Seyahatnamesi Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN
İBN FADLAN SEYAHATNAMESİ ve Ekleri RAMAZAN ŞEŞEN
Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karagüllüoğlu © Yeditepe Yayınevi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 16427 ISBN: 978-605-4052-22-6 Yeditepe Yayınevi: 111 Araştırma İnceleme Dizisi: 92 1. Baskı: Şubat 2010 İç Tasarım İrfan Güngörür Kapak Tasarım Sercan Arslan Baskı-Cilt Bayrak Yayımcılık Matbaacılık Davutpaşa Caddesi No: 14 K: 2 Topkapı / İSTANBUL Tel: 0212 493 11 06
4
kitapadresi.com internetteki kitap adresiniz
Yeditepe Yayınevi Vatalçeşme Sk. No: 27/15 3 4 4 i o Cağaloğlu-İstanbul www
Vİh /
0
2
1
2
)
5
2
8
4
7
5
3
F
a
k
s
:
(
o
2
1
2
)
512
33
78
ww.yeoitepeyayinevi.com |
[email protected] IBNFADLAN SEYAHATNAMESİ ve Ekleri
RAMAZAN ŞEŞEN
YEDİTEPE
4£
İstanbul 2010
İÇİNDEKİLER
ÖnSÖZ Bibliyografya
yjj
IBN FADLAN SEYAHATNAMESİ. j*>L*\-dan Türk kavimleri göçlerine temas eder Bu göçler sonucu çok sayıda Türk kabilesi yer değiştirmiş, yeni vatan lar edinmiştir. Baz, kabilelerin bir kısmı babya gitmiş, bir losmı do ğuda kalmıştır. Bazı kabileler diğerleri içinde erimiştir. Bu çahşmada bahsedilen kabilelerin en önemlisi Oğuzlar dır. Oğuzlar 22 boya ayrılıyordu Selçuklular Oğuzların Kınık bo yundan, Osmanlılar Kay. boyundandır. Önceleri Oğuzlar Çin'e komşuydular. Vm-XL >-üzyülarda Aral Gölü civarına geldiler Bu golün kuzey, doğu, ban taraflarında yerleştiler. Hazarlara Maveraünnehr'e ve Harezm'e komşu oldular, i b n Fadlan onla-' nn bderlenni batı Kazakistan'da üstyurt bölgesinde rastlamıştır. Bu sırada Bulgar hükümdarınm Oğuz subaşısımn dünürü olduğu anlaşıhyor. Oğuzlar X. asnn ikinci yansı Ue X I . yüzyılda Hazar denemin güneyinden Selçuklularla islam ülkelerine yayılmışlar, önemli bir fasrn, Anadolu'yu yurt edinmiştir. Bir kısmı Hazar de nizive Karadeniz'in kuzeyinden Kıpçak bozkırlarına, Balkanlara f i ş l e r d i r . Bir kısmı yurtlarında putperest olarak kalmışlardır. Sultan Sencer, 1,53 yılında esir eder bu outperest Oğuzlardır. Daha sonraki yüzyıllarda Müslüman olmuşlardır V
IT
*****
Peçeneklerin esas vurtlan ikr, J I . olmahcbr. Bir losmı X. ^ u T „ ° Tunay, geçerek Ba^anTar^ ^ " " Alexios K o L e n o l t ^ n Z T ^ T ' metine g i ^ r E ^ ^ ^ ' ^ degüdir. Hiçbir k a y n a k « " * D
a
"«*«*8» yer * * * ferdir, Bizans,» mz* «" * * *
n , a r a
TTı ^rnrıurryetı nın bulunduğu bölgedir. Basg u t l a n n bu- kısmı Peceneklerinin ardandan ban^gitnİs, M a ç a larla kansnustn^ 1200 yıh civannda M a c a r i s t a n ' d ^ ^ r t l a r Müslüman dı. Hanefi nkhı tahsil etmek için Haleb m e S L l e nne talebe gonderiyorlardı. Yakut el-Hamavî bunlardan biriyle yaptığı konuşmayı nakleder. •, ,ırt».
Bulgarlara gelince, onların anayurdu kuzey KafkasyaVdı Önceleri Hazarlara tabi idiler. Sonra bir losmı Balkanlara'git tiler. Bulgaristan'da yerleştiler. İbn Fadlan'ın elçilik için gittiği Volga Bulgarları 9 0 0 yılı civannda Müslüman oldular. İbn Fadlan gittiğinde henüz göçebeydiler. X. asnn ortalarmda Bulgar şeh rini kurdular. Moğol istilasına kadar yaşadılar. Sonra Aronordu Devletinde eridiler. Doğu Avrupa'da Türk-İslam kültürünün yer leşmesine ve gelişmesine önemli katkı yaptılar. Türkçe'de Sabir, Farsça'da Hazâran, Arapça'da Hazar denilen Hazarlar büyük Türk kavimlerindendir. V I . asnn sonlannda Ku zey Kafkasya, Hazar bölgesinde kuvvetli bir devlet kurdular. Hz. Peygamber devrindeki Sâsânî — Bizans savaşlannda Bizans tara lını tuttular. Avarlar ise Iran tarafmdaydılar. İslam tarihinin başla rında Müslümanlarla Hazarlar arasında Azerbaycan ve Kafkasya'da kanlı savaşlar oldu. Hazarların idareci sının Harun el-Reşid dev rinde 8 0 0 yılı civannda Bizans Yahudüerinin etkisiyle Musevi oldular. Halkın çoğu ise putperest, Müslüman, Hıristiyan'dı. İbn Fadlan zamanında başşehirleri Volga nın Hazar denizine dökül düğü yerdeki E t i l şehriydi. Şehir nehrin doğusunda ve batısında
yer alıyordu. Müslümanlar doğu kesimde oturuyorlardı. Burdaslar Hazarlara bağlı olarak Bulgarlara komşuydular. Halluh şeklinde de söylenen Karluklar önceleri Göktürk Fede rasyonuna bağlı doğuda yaşıyorlardı. Göktürk imparatorluğunun parçalanmasından sonra VIII. yüzyılda Tanrı dağlan bölgesine gel diler. Müslümanlara komşu oldular. Kaşgar ve Bulasagun'u ken dilerine başkent edindiler. Karahanlı devleti halkının çoğu Karluklardandı. Çiğliler, Yağmalar da bu kabilenin kollarmdandır. Müslüman olduktan sonra bunlara Hakâniler denmiştir. Sonra önemli kısmı Ma\eraünnehr Dölgesmde yerleştirmiş. Selçuklularla batıya gelen Türkler arasında önemli ölçüde Karluk türkü bulun malıdır. Oğuzların, Karluklann Müslümanlanna Türkmen denir. Daha sonralan göçebe (yörük) Türklere Türkmen denecektir. Kimekler de büyük Türk kabilelerindendir. Yukan İrtiş böl gesinde Mâ\-erâünnehr m kuzeyinde Oğuzlara komşu olarak ya şıyorlardı. Kıpçaklar da Kimek Federasyonuna bağlıydı. Sonra batıya Kıpçak bozkırlanna gittiler. XJI. >üzyılın ikinci yarısında Kimek ve Kıpçaklarm önemli losmı Harezmşahlar Devleti'nin hizmetine girdi. Kazaklar bu kabilelerin tortullarıdır. Harezmşahlann, Gürcülerin, Memlukların askerleri genellikle KıpçakKimek kökenliydi. Mervezi nin ifadelerinden Kunlann ve Kavların Çin e yakın bir bölgede oturdukları anlaşdıyor. Harezmşah, Ekinci b. Koç kar (ölm. 1097) Kunlardandı. Buna göre Kunlar ve Kaylar da Harezm, Kazakistan bölgelerine gelmişlerdir. Zamanla diğer kabile ler içinde erimişlerdir. Kırgızlar da doğuda Moğalistan a komşuydular. Daha sonra Cengiz'in Moğol Federasyonuna katıldılar. XVI. yüzyılda bu günkü Kırgızistan'da yerleştiler. Tokuzoğuzlar, Uygurlar kaynaklarda daima beraber zikredi lir. U>gur Devletini bunlar kurmuştur. Başşehirleri Hanbahk'tı.
îtadan n Zçok T« k ^ ^ ****** - ^ V a c ü a n tarabahsedilen Türklerdendir. Sonra, B u ^ T r n a n i h e i s t , İ S İ a m
^ ^ ^ ^ Bu günkü Uygurlar müslZandı, Doğu Türkistan da yaşamaktadırlar. Macarlara geünce, onlar önceleri Kuzey Kafkasya'da Kuban nehri civarında oturuyorlardı. Hazarlara bağlıydılar. Peçeneklerin baskısıyla 890 yüı civannda Karadeniz'in kuzeyine Don ve Dinyester nehirleri arasındaki bölgeye geldiler. Daha sonra Orta Avrupa'ya gidip Macaristan'da yerleştiler. Oradaki Hun Türkleriyle karıştı, lar. Ardından Başgutlann bir kısmı da Macaristan'a geldi. Ruslar ve Slavları İslam coğrafyacıları hatalı olarak Türk ka vimlerinden kabul ederler. Ruslar İskandinav kökenli Vıkinglerdendir. DMC yiizyıllarda bu günkü Rusya'ya gelroişler, Slavlarla karışmışlardır. İbn Fadlan zamamnda bu karışma henüz gerçek leşmemişti. Ruslar 980 yüı civannda Hıristiyanlığı kabul ettiler. Mervezî'nin bahsettiği Müslümanlığa geçen Ruslardan kaynak larda bahsedilmez. Bu Ruslar belki de Orta Volga bölgesinde bir Rus prensliğine mensuptular. Türk kabileleri bu çalışmada bahsedilenlerle sınırlı değildir. İslam Coğrafyacılarına göre Türkler adlı kitabımızda 150 kadar Türk kabilesinden ve aşiretinden bahsedilmektedir. Daha çok bilgi edinmek isteyenlerin o kitaba başyurmasmı tavsiye ederiz. Ramazan Şeşen
di ören er
Bibliyografya
İbn Fadlan, el-Rihle, Meşhed, nr. 5 2 2 9 , nşr. F. Sezgin, Mecmu fi ri-Coğraiya, Upla basım, Frankfurt 1987, s. 3 9 0 - 4 2 0 . Baskıda 1 yaprak eksik. Togan, Z. Velidi, İbn Fadlan s Reise bericht, Leipzig 1939. İbn Fadlan, el-Rihle, nşr. Sami Dehan, Dımaşk 1379/1959. İbn Fadlan, Seyahatname, tercüme: Ramazan Şeşen, İstanbul 1975, 1995-
İbn el-Fakih, Kitabü Ahbar el-Büldan, nşr. Fuat Sezgin, Mecmu fil-Coğrafya, Frankfurt 1987, s. 3 3 3 - 3 4 6 . Meşhed, nr. 5 2 2 9 un tıpkı basımı. Ebû Dülef, el-Risâlet el-Ûlâ fi Bilad el-Türk, F. Sezgin, Mecmu fil-Coğrafya, Frankfurt 1987, s. 3 4 7 - 3 5 3 . Kurd Schloezer, Ber lin 1845 neşri. Şeref el-Zaman el-Mervezî, Tabâyi el-Hayavan, China, The Turks andİndia, Arabic text, A D. 1120, nşr. V. Minorsky, Lon don 1942, s. 17-26.
Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına göre Türkler, T K A E, Ankara 1985. R- Şeşen, el-Cahız ve Türklerin Fazilerlcri, İ S A R, istanbul 2 0 0 2 . R. Şeşen, "Eski Araplara göre Türkler", TM, XV, 1 9 6 8 , s. 11-36. Nuaym b. Hammad, Kitap el-Fitan, Kahire 1991. Yakut el-Hamavi, Mucem el-Büldan, Be>TUt XVII
İBN FADLAN SEYAHATNAMESİ
Bu kitap Muhammed b. Süleyman'ın mevlası ve Halife elMuktedir'in Bulgar (Sakalibe) hükümdarına gönderdiği elçi Ah¬ med b. Fadlan b. el-Abbas b. Râşid b. Hammad'm eseridir. Yazar kitabında Türk, Hazar, Rus, Bulgar, Başlord ve diğer kavimlerin ülkelerinde gördüğü dini a>Tilıklanndan, hükümdarlarına dair haberlerden, yaşayışlarına dair şeylerden bahseder. Ahmed b. Fadlan der ki: 1
Bulgar hükümdarı Üteber Almış b. Şilki'nin Emir el-Mu minin (Halife) el-Muktedir'e İslam dinini, şeriatın kurallarım öğrete cek fakihlerden, ülkesinde adına hutbe okutacak cami ve m i n ber yapacak kişilerden meydana gelen bir heyet yollamasını, ay rıca kendisine düşman olan hükümdarlardan koruyacak bir kale yapmak için para göndermesini isteyen mektubu geldi. Halife Halife el-Muktedir 885-932 villan arasında Abbasi Dev leti halifesi o l muştur. Muhammed b. Süleyman ise önceleri Talunoğullan e m i r lerin d en di. Sonra Abbasilerin hizmetine girdi. Muktedir zamanında Karmatileri yendi. 292/905 yılında Tolunoğullanna son verdi. Aynı yıl tutuklandı. 305/ 917 yılında Rey önünde savaşta öldü. İbn Fadlan onun mevlası olduğuna göre Arap asıllı değildir. Daha sonraki yıllarda İbn Fadlan ailesinden çok sayıda âlim yetişecektir. Kendisi de bir üim adamı, divan kâtibiydi.
