk üç koşul dış finansman ile tasarruf artışı ve
Sıra Sizde 1
• Gönüllü tasarruflar için hem çekici hem de güvenli yatırım alanları ve olanaklan yaratılması, • Tasarruflara uygun reel faiz uygulanması, • Enflasyonun başarıyla kontrol altına alınması, • Finansal kurumlar ve sermaye piyasası araçlarının işlevsel kılınması gerekir.
Sıra Sizde 2 Devletin cari harcamalarının kısılması,Vergi yükünün sermaye kaçışma yol açmaması ve özel tasarrufların olumsuz yönde etkilenmemesi gerekir. Aynı zamanda en uygun vergileme politikası, gönüllü tasarrufları azaltmadan, genellikle yüksek gelir gruplannın tüketim harcamalarım kı-
me sürecinin olumlu kılınması. büyümeyi sürdürecek yatırım artışlarıyla; dördüncüsü ise bizzat dış borçlanmanın koşullanyla ilgilidir. Bu koşullar arasında gerek büyüklük, gerekse zaman yönünden belli bir uyumun kurulması gerektiği açıktır. Son koşul, özellikle dış kaynağın artan ölçüde dövize dönüştürülebilecek biçimde kullanılmasıyla ilgilidir. Aksi takdirde sağlanan dış kaynağın kullanılmasıyla yurtiçi tasarruflar ne kadar artarsa artsın, bunlar dövize dönüştürülemiyorsa, geri ödemede herhangi bir katkısından söz edilemez. Dış borçların ve faizlerinin ödenmesi, yurtiçi tasarrufların artışından çok, ekonominin döviz gelirlerinin artmasına bağlıdır. Bu nedenle ithal ikamesi ve/ya da ihracatın özendirilmesi gibi kalkınma politikaları, dış finansman kaynaklarıyla çok
sacak bir şekilde olmalıdır.
yakından ilgilidir.
Sıra Sizde 3
Sıra Sizde 6
Devlet, çok iyi işleyen bir hesap ve denetim mekanizmasını kurmalı ve topladığı vergileri olumlu amaçlar için kullanıldığını vatandaşlarına göstermelidir. Diğer yönden çeşitli vergiler arasında (servet, gelir vergisi vb...) mümkün olduğu kadar uygun bir bileşim kurulmalıdır.
Sıra Sizde 4 Hükümet tarafından bilinçli olarak başlatılan enflasyonun azgelişmiş bir ekonomide güçlü bir sermaye birikimi yaratması asla mümkün değildir. Özellikle, ekonomik olmaktan çok diğer beklentilerle kamuda çalışanların ücret ve maaşlarının yükseltilmesi, gösteriş yatırımlarının ya da öbür prodüktif olmayan harcamaların finanse edilmesi amacıyla para arzı arttırıldığı takdirde, ekonominin ortaya çıkacak ek talebi karşılama gücü olmadığı için enflasyonun sermaye birikimine hemen hiç katkısı olmaz.
Sıra Sizde 5 Dış kaynaklardan, özellikle dış kredilerden yararlanan bir ekonomide, üretim kapasitesinin ve buna bağlı olarak tasarruf eğiliminin bu kaynağın geri ödemesi başlamadan önce hızla yükseltilmesi gerektiği kabul edilir. Bu ifadeyi unsurlarma ayırırsak, herhangi bir ekonominin sağladığı dış kredilerden gerektiği gibi yararlanabilmesinin hangi koşullara bağlı olduğunu açıkça görebiliriz: • Dış kaynağın üretim kapasitesinde hızlı bir artış yaratması, • Tasarruf eğiliminin hızla yükselmesi, • Büyüme hızını sürdürecek miktarda yatırımların yapılması, • Dış kredilerin ödenme koşullarının elverişli olması (ödemesiz süre, faiz oranı, ödeme süresi gibi) ve
Bağdaştırmanın başarısı, büyük ölçüde yabancı özel sermayenin ülke ekonomisi açısından rasyonel koşullar içinde özendirilmesine ve kalkınma politikalarının temel amaçlanna uygunluğunun gözetilmesine bağlıdır. Yabancı sermaye konusuna artık geçmişte olduğu gibi daha çok ideolojik değil; çağdaş ve akılcı yaklaşmak gerektiği anlaşılmış olmalıdır. Her iki tarafın beklentilerinin kesiştiği bir çok optimal nokta mutlaka vardır.
Sıra Sizde 7 İlk olarak; yardımı veren devlet bu yardımın belli projelerin ya da kendi ülkesinden yapılacak ithalatın finansmanında kullanılmasını istemekte ve yardımı ancak bu koşulun gerçekleşmesi halinde vermektedir. Azgelişmiş ülkelerde, etkin ve alternatif yatırım projelerinin kıt olduğu ve devletin gösteriş harcamaları eğiliminin yüksek olduğu dikkate alınırsa koşullu yardımların kaynak savurganlığını önleyeceği düşünülebilir. Bununla birlikte koşullu yar-
dımların ulusal kalkınma stratejisine ters düşme tehlikesi de vardır. İkinci olarak; Kalkınma yazınında "yardım mı yoksa ticaret mi?" konusu çok tartışılmıştır. Buna göre azgelişmiş ülkelere yardım etmektense onların ihraç ürünlerine uygulanan gümrük vergilerini indirmek ve bu ülkelerden yapılan ihracatı artırmak kalkınmaya daha çok yardım edebilir. Ancak, azgelişmiş ülkelerin ihracatını artırmanın çok yararlar sağlayacağı kesin olmakla birlikte, önemli olan kısa sürede dış tasarruf açığını kapatmaktır. Bu bakımdan döviz olarak verilen yardımların, özellikle "koşulsuz" olmaları ve yerinde kullanılmaları halinde kalkınma yönünden büyük yararlan vardır.
Ünite 4 - Kalkınmanın Finansmanı
Üçüncü olarak; yardımların miktarıyla ilgilidir. Bu konunun önemini iyi kavrayabilmek için dış yardımlann gelişmiş ülkeleri de çok yakından ilgilendiren bir sorun olduğunu bilmek gerekir. Gerçekten de dış yardımlar, sırf "yoksula yardım" gibi insancıl nedenlerden doğmayıp, belki de ondan daha çok politik ve ideolojik nedenlerden doğmuştur. Bunlara karşın, özellikle kısa dönemli tasarruf açıklarının kapatılmasında, -bağlı ve koşullu olmayan- döviz yardımlarının azgelişmiş ülkelere sağlayacağı rahatlık elbette yadsmamaz.
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Başkaya F., (1997). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi.
Bruton, H. (1965). Principles of Development Economics. New Jersey: Prentice Hall.
103
Higgins, S. (1968). Economic Development. New York: W. Wr. Norton.
Hinrich, S. H. (1966). A General Theory of Tax Structure Change During Economic Development. Cambridge: Mass, Harward, Law School.
Kingleberger, P. (1965). Economic Development. New York: Mc. Graw Hill, İkinci Baskı.
Meier, G.M. (1963). International Trade and Development. New York :Harper - Row Pub.
McKinnon, R.I. (1964). Foreign Exchange Constraint in Economic Development and Efficient Aid Allocation, EJ. Nurkse, R. (1953). Problems of Capital Formation in Underdeveloped Courtries. New York: Oxford University Press.
Savaş, V. (1969). "Türkiye'de Yabancı Sermayenin Ekonomik Etkileri". Eskişehir: E.İ.T.A. Dergisi, Cilt V., Sayı 1. Todaro
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
Chenery H.B., Sstrout A. M. (1966). "Foreign Asistance
Development, Eigth Edition, New York: Pearson
and Economic Development", AER, September. Dougall, D. M. (I960). The Benefits and Costs of Private Investment from Abroad: A Teoretical Appro-
Addison Wesley.
ach, Economic Record. Enke, S. (1964). Economics of Development. London: Dobson Books. Gills M., D.H.Perkins, M.Roemer, D.R. Snodgrass (1992).
Economics of Development, New York: W.W. Norton&Company.
Hägen, E. E. W. (1968). The Economics of Developmen. Illinois: Irwin .
Han, E. (1993). İktisadi Kalkınma. Eskişehir: A.Ü. Yay. No: 122, Açık öğretim Fak. Yay. No: 46.
Han, E. ve Kaya, A. A. (2002). Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika. Eskişehir: Etam. A.Ş. Matbaa.
Hanson, S.G. (1951). Economic Development in Latin America, Washington D.C: Inter - American Affairs Press.
Kalkınmada Nüfus, İstihdam Sorunları ve İnsan Sermayesi
Azgelişmiş ülkelerde görülen hızlı nüfus artışı, sahip olduğu sosyal ve ekonomik önem nedeniyle ilgili bilimlerin ve özellikle kalkınma ekonomisinin gündeminde özel bir yer alır. Nüfusun ekonomik önemi, insan faktörünün ekonomik faaliyetlere gerek üretici gerekse tüketici olarak katılmasından kaynaklanmaktadır. Nüfus artışı ile ortaya çıkan istidam sorunları; işgücü arzının hızlı artışından, işgücü piyasasının yapısından ve istihdamın yapısından kaynaklanmaktadır. Nüfusun nicelik olarak kalkınma ile ilişkisi olduğu gibi nüfus (işgücünün) insan sermayesi olarak ele alınması gereken niteliksel yönü de vardır ve bunun ekonomik kalkınma açısından önemi oldukça fazladır.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki sorulara yanıtlayabileceksiniz. Nüfus artışını belirleyen faktörler nelerdir? Dünyadaki nüfus gelişimini açıklayan demografik geçiş süreci nedir? Maltusyen Nüfus Tuzağı ve Düşük Düzeyli Denge Tuzağı modelinin temeli nedir? Azgelişmiş ülkelerin nüfus politikası nasıl olmalıdır? İnsan sermayesinin artmasına neden olan eğitim yatırmları ve politikası kalkınmayı nasıl etkiler? Azgelişmiş ülkelerin istihdam sorunları nelerdir?
106
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Bu Çocuklara Kim Bakacak? Aile planlaması denen şey, ailelerin istedikleri sayıda ve sıklıkta çocuk yapmalarına olanak veren bir araç. Bu aracı varlıklı ve eğitilmiş kesimler etkin bir şekilde kullanabiliyor. Ailedeki çocuk sayısını aşağı yukarı istedikleri düzeyde tutabiliyor. Buna karşılık, yoksul ve eğitim düzeyi düşük ailelerde kadınlar istenenden daha sık hamile kalıyor. Bu durumun kadın ve çocukların sağlığı, beslenme düzeyi, eğitimi ve istihdamı üzerinde etkileri sayılamayacak kadar fazla. Her yıl ülkemizde 1000 den fazla kadın hamileliğe bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Sık sık hamile kalan kadınların sağlığı ciddi bir şekilde bozuluyor. Kadın erken yaşta gücünü kaybediyor, yaşlanıyor. Bunun yanında, doğan her 1000 çocuktan 42'si daha bir yaşına gelmeden ölüyor. Düşük gelirli ailelerde çocuklar yeterince beslenemiyor, eğitim fırsatlarından yararlanamıyor. Bundan en çok zarar görenler de kız çocukları. Olanakları sınırlı olan aileler önce onları feda ediyor. Cahil bırakılan bu kızlarımız geleceğin nesillerini yetiştirecek olan müstakbel anneler. Ailelerin istedikleri ve bakabilecekleri sayıda çocuğa sahip olmaları, sağlıklı bir toplumun da önşartı. Çünkü, en temel ihtiyaçları aile içinde sağlanamayan çocuklar çareyi sokakta arıyor ve çok küçük yaşta bin bir çeşit tehlikeyle karşı karşıya kalıyor. Öte yandan, varlıklı olmayan ailelerin yeterince eğitim alamayan çocukları, büyüdükleri, işgücü ordusuna katıldıkları zaman iş bulmakta büyük güçlük çekiyor. Her yıl yaratılan istihdam olanaklarının sınırlı olması bir yana, geçmiş yılların birikimini getirdiği işsiz sayısı o kadar yüksek ki! îş bulabilenler ise boğaz tokluğuna çalışmak zorunda kalıyor. Böylece yoksulluk süreci kendi kendisini beslemeye devam ediyor. Nüfus artışına paralel olarak kırsal kesimde her gün biraz daha güçleşen yaşam koşulları hızlı ve düzensiz göçe sebep oluyor. Özettikle büyük kentler, yönetim ve finansman yönünden bu hızlı ve çarpık kentleşmenin yarattığı sorunları çözmekten aciz kalıyor. Bugün çok sayıda çocuk sahibi olan ailelerin her zaman bu kadar çocuğu isteyerek dünyaya getirdiğini söyleyebilir misiniz? Yapılan araştırmalar, her üç kadından ikisinin ya henüz çocuk istemediğini ya da başka çocuk istemediğini ortaya koyuyor. Modem denebilecek aile planlaması yöntemlerini bilmeyen bu kadınların tekrar hamile kalma olasılıkları hiç de az değil. O yüzden de pek çok kadın, istemediği hamileliği sona erdirmek için sağlıklı koşullarda yapılmayan kürtaja ve hayatını tehlikeye atacak ilkel yöntemlere başvuruyor. Yaşamını ya da sağlığını kaybediyor Kaynak: Baran TUNCER, "Bu Çocuklara Kim Bakacak?", Radikal,
Anahtar Kavramlar • • • • •
Nüfus Patlaması Aile Planlaması İnsan Sermayesi İnsana Yatırım İstihdam Sorunları
• • • • •
Yapısal İşsizlik Gizli İşsizlik İşgücüne Katılım Oranı Bağımlılık Oranı Demografik Geçiş Süreci
İçindekiler • NÜFUS VE KALKINMA • NÜFUS ARTIŞINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER • Ölüm ve Doğum Oranları • Yaş Bileşimi • DÜNYA NÜFUS GELİŞİMİ • TÜRKİYENİN NÜFUS YAPISININ GELİŞİMİ • DEMOGRAFİK GEÇİŞ SÜRECİ • NÜFUS VE GELİR ARTIŞI • Malthusyen Nüfus Tuzağı • Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı • Optimum Nüfus • NÜFUS POLİTİKASI • İKTİSADİ KALKINMADA İSTİHDAM SORUNLARI • Sınırsız Emek Arzı İle Kalkınma • İstihdam Sorunları • İNSAN SERMAYESİ VE İNSANA YATIRIM • Kalkınma ve Eğitim Yatırımları • Eğitim Politikası
24.2.2002.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N ü f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
NÜFUS VE KALKINMA Bir ülkenin kalkınması ile nüfusu arasında sıkı bir ilişki vardır . Kalkınma literatüründe nüfusun çeşitli ekonomik ve sosyal yönlerini ele alan çok sayıda kuramlar ortaya atılmıştır. Kalkınmanın temel faktörü insan gücüdür ve bu insan gücünün özellikleri, kalkınmayı güdüleyen, hızlandıran veya yavaşlatan etki göstermesine neden olur. Nüfus yapısının gelişimini gösteren, doğum oranı, ölüm oranı, dış ve iç göçler, yaş bileşimi, yaş gruplarının eğitim düzeyi, işgücü arzı vb. göstergeler bir ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınması hakkında temel bilgileri vermektedir. O nedenle her türlü yatırım kararları alınırken ve ekonomik ve sosyal politikalar oluşturulurken birinci derecede bu göstergeler göz önüne alınmaktadır. Ülkeler kalkınmaya başladığında ve gelişme süreçlerinde ekonominin yapısı değişir. Ekonomik yapı önce tarım sektöründen sanayi daha sonra hizmetlere kayar. Sanayi ve hizmetler sektöründeki gelişme işgücüne talebi artırır. Fakat sektörel değişimle birlikte işgücünün niteliğinin de değişmesi gerekmektedir. Artık niteliksiz işgücüne talep azalmakta nitelikli ve iyi eğitilmiş işgücüne talep artmaktadır. Bilindiği gibi gelişmekte olan ülkelerde niteliksiz işgücü fazla fakat nitelikli işgücü kıttır. Bunun için bu ülkeler iyi hazırlanmış bir eğitim ve yetiştirme politikası ve planlan izlemesi gerekmektedir.
NÜFUS ARTIŞINI BELİRLEYEN F A K T Ö R L E R Nüfus artışını belirleyen faktörler doğum oranları, ölüm oranları ve yaş bileşimidir. Bu faktörlere geçmeden önce bu konuyla ilgili demografik oranların verilmesinde yarar vardır: „ „ „ Her Yıl Doğanların Sayısı Doğum Oranı = ^ -— Nüfus Ölüm Oranı =
^
Ölenlerin Sayısı Nüfus
Doğal Nüfus Artış Oranı = Doğum Oranı - Ölüm Oranı Doğum oranından ölüm oranının çıkarılmasıyla bulunan artış oranına doğal nüfus artış oranı denilmektedir. Başka bir deyişle kaba doğum oranı ile kaba ölüm oranı arasındaki farktır. Net Göç = Göçmenler - Dışa Göç Edenler Net Göç Oranı =
Göç Nüfus
Yukarıdaki oranlar genellikle binde olarak; aşağıdaki nüfus artış oranı ise yüzde olarak ifade edilir. Nüfus Artış Oranı = Doğum Oranı - Ölüm Oranı + Net Göç Oranı Nüfus artış oranı, doğum oranı ve ölüm oranı arasındaki farka, net göç oranının eklenmesi ile bulunur. Örneğin, doğum oranının binde 30, ölüm oranının binde 10 olduğu ve göçün olmadığı (sıfır olduğu) bir ülkede yıllık ortalama nüfus artış oranı (30-10) /1000 = 0.020 (binde 20) ya da yüzde 2 olacaktır.
107
108
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Ölüm ve Doğum Oranları Azgelişmiş ülkelerde ölüm oranlarındaki düşme, iktisadi ve içsel olmaktan çok, sağlık koşullarının ve dışsal faktörlerin gelişmesiyle ilintilidir. Bu durum azgelişmiş ülkelerde nüfus patiamasına da neden olmuştur. Özellikle ikinci Dünya Savaşı'ndan soma dünyanın hemen her yerinde ölüm oranlarında önemli düşüşler olmuştur. Bu düşüşler 19.yüzyıl Avrupa'sında olduğu gibi uzun dönemde geçilen yapısal bir süreçle ilgili değildir. Azgelişmiş ülkelerde ölüm oranlarındaki düşüş, gelişmiş ülkelerden ithal edilen tıbbi yöntemler, gıda maddeleri arzındaki artışlar, beslenme ve salgın hastalıkların kontrolü ile gerçekleşmiştir. Doğum oranlarının iktisadi kalkınma ile belirgin bir ilişkisi saptanabilir. Gerçekten kişi başına gelir artışı ile doğum oranlarının azalışı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Kindleberger'in yapmış olduğu araştırmaya göre, kişi başına gelir düzeyi arttıkça, doğum oranları azalma göstermektedir. Gelir düzeyinin en yüksek olduğu ülkelerde, doğum oranı binde 10-15 dolayındadır. iktisadi gelişme ve sanayileşme ile birlikte, başka bir deyişle gelir düzeyinin artması ile doğum oranlarının düşmesini şu gerekçelerle açıklayabiliriz: • Ekonomisinin temelini tarımın oluşturduğu azgelişmiş toplumlarda çocuk, belirli bir yaştan sonra belli bir üretim faktörü olarak görülür. Ekonomi tarımsal yapıdan uzaklaşükça yani sanayileşme ilerledikçe çocuktan bu alanda yararlanma söz konusu olmamaktadır. Bu da, doğumları azaltmaktadır. • Toplumsal gelişme ile birlikte yükselen eğitim düzeyi, aileleri çocuk yapma konusunda daha rasyonel davranmaya itmekte; bu da ileri ülke deneyimlerinden, hatta aym ülkenin nisbeten ileri bölgelerinden anlaşıldığı üzere, doğum oranlarını düşürmektedir. • Öte yandan ekonomik ve sosyal gelişme ile birlikte çocuğun eğitim ve öbür masrafları artmakta, aileye daha çok masraf yüklenmektedir. Bu da yine doğumları azaltmaktadır. • Eğitim süresinin uzaması, erken yaşta evlenmeyi önlemekte, bu durum doğurganlık döneminde yapılacak çocuk sayısını azaltmaktadır. • Ekonomik gelişme ile büyüyen kentleşme sorunları, aileleri daha az çocuk yapmaya itmektedir. Çevrenizdeki aileleri eğitim ve gelir düzeylerine göre ayırarak sahip oldukları çoçuk sayıC DİKKAT füBjlarını karşılaştırınız. Ekonomik gelişme ile doğum oranlarının ve dolayısıyla nüfus artış hızının azalışını açıklayan bu ve benzeri gerekçelerden harekede bu konuda şunlar söylenebilir: Tarımsal yapının ağırlık taşıdığı azgelişmiş toplumlarda, çocuk bir üretim birimidir, ailenin geleceği açısından bir güvencedir. Buna karşın nüfusun büyük bir kısmının sanayi ve hizmetler kesiminde çalıştığı ve kentlerde yaşadığı gelişmiş toplumlarda ise çocuk büyük ölçüde bir tüketici durumundadır. Çocuk aile için sosyal güvence olmaktan çıkmaktadır.
Yaş Bileşimi Nüfusun yaş bileşimi, herhangi bir ülke nüfusunun belli yaş grupları bakımından gösterdiği özellikleri açıklar.
Nüfusun yaş bileşimi, herhangi bir ülke nüfusunun belli yaş grupları bakımından gösterdiği özellikleri açıklar. Yaş bileşimi, doğum oranları ile ölüm oranlan tarafından belirlenir. Bu nedenle de yaş bileşimi, bir ülke nüfusunun nasıl bir gelişme içinde olduğunu gösteren yararlı bir araçtır.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
Azgelişmiş ülkeler ölüm oranlarının düşmesi nedeniyle büyük ölçüde genç ve çocuk nüfusuna sahiptirler. Özellikle genç yaşta evlenmeler sonucu kuşaklar arasındaki sürenin kısalması bu ülkelerin yaş bileşimini belirleyen en önemli etkendir. Azgelişmiş ve gelişmiş ülkeler arasındaki farkı belirleyen bir başka önemli bir ölçüt bebek ölümleridir. Bebek ölüm oranı, bilindiği gibi bir yıl içinde yaşayan bebek ile ölen bebekleri belirleyen orandır. Örneğin, bir yıl içinde doğan bebek sayısı 400 bin, ölen bebek sayısı 40 bin ise bebek ölüm oranı binde yüzdür. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki farkı belirleyen bir diğer unsur da, ortalama yaşam süresidir. Gelişmiş ülkelerde yapılan hesaplamalar bu ülkelerde yaşlı nüfusun toplam nüfustaki payının yüksek olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz yaş bileşiminin belirlenmesinde bu ölçütün altında yatan neden doğurganlık dönemidir. Azgelişmiş ülkelerde 15 yaşın altındaki genç nüfus, toplam nüfusun yüzde 4045'ini oluştururken, gelişmiş sanayi ülkelerinde bu oran yüzde 25-30 arasındadır. Büyük oranda genç nüfusa sahip olan azgelişmiş ülkelerde, bağımlılık oranı da yüksektir. Bağımlılık oranı; çalışmayan yaştaki nüfusun (0-14 ve 65 yaş üstü), çalışan nüfusa (15 ve 64 yaş) oranıdır. Başka bir deyişle aktif olmayan nüfusun, aktif nüfusa oranıdır. Azgelişmiş ülkelerde bağımlılık oranı yüzde 70-90 arasındadır. Gelişmiş ülkelerde örneğin, İsveç, Fransa, Almanya'da bu oran yüzde 50'nin altındadır. TÜSÎAD'ın yaptığı Türkiye'nin demografik geçiş süreçleri ve sonuçları ile ilgili bir çalışmada Türkiye'nin bağımlılık oranı 1990 yılında yüzde 65 ve 2000 yılında yüzde 54 iken yapılan projeksiyonda bu oranının 2010 yılında yüzde 47, 2020'de yüzde 46, 2025'de ise yine yüzde 46 olacağı tahmin edilmiştir. Bir ülkede bağımlılık oranının yüksek olması, genel olarak üretim sürecine katılanların yarattığı belli bir hasıla büyüklüğünün, bu sürece katılmayan sayıca nispeten daha fazla kişilerce de paylaşılması demektir. Doğal olarak bu durumda, çalışanların ekonomik yükü artarken, kişi başına düşen hasıla da nispeten daha düşük olacaktır. Sizce nüfusun belli yaş gruplarına göre ayrılışının bilinmesi sizce hangi açıdan önemlidir?
DÜNYA NÜFUS YAPISININ GELİŞİMİ Azgelişmiş ülkelerde nüfus artışını belirleyen faktörleri ve nüfus artışı ile kalkınma arasındaki ilişkileri doğru şekilde belirlemek için; hem dünya nüfusunun ve hem de bugünün gelişmiş sanayi ülkelerinin demografik tarihini kısaca incelemekte yarar vardır. Dünya nüfusunun tarihsel gelişimine bakıldığında az ya da çok sürekli artış gösterdiği görülmektedir. Fakat son iki yüzyıldan beri bu artışın oldukça hızlı olduğu görülmektedir. İnsanın toprağı işlemeye başladığı yaklaşık 12 bin yıl önce dünya nüfusunun 5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Miladi dönemin başında, yani 2 bin yıl önce dünya nüfusu 250 milyona ulaşmıştı. Bu, bugünkü Çin nüfusunun dörte birinden daha azdır. Miladi yılın başlangıcından birinci sanayi devrimine, yani 1750 yıllarına kadar dünya nüfusu üç kat artarak 728 milyona çıkmıştır. Bu rakam, bugün Hindistan'da yaşayanların toplam sayısından daha azdır. 1750-1950 yılları arasında, yani 200 yıl boyunca yaklaşık 1.7 milyar insan dünya nüfusuna katılmıştır. 1950-1990 yılları arasındaki 40 yılda ise dünya nüfusu ikiye katlarak yaklaşık 5.3 milyara ulaşmıştır. Aşağıdaki Tabloda nüfus artış hızı ile nüfusun çeşitli dönemlerde ikiye katlanması için geçen süreler gösterilmiştir.
109
Bağımlılık oranı; aktif olmayan (çalışmayan yaştaki) nüfusun, çalışan (aktif) nüfusa oranıdır.
SIRA S İ Z D E ^ )
110
Tablo 5.1
Dünya Nüfusunun Artış Hızı ve İkiye Katlanma Süreleri
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
Yıllar
Tahmini Nüfus A r t ı ; Oranı (%)
Önceki Yıllar
İkiye Katlanma Süreleri (Yıl)
0,002
36000
1650-1750
0,3
240
1850-1900
0,6
1 15
1930-1950
1,0
72
1960-1980
2,3
31
1995
1,5
47
l650'den önceki yıllarda dünya nüfusunun ikiye katlanması için 1400 neslin geçmesi gerekirken, bugün 47 yıldan daha az başka bir ifadeyle bir nesilden daha kısa sürede dünya nüfusu ikiye katlanmıştır. Nüfus trendinin değişmesinde kıtlık, kötü beslenme, salgın hastalıklar ve savaşların büyük etkisi olmuştur. Uzak geçmişte ortaya çıkan tüm bu olumsuzluklar 20.yüzyılın sonlarına doğru nispeten iyileşmiştir. Bugün ölüm oranları her dönemden daha düşük düzeydedir. Ölüm oranlarındaki bu düşüş, modern tıptaki teknolojik ilerlemeler ve modern sağlık koşullarının dünyaya yayılmasının sonucudur. Son elli yılda dünyadaki nüfus artışının nedeni budur. Oysa, doğum oranlanndaki düşüş, ancak son yılların eseridir. Kısacası bugün dünyadaki nüfus artışı, esas olarak ölüm oranlarının hızla düşmesi, buna karşın doğum oranlarının özellikle gelişmekte olan ülkelerde, eski yüksek düzeyinden çok az düşmesinin bir sonucudur. 1930 yılında 2 milyar olan dünya nüfusu, bugün yaklaşık 6 milyardır ve bu nüfusun beşte dördünden fazlası azgelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Yaklaşık 50 yıl önce, günümüz sanayi ülkeleri daha hızlı bir nüfus büyümesi göstermiş olmalanna rağmen, bu durum daha sonra tam tersine dönmüştür. Azgelişmiş ülkelerdeki nüfusun ortalama artış hızı 1975-2001 dönemi için bazı bölgelerde yüzde 2 - 2,8 arasındadır. Bu oran geriye kalan dünya nüfusu artışının oldukça üstündedir. Dünyanın hemen her bölgesinde nüfus artış hızı azalmaya devam etmektedir. Dünya Bankası'nın 2003 yılı verilerine göre dünya nüfusunun yıllık ortalama artış hızı, 1975-2001 yılları arasında yüzde 1.6'dan 2001-15 yılları arasında ortalama l . l ' e inmektedir. Tablo 5.2
Dünyadaki Coğrafi Bölgelere Göre Nüfus Artış Oranı, Doğurganlık Oranı ve Doğumda Yaşam Beklentisi
Ülkeler
Yıllık nüfus Artış Oranı Doğurganlık Oranı
Doğumda Yaşam Beklentisi
1975-2001
2001-15
1970-75
2000-05
1970-75
Gelişmekte Olan Ülkeler
1.9
1.4
5.4
2.9
55.8
2000-05 65.1
Daha A z Gelişmiş Ülkeler
2.5
2.3
6.6
5.1
43.7
51.4
A r a p Ülkeleri
2.7
2.1
6.7
3.8
-
68.0
D o ğ u Asya - Pasifik
1.4
0.8
5.0
2.0
~
69.0
Latin A m e r i k a ve Karaipler
1.9
1.3
5.1
2.5
61.0
Güney Asya
2.1
1.6
5.6
3.3
49.6
63.5
Alt-Sahra Afrikası
2.8
2.1
6.8
5.4
43.9
46.9
O r t a ve Doğu Avrupa
0.5
-0.2
2.5
1.4
68.7
69.0
O E C D Ülkeleri
0.8
0.5
2.5
1.8
70.4
71.5
Dünya
1.6
l.l
4.5
2.7
58.4
66.6
70.4
Kaynak: Birleşmiş Milletler, İnsani Kalkınma Raporu, 200320. yüzyılın büyük bir kısmında bütün dünyada doğurganlık oranları çok yüksekti ve nüfus padaması başlıca tehditi oluşturuyordu. Dünya nüfusundaki artış 2050 yılına kadar aynı hızla devam etmesi durumunda 11 milyara çıkması tahmin ediliyordu. Son yıllarda bütün dünyada doğurganlık oranlarının azalması nedeniyle bu öngörü doğru çıkmadı. BM tarafından yapılan bir projeksiyonda dünya nüfusunun 2050 yılında 7,5 milyara çıkacağını ve daha sonraki yıllarda azalmaya başlayacağı öngörülmektedir.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
111
TÜRKİYENİN NÜFUS YAPISININ GELİŞİMİ Türkiye'nin nüfus yapısını baktığımızda 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre yenilenen nüfus projeksiyonlarına göre 1990-95 yılları arasında yüzde 1.68, 1995-2000 yıllan arasında yüzde 1.49 ve 2003 yılında yüzde 1.4 olan yıllık doğal nüfus artış oranının 2004 yılında 1.35'e düşmesi beklenmektedir. 1990-95 yılları arasında yaklaşık 59 milyon, 2003 yılında 70,7 milyon olan toplam nüfusun 2004 yılında 71.8 milyona ulaşması tahmin edilmektedir. 1950-55 yılları arasında 44 yaş, 1965-70 yılları arasında 55 yaş olan doğuşta hayatta kalma ümidi değerinin yükselerek 2004 yılında 69 yaşın üstüne çıkacağı beklenmektedir. Toplam doğurganlık artış oranının ise binde 2.43'ten 2.4l'e gerileyeceği görülmektedir. Bunun altında yatan temel nedenin özellikle bebek ölümlerinin azaltılması yönünde son yıllarda sağlanan olumlu gelişmelere bağlanabilir. Bu oran AB ülkelerinde binde 1,5 dir. Demografik Göstergeler
Birim
T o p l a m Nüfus
Bin Kişi
2001
2002
2003
2004
68.529
69.626
70.712
71.789 1,51
Nüfus A r t ı ş O r a n ı
Yüzde
1,63
1,59
1,55
Doğal Nüfus A r t ı ş O r a n ı
Yüzde
1,46
1,42
1,39
1,35
Kaba Doğum Oranı
Binde
21,7
21,3
20,9
20,6
Kaba Ölüm Oranı
Binde
7,1
7,0
7,0
7,1
T o p l a m Doğurganlık O r a n ı
Ç o c u k Sayısı
2.52
2.46
2.43
2.41
Bebek Ölüm Oranı
Binde
40,6
39,4
38,3
37,4
D o ğ u ş t a Ha/atta KalmaÜmidi
Yıl
68,3
68,5
68,7
68,8
0 - 1 4 Yaş Grubu
Yüzde
29,7
29,6
29,4
29,2
15-64 Yaş Grubu
Yüzde
64,9
64,9
65,0
65,1
6 5 + Üstü Y a ş G r u b u
Yüzde
5,4
5,5
5,6
5,7
Tablo 5.3
Türkiyenin Nüfus Yapısının Göstergeleri
Nüfusun Y a ş Bileşimi
Kaynak: DİE, DPT, 2003-
Yapılan projeksiyon çalışmalarında önümüdeki 20 yıl içinde 0-14 yaş grubundaki artış hızı yavaşlayacak fakat 15-64 yaş arasındaki artış hızla devem ederek nüfusun yüzde 68.0'ini oluşturacaktır. Bu grup lise, üniversite çağındaki kişileri içine almaktadır ve aynı zamanda işgücü piyasasına daha fazla katılımı ifade etmekle birlikte ekonomide daha yüksek bir büyüme oranına geçmenin fırsadarını da yaratabilir. Fakat bu fırsatı değerlendirmenin yolu da işgücünün eğitilmesi ile olacağından daha fazla yatırım yapılması gereğini ortaya çıkarır. Türkiye'de 65 yaş ve üstü grubu 1990 yılında yüzde 4 ve 2000 yılında yüzde 5.5 olan nüfusun artışı devam ederek toplam nüfusun yüzde 9'unu oluşturarak önemli bir artış göstereceği görülmektedir. Bu oran AB ülkelerinde yüzde 17'dir. Bilindiği gibi, yaşlı sayısındaki artış bu kesime yönelik sağlık, emeklilik ödemeleri gibi sorunların ortaya çıkmasınada neden olmaktadır. Ülkemizdeki ortalama yaşam sürasinin kaç yıl olduğunu biliyor musunuz?
DEMOGRAFİK GEÇİŞ SÜRECİ Demografik geçiş süreci, yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının egemen olduğu bir durumdan, doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği, ölümlerin ise gelişen sağlık ve ekonomik koşullarla azaltıldığı düşük doğurganlık ve ölüm oranlannın egemen olduğu bir duruma geçiş sürecine verilen addır.
t f ^ f l
SIRA SİZDE^)
Demografik geçiş süreci, yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının egemen olduğu bir durumdan, doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği, düşük doğurganlık ve ölüm oranlarının egemen olduğu bir duruma geçiş sürecidir.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
112
Demografik geçiş sürecine göre, sanayileşme öncesinde yüksek doğum oranı (doğum artış hızı) ile yüksek ölüm oranı (ölüm artış hızı) hemen hemen aynı hızla gitmekte olduğundan nüfus artışı düşük düzeyde gerçekleşmiştir. Sanayileşme döneminde ise düşük doğum ve düşük ölüm oranları görülmektedir. Doğum oranı ve ölüm oranı süreçleri birbirlerine paralel ya da paralel olmayan bir şekilde seyredebilir. Ayrıca bu iki süreç farklı ülkelerde farklı zamanlarda başlamış ve uzun sürelere yayılmış da olabilir. Sanayileşmenin ilk aşamasında doğum oranı yüksek düzeyini korurken, ölüm oranları tıbbi ve sağlık koşullarında oluşan düzelmeler nedeniyle düşme göstermektedir. Bu durum yüksek oranlı nüfus artışına yani "nüfus patlaması"na neden olmaktadır. Ekonomik kalkınmanın daha ileri bir aşamasında doğum oranı, doğurganlığın kontrol altına alınması nedeniyle düşme yönünde eğilim gösterirken ölüm oranı da en düşük düzeyine inerek bunu istikrarlı bir şekilde sürdürmektedir. Daha sonra doğum oranı da en düşük düzeyine inerek nüfus artış oranı istikrara ulaşmaktadır. Demografik geçiş sürecini tamamlamış sanayi toplumlarının tümünde vanlan sonuç ise; düşük bir doğurganlık düzeyi, 80 yıla varabilen bir ortalama yaşam süresi, artmayan ya da çok yavaş artan ve giderek yaşlanan bir nüfus olmaktadır. Yukarıda açıklanan genel demografik geçiş sürecini, bir çizim yardımıyla da açıklayabiliriz. Şekil 5.1'de düşey eksende doğum ve ölüm oranları, yatay eksende ise zaman yer almaktadır. tx döneminde hem doğum hem de ölüm oranları yüksektir. t2 döneminde ekonomik kalkınma ile birlikte ölüm oranları düşerken, doğum oranı eski düzeyini korumaktadır. Dolayısıyla XY uzunluğu nüfus patlamasını göstermektedir. Ekonomik kalkınmanın daha ileri düzeylerini gösteren t3 döneminde ise doğum oranı da azalarak istikrarlı bir doğal nüfus artış oranına gelindiği görülmektedir.
Demografik Geçiş Süreci
Doğum ve Ölüm Oranı (Binde)
4030-
-Doğum Oranı
20-
- Ö l ü m Oranı
ıo0
Zaman
Bugünün gelişmiş ülkelerinin demografik geçiş süreci de, genel demografik geçiş sürecine benzer biçimde üç aşamadan geçmiştir. Birinci aşamada, başka bir deyişle modern ekonomiye geçmeden önceki dönemde (1800-1840 yılları), bu ülkelerin nüfus artışı yüzyıllar boyunca durağan olmuştur. Çünkü yüksek doğum oranlarının ve hemen hemen ona eşit yüksek ölüm oranlarının sonucu olarak nüfus çok yavaş artmıştır. Modernleşme ile birlikte bu ülkelerde ikinci aşama (18501890) başlamıştır. Bu aşamada daha iyi sağlık koşulları, daha sağlıklı yiyecekler, daha yüksek gelir ve diğer gelişmeler giderek 40 yaşın altından 60 yaşın üzerine yükselen yaşam süresi beklentisini artırmıştır. Bu durum da ölüm oranlarında
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
önemli azalmalar yaratmıştır. Modernleşme ve kalkınmanın etkisi ve gücüyle üçüncü aşamaya (1890-1910 yıları) girilmiştir. Bu aşamada ise doğurganlık oranında düşmenin başlamasıyla azalan doğum oranları ve daha düşük ölüm oranları nedeniyle ya çok az ya da hiç artmayan bir nüfus artışı ortaya çıkmıştır. Batı Avrupa'nın demografik geçiş süreci analiz edildiğinde, 19.yüzyılın başında ölüm oranlan binde 30-35 civarında dalgalanırken doğum oranları binde 40'a yakın bir değerde istikrarlı bir yapı göstermektedir. Nüfus artış oranı yılda binde 5 civanndadır. 19.yüzyılın ilk çeyreğinde Batı Avrupa'nın demografik geçiş sürecinin ikinci aşaması başlamıştır. Bu dönemde, modern tıp ve halk sağlığı teknolojileri yavaş yavaş hastalık ve ölümleri kontrol altına almış ve ekonomik yapının da iyileşmesi sonucu yavaşça düşen ölüm oranları kendini göstermiştir. Doğum oranlarındaki azalma, ancak 20.yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Doğum oranlarında azalmanın başlayamasıyla üçüncü aşamaya geçilmiştir. 20 yüzyılın ikinci yarısında, yani Batı Avrupa'nın demografik geçiş sürecinin sonunda 1800'lü yılların başında görülen doğum ve ölüm oranlarındaki ilişki tersine dönmüş ve doğum oranlarında dalgalanma ve ölüm oranlarında oldukça istikrarlı ya da yavaşça yükselme ortaya çıkmıştır. Bunun doğal sonucu olarak Avrupa nüfusu daha yaşlı bir nüfus dağılımına sahip olmuştur. Batı Avrupa'nın demografik geçiş sürecinin incelenmesinden sonra gelişmekte olan ülkelerin demografik geçiş sürecini ele alabiliriz. Bugün birçok azgelişmiş ülkede doğum oranlan sanayi devriminden önceki Batı Avrupa'dakinden önemli ölçüde daha yüksektir. Bunun, özellikle bu ülkelerde kadının daha erken yaşta evlenmesinden ileri geldiği kabul edilir. 1940'ların başında özellikle de 1950 ve 1960'larda gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda demografik geçiş sürecinin ikinci aşaması yaşanmaya başlanmıştır. İthal edilen modern tıp ve halk sağlığı teknolojisinin önemli ölçüde ve etkili bir biçimde azgelişmiş ülkelerde uygulanması, 19-yüzyılda Avrupa'dakinden çok daha hızlı ölüm oranlannın düşmesini sağlamıştır. Buna karşılık doğum oranları bir çok ülkede binde 40'ın üzerinde gerçekleşmiştir. Bu durum bu ülkelerin demografik geçiş sürecinin ikinci aşamasında (1950 ve 1965-70 yılları) nüfus artışlarının, yıllık %2-2,5 olması özelliğini göstermektedir. Gelişmekte olan ülkeler üçüncü aşamada iki gruba ayrılmaktadırlar: birinci grup; yaşam düzeylerindeki iyileşmenin hızlı ve geniş bir kesime dağıldığı ve ölüm oranlannın binde 10'a düşme özelliği gösteren ülkeleri açıklamaktadır. Bunlar Tayvan, Güney Kore, Kostarika, Çin, Küba, Şili ve Sri Lanka gibi ülkelerdir. Bu ülkeler 1965-70 yıllannda demografik sürecin üçüncü aşamasına girmişlerdir. Bu ülkeleri doğum oranlarındaki azalmayla Tayland, Malezya, Meksika ve Brezilya gibi ülkeler ancak 1980'lerde üçüncü aşamaya geçerek izlemişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğu ikinci grup özelliğini göstermektedir. Bu ülkelerde başlangıçta ölüm oranlarının hızlı düşüşünden sonra, yaşam düzeyinin büyük ölçüde yükselmemesi ve mutlak yoksulluğun neredeyse sürekli olmasından dolayı doğum oranları düşmemiştir. Dahası, bu yaşam düzeyinin düşüklüğü ile yüksek doğum oranlarının sürekliliği nüfus artış oranının nisbi olarak yüksek kalmasına neden olmuştur. Aşağı Sahra Afrikası ve Orta Doğu ülkelerinin pek çoğunu kapsayan bu ülkeler hala demografik geçiş sürecinin ikinci aşamasındadırlar. TÜSlAD'ın (1999) yaptığı Türkiye'nin demografik yapısıyla ilgili çalışmasında Türkiye'nin demografik geçiş sürecinin son aşamasında olduğu ve son 20 yıl içinde Türkiye, doğurganlık oranının düşmesiyle hızlı nüfus artışı döneminin geride bıraktığı belirtilmektedir. Son nüfus sayımına göre, yıllık nüfus artış oranı
113
114
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
yaklaşık yüzde 1.49 dolayındadır. Türkiye'de nüfus artış hızının 25 yıl sonra yüzde 0,8, 2050'de ise sıfıra ineceği ve nüfusun 98 milyon dolayında sabitleneceği beklenmektedir.
NÜFUS V E GELİR ARTIŞI Malthusyen Nüfus Tuzağı T. Malthus (1798) nüfus artışı ile ekonomik gelişme arasında ilişkiyi kuran kuramını ortaya atmıştır. Bu kuramın günümüzde de halâ geçerliliğini koruduğu öne sürülmektedir. Çünkü nüfus artışı Malthus'un görüşlerine tam olarak uygun olmasa dahi azgelişmiş ülkelerin gelişmesi yolunda ciddi sorunlar yaratan bir engel oluşturmaktadır. Hızlı nüfus artışı dolayısıyla dünyanın açlıkla karşı karşıya geleceği sorunu, ilk defa Malthus tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre dünya nüfusu her kuşak boyunca yani 30-40 yılda iki katına çıkarken, ki buna geomekrik artış denilmektedir, gıda maddeleri üretimi ancak aritmetik dizi şeklinde artmaktadır. Gıda maddeleri üretimini artırma olanağının nüfusun artış oranına eşit olmadığı gözlemlerine dayanan Malthus nüfus ile geçim olanakları arasında yakın ve doğrudan ilişkiyi gözönünde bulundurarak nüfus artışının insanlığa refah getirmeyeceğini aksine insanlığı bir felakete sürüklemekte olduğu tezini savunmuştur. Malthus sefalet ve açlıktan kaçınmanın tek yolunun "ahlaki kısıtlama" yani insanların akıllı hareket etmeleri, bilinçli bir şekilde çocuk sayılarını sınırlamalannı, bunun için bekar yaşamaları ve nispeten geç evlenmelerini ileri sürmüştür Bugün kaynağını Malthus'tan alan nüfus artışı ile gelir artışı arasındaki ilişki "Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı" adı verilen bir kuram ile açıklanmaktadır.
Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı Bir ülkenin ekonomik gelişmesinin değişik aşamalarında, nüfus artışı oranlan ile gelir düzeyi arasında farklı ilişkiler kendini gösterir. İki unsur arasındaki bu ilişkiler, Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı adı verilen bir kuramla açıklanmaktadır. Bu kurama göre, düşük gelir düzeyindeki ekonomilerde, nüfus artışının nedeni, ölüm oranındaki düşmedir. Öte yandan kişi başına gelir yükseldikçe, ölüm oranı giderek daha da düşer. Sonuçta, doğum oranında belirgin bir değişiklik olmadığı sürece, kişi başına gelir artışı hızlandıkça, nüfus artışı da hızlanacaktır. Öte yandan kişi başına gelir düzeyi yükseldikçe, buna bağlı olarak tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar da artacaktır. Bu da, bir sonraki dönemde kişi başına gelirin daha da yüksek olmasını sağlayacaktır. Gelir artışının bir yandan nüfusu arttırması, öte yandan yine gelir düzeyini yükseltmesi sonucunda, kişi başına gelirin giderek artıp artmayacağı; her iki büyüklüğün artış hızlarına bağlı olacaktır. Sözü edilen bu ilişkileri bir şekil yardımıyla gösterelim. Şekilde yatay eksende kişi başına gelir (Y/P), düşey eksende ise nüfus artış hızı (dP/P) ile gelir artış hızı (dY/Y) ölçülmektedir. Başlangıçta nüfusun, en az geçim düzeyine ulaşabilmesi için, A noktasından önceki durumda olduğu gibi, gelir artış hızının nüfus artış hızından büyük olması gerekmektedir. A noktasında ise ekonomi dP/P=dY/Y eşidiğini sağlamıştır. A noktasında ulaşılan denge, kararlı bir dengedir. A noktasının yatay eksendeki izdüşümü olan Y1 gelir düzeyi, en az geçim düzeyini göstermektedir.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
Nüfus Artış Oranı ve Gelir Artış Oranı
115
Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağı
Kişi Başına Gelir (Y/P)
A noktasından sonra gelir artışı sürecek olursa, ölüm oranlarının hızla düşmesi nedeniyle nüfus artış hızı büyüyecektir. Doğum oranlarında belirgin bir düşme olmadığı sürece, kişi başına gelir arttıkça nüfus artışı da hızlanacaktır. Nüfus artışı, gelir artışından daha büyük olduğunda, kişi başına gelir, çizimden de görüleceği gibi tekrar A noktası düzeyine inecektir. Bilindiği gibi nüfus gelirden daha hızlı büyüdüğünde kişi başına gelir düşmek zorundadır. Y2'nin altında kalan her kişi başına gelir düzeyinde, kişi başına gelir geçimlik düzeye doğru düşmeye zorlanmaktadır. Şekil 5-2'de Y 1 noktası düşük düzeyli denge tuzağını göstermektedir. Ekonominin kendini böyle bir tuzaktan kurtarabilmesi, gelir artış hızını, nüfus artış hızından daha yüksek bir düzeye çıkarmasıyla olanaklıdır. Nüfus artış hızının yükselebileceği maksimum sınır şekilde yüzde 3.3 olarak varsayılmıştır. Buna göre nüfus artış hızı,Y2 kişi başına gelir düzeyinde yaklaşık yüzde 3.3 ile en yüksek oranına ulaşarak sona erer (B noktası); ancak gelir artış hızı büyümesini sürdürür. Bu durumda ekonomi kendi kendini besleyen bir büyüme hızına ulaşabilir. Çünkü şekilden de görüldüğü gibi B noktasından sonra gelir artışı, nüfus artışından daha yüksek olmaktadır. B'nin sağında kalan noktalarda esasen belirli bir ivme kazanmış olan gelir artış hızı, maksimum değerine ulaşmış olan nüfus artış hızını aşmakta ve kişi başına gelir düzeyi sürekli yükselmektedir. Şekil 5.2'de, kişi başına gelirin Y 3 'e gelmesinden sonra gelir artış eğrisi azalan verimler yasasına göre düşmeye başlamıştır. Bu, nüfus ve gelir artış eğrilerinin kesiştiği C noktasına kadar devam etmektedir. C noktası nüfus artış eğrisinin gelir artış eğrisini tekrar kestiği yeni denge noktasıdır. Ancak, ekonomide sürekli teknik ilerlemelerin sağlanmasıyla ki bu azalan verimler yasasının işlemesini sürekli erteleyecektir gelir artış hızı nüfus artış hızının düzeyine inmeyecek, başka bir deyişle gelir artış eğrisi nüfus artış eğrisinin üzerinde seyredecektir. Bu kurama göre, azgelişmiş ülkeler nüfus artışını kontrol etmedikçe kişi başına gelir düzeyini geçimlik düzeyin üstüne çıkaramayacaklardır. Düşük Gelir Düzeyli Denge Tuzağından kurtulabilmek için gelir artış hızının, nüfus artış hızından daha yüksek olması gerekir.
Optimum Nüfus Bir ekonomide kişi başına geliri maksimize eden nüfus büyüklüğüne optimum nüfus denir. Optimum nüfusun üstündeki ülkeler aşırı nüfuslu, altındakiler ise kıt nüfuslu ülkelerdir. Optimum nüfus kuramını bir şekil yardımı ile açıklayalım.
Optimum nüfus, bir ekonomide kişi başına gelerin maksimize eden nüfus büyüklüğüdür.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
116
Şekilde düşey eksende kişi başına gelir (Y/P), yatay eksende ise nüfus (N) yer almaktadır. P1 eğrisinin geçerli olduğu durumda optimum nüfus büyüklüğü 'dir. Bu nüfus büyüklüğünde kişi başına gelir, (Y/P)l, en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Optimim Nüfus
Nüfus(N)
Optimum nüfus büyüklüğünün altındaki nüfusta kişi başına gelir daha düşük olacaktır. Çünkü bu durum, işgücü dışındaki kaynakların etkin kullanılabilmesi için yeterli işgücünün bulunmadığını göstermektedir. Optimumun üstündeki nüfusta ise kişi başına gelir yine düşük olacaktır. Çünkü işgücü fazlası, azalan verimlerin işlemesine neden olacaktır. Yeni kaynakların keşfi, sermaye birikimi ve teknolojideki ilerlemeler eğrisini kaydırarak konumuna getirir. Böylelikle yeni ve daha yüksek bir düzeyde noktasında optimum nüfus meydana gelir. Burada kişi başına düşen gelir (Y/P)2 düzeyindedir. Optimum nüfus kuramı belli bir zamanda, mevcut nüfus, sermaye stoğu ve teknoloji ile kişi başına gelirin nasıl belirlendiğini açıklar. Dolayısıyla dinamik değil statik bir özellik gösterir.
NÜFUS POLİTİKASI Azgelişmiş ülkelerde görülen hızlı nüfus artışının, başta da belirtildiği gibi, sahip olduğu sosyal ve ekonomik önem nedeniyle ilgili bilimlerin ve özellikle kalkınma politikasının gündeminde özel bir yeri vardır. Bu konuda ortaya çıkan sorunlann nasıl çözümlenebileceğine ilişkin çeşitli yargı ve düşünceler ileri sürülmüştür. Bunlardan bir grup, sorunun çözümü için etkin ve yoğun önlemlerin alınmasını savunurken, bir başkası, tam tersine belli bir ideoloji gereği, nüfus olayına her tür müdahaleyi reddeder. Bu iki görüş arasında, iktisadi ve demografik gelişmenin otomatik bir uyum içinde işleyeceğine ilişkin iyimser görüşler yer alır. Hızlı nüfus artışı, özellikle doğurduğu sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle azgelişmiş ülkeler için üzerinde önemle durulması gereken bir unsurdur. Hızlı nüfus artışı nedeniyle, ekonomik gelişme ile nüfus artışı arasında ortaya çıkan uyumsuzluğun giderilmesi için barışçıl nitelikte iki temel araçtan söz edebiliriz: • Bir yandan uygun yatırımlarla gıda maddeleri üretiminin arttırılması, öte yandan halkın eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve • Doğumların azaltılması.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
Nüfus politikası çerçevesinde bakıldığında, doğumların azaltılmasına yönelik önlemler öne geçer. Bu önlemlerin uygulama olanağı ve etkinlikleri ise, ancak ilgili toplumun geleneksel davranış biçimleri ve değer yargıları temelinde değerlendirilebilir. Örneğin, Asya ülkelerinde, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi pek çok azgelişmiş ülke daha yavaş nüfus artışını gerçekleştirecek politikalara destek vermişlerdir. Bu ülkelerde aile planlamasıyla ilgili olan eski düzenlemeler gözden geçirilerek anne ve çocuğu koruyan yeni yasalar yürürlüğe konulmuştur. Devlet de hem kendi birimleri aracılığıyla hem de gönüllü sivil toplum kuruluşlarına çeşitli destekler sağlayarak aile planlaması programlarını yürütmektedir. Bu politikalann sonuçları, geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, kimi ülke grupları dışında, çoğu gelişmekte olan ülkede alınmış; nüfus artış hızında zaman içinde azımsanmayacak düşüşler sağlanmıştır. Azgelişmiş ülkelerde nüfus politikası ile ilgili önlemler genelde doğum sürecinde alınmaya başlanır. Cinsel yaşama ilişkin toplumu aydınlatıcı kampanyalara ve yasal düzenlemelere (evlenme yaşının alt sınırını belirleme gibi) de gidilmekle birlikte, daha çok demokratik bir anlayışla nüfus ya da aile planlaması çabalarında şu girişimler söz konusudur: • Etkin ve kolayca ulaşılabilen doğum kontrol araçlarının geliştirilmesi, • Bireylerin cinsel açıdan kendilerini tanımalarının sağlanması ve istek dışı gebeliklerin önlenmesine yardımcı olunması ve • Bu araçların topluma tanıtılıp benimsetilmesidir. Araştırmalar aynı doğum kontrol yöntemlerinin çeşidi nüfus gruplarında farklı sonuçlar verdiğini göstermiştir. Bu noktadan harekede, artık günümüzde klinik etkinlik, demografik etkinlikten ayrılmış bulunmaktadır. Öte yandan doğal korunmanın, yapay koruyucu araçlara kıyasla çok büyük oranlarda istenmeyen gebeliklere yol açtığı da anlaşılmıştır. Bu durum, günümüzde artık azgelişmiş ülkeleri, bu tür ucuz ve etkili koruyucu araçları halka sunmaya itmiştir. Hızlı nüfus artışının yavaşlatılması çabalarında karşılaşılan en büyük güçlüklerden biri, doğum kontrol uygulamasının nasıl yapılacağını halka açıkça anlatabilmektir. Seksüel konulardaki tabular genel eğitim ve iletişim alanındaki eksiklikler, konuya ilişkin aynntılı açıklamaların yapılmasını engeller. Bu olumsuz koşullar öte yandan, aile planlamasıyla ilgili kuruluşların, halkın gözünde öcüymüş gibi görünümlerine yol açar. Çoğu azgelişmiş ülkede sayıları önemli boyutiara ulaşan bu kurumlara, salt bu nedenle halkın gerekli ilgiyi göstermediği söylenebilir. Bu bakımdan, aile planlaması konusunda iyi eğitilmiş, özellikle kırsal kesimdeki kamu görevlilerine büyük işler düşer. Öte yandan doğurganlık oranını düşürmede, örneğin gebelikten korunma yollannın bilinmesi tek başına yeterli değildir. Bu bakımdan temelde, kabul edilebilir aile büyüklüğü kavramının, özellikle yoksul ve eğitim düzeyi düşük halk kesimleri tarafından benimsenmesi sağlanmalıdır. Ne var ki bu düşünceye de, özellikle kırsal kesimde yeterli işgücüne sahip olmak ve yaşlılığı güvence altına almak gibi nedenlerle halkın daha fazla çocuk istemesi ters düşmektedir. Bugün bile kimi azgelişmiş ülkelerde, özellikle kırsal kesimde bir kadının saygınlığı onun doğurganlık derecesiyle ölçülebilmektedir! Bu nedenle, konuyla ilgili özel kliniklerin kurulması, doğum kontrol araçlarının bedava dağıtımı, danışmanlık örgütlerinin kurulması gibi nüfus politikası ve aile planlaması alanındaki alışılmış yöntemler, temel olarak ancak sorunun bilincine varmış aydın ve olumlu yönde motive olmuş kişiler için bir anlam ifade etmektedir. İşte bu gerçek, nüfus planlaması çabalarının giderek daha da artan bir yoğunlukta, nüfusun öbür kesimine yöneltilmesi gerektiğini göstermektedir.
117
118
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
İKTİSADİ KALKINMADA İSTİHDAM SORUNLARI Azgelişmiş ülkelerin kalkınma sürecinde karşılaştıkları en önemli sorunlardan biriside istihdam ile ilgilidir. Çalışma çağına gelmiş nüfusun, geçerli bir ücret düzeyinde ve uygun çalışma koşulları altında çalıştırılabilmesi, ekonomik olduğu kadar sosyoekonomik bir olaydır. Nitekim bir ekonominin başarısı, bu nüfusun iş bulabilmesi ile ölçülür. Oysa, önceki bilgilerimizden de anımsayacağımız gibi, azgelişmiş ülkelerin gerçekleştirebildikleri kalkınma yöntemi ve hızı, nüfusun bilinen nedenlerle hızla artan bu kesimine yeterince iş olanakları sağlayamamaktadır. iktisadi kalkınma sürecinde istihdam sorunları sahip olduğu bu öneminden dolayı çeşidi açılardan incelenecektir. Soruna önce kuramsal düzeyde bir yaklaşımda bulunulacak; daha sonra kalkınma süreci boyunca meydana gelen gelişmeler ve ilişkiler ortaya konulacaktır.
Sınırsız Emek Arzı İle Kalkınma
Kapitalist kesim, kar geliri elde eden kesimdir.
Azgelişmiş ülkelerin demografik yönden gösterdiği şu iki özelliği biliyoruz: Birincisi bu ülkelerde görülen yüksek doğum artış hızı ve buna ek olarak, özellikle sağlık ve hijyen alanında meydana gelen olağanüstü iyileşmeler sonucu ölüm oranlarındaki büyük düşüşün birlikte yarattığı, deyim yerinde ise bir nüfus patlaması. Bu ülkelerin demografik yönden gösterdiği ikinci özelliği ise, nüfusun büyükçe bir bölümünün en az geçim düzeyinde gelir elde ettiği, "geleneksel kesim"de bulunmasıdır. Nüfusun hızla artması ve bunun büyük bölümünün geleneksel kesimde ve en az geçim düzeyinde bir ücrede emeklerini arz eder durumda olması varsayımından hareket eden Lewis, Sınırsız Emek Arzı ile Kalkınma kuramını ortaya atmıştır. Lewis bu kuramıyla gizli işsizlik, sermaye birikimi ve teknolojik yenilik gibi kalkınma hızını belirleyen faktörler ve geleneksel kesim ile modern kesim arasındaki ilişkileri esas alarak iktisadi gelişmenin dinamizmini açıklamaktadır. Bu kuramda sermaye ve doğal kaynaklara kıyasla nüfusun fazla olduğu ülkelerde sınırsız emek bulunduğu varsayılmaktadır. Ekonominin bir çok kesiminde, emeğin marjinal verimliliğinin çok az ya da sıfır, hatta negaüf olduğu kabul edilmektedir. Bu tür ekonomilerde tarım kesiminde gizli işsizlerin bulunduğu bir gerçektir. Bunun yanında tarım kesimi dışında da gizli işsizliğin yaygın olduğu alanlar vardır. Özellikle karayoluyla şehiriçi ve şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığı alanında çalışanların bir kısmı, hammallar, sokak satıcıları, işportacılar ve çoğu kamu girişimlerinde istihdam edilenlerin bir kısmı gibi. Bu tür işlerde gerekenden çok fazla sayıda insan kendine bir geçim kapısı aramak durumundadır. Geleneksel kesimde mal ve hizmet üretimi ilkel teknoloji kullanılarak yapılmaktadır. Ücreder genellikle yaşamayı sağlayacak düzeydedir. Bu geleneksel yapının bir sonucudur. Leıvtâe göre bu kesimden, emeğin bir kısmı çekilse ve başka modern sayılan kesimlere aktarılsa üretimde bir düşme olmayacak, belki de artacaktır. Temelde sanayinin yer aldığı modern kesimde ise, üretimde yoğun bir biçimde sermaye, yani makine ve benzeri donanım kullanılmakta, üretim geleneksel kesimde olduğu gibi geçimi sağlamak için değil, kâr için yapılmaktadır. Yatınm malları sahiplerinin geliri kârlardan işçilerin geliri ise ücretten oluşur. Lewis, kâr geliri elde eden bu kesime kapitalist kesim demektedir. Sınırsız emek arzı ile kalkınma modeline göre, nüfusun büyük bir çoğunluğunun gizli işsiz olarak toplandığı geleneksel kesim, özellikle tarımsal kesim, modern sanayi kesiminin işgücü deposu'dur. Böylece sanayileşme ve kalkınmanın gerek duyduğu düz emek herhangi bir güçlükle karşılaşılmadan tarım kesiminden sağlanabilecektir.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
119
Lewis'in geçim kesimi dediği geleneksel tarım kesiminden, kapitalist kesime, yani sanayi kesimine aktanlacak işçiye ödenecek ücretin en az geçim düzeyinin biraz üstünde olması yeterlidir. Çünkü, geçim kesimindeki bir kişiye, hem geçimini sağlayacak ve hem de kırdan kente taşınması için gerekli masrafları karşılayacak bir düzeyde ücret ödenmesi halinde, emek arzı sınırsız olacaktır Genel olarak sanayi kesiminin kendi iç dinamiklerine ve kullanılan üretim tekniklerine bağlı olarak, buradaki istihdam olanağının ne miktarda işgücünü çekebileceğini aşağıdaki Şekil 5.4 yardımıyla açıkça görebiliriz Sınırsız Emek Arzı île Kalkınma
v / I 1 /
1 1 1
1
/
1 ı \
ı |
!İ
EÜ3
EÜ2
EÜI
Şekil 5.4'ün üst çizimde, düşey eksende sermaye, yatay eksende emek kullanım miktarları yer almaktadır. Alt çizimde ise düşey eksende emeğin marjinal verimliliği ve ücret, yatay eksende de emek kullanım miktarı ölçülmektedir. MV eğrileri, emeğin marjinal verimliliği eğrileridir; sermaye birikimi ve teknolojik ilerlemelerle gelişme gösterip MV^ MV22, MV3, MV4, durumlarına gelirler. Sanayi kesiminde sermaye miktarının OKx olması halinde, emeğin marjinal verimliliği MV1, ödenen ücret OÜ-, ve istihdam edilen emek ise OE-, dir. Sanayide yaratılan toplam hasıla OSPE-l alanı kadardır. Bunun OÜ1PE1 kadarı işçilere ödenen toplam ücreti, L^SP ise girişimcilerin kârını göstermektedir. Emek arz eğrisi R noktasına kadar yatay eksene paraleldir. Çünkü, cari ücret düzeyinde daha fazla emek istihdamı, emeğin marjinal verimliliğinin artmasına, o da bilindiği gibi sanayi kesiminde sermaye birikimine ve teknolojik ilerlemelere bağlıdır. R noktasından sonra emek arz eğrisinin yukarıya doğru kıvrılması, OE3 ten daha fazla emek kullanımının, ücret düzeyinin yükselmesiyle mümkün olacağını ifade etmektedir.
120
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Şeklin üst kısmındaki EÜj, EÜ2 ve EÜ3 ile gösterilen eğriler eş-ürün eğrileridir. Bilindiği gibi eş-ürün eğrisi, üzerindeki her nokta aynı toplam üretim düzeyini veren farklı faktör bileşimlerinin geometrik yeridir. Faktör bileşimlerinin farklı miktarda üretimi vermeleri halinde farklı eş-ürün eğrileri söz konusu olacaktır. Her iki faktörün kullanım miktarlarının artması halinde daha yüksek düzeyde üretim elde edilebileceğinden, orijinden daha uzak eğriler, daha yüksek üretim düzeyini ifade ederler. Şekilde OEj den daha fazla emek istihdamının, sanayide giderek daha fazla sermaye birikimi ve kullanımıyla mümkün olabileceği görülmektedir. Sermaye birikimi ise elde edilen toplam sınai gelirin kâr ile ücret arasındaki dağılımına ve kârların ne yapıldığına bağlıdır. Modele göre OÜj, ücret düzeyinde emek arzı sınırsızdır ve R noktasına kadar, daha fazla emek istihdamı için ücretlerin yükseltilmesi gerekmektedir. Yani ücret artışından dolayı, kâr payının azalması söz konusu değildir. O halde sorun, bu kâr payının nerede kullanılacağı ile ilgilidir. îşte bu kârlar, sermaye birikimini artıracak biçimde tekrar yatırıldıkça, daha fazla emek istihdamı sağlanmış olacaktır. Kârlar bu durumda daha büyümüş, sermaye birikimi daha da fazlalaşmıştır, iktisadi kalkınma böylece, gizli işsizlik yok olana dek sürüp gider. Yukarıda yaptığımız açıklamalar ışığında Lewis'in sınırsız emek arzı ile kalkınma modelinin işleyişi için gerekli koşulları aşağıdaki gibi özedeyebiliriz: • Girişimciler kârlarını sermaye birikimini artıracak biçimde tekrar yatırıma yöneltmelidir. • Sermaye birikimi ile birlikte emeğin verimliliğini arttırıcı teknolojik yenilikler sürmelidir. • Teknolojik ilerleme, emek kullanımını artırıcı yönde olmalıdır. • Tarımsal reel ücretin ve tarımsal ürün fiyadarının yükselmesi geciktirilmeli böylece en az geçim ücretinin yükselmesi önlenmelidir. Sınırsız emek arzı ile kalkınma kuramının azgelişmiş ülkelerin ekonomik, demografik ve sosyal koşullarına ne derece uyduğunu araştırdığımızda, kuramın tümüyle değilse de, gerçeklerle uyuşmayan ve doğuracağı olumsuz sonuçlar itibariyle kimi yönlerinin eleştiriye açık olduğunu görürüz, şöyle ki: • ilk olarak kuramın temel varsayımının tersine, birçok azgelişmiş ülkede nüfus yoğun değildir. • ikinci olarak, modelin azgelişmiş ülkelerde gizli işsizliğin yaygın olduğu yolundaki varsayımı, gerçeklere pek uygun değildir. • Kuramda emeğin kalitesi ile hiç ilgilenilmemektedir. Oysa sermaye birikimi ve teknoloji ilerledikçe, sanayi kesimine aktarılacak emeğin nitelikli olması gerekecektir. Emeğin eğitilmesi zamansal kesintilere yol açabilecektir. • Bu kurama yöneltilen en önemli eleştiri, tarımsal kesimin ihmal edilmesidir. Tarımsal yapı ile sanayi arasında karşılıklı ilişkileri görmezlikten gelen bu yaklaşım, tarım kesiminin gelişmemesi halinde sanayileşmenin de aksayacağını hiç dikkate almamıştır. • Çoğu azgelişmiş ülkede, geniş bir uygulama olanağı bulan bu kuramın sosyal açıdan en önemli sakıncası, gelir dağılımı konusunu göz ardı etmesidir. Sermaye birikiminin ve dolayısıyla kalkınmanın sağlanması için uygulanan böyle bir politikada, kâr gelirleri ile ücret gelirleri arasındaki dağılımın, ikincilerin aleyhine bozulması kaçınılmazdır.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
121
İstihdam Sorunları Azgelişmiş ülkelerde hızla artan nüfus ve teknolojideki değişmeler, kuşkusuz beraberinde önemli ölçüde istihdam sorunlarını da getirmektedir. Bilindiği gibi işgücü arz miktanndaki artış, toplam nüfus artışı ile ilintilidir. Nüfus artış hızında, örneğin düşme yönündeki bir değişme, işgücü arzı üzerindeki etkisini diğer bir deyişle işgücü piyasına yansımasını ancak 15-20 yıl sonra gösterebilir. Bu da esas olarak çocuk ve gençlerin okulda kalış sürelerine bağlıdır. Aşağıdaki Tablo, 1970-2010 yılları arasında dünyada işgücü arzındaki artışı göstermektedir. Azgelişmiş ülkelerde iş arayanların sayısının yılda yüzde 2,0'den fazla arttığı ve bu artışın yakın gelecekte de devam edeceği anlaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise bu hızın 1980-2000 döneminde yüzde 1,0 olduğu görülmektedir. 20002010 dönemi için tahmin edilen hızın yüzde 0,3 olacağı beklenmektedir. Yıllık Ortalama İ;gücü Artı; Oranı (%) Düşük ve O r t a Gelirli Ülkeler
1970-80
1980-2000
Aşağı Sahra Afrikası
2,4
2,6
D o ğ u As/a v e Pasifik
2,4
1,9
1,1
G ü n e / As/a v e Pasifik
1,8
2,2
2,1
O r t a Doğu ve Kuzey Afrika
3,0
3,0
3,1
Latin A m e r i k a v e Karaipler
3,1
2,7
1,9
Yüksek Gelirli Ülkeler
1,3
1,0
0,3
Kaynak: World Bank, World Development
Indicator,
2002,
2000-2010 2,2
Tablo 5.4 Dünya İşgücü Arzındaki Artış (1970-2010)
s.54
Bu ülkelerde, toplam nüfus içinde çoçuk nüfusu (0-14 yaş grubu) ile okul çağındaki genç nüfus çok yüksek oranlara varmakta, bu durum da çalışma yaşındaki nüfusu göreceli olarak azaltmaktadır. Öte yandan çalışma yaşındaki nüfus grubu gelişmiş ülkelerde, yüksek işgücüne katılma oranları ile ekonomik faaliyeüere olumlu katkıda bulunurken, gelişmekte olan ülkelerde, bu oranların düşüklüğü işgücü hacmini olumsuz yönde etkilemektedir. İşgücüne katılma oranı, genel olarak bir ülkede 15 ve daha yukarı yaş grubuna oranla işgücü arzını gösterir. Bu oran istihdam analizlerinde anlamlı bir gösterge olarak kullanılır. Azgelişmiş ülkelerde, iş olanaklarının çalışmaya hazır insan sayısı ile aynı oranda artmaması, "yapısal işsizlik" diye ifade edebileceğimiz, temel istihdam sorununu öne çıkarır. Görüldüğü gibi yapısal işsizlik, ekonomik büyümenin gerektirdiği işgücü talebi ile temelde hızlı nüfus artışının beslediği işgücü arzı arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bir işsizlik türüdür. Diğer bir deyişle işgücü talebinin yapısındaki değişme hızı artıkça ve işgücünün bu değişmelere yavaş uyum göstermesi işsizliğin artmasına neden olacaktır. Ekonomik kalkınma ile birlikte tarım sektöründen sanayi ve hizmetler sektörüne bir akım olur. Tarım sektörünün niteliksiz işgücüsü diğer sektörlerdeki değişen nitelik özelliklerine eğitim ve beceri düzeyi yeterli gelmediği için uyum sağlayamaz. Bu tür işsizlik, geçici ya da kısa süreli bir işsizlik olmayıp, ekonomik ve özellikle demografik yapının ürettiği bir işsizliktir. Ayrıca bu ülkelerde genç nüfus nedeniyle genç işsizliği görülmektedir. Oysa uygulamada dikkati çeken en önemli gelişme, sanayileşmenin azgelişmiş ülkelerde çoğu durumda istihdam sorununu ağırlaştırmasıdır. Hatta kimi görüşlere göre, ekonomik gelişme ve modernleşme, azgelişmiş ülkelerde işsizlik sorununun ortaya çıkışının asıl nedenidir. Bu ülkeler modern teknolojiyi kullanmaya yöneldikçe, üretimde belirgin artışlar sağlamalarına karşın, istihdam düzeyini yükseltememektedirler. Bu durum, her üretim artışının mutlaka istihdam artışı anlamına
Genel olarak bir ülkede 15 ve daha yukarı yaş grubuna oranla işgücü arzını işgücüne katılma oranı gösterir. Yapısal İşsizlik, azgelişmiş ülkelerde, iş olanaklarının çalışmaya hazır insan sayısı ile aynı oranda artmamasını gösterir.
122
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
gelmeyeceğini göstermektedir. Azgelişmiş ekonomiler, işgücü fazlalığı özelliği gösteren kendi faktör donanımlarına uyan teknolojileri kullanabildikleri ölçüde hem faktörlerin optimal kullanımını sağlamış olabilirler, dolayısıyla hem de işsizliği önleyebilirler. İleri sanayi ülkelerinin faktör donanımlarına göre geliştirilen "modern teknolojileri"kullanmanın,
azgelişmiş ülkelerde en azından kısa dönemde iş-
sizlik sorununu daha da büyüttüğü açıktır. Modern teknoloji bilindiği gibi, sermaye yoğundur; emek tasarruf edicidir. Sermayenin yoğun olarak kullanılması ise, verimliliğin artırılmasının temel koşuludur. Dolayısıyla azgelişmiş ekonomiler, kısa ve uzun
dönemdeki
beklentilerine bağlı
olarak ya yüksek verimlilik sağlayan, ancak işgücünden tasarruf eden modern teknolojiyi kullanmayı ya da yüksek bir istihdam düzeyini sağlayan, ancak modern teknolojiyi kullanmamanın getireceği göreceli olarak düşük bir verimliliğe razı olmayı gerektiren bir seçeneği tercih edeceklerdir. Bu durum "Üretim-îstihdam
Çe-
lişkisi " olarak adlandırılır.
Teknoloji nedeniyle artan verimlilik üretim miktarını önemli ölçüde artırdığı ile ilgili bir örnek Japonya'yı verebiliriz. 1960-1980 yılları arasında girdilerde bir artış olmaksızın teknolojik değişimin üretimi 2.5 kat artırdığı görülmektedir. Bu durum dünyada bir işsizlik sorununa neden olmaktadır. Dünyada toplam üretim artarken işgücüne katılım gerilemektedir. Gelişmekte olan ülkeler bu istihdam sorununu esnek istihdam politikaları aşmaya çalışmaktadırlar. Bu çelişkinin kısmen de olsa giderilmesi üzerinde duran kimi iktisatçılar, azgelişmiş ülkelerin teknoloji tercihlerini; başta zaman unsurunu dikkate alarak, ekonominin tümü açısından değil, üretilecek mal ve hizmetlerin türü, dış ticarete konu olup olmamaları ve ekonomik kesimler arasındaki bağlılıklar bakımından yapmalarını önermektedir. Böylece azgelişmiş ülkeler modern teknolojinin baskısından kendilerini kısmen de olsa koruyabilecekler ve istihdam sorunlarını hafifletebileceklerdir. İşgücünün önemli bir göstergesi olan işgücüne katılım oranı DÎE'nün 2003 yılı üçüncü dönem verilerine göre Türkiye'de işgücüne katılım oranı yüzde 50.5 olarak gerçekleşmiştir. Geçen yıl bu oran 52.4'tür. 1990-2000 arasında nüfus artış oranı 1.6 dolayında iken 15-65 yaş arası aktif nüfus yüzde 2.4 oranında artmıştır. 2002010 yılları arasında çalışabilir nüfus 1.9' a gerileyecektir. Ancak bu orandaki gerilemeye rağmen işgücü piyasasına giren kişi sayısında azalma çok sınırlı olacaktır. Çünkü işgücü arzındaki bu artışa rağmen işgücü talebi artmaz ise işsizlik daha da yaygınlaşacaktır Diğer bir istihdam sorunu ise işgücü piyasasının yapısından kaynaklanmaktadır. Azgelişmiş ülkeler üç tip istihdam yapısı vardır. Kentsel formal sektör, kentsel informal sektör ve kırsal kesim istihdamında söz edilebilir. Burada kentsel informal istihdam sektörünü tanımlarsak, İnformal sektör, şirketleşmemiş, basit usulde vergilendirilen veya hiç vergi vermeyen, 1-9 kişi arasında çalışanı olan tanm dışı tüm iktisadi birimler olarak tanımlanıyor. Hızlı kentleşme sonucu kendere göç eden niteliksiz ve formal sektörde iş bulamadığı için genellikle verimsiz veya düşük verimli, süreksiz, düşük gelirli işlerde daha çok kendi hesabına çalışan işgücü kesimini tanımlamak için kullanılır. Bu kesim pazarda çalışanlar, seyyar satıcılan, vbg. işler yaparlar. 2003 yılı Hanehalkı İşgücü Anketinin (HİA) sonuçlarına göre, Türkiye genelinde istihdam edilen kişi sayısı 22 milyon 411 bin olmuştur, istihdam oranı ise yüzde 45.7 dir. Bunun, 38.5'e kentsel yerlerde, 57.1'i kırsal yerlerde istihdam edilmektedir. Türkiye genelinde informal sektörde kendi hesabına veya işveren ola-
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
rak çalışanların (1 milyon 249 bin kişi), toplam tarım dışı sektörde kendi hesabına veya işveren olarak çalışanlar (3 milyon 199 bin kişi) içindeki oranı yüzde 39'dur. Toplam tarım dışı sektörde istihdam edilenlerin yüzde 13.8'i informal sektörde çalışmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde istihdam sorunlarının içinde en önemli konulardan birisi de gizli işsizliktir. Bu istihdam sorunu ise istihdam yapısından kaynaklamr. Bilindiği gibi bir işe sahip ve çalışıyor görünen bu insanların üretime katkıları çok az veya hiç yoktur. Başka bir deyişle gizli işsizlerin marjinal verimlilikleri çok düşük ya da sıfırdır; hatta kimi zaman negatif olduğu dahi ileri sürülür. Bu konu kalkınma politikası açısından önemli tartışma konusudur. Azgelişmiş ülkelerin istihdam sorunlanyla çok yakından ilgili olması nedeniyle, özellikle tarım kesimindeki gizli işsizlik olgusu üzerindeki bu tartışmaları şu iki soruya yanıt vermeye çalışarak açıklığa kavuşturabiliriz: • Hiçbir şey üretmeyen bu insanlar nasıl geçinebiliyorlar ve • Üretime hiç bir katkıları olmadıkları halde bu insanlar nasıl oluyor da bir işe alınıyorlar? Hiçbir şey üretmeyen insanların nasıl geçindikleri sorusuna bir kısım iktisatçılar, azgelişmiş toplumların aile yapısı ve topraktaki mülkiyet sistemini ele alarak yanıt vermeye çalışmışlardır. Azgelişmiş toplumlarda, özellikle kırsal kesimde geniş aile yapısı yaygındır. Ailenin bütün kuşakları aynı çatı altında yaşarlar ve aynı kaptan yerler. Dolayısıyla hiçbir şey üretmeyen gizli işsizler, ailenin öbür bireylerinin üretimlerine ve paylarına ortak olurlar. Teknik deyimle, tarım kesiminde gizli işsizlerin marjinal verimlilikleri sıfır ya da negatif olsa bile, ortalama verimlilikleri pozitif olacaktır. İkinci soruya doyurucu bir yanıt vermek daha zordur. Üretime hiçbir katkısı olmayan kimseler neden istihdam edilmektedir. Toprak mülkiyeti, bize bu konuda yardımcı olabilir. Eğer gizli işsiz, kendinin ya da ailesinin toprağı üzerinde çalışıyorsa, üretime olan katkısına bakılmaksızın istihdam olanağına kavuşacaktır. Buna karşın, gizli işsizlerin başkasının toprağında çalışması halinde, toprak sahibi üretimde bulunmayan işçiye ücret ödemeyeceğine göre ya gizli işsizliği reddetmek ya da gizli işsize de ücret ödemeyi mümkün kılan bir sistemi kabul etmek gerekecektir. Sistemin işleyişini şöyle açıklayabiliriz: Ekonominin her kesiminde olduğu gibi tarımda da belli bir üretim düzeyine ulaşmak için, belli çalışma saatine ihtiyaç vardır. İyi ücret almayan ve dolayısıyla iyi beslenmeyen işçiler, bir günde kendilerinden beklenenden daha az saat çalışırlar. Buna göre, belli toplam çalışma saatine ulaşmak için işverenin iki seçeneği vardır: • Ya ücreti yükseltecek ve dolayısıyla belli sayıdaki işçinin daha çok saat çalışmasını sağlayacak; • Ya da ücreti düşük tutacak, bu durumda belli çalışma saatine daha çok işçi ile ulaşacaktır. Emek arzının talebe göre bol olduğu tarım kesiminde, işçiler arasındaki rekabet, ücreti en az geçim düzeyine düşüreceğinden, yukarıdaki seçeneklerden ikincisi uygulanacaktır. Bu ise, gizli işsizliğin "az çalışanın ya da düşük verimlinin" istihdamı biçimine dönüşmesi demektir. Öyle anlaşılıyor ki bu açıklamanın, marjinal verimliliğin sıfır olması biçiminde tanımlanan gizli işsizlikle ilgisi yoktur. Nitekim görgül araştırmalar (örneğin, Peru, Arjantin ve Hindistan'da), üretimde bir azalışa yol açmadan, tarım kesiminden işçi aktarmanın pek mümkün olmadığım ortaya koymuştur.
123
124
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Gizli işsizliğin, ekonomide öteden beri varolan bir işsizlikten çok, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel yapıda meydana gelen değişmeler sonucunda ortaya çıkabilecek eğilimi belirleyen bir kavram olarak kabul edilmesi daha uygundur. Buna göre daha açık ifade etmek gerekirse, eğer tarımsal teknoloji ilerler, tarımsal işgücünün kalitesi yükselir, sosyo-kültürel faktörler kent yaşamına uyumu kolaylaştıracak biçime gelir, sanayi teknolojisi düşük nitelikteki işçiyi de istihdam edecek şekilde gelişir ve sermaye ile öbür üretim faktörleri uygun bir hızda artarsa, tarım kesiminden üretimi azaltmadan emek aktarmak mümkün olabilir. Başka bir deyişle, azgelişmiş ülkelerde ancak bu tür yapısal değişmelerin ortaya çıkması sonucunda tarım kesiminde önemli ölçüde bir gizli işsizlik doğacaktır. Azgelişmiş ekonomilerde, özellikle tarım kesiminde üzerinde durulması gereken bir işsizlik de mevsimlik işsizlik tir. Tarımsal faaliyetin özelliği gereği köylü, genellikle kış aylarında hiç çalışmadan, geçmiş ya da gelecek ayların üretimini tüketir. Böyle bir durum bir yandan nüfusun büyükçe bir kısmının aylak kalmasına yol açıp ekonominin üretim kapasitesini düşürürken öte yandan da, tanmsal nüfusun refahını olumsuz yönde etkiler. Ülkeler geliştikçe mevsimlik işsizlik önemini kaybetmektedir Sonuç olarak gelişmiş ülkelerde işgücünün önemli bir bölümü tam süreli ve tam kapasiteli modern kesimde çalışıp yüksek düzeyde hasıla yaratırken, gelişmekte olan ülkelerde istihdam edilenlerin belli bir bölümü gizli işsiz ya da aşırı istihdamda çalışır görünmekte, dolayısıyla gayrisafi milli hasılaya hiç ya da çok az katkıda bulunmaktadırlar. Sanayileşme süreci içinde, istihdam sorunlarını uzun dönemde çözebilmenin temel koşulu, çalışanların tam süreli ve tam kapasiteli birimler olarak üretim sürecine katılabilmelerinin yanında., azgelişmiş ülkelerde kırsal kalkınma programlarının devreye sokulmasının ne denli önemli olduğunu gösterir.
İNSAN SERMAYESİ VE İNSANA YATİRİM Buraya kadar, nüfusun nicelik olarak kalkınma ile ilişkisini açıklamaya çalıştık. Ancak nüfus ve işgücünün insan sermayesi (beşeri sermaye) olarak ele alınması gereken niteliksel yönü de vardır ve bunun ekonomik kalkınma açısından önemi oldukça fazladır. Gelişmekte olan ülkelerde nüfus artış hızının yüksek ve nüfusun fazla olmasının yanısıra niteliksiz olması da kalkınma sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu ülkelerin küreselleşen bu dünyada belirli bir yer edinebilmeleri için demografik geçiş süreçlerini tamamlayıp, yeterli insan sermayesi stoğuna sahip olmalan gerekmektedir. Çünkü teknolojik gelişmenin ve ekonomik büyümenin artırılması ve dolayısıyla verimliliğin yükseltilmesinde en önemli faktör insan sermayesi olmaktadır. Kalkınma literatüründe sermaye birikimi denildiğinde genelde akla hemen nesnel sermayede ortaya çıkan gelişmeler gelir. Oysa onun kadar hatta belki daha önemli olan insan sermayesi faktörünü hiç bir zaman gözardı etmemek gerekir. İnsan sermayesi daha iyi eğitilmiş ve beceri kazandırılmış insan kaynağıdır, iyi eğitilmiş insangücü ile yeterli nesnel sermaye birikimi ekonomik kalkınmanın iki önemli faktörüdür. Bu iki faktör aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısıdır. Daha iyi eğitilmiş ve beceri kazandırılmış, dengeli ve sağlıklı beslenebilen kültürlü insan kaynağı, başka bir deyişle daha verimli çalışabilen insan sermayesi, artan işgücü verimliliği demektir. Kakınmada insan faktörünün önemi, kalkınmayı belirleyen başlıca faktörler ile insan sermayesi ilişkisinin analizini gerektirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde kalkınmayı belirleyen faktörlerdeki gelişmeler büyük ölçüde insan sermayesi ve
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
insana yatırımlar tarafından belirlenmektedir. îngilterede başlayan Sanayi Devriminin kısa sürede Almanya ve Fransa'ya sıçraması oradan Amerika kıtası ve daha sonrada Japonya'ya yayılmasının altında yatan temel neden bu ülkelerde okur-yazar oranının yüksek olmasıdır. Dolayısıyla kalkınma, daha çok insan sermayesindeki gelişmelere bağlı olmakta ve yapısal değişimler de nitelikli insan faktörünü gerektirmektedir. Bu ülkelerde nüfus faktörüne, insana yatırım açısından bakıldığında, artan nüfusun eğitim, sağlık, beslenme gereksinmelerinin karşılanması amacıyla bu alana daha fazla kaynak aktarılması gerektiği açıkça görülmektedir. Oysa bu gereklilik, gelişmekte olan ülkelerde kaynakların kıdığı ya da kaynakların rasyonel olmayan kullanımı nedeniyle yeterince yerine getirilememektedir. însan faktörünün verimliliğini önemli ölçüde etkileyen eğitim, sağlık ve beslenme gibi alanlara yapılacak yatırımlar bilindiği gibi, nüfusun niteliğini doğrudan etkiler. Özellikle bilginin ve bilgi teknolojilerinin önem kazandığı günümüzde nitelikli insangücü yetiştirilmesinin ekonomik kalkınmaya içerik olarak çok büyük katkılarda bulunacağı açıktır. Literatürde, insan sermayesinin sosyo-ekonomik kalkınmadaki işlevi ve önemine ilişkin olarak yapılan varsayımlar, kullanılan yöntemler ve elde edilen bulgular itibariyle farklı yaklaşımlar söz konusudur. Ekonomik büyüme, istihdam, verimlilik, gelir dağılımı gibi kalkınmanın farklı boyudan açısından insan sermayesinin analizi, insan sermayesi kuramının açıklanmasına ortam hazırlamaktadır. Kalkınmanın temel amacı, sadece maddi anlamda zenginlik yaratmak değil, zenginliği de yaratacak ve sürdürecek yüksek nitelikte insangücünü yaratmaktır. İnsana yatırım adı verilen harcama başlıca üç tür harcamadan oluşur: Bunlar eğitim, sağlık ve beslenme harcamalarıdır. Her üç harcamanın da birbirini tamamladığı ve ancak üçü birlikte dengeli olarak yapılırsa, insan sermayesinden gerektiği gibi yararlanılacağı kuşkusuzdur. Ekonomik kalkınmada insana yatırımın önemine ilk dikkat çekenler, A.Smith ve Klasik İktisadın diğer öncüleri olmuştur. Daha sonraları, iktisat biliminde özellikle ölçülebilen unsurlara ağırlık verilmesi nedeniyle, ihmale uğrayan insana yatırım kavramı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan teknolojik gelişmeyle birlikte yeniden gündeme gelmiştir. 1950'lerin sonunda Denison, Thedore Schultz ve Gary Becker gibi iktisatçılar Smith'in görüşlerini yeniden keşfettiler ve bundan yararlanarak insan sermayesi (beşeri sermaye) kuramını geliştirdiler. Denison (1962), eğitimin işgücünün beceri ve üretkenlik kapasitesini geliştirerek ulusal gelirin büyümesine doğrudan katkıda bulunduğunu, ABD'de 1910 ve I960 yılları arasındaki ekonomik büyümenin yaklaşık yüzde 23'ünün işgücünün eğitim düzeyinin artışından kaynaklandığını hesaplamıştır. Schultz (196i), fiziki sermayenin getiri oranı ile beşeri sermayenin getiri oranını esas alarak eğitimin ekonomik büyümeye katkısını ölçmüş ve Denison ile hemen hemen benzer sonuçlara ulaşmıştır. Son yıllarda Dünya Bankası insan sermayesi ve eğitime olan ilgiye yeniden dikkati çekmiştir. Hick (1980) ve Wheeler (1980) tarafından gerçekleştirilen iki ayrı araştırma, eğitimin ekonomik büyümeyi uyarmadaki önemini ortaya koymuştur. Hatta aynı yazarlar, eğitim ile diğer yatırımlar arasındaki birbirini tamamlayıcılık ilişkisi dikkate alındığında, ekonomik büyümeye insan sermayesinin katkısının daha da fazla olduğu öne sürülmüşlerdir. Azgelişmiş ülkelerin büyüme hızları arasındaki farkı açıklayan en önemli değişken nedir dersiniz?
125
126
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Kalkınma ve Eğitim Yatırımları Ülkelerin toplumsal kalkınmasında, eğitime son yıllarda tekrar büyük bir önem verilmeye başlanmıştır. Kalkınmanın sadece ekonomik büyüme olmadığı; ekonomik büyüme yanında, en az onun kadar önemli olan çeşidi alanlardaki yapısal ve düşünsel değişim olduğu göz önüne alındığında, bunu sağlayacak olan gerek genel eğitim gerekse mesleki eğitim üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Yukarıda değindiğimiz araştırma sonuçları bize bunu açıkça göstermektedir. Kalkınmada eğitim ve eğitim politikası büyük ölçüde düzenli bir toplumsal değişimin stratejik aracı konumundadır. Bu nedenle eğitim konusunun öbür sosyal içerikli yatırımlar yanında ayrıca ele alınarak değişik yönlerinin ortaya konulması gereklidir. İşgücünün niteliğinin ölçülmesi açısından eğitim düzeyi en çok başvurulan kaynaktır. Yapılan çalışmalar, gayrisafi milli hasılası ile eğitim düzeyi arasında doğal bir ilişkinin bulunduğunu göstermektedir. Öte yandan bireysel gelir de eğitim düzeyine bağlıdır. Eğitim süresi uzadıkça işsizlik azalmakta ve gelir düzeyi de artmaktadır. Dolayısıyla eğitim görmüş ve görmemiş kimseler arasındaki gelir farkı giderek artmaktadır. Gelişmiş ülkelerle azgelişmiş ülkeler arasındaki en önemli farklardan birisi, her yönden yetişmiş insangücü alanındadır. Yetişmiş ve nitelikli insangücünün artmasını sağlayacak en önemli araç ise eğitimdir. Bu nedenle insana yapılan yatınmların içinde eğitim yatırımlarının ayrı bir önemi vardır. Eğitim yatırımları, sadece azgelişmiş ülkeler yönünden değil, aynı zamanda gelişmiş ülkeler yönünden de, üzerinde önemle durulan ve ekonomik kalkınma ile ilişkileri araştırılan bir konudur. Gelişmiş ülkelerde eğitim için büyük miktarlarda harcama yapılmaktadır. Çünkü bir ülkede eğitim için yapılan harcamalar, o ülke ekonomisinin büyümesi için yapılan yatırımlar olarak kabul edilmektedir. Singer, eğitim yatırımlarının iki önemli özelliğine dikkat çekmektedir: Birincisi, eğitim yatırımlarında azalan verimler yasasımn geçerli olmaması, aksine artan verimler yasasının geçerli olmasıdır. İkincisi ise, değişik alanlara yapılan eğitim ve araştırma yatırımların birbirine sıkı sıkıya bağlı oluşu ve karşılıklı bir etkileşim içinde olmalarıdır. Bu tür yatırımlar önceden hiç düşünülmeyen yeniliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu noktalar dikkate alındığı zaman kıt kaynaklarla kalkınmak zorunda olan az gelişmiş ülkelerin eğitim sektörünü bir öncü sektör olarak kabul etmelerini yerinde alınmış stratejik bir karar olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü yüksek eğitim düzeyine sahip ülkeler, yeni teknolojileri daha çabuk özümsemekte, böylece daha hızlı büyüme eğilimi göstermektedirler. Örneğin, kimi Güney Amerika ve başta Japonya olmak üzere kimi Doğu Asya ülkelerinin kalkınmalarındaki temel unsurun eğitime verdikleri önem olduğu bilinmektedir. Böylelikle, bu ülkelerin bir zamanlar aynı kalkınmışlık düzeyinde sayılabilecek öteki ülkelere göre ekonomik büyümede sağladıkları yüksek hız, nitelikli insangücü sermayesinin dolayısıyla eğitimin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kalkınma stratejilerinin üzerinde önemle durduğu sorunlardan birisi de eğitim harcamalarının milli gelire oranıdır. Gelişmiş ülkelerinin kalkınma süreçlerini araştıran iktisatçılar, bu ülkelerin hızla gelişmelerinin temel unsurlarından biri olarak eğitim ve araştırma harcamalarına önemli bir kaynağın ayrılmış olmasını göstermekte dirler.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
127
Eğit±ıı harcamalarının GSMH'ya oranına ilişkin dünyadan örnek verecek olusak sıralamanın ilk başında yer alan ülke yüzde 7.5 oranla İsveç olmaktadır Bu oran Norveç'te yüzde 6,9, İsrail'de 6,3, ABD'de 4,7, Japonya'da 4,6, Almanya'da 4,4, G.Kore'de 3,4, Hindistan'da 3,3'tür. Türkiye'de 2001 yılı eğitim harcamalarının GSMH'ya oranı ancak yüzde 3,9'dur. AB ortalaması ise yüzde 5,6'dır. Tabii ki bu oranlan yorumlarken ülkelerin GSMH büyüklüğü yanında, eğitim çağına gelmiş nüfus büyüklüğünün de dikkate alınması gerekir. Türkiye'de 2003 yılı okullaşma oranları, okulöncesi eğitimde yüzde 11,4'e, ilköğretimde yüzde 94,2'si örgün öğretim olmak üzere toplam 96,3'e, orta öğretimde yüzde 65'i örgün öğretim olmak üzere toplam yüzde 81'e, yüksek öğretimde ise yüzde 23-3'ü örgün eğitim olmak üzere toplam yüzde 35,8'e ulaşmıştır. Bu değerler AB ortalmasının çok altında kalmaktadır. Türkiye'de 15 yaş ve üstündeki nüfusun aldığı ortalam eğitim süresi 4,3 yıl olurken AB ülkelerinde 8,6 yıldır. 2003 yılı III. Döneminde, Türkiye genelinde istihdam edilenlerin % 50.4'ünü ilkokul mezunlan oluşturmaktadır. Bunu, % 17.7 ile lise ve lise dengi meslek, % 11.6 ile ilköğretim, ortaokul ve orta dengi meslek okulu, % 10.1 ile yüksekokul ve fakülte mezunları izlemektedir istihdam edilenlerin % 72.2'ini lise altı eğitim alanlar ile hiç eğitim almayanlar oluşturmaktadır. Başta eğitim yoluyla insan sermayenin geliştirilmesinde temel amaç işgücü verimliliğini artırmaktır, işgücü verimliliğinde sağlanacak artışlar, kuşkusuz üretim faaliyederinden elde edilecek hasılanın daha büyük olmasına ve böylece kalkınmanın daha çabuklaşmasına yol açar. Dünya Rekabet Raporuna (2000) göre OECD ülkelerinde işgücü verimliliği, satınalmagücüparitesine göre Belçika'da 36.85 dolar/saat irlanda 32.56 dolar/saat Almanya'da 30.30 dolar/saat, Japonya'da 24.45 dolar/saat, Yunanistan 20.97, Portekiz'de 18.35, Meksika'da 11.48 dolar/saat iken Türkiye'de ise 7.92 dolar/saat olmuştur. Eğitim harcamalannın yatırım niteliği taşıması ve edinilen eğitimin sermaye niteliğinde olması, eğitimin ekonomik büyüme ve kalkınmanın ihtiyaç duyduğu özelliklere sahip insangücünü yetiştirmesine bağlıdır, ister ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerektirdiği insan sermayesini oluşturmak, ister bilgi toplumunun gerektirdiği araştıncı ve yaratıcı insangücünü yetiştirmek açısından bakılsın, eğitim, her ülkenin 21.yüzyılın küreselleşme sürecinde ayakta kalması ve rekabet edebilmesi için önem vermesi gereken önceliklerin en başında yer alır. Günümüz sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken talep edilen işgücünün nitelikleri ne yönde olmaktadır dersiniz?
Eğitim Politikası Bir ülkenin eğitim politikası, genel olarak toplumdaki çeşidi gereklerin, eğilimlerin ve beklentilerin sonucudur. Geçmişe baktığımızda, her bir ülkenin eğitim politikasını bağımsız bir biçimde belirlediğini görürüz. Bugün ise, eğitim politikasındaki gelişmeler, dünyanın her yerini etkilemektedir. Ayrıca modern kide iletişim araçları coğrafi ve siyasal engelleri aşarak, yeni fikir ve gelişmelerin serbestçe yayılmasını sağlamaktadır. Bu durum, bizi giderek büyüyen karşılıklı bağımlılıklar dünyasına götürmektedir. Uluslararası konferanslar, uluslararası çalışma grupları ve çeşitli uluslararası yardım faaliyetleri, ülkeler arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktadır. Böylece, bilgi ve deneyimlerin giderek artan ölçüde değişimi ve daha iyi bir anlaşma süreci harekete geçirilmiş olmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda, farklı toplumlar ve ülkeler arasında beliren aynı yaşam değerlerini ve biçimini paylaşma eğiliminin, bu ülkelerin, en azından uzun dönemli eğitim politikalarının benzeşmesine yol açmasını yadırgamamak gerekir.