ı
isteğini kabul etti. Ona gönderilecek elçilik heyetini Nezir elHaramî düzenledi. Ben ise Halife'nin mektubunu hükümdara okumak, gönderilen hediyeleri teslim etmek, fakihlere, mual limlere başkanlık etmekle görevliydim. Yapılacak kalenin i n şasında, fakihlerin ve muallimlerin masraflarında harcanacak para İbn el- Furat'ın HareznVdeki Arta huş m isen çiftliğinin ge lirinden tahsis edildi. 7
Bulgar hükümdarı tarafından daha önce Halife el-Muktedire Abdullah b. Baştu el-Hazarî elçi gönderilmişti. Halife (Suftan)ııin cevabî elçisi ise Nezir el-Haramî'nin azadhsı Sevsen el-Rassî, T i gin el-Türkî, Bâris el-Saklâbi'den oluşan heyetti. Ben ise söy lediğim şeyleri \-apmak için onlarla berabeıxlim. Hüloımdara, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kumandanlarına verilecek hediyeleri, hükümdarın Nezir el-Harami'den mektupta istediği ilaçlan teslim aldım. 3
ı ı Sefer 309/21 Haziran 921 Perşembe günü Medinet elSelam (Bağdat)'tan hareket ettik. Nehrevan'da b i r gün kaldık. Sonra l^zla >ürüdük Deskere'ye ulaştık. Burada üç gün kaldık. Sonra hareketle hiçbir yere sapmadan Hulvan'a ulaştık. Burada 4
2
3
4
Nezir el-Haramı, Halife el-Muktedirin sarayağası bir hanımdı. Çok n tuzlu bir kişiydi. Hüseyin b. Hamdan'rn yakalamp sarayda hapsedilmesi sırasında onu halifenin yanında görüyoruz. Nezir kendisi sadece Bul garlarla elçi teatisini düzenlemiştir. Elçi olarak gitmemiş, azadhsı Sev sen el-Rassîyi elçilik heyetinin başkanlığıyla göı^lenmiTniştir. Daha ileride görüleceği üzere Tegin el-Türki Harezm bölgesinde de mir ticarethie uğraşmış, Türklerle bu konuda ticâret yapmıştır. Bâris el-Sakîâbî Sâmânî hükümdarı Ahmed b. İsmail'in hacibiydi. Bir anlaş mazlık sonucu askerleriyle Halife'nin yanma gelmişti. Bu kişilerin hepsi Türk ülkeleriyle ilgilenen insanlardı. İbn el-Furat ise 912, 917, 918 V^lannda üç defa vezirliğe getirilmiş, 924 yılında idam edümiştir. İbn Fadlan Arap geleneğine göre gün \-erine daima gece kelimesini kul lanır. Görüleceği üzere elçilik heyeti doğuya doğru Horasan Kervan Yolu (Cadde)'nu takip edecektir. Kervanla beraber bulunmaları gerekir.
iki gün eğlendik Sonra hareketle Sâve'ye van Orada iki gün kaldık Oradan Rey e vardık Huvar el-Rey'de b Jur^an S u l b ü n kardeşi Ahmed b. Ali yi beklemek için Rey de on bir gün eğlendik* Sonra Huvar el-Rey'e hareket ettik Orada üç gün kaldık Soma Simnan'a, oradan Dâmeğan a geçtik Dâmeğan'da DâTnin ku mandam İbn Karine rastladık Bu sebeple kafilede kılık değişti rip hızla yolumuza devam ettik Nisâbur'a vardık Bu sırada Leylâ b. Nu'man öldürülmüştü. Nisabur'da Samanilerin Horasan ordu kumandam Hammûye Köse vardı. m
1
6
Sonra Serahsa, oradan MeıVe, oradan Âmul çölü kyısındaki Kuşmahan'a geçtik Kuşmahan'da üç gün kaldık, çöle gir mek için develeri dinlendirdik Soma çölü geçip Âmul'e ulaş tık Sonra Ceyhun'u geçip Tahir b. A l i Ribau da denen Firebr'e vardık 7
Burada zikredilen yerler Bağdad ile Hulvan arasındaki Irak toprakla rındadır. Hulvan'dan sonraki yerler bu gün İran'dadır. Rey, Tahran yakınında önemli bir şehirdi. Sülük alevi Deylemilerdendi. Abbasilere düşmandı. Kardeşi Ahmed b. Ali 311/923 yılında Yusuf b. EbflSac ile yapüğı savaşta öldürülmüştür. Huvar el-Rey, Tahran'ın doğu sunda, Kum is vilayetinde bir şehirdi. Nisabur o sırada Iran Horasanı'mn merkeziydi. Saman ilere bağlıydı. Zaman zaman Re/e kadar ki yerler Samanilerin kontrolüne geçiyordu. Alevi Deylemiler onlarla mücadele halindeydi. Burada kastedilen Deylemilerden Utruş Hasan b. Kasım'dır. 928 yılında Esfar el-Cili tararın dan öldürülmüştür. İbn Karin ise Şervin b. Rüştüm b. Kârin'dir. Leylâ b. Nu'man da Dâî Utruş'un kumandanıydı. Bir ara bölgeye hâkim ol muştu. Bu kişiler için ayrıca bk. Aydın Usta, Türklerin İslamlaşma Se rüveni (Samaniler), Yeditepe Yayını, İstanbul 2007, s. 123-130. Amul, Horasan kervan yolu üzerinde, Ceyhun'un güneyindeydi. Bu gün Şercui adıyla anılır. Firebr ise Ceyhun'un ötesinde olup Mâverâünnehr'in başlangıcıdır. Buhara'ya bağlı bir şehirdi. İbn Havkal ise Ribatu Tahir b. Ali'yi Tahiri'ye adıyla anar. Cey hun'un Horasan tararında Harezm'in başlangıcı olduğunu söyler. 3
Tâverâürınehr ve H a r e z m ] Fîrebr den Beykend'e geçtik Sonra Buhara şehrine girdik Samarû hükümdarının kâtibi (veziri) Ceyhânî'nin yanına vardık Ona Ho rasan diyarında el-Şeyh el-Amid (vezir) denir. Hemen bize bir ev sağlanmasını emretti. İhtiyaçlarımızı görecek, istediklerimizi temin edecek bir adam görevlendirdi. Günlerce bekledikten sonra Samani hükümdarı Nasr b. Ahmed'den huzuruna kabul edilmemiz için izin aldı. Hükümdarın huzuruna çıktık sakalsız-bryıksız bir çocuktu. Ona eırıirlik (Tıüloimdarhk) selamı verdik. Oturmamızı emretti. Bize ilk sözü "Efendim Emirülmu minin (Halife)'i nasıl bırak¬ ? Allah ona, adamlarına, dostlarına uzun ömürler versin" oldu. Biz "İyilik ve afiyette bıraktık" dedik O da "Allah iyiliğini artır sın" dedi. Sonra, Artahuşrnisen çiftliğinin İbn el-Furat'ın kâhyası Hnstiyan Fadl b. Musa'dan alınıp Ahmed b. Musa el-Harezmî'ye teslimini, elçilik seferimize engel olıınmayıp gönderilmemizi, ya nımıza küavuz v erilmesini emreden Halife'nin mektubu okundu. Hükümdar "Ahmed b. Musa nerde?" dedi. Biz, "Onu Medinet elSelam (Bağdat)'ta bıraktık Üç gün sonra ardımızdan yola çıka cak" dedik O da "Efendim Emirülmü'rniııin (Halife)'in emri ba şınım üstünde" dedi. 8
İbn Fadlan şöyle devam eder: İbn el-Furat'ın kâhyası Fadl b. Musa'ya çiftliğin kenesin den alınıp Ahmed b. Musa'ya verileceği haberi ulaşınca, Ahmed b. Musa'ya karşı hile düşündü. Serahs'tan Beykend'e kadar Ho rasan yolu üzerindeki jandarma kıımandanlarına "Hanlarda, ka rakollarda Ahmed b. Musa el-Harezmî'yi yakalamak içingözcüle çıkarın. O şöyle bir adamdır. Onu yakalayan onunla ügili mekmbumuz gelinceye kadar tutuklasm" diye mektuplar yazdı. Ah med Merv şehrinde yakalanıp tutuklandı. Biz ise Buhara'da on sekz gün kaldık Fadl b . Musa arkadaşlarımız Abdullah b. Baştu 8
Nasr b. Ahmed 913^44 yıllarında hüküm sürmüştür. Sekiz yaşında tahta çıkmıştı, ibn Fadlan Buhara'ya vardığı sırada on beş^n am yaşlanndaydı.
diğerleriyle de gizlice anlaşmıştı. Onlar "Buhara'da fazla kahrsak taş hücum eder. Türk ülkelerine girme firsanmız kaçar. Ah¬ med b. Musa gelip gize katalır" dediler. İbn Fadlan söyle der: Buhara'da çok çeşitli paralar gördüm, unlar arasında ğıtrinvye denen bakır, san bakırdan imal edil miş dirhemler vardı. Tartılmadan 100 tanesi ı gümüş dirheme sa tılıyordu. Onlar kadınlarına mihr verirken "Falan oğlu falan fa lan kızı falanla şu kadar bir ğıtrifiyve dirhemine evlendi" derler Gayr-i menkul, köle alırken de aynı dirhemleri kullanırlar. Başka dirhemin adım anmazlar. 9
Onlarm sadece san dan yapılmış başka bir dirhemleri de vardır Bunlann o ' ı bir gümüş dârıiktir.»Onlarm yine sandan semerkandiyye denen başka bir dirhemleri vardır. 6'sı bir gümüş o^uıiktir. 4
Abdııllah b. Baştu ve diğerlerinin kışın hücumundan korktuk larına dair sözlerini işitince Buhara'dan geri Ceyhun nehrine dön dük Harezm'e gitmek için bir gemi kiraladık Gemi kiralamğımız yerden Harezm'e 200 fersahtan fazlaydı." Günün bir kısmında yol alıyorduk Soğuktan bütün gün gitmek mümkün olmuyordu. N i hayet Harezm'e vardık Hükümdarı Harezmşah Muhammed b. Irak'ın huzuruna g i r d i k Bize ikram etti, yanına oturttu, bir bü yük eve (saraya) indirdi. Üç gün sonra bizi huzuruna çağırdı. Türk ülkelerine girmemiz konusunda bizimle tartıştı. Ve şöyle dedi: 12
Gıtrifryye dirhemleri ve al tınlan Harun el-Reşid'in Horasan valisi Ğrtrif b. Attab tararından basılmıştır. Kardeşi Müseyyeb de aynı şekilde valiliği sırasında dirhemler bastırmıştır. Bu dirhemlerden İbn Havkal ve Makdisi de bahsederler. Bunlardan başka Muhammediyye dirhem leri de Maveraünnehir'de çok kullanılıyordu. 10
Dânik: dirhemin atada biri.
u
Fersah: üç millik mesafe.
12
Ifrîğfler hanedanının son temsilcflermdendi. Bu hanedandan büyük mate matikçi Muhammed b. Irak çıkmıştır. el-Bîrûni'nin hocası ve arkadaşıdır. İbn Fadlan Harezm'e güzün varmış olmak soğuk konusunda mübala ğalı konuştuğu bellidir.
"Bu konuda size izin veremem. Kanıma heder etmenize müsa ade etmem bana haramdır." Tigin'i kastederek "Biliyorum bu iş bu çocuğun uydurduğu bir hiledir. Zira o, bizim yanımızda de mircilik yapıyordu. Kâfir ülkelerinde demir ticareti yapmayı b i lir. Nezir el-Harami'yi aldatan, ona Ermrülmüminm halifeye bu konuyu konuşmaya sevk eden, Sakalibe (Bulgar) hülcümdarırun mektubunun halifeye ulaşnrıpmasmı sağlayan kişi odur. Bir çare sini bulsa, Büyük Emir (Samani hükümdarı) bu ülkelerde Halife adına dini yaymaya daha layıktır. Sizinle, bahsettiğjüıiz bu mem leket arasında bin kâfir kabilesi var. Bu husus sultam (Halifeyi) aldatmaktır. Size doğruyu konuştum. Halifeye mektup yazıp me seleyi danışması için Samani hükümdarına mutlaka bir mektup yazmam gerekiyor. Cevap gelinceye kadar bekleyin" dedi. Bu gün onun yanından eli boş ayrıldık. Sonra yeniden müra caat ettik. Devamlı ona karşı nezaketli da\Tanıyor, dümeninden gidiyorduk. "İşte Halife'nin emri ve mektubu. Bu konuda yeni den müracaatın ne manası var?" diyorduk. Nihayet, gitmemize izin verdi. Bunun üzerine Harezm (Kat)'den Cürcâniye'ye indik İki şehir arasında 50 fersah nehir yolu var. Harezm'de kalp, kur şun, karışık, san (tunç) dirhemler gördüm. Onlar dirheme taze derler. Dirhemlerin ağırlığı 4,5 dâniktir. Sarrafları tavla zan, to paç şeklinde paralar, dirhemler satarlar. Harezrnlüer insanların söz ve tabiat bakanımdan en tuhaf larıdır. Sözleri sığırcık kuşlarmm seslerine çok benzer. Oraya bir günlük mesafede Erdekü adında bir köy var. Halkına Kerdeliler denir. Konuşmaları kurbağa vakvaklarına çok benzer. Bunlar her namazdan sonra Ali b. Ebî Talib'ten uzak olduklarım söylerler. 13
13
Bu sırada Harezm'in başşehri Kat'U. Buraya Şehristan d a denirdi. Cürcaniye ise Harezm'in en büyük ticaret merkeziydi. Buradan Horasan'a, Mâveraünnehre, kuzeydeki Türk ülkelerine kervanlar kalkardı. Kervan yolu üzerindeydi. Oğuzların ticaret merkeziydi. Erdekü: Erdehîve olmalı.
Cürcaniye'de günlerce kaldık. Ceyhun nehri baştanbaşa dondu. Buzun kalınlığı 17 karıştı. Atlar, katırlar, eşekler, ara balar yolda gider gibi buzun üzerinden geçiyordu. Buz sabitti, oynamıyordu. Bu şekilde üç ay kaldı. Öyle b i r ülkeydi k i , kara kıştan üzerimize sanki bir kapı açılmıştı. Orada ne zaman kar yağsa çok şiddetli rüzgâr eser. Bir kişi arkadaşına hediye vermek, iyilik etmek isterse, ona "Evime gel, konuşalım. Zira evimde hoş ateş var" der. Bunu da çok iyilik yapmak istediği zaman der. Yalnız, Allah onlara odun konusunda cömert davranmış. Bir araba dağdağan (seksek) odunu onların dirhemiyle 2 dir hem. Bir arabada 3000 n l t (bir rıft 130 dirhem civan) ağırlı ğında odun bulunur. Onların adetine göre dilenci evin kapısında beklemez. Eve girer. Bir müddet ateşin karşısında oturur, ısınır. "Ekmek?" der. Bir şey verirlerse alır, vermezlerse çıkar gider. Cürcaniye'de kalmamız uzadı. Orada Recep ayının bazı gün leri ile Şaban, Ramazan aylarım, Şevval ayının bir kısmım (Kasım 921 ortalanndan-Şubat 922'e kadar) geçirdik Uzun kalmamızın sebebi şiddetli soğuktu. Duyduğuma göre iki kişi bir ormandan odun getirmek için develerle gitmişler. Yanlarında çakmak kav götürmeyi unuttukları için ateş yakmadan gecelemişler. Soğu ğun şiddetinden adamlar, develer sabah ölü bulunmuşlar. Ha varim soğukluğundan çarşılar, caddeler bomboş olur. Hattâ i n san caddelerin, çarşüann çoğunu dolaşır bir kişiye rastlamaz. Ben hamamdan çıkıp eve giriyordum. Soğuktan sakalımın buz tuttu ğunu görüyor, ateşe yaklaştırıp buzu çözüyordum. Bir evin içinde bulunan ikinci b i r odada uyuyordum. Bu odada keçeden kubbeli Türk çadırı vardı. Ben ise elbiseler ve kürklere sarınmış yauyordum. Çok defa yanağım buz tutup yas tığa yapışıyordu. 14
14
İbn Fadlan'rn aşın mübalağa yaptığı kesin. 7
Harezm'de küpler çatlamasın veya kırılmasın diye koyun de risinden postlarla sarılır. Fakat hiçbir faydası olmaz. Orada soğu ğun şiddetinden yerin büyük vadüer gibi varıldığını gördüm. Bü yük, eski ağaçlar soğuktan ikiye aynlıyordu. 15
15 Şevval 309/16 Şubat 922 sıralarında havalar ısınmaya başladı. Ceyhun nehrinin buzlan çözüldü. Biz yolculuk için ihtivacımız olan alet ve edev atı tedarik etmeye başladık Türk deve¬ leri satın aldık. Türk ülkelerindeki nehirlerden geçebilmek için deve derisinden kelekler (sofra) hazırladık Üç ay yetecek ekmek karaca dan, kurutulmuş et tedarik e t t i k Harezmli tamdıklanmız mümkün olduğu kadar çok giyecek elbise almamızı emretti ler. Olayı gözümüzde bü>irttüler, korkuttular. Sonra gerçeği gö rünce söylediklerinden kat kat fazlaydı. Her bir kişinin üzerinde bir gömlek onun üzerinde kaftan, kaftanın üzerinde post, onun üzerinde keçe, onun üzerinde bornoz vardı. Sadece gözleri görü nüyordu. Bacalarımızda şalvar, onun altında uzun don, ayağı mızda sahtiyan mest, onun üzerinde başka b i r mest vardı. İçi mizden biri üzerindeki elbiselerin ağırlığından deveye binince kımüdaııanuyordu. Türk ülkelerine girmekten korktuklan için bizimle Bağdat'tan yola çıkan fakih, muallim, memluklar (hizmetçiler) Cürcaniye'de kaldılar. Ben, elçi Sevsen, onun bacanağı, memluklar Tigin, Pars yolumuza devam e t t i k 16
Hareket etmeye karar verdiğimiz gün gelince "Arkadaşlar. Yanımızda Bulgar hükümdarının elçisi var. Bütün yaptıkları mızı biliyor. Ayrıca, Halife'nin mektuplan yanımızda. Şüphesiz bu mektuplarda hükümdara 4000 müseyyebiyye altınının gön derildiği yazılı. Mutlaka b u parayı hükümdar ister" dedim. On lar ise "Bundan korkma. Para bizden istenmez" dediler. Ben ise 15 16
Gene aşın mübalağa yapıyor. Şüphesiz yolculuk büyük bir ticaret kervanıyla yapılıyordu. Muhanzlar vardı.
"Biliyorum, hükümdar parayı sizden isteyecek" dedim. Fakat ka bul etmediler. Kafilenin hazırlıkları tamamlandı. Cürcaniye halkından bir kılavuz kiraladık. Allah'a tevekkül edip isimizi ona havale ettik [Türk Ülkelerine Giriş] 2 Zilkade 309/4 Mart 922 pazartesi günü Cürcaniye'den ha reket ettik. Türk kapısı denen Zencan Rabat'ında konakladık Ertesi günü buradan hareketle Cit denen menzile i n d i k Kar başladı. Hatta develer dizlerine kadar karda yüriidüler. CSt'te iki gün kal dık Sonra hiçbir yere sapmadan, kimse üe karşılaşmadan dağ bu lunmayan bir ovada Türk ülkelerinin içinde üerledik Bu şeküde on gün yürüdük Çok zahmet çektik Çok şiddetli soğuk, devamlı kar vardı. Harezm'in soğuğu bunun yanında yaz gibiydi. Bütün çektiğimiz zahmetleri unuttuk, ölecek dereceye vardık Bir gün çok soğuk vardı. Tigin benimle beraber yürüyordu. Yarımda bir Türk vardı, onunla Türkçe konuşuyordu. Bir ara Tigin güldü. "Bu Türk sana 'Rabbimiz bizden ne istiyor! Soğuktan bizi öldürecek Ne istediğini bilsek onu kendisine takdim ederdik' diyor." dedi. Ben de 'Ona söyle, Allah sizden 'Lâ ilâha illallah' demenizi isti yor" dedim. Türk güldü. "Bilsek yerine getirirdik" dedi. 17
18
Bundan sonra çok dağdağan (dağ) ağacı bulunan bir yere var dık Orada konakladık Kafiledekiler ateş yakıp ısındılar, elbisele rini çıkanp kuruttular. Sonra tekrar hareket ettik Her gün gece yansından ikindi veya öğle vaktine kadar hızlı bir şeküde yürüyor, sonra konaklıyorduk On beş gün yürüdükten sonra çok taşlık bir dağa vardık. Burada pınarlar vardı, suyu göletlere akıyordu. 17
Cürcaniye'nin kuzey-baüsında üst-yurt platosunun başlangıcında ol malı. Samanilere
18
bağlı b i r hudut karakolu ve kervar^rayı
ıdı.
Makdisî zamanında ö t bir şehir haline gelmişti. Oğuz ülkesinin kapı sıydı, üslam Coğrafyacılarına göre Türkler, s. 259, 261).
[Oğuz, Peçenek, Bas gırt Ülkeleri] Bu dağı geçtikten sonra Oğuzlar denen Türk kabilesinin yanına vardık. Bunlar göçebeydiler. Kıl çadırlarda konup gö çüyorlardı. Göçebelerde olduğu gibi yer yer grup halinde çadır ları vardı. Zor şartlar içindeydiler. Yolunu şaşırmış eşekler gibi bir dine inanmıyor ve bas\oırmuyorlardı, akıllanna göre hare ket ediyorlar, hiçbir şeye ibadet etmiyorlar, büyüklerine "rabb" diyorlar. Aralarından biri reisine b i r şey danışınca "Ey Rabbim şu şu konuda nasıl hareket edeyim" der. İdareleri şura (ara lan nda danışma) iledir. Yalnız, bazen b i r konuda ittifak edip o işi yapmaya karar verirler. İçlerinden en değersiz b i r i gelir bu ittifakı bozabilir. 19
20
İçlerinde, inandıkları için değil de, sadece ülkelerinden geçen Müslümanlara yaranmak için "La ilahe illallah, Muhammed rasulullah" diyenler var. Aralarından biri zulme uğrar veya başına kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, "bir Tanrı!" der. "Bu, Türkçede "bir Allah" demektir. Türkçede bir Arapçadaki vahid, Tanrı ise Allah karşılığıdır. Oğuzlar büyük tuvalet yaptıktan, işedikten sonra temiz lenmezler, cünüplükten ve diğer şeylerden dolayı yıkanmaz lar. Suyla ilişkileri yok gibidir. Bilhassa kışın yoktur. Kadınlan 19
Merinde "Akıllarına danışmıyorlar" şeklinde. Doğrusu "Akıllarına göre hareket ediyorlar, bir kitaba başvurmuyorlar" şeklinde olmalı. Gelecek cümlelerden de bu anlaşılıyor.
20
Burada rab kelimesi büyük manasına, Allah manasına değü. Yahudiler de hahamlara rab derler. Aynca, bu şuada Oğuzlar Şamanizm dediği miz ilkel kabilelerin (linindeydiler. Putperesttiler. Dinsiz değillerdi. Oğuzlar, Göktürk Devleti zamanında doğuda Moğolistan hududun daydılar. V I I I . Yüzyılda Üst-Yurt ve kuzeyine gelmişler, Hazarlara, Müs lümanlara komşu olmuşlardı. Bazı aşiretleri Mâveraünnehr bölgesine gelmiş, Halife Mehdi zamanında Müslüman olmuştu. Aral gölünün et rafında yaşıyorlardı.
erkeklerinden ve yabanclardan dolay örtünmezler, gizlen mezler Aynı şelolde kadm insanlardan bedeninin hiçbir ye¬ rini gizlemez. Bir gün onlardan bir adamın evine (çadırına) indik. Otur duk Adamın karısı da bizimle oturdu. Bizimle konuşurken cinsi organım açtı ve kaşıdı. Biz görüyorduk yüzlerirnizi kapadık "Estağfirullahr dedik Kocası güldü. Tercümana, "Onlara söyle, si zin yanınızda onu açıyor, siz görüyor ve onu koruyorsunuz. Ona bir şey olmuyor. Bu onu kapatıp da başkalarına müsaade etme sinden daha iyidir" dedi. Zina diye bir şey bilmezler. Birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler. Ağaçların dallarını bir yere getirip fai lin eUeriıu-ayaklarını ağaca bağlarlar, sonra o dallan serbest bı rakırlar, adam ikiye ayrılır. Aralarından biri beni Kuran okurken dinledi ve beğendi. Ter cümana dönüp "Ona susmamasını söyle" dedi. Bu Oğuz bir gün tercümanı aracılığıyla "Bu Arap'a sor, Rabbimizin karısı var mı?" dedi. Bunu büyük günah sayıp Allah'ı teşbih (SübhanaTlah dedim) ve istiğfar (afv dileme) ettim. O da, benim gibi teşbih ve istiğfar etti. Türkün âdeti böyledir. Müslümam teşbih ve tehlfl (Sübhanellah ve Lâ ilahe illallah) derken duyarsa onun gibi yapar. Evlenme âdetleri şu şeküdedir: Biri diğerinin hareminden bir kadını belli bir Harezm elbisesi karşılığı ister. Bu kişi kızı, kız kardeşi veya velayeti üzerinde olan başka biri olabilir. O kişi tek lifini kabul ederse, mihri veliye götürür. Bazen rnihr deve, at, sığır ve başka bir şey olabilir. İsteyen kişi anlaştığı mihri kızın velisine teslim ermedikçe kıza yaklaşamaz. Teslim ederse gelir, rahat bir şekilde kızın evine girer, anasının, babasının, kardeşlerinin hu zurunda kızı alır gider. Kimse engellemez. Bir adam ölünce karısı ^'arsa, öz anası olmamak şartıyla, bü yük oğlu onun karısıyla elenir. ıı
Tüccarlar ve başkaları onların yanında yıkanamazlar. Ancak geceleyin gizlice yıkanabilirler. Onlar birirıin yıkandığını görür lerse kızarlar. "Bu adam bize sihir yapmak istiyor. Zira, suya ba kıp b i r şey ler anlamak istiyor." derler. 21
Müslümanlardan hiç b i r i müsafir olacağı b i r arkadaş edin meden, İslam diyarından ona b i r elbise, karışma b i r başörtüsü, bir miktar karabiber, karacadan, kuru üzüm, ceviz hediye götür meden onların ülkesinden geçemez. Müslüman b u şekilde arka daşının yanına gelince arkadaşı onun için kubbeli bir Türk Çadırı kurar, imkânına göre ona kesmesi için koyun verir. Zira Türkler hayvanlan kesmezler, ölünceye kadar koyun ve keçinin başma vururlar, böyle öldürürler. Bu Müslüman onların yanından ayrılmak isterse, develerin den, hayvanlarından b i r i yolculuk edemez hale gelmişse veya bir şeye ihtiyacı olursa çok yorulan hayvamm arkadaşı Türkün ya nında bırakır, ihtiyacı olan hayvan ve malı ondan alır, yoluna de vam eder. Gittiği yerden dönünce aldığı develeri, hayvanlan, eş yayı geri verir. Aynı şekilde Türkün yurdundan bilmediği b i r insan geçse, ona "Ben senin müsamrinim. Derelerinden, hayvanlanndan, malından şu kadar ihtiyacım var" dese Türk ona istediğini verir. Tüccar b u yolculuğu sırasında ölür, kafile dönerse Türk kafileye gelir. "Müsafirim nerde?" diye sorar. "Öldü" derlerse kafileyi i n dirir. Kafilenin reisi olan tüccara gelir, mallarım gözünün önünde Oğuzlarda, Cücenlerde, Moğollarda s u tabu idi. O n u kirletmemek ge rekiyordu. Vücudu, elbiseleri s u d a yıkamak yasaktı. O n l a r a göre suda yıkanma kötü ruhları celbeder, şimşeklerin, yüdınmların boşanma sına sebep olurdu. S u y u n yere dökülmesi suçtu. Cengiz Yasası'nda da yıkanma yasaktı. B i r kap ile elin, yüzün üzerine s u dökülebilirdi. E s k i Şamanistler elbiselerini yıkamazlar, giyebildikleri kadar giyer lerdi. İnsanın s u kullanmasının, yıkanmamasının büyü sebebi oldu ğuna inanırlardı.
açar, ölen tüccara verdiği mal kadarım alır, bir habbe fazla almaz. Aynı şekilde develerinden, hayvanlarından verdiği kadarım alır. "O senin amcaoğlundu. Onun borcunu senin ödemen gerekir" der. Eğer o tüccar firar ettiyse yine aynı şeyi yapar. "O da senin gibi bir Müslüman'dı. Sen ondan borcunu al" der. Eğer Müslü man müsafirini kervan yolunda (caddede) rastlayamazsa, onun ülkesini, nereli olduğunu sorar. Yol gösterirlerse onu aramaya kalkar, onu bulur, verdiği malları geri alır. Aynı şeküde hediye lerini de geri alır. Şu da T ü r k ü n b i r geleneğidir. Cürcâniye'ye gelince mü safirini sorar. Onun evine iner, dönünceye kadar evinde kalır. Türk, Müslüman arkadaşının evinde ölürse ve bu müslümanın bulunduğu kafile onların ülkesinden geçerse Müslüman'ı öldürürler. "Onu, sen yanında alıkoyup öldürdün. Sen alıkoymasaydın ölmezdi" derler. Aynı şekilde arkadaşı Türk'e ne biz (şarap) içirir, Türk sarhoş halde damdan düşer ölürse şarap içiren arkadaşını öldürürler. Kafilede onu bulamazlarsa kafile reisini öldürürler. Homoseksüellik onlar nazarında büyük bir suçtur. Türklerin hükümdarının naibi Küzerkin (Kül-erkinyin aşiretinde bir Türke Harezmli bir adam müsafir olmuş, Koyun satın almak için ya rımda bir müddet kalmış. Bu Türk ün tüyü bitmemiş bir oğlu var mış. Harezmli bunu kandırmak için uğraşmış. Sonunda onu iste ğine ram etmiş. Türk ikisini işbaşında yakalamış. Olayı KüzergüVe götürmüş. O da çocuğun babasma "Türkleri topla" demiş. O da Türkleri toplamış. Onlar toplanınca Kûzergin çocuğun babasına "Doğru karar vermemi mi? sahte karar vermemi m i istersin?" de miş. O da "Doğru karar vermeni isterim" demiş. Bunun üzerine Kûzergin adama çocuğunu getirmesini emretmiş. Çocuk getiri lince "Çocuğun da, tacirin de öldürülmesi gerekir" demiş. Türk buna memnun olmamış, "Oğlumu tesüm etmem" demiş. Bunun üzerine Kusergin 'Tacir fidye vererek canım kurtarır" demiş. So13
nuçta tacir Türk'e belli miktarda koyun vermiş, kendisini bu ga ileden kurtaran Kûzergin'e de, ayrıca 4 0 0 koyun vermiş. Türkle r i n yanından a\Tilmış.