İ T A İ
SIRA S İ Z D E ^ )
128
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Ülkelerin eğitim politikalarındaki bulunan farklılıklar, temelde kısa ve orta dönemli gelişme programlarında görülür. Ekonomide beklenen büyüme hızı ve modernizasyon eğilimlerinden bağımsız olarak beliren bu farklılıklar uzun dönemde ortadan kalkarlar. Bu nedenle gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin eğitim politikası sorunları arasında yapılan ayırımın, yapay bir ayırım olduğu söylenebilir. Ülkelerin bu alandaki uzun dönemli planlamaları, temelde hep birbirine benzer. Eğitim politikasındaki farklılıklar çoğunlukla, bu planların gerçekleştirileceği sürelerde, kısa ve orta dönemli programlarda, kullanılacak araçlarda ve kurumsal yapıda kendini gösterir. Örneğin son yıllarda kimi Latin Amerika ülkelerinde eğitim düzeninin yaygınlaştırılması, sosyal sınıflaşmanın değiştirilmesi ve çözülmesi amacıyla kullanılan araçlardan biri olmuştur. Öte yandan yakın geçmişte bağımsızlığını kazanan kimi Afrika ülkelerinde bir çok insan eğitimi, beyaz yakalı mesleklere ve dolayısıyla kent merkezlerine geçişi sağlayan bir araç olarak görmüşlerdir. İnsan davranışlarındaki bu gelişme eğilimi de, eğitim politikasında uygun değişmeleri yapma gereğini ortaya koymuştur. Bu nedenle eğitim, toplumun gerçekten demokratlaşmasında en etkili araçtır. Bir düşünürün dediği gibi, eğitim toplumların evrim sanatıdır. Çağımız, tüm yaşam alanlarında temelli değişmelerin olduğu bir çağdır. Eğitim, bu değişim sürecinde, bir istisna değildir. Eskiden az sayıda kişi için bir ayncalık olan eğitim çeşitli ölçülerde de olsa herkes için elde edilebilir olması gereken bir fırsattır. Bugün eğitim politikacıları çok ciddi bir biçimde, mevcut eğitim düzeninin sorunlarıyla uğraşmaktadır. Aynı zamanda klasik eğitim biçimlerinin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi çabaları sürdürülmektedir. Bu durum, eğitim planlamasının kalkınma planlarının kapsamına alınması gerekliliğini doğurmuştur. Eğitim planlaması, geniş ölçüde eğitim ile sosyo-ekonomik kalkınma arasında bulunan önemli karşılıklı ilişkilerin planlama ilkeleri ışığında geleceğe uzatıldığı bir çabadır. Bu karşılıklı ilişkilerin çok iyi anlaşılması azgelişmiş ülkeler bakımından büyük önem taşır. Ekonomik açıdan en önemli sayılan ilişkiler aşağıda verilmiştir: • Eğitim hem bir tüketim malıdır hem de bir üretim faktörüdür (insana yatırım). Tüketim malıdır; çünkü eğitim, temelde pratik olarak kullanılabilirliğinden bağımsız bir biçimde istenir ve talep edilir. Üretim faktörüdür; çünkü eğitim insanın yaratıcı beceri ve davranış biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlar. Bu nedenledir ki, azgelişmiş ülkeler son zamanlarda işgücünü nitelikli hale getirerek, onun verimliliğini yükseltecek eğitim ve öğretim türlerine giderek daha fazla öncelik verme eğilimindedirler. • Eğitimin amacı, doğrudan doğruya maddi kaynaklan değil de insan davranışlarını olumlu yönde değiştirmek olduğu için bu yolla topluma dolaylı biçimde büyük yararlar sağlamış olur. Eğitim, insanın kendi kendini disipline etmesini sağlar, düşünce ufkunu genişletir, yeni olanaklar açar ve insiyatifi uyarır. Bunların sonucunda da toplum, eskisine kıyasla daha zenginleşmiş olur. Bu anlamda tüketim sayılan eğitim gerçekten üretimin en verimli türü olabilir. • Eğitim yatınmlarının fayda ve maliyeti, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişme durumuyla ilişkilidir. Bundan başka azgelişmiş ülkelerde genellikle öğretmen yetiştirilmesi, fiziksel kapasite yaratılması, araştırma çalışmaları, öğretim araçları vb için geniş ön yatırımların yapılması gereklidir. Bu arada derslerin kalitesi, yaş bileşimi, nüfusun coğrafi dağılımı ve öbür dışsal etkenlerin azgelişmiş ülkeler için pek elverişli ortam yarattığı söylenemez. Bu olumsuz koşullar altında eğitim yatırımlarının özellikle eğitim altyapısını oluşturacak ön yatırımların maliyeti daha da yükselmiş olur. Bu konuda özellikle uluslararası teknik ve mali yardım kuruluşlarından yararlanma yolları aranmalıdır.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
129
Özet Nüfus artıştnt belirleyen faktörler nelerdir? Nüfus artışını belirleyen faktörler doğum oranları, ölüm oranları ve yaş bileşimidir. Nüfus artış oranı kaba doğum oranından ölüm oranının çıkartılıp net göçlerin eklenmesi ile bulunur. Yaş bileşimi herhangi bir ülkenin belli yaş grupları bakımından gösterdiği özellikleri açıklar.
2*
3«
Dünyadaki nüfus gelişimini açıklayan demografik geçiş süreci nedir? Dünya nüfusunun tarihsel gelişimine bakıldığında az ya da çok sürekli artış gösterdiği görülmektedir. Fakat son iki yüzyıldan beri yani 20 yüzyılda bu artışın oldukça hızlı olduğu görülmektedir. Fakat 21. yüzyılda bu artışın tüm dünyada yavaşladığı gözlenmektedir. Demografik geçiş süreci, yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının egemen olduğu bir durumdan, doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği, ölümlerin ise gelişen sağlık ve ekonomik koşullarla azaltıldığı düşük doğurganlık ve ölüm oranlarının egemen olduğu bir duruma geçiş sürecine verilen addır. Maltusyen Nüfus Tuzağı ve Düşük Düzeyli Denge Tuzağı modelinin temeli nedir? Nüfus ve gelir atışı arasında ilişki kuram bu kuramların temelinde gelir artış hızının, nüfus artış hızından daha yüksek olması gerektiğini öne sürerler. Ancak, ekonomide sürekli teknik ilerlemelerin sağlanmasıyla ki bu azalan verimler yasasımn işlemesini sürekli erteleyecektir gelir artış hızı nüfus artış hızının düzeyine inmeyecek, başka bir deyişle gelir artış eğrisi nüfus artış eğrisinin üzerinde seyredecektir. Azgelişmiş ülkelerin nüfus politikası nasıl olmalıdır? Nüfus politikası çerçevesinde bakıldığında, doğumların azaltılmasına yönelik önlemler öne geçer. Bu önlemlerin uygulama olanağı ve etkinlikleri ise, ancak ilgili toplumun geleneksel davranış biçimleri ve değer yargıları temelinde değerlendirilebilir Bu ülkelerde aile planlamasıyla ilgili olan eski düzenlemeler gözden geçirilerek anne ve çocuğu koruyan yeni yasalar yürürlüğe konabilir. Devlet de hem kendi birimleri aracılığıyla hem de gönüllü sivil toplum kuruluşlarına çeşidi destekler sağlayarak aile planlaması programlarım yürütmelidir. Azgelişmiş ülkelerde nüfus politikası ile ilgili önlemler genelde doğum sürecinde alınmaya başlamr. Cinsel yaşama ilişkin toplumu aydınlatıcı kampanyalara ve yasal düzenlemelere (evlenme yaşının alt sımnm belirle-
me gibi) de gidilmekle birlikte, daha çok demokratik bir anlayışla nüfus ya da aile planlaması çabalarında çeşitli girişimler söz konusudur: Araştırmalar aynı doğum kontrol yöntemlerinin çeşidi nüfus gruplarında farklı sonuçlar verdiğini göstermiştir. Bu noktadan hareketle, artık günümüzde klinik etkinlik, demografik etkinlikten ayrılmış bulunmaktadır. Öte yandan doğal korunmanın, yapay koruyucu araçlara kıyasla çok büyük oranlarda istenmeyen gebeliklere yol açtığı da anlaşılmıştır. Bu durum, günümüzde artık azgelişmiş ülkeleri, bu tür ucuz ve etkili koruyucu araçları halka sunmaya itmiştir.
5
İnsan sermayesinin artmasına neden olan eğitim w yatımları ve politikası kalkınmayı nasıl etkiler? Kalkınmanın temel amacı, sadece maddi anlamda zenginlik yaratmak değil, zenginliği de yaratacak ve sürdürecek yüksek nitelikte insangücünü yaratmaktır. İnsana yatırım adı verilen harcama başlıca üç tür harcamadan oluşur: Bunlar eğitim, sağlık ve beslenme harcamalarıdır. Her üç harcamanın da birbirini tamamladığı ve ancak üçü birlikte dengeli olarak yapılırsa, insan sermayesinden gerektiği gibi yararlanılacağı kuşkusuzdur. Gelişmiş ülkelerle azgelişmiş ülkeler arasındaki en önemli farklardan birisi, her yönden yetişmiş insangücü alamndadır. Yetişmiş ve nitelikli insangücünün artmasını sağlayacak en önemli araç ise eğitimdir. Bu nedenle insana yapılan yatırımların içinde eğitim yatırımlarının ayrı bir önemi vardır. Eğitim yatırımları, sadece azgelişmiş ülkeler yönünden değil, aynı zamanda gelişmiş ülkeler yönünden de, üzerinde önemle durulan ve ekonomik kalkınma ile ilişkileri araştırılan bir konudur. Gelişmiş ülkelerde eğitim için büyük miktarlarda harcama yapılmaktadır. Çünkü bir ülkede eğitim için yapılan harcamalar, o ülke ekonomisinin büyümesi için yapılan yatırımlar olarak kabul edilmektedir. Azgelişmiş ülkelerin istihdam sorunları nelerdir? Azgelişmiş ülkeler işgücü arz artışı, işgücü piyasasının yapısı ve istihdamın yapısından kaynaklanan çeşitli sorunlarla karşı karşıyadır. İstihdam sorunlarının içinde en önemli konulardan birisi hızla artan işgücü arzına işgücü talebinin yetersiz kalmasından kaynaklanan işsizlik olmaktadır. İşsizlik türlerinin içinde ise en çok karşılaşılanı açık işsizliğin yanında gizli işsizlik, yapısal işsizlik ve mevsimlik işsizlik gelmektedir.
130
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Kendimizi Sınayalım 1. Azgelişmiş ülkelerde, iş olanaklarının çalışmaya hazır insan sayısı ile aynı oranda artmaması sonucu ortaya çıkan işsizlik türü aşağıdakilerden hangisidir? a. Gizli işsizlik b. Yapısal işsizlik c. Mevsimlik işsizlik d. Konjonktürel işsizlik e. Teknolojik işsizlik 2. Aşağıdakilerden hangisi yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının yaşandığı bir durumdan, doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği, ölümlerin ise gelişen sağlık ve ekonomik koşullarla azaltıldığı düşük doğurganlık ve ölüm oranlarının yaşandığı bir duruma geçiş sürecini ifade eden kavramdır? a. Demografik geçiş süreci b. Yaşam standardı süreci c. Nüfus paüaması süreci d. Optimum nüfusa erişim süreci
6. Sermaye ve doğal kaynaklara kıyasla nüfusun fazla olduğu ülkelerde özellikle tarım kesiminden sanayi kesime geçen gizli işsizlerin bu tür ülkelerde kalkınmaya neden olacağını belirten kuram aşağıdakilerden hangisidir? a. Optimum nüfus kuramı b. Düşük düzeyli denge gelir kuramı c. Doğal gelişme kuramı d. Sınırsız emek arzı ile gelişme kuramı e. Demografik gelişme kuramı 7. Aşağıdakilerden hangisi aktif olmayan nüfusun aktif nüfusa oranını ifade eder? a. İşsizlik oram b. Eksik istihdam oranı c. Nüfus artış oranı d. İşgücüne katılım oranı e. Bağımlılık oranı 8. Aşağıdakilerden hangisi aktif nüfusu gösterir? a. 0-12 yaş arası
e. Düşük düzeyli nüfus denge durumuna geçiş süreci
b. 5-15 yaş arası
3. Nüfusun niteliksel yönünü ifade eden kavram aşağıda-
d. 15-64 yaş arası
kilerden hangisidir? a. Hızlı nüfus artışı b. Nüfus miktarı c. Demografik yapı d. İnsan sermayesi e. Doğurganlık oranı 4. Aşağıdakilerden hangisi hızlı nüfus artışının nedenlerinden biri değildir? a. Yüksek doğurganlık oranı b. Yüksek ölüm oranlan c.
Göçler
d. Tıp alanında yapılan buluşlar e. Ortalama yaşam süresinin uzaması 5. Aşağıdakilerden hangisi optimum nüfusu tanımlamaktadır? a. Hızlı nüfus artışının sabitiendiği nüfus miktan b. İşsizliğin bulunmadığı nüfus miktarı c. Ekonomide kişi başma geliri maksimize eden nüfus büyüklüğü d. Eksik istihdama yol açmayan nüfus miktarı e. Kişi başma geliri minimize eden nüfus büyüklüğü
c. 20 -30 yaş arası e. 24-65 yaş arası 9. Singer'e göre eğitim yatırımlarında aşağıdakilerden hangisi geçerlidir? a. Azalan verimler yasası b. Sabit verimler yasası c. Optimum verimler yasası d. Artan verimler yasası e. Marjinal verimler yasası 10. Hızlı nüfus artışı dolayısıyla dünyanın açlıkla karşı karşıya geleceği sorunu, ilk defa aşağıdaki iktisatçıların hangisi tarafından ortaya atılmıştır? a. Smith b. Malthus c. Singer d. Lewis e. Becker
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
^
Yaşamın İçinden İşsizlik artacak AB Komisyonu İlerleme Raporu'nda yer alan bir ifade. "İşsizlik Artacak" AB Komisyonu, hafta içinde resmi adıyla "Türkiye'nin Avrupa Birliği ÜyeliğineDoğru Düzenli İlerleme Raporlarından altıncısını açıkladı. İlerleme Raporunda lşsizlik:llerleme raporunun ekonomik ilerlemeleri içeren bölümünde aslan payı işsizlik sorununa ayrıldı. Yine önce övgüler sıralandı; İşyerinde sağlık koşulları iyileştirildi,Yeni iş yasası ile uluslararası standart yakalandı, Çalışma yaşı 12'den 15'e çıktı. Sonra da eleştiriler yapıldı; Yeni iş yasasından yararlananların sayısı çok az, yeni yasa çalışanlara anlatılamadı.Komisyon işte bu noktada her zaman yaptığından farklı bir çıkarım yaptı. Gelecekte ne olacağım söyledi, "İşsizlik Artacak !!!" dedi. AB Komisyonu İlerleme Raporuna göre işsizlik artacak. Rapora göre işsizlik oranının şu anda %10'lara yükselmiş durumda (2003 2. çeyrek). Gençler arasında bu oran %20'yi aşmış durumda. Ve gerçek işsizlik, resmi rakamlarda ifade edilenden çok daha yüksek. Ancak raporda yer alan bu istatistikler "işsizlik artacak" ifadesini karşılamaya yeterli değil. Peki ama işsizlik neden artacak? Bu soruya en güzel yanıtı Iş-Kur Genel Müdürü Necdet Kenar verdi. Necdet Kenar yıllardır işsizlik sorununun çözümü için uğraşan bir bürokrat.İlerleme Raporu'ndaki ifade kendisinin de dikkatini çekmiş. İşsizlik artacak demek için Brüksel'de olmak gerekmez diyor. Biraz bakmayı bilmek yeterli. "İşsizlik artacak!" tezini biraz da eskiye giderek şöyle ispatlıyor Genel Müdür: "Türkiye'de kadın istihdamı yıllar itibariyle azaldı. Bunun en önemli nedeni köyden kente göçtü. Köyünde tarımda çalışan yani istihdamın içerisinde görünen kadm, kente göçle birlikte işsiz kaldı. Evinin kadmı oldu. Bunun 2 nedeni vardı. Birincisi geleneksel nedenler. Kadının çalışması hoş karşılanmazdı. İkincisi nitelik meselesi. Köyden kente göçen kadın, ailesi tarafından çalışmasma izin verilse bile ancak niteliksiz yani vasıfsız işçi olarak iş bulabilecekti. Ama işyerleri vasıfsız işçi için daha çok erkekleri tercih ediyordu. 2001'deki büyük krize kadar bu böyle sürdü. Kadın ya çalışmadı ya çalışamadı. Ama krizle birlikte ailelerin ayakta kalabilmesi için kadmm da çalışması gerekliliği ortaya çıktı. Çünkü erkek ya işsiz kaldı ya da aynı işe daha az ücretle çalışır oldu. Bu durum kısa süreliğineçocuk işgücüyle karşılanır gibi oldu. Ama sonunda kadma da rol düştü. Bugün durum pek farklı değil. Kadm işgücü yine vasıfsız özelliğini koruyor.Ama bugüne kadar iş aramayan kadın artık iş arıyor. İşsiz tanımı da ortada zaten, 'çalışma arzusunda olan ancak 3 ay içinde iş bulamayanlara işsiz'deniyor. Yani kadınlar şimdilerde iş arıyor ve her geçen 3 ayda işsiz sayısı katlanıyor."lş-Kur Genel Müdürü Necdet Kenar çözümü de söylüyor: Ekonomik Büyüme
£4
131
Okuma Parçası EĞİTİMİN önemini yeterince kavrıyor muyuz? Hiçbir devirde gereğince başarılı olmadığımıza göre, pek kavramış değiliz. Cem Kozlu'nun İş Bankası Yayınlan'ndan yeni çıkan "Öfkeden Çözüme" adlı kitabı, eğitimle kalkınma arasındaki ilişkiyi kavramak için önemli bir eser...Cem Kozlu bir mukayese yapıyor: "Türkiye 19ö0'lı yıllara Asya kaplanları denilen ülkelerin önünde girdi.Kişi başına gelir Türkiye'de 481 dolardı, Güney Kore'de 132, Malezya'da 214 ,Hong Kong'da 275, Singapur'da 437 dolardı..."Aradan 40 yıl geçip 2001'e geldiğimizde: "Kişi başına gelir Türkiye'de 2.500 dolara, Güney Kore'de 9.400, Malezya'da 4.100, Hong Kong'da 25.900, Singapur'da 24.740 dolara çıkmıştı. (Sf. 22-23) Bizim Tanzimat, Japonların Meiji reformlarından yola çıkarak bakarsak, bizim modernleşme modelimizde bir şeylerin aksak gittiği belli. *** UZAKDOĞU 'mucize'si, kısaca "kalkınma için eğitim ve teknoloji" ilkesine dayanıyor: "Denklem basit: Ekonomik büyümenin motoru verimlilik artışı; verimlilik artışının en önemli öğesi ise işgücünün ve toplumun eğitim seviyesi... "Kozlu devam ediyor "Dünya Bankası'na göre, sağlanan her bir yıllık ilave eğitimin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin gayri safi yurtiçi hasılalarına en az yüzde 1.5 katkısı oluyor. Bu katkı Latin Amerika'da yüzde 2'ye, Asya'da yüzde 3'eçıkıyor. "Neden farklı?"Eğitime önemli oranlarda yatırım yapan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde eğitimin kalkınmaya katkısının sınırlı kalmasının nedeni, eğitimin öğrencileri memurluğa hazırlar özellikte olup, bilim ve tekniğe yeterince ağırlık vermemesi ve kızların eğitimden yararlanmasının önündeki engellerdir." (Sf. 291) CEM Kozlu, tarihimizde iki treni kaçırdığımızı, üçüncüsünü kaçırmamakgerektiğini anlatıyor. Önce, matbaa ve sanayileşme trenini kaçırdık. Bu yüzden konjonktürel kalkınma dönemlerinden de yeterince yararlanamadık. Prof. Şevket Pamuk'un bulgularına göre, mesela 1913 - 1950 arasında kalkınmamız, dünya ortalamasının altında. Kaçırdığımız "ikinci tren", İkinci Dünya Savaşı ertesi Uzakdoğu ülkelerinin gerçekleştirdiği büyük atılım... Biz bunu başaramadık... Cem Kozlu bu konuyu geniş şekilde anlatıyor. Uzakdoğu mucizesinin dışında kalan Çin ile İslam toplumlarının sosyolojik benzerliği!.. Çin'in son on yılda müthiş atılımı... (Sf. 122) "Üçüncü tren" ise, Soğuk Savaş'ın bitmesiyle ortaya çıkan küreselleşme dinamiği... Bunda sermaye hareketleri önemli. Ve mesela, bir küçük Macaristan'a bizim on katı-
Kaynak: Murat GENER, NTV-MSNBC, www.ntvmsnbc.com, 10. 11. 2003.
mız yabancı sermaye yatırımı oluyor! (Sf. 24) Tabii yabancı sermayenin gelmesi de, milli dinamiklerin ekono-
132
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
mik büyümeye yönelmesi de kalkınma amacıyla eğitilmiş
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
nüfusa bağlı..Demokrasi ve hukuk devletinin gerçekleşmesine, "ideolojik devlet" değil, "teknik devlet" yapısının
Sıra Sizde 1
oluşmasına bağlı...(Sf. 300 vd.) Hukukun ve devletin laik
Bir ülkenin nüfusun yaş bileşiminin bilinmesi o ülkenin
olmasına, ama dinle çatışmayan, hatta dini kalkınma için
insanlarının ihtiyaçlarını, eğilimlerini, çalışma koşullarını
harekete geçiren bir toplumsal uzlaşmaya bağlı... (Sf. 309
belirlemede önemli olmaktadır. Örneğin çalışabilen çalı-
vd.) Kozlu'nun kitabını hararetle tavsiye ediyorum.
şamayan nüfus bilinmesi o ülkenin işgücü potansiyelini
Kaynak: Taha AKYOL, "Bu kitaba dikkat", Milliyet, 18.8.2003.
99
ve bağımlı nüfusu belirlemek açısından önemli olmaktadır. Bir ülkenin genç mi yoksa yaşlı nüfusa sahip olup olmaması bakımından da bilinmesi önemlidir.Eğer nüfus yaşlamyorsa sağlık yatırımlarının ve sigorta kurumlarına
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. b
Yanıtınız yanlış ise "İstihdam Sorunları :lişsizlik" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
2. a
Yanıtınız yanlış ise "Demografik Geçiş Süreci" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
daha fazla gereksinim duyulacağı için bu tür yatırımların yapılması önem kazanacaktır. Eğer nüfus genç ise o nüfus için gerekli okul sayısı, öğretmen veya burs ihtiyacı ortaya çıkacak aynı zamanda okuldan mezun olanlar için iş imkanlarının yaratılması ve devletin bu yatmmlar için kaynak ayırması gerekecektir.
3. d
Yanıtınız yanlış ise "İnsan Sermayesi ve İnsana
4. b
Yatırm" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise "Nüfus Artışını Belirleyen
Sıra Sizde 2
Faktörler" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
71.0 dir.
6. d
Yanıtınız yanlış ise "Sınırsız Emek Arzı İle
Azgelişmiş ülkelerin büyüme hızlan arasındaki farkı açık-
7. e
Yanıtınız yanlış ise "Nüfus Artışını Belirleyen
Kalkınma" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Faktörler İçerisinde Yaş Bileşimi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 8. d
Yanıtınız yanlış ise "Nüfus Artışını Belirleyen Faktörler İçerisinde Yaş Bileşimi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. yanlış
ise
"Kalkınma
Ortalama yaşam süresi erkeklerde 66.4; kadınlarda ise
Sıra Sizde 3 layan en önemli değişken temel eğitimdir. Okur-yazar oranı yüksek olan ülkeler çeşitli nedenlerle yoksulluğa düşmüş olsa bile örneğin savaş nedeniyle Almanya veya dış etkenlerden dolayı yoksullaşna Vietnam gibi ülkeler daha sonra büyük bir kalkınma atılımı göstermektedirler. Bugün Afrika ülkelerinin sanayileşmeye başlayamamalan ve Güney Asya ülkelerinin geriden takip etmelerinin en önem-
9. d
Yanıtınız
ve
Eğitim
10. b
Yanıtınız yanlış ise "Nüfus ve Gelir Artışı İçerisinde
li nedeni temel eğitimin yetersiz olmasıdır diyebiliriz.
Yatırımları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Malthusyen Nüfus Tuzağı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 4 21. yüzyılda dünya yeni bir değişim dalgası içine girmiştir. Bu dalgamn en önemli belirleyenleri, küreselleşme, bölgeselleşme, serbestleşme, teknolojik yenilikler, uluslararası rekabet ve bilgisayarlaşma vb.kavramlardır. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçildikçe düz işgücünün önemi azalmakta ve üretimde etkin işgücü olmaktan çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Artan rekabet ülkeleri teknolojik yenilik yapmaya zorlamakta teknolojik yenilikler hızla artmaktadır. Teknolojilerinin gelişmesi nedeniyle üretimde onu kullanacak işgücününde özelliklerin değişmesi gerekmektedir. Günümüzde teknolojik gelişmelere ve değişmelere ancak çalışanların sürekli eğitilmesi, bilgi ve becerilerinin geliştirilmesi ile ulaşabiliriz. İşletmelerin rekabet gücünün artması üretkenlik ve verimlilikte geri kalmamak için çalışanlann bilgi, mesleki yetenek ve becerilerinin gelişmesine gereksinim vardır.
Ü n i t e 5 - K a l k ı n m a d a N i i f u s , İ s t i h d a m S o r u n l a r ı ve İ n s a n S e r m a y e s i
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar Başkaya, F., (1997) Kalkınma İktisadinin Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi. Başol, K. (1994) Demografi, İzmir. Gills M., D. H. Roemer, D. R. Snodgrass (1992).
Economics of Development, New York: W. W. Norton&Company.
Gürkan, Ö. (1989) Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Trabzon: Derya Kitabevi.
Han, E. Ve A.A.Kaya (2002). Kalkınma Ekonomisi: Teori ve Politika, Eskişehir.
Hesapçıoğlu, M.(1994) İnsan Kaynakları Yönetimi ve Ekonomisi, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Hiç, M, (1975) Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul: Elektronik Ofset. Kaynak, M. (1990). Ekonomik Kalkınma, Ankara. Manisalı, E. (1975) Gelişme Ekonomisi, İstanbul: Elektronik Ofset. Savaş, V. (1982). Kalkınma Ekonomisi, 3. Baskı, İstanbul. Todaro P. M. and Smith (2003). Economic Development, Eigth Edition, New York: Pearson Addision Wesley.
133
Kalkınma ve Dış Ticaret
Kalkınma ile dış ticaret arasındaki ilişkiler ve karşılıklı etkiler çok çeşitlidir: Uluslararası mal akımları (ithalat, ihracat), sermaye akımları (yabancı sermaye, dış borçlar, yardım ve hibeler), işgücü akımları (yabancı işçiler, uzmanlar ve göçler) ve teknoloji akımları (patent ve taklitçilik) bir ülkenin kalkınma hızı üzerinde olumluya da olumsuz sonuçlar yaratabilirler. Öte yandan bir ülkede gerçekleşen kalkınma hızının yüksek ya da düşük olmasına göre; ülkelerarası ekonomik ilişkiler artıp azalabilir ya da bu ilişkiler içinde yukarıda saydığımız akımların görece önemleri değişebilir. Ulusal ekonomi içinde uygulanan "ihracatın özendirilmesi" ya da "ithalatın ikâmesi", "gümrük tarifelerinin düşürülüp, yükseltilmesi", "kotaların uygulanması ya da kaldırılması", "yabancı sermayenin özendirilmesi ya da engellenmesi" ve "döviz kurunun düşürülüp, yükseltilmesi" gibi çeşitli ekonomik ve mali politikalar; kalkınma ile dış ticaret arasındaki karşılıklı ve sıkı ilişkilerin varlığını gösterir.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları yanıtlayabileceksiniz. Klasik Kurama göre kalkınma ve dış ticaret arasındaki ilişki nedir? <Jg> Kalkınma ekonomisi açısından Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı ne ifade etmektedir? <Jg> Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramının Dinamikleştirilmesi neyi ifade etmektedir? <J2£> Azgelişmiş Ülkeler açısından Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı ne gibi sonuçlar doğurur? Koruyucu dış ticaret politikası ile iktisadi kalkınma arasında nasıl bir ilişki vardır? Döviz kuru sistemi ile iktisadi kalkınma ilişkilendirilebilir mi?
136
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Dış Ticaret Açığına Dikkat! Ekonominin dışa açılmasının bir göstergesi olarak kabul edilen ithalat ve ihracatın toplamı tarihimizde ilk kez 100 milyar doları aşmaktadır. Ekim ayı itibariyle son on iki aylık ithalat ve ihracat toplamı 107 milyar doların üzerindedir. Dikkat edilmesi gereken konu 100 milyar dolar sınırını ihracatımız hiç artmasa da tutturabileceğimiz gerçeğidir. Yani, dışa açılmamız ihracat yoluyla olmaktan çok ithalat yoluyla olmaktadır. Yanlış anlaşılmasın. İthalat kötü bir şey değildir. Kötü olan, bir ülkenin borçlanabilme ve ödeyebilme gücünün üzerinde dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari işlemler açığı vermesidir. Borçlanabildiğiniz ya da bir yolla ödeyebildiğiniz taktirde, artan ithalat iç piyasada rekabeti yoğunlaştırır. Fiyat artışlarını dizginler. Genel refah düzeyini artırır. Yani, ithalat tüketicinin yararınadır. İthalat rakamlarına daha ayrıntılı bakıldığında, ilginç bazı gözlemler yapmak mümkündür. Örneğin, Türkiye'nin ithalatında tüketim malları göreli olarak küçük bir yer tutmaktadır. Son on iki ayda, tüketim malı ithalatının toplam ithalat içindeki payı yüzde 10.4 olmuştur. Bu oran krizin ortasında 2001 yılında da yaklaşık aynı düzeydeydi. 2001 yılından sonra gözlenen ekonomik büyüme yeni yatırımlar yoluyla artırılan kapasiteden değil, olan kapasitenin daha fazla kullanılmasıyla gerçekleştirildi. Kapasite kullanım oranlarındaki artış da bu yargıyı kanıtlıyor. Dolayısıyla, ekonomik büyüme ara mallar ithalatını göreli olarak daha fazla artıran bir unsur oldu. Son on iki aylık veriler ara mallar ithalatının toplam ithalat içindeki payının yüzde 73-5, yatırım malları ithalatının payının ise yalnızca yüzde 15.4 olduğunu gösteriyor. Bu oranlar 2000 yılında sırasıyla yüzde 65.5 ve yüzde 21 olarak gerçekleşmişti. 2001 yılı sonunda, krizin en derin şekliyle yaşandığı dönemde de, bu oranlar sırasıyla yüzde 72.5 ve yüzde 16.8 olarak gerçekleşmişti. Doğrudan tüketim malı ciddi boyutlarda ithal etmiyoruz ama, yurt içinde tüketim malı üretebilmek için ciddi boyutlarda ara malları ithal ediyoruz. Ara mallar ithalatını petrol fiyatlarının artışı ile de açıklamak pek mümkün olmuyor. Yurt içinde tüketim malı üretmek için ithalat yapmak da tek başına kötü bir olgu değil. Yeter ki, bu ithalatı yapabilecek finansmanı sorun olmadan bulabilelim. Böyle bir sorun yaratmamak içinde iç talebin idaresi giderek önemli olmaktadır. Kaynak: Ercan KUMCU, "Dış Ticaret Açığına Dikkat!", Hürriyet,
26.12.2003.
Anahtar Kavramlar • • • • • •
Yoksullaştırıcı Büyüme İthal Kapasitesi Karşılaştırmalı Üstünlükleri Modern Büyüme Kuramları Dinamik Dışsal Ekonomiler Döviz Kuru
• • • • • •
Sermaye Yoğun Sanayiler Emek Yoğun Sanayiler Gösteriş Tüketimi İthal İkamesi İthalat Kotaları Yeni Korumacılık
İçindekiler • • • •
KLASİK KURAMA GÖRE KALKINMA VE DIŞ TİCARET KALKINMA EKONOMİSİ VE KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER KURAMI İKTİSADİ KALKINMA VE KORUYUCU DIŞ TİCARET POLİTİKALARI
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
137
KLASİK KURAMA G Ö R E KALKINMA V E DIŞ T İ C A R E T Myint, klasik kuramın iktisadi kalkınma ve dış ticaret arasındaki ilişkiyi ele alış biçimi yönünden üç gruba ayrılabileceğini belirtmiştir. Buna göre klasik dış ticaret teorilerini; • Fazla üretim için pazar • Statik karşılaştırmalı maliyeder (ya da üstünlükler) • Dinamik verimlilik kuramı olarak gruplandırabiliriz. Dinamik verimlilik kuramı, dış ticaret ile iktisadi kalkınmayı birbirine bağlayan kuramdır. Bu kurama göre dış ticaret nedeniyle piyasalar genişler, uluslararası uzmanlaşma artar, makine kullanımı ve teknik buluşlar hızla yayılır. Sonuçta dış ticarete katılan her ülke ekonomik yönden gelişip kalkınır. Bu haliyle klasik kuramı doğrulayan sayısız tarihsel örnekler bulmak mümkündür. Örneğin yünlü ve pamuklu dokuma ihracatı ingiltere'de; kereste isveç'te; sütlü ürünler Danimarka'da; buğday Kanada ve Avustralya'da; optik aletier ve saat isviçre'de ve son olarak ipek Japonya'da "öncü sektörler" olarak; hem ilk gelişen hem de ekonominin diğer sektörlerini peşinden sürükleyerek ekonomik kalkınmayı başlatan "ihracat sektörleri" olmuştur. Dış ticaretin ekonomik kalkınma üzerindeki etkisini tartışınız.
m i m i
SIRA S İ Z D E
KALKINMA EKONOMİSİ V E KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı Karşılaştırmalı üstünlükler kuramı, esas olarak "statik genel denge" kuramıdır. Buna göre ülkeler, nispeten bol olan üretim faktörlerini yoğun kullanmayı gerektiren mallar üretiminde uzmanlaştıkları zaman, mevcut üretim faktörlerinden maksimum hasılayı elde ederler. Böyle bir denge durumunda daha ucuza üretilen mallar ithal edilemeyeceği gibi, ihracat da marjinal gelirin marjinal maliyete eşit olacağı düzeye kadar yükselecektir. Bu kuramın iki temel varsayıma dayandığını özellikle belirtmek gerekir: Bu varsayımlardan biri ülkelerarası faktör donanımının farklı olacağı, diğeri ise üretim fonksiyonunun bütün ülkelerde aynı olacağıdır.
Statik denge: Ulusal ekonomiyi oluşturan piyasa ve sektörlerin tümünde birden, birbirine karşıt güçlerin etkisi altında, belli bir zaman diliminde ulaşılan hareketsiz denge durumu.
Modern Büyüme Kuramları Modern büyüme kuramları ise karşılaştırmalı üstünlükleri ve dış ticareti ya tamamen ihmal etmekte ya da ihracat nedeniyle ortaya çıkacak "gelir etkisi" ve ithalât yoluyla sağlanacak "teknolojik değişmeler" gibi dinamik yönleri üzerinde durmaktadırlar. Büyüme kuramı ile dış ticaret kuramı arasındaki bu farklılık büyüme kuramının, dış ticaret kuramından farklı olarak, şu dört varsayıma dayanmasından doğmaktadır. Faktör fıyatiarı gerçek "fırsat maliyetleri" yansıtmazlar. Faktörlerin hem miktarı ve hem de kalitesi zaman içinde değişir, işletme büyüklüğünden doğacak yararlar, birçok sektör yönünden son derece önemlidir. Mallar arasında tamamlayıcılık özelliği hem üretim ve hem de tüketim yönünden önemli bir özelliktir. Bu varsayımlara ters düşen ve dolayısıyla "statik" olarak nitelendirilen dış ticaret kuramının, modem büyüme kuramları ile bağdaştırılabilmesi için bazı değişiklikler yapılması gerekmiştir.
Fırsat maliyeti: Belli miktardaki üretim faktörüyle bir üretimi gerçekleştirirken, aynı üretim faktörleriyle yapılabilecek diğer üretimleri yapmamanın ve bu yüzden kaçırılan fırsatların sağlayabileceği ölçülebilir çıkar.
J
138
( dikkat fiSS
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Bu değişikliklerin neler olduğu aşağıda belirtilecektir. Önemli olan nokta, dış ticaret kuramının, bazı eleştirileri haklı çıkartacak eksikliklerine rağmen iktisadi kalkınma ve dış ticaret arasındaki ilişkileri açık bir şekilde ortaya koyabilecek güçte olmasıdır. Birçok iktisatçı karşılaştırmalı üstünlükler kuramının verimlilik artışı, dışsal ekonomiler ve gerçek fırsat maliyetleri gibi dinamik unsurlar yönünden iyileştirilmesi halinde, iktisadi kalkınmanın birçok sorununa ışık tutacağı görüşünde birleşmektedirler.
Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramının Dinamikleştirilmesi
Dinamik dışsal ekonomiler, sektörler arası bağlılık nedeniyle bir sektörün diğer sektördeki değişmeler nedeniyle maliyet azaltıcı ya da talep artırıcı etkilerle karşılaşmasından doğar.
Aslında, karşılaştırmalı üstünlükler kuramının faktör miktarındaki değişmeler başta olmak üzere, ekonomik unsurlardaki değişmeleri dikkate almadığı görüşü doğru değildir. Karşılaştırmalı üstünlük kuramı, bu değişmeleri dikkate almış, ancak değişmelerin tam rekabet koşulları içinde fiyatlar yoluyla yansıtılacağını varsaymıştır. Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını, kalkınma kuramlarının analiz araçlanna uygun hale getirmek için bazı düzeltmeler yapılabilir. Bu düzeltmelerin önemlilerini şöylece sıralayabiliriz: Faktör Maliyetleri: İktisatçılar arasında genel kabul görmüş bir teze göre, azgelişmiş ülkelerde emek ve sermaye fiyatları, gerçek fırsat maliyetleri yansıtmazlar. Piyasa aksaklıkları ve faktörlerin tam hareketli olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkan bu durum, karşılaştırmalı üstünlüğün sık sık değişmesine yol açabilir. Örneğin bir dönemde ucuz görünen emek, diğer bir dönemde pahalılaşınca emek-yoğun teknik kullanımından vazgeçmek gerekecektir. İhracat Gelirinin Dalgalı Olması: Karşılaştırmalı üstünlükler kuramının kalkınma yönünden hatalı tercihlere neden olacağını öne süren bazı iktisatçılar (PREBISCH, SINGER) görüşlerini, ihracat olanaklarının istikrarsızlığına ve tanm ürünleri gelir ve fiyat esnekliğinin birden küçük olmasına dayandırırlar. CHENERY'e göre öne sürülen bu sakıncalar "ortalama gelir" yerine "marjinal gelir" kavramını kullanmakla giderilebilir ve kuramdan, kaynakların optimal dağılımını belirlemede yine yararlanılabilir. Verimlilik (Prodüktivite) Değişmeleri: Birçok iktisatçı, üretim sırasında kazanılacak deneyimle hem emeğin ve hem de yönetici kadronun verimliliğinin artacağını öne sürmüş ve bu görüş "bebek sanayilerin korunması" tezine dayanarak yapılmıştır. Yine bu iktisatçılara göre, bu tür deneyimden doğan verimlilik artışlan, tanm sektöründen çok sanayide ortaya çıkar. Faktörlerin piyasa fiyadarı, bu tür verimlilik farklarını yansıtmayacağı için; karşılaştırmalı üstünlükler kuramının uygulanması yanlış tercihlere neden olur. Görgül veriler her zaman bu görüşleri doğrulamadığı gibi, tarım sektöründe de deneyimle verimliliğin artabileceği öne sürülmüştür. Buna rağmen, karşılaştırmalı üstünlüğün zaman içinde sürekli kontrol edilmesi, ortaya çıkacak değişmelere göre kaynak dağılımının düzenlenmesi gerekecektir. Dinamik Dışsal Ekonomiler: Dinamik dışsal ekonomiler, sektörler arası bağlılık nedeniyle bir sektörün diğer sektördeki değişmeler nedeniyle maliyet azaltıcı ya da talep artırıcı etkilerle karşılaşmasından doğar. Görgül araştırmalar bu tür dinamik dışsal ekonomilerin sanayi sektöründe daha fazla olacağını göstermektedir. Dolayısıyla piyasa fiyatlarına yansımayan bu tür dışsal ekonomiler dikkate alınmayınca sanayi sektörü aleyhine yanlış değerlendirmeler yapılması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle, karşılaştırmalı üstünlük hesaplan yapılırken, dinamik dışsal ekonomilerin etkilerini dikkate almak gerekir.
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
Belirsizlik ve Esneklik: Karşılaştırmalı üstünlükler kuramına uygun bir kalkınma stratejisi, ekonomiyi geleceğin belirsizliği karşısında çok zayıf durumda bırakır. Bir ya da birkaç malın üretiminde uzmanlaşan, diğer malları ithalat yoluyla karşılayan bir ekonomi, koşullarda meydana gelecek değişmeler karşısında çok güç durumda kalabilir. Bunun için ekonomilerin üretim çabalarını değişik sektörlere kaydırmalarında yarar vardır. Böyle bir kaynak dağılımı ekonomiye esneklik kazandırarak, belirsiz durumlar karşısında daha az zarar görmesine olanak sağlar. Yukanda belirtilen noktalar karşılaştırmalı üstünlükler kuramının, büyüme kuramı ile bağdaştınlabilmesi için alınması gerekli önlemlere ve yapılması gerekli düzeltmelere ilişkin genel görüşlerdir. Karşılaştırmalı üstünlükler kuramının büyüme kuramı ile bağdaştınlması, bu genel önlem ve düzeltmeler yanında; faktör miktarlanndaki değişme, teknolojik yenilikler ve talep yapısındaki değişmeler gibi stratejik unsurlar yönünden de analize bağlıdır.
AZGELİŞMİŞ Ü L K E L E R V E KARŞILAŞTIRMALI Ü S T Ü N L Ü K L E R KURAMI Bu başlık altında azgelişmiş ülkelerin ekonomik özellikleri ile karşılaştırmalı üstünlükler kuramı arasındaki ilişkiler faktör donanımı, talep yapısı, üretim yapısı ve teknolojik değişmeler ve özellikle dış ticaret hadleri temel alınarak açıklanmıştır. Gerek dış ticaret kuramında gerekse kalkınma kuramında karşılaştırmalı üstünlükler teziyle ilgili tartışmalar geniş bir yer tutar. Tartışmaların büyük bir kısmı metodolojik olup dış ticaret kuramının dinamikleştirilmesiyle ilgilidir. Azgelişmiş ekonomilerin özellikleri yönünden ele alındığı zaman, karşılaştırmalı üstünlükler kuramı faktör donanımıyla ilgili özellikler, talep yapısındaki değişmeler üretimle ilgili özelikler ve teknolojik değişmeler ile dış ticaret haddindeki değişmeler olarak gruplandırabileceğimiz yönlerden eleştirilmektedir. Bu eleştirileri tek tek ele alıp yakından inceleyelim.
Faktör Donanımıyla İlgili Özellikler Karşılaştırmalı üstünlükler kuramının dayandığı varsayımlardan bazıları faktör donanımıyla ilgilidir. Anımsanacağı üzere bu teori; • Tam istihdamın varlığını, • Faktör piyasasında (mal ve hizmet piyasasında olduğu gibi) tam rekabet koşullannın geçerli olduğunu, • Faktör mobilitesinin tam olduğu, dolayısıyla her faktörün, bütün alternatif kullanılış yerlerinde aynı geliri elde ettiğini varsayar. Bu üç varsayım da azgelişmiş ekonomilerin yapısına uymaz. Her şeyden önce azgelişmiş fakat gelişmekte olan ekonomilerde faktör miktarı sabit değildir. Hızlı nüfus artışı, yeni doğal kaynakların bulunuşu ya da eskiden kullanılmayan doğal kaynakların kullanılmaya başlaması ve sermaye birikimi gibi nedenlerle üretim faktörlerinin miktarı dolaysız şekilde artacağı gibi mevcut faktörlerin daha etkin kullanımına olanak veren teknolojik değişmelerle de faktör miktan dolaylı şekilde artar. Öte yandan dış ticaret yoluyla sağlanan hammadde ve ara-maddeler ile emek ve sermayenin uluslararası akımı da faktör donanımını önemli ölçüde değiştirir. Bu nedenle bazı iktisatçılar faktör donanımının karşılaştırmalı üstünlükler kuramında öne sürüldüğü gibi ticaret hacmini belirlemeyeceğini tersine dış ticaretin faktör donanımını belirleyeceğini öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla, bir ekonominin faktör donanımında meydana gelecek değişmelerin o ekonominin karşılaştırmalı üstünlüğünü ne yönde etkileyeceğini önceden kestirmek, eğer yapılabilirse, stratejik bir önem taşır.
139
140
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Faktör donanımında meydana gelecek değişmelerin etkisi sadece bunlar değildir. Bir ekonomide faktörlerin görece miktarı değişince faktör fiyatları arasındaki oran da değişecektir. Gerçi karşılaştırmalı üstünlükler kuramında faktör piyasasının tam rekabet koşullarına göre çalıştığı ve faktör mobilitesinin tam olduğu varsayımları faktör fiyadarındaki değişmelerle, faktörlerin sektörler arası dağılımının yenileneceği ve yeniden dengeye dönüleceği sonucunu verir. Birçok iktisatçı, bu varsayımların gerçeklere uymayacağı görüşündedirler. Azgelişmiş bir ekonomide faktör mobilitesi yok denecek kadar azdır. Öte yandan emeğin bir sektörden diğerine (tarımdan sanayie) aktarılması ancak ücret farklılaştırması ile mümkündür. Azgelişmiş ülkelerde sanayi ve tarım ücretleri arasındaki büyük fark bu durumu yansıtır. Böyle bir ekonomide karşılaştırmalı üstünlüğe dayanan serbest dış ticaret ücretin yüksek olduğu sektörlerde (ki, azgelişmiş ülkelerde sanayi sektörüdür) işsizliğe ve bu sektörlerin zaman içinde yok olmasına neden olur.
Talep Yapısındaki Değişmeler Karşılaştırmalı üstünlükler kuramına göre dış ticaret, ülkeler arasında faktör donanımının farklı olmasından doğar. Son yıllarda yapılan görgül ve kuramsal araştırmalar, ülkelerarası ticaretin her zaman karşılaştırmalı üstünlükler kuramının koşullarına uygun gerçekleşmediğini doğruladığı gibi, faktör donanımı dışında daha başka nedenleri olduğunu da ortaya koymuştur.
Leontief Çelişkisi Dış ticaret kuramında "Leontief Çelişkisi" diye amlan görgül araşürma bu yönden ilginç sonuçlar ortaya koymuştur: Leontief ABD ile ilgili bir araştırmasında Amerika'nın ihracatının, sanıldığının tersine "emek-yoğun"; ithalatımn ise "sermaye yoğun" olduğunu göstermiştir. Böyle bir sonuç, karşılaştırmalı üstünlükler kuramının varsayımlarını ve sonuçlarım şiddede sarsmış literatürde büyük tartışmalara yol açmıştır. Bu arada Leontief in araştırmasına benzer araştırmalar, Hindistan, Doğu Almanya, Japonya ve Kanada için de yapılmış, bu kez elde edilen sonuçlar Leontief in bulduğu sonucun tersi olmuştur. Gerçekten de Japonya, Doğu Almanya ve Kanada'nın ihracatı sermaye yoğun ithalatı ise emek yoğun bulunmuştur. Buna karşılık Hindistan'ın ABD ile olan ticaretinde ihracatı sermaye yoğun, ithalatı ise emek yoğun bulunmuştur. Leontief çelişkisi ile karşılaştırmalı üstünlük teorisinin sadece azgelişmiş ülkeler yönünden değil, fakat sanayi ülkeleri yönünden de geçerli ve güvenilir olduğu tartışılırken, diğer bazı araştırmalar da dış ticaretin doğuşunu faktör donanımındaki farklılıklar dışında başka unsurlara dayandırmışlardır.
Kravis Modeli "Kravis Modeli" diye adlandırılan bir görüşe göre dış ticaretin ana kaynağını "bir malın bir ekonomide bulunmaması" oluşturur. Yani her ülke, kendi ekonomisinde hangi malı üretemiyorsa ya da üretimi son derece pahalı oluyorsa o mal, dış ticaret yoluyla sağlanacaktır. Ekonomiler arasında üretimin farklı olmasının nedenleri ise, doğal kaynakların farklı olması, teknolojik yenilikler ve geçici bir tekel yaratan ürün farklılaşmalarıdır. Bu model, dış ticaret yapan ülkelerin iktisadi kalkınmalarıyla ilgili bazı sonuçlar elde edilmesine de olanak verir. Örneğin ithalat, bir ülkenin yurtiçi üretiminin esnek olmadığını gösterirken, ihracat o ülkenin üretim gücünün yüksekliğine işaret edecektir. Buna bağlı olarak bir ülkenin ihracat sanayileri, ekonominin diğer
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
sektörlerine göre daha üstün bir teknolojiyi ve daha hızlı bir teknolojik ilerlemeyi simgeleyecektir.
Linder Modeli Linder ise dış ticareti ülkeler arası kişi başına gelir kıyaslamasına dayandıran bir kuram öne sürmüştür. Linder'e göre hammadde ticareti ile sınai ürün ticaretini birbirinden ayırmak gerekir. Hammadde ticareti, ülkeler arası doğal kaynak farklılıklanndan doğar. Oysa, sınai ürün ticaretinin hacmini belirleyen unsur, ülkelerdeki gelir dağılımı ve kişi başına gelir düzeyidir, iki ülke gelir dağılımı ve kişi başına gelir düzeyi yönünden birbirine ne kadar yakınsa, aralarındaki dış ticaret ilişkisi o kadar çok olacaktır. Linder'in kuramından çıkan en önemli sonuç, dış ticaret hacminin ülkelerarasındaki gelir düzeyine bağlı olmasıdır. Bir başka deyişle, ülkelerin millî gelirleri birbirine ne kadar yaklaşırsa, talep yapıları da birbirine o kadar yaklaşacak ve aralanndaki ticaret hacmi o ölçüde artacaktır. Bu arada Linder'e göre emek potansiyeli artan bir ülke gelir düşüşüyle; sermaye birikimi artan bir ülke ise gelir artışıyla kanşılacaktır. Böylece iki ülke arasında talep yapıları farklılaşacağından potansiyel ticaret eğilimi daralacaktır.
Üretim Yapısı ve Teknolojik Değişmeler Karşılaştırmalı üstünlükler kuramı ve onun doğal sonucu olarak ortaya çıkan serbest dış ticaret ilkesi, üretim ve teknoloji yönünden de bazı eleştirilere hedef olmuştur. Bu eleştirilerin başında azgelişmiş ekonomilerde piyasa aksaklıkları ve faktör mobilitesinin azlığı gibi nedenler ile özel ve sosyal maliyederin birbirine eşit olmaması gelir. Çeşitli nedenlerle bu konuya değinilmiş olduğu için burada, konuyla ilgili tek bir noktaya işaretie yetineceğiz. Bilindiği gibi azgelişmiş ekonomilerde tarım sektöründe emek yoğunluğu çok fazladır. Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını, bu gerçeğe uyguladığımız zaman, azgelişmiş ekonomilerin tarım ürünlerini ihraç etmeleri sanayi ürünlerini ithal etmeleri gerekir. Oysa azgelişmiş ekonomilerin tarım sektöründe mevcut olan işsizlik, bu sektörde ücrederin düşük olmasının esas nedenidir. Dolayısıyla eğer sanayi ürünleri ithalâtı, gümrüklerle korunursa tarımdan sanayie işgücü kayacak ve sanayide ücretier düşerken tarımda yükselecektir. Böylelikle emeğin özel ve sosyal maliyeti birbirine eşitienmiş olacaktır. "Yavru sanayilerin korunması" adı verilen bu kuram, faktör yoğunluğuna bakılmaksızın sanayileşmeyi öngörmektedir. Yavru sanayilerin korunması kuramı, bir başka yönden de destek alır. Anımsanacağı gibi karşılaştırmalı üstünlük kuramının varsayımlarından biri de üretim fonksiyonunun doğrusal ve homojen olması, yani çıktı/girdi oranının sabit kalması idi. Bir diğer deyişle ekonomiler, "sabit verimler" halinde varsayılmışlardır. Oysa birçok üretim dalında, özellikle sanayi sektöründe "artan verimler" hali geçerlidir. Artan verimlere ulaşabilmek ise, serbest dış ticareti değil, gümrük korumasını ve yüksek fıyatiarı gerektirecektir. Aynı şekilde kalkınma stratejilerinin ele alındığı ünitede incelendiği gibi sektörler arası önsel ve gerisel bağlılık katsayıları,kimi iktisatçılarca kabul edildiği gibi, sanayi sektöründe daha büyükse, faktör yoğunluğundaki nispi farklara bakılmadan sanayi sektörüne öncelik verilecek bunun için de yine gümrük korumasına ihtiyaç duyulacaktır. Teknolojik değişmelerle ilgili olarak karşılaştırmalı üstünlükler kuramına yöneltilen bir diğer eleştiri de dış ticaretin teknolojik yeniliklerden doğduğunu öne süren görüştür. Bu görüşe göre üretimde farklılık yaratan asıl unsur teknolojik yeni-
141
142
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
liklerdir. Teknolojik yeniliklerle yeni bir ürün elde edildiği zaman, ülkelerarası ticarette bir artış meydana gelecektir. Teknolojik yeniliklerden doğan ticaretin devamı ya da ortadan kalkması, diğer ekonomilerin bu yeni teknolojiyi transfer ya da taklit etmek için kaybedecekleri zamanın uzun ya da kısalığına bağlı kalacaktır. Teknolojik değişmelerle ilgili olarak karşılaştırmalı üstünlük kuramına yöneltilecek bir diğer önemli eleştiri de faktör fiyatlarına bağlı olarak faktörler arasında ikame olanağını aramak ve kullanmakla ilgilidir. Bilindiği gibi karşılaştırmalı üstünlükler kuramının Ricardo versiyonunda üretim fonksiyonunun uluslararasında farklılık göstereceği kabul edilmişken Heckscher-Ohlin versiyonunda üretim fonksiyonunun bütün ülkelerde aynı olacağı varsayılmıştır. Her ülke aynı üretim fonksiyonuna göre üretimde bulunur ve nispeten bol olan üretim faktörünü yoğun kullanan malların üretiminde uzmanlaşırsa ülkelerarasında faktör fiyatları da eşitlenecektir.
Dış Ticaret Hadlerindeki Değişmeler Karşılaştırmalı üstünlükler kuramına ve onun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan serbest dış ticaret kuramına azgelişmiş ekonomiler yönünden yöneltilen bir önemli eleştiri de "dış ticaret hadleri" ile ilgilidir. Çok çeşitli dış ticaret haddi tanımı olmakla birlikte biz burada "net ticaret haddi" adı verilen ihraç malları fiyat indeksi (Px) ile ithal malları fiyat indeksi (Pm) oranını; yani Px/Pm oranını kullanacağız.
Dış Ticaret Hadleri ve İktisadi Kalkınma Azgelişmiş ülkelerin karşılaştırmalı üstünlükler kuramı gereğince nispeten bol bulunan faktörü yoğun kullanan mallar üretiminde uzmanlaşmaları ancak böyle bir uzmanlaşmadan yararlanmaları ve iktisadi kalkınmalarını hızlandırmalan halinde düşünülebilir. Oysa kuramsal ve görgül araştırmaların pek çoğu azgelişmiş ülkelerin ihraç ettiği tarımsal ürün fiyatlarının ithal ettikleri sanayi ürünleri fiyatlarına oranla azaldığını, teknik deyimle ticaret hadlerinin aleyhte geliştiğini ortaya koymuştur. Bu konuda öne sürülen değişik görüşleri incelemeden önce dış ticaret hadlerinin azgelişmiş ülkeler yönünden önemini belirtmekte yarar vardır. Hatırlanacağı üzere azgelişmiş ekonomilerin bir özelliği, dış ticaretin hacim olarak küçük olmakla beraber millî gelirin önemli bir bölümünü oluşturmasıdır. Öte yandan azgelişmiş ülkeler sanayileşebilmek için makine ve benzeri donanım ithalâtını artırmak zorundadırlar. "İthal kapasitesi" nin büyüklüğü ise bir tarafta ihracatın miktarına diğer taraftan da ihraç malları fiyatları ile ithal malları fiyatlarının nispi büyüklüğüne bağlıdır. Bu saydığımız iki neden, dış ticaret hadlerinin, kalkınma kuramında önemli bir analiz aracı haline gelişini açıklamaya yeterlidir. Bir ülkenin ticaret haddi, bir taraftan ithalat talebinin hem miktarına hem gelir esnekliğine diğer taraftan da kendi ihracatına olan talebin hem miktanna ve hem de gelir esnekliğine bağlıdır. İktisadi kalkınmanın dış ticaret haddi üzerindeki etkisi, bu iki zıt kuvvetin sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Gittikçe aleyhe dönen birfiyatyapısı, istikrarsız döviz kazancı ve gelişmiş ülkeler lehine gelir kaybı karşısında azgelişmiş ülkelerin karşılaştırmalı üstünlükler ilkesi gereğince kalkınmaları düşünülebilir mi?
( dikkat FİS
İktisadi kalkınma ile dış ticaret haddi arasındaki ilişkilerden söz ederken, dış ticaret kuramında önemli bir yeri olan "yoksullaştırıcı büyüme" kuramına da kısaca değinelim:
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
Uygulamada pek ender rasdanılacak böyle bir durum, dış ticaret hadlerinin son derece aleyhe dönmesi halinde, üretim artışından daha büyük bir gelir kaybının ortaya çıkması ile gerçekleşir. Yoksullaştırıcı büyümede bir ülke ihraç edilebilir mallar üretimini arttırır; buna karşılık ithal edilebilir mallar üretimini azaltır ve dış ticaret hadleri hızla bozulur. Faktör arzındaki artışlar ya da faktörtasarruf edici teknolojik değişmeler nedeniyle ortaya çıkan yeni faktörler yine ihracat sanayiine yöneleceğinden faktör birikimindeki artışın iktisadi kalkınmaya olumlu bir etkisi olmaz. Bu kuram gerçekçi olmayan varsayımlara dayandığı için eleştirilmiştir. En önemli eleştiri dış ticaret hadleri bozulurken, üretim faktörlerinin yine ihracat sektörüne akmasına herhangi bir neden olmadığıdır. Öte yandan böyle bir durumu önlemek için, devletin elinde vergi politikası gibi etkili araçlar vardır. Sizce yoksullaştırıcı büyüme günümüzde yaygın olarak rastlanılan bir durum mudur? tç piyasada böyle bir duruma hangi örnek verilebilir?
Dış Ticaret Hadlerinin Bozulma Nedenleri İktisadi kalkınma ve dış ticaret haddi arasındaki genel ilişkilerden söz ettikten sonra sıra azgelişmiş ülkeler yönünden çok önemli olan bir noktaya gelmiş bulunmaktadır. Birçok iktisatçı ve Birleşmiş Milletier Örgütü gibi uluslararası kurumlarca ifade edildiğine göre, azgelişmiş ülkeler ile sanayi ülkeleri arasındaki ticarette dış ticaret haddi azgelişmiş ülkeler aleyhine sürekli bir bozulma içindedir. 19- yüzyılın sonundan İkinci Dünya Savaşı'na kadar geçen dönemde ilkel madde fiyatlarında, sanayi ürünleri fiyatlanna oranla devamlı bir düşme trendi vardır. Ortalama olarak, belli bir ilkel madde ihracatı bu dönemin sonunda, ancak dönem başında satın aldığının %60'ını satın alabilmektedir. İlkel madde, genellikle tarımsal ürün fiyatlarının sanayi ürünleri fiyatlarına oranla gerilemesinin nedenlerini şöylece sıralayabiliriz:
İlkel Madde Talebinin Gelir Esnekliğinin Düşük Olması Engel yasası uyannca, gelir arttıkça ilkel maddelere ayrılan gelir kısmı azalır. Başka bir deyişle tarımsal ürünlere olan talebin gelir esnekliği düşüktür. Öte yandan tarımsal ürün talebini azaltan bir başka faktör de, sanayi ülkelerinin ileri teknoloji sayesinde, hammadde kullanımında büyük tasarruf sağlamaları olmuştur. Belli bir hammaddeden üretilen sınai ürün miktarı gittikçe artmaktadır. Böyle bir teknolojik gelişme hammadde talebini sürekli olarak azaltacak, bu da ham madde fiyatlannı düşürecektir.
Artan Prodüktivitenin Farklı Dağılımı Sanayileşmiş ülkelerde meydana gelen verimlilik artışları hem girişimlerin ve hem de sendikalann tekelci tutumları nedeniyle, daha yüksek ücret ve daha yüksek kâr şeklinde gelir artışına dönüşmüş ve sanayi ürünleri fiyatları sabit tutulurken, bu ülkelerin azgelişmiş ülkelerden ithal ettikleri tarımsal ürün fiyatları düşmüştür. Dolayısıyla azgelişmiş ekonomilerden, sanayi ekonomilerine devamlı bir gelir transferi olmaktadır.
143
Yoksullaştırıcı büyüme: Ekonomik büyümenin belli koşullar altında dış ticaret hadlerinin bozulmasına yol açabilir. Öyle ki, bu bozulma sonucunda uğranılan kayıp, büyümenin reel gelirde yarattığı artıştan büyükse, ekonomik büyüme ülkeyi giderek yoksullaştırıyor demektir.
• f ^ f l
SIRA S İ Z D E ^ )
144
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Konjonktür Dönemlerinde İlkel Maddeler İle Sınai Ürün Fiyatlarının Farklılığı Sanayi ülkelerinde sendika ve toplu sözleşme düzeninin yaygın olması konjonktür devrelerinde tarım ve sanayi ürünleri fiyadarının farklı bir gelişme göstermelerine neden olmaktadır. Konjonktürün refah devrelerinde hammadde fiyatları hızla yükselmekte; alçalma devresinde ise hızla düşmektedir. Sanayi ürünleri fiyatları ise refah devrelerinde tarım ürünlerine göre daha yavaş yükselmekte, fakat alçalma devresinde son derece yavaş bir düşme eğilimi (hatta sabit kalma eğilimi) göstermektedirler.
Tarımsal Ürün Arzının Özellikleri Tarımsal ürünlerin azgelişmiş ekonomilerde üretim biçimi de dış ticaret hadlerinin bu ülkeler aleyhine bozulmasına yol açmaktadır. Şöyle ki, azgelişmiş ülkelerde fiyadar artınca arz hemen artırılmakta fakat fiyadar düştüğü zaman arz hemen kısılamamaktadır. Kindleberger'in deyimiyle "arz, fiyat artışlarına karşı esnek, fakat fiyat düşüşlerine karşı esnek değildir".
Çok Uluslu Şirketlerin Davranışları Sanayi üretiminde bulunan "ulusal girişimler", giderek uluslararası ve "çok uluslu şirkedere" dönüşmüştür. Bu dev şirketler hammadde alımında monopsonist, sanayi ürünü satımında monopolist davranmaktadırlar. Böyle bir durum onlara, alışlarını ucuza, satışlarını pahalıya yapmak gücünü vermektedir. Buna karşılık azgelişmiş ülkeler, ilkel maddeler satışında birbirleriyle şiddetli bir rekabet içindedirler. Bu gelişmenin sonucunda da, dış ticaret hadleri azgelişmiş ülkelerin aleyhine dönmektedir. DİKKAT V İ K
Dış ticaret hadlerinin azgelişmiş ülkelerin aleyhine gelişmesiyle ilgili görüşleri yukarıda yerdik şimdi de bu görüşlere yöneltilen eleştirileri görelim. Kimi iktisatçılar dış ticaret hadlerinin sürekli olarak azgelişmiş ülkeler aleyhine bozulduğu yolundaki iddiaları hem metodolojik ve hem de analitik yönden "zayıf' bulmaktadırlar. Metodolojik yönden öne sürülen itiraz, yapılan hesaplamalarda İngiltere'ye ait dış ticaret hadlerinin tersinin kullanılmasıyla ilgilidir. Gerçekten de azgelişmiş ülkelerin pek çoğuna ait geçmiş yılların istatistikleri yoktur. Bu nedenle de İngiltere'nin dış ticaret hadlerinin tersi, bu ülkelere ait dış ticaret haddi rakamları olarak kullanılmıştır. Diğer sanayi ülkelerine ait dış ticaret rakamlannın İngiltere'ninkine benzemediğini öne sürenler, azgelişmiş ülkeler için böyle bir hesaplama yolunun yanlış sonuçlar vereceğini iddia etmektedirler. Öte yandan bu tür hesaplamalarda, ihraç ve ithal mallarının kalitelerinde meydana gelen değişmelere yer verilmediği, taşıma masraflarıyla ilgili düzeltmelerin yapılmadığı öne sürülmektedir. Analitik yönden ileri sürülen itiraz ise, sanayi ülkelerinin tekel gücüyle ilgilidir. Buna göre, eğer sanayi ülkeleri hem faktör ve hem de ürün piyasasında tekel durumda iseler; bu, yurtiçi fiyatları etkiler. Oysa yurtdışı fiyatlar uluslararası arz-talep koşullarına bağlı olarak meydana gelirler. Dolayısıyla nispeten yüksek yurtiçi fiyatlarına sahip bir ülke, fiyatlarında ya da döviz kurlarında gerekli ayarlamaları yapmazsa kendine uluslararası piyasada yer bulamaz. Ayrıca Engel Yasasının sadece gıda maddelerine ait olduğu, buna karşılık ilkel maddelerin içinde sınai hammadde ve madenlerin bulunduğuna dikkat edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bütün
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
145
bunlara ek olarak, bu tür hesaplamalarda sadece net dış ticaret hadlerinin dikkate alınmadığına işaret edilmektedir. Gerçekten de bir ülkenin net dış ticaret haddi düşerken gelir ticaret haddi ve tek faktörlü ticaret haddi yükselebilir. Bütün bu görüşlerde gerçek payı olduğuna kuşku yoktur. Kuşkulu olan taraf, bu eleştirilerin dış ticaret haddinde azgelişmiş ülkeler aleyhine bir bozulma olduğu iddiasını tümüyle ortadan kaldırıp kaldıramadığıdır.
İKTİSADİ KALKİNMA V E K O R U Y U C U DİŞ T İ C A R E T POLİTİKASI "Klasik Kuramın" temelini oluşturan konulardan "Dış Ticaret" ve onun dayandığı "Karşılaştırmalı Üstünlükler" ilkesini azgelişmiş ülkelerin iktisadi kalkınmaları açısından aynntılı bir biçimde analiz ettik. Gördük ki, klasik kuramın ticaret yaparak kalkınma yolu hem kuramsal hem de görgül olarak büyük eleştirilere uğramıştır. Bunların sonucunda, bu yolun, yani klasik serbest dış ticaret politikasının çağımız azgelişmiş ülkelerinin iktisadi kalkınmalan için tam anlamıyla uygun olmadığı anlaşılmıştır. Haberler, Cairncross, Nurkse, Singer, Prebisch, Myrdall ve daha birçok iktisatçı, serbest dış ticaret politikasının günümüz koşullarında azgelişmiş ülkelerin iktisadi kalkınmalarını sağlamada yetersiz ve hatta engelleyici olduğunu ortaya koymuştur. Serbest dış ticaret, klasiklerin anladıkları anlamda büyümenin motoru olmamaktadır. İzlenen klasik dış ticaret politikası nedeniyle, iktisadi kalkınma açısından ortaya çıkan olumsuz sonuçları aşağıdaki gibi özedeyebiliriz: • Uzun dönemde ticaret hadleri azgelişmiş ülkeler aleyhine gelişmektedir. • Azgelişmiş ülkelerin ihracatı, birkaç ilkel maldan oluşmaktadır. • Azgelişmiş ülkelerin ihracat pazarları istikrardan yoksundur. • Azgelişmiş ülkeler uluslararası ticaret sonucunda, önemli dış ticaret açıklanyla karşılaşmaktadırlar. Buna göre, klasik kuramın serbest dış ticaret politikası, azgelişmiş ülkelerin iktisadi kalkınma sorununun çözümünde olumlu katkılarda bulunamamaktadır. Bu nedenle azgelişmiş ülkeler, genel kalkınma politikaları çerçevesinde serbest olmayan, yani koruyucu dış ticaret politikası izlemek zorundadırlar. Koruyucu dış ticaret politikası, ülke ekonomisini tümüyle dışa kapatan, dış ticaret ilişkilerini minimum düzeye indiren otarşik bir politika değildir. Azgelişmiş bir ülkede koruyucu dış ticaret politikası, ülke ekonomisini, özellikle yeni kurulan sanayii gelişmiş ülkelerin rekabetinden koruyarak, iktisadi kalkınma için yararlı görülen bazı amaçlan elde etmek ve nihayet gelecekte rekabetçi bir sınai yapı ile uluslararası ticarete katılmak için başvurulan bir yoldur. Ayrıca bu politika ile bazı yan amaçlar da elde edilmeye çalışabilir.
Azgelişmiş bir ülkede, ülke ekonomisini, özellikle yeni kurulan sanayii gelişmiş ülkelerin rekabetinden koruyarak, iktisadi kalkınma için yararlı görülen bazı amaçları elde etmek ve nihayet gelecekte rekabetçi bir sınai yapı ile uluslararası ticarete katılmak için başvurulan yollardan birisi de koruyucu dış ticaret politikasıdır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında sizce, koruyucu dış ticaret politikası uygulamanın temel nede- • f ^ A L SIRA SİZDE^ ni nedir?
İktisadi Kalkınma ve Dış Ticaret Açığı İktisadi kalkınma ile dış ticaret arasındaki karşılıklı ilişkiyi daha açık bir biçimde ortaya koyabilmek için, dış ticaret açığı ya da dış açık kavramından yararlanabiliriz. Konuyla ilgili açıklamalara girmeden önce ilgili kavramların ne anlama geldiklerinin anımsatmakta yarar vardır.
146
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Dış Ticaret Açığı Ticarete konu olan kalemleri oluşturan ithalat ile ihracat arasında, ithalat lehine olan fark bir ülkenin dış ticaret açığını gösterir.
Bir ülkenin dış ticaret açığı, bilindiği gibi ticarete konu olan kalemleri oluşturan ithalat ile ihracat arasında, ithalat lehine olan farkı gösterir. Bu anlamda dış ticaret açığı, sadece mal ithalatı ile mal ihracatını kapsar ve dar anlamda anlaşılır. Öte yandan mal ithalatı ile birlikte cari işlemler hesabında yer alan döviz götürücü kalemleri toplam ithalat; mal ihracatı ile birlikte cari işlemler hesabında yer alan döviz getirici kalemleri de toplam ihracat olarak düşünebiliriz. Bu durumda eğer toplam ithalat toplam ihracattan fazlaysa geniş anlamda bir dış ticaret açığı, daha doğru ve sıkça kullanılan deyimle dış açık söz konusudur. Geniş anlamda dış ticaret açığının, cari işlemler açığı ile eş anlamlı olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Bir ekonominin dış açık vermesi, bu açığın karşılanma biçimi ne olursa olsun, ülkenin gayrisafi milli hasılasına net bir katkı yapıldığı anlamını taşır. Başka bir deyişle ülkenin toplam kaynakları, gayrisafi milli hasıla+dış açık kadar olur. Bu, ekonominin kendi kaynakları ile yapabileceğinden daha fazla yatırım yapabilme olanağına sahip olması demektir. Böylece ekonomi, iç tasarruflarını artırabilmektedir. Bu nedenle dış açığa, dış tasarruf da denilir. Bilindiği gibi dışa açık ekonomide herhangi bir milli gelir denge düzeyinde, I+X = S+M eşitliğinin sağlanması gerekir. Bu eşitlikte I toplam yatırımları; X toplam (mal ve hizmet) ihracatı; S yurtiçi tasarrufları ve M de toplam (mal ve hizmet) ithalatı göstermektedir. Bu modele göre dış açık, M>X biçiminde ifade edilir. Açık ekonomide milli gelir denge düzeyine ulaşıldığında bu eşitliğin sağlanmış olması, dış açığın olmadığını göstermez. Çünkü yukarıdaki eşidik (denge) durumunda, M>X olabilir. Ancak bu farkı kapatacak ölçüde I>S ise, genel eşidik yine sağlanmış olur.Bu arada yatırımların yurtiçi tasarruflardan fazla olması halinde aradaki farkın ancak yabancı sermaye, dış borçlanma ya da altın ihracı yoluyla sağlanabileceği unutulmamalıdır. Görüldüğü gibi bu yolların hiçbiri yatırımlann ulusal parayla finansman biçimi değildir. Başka bir deyişle yukarıdaki genel eşitliğin, ulusal parayla finanse edilmiş yatırım artışlarıyla sağlanması kesinlikle söz konusu değildir.
"Tasarruf Açığı" ve "Döviz Açığı" Azgelişmiş ülkelerin hızla kalkınabilmeleri için yatırımlarını artırmaları gerekir. Ne var ki bu yatırım gereğini gerçekleştirmek için yurtiçi tasarrufları artırmak çözüm getirmemektedir. Gerçi ülkede gönüllü tasarruf hacmine uygun yatırım hacmini aşan yatırımların gerektirdiği finansman, yurtiçi ek -çoğu zaman zorunlu- tasarruf gereklerinin sağlanmasıyla karşılanabilir. Ancak, gerçekte bir kısım yatınmlar, bu, ek yurtiçi tasarruflar yapılsa dahi yaşama geçirilemez. Buradaki sorun, genel olarak bir tasarruf yetersizliği değil; döviz cinsinden bir tasarruf yetersizliği sorunudur; başka bir deyişle bir döviz yetersizliği sorunudur. Bunun en büyük nedeni, kalkınmanın belirli aşamalarında, toplam sabit sermaye yatırımları içinde kesinlikle ithal edilmesi gereken makine-teçhizat ve teknolojik bilginin ağırlık kazanmasıdır. İlk bakışta yurtiçi tasarruf artışı ile döviz artışının da sağlanabileceği düşünülebilir. Çünkü tasarruf artışı bir yandan ithalatın azaltılmasına yol açacak, öte yandan da ihraç edilebilir mallar arzını arttıracaktır. Ne var ki, bu ülkelerin ithalatlarında tüketim mallarının önemli bir yer tutmaması nedeniyle, tasarruf artışı ithalatı azal-
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
147
tıcı yönde önemli bir etki yapmayacaktır. Öte yandan ihraç edilebilir malların arzı arttınlabilse bile, bu artış döviz gelirinin de aynı ölçüde artacağı anlamına gelmez. Çünkü bilindiği gibi, azgelişmiş ülkelerin çoğunlukla ihraç mallarının talep esnekliği düşüktür. Tüm bu nedenlerle azgelişmiş ülkeler, tasarruf yetersizliği sorununu çözseler bile, döviz açığı (darboğazı) sorununu çözemedikleri için, hızlı bir iktisadi kalkınmayı gerçekleştirenlemektedirler. Sonuç olarak, azgelişmiş ülkelerin düşük hacimde ve birkaç temel üründen oluşan bir ihracat yapısına sahip olmalan, buna karşılık kalkınma ile birlikte artan ölçüde ithal gerekleriyle karşılaşmaları, bu ülkeleri tasarruf açığından bağımsız sayılabilecek bir döviz darboğazına sürüklemektedir diyebiliriz. Bu nedenle azgelişmiş ülkeler, genel kalkınma politikaları çerçevesinde bir yandan ihracat gelirlerini artırma çabalannı yoğunlaştırırken, öte yandan da koruyucu dış ticaret politikası ile ithal ikamesi sanayilerini geliştirerek ithalat yoğunluğunu azaltmaya çalışmalıdırlar.
K o r u m a c ı l ı k v e İktisadi K a l k ı n m a İktisadi kalkınma, sanayileşme, dış ticaret ve bunlarla ilgili politika ya da stratejiler birlikte düşünüldüğünde, aralarında içice bir ilişkinin olduğu görülür. Bu nedenle dış ticareti oluşturan ihracat ve ithalat ile ilgili olarak alınacak önlemlerin, iktisadi kalkınma ve sanayileşmeyi etkilemesi kaçınılmazdır. Öte yandan ters yönlü bir etkileşimin de olacağı düşünülebilir. İhracat yapılannın gelişmiş ülkelerinkine göre güçlü olmaması, ayrıca ihracat gelirleri artışının büyük ölçüde dış ekonomik koşullara bağlı olması azgelişmiş ülkeleri ithalat yapılan üzerinde önlemler almaya itmiştir. Aşağıda başka nedenlerine de değineceğimiz bu önlemleri korumacılık olarak nitelendirebiliriz. Nitekim ithalat baskısını hafifletmek için hangi ürünlerin ithal edilmesi yerine içeride üretilmesi; başka bir deyişle hangi üretim dallarının dış rekabetten korunması gerektiği bu korumanın ne kadar süreceği ve nasıl yapılacağı gibi sorular, karşımıza korumacılığı ve bununla ilgili tartışmaları getirir. Büyük ölçüde gümrük oranları ve araçları kullanılarak yürütüldüğü için koruyucu gümrük politikası diye de adlandırılan koruyucu dış ticaret politikası ile güdülen başlıca amaçlar aşağıda ayrı ayrı ele alınmıştır.
Dış Ticaret Hadlerinin İyileştirilmesi Bazı ürünlerin ithalatını ya da ihracatını gümrüğe bağlamak ya da gümrük oranlarını yükseltmek, doğuracağı sonuçlar açısından dış ticaret hadlerini iyileştirmek için başvurulan bir yoldur. Buna göre ithalatı ya da ihracatı sınırlayan bir gümrük uygulaması, ihraç malları dış fiyatlarının yükselmesine, kimi zaman ithal malları dış fiyatlannın düşmesine yol açarak ticaret hadlerinin düzelmesini sağlayabilir. Gerçekten de ithal edilen bir ürünün gümrük vergisi arttığı zaman yurtiçi fiyatı yükseleceğinden, ithalatı azalacaktır. Bu durumda ilgili malı üreten ülke, ihracat düzeyini sürdürmek için ihraç fiyatını, getirilen vergi kadar azaltmak zorunda kalacaktır. Öte yandan ihracata konulan bir gümrük vergisi, bu malın dış talebinin değişmediği varsayımı altında, ihraç malının dış fiyatını yükseltecektir. Sonuçta bir yandan ithal mallannın dış fiyatları düşerken, öte yandan ihraç mallarının dış fiyatı yükselecek ve ticaret hadleri düzelecektir. İthalat ve ihracata konulan gümrüklerin dış ticaret hadlerini hangi yolla iyileştireceğini I f ^ l tartışınız.
SIRA SİZDE^)
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
148
Böyle bir ticaret politikasının yürütülebilmesi her şeyden önce ilgili ülkenin söz konusu ürünler üzerinde alıcı tekeli (ithalatta) ya da satıcı tekeli (ihracatta) gücüne sahip olmasına bağlıdır. Oysa azgelişmiş ülkelerin dünya pazarlarındaki güçleri çok önemsiz olduğu gibi, sunum eğrileri de genel olarak esnektir. Bu nedenle azgelişmiş ülkelerin belirtilen yolla dış ticaret hadlerini düzeltebilmeleri çok zayıf bir olasılıktır. Böyle bir politika olsa olsa, kendi ihraç ya da ithal pazarlan üzerinde önemli etkileri bulunan ülke ya da ülke grupları için başarılı olabilir.
Yatırımların Artırılması Özellikle tüketim malları ithalatını, yüksek gümrüklerle ve/ ya da kotalarla sınırlamanın bir amacı da, yurtiçi tasarrufları dolayısıyla yatırımları artırmaktır. ^
DİKKAT
j
Bilindiği gibi azgelişmiş ülkelerde tasarrufların yetersiz olması, bu ülkelerin yatırım hacmini sınırlamakta, bu da iktisadi gelişmenin istenilen hızda olmasını engellemektedir. Yatırımların ve bundan da önce tasarrufların artırılabilmesi için, tüketim malları ithalatının kısıtianması sonucunda ithal mallarına harcanmayan gelirin, başka tüketim mallarına yönelmemesi gerekir. Oysa bu ülkelerde genellikle ithal mallanna gitmeyen harcamalar, yurt içinde üretilen lüks tüketim mallarına yönelme eğilimindedir. Dolayısıyla tasarruflarda beklenen artış sağlanamamaktadır. Öte yandan talebin yerli tüketim mallarına yönelmesi, ekonomideki kıt kaynakların üretim malı üreten sanayilerden tüketim malları üreten sanayilere kaymasına neden olabilir. Bu da, iktisadi kalkınma açısından büyük önem taşıyan öbür kesimlerdeki yatırımları azaltır. Dolayısıyla ithal kısıtlamaları yoluyla, tüketim malları, yerine yatırım mallarının ithalatının sağlanması yeterli değildir. Bu amaçla gidilen ithal kısıdamasında asıl sorun, yurtiçi tasarruf oranının artırılıp artırılmamasıdır. Bundan başka ithalat sınırlamalarının, sadece ithalatın bileşimini değil, ihracatı da etkileyebileceği göz ardı edilmemelidir. Böyle bir politika uygulaması, kaynakların ihraç edilebilir mallar üretiminden çekilmesine ve bu kesimin daralmasına yol açabilir. Bu da, ülkenin ihracat gelirlerinin azalması sonucunu doğurur. Bu nedenlerle ithal kısıdamalarının, yatırımları yönlendirecek amaca uygun iç önlemlerle birlikte yürütülmesi durumunda başarılı olabileceği söylenebilir.
Yabancı Sermaye Yatırımlarının Artırılması Azgelişmiş ülkelerin koruyucu politika uygulamalarıyla, ülkeye yabancı sermaye girişlerini de artırabilecekleri ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre, azgelişmiş ülkeler koruma yoluyla mal hareketlerini önlerken, faktör, özellikle de sermaye hareketlerini özendirebilir ve sermaye birikimini hızlandırabilir. Bu görüşe göre, gümrüklerin yükseltilmesi ilgili ekonomide esasen kıt olan üretim faktörünü daha kıtlaştırır. Çünkü yükseltilen gümrükler, çoğunlukla o ekonomide kıt bulunan üretim faktörünün yoğun olarak kullanıldığı sanayilerin ürünleri ile ilgilidir. Azgelişmiş ülkelerde kıt faktör; sermayedir. Buna göre, sermaye-yoğun bir sanayi gümrüklerle korunduğunda, bu sanayiinin ürünlerinin fiyatı emekyoğun sanayilerin ürünlerine oranla yükselecektir. Bu durumda, korunan sanayie bir faktör akımı olur. Bu sanayide emek arzı, sermaye talebi, sermayenin marjinal verimliliği ve buna bağlı olarak sermayenin fiyatı artacak, emeğinki düşecektir. Bunların sonucunda bu ülkeye, sermaye bakımından zengin ülkelerden bir sermaye akımı olacaktır.
Ünite 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
149
Bu konuda bir başka görüş de şöyledir: Azgelişmiş bir ülke gümrük duvarlarını yükselttiği zaman gümrükleri artan ürünlerin yabancı üreticiler, bu ülkeye tamamlanmış mal satmak yerine, bu malı gümrük duvarlarının arkasında üretmeyi yeğleyebilirler. Yani üretim yerini azgelişmiş ülkeye kaydırırlar. Böylece yabancı sermaye, hem malını gümrüksüz olarak yurtiçi pazara satmış ve hem de yüksek gümrükler nedeniyle dış rekabetten kurtulmuş olur.
Yeni Kurulan Sanayilerin Korunması Yavru Sanayiler ya da Genç Sanayilerin korunması biçiminde de ifade edilen yeni kurulan sanayilerin korunması amacıyla uygulanan politika, dış ticareti ilgilendirdiği kadar, belki de ondan daha çok ülkenin sanayileşme stratejisi ile ilgilidir. Statik karşılaştırmalı üstünlükler görüşüne karşı ileri sürülen bu görüşe göre, sahip olduğu maliyet yapısı açısından bugün üstünlük göstermeyen bir sanayi, belli bir süre korunursa, giderek artan deneyim ile başlangıçtaki güçlükleri yenecek ve maliyetlerini düşürecektir. Sanayi böylece, belirli bir süre sonunda karşılaştırmalı üstünlüğe ulaşabilecektir. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkelere baktığımızda, bunların sanayileşme hareketine aynı dönemde başlamadıklarını biliyoruz. Özellikle çoğu az gelişmiş ülke, sanayileşme sürecinde daha ileri aşamalara gelerek, uluslararası alanda rekabet edebilecek güce sahip olabilecekleri halde, çeşitli olumsuz etkenler nedeniyle sanayileşmede gecikmişlerdir. İşte bunun sonucunda, iktisadi kalkınma sorununu çözmeye çalışan azgelişmiş ülkeler, mevcut uluslararası ekonomik ortama daha uygun koşullarda katılabilmek için sanayilerini korumak gereğini duymuşlardır. Statik karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı ihracatta uzmanlaşma yerine, modern büyüme kuramına dayalı bu tür sanayileşmeye, gelişme ya da kalkınma literatüründe ithal ikamesi stratejisi adı ve...
_
,
. , . , . , . , . . . . , , ,
.
.
.
.
.
.
nlır. Bu konu ilende, ilgili ünitede daha geniş olarak ele alınacaktır.
¡ , h a l ¡Karnesi: Genel olarak toplam arz içindeki ithalat payının azaltılması ve azaltılan ithalatın yerini yerli
Sektörler Arası Faktör Fiyat Farklarının Giderilmesi Koruma lehine ileri sürülen görüşlerden biri de azgelişmiş ekonomilerde sanayi ile tarım kesimindeki faktör fiyatiarı ile ilgilidir. Buna göre azgelişmiş ekonomilerde, faktör fiyatlan ve dolayısıyla üretim maliyederi sanayi ve tarım kesiminde büyük farklılık gösterir. Tarım kesiminde emeğin verimliliği sanayie oranla çok düşüktür. Bu durumda, emeğin düşük verimli olduğu tarım kesiminden yüksek verimli olduğu sanayi kesimine aktarılması, hem sınai üretimi arttıracak, hem de reel gelir düzeyini yükseltecektir. Korumasız bir ticaret ortamında, sınai ürünler serbestçe ithal edilebileceği için, emeğin sanayie aktarılması mümkün değildir. Oysa sanayi ürünleri ithalatı gümrükler yoluyla kısıtianırsa, yani sanayi korunursa, emeğin bu aktarımı sağlanabilir. Uygulanacak korumanın, gümrük vergisi biçiminde mi yoksa sanayide geçerli olan ücretlere prim ödemek biçiminde mi olacağı tartışmalıdır, ikinci yol tercih edilirse serbest ticaret korunmuş olacak ve ücret farklılığı da giderilmiş olacaktır. Eğer bu uygulanamıyor ise, bu taktirde gümrük vergilerinin bu farklılığı gidermesine çalışılmalıdır.
üretimin almasıdır
150
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Dışsal Ekonomilerden Yararlanılması
(DİKKAT FİSi
Bilindiği gibi, dinamik dışsal ekonomiler, kesimler arası bağlılık nedeniyle bir kesimin, öbür kesimlerde meydana gelen değişmelerin yarattığı maliyet düşürücü ya da talep arttırıcı etkilerden yararlanması ile ilgilidir. Maliyet düşüşü; ölçek değişmesinden, verimlilik artışlarından ya da teknolojik yeniliklerden kaynaklanabilir. Genişleyen sanayiinin ürettiği ürünlerinfiyatları,maliyetlerindeki azalış nedeniyle düşecektir. İşte bu ürünü girdi olarak kullanan öbür sanayilerin de maliyetleri -kendileri dışında oluşan gelişmeler nedeniyle-, düşerek kârlılıkları artacaktır. Görüldüğü gibi, dışsal ekonomileri yaratma ve bundan yararlanma derecesi, üretim alanları arasındaki girdi-çıktı ilişkisinin yoğunluğuna bağlıdır. Bu açıdan sanayi kesiminin tarıma göre daha üstün olduğu açıktır. Ayrıca sanayi kesiminin kimi alt dalları, bu bakımdan öbürlerine göre daha üstün olabilir. Bu tür dışsal ekonomiler yaratan sanayilerin korunması, giderek öbür sanayilerinin de kurulup gelişmesine ön ayak olacaktır. Azgelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınma çabalarının yoğunlaşmasıyla birlikte dış açığın sürekli bir büyüme içine girmesi, ithalatın hem yüksek gümrük vergileriyle ve hem de miktar kısıtiamalarıyla azaltılmasını gerektirmiştir. Ülke ekonomisi gümrükler yanında sübvansiyonlar yoluyla da korunmaya ve geliştirilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan uygulanacak koruma derecesi, üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Düşük dereceli bir koruma politikası, sanayileşme açısından yetersiz kalacağı gibi, yüksek koruma derecesi, sağlıksız bir sanayileşmeye ve kaynak israfına yol açabilir. Koruma derecesi sadece sanayileşme açısından değil, azgelişmiş ekonominin döviz darboğazı açısından da büyük önem taşır. Çok yönlü böyle bir aracın kullanılmasında; ticaretin serbest olmasının hangi koşullarda optimaliteden sapmaya neden olacağının, ne tür müdahalenin optimal olacağının, müdahale derecesinin ne olacağının ve son olarak hangi malların ne biçimde korunacağının açıklığa kavuşturulması gereklidir. Bu sorunların aydınlatılmasında, genel ilkelerden çok, ilgili azgelişmiş ekonominin gelişme düzeyi ve gelişme potansiyelinin dikkate alınması kaçınılmazdır.
Dış Ticarete Müdahale Araçları Devleder, öteden beri iç ve dış ekonomik dengesizliklerin giderilmesi, yerli sanayiinin ve ürünlerinin dış rekabete karşı korunması, hazineye gelir sağlanması gibi çok çeşidi nedenlerle dış ticarete müdahale etmişlerdir. Devletin dış ticarete müdahalesi denildiğinde ilk akla gelen araç, gümrük tarifeleridir; bunu ithalat kotaları ve yasakları izler.
Gümrük Tarifeleri Devletin, belirli amaçları elde etmek için dış ticarete müdahale etmede en çok kullandığı araçlardan en başta geleni gümrük tarifeleridir. Gümrük tarifeleri, bir ülkeden ihraç edilen ya da bir ülkeye ithal edilen malların ülkeye giriş ya da çıkışında alınacak vergi oranını gösteren bir cetveldir. Günümüzde ihraç mallarından alınan gümrük vergileri önemini kaybettiğinden, gümrük tarifesi, artık ithal vergisi anlamında kullanılmaktadır. Vergi ifadesi yerine tarife kelimesinin kullanılmasının nedeni ise, gümrüklerde hangi mallardan ne kadar ya da ne oranda vergi alınacağının liste şeklinde belirtilmesi geleneğidir.
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
151
Gümrük tarifelerinin, tarifeyi uygulayan ekonomi üzerinde birçok olumlu etkisi görülür. Bu etkilerden en önemlileri yukarıda da değinildiği gibi yerli sanayii dış rekabete karşı koruması Cüretim etkisi), ithal mallarının pahalılaşması nedeniyle tüketimin azalması (tüketim etkisi), hazineye gelir sağlaması (gelir etkisi), gelirin tüketiciden üreticiye yönelmesini sağlaması (bölüşüm etkisi) ve nihayet döviz giderlerini azaltmasıdır (dış ticaret etkisi). Tüm bu etkileri bir kısmi denge analizi çerçevesinde Uluslararası İktisat kitabınızın Gümrük Tarifeleri ünitesinde ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.
DİKKAT
*
D
İthalat Kotaları ve Yasakları Uluslararası ticari ilişkiler günümüzde oldukça yoğunluk kazanmıştır. Devletin dış ticaret alanına müdahalede kullandığı en yaygın araç, yukarıda ayrıntısıyla gördüğümüz gümrük tarifeleridir. Tarife dışı araçlar ya da engeller listesine ithalat kotalanndan tümden yasaklamaya, döviz kuru denetiminden fark giderici vergilere, gönüllü ihracat kısıtlamalanndan ihracat sübvansiyonlarına, görünmez engellerden devletin dış ticaret yapısına müdahaleye kadar değişen pek çok araç ve yöntem girmektedir. Biz burada bunlardan, sadece ithalat kotaları ve yasaklarını ele almakla yetineceğiz. İthalat kotaları, ithal edilecek mal miktarının ya da değerinin sınırlı tutulmasıdır. Belirli bir süre için belirlenen bu kota uygulamasında, aynı zamanda ithal edilen mallardan gümrük vergisi de alınmaktadır. Belirli bir süre için belirlenen kotanın global kota, tahsisli kota ve gümrük tarife kotaları gibi üç çeşidi vardır. Global kota, ithalatın hangi ülkelerden ve kimler tarafından yapılacağı konusunda bir açıklık içermez. Bu kotalar uygulamada çeşitli denetim ve dağıtım güçlüklerine neden olur. Tahsisli kota ise, global kotamn sakıncalannı ortadan kaldırmak için, kotanın ithalatçıları arasında belirli bir kritere göre dağıtılmasını sağlamaktadır. Bu da lisans sistemi ile olur. Lisans, kotaya tabi malı ithal edebilmesi için ithalatçıya verilen özel izin belgesidir. Bir diğer kota türü gümrük tarife kotalandır. Gümrük tarife kotaları, global ve tahsisli ithalat kotalannın sakıncasını ortadan kaldırmak için izlenen bir kota uygulamasıdır. Bu kota uygulamasında kota, miktar ve gümrük tarifesi ile birlikte uygulanır. Daha açık bir deyişle burada belli bir kota çerçevesinde malların indirimli gümrük tarifesinden, kota dolunca da normal tarifeden ithali söz konusudur. Kotalann etkileri genelde gümrük tarifelerine benzer. Yerli sanayie sağladığı koruma ve dış ödemeler açığını kapatma açısından kota, gümrük tarifelerine göre daha etkilidir. Tüketim ile bölüşüm etkisi, gümrük tarifeleriyle aynıdır. Gelir etkisi yönüyle, kota ve gümrük tarifeleri birlikte kullanıldığından, önemli bir fark olmamasına karşın, miktar kısıtiaması nedeniyle ithal malları fiyatiarı aşırı yükseleceği için, ithalatçılar çok önemli kârlar elde edebilirler. İthal izni sağlayan ithalatçıların tekel oluşturarak yüksek kârlar elde etmeleri, haksız kazanç kaynağı oluşturur. Bu yolla dünya fiyatı ile yurtiçi fiyatı arasındaki farktan kaynaklanan ve kota rantı olarak adlandınlan bu kazanç, ithalatçıya ya da ithalatı devlet yapıyorsa devlete gidebilecektir. Kotalar ile gümrük tarifeleri arasındaki farka gelince; kotalar, tarifelerin tersine fiyat mekanizmasının serbestçe işleyişini ortadan kaldıran araçlardır. Kotaya tabi bir malın ithalatını kota sınırı üzerinde artırma olanağı yoktur. Oysa gümrük vergisine tabi bir mala talep olduğu sürece talep yüksek fiyatlardan da olsa karşılanabilir. Aynca kotaların ithal malların fiyadarını aşırı yükselterek karaborsa ve kaçakçılığı özendirme, dış ticarette belirsizliği arttırma, yoğun bürokratik masraflar gerektirme, yurtiçi gelir dağılımını bozma gibi çeşitli sakıncaları vardır.
İthal edilecek mal miktarının ya da değerinin sınırlı tutulmasına ithal kotaları denmektedir.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
152
İthalat yasakları, hükümet kararıyla, belirli malların ülkeye girişinin kesinlikle engellenmesi anlamına gelir, ithalatı kısıtlayıcı önlemlerin en katısı olan ithalat yasaklarına ekonomik, politik, sağlık ve ahlaki nedenlerle de başvurulabilir, ithalatı yasaklamaya gidilmesinin ekonomik nedenleri arasında, dış ödemeler açığının kapatılması ve yerli sanayiinin korunması sayılabilir. Politik yasaklamada ise; kimi ülkenin mallarının ülkeye girişine engel konabilir ya da ülkenin anayasal rejimine aykırı olan yayınların ülkeye girişi yasaklanabilir. Ahlaki nedenlerle de kimi yayınların ülkeye girişi engellenebilir. Ayrıca sağlık nedeniyle uyuşturucu maddeler başta olmak üzere çeşidi malların ülkeye girişleri yasaklanabilir. Devletin dış ticarete müdahale araçlarından hangisi piyasa ekonomisi düzenine en uygun olanıdır?
D ü n y a T i c a r e t i n i n Y e n i Yapısı, Y e n i D ü z e n l e m e G i r i ş i m l e r i Yeni Korumacılık
c
rüj
Yeni korumacılık: Sanayileşmiş ülkelerde, özellikle 1970'lerin ikinci yarısında önem kazanan ve tarife dışı ithalat kısıtlamalarının yaygınlaşması biçimini alan dış ticaret politikalarıdır.
Gelişmiş ülkelerin uyguladıkları ve adına "yeni korumacdık" denilen bu girişimlerin ayrıntısına girmeden önce kimi ön bilgileri vermekte yarar vardır. Gelişmekte olan bir grup ("yeni sanayileşen") ülke son yıllarda önemli ölçüde sanayi malları üreticisi ve ihracatçısı konumuna gelmişlerdir. Bu arada 1970'den 1986'ya kadar bu ülkelerden yapılan toplam ihracat, üçte iki oranında artış göstermiştir. Sanayi malları ihracatı ise yıllık ortalama yüzde 12 oranında bir büyüme ile altı kat artmıştır. Bu sanayi malları ihracatının büyük kısmı sanayileşmiş ülkeler pazarına gitmektedir, ihraç ürünleri tekstil, hazır giyim ve ayakkabıdan, ahşap panel, makine, elektronik eşya, kimya ve otomobile kadar uzanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin hazır giyim ihracatı, sanayileşmiş ülkelerin toplam ithalatı içinde yüzde 47 oranında bir paya sahiptir. Emek-yoğun sanayi dallarında Asya ve Latin Amerika'daki yeni sanayileşen ülkelerin gelişmiş ülke pazarlarına girmede gösterdikleri başarı ve Japonya'nın ihracat dinamizmi yeni korumacılık diye adlandırılan bir eğilimin doğmasına neden olmuştur. Bu eğilimin arkasında yatan düşünce, yeni değildir. Gelişmiş ülkeler, artık dünya pazarlarında eskisi gibi kolayca rekabet edemeyen sanayi dallarındaki olumsuzluğu gidermeye çalışmaktadırlar. ABD ve Avrupa'da tekstil, hazır giyim, ayakkabı, kimya, çelik ve otomobil gibi sanayi dalları, Asya ve Latin Amerika'da üretilen, kaliteli ve düşük maliyetli ürünlerin artan rekabeti ile karşı karşıyadırlar. Yeni sanayileşen bu ülkelerde artık işçiler ve yöneticiler, yaparak öğrenme yoluyla sanayilerini nasıl daha verimli çalıştırabilecekleri hakkında bilgi sahibi olmuşlardır. Başka bir deyişle böylece, emek-yoğun ve doğal kaynağa bağlı sanayi dallannda karşılaştırmalı üstünlük, gelişmekte olan ülkelere geçmiş bulunmaktadır. Yeni korumacılık önlemlerinin altındaki düşünce gerçekte eski ve evrenseldir. Yeni olarak görünenler, izlenen yöntemlerdir. Eskideki korumacılık günümüzdekinden çok daha güçlü ve yıkıcı olmuştur. O yıllarda egemen olan yöntem, özellikle yüksek gümrük vergileridir, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan bir dizi pazarlık görüşmeleri sonucunda gümrük tarifeleri bir çok ticaret alanında çok düşük düzeylere indirilmiştir. Ancak yine de sanayileşmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerden yaptıkları ithalata uyguladıkları gümrükler, kendi aralarındaki ticarete
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
uyguladıklarından, daha yüksek düzeylerde kalmıştır. Bütün bu gelişmeler sonunda dünya ticaret düzeninde ortaya çıkan, özellikle gümrük tarifeleriyle dünya ticaretinin daraltmasına yol açan eğilimlerin önüne geçmek amacıyla, "Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması" (GATT) adıyla bir kurum oluşturulmuştur. GATT/1994'ten itibaren Dünya Ticaret Örgütü olarak faaliyetierini sürdürmektedir. Gelişmiş ülkeler, düşük gümrük tarifeleri ve GATT'ın getirdiği kurallarla zor durumda kalan sanayilerini korumada büyük zorluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Bunun üzerine, 1960'lardan başlayarak ABD ve Avrupa Birliği (o zamanlar Avrupa Ekonomik Topluluğu), "Gönüllü İhracat Kısıtiaması" (Voluntary Export Restrictions) adı verilen ve tekstil, otomobil ve çelik gibi kimi malların ihracatının kısıtlanmasını içeren bir düzenlemeyi özellikle Japonya ve gelişmekte olan ülkeler ile tartışmaya başladılar. Böylece bu yeni mekanizma, daha geleneksel olan ve bütün ülkeler tarafından öteden beri uygulanan tarife dışı engellere eklenmiş oldu. Bu engeller, genel olarak tek taraflı miktar kısıtlamaları, paketieme, etiket, sağlık denetimi gibi görünüşte tüketiciyi korumaya yönelik ama aslında yerel üreticiyi rekabetten korumaya yönelik kalite standartlarıyla ilgili düzenlemeleri içermektedir. Gönüllü ihracat Kısıtiaması ve Tarife Dışı Engellerin ticareti azaltıcı rol oynadığı açıktır.
Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri Gümrük tarifelerini indirmek üzere gerçekleştirilen savaş sonrası görüşmeler yorucu, güç, ama başarılı olmuştur. Fakat yeni korumacılık uygulamalarını durdurmak için yapılan pazarlıklar daha da zor geçmiştir. Daha geniş ticaret serbestisi için yapılan en son girişim, GATT çatısı altında yapılan Uruguay Round görüşmeleri olmuştur. Bu toplantılarda üye ülkelerden gelen görüşmeciler çok değişik alanlardaki ticari kısıtlamalan kaldırmak için uğraş vermişlerdir. Bu görüşmelerde birinci olarak, tarımda ABD, Avustralya ve diğer ihracatçılar özellikle Avrupa Birliğinin çiftçilere verdiği sübvansiyonun azaltılması üzerinde durmuşlardır. Gelişmekte olan ülkeler şeker, et ve diğer tarımsal ürünler üzerindeki sanayileşmiş ülkelerin uyguladığı kısıtiamaların kalkmasının kendileri için önemli olduğunu vurgulamışlardır, ikinci görüşme alanı tekstil olmuştur. Gelişmekte olan ülkeler, 1960'lı yıllardan bu yana tekstil ve hazır giyim üzerinde uygulanmakta olan kısıdamalann kalkmasını talep etmişlerdir. Üçüncü görüşülen konu, özellikle ABD'nin üzerinde durduğu banka ve sigortacılık, telekomünikasyon, taşımacılık, inşaat, turizm ve diğer kimi hizmetlerin ticaretini kısıtlayan engellerin kaldırılması olmuştur. Bu alanlar, tipik olarak kendi ulusal firmalarının rekabet edemeyeceğinden endişe duyan gelişmekte olan ülkeler tarafından ağırlıklı olarak korunan alanlardır. Gündeme getirilen dördüncü konu, gelişmiş ülkelerdeki üreticilerin, Avrupa ve Kuzey Amerika'da çok sıkı biçimde korunan patent, marka ve diğer fikri mülkiyet haklarına gelişmekte olan ülkelerin de uymasını istemeleri olmuştur. Bu görüşmelerde son olarak, gelişmiş ülkeler, kendi fırmalannın gelişmekte olan ülkelerde yapacakları yatırımların önündeki engellerin kaldınlmasını talep etmişlerdir.
Ticaret Blokları 1990'lı yıllarda ticari düzenlemeler çok hızlı biçimde değişime uğramıştır. Doğu Avrupa ticaret bloğu COMECON, eski Sovyetler Birliği ve onun çevresinde yer alan ülkelerde meydana gelen politik ve ekonomik reformların etkisinde kalmıştır. COMECON çökerken, komşusu Avrupa Birliği, ortakları arasındaki bağları daha da
153
154
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
güçlendirme çabasına girmiştir. Kanada ile serbest ticaret bölgesi yaratan Amerika Birleşik Devletleri, Meksika'yı da içine alan NAFTA'yı, açık ifadesiyle Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi'ni oluşturmuştur. Benzer bir bütünleşme, zaten Japonya'nın ticaret, yatırım ve yardım egemenliğinde olan Doğu Asya ülkeleri arasında söz konusudur. Pasifik Ülkeleri Serbest Ticaret Bölgesi (APEC) diye anılan oluşuma ABD'de destek vermiştir. Bu yeni ortaya çıkan ticaret blokları GATT tarafından yürütülmekte olan global düzeydeki karşılıklı ticaret düzenlemelerinin yerini almaya başlamıştır. Tüm dünyada bu dönüşümler ortaya çıkarken gelişmekte olan ülkelerin bundan nasıl etkileneceği, en çok sorulan sorulann başında gelmektedir. Bu sorunun cevabı bir çok değişkene bağlıdır: Avrupa Birliği her zaman özellikle eski sömürgeleri olan Afrika ve Karayiplerden gelen ihracat lehine tercih göstermiş ve hiç bir zaman gelişmekte olan ülkelere karşı ABD ve Japonya kadar korumacı olmamıştır. Kimi gözlemciler 1992 yılından sonra Avrupa'nın daha korumacı olduğunu öne sürmekte iseler de, Avrupa'nın kendi içindeki uyum sürecinin dış dünyaya daha kapalı olmak anlamına gelip gelmeyeceği hala tartışılmaktadır. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi'nden en çok yarar sağlayacak ülke Meksika gibi görünmektedir. İlginçtir, büyük nüfuslu Güney Asya ülkelerinden Bangladeş, Hindistan ve Pakistan'ın adı bu yeni ortaya çıkan ticaret bloklarının hiç birinde geçmemektedir. Yukarıda belirtilen bu üç geniş ticari blok, bütün ülkeler için belirsiz bir ortamın doğmasına yol açmıştır. Dünya ticareti üzerindeki olabilecek değişiklikler ile ilgili olarak günümüzde, güvenilir bir tahminde bulunmak güçtür. Ancak ticaret yönlerinin değişmesi ve blok dışında kalan ülkeler aleyhine, anlaşma kapsamı içinde olan ülkelerin lehine dinamik yararların eşitsiz dağılımı gibi sonuçlar çıkması olasılığından söz edilebilir. Bu ticari blokların gelişmekte olan ülkeler nezdinde kayıplara yol açma tehlikesi olasılığına karşı, bu ülkelerin de kendi aralannda yeni ticari düzenlemelere gitmeleri söz konusu olabilir. Böyle bir oluşum, GATT ya da yeni adıyla Dünya Ticaret Örgütü CWTO)'nün organizasyonu altında karşılıklı ticaretin güçlenmesine ve ticaret bloklarının öneminin azalmasına neden olacak dünya çapındaki reformlar için alternatif bir itici güç olabilir.
Döviz Kuru Sistemi ve İktisadi Kalkınma Değişik ulusal paralar arasındaki değişim oranına, yani yabancı paranın bir (kimi zaman yüz) biriminin ulusal para cinsinden fiyatına ya da ulusal paranın yabancı paralar cinsinden değerine "döviz kuru" denir.
Azgelişmiş ülkelerin dış ticaret ile ilgili temel sorunlarından birisi de, döviz kuru sistemi ve bununla ilgili politikadır. Döviz kuru sistemi, bir ülkenin döviz gelirleriyle döviz giderleri arasında belli bir dengeyi korumak amacıyla alınan önlem ve düzenlemeleri içerir. Ulusal paranın yabancı paralar cinsinden değeri olan döviz kuru, öte yandan yabancı paranın ulusal para cinsinden fiyatı olduğuna göre, yabancı para arz ve talebine göre oluşacaktır. Azgelişmiş ülkeler yukarıda görüldüğü gibi, ihracat gelirlerini istenen ölçüde artıramadıkları, buna karşın ithalat artışlarını da önleyemedikleri için, giderek genişleyen bir döviz açığı ile karşı karşıyadırlar. Döviz açığı baskısı, bu ülkelerin uygun döviz kuru sistemi uygulamalarına engel olmaktadır. Çünkü azgelişmiş ülkeler döviz açığını yapay olarak önlemek için, ithalatı gümrük vergileri ve kotalar yoluyla sınırlamak, yani döviz talebini kısıdamak ve döviz kullanımını kontrol etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu önlemler ise, denge döviz kurunun ortaya çıkmasına engel olmakta ve giderek döviz açığının daha da genişlemesine yol açabilmektedir. Öte yandan sanayileşme politikasının gereği olarak, sözü edilen ithalatı kısıtlayıcı bu önlemlerle birlikte, ulusal paranın yabancı paralara göre olduğundan daha
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
155
fazla değerlendirilerek belirlenen döviz kuru, bir yandan haksız kazançların doğmasına neden olurken, öte yandan kaynakların yanlış dağılımına ve ihracatın gerilemesine yol açabilmektedir. Bu nedenlerle, döviz kurunun pazar koşullanna göre oluşmasına ortam hazırlanması ileri sürülür. Böylece yukarıda belirlenen olumsuzluklar giderilmiş olacaktır. Döviz kuru sisteminde bu yönde alınacak önlemlerin temelinde, ülkenin sanayileşme stratejisi ile ilgili tercihlerin yattığı unutulmamalıdır. Özellikle ihracatın özendirilmesi ve dolayısıyla ihracata yönelik bir sanayileşme yapısının kurulup geliştirilmesi amacını temel alan tercihlerde, ulusal paranın değil, yabancı paralann olduğundan fazla değerlendirilmesi eğilimi ağır basar. Böylece ithalat daha pahalı kılınırken, ihraç fîyadarının uluslararası pazarda düşük olması ve ihraç gelirlerinin arttırılması amaçlanmış olur. Ne var ki, yabancı parayı olduğundan daha fazla değerlendiren döviz kurları yoluyla, azgelişmiş ekonomilerin döviz açığını giderebilmeleri, gerçekleşmesi son derece kuşkulu bir dizi koşulların varlığına bağlıdır. Burada ayrıntısına girilmeyecek olan bu koşullar; azgelişmiş ülkelerin ihraç ürünlerinin niteliğiyle, ithaladarın yapısıyla, iç ekonomik yapılarıyla ve belirli ölçüde öbür ekonomilerin davranışlarıyla ilgilidir.
Azgelişmiş ülkelerde döviz kurunun belirlenmesinde niçin devlet müdahalesi gereklidir?
• f ^ f l
SIRA SİZDE^)
156
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Özet Klasik Kurama göre kalkınma 1^
ve dış ticaret
arasın-
daki ilişki nedir?
Kalkınma
ekonomisi açısından
2Y tünlüklerKuramı
ne ifade
Karşılaştırmalı
Üs-
etmektedir?
İktisat kuramında iktisadi kalkınma ile dış ticaret
Klasik Kurama göre bir ülke kendi karşılaştırmalı
arasında sıkı bir ilişki olduğu fikri oldukça eskidir.
üstünlüğünün olduğu alanlarda uzmanlaştığı ve
Örneğin A. Marshall, "ülkelerin iktisadi kalkınmala-
uluslar arası değişim oranına göre ticaret yaptığı
rını belirleyen faktörlerin dış ticaretin incelemesiyle
takdirde, reel gelirinde artış olur. Bu görüşe göre
bulunacağını" ifade etmiştir. Buna rağmen dış tica-
gelişmiş ve azgelişmiş ekonomiler arasında, karşı-
retin iktisadi kalkınmaya olan etkisinin her zaman
laştırmalı üstünlüklere göre yapılan ticaret, taraflara
olumlu olup olmayacağı konusunda büyük tartış-
yarar getirecektir. Başka bir deyişle böyle bir iş bö-
malar vardır. Klasik Kuram, iktisadi kalkınmada dış
lümü sonucunda, ticarete katılan her ülke gelişecek
ticaretin önemli bir yeri olduğuna ve ekonomik kal-
ve daha çok zenginleşecektir.
kınmanın dış ticareti geliştirmekle sağlanacağına inanır. Birçok iktisatçı 19.yüzyılın iktisadi kalkın-
Karşılaştırmalı
masında dış ticaretin oynadığı önemli role bakarak
leştirilmesi neyi ifade
dış ticareti "kalkınmanın motoru" olarak nitelendir-
Kimi iktisatçılar klasik dış ticaret kuramı ve onun
miş ve "dış ticaret yaparak kalkınma" kuramım ge-
dayandığı karşılaştırmalı üstünlükler ilkesini, içer-
Üstünlükler Kuramının
Dinamik-
etmektedir?
liştirmişlerdir. Buna karşılık birçok iktisatçı da ge-
dikleri unsur ve varsayımlar ve de uygulamadan
çen yüzyılın deneyimine bakarak 20.yüzyılın azge-
kaynaklanan kimi olumsuz gelişmelerden ötürü çe-
lişmiş ekonomilerine "dış ticaret yoluyla kalkınma"
şitli yönlerden eleştirmişlerdir.
önerisinde bulunulamayacağıni; çünkü bu ülkeler
Ne var ki, gerek bu eleştirilerin göz önünde tutul-
için dış ticaretin kalkındırıcı değil yoksullaştırıcı et-
masıyla, gerekse statik nitelikteki karşılaştırmalı üs-
kiler yarattığını öne sürmüşlerdir.
tünlükler ilkesinin dinamikleştirilmesiyle, başka bir
Myint, klasik kuramın iktisadi kalkınma ve dış tica-
deyişle klasik analizin kalkınma sürecine uydurul-
ret arasmdaki ilişkiyi ele alış biçimi yönünden üç
masıyla; iktisadi kalkınma ile dış ticaret arasında
gruba ayrılabileceğini belirtmiştir. Buna göre klasik
kalkınma politikalanna ışık tutabilecek analitik so-
dış ticaret teorilerini;
nuçlar elde edilebilir.
• Fazla üretim için pazar
Bu amaçla, kalkınma süreci çerçevesinde zaman
• Statik karşılaştırmalı maliyetler (ya da üstünlükler)
içinde ekonominin faktör donanımında, uygulanan
• Dinamik verimlilik kuramı olarak gruplandırabi-
teknolojide ve toplumun tüketim yapısında meyda-
liriz.
na gelen değişmelerin karşılaştırmalı üstünlükler
Dinamik verimlilik kuramı dış ticaret ile iktisadi kal-
kuramında ne tür yapısal değişiklikleri gerektirece-
kınmayı birbirine bağlayan kuramdır. Bu kurama
ği araştınlmalıdır. Böyle bir analiz, kalkınmanın sağ-
göre, dış ticaret nedeniyle piyasalar genişler, ulus-
lanmasında, kaynakların optimal bir biçimde dağı-
lararası uzmanlaşma artar, makine kullanımı ve tek-
lımı için en azından önemli ipuçlarını verebilecek
nik buluşlar hızla yayılır. Sonuçta, dış ticarete katı-
bir çerçeve getirecektir.
lan her ülke ekonomik yönden gelişip kalkınır. Bu haliyle klasik kuramı doğrulayan sayısız tarihsel örnekler bulmak mümkündür. Örneğin yünlü ve
Azgelişmiş Ülkeler açısından Karşılaştırmalı 4T
lükler Kuramı ne gibi sonuçlar
Üstün-
doğurur?
pamuklu dokuma ihracatı İngiltere'de; kereste İs-
Azgelişmiş ekonomilerin özellikleri dikkate alındığı
veç'te; sütlü ürünler Danimarka'da; buğday Kanada
takdirde, karşılaştırmalı üstünlükler kuramı faktör
ve Avustralya'da; optik aletler ve saat İsviçre'de ve
donanımı, talep yapısı, üretim yapısı ve teknolojik
son olarak ipek Japonya'da "öncü sektörler" olarak;
değişmeler açısından değerlendirilebilir. Bu arada
hem ilk gelişen ve hem de ekonominin diğer sek-
karşılaştırmalı üstünlüklere göre ticaret yaparak kal-
törlerini peşinden sürükleyerek ekonomik kalkın-
kınma modelinde, dış ticaret hadlerinin gösterdiği
mayı başlatan "ihracat sektörleri" olmuştur.
gelişme önemle üzerinde durulmağa değerdir. Azgelişmiş ülkelerde faktör kullanımı tam olmayıp açık ve gizli işsizlik yaygındır. Aynca yaratılan kapasite tam kullanılamaz. Bu arada tekelci eğilimle-
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
157
rin varlığıyla da, faktör fiyatları tam rekabet fiyatla-
gümrük tarifeleri olmak üzere kota ve yasaklama
rını yansıtmazlar.
gibi araçlarla kontrol altına almışlardır.
Öte yandan uluslararası ticareti doğuran unsurun
Özellikle son yıllara bakıldığında, dış ticareti kont-
tek başına faktör yoğunluklarının farklılığı olmayıp
rol altına almaya çalışan ülkeler, yalnızca gelişmek-
(bunun olduğu da Leontief Çelişkisi ile tartışılmış-
te olan ülkeler değildir. Eskiden sanayileşmiş ülke-
tır), iç talep ve gelir düzeylerinin de en az faktör
ler, kimi sanayi ürünlerinde karşılaştırmalı üstün-
yoğunluğu kadar etkili olduğu ortaya konulmuştur.
lükleri yakalayan yeni sanayileşmiş ülkelere karşı
Azgelişmiş ekonomilerin üretim yapısı sonucu, uz-
yeni bir korumacılık uygulamasına girmişlerdir.
manlaşacaktan ve ürünlerini ihraç edecekleri tarım-
Son yıllardaki bu ve benzeri dünya ticaretini daralt-
sal kesim çeşitli yönlerden bu ülkelerin iktisadi kal-
maya ve dolayısıyla ticaretin refah artırıcı etkisini
kınmalarını tek başma sağlamaktan uzaktır. Öte
azaltmaya yönelik uygulamalar, çeşitli uluslararası
yandan bizzat teknolojik değişmeler ticareti doğu-
örgütlerin çabaları ve bu arada yapılan toplantılarla
rabileceği gibi, bu değişmeler yoluyla üretim yapı-
kaldınlmaya çalışılmaktadır. Bu arada, yine son yıl-
sını iyileştirmek mümkün olabilecektir.
larda dünyada gözlenen dev ticaret bloklannın ulus-
Ticaret hadleri ile iktisadi kalkınma arasında karşı-
lararası ticarete etkileri konusunda yapılan tartış-
lıkla etkiler bulunur. Ticaret hadlerinin gelişimi ko-
malar da ilginçliğini sürdürmektedir.
nusunda ileri sürülen görüşler genel olarak, bu oranların uzun dönemde azgelişmiş ülkelerin aley-
Döviz kuru sistemi ile iktisadi kalkınma
hine geliştiği üzerinde birleşmektedir.
rilebilirmi?
Azgelişmiş ülkeler yönünden bu olumsuz gelişme-
Azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin genelde
nin temelinde, arz ve talep koşulları ile ekonomi-
ulusal ekonomi, ama özellikle dış ticaret ile ilgili te-
nin esnekliği ile ilgili faktörler yatmaktadır. Azgeliş-
mel sorunlarından bir de döviz kuru sisteminden
miş ülkeler, aleyhlerine gelişen ticaret hadlerini dü-
kaynaklanmaktadır. Bu ülkeler izledikleri kalkınma
zeltmek ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçlar-
stratejisi ve buna bağlı olarak ticaret politikaları ge-
dan sakınmak için uygun kalkınma politikaları be-
reği, yabancı paralar karşısında ulusal paralanın kimi
nimseme gereğini duymuşlardır.
ilişkilendi-
zaman aşırı kimi zaman da düşük bir biçimde değerlendirmektedirler. Fakat bu tür uygulamaların olum-
Koruyucu dış ticaret politikası ile iktisadi arasında
kalkınma
nasıl bir ilişki vardır?
Özellikle statik karşılaştırmalı üstünlükleri temel alan klasik serbest dış ticaret politikası, günümüz azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorununa çözüm getirmekte yetersiz kalmaktadır. Bu ülkeler, aleyhlerine gelişen dış ticaretten kazançlı çıkmak, en azmdan zararlı çıkmamak için dış ekonomik, özellikle dış ticaret ilişkilerinde bir dizi önlem alma gereğini duymuşlardır. Bir yandan ihracatlarını geliştirmeye çalışırken, öte yandan da ithalat yapılarını iktisadi kalkınmayı hızlandıncı yönde etkileme çabası içine girmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler gerek ihracatlarını özendirecek gerekse ithalatlarını korumacılık anlayışıyla yönlendirecek ekonomi politikası önlem ve araçlarını uygulamaya sokarken, temelde ekonomilerinin uzun dönemli dinamizmini ve sanayileşmesini amaçlamaktadırlar. Kalkınmalarını sağlamaya çalışan ülkeler kalkınma çabaları ile birlikte artan dış açıkların olumsuz etkilerini gidermek ve yukarıda ifade edilen amaçları gerçekleştirmek için, özellikle ithalatlarını başta
suz yan etkilerinin de ortaya çıktığı bilinmektedir.
158
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Kendimizi Sınayalım 1. Klasik dış ticaret kuramına göre, ticaretin ilgili ülkeler açısından etkisi aşağıdakilerden hangisidir? a. Yalnızca gelişmiş ülkeye yarar getirir. b. Yalnızca azgelişmiş ülkeye yarar getirir. c. Azgelişmiş ülkeye zarar getirir. d. Her iki ülkeye de yarar getirir. e. Gelişmiş ülkeye zarar getirir. 2. Aşağıdakilerden hangisi, azgelişmiş ülkelerin klasik dış ticaret politikası izlemelerinin olumsuz sonuçlarından biri değildir? a. İhracatın giderek artması b. İhraç pazarlarının istikrardan uzaklaşması c. Ticaret hadlerinin aleyhte gelişmesi d. Dış ticaret açıklarının büyümesi e. İhracatın birkaç ilkel malla sınırlı kalması 3. Aşağıdakilerden hangisi iktisadi kalkınma ile birlikte dış ticaret açığının genişlemesine neden olmaz? a. İthalatın artması b. Yatırımların yurtiçi tasarruflardan fazla olması c. İhracatın azalması d. Gösteriş tüketiminin artması e. Tasarrufların artması 4. İthal ikamesi, aşağıdaki görüşlerden hangisine uygundur? a. Serbest dış ticaret politikasına b. Dışa kapalı ekonomi politikasına c. Statik karşılaştırmalı üstünlüklere d. Modern büyüme kuramına e. Yabancı paraları aşırı değerlendiren döviz kuru politikasına 5. Leantief çelişkisi'ne göre, ABD'de yapılan bir araştırma sonucu ABD'nin ihracatı aşağıdakilerden hangisinde yoğunlaşmıştır? a. Sermaye-yoğun sanayi dalları b. Emek-yoğun sanayi dallan c. Bilgi-yoğun sanayi dallan d. Teknoloji-yoğun sanayi dalları e. İthalat-yoğun sanayi dalları
6. Aşağıdakilerden hangisi dış ticarete müdahale araçlarından biri değildir? a. Asgari ücret uygulaması b. Gümrek tarifeleri c. İthalat kotaları d. Döviz kuru denetimi e. Gönüllü ihracat kısıtlamaları 7. Bir ülkenin dış ticaret haddi aşağıdakilerden hangisine bağlı değildir? a. İhracatına olan talebin miktarına . b. İhracatına olan talebin gelir esnekliğine c. Ülkedeki nüfus miktarına d. İthalat talebinin miktarına e. İthalat talebinin gelir esnekliğine 8. Kotaya tabi mali ithal edebilmesi için ithalatçıya verilen özel izin belgesine ne ad verilir? a. Tarife belgesi b. Lisans belgesi c. Önizleme belgesi d. Gözetim belgesi e. Serbest dolaşım belgesi 9. Doğu Avrupa Ticaret Bloğu'nun adı aşağıdakilerden hangisidir? a. COMECON b. APEL c. AB d. LAPTA e. NAFTA 10. Aşağıdakilerden hangisi ilkel madde fiyatlarının sınai ürün fiyatlarına oranla gerilemesine yol açan nedenlerden biri değildir? a. Tarımsal ürün talebinin gelir esnekliğinin düşük olması b. Dev şirketlerin sanayi ürünlerinde monopolist davranmalan c. Sanayi ürünleri üreten ülkelerde sendikalaşmanın yaygın olması d. Tarımsal ürün arzının fiyat düşmelerine karşı inelastik oluşu e. Tarımsal ürün talebinin gelir esnekliğinin yüksek oluşu
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
Yaşamın İçinden U
:
48 Milyar Dolar ihracatı Nasıl Yaptık Biz? Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) kendi derlediği verilere göre Türkiye'nin 2003 yılında 47.9 milyar dolarlık ihracat yaptığını açıkladı önceki gün. Bu rakam aslında çok da şaşırtıcı değildi ama benim gibi bu noktaya nasıl gelindiğini yakından izlemiş olanlar için, Türkiye'nin neredeyse 48 milyar dolarlık ihracatı gerçekleştirmiş olması gene de ilginçti. Benim gazeteciliğe demir atmaya karar verdiğim ve Cumhuriyet gazetesinde ekonomi sayfası yapmaya başladığım 1981 yılında Türkiye ihracatım rekor bir sıçramayla % 62 artırarak 4.7 milyar dolara yükseltmişti. TİM verilerine göre 2003 yılının yalnızca aralık ayında gerçekleştirilen ithalat 4.9 milyar doları aşmış ve 1981 yılının yıllık ihracat rekorunu geride bırakmış. Bu gibi karşılaştırmalan yaparken doların o günkü değeriyle bugünkü değeri arasındaki farkları hesaba katmak, ayrıca "hayali ihracat" faktörünü de unutmamak katmak gerekiyorsa da bunlar Türkiye'nin 1980 sonrasında ihracat cephesinde kayda değer bir sıçrama yaptığı gerçeğini değiştirmiyor.
159
İhracattaki atılımın son aşaması ise 2001 kriziyle başladı ve 2000 yılında 28 milyar dolan bulmayan ihracatımız 2003 yılında 48 milyar dolara dayandı. Bir kez daha devalüasyon şokunu reel ücretlerdeki düşüşün izlediği ve iç pazarın daraldığı ortamda başlamıştı ihracat atılımı. İhracatın TL'nin değer yitirmediği ve iç pazarın daralmadığı 2003 yılında % 30'un üzerinde bir artış göstermesini ise kısmen doların değer kaybıyla açıklamak mümkündü ama hatırı sayılır bir artış yaşandığı da bir gerçekti. Üstelik Türkiye'nin ihracat pazarlarının fazla büyümediği bir ortamda gerçekleşmişti bu artış.
Güç ve Zaaflar Türkiye'nin 1980 sonrasındaki ihracat atılımını, bu alanda en başanlı olan ülkelerle karşılaştırdığımızda birkaç nokta dikkati çekiyor: Türkiye bu atılımı çok önemli miktarda yabancı doğrudan yatırım sermayesi çekmeden, büyük ölçüde kendi yatmmlanyla gerçekleştirmiş. Türk girişimcisinin dinamizmi ve esnekliği bu başarıda önemli rol oynamış, istikrarsız şartlarda bile ihracatı gerçekleştirebilmiş. Türkiye'de ücretlerin çok esnek olması ve kriz dönemle-
Atılımın Aşamaları
rinde reel ücret düşüşlerinin sineye çekilmesi Türkiye'nin
Türkiye ihracat cephesindeki atılımının ilk aşamasım
rekabet gücü kazandırmış.
1980'lerin ilk yarısında gerçekleştirdi. 12 Eylül askeri yö-
Otomotiv ve bazı diğer alt sektörler dışında Türkiye'nin
netiminin gölgesi altmda reel ücretlerin düştüğü, iç paza-
ihracatı geleneksel sektörlere dayanmaya devam ediyor
rın daraldığı ve yüksek oranlı devalüasyonla cömert teş-
ve katma değeri yüksek alanlara ağırlık veremiyor.
viklerin ihracatı özendirdiği bir ortamda Türkiye, özellikle
İleri teknoloji kullanan alanlarda geleceğe damga vuracak
petrol aldığı İslam ülkelerini hedef alan bir ihracat atılı-
bir atılım çabası görülmüyor.
mıyla 1980'de 2.9 milyar dolar olan ihracatım 1985'de 8
48 milyar dolar her şeye rağmen azımsanacak bir ihracat
milyar dolar sınırına yaklaştırdı. Herkesin ihracatı öğren-
rakamı değil; ancak Türkiye'nin yeni krizlere düşmeden
meye çalıştığı bu ilk aşamada yaşanan zorluklar, acemilik-
ihracatım artırabilmesi için yeni açılımlara ihtiyacı var.
ler ve dalavereler unutulacak gibi değildi. İhracatı 11.5 milyar dolara taşıyan ikinci aşama 1987-88'de yaşandı.
Kaynak: Osman ULAGAY, "48 Milyar Dolar İhracatı Nasıl
1989'da yerel seçimlerde umduğunu bulamayan Özal hü-
Yaptık Biz?", Milliyet, 04.01.2004.
kümetinin yaptığı cömert ücret zamlan Türkiye'nin rekabet avantajını düşürürken ihracatta yeni bir atılım için 1994 yılını ve Çiller krizini beklemek gerekti. 1993'te 15.3 milyar dolar olan ihracatımız 1994 kriziyle TL. ve ücretler çökünce bir daha canlandı ve 1997'de 26 milyar dolan aştı.
160
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Okuma Parçası 1
Sürdürülebilir İhracat Artışı İçin Yatırım
İhracat Artışı Yatırım İstiyor
vam etmesi durumunda, makine yatırımlarının 20-25 mil-
İhracat hamlesinin devam etmesi için önündeki yapısal
yar dolar seviyelerinde olması bekleniyor. Bu durumun
sorunların giderilmesi gerekiyor.
gerçekleşmesi, son iki yıldır devam eden ülke ekonomi-
İçine girdiğimiz yeni yılda ekonominin olumlu seyrine de-
Türkiye, geride bıraktığımız 2003 yılında beklenenin üze-
sindeki büyümenin 2004'te de devam edeceği anlamına
rinde bir ihracat artışı gerçekleştirerek bütün çevreleri şa-
geliyor.
şırttı. Bahar aylarında başlayan artışın aynı hızla devam et-
Eğer yatırımlar gerçekten bu seviyelerde olursa 2004 ihra-
meyeceği yönündeki tespitler yanlış çıktı ve artış hızı kat-
catında da artış eğiliminin süreceğini söylemek zor değil.
lanarak yıl sonuna kadar devam etti. Bazı aylar, son yirmi
Zira 2003'te yakalanan ihracat artış hızının 2004 bahar ay-
yılın rekor düzeyine ulaştı.
larına kadar bu tempoda devam edeceği beklentisi yük-
İhracattaki artışın 2004 yılının ilk aylarında da süreceği ve
sek. Şayet yatırımlar da istenen seviyede olursa 2004'ün
bahar aylarma kadar devam edeceği bekleniyor. Ancak
ikinci yarısında da artışın devam etmemesi için bir sebep
ihracattaki artışın sürdürülebilir nitelik kazanabilmesi ve
yok.
2004 yılı ve sonrasında da aym hızla devam edebilmesi
Tabii bütün bu beklentiler, hükümetin istikrarlı politikala-
için ihracada ve genelde ekonomi ile ilgili bazı yapısal so-
rına devam etmesine, olağanüstü bir makro dengeleri sar-
runların çözüme kavuşturulması gerekiyor.
sıcı siyasi-ekonomik oluşumun gündeme gelmemesine
Yapısal sorunların çözümlenmesi yam sıra, kalıcı ve sür-
bağlı. İhracatın önündeki yapısal sorunların giderilmesi
dürülebilir ihracat artışı için yatırımlara hız verilmesi kaçı-
gerekliliği de ayrı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
nılmaz gözüküyor. Bütün ekonomi çevrelerinin son günlerde ağız birliği yapmışçasına 2004 yılının yatırım yılı ilan
Yatırımcı Dışarıya Kaçıyor
edilmesi gerekliliğine işaret etmeleri de bunun bir göster-
Türkiye'de yıllardır yabancı sermayenin gerekliliğine iliş-
gesidir diye düşünüyoruz.
kin yapılan vurgu, bugün de aynı düzeyde yapılması gereken önemli bir husus olmaya devam ediyor. Türkiye
Göstergeler Yatırıma İşaret Ediyor
olarak özlenen seviyede yabancı yatırımcıyı ülkemize çek-
Geçtiğimiz yıl firmaların kapasite kullamm orammn artış
mekte zorlanıyoruz.
kaydetmesi ve yeni yatırımlara başlanmış olması sevindirici.
Son günlerde artan görece ekonomik istikrar ortamı, ya-
Makine-teçhizat yatırımlarının 2003 yılında yaklaşık 15
bancı yatırımcının Türkiye'ye bakışını kısmen değiştirmiş
milyar dolar civarında olduğunu, yatırım malı ithalatının
olsa da halen somut adımlar atılması noktasında çekim-
2003 artış hızının son iki yılın rakamının üstünde seyretti-
serlik devam ediyor.
ğini düşünecek olursak tablo güzel görünüyor. Ancak ih-
Geçtiğimiz yıl, Türkiye ekonomisi ilginç bir gelişmeye da-
racat artış hızmm devamı için yeterli düzeyde olduğunu
ha sahne oldu. Yabancı sermaye gelsin diye uğraşan bir
söylemek zor.
ülke olarak Türkiye, yurtdışına sermaye ihraç eden bir ül-
Nitekim Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın geçtiğimiz haftalarda
ke konumuna girdi.
yayınlamış olduğu İhracat Stratejisi ile ilgili rapor da ihra-
Dış ticaret açığına alışmış bir ülke idik, ama bu yıl doğru-
catın sürdürülebilir nitelik kazanabilmesinin koşulların-
dan yabancı sermaye yatırımları konusunda açık veren bir
dan birini, ülkede yatırımların artması ve ekonominin ge-
ülke olma vasfını da yakaladığımızı gördük. Bu durum,
nel gidişinin sağlıklı olabilmesi olarak tanımlıyor.
Türkiye'nin bırakın yabancı yatırımcıya cazip görünmesi-
Önümüzdeki yıl sanayicilerin girdi maliyetlerinin de kıs-
ni, kendi yatırımcısına bile güven veremediğinin bir işare-
men düşük olacağı beklentisi piyasalarda hakim kanaat
ti olarak yorumlanabilir. Ayrıca, Türkiye'nin ihtiyacı olan
niteliğinde karşımıza çıkıyor. Enflasyonun ve dövizin dü-
kalkınma hamlesi için gerekli sıcak paranın yurtdışına ak-
şük seyretmesi, 2004 yılında tarımsal üretimde artış bek-
ması da göstergelere bakıldığında çok hoş görünmüyor
lentisi, enerji maliyetlerindeki düşük seyir, önümüzdeki
doğrusu.
yıl içinde üreticilerin girdi maliyetlerinin düşmesine ve dolayısıyla ihracatta rekabet avantajı yakalamalarına se-
Kaynak: Ali DÖLEK, "İhracat Artışı Yatmm İstiyor", NTV-
bep olacak gibi görünüyor.
MSNBC, 13.01.2004.
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
Okuma Parçası 2 Ekonomide Zor Konular (5)
161
rekabeti çarpıtmak da içeride tekel yaratmaya neden olmaz ama rekabeti azaltır. Gümrük vergilerinin neden olduğu en önemli olgu tüketicilerin soyulmasına izin vermektir.
Rekabet şartlarının tüketicilerin çıkarlarına hizmet etmesini sağlayabilmek için rekabetin nasıl olması gerektiği ko-
Ticaret Rejimi
nusunda da iyi bir fikir sahibi olmak gerekiyor.
Rekabet şartlarını analiz ederken uluslararası rekabet şart-
Çünkü, birçok durumda, rekabet ticaret kurallarının etki-
lan göz ardı edilemeyecek bir unsurdur. Bu gerçeği reka-
siyle farklı anlamlara gelebiliyor.
beti sağlamakla ve kollamakla görevli kurumların iyi gör-
Örneğin, Türkiye'de Tekel firması geçmişte sigara üreti-
mesi gerekmektedir. Amerika'da yaşanan U.S. Steel örne-
minde tekel durumundaydı. Sigara ithali yasaktı. Dolayı-
ği hem hukukçulara hem de iktisatçılara çok şey öğretmiş-
sıyla, Tekel firması iç piyasada tekel olmaktan dolayı yük-
tir. Geçen yüzyılın başlarında, U.S. Steel firması iç piyasa-
sek fiyat uygulayabilme lüksü vardı. Ama, aym Tekel fir-
da tekel olarak ilan edilmişti. Aslında, bu firma içeride te-
ması yurt dışma Türk sigaraları ihraç etmek istediğinde,
kel gibi görünse de, ithalatın serbest bırakılmasıyla reka-
diğer ülkelerde üretilen yabancı sigara firmalarıyla reka-
betçi bir davramş içine girdi.
bet etmek durumundaydı.
Önce tekelleri kırmaya kalkan Amerika şimdi şirket birleş-
Dolayısıyla, iç piyasada bir tekel olarak çalışan Tekel fir-
melerine alkış tutmaktadır. Çünkü, serbest dış ticaret rejimi
ması dış piyasalarda rekabetçi bir konumda bulunuyordu.
büyüklerin rekabet edebileceği bir ortam yaratmaktadır.
Yani, iç ve dış piyasalarda farklı fiyatiar uygulama durumu
Zaten, rekabet şartlarının tüketicilerin çıkarları doğrul-
vardı. Bu şartlarda, yerli sigaralar iç piyasada daha pahalı
tusunda oluşturulmasında en önemli silah firmaların boyu-
olurken, dış piyasalarda daha ucuz olabilirdi. Fakat, Tekel
tu değil, dış ticaretin serbestleştirilmesidir.
firması Türkiye'de hiçbir zaman iktisadi kurallara göre çalışmadığından, ne içerde tekel fiyatı gördük ne de dışarı-
Kaynak: Ercan KUMCU, "Ekonomide Zor Konular (5)",
da rekabetçi fiyatlamayı görebildik.
Hürriyet, 18. 01.2004.
İkili Fiyatlama İç piyasada tekel, uluslararası piyasalarda rekabetçi firma-
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
ların varlığı, özellikle 1970'li yıllarda, Japonya'da çok be-
1. d
2. a
Yanıtınız yanlış ise,
"İktisadi Kalkınma
Rekabetin arttığı bölgelerde, rekabetin göreli olarak az ol-
Koruyucu Dış Ticaret
duğu bölgelere göre, aynı malın fiyatının daha düşük ol-
yeniden gözden geçiriniz.
ması bu olgudan kaynaklanmaktadır. Bu olgu dış ticaret
4. d
Yanıtınız yanlış ise, "Yeni Kurulan Sanayilerin
5. b
Yanıtınız yanlış ise, "Leontief Çelişkisi" bölümünü
6. a
Yanıtınız yanlış ise, "Dış Ticarete Müdahale
7. c
Araçlan" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Dış Ticaret Hadlerindeki
8. b
Değişmeler" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "İthalat Kotalar ve Yasakları"
yeniden gözden geçiriniz. Korunması" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
bir ülkede, standartlardan ya da teknolojiden kaynaklanan sınırlamalar olmadığı sürece, bir firma küresel boyut-
yeniden gözden geçiriniz.
ta tekel değilse, iç piyasada tekelleşmeden söz etmek mümkün değildir. Örneğin, iç piyasada otomobil üreten bir firma olabilir. Tanım gereği, bu firmaya piyasada tekel diyebiliriz. İktisadi anlamda bu tek firma piyasada bir tekel gibi hareket edemez. Çünkü, otomobil ithalatı serbest olduğundan, tekel fi-
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 9. a
Yanıtınız yanlış ise, "Ticaret Blokları" bölümünü
10. e
Yanıtınız yanlış ise, "Dış Ticaret Hadlerinin
yatı uygulamaya kalkan bu firma dış rekabete yenik düşer. Rekabet içeriden değil, dışarıdan gelmektedir.
ve
bölümünü
Yanıtınız yanlış ise, "Dış Ticaret Açığı" bölümünü
Dış ticaret rejimi rekabet şartlarım belirleyen en önemli unsurlarm başmda gelmektedir. İthalatın serbest olduğu
Politikası"
3. e
rejiminin kısıdar getirdiği ortamlarda çok daha belirgin görünmektedir.
gözden
geçiriniz.
halıyken, Japonya dışmda çok ucuz bulunabiliyordu. Bir ölçüde bu olgu bugün de doğrudur.
Yanıtınız yanlış ise, "Klasik Kurama Göre Kalkınma ve Dış Ticaret" bölümünü yeniden
lirgindi. Bu nedenle de, Japon mallan Japonya'da çok pa-
yeniden gözden geçiriniz.
Dış ticaret rejiminin serbest olması dünyadaki tüm otomo-
Bozulma Nedenleri" bölümünü yeniden gözden
bil firmalarının iç piyasada rekabetçi ortamı yaratması söz
geçiriniz.
konusudur. İthalata çeşitli vergiler konarak dışarıdan gelen
162
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1
Kalkınma ile dış ticaret arasındaki ilişkiler ve karşılıklı etkiler çok çeşitlidir: Uluslararası mal akımları (ithalat, ihracat), sermaye akımları (yabancı sermaye, dış borçlar, yardım ve hibeler), işgücü akımları (yabancı işçiler, uzmanlar ve göçler) ve teknoloji akımları (patent ve taklitçilik) bir ülkenin kalkınma hızı üzerinde olumlu ya da olumsuz sonuçlar yaratabilirler. Öte yandan bir ülkede gerçekleşen kalkınma hızının yüksek ya da düşük olmasma göre; ülkelerarası ekonomik ilişkiler artıp azalabilir ya da bu ilişkiler içinde yukarıda saydığımız akımların görece önemleri değişebilir. Ulusal ekonomi içinde uygulanan "ihracatın özendirilmesi" ya da "ithalatın ikâmesi", "gümrük tarifelerinin düşürülüp, yükseltilmesi", "kotaların uygulanması ya da kaldınlması", "yabancı sermayenin özendirilmesi ya da engellenmesi" ve "döviz kurunun düşürülüp, yükseltilmesi" gibi çeşitli ekonomik ve mali politikalar; kalkınma ile dış tica-
Ekonominin bütünü açısından yoksullaşman büyüme örneklerine rastiamak güç olsa da bir ekonomi içinde içindeki bazı sektörlerde ortaya çıkan üretim artışı o alanda çalışanları çok olumsuz yönde etkileyebilir. Bunun bir uygulamasına örneğin, tarım kesiminde rastlanılabilir. Tarımsal üretimde ortaya çıkan aşın bolluk çiftçiye zarar verir. Çünkü artan üretim, tarım ürünleri talebinin esnek olmaması dolayısıyla, fiyatları düşürür ve köylünün gerçek gelirinin azalmasına neden olur. Başka bir deyişle, köylü için yüksek üretim, bazen düşük gelir ve artan yoksulluk anlamına gelmektedir.
Sıra Sizde 4 Klasik dış ticaret politikasının izlenmesi nedeniyle, iktisadi kalkınma açısından bazı olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Bunlar; Uzun dönemde ticaret hadleri azgelişmiş ülkeler aleyhine gelişmesi, azgelişmiş ülkelerin ihracatı, birkaç ilkel maldan oluşması, azgelişmiş ülkelerin ihracat pazarlan istikrardan yoksunluğu ve azgelişmiş ülkeler ulus-
ret arasındaki karşılıklı ve sıkı ilişkilerin varlığım gösterir.
lararası ticaret sonucunda , önemli dış ticaret açıklarıyla
Sıra Sizde 2
dış ticaret politikası, azgelişmiş ülkelerin iktisadi kalkınma
Önce dış ticaret hadlerinin azgelişmiş ülkeler yönünden önemini belirtmekte yarar vardır. Hatırlanacağı üzere azgelişmiş ekonomilerin bir özelliği, dış ticaretin hacim olarak küçük olmakla beraber millî gelirin önemli bir bölümünü oluşturmasıdır. Öte yandan azgelişmiş ülkeler sanayileşebilmek için makine ve benzeri donanım ithalâtını artırmak zorundadırlar. "İthal kapasitesi" nin büyüklüğü ise bir tarafta ihracatın miktarına diğer taraftan da ihraç mallan fiyatları ile ithal malları fiyatlarının nispi büyüklüğüne bağlıdır. Bu saydığımız iki neden, dış ticaret hadlerinin, kalkınma kuramında önemli bir analiz aracı haline gelişini açıklamaya yeterlidir. Ekonomik kalkmma sürecinde ticaret hadlerini kısa ve uzun dönemde etkileyen faktörler ayrı ayrıdır: Kısa dönemde ticaret politikası, döviz kurlarındaki değişmeler, tek taraflı transfer ödemeleri ve konjonktürel dalgalanmalar dış ticaret hadlerini etkiler. Uzun dönemde ise dış ticaret hadlerini üretim ve tüketim yapısındaki değişmeler etkileyecektir.
Sıra Sizde 3 Büyük bir olasılıkla değil. Çünkü bunun için önce, üretim artışlan kadar dünya talep koşullarının da bu sonucu doğurabilecek nitelikte olması gerekir. Diğer bir koşul da dünyada bunu dengeleyecek yönde bir büyümenin ortaya çıkmamasıdır. Sonra, hükümetlerin elinde böyle bir olumsuz gelişmeyi engelleyebilecek araçlar vardır (tarifeler, kotalar vb..).
karşılaşmalarıdır. Buna nedenle, klasik kuramın serbest sorununun çözümünde olumlu katkılarda bulunamamaktadır. Bu nedenle azgelişmiş ülkeler, genel kalkınma politikaları çerçevesinde serbest olmayan, yani koruyucu dış ticaret politikası izlemek zorundadırlar.
Sıra Sizde Ş Bazı ürünlerin ithalatını ya da ihracatını gümrüğe bağlamak ya da gümrük oranlarını yükseltmek, doğuracağı sonuçlar açısından dış ticaret hadlerini iyileştirmek için başvurulan bir yoldur. Buna göre ithalatı ya da ihracatı sınırlayan bir gümrük uygulaması, ihraç malları dış fiyatlannın yükselmesine, kimi zaman ithal malları dış fiyatlarının düşmesine yol açarak ticaret hadlerinin düzelmesini sağlayabilir. Gerçekten de ithal edilen bir ürünün gümrük vergisi arttığı zaman yurtiçi fiyatı yükseleceğinden, ithalatı azalacaktır. Bu durumda ilgili malı üreten ülke, ihracat düzeyini sürdürmek için ihraç fiyatını, getirilen vergi kadar azaltmak zorunda kalacaktır. Öte yandan ihracata konulan bir gümrük vergisi, bu malın dış talebinin değişmediği varsayımı altında, ihraç malının dış fiyatını yükseltecektir. Sonuçta bir yandan ithal mallarının dış fiyatları düşerken, öte yandan ihraç mallarının dış fiyatı yükselecek ve ticaret hadleri düzelecektir.
Ü n i t e 6 - K a l k ı n m a ve Dış T i c a r e t
Sıra Sizde 6 Kotalar, tarifelerin tersine fiyat mekanizmasının serbestçe işleyişini ortadan kaldıran araçlardır. Kotaya tabi bir malın ithalatını kota sınırı üzerinde artırma olanağı yoktur. Oysa gümrük vergisine tabi bir mala talep olduğu sürece talep yüksek fiyatiardan da olsa karşılanabilir. Ayrıca kotaların ithal malların fiyatiarını aşırı yükselterek karaborsa ve kaçakçılığı özendirme, dış ticarette belirsizliği arttırma, yoğun bürokratik masraflar gerektirme, yurtiçi gelir dağılımını bozma gibi çeşidi sakıncaları vardır. Bu durumun gösterdiği kadarıyla, devletin dış ticarete müdahale araçlarından belli başlıcalar arasında yer alanlardan gümrük tarifeleri piyasa ekonomisine en uygun düşeni olduğunu söyleyebiliriz.
Sıra Sizde 7 Genellikle hemen tüm ülkelerde, özellikle de azgelişmiş ülkelerde, yabancı para arz ve talebi birbirine denk olmaktan uzaktır. Azgelişmiş ülkelerde döviz arzı, döviz talebinden düşüktür. Bu durumda döviz kurunun belirlenmesi, bir biçimde devlet müdahalesini gerekli kılar.
163
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar Barda, S. ve Alkin, E. (1970). Dış Ticaret Teorisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayını.
Başkaya F., (1997). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü. 2. Baskı, İmge Kitabevi. Gills M., D. H. Perkins, M. Roemer, D. R. Snodgrass (1992).
Economics of Development, New York: W. W. Norton&Company.
Han, E. ve Kaya, A.A. (2002). Kalkınma Ekonomisi, Teo r i v e Politika. Eskişehir: Etam. A.Ş. Matbaa.
Johnson, H.G. (1968). Economic Development and International Trade, İç. "Readings in international Economics. London: G. Allen and Unwin.
Kardaş, K. (1968). Kambiyo Kuru Politikası ve Türkiye'nin İktisadi Gelişmesi. İstanbul: Ekonomik ve Sosyal Etkiler Konferans Heyeti, Dış Ticaret ve Ekonomik Gelişme Semineri. Karluk, S.R. (1984). Uluslararası Ekonomi. İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi.
Krueger, A O. (1968). Dış Ticaret ve Ekonomik Gelişme Semineri. İstanbul: Kambiyo Sistemi ve Gelişme Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti.
Küçükömer, 1. (1966). Gelişmiş Azgelişmiş Ülkelerin İlişkileri Üzerine Politik İktisada Dönüş Denemesi. İstanbul: l.Ü. Ik. Fak. Yayını.
Leontieff, W.W. (1968). "Domestic Production and
Foreign Trade: The American Capital Position
Reexamined", Economic internationale, Vol. 7 (954, 4 bi) "Readings in International Economics", London: American Economic Association, Allen -unwin. Manisalı E. (1975). Gelişme Ekonomisi, İstanbul: Elektronik Ofset.
Meier, G.M. (1959). Economic Development Theory and Policy, New York: İkinci Baskı.
Mumcu, N. (1969). Pür Dış Ticaret Teorisi ve İktisadi Gelişme, İstanbul: Ofset Matbaacılık Ltd. Şt.
Myint, H. (1954). An Interpretation of Economic Back Wardness, Oxford Economic Papers, June.
Myrdal, G. (1959). Ökonomische Theorie und unterentwickelte Regionen, Stuttgart. Savaş, V. (1974). Kalkınma Ekonomisi, Istanbul: Sermet Matbaası. Serin, N. (1972). Kalkınma ve Dış Ticaret, (İkinci Baskı), Ankara: Sevinç Matbaası. Seyitoğlu, H. (2003). Uluslararası İktisat. İstanbul: Güzem Yayınları.
Robinson,
J.
(1965).
Economics
of
Imperfect
Competition, London: Mcmillan.
Robinson, J. (1965). Industrialization in Developing Countries, Cambridge University, Over Seas Studres Commitee.
164
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Todora
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
Development, Eigth Edition, New York: Pearson Addison Wesley.
Yenal, O. (1968). Türkiye'de Dış Ticaretin Rasyonalizasyonu, Istanbul: Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti Dış Ticaret ve Ekonomik Gelişme Semineri.
Kaynakların Dağılımı Sorunu
İktisadi büyüme ve kalkınmanın temel sorunu, sahip olunan kıt kaynakların en etkin biçimde kullanılmasıdır. Bu çözümlemede iktisat kuramının bize verdiği belli ipuçları vardır. Ancak uygulamada, azgelişmiş ya da gelişmekte olan bir ekonomik yapıda bu bilgilerin nasıl kullanılması gerektiği önem taşımaktadır. İktisadi faaliyetin ve iktisat biliminin temel sorunu, kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçları karşılamaktır. Bu ise, özellikle kaynak dağılımı sorununun çözümüne bağlıdır. Bu nedenle iktisadi yaşamdaki karmaşık ilişkilerin koordinasyonu, düzenlenmesi, öncelikle kaynak dağılımı sorunu olarak ortaya çıkacaktır. Aslında bir ekonomide kaynak dağılımı sorunu iki temel mekanizmadan, yani pazar ekonomisi ya da merkezi yönetim ekonomisi'nden biri aracılığıyla çözülür. Bunlara, her iki aracı belirli ölçüde kullanan karma ekonomi de dahil edilebilir.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları yanıtlayabileceksiniz. OE> Optimal kaynak dağılımı nedir? Nasıl sağlanır? OE> Temel dağıtım ilkesi nedir? <J2L> Kaynak dağılım mekanizmaları nelerdir? <J2L> Temel bir kaynak nasıl yapılır?
dağılım sistemi olmayan
ekonomilerde
kaynak
dağılımı
166
İktisadi Kalkınmada Biiyiime
Pazar Ekonomisinin Zaafı Bugün işleyeceğim konunun dayandığı kavram, ekonomik sistemlerin ne işe yaradığıdır. Ekonomik sistemler, kaynakların en verimli şekilde tahsis edilmesini sağlamaya yarar. Bilinen iki sistem vardır. Biri merkezi planlama diğeri serbest pazardır. Uygulama da ise, daha çok bu iki sistemin karmasına rastlanır. Pek tabii karmanın sonsuz çeşidi olabilir. Hocam Tinbergen'in dediği gibi "iktisatta siyah, beyaz yoktur; grinin tonları vardır." Türkiye'de uzun yıllar 'karma ekonomi' resmi sistemdi. 1980'den sonra, bu sistemden söylem ve eylem olarak gitgide vazgeçildi. Artık "kaynak tahsisi meselelerimize" serbest pazar ekonomisinin mantığı içinde çözümler geliştirmeye çalışıyoruz. Serbest pazar ekonomisinin en önemli kurumu Merkez Bankası (MB) dır. MB, serbest pazar sistemin en serbest kurumu olmalıdır. Zaten, MB'si serbest olmayan bir ülkede, serbest pazar ekonomisi var denemez. Bugünlerin sıcak konusu "faizlerin düşürülmesi ve dövizin yükseltilmesi. "Bu da tam MB' nin işi. Birinci soru şu: Acaba, bu konuda MB ne yapmalı? İkinci soru: Acaba hükümet veya başka kuruluşlar, MB' nin ne yapması gerektiği konusunda kendi düşüncelerini kamuoyuna açıklamalı mı? Üçüncüsü: Bu kabil "dışarıdan gazel okumalar"MB' nin serbestliğine yani özerkliğine gölge düşürür mü? Dördüncüsü ise: Böyle bir gölge düşerse, bundan ekonomimiz zarar görür mü? Kaynaklar yanlış mı tahsis edilir? Serbest pazar ekonomisinde, hiç bir karar alıcıya (ekonomi aktörüne), hukuk kuralları içinde kaldığı sürece, dışarıdan müdahale edilmez. Mesela, hiç bir resmi kurum, yatırım yapan girişimciye, o yatırım yanlıştır, yapma diyemez. Çünkü inanılır ki, bir girişimciden daha fazla onun çıkarını kollamak mümkün değildir. Eğer girişimci, yanlış karar almışsa, ziyan edecektir. Dolayısıyla serbest pazar ekonomisinde, bağımsız ekonomi aktörlerinin yanlış kararları yüzünden kişisel ve ulusal kaynakların ziyan edilmesi ihtimali hep vardır. Yani serbest pazar ekonomilerinde 'düzeltici tedbir' daima belli bir gecikmeyle gelir. Bu, serbest pazar ekonomisinin zayıf yönüdür. Ancak yaşanan tecrübeler göstermiştir ki; devletçe yapılan müdahaleler, bundan da fazla kaynak kaybı yaratmaktadır. Şimdi aynı mantıkla, merkez bankası da hata yapacaksa yapacaktır, ona kimse karışmasın veya dışarıdan gazel okunmasın denebilir mi? Bence denemez. Ekonomi aktörleri fikirlerini açıklamalıdır. Bu açıklamalar da MB için değerlendirilmesi gereken birer "beklenti" verisidir. Unutulmasın 2001 krizini, dalgalı kura geçişi erteleyen ve fahiş faize meydan veren özerk MB çıkarmıştır. MB yandaşları ise, faiz döviz işi bu kadar çok mıncıklandıkça, MB başkanının asabı bozulmakta ve karar alamamaktadır; hepimiz için en az risk, MB'nin işine karışmamaktır demekteler. Son Söz: Kötü cerrahın alternatifi, tabii ki kasap değildir. Kaynak:
Ege CANSEN, "Pazar Ekonomisinin
Zaafı", Hürriyet,
04.06.2003.
Anahtar Kavramlar • • • •
Kaynak Dağılımı Optimal Kaynak Dağılımı Fiktif Fiyatlar Laisser Faire- Laisser Passer
• Sosyal Fayda ya da Sosyal Maliyet • Verimli • Rekabet
İçindekiler • KAYNAK DAĞILIMININ KURAMSAL TEMELLERİ • KAYNAK DAĞILIMI MEKANİZMALARI
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
167
KAYNAK DAĞILIMININ KURAMSAL TEMELLERİ Büyüme ve kalkınma sürecinin temel iktisadi sorunu, iki ana başlık altında toplanabilir: Bunlardan birincisi, sözü edilen süreci belirleyen unsurların neler olduğunun saptanmasıdır.
Nitekim büyümeyi ve kalkınmayı belirleyen bu unsurları (nüfus, teknik ilerleme, üretim faktörleri, sosyo-kültürel yapı gibi) önceki ünitelerde ayrıntılı olarak incelemiştik. Buradan hareketle, kalkınmayı engelleyici unsurların olabildiğince etkisiz kılınması yanında, özellikle üretim faktörleri kullanımının arttırılması ile bunların verimliliklerinin yükseltilmesini, kalkınmayı doğrudan belirleyen unsurlar olarak tanımlayabiliriz. En az birincisi kadar önemli olan ikinci ana sorun, sahip olunan kaynakların (emek, sermaye, doğal kaynaklar, girişimci yeteneği ve özellikle azgelişmiş ekonomiler için bunlara ek olarak döviz) en iyi biçimde kullanmasıdır. Başka bir deyişle kıt kaynaklar çeşidi kullanım alanlarına nasıl dağılmalıdır ki, en iyi sonuç alınsın.
Optimal Kaynak Dağılımı Kalkınma ve özellikle büyüme sorununda en iyi sonuç, genelde en yüksek (ııiiiksiımım) üretim ya da hasıla olarak kabul edilir. Yani eldeki kıt ve miktarı belirli kaynaklar, çeşidi kullanım alanlarına öyle dağıtılsın ki, üretim ya da hasıla maksimum olsun. Görüldüğü gibi buradaki sorun, bir maksimizasyonu sorunudur. Bu orijinal problemin diğer bir çözümü ise, önceden saptanmış bir üretim ya da hasıla düzeyine, en az (minimum) kaynak kullanımıyla varılmasıdır. Yani burada en iyi sonuç, belli bir üretim ya da hasıla düzeyine varmak için, bu üretim büyüklüğü çeşitli alanlara öyle dağıtılsın ki, kaynak kullanımı minimum olsun şeklindedir. Görüldüğü gibi buradaki sorun da, bir minimizasyon sorunudur. İşte, eldeki kıt kaynakların üretim ya da hasılayı maksimize edecek biçimde çeşitli kullanım alanları arasındaki dağılımına optimal kaynak dağılımı diyoruz. Yukarıdaki ikili probleme, yani belli bir üretim ya da hasıla düzeyine varmak için, kaynak kullanımını minimize edecek biçimde üretimin çeşitli alanlara dağıtılmasına da, üretimin optimizasyonu diyoruz. Optimal kaynak dağılımı ile üretimin optimizasyonunu karşılaştırınız.
Üretimin optimizasyonu; belli bir üretim ya da hasıla düzeyine varmak için, kaynak kullanımını minimize edecek biçimde üretimin çeşitli alanlara dağıtılmasına denir.
• f ^ A
SIRA SİZDE^)
t ^ f f
SIRA SİZDE^)
İster kaynakların optimal dağılımı, isterse üretimin optimal dağılımı biçiminde ifade edilsin; sorun, yukarıda da belirtildiği gibi, iktisadi büyüme ya da kalkınma sürecinin temel sorunlarından biridir. Temelde, iktisadi davranış İlkesi 'ni açıklayan bu iki yaklaşımdan genellikle yapıldığı gibi, birincisi, yani optimal kâynak Dngılh Şii'nin anlamı üzerinde biraz daha durmakta yarar vardır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında "iktisadi davranış ilkesi"ni açıklayınız. Kaynaklann optimal dağılımı, burada da belirttiğimiz gibi, toplam üretimi ya da toplam hasılayı maksimize eden kaynak dağılımıdır. Ekonominin sahip olduğu kaynaklar çeşitli üretim yerleri (ekonomik kesimler, yatırım projeleri, teknolojiler ve bölgeler) arasında öyle dağılmış olmalıdır ki, ekonomi, maksimum toplam hasılayı elde etmiş olsun. Yani bu durumda, kaynakların daha değişik bir dağılımı olsaydı, toplam hasıla bu düzeyde olmayacak, daha düşük düzeyde kalacaktı.
İktisadi Kalkınmada Biiyiime
168
Dikkat edilirse, burada kaynak dağılımının optimizasyonu, hasıla maksimizasyonu amacının gerçekleştirilmesine bağlıdır. Amaç, madem ki hasılanın maksimizasyonudur; bu durumda kaynaklar çeşidi üretim yerleri arasında, belli bir ilkeye (kritere) göre dağılmış olmalıdır. Öyle ki buna göre, başka bir ilkeye göre gerçekleşecek bir dağılım, öngörülen amacı gerçekleştiremeyecek demektir. Böyle bir durumda artık, büyümeyi ve özellikle kalkınmayı yönlendirecek herhangi bir müdahaleye başvurmak söz konusu değildir. Çünkü belli beklenti ve kriterlere bağlı olarak ortaya çıkan kalkınma politikası kararları, esasen yukarıda sözü edilen dağılım kriterinden bilinçli bir sapma demektir. Ya da tam tersi, kalkınma politikası amaçlarından farklı bir sonucu doğuran kaynak dağılımı, bu amaçlardan sapma gösteriyor demektir. Bu açıklamalardan çıkan sonuç; ekonomide kaynakların nasıl dağılacağı, ekonominin amaçlarına bağlıdır, biçiminde formüle edilebilir. Bir ekonomide ulaşılmak istenilen amaçlar, öbür ekonomilerden farklı olabileceği gibi, o ekonominin değişim gelişme aşamalarında da farklılık gösterebilir. Güdülen amaç, her zaman hasılanın (büyümenin) maksimizasyonu olmayıp; istihdamın, tüketimin, dış ticaret hacminin maksimizasyonu olabileceği gibi, büyümenin istikrarı (maksimizasyonu değil), paranın iç ve dış değerinin istikrarı, yapısal değişimin sağlanması, modern teknolojilerin yaygınlaştırılması ya da hakça gelir dağılımının sağlanması olabilir. Buna göre, güdülen amacı en iyi bir biçimde sağlayacak kaynak dağılımına, optimal demek zorundayız. Görülüyor ki, kaynakların değişik kullanım yerleri arasındaki dağılımı, güdülen amaçlara, bu amaçların kendi içlerindeki yargı ve sınırlamalara bağlıdır. (
DİKKAT
f
^
f
Kalkınma politikası ve yaklaşımları çerçevesinde geniş bir yer tutan bu konular, ileriki ünitelerde ayrıntılı bir biçimde incelenecektir. Aşağıda genel iktisadilik ilkesine uygun olarak önce, üretim ya da hasıla maksimizasyonu sağlayan optimal kaynak dağılımında geçerli olan temel dağılım ilkesi ele alınmıştır. Daha sonra, bu ilkenin değişik ekonomik düzen (mekanizma) ve rekabet biçimlerindeki işleyişi ve etkinliği ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Optimal kaynak dağılımı ile farklı ekonomik amaçlar arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
Temel Dağılım İlkesi Kaynakların optimal dağılımı denildiği zaman, sadece bildiğiniz üretim faktörleri ile özellikle azgelişmiş ekonomilerde döviz üzerinde durulur. Ekonomide gelişmeyi belirleyen ya da sınırlayan öbür faktörlerin istenilen durumda olduğu varsayılır. İşte buradan hareketle, aşağıda bu kaynakların (üretim faktörleri ve döviz) maksimum üretimi sağlama amacıyla nasıl bir dağılım göstermeleri gereği üzerinde durulacaktır.
Marjinal Verimlilik Eşitliği İlkesi İktisat kuramında, üretimin maksimize edilebilmesinin temel koşulu, her kaynağın çeşitli kullanım yerlerindeki marjinal verimliliklerinin birbirine eşit olmasıdır. Başka bir deyişle eldeki kaynaklar, ekonominin çeşitli üretim birimlerine ve kesimlerine öyle dağıtılmış olmalıdır ki, bunların her bir kullanım yerinde sağlamış oldukları marjinal verimlilikler birbirine eşit olsun; farklı olmasın. Alternatif kullanım alanlarında kaynakların marjinal verimlilikleri birbirine eşitse, optimal kaynak
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
169
dağılımı gerçekleşmiş demektir. Marjinal verimlilik eşitliği denilen bu ilkeye göre gerçekleşen kaynak dağdımı sonunda, ekonomi en yüksek üretim düzeyine ulaşmış olacaktır. Başka bir deyişle, böyle bir eşidik kurulduğu takdirde artık kaynaklann kullanım yerlerini değiştirmekle daha yüksek düzeyde üretim elde etmek söz konusu olamaz. Büyüme ve kalkınma politikası açısından çok önemli olan marjinal verimlilik eşitliği ilkesinin işleyişini şöylece örnekleyebiliriz. Bir ekonomide kaynakların tarım, sanayi ve hizmetler gibi kesimlere ve bu kesimlerdeki birçok işletmeye dağıldığını varsayalım. Kaynakların dağılımı ya bizzat pazar tarafından ya da belirli bir makam tarafından yönlendiriliyor olabilir. Eğer, tarımdan sanayie ya da bir işletmeden öbürüne kaynak aktarmakla, toplam üretimi arttırmak mümkün olacaksa, mevcut kaynak dağılımı optimal değildir ve ekonomide bir kaynak israfı var demektir. Dolayısıyla her kaynak toplam üretimde artış sağladığı sürece, üretim yeri değişmelidir. Toplam üretimde artık herhangi bir artış elde edilemeyeceği aşamada, mevcut kaynak dağılımı optimaliteyi sağlamış demektir. Önceki ünitelerden "marjinal verimlilik" kavramını biliyorsunuz. Buradan hareketle bir ekonomide "marjinal verimlilik eşitliğf/"nin nasıl sağlanacağını bir örnek vererek açıklayınız.
Sosyal Marjinal Verimlilik İlkesi Optimal kaynak dağılımı, bildiğimiz tam rekabet pazar koşulları 'nda kendiliğinden gerçekleşir. Çünkü bu koşullarda uzun dönemde fîyatiar, marjinal sosyal maliyetleri yansıtacak ve özel maliyetier ile sosyal maliyetier özdeş olacaktır. Böylece tam rekabet fiyatlarına göre oluşan faktör dağılımı, hem bireysel hem toplumsal (sosyal) açıdan maksimum hasılayı verecektir. Oysa gerçek yaşamda pazarda oluşan fiyatlar, aşağıda açıklandığı gibi, tam rekabet fiyadarı değildir. Bu nedenle de söz konusu fiyatlar marjinal sosyal maliyetieri yansıtmayacak ve optimal kaynak dağılımı sağlanamayacaktır. İşte bu sakıncanın giderilmesi için, marjinal verimlilik kriterinin sosyal bir içeriğe kavuşturulması gerekecektir. Pazarda oluşan fiyatların, marjinal sosyal maliyetleri yansıtacak bir biçimde düzeltilmesiyle elde edilen marjinal verimliliğe, sosyal marjinal verimlilik (marjinal sosyal verimlilik) kriteri diyoruz. Dolayısıyla optimal kaynak dağılımı için, kaynakların sosyal marjinal verimliliklerinin eşitlenmesi gerekecektir.
Sosyal marjinal verimlilik, pazarda oluşan fiyatların, marjinal sosyal maliyetleri yansıtacak bir biçimde düzeltilmesiyle elde edilen marjinal verimliliktir.
Sosyal marjinal verimlilik ilkesi ne demektir?
Pazar Fiyatlarının Yetersizliği Yukanda da değindiğimiz gibi, gerçek yaşamda hemen hemen hiç görülmeyen tam rekabet fiyatları, uzun dönemde marjinal sosyal maliyetleri yansıtırlar. Dolayısıyla bu fiyatlar aracılığıyla yapılan kaynak dağılımında özel fayda (ya da maliyet) ile sosyal fayda (ya da maliyet) arasında herhangi bir fark yoktur. Uzun dönemde girişimciler ortalama maliyet masraflarının minimum olduğu düzeyde kân maksimize eden optimum üretim düzeyinde bulunurlar. Böylece de kıt kaynaklar en etkin bir biçimde kullanılmış ve kaynak israfı yapılmamış olur. Yani kaynaklann çeşidi kullanım yerlerindeki marjinal verimlilikleri, sosyal açıdan da birbirine eşitlenmiş olur. Oysa gerçek yaşamda görülen pazarlar, tam rekabet pazarları değildir. Devletin ekonomiye önemli ölçüde müdahale ederek kaynak fiyatlarını (özellikle sermaye faizi, döviz kuru ve asgari ücret gibi) etkilemesi ya da saptaması, pazarlara serbest-
Sosyal fayda ya da sosyal maliyet: Genel olarak elde edilen faydanın ya da neden olunan maliyetin onu elde eden ya da yüklenen bireysel iktisadi birim açısından değil; toplum açısından değerlendirilmesidir. Dolayısıyla, bu kavramlarda "özel" değil; "toplumsal" büyüklükler söz konusudur.
170
İktisadi Kalkınmada Biiyiime
çe girişi engelleyen tekelci eğilimlerin güçlenmesi, kaynakların bölünemezliğinden kaynaklanan dışsal tasarrufların varlığı, faktör mobilitesinin olmaması, kaynak arzı ve talebi konusunda mevcut yapısal dengesizlikler gibi etkenler, pazarlarda oluşan fiyadarın tam rekabet fiyatından büyük ölçüde sapma göstermesine neden olurlar. Dolayısıyla (cari) pazar fiyadarına göre oluşan kaynak dağılımı, optimaliteden uzaklaşarak kaynak israfına yol açar ve toplam hasılanın maksimizasyon unu önler. îşte bu nedenlerle, pazar fiyatlarının, faktörlerin (gerçek) fırsat maliyederini başka bir deyişle denge fiyatını verecek bir biçimde düzeltilmesi gerekir. Aşağıda bu konu ele alınmıştır.
P a z a r Fiyatlarının D ü z e l t i l m e s i Gölge ya da Muhasebe Fiyatları
Kıtlık fiyatı, arzın talebi karşılamaya tümüyle yettiği anda oluşan fiyattır.
Gölge ya da muhasebe fiyatları, aslında, tam rekabet koşullarında arz-talep dengesinin oluşturduğu fiyatlardır. Başka bir deyişle bu fiyadar, arzın talebi karşılamaya tümüyle yettiği anda oluşan kıtlık fiyatıdır. Bu fiyadara, alternatif maliyet ya da fırsat maliyeti de denilir. Dolayısıyla bir kaynağın gölge fiyatı, bu faktörde bir birim azalma yapılması halinde, vazgeçilen üretim değerini gösterecektir. Başka bir deyişle bu fiyadar, üretimde kullanılan kaynakların, değer cinsinden marjinal verimidir. Buna göre, kaynakların fırsat maliyetini ya da marjinal verimliliğini gösteren gölge ya da muhasebe fiyatları, tam rekabet denge fiyatından farklı bir şey olmamaktadırlar.
Yapısal Dengesizlikler ve Pazar Fiyatları Yukarıda saydığımız nedenlerle ve özellikle azgelişmiş ülkelerdeki yapısal dengesizlikler sonucunda, örneğin emek, sermaye ve döviz gibi kıt kaynaklann cari fiyatları, her zaman ekonomik açıdan kıtlık fiyatlarını, doğru ya da gerçek fiyatlan yansıtmaz. Özellikle azgelişmiş ülkelerde birinci yapısal dengesizlik emek pazannda görülür. Bu ülkelerde -açık ya da gizli- geniş bir işsizlik vardır. Bu durumda, denge ücret düzeyinin pazar ücretinin altında olacağı söylenebilir. Buna karşı aşırı sermaye talebi nedeniyle denge faiz haddinin, pazar faiz haddinden daha yüksek olacağı açıktır. Buna benzer olarak, ödemeler dengesi açıkları nedeniyle de denge döviz fiyatiarının cari döviz fiyatlarından oldukça yüksek olacağı söylenebilir. Dolayısıyla, özellikle kaynakların etkin dağılımını olumsuz yönde etkileyen bir fiyat sistemi mevcuttur.
Gölge ya da Muhasebe Fiyatlarının Hesaplanması
Fiktif fiyatlar: İktisadi değerlerin cari olarak geçerli olan fiyatlarından farklı, onların gerçek kıtlık fiyatlarını gösteren belirli yöntemlerle "hesaplanmış" fiyatlardır. Örneğin "gölge ya da muhasebe fiyatlan".
Muhasebe fiyatlarının saptanmasında, arz ve talep yapısını belirleyen tüm unsurların analiz edilmesi gerekir. Bu arada büyük bir olasılıkla meydana gelmiş olan karaborsa fiyatları (sadece resmi fiyatlardan sapmaların bir göstergesi olarak) yardımcı bir araç olarak dikkate alınabilir. Muhasebe fiyatlarının saptanması, temelde, güç ve zaman alıcı bir deneme-yanılma sürecini gerektirir. Öte yandan bu fiyatların belirlenmesinde belirli ölçüde de olsa, sübjektif tahminlerin de etkisi olur. Aslında muhasebe fiyatları ile gölge fiyatlar birbirinden ayrıdır. Öte yandan cari fiyatlardan farklı oldukları için, her iki fiyat da fiktif fiyatlardır. Muhasebe fiyatlarının hesaplanmasında deneme-yanılma yolu izlenirken gölge fiyatlar, doğrusal programlama yöntemiyle elde edilir. Gölge fiyatlar, üretimde kullanılan kaynakların marjinal ürün değerini ve gerçek denge fiyatlarını yansıtırlar.
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
Bu yöntemlerden biri ya da her ikisiyle bulunacak fîktif fiyadarın temel alınmasıyla, kaynaklann optimal dağılımı sağlanabilir ve ekonomide toplam üretim ya da hasılanın maksimizasyonu gerçekleştirilebilir. Muhasebe ya da gölge fiyadarın kullanılmasıyla optimal kaynak dağılımı sorunu, çeşidi yapısal dengesizliklerin bulunduğu azgelişmiş ekonomiler için özellikle önemlidir.
KAYNAK DAĞILIMI MEKANİZMALARI Aşağıda çeşidi ekonomik düzen ve rekabet biçimlerinde kaynak dağılımının nasıl olduğu ortaya konulacaktır. Bu amaçla aşağıda sırasıyla, pazar ekonomisi'rıde, merkezi yönetim ekonomisi 'nde ve son olarak da karma ekonomisinde kaynak dağılımın nasıl bir mekanizma içinde oluştuğu incelenmiştir.
Pazar Ekonomisinde "Kaynak Dağılımı" İktisadi faaliyetin ve iktisat biliminin temel sorunu, kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçlan karşılamaktır. Bu ise, ekonomide -öbürleri aşağıda belirtilen- özellikle kaynak dağılımı sorununun çözümüne bağlıdır. Bu nedenle iktisadi yaşamdaki karmaşık ilişkilerin koordinasyonu, düzenlenmesi, öncelikle kaynak dağılımı sorunu olarak ortaya çıkacaktır. Aslında bir ekonomide kaynak dağılımı sorunu iki temel mekanizmadan, yani pazar ekonomisi ya da merkezi yönetim Ekonomisi'nden biri aracılığıyla çözülür. Bunlara, her iki aracı belirli ölçüde kullanan karma ekonomi de dahil edilebilir. İşte kaynak dağılımının genel kurallara bağlı, kendiliğinden oluşan düzenlere göre çözülmesi bize, pazar ekonomisi düzenini vermektedir. Karmaşık bir ilişkiler sistemi olan pazar ekonomisi, geniş ölçüde devlet tarafından çizilen belirli bir çerçeve içinde çok sayıdaki birey ve girişimlerin birbirlerinden ayrı ayrı almış oldukları kararlann genel ekonomik süreç üzerinde etkili olmalarıyla oluşur. Bu bireysel karar ve planlar, pazar verilerine dayanmakta; iktisadi birimler, plan içindekilerini bağımsız olarak belirlemektedirler. Öte yandan pazar ekonomisi, üretim faktörlerinin kullanımını belirleyen kurallan, kurumlan ve sosyal süreçleri ortaya koyar. Pazar ekonomisi, ister üretici olsun, ister tüketici olsun bireylerin ayrı ayrı aldıkları kararlar altında ve rekabet koşullannda kıt kaynaklarla, birey ve aynı zamanda toplumun iktisadi refahının maksimize edilmesine ilişkin genel davranış kurallarını verir. Bu açıdan pazar ekonomisi modeli, birbirinden farklı ve fakat bağıntılı üç önemli ekonomik sorunun çözüm yollarını gösterir. Kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçlan karşılama temel sorunundan elde edilen bu sorunlar, kaynak dağılımı (ya da planlama), yönlendirme ve çıkar sorunudur. Kaynak dağılımı ya da planlama sorunu, pazar ekonomisi modelinde işlevsel rekabet pazarlannda serbestçe oluşan fiyatiarla çözümlenir. Pazarda oluşan fiyatlar, ekonomik birimlerin ve faktör sahiplerinin kararları için, temel ve egemen bir organizasyon kuralıdır. İktisadi faaliyetlerin denetimi olduğu kadar uyarıcısı olarak da anlaşılması gereken yönlendirme sorunu, her şeyden önce fiyat ve gelir değişmelerinin etkin bir uyarıcı rolü oynamasına bağlıdır. Böylece iktisadi birimler, özendirilerek ya da caydırılarak uygun davranışlara yöneltilebilirler. Çıkar sorunu, bireysel ve toplumsal çıkarlar arasındaki çatışma ile ilgilidir. Bu sorun, pazar mekanizması ve rekabet yoluyla ancak kısmen çözümlenebilir. Bu nedenle, -modern liberal ekonomi kuramının da ortaya koyduğu gibi-, devlete özellikle bu alanda düzenleyici ve yönlendirici bir görev düşer.
171
172
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Pazar ekonomisi düzeni çerçevesinde, rekabetin etkin olup olmamasına göre de kaynak dağılımını ve bunun doğuracağı sonuçları görmekte yarar vardır. Bu amaçla, çoğu zaman pazar ekonomisi düzeni ile eş anlamda kullanılan tekabet düzeni ile rekabetin hiç olmadığı ya da aşağıda belirtildiği anlamda işlemediği ve genel olarak tekel düzeni diye adlandıracağımız bir ayırıma gidebiliriz.
Rekabet Düzeninde Kaynak Dağılımı Rekabet Düzeninin Anlamı ve İşleyişi
Verimli Rekabet: Girişimlerin mümkün olduğu kadar en düşük fiyatlarla ve en kaliteli ürünlerle piyasaya girmeye çalışmaları; dolayısıyla da her girişimin pazardaki durumunu iyileştirme gayreti içinde verimliliği artıracak teknik ilerlemeleri sağlama ve uygulama çabası.
Pazar ekonomisinin işlerliği temelde, gerek ürünlerin, gerekse üretim faktörlerinin herhangi bir engelle karşılaşmaksızın serbestçe dolaşımının ve değişiminin sağlandığı bir düzene, yani rekabet etkinliğinin optimal bir biçimde gerçekleştirilmesine bağlıdır. Rekabet düzeninde egemen pazar tipi, tam rekabet pazar tipidir. Bu pazar tipi çok sayıdaki işletme ve tüketicilerin plan ve kararlarını birbiriyle uyumlaştıran bir tiptir. Modern ekonomi düzenine damgasını vuran, tam rekabettir. Özellikle rekabetin niteliği açısından, tam rekabet denilince ne akla gelir? Diğer bir deyişle tam rekabet nedir? Tam rekabet; belirli, tam olarak tanımlanabilen bir pazar tipi olup "laissez-faire" ("bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler") ile karıştınlmamalıdır. Öte yandan tam rekabet, tekel Savaşımı'hdan da tümüyle farklıdır; örneğin iki oligopolist gemicilik şirketinin ya da petrol tröstünün birbirleriyle savaşımı gibi. Kısmi tekellerin ya da oligopolistierin savaşımında, genellikle ambargo, blokaj gibi önleyici ve engelleyici araçlar kullanılır. Oysa tam rekabette ambargo diye bir araç yoktur. Tekelci ve oligopolist, bir pazar stratejisi izler. Tam rekabette firmaların böyle bir stratejisi de yoktur. Tam rekabet engelleyici ya da zarar verici rekabet değil, tersine verimli rekabettir. Hem aracılar, hem de talepçiler kendi aralarında rekabette bulunuyorlarsa ve iktisadi planlarını buna göre yapıyorlarsa, tam rekabet pazarı gerçekleşmiş demektir. Böyle bir düzende girişimciler, neyi üretecekleri, hangi teknolojiyi kullanacakları, hangi girdileri ne miktarda kullanacakları, ürünlerini hangi pazarlarda satacakları konusunda serbestçe karar verirler. Faktör sahipleri de, sahip oldukları faktörleri ne miktarda ve nerede kullanacakları konusunda özgürdürler. İktisadi davranan girişimciler maksimum kâr elde etmek için, en uygun üretim düzeylerini seçerken maksimum gelir elde etmek isteyen faktör sahipleri de, faktörlerini en uygun alanlara arz ederler. Bu maksimizasyon davranışlarında, iktisadi süreci yönlendiren ve optimal kılan tam rekabet fiyatlarıdır. Tam rekabet fiyatlarım esas alan iktisadi birimler, davranışlarıyla neyi optimal kılmış olurlar? İşte bu nedenle, yani rekabetçi pazar tipinin tam olarak açıklanması bakımından, fiyatın nerede oluştuğu da önem taşır. Rekabet düzeninde fiyat, pazar tarafından belirlenmekte; firmalara tek tek pazar stratejileri ile zorla kabul ettirilmemektedir. Ayrıca rekabet fiyadarında meydana gelen harekeder, firmaları buna uygun davranışlara iterken; firmalar kullandıkları kaynakların verimlilik ve fiyadarında ortaya çıkan değişmeleri de (özellikle fiyat düşüşü yönündeki) pazara yansıtmak durumundadırlar.
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
173
Buna göre pazan oluşturan hiç bir tarafın, oyunun kurallarını ve pazarın biçimini kendi çıkanna göre yönlendirme özgürlüğü yoktur. Rekabetin sınırlanmak ve oyun kurallannın değiştirilmek istendiği alanda devletin müdahalesi söz konusudur. Devlet, rekabet düzeninin güvencesidir. Bu arada rekabet, sadece bir düzen aracı olmayıp, bundan da öte rekabet sayesinde yaratılan düzen içerisinde yaratıcı girişimciliği yaygınlaştıran bir unsurdur. Nitekim daha verimli (etkin) bir iktisadi faaliyet artan üretim demektir. îşte burada, rekabetin yoğunluğu ve etkinliği ile üretim ya da hasıla artışı arasındaki ilişki kendini göstermektedir. Bir ekonomide sağlanan hasıla artışlan, elbette her zaman sadece rekabet koşullarının sonucu olmayabilir. Bununla birlikte rekabet-yoğun bir ortamda, girişimcilerin, özellikle üretim faktörlerinin (kaynaklar) optimal bileşimini sağlamaya zorlanacağı bir gerçektir.
Optimal Kaynak Bileşimi ve Dağılımı Kaynaklann mobil olması yanında, pazarlara giriş serbestisinin bulunması; rekabetçi bir düzenin egemen olduğu ekonomide, her bir firmanın optimal kaynak bileşimini, uzun dönemde minimum ortalama maliyetierle üretimde bulunarak kurması sonucunu doğurur. Bu ise, marjinal sosyal maliyetierin fiyata eşit olması demektir. Başka bir deyişle böyle bir durumda firmalar açısından optimal kaynak bileşimi, tüm ekonomi açısından optimal kaynak dağılımı demektir. Sonuçta rekabet mekanizmasının tam olarak işlemesiyle, ekonomide elde edilebilecek en yüksek üretim ya da hasıla elde edilmiş olacaktır. Buna göre pazar ekonomisi düzeninin egemen olduğu ya da olmasının istendiği bir ekonomide; bu tür etkin kaynak bileşiminin ya da dağılımının bulunması, gerçekleştirilmesi ve sürekliliğinin korunması için, devlet sosyal ve siyasal koşullann istikrarına özen göstermeli ve aynı zamanda amaca yönelik bir ekonomi politikasının sürekliliğini güvence altına almalıdır.
Tekel Düzeninde Kaynak Dağılımı Tekel Düzeninin Anlamı ve Tekelleşme Eğilimi Tekel Düzeni kavramıyla, yukarıda niteliklerini ve işleyişini açıkladığımız rekabet unsurunu içermeyen her türlü pazar tipinin (yapısının) kapsandığını hemen belirtelim. Buna göre bildiğiniz aksak rekabet, eksik rekabet adlarıyla anılan tüm pazarlar ve bunlann egemen olduğu ekonomik yapılar, burada tekel düzeni başlığı altında toplanmıştır. Bunların ortak yanı, işlevsel bir rekabeti içermiyor olmalarıdır. Laissez-faire ekonomi politikası, bilindiği gibi temelde şu düşünceye dayanır: Bu politikanın geçerliliği halinde her yerde rekabet olur; rekabet düzeni içinde de, faktör ve mal akımlan üretim yerleri ve bireyler arasında etkin bir biçimde dağılır; böylece kaynaklann optimal dağılımı sağlanırken, ihtiyaçlar da optimal bir biçimde karşılanmış olur. Ne var ki, bu iktisat politikasının birleşme, anlaşma ve böylece rekabeti önleme serbestisini de vermesi nedeniyle, başka pazar tiplerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Emek pazannda işveren tekelleri, mal pazarlarında monopol ve oligopoller ve geniş etki alanı olan karteller buna örnektir. Arzcılar ve talepçiler sürekli olarak -mümkün olan her yerde ve zamanda- rekabetten kaçınmaya ve tekelci bir konum elde etmeye ya da onu korumaya çaba göstermişlerdir. Rekabetin ortadan kaldırılması ve tekelci bir konumun kazanılmasına ilişkin güçlü eğilim her yerde ve her zaman canlılığını korumuştur. Bu, 19. yüzyılın sonlanna ya da 20. yüzyıla özgün bir durum değildir. Örneğin 13. yüzyı-
Laissez Faire-Laissez Passer: "Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler". İktisadi düşüncede Fizyokratlar olarak adlandırılan ekolden Gournay'in ortaya attığı Liberalizmin ünlü sloganı.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
174
lın bir kentindeki üç fırıncı niçin rekabet etsin? Aralarında anlaşırlar ve bir tekel oluştururlar, bunun da ötesinde ortaya çıkabilecek rekabete karşı da kendilerini korumaya çalışırlar. Bu eğilim eskiden olduğu gibi, günümüzde vardır, gelecekte de olacaktır. Emek pazarında işveren ve işçiler, mal pazarlarında arzcı ya da talepçiler tekelci konumlar sağlamaya çalışacaklardır. Buna göre tekelleşme eğilimi evrenseldir, tüm ekonomi politikalarının hesaba katması gereken bir gerçektir.
(üüüî^îf
Tekelleşme eğiliminin evrensel olması ne demektir?
Tekel Fiyatları ve Tekel Stratejisi Tam rekabette fiyadar kıtlık fiyadarı olduğu halde, tekel fiyadarı kıtlığı tam olarak yansıtmaz; gerçekte olduğundan daha yüksek gösterir. İhtiyaçları giderebilecek olan mallar ve hiç üretilmez ya da üretilmişse -fiyatı düşürmemek için- yok edilir. Oysa rekabet düzeninde bu mallar tümüyle tüketime aktarılır. Öte yandan tekelde mevcut üretim kapasitesi optimal kullanılmayarak kaynak israfına neden olunur. Oysa tam rekabet düzeninde, uzun dönemde üretim optimal kapasitede yapılır.
(
Bir başka yandan tekelcinin, yafiyatısaptayıp ne kadar üretimde bulunacağını pazarın belirleyeceğini ya da arzı kendi belirleyipfiyatınbu arz miktarına bağlı olarak pazarda oluşacağını bildiğini anımsayınız.
DIKKAT
İşte bu durum, tekelciye bir pazar stratejisi izleme olanağını verir. Buna bağlı olarak da üretim masrafları, tekelcinin plan ve davranışları açısından büyük bir önem kazanır. Her tekelci bu durumun farkındadır. İşte bu nedenle maliyet masraflarının hesaplanmasının, iktisadi sürecin yönlendirilmesi açısından ne gibi fonksiyonlara sahip olduğunun bilinmesi önemlidir. Buna göre belirli bir üretim teçhizatının verildiğini kabul ederiz. Bu durumda arz tekeli, iktisadi süreci ne yönde etkileyecektir? Sorun, bireysel tekelin ya da kolektif tekelin söz konusu olup olmamasına göre farklılık göstermekle birlikte, uzun dönemde kaynak kullanımı açısından doğurduğu olumsuzluklar aynıdır. Ç
DİKKAT •
İktisadi Analizin özellikle üzerinde durduğu bireysel tekel, marjinal maliyetini marjinal hasdatı ile karşıladığı anda, kârını maksimize etmiş olmaktadır. Bilindiği gibi bu durumda, tekelcinin marjinal maliyetifiyattandaha düşüktür. Tekelci, son birim maliyetinin ürün fiyatına eşit olacağı düzeyde üretimde bulunmaz. Çünkü tekelci, -rekabetçi arzcıdan farklı olarak- talepçilerin kendi arzına olan reaksiyonlarını dikkate alır. Dolayısıyla arzını, fiyatın marjinal maliyete eşit olacağı düzeye kadar arttırması için hiç bir neden yoktur.
Tekelde "Sözde-Denge" ve Kaynak Kullanımı Bu durumda, arz yönünden tekelci olan bir pazarda dengenin kurulduğu söylenebilir. Ancak bu, sınırlı bir doğruluk taşır. Çünkü tekelci temelde, tekel fiyatını ödeyebilen ve ödemek isteyen her talepçinin satın alabildiğinden daha fazlasını arz edebilir. Durum böyle olmadığı için, tekel dengesi, bir sözde-dengedir. Bunu iki yönden kanıtlanabiliriz: Birincisi, bu tekelci sözde-denge açık seçik belirgin değildir. Yani tekelci temelde, üretimi arttırarak fiyatın daha da düşmesini ve böylece toplumun daha yüksek bir doyum düzeyine ulaşmasını ve böylece toplum refahının artmasını sağlayabilirdi. Buna bağlı olarak, marjinal maliyet ile fiyat arasındaki
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
175
fark -fiyatın düşmesiyle- giderek küçülür ve sonunda en iyi doyumun elde edildiği noktada tümüyle ortadan kalkardı. Oysa gerçek durum böyle değildir ve dolayısıyla sözde-dengenin nerede form tuttuğu ve doyumun hangi büyüklükte olduğu belli değildir. Kaynak kullanımını etkileyen ikinci nokta, daha önemlidir. Bilindiği gibi tam rekabette firma, ister kısa dönemde, isterse uzun dönemde olsun, mar- FAft^ jinal maliyetinin fiyata eşit olduğu üretim düzeyinde dengeye gelir. Ayrıca tam rekabette, uzun dönemde denge, uzun dönem ortalama maliyetin minimum olduğu üretim düzeyinde kurulur. Dolayısıyla burada, marjinal maliyet =fiyat= ortalama maliyet eşitliği kurulmuş,
optimal üretim düzeyi gerçekleştirilmiş olur. Buna karşı tekelin gerek kısa dönem, gerekse uzun dönem sözde-dengesim fa, ne fiyat marjinal maliyete eşittir ne de uzun dönemde ortalama maliyetin minimum olduğu düzeyde üretim yapılır. Bu noktaya gelmeden sözde-denge kurulur. Bütün bu durumlarda ekonominin genel dengesi bozulmuş demektir. Bir yandan, ülkenin üretim teçhizatı (kapasitesi) tekellerde optimal olarak kullanılmıyor demektir. Öte yandan da, kıdığı olabildiğince yenmek için yapılması gerekli olan daha fazla emek ve hammadde kullanımı gerçekleştirilememektedir. Başka bir deyişle kıt kaynaklar toplum (sosyal) açısından etkin kullanılmamış olmaktadır. Ayrıca marjinal maliyetle ortalama maliyet farklı olduğu için de, sosyal maliyetler ile özel maliyetler birbirine eşit değildir. Sonuç olarak tekel düzeninde, tekel fiyatiarın marjinal sosyal maliyetleri yansıtmamakta, tekelci tüketici refahını olumsuz yönde etkilemekte; üretim kapasitesini tam olarak kullanmamakta ve kaynak israfına neden olmaktadır. Bu ise, tekel düzeninde kaynakların optimal dağılımını önleyerek üretim ya da hasılanın maksimizasyon unu engellemektedir. Büyüme ve kalkınma politikasının amaca uygun araç ve önlemlerle bu işleyişe müdahalesi yukarıda belirtilen nedenlerle kaçınılmazdır.
Merkezi Yönetim Ekonomisinde "Kaynak Dağıtımı" Merkezi Yönetim Ekonomisi Düzeninin Anlamı İktisadi yaşamdaki karmaşık ilişkilerin koordinasyonu, düzenlenmesi ya da uyumlaştınlmasının özellikle kaynak dağılımı sorunu olarak ortaya çıktığını belirtmiştik. Bu kez, düzenleme yoluyla oluşturulan koordinasyonu yansıtan organizasyon tipini temel alacağız. Böyle bir organizasyon tipinin kaynak dağılımına uyarlanması merkezi yönetim ekonomisi düzenini (ya da sistemini) verir. Kendiliğinden karşılıklı uyumlaşma biçimindeki koordinasyonun -pazar Ekonomisi'nde olduğu gibi- tersine organizasyonlar, belli bir amaca bağlı olarak oluşturulup yerleştirilen bir koordinasyon ve düzenleme biçimidir. Kaynak dağılımının merkezi yönetim ekonomisine göre yapıldığı durumda, merkezi plan ve amaçlar söz konusudur. İktisadi birimler, üretimi ve tüketimi planlayan bu çerçeve içinde davranışlarını uyumlaştırırlar. İktisadi birimlerin fonksiyonu planlama değil, uyumlaşma fonksiyonudur. Dolayısıyla fiyatiar ve gelirler, merkez tarafından saptanacaktır. Bu ekonomide pazar fîyatiarı değil, merkezi plan tarafından saptanan mikro-plan hedefleri (iktisadi birimlerce uyulması zorunlu) koordinasyon araçlan durumundadır.
DİKKAT
176
^ SIRA SİZDE J B ^ J J (JY^
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
Uyumlaşma yoluyla oluşan koordinasyon ile düzenleme yoluyla oluşturulan koordinasy° n modellerinden ne anlıyorsunuz, bunlara ne ad veriliyor, ikisi arasındaki temel farklar nelerdir? Merkezi Yönetim Ekonomisinin Reforme Edilmesi Yukarıda açıklanan ekonomik düzen kuramsal bir modeldir. Bu saf ya da pür biçimiyle uygulamada geçerli değildir. Kaynak dağılımının gerçekleştirilebileceği mekanizmaları açıklamak amacıyla böyle bir düşünsel çerçeve çizilmiştir. Temelde merkezi yönetim ekonomisi ilkesine dayanmakla birlikte, uygulamada görülen ekonomik düzenler düşünsel ve saf biçimleriyle değil, toplumların sosyo-ekonomik ve tarihsel-siyasal gelişmelerine bağlı olarak ortaya çıkmışlardır. Nitekim emredici makro ve özellikle mikro hedefleri içeren planlamanın, koordinasyon sorununu yeterince çözemeyeceği anlaşılmıştır. Ayrıca belli amaçların merkezi bir planlamaya yeterli ve etkin bir biçimde gerçekleştirilmesi mümkün olamamıştır. Son olarak hantal merkezi plan yönetimi, optimal kaynak dağıtımında, verimlilik artışlarında ve ekonomik istikrarı sağlamada yeterince etkin olamamıştır. Merkezi yönetim ekonomisi hangi alanlarda yetersiz kalmıştır? Bu nedenlerle birlikte ideolojik sapmaların da ortaya çıkmasıyla, merkezi yönetim ekonomisi düzenleri zaman zaman reforme edilmiştir. Bu bağlamda, bireylere iş ve meslek seçimi ile gelirin tüketim ve tasarruf arasında kullanımı gibi alanlarda daha geniş davranış serbestisi tanınmışür. Üretim, fiyat ve hasılatla ilgili emredici planlama kısmen kaldırılmış ve böylece işletme yöneticilerine üretim planlaması, fiyadama ve ücret belirleme ile elde edilen hasılatın kullanım alanlarında daha geniş bir oyun alanı bırakılmıştır. Merkezi yönetim ekonomisi düzenine ilişkin bu açıklamalardan sonra, bu tür ekonomilerde kaynak dağılımı sürecinde dikkate alınan temel ilkeye geçebiliriz. Aslında bu ilke, bildiğiniz temel iktisadilik ilkesinin farklı bir mekanizma ile iktisadi sürecin yönlendirilmesine uygulanmasıdır. Bu düzende de kaynak dağılımı (ya da dağıtımı) sürecinde dayamlan temel ilke, genelde üretim ya da hasılanın maksimizasyonunu sağlamaya yönelik (sosyal) marjinal verimlilik eşitliği ilkesidir. Aşağıda ilkenin yorum ve çeşitli alanlardaki işleyişi verilmiştir. Merkezi Kaynak Dağıtım İlkesinin Anlamı ve Yorumu Ünlü Polonyalı iktisatçı Oskar Lange, rasyonel iktisadi davramş ilkesi olarak da bilinen iktisat ilkesini şöyle formüle ediyor: Veri araç kullanımı ile maksimum amaç gerçekleşmesi ya da verilmiş bir amaca, minimum araç kullanımı ile varılması. Birinci yaklaşım, en büyük etki ya da en yüksek verimlilik ilkesine göre iktisadilik olarak tanımlanır. İkinci yaklaşım ise, en düşük araç (kaynak) kullanımı ya da kaynak tasarrufu ilkesine göre iktisadilik olarak adlandırılır. Lange, bu ilkenin ister kapitalist isterse sosyalist olsun, her iktisadi sistemde her zaman geçerli olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre, ünitenin başında söylediğimiz temel iktisadilik ilkesi, evrensel bir nitelik taşımaktadır. Ne var ki, formüle edilen amaçlar ve bu amaçlarla varmak için kaynakların dağılım (ya da dağıtım) mekanizması farklılık göstermektedir.