22
Oğuzların hüloimdarlarından ve reislerinden i l k rastladığı, mı. kişi Küçük Yınal'dı. Müslüman olmuş. "Müslüman olursan bize reis olamazsın" denince Müslümanlıktan vazgeçmiş. Onun bulunduğu yere \*annca "Sizin geçmenize müsaade etmem. Böyle bir şeyi şimdiye kadar hiç duymadık, gerçekleşeceğini de zannet miyoruz" dedi. Ona yumuşak da\Tandık, nihayet 10 dirhemlik bir Cürcan kaftanı, b i r parça paybaf (çuha), birkaç ekmek, bir avuç k u r u üzüm, 100 ceviz vererek razı ettik. Bunları verince bize te şekkür için secde etti. Zira Türklerde b i r adam b i r adama ikramda bulunursa ikram edilen i k r a m edene secde eder. Küçük Yınal ar dından "Evlerim kervan yoluna uzak olmasa size koyun ve buğ day getirirdim" dedi. 23
Ertesi günü yolda giderken Türklerden çirkin, pis, kalbi kara bir adam önümüze çıktı. Şiddetli yağmur yağryordu. "Durun!" dedi. 3000 hayvan, 5 0 0 0 adamdan meydana gelen koca kafile durdu. Ona "Biz Kıızerkin'in dostlarıyız" dedik. Gülmeye başladı. "Kuzerkin k i m oluyor. Ben Kıızerkin'in sakalına pisleyeyim'' dedi. Sonra "pekend" yani, "ekmek!" dedi. Ona birkaç parça ekmek verdim. Onlan alınca "Geçin! Size acıdım" dedi. İbn Fadlan şöyle der: Oğuzlardan b i r i hastalanınca cariyeleri, köleleri varsa ona ba karlar. Ev halkından başka b i r kimse ona yaklaşamaz. Hasta için evlerden (çadırlardan) uzak b i r yerde b i r çadır kurarlar. Hasta ölünceye veya iyileşinceye kadar orada kalır. Hasta köle veya f kirşe o n u kıra atıp bırakırlar. 22
Önceleri Külerkin, Y a p g u n u n naibine denirdi.
23
Yınal ise Yapgu'nun veliahdına denirdi. Sonraları Oğuzların bütün re islerine Y i n a l unvanı verilmeye başlamıştır.
14
k
J
Î
S
^
5w£SmS£SS
~ «« ™ k
r
e
r
i
n
i
^
«*> ^ çukur w
b
-
"
, . . Cnebız) olan ağaçtan bir kadeh verir¬ ler. Her şeymı getınp bu oda gibi mezar. k o y a T Sonra o n u Z tup odamn uzenne çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Sonra ha>varJar^ ^ varırlar. Miktanna göre 100 veyaToo, bazen 1 hayvanı öldürürler. Başlan, ayaklan, derisi, kuyruğu dışındaki etlennı yerler. Kakın kısımlanm sırıklar üzerine koyup mezarının etrafirn asarlar. Bunlar cennete giderken bineceği hayvanlar" derler. Çger olen lası sağlığında insan öldürmüş, yiğit bir kişiyse öldürdüğü adam sayısı kadar ağaçtan suret yontup mezarının başmda dikerler "Bunlar onun hizmetçileri, Cennette ona hizmet edecekler" d e r l e r i Bazen hayvanları öldürmeyi bir-üa gün geciktirirler. Büyükle rinden bir yaşlı onlan hayvanlarını öldürmeye teşvik eder. Ölüyü kastederek "Falanı rüyamda gördüm. Bana İşte görüyorsun! Arka daşlarım beni geçtiler. Yalın ayak yürümekten, onlan takip etmekten ayaklarım çatladı. Onlara verişemiyorum. Tek basıma kaldım' dedi" der. Bunun üzerine haşarılarının yanına varırlar onlan öldürürler, kabrinin yanında smğa asarlar. Bir-ild gün geçtikten sonra yaşlı adam gelir. "Falanı rüyamda göniüm. Bana 'Aileme, arkadaşlarıma söyle. Beni geçenlere yetiştim. Yorgunluktan dinlendim' dedi" der.* Türklerin hepsi sakallarım tıraş eder (yolar), bıyıklarını bıra kırlar. Çoğu defa onlardan sakalım yolmuş, çenesinin alanda bir miktannı bırakmış ve üzerine post almış ihtiyar bir adam görür sün. Uzaktan bakınca teke zannedersin. u
5
24
İbn Fadları b u r a d a cennetten bahsediyor. Halbuki Şaman isti e re göre öbür dünya b u dünyanın bir benzeridir. Köyler, mahalleler vardır. İn sanlar b u dünyadakine benzer b i r hayat sürerler. O n u n için eşyaları mezara konur. Mezarın etrafına dikilen b u suretlere balbal denir.
25
B u yaşlı kişi şaman dır. Kurbanları kesen odur, Öbür dünya b u dünyaya benzediği için a r a d a d a insanın binecek hayvana ihtiyacı vardır. Hatta bazı kişiler b u türlü inançlan İslam dinine de sokmuşlardır. Cennete giderken kurbanlara binileceğine inanırlar.
Oğuz Türklerinin hülcümdanna Yabgu denir. Bu, hüküm darın un\-anıdır. Oğuzların başına geçen her kişi bu unvanı alır. Onun vekiline (naibine) Kûzerkin (Külerkin) denir. Yine onlar dan her reisin naibine aynı unvan verilir. Bahsettiğimiz kişilerin yanından ayrıldıktan sonra ordu kumandanlarının (subaşının) yanma vardık. Onun adı Etrul (Ertuğrul) b. el-Katağan (Alptoğan)'dı. Kalmamız için kubbeli Türk çadırları kurdu. Onlara bizi yerleştirdi. Geniş bir ailesi, kalabalık maiyeti, büyük evleri (çadırları) var. Kesmemiz için koyunlar, binmemiz için hayvanlar getirdi. Ailesinden, akra balarından b i r kalabalığı çağırdı, yemeleri için çok sayıda ko yun öldürdü. Ona elbise, k u r u üzüm, ceviz, karabiber, karaca dan gibi hediyeler vermiştik. Daha önce babasmm da kansı olan eşi bir miktar et, süt, hediye ettiğimiz şeylerden alıp çadırlann dışındaki lora gitti. Bir çukur kazıp b u n l a n gömdü. Bir şeyler söyledi. Tercümana neler söylediğini sordum. O da "Bunlar, Arapların Etrul'ün babası el-Katğan'a verdiği hediye lerdir" dediğini söyledi. 26
Gece olunca tercümanla beraber Etrul'un yanma girdim. Kubbeli çadırında oturuyordu. Yanımızda Nezir el-Haramî'nin ona yazdığı mektup vardı. Mektupta onu İslam dinine girmeye teşvik ediyordu. Aynca, ona 50 dinar (altın) göndenrıişti. Bun lar arasında bazı müseyyebî altınları da vardı. Aynca, Nezir ona 3 mıskal misk, sahtiyan deriler, Merv imali elbiseler, kumaşlar göndernıişti. Bu şeylerden ona i k i gömlek, b i r mest, bir diba el bise, beş ipek elbise kestik. Ona bütün hediyeleri verdik. Karısına da bir başörtüsü, bir yüzük verdik. 27
26
B u takdim edilen şeyler ölülere sunulan saçıdır. Aynı şekilde putlara saçı yapılır. B u gün Hincililer putlarına yiyecek, içecek saçı yaparlar
*7
Görüldüğü şekilde ordu kumandam (Subaşı) Oğuzlar arasında hüküm dar (Yabgu) d a n daha yetkmdir. B u n u büen Nezir el-Harami İslama davet eden mektubu, kıymetli hediyeleri ona göndermişti. Öyle anlaşd»-
Subaşrya, Nezîr el-Haramî nin yazdığı mektubu okudum, ••nünceye kadar size kesin bir şey söylemeyeceğim. Ne yapa cağımı sultana (Halifeye) yazarım" dedi. 28
Bahsettiğim yeni elbiseleri giymek için üzerindeki elbiseyi çıkardı. Altındaki gömleğin birden parça parça olduğunu gör düm. Zira, onların adetine göre bedene temas eden elbise parça lanıp dağılıncaya kadar yıkanmaz. O da sakalım, bıyığım tama mıyla yolmuştu (tıraş etırıişti). Bir çocuk gibi kalmıştı. Türkler onun aralarından en iyi süvari olduğunu söylüyorlardı. Bir gün bizimle beraber atına binmiş gimyordu. Üzerimizden uçarak bir ördek geçti. Hemen Etrul (subaşı) yayım çekti, ördeğin altına doğru atım sürdü. Ona bir ok attı, düşürdü. Yanında kaldığımız günlerden birinde subaşı emrindeki ku mandanlara adamlar gönderdi, yanına çağırdı. Bunlar Tarhan, Yinal, bıınlann kardeşinin oğlu İlguz idi. Tarhan onlar arasında en akıllı ve büyük olandı. Topal, kör ve çolaktı. Subaşı onlara "Bun lar Arap hükümö^ırııım dünürüm Almış b. Şilki'ye gönderdiği el çiler. Size danışmadan onları bırakmak istemedim" dedi. 29
Cevaben Tarhan "Bu hiç görmediğimiz, duymadığımız bir şey. Biz ve babalajrırnız zamanında Ülkemizden bir sultanın elçisi geç medi. Öyle tahmin ediyorum ki, Sultan (Halife) bir hile düşündü. y
o r ki Abbasî sarayı bu ülkelerdeki İslaırdastırrna hareketlerine büyük
önem veriyordu. Subaşının hükümdardan daha itibarlı olması Türkle rin orduya verdikleri önemi gösterir. Aynca, yukanda Ğrtrifiyye, M u seyyebiyye dirhemlerinden bahsecUlnüşti. Bunlar Harun el-Reşîd'in Horasan valileri olan iki kardeştir. 28
îbn Fadlan'ın eserinde dönüş kısmı eksiktir. Bu sebeple sunasının nasıl bir cevap verdiği bflinrniyor. Fakat, Selçukluların da bulunduğu bazı oğuz a s i l e r i n i n bir müddet sonra Müslüman oldukları bilinmededir.
29
Kasgarlı Mahmud anası hatun olan, babası h a l ^ olan k^rye inal dendiğini, Tiginin Mevla (efendi) manasma geldiğini, ^ b ü y ü k lerine Külerkin dendiğini söyle, öyle anlaşüryor kı Tarhan Yınal, i l guz kelimeleri burada subasıdan sonra gelen buyuk kumandanlar.
azarlan üzerimize salmak için bıınlan gönderdi. En iyisi bunlan ikişer parçaya bölelim, yanlanndaki eşyaları alalım" dedi. Diğeri "Hayır, bizim Hazar hükümdarının yanında esirleri miz var. Bıınlan gönderip onlan kurtaralım" dedi. Yedi gün bu şekilde aralarında tartıştılar. Biz korkumuzdan ölmek üzereydik. Nihayet, bizi bırakıp, yolumuza devam etme mize ittifakla karar verdiler. Tarhana bir Merv kaftanı, iki parça pay-baf (çuha), arkadaşlarına birer gömlek, Yınal'a da benzer şey ler giydirdik Aynca, onlara karabiber, karacadan, ekmek somun ları verdik. Çekip gittiler. Sübaşının yanından aynldıktan sonra Yağındı nehrine var dık. İnsanlar deve derisinden hazırladıklan kelekleri çıkarıp yay dılar. Develerin üzerinden yuvarlak biçimindeki eşya denklerini mdirip keleklerin içine koydular, kelekler şişti. Aynca eraiseleıini, diğer eşyalarım da keleklerin içine doldurdular. Dolan keleklerin üzerine beşer, altışar, dörder, daha az veya çok insan bindi. Ka yın ağacından tahtalan kürek gibi kullanarak, su üzerinde döne döne nehrin karşı tarafına geçtiler. Hayvanlara, develere ise bağmyorlar, onlar da yüzerek geçiyordu. İnsanlar nehri geçerken Başgırdlann baskın yapmaması için muhafızlardan süahlı grugru bun önce nehri geçmesi gerekmişti. Bu şekilde Yağındı, sonra Cam, sonra Câhaş, sonra EzeL sonra Erden, Verş, Ahu, Vebnâ nehklerini geçtik Hepsi de bü yük nehirlerdi. 30
Sonra Peçeneklerin yanma vardık. Onlar denize benzer, ak mayan bir suyun yanına konmuşlardı. Çok esmerdiler. Sakalla nın tıraş ediyorlardı, Oğuzların aksine fakirdiler. Zira Oğuzlardan 10.000 hayvana (deve, at vs.) 100.000 baş koyuna sahip kişiler görmüştüm. Koyunlar genellikle tırnaklarıyla kan eşip aranda ot 30
Bu nehirler hakkında kaynaklarda bilgi yok. Belki de suların bol olduğu bahar mevsiminde akan, sonra kuruyan nehirlerdi.
arıyor, yiyorlar. Ot bulamazlarsa kar yiyorlar. Çok semizleşiyorlar. Yaz gelip ot yiyince zayıflıyorlar. 31
Peçeneklerin yanında bir gün kaldıktan soma hareket edip Yayık (Ural) nehrine vardık. Bu şimdiye kadar gördüğümüz en büyük en deli akan nehirdi. Nehirden geçerken bir keleğin dev rildiğini, üzerindeki insanların nehirde boğulduğunu gördüm. Çok kişi, deve, hayvan b u nehirde boğuldu. Bin bir güçlükle geç tik. Günlerce viiriidük Caha, Bacağ, Samur, Kenal, Şuh, Kencelü nehirlerini sırayla geçtikten sonra Başgırdlar denen Türk kavmi nin ülkesinde d u r d u k Onlardan çok k o r k t u k Zira onlar, Türk lerin en kötü, en belalı, en katil olardandır. Bir adam bir adama rastlarsa başım keser yarımda götiirür, vücudunu bırakır. Onlar sakallarım tıraş eder, bitleri yerler. Onlardan herhangi biri gömle ğinin dikiş yerlerinde bit arar, bulunca dişleriyle ezer. Yammızda onlardan biri vardı. Müslüman olmuş, bize hizmet ediyordu. Bir ara ona baktım, elbisesinde b i r b i t buldu, tırnağıyla ezdi. Sonra yaladı. Baktığımı görünce "hoş" dedi. 32
Onlardan her b i r i erkeklik uzvu büyüklüğünde, aynı şekilde bir ağaç yontup üzerine asar. Sefere çıkmak isterse veya bir düş manla karşılaşırsa ona secde eder, "Ey Rabbim! Bana şöy le şöyle yap" der. Tercümana sordum, " B u meseleyi içlerinden birine sor. Niçin onu Rab kabul ediyor?" dedim. Adam cevaben "Ben onun bir benzerinden çıktım. Ondan başka beni yaratan tanımı yorum" dedi. 33
31
32 33
Bu gün ren geyikleri de karların aranda kalan kuru otlarla kışı geçirir. Kar yedikleri doğru değildir. Peçenekler Oğuzlara komşuydu. Lehçe leri hemen hemen aynıydı. Onlara bir kısmı daha sonra batıya, Bal kanlara gidecekler, Bizans için de eriyeceklerdir. Bu nehirlerin coğu da yazın kuruyan, bahar zamanı coşan nehirler ol malı. Sadece Ural nehri devamlı, büyük bir nehirdir. Eski kavimlerde erkeklik uzvuna tapma yaygındır. Arkeolojik kazılarda çok sayıda örneği görülür. 19
Aralarından bazdan on iki rabbı olduğunu söyler : kısın rabbı, yazın rabbı, yağmurun rabbı, rüzgânn rabbı, ağaçların rabbı, ^ sanlann rabbı, suyun rabbı, gecenin rabbıgündüzün^ rabbı, olumün rabbı, yerin rabbı - Gökteki rab (Gök T a n n ) bunlann en buvügüdür. O da d i ğ e r l e r e anlaşır. Her b i n d ^ r ı ı u n yaptığına razı o^u7"Allah kâfirlerin zannettiğinden çok yücedir." * Içlennden bir grubun yılanlara, b i r grubun balıklara, b i r grubun turna kuşuna taptıklarım gördük. Bana anlatuklanna göre, b i r gun düşmanla rından bir kavimle savaşıyorlarrruş, düşmanlar onları yermiş, bu sırada turnalar bağırınca düşman korkup kaçmış, gahpken mağ lup hale düşmüş. Bunun Üzerine turnaya tapmaya başlamışlar, -Bunlar bizim rabbimiz. İşte yapüklan. l i m a n l a r ı m ı z ı yendiler" demişler. Bundan dolayı turnalara tapıyorlarmış. İbn Fadlan der k i : Bunlann (Başgırdlann) ülkesinden ayrıldıktan sonra Cirimsan, Uran, Uram, Baynah, Vetiğ, Niyasna, Cevşir nehirlerini geç tik Bunlardan her b i r i n i n arasında ikişer, üçer, dörder günlük yol vardı. Bundan daha az veya çoktu. 3
[BULGARLAR] Elçilik için gittiğimiz Bulgar hükümdarının bulunduğu ye bir gün b i r gecelik yol kalınca, kendisine bağlı dört hükümdan, kendi oğullarım, kardeşlerini bizi karşılamaya gönderdi. Onlar bizi ekmek, et, karadan üe karşıladılar, bizimle yürüdüler. Hü36
34
35 36
Bu sırada Başgırdlann anayurdlan Ural bölgesidir. Bir kısmı batıya Macaristan'a gitmişlerdir. Yakut el-Hama\î Macaristan'daki Başgırdla nn Müslüman olduklarını söyler. Başgırdlann tabiat kuvv etlerine tapüklan anlaşılıyor. İsrâ suresi, ayet 4 3 . Et, ekmek, dan Bulgarların yetiştirdiği ve yedikleri ana gıda madde ridir. Genellikle sunak yapılan şeylerdir. Bunlar Eskil, Suvar, Burs ula. Bulgar beyleridir. Dört bey dört yönü temsil eder.
künıdann kaldığı menzile (konağa, kampa) iki fersah (6 mil) ka lınca kendisi bizi karşıladı. Bizi görünce secdeye kapandı. Yeninde bulunan dirhemleri (gümüş paralan) üzerimize saçtı. Bizim için loibbeü çadırlar kurdu, oraya indik. Onun } amna 12 Muharrem 310/12 Mayıs 922 Pazar günü vardık. Cürcaniye'den onun bulunduğu yere 70 günlük mesafe vardı. Pazar, Pazartesi, Sah, Çarşamba günleri kubbeli çadırlanrnjzda kaldık Bu arada hükümdar Halifenin gönderdiği mektubu dinlemeleri için beyleri, kumandanları, halkı topladı. Perşembe günü halk toplanmca Halife tarafından gönderilen iki bayrağı açtık Yine Halife tarafından gönderilen eğerle hülo^dann atım eğerledik Hükümdara Halifenin gönderdiği siyah hilaü, siyah sangı giydirdik Sonra Halifenin mektubunu çıkardım. Hükümdara "Halife'nin mektubu okunurken oüırmamız caiz olmaz" dedim. O ve memleketinin ileri gelenlerinden hazır bulunanlar ayağa kalk tılar. Hükümdar çok şişmandı. r
37
Mektubu okumavabaşlaciım. Başlangıç kısmını okudum. "Sana selam olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'ı hamdederim (överim)" crümlesine gelince, hükümdara "Errurülmü'mınm m selamım iade et" dedim. O ve bütün yanmdaküer "Aleykümüsselam" diye iade ettiler. Ben mektubu okuyorum, tercüman harf be a r Ortaçağ islam coğrafyacıları tarafından imfakla Türkler1 oncelen •• 1 .r-i Volga VoİM-Dinvester den sayılırlar. Bulgarlar u ı n y e ^ ı nehirlen ar asin Y , . Burada T* A VII. \m yuzyıiaa vüTvüda Duyu* büyük bir devlet kurmuşlardı, daki sahadaydı. " i . . r t l i o n csonra n n r a oiTUİlarından Asparuh Bulgarlarm Kubrat ,hanm ölümünden oguum ^ . , .. unlearistan'ın bulunduğu yere gitti. Bir kısmı bir kısmıyla bu gunku Bulgaristan . ... T > „ ı _ _ H f t . K v u- * w i « Orta Volga sahasına, burada bahsedilen Bulgarlabaşka bir oğluyla Orta Volga k u r d u l a r . ibn Fadlan nn yurduna gitti. Bunlar yerleşik hayata gecmegittiği sırada Bulgarlar ^ ^ ^ ^ ^ Bulgarşehmişlerdi. Bundan biraz sonra yerleşik nayaıa gev
B u l g a r l
n
37
rini kuracaklardır . n h u s e y i e r ve mektup hükümdarlık alametHalife tarafından gönderilen bu şeyıer c leridir.
harf tercüme ediyordu. Mektubun okunması bitince hüJcümdar ve >amndaküer bir ağızdan tekbir getirdiler. Yerler sarsıldı. Sonra hükümdar ayaktayken Vezir Hâmid b . el-Abbas'm mektubunu okudum. Sonra, ona oturmasmı söyledim. Nezir elH a r a m i n i n mektubu okunurken oturdu. Nezîr'ir mektubunu okumayı bitirince adamları hükümdarm üzerine çok sayıda al tın para (dinar) saçtılar. Sonra hediye gönderilen kokulan (parfümleri), elbiseleri, hü kümdara ve karısına gönderilen incüeri çıkardım. Hükümdara ve eşine birer birer takdim ediyordum. Bu işi bitirince karısına in sanların huzurunda hilat giydirdim. Karısı hükümdarm yanında oturmuştu. Bu onların adeti ve tarzıdır. Hükümdarm eşine hilat giydirince kadınlar üzerine dirhemler (gümüş paralar) saçtılar. Sonra çadırlarımıza gittik. 38
Biraz vakit geçtikten sonra hükümdar adam gönderip bizi ya nına çağırdı. Huzuruna girdik. Kubbeli çadırında otnruyordu, bey ler sağındaydı. Bize soluna oturmamızı emretti. Çocuklan önünde oturuyorlardı. Kendisi ise r u m dibasıyla örtülü tahtı üzerine otur muştu. Sofranın getirilmesini emretti. Sadece kızartılmış et bulu nan sofra ona takdim edildi. Önce bir bıçak alıp b i r lokma et kesti ve o n u yedi. Sonra ikinci, üçüncü lokmaları da aynı şekilde yedi. Sonra bir parça ke sip elçi Sevsen el-Rassî'ye verdi. Hemen küçük bir sofra getirilip onun önüne kondu. Adetleri böyledir. Hükümdar bir lokma tak dim etmeden kimse yemeğe başlamaz. Kime bir lokma verirs hemen önüne bir sofra getirilir. Hükümdar sonra bana bir lokma verdi. Bana bir sofra geldi. Sonra bir parça et kesip sağındaki beye verdi. Ona bir sofra geldi. 38
Görüldüğü üzere Nezir el-Haramî rütbece vezirden sonra geliyordu. İslâm'ın bu ülkelerde yayılmasıyla, Bulgarlarla diplomatik ilişkiler ku rul masıyla ilgüeniyordu.
Sonra ikinci beye verdi. Ona bir sofra geldi. Sonra üçüncü beye verdi. Ona bir sofra geldi. Sonra dördüncü beye verdi. Ona bir sofra geldi. Sonra evlatlarına lokmalar verdi. Onlara sofralar geldi. Her kes kendi sofrasından yiyor, ona kimse ortak olmuyordu. Başka biri onun sofrasından bir şey yemiyordu. Yemeği bitirince herkes sofrasından kalan, evine götürüyordu. Yemek yendikten sonra hükümdar bir gün bir gece önceden hazırlarüTiış olan ve sücü denen bal şerbetinin getirilmesini emretti. Bir kadeh içti. Sonra ayağa kalktı. "Bu, efendim EmirüJmü'mirurıe karşı merrmuniyetinin işaretidir" dedi. O ayağa kalkınca dört bey ve çocukları da ayağa kalktılar. Biz de ayağa kalktık. Hükümdar bunu üç defa tekrarladı. Sonra yarımdan ayrıldık. Ben varmadan önce camisinin minberi üzerinde adına hutbe Allah'ım! Bulgarların hükümdarı iltabar'ı İslah et" şeklmdeyrniş. Ona "Gerçek hükümdar sadece Allah'tır. Ondan başkası minber üzerinde b u adla anılmaz. İşte efendim Emiriümü'rmnin. O, do ğuda ve batıdaki minberlerde adına "Allah'ım kulun ve halifen Emirülmü'mirıin Ca'fer d-Muktedir-bülah'ı ıslah et" şeklinde hutbe okunmasıyla yetinir. Hz. Peygamber "Hıristiyanlann Hz. İsa'yı aşın övdüğü gibi beni övmeyin. Ben bir kulum. 'Allah'ın kulu ve Rasulu deyin" demiştir. "O halde, adıma nasü hutbe okunması caizdir?" dedi. "Senin ve babanın adıyla" dedim. O da "Babam kâfirdi. Minberde onun adım anmak istemem. Kendi ismimi de anmak istemem. Babam ben kâfirken bana o i ^ adı nedir?" dedi. Ben "Ca'fer" dedim. "Benim ~ J ^ — 39
• , o MI. Kitab el-Enbiya. nr. 48; Darimî, Sünen, KL
39
Buhâri, el-Camı el-Soh*.
M *
rya
el-Rakâik, nr. 68; Ahmed b. Hanbei, m
^
^
^
^
^
23
„ , Bul.arlann Emîri, Halifenin mevlas, kulun Caferb Allah un ^ " " i ^ d t o d e hutbe okunuyordu. ullah', ıslah et sekknd ^ i n i n d e n üç gün Mektubun okunmasından, ^ elesini nra bana adam gönderip çagıroj- * Musa'nın hileve onun sini tf
( a ] ü n )
^^rSİT^-S^ "
B e n
d
^ ' İ
meS
önüme * * . «Ya bunu " BunTarda sözü edilen paraya ne oldu?" dedi ?