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
Langé ye göre girişim amaçları ortak bir amaçta bütünleştirilirken, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin bulunduğu kapitalist sistemdeki girişimler, araçları bütünleştirmek amacını taşırlar. Rasyonel davranış ilkesinin etki alanı, kapitalist sistemde bu anlamda, sınırlandırılmış olmaktadır. Buna göre, -kuramsal olaraközel mülkiyet kurumunun esasen olmadığı merkezi yönetim ekonomisi düzeninde temel sorun, kaynaklann bütünleşmesi değil, kaynakların yoğunlaştırılmış bir biçimde dağıtımı olmaktadır. Dolayısıyla genelde, örneğin sermaye bir üretim alanından öbürüne serbestçe geçebilecektir. Buna benzer olarak tüm kaynaklar da, en yüksek verimliliği gösterdikleri alanlarda toplanabileceklerdir. Bu açıklamalara göre, merkezi yönetim ekonomisinde iktisadilik ilkesi şöylece ifade edilebilir: miktarı belli kaynaklar maksimum amaç gerçekleşmesini verecek biçimde dağıtılmışsa (toplanmışsa) ya da üretim, minimum harcamayla belli bir amacı gerçekleştirebilecek biçimde yapılıyorsa (dağıtılıyorsa), optimum iktisadiliğe ulaşılmış olur. Bu durumda dağıtım ilkesini şöylece somudaştırabiliriz: Eldeki üretim faktörleri (kaynaklar), bunların marjinal verimlilikleri tüm kullanım alanlarında aynı düzeyde kalacak biçimde, kullanıldıkları takdirde, maksimum amaç (üretim ya da hasıla) düzeyi elde edilmiş olur. Ya da belli bir amaç düzeyini elde etmek için, üretim, marjinal maliyetlerin her yerde aynı düzeyde olacağı biçimde, dağıtıldığı takdirde, minimum kaynak kullanımı sağlanmış olur. Bu yaklaşımlardan birincisi, doğrudan doğruya optimal kaynak dağılımına dayanan (marjinal verimliliklerin eşitlenmesi ilkesi), üretim ya da hasılanın maksimizasyon unu açıklamaktadır. İkincisi ise, optimal üretim dağılımına dayanan (buna da marjinal maliyetierin eşitlenmesi ilkesi diyebiliriz), kaynak kullanımını (ya da maliyetierin) minimizasyon unu açıklamaktadır. Görüldüğü gibi gerek pazar ekonomisi düzeninde, gerekse merkezi yönetim ekonomisi düzeninde, optimal kaynak dağılımında dayanılan temel ilke aynı, ancak bu ilkenin yaşama geçmesi ya da geçirilmesindeki temel mekanizma birincisinde pazar, öbüründe merkez ya da merkezi emredici plandır.
177
Merkezi yönetim ekonomisinde iktisadilik ilkesine göre; miktarı belli kaynaklar maksimum amaç gerçekleşmesini verecek biçimde dağıtılmışsa ya da üretim, minimum harca mayla belli bir amacı gerçekleştire bilecek biçimde yapılıyorsa optimum iktisadiliğe ulaşılmış olur.
"Karma Ekonomi"de Kaynak Dağılımı Yukanda incelenen iki temel kaynak dağılımı mekanizmasının kökeninde, ekonomik sürecin farklı araçlarla yönlendirilmesi yatmaktadır: Pazar ve merkezi emredici plan. Ne var ki bu koordinasyon ilkelerine dayanmakla birlikte gerek pazar ekonomisinin, gerekse merkezi yönetim ekonomisinin saf, pür kuramsal biçimlerinin gerçekte görülmediklerini belirtmiştik. Pür pazar ekonomisi modelinin, devletin düzen politikası müdahaleleriyle amaca uygun bir işlerliğe kavuşturulduğunu biliyoruz. Öte yandan yukarıda saydığımız nedenlerle, pür merkezi yönetim ekonomisi modelinin de uygulanmayıp, reforme edildiğini ve hatta büyük ölçüde ortadan kalktığını biliyoruz. İşte bu gelişmeler, pazar ekonomisi ile merkezi yönetim ekonomisine özgü bazı unsurlan yapısında taşıyan karma ekonomilerin oluşmasına yol açmıştır. Karma Ekonomi Düzeninin Anlamı ve Niteliği Bireysel ekonomilerin davranış özgürlüğü ile devletin ekonomik etkinlikleri belirli ölçülerde bir arada bulunuyorsa, "karma" deyimini kullanabiliriz. Bu arada özel ekonomik birimlerin yaptıkları planlar gibi, devlet de etkinliklerini makro bir plan
m
DİKKAT
3
178
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
çerçevesinde yürüterek ekonomik süreci yönlendirebilir. Özellikle azgelişmiş ülkelerde, pazar ekonomisinin ön koşullarının yeterince oluşmaması ve bu nedenle pazarların işlevsel olmaması, devleti ekonomik sürecin içine daha yoğun olarak çekmektedir. Bu nedenle ekonomik sürecin koordinasyonunda pazar ve makro planlama birlikte etkin olmaktadır. Böylece ortaya çıkan ekonomilere karma ekonomiler denilmektedir. Bu arada karma ekonomi düzeninin, pazar ve merkezi yönetime dayalı koordinasyon ilkelerinin karması olmadığını, koordinasyon ilkesi dışındaki "bazı unsurlardın karmasıyla oluştuklarını unutmamak gerekir. Karma ekonomide, bireysel ekonomilerin yaptıkları planlama ile devletin yaptığı ekonomi politikası planlaması "bağdaştırılmakta" ve az ya da çok "karmalaştırılmaktadır". Buna karşı, pazar ekonomisi koordinasyon ilkesi ile merkezi yönetim ekonomisi koordinasyon ilkesi birbirinin alternatifi olmaktadır. Buna göre bireysel ekonomilerin plan içerikleri ve koordinasyonu ya pazara bırakılmakta ya da merkezi yönetimce saptanmaktadır. Oysa karma ekonomi düzeninde bu anlamda ya chı biçiminde kesin bir seçenek söz konusu değildir. Karma Ekonomide Devletin Etkinliği Temelde pazar ekonomisinin egemen olduğu bir düzende belirli ürün fiyatlarının saptanması, ihracat ve ithalata miktar ayarlamaları ya da gümrükler, sübvansiyonlar, asgari ücret gibi devletçe alınan önlemler; devletin planlı bir ekonomi politikası izlemesi ve sosyal politika önlemlerine yer vermesi biçiminde anlaşılmalıdır. Görüldüğü gibi bu önlemler, koordinasyon sorunu ile ilgili olmayıp; ekonomik sürecin yönlendirilmesinde devlet etkinliğine ilişkin ilkelere örnektirler. Fiyat saptama önlemi, belirli durumlarda dengesi bozulan pazarlarda koordinasyonu daha etkin kılmak amacına yöneliktir. Bu arada, uygun miktar ayarlamalarıyla desteklenmeden yapılan fiyat saptamalarının, genellikle koordinasyon sorununun çözümünü güçleştirdiği ya da hiç çözemediği bilinen gerçeklerdir. Başka bir deyişle bu tür müdahaleler, dengenin daha da bozulmasına yol açarak, kaynak dağılımını bozmaktadır. Yine temelde pazar ekonomisinin geçerli olduğu modern ekonomilerde, kamu kesiminin finans tekeli, zorunlu kamu harcamaları, altyapı yatırımları ve temel alanlarda kamu girişimciliği gibi kendine özgü ekonomik etkinlikleri büyük boyutlara ulaşabilir. Bu durum, söz konusu alanlarda merkezi yönetim ekonomisi ilkesinin geçerli olmasını gerektirmez. Rasyonel iktisadi davranma gereği, doğal olarak kamu ekonomik etkinliklerinin de planlanmasını zorunlu kılacaktır. Kamu girişimleri de özel girişimler gibi girdi sağlayacaklar ve satış faaliyetlerini pazar ekonomisi ilkelerine göre düzenleyecekler ve dolayısıyla yaptıkları işletme planlarında bu durumu (pazarı) veri olarak kabul edeceklerdir. Bu, kâr maksimizasyonu amacına yönelmeyen kamu girişimleri için bir engel değildir. Kaynak Dağılımında Özel ve Kamu Kesimi Kamu gerek aldığı ekonomi politikası önlemleriyle, gerekse bizzat giriştiği ekonomik faaliyetlerle, temelde ekonominin koordinasyon sorununu çözmeyi amaçlamaz. Tam tersine bu önlem ve faaliyederle, uygun amaçları gerçekleştirerek pazar ekonomisi koordinasyonunu iyileştirmeyi amaçlar. Karma ekonomi düzeninde özel ekonomik birimler (tüketici ve işletmeler) pazar koşullarını veri alarak tüketim ve üretim dengelerini kurarlar. Girişimler kâr maksimizasyon unu, mevcut pazar koşulları çerçevesinde kurarlar. Pazarın rekabetçi ya da tekel türünde olması-
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
179
na göre, kuracakları optimal faktör bileşimleri'ni, optimal kaynak dağılımını da sağlayıp sağlamayacağı, pazar ekonomisinde kaynak dağılımı incelenirken ortaya konulmuştur. Bu nedenle burada tekrar edilmeyecektir. Buna karşı devletin güttüğü ekonomi politikası amaçları ve önlemler -temelde pazann işlevsel olmasına yöneldiği sürece- pazarın bozulması sonucunda ortaya çıkan yanlış kaynak dağılımını önleyerek, optimal kaynak dağılımının gerçekleşmesine katkıda bulunur. Bu arada bizzat devlet, kamu iktisadi girişimleri çerçevesinde, kar maksimizasyonu değil, verimlilik ilkesini amaçlayarak kaynak israfını önlemek durumundadır. Öte yandan kamu yatırım projelerinin gerçekleştirilmesinde özel fayda ilkesine göre değil, sosyal fayda ilkesine göre davranmak zorundadır. Özellikle altyapı ve temel alanlardaki yatırımlarda bu durum kaçınılmazdır. Bunun için ilgili kısımda belirtilen gölge fiyadarla kaynak kullanımı ve maliyet hesabı büyük önem taşır. Kamu iktisadi girişimlerinin ürün fiyatiamasında ve kamu yatırım projelerinin değerlendirilmesinde sosyal marjinal maliyet, fiyat ilişkisinin temel bir ilke olarak göz önünde bulundurulması gerekecektir. Böylece bizzat devletin, yanlış kaynak dağılımını önlemesi gerektiği açıktır. Sonuç olarak karma ekonomilerde devlet, ister dolaylı yollardan pazara müdahale ederek, isterse bizzat kamu iktisadi girişimciliğiyle ekonomik faaliyette bulunarak; kıt
kaynakların
optimal dağılımının ve dolayısıyla üretim ya da hasıla maksimizasyonunun
ger-
çekleşmesini güvence altına almak zorundadır.
Karma ekonomide devletin temel fonksiyonu ve amaçları neler olmalıdır?
•f^fl
SIRA SİZDE^)
180
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Büyüme
Özet Optimal kaynak dağılımı nedir? Nasıl sağlanır?
Temel dağıtım ilkesi nedir?
Ekonominin sahip olduğu kıt kaynakların, maksi-
Temel dağılım ilkesi, her kaynağın çeşitli kullanım
mum üretim ya da hasıla yaratacak biçimde çeşit-
yerlerindeki marjinal verimliliklerinin birbirine eşit
li kullanım yerlerine dağılımı olan optimal kaynak
olmasıdır. Marjinal verimlilik eşitliği denilen bu il-
dağılımı her ekonominin temel sorunudur.
ke, tam rekabet koşullannm tümüyle geçerli oldu-
Kaynakların optimal dağılımı, toplam üretimi ya
ğu ekonomilerde kendiliğinden gerçekleşir. Uygu-
da toplam hasılayı maksimize eden kaynak dağılı-
lamada görülmeyen bu koşullar karşısında, gölge
mıdır. Ekonominin sahip olduğu kaynaklar çeşidi
fiyatların dikkate alınmasıyla sosyal marjinal verim-
üretim yerleri (ekonomik kesimler, yatırım proje-
lilik eşitliği ilkesi geliştirilmiştir. Pazarda oluşan fi-
leri, teknolojiler ve bölgeler) arasında öyle dağıl-
yatların, marjinal sosyal maliyetleri yansıtacak bir
mış olmalıdır ki, ekonomi, maksimum toplam ha-
biçimde düzeltilmesiyle elde edilen marjinal verim-
sılayı elde etmiş olsun. Yani bu durumda, kaynak-
liliğe, sosyal marjinal verimlilik (marjinal sosyal ve-
ların daha değişik bir dağılımı olsaydı, toplam ha-
rimlilik) kriteri diyoruz. Dolayısıyla optimal kaynak
sıla bu düzeyde olmayacak, daha düşük düzeyde
dağılımı için, kaynaklann sosyal marjinal verimlilik-
kalacaktı.
lerinin eşitlenmesi gerekecektir.
Dikkat edilirse, burada kaynak dağılımının optimizasyonu, hasıla maksimizasyonu amacının gerçekleştirilmesine bağlıdır. Amaç, madem ki hasılanın maksimizasyonudur; bu durumda kaynaklar çeşidi üretim yerleri arasında, belli bir ilkeye (kritere) göre dağılmış olmalıdır. Öyle ki buna göre, başka bir ilkeye göre gerçekleşecek bir dağılım, öngörülen amacı gerçekleştiremeyecek demektir. Optimal kaynak dağılımı, temelde birbirinin alternatifi olan iki mekanizma tarafından sağlanır. İşlevsel pazar ekonomisi ve merkezi yönetim ekonomisi. Pazar ekonomisinde özellikle rekabet düzeninin işleyip işlememesine göre kaynak dağılımı optimal kılınıp kılınamazken; merkezi yönetim ekonomisinde de özellikle emredici plamn etkin olup olmamasına göre kaynak dağılımı optimal kılınır ya da optimallikten uzaklaşır. Özellikle son yıllardaki gelişmeler, bu ikinci mekanizmanın söz konusu temel işlevini, uygulamada yerine getiremediğini açıkça göstermiştir.
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
181
Bireysel ekonomilerin davranış özgürlüğü ile dev-
Kaynak dağılım mekanizmaları nelerdir?
letin ekonomik etkinlikleri belirli ölçülerde bir ara-
Kaynak dağılım mekanizmaları, pazar ekonomisin-
da bulunuyorsa, "karma" deyimini kullanabiliriz.
de, rekabet düzeninde, tekel düzeninde, merkezi
Bu arada özel ekonomik birimlerin yaptıklan plan-
yönetim ekonomisinde ve karma ekonomide ol-
lar gibi, devlet de etkinliklerini makro bir plan çer-
mak üzere beş mekanizmadan oluşmaktadır.
çevesinde yürüterek ekonomik süreci yönlendire-
Pazar ekonomisinde; kaynak dağılımı genel kural-
bilir. Özellikle azgelişmiş ülkelerde, pazar ekono-
lara bağlı, kendiliğinden oluşan düzenlemelere gö-
misinin ön koşullarının yeterince oluşmaması ve bu
re çözülmesidir.
nedenle pazarların işlevsel olmaması, devleti eko-
Rekabet düzeninde; pazar ekonomisinin işlerliği te-
nomik sürecin içine daha yoğun olarak çekmekte-
melde, gerek ürünlerin, gerekse üretim faktörleri-
dir. Bu nedenle ekonomik sürecin koordinasyo-
nin herhangi bir engelle karşılaşmaksızın serbestçe
nunda pazar ve makro planlama birlikte etkin ol-
dolaşımının ve değişiminin sağlandığı bir düzene,
maktadır. Böylece ortaya çıkan ekonomilere karma
yani rekabet etkinliğinin optimal bir biçimde ger-
ekonomiler denilmektedir.
çekleştirilmesine bağlıdır.
Karma ekonomide, bireysel ekonomilerin yaptıkla-
Rekabet düzeninde egemen pazar tipi, tam rekabet
rı planlama ile devletin yaptığı ekonomi politikası
pazar tipidir. Bu pazar tipi çok sayıdaki işletme ve
planlaması "bağdaştırılmakta" ve az ya da çok "kar-
tüketicilerin plan ve kararlarını birbiriyle uyumlaştı-
malaştırılmaktadır". Buna karşı, pazar ekonomisi
ran bir tiptir. Modern ekonomi düzenine damgası-
koordinasyon ilkesi ile merkezi yönetim ekonomi-
nı vuran, tam rekabettir.
si koordinasyon ilkesi birbirinin alternatifi olmakta-
Tekel düzeninde; rekabet unsurunu içermeyen her
dır. Buna göre bireysel ekonomilerin plan içerikle-
türlü pazar tipinin (yapısının) kapsandığını hemen
ri ve koordinasyonu ya pazara bırakılmakta ya da
belirtelim. Buna göre bildiğiniz aksak rekabet, ek-
merkezi yönetimce saptanmaktadır. Oysa karma
sik rekabet adlarıyla anılan tüm pazarlar ve bunla-
ekonomi düzeninde bu anlamda ya-ya da biçimin-
rın egemen olduğu ekonomik yapılar, burada tekel
de kesin bir seçenek söz konusu değildir.
düzeni başlığı altmda toplanmıştır. Bunların ortak Kaynak dağılımının merkezi yönetim ekonomisine
T emel bir kaynak dağılım sistemi olmayan ekonoAjr milerde kaynak dağılımı nasıl yapılır?
göre yapıldığı durumda, merkezi plan ve amaçlar
Temel bir kaynak dağılımı sistemi olmayan, pazar
yanı, işlevsel bir rekabeti içermiyor olmalarıdır.
söz konusudur. İktisadi birimler, üretimi ve tüketi-
ekonomisi ile merkezi yönetim ekonomisinin kimi
mi planlayan bu çerçeve içinde davranışlarını uyum-
unsurlarını yapılarında toplayan karma ekonomi-
laştırırlar. İktisadi birimlerin fonksiyonu planlama
lerde devlete önemli görevler düşer. Temelde pa-
değil, uyumlaşma fonksiyonudur. Dolayısıyla fiyat-
zar ekonomisi düzenini benimseyen karma ekono-
lar ve gelirler, merkez tarafından saptanacaktır. Bu
milerde devlet, bir yandan pazarı işlevsel kılmak,
ekonomide pazar fiyaüarı değil, merkezi plan tara-
öte yandan bizzat kendisi, kamu iktisadi girişimleri
fından saptanan mikro-plan hedefleri (iktisadi bi-
kurarak dolaylı ve dolaysız yollardan kaynak israfı-
rimlerce uyulması zorunlu) koordinasyon araçları
nı önlemeye çalışır.
durumundadır.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
182
Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi cari fiyatların tam rekabet fiyatlarından sapma göstermesine neden olmaz? a. Dışsal tasarrufların yaratılması b. Devletin asgari ücret uygulaması c.
Devletin fiyatları marjinal sosyal maliyetlere eşitlemesi
d. Tekelci eğilimlerin güçlenmesi e. Firmaların azalan maliyetlerle çalışması 2. Gölge fiyatlar, aşağıdakilerden hangisine eşit değildir? a. Kaynakların karaborsa fiyatına b. Kaynakların kıtlık fiyatlarına c. Kaynakların alternatif maliyetlerine d. Kaynakların marjinal ürün değerine e. Kaynakların denge fiyatına 3. Laissez-faire düzenini tam rekabet düzeninden ayıran özellik, aşağıdakilerden hangisidir? a. Neyi, nasıl ve nerede üretme serbestisi b. Bireysel iktisadi planlar yapma serbestisi c. Rekabeti önleyecek anlaşma serbestisi d. Çalışma serbestisi e. Geliri kullanma serbestisi 4. Aşağıdakilerden hangisi Tam rekabette uzun dönemde kaynak dağılımını optimal kılan koşullardan biri değildir? a. Üretimin ve satışın minimum ortalama maliyetle yapılması b. Üretimin marjinal hasılat=marjinal maliyet=ortalama maliyet eşitliğiyle yapılması c. Üretimin optimal faktör bileşimi ile yapılması d. Üretimin, marjinal maliyetin ortalama maliyete eşit olduğu düzeyde yapılması e. Üretimin, fiyatın marjinal kâra eşit olduğu düzeyde yapılması 5. Aşağıdakilerden hangisi merkezi yönetim ekonomilerinin reforme edilmelerinin nedenlerinden biri değildir? a. Optimal kaynak dağılımının yeterince sağlanamaması b. Koordinasyon sorununun yeterince çözümlenememesi c. İstihdamı azaltma politikalarının yeterince uygulananamaması d. Verimlilik artışlarının yeterince gerçekleştirilememesi e. Ekonomik istikrarın yeterince sağlanamaması
6. Oskar Lange'ye göre girişimlerin amaçlan bakımından, sosyalist sistem ile kapitalist sistemi birbirinden ayıran temel unsur, aşağıdakilerden hangisidir? a. Sosyalist sistemde en yüksek verimlilik esas alınır. b. Sosyalist sistemde en düşük kaynak kullanımı esas alınır. c. Sosyalist sistemde amaçlar bütünleşirken, kapitalist sistemde araçlar bütünleşir. d. Sosyalist sistemde araçlar bütünleşirken, kapitalist sistemde amaçlar bütünleşir. e. Sosyalist sistemde ortalama verimlilik eşitliği geçerliyken, kapitalist sistemde marjinal verimlilik eşitliği ilkesi geçerlidir. 7. Optimal kaynak dağılımının temel amacı aşağıdakilerden hangisidir? a. Maksimum üretim için minimum kaynak kullanımı b. Eldeki kıt kaynaklarla maksimum üretim c. Üretim faktörleri kullanımının artmlması d. Üretim faktörlerinin verimliliğinin yükseltilmesi e. Üretim faktörlerinin dağılımının belirlenmesi 8. Üretimin optimizasyonu nedir? a. Maksimum üretimi minimum kaynak kullanımıyla gerçekleştirmek b. Kıt kaynaklarla maksimum üretim yapmak c. Üretim faktörleri kullanımını artırmak d. Üretim faktörlerinin verimliliğinin yükseltilmesi e. Üretim faktörlerini çoğaltmak 9. Rasyonel iktisadi davranış ilkesi olarak da bilinen iktisat ilkesini aşağıdakilerden hangisi formüle etmiştir? a. Adams SMITH b. HowartPACK c. Friedrich LİST d. Alexander HAMILTON e. Oskar LANGE 10. Marjinal sosyal maliyetlerin fiyata eşit olması aşağıdakilerden hangisini sağlamaz? a. Firmalar açısından optimal kaynak bileşimini b. Tüm ekonomi açısından optimal kaynak dağılımını c. İktisadi süreci yönlendiren ve optimal kılan tam rekabet fiyatını d. Sözde dengeyi e. Uzun dönemde minimum ortalama maliyetle üretimde bulunmayı
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
^
183
Yaşamın İçinden
ma bakarak ekonomik kararlarını değiştirmedi.
Piyasa ve Büyüme
senin kimseye güvenmediği ve en önemlisi haksız reka-
Son birkaç ay içinde yaşadığımız ve giderek temposu ar-
betin her türlüsünün fazlasıyla mevcut olduğu bir ortam-
Şimdi sormak gerekiyor sağlıklı bilginin üretilmediği, kim-
tan çok boyutlu gelişmeler, piyasa kavramının kendisini
da etkin piyasadan bahsedilebilir mi? Bilgi üretimi ve pay-
de tartışılır hale getirdi. Fakat piyasa mekanizmasının
laşımım bir şekil şartı olarak gördüğümüz, gerçek bilginin
hangi koşullarda ve nasıl etkin çalışabilir olduğu pek ir-
ışığından tüm toplumun yararlanmasını sağlayamadığımız
delenmedi. En son açıklanan büyüme rakamlarının per-
sürece ekonomiyi değil ancak sorunları büyütebiliriz.
de arkası ise bizdeki piyasa mekanizmasının neden iyi çalışmadığına ilişkin güzel bir örnek teşkil ediyor. Piyasa ekonomisi belli koşulların varlığı durumunda za-
Kaynak: Uğur CİVELEK, "Piyasa ve Büyüme", Radikal, 04.04.2003.
manı ve kıt kaynakları etkin kullanımını olanaklı hale getiriyor. Herkesin her şey konusunda yeterli bilgiye sahip olması, herkesin tutarlı davranması ve kimsenin fiyatları etkileyebilecek güce sahip olmadığı tam rekabet koşulları için temelini oluşturuyor. Piyasa anlayışım benimseyen devletin de bu koşulları tesis etmek ve geliştirmek için çaba harcıyor olması gerekiyor. Bu varsayımların geçerli olmadığı ortamda kıt kaynakların etkin bir şekilde kullanımı pek mümkün olmuyor, zira artan belirsizlik ve güvensizlik zaman içinde yapısal sorunları yaratıp büyütmeye başlıyor. Ülkemizde piyasa ekonomisi anlayışının benimsenmiş olması yukarıda belirttiğimiz temel varsayımların yokluğu nedeniyle sorun üreten bir yapıya sahip. Günü kurtarma anlayışı nedeniyle rekabet koşullan giderek olumsuz yönde gelişiyor; bu durum gerçekleri yansıtan sağlıklı bilgi üretilmemesi ve farklı kesimlerce çok farklı yorumlanması bireyin performansmı da olumsuz yönde etkiliyor, sorunlar büyüyor. Örneğin son açıklanan 2002 yılı büyüme rakamlarına bakalım: Devlet İstatistik Enstitüsünün hesabına göre gayri safı milli hasıla yüzde 7.8 oramnda büyümüş. Detaya bakılırsa stok artışı bu sonuçta etkili olmuş. Gerçekse biraz farklı: Son altı yıl içinde sektörel bazda kâr marjlannın hiç değişmediği, imalat sanayi-tarım ve hizmetler sektörünün GSMH içindeki paylarının korunduğu varsayımıyla bu sonuca ulaşılmış! İmalat sanayi üretimi ve tarımsal rekolte baz alınarak hesaplanmış... Hal böyle olunca ortaya çıkan rakamın gerçeklerle hiçbir ilgisi olmuyor, kıt kaynakların etkin dağılımına yardım etmediği gibi büsbütün belirsizliği artırıyor. Son altı yıl içinde gerek iç piyasada, gerekse global düzeyde yaşanan gelişmeler pek çok şeyi değiştirdi. Arz fazlası veya talep yetersizliği nedeniyle kâr marjları çöktü, bazı ana sektörlerde öz kaynaklar eridi ve hizmetler sektörü olağan dışı bir daralmaya katlanmak zorunda kaldı. Bu temel eğilimleri yokmuş varsayan bir anlayışla hesaplanan büyüme rakamı da doğal olarak itibar görmedi, ama Türkiye'nin istatistiklerindeki yerini aldı! Kimse bu raka-
Okuma Parçası Ekonomik Sistemler (1) Ekonomik sistemler neyin, nasıl ve hangi fiyata üretileceği sorusunun yanıtını vermeye çalışırlar. Ekonomik örgütlenme üç biçimde ortaya çıkar: (1) Kumanda ekonomisi, (2) piyasa ekonomisi, (3) karma ekonomi. Kumanda ekonomisi, kamu kesiminin üretimin içinde doğrudan bulunduğu bir örgütlenme biçimidir. Kumanda ekonomisinde neyin, nasıl ve hangi fiyata üretileceği sorusunun yanıtını siyasetçi ve bürokrat verir. Dolayısıyla bu örgütlenme biçiminde iki kurum önemlidir. Bunlar önem sırasıyla: (1) Siyasetçi, (2) bürokrat biçiminde sıralanabilir. Kumanda ekonomisi sisteminde genellikle yönetim diktatörlük biçimini aldığı için siyasetçinin oy endişesi yoktur. Bu sistemde siyasetçinin de bürokratın da amacı ortaktır: Yetki ve güçlerini maksimize etmek. Bu tür rejimlerde yetki ve güçle orantılı bir sorumluluk yoktur. Genellikle bir darbe olup da başkaları iktidara el koyuncaya kadar hiç kimse siyasetçinin ve onun çevresindeki bürokratın sorumluluğunu sorgulayamaz. Dolayısıyla siyasetçi ve bürokrat için yetki ve gücü maksimum noktaya kadar çıkarmanın hiçbir sıkıntısı yoktur. O nedenle toplumun isterlerine ters mal ve hizmetlerin üretilmesi yaygın bir eğilim biçimini alır. Böyle bir sistemde çoğunluğu kamu elinde bulunan firmaların kâr etmesi amaç değildir. O nedenle de verimlilik, etkinlik, kâr maksimizasyonu arayışına rastlanmaz. Piyasa ekonomisinde üretim büyük ağırlıkla özel kesim firmaları tarafından yapılır. Bu sistemde neyin, nasıl ve hangi fiyatla üretileceği sorularının yanıtını piyasa verir. Piyasa ekonomisinde üç kurum önemlidir. Bunlar önem sırasıyla: (1) Piyasa, (2) siyasetçi, (3) bürokrat biçiminde sıralanabilir. Piyasa, toplumun taleplerine göre üretim yaparken temel güdüsü kârını maksimize etmektir. Talep edilmeyen mal ya da hizmet üretilmez. Ya da bunlan üretenler zarar ederek piyasadan elenirler. Piyasa ekonomisi demokrasiy-
184
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Büyüme
le birlikte gelişir. Siyasetçi, bu örgütlenme türünde seçim-
Ekonomik Sistemler (2)
le işbaşına gelir. Dolayısıyla siyasetçinin amacı oylarını
Türkiye'nin yıllardır yaşadığı ekonomik sorunların teme-
maksimize etmektir. Bürokrat, siyasetçi tarafından atana-
linde kumanda ağırlıklı karma ekonomik modelden çıkıp
rak işbaşına gelir. Onun amacı yetkisini maksimize ederek
da bir türlü piyasa ekonomisi modeline geçememesi yat-
yerini korumaktır. Böylece piyasa ekonomisinde, kuman-
maktadır. Yani Türk siyasetçisi, bürokrasiyi kullanarak fir-
da ekonomisinden farklı olarak birbiriyle çelişen üç mak-
manın (piyasanın) kâr maksimizasyonu ilkesini zedele-
simizasyon olgusu çıkar karşımıza: (1) Firmanın kâr mak-
mekte ve bu yolla oylannı maksimize etmeye çalışmakta-
simizasyonu çabası, (2) siyasetçinin oy maksimizasyonu
dır. Böyle olunca da piyasa istendiği gibi çalışamamakta-
çabası, (3) bürokratın yetki maksimizasyonu çabası. Bu üç
dır. Kriz öncesinde biriken bütün sorunların ana nedeni
çaba, birbirinin alanma geçişler yapmadığı sürece birbiri-
budur. Türkiye'de olanları toplum istemiş, siyasetçi de oy
ni dengeler. Karma ekonomik sistemde kamu kesimiyle
maksimizasyonu hedefi doğrultusunda bunları yapmıştır.
birlikte özel kesim firmaları da üretimin içindedir. Karma
Türk toplumu istediği için geçmişte düşük vergi toplanmış
ekonomik örgütlenme biçiminde neyin, nasıl ve hangi fî-
ve borçlanma verginin yerine ikame edilmiş, faiz giderle-
yada üretileceği sorularının yanıtını kısmen siyasetçiler ve
ri artmış; Ziraat Bankası ve Halk Bankası düşük faizli kre-
bürokratlar, kısmen de piyasa verir. Bu sistem genellikle
dilerle tarım kesimini ve KOBt'leri desteklemiş, karşımıza
demokrasiye geçiş aşamasına eşlik eder. Karma ekonomi-
görev zaran faturası çıkmış; kamu kurumlarında aşırı istih-
de, piyasa ekonomisinde olduğu gibi üç kurum önemli-
dam yaratılmış, maliyetler yükselmiş, buna karşın birçok
dir. Bunlar önem sırasıyla: (1) Siyasetçi (2) bürokrat, (3)
mal maliyetinin altında satılmış ve kamu iktisadi teşebbüs-
piyasadır. Dikkat edilecek olursa bu modelde piyasa eko-
leri zarar etmiştir. Siyasetçinin yetki alanında piyasaya ka-
nomisindekine göre önem sırası değişmekte ve piyasa son
rışmak olmasa ve elinde bu kanşımı yapacak aletler bu-
sıraya inmektedir. Bunun temel nedeni bu örgütlenme bi-
lunmasaydı bu sorunların pek çoğu ortaya çıkmazdı.
çimini benimsemiş ülkelerde siyasetçi ve bürokratın ken-
Buna karşın sorun siyasetçide değildir. Çünkü bunların
di yetkilerinin ötesinde piyasaya karışma yetkileri de taşı-
olmasını toplum istemiştir. Bunlan vaat edenleri seçmiştir.
malarındandır. Siyasetçi kendi oylarım maksimize etmeye
Siyasetçi de oylarını maksimize etmek için toplumun ken-
çalışırken piyasanın kâr maksimizasyonu ilkesini bozma-
disinden istediği şeyleri yapmaya çabalamıştır. Sorun siya-
ya başlar. Özellikle seçimlere yaklaşılırken siyasetçi, yö-
setçide olsaydı her seçimde üyeleri önemli oranda deği-
netimi altındaki bürokratiara fiyatlara müdahale etme si-
şen parlamento ve hükümetlerin yaklaşımlarında değişim
parişini vererek seçimde alacağı oyları maksimize etmeye
olması gerekirdi. Toplum kısa dönemli geçici çözümlere
çalışır. Bürokrat, yerini korumak istiyorsa siyasetçinin bu
değer verdiği sürece, kısa dönemli oy kaybını göze alarak
siparişini yerine getirir. Böylece siyasetçi ile bürokratın
uzun dönemde yararlı olacak şeyleri yapabilecek liderler
amacı bir ortak noktada buluşmuş ve firmanın kâr maksi-
sık yetişmiyor. Buna karşın piyasa ekonomisini geliştirmiş
mizasyonu ilkesiyle çelişkiye girmiş olur. Yani siyasetçi ile
olan ülkelerde, kısa dönemli yaklaşımların yerini uzun
bürokrat firmanın alanma geçiş yapıp onun kâr maksimi-
dönemli yaklaşımlar almış durumda. O halde sorun kişi-
zasyonu ilkesini zedelediği zaman sistem piyasaya yakın
lerden çok sistemle ilgilidir. Türkiye'nin kumanda ekono-
görünümden uzaklaşmaya ve kumanda ekonomisi görü-
misi ağırlıklı karma ekonomik örgütlenme biçimini terk
nümüne hızla yaklaşmaya başlar.
ederek piyasa ekonomisi örgütlenme biçimine geçmesi gereklidir. O zaman devlet doğrudan üretimin içinde ol-
Kaynak: Mahfı EĞİLMEZ, "Ekonomik Sistemler (1)", Ra-
dikal,
12.03.2002.
mayacağı için, siyasetçinin oy maksimizasyonu için firmalann kâr maksimizasyonunu zedelemesine imkân kalmayacaktır. Siyasetçinin oy maksimizasyonu hedefi, siyasetçi piyasaya karışamayacağı için, firmanın kâr maksimizasyonu hedefi ile birbirini dengeleyen bir yapıya ulaşacaktır. Ekonomide çok tartışılan konulardan birisi kuralların mı, yoksa seçimlik (ihtiyari) politikaların mı tercih edileceği (rules versus discretion) sorusunun yanıtıdır. Piyasa ekonomisini serbest piyasa ekonomisine geçirmiş ya da en azından yaklaştırmış ülkeler için bu sorunun yanıtını kurallar biçiminde vermek mümkündür. Bu tür ülkelerde oy, yetki ve kâr maksimizasyonu hedefleri birbirini dengeler durumdadır. Türkiye gibi ülkelerde durum bu kadar basit
Ünite 7 - Kaynakların Dağılımı Sorunu
değildir. Çünkü Türkiye bırakın serbest piyasa ekonomisi aşamasına gelmeyi, henüz onun ilk biçimi olan piyasa ekonomisi aşamasına gelememiştir. O nedenle Türkiye'nin piyasa ekonomisine geçiş için öncelikle seçimlik politikaları uygulayıp sistemin altyapısını oluşturması, sonra kuralları uygulamaya başlaması kaçınılmazdır. Kumanda ekonomisinin izlerini taşımaya devam eden bir yapıda seçimlik politikalan uygulamadan, piyasa ekonomisi kurallarını koyup bunların çalışmasını beklemek basketbol kurallarıyla futbol oynamak gibidir. 2000 yılı başından bu yana IMF'nin pasif politikalar çerçevesinde bize yaptırmaya çalıştığı şey budur ve o nedenle iki kez başarısızlıkla karşılaşılmıştır. Böyle bir ortamda başarı elde edilmesi tümüyle mucizelere bağlıdır. Bilimde mucizeye yer yoktur. 11 Eylül sonrasında ortaya çıkmış tesadüfi dengeler uygulananların bilimsel olduğunu ortaya koymaz. Kaynak: Mahfı EĞİLMEZ, "Ekonomik Sistemler (2)", Ra-
dikal, 14.03.2002.
185
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1
Belli bir üretim ya da hasıla düzeyine ulaşmak için, kaynakların kullanımını minimize edecek biçimde çeşitli üretim alanlarına dağıtılmasına üretimin optimizasyonu, eldeki kıt kaynaklann üretim ya da hasılayı maksimize edecek biçimde çeşitli kullanım alanları arasındaki dağılımına optimal kaynak dağılımı diyoruz. Üretimin optimizasyonunda en fazla üretimi en az kaynakla, kaynakların optimal dağılımında ise, maksimum üretimi minimum kaynak kullanarak elde etmek esastır.
Sıra Sizde 2 İktisadi Davramş ilkesi, eldeki kıt ve miktarı belirli kaynakları, çeşitli kullanım alanlanna öyle dağıtılsın ki, üretim ya da hasıla maksimum olsun. Kısaca, önceden saptanmış bir üretim veya hasıla düzeyine en az (minimum) kaynak kullanımıyla varılsın.
Sıra Sizde 3
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. c
Yanıtınız
yanlış
ise,
"Pazar
Fiyatlarının
Düzeltilmesi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 2. a
Yanıtınız yanlış ise, "Gölge ya da Muhasebe Fiyatları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
3. c
Yanıtınız yanlış ise, "Tekel Düzeninde Kaynak Dağılımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
4. e
Yanıtınız yanlış ise, "Rekabet Düzeninde Kaynak" dağılımı bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
5. c
Yanıtınız yanlış ise, "Tekel Düzeninde Kaynak
6. c
Yanıtınız yanlış ise, "Merkezi Kaynak Dağıtım
Dağılımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. İlkesinin Anlamı ve Yorumu" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 7. b
Yanıtınız yanlış ise, "Optimal Kaynak Dağılımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
8. a
Yanıtınız yanlış ise, "Optimal Kaynak Dağılımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
9. e
Yanıtınız yanlış ise, "Merkezi Kaynak Dağıtım İlkesinin Anlamı ve Yorumu" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
10.d
Yanıtınız yanlış ise, "Optimal Kaynak Bileşimi ve Dağılımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Ekonomide kaynakların nasıl dağılacağı, ekonominin amaçlanna bağlıdır, biçiminde formüle edilebilir. Bir ekonomide ulaşılmak istenilen amaçlar, öbür ekonomilerden farklı olabileceği gibi, o ekonominin değişim gelişme aşamalarında da farklılık gösterebilir. Güdülen amaç, her zaman hasılanın (büyümenin) maksimizasyonu olmayıp; istihdamın, tüketimin, dış ticaret hacminin maksimizasyonu olabileceği gibi, büyümenin istikran (maksimizasyonu değil), paranın iç ve dış değerinin istikrarı, yapısal değişimin sağlanması, modern teknolojilerin yaygınlaştırılması ya da hakça gelir dağılımının sağlanması olabilir. Buna göre, güdülen amacı en iyi bir biçimde sağlayacak kaynak dağılımına, optimal demek zorundayız.
Sıra Sizde 4 Eldeki kaynaklar, ekonominin çeşitli üretim birimlerine ve kesimlerine öyle dağıtılmış olmalıdır ki, bunların her bir kullanım yerinde sağlamış oldukları marjinal verimlilikler birbirine eşit olsun; farklı olmasın. Alternatif kullanım alanlannda kaynakların marjinal verimlilikleri birbirine eşitse, optimal kaynak dağılımı gerçekleşmiş demektir. Marjinal verimlilik eşitliği denilen bu ilkeye göre gerçekleşen kaynak dağılımı sonunda, ekonomi en yüksek üretim düzeyine ulaşmış olacaktır. Başka bir deyişle, böyle bir eşitlik kurulduğu takdirde artık kaynakların kullanım yerlerini değiştirmekle daha yüksek düzeyde üretim elde etmek söz konusu olamaz. Örneğin; Bir işçi tanm kesiminde ve sanayi kesiminde aynı verimi sağlamalıdır. Tarımdan sanayi kesimine işçi aktarıldığında verimliliğinin değişmemesi gerekir.
186
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Büyüme
Sıra Sizde 5
Sıra Sizde 8
Böyle bir düzende girişimciler, neyi üretecekleri, hangi
Karma ekonomilerde devlet, ister dolaylı yollardan paza-
teknolojiyi kullanacakları, hangi girdileri ne miktarda kul-
ra müdahale ederek, isterse bizzat kamu iktisadi girişim-
lanacakları, ürünlerini hangi pazarlarda satacakları konu-
ciliğiyle ekonomik faaliyette bulunarak; kıt kaynakların
sunda serbestçe karar verirler. Faktör sahipleri de, sahip
optimal dağılımının ve dolayısıyla üretim ya da hasıla
olduklan faktörleri ne miktarda ve nerede kullanacakları
maksimizasyon unun gerçekleşmesini güvence altına al-
konusunda özgürdürler. İktisadi davranan girişimciler
mak zorundadır.
maksimum kâr elde etmek için, en uygun üretim düzeylerini seçerken maksimum gelir elde etmek isteyen faktör sahipleri de, faktörlerini en uygun alanlara arz ederler.
Sıra Sizde 6 Arzcılar ve talepçiler sürekli olarak -mümkün olan her yerde ve zamanda- rekabetten kaçınmaya ve tekelci bir konum elde etmeye ya da onu korumaya çaba göstermişlerdir. Rekabetin ortadan kaldırılması ve tekelci bir konumun kazanılmasına ilişkin güçlü eğilim her yerde ve her zaman canlılığını korumuştur. Bu, 19- yüzyılın sonlarına
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar BAŞKAYA F., (1997) Kalkınma Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi. CLAPHAM, R. (1973). Marktwirtschaft in Entwicklungslaendern. Freiburg: Verlag Rombach. ERKAN, H. (1984). Ekonomi Politikasının Temelleri. İzmir: Aydın Yayınevi. EUCKEN, W. (1975). Grundsaetze der Entwicklungspo-
ya da 20. yüzyıla özgün bir durum değildir. Örneğin 13.
litik. Tübingen: (5. Aufl.), J.C.B. Mohr (Paul Siebeck).
yüzyılın bir kentindeki üç fırıncı niçin rekabet etsin? Ara-
F1SZEL, H.( 1975) Einführung in die Theorie der Plan-
larında anlaşırlar ve bir tekel oluştururlar, bunun da öte-
wirtschaft Tübingen: J.C.B. Mohr (Paul Siebeck).
sinde ortaya çıkabilecek rekabete karşı da kendilerini ko-
GILLS M., D.H, Perkins, M. Roemer, D.R. Snodgrass (1992).
rumaya çalışırlar. Bu eğilim eskiden olduğu gibi, günü-
E c o n o m i c s o f Development, New York: W.W.
müzde vardır, gelecekte de olacaktır. Emek pazannda iş-
Norton&Company.
veren ve işçiler, mal pazarlarında arzcı ya da talepçiler te-
HAN, E. ve KAYA, A. A.(1997). Kalkınma Ekonomisi,
kelci konumlar sağlamaya çalışacaklardır. Buna göre te-
Teori ve Politika. Eskişehir: Düzeltilmiş ve Genişletil-
kelleşme eğilimi evrenseldir, tüm ekonomi politikalannın
miş İkinci Baskı, Birlik Ofset.
hesaba katması gereken bir gerçektir.
LEFTWlCH, R.H. (1973). K a y n a k l a r ı n T a h s i s i . Anka-
Sıra Sizde 7
MANİSALI, E.(1975). Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Elekt-
ra: (Çev. T. GÜLLAP) Baylan Matbaası. Kendiliğinden karşılıklı uyumlaşma biçimindeki koordi-
ronik Ofset.
nasyonun -pazar ekonomisi'nde olduğu gibi- tersine orga-
PÜTZ, T. (1975). Grundlagen der T h e o r e t i s c h e n
nizasyonlar, belli bir amaca bağlı olarak oluşturulup yer-
Wirtschaftspolitik. Stuttgart: (3. Aufl.), Gustav
leştirilen bir koordinasyon ve düzenleme biçimidir. Yani piyasa ekonomisinde kaynak dağılımı bir uyumlaşma yoluyla oluşan bir koordinasyondur. Merkezi yönetim ekonomisinde kaynak dağılımı ise, düzenleme yoluyla oluşan bir koordinasyon modelidir. Kaynak dağılımının merkezi yönetim ekonomisine göre yapıldığı durumda, merkezi plan ve amaçlar söz konusudur. İktisadi birimler, üretimi ve tüketimi planlayan bu çerçeve içinde davranışlarım uyumlaştırırlar. İktisadi bi-
Fischer Verlag. SAVAŞ, V.(1974). Kalkınma Ekonomisi Istanbul: Sermet Matbaası. SAVAŞ, V.(1982). İktisat Politikasına Giriş. İstanbul: Ar Yayın Dağıtım. TINBERGEN,
J.
(1970).
Entwicklungsplanung
Grundlagen Hannover:
Verlag
der für
Literatur und Zeitgeschehen. TODARO
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
rimlerin fonksiyonu planlama değil, uyumlaşma fonksi-
Development, Eigth Edition, New York: Pearson
yonudur. Dolayısıyla fiyaüar ve gelirler, merkez tarafın-
Addison Wesley.
dan saptanacaktır. Bu ekonomide pazar fiyaüarı değil, merkezi plan tarafından saptanan mikro-plan hedefleri (iktisadi birimlerce uyulması zorunlu) koordinasyon araçları durumundadır.
Azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarında, sahip oldukları kaynakları ekonominin çeşitli alanlarına tahsis ederken bilinçli olarak nasıl bir temel tercihte bulunabilecekleri üzerinde duracağız. Temel tercihler aslında, azgelişmiş ülkelerin iz-
leyeceği kalkınma yolunu, başka bir deyişle kalkınma stratejisini ortaya koyar. Öte yandan yatırımların kalkınmanın motoru olarak görülmesi; dolayısıyla kalkınmanın yönlendirilmesinde temel unsurun yatırımlar olması da bu tercihlerin yatırım stratejileri olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Biz, bu konuda bir kavramsal tartışmaya girmeksizin, yukarıdaki nitelemelerden kalkınma stratejileri kavramını kullanacağız. Nitekim bu niteleme, öteden beri kullandığımız kalkınma politikası kavramıyla da belirli bir bütünlük göstermektedir.
Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra aşağıdaki soruları Dengeli kalkınma nedir? Dengesiz kalkınma nedir? İthal ikameci sanayileşme strateji nedir? Dışa dönük sanayileşme stratejisi nedir?
yanıtlayabileceksiniz.
188
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Ne Kadar Rekabet O Kadar Büyüme Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan 2003-2004 Küresel Rekabet Edebilirlik Raporu 'nun bulgularını Türkiye açısından incelemeye devam ediyoruz. Geçen yazımızda da söylediğimiz gibi raporda kullanılan endekslerden biri Büyüme Rekabet Edebilirlik Endeksi (BRE). Bu endeksin ana amacı bir ülkenin orta vadede sürdürülebilir bir büyümeyi elde etmeyi özendirici bir rekabet edebilirliğe sahip olup olmadığını analiz etmek şeklinde özetleniyor. Bu endeks üç ana ayak üzerine inşa edilmiş. Makroekonomik çevre, kamu kuruluşlarının kalitesi ve teknoloji. Makroekonomik çevre ne kadar iyi ve kamu kuruluşları ne kadar kaliteli ise büyümeyi yakalamak şansı o kadar yüksek. Teknoloji ve yenilikçilikle ilgili olarak da ağırlıklar var. Birincisi, teknoloji üreticisi ve yenilikçi olmak önemlidir ama asıl önemli olan teknolojiyi iyi kullanabilmektir. Dolayısı ile teknoloji üreticisi olmasanız bile teknolojiyi adapte etmekte ve iyi kullanmakta ne kadar iyi iseniz orta vadede sürdürülebilir büyümeyi yakalama olasılığınız o kadar fazladır. Aynı şekilde, eğer teknoloji üreticisi değilseniz ama makroekonomik ortamın istikrarı için esaslarda (fundamentals) işi sıkı tutuyorsanız sürdürebilir büyümeyi becerme şansınız esasları tutturamayanlara kıyasla daha yüksek. Geçen yazımızda, Türkiye'nin bu çerçevede varılan büyümeyi özendirecek rekabet edebilirlik endeks sıralamasında 102 ülke içinde 65'inci olduğunu söylemiştik. Aşağıdaki tabloda bu endeksi belirleyen alt faktörlerde Türkiye'nin sıralamadaki yerini veriyoruz: BRE ve Alt Faktörler Sıralaması - TÜRKİYE, 2003-2004 BRE (genel) Makroekonomik Ortam Kamu Kuruluşları Kalitesi 65 82 63
Teknoloji 54
Görüldüğü gibi Türkiye'nin genel sıralaması 102 ülke içinde olmakla beraber sürdürülebilir büyümeye erişmesini engelleyen en büyük neden makroekonomik ortamın iyi olmamasıdır. Aynı şekilde kamu kuruluşlarının kalitesi de olumsuz bir faktördür. Ancak, sevindirici husus, teknoloji üreten bir ülke olmamasına rağmen Türkiye'nin teknoloji alt faktöründe genel notundan daha iyi bir durumda olmasıdır. Gerçekten de Türkiye, teknolojiyi ve yenilikleri iyi adapte edebilen bir ülkedir. Son iki yılda makro ekonomide yakalanan iyileşmenin sürdürülebilmesi ve (inşallah) kamu sektörü yönetiminde olabildiğince bir reformun yapılması orta vadede sürdürülebilir bir büyümeyi yakalamamıza yardımcı olabilecek. Küresel rekabet edebilirliğin ikinci göstergesi de İş Rekabet Edebilirliği Endeksi (İRE). Bu endeksin de iki alt ölçütü var. Birincisi, şirket işlemleri ve stratejilerindeki gelişmişlik; ikincisi, ulusal iş ortamı. Burada da sıralamadaki yerimiz şöyle: İRE (genel) 52
İRE ve Alt Faktörler Sıralaması - TÜRKİYE, 2003-2004 Şirket İşlemleri ve Strateji Gelişmişliği Ulusal İş Ortamı 51 55
Bu konularda da daha fırın fırın ekmek yememiz gerekiyor. Zira, bize benzer 'yükselen pazarlar' ülkelerine baktığımızda yerimizin hiç iç açıcı olmadığını rüyoruz. Örneğin Kore 23'üncü, Malezya 26'ncı, Tayland 32'nci, Şili 32'nci sırada. Hatta Tunus 33'üncü, Ürdün 41'inci sırada. Dünün Doğu Bloku ülkeleri Estonya, Letonya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Litvanya, Slovakya ve Polonya hepsi bizim üstümüzde. Demek ki özel ve kamu sektöründe, daha yapılacak çok iş var. Kaynak: Korkmaz İLKORUR, "Ne Kadar Rekabet, O Kadar Büyüme (1)", Radikal, 04.12.2003.
Anahtar Kavramlar • • • •
Gerisel Bağlılık Oranı Önsel Bağlılık Oranı Kalkınma Kutupları Dengeli Kalkınma
• • • •
Dengesiz Kalkınma Uydu Sanayiler İthal İkameci Sanayileşme Stratejisi Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisi
İçindekiler • DENGELİ VE DENGESİZ KALKINMA STRATEJİLERİ • SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ
gö-
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
189
DENGELİ VE DENGESİZ KALKİNMA STRATEJİLERİ Azgelişmiş ülkelerin tanımını hatırlayacak olursak, kalkınma politikasının temel amacının, kişi başına düşen gelirin önemli ölçüde yükseltilmesi olması gerektiği anlaşılır. Bu amaca ancak, ekonominin her alanında modern bilim ve tekniğin kullanılmasıyla vanlabilir. Bu nedenle, rasgele bir ekonomik büyüme ya da gelişme, azgelişmiş ülkeler için arzulanır bir durum değildir. Azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarında, sahip oldukları kaynakları ekonominin çeşitli alanlarına tahsis ederken bilinçli olarak nasıl bir temel tercihte bulunabilecekleri üzerinde duracağız. Temel tercihler aslında, azgelişmiş ülkelerin izleyeceği, kalkınma yolunu, başka bir deyişle kalkınma stratejisini ortaya koyar. Kalkınma stratejilerinin temel özelliği, bunların sadece ekonomik değil, bunun yanında sosyolojik, kültürel ve siyasal tercihlerle de ilgili olmalarıdır. Bu, kalkınma stratejilerinin üretim fonksiyonu, dolayısıyla üretim tekniği ile ilgili koşulları görmezlikten gelmesi demek değildir. Aksine, bu stratejilerin temelinde, faktör donanımı ve üretim tekniği ile ilgili değer yargıları önemli bir yer tutar. Ancak birincil belirleyici etken, yatırımların, ekonomik kalkınmayı ne yönde sürdüreceğidir. Kalkınma stratejilerinin bu özelliği, onların mikro, büyük olasılıkla sektörel büyüklüklerle değil, ekonominin bütünü ya da kalkınmanın genel çizgisi ile ilgili olmalarından ileri gelir. 1960'1I ve 1970'li yıllarda kalkınma iktisatçılarının önerdikleri temel kalkınma stratejileri arasında Rosenstein-Rodan'm sanayi sektörünün lokomotifliğini savunan büyük itiş kuramından Hirschman'm dengesiz büyüme kuramına kadar çeşitli modeller ve yaklaşımlar vardır. Ancak bunların çoğunun ortak noktası, azgelişmişliğin ana açıklaması olarak, özellikle nesnel sermaye yetersizliğini, dolayısıyla büyümenin temel itici gücü olarak da sermaye birikimini ön plana çıkarmalarıdır. Bu ortak nokta dışında, temel kalkınma stratejilerine ilişkin yaklaşımları sistematize ederken, aralanndaki en belirgin fark olan kalkınmanın "dengeli" mi yoksa "dengesiz" mi olması gerektiğine ilişkin tezler kullanılır. Aşağıda bu görüşler, bu belirgin farklan dikkate alınarak ortaya konmuştur.
Dengeli Kalkınma 19. yüzyılın ilk yarısında Friedrich List, ulusal sanayiinin desteklenmesi ve dışa karşı korunması gerektiğini öne sürerek en azından stratejik bakımdan dengeli kalkınma görüşünü ilk kez ortaya atmıştır. List, kalkınma ile sanayileşmenin aynı süreçler olduğuna dikkat çekmiş ve o dönemin koşulları altında, Alman Sanayiinin ancak İngiliz rekabetine karşı korunmasıyla Alman Ekonomisinin kalkınabileceğini ifade etmiştir. Bu yaklaşımın, günümüz kalkınma stratejileri bakımından önemi büyüktür. Dengeli kalkınma konusunun daha genişliğine ele alınarak incelenmesi, Rosenstein-Rodan, Nurkse, Fleming, Scitovsky, Chenery, Lewis, Tinbergen gibi iktisatçılar tarafından yapılmıştır. İktisat literatüründe denge kavramı, oldukça değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Harrod-Domar modelinde dengeli büyüme, tam istihdamı sürdürmek için toplam talebin, toplam arzdaki artışa eşit bir hızla artması demektir. Bu yaklaşım, daha çok gelişmiş ekonomiler için genel bir amaç niteliğindedir. Kalkınma stratejisi açısından dengeli kalkınma ise, genelde azgelişmiş ülkeler için kullanılmakta olup; geniş anlamda bütün ekonomik alanların, birlikte ve aynı anda geliştirilmesi olarak kavranılır. Azgelişmiş ülkelerin dengeli kalkınmaları konusundaki görüşlerde de denge kavramı, basit ve kısmen ele alındığı gibi; ekonominin tüm faaliyet
Dengeli Kalkınma: Genelde azgelişmiş ülkeler için kullanılmakta olup; geniş anlamda bütün ekonomik alanların, birlikte ve aynı anda geliştirilmesi olarak tanımlanır.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
190
alanları arasında bir tamamlaşmayı ifade edecek biçimde kullanıldığı ve hatta, dış ticaret kuramıyla ilişkilendirildiği söylenebilir. Dengeli kalkınma modellerini belli başlı iki grupta toplamak mümkündür: Birincisi, temel olarak ekonominin bütün alanlarına (sektörlerine) yapılacak yatırımların, bu alanların aynı hızla büyümesini sağlayacak biçimde yapılması görüşünü içerir. İkinci grupta yer alan modeller daha ılımlıdır. Bunlara göre, bütün ekonomik alanların aynı hızla büyümesi şart değildir; önemli olan, tüm sektörlerin aynı anda gelişme göstermesidir. Dengeli kalkınma modellerinin temelinde, azgelişmiş ekonomilerde piyasa mekanizmasının kaynakların optimal dağılımını yeterince sağlayamadığı düşüncesi yatar. Neo-klasik iktisat kuramı esas olarak gelişmiş ekonomileri dikkate almaktadır. Neo-klasik görüş, piyasa mekanizmasının temel ekonomik sorunlan çözümleyeceğini kabul eder. Oysa gelişme ya da kalkınma kuramları içinde yer alan dengeli kalkınma görüşü, azgelişmiş ekonomilerde piyasanın tek başına kalkınmayı sağlamayacağını savunur. Bu nedenle de kalkınmanın planlanması, en azından dengeli kalkınma modellerinin ilk koşulu olarak görülür. ( % I R A SİZDE
JB^^fl
i 1 F^-
Büyük itiş: Kalkınmanın başlatılması ve ekonominin kendi kendini besleyerek süreklilik göstermesi için ekonominin bütün alanlarında ve aynı anda büyük miktarlarda yatırımlar yapılarak kalkışa geçilmesidir.
Dengeli kalkınma görüşünün kaynak dağılımında öngördüğü mekanizma konusunda, önceki bilgileri de anımsayarak neler söyleyebilirsiniz? Azgelişmiş ülkelerde kıt kaynakları kullanırken, ekonomik alanlar arasında karşılıklı bağlılık (etkileşim) ikili bir özellik gösterir: Üretimde karşılıklı bağlılık: Her iktisadi birim, girdi sağlamak ve çıktısına pazar aramak zorundadır. O halde her sektörün en az bu bakımdan dengeli büyümesi gerekir. Tüketimde karşılıklı bağlılık: Ekonomide her gelir artışı, talepte de bir genişleme yaratacaktır. Buna göre, tüketim malı üretiminin buna uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekecektir. Dengeli kalkınmayı savunan iktisatçılar, kalkınmanın başlatılması ve ekonominin kendi kendini besleyerek süreklilik göstermesi için gelirin mümkün olan en kısa sürede belli bir düzeye yükseltilmesi gerektiğini ileri sürerler. Bu amaçla, ekonominin sadece belli alanlarında değil, her sektöründe yatınmlara ya da benzeri girişimlere geçilmesi önerilir. Bu nedenle de, dengeli kalkınma kuramında bu görüşe Büyük İtiş Kuramı adı verilir. Aşağıda dengeli kalkınma ile doğrudan ve dolaylı ilgili belli başlı görüşler, bu görüşleri ortaya atan yazarların adlarına göre verilmiştir.
Rosenstein-Rodan'ın Görüşleri R.R., azgelişmiş ülkelerde kaynakların yetersizliğini temel bir sorun olarak görmekte ve özellikle kalkış ve kişi başına gelir artış hızı üzerinde durmaktadır. Kalkınmanın ve sanayileşmenin yavaş yavaş değil, "büyük itiş"le başlatılabileceğini öne süren R.R. aynen Nurkse gibi, yaygın bir sanayileşme için çeşitli sanayilerin karşılıklı olarak birbirlerini tamamlamalarının en önemli koşul olduğuna inanmaktadır. Sanayilerin birbirlerini tamamlamaları ve ekonomide sürekli bir büyüme için, birçok alanda aynı anda, büyük yatırımlar yapılmalıdır. Böylece kalkınmanın ilk hareketi, yani kalkış başlatılmış olur. R.R., vermiş olduğu iki örnekle görüşünü şöyle açıklıyor: Tarım kesiminden, 20.000 işsiz insan çekilerek, modern kesimde büyük bir ayakkabı fabrikasında istihdam edilmiş olsun. Bunlara, şimdiye kadar -tarım kesiminde iken- o da, genel-
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
191
likle aynı olarak ödenen çok düşük ücrederinden daha fazla ücret ödenecektir. Aksi takdirde bu kimseleri sanayiye aktarmak mümkün olamaz. Çünkü bunlar, tarımdaki yan-çalışma durumlarına göre, sanayide daha fazla gıda maddesine ve aynca barınma ihtiyaçlanna sahiptirler. Ödenecek ücretin en azından, ek olarak bu ihtiyaçları karşılamaya yetmesi gerekir. Eğer bu işçiler, ücretierinin tümünü ayakkabı almaya harcayacak olurlarsa, sadece kendi ürettikleri malın -ayakkabının- piyasasını oluşturacaklar; öteki mal piyasalannın genişlemesi bakımından herhangi bir katkıları olmayacaktır. Kaldı ki, işçilerin elde ettikleri gelirlerinin tümünü ayakkabı alımı için harcamaları tehlikesi de vardır. Oysa tarımdan aynı koşulla alınacak bir milyon işçi, tek bir işletmede değil de, bu kimselerin en önemli tüketim mallarını üretecek bir dizi sınai işletmede istihdam edilecek olursa, tek bir fabrikanın kurulması halinde elde edilemeyecek olan yararlar sağlanabilecektir. İşçiler ücretlerini harcayacak çeşidi mal gruplarına sahip olacaklar, malların satılmama tehlikesi ortadan kalkacaktır. Bu durumu yaratan olay, çeşitli yönlerden birbirini tamamlayan sanayilerin kurulmuş olmasıdır. "Malların satılamama tehlikesinin ortadan kalkması"nın ardında, hangi klasik iktisat • f ^ f l yasası yatmaktadır? Önceki yıllarda edindiğiniz Klasik İktisat Kuramını ve J.B.SAY'i anımsayınız! Nitekim işçilerin en önemli tüketim mallarını üreten sanayiler, birbirlerini çok yönlü olarak tamamlayacaklardır. Böyle, birbirini tamamlayan bir sistemin planlı bir biçimde kurulması, R.R.'a göre tek bir işletmenin ürünleri için yeterli sürümü bulamaması tehlikesini azaltır ve riziko düştüğü için, giderek işletme maliyetleri de düşer. Buradan anlaşıldığı gibi R.R.'a göre, üretim bakımından hem yatırımların birbirini bütünleyici özelliği, hem de piyasanın yeterince büyük olması gerekmektedir. Bunun için de, ancak dengeli bir kalkınma yolunun bu sorunları çözebileceği söylenebilir. R.R.'m görüşü, büyük itiş için gerekli büyük miktardaki sermayenin, azgelişmiş ülkelerde esasen en önemli darboğazı oluşturduğu ileri sürülerek eleştirilebilir. Öte yandan bu kıt kaynağın, sadece belli sanayilerin kurulması için değil, ülkenin her bir bölgesinde okulların kurulmasından tutun da, önemli kentlerin yakınında modern hava limanlannın kurulmasına kadar uzanan en geniş temelde bir kalkınma hareketi için kullanılması gerekir. Bu nedenle, tüm bir sistemi oluşturan sanayilerin aynı zamanda kurulmasına olanak verecek kadar büyük sermayenin sağlanabilmesi oldukça kuşkuludur. R.R.'m önerilerini uygulamak için gerekli kaynakların yetersiz olması, kuşkusuz bu önerilerin temelinde isabetsiz düşüncelerin yatması demek değildir. Bununla birlikte bu düşünceler de belli ölçüde eleştirilebilir. Bir çok azgelişmiş ülkede halkın tüketim mallanna yönelik ihtiyaçları, daha önceden geniş ölçüde ithalatla karşılanmaktadır. Bu nedenle, büyüklüğü ithalat istatistiklerinden öğrenilebilecek bir pazar esasen mevcuttur. Bu pazar, yerli sanayiinin kurulmasıyla, yerli ürünlerle karşılanabilir.Bu üretimin sonucunda ortaya çıkacak kâr ve ücretler yurtdışında değil, tamamen yurtiçinde elde edilecek ve dolayısıyla halkın satın alma gücü yükselecektir. Bir yurtiçi piyasasının ortaya çıkması ve halkın satın alma gücünün giderek yükselmesi, -ani değil-, adım adım gelişme sürecini harekete geçirir. Ayrıca sanayileşme, sadece tüketim malları üretiminde sıkışıp kalmak değildir; bunun yanında öbür işletmeler için gerekli ara malların ve tamamlanmış malların
SIRA SİZDE^)
192
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
da üretimine geçilmesi söz konusudur. Birçok ülkede yıllık yatırımlann 1/4'ü ila 1/3'ünün inşaat sektöründe olduğu göz önüne alınırsa, bu sektöre girdi sağlayan kesimlerin de uygun ölçüde pazarlara sahip olacağı söylenebilir. Örneğin yol yapımı, her tür taşıt aracına talebi yükseltir. Bu nedenle, bir grup yeni sanayiinin ani hamlelerle kurulmasıyla satış pazarlarının öncelikle yaratılması gerektiğini savunan R.R.'m görüşleri ihtiyatia karşılanmalıdır.
Nurkse'ün Görüşleri Nurkse'ün modeli, ekonominin bütün kesimlerinde bir büyümeyi değil, çok sayıda kesime yatırım yapılmasını önermektedir. Nurkse dengeli kalkınmayı, pazar büyüklüğünün yatırımlara bağlı olmasıyla açıklar. Daha önce gördüğümüz gibi Nurkse modeli, genellikle kısır döngülere dayanmakta ve bir ülke yoksul olduğu için yoksuldur görüşünden hareket etmektedir. Nurkse, azgelişmiş ülkelerde dengeli kalkınma sorununa büyük önem vermiş ve bu stratejiyi, azgelişmiş ülkelerin gelişmesi için temel gereklerden biri saymışür. İktisatçı, birkaç sanayi dalında başlatılacak yatırımı, cephedeki hücuma benzetmekte, böylelikle, birbirini tamamlar ve destekler nitelikte girişilecek üretim faaliyetinin pazarı hem genişleteceğini, hem de canlandıracağım öne sürmektedir. Nurkse'de dengeli gelişme, özellikle iç piyasanın büyümesine olumlu etkisi bakımından önemlidir. Birkaç alanda birden yapılacak yaürımlar üretim artışına yol açacak, bu da giderek iç piyasanın darlığıyla ilgili olumsuzlukların azalması sonucunu yaratacaktır. Dengeli kalkınmanın sağlayacağı önemli bir katkı da, verimlilik artışlarıdır. Birkaç üretim alamnda birden, birbirini tamamlayan yatırımlann yapılması, ekonomide daha fazla verimlilik artışları sağlayacaktır. Nurkse dengeli kalkınmayı savunurken, dışsal ekonomilere de büyük önem vermiştir. Nurkse'ün görüşünde, tek bir üretim alanının geliştirilmesi değil, birkaç üretim alanının geliştirilmesiyle, bunların birbirleri üzerinde dışsal ekonomiler yaratması söz konusudur. Özet olarak Nurkse'ün dengeli kalkınma görüşünün temelinde, böyle bir kalkınma yolunun bir yandan iç piyasayı genişletmesi ve verimlilik artışlarına yol açmasıyla azgelişmiş ülkeyi gelişme sürecine sokacağı; öte yandan da iç piyasaya bir dinamizm getirecek yaürımları uyaracağı yatmaktadır.
Chenery'nin Görüşleri Chenery, neo-klasik kuramı, temel aldığı ilkeler çerçevesinde eleştirmekte; buna karşı azgelişmiş ülkelerin gelişmeleri konusunda dinamik etkenleri analize sokarak görüşlerini ortaya koymaktadır. Chenerynin kalkınma hakkındaki görüşlerini şöylece özetieyebiliriz: İktisatçıya göre, optimal kaynak dağılımı ile piyasa mekanizması arasındaki ilinti, azgelişmiş ülkelerde zayıftır. Bu ülkelerde piyasalardaki fiyatlar, sosyal maliyetleri yansıtmaktan uzaktır. Özellikle üretim faktörleri fiyatlarının sosyal maliyetleri yansıtmaması nedeniyle, girişimcilerin sağladıkları özel kâr ile sosyal kârlar arasında fark vardır. Bu farklar ne kadar büyükse, bu ekonomilerdeki kaynak dağılımı o derecede optimaliteden uzaklaşmış demektir. Bu durumu önlemenin yolu, yatırımların planlanmasıdır. Bu çerçevede kaynakların optimal dağılımı için, yatırımların özel değil, sosyal marjinal verimliliklerinin eşitlenmesi savunulmaktadır. Chenery nin azgelişmiş ülkeler için önerdiği, piyasa koşullarına müdahale ve planlı kalkınma yolu, dengeli kalkınma stratejisi üzerine oturmaktadır.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
193
Chenery azgelişmiş ülkelerde kaynakların optimal dağılımı için piyasa mekanizması yerine hangi mekanizmayı önermektedir, niçin? Chenery, klasik ve neo-klasik karşılaştırmalı üstünlükler görüşünü eleştirmekte, bunun yerine öne sürdüğü iç kaynak dağılımı ve dış ticaret kuramını azgelişmiş ülkeler için bağdaştırıcı biçimde yeniden yorumlamaktadır. Chenery'hin karşılaştırmalı üstünlüklere yaptığı eleştiriyi ve eklediği dinamik etkenleri şöylece gösterebiliriz: • Karşılaştırmalı üstünlükler görüşünde, üretimin etkinliği ve zaman içinde değişebilirliğine yer verilmemiştir. • Bu görüşte dışsal ekonomiler yoktur. • Azgelişmiş ülkelerde piyasa fiyatiarı, genellikle kaynakların alternatif maliyederini yansıtmazlar. Bu etkenleri dikkate alırsak, iç (optimal) kaynak dağılımı ile dış ticaret kuramının azgelişmiş ülkeler bakımından birleştirilmeye çalışıldığını anlarız. Buna göre, ekonomideki iç üretim yapısı ile dış ticaret politikası bir bütünü oluşturmaktadır. Bu nedenle iç kaynak dağılımında, sosyal marjinal verimlilikler eşidenirken dış ticaret politikasının da analize sokulan dinamik etkenler çerçevesinde, iç kaynak dağılımındaki amaca hizmet edecek yönde olması gerekir.
Dengesiz Kalkınma Dengesiz kalkınmaya ilişkin kuramlar, dengeli kalkınma konusundaki görüşlerin alternatifi sayılırlar. Dengeli kalkınma görüşleri içindeki farklılıklara benzer biçimde, dengesiz kalkınma hakkındaki görüşlerde de bazı ayrılıklar vardır. Dengesiz kalkınma kuramları genellikle şu iki nokta üzerinde dururlar: • Bazı koşullarda, dengesizlik iktisadi kalkınmayı hızlandırabilir. • İktisadi kalkınmayı gerçekleştirmek için, kimi zaman dengeden vazgeçilebilir. Buna göre dengesiz kalkınma kuramlarının dayandığı temel ilke şöylece açıklanabilir: Azgelişmiş ülkelerin kalkınması durgun, yumuşak bir biçimde gerçekleşemez. Ekonomide esasen mevcut olan ya da bilinçli olarak yaratılacak dengesizliklerle uyanlacak sıçrama ve dalgalanmalar, dinamik bir kalkınma ortamı hazırlar. Oysa dengeli kalkınma, tamamlaşmalar ve uyumlaşmalar sonucunda, ekonomiyi statik bir duruma getirir, ekonominin büyüme hızını düşürür. Öte yandan azgelişmiş ülkelerde, iç pazarın genellikle dar olması, dengeli kalkınma görüşü ile bağdaşmaz. Örneğin sanayide, tamamlaşmalara katı bir biçimde uyulması, işletmelerde optimum ölçeğin altında kalınmasına yol açar. Bu da kaynak israfı demektir. Bu görüşe göre iç pazarın darlığı yanında, finansman kaynaklannın yetersizliği ile teknolojik düzeyin geriliği de dengeli kalkınma açısından olumsuz etkenler olarak öne sürülmektedir. Sanayide tamamlaşmaya uyulması nasıl oluyor da işletmelerde optimum ölçeğin altında kalınmasına yol açıyor? Dengesiz kalkınma görüşü, azgelişmiş ülkelerde piyasa ekonomisinin önderliğini ve etkinliğini kabul eder. Dengeli kalkınma kuramındaki planlı kalkınma stratejisine karşılık, dengesiz kalkınma yolunun planlamayı ve kamu etkinliğini en alt düzeye indireceğini söyleyebiliriz. Bu genel açıklamalardan sonra aşağıda dengesiz kalkınma kuramı içinde yer alan belli başlı görüşlere değinilmiştir.
K ^ l S|RA SİZDE B i T ^ y .
194
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Hirschman'ın Görüşleri Dengesiz kalkınma kuramının en önemli temsilcilerinden Hischman, görüşlerini sektörler arası ilişkilere ve sektörlerin durumuna dayandırarak ortaya atmıştır, iktisadi kalkınma stratejisine ilişkin eserinde Hischman, şu temel görüşten hareket etmektedir: Büyüyen bir ekonomide, birbirini izleyen darboğazlar ve kıdıklar ortaya çıkar. Bunlar neden olacakları fiyat hareketleri (sinyalleri) ile girişimcilere daha yüksek kâr olanaklarını gösterir. Böylece bu sinyallerin kaynaklandığı alanlarda daha fazla yatırım yapma teşvikleri yaratılmış olur. Üretim faktörlerini de yanına çeken bu tür ek yatırımlar, öbür alanlarda yeni boşluklar yaratır. Böylece yüksek fiyadar -yüksek kârlar- yüksek yatırımlar zinciri, her yönüyle olgunlaşmış bir ekonomide dengeli bir büyümenin mümkün olmasına kadar sürekli yinelenir. Bu süreç Hirschman'z göre bir fiyat döngüsünü harekete geçirir. Kuşkusuz Hirschman, görüşünü açıklarken, yatırımların artmasıyla -daha önce yükselmiş olan- fiyatlann düşme göstereceğini biliyordu. Ne var ki, Hirschman'a. göre bu tür eğilimlerin azgelişmiş ülkelerde ortaya çıkması beklenmemelidir. Hirschman'z göre sanayileşme hamlesine geç başlayan azgelişmiş ülkelerde, fiyadar üzerindeki baskı gelişmiş ülkelere göre daha zayıftır. Batı'nın sınai gelişiminin başlangıç aşamasını simgeleyen makine ile yapılan üretim, rekabet fiyatlannın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Buna karşı günümüzdeki sanayileşmenin özelliği gereği ilk kez pazara giren tümüyle yeni malların, öbür malları tam ve açık bir biçimde ikame ettiğine ilişkin bir ipucu yoktur. Bu yüzden Hirschman, 19- yüzyıldaki el işçiliği ile makine arasındaki mücadeleye benzer bir fiyat rekabetinin artık olacağına ihtimal vermemektedir. Hatta malların pazarlara daha yaygın bir biçimde girmesine karşın, fiyat mücadelesinin daha az olacağını ileri sürmüştür. Bundan başka azgelişmiş ülkelerdeki pazar darlığı gerçeği, bir ya da iki sanayi dalından daha fazlasının kurulmasına bile izin vermeyecek; bu nedenle yeni kurulan sanayi sektörlerinde bir fiyat rekabeti de çoğu durumda ortaya çıkmayacaktır. Bu açıklamalardan sonra Hirschman, bir dengesizlikten öbürüne belli bir sıçrama ile geçebilmek için, dengesizlik ve darboğazların bilinçli bir biçimde yaratılması gerekeceğini öne sürmüştür. Hirschman'a göre kalkınma politikasının görevi, tüm gerginlikleri, bozulmaları ve dengesizlikleri sürdürmek ve hatta desteklemek olmalıdır. Hirschman, dengesiz kalkınmayı, iktisadi gelişme için mutlaka elde edilmesi gereken bir mekanizma olarak nitelendirmektedir. Bizi dengeden uzaklaştıran süreçler Hirschman için ilerleyen bir gelişme için ideal yoldur. Çünkü bu yoldaki her ilerleme, yeni kararların alınması sonucunu doğuracak olan önceki bir dengesizlik ile uyarılmış olacaktır. Bu mekanizma önce belirli bir sanayinin geliştirilmesiyle başlatılacak, bu, öteki sanayilere yarar sağlayan iktisadi ilerlemelere yol açacak ve öteki sanayilerin böylece başlayan genişlemesi, giderek öteki sektörlere de yarar sağlayacaktır. Her adımda bir sanayi, öteki alanlarda meydana getirilen genişlemeden kaynaklanan dışsal ekonomilerden yararlanacak ve aynı zamanda öteki işletmelerin yararlanabilecekleri yeni dışsal ekonomiler yaratacaktır. Hirschman, mümkün olabilecek bir iktisadi akış tablosu çizmekle birlikte, özellikle gelişme sürecinin henüz başında bulunan azgelişmiş ülkelerdeki yatınmlann büyükçe bir bölümünün kamu sektörünce ya da sanayiden başka sektörlere yapıldığına pek dikkat etmemiş görünmektedir. Bu durum göz önüne alınarak uygulamada sanayileşmenin nasıl olduğunu ortaya koymakta yarar vardır. Buna göre sanayileşme ancak, tarım ve ekonominin öbür alanlarında, aynı zamanda birbiriyle uyumlu gelişmeler sağlanarak kurulur. O halde sanayileşme için belli bir sermaye, yönetim ve işgücü ile "boş bir arazi" üzerine bir işletmenin kurulması yeterli değildir.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
195
Bundan da öte, azgelişmiş ülkelerin yaptıkları tüm sanayileşme programlarının, kapsamlı bir kalkınma planı içine monte edilmesi gerekir. Burada ülkenin belli bir pazar ekonomisi düzenine sahip olup olmaması önemli değildir. Özellikle sanayi sektörüne yapılacak yatırımlar yanında altyapı ve kamu finansmanına bağlı olan öteki alanlarda geniş kapsamlı önlemlerin alınması gerekir. Bu nedenle her gelişmekte olan ülke hükümeti, eğer iktisadi gelişme ile ilgili bazı hedefler koyacaksa, üretim faktörleri donanımı ve sektörel büyüme hızlarına ilişkin bir hazırlık yapmalıdır. Ancak böyle bir envanter ve buna dayanan bir programlamaya dayanarak, limanlar, hava alanları, ve yollar inşa edilir; tarımsal alanlar sulanır ya da drenaj yapılır; orman koruması ya da ağaçlandırması yapılır; okul ve öbür kamu binaları yapılır; santral ve öbür altyapı projeleri için kaynak ayrılır. Bu durumda da aksama ve darboğazların çıkması kaçınılmazdır; ancak kalkınma planlarının sürekli gözden geçirilmesiyle, bu olumsuz gelişmeler ortadan kaldırılabilir ya da en aza indirilebilir. Yatırım kararları temelde fiyat hareketierinden önemli ölçüde etkileniyorsa da, yukarıdaki nedenlerle fiyat sinyalleri ekonominin büyük bir kesimi için pek bir anlam taşımaz: Kamu yatırımları, özellikle de uzun olgunlaşma dönemi olan yatırımlar söz konusu ise, fiyat gelişmelerine uymada daha da büyük zorluklar ortaya çıkar. Bir hükümet ülkenin belirli bir yol ağına ya da belirli sayıda santrale ihtiyacı olduğu fikrine sahipse, bunu muhtemelen programına alacaktır; yeter ki fiyat değişmeleri sağlıklı bütçe hazırlanmasını olanaksız kılmasın. Fiyatiarın belli ölçüde yükselmesi ya da gerilemesi halinde, program uygulamasının değişeceğini düşünmek pek mümkün değildir. Aynı şey tarımsal alanların işletmeye açılması için, konut yapımının kamu işi olarak kabul edilmesi halinde, bu alan için, hatta eğitim, askeri alanlar için de geçerlidir. Bütün bu söylenenlerden sonra, eğer halâ -Hirschman gibi düşünerek-, fiyat sinyallerini esas almak gerekecekse bunlar, genel olarak, dar anlamda sadece sanayileşme için dikkate alınacaktır. Bununla birlikte her hükümet, genel kalkınma programı için, dış ticaret ve finansman politikası alanlannda da alacağı önlemlerle mümkün olduğu kadar dengeli bir büyümeyi sağlamaya çalışacaktır.
Sektörlerarası Bağlılık ve Dengesiz Kalkınma Anımsayacağınız gibi daha önce gördüğümüz dengeli kalkınma yaklaşımları, genel olarak sektörler arası tamamlaşmanın gereğini savunurlar. Bu görüşlerde sektörler arası ilişkilerde eksik ya da fazla kapasitenin meydana gelmemesi ve bir tamamlaşmanın bulunması zorunludur. Oysa Hirschman'ın dengesiz kalkınma görüşünde, sektörler arası ilişkilerde eksik ya da fazla kapasitenin bulunması, görüşün temelini oluşturur. Dengeli kalkınma ile Hirschman'm dengesiz kalkınması arasındaki bu temel aynlığa rağmen, her ikisinin bir ortak noktası vardır: Bu ortak nokta, sektörler arası bağlılıktır. Sektörler arası bağlılık, dengeli kalkınma kuramında, başlangıçtan beri dengeli ve ahenkli bir kaynak dağılım politikası olarak ele alındığı halde, Hirschmarida fazla ve eksik kapasitelerin uyardığı bir dinamik süreç olarak tanımlanır. Hirschman bu bağlamda, özellikle sektörlerarası gerisel ve önsel etkiler üzerinde durmuştur. Buna göre, azgelişmiş ülkelerin, yukarıda ele aldığımız kalkınma yollan çerçevesinde, sanayi alanında girişecekleri yatırım ve üretim faaliyetlerinde önceki ya da sonraki imalat aşamalarına gerisel ya da önsel etkilerde bulu-
DİKKAT"^
196
Gerisel Bağlılık Oranı: Bir sektörün öteki sektörlerden satın aldığı ara mallar (girdileri) toplamının, bu sektörün toplam üretimine oranıdır.
Önsel Bağlılık Oranı: Bir sektörün öteki sektörlere sattığı ara mallar (çıktıları) toplamının, bu sektörün ürünlerine olan toplam talebe oranıdır.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
nabilme olanaklarını da gözden ırak tutmamaları gerekir. Konuyu şöyle açıklayabiliriz: Yurtiçinde bulunan ya da üretilebilecek hammaddeleri ya da ara mallan girdi olarak kullanacak her iktisadi faaliyet, bu girdileri sağlayan girişimlere bir ortam, bir olanak yaratır. Çünkü, kendisine mal satabilecekleri alıcıların bulunması, satıcılar için cazip bir durumdur, işte bu durumda, kurulacak sanayiinin bir gerisel etkisi (bağlılık) var demektir. Buna karşı nihai mal üretmeyen her iktisadi faaliyet aşamasınm, kendi ürünlerinin (çıktılarının) diğer sanayiler tarafmdan girdi (ara malı) olarak kullanılması halinde ise bir önsel etkisi (bağlılık) söz konusudur. Bu iki etkinin tek bir faaliyet dalı tarafından da gösterilmesi elbette mümkündür. Bu durumda herhangi bir sanayiinin, piyasalardan aldığı girdiler nedeniyle bunları üreten sektörlere (gerisel); ayrıca ürettiği (nihai talebe gitmeyen) çıkülar nedeniyle de bunları kullanan sektörlere (önsel) etkisi olmaktadır. Buna göre herhangi bir sektörün gerisel etkisini (bağlılığını), bu sektörün öteki sektörlerden satın aldığı ara mallar (girdiler) toplamını, bu sektörün toplam üretimine oranlayarak ölçebiliriz: Girdi-Çıktı diliyle; Gerisel Bağlılık Oranı =
Ö 1 Xv
Aynı biçimde herhangi bir sektörün önsel etkisini (bağlılığım) da, bu sektörün öteki sektörlere sattığı ara mallar (girdiler) toplamını, bu sektörün ürünlerine olan toplam talebe oranlayarak ölçebiliriz: Önsel Bağlılık Oranı =
Uydu Sanayiler: Ana ya da egemen sanayi dalına önsel ya da gerisel etkiler dolayısıyla bağlı sanayi dalları.
ÖXy Xi
Bu iki etkiyi birer örnekle açıklayalım: Çimento sanayii alamnda, ambalajlama amacıyla çok kadı kağıttan yapılmış torba üretimi, üretimde gerisel etki demektir. Buna karşı çimentodan yapılan beton direk fabrikalarının kurulması önsel ilişkiyi gösterir. Önsel ve gerisel etki eğilimleri çift yönlü olumlu sonuçlar doğurabilir: Bunlar sadece yeni fabrikaların kurulmasına olanak sağlamakla kalmayıp, bunun yanında bizzat ilgili işletmeyi etkilemesine bağlı olarak daha fazla çıktı elde edilmesine de katkıda bulunurlar. Ana sanayi kuruluşlarının yeterli düzeyde satış yapmaları halinde, önsel ve gerisel etkiler aracılığıyla uydu sanayilerin kurulması dahi beklenebilir. Uydu sanayiler deyiminden, kurulma olasılığı büyük, fakat çok sınırlı bir alıcı kitlesine sahip olmaları nedeniyle üretimi nispeten düşük girişimler anlaşılır. Hischman'a göre uydu sanayilerin özellikleri şunlardır: • Uydu sanayiler esas olarak ana sanayiinin yakınında bulunurlar ve bu durum, onlara, maliyet yönünden üstünlük sağlar. • Bunların temel girdisi, ana sanayiinin ana ya da yan ürünleridir; ya da uydu sanayiinin ana ürünü, -önemsiz de olsa- ana sanayiinin girdisini oluşturur. • Uyduların gerekli asgari büyüklüğü, ana sanayiden daha küçüktür. Bir ana sanayiinin kurulması çoğunlukla, sadece gerisel ve önsel bir etkiye ya da uydu sanayilerin kurulmasına olanak hazırlamakla kalmayıp, bunlann yanında ana sanayileri ile bu tür ilişkiler içinde olmayan bağlı fabrikaların kurulmasına da yol açar. Yine çimento sanayii örneğini ele alırsak; bir çimento torbası fabrikasının, bir kağıt fabrikasının kurulmasını özendireceğini kabul edebiliriz. Bir demir-çelik sanayiinin kurulması, çok çeşitli imalat sanayilerinin kurulması için çok güçlü uyarı ve destekler sağlayacaktır. Bu arada ana sanayiinin çalışmasıyla uyanlan talebin,
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
197
bağlı sanayilere doyurucu bir satış yapabilme şansını verecek büyüklükte olmasının gereği açıktır. Tek başına bir ana sanayiden, bu iş için her zaman yeterli olması beklenemez. Ancak çok sayıda ana sanayi, kendi talepleri ile yeni sanayilerin kurulmasını sağlayabilir. Bununla birlikte etkilerin ve uydu-bağlı sanayilerin kurulma eğilimlerinin azgelişmiş ülkelerde, sanayileşmenin başlarında çok düşük olacağı söylenebilir. Örneğin birincil üretim alanı olan tarım sektörü ne kadar hızlı gelişir ve pazarı ne kadar fazla karşılarsa; bu, gübre, tohumluk, mücadele araçları ve tarımsal makineleri kullanma zorunluluğunun o kadar çok artması demektir. Kimi azgelişmiş ülkelerde tarım yanında madenciliğin de, bu alanda kullanılan makine, araç-gereç üretimi üzerinde gerisel bir etki söz konusudur. Öte yandan kimi tarımsal ürünlerin doğrudan tüketilmesi ve ihraç edilmesi, bu alanda bir önsel etki yaratılmasına doğal olarak izin vermez. Buna benzer madencilik ürünleri de çok önemsiz bir işlemden sonra-örneğin kalayın eritilmesi-, olduğu gibi ihraç edilir. Bu bakımdan üretici ülkede, önsel bir etki yaratma olanağı kalmamaktadır. Bununla birlikte, azgelişmiş ülkelerin sanayileşme politikalarında, sözü edilen bu tür karşılıklı etkileşimleri dikkate alan bir tutum ve uygulama içinde bulunmalan gerekir.
Kalkınma Kutupları Dengesiz kalkınma yollarından biri de kalkınma literatüründe Kalkınma Kutupları olarak adlandınlan modeldir. Kalkınma kutupları olgusu, sanayileşme sürecinde meydana gelen, bölgesel ekonomik faklılaşmadır. Konuyla ilgili olarak yapılan görgül araştırmalar kalkınma sürecinin belli dönemlerinde, ülkelerin belirli bölgelerinin ötekilerine kıyasla daha çok geliştiğini göstermiştir. Bu görüşü ileri süren Fransız iktisatçı Perrouoiyz. göre iktisadi kalkınma, ülkenin her yerinde aynı zamanda gerçekleşmez; bazı bölgeler öncelik kazanır, başka bir deyişle belirli kalkınma kutuplan ortaya çıkar. Gerçekten de çoğu ülkede sanayileşmenin belli dönemlerinde sanayi kuruluşlarının belirli bölgelerde toplanması bir rastlantı değil, ekonomik koşullann bir sonucudur. En önemli nedenin, sermayenin etkin kullanılma gereği olduğu söylenebilir. Kutuplaşma belli sayıda iktisadi kuruluşun faaliyederi nedeniyle fonksiyonel bir bütünleşme sonucunda ortaya çıkan dengesiz bir kalkınma sürecidir. Bir ya da birkaç sanayiinin belirli bir bölgede bir araya gelerek bir kutup oluşturmasının nedenleri özede şöyle açıklanabilir: • Pazar büyüklüğü: Ulaşım olanaklarının elverişli olmadığı durumlarda, üretim birimlerinin talebin yoğun olduğu bölgelerde toplanması doğaldır. • Altyapı koşulları: Yol, su, elektrik gibi, özellikle maddi altyapının esasen yaratılmış olduğu bölgelerde, işletmeler için çok büyük dışsal ekonomiler sağlanmış demektir. • Hammaddeye yakınlık: Kullandıkları hammaddelerin taşınmasının zor ve masraflı olduğu sanayi dallarında, doğal olarak girişim, kuruluş yerini belirlerken, hammaddeyi kolay ve ucuz sağlayacağı bölgeyi seçer. • Yetişmiş insangücü: Bir girişim, kullandığı üretim teknolojisine uygun kalifiye insan gücünü kolaylıkla sağlayabilmek için de kuruluş yerini buna göre seçecektir. Kalkınma kutuplannı meydana getiren girişimler, öteki iktisadi birimleri etkileyerek o bölgede bir gelişme başlatırlar. Dolayısıyla kalkınma kutbu, yayılma etkileri yaratan, hammadde, ara malları, tüketim malları üzerinde gerek arz gerek ta-
Kalkınma Kutupları: Sanayileşme sürecinde meydana gelen bölgesel ekonomik farklılaşmadır. Kutuplaşma, belli sayıda girişimin faaliyetleri nedeniyle fonksiyonel bir bütünleşme sonucunda ortaya çıkan dengesiz bir kalkınma sürecidir.
198
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
lep bakımından arttırıcı etkisi olan itici bir güçtür. Bir ekonomide kalkınma kutbunun doğması, ekonomik ve sosyal yapıyı dinamik bir duruma sokar. Bu gelişme içinde, bölgede üretim artışlarının yanında gelirlerde (özellikle ücretlerde) yükselme olur; teknik yenilikler ve yeni yatırımlar ortaya çıkar. Böylece çevredeki geleneksel bölgeler ile kutup arasındaki işgücü ve mal akımı, iki bölge arasındaki ekonomik ve sosyal farklılığı zamanla ortadan kaldırabilir. Kuşkusuz bu süreç yavaş ve bölgeseldir. Gelişmenin ülkenin her yanına ulaşabilmesi için uzun bir zamana ihtiyacı vardır. Kalkınma kutuplarının kalkınmayı öteki bölgelere yayıcı etkileri olduğu gibi, bu bölgeleri geriletiri etkileri de vardır. Myrdal, çoğu kez bu geriletici etkilerin daha baskın çıktığını öne sürmektedir. Kalkınma kutuplarının altyapı ve dışsal ekonomiler gibi çekici yanları hem üretici hem de tüketicilerin en rasyonel davranan, en dinamik ve yeniliğe açık olanlarını kendine çeker. Üretim faktörleri de bu çekime uyar. Böyle bir kayma sonucunda, gelişmemiş ya da azgelişmiş bölgeler, büsbütün geriliğe ve yoksulluğa terk edilir. Bu nedenle, kalkınma kutuplannın meydana gelmesini önleyici ve öteki bölgelere göre göstereceği faklılığın azaltılması yönünde bazı önlemlerin alınması düşünülebilir.
SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ Ülkelerin azgelişmişlikten kurtulmak için uyguladıkları sanayileşme stratejileri olan ithal ikamesi stratejisi (içe dönük) ile dışa dönük (ihracata dayalı) sanayileşme stratejileri bu ünitede ele alınmıştır. Bilindiği gibi, azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunları,özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tartışılmaya başlanmıştır. Tartışmalardan çıkan sonuç, bu ülkelerin uzun dönem içinde kalkınmalarının ancak sanayileşme yoluyla sağlayabilecekleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak sadece sanayileşmeyi hedef almak soruna bir açıklık getirmemektedir. Nasıl bir sanayileşme stratejisinin (politikasının) benimseneceği sorusunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Sanayileşme stratejisinin belirlenmesinde temel alınan faktörleri şöylece sıralayabiliriz: Ülkenin GSMH ve nüfus büyüklüğü, kişi başına düşen milli geliri, ülkenin teknolojik düzeyi, finansman olanakları, doğal ve beşeri kaynaklannın durumu vbg. Azgelişmiş ülkelerin kalkınma yolunda izleyecekleri sanayileşme stratejileri, genel olarak ithal ikameci sanayileşme stratejisi (içe dönük) ile dışa dönük (ihracata dayalı) sanayileşme stratejisidir. Aşağıda bu stratejiler çeşitli yönleriyle sırasıyla incelenecektir. ^ SIRA SİZDE J B ^ M ^ -(V/^™
Türkiye'de yukarda belirtilen sanayileşme stratejileri uygulanmış mıdır? Uygulandı ise dönemlerini belirtiniz.
İthal İkamesi Stratejisi 19.yüzyılda İngiltere'nin başlatmış olduğu sanayi devrimini izleyen bugünkü pek çok sanayileşmiş ülke, ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için ulusal sanayilerini kurup geliştirme yolunda ithal ikamesi diye adlandırılan, aşağıda ayrıntısı verilen stratejiyi uygulamıştır. Gerçekten de tarihsel süreç içinde ithal ikamesi stratejisi, sanayileşme yolunda başarılı bir uygulama olarak görülmüştür. Yeni bağımsızlığına kavuşmuş A.B.D.'de, Alexander Hamilton!un 1791'de yazdığı İmalat (Yapım) Sanayi Üzerine Raporda ucuz ithal ingiliz mallarına karşı Amerikan sana-
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
yiini korumak için yüksek gümrükler öngörmüş ve 1807'de Başkan Thomas Jefferson'un politik nedenlerle koyduğu ambargo Amerikan Yapım Sanayini atağa kaldırmıştır. Alman ekonomist Friedrich List 19.yüzyılın ortalarında Almanya'nın sanayileşmesi için korumacılığı savunmuştur. Rusya dahil Avrupa'nın bütün önemli güçleri ve Japonya, askeri gücün sanayileşmeye bağlı olduğunu görerek yapım sanayilerini geliştirmek için korumacılık uygulamışlardır. İthal ikameci sanayileşme stratejisi, basit olarak daha önce yurt dışından ithal edilen bir malın yurt içinde üretilmesi olarak tanımlanabilir. Daha geniş olarak, ithalata rakip malların yurt içi üretiminin, bu mallara olan iç talep genişlemesinden daha hızlı bir artış göstermesidir. Dolayısıyla ithal ikamesi, ülke içinde iktisadi bir biçimde üretilmesi mümkün olan malların ithalatını azaltarak döviz tasarrufu sağlamayı amaçlar.
A z g e l i ş m i ş Ü l k e l e r d e İthal İ k a m e s i n e Y ö n e l m e N e d e n l e r i
199
Kısaca, daha önce yurt dışından ithal edilen bir malın yurt içinde üretilmesi olarak tanımlanan İthal ikameci sanayileşme stratejisi, ithalata rakip malların yurt içi üretiminin, bu mallara olan iç talep genişlemesinden daha hızlı bir artış göstermesidir.
Sanayileşme sürecine geç giren ülkeler bağlamında ithal ikamesi, ilk olarak 1930'ların Büyük İktisadi Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı arasında ticari taşımacılığın durması nedeniyle ekonomileri çok büyük yaralar alan Latin Amerika ülkelerinde uygulamaya konulmuştur. Yeni başlayan sanayileşmeyle savaş sonrasında Arjantin, Brezilya, Kolombiya ve Meksika gibi ülkeler, sanayilerini ABD'den ithal edilen ürünlerin rekabetinden koruyabilmek için sistematik olarak gümrüklerini yükseltmiş ve diğer ithalat engellerini koymuşlardır. Latin Amerika ülkeleri dışında, örneğin Türkiye ve Hindistan da İkinci Dünya Savaşı öncesi sanayileşme hamlesine geçmişlerdir. Ancak pek çok Asya ve Afrika ülkesini ithal ikamesi yoluna iten temel güdü, siyasal bağımsızlıktır. Böylelikle 1960'lara ulaşıldığında ithal ikamesi, azgelişmiş ülkeler için ekonomik kalkınmanın egemen stratejisi olmuştur. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere, ülkeleri ithalatlarını yerli üretimle ikame etmeye iten başlıca etkenlerden ilki dünyada ortaya çıkan ticaret bunalımı olmuştur.
TM
DIKKAT
3
DIKKAT
^
Özellikle tarıma ve doğal kaynaklara dayalı ürünlerini ihraç edemeyen ve ihtiyaç duyduğu ürünleri ithal edemeyen azgelişmiş ülkeler zorunlu olarak ithalatı ikame etmeye yönelik bir yol izlemişlerdir. Dolayısıyla böyle bir sürecin ortaya çıkış nedeni, azgelişmiş ülkelerin kendi dışlarında ortaya çıkan bir olumsuzluktur. Birçok Latin Amerika ülkesinde 1930'lu yıllarda ortaya çıkan ithalatı ikame edici uygulama, bu ülkelerin dış ticarette karşılaştıkları zorluklardan kaynaklanmıştır. Dolayısıyla o dönemde geçerli olan ithal ikamesi, kapsamlı, bilinçli bir kalkınma stratejisinin bir parçası olmaktan çok, krizin ortaya çıkardığı boşluğu doldurmak, acil sorunlara çözüm bulmak amacıyla kullanılmıştır. Kriz dönemlerinde, az gelişmiş ülkelerin ihracatı hem miktar olarak düşmekte, hem de ihraç mallannın fiyatlarındaki büyük düşüşler nedeniyle dış ticaret gelirleri azalmaktadır. Böyle bir durum karşısında iktisadi kalkınmada ve yerli sanayiinin özendirilip desteklenmesinde devletin rolü artmaya başlamaktadır. Azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda ithal ikamesi 1950'li ve 1960'lı yıllarda başlamıştır.
J ^ J ^
200
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
İthal ikamesi, ülke içinde iktisadi bir biçimde üretilmesi mümkün olan malların ithalatını azaltarak döviz tasarrufu sağlamayı amaçlar.