T i r i d e kakk" dedim. Hükümdar "Siz hep beraber gel¬ esir etmek isteyen Yahudilere (Hazarlara) k a r * koÎ Z c Î b i r kale insa etmem için bu paray, genrmemz uğrunda S S m Halife size çok para h a r a d , Hediyeleri b e m m ekom de g S S " dedi. Ben «Evet, doğru. Fakat biz elimizden gelem yaptık" dedim. Hükümdar tercümana bana kastederek "Ona söyle. Ben bun ları tanımıyorum. Sadece seni tarıryorum. Bunlar yabana. Ustad (Nezir el-Harami) onların senin yapnğın tebliği yapacakla rına kani olsa, hukukumu koruman, bana gönderilen mektubu okuman, cevabımı dinlemen için aynca seni göndermezdi. Sen den başkasmdan bir dirhem para istemem. Parayı çıkar, b u se nin için daha iyi olur" dedi. Korkmuş ve ürkmüş bir halde yanîndan aynldım. Manzaralı, heybetli, şişman, cüsseli bir adamdı. Sankrbüyük bir küp içinden konuşuyormuş gibiydi. Onun yanından çıkınca arkadaşlarımı top ladım. İkimiz arasında geçen konuşmayı anlattım. "Bundan do layı size daha önce tembih etrniştim" dedim. " "iri»
Hükümdarın müezzini ikamet sırasında ezanın ifadelerini I K I ¬ şer defa söylüyordu. Ona "Efendim Emirülmü'rninin sarayında ika'
rneti tekli söyler" dedim. Müezzine "Onun dediğini yap. Muhalefet güne" dedi. Bundan sonra müezzin günlerce ikameti tekli ifade lerle yaptı. Hükümdar ise para konusunda bana sorular soruyor, benimle münakaşa yapıyordu. Ben ise debiler üeri sürerek onun ürrüdini kesmek istiyordum. Paradan ünüdini kesince müezzine ikametin ifadelerini ikişerlemesini emretti. O da ikişerledi. Böy lece benimle münakaşaya yol açmak istiyordu. Müezzinin ifade leri tekrarladığım duyunca ona bağırdım ve men ettim. Hüküm dar yaptığımı duyomca beni ve arkadaşlarımı yanına çağırdı. 40
Biz yanına varınca, bana kastederek tercümana "Ona söyle! İki müezzin var. Biri ikameti tekli, biri çiftli söylüyor. Sonra her üdsi aynı cemaatle namaz kılıyor. Namaz caiz midir? değil midir?" dedi. Ben "Namaz caizdir?" dedim. "İttifakla mı? İhtilaf mı caiz dir?" dedi. Ben "İttifakla!" dedim. Ardından "Ona söyle! Bir adam hışatılmış, köle yapılmak istenen zayıf bir kavme yardım etmek için bir gruba para verse, onlar da hıyanet etseler. Onlar fedanda ne d e r r dedi. Ben "Bu caiz değildir. Bunlar insanlar^ de dim, "ittifakla mı? ihtilafla nu?" dedi. Beri "ittifakla dedim. Soma tercümana "Ona söyle! « ^ ^ ^ ^ A gönderse • „ ^ r c P bir hirşey sev yapabilir mı?" dedi. Hayır, yanne ubir ordu y*v*
•• ı » A~A\m Tercümana unaso\ıe, v b u
S İ 2
o n
Mezhebine göredir. Halife Şafii olduğu İkametin tekrarlanması Hanefi ^ Bulgarlar ise Harezm halkıb
40
için sarayında ikamet t e k r a r , a " m ^ , a n e f i Mezhebi ni onlardan öğren imi etkisiyle Müslüman olmuşlar, ^ mraa üzerine ha mişlerdi. Belki de Harezmh. >;"V t e k r a riamaya baslamısü. kümdann müezzini ikametin üadelenn. a d a n J a n m n
ekmeğini viyor, elbisesini giyiyor, onu her gün görüyor B u n u L beraber, sizi bizim gibi zayıf bir kavme yardım .cm gonuerdiği krsa bir müddet içinde ona ihanet emyorsunuzî SoS n d e samimi olduğuna inandığım bir kimse gelmedikçe dmı T u n l a r d a söylediklerini kabul etmem. Böyle hu kimse gehrse E k l e r i n i kabul ederim" dedi. Bizi susturdu, söyleyecekçe-
vap bulamadık. Yanından ayrıldık. İbn Fadlan der ki: Bundan sonra beni arkadaşlarıma tercih eder, yanına otur tur Ebû Bekr el-Sıddık derdi. ' Onun ülkesinde sayılamayacak kadar çok acayip şeyler gör düm Bunlardan biri şuydu. Ülkesinde kaldığımız ilk akşam güneş batmadan bir saat kadar önce semaya baktım, kıpkırmızı ıdı. Ha vadan şiddetli sesler, gürültüler duydum. Başımı kaldırdım. Ya kınımda ateş gibi lormızı bir bulut gördüm. Bu sesler, gürültü ler ondan geliyordu. Onda insanlar, hayvanlar gibi şeyler vardı. İnsana benzer görüntülerin ellerinde mızraklar, kılıçlar bulunu yor, bunları gözümle secebfflyoroHım. Bunun gibi başka bir grup daha vardı. Onda da insanlar, hayvanlar, silahlar görünüyordu. Bir askeri birliğin başka bir birliğe saldırdığı gibi b i r kıt'a (jgrup) diğer kıt'a üzerine saldırıyordu. Bundan çok korktuk, Allah'a yal varmaya, dua etmeye başladık. Bulgarlar bize gülüyorlar, halimize hayret ediyorlardı. Bakıyorduk, bir kıta diğer kıtanın üzerine hü cum ediyor, bir müddet birbirlerine karışıyorlar, sonra ayrılıyor lardı. Gece bir müddet böyle geçtikten sonra görüntüler, sesler kayboldular. Hükümdara bunun ne olduğunu sorduk. Ataları nın bunların cinlerin müminleri, kâfirleri olduklarım söyledikle rini aktardı. Her akşam böyle savaştıklarım, eskiden beri bunun devam edegeldiğini söyledi. 41
41
Aslında burada kuzey ülkeleri şafağından bahsedilmektedir. Bu günde insanların ilgisini çekmektedir.
26
n Fadlan der ki: Hükümdarın, Bağdad'dan buralara gebrüş olan terzisiyle ko nuşmak için kubbeli çadırına girdim. İnsanın, Kuranın on dörtte birinin (sübunun yarısını) den azmi okuyacağı zaman kadar ko nuştuk. Yatsı ezanının okunmasını bekliyorduk. Ezan okundu, çadırdan çıkak Sabah olmuştu. Müezzine "Ne ezanı okudun?" dedim. O da "Sabah ezam" dedi. "Yatsı ezanı nerede?" dedim. Biz yatsıyı akşamla beraber kılarız" dedi. "Geceye ne oldu?" de dim. "Gördüğün gibi. Siz gelmeden daha kısaydı. Uzamaya baş ladı" dedi. Sabah ezanının vaktini geçiririm korkusuyla bir aydır gece u\Timadığmı söyledi. Öyle ki, insan akşam namazı sırasında tencereyi ateşe kor, ardından sabah namazını kılar, hala tencere deki yemek pişmemiştir. 42
İbn Fadlan der ki: Onların ülkesinde gündüzler çok uzundur. Senenin bir kıs mında gündüzler uzar, geceler kısalır. Sonra geceler uzar, gün düzler kısalır. Vardığımızın ikinci gecesi olunca kubbeli çadırımın dışında oturdum. Semaya baktım. Çok az sayıda yıldız gördüm. Zannederim şurada burada 15 yddız vardı. Akşam nanıazmdan önceki kırmızı şafak hiç kaybolmuyor. Gece pek karardık değil. Bir ok atımlık mesafeden insan inşam tanıyordu İbn Fadlan der ki: Aya baktım samanın ortasına gelmiyor. Bir müddet kena rında doğduktan sonra sabah oluyor, sonra ay kajbohryor. Hü kümdar bana ülkesinin üc aylık ötesinde (kuzevmdeVVta adh bir kavmin yaşadığım, onlann ülkesinde gecenin bu- saatten loşa olduğunu söyledi. 43
"
ı*** vaorvor Mayıs ayında Bulgarların yur¬
duna varmıştı. ^ '
e
™
bahsederler. Bunlar Beyaz Deniz ova-
43 İslam ooğrafyacdan bu kabüeden t^seu
nnda oturan Rus Vies kabüesıdır. Bunlar aras
^
^
^
27
İbn Fadlan der ki: Bulgarların ülkesinde güneş doğduğu sırada yeryüzü, dağl her şey kırmızı bir renk alır. Güneş sanki büyük bir bulut. Gür^ göğün ortasına gelinceye kadar kırmızılık devam eder. Ülke halkı loş gelince gecelerin yazınki günlerin uzunluğuna, gündüzlerin ise gecelerin kısahğına döndüğünü söylediler. "Hatta bulunduğum^ yere bir fersah (3 mil) tan daha az uzaklıkta olan Etil nehrine git mek için insan sabah yola çıksa yatsı vaktine kadar oraya vara¬ maz, yüdızlar doğar" dediler. Biz ülkeyi terk etmeden geceler uza mış, gündüzler kısalmıştı. ar>
Onlar köpeklerin ulumasını uğura yorarlar, sevinirler, "Bu sene bolluk, bereket, sulh yık olacak" derler. Onlann ülkesinde çok sayıda yılan gördüm. Hatta ağacm b i r dalında 10 veya daha fazla yılanın dolandığı görülür. Onlar yılanları öldürmezler, yı lanlar da onlara zarar vermez. Bir yerde 100 ziradan fazla (50 m) uzun bir ağaç gördüm. Devrilmiş, büyük b i r ağaçtı. Dur muş ona bakıyordum. Hareket etti, k o r k t u m . Dikkat edince üzerinde aynı uzunluk ve kalınlıktaki b i r yılanın hareket etti ğini gördüm. Beni görünce ağaçtan indi. Ormanda kayboldu. Korku içinde döndüm. Hükümdara ve meclisindeküere durumu anlattım. Aldırış bile etmediler. Hükümdar "Korkma, sana bir zarar vermez" dedi. 44
Bulgar hükümdarryla başka bir yerde konakladık. Ben ve ar kadaşlarım Tigin, Sevsen, Pars (Bâris) ve hükümdarın adamla rından biri ağaçlar arasına (ormana) girdik. İğ kadar ince, uzun, yeşü, küçük bir dal gördük. İçinde yeşü bir damar, bu damarın ucunda geniş, ot gibi yere yayılmış bir yaprak vardı. Bu >*aprak içinde taneler vardı. Yiyen kişi bu tanelerin tatlı nar olduğunu sanardı. Bu tanelerden yedik. Çok lezzetliydi. Durmadan onu anyor, yiyorduk 44
İbn Fadlan gene mübalağa ediyor.
Onların, ülkesinde çok yeşü, şarap sirkesi gibi ekşi bir elma ye tişir. Bu elmayı kızlar yerler, sernizleşirler. Bulgar ülkesinde fındık ağacından çok başka ağaç göırnedim. Fındık ağacından ormanlar var. Uzunlukları, genişlikleri 40x40 fersah kadar saha kaplıyor. Onların ülkesinde çok uzun, gövdesi yapraksız, başı hurma ağacı gibi toplu, yapraklan olan bir ağaç gördüm. Ne olduğunu bilnüyorum. Bu ağacın gövdesinden belli bir yeri delerler, akına bir kap korlar. Bu delikten kaba baldan daha tatlı bir su akar. İn san bu sudan çok içerse şarap gibi sarhoş eder. 45
En çok yedikleri yiyecekler karaca dan ve ettir. Bununla beraber ülkelerinde buğday, arpa boldur. Buğday vs. eken kişi hüJcümdara pay (öşür) ödemez. Her ev vergi olarak hükümdara yılda bir samur derisi verir. Hükümdar yağma için bir yere asker gönderir, ganimet elde ederse ganimetten pay alır. Her düğün yapan, davet veren ziyafetine göre hükümdara bir mik tar yiyecek, bir sahrac bal şarabı, bir miktar bozulmuş buğday verir. Zira, onların toprağı siyah, kokutucudur. Yiyecek saklıyacak yerleri yoktur. Bunun yerine yerde kuyular kazarlar, y i yeceklerini oralara korlar. Birkaç gün geçtikten sonra bozulur, kokar, kullanılmaz. 46
47
Onların ülkesinde zeytinyağı, susamyağı, tereyağı yok tur. Bunların yerine balık yağı kullanırlar. Bu yağı kullandık ları her şey (yiyecek) fena kokar. Arpadan bir çorba yaparlar, onu kızlar ve oğlanlar içer. Çoğu defa arpayı etle pişirirler. Er kekler eti, kızlar arpayı yer. Teke başıyla pişirilirse kızlar da etini yerler. 45 46
47
Kanada'da çok imal edilen ağaç şurubuna benzer bir şurup olmalı. Bu, aynı zamanda samur derisinin para yerine kullanıldığına işaret edi yor. Kuzey ülkelerinde sincap, sansar vs. hayvanların kürkleri o sıralar para yerine kullanılıyordu. İbn Rusteh her düğün yapanın hükümdara bir at verdiğini söyler. Sah rac kelimesi sahrak şeklinde de okunabilir. Miktarı bilinmiyor. 29
ulgarların hepsi kalansüve (kalpak) giyerler. Hükümdar ata binerse hizmetçisi veya başka b i r kimse yanında olmaz. Tek ba şına hayvanına biner. Hükümdar çarşıdan geçerse herkes ayağa , kalpağım başından çıkarır, koltuğunun altına alır. Hü kümdar geçtikten sonra kalpağım tekrar başına koyar. Yine hü kümdarın yanına giren herkes, küçük olsun büyük olsun kalpa ğım çıkarıp koltuğunun altına alır. Hatta, hükümdarın çocukları, kardeşleri onu görünce aynı şeyi yaparlar. Hükümdarm huzıırundaki kişi hükümdara başıyla selam verdikten sonra oturur. Tek rar ayağa kalkar, oturmasını emredinceye kadar ayakta bekler. Huzurunda oturan diz çökerek oturur. Yanından ayrılıncaya ka dar kalpağım koltuğunun altından çıkarmaz, göstermez. Yarım dan çılanca kalpağım giyer. Hepsi kubbeli çadırlarda otururlar. Yalnız, hülaımdann ca dın çok büyüktür. ı o o o veya daha fazla kişiyi alır. İçi ermeni hahlarıyla döşelidir. Çadırın ortasında hükümdarm r u m dibasıyla kaplı b i r tahtı bulunur. Onların âdetine göre b i r adamın erkek çocuğu doğarsa onu babası değil, dedesi alır. " A d a m oluncaya kadar o n u bakmaya babasından daha çok hak sahibiyim der. İçlerinden biri ölürse ona çocukları değü kardeşleri mirasçı olurlar. Hükümdara, bu nun caiz olmadığım, mirasın nasü taksim edilmesi gerektiğini an layıncaya kadar izah ettim. M
Onların ülkesinde en çok gördüğüm şeylerden b i r i yıldırım lardır. Bir eve yıldırım düşerse ona yaklaşmazlar, onu ve içinde bulunan insan ve eşyayı telef oluncaya kadar bırakırlar. "Bu ev Allah'ın gazabına uğramış" derler. Bir adam öUğerini kasden öldürürse kısas olarak onu öldü rürler. Onu hata ile öldürürse kayın ağacından b i r sandık yapıp onun içine koyarlar, üzerini çivilerler, yanına üç somun, bir testi su koyarlar, darağacı gibi üç ağaç dikerler, bunların araşma asar-
lar. "Onu yer üe gök arasında bırakryoruz. Yağmur ve güneş al anda kalsın. Belki Allah ona acır" derler. Zaman çürütünceye, rüzgârlar götürünceye kadar asılı kalır. Cevval, bügili b i r insan görürlerse, "Bu kişinin rabbimize hizmet etmesi gerekir" derler. Onu alırlar, boynuna bir ip geçirirler, b i r ağaca asarlar. İp kopup parçalanıncaya ka dar orada kalır. Hükümdarm tercümanı bana şunu anlattı: "Sindli (Indüs vadisinden) bir adam Bulgar ülkesine geldi. Bir müddet hükümdarın hizmetinde çalıştı. Cevval, zeki bir k i şiydi. Yerli halktan bir grup ticaret yapmak için sefere çıkmak is tediler. Sindli, hükümdardan izin alarak onlarla gitmek istedi. Is rar edince hükümdar izin verdi. Tüccarlarla bir gemide yola çıktı. Onlar Smdliyi hareketli, zeki gördüler. Aralarında konuşup "Bu adam rabbimize hizmet etmeye çok uygun. Onu rabbimize gön derelim" dediler. Yolda giderken bir ormandan geçtiler. Smdliyi gemiden çıkanp boynuna bir ip bağladılar. Yüksek bir ağacm ba şına bağlayıp gittiler." Onlar yolda yürürken içlerinden biri üzerinde silah bulunur ken işerse üzerindeki süahı, elbiseyi yağmalarlar. Adetieri böy ledir. Silahım üzerinden alıp bir kıyıya kor, sonra işerse bir şey yapmazlar. Erkekler, kadınlar nehre iner hep beraber çıplak yıkanır lar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmez ler. Aralarından zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık ça kıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta üe onu baştan ayağa ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verir ler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeğin parçalanndan her birini bir ağaca asarlar. Yüzerken kadınların erkeklerden gizlen mesi için çok uğraştım. Fakat başaramadım. Hırsızı da zina ya¬ Pan kişi gibi öldürürler.