îthal ikamesi, en basit şekliyle, daha önce ithal edilen bir malın yurtiçinde üretilmesi olarak tanımlanabilir, ithal ikamesinin altında yatan temel fikir basittir: Önce, yıllar boyunca yapılan önemli ithalat kalemleri incelenerek geniş iç pazarlar saptanır. Soma, yerli sanayiciler ve yabancı yatırımcılar tarafından gerekli üretim kapasitesinin kurulması özendirilir. Yerli üretimin yüksek maliyet sorununu yenmek ve hedef sektörlerdeki potansiyel yatırımcıların kârlı olabilmelerini sağlamak için de ithalat kotaları ya da gümrüklerle koruma duvarları oluşturulması gerekir. Bununla birlikte unutulmaması gereken bir nokta da, bu ürünlerin, genellikle modası geçmiş sayılan üretim teknolojileriyle üretilmesinin yamnda, tüketicilerin yerli üretimin yüksek maliyetlerine katlanmak zorunda kalmalarıdır. Ayrıca sanayileşmenin başlamasıyla ortaya çıkan en önemli ithalat kalemi yaürım mallandır. Bu malların ithalatı, kalkınma için yaşamsal önemdedir; ancak yüksek sermaye maliyetierinin yatırımcıların cesaretini kırdığını da göz önünde tutmak gerekmektedir. Aslında azgelişmiş bir ekonomide ithal ikamesinden kastedilen, ithalata rakip malların yurtiçi üretiminin, bu mallara olan iç talep genişlemesinden daha hızlı bir artış göstermesidir. Dolayısıyla ithal ikamesi, ülke içinde iktisadi bir biçimde üretilmesi mümkün olan malların ithalaünı azaltarak döviz tasarrufu sağlamayı amaçlamaktadır. Böylelikle iktisadi kalkınma (sanayileşme) için ithalatı gerekli olan sermaye mallarına daha fazla döviz ayırabilme olanağı yaratılmış olur.
( DK'KAT
Kalkınma sürecine dinamizm kazandırma amacını güden ithal ikamesi stratejisi, dış ekonomik ilişkilerde ortaya çıkan tıkanıklığın neden olduğu çeşitli güçlükleri gidermeye yöneliktir. ithal ikamesi ayrıca dış dengenin sağlanması ile ilgili önemli bir unsur ve sanayileşme yönünde atılan ilk adımdır.
İthal İkamesinin Aşamaları ithal ikamesi stratejisinin iki aşaması vardır: Birinci aşamada dayamksız tüketim malına yönelik üretim yapan sanayiler kurulur. Yurtiçinde potansiyel bir talebin bulunması ve gümrükler yoluyla ithalaü kısmanın mümkün olması ithal ikamesini uyarır. Bu nedenle gelir artışı ile birlikte pazarın genişleyip, yurtiçi üretimin kârlı olduğu noktaya gelindiğinde, artık herhangi bir desteğe gerek duyulmaksızın gelişmesi mümkün olan sanayi dalları kurulmaya başlar. Tüketim mallarının ikamesiyle başlayan sanayileşme, ara malları ve yatırım mallarının ikamesiyle ikinci aşamaya geçer. Bu aşamada üretilen mallar birinci aşamada ikame edilen mallardan farklı olarak sermaye yoğun özellik taşımaktadır. Nispeten düşük bir sanayileşme düzeyinden hareketle, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları, kitlesel ihtiyaç maddeleri ve bunların üretimi için gerekli olan ara malların ithalatının kısmen ya da tümüyle yerli üretim ile ikame edilmesiyle çok yönlü uyarıcı etkiler yaratılabilir. Kısaca, bir sanayileşme stratejisi olarak ithal ikamesinin ortaya çıkış nedeninin altında yatan gerçek, tarıma dayalı ve tarımsal ürünler ihracatına dayalı bir ekonominin, sermaye birikimi sürecinde ortaya çıkan darboğazlardır. Bununla birlikte savaşlar, dünya ekonomisinin uzun dönemli bunalımları ve bunlarla ilişkili olarak ya da bunlardan bağımsız olarak ortaya çıkan döviz darboğazlarını bunlara eklemek gerekir. Bunlar ithal ikamesinin başlaması, yerleşmesi ve girişimciler tarafından kabullenilmesi için gerekli ön koşulları yaratmaktadırlar.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Azgelişmiş ülkeler ilk aşamada dayanıksız tüketim malına yönelik hangi ürünleri üreten sanayileri kurmak zorundadır? Neden?
201
M I L M I
SIRA S Î Z D E )
İthal İkamesinde Ortaya Çıkan Sorunlar İthal ikameci sermaye birikim süreci, başlangıçta hızlı bir büyümeye olanak verdiği halde, yine kendi içinde bu süreci olumsuz yönde etkileyen iki temel özellik taşımaktadır. Bunlar; • Birinci olarak bu stratejinin iç pazara dönük olması ve ithal girdilere dayalı olmasıdır. Sürecin sınırlarını belirleyen sorunlar da yine bu iki özellikten kaynaklanmaktadır. Bu sorunlar kısaca iç pazarın darlığı ve döviz darboğazı sorunudur. Sanayiler ilk kuruldukları yıllarda hazır olan iç pazarı doyuruncaya kadar hızla gelişeceklerdir; fakat daha sonraki gelişmelerinin iç pazann büyümesine, yani genel olarak ekonominin büyümesine bağlı olacağı için aynı büyüme hızını devam ettirmeleri mümkün olamayacaktır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde nitelikli işgücü yetersizliği dikkate alındığında, ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisinin ikinci aşamasında bazı tıkanıklıklann ortaya çıkması beklenebilir. • İkinci olarak, döviz darboğazı sorunu da yine bu sermaye birikim sürecinin yapısından kaynaklanmaktadır, ihracatın geleneksel yapısını sürdürdüğü ve buna karşılık sanayileşmeye bağlı olarak ithal gereklerinin sürekli artığı bir ortamda, döviz darboğazının bir sorun olarak belirmesi kaçınılmaz görünmektedir. ithal ikamesi stratejisiyle sanayi geliştikçe, yurtiçi sanayiinin ithal ara malı ve yatırım malı gereksinimi de giderek artmaktadır. Bu gereksinim ihracat gelirleriyle karşılanamadığı için ithal ikamesine dayalı sermaye birikimi, ancak artan dış borçlanmayla mümkün olmaktadır. Genelde ithal ikamesi içe-dönük olarak uygulandığından hükümetier, yerli üretime maliyeti ne olursa olsun destek olmaktadırlar. Bu durum, bu stratejinin uygulanmasında aşınlıklara kaçılmasına ve sanayileşmede kaynak savurganlığına neden olmaktadır. ithal ikamesi uygulamasının temel koşullarından biri yavru sanayii (yeni doğan sanayi) korumaktır. Yavru sanayiler, kalkınma sürecinde korumanın kalıcı bir uygulama olmamasını da sağlarlar. Şöyle ki, gelişmelerini tamamladıktan sonra kolaylıkla dış rekabete açılabilecek ve ihracat yapabilecek bir konuma gelebileceklerse ya da korumasız ithal ikamesi yapabilecek ve eğer yerli üretimde bulunmanın başlangıç maliyetlerini gelecekte tamamen karşılayabileceklerse, bu sanayileri korumak gerekmektedir. Korumayı başarmak için aşırı olmayan geçici önlemler ya da gümrük koymak, ama asla kota uygulamamak gerekir. Böyle bir politika dışadönük ithal ikamesi olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşım tarafından öne sürülen uluslararası rekabetçilik hedefi, politika belirleyicilerin içedönük stratejilerindeki aşırılıklarını disiplin altına almaktadır. İthal ikamesine dayalı sanayileşmenin başarılı olabilmesi için özellikle hangi sanayi dallarının, ne kadar süreyle ve ne gibi önlemlerle korunacağının çok iyi belirlenmesi gerekmektedir. Kuram olarak çok tutarlı görünen bu politikanın, uygulamada iyi bir zamanlama ve uygun önlemlerle izlenmemesi kıt kaynakların israf edilmesine ve kalkınmanın önemli darboğazlara girmesine yol açabilmektedir.
J ^ J ^
DIKKAT
^
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
202
Bu konuda özellikle gümrük politikası açısından en etkili yol korunan sanayi dalları ürünlerinin ithalatını kabul edilebilir bir süre kısıtlayan esnek bir gümrük sistemi uygulamaktır. Gümrük oranlarını belli dönemlerde, belli ölçüler içinde azaltarak, yerli sanayi dış rekabete dayanabilecek ve rekabet koşulları altında gelişimini sürdürebilecek bir niteliğe kavuşturulmalıdır. Böylece korunan sanayiler belli bir süre sonunda ihracata başlayarak, ekonomiye döviz kazandırıcı bir yapıya kavuşabileceklerdir.
(
dikkat
ris
ithal ikamesinden, ihracata yönelik bir üretime geçişin, başka bir ifadeyle dönüşümün optimal bir biçimde nasıl başarılacağı önem taşır.
İthal ikamesine dayalı sanayileşme, etkili bir dış rekabetin olmaması, yerli sanayiinin yenilikleri uygulama gereksinimini duymamasına ve mevcut sanayilerin hantallaşmasına neden olurken, öte yandan tekelleşme eğilimlerinin güçlenmesine yol açmaktadır. Bu nedenle ithal ikamesi ile korunan sanayiler belirli süre sonra yavaş yavaş dış rekabete açılmalıdır. Bugün artık müdahaleci önlemlerle zorlanan bir ithal ikamesinin, gerçekten ülkeye büyük avantajlar sağladığı görüşü kuşkuyla karşılanmaktadır. Çünkü oldukça yaygınlaştırılmış ve birkaç kalkınma aşamasını aşan bir ithal ikamesi politikasının, büyümeye olumlu katkılarda bulunan doğrudan ve dolaylı dış ticaret etkilerini azalttığına inanılmaktadır. Yurtiçi üretim çok geri ya da düşük bir esnekliğe sahipse, ithal ikamesinin desteklenmesi durumunda, üretim araçları, tarımsal ihraç kesiminden çekilmek zorunda kalacaktır. İthal ikamesi politikasında sektörlerin dış ticaret politikası açısından farklılaştırılması, sonuçta toplam olarak ihracatın zarar görmesine de yol açabilir. Bu durum mevcut ihracat sanayilerinin de aleyhine olacaktır. Bu politikayı izleyen Arjantin, Brezilya, Şili ve Pakistan'ın ihracatında bu tür olumsuz gelişmeler gözlenmiştir. İthal ikamesi stratejinin başarısı için, tutarlı iktisadi ve politik önlemler dizisi gerekmektedir. Ayrıca sanayileşmenin bir strateji olarak benimsendiği her durumda devlet, öncü bir güç olarak ortaya çıkar. Devlet müdahaleleri esas olarak kıt iktisadi kaynakların dağılımı ve iç pazarın oluşturulup, genişletilmesine yöneliktir. Burada, ithal ikamesinden, ihracata yönelik bir üretime geçişin, başka bir ifadeyle dönüşümün optimal bir biçimde nasıl başarılacağı önem taşır. Hangi sanayi alanlarından ya da yatırımların özendirileceğini kararlaştırmak için, dinamik karşılaştırmalı üstünlükler ilkesi izlenecek ise, iki çıkış noktasından yararlanılabilir: Bunlar, piyasa ve fiyat gelişmelerinin genel olarak dikkate alınması ile özel ve sosyal açıdan verimli yatırım alanlarının ayrıntılı olarak araştırılmasıdır İthal ikamesi stratejisi ile ihracata dayalı sanayileşme stratejisi arasında mutlak ve kesin bir ayırım yapmak mümkün değildir. Kalkınan bir ekonomi esas olarak ithal ikamesi stratejisini benimsediği halde bunun yanında ihraç sanayilerine de önem verebilir. İthal ikamesinin başarılı bir biçimde uygulanamaması, özellikle belirlenen sektör ve alanların iktisadilik ilkelerine göre değil de, daha çok keyfi denebilecek biçimde saptanması ve etkin bir planlama eşliğinde yürütülememesi, sanayileşmenin temelde piyasa ekonomisi araçlarıyla gerçekleştirilmesi görüşlerinin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Böylece bir çok iktisatçı ve politika belirleyicisi, yerli üreticinin korunmasına dayanan kalkınma stratejisinden uzaklaşmıştır. Ancak, sanayileşme, gelişmekte olan ülkelerin çoğu için yine ana hedeftir. Eğer yerli girişimciler, yöneticiler ve işçiler yeni ürünleri yeni teknolojilerle üretmeyi başaracaklarsa, dışarıdan gelecek rekabete karşı yine de korunma ihtiyacı duyarlar.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Bu durumda, "korumanın kaldırılması ile ona olan gereksinim nasıl uzlaştırdabilir?" sorusu karşımıza çıkar. Bu soruya verilecek yanıt bizi dışa dönük sanayileşme stratejisine götürür.
Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisi Burada dışa dönük sanayileşme stratejine geçmeden önce bu görüşün temelini oluşturan ihracata dayalı sanayileşme stratejisinden kısaca söz etmekte yarar vardır.
İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi İhracata dayalı sanayileşme stratejisinin kuramsal dayanağını, uluslararasında serbest ticarete dayanan karşılaştırmalı üstünlükler kuramı oluşturur, ihracata dayalı sanayileşme stratejisi, karşılaştırmalı üstünlüklere dayanan uluslararası işbölümünü kaynak dağılımında esas alır. Buna göre, her ülke karşdaştırmalı üstünlüğünün bulunduğu alanda uzmanlaşır ve uluslararası ticaret serbestçe yapılırsa, dünya ölçeğinde kaynaklar optimal kullanılmış olacak ve bütün ülkeler kazançlı çıkacaktır. Bu konu "İktisadi Kalkınma ve Dış Ticaret" adını taşıyan ünitede ayrmtdı olarak ele alınmıştır. İhracata dayalı sanayileşme stratejisinde geliştirilecek sanayilerin iç piyasadan çok dış piyasa için üretimde bulunması amaçlanmaktadır, ihracata dayak sanayileşme stratejisi, ithalatın yapısından çok ihracatın yapısını değiştirecek yöndedir. Bu durumda azgelişmiş ekonominin ihracatı içinde sınai ürünler payının artması doğaldır. Buna karşılık iç piyasa için gerekli sınai ürünler, çok büyük ölçüde dışandan ithal yoluyla sağlanacaktır. Karşılaştırmalı Üstünlüklere dayanan işbölümü çerçevesinde, azgelişmiş ülkelerin uzmanlaşacağı sanayi dalları kuramsal olarak, sermayenin kıt, işgücünün ya da hammaddelerin bol ve ucuz olduğu, işgücü yoğun üretim ya da hammadde üretiminin yapıldığı sektörlerdir. ihracata dayalı sanayileşme, ilke olarak devletin herhangi bir yönlendiriciliği olmaksızın kaynakların, büyük ölçüde piyasa güçleri tarafından, ihracatçı sanayilere yöneltildiği bir kalkınma biçimidir. Fakat 1980'lerde ortaya çıkan ihracata dayak sanayileşme uygulaması, önceki serbest ticaretçi deneylerden farklılık gösterir. Bu konu dışa dönük sanayileşme stratejisi başlığı altında aşağıda tartışılacaktır.
Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisine Yönelme Nedenleri 19.yüzyılda bilim çevrelerinde ve iktisat politikalarında egemen olan Neoklasik görüş, 1930'lardan itibaren liberalizmin kaleleri olan Batı ülkelerinde bu konumunu yitirmiştir. Giderek liberal tezlerin yerini toplumsal çıkarın bireysel çıkara üstünlüğü, piyasa aksaklıklan, devlet müdahalesi konularını içeren özünde anti-liberal ve müdahaleci yaklaşımlar almıştır. Yapısalcı yaklaşım adı verilen bu görüşün gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesi konusundaki reçeteleri yukarıda ele alınan ithal ikamesi stratejisi olmuştur. Neoklasik görüşün kalkınma alanında yeniden ön plana çıkması, 1975'lerden sonra ulusal kalkınmacılık yaklaşımının krize girmesiyle belirginleşmiştir. 1970 ve 1980'lerde neoklasik kuramcılar Dünya Bankası'nın da öncülüğünde ithal ikamesi stratejisini yoğun bir biçimde eleştirmişlerdir. Bu eleştirilerin odak noktası
203
204
Büyüme ve sermaye birikimi sürecinde piyasa ilişkilerinin yarattığı kapasite kullanımı, teknolojik yenilik, karşılaştırmalı üstünlükler gibi olumlu dinamik etkileri öne çıkaran ve dolayısıyla gerek iç ekonomide gerekse ticaret ve ödemeler bilançosunda liberalleşmeyi öngören bir yaklaşım stratejisine dışa dönük sanayileşme stratejisi denir.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
planlama, devlet müdahalesi, iç pazara yönelik sanayileşme unsurlanna dayanan ithal ikamesi politikasımn etkinlik ve kaynak dağılımı açısından yol açtığı maliyetler olmuştur. 1980'li yıllarda ithal ikamesi stratejine alternatif olarak önerilen sanayileşme stratejisi "dışa dönük sanayileşme stratejisi"dir. Dışa dönük sanayileşme stratejisi, büyüme ve sermaye birikimi sürecinde piyasa ilişkilerinin yarattığı kapasite kullanımı, teknolojik yenilik, karşılaştırmalı üstünlükler gibi olumlu dinamik etkileri öne çıkaran ve dolayısıyla gerek iç ekonomide gerekse ticaret ve ödemeler bilançosunda liberalleşmeyi öngören bir yaklaşımdır. Daha önce azgelişmiş ülkelerin dış borç sorunu incelenirken ifade edildiği gibi, 1970'li yıllarda gelişmiş ülkelerdeki durgunluk koşulları, dış ticarette korumacılık eğilimlerinin artışı ve 1979 yılının ortalarından itibaren uluslararası piyasalarda faiz oranlarının önemli ölçüde yükselmesi, azgelişmiş ülkeleri dış kaynak sağlama konusunda önemli güçlüklerle karşılaşürmıştır. IMF ve Dünya Bankası azgelişmiş ülkelerin dış finansman gereklerinin karşılanmasını, dışa dönük sanayileşme stratejisi uygulama koşuluna bağlamıştır, ithal ikameci stratejiden, ihracata yönelik stratejiye geçişin dışsal belirleyicisini, uluslararası kuruluşların bu yöndeki önerileri oluşturmuştur. Böylelikle uygulanan ekonomi politikaları da büyük ölçüde bu öneriler doğrultusunda şekillenmiştir. Ancak dışa dönük sanayileşme stratejisi uygulaması, önceki serbest ticaretçi ihracata dayalı sanayileşme stratejisi uygulamalarından iki noktada farklılık göstermektedir: Birincisi dışa dönük sanayileşme stratejisi, sermayenin uluslararasılaşmasına koşut olarak ortaya çıkmışür. Dolayısıyla bu stratejinin temel bilerleyicisi, rekabetçi piyasa koşulları değil oligopolistik nitelik kazanmış piyasa koşulları altında kendini yeniden üretme sürecidir. İkincisi dışa dönük (ihracata dayalı) sanayileşme stratejisinde serbest ticaret, ekonominin işleyişine özel kararlarla müdahale edilmemesi ve devletin pasif bir rol alması gerektiği şeklinde yorumlanmış olmakla birlikte, bu yaklaşımı benimsemiş ülke uygulamalarında, karmaşık ve köklü müdahalelerin yapılması gereği ortaya çıkmıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, dışa dönük sanayileşme stratejisi neoklasik ekonomi içinde şekillenmiştir. Ancak strateji, Doğu Asya deneyimi ve piyasaya dayalı kalkınma kuramları tarafından tanımlanmaktadır. Güney Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur, (çoğunlukla Asya Kaplanları, Yeni Sanayileşmiş Ülkeler ya da Ekonomiler olarak adlandırılırlar) dışa dönük kalkınmanın örnekleri arasındadır. Böylece, giderek 1980'lerde ticaret liberalizasyonu ve sanayileşme birçok azgelişmiş ülkede ekonomik büyüme ve yaşam standardım yükseltmede temel strateji olmuştur. Dışa dönük sanayileşme stratejisinin temel amaçları şunlardır: • Ülkedeki sanayi yapışım, karşılaştırmalı üstünlüklere göre, dış piyasalara ihracat yapan girişimlerden oluşan bir yapıya dönüştürmek. • Serbest piyasa ve özel girişime dayalı bir ekonomik yapı kurmak. • Dış ticaretin liberalleşmesini ve böylece dış piyasalara açılmayı sağlamak • Dış ticaret politikasını aynı zamanda ihracatı özendiren bir yapıya dönüştürmek. Bu stratejiye geçiş için bazı araçların kullanılması gerekmektedir. Aşağıda bu araçlar makro ve mikro düzeyde araçlar olmak üzere iki açıdan ele alınmıştır.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisinin Araçları Makro
Düzeyde
Makro düzeyde araçlar dış ticaret, mali kesimi ve kamu kesimini liberalleştirmeye yönelik araçlardır. Dış ticaret politikasının temel yönelişi, ithalat rekabetinden vazgeçilmesi ve ihracatın özendirilmesi olmaktadır. Bu çerçevede ithalatın liberasyonu, gümrüklerle sağlanan koruma oranlarının düşürülmesi, kur politikasının ihracatı caydırıcı etkilerinin giderilmesi ve ihracatı özendirici yönde uygulanması, ihracatın çeşitli şekillerde (vergi bağışıklıkları, doğrudan sübvansiyonlar, ihracat kredileri vbg) özendirilmesi söz konusudur. Dış ticaret politikası dışında, diğer ekonomi politikası uygulamaları da temel yönelişi destekleyici biçimde uygulanır. Bu çerçevedeki uygulamaların başlıcaları da, yurtiçi talebi azaltarak ihraç edilebilir ürün fazlası yaratmak ve uluslararası alanda rekabet gücü sağlamak üzere ücretierin baskı altında tutulması, reel pozitif faiz uygulaması, vergi oranlarının düşürülmesi, kamu kesimi üretiminde sübvansiyonlardan vazgeçilmesi sayılabilir. Mikro Düzeyde Mikro düzeydeki araçları da şöylece ifade edebiliriz: Girişimlere sağlanan ithalat kolaylıklarının her girişimin ihracattaki başarısına göre verilmesi ve ihracat hedeflerine ulaşmayan girişimlerin desteklenmemesi ve hatta cezalandırılması. İhracat sanayilerine bütün dolaylı vergilerin iadesi ve gümrüksüz ithal hakkının tanınması. Aynca ihracata dönük sanayi mallarını özendirmek ve ihracatçılara altyapı hizmetlerinde düşük fiyat uygulaması, hızlandırılmış amortisman, dış rekabet şartları hakkında sürekli bilgi aktarımı, ucuz elektrik enerjisi sağlanması gibi dolaylı sübvansiyonlarda bulunulması.
Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisinin Önkoşulları Dışa dönük sanayileşme stratejisi, sadece sanayi malları ihracatını özendirmek anlamına gelmemektedir. Örneğin, Pakistan ve Kolombiya, temelde içe dönük strateji içerisinde bir takım sübvansiyon ve yardımlarla sanayilerini ihracata yöneltmeye çalışmış ve bazı geçici başarılar elde etmişlerdir. Ancak, korunan iç sanayideki kâr cazibesi, yatırımcıları daha zor olan dış pazar aramadan ve rekabet etmekten uzaklaştırmıştir. Dışa dönük stratejinin benimsenmesi, bütün özendirme sisteminin değiştirilmesini ve girişimler için ihracatın daha kârlı hale getirilmesini sağlamayı zorunlu kılar. İktisatçılann çoğu, devletçe alınacak bu denli etkin ekonomi politikası önlemlerini piyasa ekonomisi mantığı ile bağdaştırmaktadırlar. Gerçekte, piyasaya dayalı olarak belirtilen reformların çoğu dışa dönük bir görünüm kazanmayı hedeflemektedir. Ama uygulamada bazı güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Dışa dönük sanayileşme stratejisini benimseyen ve uygulayan ülkelerin bazı gerekleri de yerine getirmesi söz konusudur. Bu gerekler piyasa reformları, merkezi kontrol ve ihracat teşvikleri olarak aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Piyasa Reformları, Merkezi Kontrol ve İhracat Teşvikleri Piyasaya dayalı düzenleri (piyasa ekonomisi modellerini), dışa dönük bir sanayileşme amacıyla başanlı bir biçimde işletmenin belirli temel koşulları vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
205
206
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
• Mal ve hizmetlerin üretim ve arz süreçleri, devlet müdahaleleriyle değil, piyasa mekanizması aracılığıyla oluşmalıdır. • Cari fiyadar, göreli olarak gerçek kıtlık fiyatlarını yansıtmalıdır. • îç ve dış rekabet yoğun ve işlevsel olmalıdır. Dışa dönük sanayileşme stratejilerini uygulayan ülkelerde, özellikle yeni sanayileşen ülkelerde devlet-piyasa işbirliği büyük bir önem ve ağırlık kazanmıştır. Bu yeni modellerde devlet; • Bir yanda kaşıdı, bilinçli olarak çarpıttığı fiyatlarla yatırım ve sermaye birikimine güç ve hız vermiştir, • Öte yanda ülkedeki yeni sanayi dallarının başarısını adım adım izlemiş ve değerlendirmiştir. Düşük not alan destekten mahrum edilerek yüksek not alana destek verilmeye devam edilmiştir ve bu da ayrı bir teşvik şekli olmuştur. Bilindiği gibi Neoklasik düşüncede kaynak dağılımı ve fiyatlar, piyasa koşulları tarafından belirlenir. Burada devlete düşen görev ise piyasadaki bozuklukları düzeltmektir. O yüzden piyasaya dayalı ekonomilerde özel girişimler iç pazar ve ihracat için ne üreteceklerine kendileri karar verirler. DİKKAT
strateji özel sektöre ve piyasa ekonomisi düzenine kapsamlı bir yapısal uyum programı öngörmektedir.
Bu
Sonuç olarak dışa dönük kalkınma, piyasa koşullarının ürünüdür. Kısaca bu strateji gelişmekte olan ülkelere temel kaynak dağılım mekanizması olarak yıllardır süregelen merkezi nitelikteki planlamayı bırakıp piyasa sistemine geçişi önermektedir. Dolayısıyla daha dışa dönük yapısal uyum programlarının temelini oluşturan politikalar geliştirmek çabası içindedirler. Dolayısıyla bu görüş son yirmiotuz yıldır kalkınma yazınına egemen durumdadır.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
207
Özet 1
'
Dengeli kalkınma nedir?
Dengesiz kalkmma görüşü, azgelişmiş ülkelerde
iktisat literatüründe denge kavramı, oldukça deği-
piyasa ekonomisinin önderliğini ve etkinliğini ka-
şik anlamlarda kullanılmaktadır. Harrod-Domar
bul eder. Dengeli kalkınma kurammdaki planlı kal-
modelinde dengeli büyüme, tam istihdamı sürdür-
kınma stratejisine karşılık, dengesiz kalkınma yolu-
mek için toplam talebin, toplam arzdaki artışa eşit
nun planlamayı ve kamu etkinliğini en alt düzeye
bir hızla artması demektir. Bu yaklaşım, daha çok
indireceğini söyleyebiliriz.
gelişmiş ekonomiler için genel bir amaç niteliğindedir. Kalkınma stratejisi açısından dengeli kalkın-
İthal ikameci sanayileşme strateji nedir?
ma ise, genelde azgelişmiş ülkeler için kullanılmak-
Azgelişmiş ülkelerin kalkınma yolunda izleyecekle-
ta olup; geniş anlamda bütün ekonomik alanların,
ri sanayileşme stratejileri ithal ikameci sanayileşme
birlikte ve aynı anda geliştirilmesi olarak kavranılır.
stratejisi (içe dönük) ve dışa dönük sanayileşme
Azgelişmiş ülkelerin dengeli kalkınmalan konusun-
(ihracata dayalı) stratejileridir.
daki görüşlerde de denge kavramı, basit ve kısmen
Gelişmekte olan ülkeler geçmiş yıllarda ithal ika-
ele almdığı gibi; ekonominin tüm faaliyet alanları
mesine dayalı sanayileşme stratejisine yönelerek
arasmda bir tamamlaşmayı ifade edecek biçimde
azgelişmişlikten kurtulmaya çalışmışlardır.
kullanıldığı ve hatta, dış ticaret kuramıyla ilişkilen-
İthal ikameci sanayileşme stratejisi, basit olarak da-
dirildiği söylenebilir.
ha önce yurt dışından ithal edilen bir malın yurt
Kalkınmanın dengeli olmasım savunan çeşitli gö-
içinde üretilmesi olarak tanımlanabilir. Daha geniş
rüşleri iki ana başlıkta toplamak mümkündür: Bi-
olarak, ithalata rakip malların yurt içi üretiminin,
rincisi, yatırımların tüm sektörleri birlikte ve aynı
bu mallara olan iç talep genişlemesinden daha hız-
hızda geliştirecek biçimde yapılması. Daha ılımlı
lı bir artış göstermesidir. Dolayısıyla ithal ikamesi,
olan ikinci yaklaşım ise, bütün sektörlerin aym hız-
ülke içinde iktisadi bir biçimde üretilmesi mümkün
da büyümesi değil, tüm sektörlerin ya da büyük
olan malların ithalatını azaltarak döviz tasarrufu sağ-
itişi sağlayacak temel sektörlerin, yaygın bir sana-
lamayı amaçlar.
yileşmeyi başlatacak biçimde birlikte geliştirilmesi.
Yerli sanayiinin dış rekabete karşı korunması temeline dayanan ithal ikamesinin en önemli özelliği,
Dengesiz kalkınma nedir?
tüketim malları ithalatının ikamesiyle başlayan bi-
Dengesiz kalkmma yaklaşımları, genellikle şu iki
rinci aşama sanayileşmeyi, ikinci aşamada ara mal-
nokta üzerinde dururlar: Kimi koşullarda dengesiz-
lan ve yatmm mallarının ikamesi izlemesidir.
lik kalkınmayı hızlandırabilir ve kalkınmayı gerçek-
Gelişmekte olan ülkelerde bir yandan pazarın dar-
leştirmek için kimi zaman dengeden vazgeçilebilir.
lığı, diğer yandan göreceli olarak fiziki ve insan ser-
Bu yaklaşımın önde gelen temsilcisi Hirschman
mayesinin yetersizliği, ikinci aşama sanayilerin op-
şöyle diyor: Büyüyen bir ekonomide, birbirini izle-
timum ölçekte kurulmalarını etkilemektedir.
yen darboğazlar ve kıtlıklar ortaya çıkar. Bunlar ne-
Yaşanan birçok deneyim ithal ikameci (içe dönük)
den olacakları fiyat hareketleri (sinyalleri) ile giri-
sanayileşme stratejisinin belli aşamalarından sonra
şimcilere daha yüksek kâr olanaklarını gösterir.
ihracata bağımlılığı artırdığını ortaya çıkarmıştır. İç
Böylece bu sinyallerin kaynaklandığı alanlarda da-
piyasaların dar olması bu politikanın başarı şansını
ha fazla yatırım yapma teşvikleri yaratılmış olur.
azaltmıştır.
Üretim faktörlerini de yamna çeken bu tür ek yatırımlar, öbür alanlarda yeni boşluklar yaratır. Böyle-
Dışa dönük sanayileşme stratejisi nedir?
ce yüksek fiyatlar -yüksek kârlar- yüksek yatınmlar
Azgelişmiş ülkelerin kalkınma yolunda izleyecekle-
zinciri, her yönüyle olgunlaşmış bir ekonomide
ri sanayileşme stratejileri ithal ikameci sanayileşme
dengeli bir büyümenin mümkün olmasına kadar
stratejisi (içe dönük) ve dışa dönük sanayileşme
sürekli yinelenir. Dengesiz kalkınma yollarından
(ihracata dayalı) stratejileridir.
biri de kalkmma kutupları yaratmadır. Kalkınma
Gelişmekte olan ülkeler geçmiş yıllarda ithal ika-
kutupları, sanayileşmenin belli aşamalarında görü-
mesine dayalı sanayileşme stratejisine yönelerek
len ya da bilinçli olarak meydana getirilen bölgesel
azgelişmişlikten kurtulmaya çalışmışlardır.
ekonomik gelişme merkezleridir.
208
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
Yerli sanayiinin dış rekabete karşı korunması teme-
1980'li yıllarda ithal ikameci sanayileşme stratejine
line dayanan ithal ikamesinin en önemli özelliği,
alternatif olarak önerilen sanayileşme stratejisi "dı-
tüketim malları ithalatının ikamesiyle başlayan bi-
şa dönük sanayileşme stratejisi"dir. Dışa dönük
rinci aşama sanayileşmeyi, ikinci aşamada ara mal-
sanayileşme stratejisi dinamik karşılaştırmalı üstün-
lan ve yatırım mallarının ikamesi izlemesidir.
lüklere uygun bir sanayileşme modelini öngörür.
Gelişmekte olan ülkelerde bir yandan pazarın dar-
Sanayileşmede seçicilik esastır ve sadece gelişme
lığı, diğer yandan göreceli olarak fiziki ve insan ser-
potansiyeline sahip olan sektörler teşvik edilir. Üre-
mayesinin yetersizliği, ikinci aşama sanayilerin op-
timde amaç dış piyasalara yönelmek olduğu için, iç
timum ölçekte kurulmalarım etkilemektedir.
piyasa darlığı engeli ortadan kalkmakta, üretim te-
Yaşanan birçok deneyim ithal ikameci (içe dönük)
sisleri optimum kapasite ile kurulabilmekte ve öl-
sanayileşme stratejisinin belli aşamalarından sonra
çek ekonomilerinden yararlanılmaktadır.
ihracata bağımlılığı artırdığım ortaya çıkarmıştır. İç
Günümüzde gelişmekte olan birçok ülke dışa dö-
piyasaların dar olması bu politikanın başarı şansım
nük sanayileşme stratejisi uygulayarak, azgelişmiş-
azaltmıştır.
lik kısır döngüsünden kurtulma yolunda önemli adımlar atmaktadırlar. Dışa dönük sanayileşme stratejisi Güneydoğu Asya ülkelerinin göstermiş olduğu başarılı performans ile tanınmaktadır.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Kendimizi Sınayalım 1. Kalkınma stratejileri aşağıdakilerden hangisi ile ilgili
değildir? a. Sosyolojik tercihler b. Siyasal tercihler c. Teknolojik tercihler d. Psikolojik tercihler e. Ekonomik tercihler 2. Dengeli kalkınma stratejisinde kaynak dağılımı mekanizması olarak aşağıdakilerden hangisi daha uygundur? a. Büyük itiş kuramı b. Serbest rekabet fiyatları c. Kalkınma planlaması d. Karşılaştırmalı üstünlükler e. Emredici plan düzeni 3. Rosenstein-Rodan'ın, kalkışın başlatılması için yaygın sanayileşme görüşü, aşağıdakilerden hangisine uygundur? a. Büyük itiş kuramı b. Tunç yasası c. Azalan verimler yasası d. Kütlesel üretim yasası e. Arz yasası 4. Aşağıdakilerden hangisi Chenery'nin karşılaştırmalı üstünlükler kuramma yaptığı eleştirilerden biri değildir? Karşılaştırmalı üstünlükler kuramında; a. Üretimin etkinliğine ve bunun zaman içinde değişebilirliğine yer vermesi b. Dışsal ekonomilerin dikkate alınmaması c. Kaynak dağılımının cari fiyatlarla oluşmaması d. Pazar fiyatlarının, kaynaklarının alternatif maliyetlerini yansıtmaması e. Dış ticaretin dünya refahım artıracağının dikkate alınmaması 5. Aşağıdakilerden hangisi Hirschman'ın görüşlerinden biri değildir? a. Ekonomide bilinçli olarak darboğazlar yaratılmalıdır. b. Sanayide tamamlaşma ve uyumlaşmalar dikkate alınmalıdır. c. Ekonomide yaygm değil, belirli sanayiler geliştirilmelidir. d. Kaynak dağılımı mekanizması olarak piyasa esas alınmalıdır. e. Girişimciler fiyat sinyallerine göre davranış gösterirler.
209
6. Aşağıdakilerden hangisi kalkınma kutuplarının oluşmasındaki etkenlerden biri değildir? a. İklim koşullan b. Altyapı koşulları c. Pazar büyüklüğü d. Hammaddeye yakınlık e. Yetişmiş insan gücü 7. Azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda ithal ikamesi stratejisi hangi yıllarda başlamıştır? a.
1940-1950
b.
1950-1960
c.
1960-1970
d. 1970-1980 e.
1980-1990
8. Aşağıdakilerden hangisi "Dışa Dönük Sanayileşme Stratejisinin makro düzeydeki araçlarından biri değildir? a. İthalatın liberasyonu, b. Gümrüklerle sağlanan koruma oranlarının düşürülmesi, c. Döviz kur politikası d. Reel faiz politikası e. İhracat yapan girişimcilere altyapı hizmetlerinde düşük fiyat uygulaması 9. Dışa dönük sanayileşme stratejisini benimseyen ve uygulayan ülkelerin bazı gerekleri de yerine getirmesi gerekmektedir. Aşağıdakilerden hangisi bu gereklerden biri
değildir? a. Piyasa reformları b. İhracat teşvikleri c. Gümrük ve kota uygulaması d. Serbest faiz uygulaması e. Kamu kesiminin küçültülmesi 10. Aşağıdakilerden hangisi dışa dönük sanayileşme stratejisinin kuramsal dayanağını oluşturur? a. Karşılaştırmalı üstünlükler kuramı b. Yapısalcı kuram c. Bağımlılık kuramı d. Mutlak üstünlükler kuramı e. Keynesyen kuram
210
U
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
Yaşamın İçinden
lı yaklaşımı çekici kılıyordu. Bu strateji kalkınmada devle-
Geleceğimizi De Düşünelim
termesini öngörüyordu. Zamanın hâkim anlayışına uygun
Hemen her ortamda, bunalımdan çıkabilmek, yeni baştan
plana alınıyor, tasarruf ve yatırım teşvik ediliyordu. Sanayileşmenin temel stratejisi ise ithal ikamesine
büyümeye geçebilmek için kısa dönemde ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği tartışılıyor. Bir önceki yıl milli gelirin yüzde 8.5 gerilediği, pek çok işyerinin kapanmak zorunda kaldığı, işsiz sayısının hızla arttığı bir dönemde bunu anlamak hiç de zor değil. Ancak, bunun yamnda Tür-
kiye'nin uzun dönem için bir büyüme ve kalkınma stratejisine ihtiyacı bulunduğu inkâr edilemez. Bunun yapılmamasının sonuçlarım hafife almak mümkün değil. Herkes ekonominin potansiyelinin kullanılmadığını dile getiriliyor. Artık birilerinin bu potansiyelin nasıl kullanılacağını düşünmesi lazım. Bu birilerinin, en başta ülkeyi yönetmeye soyunmuş siyasal partilerin ve halen sorumluluk sahibi yetkililerin olması gerekir. İkinci olarak, yasayla bu alanda yükümlülük üstlenmiş olan Devlet Planlama Teşkilatı'nın görevini yerine getirecek şekilde yönlendirilmesi lazım. Bunun yanında, üniversitelerdeki araştırma merkezlerinin, 'think tank' diye adlandırılan araştırma ve düşünmeye yönelik kurumların da konunun üzerine eğilmeleri yerinde olur. Oysa bunların hiçbirisi yeterince yapılamıyor. Kimileri makroekonomik istikrar gerçekleştirilir ve bazı yasal düzenlemeler yapılırsa büyümenin onu izleyeceğini savunuyor. Ben öyle düşünemiyorum. Makroekonomik istikrarla birlikte üretim ve istihdamda iyileşmeler olmasını tabii ben de bekliyorum. Ancak orta ve uzun dönemde sürekli büyümenin gerçekleşmesi için güçlü bir dönüşümün gerekli olduğuna inanıyorum. Bunun için de toplumun çeşidi katmanlarının desteğini almış bir perspektif ve stratejiye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çok uzağa gitmeden, hafızamızı biraz geriye götürelim. 1960'lann başmda hem orta hem de uzun dönem için bir kalkınma stratejisi ortaya konmuştu. Toplumdan da destek gören stratejinin temelinde 'planlı kalkınma' vardı. 1950'lerin ekonomide başıboş denebilecek yönetimi, plan-
tin rolüne ağırlık veriyor, kamunun özel sektöre yol gösolarak, büyümenin anahtarı sayılan sermaye birikimi ö n
dayanıyordu. Sonuçlan tartışacak değilim. Fakat 1960'larda ekonomide yıllık ortalama gelir artışının %7 'ye yaklaştığım biliyoruz. Daha sonra planlama yaklaşımı yavaş yavaş etkinliğini kaybetti. 1980'lere geldiğimizde Türkiye'nin, değişen dünya koşullan da göz önünde bulundurulduğunda, yeni bir stratejiye ihtiyaç duyduğu belli olmuştu. Çünkü ekonomi tıkanmıştı. 1980'ler Türkiye'nin dışa açıldığı dönem oldu. Piyasalarda liberalleşme yine bu döneme rastladı. Döviz ve faiz politikalarında önemli değişmeler oldu. KİT'lerin özelleştirilmeye başlaması bu döneme rastladı. Yalnız dış ticarette değil, sermaye hareketlerinde konvertibilite ye geçildi. Değişimi, 1970'lerin ekonomi politikalarından bunalan halk da destekledi. Zaten başka türlü uygulanması da mümkün olmazdı. Bugün bir değişim gereksinimi bütün ağırlığı ile karşımızda duruyor. Türkiye'nin ekonomide kendisine yeni bir perspektif -dilerseniz buna vizyon deyiniz- ve strateji tanımlaması zorunlu. Böyle bir strateji yalnız fiziksel altyapıyı değil, aynı zamanda insan gücü altyapısını, bilgi birikimi ve teknolojiyi kapsamak zorunda. Kalkınmanın külfet ve nimetlerinin adil bir şekilde dağılımını hedef alma-
sı lazım. Gerçek anlamda fonksiyon gören bir piyasa ekonomisini temel alacak strateji, kamu ve özel sektörün daha etkin ve verimli bir şekilde işlemesi için nelerin yapılması gerektiğini ortaya koymalı. Eğer bu yapılamazsa adil ve sürdürülebilir bir büyümeyi gerçekleştirmenin kolay hatta mümkün olmayacağını düşünüyorum. O yüzden, bu konuda en başta sorumluluk taşıyan yetkili kurum ve kuruluşlar olmak üzere, herkesin kafa yorması, katkıda bulunması gerekiyor. Kaynak: Baran TUNCER, "Geleceğimizi de Düşünelim",
Radikal, 03/03/2002.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Okuma Parçası Dış Ticarette Kamusal Yapılanma İhtiyacı Türkiye, son günlerde, hazırlanan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Yasa Tasarısı'nı konuşuyor. Tasarı, bütün dünyada genel kabul gören içe dönük büyüme yerine ticaretin serbestleştirilmesine ve ihracata dayalı büyüme stratejisi için gerekli olan kamusal reform ihtiyacım gidermek üzere hazırlanmış bulunuyor. Tasarının bizzat hükümet kanadından gelmiş olması, bugüne kadar Türkiye'de alışık olmadığımız bir durum olmasıyla da dikkat çekici. Nitekim Başbakanlık sitesinde yer alan konuyla ilgili raporun adı bile Türkiye'de bazı şeylerin değiştiğine bir işaret niteliği taşıyor.
Yönetim Anlayışında Değişim "Değişimin Yönetimi için Yönetimde Değişim" isimli raporda, çalışmanın amacı şu şekilde belirtiliyor: "Bu çalışma, değişimin hızlandığı ve yoğunlaştığı küreselleşme ve bilgi toplumu şartlannda rekabetin arttığı, bireyin ve toplumun ön plana çıktığı 21. yüzyılın yönetim anlayışına ve temel yönetim vizyonuna dayalı olarak, ülkemizin kamu yönetiminde ivedi olarak karşılanması gereken yeniden yapılanma ihtiyacının zihniyet, stratejik tasarım ve organizasyon boyutları itibariyle genel çerçevesini ortaya koymak üzere hazırlanmıştır." Hükümet kanadmdan bu yönde bir yorumla böylesine önemli bir değişim atılımı yapılmış olması öncelikle takdire şayandır diye düşünüyoruz. Türkiye olarak özellikle 80'li yıllarda başlayan ihracata dayalı ekonomik büyüme hamlesinin değişik sebeplerle bugüne kadar bazı kesintilerle devam ettiğini biliyoruz. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye ekonomisi daha fazla dışa açık bir yapıya sahip; ancak halen özlenen seviyede değil. Türk sanayicisi ve ihracatçısı, adeta bir noktaya kadar gelip orada tıkanıyor. Türkiye'de aşılamayan bir eşik, bir set var sanki. Bu setin oluşmasında bürokrasinin işleyişinin önemli rolü olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle tartışmaya açılan tasarının en azından olumlu bir adım olduğunu ve bir zihniyet değişiminin işareti olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye son yıllarda özel sektör itibariyle firmalar bazında değişimi çok konuştu, halen de konuşuyor. Bu değişimin devlet kanadmda da tartışılmasına ihtiyaç vardı ve bu adım bizce olumlu bir başlangıç.
İhracat Artışı İçin Kamusal Değişim İhracatın son aylarda gösterdiği artışın sürekli hale gelebilmesi, firmalarımızın uzun vadeli yatırımlarım zorunlu kıldığı gibi, bazı değişimleri gerçekleştirebilmelerine de bağlı gözüküyor. Firmalar cephesinde gerekli olan bu değişimin benzerinin mutlaka kamusal yönetim alamnda da gerçekleşmesi kaçınılmaz.
211
Bu değişim ihtiyacı, raporda da vurgulanıyor. Dünyadaki değişimle bağlantılı olarak ülkemizin de ihracata dayalı dışa dönük bir stratejiye geçmesiyle birlikte piyasa ekonomisini geliştirmeye dönük politikaların, kamu yönetimi alanında da değişimi uyaran önemli bir faktör olduğu raporda altı çizilen önemli bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Dış ticarette bugün yaşanan pek çok sorunun temelinde bürokrasinin işleyişiyle bağlantılı kamusal yönetimdeki sorunlar yer alıyor. Kamusal yönetim alanında yapılacak reform çalışmalannın dış ticarete de olumlu etkileri olacağına inanıyoruz, en azından inanmak istiyoruz. Şayet hükümet söz konusu değişimi gerçekleştirebilirse ve kamu yönetiminde asıl önemli olan zihniyet değişimini başarabilirse bunun dış ticarete de olumlu yansımaları olacaktır. Ancak hükümetin bu alanı da gözden uzak tutmaması ve dış ticaret noktasında da kamusal yönetimin değişim ihtiyacı olan alanlarında gerekli düzenlemeleri yapması gerekiyor.
Dış Ticarette De Merkeziyetçilik Kırılmalı Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Tasarısı'nın en çok konuşulan ve dikkat çekici olan yanı, merkezi yönetim anlayışının yerini mahalli idarelere bırakıyor olmasıdır. Bürokrasinin azalmasında, mahalli yönetimlerin daha etkin kılınmasında şüphesiz ki büyük faydalar var. Her ne kadar mevcut tasarıyı, yöneltilen eleştirilerde olduğu gibi biz de yetersiz ve olgunlaştmlması gereken bir ön çalışma olarak görüyor olsak da, atılmış bir ilk adım olması açısından önemli buluyoruz. Tasarıda olgunlaştmlması gereken ve tasarıyla bağlantılı olarak daha çok icraat döneminde asıl yapılması gereken uygulamalardan önemli bir alanın da dış ticarette kamusal yönetimde değişimin gerekliliğinin unutulmaması yönünde olacaktır. Dış ticaret alanındaki yetki dağılımından dolayı yaşanan karmaşanın giderilmesi gereklidir. Dış ticaret uygulamacılarının gayet iyi bileceği gibi, pek çok işlemde sorunlar karşısında bürokrasi kademeleri topu birbirine atıp durmakta, bir yetki karmaşası yaşanmaktadır. Hele hele her alanda olduğu gibi dış ticaret işlemlerinde de neredeyse her işlemde Ankara'nın yollarına düşmek firmalanmızı çoğu zaman çileden çıkarmaktadır. Türkiye'de bugün varolan ve pek çok iş akışında sıkıntılara sebep olan dış ticaretteki kamusal yapının da reforma ihtiyacı vardır. İhracata dayalı olarak büyümek isteyen Türkiye'nin bu konuda da düşünmesi ve uygulanabilir stratejik projeler geliştirmesi gerekiyor. Bu projeler de güçlü ve kararlı kadroları zorunlu kılıyor. Kaynak: Ali DÖLEK, "Dış Ticarette Kamusal Yapılanma İhtiyacı", NTV-MSNBC, 23.12. 2003.
212
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. d
Yanıtınız yanlış
ise,
'Dengeli
ve
Dengesiz
Kalkınma Stratejileri' bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 2. c
Yanıtınız yanlış ise,'Dengeli Kalkınma" bölümünü
3. a
Yanıtınız
yeniden gözden geçiriniz. yanlış
ise,
"Rosenstein-Rodan'ın
Görüşleri" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 4. e
Yanıtınız yanlış ise, "Chenery'nin Görüşleri"
5. b
Yanıtınız yanlış ise, "Hırschman'ın Görüşleri"
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 6. a
Yanıtınız
yanlış
ise,
"Kalkınma
Kutupları"
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 7. b
Yanıtınız yanlış ise, "Azgelişmiş Ülkelerde İthal İkamesine
8. e
Yönelme
Nedenleri"
bölümünü
yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Dışadönük Sanayileşme Stratejilerinin Araçları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
9. d
Yanıtınız yanlış ise, "Dışadönük Sanayileşme
10. a
gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "İhracata Dayalı Sanayileşme
Stratejilerinin Önkoşulları" bölümünü yeniden
Stratejisi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Azgelişmiş ekonomilerde piyasa mekanizmasının kaynakların optimal dağılımını yeterince sağlayamadığı düşüncesi yatar. Neo-klasik iktisat kuramı esas olarak gelişmiş ekonomileri dikkate almaktadır. Neo-klasik görüş, piyasa mekanizmasının temel ekonomik sorunlan çözümleyeceğini kabul eder. Oysa gelişme ya da kalkınma kuramları içinde yer alan dengeli kalkınma görüşü, azgelişmiş ekonomilerde piyasanm tek başına kalkınmayı sağlamayacağım savunur. Bu nedenle de kalkınmanın planlanması, en azmdan dengeli kalkınma modellerinin ilk koşulu olarak görülür. Bu bize merkezi yönetim ekonomisinde kaynak dağıtımını çağrıştırmalıdır.
Sıra Sizde 2 Tarımdan aynı koşulla alınacak bir milyon işçi, tek bir işletmede değil de, bu kimselerin en önemli tüketim mallarını üretecek bir dizi smai işletmede istihdam edilecek olursa, tek bir fabrikanın kurulması halinde elde edilemeyecek olan yararlar sağlanabilecektir. İşçiler ücretlerini harcayacak çeşitli mal gruplarına sahip olacaklar, malların satılmama tehlikesi ortadan kalkacaktır. Bu durumu yaratan olay, çeşitli yönlerden birbirini tamamlayan sanayilerin kurulmuş olmasıdır. Bu yasaya her arz kendi talebini yaratır denmektedir, ve J.B.Say tarafından ortaya atılmıştır.
Sıra Sizde 3 Chenery'nin azgelişmiş ülkeler için önerdiği, piyasa koşullanna müdahale ve planlı kalkınma yolu, dengeli kalkınma stratejisi üzerine oturmaktadır. İktisatçıya göre, optimal kaynak dağılımı ile piyasa mekanizması arasındaki ilinti, azgelişmiş ülkelerde zayıftır. Bu ülkelerde piyasalardaki fiyatlar, sosyal maliyetleri yansıtmaktan uzaktır. Özellikle üretim faktörleri fiyatlannm sosyal maliyetleri yansıtmaması nedeniyle, girişimcilerin sağladıkları özel kâr ile sosyal kârlar arasında fark vardır. Bu farklar ne kadar büyükse, bu ekonomilerdeki kaynak dağılımı o derecede optimaliteden uzaklaşmış demektir. Bu durumu önlemenin yolu, yatırımların planlanmasıdır.
Sıra Sizde 4 Dengesiz kalkınma kuramlarının dayandığı temel ilke şöylece açıklanabilir: Azgelişmiş ülkelerin kalkınması durgun, yumuşak bir biçimde gerçekleşemez. Ekonomide esasen mevcut olan ya da bilinçli olarak yaratılacak dengesizliklerle uyarılacak sıçrama ve dalgalanmalar, dinamik bir kalkınma ortamı hazırlar. Oysa dengeli kalkınma, tamamlaşmalar ve uyumlaşmalar sonucunda, ekonomiyi statik bir duruma getirir, ekonominin büyüme hızını düşürür. Bu duruma katı bir şekilde uyulması, işletmelerde optimum ölçeğin altında kalınmasına yol açar. Bu da kaynak israfı demektir. Bu görüşe göre iç pazarın darlığı yanında, finansman kaynaklarının yetersizliği ile teknolojik düzeyin geriliği de, dengeli kalkınma açısından olumsuz etkenler olarak öne sürülmektedir.
Sıra Sizde Ş Evet. Yakın tarihimizde 1960-1980 dönemini ithal ikameci sanayileşme, 1980 sonrasını ise dışa açık büyüme stratejilerinin izlendiği dönem olarak bölümleye biliriz. Daha geniş bilgi için Türkiye ekonomisi kitabının ilgili ünitesini inceleyiniz.
Sıra Sizde 6 Azgelişmiş bir ekonominin sahip olduğu faktör donanımı ve veri üretim fonksiyonu dikkate alındığında, genellikle ilk olarak tekstil, giyim, deri eşya, mobilya, işlenmiş gıda maddeleri ve beyaz eşya gibi nispeten emek-yoğun ürünler hemen akla gelir. Bu ürünlerin üretimi için nispeten küçük kapasitelerle, basit teknolojilerle ve daha az eğitimli işgücü ve girişimcilik bilgisiyle uygun maliyetlerle üretim yapılabilir. Bu malların yerli üreticileri de, iktisadi faaliyette bulunmaya iten sınai bir öğrenme sürecine yönelecek ve böylelikle aynı zamanda yetişmiş işgücü miktarı da artacaktır.
Ü n i t e 8 - K a l k ı n m a ve S a n a y i l e ş m e S t r a t e j i l e r i
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Başkaya F. (1997) Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi. Gills M., D .H. Perkins, M. Roemer, D.R. Snodgrass (1992)
Economics of Development, New York W.W. Norton Company. Gillis, Perkins, Roemer ve Snodgrass. (1992). Economic of Development. Norton Company Inc.
Gülalp, H.(1987). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Yayınlan. Han, E .ve Kaya, A.A. (2002. Kalkınma Ekonomisi, Teori sve Politika. Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaa.
Kruger, A. O. (1993). Asain Trade And Growth Lessons. The American Aconomic Rewiev, P . l l l , Vol.63-, No.2. Manisalı, E. (1975). Gelişme Ekonomisi. İstanbul: Elektronik Ofset.
Myrdal, G. (1959). Ökonomische Theorie und unterentwickelte Reginen. Stuttgart.
213
Nurkse, R. (1964). Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü. (Çeviren: Şevki ADALI). İstanbul: Menteş Kitabevi. Prenderges, R. Stewart, F. (1995). Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma (Çev. idil Eser), istanbul:Yapı Kredi Yay. Savaş, V. (1986). Kalkınma Ekonomisi, istanbul: Beta Yay. 4.Baskı. Thirlwall, A.P. (1989). Growth and Development. Forth Edition, Macmillan. Todaro, M. P (1997). Economic Development. Longman Limited, Sixth Edition. Todaro
P.
M.
and
S
Smith
(2003).
Economic
Development, Eigth Edition, New York: Pearson Addison Wesley.
Sürdürülebilir Kalkınma ve Yoksulluk
Toplumların gelişmesinin yalnız ekonomik açıdan değil, çevre ve insani açısından da ele alınması gerektiği ileri sürülerek, özellikle 1970'lerde geleneksel kalkınma kavramı, önemli eleştirilere uğramış ve sorgulanmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sonucunda ortaya sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı çıkmıştır. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının hedefi ekolojik, ekonomik ve sosyal dengeler arasında bütünleşmeyi ve optimumu sağlamaktır.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki sorulara yanıtlayabileceksiniz. Sürdürülebilir kalkınma kavramı nedir? Sürdürülebilir kalkınma stratejisi nedir? Sürdürülebilir kalkınmada doğal kaynaklar ve çevrenin önemi nedir? Ulusalararası çevre sorunları ve sonuçları nelerdir? Çevre ile ilgili uluslararası çalışmalar nelerdir? Sürdürülebilir insani kalkınma kavramı nedir? Yoksulluk kavramı nedir? Nasıl ölçülür?
216
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Yeni Yüzyıla Girerken Çevre Sorunları Geleceğe yönelik tahminler ve değerlendirmeler yaparken ilerideki yıllarda insanların nasıl bir doğal ortamda yaşayacaklarının da önemle dikkate alınması gerekiyor. Ekonomik ve sosyal gelişmeler, eğer sağlıklı çevre koşullarında gerçekleşmezse bunların insanlığın geleceğine katkısı sınırlı olacak. Doğanın özelliklerinin korunması bu bakımdan en az ekonomik ve sosyal hedefler kadar önemli ve öncelikli bir konu olma özelliğini taşıyor. Özellikle küreselleşme sürecinin doğa üzerindeki olumsuz etkileri çevreci kuruluşlar ve siyasi partiler tarafından sık sık dile getirirliyor. Çevrecilerin kanısına göre dünyanın doğasında görülen bozulmanın sorumluluğu büyük ölçüde küreselleşmeye ait. Gerçekten 21. yüzyıl hızlı sanyileşmenin ve hızlı nüfus artışının önemli bir bedeli oldu. Alınan bütün önlemlere rağmen geçen yüzyılın ikinci yarısında doğal çevreye verilen zarar endişe edilecek düzeye yükseldi. Bunun bazı yörelerde insan sağlığını ciddi biçimde rahatsız edecek boyuta vardığı biliniyor. Devletlerin bunun bilincine vardıkları ve çevre sorunlarını öncelikli meseleler içinde görmeye başladıkları, çevrenin korunması için büyük paralar harcadıkları görülüyor. ABD'nin 1993 yılında çevre koruması amacıyla harcadığı para 115 milyar dolar. Bunun %30'u doğrudan doğruya devlet tarafından , %70 ise devletin koyduğu çevre kurallarına uyma zorunluluğunda olan firma ve kuruluşlar tarafından harcanmış bulunuyor. Kamunun ve özel kuruluşların çevre temizlenmesi için son yirmi beş yılda bir trilyon doları buluyor. Ancak yapılan tüm çalışmalara ve harcanan bu büyük meblağlara rağmen elde edilen başarı sınırlı 1992yılında 54 milyon Amerikalı hala hava kirliliğinin ulusal sınırların üzerinde olduğu yörelerde yaşıyordu. Avrupa ülkelerinde, özellikle Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde durum çok daha kötü. Almanya'nın birleştirilmesinden sonra hükümetin Doğu eyaletlerine yaptığı yatırımların önemli bir bölümü çevre kirlenmesinin önlenmesine harcandı. Avrupa ülkelerinde Yeşiller Partilerinin ortaya çıkış nedenlerinin başında çevreyi korumak geliyordu. Greenpeace gibi önemli hükümet dışı kuruluşlar de çevre alanında yoğun çaba gösteriyor. Son yıllarda Türkiye'de de bu alanda çalışan kuruluşların sayısında artış var. Tema, Çekül gibi Hükümet dışı çalışan kuruluşların çabaları kamu oyunun çevre konularında bilinçlendirilmesine, kamu ve özel sektör kuruluşlarının bu alana daha çok yatırım yapmalarına, halkın çevre amaçlı projelere gönüllü destek sağlamasına önemli katkıda bulundu 21. yüzyılda meydana gelecek gelişmeleri değerlendirirken çevre sorunları üzerinde genişçe durmak gerekiyor. Doğayı koruyacak önlemler alınmazsa, yenilenemeyecek doğal kaynakların tüketiminde dikkatli olunmazsa ekonomide, teknolojide, toplumsal alanda sağlanabilecek gelişmelerin fazla bir anlamı olmayacak, çünkü insanların sağlıklı bir ortamda yaşama olanakları azalacak. Kaynak: Onur Öymen, (2000). Geleceği Yakalamak Türkiye'de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu, Remzi Kitabevi.
Anahtar Kavramlar • • • •
Sürdürülebilir Kalkınma Sürdürülebilir İnsani Kalkınma Gelir Yoksulluğu Mutlak Yoksulluk
• Yoksulluk Sınırı • İnsani Gelişme Endeksi • Çevre Sorunları
İçindekiler • • • •
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA KAVRAMI VE STRATEJİSİ SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA DOĞAL KA YNAKLAR VE ÇEVRE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA EKONOMİK POLİTİKA REFORMLARI SÜRDÜRÜLEBİLİR İNSANİ KALKINMA VE YOKSULLUK YAKLAŞIMLARI
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
217
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKİNMA KAVRAMI V E STRATEJİSİ 1940'larda ve 1950'li yılların ilk yarısında ekonomik büyüme ve kalkınma arasında fazla bir ayırım yapılmamıştır. Önemli olan, ulusal gelirin hızla artmasıydı 1970'li yıllara kadar her ne kadar kalkınma olgusu büyümeden farklı bir biçimde algılanmaya başlanmışsa da uygulamada temel amaç kişi başına milli gelirin artırılması olmuştur. Bu dönemde kalkınma literatüründe yapısalcı kalkınma anlayışı egemen idi. Bu anlayışın temeli büyüme ve sanayileşmeye dayanıyordu. Sanayi sektörünün milli gelir içinde payı önemli ölçüde artmış pek çok ülke zenginleşmiştir. Bu hızlı büyüme sürecinin toplumsal maliyeden ve bedeli ağır olmuştur. Bu yıllarda çevre sorunlan sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan toplumları endişelendiren konular haline gelmiştir. Bununla birlikte ülkeler zenginleştikçe zenginliğin ülkeler ve bölgeler arasında adaletii dağılmadığı, yoksul kesimin artmakta olduğu gözlenmiştir. Gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde gözlemlenen bu olgular yeni bir anlayışın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çünkü çevrenin kirlenmesi insan sağlığını etkilerken doğal kaynakların tükenmesi ekonomik kalkınmanın bugününü ve geleceğini etkilemektedir. 1970'li yıllarda hızlı büyümenin çevre ve doğal kaynaklar üzerine yol açtığı olumsuzlukları vurgulayan sürdürülebilir kalkınma kavramı 1980'li yıllarda olgunlaşmaya başlamış ve 1990'larda insan ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması yani yaşam kalitesi temeline dayandırılmaya başlanmıştır. Bu yaklaşımın hedefleri yalnız bugüne dönük değil gelecek nesillerin yaşam kalitesinide içine alacak kadar uzun vadelidir. Sürdürülebilir kalkınma Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987 yılında yayımlanan Ortak Geleceğimiz Raporu'nda, ekolojik ve toplumsal sürdürülebilirliği içerecek şekilde tanımlanmıştır. Burada sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın, bugünkü kuşaklann kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen kalkınma olarak tanımlanmıştır. Bu raporda sürdürülebilir kalkınma kavramı iki temele oturtulmuştur: Bunlardan ilki, kalkınmada doğal kaynak ve çevrenin korunması, diğeri de gelişmekte olan ülke insanının temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu tanımla aynı zamanda ekonomi ile ekoloji bağlantısı kurulmuş olmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma olgusunun ekonomik, ekolojik ve toplumsal yönlerini ön plana çıkartan tanımlamalar da yapılmaktadır. Diğer bir tanıma göre sürdürülebilir kalkınma, insan müdahalesine uğrayan doğal eko sistemlerinin taşıma kapasitesinin dışına taşmamak koşuluyla insan yaşamının kalitesini yükseltmektir. Yukandaki tanımlardan da anlaşılacağı gibi önceleri sürdürülebilir kalkınma kavramı ekonomik büyümenin/sanayileşmenin çevreye verdiği zararlar ve doğal kaynaklann tükenmesini temel alırken zaman içinde genişletilerek çevre boyutunun yanında sosyal adalet ve toplumsal banşıda kapsayacak biçime dönüştürülmüştür. Son yıllann güncel konusu haline gelen sürdürülebilir kalkınma stratejisi, yukandaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi kalkınma sorununa yeni bir yaklaşım getirmiştir. Bu strateji, kısa dönemli ekonomik yararların yerini, çok uzun dönemli ve kuşaklar arası toplumsal ve ekolojik yararların almasını önermektedir. Bu bağlamda strateji, doğal dengeyi koruma çabalarının kalkınma çabalarını engellemeyeceği, hatta gelecek nesilleri de dikkate alan sürdürülebilir kalkınmanın, bu amaç-
Gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın, bugünkü kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen kalkınmaya sürdürülebilir kalkınma denir.
DİKKAT
3
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
218
ların bir arada gerçekleştirilmesiyle oluşabileceğini ön plana çıkarmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma stratejisinin (politikasının) elde etmeye çalıştığı bazı temel ilkeleri vardır. Bunlar; • Büyümenin niteliğinin değiştirilmesi ve canlandırılması, • Kaynak rezervinin korunması ve değerinin yükseltilmesi, • Karar verme süreçlerinde çevre ve ekonominin birlikte ele alınması, • Gıda, enerji, su ve sağlık alanlarında toplumun temel ihtiyaçlarının giderilmesi, • Sürdürülebilir bir nüfus artışının sağlanması, • Yoksulluğun azaltılması ve gelir eşitsizliliğinin giderilmesidir. Değişik tanımları yapılabilen sürdürülebilir kalkınma bütün toplumlar için önemli bir kavramdır. . Bu kavram, çevrenin korunmasını mevcut ve gelecek kuşakların refahı için önem vermektedir. Diğer bir deyişle kaynağı tekrar yerine koyabilme hızından daha hızlı kaynak tüketimini önlemeyi amaçlamaktadır. DİKKAT »^r^d
Sürdürülebilir kalkınma, düşük veya yüksek gelir artışından ziyade etkin büyümeyi ifade etmektedir. Bu nedenle kaynakların verimli kullanılması önem kazanmaktadır. Bununla birlikte, kaynakları olduğu yerde ya da çevreyi sabit bir durumda bırakmaktan çok, eğer uzun vadeli net çıkarlar doğuracaksa (örneğin gelir artışı, istihdam ve yoksulluğun azaltılması gibi) doğal kaynakların ve çevresel değerlerin kullanılmasına olanak tanımaktadır. Sonuçta bu strateji, doğal kaynakları ve çevreyi korumayı kalkınmanın yardımcısı ve gelecek kuşakların çıkarlarının gözcüsü haline getirmektedir. Gelişmekte olan birçok ülke tarafından izlenmekte olan geleneksel kalkınma politikaları, öncelikle çevre üzerinde pek önemli etkisi olmayan amaçlarla (örneğin, vergi , döviz kuru, kredi ve gıda maddeleri fiyatları gibi) ilgilenmek zorunda kalmaktadır. Ancak, kalkınma politikalarının ve kalkınma projelerinin çevresel ve toplumsal etkilerine daha fazla ilgi gösterildiği sürece, daha etkin kaynak kullanımına ve dengeli gelir dağılımlı bir büyümeye yol açılabileceği açıktır. Bir ülkede sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için ekonomik sürdürülebilirlik, ekolojik sürdürülebilirlik ve sosyal sürdürülebilirliğin birlikte gerçekleştirilmesi ve bunlar arasında denge sağlanması gerekmektedir.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA D O Ğ A L KAYNAKLAR V E Ç E V R E Daha 1960'lara kadar ekonomi ders kitapları hava ve suyu, sıfır maliyetle elde edilebilen, sınırsız serbest mallar olarak belirtmekteydi. Ancak son zamanlarda bütün doğal kaynakların ve çevresel değerlerin kıt kaynaklar olarak ele alınması gerektiği anlaşılmış; kaşıdı ya da bilinçsizce fiyatının düşük tutulmasının doğal kaynakların ve çevrenin bütün dünyada hızla tüketilmesinde en önemli faktör olduğu görülmüştür. Diğer bir ifadeyle, artık doğal kaynakları ve çevreyi kıt faktörler olarak kabul eden bir anlayış, yani sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ortaya çıkmıştır.
Ekonomik Büyüme ve Doğal Kaynaklar Doğada bulunan ve insan gereksinimlerini karşılayacak bir şekilde kullanılabilen ya da kullanılmaya hazır olan varlıkların bütününe doğal kaynaklar denir.
Doğal kaynaklar bilindiği gibi, doğada bulunan ve insan gereksinimlerini karşılayacak bir şekilde kullanılabilen ya da kullanılmaya hazır olan varlıklann bütününü ifade eder. Başka bir ifade ile, insandan başka doğada bulunan tüm varlıklar doğal kaynak olarak adlandırılabilir. Bunlar, toprak, su, madenler, orman ve hayvan varlıklarıdır. Doğal kaynaklar yaşıyor olabileceği gibi (örneğin, hayvanlar ve ormanlar) yaşamıyor da olabilirler (örneğin, fosil yakıtlar ve mineraller); yenilenebilir olabileceği gibi yenilenemez de olabilir.
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
Toprak, su, hava ve orman yenilenebilir kaynaklara örnektir. Doğada belli sınırlar içinde kendi kendini yenileyebilen ve dolayısıyla tüketilmesi mümkün olmayan kaynaklara yenilenebilir kaynak denir. Bu kaynaklar aşırı ve düzensiz bir kullanım olmadığı sürece kendini yenileme özelliğine sahiptir. Bulundukları ortamın dengesi bozulmadığı sürece milyonlarca yıl ürün verecek yapılarını koruyabilirler. Petrol yataklan, doğal gaz, nikel, demir ve diğer madenler yenilenemez kaynaklara örnektir. Bu demektir ki bu kaynakların mevcut stokları yıllar boyu sabit kalmayacaktır. Örneğin bir kez işlenen çinko yatağı ya da tüketilen bir petrol kaynağı belki de milyonlarca yıl doğa tarafından yenilenemiyecektir. Ekonomik büyüme, doğal kaynakların işlenmesi ve değer yaratılması yoluyla toplumun zenginleşmesidir. Bugün artık doğal kaynakların ekonomik ve sosyal kalkınmadaki önemi anlaşılmış bulunmaktadır. Gelişmiş ülkeler büyük ölçüde sermaye stoklarına sahip olmalarına rağmen, doğal kaynaklardan en etkin şekilde yararlanma yollarını aramakta; doğal kaynaklan az olan ülkeler ise, bu açıklarını sahip oldukları nüfus, teknik ve girişim yeteneklerini rasyonel bir şekilde kullanarak ülke dışından hammadde alıp işleyerek kapatmaya çalışmaktadırlar. Doğal kaynaklar yönünden yoksul olan geri kalmış ülkeler ise, teknik ve ekonomik olumsuzluklar yüzünden, esasen kıt olan bu kaynaklardan etkin bir biçimde yararlanamamaktadırlar. Bir ülkenin zengin doğal kaynaklara sahip olmasımn o ülke için olumlu bir yön olduğu söylenebilirse de bu kaynakların cins ve kalitesinin, yararlanmanın, içeriğinin ve kaynakların ülke içindeki dağılımının da bu konuda çok önemli olduğu bilinmelidir. Bilindiği gibi, bir çok ülke için sermaye birikimi süreci yavaş ve oldukça güç olmuş ve genellikle önemli miktarda yabancı sermaye ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu arada kimi ülkeler doğal kaynak açısından zengin; kimileri ise değildir. ABD, Kanada, Avusturalya, Kuveyt, Suudi Arabistan, Venezüella ve Şili gibi ülkeler, jeolojik dengesizlik sonucu oluşan yenilenemez doğal kaynak varlığı açısından daha şanslı konumdadırlar. Bu ülkeler sahip oldukları yeterli doğal kaynaklar sayesinde sermaye birikimi sürecindeki uzun ve yorucu mesafeyi daha hızla alma gücüne sahiptirler. Kimi ülkeler, doğal zenginliklerini fiziksel ve insan sermayesine yansıtabilmektedirler. Örneğin, en azından petrolfiyatlarınıngöreli olarak yüksek olduğu 1973-1982 yılları arasında petrol ihracatçısı Ortadoğu ülkeleri dışında kalan çok az ülke artan doğal kaynak ihracatını geçici bir ekonomik büyümeye dönüştürme başarısını gösterebilmiştir. Fakat, petrol piyasasında fîyatiarın en yüksek olduğu 1973-1982 dönemlerinde bile petrol ihracatçısı ülkelerin çoğu gelirlerini sürdürülebilir bir büyüme sürecine dönüştürememiştir. Dahası, Bolivya, Şili, Zambiya ve Zaire gibi ülkelere bakıldığında, petrol dışı maden ihracatçısı ülkelerin de doğal kaynaklarının satışından elde ettikleri geliri sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirecek biçimde kullanma başarısını sağlayamadıkları görülmektedir. Petrol dışı maden ihracatçısı ülkelerin az gelirli ülkelerin genelinden ve özellikle Hindistan ve Çin'den çok daha yavaş büyüme eğiliminde oldukları görülmektedir Ortagelirli petrol ihracatçısı ülkeler arasında sadece Fas orta gelirli ülkeler düzeyinde hızlı büyüyebilmiştir. Örneğin Şili, önce nitrat ile başlayan ve bakır ile devam eden yaklaşık bir yüzyıllık madencilik sektöründe önemli çabalardan soma çok az ekonomik ilerleme gösterebilmiştir. Aynı şekilde Bolivya da üçyüzyıldan
219
Yenilenebilir kaynak doğada belli sınırlar içinde kendi kendini yenileyebilen ve dolayısıyla tüketilmesi mümkün olmayan kaynaklardır.
DİKKAT
3
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
220
fazla maden ülkesi olmasına rağmen Latin Amerika'nın en yoksul ülkeleri arasında yer almaktadır. Cezayir, Nijerya ve Endonezya'nın bulunduğu büyük nüfuslu, orta gelirli OPEC üyesi ülkelerde ihracat gelirleri içinde doğal kaynaklara bağımlılığın çok fazla olduğu görülmektedir. Bu nedenle, göreli olarak daha zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerin daha az doğal kaynağa sahip ülkelere göre daha hızlı ekonomik büyüme oranlarına sahip olacağını öne süren 1950 ve 1960'lann geleneksel görüşü burada geçerliliğini yitirmektedir.
Sürdürülebilir Kalkınmada Doğal Kaynaklar Günümüzde toplumların karşılaştıkları en önemli sorunların başında doğal kaynakların korunması gelmektedir. Doğal kaynakların korunmasının temelinde, günümüzde ve gelecekte en yüksek faydayı sağlama çabası yatmaktadır. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma, ekonomik ve teknolojik faaliyetlerin tüm dünyada yaşamın sürmesi için gerekli olan doğal kaynakları hiçbir şekilde tehlikeye sokmamasını esas almaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, kaynakların uzun vadede topluma en büyük net çıkarların sağlanması yönünde kullanılmasını gerekli kılar. Kimi zaman bu kural, eğer doğal kaynaklar bulundukları yerde bırakıldığı takdirde, toplum için daha fazla değer yaratıyorsa, kaynakların orjinal durumuna dokunulmadan orada kalmalıdır biçimine dönüşür. f
DİKKAT
l i f i ^^
Örneğin, ormanlık bir bölgede bulunan düşük kalitede bir bakır yatağının işlenmesi halinde bölgeden elde edilen su kaynaklarının değeri çıkardabilecek bakırın değerini aşıyorsa madenin çıkarılmaması gerekebilir. Yine aynı şekilde, çok zengin kalay madeni bulunan ormanlık bir bölgede bu maden kendi halinde bırakılmayabilir. Bu durumda sürdürülebilir kalkınma politikası, sermaye birikimi için ya da istihdamın artırılması için toplumu, doğal kaynaklarını bir finansman aracı olarak kullanmaya yöneltebilir. Azgelişmiş ülkelerin yoksul insanları toprağına, deniz ürünlerine ve ormanına zengin ülkelerin vatandaşlarından çok daha fazla bağımlıdır. Sınai gelişimlerini henüz tamamlamamış olmaları, bu ülkelerin kalkınmalannı büyük ölçüde doğal kaynaklara bağlı kılmaktadır. O nedenle, doğal kaynaklann ve çevrenin tüketimi kalkınmakta olan ülkelerin yaşam standartlarında daha büyük tehlike oluşturmaktadır.
(
DİKKAT
O nedenle, doğal kaynaklarla sürdürülebilir kalkınma, kaynak tabanını yeniden oluşturma, yani ülkenin uzun dönemde gelir akışını (dolayısıyla net refahını) koruyabilmek ya da artırmak için doğal kaynakların bir kısmını başka sermaye biçimlerine dönüştürme olasılıklarını düşünmeyi gerektirir. Bu yeniden oluşturma süreci içinde kaynak sahibi, kaynakların işletilmesinden doğan rantları alabilmektedir. Yenilenemez kaynakların ticari getirişi, ülkeler için çok önemlidir. Çünkü bu getiriler, doğal kaynağı bulma ve çıkarma sürecinde kullanılan emek ve sermaye maliyetinin üzerinde bir artı değer yaratılmasını ifade ederler. Bilindiği gibi bu artı değer rant olarak adlandırılır ve üç tür ranttan söz edilebilir: Birincisi, kıtlık rantıdır ve arzı esnek olmayan herhangi bir üretim faktöründen dolayı elde edilen getiri olarak tanımlanır. Jeolojik süreçler, her yerde sık ormanlık alanlarına olanak sağlayacak toprak ve iklim koşulları sağlamadığı gibi bol mik-
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
221
tarda ve kolayca elde edilebilecek maden yatakları da oluşturmamaktadırlar. O nedenle kaynaklar kıttır. Mevcut kaynakların dağılımından, kalitesinden ve işleme kolaylığından kaynaklanan faktörler nedeniyle daha yüksek kalitedeki yatak için ödenen ek değere diferansiyel kaynak rantı adı verilir. Bu rant ikinci tip rantı oluşturur. Üçüncü tip rant ise doğal kaynağın işletilmesinden elde edilen tekel kârıdır. Sürdürülebilir kalkınma stratejisinin önemli bir amacı yenilenemez kaynaklardan elde edilecek rantın dağdımını sağlayacak etkin bir mali politika oluşturmaktır.
IACT
DİKKAT
Kfj^
DİKKAT^
Çünkü, doğal kaynakların rantından alınmayan vergi, etkin nesnel sermayeye (örneğin yol, su, antma tesisi) ya da insan sermayesine (örneğin iyi eğitilmiş sağlıklı insan gücü) dönüştürülemez.
Ekonomik Büyüme ve Çevre Bilindiği gibi ekonomik büyüme, GSMH'daki artış oranıyla ölçülmekte ve genel anlamda ulusal refahın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Ancak GSMH'nın hesaplanmasında ulusal refah açısından önemli bir unsur haline gelen çevre kalitesindeki değişmeler dikkate alınmamaktadır. Ekonomik büyüme ile doğal kaynakların tükenmesi sorunu arasında uzun dönemli büyüme açısından doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Ancak ekonomik büyüme ile çevre kirlenmesi arasında dolaylı bir ilişki söz konusudur. Çevre kirlenmesi, refahını en çoğa çıkarma amacını güden toplumların, bu amacı gerçekleştirirken giriştikleri üretim ve tüketim ektinlikleri sırasında çevre değerlerini dikkate almayan davranış ve düşüncelerinin doğal bir sonucudur. Bu bağlamda da çevre kirlenmesi, çevreyi dikkate almayan ekonomik büyümenin bir sonucudur. Toplumlann çeşitli sosyo-ekonomik faaliyetieri sonucu ortaya çıkan çevre kirlenmesinin temel özelliği, çevresel değerlerde istenilmeyen ve zarara yol açan değişmeler olduğuna göre, bu olgu ekonomik anlamda olumsuz bir dışsallık olarak nitelenebilir. Oysa bilindiği gibi ister olumlu ister olumsuz dışsallıkların var olması halinde, tam rekabet piyasasında diğer koşullar gerçekleştirilmiş olsa bile, kaynak dağılımında etkinlik ve toplumsal refahın optimizasyonu gerçekleşmemektedir. Çünkü tam rekabetçi piyasa ekonomisinde dışsallıklar, etkinliğin temel koşulu olan malların fiyatının (marjinal sosyal faydasının) marjinal sosyal maliyetine eşitlenmesi koşulunun gerçekleşmesini engeller. Bu bağlamda olumsuz dışsallık olan çevre kirlenmesi de, kaynak dağılımında etkinsizliğe ve toplumsal refahta azalmaya neden olan bir olgudur. Bilindiği gibi, çevrenin ekonomiye olan temel bir hizmeti üretim için gerekli doğal kaynakları sağlamanın yanısıra ekonomik etkinlikler sonucu ortaya çıkan artıklan özümsemesidir. Ancak çevrenin özümseme kapasitesi sınırlıdır. Toplumsal refahta kayıplara neden olan kirlenme de bu kapasitenin aşırı kullanımı sonucu oluşmaktadır. Bir ülkenin uzun dönemde yaşam standardının iyileşmesi, ancak emek verimliliğinin sürekli artmasıyla mümkündür. Buna karşılık verimliliğin artması da, insan ve hayvan gücünün yerini alan petrol ve gaz gibi belli başlı enerji kaynaklarının giderek artan kullanımını gerektirir.
222
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Dünya Enerji Konseyinin son raporlarına göre, mevcut enerji kaynaklan en verimli ve en az kayıplarla kullanılsa bile, talebi en az yüzde 50 oranında artacaktır. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde nüfus artışına paralel olarak enerji talebinde önemli artışlar olacaktır. Örneğin Asya kıtasında enerji talebinin yüzde 150 artacağı öngörülmektedir. Sorunun en dikkat çekici tarafı ise, enerji talebindeki artışın yüzde 95'inin dünyanın en yoksul bölgelerinde ortaya çıkacak olmasıdır. Kısacası nüfus artışı, enerji artışı anlamına gelmektedir. Hızla artan dünya nüfusunun sağlıklı ve insanca yaşamı için herşeyden önce enerji talebinin karşılanması gerekmektedir. Hızla artan nüfus, buna bağlı olarak fosil yakıdarın savurganca tüketimi, özellikle üçüncü dünya ülkelerinde ormanların enerji kaynağı olarak yok edilmesi, çevre sorunlarının gittikçe baş edilemez bir hale gelmesine yol açmaktadır. Bilindiği gibi çevre sorunlarının önemli boyutta artışında en büyük etken, sanayi ve özellikle enerji sektörleridir. (^SIRA
n Dünyada giderek artan enerji ihtiyacını karşılayacak alternatif enerji kaynakları neler
olabilir?
Enerji, insanlık için tüm önemi ve yararlarının yanısıra, üretimi, taşınması, tüketimi nedeniyle de insan sağlığı ve çevre yönünden belli bir risk taşımaktadır. Bu risk hava, toprak, su kirliliği, sağlık sorunları, doğal dengenin bozulması, biyolojik çeşidiliğin azalması, belli canlı türlerinin yokedilmesi gibi sonuçlan da ortaya çıkarmaktadır.
Çevre Sorunlarının Nedenleri Çevre sorunları, en genel anlamda toplumların ekonomik etkinliklerini doğal çevreyi dikkate almadan gerçekleştirmelerinden kaynaklanan bir olgudur. DIKKAT
Diğer bir ifadeyle çevre sorunlarının temel nedeninin toplumsal etkinlikler yoluyla doğal çevre üzerinde kurulan baskılatın, çevrenin taşıma kapasitesini aşması olduğu söylenebilir. Ülkeler düzeyinde toplumların çevre üzerinde yarattığı baskılar irdelendiğinde, bu baskıların nedenlerinin ve düzeylerinin farklı olduğu görülür. Gerçekten de yapılan gözlemler, bir ülkenin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi ile çevreye ilişkin sorunlarının nedenleri, nitelikleri ve boyutları arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle günümüzün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde karşılaşılan çevre sorunlarının nedenleri, nitelikleri, boyutları ve etkileri farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde çevre sorunları daha çok sanayileşmeye ve kentleşmeye paralel olarak gelişen üretim ve tüketim artışlarından kaynaklanmakdır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, belirli ölçülerde gelişen sanayinin yarattığı sorunların yanısıra, daha çok azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlar öne çıkmaktadır. Bu ülkelerde sanayide yetersiz sermaye birikimi ile birlikte geri kalmış teknolojilerin kullanımı, önemli ölçüde hava, su vb fiziksel kirlenmeleri yaratabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bir yandan doğal çevreyi dikkate almayan teknoloji kullanımı nedeniyle sanayinin yarattığı çevresel sorunlar bulunurken diğer yandan yetersiz sermaye birikimi, sağlıksız kentleşme ve hızlı nüfus artışının doğurduğu sorunlar da ortaya çıkmaktadır.
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
Çevre Sorunlarının Doğurduğu Sonuçlar Günümüzde global ölçekte dünyayı tehdit eden en önemli çevre sorunları asit yagmurlan, ozon tabakasının incelmesi, erozyon, sera etkisi, hava ve su kirliliği olarak görülmektedir. Bu sorunların çok önemli bir kısmı enerji üretimi ve tüketiminden kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, yoksulluktan kaynaklanan yerel çevre sorunlarıyla uğraşmakla beraber, sanayileşmiş zengin ülkelerden kaynaklanan global çevre sorunlanyla da karşı karşıyadırlar. Bütün gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu olan ormanlann yok edilmesi dikkate alındığında konu daha da önem kazanmaktadır. Bugün dünyadaki tropikal orman alanları orjinal mevcudu olan 13.6 milyar hektardan, yüzde 60'dan fazlası azalmış durumdadır. Bunun anlamı, dünyada eski Sovyetler Birliği kadar ormanla kaplı bir alan, özellikle 1945'ten soma kaybolmuş olmasıdır. Daha da kötüsü geçtiğimiz onbeş yılda tropik ormanların yok olması artan bir hızla devam etmiştir. FAO'nun rakamlarına göre 1980'den beri her yıl ortalama 12 milyon hektar orman alanı yangın ya da kesim sonucu yok olmaktadır. Son yıllarda en çok tartışılan konulardan "Sera Etkisi" denen sıcaklık artışının en büyük sorumlusu fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımından ve yanan ormanlardan yükselen karbondioksit gazlarıdır. Sadece fosil yakıtiarın yanması sonucu, atmosfere yılda ortalama 20 milyar ton karbondioksit atılmaktadır. 1945'ten bu yana sıcaklık 2.5 derece arttı. Buzulların erime mevsimininde son 30 yılda 3 hafta arttığı belirtilmiştir. Dünyada en fazla sera gazı üreten ülkelerin başında ABD gelmektedir. Sera etkisi olsun ya da olmasın, tropik ormanların hızla yok olması, gelişmekte olan ülkeler için çok önemli ekonomik ve ekolojik sorunlar içermektedir. Ne yazık ki, ormansızlaşmayı durdurmak için alınan önlemler üzerine yapılan uluslararası tartışmalarda sanki ekonomik değerler, ekolojik değerlerle çatışma içindeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Tropik ormanlann yok olması global çevre sorunlarının sadece bir kısmıdır. Diğerleri ise asit yağmurları, üst atmosferdeki ozon tabakasının delinmesi, nükleer atıklar, su ve hava kirliliği, biyolojik çeşitiiliğin kaybolması, erozyon ve kıyıların tahrip olması gibi sorunlardır. Günümüzde asit yağmurlarının ve nükleer atıkların özellikle gelişmiş ülkelerden kaynaklanmasına rağmen ve gelişmekte olan ülkelerin ozon tabakasının delinmesine katkısının fazla olmamasına rağmen (yine de aynı risk altında yaşamaktadırlar) bu sorunlar artık sadece çıktıkları bölgeyi değil bütün dünyayı ilgilendirmektedirler. Tropik ormanlann azalmasının yanında kalkınmakta olan ülkeleri ilgilendiren en acil sorun ozon tabakasının delinmesi ve nükleer atıklardır. Kadmiyum ve civa yoğunlaşmasından kaynaklanan yeraltı sularının kirlenmesi, Jakarta, Sao Paulo, Meksiko City gibi büyük nüfusa sahip kentierin sağlığını neredeyse yirmi yıldır tehdit etmektedir. Dünyadaki en kirli hava, Prag, Seul, Rio de Janerio, Sofya, Yeni Delhi ve Meksiko City'de bulunmaktadır. Dünyadaki ölüm istatistiklerine bakıldığında ilk sıralan hava kirliliğine bağlı ölümler almaktadır. Bu sayı yılda 3-4 milyon insamn ölümü olarak belirtilmektedir. Dünyada hava kirliliğinden soma en büyük ikinci sorun olarak temiz olmayan içme suyu gelmektedir. Uzmanlar sanayi çağının ortaya çıkardığı en büyük yanlışlığın temiz içme suyu sağlayamak olduğu görüşündedirler.Tarım ilaçlarına ve tarımsal gübrelere devlet sübvansiyonu uygulanması ve buna bağlı aşırı tüketim nedeniyle, gelişmekte olan bir çok ülkenin kırsal alandaki yeraltı su kaynakları kirle-
223
224
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
tilmektedir. Dünya üzerinde 1 milyardan fazla kişi temiz içme suyundan yoksun yaşamaktadır. Filipinler'de ve diğer pek çok ülkede mercan kayalıkları ve değerli kıyı balıkçılığı alanları, ormanken tarım alanı haline getirilmiş arazilerden gelen çamur tortuları tarafından tahrip edilmektedir. Endonezya'daki mercan kayalıklarının yüzde 86'sı aşırı avlanmai kirlilik ve tortulaşma nedeniyle ağır hasarlara uğramaktadır. Çevre sorunları ve kirliliği, kıyı tahribatı, ormansızlaşma ve mercan kayalıklann azalmasıyla sınırlı değildir. Bir çok Güney Amerika ülkesinde altın cevherinden altın elde etmede civa kullanılmaktadır. Civa kirliliği Brezilya ve komşu ülkelerde koylara ve körfezlere ulaşmış, insan sağlığını tehdit edecek düzeylere varmıştır. Benzeri kirliliğin kısa dönemde ne tür sorunlara yol açacağı bilinmemektedir. Önemli bir çevre sorunu olan erozyonun nedenleri aşırı otlatma , yanlış tarımcılık, ağaçların kesimi, sanayileşme ve kentleşmedir. Ormansızlığın yol açtığı erozyon nedeniyle baraj gölleri de balçıklaşmaktadır. Şili, Filipinler, Endonezya, Türkiye ve hemen hemen bütün Orta Amerika ülkelerinde barajların kullanım ömrü yüzde 60-70 oranında azalmıştır. Ayrıca erozyon çölleşmeye neden olmaktadır. Örneğin TEMA vakfının verilerine göre Türkiye'de her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton tüm ülke düzeyinde 1.4 milyar ton verimli üst toprak yok olmaktadır. Bu da 25 santim kalınlığında 400 bin hektar araziye denk gelmektedir. Sonuç olarak, dünyanın her köşesinden resmi ve resmi olmayan kurum ve kuruluşlar biraraya gelerek bu korkunç çevre sorunlarıyla savaşımın yollarını aramalıdırlar. Çevrenin kirlenmesinin toplum üzerinde olumsuz etkilerinin ortaya çıkmasıyla her toplum olanakları ölçüsünde bu olumsuz etkinin azaltılmasını arzulayacaktır. Şüphesiz, çevre kirliliğinin azaltılabilmesi amacıyla her toplum belirli maliyetlere katianacaktır. Çünkü geçtiğimiz yılda Avrupa'da ve Türkiye'de görülen sel felaketi, Afrika'da kuraklık ve açlık tehlikesi, Çin'de çölleşme, Amozon'da hayvan ve bitki türlerinin yok olması gibi sorunlar var ve bunlar zamanla hangi ülkeleri daha fazla veya az etkileyebileceği bilinmemektedir. Örneğin, kirlenmeye neden olanlar bunu azaltabilmek için arıtma tesisleri kuracaklar ya da zehirli gazlar için filtre takacaklardır. Diğer bir anlatımla, kirlenmeye neden olanlar bu kirlenmeyi kontrol edebilmek için kontrol maliyetlerine katlanacaklardır. Böylece belirli miktarda bir kaynak, diğer mal ve hizmet üretiminden vazgeçilerek, çevresel değerlerin korunmasına ayrılacaktır. Bu anlamda çevre kirlenmesinin toplumsal maliyeti, çevre kirlenmesini kontrol etmek için üretimden vazgeçilen diğer mal ve hizmetlerin alternatif maliyetidir. Çevre sorunlarının temelinde ekonomik, ekolojik ve eşitlik sorunlan bulunmaktadır. Bu tür sorunlar hakkında tam bilgi olsa ve ne tür çözümlerin uygulanacağı .konusunda emin olunsa bile, özellikle aşırı tüketim nedeniyle değil de varolan yoksulluk nedeniyle çevre sorunlarından en ciddi etkilenen ülkelerde bu kadar geniş çevresel sorunlarla başa çıkacak mantıklı ve insani çözümü gösterecek çok az sistematik koşullar mevcuttur. Bu sorunların sürüp gitmesi halinde ortaya şu sonuçlar çıkabilecektir: • Deniz düzeyinin yükselmesiyle birlikte global ısınma ve nüfusu yoğun yerleşim alanlarında oluşabilecek su baskınları, • Bu bölgelerde iklim değişiminin dünya tarımı üzerinde yaratabileceği olumsuz sonuçlar, • însan sağlığı dahil, şimdiden tahmin edemeyeceğimiz bir çok olumsuz tehditler.
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
Bu tercihlerin yapılmasında kullanılacak araçların ve koşulların iyileştirilmesinde ekonomik kavramlar bize yardımcı olabilir; ekonomik ve ekolojik araçların birlikte kullanılması doğru soruların sorulmasını ve uygun yanıdarın bulunmasını sağlayabilir.
Sürdürülebilir Kalkınmada Ekonomik Politika Reformları 1970'lerde ekonomik kalkınma ve çevre ilişkileri tartışılırken, bu iki kavramın birbirine karşıt olduğu görüşü benimsenmiştir. Daha yüksek bir ekonomik büyümenin daha düşük bir çevre kalitesi anlamına geldiği kabul edilmiştir. Buna karşın güncel büyüme ya da kalkınma anlayışını tanımlayan sürdürülebilir kalkınma , yukanda ileri sürülen biçimde anlaşılan çevreye karşıt büyümeden çevreye uyumlu büyümeye geçişi ifade etmektedir. Kalkınmanın çevreye çok önemli etkileri olabileceği çok uzun zamandır bilinmektedir. Sürdürülebilir kalkınma kavramı, ayrıca çevrenin kalkınma üzerine etkilerini de dikkate alarak bu anlayışın çok daha ötesine gitmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi doğal kaynak ve çevreyi etkileyen üç yeni değişikliğin yapılmasını gerektirir. Bunlar; • Kaynaklann korunmasında, fîyadarın rolünün daha fazla vurgulanması; • Çevresel muhasebenin milli gelir muhasebesi içinde görülmesi ve • Çevreyi etkileyen altyapı projelerinde uygun iskonto oranlarının kullanılması.
Fiyatların Rolü Çevresel amaçlara ulaşmak için fiyatiarın uygun bir araç olarak kullanılması gerekir. Bunun içinde doğal kaynak kullanım fiyatlarının yükseltilmesi ya da ürünü/hizmeti kullanan tüketicinin ödeyeceği fiyatı yükseltecek vergiler konulması gerekmektedir. Çevreye zararlı faaliyederi vergilendirmek sanayi üretiminde yapılması gereken değişiklikleri hızlandırabilir. Gerçekten sürdürülebilir kalkınmaya ulaşılması doğal kaynakları koruyucu vergilerin konmasına ve kirliliği azaltacak hedeflerin tutturulmasına bağlıdır. Kalkınma, ancak ekonomik büyüme ve çevresel korumanın uzlaşması halinde sürdürülebilir. Diğer yandan, bu uzlaşma, kaynak etkinliği ve çevresel koruma bilincinin ekonominin her alanında firmalar ve aileler tarafından özümsenmesini gerektirir. Örneğin bir yatırımcı herhangi bir üretim tekniğini seçtiğinde alınan araçgereç için ödenen bedel, üretimin çevreye verebileceği zarardan doğacak dış maliyetleri de kapsamalıdır.
Çevresel Değerlerin Ulusal Hesaplara Sokulması Burada önemli konu, ekonomik büyümeyi finanse etmek için doğal kaynak varlıklarını kullanmanın yanlışlığıdır. Aynı şekilde, doğal kaynakların tüketiminden kaynaklanan gerçek maliyetleri ve hava, su ve toprak kaynaklarının azalmasından doğan maliyetleri görmezlikten gelen muhasebe sistemlerini kullanmak da yanlıştır. Çevresel muhasebe kavramlarının mevcut milli gelir muhasebe sistemlerine sokulmasıyla amaçlanan ekonomik ve ekolojik hedefler gerçekleştirilebilir. Bunu sağlamak, çevresel varlıkların değerlemesi gibi bir çok zor soruya cevap vermeyi gerektirir. Aynı zamanda, milli gelir muhasebesindeki eksiklikler ülkelerin kalkınma potansiyellerinin yüksek tahmin edilmesinin devamına ve gelecek kuşaklann çıkarlannın zarar görmesine neden olacaktır. Çevresel muhasebe, yani çevresel değerlerin ulusal muhasebeye sokulması Pearce ve Warford tarafından önerilmiştir. Sürdürülebilir kalkınma kapsamında çev-
225
226
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
resel tahribatı ve aşınmayı da hesaba katan bir ölçüt olarak Sürdürülebilir Net Milli Hasıla kavramı önerilmiştir. Bu büyüklük bütün sermaye stoklarını, yani hem nesnel sermaye (makineler, fabrikalar, yollar) hem insan sermayesi (bilgi, beceri, deneyim) hem de doğal sermaye stoklarını (ormanlar, toprak kalitesi, mera) dikkate almaktadır. NNP* = GSMH - D m - D n NNP* = Sürdürülebilir milli hasıla ya da sürdürülebilir net milli hasıla Dm = Nesnel ve insan sermayesindeki aşınma Dn = Doğal (çevresel) sermayedeki aşınma Aşağıda bazı değerlerin formüle dahil edilmesiyle bu gösterge daha anlamlı bir hale getirilebilir, ancak bunu şimdiki veri toplama yöntemleriyle hesaplamak çok güçtür. NNP* = GSMH - D m - Dn -R - A R A
= Çevresel sermayeyi yeniden kullanıma sokmak için talep edilen harcama = Çevresel sermayenin tahribatını önlemek (hava kirliliği, su ve toprak kalitesi vb.) için talep edilen harcama.
Uygun İskonto Oranlarının Kullanılması Mevcut net değer kavramı özel ve kamu sektörü projelerinin ekonomik analizinde merkezi bir noktada yer alır. Bugünkü yatırımların fayda-maliyet hesaplannı geliştirerek, buna iskonto edilmiş gelecekteki değerlerin dahil edilmesi gerekir. Kamu sektörü projeleri için uygun sosyal iskonto oranı, mevcut net değeri ölçüt alan her yatırım kararı için çok kritik bir öneme sahiptir. Çoğu kez, fayda-maliyet analizini yaparken uygun iskonto oranlan doğal kaynakların korunmasının yararınadır. Dahası, doğal kaynakları korumak için alınan kararlar her an değiştirilebilir; ancak kullanma yönünde alınan karar hiç bir zaman değişmemelidir.
Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler 1970'li yıllarda başlayıp, 1980'li yıllarda hız kazanan çevreci akımın, sadece ulusal düzeylerde değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde de etkili olduğu görülmektedir. Bu etki uluslararası düzeyde, önceleri kirlenme sorunları olarak dar anlamda ele alınan çevre sorunlarının, daha geniş ve bütüncül bir bakış açısı ile ele alınmasını da teşvik etmiştir. Böylece de çevre, gelişmişlik ve azgelişmişlik sorunlanyla birlikte değerlendirilir olmuştur. Bu değerlendirmeler ışığında, çevreyi koruma ve geliştirme ön plana çıkmış bu da uluslararası dayanışmayı gündeme getirmiştir. Bu gelişmelerle birlikte, son yirmi-otuz yıldır çevre ve çevreye ilişkin sorunlann uluslararası düzeyde gittikçe daha fazla yer aldığı görülmektedir. 1970'lerden itibaren ekolojik dengenin bozulması ve çevrenin kirletilmesi sorunu gündeme gelmeye başlamıştır. Çevrenin uluslararası düzeyde önem kazanmasıyla birlikte çeşitli uluslararası kurumsal ve yasal düzenlemelerin yoğunlaştığı görülmektedir. Roma Kulübü tarafından Meadows başkanlığında hazırlanan çalışmada Büyümenin Sınırları Raporu çevresel gündemin ilk politika başlangıcı olmuştur. Bu ça-
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
lışmanın vardığı sonuca göre sanayileşmede, dünya nüfusunda, çevre kirlenmesinde ve doğal kaynakların kullanılmasında mevcut durum devam ederse önümüzdeki yüzyıl içinde büyüme sınırına ulaşılacaktır. Raporda ileri sürüldüğü gibi gelişmekte olan ülkelerin, çevre sorunlarının bedelini sıfır büyüme önerisine uyarak ödemesini beklemek olanak dışıdır. Rapor, sıfır büyüme yerine, kirletene ödetme önerisini getirmektedir ki, bu görüş çevre ile ekonomik büyüme arasında çelişki yerine bir denge kurulabileceği temeline dayanmaktadır. 1972 yılında Stockholm'de Birleşmiş Milletier İnsan ve Çevre Konferansı toplanmıştır. Bu, çevre konusunda uluslararası alanda ilk geniş kapsamlı toplantıdır. Türkiye ile birlikte 113 ülkenin katıldığı konferans, çevre konusunda kamuoyu bilincinin gelişmesinde ve uluslararası düzeyde çevre konusundaki tartışmaların yoğunlaşmasında önemli bir konuma sahip bulunmaktadır. Stockholm konferansının en önemli sonucu, farklı siyasal rejimlere ve gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerin çevre konusunda ortak sorumluluklarını kabul eden bir yaklaşımı benimsemeleri ve bunu insan sağlığının devamı için bir önkoşul olarak kabul etmeleridir. Bu konferansta temel ihtiyaçlar esas alınarak oluşturulan bir üretim ve tüketim düzeyi öngörülmekte, doğayı tamamen tüketmeyen ve gelecek nesilleri yükümlülük altına almayan, çevreyle uyumlu bir kalkınma anlayışı benimsenmektedir. Stocholm'deki konferansın ardından 1983'te BM Çevre Programı oluşturulmuştur. Aynı yıl G.H. Brundtiand ve M.Khalid'in koordinatörlüğünde oluşturulan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu 1987'de Ortak Geleceğimiz ya da diğer adıyla Brundtiand Raporu'mı yayımlamıştır. Ekokalkınma stratejisi bu raporda benimsenen Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisinin temelini oluşturmuştur. Brundtiand Raporu sürdürülebilir kalkınma tartışmasının öğelerini uluslararası kalkınmanın ekonomik ve politik bağlamı içinde ifade eder. Yayımlanan bu rapor, çevre bilincinin oluşmasında önemli bir aşama sayılır. 1972 yılından 1992 yılında Rio de Janerio'da Dünya Zirvesi olarak da adlandırılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı düzenlenmesine kadar geçen sürede çevre bilincinde de artma olmuştur. Bu konferens, 118 sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülke liderini, yüzlerce çevresel örgütü ve ilgili bir çok bireyi biraraya getirmiştir. Rio Konferansı'nın sonucunda beş temel belge ortaya çıkmıştır. Bunlar Rio Deklarasyonu, Gündem 21 (Agenda 21), Orman İlkeleri, İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşidilik Sözleşmesidir. Bu zirvede 21. Yüzyıl İçin Eylem Programı geliştirilmiştir. Burada bütün doğal kaynaklann daha hakça ve doğaya uygun kullanımını sağlamak üzere global geçerlilikte ilkeler belirlenmiştir. Buna göre, en başta yoksulluğun giderilmesi, sürdürülebilir kalkınma için yadsınamıyacak bir gereklilik olarak nitelendirilmekte ve bu alanda gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında uluslararası işbirliği öngörülmektedir. Konferans bitiminde, çevre ve kalkınma konularında ülkelerin hak ve yükümlülüklerini belirleyen ilkeleri kapsayan Rio Deklarasyonu yayımlanmıştır. Bu deklarasyonun gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki uzlaşma sonucunu yansıttığı söylenebilir. Bu zirvede bazı toplumsal kesimler ve rolleriyle ilgili düzenlemelerde yer almaktadır. Bunlar kadınlarla ilgili olarak küresel boyutta sürdürülebilir ve adil-eşitlikçi kalkınma, çocuk ve genç nüfusu gözeten kalkınma anlayışı, yerlilerin ve her türden cemaatin tanınması, söz hakkının artırılması, sivil toplum örgütlerinin işlev-
227
228
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
lerinin yüksetilmesine yönelik düzenlemeler ile bilim ve teknoloji çevreleriyle daha doğrudan ilişkiler geliştirilmesine yönelik düzenlemelerden oluşmaktadır. Ayrıca bu konferansta "sürdürülebilir kalkınma için insan yerleşmelerinin doğru ve sağlıklı bir biçimde yönetiminin ön koşul olduğu" vurgulanarak, insan yerleşmeleri sorunlarının ele alınacağı yeni bir Birleşmiş Milletler Konferansı'nın düzenlenmesi önerilmiş ve 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında ikinci insan Yerleşmeleri Konferansı'nın (Habitat II) İstanbul''da toplanması kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda Habitat H'nin temel hedefleri "dünyada sürdürülebilir ve yaşanabilir bir yerleşim sistemi oluşturmak" ve "herkese yeterli konut sağlamak" olarak tanımlanmıştır. istanbul'da toplanan Habitat II Konferansı'nı Birleşmiş Milletlerce düzenlenen diğer Konferanslardan ayıran önemli noktalardan biri insan yerleşmelerine ilişkin sorunların çözümü için hükümetlerin yanısıra, yerleşimdeki tüm taraflann, yani yerel yönetimin, özel sektör ve meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlannın etkin katılımının öngörülmesidir. 1992 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED) uluslararası seviyede etkili bir şekilde işbirliğine olanak sağlamak ve aynı yıl toplanan Dünya Konseyi (Earth Council Summit, 1992) tarafından çıkan "Gündem 21" adlı kararlar toplamını yaşama geçirmek düşüncesiyle Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu'nu (UNCSD) oluşturmuştur. Gerek bu komisyon gerekse onun sekretaryasını oluşturan BM Ekonomik ve Sosyal işler Bölümü (UNDESA) her yıl New York'ta toplanmaya başlamışlardır. Gümdem 21 sürdürülebilirlik kavramının anayasası şeklindedir. Uygulamalannı yerel, ulusal, bölgesel ve küresel boyutlarda ele alarak gerek hükümetlerle gerekse sivil toplum kuruluşları ile birlikte yürütülmesi amacını gütmektedir. Rio Zirvesinden sonra yapılan ilk kapsamlı toplantı 2002 yılında Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Türkiye'nin de katıldığı "Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı" yapıldı. Konferansa 182 ülkeden 60 bine yakın delege katılmıştır. Buradaki ana tema yoksulluk üzerine idi. Çünkü "Rio Zirvesi'ndeki anlaşmalara karşın dünya, yoksulluk, eşitsizlik ve çevresel sorunlar içindedir. Zirvede aynca global su, enerji, sağlık, gıda güvenliği ve bio-çeşitlilik üzerine tartışmalar yapılmıştır.
SÜRDÜRÜLEBİLİR İNSANİ KALKİNMA VE Y O K S U L L U K YAKLAŞIMLARI Geleneksel kalkınma anlayışının, çok boyutlu kalkınma olgusunu yeterince kavrayamadığı görüşünün, özellikle 1970'li yıllardan sonra yaygınlaştığına ve artık kalkınmanın daha geniş bir içerikte anlaşılması gerektiğine değinmiştik. Gerçekten de yalnızca kişi başına düşen GSMH artışının, sağlıklı gelişen bir ekonominin göstergesi olarak kabul edilmesinin, kalkınma olgusunu açıklamakta son derece yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Doğal kaynak ve çevre açısından sürüdürülebilirlik gerekleri yanında, artan milli gelirin miktarı değil, dağılımının da dikkate alınması önem kazanmıştır. 1970'lerin ortalarına kadar azgelişmiş ülkeler hızlı bir büyüme sağlamış olmakla birlikte, artan gelir çok adaletsiz bir biçimde dağılım göstermiş ve hızlı büyümenin kendiliğinden toplumun büyük bir kesimine ekonomik refah sağlamadığı görülmüştür. Kişi başına düşen GSMH'ın yerine hangi tür ölçütierle yapılan karşdaştırma gelir dağdımı m daha iyi yansıtır dersiniz?
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
1970'li yıllar yoksulluk ve bölüşüm sorunlarının Kalkınma Ekonomisi içinde ağırlık kazandığı dönem oldu. Dünya Bankası, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile birlikte yoksullann beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinimlerinin karşılanmasını hedefleyen "Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı" nı ortaya attı. Başka bir deyişle, aşın yoksulluk pek çok gelişmekte olan ülkede artık kabul edilemez boyutlara gelmiştir. Bu ülkelerde hızlı büyüme ile birlikte yoksulluk ve işsizliğin artışı, pek çok araştırmacının ve Birleşmiş Millederin bazı kurumlarının kalkınma sürecinde yoksulluk, gelir dağılımı ve istihdam konularına öncelik vermesini sağlamıştır. 1970'li yıllar yoksulluk ve bölüşüm sorunlarının Kalkınma Ekonomisi içinde ağırlık kazandığı dönem olmuştur. Bu bağlamda Dünya Bankası, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile birlikte yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinimlerinin karşılanmasını hedefleyen "Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı" nı ortaya attı. Bunun ardından Dünya Bankası 1974'te "Büyümeyle Birlikte Yeniden Bölüşüm" adlı raporu yayımlanmıştır. Bu raporda gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun azaltılmasını sağlayacak stratejinin ana hadarı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu raporda göreceli yoksulluk ve mutiak yoksulluk kavramları ayrımı yapılarak mutlak yoksulluğun giderilmesine yönelik politikalar saptanmıştır. Dünya Bankası Büyüme ile Birlikte Yeniden Bölüşüm adlı raporu 1974'te yayımladı. Bu rapora göre gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun azaltılmasını sağlayacak stratejinin ana hatları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dünya Bankası çerçevesinde yatınmların yoksul gruplara yönlendirilmesini ve böylelikle büyüme ile birlikte yoksullann üretim faktörlerine erişimini, istihdam olanaklarını ve gelirlerini artırarak büyüme süreciyle daha fazla bütünleşmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu raporda göreceli yoksulluk ve mutiak yoksulluk kavramları ayrımı yapılarak mutlak yoksulluğun giderilmesine yönelik politikalar saptanmıştır.Bu konu sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Birleşmiş Milletier Kalkınma Programı (UNDP) 1994 yılı İnsani Kalkınma Rapora'nda bu yeni kalkınma stratejisinin adını Sürdürülebilir İnsani Kalkınma olarak ifade etmiştir. Bu yeni kalkınma anlayışı, yukarıda ayrıntısını gördügümüz doğal kaynaklara ve çevreye dayanan sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ile temel ihtiyaçlar yaklaşımını esas alan insani kalkınma kuramını içermektedir. Böylece günümüzde, 21.yüzyıl ekonomisinin daha insan merkezli olması yolunda atılan adımlardan yola çıkılarak sürdürülebilir kalkınma modelleri ve arayışlan son derece önemli hale gelmiş bulunmaktadır.
Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı Yoksulluğun giderilmesi kapsamında beslenme, sağlık, eğitim vb temel hizmetlerin sağlanmasına öncelik veren çalışmalar, Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı adıyla yeni bir kalkınma yaklaşımının doğmasına yol açmıştır. Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı'nın kurucularından olan Seers, Kalkınmanın Anlamı (1979) adlı eserinde kalkınma kavramının içeriğini tartışarak kalkınmanın merkezinde insanın yer aldığını ve insani potansiyelin gerçekleşmesinin kalkınmanın temel ölçüsü olduğunu vurgulamıştır. Yazar buradan hareketle 1945 yılından itibaren kalkınma ekonomisinde meydana gelen gelişmelerin insani potansiyelin gerçekleşmesine hizmet etmediğini ifade etmiştir. A. Sen, kalkınma kavramını üretim ya da milli gelir artışına bağlı olarak ele alan yaklaşımın, gerçekte büyüme ile kalkınmayı birbirine karıştırmak anlamına geldiğini ifade etmiş ve kalkınmayı insana yönelik bir dizi özelliklerle tanımlama-
229
230
mı sürdürmeye yeterli gıda ve bir miktar hizmet alabilecek gelir yoksulluk sınırını ifade eder.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B ü y ü m e
ya çalışmıştır. A. Sen, gerçekte kalkınmanın güzel bir yaşamla ilgilendiğini, dolayısıyla kalkınmanın da insanların oluşturduğu yaşamı merkez alması gerektiğini öne sürmüştür. D. Goulet, kalkınma yazımnda "Etik Kalkınmanın ya da Kalkınma Ahlakının" kurucusu olarak tanınır. Goulet 19ö0'lardan beri kalkınma kavramının yeniden tanımlanması ve öncelikle ahlaksal açıdan sorgulanması gerektiğini savunmuştur. Sen ve Gouletmın yaklaşımları temel ihtiyaçlar yaklaşımının daha da aynntılı bir yorumu olup bu yaklaşımı sosyo-politik olarak destekleyen niteliktedir. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı kalkınma sürecinde nesnel sermaye birikimine dayalı büyüme kadar, gelir dağılımı boyutunun ve insan (beşeri) sermayesi yatınmlann önemini vurgulamıştır. Temel ihtiyaçlar Dünya Bankası'mn ortaya koyduğu biçimiyle, iki unsur tarafından belirlenmektedir: • Bunlardan ilki, kişinin fizyolojik olarak yeniden üretilmesine olanak veren beslenme, konut, giyim gibi ihtiyaçların karşılanması; • Diğeri ise, temel hizmetler denilen sağlık, içme ve kullanma suyu, eğitim ve ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanmasıdır. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı, insanların iyi bir yaşam sürebilmesi için belli fiziksel, sosyal ve psikolojik olanakların gerekli ve evrensel olduğu tezini öne sürerek kalkınmanın ana hedefinin öncelikli olarak bu ihtiyaçların giderilmesi olduğunu savunur. Seers'a göre bu hedefi sağlayacak üç temel unsur vardır. Bunlar; • Fiziksel ihtiyaçların giderilme kapasitesi (yeterli besin, konut, temiz içme suyu, yakıt, giyim, sağlık bakımı, temel eğitim), • Çalışma arzusu ve kapasitesi olan herkese iş olanağı, • Kendi içinde bir değer olan eşidiğin sağlanmasıdır. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı, basit bir biçimde, yaratılan gelirin yoksullar lehine yeniden paylaşımını öngörmemektedir. Aksine öngörülen politikalar, insan sermayesine yapılan yaürımları içermekte ve bu yolla ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiler yaraülacağı ileri sürülmektedir. Öngörülen politikalar, mudak yoksulluk düzeyinde bulunanların refah düzeyini yükseltmek için hem üretkenliklerinin hem de gelir yaratma kapasitelerinin artırılmasını içermektedir Dolayısıyla bu yaklaşımın temeli yoksul kesimlerin saptanması ve onlara yönelik yatırım programlannın uygulanmasıdır. Temel ihtiyaçlar yaklaşımında hane halkının ya da bireylerin minimum gıda harcamalarının yanısıra, gıda dışı harcamaları da dikkate alınarak yoksulluk sının oluşturulmaktadır. Yoksulluk sınırı, yaşamı sürdürmeye yeterli gıda ve bir miktar hizmet alabilecek gelir olarak tanımlanmaktadır. Buna göre öteden beri kalkınmanın göstergesi olarak kullanılan GSMH, gerekli düzeltmeler yapılarak, toplumsal refah boyutunu da içerecek bir içerikte Gayri Safi Milli Refah olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşımın etkisiyle uluslararası kurumların istatistiklerine toplumsal refaha ilişkin göstergeler girmiş olmaktadır. Bu yaklaşım çerçevesinde ekonomik büyüme bir gereklilik olarak görülmekle birlikte yarattığı sonuçlar nedeniyle, kalkınma sürecine ilişkin göstergelerin ve amaçların yeniden tanımlanması gerektiği savunulmaktadır.
İnsani Kalkınma Kavramı Bu kavram 1990 yılında İnsani Kalkınma Rapor'unda geliştirilen bir kavram olmuştur. Kalkınma yazınında yapılan yeni bir değerlendirmeyle ülkelerin gelişmişlik düzeyleri farklı yöntemlerle oluşturulmaya çalışılmıştır. Böylece gelişmiş ülke ol-
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
manın boyutları ve ölçütleri değişmiş ve bunun sonucunda insani kalkınma (gelişme) kavramı geliştirilmiştir. İnsani kalkınma kavramı, daha önce uzun yıllar azgelişmiş ülkelerin gelişmişliklerini ifade etmede kullanılan ekonomik kalkınma ya da sosyo-ekonomik kalkınma kavramlarından farklı olarak toplumların yaşam kalitesinin iyileştirilmesini esas almaktadır. Bu nedenle insani kalkınma kavramı çok boyutiu bir kavramdır. Gelirin yanında insan mutluluğu ve yaşam kalitesini, iyi bir eğitimi, sağlıklı ve uzun bir yaşamı içermektedir. Bununla birlikte bu kavram, insanın her alanda yaratıcılığını kullanmasına olanak sağlayan bir ortamı ve demokratik hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı da kapsamaktadır. İnsani kalkınma yaklaşımının öncüsü olan Amartya Sen Temel İhtiyaçlar Yaklaşımına sosyo-politik kavramlar ekleyerek zenginleştirmiş ve ekonomik kalkınmayı insan kapasitelerinin (gücünün) gelişmesi olarak tanımlamıştır. İnsani kapasiteler kavramı, bir toplumda yaşayan insanların yaşamla ilgili olarak hangi haklara sahip olduğu ve bu hakları kullanarak hangi kapasite ve yeteneklerini geliştirebileceği ile ilgili olmaktadır, insani kapasitenin geliştirilmesine yardımcı olacak hak ve fırsat alanları aşağıda ifade edilmiştir. • Politik (siyasi)özgürlük: Özgür konuşma ve seçilme hakkı • Sosyal haklar ve fırsatiar: Eğitim ve sağlık olanakları • Ekonomik olanaklar: Ticarete ve üretime katılım •
Şeffaflık
• Güvenlik insani kalkınma, bireylerin en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini, sağlıklı bir ortamda doğmalarını ve gelişebilmelerini, eğitim yoluyla kendilerinin ve içinde yaşadıklan toplumun gelişmesine katkıda bulunabilmelerini ifade eder. Tüm bu olanaklar yaşam kalitesinin göstergeleridir. Bu bağlamda, yaşam kalitesinin iyi olması durumunda insani kalkınmanın olacağından söz edilebilir, insani kalkınma ve yaşam kalitesi son derece göreli kavramlar olduklarından, bunları tanımlamak da oldukça güçtür. Bu konuda geliştirilen ve yaşam kalitesi göstergelerini içeren insani kalkınma endeksi olarak adlandırılan ölçüt aşağıda ele alınmıştır.
İnsani Kalkınma Endeksi Ülkelerin refah ve kalkınmışlık derecesini, yani çağdaş anlamıyla insani kalkınma kavramını sayısal değerlere dönüştürerek ölçümleme yapmamızı sağlayan İnsani Kalkınma Endeksi (İKE) (Human Development Index, HDI), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından geliştirilen hem ekonomik hem de sosyal kalkınmayı dikkate alan çok yönlü bir ölçüttür. Yaşam kalitesinin bir göstergesi olan bu endekste bulunan değişkenler şunlardır: • Satınalma gücüne dönüştürülmüş gelir, • Ortalama yaşam süresi beklentisi ve • Ortalama eğitim süresi ve yetişkinler arasındaki okuma-yazma oranıdır. Bu üç faktörün ortak bir birime çevrilmesinde ve endeksin oluşturulmasında şöyle bir yol izlenmektedir: Yukarıdaki değişkenlerin her biri için veri toplanan tüm ülkeler içinde en düşük ve en yüksek değerler bulunmaktadır. Bu iki değer arasındaki fark, ulaşılması gereken toplam uzunluk olarak kabul edilmektedir. Bir ülkenin puanı, o ülkenin toplam uzunluğun neresinde (yüzde olarak) olduğunu göstermektedir. Yukarıdaki değişkenlere göre düzeltilmiş kişi başına gelir
231
232
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
endeksi (Y 1 ), yaşam süresi beklentisi endeksi (Y 2 ) ve eğitim endeksi (Y 3 ) toplamının üçe bölünmesi ile insani kalkınma endeksine ulaşılmaktadır. Başka bir deyişle insani kalkınma endeksi bu üç endeksin basit bir ortalamasını ifade etmektedir. İnsani Kalkınma Endeksi =
+
+
3
Ülkelerin insani gelişmişliklerinin hesaplanması için kullanılan ve günümüzde artık çok önemli bir uluslararası gösterge olarak kabul edilen insani kalkınma endeksi 0 ile 1 değerleri arasında değişmektedir. Tablo 9.1: Seçilmiş Ülkelerin İnsani Gelişme Endeksleri
Ülkeler
En yüksekten En dü;üğe Sıralaması
Eğitim
Gelir
HD
Beklentisi Endeksi
Beklentisi
Endeksi
Endeksi
0,86
0,96
0,93
I
0,90
0,99
0,95
Yüksek insani kalkınma Norveç
Ya;am
isveç
3
0,91
0,99
0,92
Japon/a
9
0,94
0,94
0,92
italya
21
0,89
0,93
0,92
Polonya
35
0,81
0,95
0,76
Meksika
55
0,80
0,86
0,74
0,75
0,82
0,67
O r t a insani kalkınma Bulgaristan
57
0,76
0,91
0,71
Venezüella
69
0,81
0,84
0,67
Filipinler
85
0,74
0,90
0,61
Türkiye
96
0,75
0,77
0,68
Çin
104
0,76
0,79
0,79
Togo
141
0,42
0,61
0,47
0,57
0,59
0,52
Kamerun
142
0,38
0,64
0,47
Yemen
148
0,57
0,49
0,34
Senegal
156
0,46
0,38
0,45
Zambiya
163
0,14
0,68
0,34
Etopya
169
0,34
0,38
0,35
Sierra L e o n e
175
0,16
0,41
0,26
0,70
0,75
0,72
Düşük insani kalkınma
Dünya
Kaynak: UN, Human Development Report, 2003, 237-240.
insani Kalkınma Endeksi mutlak değil, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, göreli bir ölçüdür ve her ülkenin diğerlerine göre karşılaştırmalı konumunu vermektedir. Birleşmiş Milletler, her yıl bu yöntemle yaptığı hesaplamalara dayanarak ülkeleri düşük, orta ve yüksek insani kalkınmaya sahip olarak üç gruba ayırır. Buna göre; 0,00 - 0,49 arasında olan ülkeler: Düşük insani kalkınmaya sahip olan ülkeler. 0,50 - 0,79 arasında olan ülkeler: Orta düzeyde insani kalkınmaya sahip olan ülkeler.
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
233
0,80 -1,00 arasında olan ülkeler: Yüksek düzeyde insani kalkınmaya sahip olan ülkeler. Bir ülkenin puanı, o ülkenin, bu toplam uzunluğun -yüzde olarak- neresinde bulunduğunu gösterir. Örneğin okuma-yazma oranında en yüksek değer %100, en düşük değer %40 ise okuma yazma oranı yüzde 70 olan bir ülke yolun yarısındadır ve dolayısıyla puanı da 0.50'dir. Birleşmiş Millederin 2003 yılında yayımladığı İnsani Kalkınma Raporu!nâz yer alan 175 ülkeyi kapsayan endekste, yüksek insani kalkınmaya sahip 55 ülke arasında 0, 944 değer ile Norveç ilk sırada yer almaktadır. Norveç'in yaşam süresi beklentisi endeksi 0,90; eğitim endeksi 0,99 ve gelir endeksi 0,95'tir. Türkiye yaşam süresi beklentisi endeksi 0,75; eğitim endeksi 0,77 ve gelir endeksi 0,68 ile genel sıralamada 96. sırada ve 0,734 insani kalkınma endeksi değeri ile orta düzeyde insani kalkınmaya sahip 86 ülke arasında orta yerlerde almaktadır. Türkiye, insani kalkınma endeksi çerçevesinde son yıllarda giderek aşağılara düşmektedir. Bir önceki yılda yapılan çalışmada 85. sırada iken gelir endeksi değerindeki düşme nedeniyle aşağılara inmiştir.. Düşük insani kalkınmaya sahip 34 ülke içinde ise, Pakistan, Sudan, Etopya, Sierra Leone gibi ülkeler vardır. Sierra Leone 0,275 insani gelişme endeksi ile 175. sırasında yer almakta, yani en sonuncu ülke olmaktadır. Sierra Leone'nin yaşam süresi beklentisi endeksi 0,16; eğitim endeksi 0,41 ve gelir endeksi 0,26'dır.
Yoksulluk Kavramı ve Yoksulluğun Ölçülmesi Yoksulluk konusunda ilk adım yoksulluğun tanımı ve ölçülmesidir. Yoksulluğa hem niceliksel hem de niteliksel olmak üzere iki açıdan yaklaşmak mümkündür. Bu açıdan yaklaşıldığında yoksulluk kavramlarını genel olarak gelir yoksulluğu ve insani yoksulluk olarak ele alabilir. Gelir Yoksulluğunu da mudak yoksulluk ve göreli yoksulluk olarak iki şekilde inceleyebiliriz. Mutlak yoksulluk, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak gerekli gelirin eksikliğini (yetersizliği) ifade eder. Yani insanların hayatta kalabilmesi .
.
.
,
için gerekli mal ve hizmete olan gereksinimlerinin karşılayamaması anlamına gelmektedir. Genellikle insanın günlük minimum kalori ihtiyacının parasal karşılığını temel alarak hesaplanır. Diğer bir hesaplama yönteminde ise sadece minimum gıda harcaması değil onun yanında diğer temel ihtiyaçların (giyinme barınma, ısınma gibi) dikate alınması söz konusudur. Bu yöntemlerle hesaplanan göstergeler yoksulluk çizgisini (sınınnı, eşiğini) vermektedir. Dolayısıyla birinciye göre ikinci yöntemle hesaplanan yoksulluk daha yüksek bir yoksulluk çizgisini gösterir. Türkiye'de hesaplanan aylık yoksulluk sınırı ne kadardır dersiniz? Burada sorun yoksulluk çizgisinin yani bir kişi veya hanehakının altında kalındığı zaman yoksul kabul edileceği gelir seviyesinin tesbitidir. Kişi başına günlük kalori ihtiyacı kırsal alanlar için 2400, kentsel alanlar için 2100 kalori olarak alınmakta ve bunu sağlayacak en ucuz gıda malları sepetinin parasal değeri yoksulluk çizgisi (sının) olarak belirlenmektedir. Dünya Bankasının uluslararası karşılaştırmalarda kullandığı mutlak yoksulluk göstergesi ise satın alma gücü paritesine göre belirlenmiş, kişi başına 1 dolarlık günlük harcama seviyesidir.
Mutlak yoksulluk, insanların temel ihtiya5|arınl
karşılayacak gerekli gelirin eksikliği (yetersizliği) dir.
234
Bir kişinin veya grubun yaşam düzeyini, kendinden daha yüksek gelire sahip bir referans grubun geliriyle karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan bir olguya göreli (nispi) yoksulluk denir. Yoksulluk oranı, günde bir dolarlık gelir düzeyinin altındaki nüfusun toplam nüfusa oranı olarak hesaplanır.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Her ülkenin gelişmişlik düzeyi faklı olduğundan yoksulluk sımrı da farklı olmaktadır. Her ülkenin temel ihtiyaçları gibi üretim kapasitesi ve üretkenliği de farklı olduğundan farklı yoksulluk sımrı ortaya çıkar. Dolayısıyla uluslararası yoksulluk karşılaştırması yapmak oldukça zordur. Göreli (nispi) yoksulluk ise bir kişinin veya grubun yaşam düzeyini, kendinden daha yüksek gelire sahip bir referans grubun geliriyle karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan bir olgu olarak tanımlanır. Görüldüğü gibi bu yoksulluk kavramları gelir seviyesini oluşturan bazı unsurların sayısal olarak ortaya çıkartılmasıdır. Yoksulluk oranı, günde bir dolarlık gelir düzeyinin altındaki nüfusun toplam nüfusa oranı olarak hesaplanmaktadır. Yoksulluğun niteliksel yönünü ise insani yoksulluk kavramı ile açıklanmaktadır. Bu kavram ilk defa Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütünün (UNDP) 1997 yılında yayınladığı raporda ele alınmıştır. İnsani yoksulluk, insamn yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan gelirden başka bireyin insan olarak toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli olan temel imkanlardan (yeterlilikten) yoksun olmasını açıklamaktadır. 1990'dan beri yoksulluğu ölçmede en çok kullanılan ölçüt de İnsani Kalkınma Endeksi (İKE) olmaktadır. Bu endeks daha önceki konuda açıklandığından burada tekrar ele alınmayacaktır. İnsani kalkınma endeksi daha sonra İnsani Yoksulluk Endeksi (İYE) ve Toplumsal Cinsiyet Bazında Gelişme Endeksi olarak geliştirilmiştir. İnsani Yoksulluk Endeksi, İKE'den farklı olarak ekonomik ve sosyal kaynaklara erişim derecesinin göstergesi olarak sağlıklı içme suyuna sahip olamayan nüfûs (yüzde olarak) ve 5 yaşın altında olan ve yeterli beslenemeyen çoçukların nüfus düzeyimde (yüzde olarak) endeskse dahil etmektedir. Toplumsal Cinsiyet Bazında Gelişme Endeksi ise yoksulluk konusuna toplumsal cinsiyet açısından yaklaşmaktadır. Bu endeskte insani kalkınma endeksinde yer alan göstergeleri kadınların ve erkeklerin ulaştıkları oranlar bağlamında ele almaktadır.
Ekonomik Büyüme, Eşitsizlik ve Yoksulluk 80'li yılların sonuna gelindiğinde liberal ekonomik düzeni savunanlar bile önerdikleri ekonomik küreselleşme, bütünleşme ve yapısal uyum politikalarının istenilen amaca ulaşamadığını görmüşlerdir. Hatta bu politikaları uygulayan ülkelerde (Latin Amerika ve Afrika'da), yoksulluğun dikkat çekici ölçüde arttığı tespit edilmiştir. 1990 yılında yayımlanan Dünya Kalkınma Raporunda, yoksulluk konusu yeniden gündeme getirilmiştir. Bunun nedeni dünyada yoksulluk sayısı her geçen gün sürekli artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin nüfusun yaklaşık üçte ikisi yoksulluk içinde yaşamaktadır. Dünyada toplam 1.2 milyar insan yoksuldur. Zengin ve fakir ülkeler arasındaki büyük bir uçurum vardır ve eğer önlemler alınmazsa dünya zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrılacaktır. Son on yıldan fazla yoksulluğun azaltılması ile ilgili gelişmeler ilerlemeler son derece sancılı ve yavaş oldu. Yoksulluğa, ölçülmesi daha kolay olan gelir yoksulluğu açısından yaklaştığımızda Günde 1 dolar ve daha az gelirle yaşayanlann sayısı 1990 yılında yaklaşık olarak 1.3 milyar iken 1998'de ancak 1.2 milyar geriledi. Gelişmekte olan ülkelerin nüfusu bu dönem boyunca arttığı için yoksul nüfus oranındaki düşüş çok daha yavaş olmuştur. Bu dönem boyunca yüzde ancak yüzde 29'dan yüzde 24'lere gerileyebilmiştir. Yoksuluğu ölçmede kullanılan diğer bir ölçüt olan günde 2 dolarla yaşayanların eğilimlerine baktığımızda benzer bir durum
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
235
ile karşılaşıyoruz. 1990-98 yılları arasında yoksulluk oranı ise yüzde 62'den yüzde 56'ya düşerken yoksulların sayısı 2.7 milyardan 2.8 milyara çıktığı görülmektedir. Dünyada yoksulluğu azaltma çabası oldukça dengesiz olmuştur. Yoksulluk gelişmekte olan ülkelerin üçte birinden fazlasının (1.8 milyar insan) bulunduğu Doğu Asya'nın pek çok ülkesinde düşüş göstermiştir. Bu ülkelerde yoksulluk oranı ise hemen hemen yan yarıya azalmıştır. Bu durum tarihte fakirliğin büyük sayıda ve hızla düştüğü ile ilgili tek örnektir diyebiliriz. Yoksulluğun azaltılmasının büyük bir kısmı Çin'de ortaya çıkmakla beraber bölgenin pek çok ülkesinde de hızlı düşüş yaşanmıştır. Bir Doların Altında Yaşayanlar (milyar)
Yoksulluk Oranı(%)
ÜLKELER
1990
1998
1990
1998
D o ğ u As/a
452.4
278.3
27.6
15.3
Çin Hariç
92
65.1
18.5
1 1.3
G ü n e y As/a
495.1
522
44
40
Alt-Sahra Afrikası
242.3
290.9
47.7
46.3
Latin A m e r i k a
73.8
78.2
16.8
15.6
Ortadoğu/ K. Afrika
5.7
5.5
2.4
1.9
Avrupa v e O r t a Asya
7.1
24
1.6
5.1
Toplam
1276.4
1198.9
29
24
Kaynak: World Bank. Global Economic Prospects and the Developing Countries 2000.
Gelişmekte olan dünya nüfusunun dörtte birini bulunduran Güney Asya'da yoksulluk oranında yüzde 4'lük düşüş yaşandı. Diğer gelişmekte olan ülkelerde ise yoksulluğun sonuçlan çok daha az memnun edici düzeyde olmuştur. Günde 1 dolardan daha az gelirle yaşayan insan sayısı diğer bölgelerde artmıştır. Yoksulluk oranı Latin Amerika, Alt-Sahra Afrikası ve Orta Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaygınlaştı. Hem yoksulluk sayısı hem de yoksulluk oranı Avrupa ve Orta Asya Bölgesinde (kısmen sosyalizimden piyasa ekonomisine geçiş yapan ülkelerde de ) hızlı bir biçimde düşmüştür. İktisadi büyüme ve gelirin yeniden dağılımı arasındaki olumlu ilişkiye örnek olarak yalnız Doğu Asya ülkeleri gösterilebilir. Bu bölgede yoksulluğun yavaşta olsa gerilemesi hızlı büyüme ile bağlantılı idi. Buna karşın, Latin Amerika'da seksenli yıllarda yoksulluk göstergeleri hızla yükseldi. Doksanlı yılların başında ekonomik büyüme canlanırken göstergeler de bir değişiklik olmamıştır. Kıta Afrikasında ise büyüme ile birlikte sadece kırsal yoksulluk azalırken kentsel yoksulluk artmıştır. Bilindiği gibi, iktisadi büyüme gerçekleştiği zaman son derece yüksek bir istikrarsızlık söz konusu olmaktadır. Bunu ekonomik gelişmenin gelir dağılımını nasıl değiştirdiğini araştıran Simon Kuznets'e atfen (1955) Kuznets eğrisi olarak adlandınlır. Ters U kuramı olarak da bilinen bu görüşe göre gelir düzeyi arttıkça eşitsizlik önce artmakta sonra ise azalmaktadır. Yoksulluk ekonomik büyüme ile bire bir ilişkili olmasına rağmen, kuşkusuz büyümenin dışında başka bir çok faktör tarafından da etkilenir. Örneğin büyüme olsa bile eşitsizlik nedeniyle yoksulluk artabilir. Araştırmalar ve istatistiki veriler oldukça karmaşık ve değişik boyutlar ortaya koymaktadır. Bunlar aslında farklı coğrafik bölgelerin, ülkelerin ve farklı zaman dilimlerinin incelenmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi dünyada 1965-80 dönemi ve 1980'lerden sonraki dönem ülkelerin büyüme başarılarında farklılıkların olduğunu göstermektedir (ünite 11'de daha incelenmiştir). 1965-80 arasında düşük
Tablo 9.2: Gelişmekte olan ülkelerde 1990-1998yıllan arasında günde 1 doların altında yaşayan insan sayısı
236
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
gelirli ülkelerin milli gelir artışları yıllık ortalama yüzde 4.8 iken orta gelirli ülkelerin ise yıllık ortalam yüzde 6.2 gibi orana ulaşmaktadır. Ancak demografik büyüme bu oranların pozitif etkilerini azaltsa bile yine de refah anlamında olumlu sonuçlarını tamamen ortadan kaldırmamaktadır. Gerçekten 1980'lere kadar Latin Amerika ülkelerinin tamamının büyüme performansları, Doğu Asya ülkelerinin çok gerisinde kalmaktadır. Elde edilen verilerin bu oranların Orta Asya ülkeleri için yıllık ortalama yüzde 7.3, Latin Amerika ülkeleri için ise yıllık ortalam yüzde 6.1 olduğu göze çarpmaktadır. Ancak büyük değişim 1980'lerde ortaya çıkmıştır. îç Sahra Ülkelerinin büyüme oranları yüzde 4.2 lerden yüzde 2.4'e ve Latin Amerika Ülkeleri büyüme oranlanda yüzde 6.1'lerden yüzde 1.6'lara düşmüştür. 1980'lerde üçüncü dünya ülkeleri diye tanımlanan bölgelerin yapısal farklılıkları bulunmaktadır. Asya'nın tümünde 1980'lerde sağlıklı bir büyüme gerçekleşmekteydi. Gerçektende 1980-89 arası dönemde Doğu Asya yıllık büyüme oranını yüzde 7.2'lerden yüzde 7.9'lara çıkardı. Özellikle Güney Asya'da Hindistan'ı ele alırsak yüzde 3-7'den yüzde 5.1'e çıkarmayı başardı. Çin 1965-80 arasında yüzde 6.9'larda olan milli gelir büyüme oranını 1980-89 arasında yüzde 9-7'lere ulaştırmıştır. 1980'lerde neredeyse Asya ülkelernin çok büyük bir kısmı büyüme sürecinde önemli ilerleme sağlamışlardır (azgelişmiş ülkeler nüfusunun 2/3'ne sahip olduğunu hatırlarsak). Fakat görünen bir gerçekte Asya'nın genelinde açlık, fakirlik ve hastalık sorunları önemini korumaktadır.. Ve ekonomik süreç oldukça eşitsiz sosyal ve bölgesel bir yapı ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte Asya büyüme sürecinin içindedir ve bu sürecin devam edeceği görülmektedir. Eğer Asya ülkeleri bilgi ekonomilerine entegre olur ve bu sürece ayak uydurabilirlerse dünyanın süre gelen kaderini değiştirebilecek gücü de elde edeceklerdir Aynı dönemde 1980'lerde Afrika'nın çoğu, petrol üretmeyen Orta Asya ülkeleri ve Latin Amerikanın bir çok ülkesi yapısal krizlerle boğuşmuşlar ve bu krizler bu bölgenin vatandaşlarını ve uzun süre etkisi altında bırakmıştır. Bu krizlerin yalnız ülke ekonomilerini olumsuz yönde etkilediği değil aynı zamanda her gün açlık, yoksulluk ile savaşmasına yol açmıştır. Buradaki önemli nokta dünya ekonomisinin dinamik bir sürece girmesi fakat bu ülkelerin bir şekilde bu süreç içine katılamamasıdır. Bilindiği gibi ekonomik büyüme için yüksek katma değerli mallar üretilmeli ve bunları dış pazarlara satmak gerekmektedir. Fakat bu ülkeler günümüzün teknoloji yoğun malları üretmede yetersiz kalmakta ve üretim sürecine entegre olmalan zorlaşmaktadır. Gün geçtikçe ucuz işgücünün rekabet gücündeki azalma devam etmekte ve bunu avantaj olarak kullanan bir çok ekonomiyi oldukça kötü etkilemektedir. Bu da ekonomide ve sosyal alanlarda yıkıma neden olmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerinin bir kısmı Afrika ülkeleri dünyadaki bu eşitsiz süreçten çok etkilenmektedir. Bu durumda etnik kargaşa ve çatışmalara neden olmaktadır. 1990 yılında yayımlanan Dünya Kalkınma Raporunda, yoksulluk konusu yeniden gündeme getirilmiştir. Bunun nedeni dünyada yoksulluk sayısı her geçen gün sürekli artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin nüfusun yaklaşık üçte ikisi yoksulluk içinde yaşamaktadır. Dünyada toplam 1.2 milyar insan yoksuldur. Zengin ve fakir ülkeler arasındaki büyük bir uçurum vardır ve eğer önlemler alınmazsa dünya zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrılacaktır. Son on yıldan fazla yoksulluğun azaltılması ile ilgili gelişmeler son çok yavaş oldu. Yoksulluğun ölçülmesi daha kolay olan gelir yoksulluğu açısından yaklaştığımızda Günde 1 dolar ve daha az gelirle yaşayanların sayısı 1990 yılında yaklaşık
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
olarak 1.3 milyar dolar iken 1998'de ancak 1.2 milyar dolara geriledi. Gelişmekte olan ülkelerin nüfusu bu dönem boyunca arttığı için yoksul nüfus oranındaki düşüş çok daha yavaş olmuştur. Bu dönem boyunca yüzde 29 seviyelerinde olan yoksul nüfus ancak yüzde 24'lere düşmüştür. Yoksulluğu ölçmede kullanılan diğer bir ölçüt olan günde 2 dolarla yaşayanların eğilimlerine baktığımızda benzer bir durum ile karşılaşıyoruz. Tüm dünyada bugün 2.8 milyar insan günde 2 dolara yaşamakta ve 150 milyonu çoçuk olmak üzere 800 milyon insan açlık çekmektedir. Dünya Bankası'nın (2000) raporunda günde bir dolar yaklaşımına göre 1994 yılında Türkiye'de yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus oranı toplam nüfusun yüzde 2.4'ünü oluşturduğunu belirtmektedir. Bir günde bir dolar yaklaşımının ikiye katlanmasıyla bulunan bir günde iki dolar yaklaşımına göre ise nüfusun yüzde 18'i yoksulluk sınınnın altındadır. Yoksulluk gelişmekte olan ülkelerin üçte birinden fazlasının (1.8 milyar insan) bulunduğu Doğu Asya'nın pek çok ülkesinde düşüş göstermiştir. Dünyada yoksulluğu azaltma çabası oldukça dengesiz olmuştur. Bu ülkelerde yoksulluk oranı ise hemen hemen yan yarıya azalmıştır. Bu durum tarihte fakirliğin büyük sayıda ve hızla düştüğüne dair tek örnektir diyebiliriz. Yoksulluğun azaltılmasının büyük bir kısmı Çin'de ortaya çıkmakla beraber bölgenin pek çok ülkesinde de hızlı düşüş yaşandı. Diğer gelişmekte olan ülkelerde ise yoksulluğun sonuçları çok daha az memnun edici düzeyde olmuştur. Günde 1 dolardan daha az gelirle yaşayan insan sayısı diğer bölgelerde artmıştır. Gelişmekte olan dünya nüfusunun dörtte birini bulunduran Güney Asya'da yoksulluk oranında yüzde 4'lük düşüş yaşanmasına rağmen yoksulluk oram Latin Amerika, Alt-Sahra Afrikası ve Orta Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaygınlaştı. Bununla birlikte hem yoksulluk sayısı hem de yoksulluk oranı Avrupa ve Orta Asya Bölgesinde (kısmen sosyalizimden piyasa ekonomisinde geçiş yapan ülkelerde de ) hızlı bir biçimde düştü. Dünyada yoksulluğu azaltma çabası oldukça dengesiz olmuştur. 1990-1998 yıllan arasında yoksulluk oranı ise yüzde 62'den yüzde 5ö'ya düşerken yoksulların sayısı 2.7 milyardan 2.8 milyara çıktığı görülmektedir. İktisadi büyüme ve gelirin yeniden dağılımı arasındaki olumlu ilişkiye örnek olarak yalnız Doğu Asya ülkeleri gösterilebilir. Bu bölgede yoksulluğun yavaşta olsa gerilemesi hızlı büyüme ile bağlanülı idi. Buna karşın, Latin Amerika'da seksenli yıllarda yoksulluk göstergeleri hızla yükseldi. Doksanlı yılların başında ekonomik büyüme canlanırken göstergeler de bir değişiklik olmamışür. Kıta Afrikasında ise büyüme ile birlikte sadece kırsal yoksulluk azalırken kentsel yoksulluk artmıştır. Yoksulluk ekonomik büyüme ile bire bir ilişkili olmasına rağmen, kuşkusuz büyümenin dışında başka bir çok faktör tarafından da etkilenir. Örneğin büyüme olsa bile eşitsizlik nedeniyle yoksulluk artabilir. Yukandaki örnekler göstermektedir ki ülkelerin büyüme oranlarından çok büyüme biçimleri yoksulluğu etkilemektedir. Bu nedenle yoksulluk sorununa çözüm yaklaşımlannda istikrarlı ve hızlı büyümeyle bütünleştirilen demokrasi-refah devleti anlayışı içinde siyasi ve sosyal bir çözüm bulmak da gerekmektedir.
237
238
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Özet Sürdürülebilir kalkınma 1^
ve stratejisi nedir
amaçla-
Sürdürülebilir
insani kalkınma
ve insani
kalkın-
n nelerdir?
ma endeksi
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 1994
1987 yılında yayımlanan Ortak Geleceğimiz Rapo-
yılı İnsani Kalkınma Raporu'nda bu yeni kalkınma
ru'nda, sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşakların
stratejisinin adını Sürdürülebilir İnsani Kalkınma
nedir?
ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmak-
olarak ifade etmiştir. Bu yeni kalkınma anlayışı do-
sızın, bugünkü kuşaklann kendi ihtiyaçlarım karşı-
ğal kaynaklara ve çevreye dayanan sürdürülebilir
layabilen kalkınma olarak tanımlanmıştır.
kalkınma yaklaşımı ile temel ihtiyaçlar yaklaşımını
Sürdürülebilir kalkınma stratejisi, kalkınma sorunu-
esas almasının yanında sosyal adalet ve toplumsal
na yeni bir yaklaşım getirmiştir. Sürdürülebilir kal-
barış gibi sosyal ilkeleride içermektedir. İnsani Kal-
kınma stratejisi, kısa dönemli ekonomik yararların
kınma Endeksi her ülkenin diğerlerine göre karşı-
yerini, çok uzun dönemli ve kuşaklar arası toplum-
laştırmalı konumunu veren göreli bir ölçüdür. Bir-
sal ve ekolojik yararların almaşım önermektedir.
leşmiş Milletler, her yıl bu yöntemle yaptığı hesap-
Sürdürülebilir kalkınma stratejisi bazı temel amaç-
lamalara dayanarak ülkeleri düşük, orta ve yüksek
lan vardır. Bunlar; büyümenin yeniden canlandırıl-
insani kalkınmaya sahip olarak üç gruba ayırır.
ması ve niteliğinin değiştirilmesi, gıda, enerji, su ve sağlık alanlarında toplumun temel ihtiyaçlarının kar-
Yoksulluk Kavramı nedir? Nasıl ölçülür?
şılanması, sürdürülebilir bir nüfus artışının sağlan-
Yoksulluk kavramlarını genel olarak gelir yoksul-
ması, kaynak rezervinin korunması ve değerinin
luğu ve insani yoksulluk olarak ele alabilir. Gelir
yükseltilmesi, karar verme süreçlerinde çevre ve
yoksulluğunu da mutlak yoksulluk ve göreli yok-
ekonominin birleştirilmesi ve yoksulluğun azaltıl-
sulluk şeklinde sınıflandırılmaktadır. Mutlak yok-
masıdır. Kısaca bir ülkede sürdürülebilir bir kalkın-
sulluk, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak
manın varolabilmesi, ancak ekonomik sürdürülebi-
gerekli gelirin eksikliğini ifade eder.. Genellikle in-
lirlik, ekolojik sürdürülebilirlik ve sosyal sürdürüle-
sanın günlük minimum kalori ihtiyacının parasal
bilirliğin sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Bu amaçla-
karşılığım temel alarak hesaplanır. Diğer bir hesap-
rın bir arada ve dengeli olması kalkınmayı sürdüre-
lama yönteminde ise sadece minimum gıda harca-
bilir kılmaktadır.
ması değil onun yanında diğer temel ihtiyaçların (giyinme barınma, ısınma gibi) dikkate alınması söz
Çevre sorunları nedir sorunlarının Î J
nuçlar
doğurduğu
so-
nelerdir?
Çevre sorunları, en genel anlamda toplumlann ekonomik etkinliklerini doğal çevreyi dikkate almadan gerçekleştirmelerinden kaynaklanan bir olgudur. Çevre sorunlarının temel nedeninin toplumsal ve ekonomik etkinlikler yoluyla doğal çevre üzerinde kurulan baskıların, çevrenin taşıma kapasitesini aşması olduğu söylenebilir. Ülkeler düzeyinde toplumların çevre üzerinde yarattığı baskılar göz önüne almdığmda , bu baskıların nedenlerinin ve düzeylerinin farklı olduğu görülür. Gerçekten de yapılan gözlemler, bir ülkenin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi ile çevreye ilişkin sorunlarının nedenleri, nitelikleri ve boyutları arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir. Günümüzde global ölçekte dünyayı tehdit eden en önemli çevre sorunları asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi, erozyon, sera etkisi, hava ve su kirliliği olarak görülmektedir. Bu sorunların çok önemli bir kısmı enerji üretimi ve tüketiminden kaynaklanmaktadır.
konusudur. Bu yöntemlerle hesaplanan göstergeler yoksulluk çizgisini vermektedir.
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Yoksulluk
Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi sürdürülebilir kalkınma kavramı içinde yer almaz?
6. İnsani kalkınma endeksine, ekonomik ve sosyal kaynaklara erişim derecesinin göstergesi olarak sağlıklı içme suyuna sahip olamayan nüfüs (yüzde olarak) ve 5 yaşın altında olan ve yeterli beslenemeyen çoçukların nüfus dü-
a. Üretimin artması b. Yoksulluğun giderilmesi c. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi d. Çevrenin korunması e. Finansal piyasaların gelişmesi 2. Aşağıdakilerden hangisi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak gerekli gelirin eksikliğini ifade eder? a. Göreli yoksulluk
zeyinin (yüzde olarak) ilave edilmesiyle aşağıdaki endekslerden hangisi elde edilmiştir? a. Gelir yoksulluğu endeksi b. İnsani yoksulluk endeksi c. Toplumsal cinsiyet bazında gelişme endeksi d. Eşitsizlik endeksi e. Göreli yoksulluk endeksi 7. Seers'ın ileri sürdüğü kalkınma sürecinde nesnel ser-
b. Yoksunluk c. Karşılaştırmalı yoksulluk d. Mutlak yoksulluk
maye birikimine dayalı büyüme kadar, gelir dağılımı boyutu ve insan sermayesi yatırımlarının önemli olduğunu vurgulayan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
e. Göreli eşitsizlik
a. Gelir eşitsizliği yaklaşımı
3. Fosil yakıt kullanımından kaynaklanan sıcaklık artışına ne ad verilir?
b.lnsani kalkınma yaklaşımı c. Kalkınma ahlakı yaklaşımı d. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı
a. Kuraklık etkisi
e. Sınırsız emek arzı ile kalkınma yaklaşımı
b. Sera etkisi c. Karbon etkisi
8. Sürdürülebilir kalkınma kavramının ilk defa ne zaman
d. Asit yağmurları etkisi
ortaya atılmıştır?
e. Erozyon etkisi
a.
4. En son yapılan "Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansının yapıldığı yer ve tarihi aşağıdakilerden hangisinde birlikte ve doğru olarak verilmiştir? a. Güney Afrika'nın başkenti Jahonnesburg, AğustosEylül 2002 b. Güney Amerika'da Rio şehri , Ağustos-Eylül 2002 c. Kuzey Amerikada Los Angeles şehri, Kasım-Aralık 2003 d. G.Kore'nin başkenti Seul, Ağustos 2003 e. Japonya'nm başkenti Tokyo, Ocak 2004 5. Dünya Bankası'nın uluslararası karşılaştırmalarda kullandığı mutlak yoksulluk göstergesi aşağıdakilerden hangisidir? a. Kişi başma 1 dolarlık günlük harcama seviyesi b. Kişi başma 10 dolarlık haftalık harcama seviyesi c. Hane halkı başına 1 dolarlık günlük harcama seviyesi d. Hane halkı başına
239
100 dolarlık aylık harcama
seviyesi e. Kişi başma 100 dolarlık günlük harcama seviyesi
1980 yılında Yoksullaştırıcı Büyüme Raporu'nda
b. 1991 yılında Temel İhtiyaçlar Raporu'nda c.
1987 yılında Ortak Geleceğimiz Raporu'nda
d. 1979 yılında Büyümenin Sınırları Raporu'nda e.
1992 yılında Gündem 21 Raporu'nda
9. Aşağıdakilerden hangisi sürdürülebilir kalkınma stratejisinin elde etmeye çalıştığı temel amaçlardan biri değildir? a. Büyümenin niteliğinin değiştirilmesi ve yeniden canlandmlması b. Gıda, enerji, su ve sağlık alanlannda toplumun temel ihtiyaçlarının sağlanması c. Sürdürülebilir bir nüfus artışının sağlanması d. Karar verme süreçlerinde çevre ve ekonominin birlikte ele alınması e. İşgücü piyasalarında yeniden düzenlemeye gidilmesi 10. Dünyada toplam yoksul insan sayısı yaklaşık olarak ne kadardır? a. 800 milyon b. 1,2 milyar c.
1,7 milyar
d. 2,2 milyar e. 3 milyar
240
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Yaşamın İçinden Otuz yıl önce yoksulluk konusu bol işlenirdi. Kırsal kesimin sefaleti, hatta kentlerde yaşayanların buna duyarsızlığı yazılırdı. 1980'li yıllara dek bu söylem sürdü. Ancak 1980'li yıllarda bu tür söylemler yoksulluk edebiyatı olarak nitelenmeye başladı. Adeta ayıp sayılır oldu. Gelir da-
rizmi taleplerinde gördük. Hayvancılık, seracılık, meyve ve sebze üretiminin teşviki hep kırsal göçü yavaşlatacak, yoksulluğu azaltacak projeler. Yoksulluk terörün de, ilticanın da nedeni. Bu nedenle sosyal adalet doğrultusunda her siyasal çaba bu tehlikeleri bertaraf edecektir. Tabii bir de vicdanlarımızdaki sıkıntıyı
ğılımı duyarlığı toplumsal hafızadan kazınmaya çalışıldı.
Kaynak: Hurşit GÜNEŞ, "Yoksulluk Edebiyatı", Milliyet,
Sonunda büyük ölçüde başarıldı da. Oysa makul bir ya-
3.9.2003.
şam standardı herkesin hakkı. Hatta uygarlığın gereği. Sağlıklı olmak, barınak, eğitim fırsatlannın olması, emeklilikte sıkıntısız bir yaşam sürdürebilmek günümüz insanı-
Okuma Parçası
nın en temel hakları. Fakat bunların hepsi yeterli bir gelir U gerektiriyor. Asıl sorun da burada. Üretmeyince gelir de
Deniz Suyu Yükseliyor
olmuyor. Düşük ücret elbette büyük bir adaletsizliktir.
İklim değişikliği senoryolarına göre 2100 yılında deniz su
Herkes emeğinin karşılığım almalı ve makul bir yaşam
seviyesi dünyada yaklaşık 1 metre yükselecek ve bu yük-
standardı tutturmalıdır. Çalışanlar örgütlenirse ücretler de
selme başta Türkiye olmak üzere kıyı kentlerine sahip
yükselir. Mesela kamuda çalışan işçilerin bu arada toplu
olan ülkeleri olumsuz etkileyecek, iklim değişimi sonucu
sözleşme görüşmeleri sürüyor. Sendikalar eylem halinde.
ortaya çıkan deniz su seviyelerindeki yükselme Akdeniz
Hükümet ise katı davranıyor. Memurların sendikal hakla-
ülkeleri başta olmak üzere denize kıyısı bulunan ülkeleri
rının olmaması nedeniyle maaşlarının düşük kaldığım, iş-
tehdit ediyor. Bilim adamları 2100 yılında deniz su seviye-
çilerin ise aşırı yüksek olduğu görüşünü savunuyor.Çalı-
sinin 1 metre yükselebileceğine dikkat çekiyorlar. Metero-
şanm sosyal haklan, ücretin yükselmesinden önce gelme-
loji mühendisi Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu'nun "Gri Bir
li. Çünkü sosyal haklar, özellikle sigortalı olarak elde edi-
Problem: Küresel iklim Değişikliği" başlıklı araştırmasına
len sağlık ve emeklilik hakları, çalışanı doğrudan ilgilen-
göre, iklim değişikliğinin sonuçlarından biri deniz ve su
diriyor. Fakat ülkemizde bırakın sendikalı olmayı hatta bı-
seviyelerindeki yükselme ile kendini gösterecek.
rakın sigortalı olmayı, sigortasız bile çalışmaya hazır yüz
Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu deniz kıyılarında
binlerce insan var. İşsizlik en büyük adaletsizliktir. İşsizlik
veya deniz kıyılarına yakın yerlerde yaşıyor. Deniz ve su
yoksulluktan da öte yoksunluktur. Bir insamn akşamları
seviyesinin yükselmesi kıyı ve nehirlerin ağzındaki koy-
evine aş götürememesinden daha acı ne olabilir? İşsiz in-
lardaki ekolojik sistemi tehdit edecek. Denizlere yakın al-
san topluma tepki duyar. Hatta sonunda suç bile işleyebi-
çak araziler de su yükseldiğinde sular altında kalacak. Bu
lir. İşsizlik ayyuka çıkarsa toplumsal huzur da bozulur.
tehlike özellikle Bangladeş, Mısır, Hollanda ve bazı ada
Krizden bu yana toplumsal illet giderek yayılıyor. Krizde
ülkeleri başta olmak üzere dünyanın bir çok yerini tehdit
haliyle birçok işadamı işçi çıkarmıştı. Kamuda ise zaten
ediyor.
aşın istihdam vardı. IMF, özellikle bankalardaki bu aşırı is-
Araştırmasında deniz su seviyesinin bir kaç mm yüksel-
tihdamın azaltılmasını isteyince, işsiz ordusu daha da bü-
mesinin büyük bir tehlikeymiş gibi görünmese de aslında
yüdü. Kriz sonrası işler canlanmaya başlasa da yeni işçi
çok önemli bir değer olduğuna çeken Kadıoğlu, su sevi-
alınmıyor. Çünkü artık işadamları daha az işçi ile aynı işi
yesindeki yükselmeden Türkiye'nin tamamen olumsuz şe-
yaratmaya çalışıyor. Ya daha yüksek teknolojiyle, ya da
kilde etkileneceğini belirtiyor. Kadıoğlu, su seviyesinin
daha etkin emek kullanımıyla. İşsizlik arz yönlü de artı-
yükselmesinin dünyadaki ve Türkiye'deki olası etkilerini
yor. Prof. Seyfettin Gürsel'in konu üzerine yaptığı çalış-
şöyle sıralıyor: "İklim değişimi, deniz seviyeleri yükselme-
mada bir yandan kentlere olan göç, diğer yandan da ka-
leri ile birlikte yağışın frekans ve şiddetindeki değişimler,
dın işgücünün emek piyasasına daha fazla girmesiyle arz
kasırgalar, siklonlar ve fırtına kabarması sonucu deniz kı-
yönlü baskı artıyor. Bu ilk bakışta modernlik ve çağdaşlık
yılarım olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Bunların bekle-
olarak nitelense de sonuçta işsizlik artıyor. Şimdi nasıl
nen sonuçları arasında kıyı erozyonu, delta ve yer altı su-
olacak da bu işsizliği aşacağız? Kuşkusuz öncelikle eko-
larının tuzlanması, meddücezirin körfez ve nehirlerdeki
nomik büyüme ile. Bunu da sürdürülebilir, yani sürekli
yükseltilerin değişimi, sediment ve besin naklindeki deği-
olacak bir büyüme yapısıyla elde edeceğiz. Anadolu'nun
şimler, kıyı sulannın kimyasal ve mikrobiyolojik durumla-
çeşitli yerlerinde küçük yatıranlarla iş olanakları yaratma-
rındaki değişimler ve kıyı sellerindeki artışlar sayılabilir.
nın mümkün olduğunu Erzurum'da kış, Artvin'de dağ tu-
Ü n i t e 9 - S ü r d ü r ü l e b i l i r K a l k ı n m a ve Y o k s u l l u k
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
J a p o n y a büyük tehdit altında Kirletici emisyonların bugünkü düzeyde atmosfere salınması devam ederse 2100 yılında deniz seviyeleri 1 metre
1. e
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir Kalkınma
2. d
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir İnsani Kalkınma
Kavramı' bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
yükselmiş olacak. Bu yükselme, örneğin Japonya kıyılarını büyük ölçüde tehdit ediyor. Japonya endüstrisinin yüz-
ve Yoksulluk Yaklaşımları İçerisinde Yoksulluk
de 50'sini ve plajlarının yüzde 80'ini kaybetme tehlikesi
Kavramı ve Yoksulluğun Ölçülmesi" bölümünü
altında. Avrupa'da en riskli yerler Almanya, Hollanda ve
yeniden gözden geçiriniz.
Ukrayna kıyıları ile birlikte Türkiye'deki Seyhan, Ceyhan,
3 .b
Göksu, Patara, Eşençayı, Fethiye, Büyük Menderes, Kü-
Çevre
Sorunlarının Doğurduğu Sonuçlar" bölümünü
lan. Kuzey Afrika'da Nil deltasının önemli bir kısmı da sel
yeniden gözden geçiriniz.
ve erazyon nedeniyle kaybedilebilir. Pasifik Okyonus'un-
4. a
daki ada ülkeleri ve kıyılarda yerleşen toplumlar kıyı eraz-
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir Kalkınmada Doğal Kaynaklar ve Çevre içerisinde
yonu ve kıyı selleri tehlikesine açık. Marşal adaları, top-
Çevre
Konusunda Uluslararası Gelişmeler" bölümünü
lam kara alanmm yüzde 80'ini kaybedebilir.
yeniden gözden geçiriniz. 5 .a
Turizm ve tarımımız etkilenecek
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir insani Kalkınma ve Yoksulluk Yaklaşımları içerisinde Yoksulluk
Kıyı sel ve erozyonları Batı ve Orta Afrika'nın alçak sevi-
Kavramı ve Yoksulluğun Ölçülmesi" bölümünü
yeli Angola, Kamerun, Nijerya, Seagal, Gabon gibi ülkele-
yeniden gözden geçiriniz.
rini ciddi şekilde etkileyecek. Deniz su seviyelerindeki
6. b.
yükselme tadı su sıkıntısı ile beraber Türkiye'nin turizm
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir insani Kalkınma ve Yoksulluk Yaklaşımları içerisinde Yoksulluk
ve tarım setöründe de büyük kayıplara neden olabilecek.
Kavramı ve Yoksulluğun Ölçülmesi" bölümünü
Kıyı şeridindeki yerleşim alanları yükselen deniz suyu ile
yeniden gözden geçiriniz.
kaplanırsa veya bunu önlemek için ekonomik boyutu çok
7. d
büyük olabilecek setler inşa edilmesi gerekebilir. Benzer
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir insani Kalkınma ve Yoksulluk Yaklaşımları içinde Temel ihtiyaçlar
şekilde turistik plajlar ve yat limanları yükselen deniz su-
Yaklaşımı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz..
yu ile kullanılamaz hale gelebilecek. Tuzlu deniz suyu,
8. c
nehirler ve yer altı suları gibi, tadı su kaynaklanın da yok
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir Kalkınma Kavramı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
edebilir. Ayrıca kıyı şeridinde ve deltalardaki tarım alanla-
9 e
rı da kullanılamaz hale gelebilecek. Kıyılardaki konut ve
Yanıtınız yanlış ise "sürdürülebilir kalkınma stratejisi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
balık üretim kaybı da olabilecek.
10. b
Deniz suları toprağm tuzu haline dönüştüğünde büyük
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir insani Kalkınma ve Yoksulluk Yaklaşımları içerisinde Ekonomik
sorunlara neden olur. Tarım alanlan tuzlu su girişimiyle,
Büyüme, Eşitsizlik ve Yoksulluk"
önceleri büyük verim kayıplarına uğrarken sonraları da
yeniden gözden geçiriniz.
tamamen kullanılamaz hale gelirler. Ayrıca tuzlu su girişimi sorununun çoğu zaman kısa bir süre içinde çözüleme-
Kaynak: 27 Ağustos 2002, Finansal Forum.
Yanıtınız yanlış ise "Sürdürülebilir Kalkınmada Doğal Kaynaklar ve Çevre içerisinde
çük Menderes, Bakırçay ve Gediz gibi bazı Akdeniz delta-
mesi de sorununun önemini daha da artırıyor.
241
99
bölümünü
242
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde 1
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Temiz, verimli ve ucuz enerji kaynakları çevre korunması
Allen, T. and A. Thomas (Ed) (1992). P o v e r t y a n d
açısmdan çok önemli araçlardır. Çünkü dünyada çevre
Development i n T h e 1990s, Oxford University Press
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
kirliliğine neden en önemli kaynak enerji üretimi ve tüketimi olmaktadır. Günümüzde ekonomik gelişme sonucunda enerji tüketimi enerji arzım zorlamaktadır. Bu nedenle alternatif enerji kaynakları içinde rüzgar gücü, hidrojen, su vbg. Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde 2002 yılında yapılan "Dünya Kalkınma Zirve sinde gelişmekte olan ülke-
in associate with The Open University. Altuğ, F. (1990). Çevre Sorunları, Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. Başkaya F., (1997). K a l k ı n m a İktisadının Yükselişi ve Düşüşü. 2. Baskı, imge Kitabevi. Ertürk, H. (1996). Çevre Bilimlerine Giriş. Genişletilmiş İkinci Baskı, Bursa.
ler için sağlanması gereken yeni enerji kaynakları projele-
Gills M., D. H. Perkins, M. Roemer, D. R. Snodgrass (1992).
ri tartışıldı. Değerlendirilen projeler ve görüşler arasında
E c o n o m i c s o f D e v e l o p m e n t , New York: W. W.
en çok destek gören enerji kaynağı rüzgar gücünün gelişmekte olan ülkeler için bir çözüm olabileceği şeklinde idi.. Bu enerji kaynağmın özelliği temiz, yenilenebilen kaynak olması yani sonsuz kaynak ve maliyeti daha düşük. Gerçekte rüzge enerjisinin Avrupa'da hesaplanan ma-
Norton&Company. Gürkan, A. (1979). E k o n o m i k Gelişme ve Sorunları. Ankara: Kalite Matbaası. Han, E. ve A.A.Kaya (2002). K a l k ı n m a Ekonomisi: Teo r i ve Politika, Eskişehir.
liyeti saat başma 3.6 cent, termik santralinden üretilen
İşgüden, T. ve diğerleri (1995) Gelişme İktisadı Kuram-
elektiriğin maliyeti 3.5-2.5 cent arası değişmekte. Bunun
Eleştiri-Yorum, istanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
ülkeler arasmda yaygınlaşması ve diğer enerji kaynakları ile rekabet edebilmesi için devlet desteğinin olması gerekmektedir. Gerçekte teknolojik gelişmeler sayesinde rüzgar enerjisi diğer enerji kaynakları ile rekabet edebilecek düzeye geliyor.
A.Ş. Sen A. (2000). D e v e l o p m e n t As F r e e d o m , New York: Alfred A. Knopf Inc. Şenses F. (2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İstanbul: iletişim Yayınları. Todora
P.M.
and
S.
Smith
(2003).
Economic
Sıra Sizde 2
D e v e l o p m e n t , Eigth Edition, New York: Pearson
Kitabm başmda da ifade edildiği gibi, kişi başına düşen
Addison Wesley.
GSMH ülkede yaratılan gelirin nüfus orlalamasına bölünerek elde edilen bir değer olduğu için gelir dağılımım yansıtmaz. Bunun yerine gelir dağılımını daha iyi yansıtan nüfusun (hane halkmm) yüzde 10 veya yüzde 20'lik dilimlere ayırılarak kullanılabilir gelirden aldıkları paylara göre değerlendirilmesidir. Örneğin ortalama kişi başına düşen GSMH'ı 2900 dolar gelire sahip olan Türkiye'de en düşük gelirli yüzde 10'un geliri kişi başına GSMH'ı 6 l 6 dolardır. Dünyanm en fakir olan ülkesi olan Sierra Leone 'da kişi başma düşen GSMH 130 dolar en yoksul yüzde 10'un geliri 6.5 dolar. Dünya'nm en zengin ülkelerinin başında gelen İsviçre, Norveç, Japonya, ABD ve Almanya'da kişi başına GSMH sırasıyla, 38,350, 32,880, 32,350, 30,600, 25,350 dolar, bu ülkelerin en yoksul yüzde 10'un geliri 14, 190, 13, 481, 15, 470, 5,508 ve 8, 365 dir. En yoksullann en fazla gelire sahip oluğu ülke ise Japonya olmaktadır.
Sıra Sizde 3 Türkiye Kamu-Sen, Ocak 2004 fiyatları baz alınarak yaptığı araştırmada, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 1 milyar 638 milyon lira, çalışan tek kişinin yoksulluk sınırının ise 598 milyon 351 bin lira olarak saptamıştır.
TÜSİAD (2000). Türkiye'de Bireysel Gelir Dağdımı ve Yoksulluk Avrupa Birliği İle Karşılaştırma. YASED (1991). E k o n o m i k B ü y ü m e v e Çevre K o r u n ması.
wl
M I •
Kalkınma Planlaması
I
I •L'l
Kaynak dağılımı ve yöneltme işlevlerini yerine getiremeyen pazar ve fiyat mekanizması, ekonomide kaynak israfına neden olmakta ve temel kalkınma sorunlarını çözmede yetersiz kalmaktadır. Bu durum, özellikle azgelişmiş ülkelerin kalkınmalarını önceden düşünülmüş, tutarlı, düzenli, optimal, rasyonel, kısacası planlı bir biçimde gerçekleştirmeleri gereğini açıkça ortaya koymaktadır. Genel olarak ifade etmek gerekirse, kalkınmanın planlanması, geleceğin belirsizliklerini minimize ederek, bir yandan özel girişimcilere "doğru" kararlar alabilme olanağı sağlarken, başka bir deyişle ekonomik sürecin yönlendirilmesi işlevini yerine getirirken, öte yandan devlet etkinlik ve müdahalesinin "rasyonel" bir ekonomi politikası çerçevesinde yapılmasını disipline eder.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları İktisadi planlama gereği neden doğar? Cğp Planlamanın anlam ve niteliği nedir? Planlama ile güdülen amaçlar nelerdir? <JgJ> Plan türleri nelerdir?
;
yanıtlayabileceksiniz.
11
244
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Bize Gerekli Olan Daha Uzun ve Daha Uzun Vadeli Bir Bakış Açısıdır... Türkiye, sürdürülebilir bir büyüme trendini yakalamak için insanına daha fazla yatırım yapmak, elindeki kaynakları da en etkili bir biçimde kullanmanın yolunu da bulmak zorundadır. Biraz önce sözünü ettiğim rapor eğitim ve teknolojik yatırım açısından da çok fakir olduğumuzu gösteriyor. Buna göre Türkiye'de milli gelirden eğitime ayrılan pay maalesef %3.5, sağlığa ayrılan pay %3-6, borç ödemelerine ayrılan pay ise %15.2 dir. Biliyoruz ki bu tablo değişmeden yüksek bir kalkınma hızına kavuşmak asla mümkün olmayacaktır. Bunun için de ekonomik sorunlara kısa vadeli olduğu kadar uzun vadeli bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Bize gerekli olan daha uzun ve daha uzun vadeli bir bakış açısıdır. Bu konuda bana göre, Devlet Planlama Teşkilatına çok ciddi, çok büyük görevler düşmektedir. Ama ne yazık ki sayın bakanım son yıllarda planlama sözcüğü sanki ayıp bir sözcük gibi algılanır olmuştur. Planlama ayıp değildir, tam tersine küresel ekonomik rekabette vazgeçilmeyecek ciddi bir unsurdur. Şirketler bile bir ay, bir yıl, beş yıl sonrasını planlarken ekonomik kaynakların yarısına el koyan devletin harcamalarını plansız, gelişigüzel yapması da asla düşünülemez. Burada devletçi planlamadan söz ettiğim anlaşılmasın. Elbette ki Türkiye kalkınmasını özel sektör öncülüğünde gerçekleştirecektir. Türkiye zaten tercihini bu yönde yapmıştır. Benim sözünü ettiğim planlama, devletin kamu kaynaklarını kullanırken kıt kaynaklarını en etkin biçimde kullanmasını amaçlayan piyasa koşullarına duyarlı bir planlamadır. Sayın bakanımızın da aramızda olmasını fırsat bilerek ekonominin geleceğinin stratejik planlamasında DPT'nin daha aktif bir rol oynaması ve DPT'ye daha fazla kulak vermesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Kaynak: Zafer ÇAĞLAYAN, "Üretimi, İstihdamı ve Verimliliği Artırmaktan Başka Çaremiz Yok", ASOMEDYA, Eylül-Ekim 2003, s.: 113, 27Ağustos 2003 Tarihli Oda Meclisi Toplantı Konuşması 'ndan.
Anahtar Kavramlar • İktisadi Planlama • Konjonktür • Plan Ekonomisi
İçindekiler • • • • •
İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ PLANLAMANIN ANLAM VE ÖNEMİ PLANLAMA İLE GÜDÜLEN AMAÇLAR PLANLAMA ARAÇLARI PLAN TÜRLERİ
• Otarşi • Kalkınma
Planı
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ Önceki ünitelerden bilindiği gibi, azgelişmiş ülkeler bir dizi kalkınma sorununu ve temelde her ülke ekonomisi gibi, optimal kaynak dağılımı sorununu belli bir ekonomik düzen ya da mekanizma aracılığıyla çözmek zorundadırlar. Yine Kaynaklann Dağlımı Sorunu'nun ele alındığı üniteden bilindiği gibi, azgelişmiş ülkelerde pazar ekonomisinin ön koşulları yeterince oluşmamıştır. Dolayısıyla pazarlar kendilerinden beklenen etkinliği gösterememektedirler. Bu nedenle de, devlet ekonomik sürece daha fazla müdahale etmekte; ekonomik sürecin koordinasyonunda pazar ve devlet birlikte etkin olmaktadır. Böylece ortaya çıkan ekonomilere, "karma ekonomiler" denildiğini biliyoruz. Nitekim kalkınma ekonomisinin temel ilgi alanını oluşturan azgelişmiş ülkelerin ekonomik düzeni genelde karma ekonomi düzenidir. Bu bakımdan kalkınma ekonomisinin kuramsal ve politika yönlerinden yapılan analizlerinde genellikle bu düzen dikkate alınır. Temel ilkeleri ilgili ünitede açıklanmış olan karma ekonomilerde, bir yanda pazar ekonomisinde fiyat mekanizması etkili olurken, öte yanda fiyat mekanizmasına dayalı kararlar dışında oluşan kamu kesimi de -pazar içinde yer aldığı ölçüdehem fiyat mekanizmasının işleyişinden etkilenir, hem de onun işleyişini etkiler. Görüldüğü gibi, ortada klasik anlamda bir pazar ekonomisi modeli yoktur. Gerçekte, özel ve kamu kesiminin iç içe geçtiği bir pazar ekonomisi vardır.Böyle bir ekonomik düzen içinde özel ve kamu kesiminin karşılıklı etkileriyle oluşan bir pazar ekonomisi meydana çıkmaktadır. Çoğu azgelişmiş ülkede devletin ekonomiye müdahalesi, belli bir konu ya da alanla sınırlı olmayıp ekonomik düzenin niteliğini etkileyecek boyuttadır. Böyle bir ekonomik yapı içerisinde gerek devlet müdahalesi sonucu, gerekse esasen gelişmemiş pazar ekonomisi sonucu pazar ve fiyat mekanizması işlevsel olamamaktadır. Başka bir deyişle bu mekanizma kaynakların optimal dağılımını sağlayamamakta ve ülkenin temel kalkınma sorunlarını çözümleyememektedir. Kaynak dağılımı ve yöneltme işlevlerini yerine getiremeyen pazar ve fiyat mekanizması, ekonomide kaynak israfına neden olmakta ve temel kalkınma sorunlannı çözmede yetersiz kalmaktadır. Bu durum, özellikle azgelişmiş ülkelerin kalkınmalannı önceden düşünülmüş, tutarlı, düzenli, optimal, rasyonel, kısacası planlı bir biçimde gerçekleştirmeleri gereğini açıkça ortaya koymaktadır. Genel olarak ifade etmek gerekirse, kalkınmanın planlanması, geleceğin belirsizliklerini minimize ederek, bir yandan özel girişimcilere "doğru" kararlar alabilme olanağı sağlarken, başka bir deyişle ekonomik sürecin yönlendirilmesi işlevini yerine getirirken, öte yandan devlet etkinlik ve müdahalesinin "rasyonel" bir ekonomi politikası çerçevesinde yapılmasını disipline eder.
Ekonomik Sürecin Planlanması Bu arada ekonominin planlanması gereğinin, yalnızca azgelişmiş ülkelere ve devletin iktisadi etkinliklerine özgü olduğunu da düşünmemek gerekir. Nitekim, pazar ekonomisinin çok geniş ölçüde uygulandığı günümüz gelişmiş ülkelerinde de planlamaya başvurulmaktadır. Özellikle pazar mekanizmasının işlevsel olmadığı ya da istenilen süre ve düzeyde sonuç alınamadığı alanlarda bu ülkeler de ekonomik süreci planlama gereğini duymaktadırlar. Bu alanları şöylece açabiliriz: Birincisi, kurulması ya da oluşması beklenen bir dönüşüm ya da uyum sürecinin, pazar aracılığıyla ancak çok uzun sürelerde gerçekleşecek olmasıdır. Bu ko-
245
246
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
nuda en önemli örnekler, tarımsal yapıdan sınai yapıya geçiş için gerekli koşulların oluşturulması, temel madde sanayilerinin değişen koşullara uyumu, ekonominin savaş ekonomisine dönüşümü gibi konulardır. İkincisi, arzulanan bir amacın pazar aracılığıyla bile güvenli bir biçimde sağlanmamasıdır. Bu durum, özellikle arz yönünde büyük aksamalar olduğunda ya da arzın talepteki değişmelere büyük bir gecikmeyle uyum göstermesi halinde söz konusudur. Bunun için tarımsal ürün arzı, yol yapımı, konut yapımı gibi örnekler verilebilir. Üçüncüsü, pazar mekanizmasının işlerliğini tümüyle ya da kısmen yitirmesidir. Burada, örneğin maliyedere ilişkin yanlış tahminler, uzun döneme ilişkin yanlış kârlılık hesapları, başka değişmelerden etkilenerek ortaya çıkan darboğazlar gibi çeşitli nedenler sayılabilir. Gerçekten de bugün dahi bir çok Batı Avrupa ülkesinde, yukarıda belirtilen olumsuzlukları gidermek amacıyla "orta dönemli" gelişme program ya da planlan hazırlanmakta ve uygulanmaktadır.
Kalkınmanın Planlanması Gereği Gelişmiş ülkelerdeki bu duruma karşın, genel olarak işlevsel pazar ekonomisi koşullarının henüz oluşmadığı ya da pazar mekanizmasının etkin işlemediği azgelişmiş ülkelerde kalkınmanın planlanması, sosyo-ekonomik gelişmenin özellikle önemli bir aracıdır. Kalkınma konusuyla ilgili bilim adamı ve uygulayıcılann hemen hepsi, azgelişmiş ülkelerin hızlı ve sürekli bir gelişmeyi klasik anlamda serbest piyasa ekonomisi ilkelerine dayanarak gerçekleştiremeyecekleri konusunda birleşmektedirler. Esasen tarihsel gelişme içinde otomatik iktisadi mekanizma inancı kaybolmuş ve "klasik serbest" pazar mekanizmasının tek başına hızlı ve kendiliğinden bir gelişmeyi sağlayamayacağı anlaşılmıştır. Azgelişmiş ülkelerde ekonomik ve sosyal gelişmenin serbest pazar mekanizmasına ya da rastlantılara bırakılmaması, bir bakıma gelişmenin bilinçli, planlı olması ve yönlendirilmesi gerektiği demektir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik süreç konusundaki görüşlerde görülen bu değişme, aslında tüm azgelişmiş ülkelerde hazırlanan kalkınma planlarının gerekçesini de açıklamaktadır.
PLANLAMANIN ANLAMI VE NİTELİĞİ Ç
DİKKAT n İ K »^t^J
"Planlama" ve "Plan Ekonomisi" kavramları, özellikle ideolojik açıdan öteden beri tartışma konusu yapılmıştır. Her ne kadar bugün bu tartışma, kimi marjinal kesimlerin dışında, önemini yitirmiş olmakla birlikte, ilgili kavramlardan neyin anlaşılması gerektiğini açıklamakta yarar vardır. "Batı"da uzun süre üretim araçlarının toplumsallığı ve mikro-makroekonomik büyüklüklerin emredici bir biçimde belirlenmesi anlamında kabul edilen bu kavramlar, "Doğu"da tüm iktisadi ve sosyal sorunların çözümlenmesinde bir güvence, optimal bir araç olarak görülmüştür. Bu yargı bir bakıma, "kapitalist pazar ekonomisi"nin plansız, dağınık, rasdantılara dayalı bir ekonomiyi sergilediği ve bu yüzden de sürekli buhranlarla sarsıldığı inanç ve iddiasını kapalı bir biçimde içermektedir. Batıda ise genel bir gelişme planının pazar ekonomisi mantığı ile bağdaşmayacağı ve karşılaşılan kimi sorunların aşılmasında herhangi bir yarar sağlamayacağı fikri egemen olmuştur. Genel nitelikteki bu önyargılar gerek ekonomi politikası uygulamalan, gerekse iktisat biliminin ortaya koyduğu bilgiler ışığında önemini yitirmiştir. Uygulama ve
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
bilim, konuya salt araçsal bir gözle bakma eğiliminin doğmasını sağlamıştır. Dolayısıyla hem pazar ekonomisi, hem de merkezi yönetim ekonomisi araçlarını amaca hizmet eder bir işlevselliğe kavuşturma çaba ve analizleri yoğunluk kazanmıştır. Bu arada planlama kavramı, nesnel bir içerikte anlaşılmaya başlanmıştır. Günümüzde artık planlama kavramı, belli bir ekonomik sistemle özdeş olmayan bir anlam kazanmıştır. Rasyonel bir ekonomi politikası, planlı bir ekonomi politikası olarak görülmektedir. Bunu genelleştirecek olursak, her rasyonel davranış, planlı bir davranış olarak kabul edilir diyebiliriz. İktisat ya da iktisadilik kavramları, planlama etkinliğini, bireysel ya da toplumsal ihtiyaçların karşılanması için kıt kaynakların rasyonel kullanımı anlamında içerir. Buna göre özel ekonomik birimlerin planlı davranışları ile devletin amaçları ve bunlara uygun önlemleri programlamaya ve gerçekleştirmeye yönelik planlı ekonomi politikasını, yukandaki mantıkla anlamak gerekir. Dolayısıyla devletin "ekonomik düzenin genel çerçevesf'ni, kurumsal yapıyı ve "oyunun kuralları"nı planlamadığı sürece pazar ekonomisini de rasyonel bir düzen saymamız olanaklı değildir. Kaldı ki, azgelişmiş ülkelerde pazar mekanizmasının yeterince işlevsel olmadığı ve bu ülkelerin pazar mekanizmasınca çözülmesi hemen hemen olanaksız bir dizi kalkınma sorunu ile karşı karşıya olduğu yukarıda belirtilmişti. Bu ve burada ayrıntısına girilmeyen nedenlerle devletin her planlama çabasını, önyargısal bir yaklaşımla "Plan Ekonomisi ya da Merkezi Yönetim Ekonomisi" ile özdeşleştirmek doğru değildir. Özellikle karma ekonomik bir yapıya sahip azgelişmiş ülkelerde, kalkınmanın gerçekleştirilmesi için uygulanacak planlamanın bu açıdan özel bir önemi vardır. Bu tür planlama, genellikle her tür altyapının oluşturulmasına, temel ekonomik faaliyet alanlarının kurulmasına, stratejik yapım sanayi kesimlerine ve kamu ekonomik girişimlerine ilişkin orta ve uzun dönemli planlamalan kapsamaktadır. Aslında bu tür bir planlamanın, temelde pazar ekonomisi ilkeleriyle uzun dönemde bağdaşabileceği söylenebilir. Çünkü özel girişimlerin kendi planlamalarını pazara uydurmaları gibi, kamu girişimlerinin de planlama aracılığıyla bu uyumu kurmaları sağlanabilecektir. Bu açıklamalardan sonra, planlama ile ilgili kimi önemli kavramları tanımlayabiliriz. Pazar ekonomisinin rasyonelliği için devlete düşen en temel görevler nelerdir?
Planlama ile İlgili Temel Kavramlar Büyüme kuramlarının azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunu üzerinde daha ayrıntılı ve sistematik olarak durmaları, "Planlama Kuramı"nın doğup gelişmesine önayak olmuştur. Her zaman olduğu gibi yeni bir bilim dalı, yeni bir terminoloji gerektirmiştir.
Kalkınma Planlaması Kalkınma planlaması, oldukça geniş bir süreci ifade eder. Yukarıda belirttiğimiz gibi, kendi başına bir bilim dalıdır. Kalkınma planlaması en geniş anlamıyla, uzun dönemli kalkınma politikasının belli kurallara göre düzenlenmesi demektir. Bu ifadeyi açtığımız takdirde kalkınma planlaması, bir ülkede geçerli ekonomik, sosyal ve siyasal değer yargıları ışığında, belirli bir dönemde toplumun ulaşmak istediği sosyo-ekonomik amaçlara ve sayısal olarak belirlenmiş hedeflere en uygun bir biçimde varmak için, kaynakların belirli organlar tarafından yöneltilmesi sürecidir diyebiliriz. Bu tanımdan çıkartılabilecek en önemli sonuç, pazar mekanizmasının çözümleyemediği temel iktisadi sorunun, planlama yoluyla çözümlenmeye çalışılma-
247
Plan Ekonomisi: Plan ekonomisi yerine kimi zaman merkezi yönetim ekonomisi de denir. Bu ekonomik organizasyonda, merkezi plan örgütünce hazırlanan bir genel plan çerçevesinde tüm ekonomik sürecin akışı kontrol altına alınır. Özel birimlerin karar alma özgürlüğünün hemen hemen olmadığı bu modelde iktisadi birimler, sadece öngörülen hedefleri gerçekleştirme yükümlüğü taşırlar.
• F ^ F L
SıRA S I Z D E ^ )
248
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
sidir. Ekonominin dengeli ve sürekli gelişmesini sağlama ya da bunu engelleyen faktörlerin ortadan kaldırılması, bilinçli bir çaba olan planlama yoluyla olacaktır. Bu alanda planlamanın en önemli işlevi, gelişme için uygun olmayan yapının, uygun bir duruma getirilmesidir.
Durum Değerlemesi ya da Bilgi Toplama Tutarlı bir kalkınma politikası çerçevesinde plan yapma, ancak gerçeğe uygun ve fonksiyonel ilişkileri veren bilgilerle olanaklıdır. Kalkınma planının hazırlanmasına geçmeden önce, ülkenin tüm sosyal ve ekonomik varlıklarının belirlenmesi, bir envanterinin çıkarılması gerekir. Kalkınma planlamasının bu birinci aşamasının amacı, en önemli istatistiksel bilgilerin toplanması, düzenlenmesi ve işlenmesidir.
Kalkınma Stratejisi ve Hedeflerin Belirlenmesi Birinci aşamada toplanan bilgiler, ikinci aşamada kalkınma stratejisi ve kalkınma politikası hedeflerinin kararlaştırılmasında temel olarak kullanılacaktır. Her kalkınma planı, açık ya da kapalı bir kalkınma stratejisi içerir. Burada çeşitli kalkınma yolları ve seçenekleri söz konusudur. Kimilerini daha önceki ünitelerden de bildiğimiz bu stratejiler arasından, ekonomi politikasını kotaran ve yürüten organ tarafından en uygun görülecek bir tercihin yapılması gerekecektir. Bunlar örneğin; • Dengeli ya da dengesiz kalkınma • Sanayi ya da tarım önceliği • Öncü kesimlerin (sektörlerin) geliştirilmesi • Altyapı ya da üretken yatırım önceliği • Hakça gelir dağılımı • Sermaye birikiminin artırılması • Ödemeler bilançosunun iyileştirilmesi • İstihdam düzeyinin yükseltilmesi • Eğitim sisteminin iyileştirilmesi gibi öncelik ya da kriterlerle ilgili olabilir. Yukarıda sıralanan kalkınma stratejilerinden izlenmesine karar verilenlere dayanarak genel kalkınma hedefleri belirlenir. Bunlar da genellikle milli gelir artışı, yurtiçi tasarrufların artırılması, sınai ve tarımsal verimlilik ve üretimin artınlması gibi temelde kalitatif ya da alternatif kantitatif büyüklükler olarak ifade edilir. Bunlar, yukarıdaki stratejik tercihlerden ilgili olanlarım daha somut biçimde açıklarlar. Bu tür genel hedefler, bir sonraki çalışma aşaması olan programlama için gerekli ipuçlarını verir. Yukarıdaki strateji seçeneklerine uygun olarak daha başka genel kalkınma hedeflerini siz de ifade ediniz.
Kalkınmanın Programlanması Plancılar yukarıdaki çalışma aşamalarından, ülkenin gerek geçmişteki ekonomik yapı ve kalkınma durumu, gerekse gelecekteki gelişme için dayanılan kalkınma stratejisi modeli hakkında ön bilgilere sahip olurlar. Kalkınmanın programlanmasının en önemli amacı, plan taslağının hazırlanmasıdır. Plan taslağı, ilgili kurul, hükümet ve yasama organınca onaylandıktan soma, Kalkınma Planı niteliğini kazanacak olan belgedir.
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
Azgelişmiş ülkelerde yapılan kalkınma planlarının hemen hepsi, genel olarak ekonominin makro ve sektörel açıdan beklenen gelişmelerini ve bunlarla ilgili plan hedeflerini içerir. Planlarda hedeflenen büyüklüklere tutarlı ya da optimal bir biçimde nasıl vanlabileceği uygun bir Kalkınma Politikası Modeli aracılığıyla formüle edilir.
Kalkınma Planının Uygulanması Kalkınma planlaması sürecinin dördüncü aşaması, hazırlanmış ve kabul edilmiş olan kalkınma planının uygulanmasıdır. Planının, temel olarak ekonomik-teknik içeriği ve iç tutarlılığı doyurucu olsa bile, planda formüle edilmiş olan hedefler, yaşama geçirilmesi için gerekli olan uygun kalkınma politikası önlemleriyle desteklenmediği sürece kısır, uygulama olanağı bulamayan "arzular" olarak kalacaktır. Gerçekten de azgelişmiş ülkelerde plan uygulamasına eleştirici bir gözle bakıldığında, planlamanın bu temel gerekliliğine yeterince önem verilmediği görülür. Bu nedenle plan uygulamasına, en az planının hazırlanması ölçüsünde titizlik gösterilerek, uygulamada ortaya çıkabilecek aksama ve gecikmelerin zamanında önlenmesine çalışılmalıdır.
Kalkınma Planının Değerlemesi ve Başarının Ölçülmesi Plan uygulamasına ek olarak ve kısmen o aşamada önemli bir sorun da, kalkınma planı ile ekonomik ve sosyal kalkınmanın ne ölçüde başarılmış olduğunun bilinmesidir. îşte plan ya da programlama değerlemesinin amacı, bu sorunu bilimsel ve objektif olarak aydınlatabilmektir. Değerleme sürekli yapılan bir çalışmadır. Bu süreç içinde değerleme ile kalkınma planlamasının akışı içinde ortaya çıkan ekonomik ve sosyal değişmelerin saptanması ve sayıya dökülmesi mümkün olur. Değerlemenin kalkınma politikası açısından amacı, ortaya çıkabilecek yanlış kalkınma eğilimlerini bulmak, bunun doğrudan ya da dolaylı nedenlerini araştırmak ve açıklamak, geçmişte yapılan yanlışların gelecekte yapılma tehlikesini gidermektir. Bu aşamada son olarak, planın hazırlanmasına ve uygulamasına katılan kuruluşlar ile kullanılan programlama modelinin de değerlendirilmesi gerekir.
Kalkınma Planı Kalkınma planı, kalkınma politikasının en önemli aracıdır. Kalkınma planlaması ile eş anlamda değildir. Kalkınma planlaması, yukarıda sayılan çalışma aşamalarını ve bu arada kalkınma planını da kavrayan bir süreç olduğu halde, kalkınma planı bu sürecin bir aşamasında (kalkınmanın programlanması aşamasında) meydana getirilen bir üründür. Planlama çalışmalan içinde yürütülen teknik uğraşılar sonucunda bir plan taslağı hazırlanır. Bu taslakta plan hedefleri ve bunların gerçekleştirilmesinde uygulanacak tüm araçlar ve kalkınma politikası önlemleri tutarlı bir biçimde bütünleştirilmiş olur. Bu, açıkça yapılan tercihlerin mevcut beşeri ve maddi kaynakların dikkate alınmasıyla, planlanan dönemde belirli bir ekonomik ve sosyal kalkınma sürecinin gerçekleşmesini sağlayacak bir amaç-araç uyumunun kurulması demektir. Bu nitelikteki çalışmalann siyasal karar organlarınca kabul edilmesiyle ortaya çıkan kalkınma planı, ekonominin tümünü kapsayan ve kalkınma sorununu planlama ilkeleri ışığında çözümlemede belli ölçüde uyulması zorunlu kuralları içeren bir öngörüdür.
249
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
250
(»»"»^af
Kalkınma planında amaç-araç uyumunun kurulması ne demektir?
Kalkınma Programı Konuşma dilinde ve hatta kimi Birleşmiş Milletler yayınlarında bile kalkınma programı kavramı, zaman zaman kalkınma planı ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Oysa kalkınma programı, kalkınma planından daha dar bir alanı kapsar. Çünkü bir programın, ekonominin tüm alanlarını kapsaması gerekmez. Programlar, bir kaç kalkınma projesinin birbiriyle uyumlu bir biçimde hazırlanmasıyla meydana getirilir. Örneğin Toplum Kalkınması Programı, Kırsal Kalkınma Programı gibi. Plan ve program arasındaki temel fark şöylece gösterilebilir: Plan, tüm ekonomi dikkate alınarak hazırlanmasına karşın, program sadece ele alınan bir kaç proje arasındaki koordinasyonu sağlamaya yöneliktir. Bu arada program, tüm ekonomiyi kapsayan bir plan olmaksızın da, hazırlanıp uygulanabilir. Ancak kalkınma programları, bir kalkınma planı ile bütünleştirildikten sonra, daha etkin bir uygulama şansına sahip olabilir.
A z g e l i ş m i ş Ü l k e l e r d e P l a n l a m a n ı n Niteliği (
DİKKAT
y ^ f Yukarıda, günümüzde artık planlama kavramına ideolojik yönden bakılmadığı, özellikle uygulamaıun böyle olduğu belirtilmişti. Gerçekten de azgelişmiş ülkelerin kalkınma planlaması uygulamasına bakıldığında, ne tümüyle merkezi yönetim ekonomisi ve onun kalkınma yöntemlerinin ne de tümüyle klasik liberal ekonomi anlayışı ve onun kalkınma modelinin benimsendiği görülür. Bilindiği gibi azgelişmiş ülkeler, genellikle bu iki temel modelin belirli araç ve özelliklerini belli ölçüde yapısında taşıyan karma ekonomik bir nitelik gösterirler. Dolayısıyla bu ülkelerde, devletin ekonomik sürece bir plan aracılığıyla müdahale etmesi, bu müdahalenin de tümüyle fiyat mekanizmasının yerini almak yerine, fiyat sisteminin daha işlevsel olmasını sağlayacak bir nitelikte olması esastır. Bu anlayış içinde, azgelişmiş ülkelerdeki kalkınma planlamasının kamu kesimi için emredici; özel kesim ve bireyler için, pazar mekanizmasının yeterince yerine getiremediği yol göstericilik niteliğinin esas olduğu söylenebilir. Azgelişmiş ülkelerdeki uygulamaya bakıldığında, fiyat mekanizması ile planlamanın birlikte kullanıldığı, ancak devletin planlama yoluyla pazara müdahalesinin ülkeden ülkeye değişik ölçüde olduğu görülür. Ne var ki bu ülkelerin çoğunda benimsenen ortak görüş, başlangıçta olmasa bile, uzun dönemde ekonomik sürecin yönlendirilmesi ve kaynak dağılımının yerine getirilmesinde pazar ve fiyat mekanizmasına giderek daha fazla yer verilmesidir.
O s l Z . E ^ g f
Azgelişmiş ülkelerde planlamanın temel niteliğini tartışınız.
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
251
PLANLAMA İLE G Ü D Ü L E N AMAÇLAR Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, bugün artık özellikle iktisadi planlama, ge- l i ) ^ lişmişlik düzeyi ne olursa olsun hemen tüm ülkelerce uygulanmaktadır. " '
DİKKAT
Ne var ki ülkelerin siyasal, sosyal ve ekonomik yapılannın, dolayısıyla sahip olduklan "genel değer yargılari'nın farklı olması ve aynca karşılaştıkları iktisadi sorunların değişik nitelikte olması, ülkelerin planlama ile güttükleri amaçların farklı olması sonucunu doğurur. Aşağıda planlama ile güdülen başlıca amaçlar ele alınmışür.
Planlamayı Bir Teknik Olarak Kabul Eden Amaçlar Bu grupta toplanan planlama amaçları, planlamayı ekonomik etkinlikleri rasyonel kılmak üzere kullanılan teknikler olarak kabul etmektedir. Amaçlar, istatistik yasalannın sonuçlanna, bilimsel gözlem ve geleceğe ilişkin tahminlere göre saptanır. Amaçlar belirlenirken, planın hangi çerçevede uygulanacağı, hangi araçların kullanılacağı, bu amaçlann kimlerle ilgili olacağı gibi sorulara yanıt aranmaz; amaçlar biçimsel olarak saptanır. Planlamayı salt bir teknik olarak kabul eden ülkeler, planlamayı daha yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmak üzere, ekonomik çabaların rasyonel kılınması, başka bir ifadeyle rasyonel ekonomik davranışın gereği olarak algılarlar. Anımsayacağınız gibi bu anlayış, her ekonominin temel iktisadi sorunu olan kıt kaynakların sonsuz ihtiyaçların karşılanmasına rasyonel bir biçimde yöneltilmesini içerir. Buna göre gerek bireyler ve girişimciler gerekse devlet, planlama yoluyla rasyonel davranışlarda bulunacak ve bunun sonucunda da ekonominin kıt kaynaklan optimal bir biçimde kullanılmış olacaktır. Bu anlayışa uygun olarak hazırlanan planlarda formüle edilen başlıca amaçlar şunlardır: • Geleceğe ilişkin iktisadi kararları planlamak. Burada planlama, salt bir tahmin yapma aracı olarak görülmektedir. • Modern özel girişimcilik ilkelerini kamu kesimine aktarmak. Burada planlama, ABD ve Fransa'da olduğu gibi, kamu iktisadi girişimlerinin modernizasyonu ve rasyonalizasyonu biçiminde dar anlamda kavranılmaktadır. • Bu gruba giren başka bir amaç, pazar araştırması yapmak biçiminde ifade edilebilir. Fransız Planlamasının özellikle izlediği bu amaca göre, pazar mekanizmasının yerine geçen kimi planlama etkinliklerinin, pazar araştırmasına olanak veren yöntemleri de kapsaması gerekir. • Son olarak kimi görüşlere göre de, planlamanın amacı, geleceğe ilişkin belirsizlikleri ve riskleri mikro ve makro düzeyde minimize etmek olmalıdır.
Ekonomik Açıdan Önem Taşıyan Amaçlar Bu gruba giren planlama amaçları, daha çok ekonomik açıdan önemli, siyasal açıdan yansız amaçlardır. Burada iktisadi kalkınma kapsamında saptanmış olan ekonomi politikası hedefleri ve beklentileri esastır. Bu nedenle bu tür amaçlar, "nelerin nasıl olmasını belirleyen"normatif niteliktedirler. Dolayısıyla ekonomik açıdan önem taşıyan amaçların yansızlığı, sosyopolitik değer yargılarından bağımsız olmalan demek değildir.
DİKKAT
252
Konjonktür: Ekonomik hayatın yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği iniş çıkışlı, dalgalı hareketlerin tümüne verilen addır. Konjonktür dalgaları canlanma, yükselme, buhran (kriz) ve durgunluk aşamalarından oluşur. Özellikle her tür makroekonomik göstergeler, gecikmeli de olsa, ilgili aşamada aynı yönde gelişme gösterir. Otarşi: Kendi kendine yeterlilik anlamındadır. Otarşiyi savunan görüşlerin temelinde ekonomik yönden dışa bağlılığın ekonomik, siyasal ve askeri sakıncalar yarattığı düşüncesi bulunmaktadır. Otarşiyi savunan bir dış ticaret ve gelişme politikası, günümüzde artık uygulanabilirliğini yitirmiştir. Yakın geçmişte, genellikle sosyalist ülkelerin otarşiyi farklı derecelerde hedefleyen ekonomik politikalar izlediği söylenebilir.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Bu • • • • • • • • •
gruba giren başlıca amaçları da şöylece sıralayabiliriz: Kıt kaynakların tam kullanımı İşgücünün tam istihdamı Üretim kapasitesinin tam kullanımı Refahın maksimizasyonu Büyümenin maksimizasyonu Dengeli ve istikrarlı büyüme Ödemeler dengesi istikrarı Hakça gelir dağılımı Konjonktür dalgalanmalarının minimizasyonu
Siyasal Açıdan Önem Taşıyan Amaçlar Kimi ülkelerin genel olarak ya da kimi zaman yaptıkları planlamalar, siyasal yönden ağırlığı olan öncelikleri gerçekleştirmeyi amaçlar. Planların tüm içeriği böyle bir anlayışla hazırlanabileceği gibi, saptanan kimi amaçlarda siyasal nitelik ön plana çıkarılmış da olabilir. Bu tür amaçlar çoğu zaman veri olarak ve ekonomik değişkenlerden bağımsız bir biçimde saptanır. Bu grup altında örnek olarak şu amaçlardan söz edebiliriz: • Ulusal savunma ya da silahlanma amacına yönelik planlama. • Askeri ve ekonomik açıdan bir savaşın kazanılması için yapılan planlama. • Birleşik bir devlet düzeni kurmak, ulusal birliğe ulaşmak ya da otarşik bir sosyalist ekonomi gerçekleştirmek amacıyla yapılan planlama. • Çeşidi ekonomik sistemler arasındaki rekabetten üstün çıkma ya da belli ülkelerin ekonomik gelişmiş düzeyine ulaşma amacına yönelik planlamalar. Örneğin kapitalist bir ülkenin ekonomik gelişme düzeyine yetişmek ya da onu geçmek için sosyalist bir ülkenin planlamaya başvurması. Başka bir örnek, İngiltere'nin Alman ve Fransız Ekonomilerinin gelişme hızlanna ulaşmak amacıyla uyguladığı planlamadır. Türk Kalkınma Planlamasında siyasal ilke ve hedefler esas olarak, açıkça yer almamakla birlikte, 1973-1977 döneminin kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk dilimini oluşturduğu 22 Yıllık Perspektif Plan sonunda (1995 yılında), İtalya'nın 1970'lerdeki ekonomik yapısına ulaşma amacı dile getirilmişti. Siyasal açıdan önem taşıyan amaçlar çoğunlukla nasıl saptanır?
Yapısal Değişiklik Öngören Amaçlar Bir ekonominin planlanması, aslında sosyal yapının da planlanması demektir. Özellikle bu durum kalkınma planlamasında açıktır. Bilindiği gibi kalkınma politikasının temel amacı gerekli yapısal değişiklikleri gerçekleştirmektir. Bu nedenle, bu gruptaki planlama amaçları, planlama mekanizmasıyla toplumun yapısında değişiklik öngören, başka bir deyişle toplumsal değişmelerin planlanmasına ilişkin amaçları içermektedir. Bunları da şöylece sıralayabiliriz: • Kurumsal değişiklikleri öngören planlamalar. Örneğin toprak reformu, vergi reformu, kamu iktisadi kuruluşları reformu gibi. • Rekabet yapısı ile ilgili düzenlemeler. Bu konuda rekabet düzeninin kurulup yerleşmesine yönelik yasal ve kurumsal düzenlemeler ile rekabeti önleyici tekelci eğilimlerin ortadan kaldırılmasına yönelik amaçlar örnek verilebilir. • Bu gruba giren en önemli amaçlardan biri de, ekonomik yapıda değişiklik öngören, yani sanayileşmeyi ön plana alan amaçlardır. Bu amaç hem eko-
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
nomik yapısını modernleştirmeye yönelen gelişmiş ülkelerde ve hem de tarımsal yapıdan sınai yapıya geçmeyi amaçlayan azgelişmiş ülkelerin kalkınma planlamalarında önemli bir yer tutar. • Son olarak kimi planlamalar, toplumun tüm yapısını değiştirmeyi amaçlayabilir. Farklı biçimlerde ifade edilmekle birlikte, birçok planda bu tür sosyal ve ekonomik yapı değişikliklerinin, sosyalist bir düzenin kurulması ile gerçekleşeceği belirtilmektedir. Bunun örneklerine sosyalist ülkelerin yaptıkları planlamalarda rastianabilmektedir.
PLANLAMA ARAÇLARI Planlama araçları deyiminden gerek planlama çalışmalarında yararlanılan, gerekse planlarda saptanmış olan amaçlara ulaşmak için kullanılması gereken nitelik ve nicelik yönünden tanımlanmış araçlar akla gelir. İkinci araç grubunu biraz daha açarsak, planlama araçları ekonominin kıt kaynaklarıyla toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılan her türlü araçlardır. Planlama araçlarının niteliği ve bunların etkileri büyük ölçüde ekonominin içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyine, ekonominin yapısına ve eldeki olanaklara bağldır. Farklı ekonomik gelişme düzeyinde bulunan ülkelerin ulaşmak istediği amaçlar aynı olsa bile, kullanılacak planlama araçları aynı olmayabilecektir. Çünkü örneğin bir ekonomi için olumlu sonuç verecek bir araç ya da araç demeti, başka bir ekonomi için aynı derecede başarılı olmayabilir. Bu bakamdan, gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin yararlanacakları araç ve önlemlerin farklı olabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Yönetsel Nitelikteki Araçlar Bunlar, kamu organlarının plan uygulamasını plan amaçlarına uygun bir biçimde yönlendirmek için kullandıkları çeşidi araç ve önlemlerdir. Bunlar arasında anayasa, yasa, kararname, yönetmelik, bildiri gibi belgeler sayılabilir. En yaygın biçimde kullanılan yönetsel nitelikteki araçlar şunlardır: • Dış ticaret ve döviz kurları konusunda getirilen düzenlemeler. Bunların amacı ya döviz giderlerini azaltmak ya da döviz kazancını artırmaktır. • Vergi politikası. Uygulamada çok yaygın bir biçimde kullanılan bir grup planlama aracı vergi politikasıdır. Bu grup içinde örneğin gelir vergisi, devlete finansman sağlama amacı yanında, özellikle gelir esnekliği yüksek olan malların tüketimini kısıtlamak ya da özel tüketimi bütçe aracılığıyla kamu tüketimi biçimine dönüştürmek amacıyla kullanılır. Gider vergisi ise bir yandan zorunlu tasarrufa yol açan bir mali araç olarak kullanıldığı gibi öte yandan da, mal talebini kısıdı arz düzeyine indirme amacıyla kullanılabilir. Bunların dışında vergileme, birçok ülkede plan hedeflerine ulaşma amacıyla özendirici ya da caydırıcı (yönlendirme aracı olarak) bir araç olarak kullanılır. Bu konuda vergi ayrıcalıkları, indirimleri kolaylıkları özel kesimin kalkınma planlan doğrultusunda hareket etmesini sağlamak amacıyla oldukça yaygın bir biçimde başvurulan önlemlerdir. • Yönetsel nitelikteki araçlardan biri de bütçelerdir. Devlet ve yerel yönetim bütçeleri plan uygulamasında başvurulan en önemli araçlardır. Bütçenin bir planlama aracı olarak görülmesi, onun içerdiği kalemlerden ileri gelir. Daha açıkçası, kamu gelirleri ve harcamalarını oluşturan kalemlerin büyüklüklerinde öngörülen değişiklikler, ilgili bütçelerin etkilediği kesimlerin plan he-
253
254
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
deflerine uygun davranışlarda bulunmalarını sağlar. Öte yandan devlet bütçelerinin kalkınma planları ile bağdaşır bir biçimde hazırlanması ve uygulanması gereği açıktır. • Yardımlar ve benzeri araçlar. Bu araçlara hemen her ülkenin planlama uygulamasında rasdamak mümkündür. Örneğin Türk Planlamasında ihracat ve belirli yatırımlar için getirilen özendirme önlemleri ile tarım kesimi için izlenen destekleme politikası geniş bir uygulama alamna sahiptir. • Kamusal kaynaklı krediler. Başka bir yönetsel nitelikli planlama aracı, kamu fonlarının yatırımların finansmanı amacıyla kredi biçiminde verilmesidir. Bu fonlar doğal olarak, plan hedeflerine uygun özel yatırım projelerinin finansmanı amacıyla kullandırılmaktadır.
İktisadi Nitelikteki Araçlar İktisadi nitelikteki araçlar öngörülen plan hedeflerinin gerçekleştirilmesi amacıyla planlama kapsamına giren kişi, işletme ya da kurumlara sağlanan maddi nitelikteki özendirici yol ve yöntemlerdir. Bilindiği gibi iktisadi faaliyette bulunan herkes çıkarını, gelirini artıracak biçimde rasyonel bir davranış içindedir. Bu nedenle planlama kapsamına giren iktisadi birimlerin maddi nitelikteki katkılarla özendirilmesi, plan amaçlarının gerçekleşmesini olumlu yönde etkileyecektir. Sosyalist ülkelerde çok yaygın bir biçimde uygulanmış bulunan bu özendirici araçların, öbür ülkelerde bu denli önemli olmadığı söylenebilir. Bu ülkelerde özel girişimleri uyarıcı iktisadi nitelikteki araçlar, girişimlerin dışında ortaya çıkar. Bu ülkeler plan hedeflerini gerçekleştirmek için daha çok iktisadi nitelikteki şu araçlardan yararlanırlar: • Yaürımları yönlendirmeye yarayan tahminler. • Devletin orta ve uzun dönemde izleyeceği ekonomi politikası. • Yapılması istenilen üretim faaliyetleri için sağlanacak vergi indirimleri. • Mali yardımlar. • Plan hedeflerine uygun yatırım projelerine sağlanacak özel kredi olanakları. Kimi iktisadi nitelikteki araçlar ile yönetsel nitelikteki araçlar arasındaki farklılık nereden gelir?
Yansız Araçlar Yansız araçlar, yönetsel ve iktisadi nitelikte olmayan, ancak planlama mekanizmasının daha etkin işlemesini sağlayan araçlardır. Bunları da şöylece açıklayabiliriz: • İstatistiksel verilerin toplanması. Gerçekçi ve tutarlı bir planlama çalışması için en önemli araçlardandır. Verilerin toplanması, düzenlenmesi ve işlenmesi eksiksiz bir biçimde yerine getirilmelidir. Özellikle azgelişmiş ülkelerin gerçekçi ve ileri programlama tekniklerini içeren bir kalkınma planı hazırlamada karşılaştıkları en önemli darboğazın doğru ve eksiksiz veri olduğu unutulmamalıdır. • Bir örnek muhasebe sistemi. Muhasebe sisteminin bir örnek olması, planlamanın teknik açıdan üstün bir nitelik kazanmasına olanak sağlar. Gerçekten tüm işletmelerde aynı tip kayıt sisteminin uygulanması, planlama amaçlarına uygun verilerin işletme düzeyinde toplanmasını ve işlenmesini büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
255
• Programlama teknikleri. Planlama çalışmalarında kullanılan programlama teknikleri de yansız bir araç grubudur. Tahmin modelleri ve girdi-çıktı tekniği ile doğrusal programlama tekniğini içeren karar modelleri özellikle planın hazırlanmasında kullanılan önemli yansız nitelikli araçlardır. • Yıllık programlar ve kesim (sektör) programları. Yıllık programlar, orta dönemli (genellikle beş yıllık) planların uygulama araçlarıdır. Bunlar planlarda öngörülen hedeflerin yıllara düşen büyüklüklerini saptayan ve bu arada ortaya çıkabilecek sapmaları zaman geçirmeden düzeltecek önlemleri içeren ve yıllar itibariyle plan uygulamasını kapsayan belgelerdir. Kesim ve alt kesim programları ise, genellikle ekonomide kritik sayılan üretim alanlannda rasyonel kaynak dağılımını sağlayan, ileride ortaya çıkabilecek darboğazlan önceden kestirerek önleyen çalışmalardır. Bu çalışmalar, orta dönemli planlara yardımcı bir araç olarak yararlı olurlar.
Glrdi-Çıktı Tekniği: Programlama çalışmalarında, ulusal ekonomiyi oluşturan sektörler arasındaki mal akımlarını sistematik ve ayrıntılı bir biçimde kavrayarak tutarlılık problemini çözmede kullanılan bir tekniktir. Bu modelde, genellikle sayısal olarak belirlenmiş, sabit bir hedef vardır. Model, bu sabit hedefi, örneğin sayısal olarak belirlenmiş belli bir nihai talep setini gerçekleştirmek için ne kadar üretim yapılması gerektiğini verir.
PLAN TÜRLERİ İktisadi planlamaya verilen değişik anlamları ortaya koyabilmek için plan türlerini de görmemizde yarar vardır. Aşağıda değişik kriterlere göre yapılan plan ayırımlan verilmiştir.
Uzun, Orta ve Kısa Dönemli Planlar Kapsadıklan süre bakımından kalkınma planları genellikle uzun, orta ve kısa dönemli olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Uzun dönemli planlar, yirmi ya da otuz yılı kapsayan planlardır. Bu planlara perspektif plan da denir. Bunlar hızlı bir iktisadi kalkınmanın sağlanabilmesi için, bir bütün olarak ekonominin çeşidi kesimlerinde karşılaşılacak sorunların çözümünü gösteren genel nitelikte makro hedefleri içerirler. Orta dönemli planlar, daha ayrıntılı ve somut bir nitelik taşırlar. Bunlar genellikle 5-7 yıllık bir dönemi kapsarlar. Bu dönem saptanırken, yönetsel ve siyasal gerekler yanında baraj, demiryolu, karayolu, liman, elektrik santralleri, sulama projeleri ve ağır sanayi komplekslerine ilişkin yatırımların tamamlanıp işletmeye açılabilmesini sağlayan bir sürenin seçilmesine dikkat edilir. Aynı zamanda, böyle bir sürenin teknik ilerlemelerin iktisadi etkilerini ve gelecekte beklenilen gelişmelerini de doğru olarak tahmin etmeye olanak verecek bir uzunlukta olması gerekir. Orta dönemli planlar, doğal olarak içinde yer aldığı perspektif plan ile tutarlı olmak zorundadır. Kalkınma planı denilince, aksi belirtilmedikçe, genel olarak orta dönemli planlar anlaşılır. Kısa dönemli planlar, bir yıllık planlardır. Bunlara yukarıda da değinildiği gibi, genellikle yıllık programlar denir. Bu planlar, uzun ve orta dönemli planlara göre daha aynntılı ve açık bir özellik taşır.
Ulusal Planlar ve Bölgesel Planlar Planlar ölçeklerine göre de sınıflandırılabilirler. Ulusal planlar ülke çapında bir bütün olarak ekonominin tüm kesim ve sorunlarını ele alan planlardır. Kalkınma planlan genelde bu tür planlardır. Bu arada özellik gösteren bölgelere ilişkin olarak da bölgesel planlar hazırlanabilir. Bu planlar ülkenin belli bir bölgesinin -özellikle görece olarak geri kalmış bölgelerin- kalkınma sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan planlardır. Bunun dışında ulusal planlar yanında, onunla bütünleşmiş olarak ve bölgesel ekonomik ve doğal potansiyelden olabildiğince fazla yararlanmak amacıyla da bölgesel planlar hazırlanabilir.
Perspektif Plan: Yirmi yada otuz yılı kapsayan planlardır.
256
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Makro, Kesimsel (Sektörel) ve Mikro Planlar sonucunu do-
Makro planlar en geniş kapsama sahip olup ülke ekonomisi ile ilgili makro büyüklükleri içerir. Bu planlarda temel amaç ülke kaynaklarının optimal dağılımını sağlayarak sosyal refahın maksimize edilmesidir. Bununla ilgili olarak makro planlama milli hasıla, istihdam hacmi, toplam yatırımlar ve tasarruflar, para değeri, dış ticaret gibi tüm ekonomiyi ilgilendiren büyüklüklerin birbiriyle tutarlı bir biçimde planlanmasıdır. Bu tür planlarda ekonominin makro düzeyde stratejik büyüklükleriyle ilgili kararlar ve beklentiler formüle edilir. Kesimsel ya da sektörel planlamanın konusu ise, petro-kimya üretimi, demirçelik üretimi, tarımsal üretim, turizm ve madencilik yatırımları gibi sektör düzeyinde toplulaştırılmış büyüklüklerdir. Bunun yanında kesimsel programlamanın da, ekonominin üretim alanları arasındaki girdi-çıktı ilişkilerini tutarlı bir biçimde ortaya koyması gerekir. Kesimsel planlamada, ekonominin özellikle kritik sektörleriyle ilgili kararlar ve beklentiler formüle edilir. Mikro planlamanın konusu da, temelde üretimin tür ve miktarı ile ilgili iktisadi birimlerdir. Mikro planlar genellikle bir planlama birimi sayılan girişimlerin çeşitli iktisadi büyüklüklerini ele alırlar. Dolayısıyla buradaki sorun, duruma göre verimlilik, etkinlik, kârlılık gibi amaçlarla ilgilidir. Ulusal düzeyde yapılan kalkınma planlamasında, özellikle makro ve kesimsel programlama çalışmaları birbiriyle uyumlaştırılırlar. Başka bir deyişle bütünleştirilmiş bir kalkınma planı bu iki alana ilişkin hedeflerin tutarlılığını sağlamak durumundadır. Mikro birimlere ilişkin planlama çalışmalarının, karma ekonomi düzeninde kamu iktisadi girişimleriyle ilgili olduğu açıktır. Bu durumda kamu kesiminin genel planla bütünleştirilmesinde bu çalışmaların da tutarlılık analizlerinde dikkate alınması gerekir.
Tek Hedefli ve Çok Hedefli Planlar Yapılan planlama çalışmaları ve bu arada hazırlanan plan, tek bir hedefi elde etmeye çalışıyorsa, tek hedefli bir planlama söz konusudur. Ancak uygulamada, özellikle azgelişmiş ülkelerin yaptıkları planlamalar, genellikle çok hedefli olma özelliğini taşırlar. Dolayısıyla bu tür planlamada hedeflerin bağdaşabilirliği sorunu öne çıkar. Plan hedef ya da hedeflerinin belirlenmesi ve buna uygun olarak planlama modeli, hedef değişkenlerin sayısını ortaya koyar. Gerek planlamanın niteliğinin belirlenmesinde, gerekse plan uygulamasının değerlendirilmesinde plan hedeflerinin sayısının bilinmesi önem taşır.
Büyüme Tipi ve Kalkınma Tipi Planlar de buna
Ekonomide sadece büyümeyi sağlayan unsurların dengeli ve istikrarlı bir büyümeyi gerçekleştirecek biçimde planlanması, büyüme tipi bir planlamadır.
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
257
Buna karşın büyümeyi sağlayan unsurlar yanında, belki de bunun da üstünde ekonomide yapısal değişimi gerçekleştirmek, sosyo-ekonomik yapıya dinamizm kazandırmak amacıyla hazırlanan planlar, kalkınma tipi planlardır. Azgelişmiş ülkelerdeki planlamanın temel özelliğinin kalkınma tipinde olması gereği açıktır. Bu durum, özellikle plan uygulamasının başarısını ölçmede önemli bir kriterdir. Çünkü, örneğin gayrisafİ milli hasılası yıldan yıla artış göstermiş, fakat sanayide öngörülen yapısal değişimi sağlayamamış ya da dış ticaretinde gerekli yapısal değişimi gerçekleştirememiş bir plan uygulamasının azgelişmiş bir ülke için, kalkınma amacı açısından anlamı kuşkuludur.
Y o l Gösterici ve Emredici Planlar Son olarak planlann kontrol alanları ve güçleri ile içerdikleri zorunlu olma unsuru, bizi yol gösterici ve emredici planlar ayırımına götürür. Yol gösterici planlama ya da planlar, temelde pazar ekonomisine bağlı ülkelerde uygulanan planlama faaliyetidir. îlke olarak yol gösterici planlama, bireysel ekonomiler için ya bağlayıcı olmayan, uyum sağlayıcı araçları ya da bilgi verici amaç büyüklüklerini içeren makro, kesimsel ve/ya da mikro büyüklüklerin planlanmasıdır. Emredici planlama ilke olarak, tüm ekonomik birimler için uyulması zorunlu mikro ve makro amaç büyüklüklerinin saptanmasıdır. Görüldüğü gibi yol gösterici planlama ile emredici planlama uygulamasının temelinde, ülkelerin sahip olduklan ekonomik ve siyasal düzenin niteliği yatmaktadır. Önceki ünitelerden de anımsayacağınız gibi karma ekonomik bir yapıya sahip azgelişmiş ülkelerde bir arada bulunan özel ve kamu kesimi birlikte planlanır. Ekonomik yaşamda özel kesimin önemli ölçüde yer almış olması, azgelişmiş ülkelerdeki planlamanın bu kesim için yol gösterici bir nitelik taşımasını gerektirir. Çoğu kez bu planlamaya "özendirici planlama" da denir. Bu ekonomilerde emredicilik yalnızca kamu kesimi için söz konusu olabilir; nelerin yapılıp yapılmayacağı bu kesim için açıkça planda yer alır.
Yol gösterici planlama, bireysel ekonomiler için ya bağlayıcı olmayan, uyum sağlayıcı araçları ya da bilgi verici amaç büyüklüklerini içeren makro, kesimsel ve/ya da mikro büyüklüklerin planlanmasıdır. Emredici planlama, tüm ekonomik birimler için uyulması zorunlu mikro ve makro amaç büyüklüklerinin saptanmasıdır.
DİKKAT
3
258
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Özet İktisadi planlama 1
'
gereği neden
doğar?
Planlama
ile güdülen amaçlar
nelerdir?
Azgelişmiş ülkelerde pazar mekanizmasının bilinen
Ülkeler planlamaya başvurmakla çeşitli amaçların
nedenlerle optimal kaynak dağılımım sağlayama-
gerçekleşmesini beklerler. Bunlar, planlamayı bir
ması ve temel kalkınma sorunlarım çözememesi,
teknik olarak gören amaçlar, ekonomik açıdan
bu ülkeleri kalkınmalarını planlama yoluyla ger-
önem taşıyan amaçlar, siyasal açıdan önem taşıyan
çekleştirmeye itmiştir. Planlama, bugün artık nes-
amaçlar ve yapısal değişiklik öngören amaçlar ola-
nel bir içerikte anlaşılmakta, rasyonel kaynak dağı-
rak gruplandmlabilir. Bu arada planlama da, yönet-
lımı ve kullanımı sağlamada pazar mekanizmasının
sel nitelikte, iktisadi nitelikte ve yansız nitelikte olan
etkin olmadığı alanlarda planlama büyük bir önem
çeşiüi araç ve önlemleri kullanarak başarıya varma-
taşımaktadır.
ya çalışır.
Planlamanın
anlam ve niteliği nedir?
Plan türleri nelerdir?
Kalkınma planlaması çeşitli çalışma aşamalanndan
Planlar; kapsadıkları süreye, ölçeğe, kontrol ettikle-
oluşan geniş ve uzun bir süreçtir. Gerçekçi ve ek-
ri ekonomik alana ve içerdikleri hedef sayısına gö-
siksiz bir planlama faaliyeti, bu çalışma aşamaları-
re, ayrıca büyüme ve kalkınma amacına ve içerdik-
nın gereklerinin yerine getirilmesiyle oluşur. "Ba-
leri zorunlu olma unsuruna göre de türlere aynlır-
tı"da uzun süre üretim araçlanmn toplumsallığı ve
lar. Bunlar; uzun, orta ve kısa dönemli planlar, ulu-
mikro-makroekonomik büyüklüklerin emredici bir
sal planlar ve bölgesel planlar, makro,kesimsel (sek-
biçimde belirlenmesi anlamında kabul edilen bu
törel) ve mikro planlar, tek hedefli ve çok hedefli
kavramlar, "Doğu"da tüm iktisadi ve sosyal sorun-
planlar, büyüme tipi ve kalkınma tipi planlar, yol
ların çözümlenmesinde bir güvence, optimal bir
gösterici ve emredici planlardır.
araç olarak görülmüştür. Planlama etkinliğini, bireysel ya da toplumsal ihtiyaçlann karşılanması için kıt kaynakların rasyonel kullanımı anlamım da içerir. Buna göre özel ekonomik birimlerin planlı davranışları ile devletin amaçlan ve bunlara uygun önlemleri programlamaya ve gerçekleştirmeye yönelik çabalan bu niteliktedir.
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi, azgelişmiş ülkeleri kalkınma planlamasına iten nedenlerden biri değildir? a. Pazar mekanizmasımn hızlı ve sürekli bir kalkınmayı sağlayamaması b. Pazar mekanizmasının optimal kaynak dağılımım sağlayamaması c. Pazar mekanizmasının yöneltme işlevini yerine getirememesi d. Uzun dönemde pazar mekanizmasının yerine planlamanın geçirilmesi zorunluluğu e. Devletin ekonomik sürece müdahalesinin planlanması gereği 2. Aşağıdakilerden hangisinde genel kalkınma hedeflerinden biri değildir? a. Milli gelirin artırılması b. Sınai ve tarımsal verimliliğin artırılması c. Hukuk kurallarının iyileştirilmesi d. Üretimin artırılması e. Yurtiçi tasarruflarının artınlması 3. Planlamayı sadece teknik bir araç olarak kabul eden amaçlar belirlenirken, aşağıdakilerden hangisi dikkate alınır? a. Amaçların kimlerle ilgili olacağı b. Amaçların nasıl bir biçimsel yapıya sahip olacağı c. Planm hangi çerçevede uygulanacağı d. Amaçların ne kadar sürede gerçekleştirileceği e. Hangi araçların kullanılacağı 4. Aşağıdakilerden hangisi ekonomik açıdan önem taşıyan amaçlardan biri değildir? a. Refahm maksimizasyonu b. Sanayileşmenin sağlanması c. Üretim kapasitesinin tam kullanımı d. Dengeli ve istikrarlı büyüme e. Konjonktür dalgalanmalarının minimizasyonu 5. Aşağıdakilerden hangisi yönetsel nitelikli araçlardan biridir? a. Yıllık bütçeler b. Mali yardımlar c. Yatırımlan yönlendirmeye yarayan tahminler d. Bir örnek muhasebe sistemi e. Devletin güttüğü ekonomi politikası
259
6. Perspektif planın diğer adı aşağıdakilerden hangisidir? a. Bölgesel planlar b. Uzun dönemli planlar c. Orta dönemli planlar d. Kesimsel planlar e. Yol gösterici planlar 7. Aşağıdakilerden hangisi iktisadi nitelikteki araçlar arasında yer almaz? a. Yatınmlan yönlendirmeye yarayan tahminler b. Devletin orta ve uzun dönemde izleyeceği ekonomi politikası c. Dış ticaret ve döviz kurları konusunda getirilen düzenlemeler d. Mali yardımlar e. Yapılması istenilen üretim faaliyetleri için sağlanacak vergi indirimleri 8. Aşağıdakilerden hangisi yönetsel nitelikteki araçlar arasında yer almaz? a. Yatınmlan yönlendirmeye yarayan tahminler b. Vergi politikası c. Kamusal kaynaklı krediler d. Yardımlar ve benzeri araçlar e. Dış ticaret ve döviz kurları konusunda getirilen düzenlemeler 9. Aşağıdakilerden hangisi yapısal değişiklik öngören amaçlar arasında yer almaz? a. Kurumsal değişiklik öngören planlamalar b. Rekabet yapısı ile ilgili düzenlemeler c. Ekonomik yapıda değişiklik öngören amaçlar d. Bir örnek muhasebe sistemi yaratmayı amaçlayan planlamalar e. Toplumun tüm yapısını değiştirmeyi amaçlayan planlamalar 10. Plan uygulamasında baş vurulan en önemli araçlardan biri olan devlet ve yerel yönetim bütçeleri hangi nitelikteki planlama araçlarındandır? a. İktisadi b. Yönetsel c. Yansız d. Siyasal e. Teknik
260
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Yaşamın İçinden
ruluşların bağlandığı bakana değil de, başka bir bakana
Devlet Planlama Teşkilatı Nerede?
önemi siyasilerce de minimize edildi.
bağlı olması gidişatı hızlandırdı. Bir anlamda, DPT'nin
DPT anayasal bir kuruluştur. Anayasamıza göre, DPT beş
Genel Müdürlük
yıllık planlar hazırlar ve yıllık ekonomik programları oluş-
Kumanda e k o n o m i l e r i n d e e n ö n e m l i kuruluş Plan-
turur. Oluşturulan plan ve programlar Meclis'in onayına
lama Teşkilatları'dır. Serbest piyasa ekonomilerinde
sunulur. Plan ve programlar kamu sektörü için emredici,
ise e n ö n e m l i kuruluş Merkez Bankaları'dır. DPT'nin
özel sektör için yönlendiricidir.
öneminin giderek azalması bu açıdan doğaldır. DPT'nin
DPT'nin kuruluşundan bu yana sekiz adet beş yıllık plan
öneminin azalması plan ve program yapmanın önemli ol-
yapılmıştır. İlk birkaç tanesi dışarıda bırakılırsa, planların
madığı anlamına gelmez. Aksine, serbest piyasa ekono-
hiçbiri ne kamu sektörünü bağlayıcı, ne de özel sektörü
milerinde de kamu sektörünün belli b i r plan ve prog-
yönlendirici olmuştur. Planların hiçbiri havada kalan ra-
r a m içinde hareket etmesi gerekir.
kamlar manzumesi olmaktan kendilerini kurtaramamış-
Bunun için bir müsteşarlığa ihtiyacın olup olmadığı sorgu-
tır.Yıllık programların da özelliği planlardan farklı değil-
lanmalıdır. Hazine Müsteşarlığında bir genel müdürlük
dir. Yıllık programların en önemli unsuru, kamu sektörü
artık bu işi çok rahat yapabilir.
dengesidir. Hiçbir yıl, bütçe de dahil olmak üzere, programlanan kamu sektörü hedefleri tutturulamamıştır. Planlar da, programlar da anayasal bir zorunluluk olduğun-
Kaynak: Ercan KUMCU, "Devlet Planlama Teşkilatı Nere-
dan hazırlanmışlar, fakat uygulamada önemli bir işlev
de?", Hürriyet, 26.05.2002
görmemişlerdir. Ö n e m i n i Yitirdi En son hazırlanan VIII. Beş Yıllık Kalkınma Plam 2002-
^
Okuma Parçası
2005 yıllarını kapsamaktadır. 1999 yılı sonunda IMF ile
Bize Planlama Gerekli mi?
üzerinde uzlaşılıp yürürlüğe giren istikrar programından
Belki biraz da yıllar önce bu kuruluşta görev yaptığım için
sonra Meclisten geçmiştir. Diğer planlar gibi, VIII. Plan da,
olsa gerek, Devlet Planlama Teşkilatı'nın bugün içine dü-
hükümetin yapabileceklerini değil, görmek istediklerini
şürülmüş olduğu durum zaman zaman beni üzer ve rahat-
sıralamıştır. Örneğin, plan, kapsadığı dönemde milli geli-
sız eder. Bu konuda en az birkaç kere yazdığımı hatırlıyo-
rin yıllık ortalama yüzde 6.7 büyümesini öngörmüştür.
rum. Ancak konunun fazla ilgi toplamadığını da biliyo-
Halbuki, Meclis'e sunulduktan beş ay sonra plandaki ra-
rum. O yüzden, bundan kısa bir süre önce Hürriyet gaze-
kamların hiçbir anlamı kalmamıştır.
tesinde E r c a n Kumcunun 'Devlet P l a n l a m a Teşkilatı
Gerek 2000 yılı istikrar programının hazırlanmasında, ge-
nerede?' başlıklı yazısını görünce, bir meslektaşımın da-
rekse 2002 yılında IMF ile yapılan üç yıllık stand-by dü-
ha konuya el attığını düşünerek sevindim.
zenlemesinin oluşturulmasında DPT'nin bir işlevi, en azın-
Sayın Kumcu, Devlet Planlama Teşkilatı'nın zaman içinde
dan kamuoyu tarafından bilinmemektedir. 2000 yılı orta-
nasıl işlevini yitirdiğini anlattıktan sonra, serbest piyasa
sında istikrar programının gidişatında bazı riskleri dile ge-
ekonomilerinde bunun doğal karşılanması gerektiğini söy-
tiren bir DPT raporu ise yetkilileri kızdırmıştır. Yüksek
lüyor. Bu çeşit kuruluşların 'kumanda' ekonomilerinde
Planlama Kurulu için hazırlanan raporun basına sızması
önem taşıdığım, serbest piyasa ekonomilerinde ise önem-
herkesi telaşlandırmıştır. Sonunda, "DPT'ye de ne oluyor,
li olan kuruluşun Merkez Bankası olduğunu ifade ediyor.
onlar kendi işlerine baksın!" gibi bir tepki gösterilmiştir.
Buna rağmen, kamu sektörünün belli bir plan ve program
DPT son yıllarda ekonomik olaylann dışında kalmıştır. Es-
içinde hareket etmesini sağlamak üzere yine de bir örgü-
kiden IMF heyederi Hazine ve Merkez Bankası ile birlikte
te ihtiyaç bulunduğunu kabul ediyor. Sonuçta da Hazine
DPT'yi de ziyaret eder, ekonominin gidişatını plancılar-
Müsteşarlığında bir genel müdürlüğün bu işi rahatça ya-
dan öğrenirdi. Artık, DPT, IMF için de önemini kaybetti.
pabileceği hükmüne vanyor.
Bir zamanlar DPT'nin uygulamaya yönelik yetkileri vardı.
Bu konuda sayın Kumcu'nun gözlemlerinin çoğuna katıl-
O yetkiler de, yerinde bir kararla başka kuruluşlara devre-
makla birlikte vardığı sonucu paylaşmadığımı söylemek
dilince, DPT'nin önemi iyice azaldı. Bu gelişmelerin arka-
isterim. Yüzlerce uzman ve personelin çalıştığı, her yıl
sında serbest piyasa e k o n o m i s i mantığı içinde DPT
devlet bütçesine trilyonlarca lira maliyeti olan kuruluşun,
gibi b i r kuruluşun ö n e m i n i n doğal olarak azalması
buna karşılık ekonomik yönetime katkısının neredeyse
büyük bir rol oynadı. Ama, DPT'nin diğer ekonomik ku-
yok denecek kadar azalmış olduğunun ben de farkında-
Ü n i t e 10 - K a l k ı n m a P l a n l a m a s ı
261
yım. Farkında olduğum bir diğer şey de bugünün koşulla-
olduğu konusuna girecek yerim yok. Ama günümüzde en
rında artık 1960'lann planlama anlayışının fazla geçerli ol-
hararetli piyasa savunucuları bile devlete önemli fonksi-
madığı. Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz ortamda
yonlar düştüğünü kabul ediyor.
Devlet Planlama Teşkilatı'na önemli bazı görevler düştü-
Anayasanın devlete verdiği bir görev olan ekonomik ve
ğüne inanıyorum. Yeter ki, Türkiye'yi yönetme görevini
sosyal planlamayı nasıl kullanacağımızı tartışmaya ihtiya-
üstlenecekler de aynı ihtiyacı duysun.
cımız olduğunu düşünüyorum.
Her şeyden önce teşkilatın konum ve temel fonksiyonu üzerinde bir anlayışa varmak lazım. Böyle bir kuruluşun etkili ve yararlı olabilmesi için yürütmenin, yani 'icranın
K a y n a k : Baran TUNCER, "Bize planlama gerekli mi?", Radikal, 02.06.2002.
dışında olması gerekiyor. Buna paralel olarak da kuruluşun fonksiyonunun 'istişari' olması lazım. Bir diğer deyişle kuruluş hükümete ve pratikte onun başına müşavirlik yapmalıdır. Devlet Planlama Teşkilatı, aym zamanda, çeşitli kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamalıdır. Onun için de koordinasyon yetki ve sorumluluğunu üstlenmiş olan Başba-
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. d.
Yanıtınız yanlış ise, "İktisadi Planlama Gereği"
2. c
Yanıtınız yanlış ise,
bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
kana bir anlamda danışmanlık yapmalıdır. Bugün yasalanmıza göre böyle bir sorumluluğu üstlenen başka bir kuruluş yoktur. Devlet Planlama Teşkilatı yasalann kendisine verdi-
doğacaktır.
Stratejisi ve
den geçiriniz. 3. b
Yanıtınız yanlış ise, '"Planlamayı Bir Teknik Olarak Kabul Eden Araçlar" bölümünü yeniden gözden
ği bu sorumluluğu, hakkıyla yerine getiremediği sürece, bugün olduğu gibi koordinasyon alanında büyük bir boşluk
"Kalkınma
Hedeflerin belirlenmesi" bölümünü yeniden göz-
geçiriniz. 4. b
Yanıtınız yanlış ise, "Ekonomik Açıdan Önem Taşıyan Amaçlar" bölümünü yeniden gözden
Bütün bu fonksiyonların Hazine Müsteşarlığının emrinde
geçiriniz.
bir genel müdürlük tarafından yerine getirilebileceğini ya da getirilmesinin uygun olacağım doğrusu düşünemiyorum. Kamu kesiminde kaynakların ve harcamaların, yalmz yıllık değil fakat en azmdan orta dönemde belli bir plan ve program çerçevesi içinde yapılması için de bir planlama kuruluşuna ihtiyaç olduğu açık. Sayın Kumcu da yazısında zaten böyle bir gereksinim üzerinde duruyor. Son yıllarda bu bakımdan yaşanan disiplinsizliğin acısını çekmeye devam ediyoruz. Eğer Türkiye'de kamu yatırımları üzerinde planlama disiplini devam ettirilebilmiş olsaydı, en belirgin örneğini havaalam yapımında gördüğümüz gibi, bu kadar çok sayıda ölü yatınm yapılabilir miydi? Bütün bunlar önemli olmakla birlikte, bugün belki de en çok eksikliğini duyduğumuz şey ekonomi için bir vizyon veya strateji. Türkiye'nin yeni baştan sürdürülebilir bir büyüme sürecine girebilmesi için bir stratejiye, yani bir yol haritasma büyük ihtiyacı var. Bu strateji yalmz ekonomik değil fakat aynı zamanda sosyal değişkenleri de kapsamak zorunda. Pekiyi, hükümetler için böyle bir yol haritasının hazırlanmasına kim yardımcı olacak? Herhalde böyle bir işi Hazine Müsteşarlığına bağlı bir genel müdürlükten veya benzeri konumda bir başka devlet kuruluşundan beklemek gerçekçi olmaz. Serbest piyasa e k o n o m i s i n i n geçerli olduğu b i r sistemde bile devletin üstlenmesi gereken p e k ç o k sorumluluklar bulunuyor. Çünkü e k o n o m i d e bütün çözümleri, iyi işliyor bile olsa, piyasaya b ı r a k m a k mümk ü n değil. Burada devlete düşecek sorumlulukların neler
6. b
Yanıtınız yanlış ise, 'Uzun, Orta ve Kısa Dönemli
7. c
Yanıtınız yanlış ise, "İktisadi Nitelikteki Araçlar"
8. a
Yanıtınız yanlış ise, 'Yönetsel Nitelikteki Araçlar'
9. d
Yanıtınız yanlış ise, "Yapısal Değişiklik Öngören
10. b
Yanıtınız yanlış ise, "Yönetsel Nitelikteki Araçlar"
Planlar' bölümünü yeniden gözden geçiriniz. bölümünü yeniden gözden geçiriniz. bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Amaçlar" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
262
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Sıra Sizde 1
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar
Pazar ekonomisinin rasyonelliği için devlete düşen en te-
Başkaya F., (1997) Kalkınma İktisadının Yükselişi ve
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı mel görevi, ekonomik düzenin genel çerçevesini, kurum-
Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitapevi.
sal yapıyı ve oyunun kurallarım planlamaktır.
Birleşmiş Milletler. (1968). (Çeviri). İktisadi Kalkınma
Sıra Sizde 2
Fıszel, H. (1973). Einführung in die Theorie der
İçin Planlama. Ankara. Ekonomik Büyüme, Fiyat lstikrarı( Para Değerinin İstikrarı), Piyasa Dengesi
Planwirtschaft. Tübingen: J.C.B., (Paul Siebeck). Gills M., D. H. Perkins, M. Roemer, D.R Snodgrass (1992).
Economics of Development, New York: W.W. Sıra Sizde 3 Planlama çalışmalan içinde yürütülen teknik uğraşılar sonucunda bir plan taslağı hazırlanır. Bu taslakta plan he-
Norton&Company. Han, E. (1995). Kalkınma Planlaması, Eskişehir: 4. Basım.
defleri ve bunların gerçekleştirilmesinde uygulanacak tüm
Han, E. ve Kaya, A. A. (1997). Kalkınma Ekonomisi.
araçlar ve kalkınma politikası önlemleri tutarlı bir biçimde
Teori ve Politika. Düzeltilmiş ve Genişletilmiş İkinci
bütünleştirilmiş olur. Bu, açıkça yapılan tercihlerin ve mev-
Baskı. Eskişehir: Birlik Ofset.
cut beşeri ve maddi kaynakların dikkate alınmasıyla, planlanan dönemde belirli bir ekonomik ve sosyal kalkınma
Knall, B.(1969). Grundsaetze und Methoden der Entwicklungsprogrammierung. Wiesbaden.
sürecinin gerçekleşmesini sağlayacak bir amaç-araç uyu-
Öney, E. (1977). İktisadi Planlama, Ankara.
munun kurulması demektir.
Tinbergen, J. (1970). Grundlagen der Entwicklun-
gsplanung. Hannover. Sıra Sizde 4
Todaro
P.
M and
S.
Smith
(2003).
Economic
Azgelişmiş ülkelerdeki kalkınma planlamasının kamu ke-
Development, Eigth Edition, New York: Pearson
simi için emredici; özel kesim ve bireyler için, pazar me-
Addison Wesley.
kanizmasının yeterince yerine getiremediği yol göstericilik niteliğinin esas olduğu söylenebilir. Azgelişmiş ülkelerdeki uygulamaya bakıldığında, fiyat mekanizması ile planlamanın birlikte kullanıldığı, ancak devletin planlama yoluyla pazara müdahalesinin ülkeden ülkeye değişik ölçüde olduğu görülür. Ne var ki bu ülkelerin çoğunda benimsenen ortak görüş, başlangıçta olmasa bile, uzun dönemde ekonomik sürecin yönlendirilmesi ve kaynak dağılımının yerine getirilmesinde pazar ve fiyat mekanizmasına giderek daha fazla yer verilmesidir.
Sıra Sizde 5 Bu tür amaçlar çoğu zaman veri olarak ve ekonomik değişkenlerden bağımsız bir biçimde saptamr.
Sıra Sizde 6 İktisadi nitelikte sayılan kimi araçların yönetsel nitelikteki araçlar başlığı altmda da verilmesi birbirine karıştırılmamalıdır. İkisi arasmdaki ayırıcı özellik, yönetsel nitelikteki araçların kamu otoritesinin gücünden kaynaklanan zorunluluk unsurunu içermesine karşın, iktisadi nitelikteki araçların ekonomik birimlere maddi kazançlar sağlayan bir uyan ya da özendirme unsurunu taşıyor olmasıdır.
Ekonomik Büyümenin Belirleyici ve Dışsal Büyüme Kuramları
Toplumsal refahın en önemli göstergesi olan ekonomik büyüme konusu iktisatçıların her zaman ilgi alanı olmuştur. Bir ekonominin hangi hızla gelişmesi, üretim kapasitesini yıldan yıla istikrarlı bir şekilde ne kadar artırması gerektiği, bu hızı gerçekleştirebilecek kaynakların ne kadar olacağı yönündeki sorular büyüme kuramının yanıt aradığı başlıca sorular olmaktadır.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki sorulara yanıtlayabileceksiniz. <Jg> Ekonomik büyüme nedir? Nasıl ölçülür? <Jg> Ekonomik büyümenin belirleyenleri nelerdir? <Jg> Klasik iktisatçılar ekonomik büyümeyi nasıl ifade ettiler? Harrod-Domar modelinin varsayımları ve modelin en önemli belirleyeni nedir? <Jg> Neoklasik büyüme modelinin varsayımları ve işleyişi nasıldır ? Durağan durum denge düzeyinde büyüme nasıldır? Neoklasik modelin sonuçları nelerdir?
264
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
Örnek Olay 1870'de İngiltere'de kişi başına düşen milligelir, Amerika'ya göre yüzde 18 daha yüksekti. 1988yılına gelindiğinde ise durum değişti yüzde 601ık bir farkla Amerika'nın lehine dönmüş oldu. Bunun nedeni ne olabilirdi? Kişi başına düşen reel milli gelirin yıllık ortalama oranının daha yüksek olması anlamına gelen ekonomik büyüme, Amerika'nın İngiltere'yi 1886yılında yakalamasını ve 1886-1950yılları arasında da arayı açmasını sağladı. İngiltere, 1950'den sonra çaba gösterdiyse de bu açığı hiç bir zaman kapatamadı. İki ülkenin kişi başına düşen reel ortalama milli gelirleri arasındaki bu fark yaşam standartlarını oldukça farklılaştırdı. İki ülkenin mal ve hizmet fiyatlarının sabit tutulduğu varsayılarak yapılan bir karşılaştırmada Amerikalılara İngilizlerin satın aldıkları tüm mal ve hizmetleri satın aldıktan sonra bile yüzde 60'lık daha fazla bir harcama miktarı kaldığı görülmektedir. Bu farklılık, Amerikan ekonomisinde 1870-88yılları arasında önemsiz gibi görünen bir büyüme oranının sonucudur (Amerika 'da 1.84 olan oran İngiltere'de 1.29 'dur). Ekonomik büyüme oranında uzun süre devam eden küçük farklılıklar yaşam standartlarında büyük farklılıklara yol açtığı ile ilgili, diğer bir örnek de İngiltere ile Batı Almanya arasında yaşanmıştır. 1955yılında İngiltere'nin yaşam standardı Batı Almanya'nın yaşam standardından yüzde 12 daha yüksekti. Bunun nedeni 1955-1988yılları arasında Batı Almanya'da yüzde 3-03 olan ekonomik büyüme oranının İngiltere 'de yüzde 1.99 olması idi. 1988yılına gelindiğinde bu küçük gibi görünen büyüme oranı farkı durumu tamamen değiştirdi ve Batı Almanya 'da kişi başına düşen milli gelir İngiltere'ye göre yüzde 26 daha yüksek oldu. Reel Milli Gelir Seviyesi (bin $) 1882 1870 1988 A.B.D 2303 20,094 İsveç 1207 16,675 Almanya 1466 15,732 Fransa 1717 15,198 Japonya 712 14,784 İngiltere 2728 12,519 İtalya 1408 10,470
Tablo 11.1 Reel Milli Gelir Seviyesi ve Yıllık Ortalama Büyüme Oranları Kaynak-. Gordon, R., Macroeconomics,
Yıllık Ortalama Büyüme Oranı (%) 1870-1988 1,84 2,22 2,01 1,85 2,70 1,29 1,70
1870-1913 2,01 2,03 1,62 1,46 1,48 1,00 0,80
1913-55 1,64 2,23 1,61 1,26 1,33 1,05 1,26
1955-73 2,07 3,21 3,92 4,26 7,82 2,40 4,58
1973-88 1,61 1,57 1,96 1,70 3,87 1,49 2,07
Tabloda 7 ülkenin 1870-1988yılları arasında kişi başına düşen reel milli gelir ve yine aynı dönemde kişi başına düşen reel milli gelir büyüme oranları yer almaktadır. Yedi ülke kişi başına düşen reel milli gelirde önemli miktarda büyüme göstermiştir. Amerika neredeyse 9 kat artış sağlamıştır (1870'de 2303 $ iken, 1988'de 20.091$ dır). Pek çok ülke için 1955-73 arası büyümenin en hızlı olduğu dönem idi 1973 yılından sonra ise tüm dünyada büyüme oranlarında bir yavaşlama göze çarpmaktadır. Bu yavaşlamanın nedenleri daha sonraki ünitede tartışılmaktadır. Ülkeler arasında farklı büyüme oranları, ülkelerin yaşam standartlarında da değişikliğe yol açtı. Özellikle 1955 ile 1973 yılları arasında yıllık yüzde 7.8'lik büyüme oranı ile Japonya en hızlı büyüyen ülke oldu. 1966yılında İtalya ve 1979yılında İngiltere ile aynı seviyeye geldi. İngiltere'nin kaybı bütün yüzyıl sürdü. 1886'da ABD, II. Dünya Savaşından sonra İsveç, 1960 yılında Fransa ve Almanya, 1979'da da Japonya, İngiltere'yi geride bıraktı. Bu dönemde ABD dünya ekonomisinin iktisadi lideri olmasına karşın, İngiltere dışında tüm OECD ülkeleri ABD'den daha hızlı büyüme gerçekleştirmiş ve ABD ile olan verimlilik farklarını önemli ölçüde kapatmıştır. Bu büyüme yarışına Türkiye'de katılmış kişi başına milli reel geliri 1948-72 döneminde 2.33 kat artmıştır.
Anahtar Kavramlar • • • • • • •
Ekonomik Büyüme Ekonomik Büyüme Oranı Üretim Fonksiyonu Üretim Faktörleri Verimlilik Sermaye Birikimi Toplam Faktör Verimliliği
• • • • • •
Harrod-Domar Büyüme Modeli Sermaye-Hasıla Katsayısı Sermayenin Marjinal Verimliliği Neoklasik Büyüme Modeli Büyümenin Kaynakları Büyüme Muhasebesi.
içindekiler • • • •
EKONOMİK BÜYÜMENİN BELİRLEYİCİLERİ VE DIŞSAL BÜYÜME KURAMLARI BÜYÜMENİN TANIMI VE ÖLÇÜLMESİ EKONOMİK BÜYÜMEYİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER DIŞSAL BÜYÜME KURAMLARI
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
265
EKONOMİK BÜYÜMENİN BELİRLEYİCİLERİ V E DIŞSAL BÜYÜME KURAMLARI Sanayi devrimi ile birlikte (1750) devrimi gerçekleştiren ülkeler kısa dönemde büyük gelişmeler kaydettiler. Devrimin ortaya çıktığı yıllardan İkinci Dünya Savaşı'na kadar geçen sürede yaklaşık 200 yılın sonunda Batı Avrupa ülkelerinin milli gelirleri büyük ölçüde arttı. İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen ve 1973 Dünya petrol bunalımına kadar süren dönemde ise hızlı ekonomik büyüme, verimlilik ve yüksek düzeydeki istihdam hacmi artışları sağlanmıştır. Dünya ekonomisi için yaklaşık çeyrek yüz yıl süren bu refah dönemi altın çağ olarak adlandırılmıştır. 1973 birinci petrol şokundan sonrasında ise dünyada bir daralma dönemi yaşanmaya başlandı. Yani büyüme ve verimlilik artışları düşmeye başladı. Bu dönemden sonra büyümenin kaynakları ile ilgili tartışmalar gündeme geldi. Öte yandan bu hızlı ve sürekli ekonomik büyümenin ülkeler arasında eşit düzeyde gerçekleşmediği görülmektedir. Başka bir deyişle ekonomik büyüme hızlan ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir. Bazı ülkeler çok hızlı büyürken bazı ülkelerin ekonomik büyümeleri yavaş olmuştur. Bu nedenle uluslararası düzeyde gözlemlenen büyüme oranlarındaki farklılığın nedenlerini açıklamaya yönelik farklı büyüme türlerinin ve kaynaklarının incelendiği çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Keynes sonrası olarak adlandırılan dinamik dışsal büyüme modelleri başlangıçta teknolojik gelişmeleri dikkate almayan, sermaye birikiminin (tasarrufların) etkilerini konu edinmiştir. Hemen hepsi gelişmiş ülkelerdeki büyüme süreçlerini açıklamaya yönelik olan bu kuramların temel sorunu, rekabetçi piyasaların mevcut olduğu bir ekonominin uzun dönem istikrarlı dengeye ulaşıp ulaşamayacağıdır. Bu kuramlar içinde en önemlileri Harrod-Domar ve Neoklasik Büyüme modelleridir
EKONOMİK BÜYÜMENİN TANIMI V E ÖLÇÜLMESİ Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içerisinde milli gelir hesapları ile ölçülen toplam üretim düzeyindeki sürekli artışlar olarak tanımlanır. Nominal fiyatlarla GSMH, fiyat artışlan nedeniyle büyüme hızındaki artışı ifade edemez. Fiyat yükselişlerinden arınmış, fiyat seviyesindeki değişmeler endekslerle deflatöre edilmiş GSMH değerleri gerçeği daha iyi yansıtabilecektir. Başka bir ifade ile reel değerlerle ifade edilmiş GSMH ülkenin büyümesini nominal fiyatiardan daha iyi yansıtacak ve yıllar arasında karşılaştırma olanağını daha iyi verebilecektir. Bu nedenle ekonomik büyümeyi ölçerken reel değerleri kullanmak gerekir. Ekonomik büyüme oranı (hızı) bir önceki yıla göre reel milli gelirin yüzde kaç arttığını gösteren bir orandır. Ekonomik büyüme oranını ölçmek için iki yöntem izlenir. • Birinci reel ulusal geliri (üretimi) ölçmektir. • İkincisi de kişi başına reel ulusal gelir oranındaki artışları ölçmektir Ülkelerin ekonomik büyüme oranı ölçülürken üretilen mal ve hizmet miktarlannda bir yıldan öbür yıla olan değişme dikkate alınmaktadır. Ekonomik büyüme oranı, gayri safi milli hasılanın (GSMH) değişimi (AY= Yt+1 - Yt) başlangıç reel GSMH değerine (Yt) bölünmesiyle ifade edilir. Ekonomik Büyüme Oranı: ^
Y
= Yt+1~Yl Yı
Örneğin Türkiye'nin 1987 yılı fiyatları ile 2002 yılı reel GSMH değeri yaklaşık 116 trilyon TL, 2001 yılı reel GSMH değeri yaklaşık 108 trilyon TL olmuştur. Bu durumda yukandaki formülü kullanarak Türkiye ekonomisinin büyüme oranını he-
Bir önceki yıla göre reel mili gelirin yüzde kaç arttığını gösteren orana ekonomik büyüme oranı (hızı) denir.
Ülkelerin ekonomik büyüme oranı ölçülürken üretilen mal ve hizmet miktarlarında bir yıldan öbür yıla olan değişme dikkate alınmaktadır.
266
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
sapladığımızda 2002 yılında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 7.8 oranında büyümüş olduğu görülür. Nüfus artışını dikkate almayan bir GSMH değeri, toplumdaki bireylerin refah artışını yansıtamaz. Bu yüzden toplumdaki kişilerin refah artışını yansıtması bakımından kişi başına reel GSMH artışı ölçüt olarak kullanılır.
Kişi Başına Düşen Reel GSMH
Üretim olanakları sınırı; bir ülkenin belli bir teknoloji düzeyi ve üretim faktörleri miktarında ulaşabileceği en yüksek üretim düzeyidir.
Burada ekonomik büyüme olayı, üretim olanakları eğrisinin olduğu gibi sağ yukarı doğru kayması yani genişlemesi ile gösterilmiştir ( A ^ eğrisinin A 2 B 2 konumuna gelmesi.
Üretim Olanakları (Dönüşüm) Eğrisi
Uluslararası karşılaştırmalarda GSMH' nın büyüklüğünden çok, kişi başına düşen değeri daha büyük önem taşır. Bu değeri hesaplamak için, toplam reel gayri safi milli hasıla, yıl ortası nüfusa bölünür. Veya ekonomik büyüme oranından nüfus artış oranını çıkarttığımızda da bu değeri bulabiliriz. Örneğin büyüme oranının yüzde 5 nüfus artış oranının yüzde 1,5 olduğu varsayarsak kişi başına reel üretim artışı yüzde 3,5 olur. Kişi başına düşen reel GSMH yıllık artış oranı, bir ülkedeki üretim olanaklarının ne kadar arttığını ve dolayısıyla, üretim olanakları eğrisinin bir önceki yıla göre ne kadar sağa kaydığını ifade etmektedir. Ekonomik büyümeden söz ederken üretim olanakları eğrisine de değinmek gerekmektedir. Bir ülkenin belli bir teknoloji düzeyi ve üretim faktörleri miktarında ulaşabileceği en yüksek üretim düzeyine üretim olanakları sınırı denir. Ülkenin kıt kaynak miktarlarını artırarak ya da onların niteliklerini iyileştirerek üretim olanakları sınırı genişletilebilir.
A Mal A2 Al
Bl
B2
B Mal
Eğer üretim olanakları eğrisi, dışa doğru bir harekette bulunursa bu ulusal üretim potansiyelinin arttığını gösterir- nüfus sabit kalırsa- kişi başına düşen milli gelirde bir artış olur. Üretim potansiyeli, belirli bir zamanda, ekonomideki faktör donanımının tam ve etkin kullanımı sonucu elde edilebilecek üretim düzeyini, başka bir deyişle, tam istihdam gelir düzeyini gösterir. Burada ekonomik büyüme süreci yani bir ülkenin potansiyel çıktısındaki artış olduğunda üretim olanakları eğrisinin olduğu gibi sağ yukarı doğru kayması yani genişlemesi ile gösterilmiştir (AjBj eğrisinin A2B2 konumuna gelmesi). Kişi başına düşen reel GSMH bize ülkedeki yaşam standardı hakkında daha iyi bilgi verir. Aynı zamanda ülkelerin zenginliklerinin karşılaştırılmasında da kullanılır. Ülkelerin zenginliklerini karşılaştırmada kullanılırken genellikle ortak bir para cinsinden (dolar) ifade edilir. Bu nedenle bu değeri bir yılın gayri safi milli hasılası, önce o yılın ortalama ABD doları değerine, daha sonra yıl ortası nüfusa bölün-
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
267
düğü taktirde, dolar üzerinden kişi başına reel geliri elde edilir. Kişi başına reel GSMH'yı yaşam standardının bir göstergesi olarak kullandığımızda biraz dikkatli olmamız gerekmektedir. Çünkü sözü edilen ölçüt gelirin nasıl paylaşıldığı hakkında fikir vermemektedir. Bunun yanında, tüm ülkelerde ekonominin bir yıl veya üç aylık dönemler itibarı ile performansını ölçmek için kullanılan en kapsamlı ve tutarlı gösterge, gayri safi milli hasılanın (GSMH) büyüme oranıdır .Türkiye'de GSMH'ın büyüme oranını Devlet İstatistik Enstitüsü (DEl) hesaplar. DİE, 1990 yılına kadar yıllık olarak açıkladığı büyüme hızını 3 aylık olarak açıklamaya başlamıştır. Sanayici ve işadamları, temel kararlarını alırken, bu oranları incelerler. Yabancı sermaye sahipleri de büyüme oranlarını inceleyerek, bir ülkenin ekonomisi hakkında fikir sahibi olabilir Ekonomik büyüme uzun dönemde, sürekli bir trend boyunca yürümeyip, bazen de dalgalanmalar gösterir. Yani GSMH devamlı aynı hızda artmaz. Fakat ekonomik büyümeden söz edebilmek için üretim hacmindeki bu genişlemenin sürekli ve reel olması gerekir. Her ülke, vatandaşlarının yaşam standardını yükseltmek için daha yüksek büyüme oranlannı hedeflemesi gerekmektedir. Bir ülke ekonomisinin, nüfus artış oranından daha fazla oranda büyümesi, kişi başına düşen geliri arttırır. Büyüme oranı ne kadar büyük olursa, o oranda ekonomi yeni mal ve hizmet üretimini artınyor demektir. Bir ülkede ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için, her şeyden önce yatırımların arttırılması gerekir. Daha fazla yatırım da kuşkusuz, yatırımlann kaynağı olan tasarrufların artmasına bağlıdır. Bir ülkede tasarruf oranı ne kadar büyükse, yatırım oranı da o denli büyük olacağından, büyüme oramda öteki koşullann değişmemesi kaydıyla, o denli yüksek olacaktır.
Büyümenin Özellikleri Bu kitabın başında da söz edildiği gibi büyüme ve kalkınma farklı kavramlardır. Büyüme niceliksel bir olgudur, kalkınma ise nitelikseldir. Kalkınma büyümeyi de içine alır ve daha kapsamlıdır. Büyüme uzun dönemlidir ve dinamiktir. Yani zaman içindeki değişmeleri ve gelişmeleri göz önüne almak zorundadır. Başka bir ifade ile ekonomik yapıda değişiklik olur ve yeni gereksinimler doğar ve farklı kalitede ve çeşitte mallar talep edilir. Yani toplumun tüketim kalıplarını değiştirir. Aynı zamanda kentieşme hareketierine yol açar ve hızlandırır. Büyüme birikimli bir özellik gösterir. Bu konuyu biraz açarsak. Büyümenin birikimli olma özelliği, ekonomik büyümedeki küçük oran farkı gelecekte büyük oran farklarına neden olabilir. Büyüme oram zamana bağlı olarak katianarak artığı için küçük farklılıklar bile önemli değişmelere neden olmaktadır. Küçük yıllık büyüme artışlarının birikimli etkisi büyük olmaktadır. Bir ekonominin gelirini ikiye katlama süresini hesaplamak için 72 kuralı uygulanmaktadır. 72 sayısını büyüme oranına böldüğünüzde yaklaşık olarak gelirin ikiye katlanması için gerekli yıl sayısını vermektedir. Türkiye için bir örnek verelim. Türkiye her yıl yüzde 6,5 oranında büyüdüğünü ve nüfus artış oranının yüzde 1,5 olduğunu varsayarsak kişi başına düşen 3000 dolar gelirini kaç yıl sonra ikiye katlayabilir? 6,5 -1,5 = 5
DİKKAT "
•
268
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
72/ 5 = 15 yıl sonra Türkiye'de kişi başına 3000 dolar olan gelirini 6000 dolara çıkarabilecektir.
r ^ n m
Büyüme dinamik bir süreçtir ifadesi size neyi ifade eder?
Türkiye'nin Ekonomik Büyüme Trendi Bir ekonominin gelirinin yıllar veya dönemler itibarıyla uzun dönemde izlediği yola büyüme trendi denmektedir. Türkiye Cumhuriyet'inin ilk yıllarında zaman zaman çok yüksek büyüme oranlarına (yüzde 10 ve 20'lerın üstü) zaman zaman da negatif büyüme oranları yaşamıştır. Aşağıda belirli dönemleri verilen Türkiye'nin büyüme trendi grafiği Cumhuriyet'ten günümüze kadar getirdiğimizde de aynı görüntüyü vermektedir. Diğer bir ifade ile inişli çıkışlı bir görüntü oluşturmaktadır. Örneğin Türkiye'nin kişi başına düşen reel geliri Cumhuriyet'ten bu yana 19 yıl negatif değerler almıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemlere bakıldığında Türkiye'nin ekonomisi 1953-63 döneminde yüzde 4.5, 1963-1976 döneminde yüzde 6.0 büyümüştür. Bu yıllar Türkiye'nin daha istikrarlı büyüdüğü yıllardır. 1976 yılından sonra büyüme daha dalgalı bir seyir göstermektedir. Türkiye Beş Yıllık Kalkınma Planlarında yüzde 5'lik bir reel büyümeyi hedeflemiştir. Fakat 1997 yılında yüzde 8.3 olarak gerçekleştirilen büyüme oranı, 1998 yılında yüzde 3-9'a gerilemiştir. 1999 yılında ise yüzde 6.1 küçüldükten sonra 2000 yılında yüzde 6.3 oranında büyüme 2001'de tekrar 9-4 küçülme göstermiştir. Üç yılı büyüme iki yılı küçülme olarak yaşayan Türkiye'nin son beş yıllık toplam büyümesi sadece yüzde 1.76 olmuştur. Türkiye ekonomik büyüme açısından 1996-2001 döneminde yüzde 1.76 artış ile son elli yılın en kötü beş yılını yaşamış oldu. 1995-2002 döneminde Türkiye'de yıllık ortalama nüfus artışı yüzde 1,73 olmuştur. 1995 yılında 1,84 olan nüfus artışı hızı 2002 yılında yüzde 1,6'ya gerilemiştir. Dolayısıyla milli gelirinin sadece yüzde 1,76 oranında arttığı 1996-2001 döneminde toplam nüfus artış hızı ile değerlendirildiğinde büyüme oranındaki artış nüfus artışını bile karşılayamadığını göstermektedir. Tablo 11.2 Türkiye'nin 5'er Yıllık Büyüme Trendleri (%) Kaynak: DİE İstatistikleri ve TOBB Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Büyüklükleri 2002.
Dönem
5 Yıllık Toplam
Yıllık Ortalama
1972-76
3,88
6,8
1977-81
6,7
1,3
1982-86
30,5
5,5
1987-91
23,7
4,3
1992-96
24,9
4,5
1996-01
1,8
0,4
Türkiye'nin 5'er Yıllık Büyüme Trendleri
1972-76
1977-81
1982-86
1987-91
1992-96
- • - 5 Yıllık T o p l a m - • - Y ı l l ı k O r t a l a m a
1996-01
269
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Ekonomik büyüme oranının yüksek olması, her şeye daha fazla sahip olunmasına yol açar (Örn. Daha yüksek savunma harcaması, daha fazla özel tüketim). Tersi durumunda, ekonomik büyüme oranının düşük olduğu ülkelerde yavaş artan kaynakların dağılımında her zaman sorunla karşılaşılır. Reel küçülmenin geleceğe dönük olarak eğitim, sağlık, istidam, kentieşme gibi birçok sosyal ve ekonomik olumsuzluklara yol açacağı söylenebilir. Ydlık ekonomik büyüme ve hayat standartları arasındaki nasıl bir ilişki vardır?
t f ^ f l
SIRA S Î Z D E ^ )
EKONOMİK BÜYÜMEYİ B E L İ R L E Y E N F A K T Ö R L E R Ekonomik büyümeyi belirleyen dört önemli faktör vardır. Bunlar (1) sermaye, (2) işgücü (3) doğal kaynaklar (4) teknolojideki gelişmelerdir. Şimdi bunları açıklayalım.
Sermaye Üretimi gerçekleştiren ve büyümeyi sağlayan faktörlerden birisi sermayedir. Sermayenin kaynağı tasarruftur. Sermaye stoku, ülkenin belli bir anda sahip olduğu kendileri de üretilmiş olan üretim araçları birikimidir. Kapitalist ekonomide sermaye bir mülktür ve sahiplerine üretimden pay alınmasına sağlar. Eğer sermaye, makineler ve fabrikalar gibi fiziki varlıkların bir toplamı olarak tanımlanırsa, net yatırımlar da bu stoku arttıran yeni makineler ve fabrikalardır. Ekonomi olarak asıl sorun, farklı coğrafi mekanlara yayılmış her biri diğerinden farklı özellikler taşıyan, çeşidi zaman boyutiarında farklı tekniklerle üretilmiş çok sayıda makine ve teçhizatın aynı sınıflamaya tabi tutularak, ekonomi açısından toplam sermaye stokunun belirlenmesidir. Kabul edilir ki bunu gerçekleştirmek oldukça zordur. Heterojen sermaye stokunun basit toplamından bahsedebilmek için, farklı nitelikteki fiziki sermaye birimlerinin her birinin diğerine dönüştürülebilmesine ve sonra da toplanabilmesine olanak veren ortak bir ölçü gerekmektedir. Bu amaçla uygulanan standart çözüm sermaye unsurlarına değer biçmektir. Ancak sermayenin geçmiş dönemdeki üretim maliyetierini mi, yoksa gelecekte getireceği kazançlannı mı dikkate alınarak bu hesaplama yapılmalıdır. Bu konuda bir yöntem de, sermayenin beklenen getirişinin şimdiki değerinin hesaplanmasıdır Ekonomideki sermaye miktarındaki bir artış ekonomideki daha fazla çıktı miktannı arttırır. Örneğin traktör kullanarak üretim yapan bir çiftçi traktör kullanmadan üretim yapan bir çiftçiden daha fazla üretim yapar. Sermaye stoku sermaye stokunun aşınma eskime payından daha yüksek olduğu sürece bir yıldan diğerine artış gösterir. Ancak sermaye stokunu arttırmak için üstienilen her yatırım proje tamamlanıncaya kadar sermaye stokuna ilave edilmeyecektir. Yakın zamanlarda iktisatçılar sermaye ve yatırım kavramlarına daha farklı anlamlan vermeye başlamışlardır. Mesela, ekonomideki köprüler, liman ve yollar için genel sosyal sermaye kavramı kullanılmakta ve bu tür sermayenin doğrudan üretime katılmasa bile dolaylı etkilerinden söz edilmektedir. Diğer bir özel tanım ise, insan sermayesi (beşeri sermaye) olup, insan gücüne yapılan yatırımdan doğmaktadır.
İşgücü Ekonomik büyüme, işgücü miktarına ve işgücünün kalitesine bağlı olarak belirlenir. Bir ülkenin nüfusunun büyüklüğü, yapısı ve nüfus artışı ekonomik büyümeyi etkileyen en önemli faktörlerin başında gelir. Çünkü nüfusun yapısı ve miktarı işgücü arzını oluşturur. İşgücüne katılım oranı ekonomik büyüme açısından önemlidir. Nüfusun büyüklüğü kişi başına çıktı düzeyini etkileyebilir. Nüfus artışının
Sermaye stoku, ülkenin belli bir anda sahip olduğu kendileri de üretilmiş olan üretim araçları birikimidir.
270
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
üretime katkısının kişi başına gelir düzeyini azaltıp azaltmaması ile yakından ilgilidir. Çalışma hayatı için gerekli olan işgücü miktarındaki artış GSMH'ın artışının önemli bir kaynağıdır. Nüfusu oluşturan herkes işgücünü oluşturmaz, işgücüne katılım oranı son yirmi yılda kadınlarında katılımıyla hızla artış göstermiştir. işgücü stokunun hesabında da zorluklarla karşılaşılmaktadır. Çünkü ekonomideki işgücünün yetenek, tecrübe ve eğitim düzeyleri arasında büyük farklılıklar mevcuttur. Bu zorluk nedeniyle büyüme kuramlarına dayalı basit modeller, homojen bir işgücü kavramından hareket eder ve işgücünü nüfusun sabit bir yüzdesi olarak kabul eder. Ayrıca nüfusun, dolayısıyla işgücünün sabit bir hızda ve dışandan kaynaklanan bir etkiyle artığı varsayılır.
Doğal Kaynaklar Doğal kaynaklar veya toprak denilince doğada hazır bulunan her çeşit toprak (tarımsal topraklar, fabrika ve işyeri arsaları, yerleşim alanları vs) yeralü ve yerüstü zenginlikleri; madenler, ormanlar, akarsular, denizler ve göller, güneş ve rüzgar enerjisi sayılabilir. Toprak faktörünün en önemli özelliği, miktarının kıt, çoğalülmasının ve başka yere taşınmasının olanaksız olmasıdır. Yapılan incelemeler doğal kaynakların dağılımı yönünden ülkelerarası bir eşitsizliğin varolduğunu göstermektedir. Bazı ülkeler doğal kaynaklar yönünden zengin olmasına rağmen bazı ülkelerde ise doğal kaynak fakiridir. Fakat doğal kaynakları sürdürülebilir bir büyümeye dönüştüren ülke sayısı da çok sınırlıdır. O halde doğal kaynaklar ekonomik büyümeye katkı sağlar fakat tek başına büyümeyi belirleyen faktör değildir denebilir.
Teknolojik Gelişme
Bir üretim yöntemi veya yeni bir ürünün ortaya çıkmasına teknolojik gelişme denir.
Ekonomik büyümeyi belirleyen bir diğer faktör de teknolojidir. Teknolojik gelişme ekonomik büyümeyi açıklamakta kullanılan önemli unsurlardan biridir ve önemi son dönem ekonomik büyüme literatüründe daha fazla vurgulanmaktadır. Kısaca, teknoloji sermaye ve işgücünün verimliliğini etkileyen her şeydir denebilir. Diğer bir deyişle, üretim faktörleri bileşiminde verimliliği artıran temel faktör teknoloji olmaktadır. Bir ülkede kaynakların daha iyi kullanılmalarını, daha verimli çalıştırılmalarını sağlayacağı için bir ülkenin üretim kapasitesinde hızlı artışlara yol açacak önemli bir faktördür. Teknolojik gelişme yeni bir üretim yöntemi veya yeni bir ürünün ortaya çıkması şeklinde tanımlanabilir. Örneğin çoğu zaman faktör verimliliğinin üretim yöntemlerinde yapılan yeniliklerden yani firmaların etkin olarak organize edilmesi veya yönetilmesinden kaynaklanılabileceği söylenebilir. Teknolojik gelişmelere örnek olarak kitle üretim teknolojisi verilebilir. En büyük teknolojik ilerlemelerden birisi Henry Ford'un montaj hattı yoluyla kitle üretim fikridir. Kitle üretim otomobil sanayinde istihdam edilen işgücü ve sermaye malının verimliliğini artırmıştır. Neticede diğer sanayi kollarına da yayılmıştır. Ford'un yeniliği Amerika'da Highland Park fabrikasında 1913 yılında ortaya çıktı. Fabrikanın bir yerden bir yere dolaşan işçilerin aynı yerde kalarak otomobil parçalarım montaj hattında düzenlenmesiyle ortaya çıktı. Yani bu buluş hareket eden bir bant üzerinde ürünün işçinin önüne getirilmesini sağlıyordu. Bu teknolojik ilerleme ile Ford işçilerin ortalama görev sürelerinde önemli düşüşe neden olmuştur. Bu yenilik sayesinde otomobili monte edecek işgücü miktarı azaltılmış ve buna ilaveten daha fazla üretim nedeniyle otomobil birim maliyetleri düşürülmüş olmaktaydı. Otomobil üretimi teknolojisindeki diğer bir gelişme 1990'lar da ortaya çıktı. Yalın üretim olarak adlandınlan bu üretim sistemi üretim yöntemlerinde yenilik sağlayarak birim maliyeti düşürürken ürün çeşidinde ve kalitesinde yükselme sağlamıştır.
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Teknolojik gelişmeyi çeşitli açıdan sınıflandırmak mümkündür. Teknolojik gelişmeyi büyümeye katkısına göre içerilmemiş ve içerilmiş teknolojik gelişme olarak ikiye ayırabiliriz.İçerilmemiş teknolojik gelişme, yönetimde ve organizasyonda meydana gelen iyileşmelerle ortaya çıkan verimlilik artışları olarak tanımlanmaktadır. İçerilmiş teknolojik gelişme ise, yatırımların gerçekleşmesine bağlı olup makine ve teçhizatta ortaya çıkar. Üretime giren her bir makine en son teknolojiyi içerdiği için kendinden önceki makineden daha üretken olacaktır. Dolayısıyla sermaye faktörü heterojen bir özellik göstermektedir. Ekonomik büyümeyi işgücünün (L), doğal kaynakların (N), sermaye stokunun (K) ve teknolojinin (T) artan bir fonksiyonu olarak düşünmekte mümkündür. Büyümenin kaynaklannda ortaya çıkan artışı Y= f(AL, AK, AN, AT) şeklinde ifade ederiz. Büyüme sürecinde üretim faktörlerinin birbirine oranı değişmektedir. Bunların içinde en az değişeni doğal kaynaklar yani topraktır. Çünkü toprağın alanı istendiği ölçüde artırılamaz. Oysa nüfus, dolayısıyla da işgücü sürekli artmaktadır. O halde toprak/işgücü oranının sürekli düştüğü söylenebilir. Bu durumda, işgücü başına üretimin artırılması ancak sermaye/işgücü oranının yükseltilmesi ile mümkün olmaktadır. Bu ise işgücünün daha fazla sermaye ile donatılması anlamına gelmektedir.
271
Ekonomik büyüme, işgücünün (L), doğal kaynakların (N), sermaye stokunun (K) ve teknolojinin (T) artan bir fonksiyonudur.
Verimlilik Verimlilik kavramı, üretim sürecindeki girdilerin bu sürecin sonucunda yaratılan çıktı veya çıktılara (üretime) katkısını tanımlar. Teknik bir deyişle, bu iki değerin birbirine oranı olarak ifade edilir. Verimlilik faktör bileşimlerinin etkinliklerini belirten bir kavramdır. Faktörlerin yüksek verimlilik sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi organize edilmesi ve niteliğinin artırılması ekonomik büyüme oramm yükseltir. Dolayısıyla ekonomik büyüme verimlilikte ve kaynaklarda meydana gelen artışa bağlı olarak belirlenmektedir. Verimlilik değişmeleri ekonomideki çok sayıda dinamik faktörün (teknolojik gelişme, fiziksel ve beşeri sermaye birikimi, girişimcilik, kurumsal düzenlemeler, vb.) hem sonucu hem de nedenidir. Üretime katılan birçok faktör bulunmaktadır bu nedenle sadeleştirme yapılarak sadece işgücü ve sermayenin verimliliği ele alınır.
Üretim sürecindeki girdilerin bu sürecin sonucunda yaratılan çıktı veya çıktılara (üretime) katkısına verimlilik denir.
Ekonomik büyümenin yararları ve zararlarının neler olabileceğini düşünüyorsunuz?
•rZfl
DIŞSAL BÜYÜME KURAMLARI Dışsal, çağdaş veya modern büyüme kuramları olarak adlandırılan büyüme kuramlannın ortaya çıkışı II. Dünya Savaşı'ndan sonradır. Fakat iktisadi büyüme sorununun ele alınışı iktisat düşünce tarihi kadar gerilere gider. Bu nedenle klasik iktisatçılann ekonomik büyümeye nasıl anladıkları ile ilgili kısaca açıklama yaptıktan sonra Keynes sonrası kuramları ele alacağız. Klasik iktisatçılar ekonomik büyüme sürecini tanımlayan bir model öngörmüşlerdi. Klasik iktisatçılardan Adam Smith, Robert Malthus, Stuart Mili, David Ricardo ve Kari Marx'ın analizlerinde büyüme ve büyümeye ilişkin dinamik bölüşüm sorunlan önemli yer tutmaktaydı. Klasik büyüme kuramına göre ekonomik büyüme sermaye birikimi olarak görülmüştür. Sermaye birikimine yol açan kar güdüsüdür. Yatınmcılan yeni yatırımlara yöneltecek kar oranlarının yeterli büyüklükte olması gerektiğidir. Kar oranlan ne kadar yüksek ise yatırımlarda o oranda artacaktır. Kar, üretimden rant ve ücrederi çıkarttıktan sonra geriye kalan kısımdır. Büyüme sürecinde rant devamlı arttığından kar oranı, işgücünün verimi ile sermaye birikimine
SIRA SİZDE^)
272
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
bağlı olacaktır. İşgücünün verimi ise sermaye birikimi, teknolojik seviye ve nüfus artışına bağlıdır. Kapitalist ekonomilerin büyümesi teknolojik gelişme ve nüfus artışı tarafından belirlenecektir. Teknolojik gelişme, giderek artan makineleşme ve işbölümünü olanaklı kılacak sermaye birikimine dayanmaktadır. Nüfusun giderek artması, bir yandan mevcut topraklar üstünde daha fazla işgücü kullanılmasına neden olurken, diğer yandan da daha düşük verimli toprakların üretime açılmasına neden olacaktır. Sonuçta azalan verimler kanunu işlemeye başlayacaktır. Öte yandan nüfus artışı devam ettiği sürece işgücü hem ortalama hem de marjinal verim azalacaktır. Eğer nüfus artışı işgücünün verimini düşürüyorsa, buna bağlı olarak ücret haddi de düşecektir. Klasik teoriye göre nüfus artışı, ücret haddinin düşmesine ve ücretin en az geçim ücreti seviyesinde karar kılmasına neden olur. Bu yaklaşımdan anlaşıldığı gibi, klasik modelde nüfus artışı gelirin bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır ve aralarındaki ilişki doğrusaldır. Yani gelir artınca nüfus da artmakta, gelir azalınca nüfus azalmaktadır. Nüfusun artması ile emek arzı artacak ve ücretler eski düzeyine düşecektir. Ancak, ücretler mevcut geçim düzeyine eşit olduğunda, sermaye birikimini teşvik edecek ve artı değer tekrar ortaya çıkacaktır. Azalan verimlerin devreye girdiğinde ve ücretler bütün üretimi hiçbir birikim, genişleme ve nüfus artışına olanak tanımadan alıp götürdüğünde büyüme dinamiği sona erer. Ekonomi durgunluk haline ulaşır. Klasik büyüme teorisine göre ekonomilerin önce büyüyeceği fakat uzunluğu her ekonominin özelliklerine göre değişecek bir süre sonra durgunluk haline döneceklerini öne sürerler. Klasik iktisatçıların öne sürdüğü büyüme teorisi basitti. Teorinin temel unsurları olan sermaye birikimi, nüfus artışı ve işgücü verimliliği bugün de büyüme ve kalkınma ile ilgili teorilerin temel kavramıdır. Ekonomik büyüme sorununun modern sorgulaması 1950'li yıllarda ortaya çıkmıştır bu yıllarda iktisadi büyüme sorunları üzerinde daha fazla ilgilenilmiştir. Bunun nedeni II. Dünya Savaşı'ndan çıkmış ülkelerin ekonomik büyüme ve gelişmelerine ilişkin sorunlar ve politikaların analiz edilmesi arzusu ve kısmen de Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki yoksul ülkelerdeki büyümeyi güdüleme gereğinden kaynaklanıyordu. Keynesyen iktisatla birlikte yeniden gündeme gelen büyüme sorunu, savaş sonrası altın çağ olarak adlandırılan dönemde iktisadi analizin önemli konulan arasında yer almıştır. Keynes sonrası olarak adlandırılan dinamik büyüme modelleri başlangıçta teknolojik gelişmeyi göz önüne almadan sadece sermaye birikiminin (tasarruflann) etkilerini ele almışlardır. Gelişmiş ülkelerin büyüme süreçlerini açıklamaya yönelik olan bu yaklaşımların temel sorunu, rekabetçi piyasaların mevcut olduğu bir ekonominin uzun dönemde kararlı (istikrarlı) dengeye ulaşıp ulaşamayacağıdır. Bu kuramların gelişmiş bir ekonomideki büyüme sorununa ne denli yardımcı olduklarını göreceğiz. Bu dönemde ele alınan belli başlı modeller olarak Harrod-Domar ve Neoklasik Büyüme modelleri aşağıda incelenecektir. Bu modellere geçmeden önce model konusuna açıklık getirmemizde yarar olacaktır. Model çağdaş iktisat biliminin temel aracı olup, bir bütünü parçalara ayırıp, parçalar arasındaki çeşitli ilişkileri inceleyen ve bir sonuca varan formüldür. Bu kadar yaygın kullanılmasının nedeni iktisadi hayatı anlamada sağladığı kolaylıktır. Modellerin matematiksel araçlarla ifadelendirilmesi zorunluluğu yoktur bununla beraber bütün modeller matematikten yararlanırlar. Ekonomik büyüme modelleri ekonomilerin üretim ve gelirlerini sürekli ve istikrarlı artırmaları için geliştirilmiştir. Bunlar ekonomideki bir çok değiş-
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
273
ken arasından büyümeye en çok etkili olanlara öncelik vererek ekonomik büyüme sürecini açıklamaya çalışmaktadırlar.
Harrod-Domar Büyüme Modeli Keynes sonrası, uzun dönem dinamik büyüme sorunlarıyla ilgilenen iktisatçılar Harrod ve Domar'dır. Domar'ın ortaya attığı büyüme modeli, 1946 yılında yayınlanmasından hemen sonra Harrod modeli ile ilişkilendirilerek birlikte anılmaya başlanmıştır. Bu modelde Keynes statik açıdan incelediği sorunu Harrod-Domar modeli dinamik açıdan ele almıştır. Büyüyen ekonominin denge şartlarını incelemişlerdir.
Modelin Temel Kavramları Üretim fonksiyonu: Genel olarak makro ekonomik analizlerde kullanılan üretim fonksiyonu Y= F (K, L) şeklindedir. Burada Y toplam çıktıyı (üretimi veya geliri), K sermaye faktörünü, L ise işgücü faktörünü göstermektedir. Üretim fonksiyonu, belirli miktar çıktının belirli girdilerle üretildiğini gösterir. Üretim miktarı ile üretimde kullanılan faktörler arasındaki ilişkinin derecesinin ve yönünün tahmin edilmesinde kullanılan farklı üretim fonksiyonları vardır. Harrod-Domar modelinde sabit oranlı bir üretim fonksiyonu kullanılmıştır. Bu üretim fonksiyonunun özelliği bir birim mal üretmek için gerekli olan işgücü ve sermaye miktarlarını göstermesidir. Bir birim üretim için gerekli olan işgücü (u) ve gerekli olan sermaye (v) kadardır. Sermaye-işgücü birleşim oranı sabittir ve v/u ya eşittir. Faktörler birbirleri yerine ikame edemez. Tasarruf eğilimi katsayısı (s): Bu modelde tasarruf eğilimi katsayısı (s) sabit kabul edilmiştir. Böyle olunca ortalama tasarruf eğilimi, marjinal tasarruf eğilimine eşit olduğu varsayılır. S _
AS
Y
AY
Aynı zamanda modelde gelirin tasarrufa ayrılan kısmı tamamen yatırıma dönüşür. Yani I=S olduğunda milli gelir sürekli dengededir. Ayrıca sermayeyi oluşturan tasarruftur. Sermaye-hasıla oram (v): Bir ekonomide bir birimlik ürün elde edebilmek için, ne kadarlık yatırım yapılması gerektiğini göstermektedir. K/Y ile gösterilen bu oran bir ekonomide tam kapasite ile çalışma halinde sermaye stoku tutarının toplam üretim tutanna oranıdır. Bu modelde tüm ekonomi için tek bir sermaye-hasıla katsayısından yararlanılmaktadır ve bunun sabit olduğu varsayılmaktadır. Diğer bir ifade ile ortalama sermaye-hasıla katsayısı (K/Y) ve marjinal sermaye-hasıla katsayısı AK/AY birbirine eşit olduğu varsayılır. Çünkü teknoloji sabit kabul edilmektedir. Zaman içinde teknoloji değişiyorsa marjinalin ortalamaya eşit olması söz konusu değildir. Marjinal sermaye-hasıla katsayısı çıktıya belli bir ilave yapmak için ne kadarlık ek yatınm yapılacağını gösterir. Sermaye-hasıla oranı (v) sembolü ile gösterilir. Öte yandan, sermayenin marjinal verimliliği (o), sermaye-hasıla katsayısının tersine (1/v) eşittir. Toplam sermaye stoku (K) ile ve toplam GSMH (Y) arasında bazı direkt ilişkinin olduğunu varsayalım. Örneğin eğer bir ekonomide bir lira değerinde çıktı üretmek için 4 lira değerinde sermaye malı gerekiyorsa, 100 milyar liralık toplam çıktı üretmek için 400 milyar liralık sermaye stokuna gereksinim olacaktır. Bu ilişkiye göre sermaye-hasıla oranı olarak 4/1 olacaktır.
Üretim fonksiyonu, belirli miktar çıktının belirli girdilerle üretildiğini gösterir.
Sermaye-hasıla oranı (v), bir ekonomide bir birimlik ürün elde edebilmek için, ne kadarlık yatırım yapılması gerektiğini gösterir.
274
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Yatırımların iki temel özelliği vardır. Bunlar; gelir yaratma ve üretim kapasitesi yaratma özellikleridir.
Yatırımın ikili özelliği: Harrod-Domar modeli Keynes'in yatırımların gelir artırıcı etkisi tezini daha geliştirerek yatırımların kapasite artırıcı etkisi de olduğunu ileri sürmüşlerdir. Harrod ve Domar, ekonominin itici gücünün yatırımlar olduğunu ve yatırımların bir ülke ekonomisi üzerinde iki önemli rol oynadığı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yatırımların ikili özelliği dediğimiz gelir yaratma ve üretim kapasitesi yaratma özelliğidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ekonomik büyüme ancak üretim gücünün artması ile gerçekleşir. Tam istihdamda bir ekonomide teknoloji düzeyi değişmiyor kabul ediliyorsa üretimi arttırmanın tek yolu yatırımları arttırmaktır. Harrod-Domar modeli yatırımların üretim kapasitesini artırıcı etkisi üzerine odaklanmıştır. Çünkü yapılan yatırımlar bir yandan çarpan etkisiyle geliri artırırken, diğer yandan da ekonomideki üretim gücünü yükseltir. Bu nedenle sistemi gerek talep gerekse üretim kapasitesi yönüyle ele almak gerekmektedir. Yeni kurulan fabrikalann, makinelerin, yollar, barajlar ve köprülerin ekonominin üretim kapasitesini artıracağı düşünülür. Bu yatırımlar sayesinde ekonomide önceki dönemden daha yüksek bir üretim potansiyeline sahip olunur. Öyleyse burada vurgulanması gereken konulardan birisi tam istihdamı sağlayacak artan üretim kapasitesinden yararlanıp, toplumun gereksinimlerini karşılayacak mal ve hizmet üretimin artırmaktır. Bunun gerçekleşmesi içinde toplam talebin artırılması gerekmektedir. Bir tarafı kapasite, diğer tarafı geliri oluşturan bir denklem yardımı ile sorunun çözümü ortaya konulmaya çalışılır. Eğer yatırımların yarattığı üretim kapasitesi yine yatırımların yarattığı gelire eşit düzeyde gelişirse ekonomide gecikmeler olmadığı için dengeli bir büyüme gerçekleşmiş olacaktır.
Modelin Varsayımları Harrod-Domar modeli bir dizi basitleştirici varsayımlar içermektedir. Ekonomi tam istihdam seviyesindedir. Sermaye ve gelir arasında sabit bir teknolojik ilişki vardır. Dış ticaret yoktur ve kapalı ekonomi geçerlidir. Ekonomide gecikmeler yoktur yani üretimdeki artış aynı anda harcamalara yansımaktadır. Sermaye tek üretim faktörü olarak alınmaktadır. Her ekonomi milli gelirin belirli bir oramm aşınan ve eskiyen sermaye mallarını (bina, araç-gereç vb.) yerine koymak için tasarruf etmek zorundadır. Ancak büyümek içinde yeni yatırımlar gereklidir. Yeni yatırımlar sermaye stokuna net katkıları ifade eder. Ancak bütün bu kısıtlayıcı varsayımlara rağmen bir çok ülkede HD modeli planlamada veya tahmin mekanizmasının bir parçası olarak kullanılmaktadır.
Modelin İşleyişi Bu modele göre ekonomik büyüme, ortalama (marjinal) tasarruf meyli ile sermaye-hasıla katsayısı arasındaki ilişkiye bağlıdır. Tasarruflar (S) milli gelirin (Y) belirli bir oranıdır. Tasarruf fonksiyonunu aşağıdaki gibi yazabiliriz. S = sY
(1)
Yatırımlar (I) sermaye stokundaki değişim (K) olarak ifade edilir. I = AK
(2)
Toplam sermaye stoku (K) toplam milli gelir veya çıktı ile direkt ilişkisine dayanır. Sermaye-hasıla oranı (v) tarafından açıklandığı gibi,
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
— = m veya Y AY
= m buradan
K = v.AY
(3)
Sonuç olarak toplam tasarruflar (S) toplam yatırımlara eşit olmak zorundadır. Biz bu eşidiği aşağıdaki gibi yazabiliriz. S=I
(4)
Eşidik (1) den S= sY olduğunu biliyoruz. Eşidik (2) ve (3) den I = AK = v.AY S = sY = v. AY = AK = I
(5)
sY = v. Y
(6)
veya
Her iki tarafı önce (Y) ile daha sonra (v) ile bölersek aşağıdaki eşitliği sağlayabiliriz. AY=Ş (7) Y v Eşidiğin sol tarafı AY/Y değişim oranının veya GSMH artış oranını ifade eder. Eşidik (7) Harrod-Domar büyüme teorisinin temel eşidiğinin basit bir şeklidir. Kısaca büyüme oranı AY/Y tasarruf oranı (s) ve sermaye-hasıla (v) oranı tarafından belirlenir. Devlet kesiminin ve dış alem ilişkilerinin olmadığı basitleştirici varsayımlar altında büyüme oranı (GSMH artış oranı) tasarruf oranı ile doğru ve pozitif, sermaye-hasıla oranı ile ters ve negatif bir ilişki içindedir. Yani, bir ekonomide tasarruf oranı ne kadar büyük ve sermaye hasıla katsayısı ne kadar küçükse, o ekonominin büyüme hızı o denli büyük olacaktır. (7) no'lu eşitliğin ekonomik mantığı çok basittir. Ekonomiler büyümek için GSMH'larının belirli bir oranını tasarruf ve yatırıma ayırmak zorundadırlar. Daha fazla tasarruf ve yatırım yaparlarsa daha hızlı büyüyeceklerdir. Örneğin bir ülkede, sermaye-hasıla oranı 3 ve tasarruf oranı yüzde 9 ise eşitlik (7) 'de yerine koyarsak, AY Y
=
ş = 0^09 = v 3
elde edilecektir. Ekonomi yılda yüzde 3 büyüyor demektir. Eğer tasarruflar yüzde 9' dan yüzde 15' e çıkarsa o zaman büyüme oranı da (GSMH artışı) yüzde 3 'ten yüzde 5 'e yükselecektir. Harrod'un özellikle üzerinde uğraştığı iki konu vardır: Yatırımcıların beklentilerini gerçekleştirecek koşullar, Beklentilerin gerçekleşmemesi halinde ortaya çıkacak sorunlar. Harrod üç ayrı büyüme oranı olduğunu ve bu oranların birbirine eşit olup olmamasının büyümenin esas dinamiğini oluşturduğunu ileri sürmektedir. Bunlar; gerekli (garantili-tatmin edici) büyüme oranı, gerçek büyüme oranı ve doğal büyüme oranıdır.
275
276
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Gerekli ya da garantili büyüme oranı; planlanan yatırımlarla, planlanan tasarrufları eşitleyen büyüme oranıdır.
Gerekli Büyüme Oranı (Gw): Planlanan yatırımlarla, planlanan tasarrufları eşitleyen bu büyüme oranına Harrod, gerekli ya da garantili büyüme oranı adını vermiştir. Ancak bu durumda bir kapasite fazlalığı ve boş kapasite meydana gelmez. Girişimcilerin üretim planları gerçekleşmiştir. Yani ne ellerinde satılmamış mal stokları kalmıştır ne de satabildiklerinden daha aşağısını üretmiş durumdadırlar. Sonuç olarak girişimciler bir sonraki dönem için de aynı oranda üretim artışı planlarlar. Böylece aynı karar büyüme devam eder. Harrod gerekli büyüme oranını şu şekilde formüle etmiştir: Gw . Cr = s Gerçekleşen Büyüme Oranı (G): Bu büyüme oranı ekonomide gerçekleşen büyüme oranıdır. Toplam üretimin bir dönemdeki artış yüzdesidir. Harrod ekonominin dönem sonu gerçekleştirdiği bu büyüme oramm da; G .C=s şeklinde ifade eder. Burada tanımlanması gereken unsur C'dir. Harrod'a göre C, dönem sonunda ortaya çıkan veya gerçekleşen sermaye ihtiyacı veya hızlandırandır. Modelde denge şartı gerçekleşen büyüme oram ile gerekli büyüme oranı eşitliği ile sağlanır. Sembollerle gösterilirse denge şartı: G . C = Gw Cr Gerçekleşen büyüme oranı ile gerekli büyüme oranının eşit olması halinde ekonomi tam istihdamda olur, ne işsizlik ve ne de enflasyona düşmeden istikrarlı bir gelişme izler. Ancak bu iki büyüme her zaman eşit olmaz. Eğer gerekli büyüme oranı gerçekleşen büyüme oramndan büyükse, yani Gw > G ise C > Cr olacaktır. Böyle durumda ekonomi daralma halindedir. Çünkü gerekli sermaye teçhizatından daha fazlası ekonomide bulunmaktadır. Açıktır ki ekonomi bakımından tasarruf yerine, harcamaların artışı daha anlamlıdır. Buna karşılık gerçekleşen büyüme oranı gerekli büyüme oramndan büyük ise, yani, G > Gw ise Cr > C olacaktır. Gerçekleşen büyüme gerekli büyümeden fazla olduğu için sermaye teçhizatı sürade erimiştir, gerçekleşen yatırımlar gerekli yatırımların altında kalmıştır. Bunun için yeni yatırım malları siparişi yapılacaktır. Kısaca ekonomi genişleme halindedir ve tasarruf faydalıdır. Harrod'a göre dengeden en ufak bir sapma ekonomiyi dengesizliğe hızla götürür. Bununla birlikte bu denge bir bıçak sırtı durumunu ifade eder. Harrod'un bıçak sırtı denge kavramı oldukça zordur. Çünkü modelde üretim yeterince hızla artmazsa aşırı üretimle, aksine yeterince hızla artarsa eksik üretimle karşılaşılacağı savunulmaktadır. Bu mekanizmayı açıklayalım. Gerçekleşen büyüme hızının gerekli büyüme hızım aşması durumunda talep artışı, arz artışının önünde gitmeye başlar. Bu talebe arz yetişmek için girişimciler üretimi artırmak isterler. Böylece talep, arzı daha da çok aşar, gitgide denge noktasından uzaklaşılır.
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Gerçekleşen büyüme hızının gerekli büyüme hızının altına düşmesi arzın talebi aşması ile sonuçlanır. Bu durumda ellerinde satılmamış mal stokları kalan girişimciler, kötümser bir havaya bürünecekler ve yatırımlarını kısma yoluna gideceklerdir. Yatırımların kısılması talebin daha da azalmasına neden olacak ve birbirini izleyen dönemler boyunca dengeden uzaklaşılacaktır. Sonuç olarak, ekonominin kararlı ve dengeli bir şekilde büyümesi için, toplam arz ve talebi devamlı olarak birbirine eşit kılacak bir büyüme hızını tutturmak gerekmektedir. Diğer bir ifade ile ekonomi dengeli bir büyüme içinde ise bu yolu devam ettirmesi durumunda enflasyonist ve deflasyonist bir sürece girmeyecektir. Dengeden aynldıkça ekonomik güçler kararsızlığı gitgide arttırmak yolunda çalışmaktadır. Doğal Büyüme Oranı (G n ): Harrod'a göre bir ülkedeki tüm üretim faktörlerinin kapasitesi ekonominin arz olanaklarını yaratır. Bütün olanakların kullanılmasıyla gerçekleştirilebilecek büyüme oranına doğal büyüme oram adı verilmekte,.