Ormardarmdaki an yııvalarında çok bal olur. Onlar bunu biUr, aramaya çıkarlar. Bazen düşmanlanndan b i r grubun saldırı, sına uğrarlar, onlar tarafından öldürülürler. Onlar arasında çok sayıda tüccar vardır. T ü r k ülkelerine gider koyun getirirler, Visu ülkesine gider samur ve siyah tilki kürkü getirirler. Onlar arasında kadın ve erkek 5 0 0 0 kişiden meydana ge len Berencer denen ve hepsi Müslüman olan büyük b i r aile gör¬ düm. Ahşap bir mescid kurmuşlar. Orada namaz kılıyorlar. Fakat Kuran okumayı bilmiyorlar. Aralarından b i r gruba namaz kılacak kadar Kuran okumasını öğrettim. Benim elimle Talut adında biri Müslüman oldu. Ona Abdullah adım verdim. Bana kendi adını Muhammed adım vermeni istiyorum" dedi. Ben de ona Muhammed adım verdim. Karısı, anası, çocukları da Müslüman oldular. Hepsi Muhammed adım aldılar. Ona "el-Hamdü-lillah=Fatiha suresi" üe "Kul hüve Allahü ahad=İhlas suresi'm öğrettim. Bu iki sureyi öğrenmekten dolayı duyduğu sevinç sanki Bulgar hurcum dan olmuş kadar büyüktü. 48
49
Hükümdann yanına vardığımızda Halce adlı su yanında ko naklamıştı. Bu su üç gölden meydana gelir. İkisi büyük, biri kü¬ çüktür. Fakat, her üçünün derinliği ulaşılamayacak derecededir. Bu yer ile Hazar Denizine dökülen Etil (Volga) denen nehir ara sında 1 fersah kadar mesafe vardır. Bu nehir üzerinde kısa müd det aralıklarla çarşı (panayırı) kurulan b i r yer bulunur. Burada çok sayıda değerli mal satılır. Tigin el-Türkî bana Bulgar hükümdarının ülkesinde çok büyük cüsseli bir adam olduğunu söylemişti. Ülkeye varınca hüJoımdara bu adamı sordum. O da "Evet, ülkemizde böyle b i r adam vardı, 48 49
Talut Yahudi adıdır. Acaba adam Yahudi miydi? Selçuklu ailesinde de benzer isimler bulunur. Kitabın başında İbn Fadlan'ın adı Ahmed şeklindedir. Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed ile Mehmed arasında bir fark eörmüvor
emleket halkından normal insanlardan değüdi. Şöyle k i , o tüccarlar her zamanki gibi Etil nehrine gitmişlerdi. Nehrin şu an yükselmiş ve taşmıştı. Ansızın b i r gün tüccarlardan bir grup yarama geldi. Bana, "Ey hülcümdar. Suyun (nehrin) içinde b i r dam durmuş, eğer bize yakım b i r kavimdense b u diyarda kalma mız mümkün değil, mutlaka yerimizi terk etmemiz gerek" dedi ler. Onlarla hayvanıma b i n i p nehre gittim. Bir adam gördüm k i , benim ziram (arşınım) üe 12 arşın uzunluğunda. Büyük tencere (kazan) gibi b i r başı, b i r karıştan fazla burnu, iki büyük gözü, b i rer karıştan uzun parmaklan var. Manzarası beni korlorttu. Tüc carların içine düşen k o r k u b e n i m içime de düştü. Ona bir şeyler söylüyorduk cevap vermiyordu. Sadece bize bakıyordu. Yurduma getirdim ve bizden üç ay uzakta olan Visu kabüesine mektup ya zıp sordum. Bana cev ap yazıp "Bu adam Ye'cüc ve Me'cüc kavmindendir. Bizimle onlar arasında üç aylık mesafe \ardır. Onlar çıplak olup aramızda deniz bulunur. Onlar denizin karşı kryısındadırlar. Hayvanlar gibi birbirleriyle çiftleşirler. Her gün Allah onlara denizden b i r balık çıkarır. Onlardan her biri büyük bir bı çakla gelir balıktan kendisine ve aüesine yetecek kadar et keser. İhtiyacından çok keserse karnı ağrır. Ailesi mensuplarının da karnı ağrır. Çoğu defa eti kesen ve aüesi hepsi ölürler. İhtiyaçları kadar aldıktan sonra balık döner, nehre girer. Her gün aynı şey tekrarlanır. Bizimle onlar arasında deniz vardır. Diğer tarafları dağlarla çevrüidir. Eskiden dışarı çıkrıkları kapının önünde sed vardır. Allah onları mamur yerlere çıkarmak isterse Şeddi açacak bir sebep yaratır, derıizin sulan çekilir, balığın denizden çıkması kesilir" diye yazdılar. 50
50
Tevrat'a göre Yafes'in oğullarından birinin adı Gok (Ye cüc)'dür. Ya
hudiler Kafkasya'nın, Karadeniz'in kuzeyindeki kavimlere Ye'cüc der lerdi Türk de İslam kaynaklarına göre Yafes'in oğludur. Tevrat'ta sa dece Ye'cüc geçtiği halde sonra Me'cüc kelimesi de Ortay» çıkmıştır. Ye'cüc ve Me'cüc kıyamete doğru ortaya çıkacak, Müslümanlara zarar 33
İbn Fadlan der ki: Bu adamın ne olduğunu sordum, HüUcümdar banımızda bi> müddet kaldı. Ona bakan çocuk ölüyor, harnile kadın Çocuğu^ dü^ürih ordu. Bir inşam yakalarsa ölünceye kadar onu eliyle sılav ordu. Bunu görünce, onu yüksek b i r ağaca astım, orada öldü KemiW erini, kafasını görmek istiyorsan seninle giderim, gösteri rim" dedi. Ben de "Vallahi bunu çok arzu ediyorum" dedim. Be nimle bir büyük ormana gitti. Orada yüksek ağaçlar vardı. Beni altına adamın kemiklerinin, başının düştüğü bir ağacın yanına gö türdü. Başı büyük bir an kov am, kaburga kemikleri hurma yap raklan gibiydi. Baldır ve kol kemikleri de aynı şeküdeydi. Hayret ettim, geri döndüm. İbn Fadlan der k i : Hükümdar Halce suyunun yarımdan Cevşir nehrirıin yanına göçtü. Halce yanında i k i ay kalmıştı. Halce yanından aynlmak verecek bir kavimdir. Zülkarneyn b u k a v m i n önüne sed yapüğı için çı kamamaktadır. İnanışa göre ahir z a m a n a doğru b u sed yıkılacak ve İs lam ülkelerine geleceklerdir. İslam tarihi boyunca Ye'cüc Me'cüc insan ların kafasını meşgul etmiştir. Sebebi Kuranda
zikredilmesindendir.
Önceleri b u kavinin Türkler olduğu, küçük boyiu oldukları söylenmiş tir. Hadislerde b u konuda çok rivayet nakledilir. B u riva.vetlerdeki fiz yonomileri Türk — Moğol fizyonomisine benzer. Endülüs menşeli riva yetlere, kuzey Müslümanlanna göre b u k a v i m Vikingler olabilir. Uzun boylu, sarışındırlar. İslavlarm kuzeyinde yaşarlar. B u rivayetlere göre Ye'cüc ve Me'cüc bir adada yaşar. B u n u n için Bulgar ülkesindeki bu in san azmanının Ye'cüc ve Me'cüc'ten olduğu söylenmektedir. Ye'cüc ve Me'cüc Şeddi için de çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bazılarına göre Derbend\ bazılarına göre Semerkand'ın ötesindeki sed, bazılarına göre Çin şeddidir. Eski çağlardan beri kuzey kavimlerinin derbend yoluyla gü neye devamlı akışları bu rh-ayetlerin temelidir. Kâtip Çelebi Cihannümâ adlı eserinde Ye'cüc ve Me'cüc'ün birer şehir adı olduğunu söyler, en lem ve boylamlarını verir. B u hikâyenin birçok kişinin zihnini daha uzun müddet meşgul edeceği anlaşılıyor.
isteyince Suvar adlı kavme adam gönderip kendisiyle beraber gelmelerini e m r e t t i k Onlar kabul etmediler. İki kısma ayrıldı lar. Bir kısmı hükümdarın damadıyla beraberdi. Virağ adlı b u kişi onların başma hükümdar olmuştu. Hükümdar bu kişinin taraftarlarına a d a m gönderip "Allah bana İslâmiyet'i, Emirül m ü ' n ü n i n m devletini ihsan etti. Ben, Halifenin hizmetkârıyım Bu millet hükümdarhğı bana verdi. K i m bana karşı gelirse onun karşısına kılıçla çıkarım'' dedi. Diğer kısım Eski hükümdanyla raberdi. Ona itaat ediyordu. Yalnız Müslüman olmamıştı. M u halefet edenlere bahsedilen haberi gönderince ondan k o r k t u lar, hepsi onunla Cevşir nehrine gittiler. Bu nehir dar, genişliği 5 zira kadar. Suyu göbeğe kadar çıkıyordu. Bazı yerleri ise köp rücük kemiklerine kadardı. Pek çok yeri ise b i r adam boyuydu. Etrafında çok m i k t a r d a kayın ağacı ve diğer çeşit ağaçlar vardı. Buraya (Cevşir e) yakın b i r yerde geniş b i r bozlar var. Söyledik lerine göre, b u bozkırda deveden küçük, öküzden büyük, başı deve başı, kuyruğu öküz kuyruğu, vücudu katır vücudu, tırnak lan öküz tırnağı gibi b i r hayvan vardır. Başının ortasında kalın, yuvarlak b i r boynuz bulunur. Bu boynuz uzadıkça incelir, so nunda mızrağın ucundaki temren (demir) gibi olur. Bu hayva nın boynuzunun uzunluğu beş veya üç zira daha az veya daha fazla olur. Çok yeşil ağaç yapraklanın yer. Bir süvari görürse hü cum eder. Eğer altında i y i koşan b i r at varsa süvari zor k u r t u lur. Hayvan ona yetişirse boynuzuyla hayvanının üzerinden alır, onu havaya atar sonra boynuzuyla tekrar karşılar, havaya atar. Oldürünceye kadar b u n u tekrarlar. Hayvanına hiç dokunmaz. Onlar b u hayvanı bulup öldürmek için onu bozkırlarda, orman larda ararlar. Şöyle k i , bulunduğu ormandaki yüksek ağaçlara zehirli oklar atan birkaç adam çıkar, hayvan ortalarına gelince onu öldürünceye ok atarlar. Hülcümdann yanında Yemen göz boncuğuna benzer renkte geniş, derin tabaklar gördüm. Onların 51
Suvarlar Türk kavinuerindendi. Hazarlara ve Bulgarlara tabi idiler.