^
„
, , ..
..
,
,
. . , , , . . . .
dır. Doğal büyüme oranı, varılacak en yüksek büyüme oranıdır. Bir büyüme tavanı oluşturan bu oranın yükselmesi, nüfus artışına ve teknolojik gelişmeye bağlıdır, Gn ve Gw'nin karşılaştırılması ekonomideki büyüme çizgisini belirler. Gw > Gn ise, G'nin Gw 'yi aşma ihtimali yoktur. Ekonominin gerekli büyüme hızıyla büyüdüğü varsayılsın. Bir an gelip büyüme hızı tavanına varılacaktır. Bu durumda gerçekleşen büyüme hızı zorunlu olarak gerekli büyüme hızının altına düşecek, aşırı üretime geçilecek ve ekonomi ters yönde hızla dengeden uzaklaşacaktır.
277
D°İal
büyüme oranı; bütün olanakların kullanılmasıyla gerçekleştirilebilecek büyüme oranıdır.
Modelin Eleştirisi Harrod-Domar modelinin planlamada kullanılmasının nedeni basidiği olmakla birlikte model bir çok güçlüğü de beraberinde getirmektedir. Bunlardan en başhcalan: 1. Model çok genel ve o nedenle detaylı kantitatif inceleme için gerekli temeli sağlayamamaktadır. Aynı şekilde yapısal ve bölgesel sorunları ayırt edici olmaktan uzaktır. 2. Bir ekonomide tasarruf eğilimi olsun, sermayenin verimliliği olsun kolaylıkla hesaplanabilecek unsurlar değillerdir. Aynı şekilde farklı gelişim düzeyindeki sektörlerden oluşan bir ekonomide, ekonominin bütününe yönelik tek bir sermaye hasıla katsayısı düşünmek gerçeğe uygun düşmemektedir. Herhangi bir ülkede özellikle azgelişmiş ülkede sermaye tahmininde bulunmak kolay değildir. Bir çok azgelişmiş ülkede toplanabilecek sınırlı veri ile güvenilir sermaye-hasıla oranını tahmin etmek güçtür. 3. Büyüme sorununu teknik mekanik bir sorun olarak ele almıştır. Büyüme sorununu sadece sermayeye dayandırmakta, öteki unsurları analize dahil etmemektedir 4. İşgücü, sermaye ile birlikte üretim sürecindeki diğer önemli bir girdidir. İşgücü fazlasına sahip olduğu sanılan azgelişmiş ülkelerde bile böylesi bir fazlanın sadece bazı dönemlere ait olduğu gözlemlenmektedir. Harrod-Domar modeli gerçek yaşamdaki önemli stratejik unsurlara dikkati çekmesi açısından önemli olduğunu düşünüyor musunuz?
Neoklasik Büyüme Modeli Neoklasik büyüme modeli, ilk kez R.Solow (1956) ve T. Swan (1956) tarafından geliştirilmiştir. Neoklasik büyüme modelleri içerisinde en çok kullanılma özelliği-
ÎPJL
SIRA SİZDE^)
278
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
ne sahip olan bu modelin sağladığı temel avantaj uzun dönem büyüme analizi için gerekli olan tekniklerin kullanılmasına olanak sağlamasıdır. Neoklasik modelde sistemin kararlı denge haline nasıl ulaşacağını Solow'un modelinden yararlanarak açıklayalım. Solow, durağan durum dengesini kanıdamak için dengeye nasıl ulaşıldığını ve dengeden ayrıldığında ekonominin nasıl zorunlu olarak tekrar dengeye döneceğini açık bir şekilde anlatmıştır. Neoklasiklerin Harrod-Domar modelinin istikrarsızlık sorununa getirdiği yanıt sermaye-hasıla oranını sabit tutmak yerine değişmesi ile ilgilidir. Yani ekonomik istikrarın sermaye-hasıla katsayısının (v) değişmesi ile sağlanacağını bu durum da yeni bir üretim fonksiyonunu gerekli kılmaktadır.
Neoklasik Büyüme Modelinin Temel Varsayımları Sermaye faktöründe azalan verim kanunu geçerlidir, sermaye ve işgücü arasında ikame söz konusudur. Nüfus artışı ve teknolojik gelişme dışsal olarak alınmaktadır. işgücü nüfusun sabit oranına eşittir, diğer bir ifade ile nüfus arttıkça işgücü artmaktadır. Ölçeğe göre sabit getiri vardır. Kapalı bir ekonomi ve tek bir mal üretildiğini, dış ticaretin ve devlet harcamalarımn olmadığı varsayılmaktadır. Üretim Fonksiyonu ve Ölçeğe Göre Getiri: Neoklasik büyüme modelinde ölçeğe göre sabit getiri varsayıldığı için birinci dereceden homojen bir fonksiyon olan Cobb-Douglas üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Ayrıca bu fonksiyon sermaye ve işgücü arasında ikameye de olanak sağlamaktadır. Cobb-Douglas üretim fonksiyonu uygulamalı iktisat alanında yapılan çalışmalarda çok kullanılan basit üretim fonksiyonudur. Y = A K« LP a = sermayenin marjinal etkinliği p = emeğin marjinal etkinliği A = etkinlik katsayısı (Teknolojik değişme ile ilgili bir katsayıdır.) e= a + p üretim esnekliği e = l;OC + p= l i s e ölçeğe göre sabit getiri e > l ; O C + p > l i s e ölçeğe göre artan getiri e < l ; O C + p < l i s e ölçeğe göre azalan getiriyi göstermektedir. Bu fonksiyonla ilgili çalışmaların büyük kısmında (K) ve (L)'nin üsleri toplamının l'e eşit olduğu varsayımından hareket edilmiştir. Böyle olunca fonksiyon Y = A K" L1"« Şeklinde de yazılabilir, a, 0 ile 1 arasında yer alan bir sayıdır, (a) sermayenin üretimden aldığı payı, (1-oc) ise işgücünün üretimden aldığı payı göstermektedir. Üretim fonksiyonu ölçeğe göre sabit getiriye sahiptir. Bunun anlamı tüm girdiler iki katına çıkarılırsa, çıktıda iki kat artacaktır. Ancak A katsayısı yalnızca üretimi ölçmekte kullanılan birimlere bağlı olduğu için anlamlı değildir. Bu nedenle üretim birimlerini uygun şekilde seçerek ifadede A'yı ortadan kaldırmak mümkündür. DİKKAT
Solow modeli, biri üretim fonksiyonu, diğeri de sermaye birikim eşitliği olan iki denklem çerçevesinde oluşturulmaktadır. Aşağıda sermaye birikim denklemi açıklanacaktır.
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Solow büyüme modelinde toplam üretim fonksiyonu değil ama onunla aynı özelliklere sahip olan işgücü başına üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Modelde işgücü ve sermaye arasındaki ilişki özel öneme sahiptir. Bu modelde temel eşitlik ancak sermaye- işgücü oranının (k) zaman içinde göstereceği değişikliğe bağlıdır. Bilindiği gibi üretim fonksiyonunun değişkenleri işgücü ve sermayedir. Y = f (K, L) Toplam üretim fonksiyonunda yer alan değişkenlerin hepsi işgücü sayısına (L) bölünerek işgücü başına sermaye ve hasıla arasındaki ilişki yazılabilir L
L
Buradan,
L
y = f(k, 1) (y) işgücü başına hasılayı, (k) işgücü başına sermayeyi ifade etmektedir. Solow modelinin ikinci temel denklemi olan sermaye birikiminin nasıl oluştuğunu veren sermaye birikim denklemini elde edelim. İşgücü başına sermaye oranının zaman içindeki değişiminin doğal logaritması alınarak yazabiliriz. lnk = İnK - IhL zamana göre türevini alalım, 1 dk _ 1 dk k dt k dt
1 dL L dt
Bilindiği gibi sermaye stoğundaki artış oranı (AK/K) ve işgücü artış oranı (AL/L) sermaye- işgücü arasındaki artış oranını verir. Ak k
=
AK K
AL L
— = n İşgücü artış oranının sabit ve nüfus artış oranına (n) eşit olduğunu L varsayalım. Buradan: Ak = AK _ n k K Eşitiiğin iki tarafını k ve K/L ile çarpalım: Ak k k
= AK
K. _ n K_ K L L
Ak =AK _ n K L L Ak =AK _n]< L AK = Ak +nk L AK = 1 olduğu ve tasarruf fonksiyonu S = sY olduğu bilindiğinden aşağıdaki işgücü başına terimlerle sermaye birikim denklemine ulaşılır. Ak = s f(k) - nk
279
İktisadi Kalkınma ve Biiyiime
280
Son denklem Solow modelinin temel denklemidir. Eşitliğin sağ tarafı sfCk) sadece işgücü başına tasarrufları ve bu da işgücü başına yatırımlara eşittir. Bir sonraki terim nk sadece yukanda açıklandığı gibi sabit K/L oranına uyar. Diğer bir deyişle, k veya sermaye- işgücü oranının değişim hızı artan nüfus karşısında sermaye-işgücü oranım sabit tutabilmek için ihtiyaç duyulan net işgücü başına tasarruf veya yatırım miktanyla belirlenir. Açıktır ki, işgücü başına yatırım (veya tasarruf) nk'dan daha büyük olduğunda sermaye stoku işgücünden daha hızlı büyüyecek ve sermaye-işgücü oranında bir artışa yol açacaktır. Eğer işgücü başına tasarruf oranı nk'dan daha az ise işgücü sermaye stokundan daha hızlı artacak ve sermaye-işgücü oram düşecektir.
Modelin Şekil ile Açıklanması Denklemin ifade ettiği anlam ve istikrarlı (kararlı) dengeyi sağlayacak sermaye-işgücü oranının zaman içinde nasıl bir gelişimde bulunacağım diğer bir deyişle nasıl büyüme gösterdiğini şekil yardımı ile açıklayalım: Şekilde dik eksende işgücü başına üretimi (y), yatay eksende sermaye/işgücü oranı (k) yer almaktadır, y = f(k) fonksiyonu değişik sermaye-işgücü oranlarına göre elde edilen toplam üretim (hasıla) eğrisidir. s. f(k) fonksiyonu, sermaye/işgücü oranına göre işgücü başına sermaye birikim fonksiyonudur. Sermaye/işgücü oram artarken, sermayede azalan verim kanunu işleyecektir. Bu durumda ölçeğe göre sabit getiri varsayımı dikkate alındığında; işgücü başına üretimin ve dolayısıyla İşgücü başına birikimin gitgide yavaşlayan bir hızla yükseleceği anlaşılır. Bu nokta, s.f (k) eğrisi dik eksene doğru dış bükey çizilerek gösterilmektedir. Bu nedenle bu eğri aşağıya doğru eğimlidir. Neoklasik Denge Büyüme Modeli
IjüulvfiirnıSermaye Orijinden geçen nk doğrusunun eğimi «'ye, yani nüfus artış oranına eşittir. Bu doğru, İşgücü birimi başına düşen sermayenin artan işgücü arzı karşısında sabit kalabilmesi için gerekli artışı gösterir, s.f (k) eğrisi ile nk doğrusunun kesiştiği D noktasında sermaye birikim hızı ile nüfus artış hızı birbirine eşit olmaktadır. Dengeye sf Çk) = nk olduğu yerde ulaşılır. Bu duruma uyan sermaye/işgücü oranım k* ile
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
gösterelim. Ekonomi k* ile gösterilen sermaye/işgücü oranına ulaştığında, sermaye ile işgücünün aynı hızla arttığı aynı karar denge durumunda büyümeye varılacaktır. Bu denge durumun kararlı olup olmadığını araştıralım. D noktasından önce sf (k) (nk ve k, D'ye ulaşana kadar artar D noktasımn sağında nk (sf (k) ve k düşer ve ekonomi tekrar D noktasına döner. Bir ekonominin sermaye-işgücü oranının kendi durağan durum değerinin ne kadar altında ise o ölçüde hızla büyüyecektir. Aynı zamanda bir ekonomi, kendi durağan durum değerinin ne kadar üstünde ise o ölçüde hızla azalacaktır. Böylelikle D noktasında denge kararlıdır. O halde, başlangıçta işgücü başına sermaye ne olursa olsun, ekonomi aynı karar dengeyle büyüdüğü bir noktaya ulaşacaktır. Bu noktadan ayrıldığında kararlılık koşullan ekonomiyi tekrar durağan durum büyüme noktasına getirir. Durağan durum, ekonominin uzun dönem dengesini göstermektedir. Durağan durumda (D noktasında) işgücü başına sermaye sabit kalır yani işgücü başına sermaye artısı Ak = 0 dır. Solow'un büyüme modeli tasarrufun, nüfus artışının ve teknolojik gelişmenin zaman içinde çıktı artışını nasıl etkileyeceğini ortaya koymaktadır.
281
Solovv'un büyüme modeli tasarrufun, nüfus artışının ve teknolojik gelişmenin zaman içinde çıktı artışını nasıl etkileyeceğini ortaya koymaktadır.
Bu kısımda durağan durumda bir değişmeye neden olan diğer bir ifade ile ekonomideki işgücü başına çıktıdaki değişmeye neden olan nüfus oranındaki artış ve tasarruf oranındaki artışın etkilerini ele alacağız.
Nüfus Artış Oranında Bir Değişmenin Durağan Duruma Etkisi Durağan duruma ulaşmış bir ekonomide çeşidi nedenlerle diyelim ki dış göç nedeniyle nüfus oranındaki bir artış olduğunda bu durum durağan durumu nasıl etkiler? Solow büyüme modelinde nüfus artış oranı (ki bir dışsal değişkendir) uzun dönem işgücü-başına düşen durağan durum dengesi sermayesini ve hasılasını azaltır. Başlangıçta ekonomi nl nüfus artış oranında k t * sermaye-işgücü oram ve yj*işgücü başına hasıla düzeyinde durağan durum dengesindedir. Nüfus artış oranının n2'e yükselmesi halinde yeni bir durağan durum dengesine ulaşılır. Bu durağan durum dengesi öncekine göre daha küçük sermaye-işgücü oranı (k2*) ve yine başlangıçtakinden daha düşük bir işgücü-başına hasıla düzeyini (y2*) göstermektedir. Kısaca nüfus artış oranı durağan durum dengesi sermayesini ve hasılasını etkiler. Bu durum daha yavaş oranda bir büyümeye neden olur. İstihdamı artırmak için yeni sermaye gerekli olacaktır.
Nüfus Artış Oranında Bir Yükselme
i^gucufeciniHısıJ.1
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve Biiyiime
282
Tasarruf Oranlarındaki Bir Artışın Durağan Duruma Etkisi İşgücü-başına sermaye değeri durağan duruma ulaşmış bir ekonomiyi ele alalım. Çeşitli nedenlerle tasarruf oranında bir artış olduğunu varsayalım. Tasarruf oranındaki bir artış yatırım (tasarruf) fonksiyonunu yukarıya kaydıracaktır. Yani stf(k) tasarruf fonksiyonu, s^(k) konumuna getirecektir. Tasarruftaki bu artış, ekonominin durağan durumdaki ^'işgücü-başına sermaye düzeyini korumak İçin gerekli miktardan daha fazla tasarruf ve yatırım yapılmasına yol açacaktır, işgücü-başına sermayeyi artırarak k2* düzeyine getirir, işgücü-başına sermaye stoku k2* noktasıyla gösterilen daha yüksekteki bir değere ulaşır. Böylelikle ekonomi başlangıç durağan durum dengesine göre daha yüksek işgücü-başına sermaye ve hasıla düzeyine ulaşmış olur.
Tasarruf Oranındaki Bir Artış
K * -j İşgücü Başına Sermaye
Teknolojik Gelişmenin Modele Girişi ve Ölçülmesi
Teknolojik gelişme büyüme hesaplarında "artık"veya "arta kalan" kısma toplam faktör verimliliği denir,
Teknolojik gelişmenin ölçülmesine ilişkin Neoklasik yöntem yine Solow'un (1957) çalışması ile geUştirilmiştir. Solow'un amacı, işgücü başına düşen üretim artışlarının ne kadarının işgücü-başına düşen sermaye miktanndaki artışlardan (aynı üretim fonksiyonu üzerinde ilerleme), ne kadarının ise teknolojik gelişmeden (üretim fonksiyonundaki yukarı doğru kayma) kaynaklandığını belirleyecek uygun bir yöntemi geliştirmekti. Neoklasik büyüme modellerinin uzun dönem gündemde kalmasının en büyük nedeni büyüme muhasebesi denilen geniş kapsamlı ampirik bir araştırmaya olanak tanımasıdır. Bu yaklaşımda İzlenen yöntem, büyüm, üretim fonksiyonları ile açıklanan bileşenlerine ayrılmaktadır. Sermaye ve işgücünden oluşan iki üretim faktörünün kullanım artışı ölçülür ve ölçülen kısım milli gelirin büyümesinden çıkarılır ve kalan kısım sanki teknolojik gelişmeden kaynaklandığı varsayılarak yorumlanır. Diğer bir ifade ile teknolojik gelişme büyüme hesaplannda "artık" veya "arla kalan" olarak ele alınır. Bu arta kalan kısmına toplam faktör verimliliği de denir. Solow'un (1956, 1957) ve Dennison'un (1957) çalışmalarını takiben, bir ekonomiye katkıda bulunan farklı girdilerin Neoklasik teoriye göre katkılarının hesaplanması daha basit olarak açıklanabilmektedir. İşgücünün (L), sermayenin (K), ve tek-
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
283
nolojinin (A), AL/L, AK/K, ve AA/A oranlarında büyümekte olduğunu varsaydığımızda çıktı da AY/Y oranında büyüyecektir. A Y Y
=
A A A
+ a
_ A K K
+
(
1
.
( X
) _ A L L
Solow (1957) bu yöntemi kullanarak 1909 - 49 yılları arasında, ABD'deki özel tarım dışı ekonomik faaliyetteki işgücü başına gayri safi hasıladaki artışın yüzde 87,5'unun teknolojik gelişmeden (TFV'deki artıştan) diğer yüzde 12,5'unun sermaye birikiminden kaynaklandığını buldu. Solow'un bu çalışmasının sonucu büyümenin kaynaklarını belirlemeye yönelik çok sayıda yeni çalışmanın gerçekleşmesine yol açtı. Teknolojik gelişme işgücü başına çıktıda sürekli büyümeye neden olmaktadır. Yüksek tasarruf oranı ise tersine durağan duruma ulaşıncaya kadar yüksek bir büyüme oranına neden olur. Neoklasik modelde teknolojide sürekli bir gelişmenin olmaması halinde kişi başına düşen büyüme oranının sonuç olarak sıfıra eşit olacağı varsayılmaktadır.
Neoklasik modelde teknolojide sürekli bir gelişmenin olmaması halinde kişi başına düşen büyüme oranının sonuç olarak sıfıra eşit olacağı varsayılmaktadır.
Solow modelinde geçici ve kalıcı ekonomik büyümeyi sağlayan faktörler nelerdir dersiniz? • f ^ A
SIRA SİZDE^)
284
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Özet Ekonomik
büyüme nedir? nastl
ölçülür?
Ekonomik büyüme bir ülkenin, üretim kapasitesinin veya GSMH' nın sürekli ve pozitif artışını ifade etmektedir. Ekonomik büyüme reel gayri safi milli hasıla ve kişi başına düşen gayri safi reel hasıla ile ölçülmektedir. Bir ülkede kişi başına GSMH'ın bir yıldan öbürüne yüzdesel artışını gösteren orana
Modelin en önemli belirleyeni yatırımlar ve yatmmların gelir ve üretim kapasitesi yaratıcı etkileridir. Dengede büyüme koşulu ise üretim kapasitesinde meydana gelen artışın, gelirde meydana gelen artışa eşit olması gerekmektedir. Harrod-Domar modeli yalnız ekonomik büyüme sorunlan ile değil aynı zamanda dengeli büyüme sorunu ile de ilgilenmiştir.
ekonomik büyüme oram denir. Ekonominin nüfus artış oranmdan hızlı artması kişi başına düşen geliri yükseltir.
Neoklasik
varsayımları
ve işle-
5 w yiŞi nasıldır? Durağan durum denge düzeyinde yüme
Ekonomik
büyüme modelinin
büyümenin
belirleyenleri
nelerdir?
bü-
nasıldır?
Neoklasik büyüme modeli 1956 yılında R.Solow ta-
Ekonomik büyümenin belirleyenleri yani kaynakla-
rafından geliştirilmiştir. Bu model daha fazla serma-
rı sermaye (fiziksel ve beşeri), işgücü, doğal kay-
ye ve işgücü girdisi ile artan çıktı miktarının ortaya
naklar ve teknolojik gelişmedir. Ekonomik büyüme
koyduğu tam rekabet piyasasından söz eder. Ser-
bu kaynaklardaki niteliksel ve niceliksel bir artışa
maye ve işgücü arasında ikame söz konusudur. Öl-
dayanır. Ekonomik büyümeyi işgücünün (L), doğal
çeğe göre sabit getiri sermayede azalan getiri var-
kaynakların (N), sermaye stokunun (K) ve teknolo-
dır. Bu ekonomi, verilen sabit bir işgücü miktarı
jinin (T) artan bir fonksiyonu olarak düşünmekte
karşılığında eklenen her yeni sermaye miktarının
mümkündür. Y= f(AL, AK, AN, AT)
bir öncekine oranla daha az verim sağlayacağını ifade eden azalan verimler kanunu desteklemekte-
Klasik iktisatçılar j «
ekonomik
büyümeyi
nasıl
ifade
ettiler?
dir. Dış ticaret ve devlet harcamalan yoktur. Kapalı bir ekonomi ve tek bir mal üretildiğini varsaymak-
Klasik iktisatçılarda ekonomilerin büyümesi tekno-
tadır. Bu varsayımlar altında kurulan model, kişi
lojik gelişme ve nüfus artışı tarafından belirlene-
başına sermayenin yine kişi başına üretim (hasıla)
cektir. Teknolojik gelişme, giderek artan makine-
veya tüketim ile aynı oranda artış gösterdiği bir den-
leşme ve işbölümünü olanaklı kılacak sermaye bi-
geli büyüme çizgisi olarak tanımlanmaktadır. Nüfus
rikimine dayanmaktadır. Nüfusun giderek artması,
ve işgücündeki artış ve teknolojik değişme modele
bir yandan mevcut topraklar üstünde daha fazla iş-
dışsal olarak verilmektedir. Durağan durum, eko-
gücü kullanılmasına neden olurken, diğer yandan
nominin uzun dönem dengesini göstermektedir.
da daha düşük verimli toprakların üretime açılma-
Durağan durumda işgücü başına sermaye sabit ka-
sına neden olacaktır. Sonuçta azalan verimler ka-
lır yani işgücü başına sermaye artışı Ak = 0 dır.
nunu işlemeye başlayacaktır. Klasik büyüme teorisine göre ekonomilerin önce büyüyeceği fakat
Neoklasik
modelin sonuçları
nelerdir?
uzunluğu her ekonominin özelliklerine göre deği-
Neoklasik büyüme modeli iki öngörüde bulunur.
şecek bir süre sonra durgunluk haline dönecekleri-
Birincisi, sermaye oranı genişledikçe büyüme ya-
ni öne sürerler. Klasik iktisatçıların öne sürdüğü
vaşlar ve sonunda durgunluk meydana gelir. Büyü-
büyüme teorisi basitti. Teorinin temel unsurları olan
meyi korumak için ekonominin teknolojik gelişme-
sermaye birikimi, nüfus artışı ve işgücü verimliliği
lerin sürekli desteğinden yararlanması gerekmekte-
bugün de büyüme ve kalkınma ile ilgili teorilerin
dir. Teknolojik gelişme, neoklasik modelde geniş-
temel kavramıdır.
leme olarak belirtilir. İkinci olarak fakir ülkeler zengin ülkelere oranla daha hızlı büyüme eğilimi gös-
Harrod-Domar
modelinin
¿•m en önemli belirleyeni
varsayımları
ve
modelin
terir. Buna sebep azalan verimler kanunudur. Fakir
nedir?
ülkelerin daha az sermayeye sahip olmalan, her bir
Harrod-Domar modelinin varsayımları; ekonomide
ek sermayeden alacaklan verimin daha fazla olaca-
devlet harcamalan yoktur. Ekonomi diş ilişkileri ol-
ğını gösterir.
mayan kapalı ekonomi durumundadır. Gecikmeler yoktur ve tam istihdam denge seviyesine ulaşmış durumdadır.
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Kendimizi Sınayalım 1. Türkiye'nin 1987 yılı fiyatları ile 2000 yılı reel GSMH değeri yaklaşık 119 trilyon TL, 2001 yılı reel GSMH değeri yaklaşık 108 trilyon TL olmuştur. Türkiye'nin ekonomisi 2001 yılında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde kaç oranında değişmiştir? a. Yüzde -9,5 küçülmüştür. b. Yüzde 6.3 büyümüştür. c. Yüzde 3-9 büyümüştür. d. Yüzde 8.3 büyümüştür. e. Yüzde -6,5 küçülmüştür. 2. Sermaye stoku 400 trilyon TL ve tam istihdam gelir düzeyi 100 trilyon ise sermayenin marjinal verimliliği ve sermaye hasıla oranı aşağıdakilerden hangisinde birlikte ve doğru olarak verilmiştir? a. 5 ve 0,25 b. 0,25 ve 4 c. 0,10 ve 0,25 d. 0,15 ve 4 e. 0,40 ve 0,25 3. Aşağıdakilerden hangisi Neoklasik büyüme modelinin temel varsayımlarından biri değildir? a. Sermaye azalan verim kanunun geçerli olması b. Dış ticaret ve devlet harcamalarının olmadığı c. Nüfus artışının dışsal değişken olarak ele alınması d. Teknolojik gelişmenin içsel değişken olarak ele alınması e. Sermaye ve işgücü arasında ikamenin olması 4. A ülkesinde yıllık büyüme oram yüzde 4 ve nüfus artış oranı yüzde 1 ise, bu ülke kaç yıl sonra gelirini ikiye katiar? a. 21 b. 24 c.
26
d. 28 e. 34 5. Harrod-Domar büyüme modeline göre, bir ekonomide sermaye hasıla katsayısı v = 3 iken ekonominin yüzde 7 oranmda büyümesi isteniyorsa tasarruf oranının yüzde kaç olması gerekir? a. 30 b. 25 c.
21
d. 12 e. 10
285
6. Aşağıdakilerden hangisi Harrod-Domar modelinin varsayımlarından biri değildir? a. Ekonominin tam istihdam seviyesinde olması b. Sermaye ve gelir arasında sabit bir teknolojik ilişkinin olması c. Dışa açık bir ekonominin söz konusu olması d. Üretimdeki artışın aynı anda harcamalara yansıması e. Sermayenin tek üretim faktörü olarak ele alınması 7. Aşağıdakilerden hangisi, teknolojinin değişmediği varsayımı altında, tüm üretime katılan faktörler iki kat arttmldığında üretiminde iki kat artacağını ifade eder? a. Ölçeğe göre sabit getiri b. Ölçeğe göre artan getiri c.
Dışsallıklar
d. Ölçeğe göre azalan getiri e. Fırsat maliyeüeri 8. Yönetimde ve organizasyonda meydana gelen iyileşmelerle ortaya çıkan verimlilik artışlan olarak tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir? a. Teknolojik yenilikler b. İçerilmiş teknolojik gelişme c. Organizasyonel büyüme d. İçerilmemiş teknolojik gelişme e. Ekonomik yenilikler 9. Aşağıdakilerden hangisi Harrod'un büyüme oranlarından biri değildir? a. Gerekli büyüme oranı b. Garantili büyüme oranı c. Gerçek büyüme oranı d. Doğal büyüme oranı e. Planlanan büyüme oranı 10. Çıktıya belli bir ilave yapmak için ne kadarlık ek yatınm yapılacağını gösteren katsayı aşağıdakilerden hangisidir? a. Marjinal sermaye hasıla katsayısı b. Ortalama sermaye hasıla katsayısı c. Ortalama yatınm hasıla katsayısı d. Ortalama tasarruf katsayısı e. Teknolojik gelişme katsayısı
286
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Yaşamın İçinden Refah Avrasya'nın İki Ucunda Ülkelerin 1950-2001 yıllan arasındaki gelir artışlannı ince-
1950 ve 2001 Yılları Arasında Ülkelerin Gelir Artışı Sıralaması
leyen bir araştırma Uzakdoğu ve AB ülkelerinin bu alanda önde olduğunu gösterdi. Türkiye ise 19'uncu oldu. Kişi başına yurtiçi gelirini 1950-2001 döneminde en fazla artıran ülke 22 katla Güney Kore oldu. Güney Kore, 1950 yılında 876 dolar olan satın alma gücü paritesiyle kişi başına gayri safı yurtiçi hasılasını (SGP-GSYİH), 2001 yılında 21.99 kat artışıyla 19 bin 266 dolara yükseltti ve çağ atladı. 1950 yılının Güney Kore'nin kişi başına geliri o tarihte
1950*
2001*
Artış*
Güney Kore
876
19.266
21,99
Tayvan
922
17.119
18,57
Japonya
1.873
27.958
14,93
Yunanistan
1.951
18.891
9,68
ispanya
2.397
20.660
8,62
Portekiz
2.132
18.048
8,47
irlanda
3.518
28.662
8,15
Tayland
848
6.575
7,75
Çin
614
4.672
7,61
Avusturya
3.731
27.662
7,41
italya
3.425
24.915
7,27
Mısır
517
3.649
7,06
Finlandiya
4.131
26.275
6,36
Norveç
4.969
31.601
6,36
Almanya
4.281
26.234
6,13
Romanya
1.182
6.842
5,79
la Yunanistan, 8.6 İspanya, 8.5 katla Portekiz, 8.2 katla İr-
Macaristan
2.480
13.670
5,51
landa takip etti. Refah artışında ilk 10'da 5 Asya, Uzakdo-
Belçika
5.346
28.965
5,42
ğu (Güney Kore, Tayvan, Japonya, Tayland, Çin), 5 Avru-
Türkiye
1.299
6.953
5,35
pa Birliği (AB) ülkesi (Yunanistan, İspanya, Portekiz, İr-
Fransa
5.221
25.767
4,94
landa, Avusturya) yer aldı.
Hollanda
5.850
27.011
4,62
1950 yılında 1299 dolar kişi başına yurtiçi gelirini 5.35 ar-
Brezilya
1.673
7.612
4,55
dördüncü zengin ülke olan petrol ülkesi Venezüella'nın kişi başma gelirinin sekizde birinden azdı, oysa şimdi aynı ülkenin üç katından fazla gelire sahip durumda. Yine 1950 yılında Fas'm yarısmdan biraz fazla bir kişi başına geliri olan Güney Kore, şimdi bu ülkenim 5 katından fazla kişi başma gelire sahip durumda. Avustralya'nın online yayıncılık kuruluşu Rapid Intelligence Pty Ltd.'nin Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) verilerine dayanarak yaptığı araştırmaya göre, Güney Kore'yi 18.6 katla Tayvan, 14.9 katla Japonya, 9-7 kat-
tırarak 2001 yılında 6 bin 953 dolara çıkaran Türkiye, artış
Danimarka
6.683
28.963
4,33
oranında 52 ülke içinde 19'uncu sırayı aldı. Gelişmiş 7 bü-
Meksika
2.085
8.897
4,27
yük sanayi ülkesinden Japonya'mn yam sıra, İtalya 7.3 kat
Hindistan
597
2.543
4,26
refah artışıyla 11 inci, 6.1 kat refah artışıyla Almanya 15 in-
* Kişi Başına GSYİH ( $ : Dolar)
ci, 4.9 kat artışla Fransa, Türkiye'nin ardından 20 inci, 4.1
* * Kaç kat arttığı
kat artışla Kanada 27 inci, 3.8 kat artışla ABD 32 inci, 3.7 kat artışla Britanya 34 üncü oldu. On beş ülke geride kaldı. Dünyanm en kalabalık nüfuslu iki ülkesinden Çin, bu dönemde refahmı 7.6 kat artırdı ve sıralamada 9 uncu, Hindistan ise 4.3 kat artırarak 25 inci sırayı aldı. Bu dönemde refahı düşen (Venezüella'nın kişi başına yurtiçi geliri 1950 rakamının yüzde 19 altında) veya düşük refah artışı yaşayan 15 ülke içinde bir Okyanusya (Yeni Zelanda), iki Asya (Pakistan ve Filipinler) ülkesi bulunurken, Latin Amerika'dan 5 (Kolombiya, Şili, Peru, Arjantin, Venezüella), Afrika'dan 7 ülke (Etiyopya, Fas, Fildişi Kıyısı, Gana, Nijerya, Tanzanya, Kenya) bu kapsamda yer aldı.
Kaynak: Finansal Forum, 1 Aralık 2004.
99
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
287
Okuma Parçası
ğı kuşkusuz vardır. Ama, teknolojik ilerlemelerin ve yeni
Büyümenin Sınırları
lecek şeylerin çoğu bugüne kadar bulunmuştur. Yeni bu-
Ekonomik büyüme ile ilgili son iki on yılın en önemli tar-
luşlar beklenenden başanlı bile olsa bu, dünyamızın gele-
tışma konularından biri de "büyümenin sınırları" olup ol-
ceğini değiştirmez. Olsa olsa "sıfır gelişme" noktasına bir
madığıdır. Başlangıçta çok önemsenmeyen ve daha çok
süre sonra varılmasını sağlar.
bir ulusal ekonominin büyümesini sınırlayan faktörler üze-
Gelişmenin sınırlan olduğu tezini savunanlann bir bölü-
rinde durularak başlatılan tartışmalarda, sorun şöyle ele
mü, bu sınırlara yaklaşmada, daha bugünden bazı önlem-
alınmaktaydı: Ekonomik büyümeyi sınırlayan etmenler
lerin alınması gereğini de ortaya atmaktadırlar. Dünyada
acaba ekilebilir toprakların sınırlı oluşu mudur? Yoksa ye-
nüfus artışının frenlenmesi için geniş kapsamlı bir aile
terli besin maddelerinin üretilmemesi midir? Yoksa, döviz
planlaması ve hatta bununla da yetinmeyerek zorunlu bir
ve tasarruf darboğazı, ya da yetişmiş teknik işgücü müdür?
nüfus kontrolü sisteminin geliştirilmesi, besin maddeleri
Daha sonraki bir aşamada tartışmaların kapsamı genişletil-
üretimine önem verilmesi, az gelişmiş ülkelerin sanayileş-
buluşların da bir sınırı olduğu unutulmamalıdır. Bulunabi-
miş ve olay "içinde yaşadığımız dünyanıri'daha ne kadar
me sevdasından vazgeçmeleri veya en azından tarıma da-
süre ile ve ne ölçüde gelişmeye olanak sağlayabileceği
yalı sanayilerle yetinmeleri, gelişmiş ülkelerin daha yük-
tartışmasına dönüşmüştür. Bunlar bir kere kullanılınca ye-
sek gelir ve daha iyi yaşam özlemlerini doğaya dönüş akı-
rine yenisinin koymak söz konusu değildir. Dolayısıyla
mına katkıda bulunarak gerçekleştirmeyi yeğlemeleri ileri
belli sürelerin sonunda bu stratejik maddeler ileri ölçüde
sürülen önlemlerin başlıcalarıdır.
kıtlaşacak ve ekonomik büyüme durabilecektir.
Karşı tezi savunanların en güçlü olduklan nokta ise bilim
Roma Kulübü diye adlandırılan bir uzmanlar grubunun
ve teknolojideki gelişmelerin pek çok soruna çözüm geti-
Amerika'da yaptıkları uzun dönemli projeksiyon içeren
rebileceği, bu konuda şimdiden karamsar olmayı haklı gös-
çok yönlü bir çalışma ile başlatılan "Büyümenin Sınırları"
terecek bir durumun bulunmadığı noktasıdır. Özellikle son
tartışması 1970'li yılların başında "Sıfır büyüme hızı" nı sa-
yüzyıldaki ekonomik gelişmenin dörtte üçünün KOT (kül-
vunanlarca sürdürülmüş; daha sonra karşı görüşler gelişti-
tür, organizasyon ve teknoloji) faktöründen kaynaklandığı
rilmeye çalışılmıştır. Ortaya konan uzun dönemli projeksi-
hatırlanırsa ilerisi için izlenecek strateji de, bu görüşü savu-
yonlar şunu gösteriyordu ki: son 80-100 yıllık gelişme
nanlara göre, kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
trendleri önümüzdeki yüzyıl boyunca da sürdürülmek is-
Kaldı ki içinde yaşadığımız dünyada insanların dörtte üçü-
tenirse bu ya gerçekleşmeyecek veya çeşitli sorunlar yara-
nün yoksulluk koşullan içinde yaşamakta olduğu unutul-
tacaktır. Örneğin, geçmişin nüfus artış trendi sürdürülürse
mamalıdır. Üstelik bu geniş kütlelerin büyük çoğunluğu
önümüzdeki yüzyılın sonuna varmadan dünya da aşırı nü-
daha yüksek gelir düzeylerine ulaşabilmek için "sanayi-
fus yoğunluğu toprak kıtlığına, beslenme yetersizliğine ve
leşmeyi" başlıca çıkar yol olarak görmektedirler. Bunlara
ileri ölçüde çevre kirlenmelerine yol açacaktır. Sanayileş-
gidip "siz sanayileşmeyin, dünya kaynakları sizinde zen-
me alanında da eski trendlerin sürdürülmesini olanaksız
gin ülkeler gibi sanayileşmenize elverişli değildir." dene-
kılan darboğazlarla karşılaşılacaktır. Çünkü, dünyamızın
bilir mi? Denebildiğim varsaysak bile dinletilebilir mi?
sahip olduğu petrol rezervleri, kömür, demir, bakır gibi
Hiç kuşkusuz bu noktada sorun salt "ekonomik sorun"
önemli madenlerin rezerv miktarı bellidir ve sınırlıdır.
olmaktan çıkmakta. Siyasal ve toplumsal yönü ağır ba-
Bunlar bir kere kullanılınca yerine yenisini koymak söz
san uluslararası bir sorun olmaktadır. Çözümü ise eko-
konusu değildir. Dolayısıyla belirli sürelerin sonunda bu
nomik önlemlerden çok izlenecek uzun dönemli "strate-
stratejik maddeler ileri ölçüde kıtlaşacak ve ekonomik bü-
jilere" ve "uluslararası güç dengesindeki gelişmelere bağ-
yüme durabilecektir. Teknolojik ilerlemelerin yeni enerji
lı gözükmektedir.
kaynakları geliştirmesi, ham madde tasarrufu sağlayıcı yönde gelişmesi, hatta yeni ikame malları üretmesi olasılı-
Kaynak: Besim Üstünel, Makro E k o n o m i , Mısırlı Matbaası, 1990, s.248-250.
288
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. a
Yanıtınız yanlış ise, "ekonomik büyümenin tanımı
2. b
ve ölçülmesi" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Harrod-Domar Büyüme Modeli içerisindeki sermaye- hasıla katsayısı" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
3. d
4. b
Yanıtınız yanlış ise, "Neoklasik büyüme model içerisindeki modelin temel varsayımları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "ekonomik büyümenin tanımı ve ölçülmesi içerisinde 72 kuralı" " bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
5. c
Yanıtınız yanlış ise, "Harrod-Domar Büyüme Modeli içerisindeki modelin işleyişi " bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
6. c
Yanıtınız yanlış ise, "Harrod-Domar Büyüme Modeli
içerisindeki
modelin
varsayımları"
bölümünü yeniden gözden geçiriniz. 7. a
Yanıtınız yanlış ise, "Neoklasik büyüme modeli içerisindeki üretim fonksiyonu ve ölçeğe göre
8. d
getiri" bölümünü yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "ekonomik büyümeyi belirleyen faktörle" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
9. e
10. a
Yanıtınız yanlış ise, "Harrod-Domar Büyüme
Sıra Sizde 3 Bilim adamları ve toplum bilimcileri arasında, kalıcı bir büyüme sürecinin arzu edilip edilmeyeceği ve mümkün olup olmadığı konusunda gittikçe artan tartışmalar söz konusudur. Ekonomik büyümeden yana olanlar, büyümenin yaşam standartlarını yükseltmenin ve fakirliği azaltmanın en iyi yolu olduğunu ileri sürmektedirler. Karşı görüştekiler ise, yaşamın niteliğindeki (kalitesindeki) düşüş ve çevre kirliliği gibi ekonomik büyümenin maliyetlerinin daha ağır bastığını ileri sürmektedirler.Iktisadi büyümenin önde gelen eleştiricilerinden olan E. Mishan insanoğlunun teknolojinin esiri haline geldiğini iddia etmektedir. Bunun yam sıra bir kısım bilim adamları daha da ileri giderek ekonomik büyümeye sınırlandırmalar getirilmesini önermektedir.
Sıra Sizde 4 Harrod-Domar modeli gerçek yaşamdaki önemli stratejik faktörlere dikkati çekmesi açısından önemlidir. Ekonomide en önemli unsur olan sermaye birikimi yani yatmmlar büyümenin motorudur. Ekonominin büyümesi yatmmlann miktarına, yatırımların miktarı da tasarrufların düzeyine bağlıdır. Dolayısıyla ekonominin büyümesi doğrudan o ülkenin yatınm yapabilme gücüne bağlı olmaktadır. 19601ı yıllarda bir çok ülkede kalkınma politikalarının oluşturul-
Modeli içerisindeki modelin işleyişi " bölümünü
masında ve planlanmasında bu modelden yararlanılmıştır.
yeniden gözden geçiriniz. Yanıtınız yanlış ise, "Harrod-Domar Büyüme
Sıra Sizde Ş
Modeli içerisindeki modelin temel kavramları ve varsayımları" bölümünü yeniden gözden geçiriniz.
Geçici büyüme tasarruf (yatırım) oranlannda ve nüfus artış oranlarındaki bir değişme ile olmaktadır. Kalıcı büyümeye neden olan teknolojik gelişmelerdir. Teknolojik gelişme olmaksızın işgücü başına büyüme, sermayeye göre azalan
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Büyümenin dinamik bir süreç olması demek zaman içinde gösterebileceği değişikliği ifade eder. Zaman içinde hem sermaye ve işgücü faktörler hem de teknoloji ilerlemektedir. Dolayısıyla büyüme analizleri dinamik bir nitelik taşır.
Sıra Sizde 2 Büyüme yaşam standartlarım artırmada çok önemlidir. Yılda %3'lük bir büyüme çok önemsiz gibi görünse de 24 yılda milli geliri ikiye katlayabilir. A ve B ülkeleri başlangıçta aynı gelir düzeylerinde olduklanm varsaydığımızda A'nm büyüme hızı %2, B'nin büyüme hızı %1 olduğunda A gelirini 34 yılda ikiye kadarken B gelirini 72 yıl sonra ikiye kaüayabilecektir.
getiri durumuna girildiğinden en sonunda durmaktadır. Teknolojik gelişme sermayenin marjinal ürünündeki azalmayı ortadan kaldırabilir ve uzun dönemde ülkeler, teknolojik gelişme oranında işgücü başına büyüme gösterir.
Ü n i t e 11 - E k o n o m i k B ü y ü m e n i n B e l i r l e y i c i ve D ı ş s a l B ü y ü m e K u r a m l a r ı
Başvurulabilecek ve Yararlanılan Kaynaklar Acar, Y.(1998). Büyüme Teorileri, 3.Baskı, Bursa: Vipaş Yayınları. Aklin, E. (1992). Gelir ve Büyüme Teorisi, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Başkaya F. (1997) Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 2. Baskı, İmge Kitabevi.
Bulutay, T. (1972). İktisadi Büyüme Modelleri Üzerine Açıklamalar ve Eleştirmeler, S.B.F. Yayınları No.341; Ankara.
Ghatak, S. (1995). Introduction to Development Economics. 3 rd ed., London: Routledge. Gills M., D .H. Perkins, M. Roemer, D.R. Snodgrass (1992)
Economics of Development, New York W.W. Norton Company.
Jones, C. (2001). İktisadi Büyümeye Giriş. (Çev. S. Ateş ve 1. Tuncer), İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Jones, C. (1998). Introduction to Economic Growth, New York: W.W Norton Company.
Hiç, M. (1975) Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul: Elektronik Ofset.
289
Hole J. (Ed) (1992). Policies For Long-Run Economic Growth, A Symposium Sponsoresd By The Federal Reserve Bank of Kansas City, August 27-9. Kaya, A. A. (1998). Büyüme Teorileri, Eskişehir. Kaynak M. (1990) Ekonomik Kalkınma, Ankara. Köse, A.H. (1992). Büyüme v e Verimlilik, Ankara: Milli Prodüktivite Merkezi Yayınlan: 471.
Parasız, 1 (1997). Modern Büyüme Teorileri Dinamik Makro Ekonomiye Giriş. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Peterson C. W. (1993). Gelir, İstihdam ve Ekonomik Büyüme, (Çev.Servet Mutlu), Eskişehir: Eskişehir IlBA Yay. 145. Savaş, V. (1982). Kalkınma Ekonomisi, İstanbul. Tezel,
S.
(1995).
İktisadi Büyüme.
Ankara:
İmaj
Yayıncılık. Todaro P. M. and S Smith (2003). E c o n o m i c Developm e n t , Eigth Edition, New York: Pearson Addison Wesley. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)
(2002).
Cumhuriyet Döneminin Ekonomik Büyüklükleri (1923-2002).
İçsel Kuramları
1950'li ve 1960'lı yıllarda altın çağını yaşayan dengeli büyüme yerini 1980'li yıllara geldiğinde dengesizliklerin yoğun bir şekilde yaşandığı ve tartışıldığı bir döneme bıraktı. Bu dönem özellikle büyümenin nicel faktörlerinin yanında nitel faktörlerinin de tartışıldığı dönemdir. Günümüzde bilgi ekonomileri olarak adlandırılan ABD, Batı Avrupa ve faponya 'nm gibi ülkelerin ulaşmış oldukları gelişmişlik düzeyinin nedeninin, bilgi birikimi, insan sermayesi ve teknolojik gelişmeye yönelik yatırım politikalarının bir sonucu olarak verimlilik artışlarından kaynaklandığı kabul edilmektedir.
Amaçlarımız Bu üniteyi çalıştıktan sonra aşağıdaki soruları yanıtlayabileceksiniz. İçsel büyüme kuramı nasıl ortaya çıkmıştır? İçsel büyüme kuramının temel varsayımları ve kaynakları nelerdir? Büyüme sürecinde bilgi ve Ar-Ge harcamaları nasıl açıklanır? içsel büyüme modellerinden insan sermayesi yaklaşımı nedir? İçsel büyüme modellerinin dış ticaret yaklaşımı nedir? İçsel büyüme modellerinden kamu altyapı yatırımları ve devletin değişen rolü neyi açıklar?
292
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Örnek Olay Amerika'da ve Batı Avrupa ülkelerinde 1973'te başlayan verimlilik yavaşlamasının nedeni nedir? Çin ve Malezya gibi Asya ülkeleri neden hızlı büyüyor? Uzak Doğu Kaplanları denilen ülkeler son 40 yılda yüksek büyüme oranlarına ulaşırken bazı Afrika ülkelerinde neden küçülme gözlenmiştir? Ayrıca eski Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyet Rusya, Batı Avrupa ülkelerinin büyüme hızını ne zaman yakalayabilir? Bu sorulara yanıt verebilmek için iktisatçılar tarafından, uzun dönemli büyüme analizlerinin yapısının ve arkasındaki dinamiklerin bilinmesi gerektiği ifade edilmektedir. Çünkü, uzun süren verimlilikteki yavaşlamayı ve ülkeler arasında hatta firmalar arasındaki verimlilik farklarını Solom modeli içinde açıklamak mümkün olmamaktadır. Son yıllarda ekonomik büyüme ile ilgili tartışmalarda ulusal gelirin hızlı bir şekilde büyümesini sağlayan bazı faktörler üzerinde durulmaktadır. Bu faktörler teknolojik gelişme, yenilik, bilgi, beceri ve eğitim düzeyi, insan sermayesi ve uygun hükümet politikası olarak sıralanmaktadır. Uzak Doğu Kaplanlarının hızlı sermaye birikim süreçlerine bakılınca ilk dikkati çeken özellik iyi eğitimli işgücü (insan sermayesi) ve yüksek yatırım oranlarınmın daha hızlı büyümeye neden olduğu ve dışa açık ekonomilerin kapalı ekonomilerden daha hızlı gelişim gösterdiği görülmektedir. Ayrıca, fakir ülkelerin zengin ülkelerin büyüme hızını nasıl yakalayabilecekleri ile ilgili sorulan soruya verilen yanıt, üretimi sürekli daha yeni ve kaliteli mallara kaydıran, bilgi ve beceri birikimini sürekli artırmaya yönelik çok iyi tasarlanmış, doğru hükümet politikaları tarafından gerçekleştirilebileceğidir.
Anahtar Kavramlar • • • • • • •
İçsel Büyüme Artan Getiri Dışsallıklar Taşmalar Azalan Getiri Sabit Getiri İnsan Sermayesi
• Teknolojik Gelişme • Bilgi • Yakınsama • Rekabetçi Olmayan Mallar • Yaratıcı Fikirler • Nesneler
İçindekiler • • • • •
EKONOMİK BÜYÜME KURAMINDA YENİ GELİŞMELER NEOKLASİK MODELİN ELEŞTİRİSİ: TEKNOLOJİ VE YAKINSAMA TARTIŞMALARI İÇSEL BÜYÜME KURAMININ ORTAYA ÇIKIŞI İÇSEL BÜYÜME KURAMININ TEMEL VARSAYIMLARI VE KAYNAKLARI İÇSEL BÜYÜME KURAMLARI • Ekonomik Büyüme Sürecinde Bilgi Birikimi ve (Ar-Ge) Harcamaları • Ekonomik Büyüme Sürecinde İnsan Sermayesi • Ekonomik Büyüme Sürecinde Dış Ticaret ve Uluslararası İlişkiler • Ekonomik Büyüme Sürecinde Kamu AltyapıYatırımları ve Devletin Değişen Rolü
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
293
EKONOMİK BÜYÜME KURAMINDA YENİ GELİŞMELER 1970'li ve 80'li yıllarda sermaye birikiminin uzun dönemli büyümeyi ve ülkelerarası gelir farklılıklannı açıklamada yetersiz kaldığı sermaye birikiminin ekonomik büyümenin odak noktası olmadığı ortaya konulmaya çalışılmış, bu bağlamda dışsal (çağdaş) büyüme kuramları önemini büyük ölçüde yitirmeye başlamıştır. Küreselleşme sürecinin başladığı bu dönemde dünyaya yeni bir bakış açısı egemen olmuştur. Bu bağlamda iç piyasaların serbedeştiği ve uluslararası entegrasyonu sağlayan politikalar bir çok ülke tarafından uygulanmaya başlanmıştır. Ekonomik büyüme konusundaki arayışlar 1980'li yılların ortasında yeni bir yaklaşımın ortaya çıkmasına neden olmuştur, ilk olarak Romer (1986), ile başlayan çalışmalar daha sonra Lucas (1988) ve Barro (1990)'ın çalışmaları ile devam etmiştir. Bu çalışmalarla birlikte ekonomik büyüme kuramları yeni bir canlanma dönemine girmiştir. Büyüme kuramlarına yeni bir bakış açısı getiren bu araştırmaların ortak noktası, üretim esnekliklerinin yeniden yorumlanmasından ileri gelmektedir. Büyüme literatüründe "içsel büyüme kuramı" "endojen büyüme kuramı" veya "yeni büyüme kuramı" olarak adlandırılan bu kuram dünya ekonomisinde uluslann rekabetçi üstünlüklerini belirleyen temel faktörün bilimsel ve teknolojik ilerlemeler olduğu fakat bu yöndeki gelişmelerin kendi dinamikleri içerisinde bırakılmayıp ülkelerin bilinçli çaba ve politika üretmeleri gereğine vurgu yapmaktadır. İçsel büyüme kuramı ile ülkelerin büyüme dinamikleri daha iyi analiz edilebilmektedir.
NEOKLASİK MODELİN ELEŞTİRİSİ: TEKNOLOJİ VE YAKINSAMA TARTIŞMALARI Neoklasik büyüme modelinin büyümekte olan ekonomilerin durumunun analiz edilmesinde değerli analiz araçları geliştirmişse de bazı çıkarımları doyurucu olmayan özelliğe sahiptir. İçsel büyüme kuramı neoklasik kuramın ekonomik büyümenin motoru olan teknolojiyi dışsal kabul etmeleri, teknolojik gelişmenin nedenini sorgulamamalan, teknolojiyi herkesin eşit şekilde faydalanabileceği, teknolojinin yaratılması için hiçbir çaba ve maliyete katianılmayacağı konularına eleştiri getirmişlerdir. Bu bağlamda, Neoklasik model iki temel öngörüye sahipti. Birincisi sermaye oranı büyüdükçe, büyüme yavaşlar ve sonunda durgunluk meydana gelir, büyümeyi korumak için ekonomi teknolojik gelişmelerin sürekli desteğinden yararlanmak zorundadır. İkinci ise, ölçeğe göre sabit getiri ve sermayenin azalan marjinal varsayımına dayanarak, ülkeler arasındaki büyüme düzeylerinim zamanla kapandığı bir yakınsama sürecinin geçerli olduğudur. Neoklasik kuramın kullanımında karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi, kuramın teknoloji ve verimlilik artışını tatmin edici biçimde açıklayamamasıdır. Orjinal neoklasik büyüme modellerinde (AA/A kavramı, verimlilikte oluşan değişiklik yerine kullanılmaktadır. Bu durum ayrıca çıktı- büyüme oranını açıklayan "artık" öge olarak bilinmektedir. "Artık", çıktı artışının işgücü ve sermaye girdileri ile açıklanamayan kısmı olarak tanımlanabilir. "Artık tartışması" 1950'lerin sonlarında M. Abromowitz ve R. Solow tarafından geliştirilmiştir. "Teknolojik Değişim ve Toplam Üretim Fonksiyonu" adlı çalışmasında Solow toplam üretim fonksiyonunu, Amerikan ekonomisindeki gerçek rakamlarla karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırma sonucunda, ekonomik büyümenin yüzde 12.5'luk kısmı işgücü ve sermaye ile gerçekleştiği ortaya çıkmıştır. Ekonomik büyüme içindeki yüzde 87.5 luk kısım farklı faktörlele açıklanmalıdır. Solow, bu nedenle üçüncü bir faktör olarak "teknolojik
"Artık", çıktı artışının işgücü ve sermaye girdileri ile açıklanamayan kısmıdır
294
Yakınsama hipotezi; ülkeler arasında zaman içinde kişi başına gelir düzeyinde bir yakınlaşma olacağıyla ilgilidir.
Tablo 12.1 1960-1992 Yılları Arasında Yavaş ve Hızlı Büyüyen Ülkeler
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
gelişme" yi ortaya atmıştır. M. Abromowitz farklı bir yöntemle benzer sonuç elde ettiği tezinde "büyük artığın geleneksel ekonomik büyüme kuramlarıyla açıklanamayacağını ifade eder ve artığın değerinin ekonomik büyümenin görmezden gelinme ölçüsü olarak" görür. Bilindiği gibi bu artakalan faktör neoklasik modelde dışsal sayılmaktadır. Ekonomik büyüme sanki "gökten inen meyve" yani serbest olan bir faktör gibi görülmektedir. Halbuki sermayenin azalan verimliliğine dayanan neoklasik büyüme modelinin tersine, nüfus artış oramnın yamsıra uzun dönem ekonomik büyüme oranını belirleyen en önemli unsur olan teknolojik gelişmenin yeralmadığı Solow modeli teknolojinin büyüme sürecindeki rolünü ortaya koyamamaktadır. Gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümesini inceleyen deneysel araştırmalar, bu ülkelerin yüzyıldan fazla süredir pozitif büyüme oramm devam ettirilebildiği ve büyüme oranlarının düşme eğilimi göstermediği ortaya çıkarmıştır. Bunun altında yatan önemli unsur teknolojik gelişmedir. Neoklasik modelin ikinci öngörüsü, ülkeler arasında zaman içinde kişi başına gelir düzeyinde bir yakınlaşma olacağıyla ilgili yakınsama hipotezidir. Neoklasik büyüme teorisi tüm dünyada büyüme oranlarının ve kişi başına gelir düzeylerinin birbirine yaklaşacağını öngörmekteydi. Diğer bir deyişle fakir ülkeler zengin ülkelere oranla daha hızlı büyüme eğilimi göstereceklerdir. Bunun nedeni azalan verimler kanunudur. Fakir ülkelerin daha az sermaye oramna sahip olmalan her bir ek sermayeden alacakları verimin daha fazla olacağını gösterir. Peki bu kuramsal bilgiler gerçek dünya ile uyuşmakta mıdır? Bunun yamtı kısaca "hayır" olacaktır. 16 zengin ülkenin 1870'den bu yana ortalama büyüme eğilimine bakıldığında 1970'lerden itibaren bir yavaşlama eğilimi göstermelerine rağmen hep pozitif değerler aldığı görülmüştür. Fakir ülkeler ne durumda olduğu sorusunu sorduğumuzda? 118 ülkenin 1960-85 yılları arasındaki büyüme oranlarına baktığımızda ilk 1960'da görülen kişi başına gayri safi milli hasıladan farklı olduğunu görürüz. Eğer fakir ülkeler zengin ülkeleri yakalama çabası içinde olsalardı 1960 yılında daha fakir olan ülkeler daha büyük büyüme oranlarına sahip olmaları gerekirdi. Ancak bu böyle olmadı. Gerçekte, fakir ülkeler daha yavaş büyüme eğilimi gösterdiler. Dünyadaki verilere bakıldığında dünya genelinde yakınsamamn aksine ıraksama (divergence) etkisinin görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu durum teknolojik gelişmenin hızlandırdığı bir oluşumdan kaynaklamr. Yavaş Büyüyen Ülkeler (1960-1992)
Kişi Başına Düşen ReelGSYİH*
Hızlı Büyüyen Ülkeler Kişi Başına Düşen (1960-1992)
Reel GSYİH*
Madagaskar
-2,1
G.Kore
6,5
Çad
-1,9
Singapur
6,4
Somali
-1,2
Hong Kong
6,2
Angola
-1,0
Malta
5,4
Zambia
-0,9
Portekiz
4,7
Guyana
-0,9
Tayland
4,6
Nikaragua
-0,4
Malezya
4,4
Burundi
-0,4
Japonya
5,3
Haiti
-0,4
Tayvan
6,1
Sierra L e o n e
-0,6
G . Kıbrıs
4,4
Kaynak:
Sergio Rebelo, www.worldbank.org/economic
growth
research
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
295
Neoklasik büyüme kuramına baktığımızda, model kuramsal olarak kabul görse de gerçeklere tam uyum göstermemektedir. Kısaca, Neoklasik modelin gerçek hayada uyuşmayan varsayımları ve özellikle teknolojik gelişmeyi çok önemsemelerine rağmen model içinde açıklayamamaları içsel büyüme kuramlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bazı ülkeler yoksulken neden bazı ülkeler zengindir? Yorumlayınız.
l
^
f
l
SIRA S İ Z D E ^ )
İÇSEL BÜYÜME KURAMLARININ O R T A Y A ÇIKIŞI 1980'lerin sonunda pek çok iktisatçı büyüme kuramlarında "artık" öğeyi içselleştirerek onun yapısını ve büyüme üzerindeki rolünü analiz etme çabasını gösterdiler. İçsel Büyüme modelleri Romer'in 1986 yılında yaptığı çalışma ile ortaya çıkmıştır. Onu Lucas (1988) ve Barro (1990) izlemiştir. İçsel büyüme modellerinin ortaya çıkışı oldukça yeni olduğu için sürekli gelişme halindedir. Bununla beraber, içsel büyüme kuramının kökenleri Smith (1776), Marx (1867), Schumpeter (1926) ve Arrow (1962) gibi iktisatçılara kadar geriye gider. Smith teorisinde işbölümü, uzmanlaşma ve teknolojik gelişmeye dikkat çeker. Smith'in teorisinde bilgi ve teknoloji üretim fonksiyonu kapsamında bağımsız bir değişken olarak değil sermaye stokuna ve işgücüne bağlı içsel bir değişken olarak ortaya konur. Uluslann zenginliğinin temel unsurunun, emeğin verimliliği ve işbölümü ile artan uzmanlaşma olarak ele alır. 19- yüzyıl iktisatçılanndan Marx'da teknolojik gelişmeyi büyüme kuramlarında en fazla işleyen ve teknoloji kavramını geniş olarak ele alan iktisatçılardandır. Kapitalist ekonomi varlığını ancak yeni ürünler ve üretim süreçleri ile devam ettireceğini ve bununda rekebeti uyaracağından söz eder. İçsel büyüme modelleri özellikle Schumpeter'in teknoloji ve yenilik fikirlerinden çok yararlanmıştır. Schumpeter kapitalist büyümenin dinamiklerinin anlaşılmasında teknolojik ilerlemenin merkezi rolünü yaşamı boyunca vurgulamıştır. Çalışmalannda üzerinde önemle durduğu kapitalist ekonomilerdeki büyük oranlı istikrarsızlığın nedenini teknolojik yeniliklerin tarihsel rolü üzerinde odaklamıştır. Sonraki çalışmasında "yaratıcı yıkım" kavramını ortaya atmıştır. Bu kavram, eski ürün üreten eski sanayilerin ortadan kalmasına neden olan yeni ürünleri üreten yeni sanayilerin ortaya çıkmasıdır. Schumpeter, ayrıca buluş ve yenilik kavramlarını ve geçici tekellerin öneminden söz etmiştir. Çünkü bilimsel araştırmalar ve yenilik yaratma süreci çok maliyedidir. Arrow'un (1962) yaparak öğrenme (Learning by doing) adlı yayınında bazı sektörlerde zaman ilerledikçe maliyederin düştüğü, kalitenin yükseldiği ve üretimin hızlandığını farketmiş ve buna yaparak öğrenme adını vermiştir. Bir firma üretim yaptıkça zaman içinde işini daha iyi öğrenmekte, maliyederini düşürmekte, ürünlerini geliştirmekte ve yeni ürünler ortaya çıkartmaktadır. Firmanın üretim hacmi birikimli olarak genişlerken o firmadaki verimlilikte artmaktadır
İÇSEL BÜYÜME KURAMININ TEMEL VARSAYIMLARI VE KAYNAKLARI İçsel büyüme kuramı, neoklasik büyüme kuramının bazı varsayımlarına karşı çıkmıştır. Bunlar; • Sermayenin azalan getirişi yerine artan getirişinin olduğu, • Tam rekabet varsayımına karşılık eksik rekabet piyasalarının varlığı, • Dışsalıklar ve taşmaların önemi,
Bazı sektörlerde zaman ilerledikçe maliyetlerin düştüğü, kalitenin yükseldiği ve üretimin hızlandığını farketmiş ve buna yaparak öğrenme adını vermiştir.
296
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
• Teknolojik gelişmenin dışsal değil, içsel faktör olarak modele dahil edilmesi, • Sermaye kavramının bilgi ve insan sermayesini de içine alacak biçimde genişletilmesi, • Sosyal altyapının önemli bir büyüme etkeni olmasıdır. Artan Getiri: Neoklasik model azalan getiri varsayımına dayanmaktadır. Diğer bir değişle modelde ortaya çıkan değişmeler kendi kendini besleyen gelişmeler yaratmamakta, kısa bir sürede yok olmaya yönelmektedir. Neoklasik modeldeki gibi kişi başına terimlerle söylediğimizde gelirin sürekli artabilmesi için ancak dışsal olarak belirlenen teknolojik gelişme ya da verimlilik artışı gerekmektedir, içsel büyüme modellerinde sermaye birikim (burada sermaye dendiğinde insan sermayesi, bilgi stokunu da içermektedir) güdüsü sonsuza kadar sürebilir ve sermaye başına düşen gelirde artış meydana gelebilir. Yani sermayenin azalan getirişi olduğu varsayımı terkedilmesi çok önemli bir gelişmedir. Artan getiri varsayımı ekonomik büyüme modellerini güçlendirmektedir.. Neoklasik modellerde yatırımlar önemsizdir görüşü vardır. Bunun altında yatan iki neden vardır. Birincisi sermayenin azalan getirişi olduğu anlayışı bir diğeri sermayenin teknolojiden ayrı olarak düşünülmesidir. Yeni büyüme modelinde yatırımlar önemlidir; çünkü fiziksel sermayeye, insan ve bilgiye yatırım yapılması büyümeyi artıracaktır. Böylece bu yatınmlar ülkenin sermaye kaynaklarını zenginleştirirken aynı zamanda bir çok noktada ekonomide etkinliği artıracak bilgi akışını da sağlanmaktadır. Çünkü Batı dünyasının son iki, üç yüzyıllık gelişmesi bir bakıma teknolojinin içerildiği sermayenin azalan getirişinin söz konusu olmadığını bize göstermiştir. Dışsallıklar ve taşmalar: Dışsallıkta önemli bir büyüme ve kalkınma unsurudur. Bir kişi ya da firma bilgi sermayesi edindiğinde yalnız kendisi için değer yaratmakla kalmaz, toplum içinde değer yaratmış olur. İçsel değişkenlerin modelde dışsallık yaratarak marjinal verimliliklerin düşmesini engellemektedir. Diğer bir ifade ile içsel değişkenler dışsallığa neden olarak verimlilik artışı yaratmaktadırlar. Eksik rekabet piyasaları: İçsel büyüme kuramında eksik rekabet piyasalarının modele dahil edilmesi önemlidir. Çünkü iktisadi yaşam tam rekabet koşullan içinde değildir. İçsel teknolojik gelişmenin ve yeniliğin bir özelliğide piyasalann optimalin altında olmaları sonucunu yaratır olmasıdır. Bunun nedeni yeniliğin oluşabilmesi için monopolistik piyasalar gerekmektedir. Yeniliğin sağladığı monopol karı firmaları daha fazla yenilik yapmaya yöneltecektir Teknolojik gelişme, bilgi ve insan sermayesi: İçsel büyüme ve neoklasik büyüme kuramları arasında temel fark başta sermaye ve yatırım kavramlannı tanımlanmasında ortaya çıkmaktadır. İçsel büyüme modelinin temel kaynaklan, teknolojik gelişme, bilgi ve insan sermayesidir. Bu yaklaşımda her yeni yatınmın yenilikler ve bilgi sağladığı düşünülmektedir. Fiziksel sermayeye yapılan her yeni yatırım, üretimin artmasına neden olduğu gibi insan sermayesinin de artışını sağlar. İşgücünün daha fazla sermaye ile çalışması, bilgi ve becerilerini artıracaktır. Bu bağlamda, hem fiziksel hem de insan sermayesinin artması azalan verimlerin ortaya çıkmasını engelleyecektir
A K Tipi Üretim Fonksiyonu İçsel büyüme modellerinin çoğunda Y = AK tipi bir üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Bu fonksiyonun temel özelliği standart neoklasik üretim fonksiyonunun dışsal varsaydığı teknolojik gelişmeyi modelin içinde açıklamaya çalışmış olmasıdır. (A) değişkeni teknolojiyi etkileyecek etmenlerin hepsini kapsamaktadır. (K) değişkeni hem fiziki hemde bilgi ve insan sermayesinden oluşmaktadır. Diğer bir
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
297
ifade ile bu modeller işgücü gibi yeniden üretilmeyen girdileri üretim fonksiyonuna dahil etmemişlerdir. Kişi başına terimlerle ifade edildiğinde fonksiyonu Y= Ak şeklinde yazabiliriz. Bu fonksiyon basit olmasına rağmen azalan getirinin nasıl ortadan kaldırıldığını göstermektedir. Bu modellerde sermayenin getirişinin sermaye artışının azalmasına neden olmadığından, yüksek sermaye yatırımına devam eden bir ülkede büyüme devamlı olmaktadır. Bunun nedeni azalan getiriyi ortadan kaldıran dışsallıklara yer vermesidir. İster fiziki ister insan sermayesi yatırımı olsun tüm yatırımlar sermayenin marjinal getirişinde artışa yol açmaktadır. AK modelinin temel özelliği ekonominin büyüme oranı, yatırım oranının artan bir fonksiyonudur. Bu nedenle bir ekonominin yatırım oranının devamlı arttıracak hükümet politikaları, ekonominin büyüme oranını da sürekli bir biçimde artıracaktır. Sizce ülkeler arasında kişi başına gelir düzeyinde yakınlaşma olmamasını temel nedeni nedir?
İÇSEL BÜYÜME KURAMLARI İçsel büyüme kuramlarını temel olarak dört başlık altında sınıflandırmak mümkündür. Aşağıdaki modeller büyüme sürecine etki eden çeşidi büyüme kaynaklarını ön plana çıkararak açıklayan modellerdir. Modellerin ortak yanı teknoloji ve bilgi birikimini Ar-ge ve insan sermayesi yoluyla içselleştiren özellikler göstermesidir. Bu modeller, artan getiri, dışsallıklar ve eksik rekabet piyasaları varsayımları altında büyüme sürecinin sürdürülebilmesinin teknoloji, yenilikler, bilgi ve insan sermayesi, altyapı yatırımları ve politika değişiklikleri gibi temel kaynaklara bağlıyarak açıklamaktadırlar.
Büyüme Sürecinde Bilgi Birikimi ve Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) Harcamaları 1986 yılında Romer "eğer sermayenizi bilgi ve becerilerle birleştirirseniz azalan verimler kanunu etkisini kaybeder" diyerek çığır açan bir görüş ortaya koymuştur. Romer, buluşu yapan birey veya firmanın yeni fikir arayışına girmelerini modele katarak teknolojik ilerlemeyi içselleştirmiştir. Teknolojik gelişme, neoklasik modelde olduğu gibi yatırım ve sermaye birikiminden tamamen bağımsız "cennetten düşen meyve" olmaktan çok, yeni yaratıcı fikirlerin ortaya çıkardığı sosyal kazançlann bir kısmını kar biçiminde elde etmeye çalışan bireylerin, yeni bilgiler arama çabalannın bir sonucu olarak ele alınmıştır. K. Arrow'un 1962'de yayınlanan "yaparak öğrenme" adlı makalesinde sadece bilgi üretimi için olmayan faaliyetierde de bilgi üretilmektedir. Bilginin bir mal olduğunu ve onun analizinin yine bir mal olan teknoloji içinde geçerli olabileceğini savunur. Arrow işgücü ve sermaye gibi geleneksel faktörlere benzemeyen bilginin özel nitelikleri olduğunu varsayar. 1. Üretilen bilginin diğer insanlardan korunması zordur. 2. Bilgiyi diğer insanlarla paylaşmanın çoğunlukla maliyeti yoktur. Kamusal mal niteliğindedir. Romer'de, Arrow'un bu düşüncesinden yararlanarak üretim ve yatırım süreci içersinde bir yan ürün olarak teknik bilginin üretildiğini varsayar. Bu bilgi yeni üretimde bedava kullanılarak yeni üretilen malın kalitesinin yükseltilmesine ve maliyederin düşürülmesini sağlacağını savunur. Romer girdileri, yaratıcı fikirler (yenilikçi düşünce) ve nesneler olarak ikiye ayırmaktadır. Yenilikler ve icatların arkasındaki fikirler, teknoloji katsayısında (A) artışlan ortaya çıkarmaktadır. Bu görüş her ne kadar hem içsel hem de neoklasik
V
T
M
SIRA S İ Z D E ^ )
298
Bilgi, herkes tarafından ta b^ol'm aya n b^r s e m a y e ' ^ türüdür.
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
modellerce belirtilmiş olsa da temel ayırım bu gelişmelerin nasıl ortaya çıktığı konusunda yaşanmaktadır. Yaratıcı (yeni) fikirler rekabetçi olmayan mallar, nesneler ise rekabetçi mallardır. Rekabetçi mallar örneğin otomobil, televizyon, telefon, bina, makina gibi mallardır. İktisadi mal ve hizmetlerin çoğu bu özellikleri taşır. Malın bir kişi tarafından kullanılması diğer kişinin kullanımını engeller. Bu mallann fiyadarı arz ve talebe göre piyasada belirlenmektedir. Romer'e göre üretim bilgisi rekabetçi olmayan maldır. Üretim bilgisini maldan ayırmanında imkanı yoktur. Bu nedenle bu tip malların piyasaya ilk sürümlerinim (birinci ünitelerinin) maliyeti oldukça yüksektir ancak ilk birimini takip eden birimlerin maliyeti giderek azalan bir seyir izler. Mal piyasaya sürüldükten sonra yüksek kar nedeniyle diğer firmalar devreye girerek malın takliderini piyasaya sürmeye başlarlar. Böylece mal dünya piyasalarına yayılarak büyümeye olumlu katkıda bulunmuş olur. Rekabetçi olmayan mallar bir çok firma ve bireyler tarafından kullanılabilir. Bunlar girdi olarak kullanıldığında Bu girdiler sıfır maliyetle tekrar kullanılır. Örneğin bir bilgisayar programı ilk alındığında çok pahalı olmasına rağmen bilgisayar CD'si ile çoğaltıldığında maliyeti sıfırdır. Teknoloji rekabetçi olmayan bir üretim faktörüdür. Üretim sürecinde rekabetçi malların girdisi ikiye katlanıyorsa üretimde ikiye kadanır. Rekabetçi olmayan mallar üretimi ikiye kadamak için ikiye kadanmak zorunda değildir. Bu nedenle artan getiri yaratacaktır. Sonuç olarak, rekabetçi olmayan malların üretimi ve bu ürünlerin üretimi için gerekli bilgi, teknolojik gelişmeye ivme kazandırarak büyümeye olumlu katkı sağlamaktadır. Teknolojik bilginin sermaye ile otomatik olarak büyüyen faktör olduğunu varsayan AK" tipi modelde teknolojik bilginin bir çeşit sermaye malı olduğu fikrine dayanmaktadır. Bilginin bedelini sermaye faktöründe olduğu gibi tüketimden vazgeçerek öderiz. Teknolojik bilgi, nihai çıktı üretmek için diğer bir üretim sürecine girse bile tamamen tüketilemez. Araştırma-geliştirme ve diğer bilgi yaratma faaliyetleri aracılığı ile biriktirilebilir. Tüm bu durumlarda bilgi bir çeşit içerilmemiş sermaye malıdır. Bilimsel yöntemlerdeki gelişmeler ve araştırma ve geliştirme organizasyonundaki iyileşmeler bilgi sermayesinin getiri oramm yükseltir. Romer bilgiyi firmaya özgü bilgiler ve toplumdaki genel bilgi seviyesi olmak üzere iki biçimde ele almaktadır. Toplumdaki bu genel bilgi seviyesi herbir firmanın bilgilerinin toplamına eşittir. Eğer bir firma bilgi seviyesini artırırsa toplumdaki genel bilgi seviyeside artar. Bu nedenle ekonomideki herkes bundan yararlamr. Bilgi yani teknolojik gelişmeler (yenilikler) ekonomik birimler üzerine olumlu etkiler yapan taşma etkileri yaratır. Bilgi herkes tarafından kullanılan ve azalan getiriye tabi olmayan bir serm a Y e türüdür. Yenilik sürecinde dışsallıkların varlığı bu modellerdeki ölçeğe göre artan getirinin varlığını ifade etmektedir.Yani ekonomik büyüme bilgi büyüklüğü ile belirlenmektedir. Bir firmanın bilgi üretiminden diğer firmalarda yarar sağlayacaktır.Firmalarda üretilen bilgi, toplumun her kesimine yayılarak ekonomik büyümeyi ve refahı artıracaktır. Ölçeğe göre artan getirinin varlığı temel olarak, bilginin doğası gereği rekabetçi olmama özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda artan getirinin varlığı tam rekabet modellerinden uzaklaşmamıza neden olmaktadır. NeoSchumpeterci olarak amlan bir grup iktisatçı yenilikler ile monopolcü rantın varlığını birleştirmeye çalışmışlardır. Yenilikçi firmalar yeni küçük piyasalar oluşturup marjinal maliyetler üzerinden yeni fiyatlar talep ederek tekelci rekabet ortamını yaratabilirler. Buradan da anlaşılabileceği gibi yenilikçi firmalar sonsuz bir kar akımına sahip olabilirler, bu nedenle girişimciler araştırma laboratuvan ku-
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
rup destek sağlamalıdırlar. Çünkü Schumpeter "yenilik kuramında" yenilik aşamasında tekelci yapının motive edici gücünün ne kadar önemli olduğunu vurgular. Piyasa yapısı olarak tekelci rekabet kabul edildiğinden firmalar fiyat yapıcıdır dolayısıyla fiyatı belirlerken Ar-ge harcamalarımda kapsayacak şekilde fiyatlarına yansıtırlar. Dolayısıyla bu modellerde teknoloji yaratmanın maliyeti hesaba katılmaktadır. Tekelci karlar da buluşları motive etmektedir. Böylelikle, Ar-ge çalışmalanyla yeni ürün veya üretim süreçlerini ortaya çıkartma davranışları modele dahil edilmektedir. Romer'in 1990 yılında yaptığı bir çalışmasında Ar-ge sektörü modele dahil edilerek büyümeye pozitif etki sağladığı varsayılmıştır. Araştırma ve geliştirme sektöründeki dışsallıklar artan getirilere yol açar. Bu modelinde yenilik ve insan sermayesi arasında ilişki kurar. Ekonomik büyüme bu sektöre aktarılan bilim adamı, mühendis, teknik uzman vbg. eleman sayısına bağlı olarak artmaktadır. Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde yüksek teknoloji kullanarak değişik alanlarda üretim yapan firmalar vardır. Endüstiriyel Ar-ge maliyeden düşürmeyi, yenilik üretmeyi ve kaliteyi yükseltmeyi amaçlamaktadır. Ar-ge faaliyetten sonucunda farklı kimyasal bileşimlerin, mekanik çizimlerin, tasarımların vs. sonucu yeni mallar üretilir. Yeni malların üretilmesinde kullanılan üretim bilgisi firma tarafından gizli tutulur. Eğer ürünün taklidi kolaysa kısa sürede bu ürünün benzerleri piyasaya çıkacaktır. Yaratılan bilginin bir defalık maliyetine karşılık, sağladığı özel faydanın büyüklüğü çok önemlidir. Bilgiye sahip olan bilginin tüm getirişine sahip olamaz. Bunun için buluş yapan firmaların bu buluşun avantajlarından uzun süre yararlanmaları için yasal yönden korunması gerekmektedir. Bu nedenle ülkeler patent yasalan çıkanrlar. Bu tür yasalar Ar-ge faaliyetierini teşvik eder. Çünkü firmaların yaptığı Ar-ge harcamaları ve faaliyetieri her zaman başarı ile sonuçlanmayabilir. Her buluş yeniliğe dönüşüp ekonomik değer yaratmayabilir. Firmaların buluşlannın karşılığını tam olmasada büyük oranda karşılamalarını sağlamak için devletier bu tür firmalan teşvik eder veya yasalarla koruma çabası gösterirler. Ancak bu şekilde ülkeler yeniliklerin sürekli olmasını sağlayabilirler. Ekonomik büyüme sürecinde ortaya çıkan olumlu etkiler, yenilikleri temel alındığı bir süreçte yüksek büyüme oranlarına ulaşılmasını sağlayacaktır. Model kişi başına büyümenin teknolojik ilerlemeye bağlı olduğunu ifade etmektedir. Bilgi kamu malı niteliğindedir. Bilgiye sahip olan bilginin tüm getirişini elde edemez İçsel büyüme kuramında teknoloji içsel bir faktördür ve her firma kendi bünyesinde Ar-Ge faaliyetieri, yaparak öğrenme, bilgi birikimi, eğitim gibi yollarla teknolojiye kendisi sahip olur. Yani dışsal büyüme modellerinin ifade ettiği gibi teknoloji standart ve eşit değildir. Firmalar patentler ve lisanslarla ürettikleri teknolojinin mülkiyetine sahip çıkarlar. Ekonomiler makinalara yatırım yapar gibi bilgiye de yatırım yapmaları gerekmektedir. Yatınm bilgiyi bilgide yatırımı güdüler. Yani aralarında yararlı bir döngü vardır. Diğer üretim faktörlerinin aksine paylaştıkça çoğalan üretim faktörü bilgidir. Bir ülke ekonomisi açısından Ar-Ge' ye yapılan yatırımlar neden önemlidir dersiniz?
Ekonomik Büyüme Sürecinde İnsan Sermayesi Hem Romer'in (1986) hemde Lucas'ın modellerinde (1988) girdi olarak ele alınan insan sermayesinin birikim süreci bu iki iktisatçı tarafından farklı ele alınmaktadır.
299
Bilgi kamu malı niteliğindedir. Bilgiye sahip olan bilginin tüm getirişini elde edemez,
• f ^ f l
SIRA S İ Z D E ^ )
300
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Romer'de insan sermayesi kavramı, fiziki sermaye stoğu biçiminde somudanmış bilgidir. Büyümeyi belirleyen önemli bir değişken etkin işgücü olmaktadır. Etkin işgücünü artıran ise bilgidir. Böylelikle uzun dönem büyümenin temelinde insan sermayesine ve yeni teknolojilere yapılacak yatırımı görmekteyiz. İnsan sermayesini içselleştiren modellerde, insan sermayesi (beşeri sermaye) dışsallık yaratarak verimliliği artırabileceği ve uzun dönemde kişi başına geliri ve büyüme oranlarını etkileyebileceğini göstermeye yönelik olmuştur. İnsan sermayesi ayrıca uluslararası sermaye hareketliliği ve teknolojinin dağılımı ile ilgili teorileri de içselleştiren modeller içinde oldukça önemlidir. İnsan sermayesi, eğitilmiş ve beceri kazandırılmış işgücü olarak ifade edebiliriz. Çeşidi istatistiksel analizler insan sermayesinin yoğun olduğu ülkelerin fiziksel sermayenin yoğun olduğu ülkelerden daha hızlı geliştiğini göstermiştir. Birçok iktisatçı Doğu Asya ülkelerinin başarısında ve 1960'lı yılların başında Asya Kaplanlarının iyi eğitilmiş işgüçleri ve düşük düzeyde fiziksel sermayeleri olduğuna dikkat çekmektedirler. Birçok ekonomik büyüme modeli; Nelson ve Pelps (1966), Lucas (1988), Becker, Murpy ve Tamura (1990), Rebelo (1992) Mulligan ve Sala-i Martin (1992) ve Barro ve Lee (1992) insan sermayesinin rolünü eğitim ile ilişkilendirmişlerdir. İnsan sermayesinin niteliğindeki artış yalnız eğitimle değil sağlık hizmederine yapılan yatırımlarla da ilgilidir. Fakat eğitime ayrılan yatırım miktarı diğer yatınm çeşitleriyle (sağlık ve beslenme yatırımları gibi) karşılaştırıldığında ülke ekonomisine en fazla getirişi olan yatırımdır. Eğitim ekonomik büyüme ve kalkınmanın motoru olmakla birlikte, eğitime yapılan yatırımın ölçülmesi iktisatçılar açısından çok kolay olmamaktadır. Kendi içinde bazı zorluklar taşımaktadır. Örneğin okuma yazma oranı tek başına eğitim düzeyinin ölçülmesi için yeterli değildir. Çünkü önemli olan okuma yazma oranından çok eğitimin düzeyi ve niteliğidir. Eğitim yatırımlarının ölçülmesinde diğer bir gösterge okullaşma oranıdır. Okullaşma oranı farklı yaş grubundaki bireylerin eğitime katılan nüfusa oranlanması ile bulmaktadır. Okullaşma oranı ile yapılan hesaplamalarda eğitimin hangi alanlarda yoğunlaştığı belirtilmediği için büyümeye olumlu etki yapacak türlerini ayırmak olanaklı değildir. Örneğin ülke ekonomisinin gelişmesi için gerekli mühendislik eğitiminin getirişi ülke açısından o süreçte önemli olmayan herhangi bir eğitim dalından daha fazla olmaktadır. Eğitim yatınmlannın sonucunun ölçülmesinde diğer bir yöntemde ücret karşılaştırması yapmaktır. Eğer bir ülkede ücret endeksleri diğer ülkeye göre daha yüksek ise o ülkenin işgücünün daha eğitimli ve verimli olduğu söylenebilir. Nelson ve Pelps'e (1966) göre eğer bir ülke çok fazla insan sermayesine sahipse, başka yerde yapılan buluşları kolayca adapte etmeye eğilimli olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan şu sonucu çıkarabiliriz. Taklitçinin ülkesindeki insan sermayesinin fazlalığı teknoloji lideri ülkelerin teknolojilerinin daha kolay adapte edilmesine ve taklitçinin ülkesinin daha hızlı bir büyümeye sahip olacağı söylenebilir. Lucas'ın insan sermayesi tanımı işgücünün eğitim düzeyiyle ilgilidir. Lucas'a göre insan sermayesi yatırımları formal eğitime ve işyerinde yetiştirme alanlanna yapılan yatırımlar olarak ifade edilmektedir. Lucas modeli aşağıdaki gibi bir üretim fonksiyonunu varsaymaktadır. Y = k« (hL)1"«
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
Burada h kişi başına insan sermayesini ifade eder. Lucas insan sermayesini h= (l-u)h şeklinde geliştirir. Üretim fonksiyonuna dahil edilen etkin işgücü (hL), bireysel beceri düzeyi (ti) ile işgücünün büyüklüğünün (Z) çarpılması ile elde edilir, (w) çalışma için harcanan zamanı ve 1-u biriktirilen beceri için harcanan zamanı verir. Etkin işgücünün iuht) hesaplanmasında kullanılan değişkenler zaman boyutu, ortalama beceri düzeyi ve istihdam hacmidir. Bu eşitlik ele alındığında insan sermayesi birikimi için harcanan zamandaki bir artış, insan sermayesi büyüme oranını arttıracaktır. Lucas modelinde bireylerin becerilerini ortaya çıkarmak için harcayacakları zamanda sürekli artış sağlayan bir politika, işgücü başına çıktıda da sürekli artış sağlar. Ücretler eğitim düzeyiyle yükseltilebilen marjinal verimlilik tarafından belirlendiğinden iş becerilerinin birikimi, eğitim ağırlıklı üretim tarafından gerçekleşir. İnsan sermayesi yatırımlan genelde eğitim yatırımları olarak düşünülsede, yaparak öğrenme yoluyla çalışma sürecinde kendiliğinden oluşabilir. Lucas modelinde eğer ülke "yaparak öğrenmeyi" doğuran üretimin büyük bir bölümüne sahipse, daha çok bilgi birikimine sahip olacağından daha büyük büyüme gerçekleştirecektir. Lucas eğitimi yüksek, becerili işgücünün göç etmesini destekleyen "göç politikalari'nında ekonominin genel verimlilik düzeyini artırabileceği ve böylelikle büyüme oranlannı yükselteceğini öne sürmektedir. Becker-Murphy ve Tamura eğitim yatırımı ile doğurganlık ve gelirin dağılımı arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermişlerdir. Gelir dağılımı veri iken daha yüksek bir doğurganlığın olması nedeniyle daha az sayıda çocuk okula gidecektir. Çünkü her bir çocuk daha fazla kaynak ihtiyacına neden olacaktır. Benzer bir biçimde doğurganlığı veri kabul ettiğimizde gelecekteki gelir karşısında borçlanmanın olanksızlığı nedeniyle gelirin daha eşitsiz dağılımı nedeniyle okullaşma oranı düşme gösterir. Bu kuramdan çıkan sonuç ise insan sermayesi yatırımı arttıkça ve doğurganlık azaldıkça büyüme oranı artar. Gelirde eşitiik arttıkça büyüme oranı yükselir. Aynı zamanda eşitiik sağlandıkça doğurganlık oranı düşer ve insan sermayesi yatırımlan artar. Barro ve Lee (1992), Dünya Bankası aracılığıyla yaptığı amprik çalışmanın büyüme sürecinde insan sermayesinin rolünü irdeleyen ekonomik kuramlara destek sağlar niteliktedir. Birleşmiş Milletier ve diğer 100 ülkeden veri toplayarak I860 yılından 1985'e kadar olan yılları beşer yıllık süreler biçimde eğitimin büyümeye olan katkısını tahmin etmeye çalışmışlardır. OECD ülkelerinde (22 ülke) nüfusun okula devam ettiği en fazla yıl süresi 1860'da 6.2 yıl ve 1985'de 8.3 yıl olarak hesaplamışlardır. Aynı dönemde en düşük ortalama okullaşma süresi bazı Afrika ülkelerinde 1,2 ila 2,2 yıl arasında değiştiği görülmüştür. OECD ülkelerinden sonra en yüksek okula devam süresiyle 3,3 ila 5,3 yıl olarak Pasifik Bölgesinde bulunmaktadır. Orta Doğu 2,0 ila 4,3, Kuzey Afrika 3,2 ila 4,9 Latin Amerika /Karaibler 1,2 ila 2,7 yıl olmaktadır. Barro'nun diğer bir çalışmasında 1960-85 yıllarını kapsayan bir dönemde yetişkinlerin ortalama okullaşma sürelerini hesaplamıştır.Temelde ortaya çıkan, yetişkinlerin ortalama eğitim süreleri ile büyüme oranın ve GSYİH'nın birbirleriyle çok güçlü bağın olduğudur. Eğitim süresinde yüzde 10'luk artış büyüme oranında yüzde 0,2 artışa yol açmaktadır. Barro bu olguyu üç başlık altında toplamıştır. İlk olarak, eğitim direkt büyümeyi dolayısıyla doğurganlık oranını ve fiziki yatırım miktannı etkilemektedir. Burada eğitimin artmasıyla ulusal becerilerin artması ve yeni teknolojilere uyumun hızlanacağını söylemiştir. İkinci olarak eğitim süresinin artınlması yatırımlardaki fiziki sermayeyi de etkileyecektir. Bu da ülkenin gelecek ya-
301
302
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
pısı için çok önemlidir. Son olarak eğitim doğurganlık oranlarıyla ters ilişki içindedir. Yani daha fazla eğitim daha fazla çocuk başına yatırım demektir. Bu nedenle eğitim süresi artıkça doğurganlık oranı azalmaktadır. Yapılan çalışmalar insan sermayesiyle fiziki sermayenin birlikte ekonomik büyüme üzeride etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca ulusal eğitim politikasının da güçlü bir şekilde bir çok değişkenle birlikte ekonomik büyüme üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Kısaca mikro ve makro ekonomik çalışmalarda eğitim ile verimlilik arasında sıkı bir bağ olduğu gözlenmiştir. insana yatırımın önemi Japonya ve onu izleyen Uzakdoğu ülkelerinin başansında ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerin yüksek rekabet gücünü yaratan verimlilik artışlarının temelinde insana yaptıkları yaygın- örgün eğitim kadar, beceri düzeyini artırmak için yapılan mesleki eğitimin de rolü vardır. İnsana yapılan yatınm verimlilik artışı, rekabet gücü ve ücret artışı şeklinde ortaya çıkmaktadır. ( s ı m s I z . E ^ g g f Sizce insan sermayesi ile teknolojik gelişme arasında nasıl bir ilişki vardır?
Ekonomik Büyüme Sürecinde Dış Ticaret ve Uluslararası İlişkiler
Dinamik karşılaştırmalı üstünlükler, bir malı diğer üreticilerden daha düşük fırsat maliyetiyle üretme becerisidir.
Dışsal büyüme modelleri açıklamalarım kapalı ekonomiler, yani mallar ülke sınırlarından dışarı hareket etmez, vatandaşlar ve hükümetler başka ekonomilerle borçalacak ilişkisine girmez üzerine yapmışlardı. Bu yaklaşım ülkeler için gerçekçi değildir. Dolayısıyla standart neoklasik büyüme modelini uluslararası mal ve hizmet ticaretini ve sermaye akımlarım da içine alacak şekilde genişletmek olasıdır. Bu alanda çalışmalar yapan P. Krugman, P. Romer, Rivera-Batiz ve Romer, G. Grossman ve Helpman sayılabilir. İçsel büyüme kuramı, teknolojik gelişmenin ve yeniliklerin içselleştirilmesini ticaret analizleri içinde yapmaktadır. Bir çok ticaret kuramı gelişmekte olan ülkelerle ilgili ticaret ve büyüme sorunlarını ele alırken aynı zamanda dış ticaretin yaratacağı ölçek ekonomilerini, uluslararası teknoloji transferini, gelişmiş ülkelerde geçerli olan endüstri içi ticaret, büyük oligopollerin davranışları, kuzeyin yenilikçi, güneyin taklitçi olmasının varsayılması gibi konularını temel almıştır. Bu kuram altında yapılan çalışmalar dış ticaretin serbestleşmesinin dinamik etkileri üzerinedir. Yeni dış ticaret kuramı statik karşılaştırmalı üstünlükler kuramı yerine teknolojik gelişmeler ve yeniliklerin rolünü vurgulayan dinamik karşılaştırmalı üstünlükler kuramım ileri sürmektedir. Diğer bir ifade ile dinamik karşılaştırmalı üstünlükler, bir malı diğer üreticilerden daha düşük fırsat maliyetiyle üretme becerisidir. Dinamik karşılaştırmalı üstünlük o alanda ilk olmanın ve yeni bir teknolojiyi kullanmada uzmanlaşmış sermaye birikimine sahip olmanın bir sonucudur. Serbest dış ticaret bir çok alanda ilk olanları avantajlı duruma getirmektedir. Bir teknoloji eskidiğinde ve kopya edildiğinde dinamik karşılaştırmalı üstünlüğü ortadan kalkar. Karşılaştırmalı üstünlüğü sağlayacak yeni alanlann bulunması gerekmektedir. Grossman ve Helpman (1991) geliştirdikleri kuramlarında dış ticaretin serbestleştirmesinin sağlayacağı yararları, yeni ürünlerin geliştirilme olanağı ve bilgiyi daha kolay elde edebilme yolu ile açıklamaktadırlar. Azgelişmiş ekonomiler dış ticaretlerini serbestleştirerek teknoloji transferi yoluyla dünya bilgi stokuna erişebileceklerdir. Kuzey-Güney ticaretinin büyümeye olan etkilerini incelemede kullanılan "Ürün yaşam döngüsü modellerinde", sanayileşmiş "Kuzey" ülkelerinde geliştirilmiş ürün-
Ü n i t e 12 - İ ç s e l B ü y ü m e K a y n a k l a r ı
lerin daha sonra yarı-sanayileşmiş "Güney" tarafından taklidere aday haline geldikleri öne sürülmektedir. Ticaretin her iki bölgede de büyümeyi hızlandırması gerektiği biçiminde örnekler sunulmuştur. Güney tarafından taklit edilen ürün Kuzeyin yenilik yapma dürtüsünü harekete geçirmektedir. Çünkü Kuzeydeki firmalar tekelleşmiş üretim dönemi sırasında daha büyük çıkarlar sağlarlar. İçsel büyüme modellerinde diğer bir unsurda ekonominin dışa açıklık derecesidir. Bir ülkenin dışa açılmasının altında yatan temel neden olarak ekonomik etkinliğin ve uluslararası rekabet gücünün artırılmasıdır. Ekonominin dışa açılması ile birlikte oluşacak mal ve yatırım akımı, bilgi akımını da beraberinde getirecektir. Uluslararası doğrudan fiziki yatırımların serbestieşmesi ile birlikte teknoloji transferi ve bilgi akışı için önemli bir yol oluşturulacaktır. Çünkü bu yatırımlar sayesinde sadece ülkenin sermaye stoku artmamakta, aynı zamanda yönetim tecrübesi, teknik insan sermayesi, yeni ürün ve üretim süreci teknikleri ve uluslararası pazarlama ve dağıtım kanallarına ilişkin bilgi akışı da sağlanmaktadır. Bu tür yatırımlar daha çok araştırma geliştirmeye büyük fon ayıran uluslararası kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Fiziki yatırımların artması ile bilgi ekonomilerindeki üretim süreçleri daha evrensel ve rekabete açık bir nitelik kazanarak etkinleşmektedir. Bu bilgi akımı giderek artacak ve biriken bilgi stoğuda ekonominin üretken kapasitesini de arttıracaktır. J. Sach ve A. Warner'ın 111 ülkeyi örnek alarak yaptığı bir çalışmada ülkeleri açık ve kapalı ülkeler olarak ikiye ayırmışlardır. Açık ekonomilerin kapalı ekonomilerden daha hızlı bir gelişim gösterdiğini hesaplamışlardır. Hem uluslararası ticaret hem de doğrudan dış yatırımlar ürün, üretim süreçleri ve pazar koşulları hakkında öğrenmeyi sağlayan önemli araçlar olmaktadırlar. Bunlar yenilik maliyetlerinin azalmasına ve toplam faktör verimliliğinde artışın sağlamasına yol açmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkelerin araştırma ve geliştirmeye düşük kaynak ayırdıklan düşünülürse, bu ülkeler için teknoloji transferinin sağlanması açısından bu tür yatırımlar çok önemli olmaktadır. Sonuç olarak bu kuram, artan dışa açıklığın büyüme oranını pozitif olarak etkileyen dinamik avantajlara yol açacağını söylemektedir. İçsel büyüme teorisinin en çok ilgi çeken yönü, gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki farkları şiddetlendiren uluslararası sermaye akımlarını açıklamasıdır. 1960'lı yıllardan beri yapılan araştırmalar dışa dönük büyüme stratejisi izleyen ülkelerin daha büyük gelişme gösterdiklerini ve bu teoriyi destekleyen örneklerin ise Doğu Asya ülkeleri olduğu ifade edilmektedir.
Ekonomik Büyüme Sürecinde Kamu Altyapı Yatırımları ve Devletin Değişen Rolü Büyümeyi içsel değişkenler yardımı ile açıklamaya yönelik diğer bir kuram, kamu alt yapı yatırımlannın ve kamu politikalarının büyüme sürecine etkileri inceleyen kuramlardır. Bu konuda yapılan çalışmaların başında R. Barro'un modeli gelmektedir. Barro modelinde kamu sektörünce sağlanan mal ya da hizmetlerin üretim faktörlerinden biri olduğu varsayılmaktadır. Daha öncede ifade edildiği gibi Ak modelinde teknoloji seviyesini değiştiren herşey uzun dönemli büyümeyi etkiler. Kamusal mallardan bazıları dışsallık yarattığı ve artan getirilere neden olduğu ölçüde içsel büyüme etmeni olabilir. Kolaylık için üretim fonksiyonunun sermaye ve bu mala bağlı olduğu kabul edilmiştir. Barro devletin çeşitli faaliyetlerinin A katsayısı üzerine etki ettiğini dolayısıyla büyüme oranını etkilediğini göstermektedir. Bu faaliyetler altyapı yatırımlarını tedarik etme, mülkiyet haklarının korunması ve ekonomik faaaliyetlerinin vergilendirilmesini kapsamaktadır.
303
304
İ k t i s a d i K a l k ı n m a ve B i i y i i m e
Bu modelin iki amacı vardır. Birincisi devletin üretim fonksiyonunda sabit getirinin varlığını sağlamaktır. İkincisi, devletin üretim (çıktı) seviyesini ve büyüme oranını etkileyebildiği bir temel mekanizmayı ileri sürmektir. Temel varsayım devlet harcamaları (y) özel sermayenin verimliliğini etkiler. Kişi başına üretim sermaye kadar kamu malı üzerine kamu harcamalarına dayalıdır. Burada (y) kişi başına kamu harcamalarını göstermektedir. Dolayısıyla Yt= Ak t 1_a y t a 0