u hayvanın boyTiırzundan yapıldığını söyledi. Ülke halkına^ bazı kişiler b u hayvanın gergedan olduğunu söylediler.** İbn Fadlan der k i : Aralarında lormızı benizli insan görmedim. Çoğu hastalık^ dır. Pek çoğu karın ağrısından ölür. Hatta karın ağrısı küçük çr> cılklarda bile vardır. Onlardan b i r Müslüman veya Harezrrüi bir kadının kocası ölürse o n u Müslümanlar gibi yıkarlar. Sonra onu önünde b i r bayrak olan b i r arabaya koyarlar, gömecekleri yere götürürler. Cenazesinin etrafına b i r çizgi çekip b u çizginin içinde mezannı kazarlar. Ona b i r lahit yapıp gömerler. Kendi ölülerine de aynı şeyleri yaparlar. 53
Ölünün arkasından kadınlar ağlamaz. Erkekler ağlar. Öldüğü gün eve (çadıra) gelirler. Kapısında dıırurlar en acıklı, en sesli şe kilde ağlarlar. Bunlar hür ldşüerdir. Onların ağlaması bittikten sonra köleler gelir. Yanlarında deriden örülmüş kırbaçlar bulu nur. Durmadan ağlarlar, kırbaçlarla yanlarım, bedenlerinin açık yerlerini vururlar. Kırbaç bedenlerinde darp izleri bırakır. Ölü nün kubbeli çadınnm kapışma mutlaka b i r bayrak dikerler. Si lahlarını getirip kabrinin etrafına korlar. İki sene matem yapar lar. İki sene sona erince çachnrun kapısındaki bayrağı mdirirler. Saçlarım keserler. Ölünün akrabaları b i r davet verir. Böylece ma temden çıkuklan anlaşılır. D u l karısı varsa evlenir. B u merasim ler reisler (büyükler) için yapılır. H a l k ise ölülerine bunlann bir kısmım yapmakla yetinir. Bulgar hükümdarı her sene, her hane için Hazar Hakanı'na bir samur derisi haraç (vergi) verir. Hazarlardan Bulgarlara bir 52 53
B u hayvanın gergedan olması şüphelidir. Z i r a , b o y n u z u 3-5 zira ara¬ sındadır. Burada d a H a r e z m üe Bulgarlar arasındaki ilişkiler görülür. Bulgarlar ile Harezmlüer arasında geniş b i r ticaret vardı. Bulgarlar arasında İslamryeti yayanlar d a onlar olmalıdır.
gemi gelirse hükümdar gemiye çıkar, içindeki malları sayar, hep sinden öşür (gürnrük) vergisi alır. Ruslar veya başkaları köle ge tirirlerse hükümdar on köleden bir tanesini seçer alır. Bulgar hükümdarının oğlu Hazar Hakanı yanında rehin tutulur. Hazar Hakanı, Bulgar hüJomdarının güzel bir kızı ol duğunu duymuş, onu istemiş. Hüloımdar bu isteği geri çevirmiş, Hakan kendi Yahudi, kız Müslüman olduğu halde onu zorla al mış. Kız onun yarandayken ölmüş. Bu sefer hükümdarın başka bir kızım istemiş. Hükümdar bunu duyunca, Hakan'ın, kızım ön ceki kardeşi gibi, gasbetmesinden korkmuş. Eskil hükümdarıyla evlen&rmiş. Bulgar hükümdarına Halifeye mektup yazmaya, bir kale yaptırmak için para istemeye sevkeden işte budur. 54
İbn Fadlan der ki: Bir gün hükümdara sordum. "Ülken geniş, malın çok, vergi lerin fazla. Niçin, Halife'den bir kale yapmak için önemsiz mik tarda para istedin" dedim. O da "İslam sultanlarımn (Halifelerin) devieüerinin parlak, rnaUanmn helalinden elde edüctiğini gördüm. İşte bu sebepten para istedim. Eğer kendi mallarımla gümüşten veya altından bir kale yapmak istesem yaparım. Halife'nin pa rasından uğur gelmesini beklediğim için bahsedilen parayı iste dim" dedi. [Ruslar]**
dtoor
İbn Fadlan der k i : Ticaret yapmak için Etil nehri kıyısındaki çarşıya (panayıra) gelen Rusları gördüm. Onlardan daha boylu postlu kişüer görme dim. Hurma ağacı gibi, sarışın, kızıl insanlar. Gömlek ve kaftan 54
Bu, bir dereceye kadar Bulgar Üteberi'nin Hazar Hakanına bağlı oldu¬ ğunu gösterir.
55
Burada sözü edilen Ruslar Vıkingler (Na™anlar)vardarının çok, tu" 54
nnda süvariden meydana geldiğini söyledi. Ebül-Fazl el-Başgırdî Tüğuzğuz (Tokuzoğuz) hükümdarm m Çin hukümdanyla beraber Mâverâünnehr e Harun el-Reşid zamamnda, zayıf birrivayetegöre ise Mehdi zamanında, iki defa _ sefer yaptığını söyledi.»* Tokuzoğuz hükümdanmn seferi Usrûşene ile Semerkand araşma yapılmıştı. Semerkand valisi onunla çeşitli savaşlar yaptı. Savaşlar şiddetliydi. Sonunda Semerkand valisine zafer müyesser oldu. Hakanı yendi, adamlarmdan bir kısmım öl dürdü. Hükümdarm ordusunun Çin halkından 600000 civarında süvari, yayadan mey dana geldiği söylenir. Müslümanlar çok gani met ve esir aldılar. İşte bu esirlerin çocukları Semerkand'da mak bul kâğıt, silahlar, Horasan diyarında sadece Semerkand'da imal edilen nadir aletler yaparlar. Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa (çakıla) sa hip olmalarıdır.86 Bu taş onlar arasında meşhur, yaygındır. Türk lerden hiçbir kimse bunu inkâr etmez. Bu taş bilhassa Tokuzo ğuz hükümdarının yanında bulunur. Türklerden başka hüküm darın yanında bulunmaz. Bana Ebû Abdullah el-Huseyn b. Üstâzeveyh söyledi. Ona Ebû İshak İbrahim b. el-Hasan, ona Hişam b. Lührâsib el-Sâib el-Kelbî, Ebî Malih'ten naldetmiş, o da İbn Abbas'tan naklen söy lemiş. İbn Abbas şöyle der: 85
Miladi 751 yılında Semerkand valisi Ziyad b. Salih ile Çinli kumandan Kao Sien-tche arasında yapüan Taraz (Talaş) sav aşına işaret eder. Bu savaşla ilgili olarak bkz. Lin En-Lin, T a l a ş Seferi Hakkında Yapılan Bir İnceleme", VIII. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, I, Ankara 1972, s. 414-420; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, m , 53-58.
86
Ebû'l-Fazl el-Başgırdî hakkında başka bilgi bulamadık. Ya da taşından bahsediyor. 55
İbrahim Peygamber, Sara ölünceye kadar başka bir kadınla evlenmedi. O ölünce öz Araplardan (Kah tan'dan) Kan tura bint Meftun adlı bir kadınla evlendi.8" Bu kadından Medyen, Medain, Nisan, Ustuk, Sûc adlı oğullan doğdu. İbrahim Peygamber oğullarmdan İsmail, İshak, Medyen, Nisan in yanında kalmasını, Medayin, Uştuk, Sûc'un yanından ayrılmasını istedi. Onlar "Ey ba bamız, İsmail, İshak, Medyen, Nisani yanında emniyet ve bolluk içinde bırakıp da bizi gurbet, yalnızlık, vahşete göndermeyi nasıl uygun görürsün?" dediler. O da "Böyle emrolundum. Fakat, size Allah'ın isimlerinden bazılarım öğreteceğim. Bu isimlerle düş manlarımıza galip gelecek, kuraklık olunca yağmur yağdıracaksı nız" dedi. Onlara bu isimleri öğretti. Onlar da yarımdan ayrıldılar. Horasana geldiler. Orada çoğaldılar, bahsedilen isimle düşman larınıza galip geldiler. Yafes b. Nuh'un çocuklarından olan Hazar lar bunu öğrendiler. Onların yanına gittiler, onlarla ittifak yaptı lar, evlendiler. İki taraf karıştılar, birbirlerinin yanında kaldılar. Karışmayanlar ülkelerine döndüler. (s. 340) Ebu 1-Abbas îsâ b. Muhammed b. îsâ el-Mervezî şöyle der: Tokuzoğuzlar, Oğuzlar, Karluklar -ki bunların geniş ülkesi, ünleri, düşmanlar üzerinde büyük zararları vardır.- gibi kâfir Türk ülkelerine hudud olan Maverâünnehir ve başka yerlerdeki Horasan küreleri halkından, Türkler arasında seferler sırasında ve başka zamanlarda yağmur yağdıranlar, istediği kadar yağmur, dolu, kar meydana getirenler olduğunu devamlı duyardık Kimi miz bunu kabul eder, kimimiz inkâr ederdi. Nihayet, Davud b. Mansur b. Ebî Ali el-Badğîsî üe karşüaşnm. Horasan'da \alilik yapmış, idaresi beğenümiş makbul bir adamdı. Oğuz Türkleri nin hükümdarının oğluna rastlamış. Bu oğula Belkık b. Cebğuye 87
56
Kantûrâ bint Meftun ve Benû Kantûrâ hakkında bkz. el-Câhız ve Türkle rin Faziletleri, s. 23-102, Arapça metin, s.91; Eski Araplara göre Türk ler, s. 19-22; Nuaym b. Hammad, Kitab el-Fiten, s. 677-678, 681, 683
(Yabgu oğlu Belkık) derüyormus Dno «obiliyorsun?" demiş. Belkık 'Türkler Allah uzak aciz ldsi W H , Y A
™. ,
y e n i y o r . Bu konuda ne indinde
ı u"
y İ G b u
yapmaktan çok
«Atalarımdan biri zamanın hüJcümdanmn haJcsızlığma uğra¬ mış Ondan ayrurnış. Memluklarından ve başka kişilerden dutluğu seven arkadaşlar edinmiş. Onlarla önüne geleni yağma lamak, avlanmak için doğuya, batıya gitmiş. Nihayet, bir hvme ^ ^ O n l a r a ait bir dağın ardına kimse g e l i y o r m u ş . Onlara Nıçm böyle? diye sormuş. Onlar "Zira bu dağın arkasında gü neş yere çok yakın doğar. Her şeyi yakar" demişler. O da "Orada sakin olan kimse yok mu?" demiş. Onlar «Evet var" demişler. De dem "Dediğiniz şeküde orada nasü oturuyorlar?" demiş. Onlar "İnsanların yer altında dehlizleri, dağlarda mağaraları var. Güneş doğunca oralara girerler. Güneş yükselinceye kadar kalırlar. Hay vanlar ise orada bulunan bir çeşit çakıl taşından birer tane ağız larına alırlar, başlarım göğe kaldırırlar. Bu sırada bir bulut onları gölgelendirir, onlarla güneş araşma girer. Bu taşla korunma on lara ilham edilmiştir" demişler. Belkık der ki: Dedem bahsedilen y e r e gitmiş, olayı anlattıkları gibi bulmuş. O şöyle demiş: "Güneş doğmaya başlayınca hayvanlar bu taştan birer tane ağızlarına aldırlar, (s.341) Başlarım semaya kal dırdılar. Bulutlar onları gölgelendirdi." Belkık devamla "Aram \-e ar kadaşları kovalamak için hayvanlar üzerine hamle etmişler. Oklar on lara ulaşınca (veya yorulunca) hayvanlar taşlan ağızlarından atmışlar. Dedem taşı tanımak için arkadaşlarına toplanmalarım emretmiş. On lar da toplayıp taşlan getirmişler. O ve arkadaşları bu kırda bu taşı arayıp toplamışlar, mcelernişler. Güneştaratmatutmuşlar. Bulutlar onlan gölgdendiırniş. Güneşin yakmasından kurtulmuşlar. Sonra, bu taşlardan toplayabüdikleri kadar toplayıp ülkelerine götürmüşler.
Onlar bir sefere çıkınca veya yağmur yağmasını isteyince bu taştan bir miktar çıkarıp tutarlarmış. Hemen bir bulut peyda olur, yağm^ vağdırırmış. Eğer kar ve dolu yağmasım isterlerse biraz taşı artırır lar, kar ve dolu gelirmiş" dedi. Söylendiğine göre, onlar bu taşla bir tarara işaret ederlerse o tarafa yağmur yağarmış. Onların anlattıkları böyledir. Bu onların bir mahareti ve kud retiyle değil Allah'ın kudretiyle olur. Ebül-Abbas sözüne şöyle devam eder: "Şaş şehrine vardım. Yanıma Türkleri iyi büen bir topluluk geldi. Onlara bu hususu sordum. "Biz de senin büdilderini biliyoruz" dediler. Belkıkin anlattığı yoruma gelince, o meseleyi en iyi büendir. Zira atalarından nakletmektedir. Ebü ı-Abbas der ki: Şaş'ta eski kâtiplerden Habib b. îsâ adlı ihtiyar bir kişiye rastladım. Nuh b. Esed b. Saman'm Türklerle savaşlarına dair haberleri toplanmıştı. Bu bölgeyi iyi tanıyordu. Bana, Abdullah b. Tâhir'in Nuh b. Esed'e gönderdiği bir mektubu çıkarıp gösterdi. Mektubun sonunda Memun ona Türklerin ya da taşıyla yağmur yağdırmaları konusunu araştırmasını emretmek teydi. Habib şöyle der: "Abdullah şehrin âlimlerini, Müslüman Türkleri topladı. Onlara bu meseleyi sordu. Gerçekliğinde ihtilâfa düşmediler. Yalnız, meselenin gerçek sebebini bilemediler."* Ebül-Abbas el- Mervezî şöyle der: "Horasan hükümdarı İs¬ mail b. Ahmed'in şöyle dediğini duydum: "Bir sene 20000 kadar Müslüman askerle Türklere karşı se fere çıktım. Onlardan 60.000 kadar tepeden tırnağa süahlanmış asker karşıma çıktı. Günlerce onlarla savaştım. Bir gün geldi. Türk memluklar ve sığınmış diğer Türk askerler yanıma geldiler. "Bi zim kâfir ordusunda akrabalarımız, arkadaşlarımız var. Falanın geldiğini bildirip bizi uyardılar" dediler. Muceın el-Buldan, Türkistan m ad; İslam Coğrafyacılarına göre Türk ler, s. 136-137
(s.342) İsmail b. Ahmed "Bahsettikleri kişi onlar nazarında
kahin gibiydi (samandı). O kişinin dolu, kar vs. şeyler yağdırdı ğım, bulut meydana getirdiğini, bununla düşmanlarım mahvet tiğini söylüy orlardı. Askerler "Ordumuz üzerine isabet ettiği her kişiyi öldürecek büyük dolular yağdırmaya karar verdi" dediler. Onlara "Henüz kâfirlik kalplerinizden çıkmamış, bir insan bunu yapabilir mi?" dedim. Onlar "Biz sana gerekli tembihi yaptık, sen bilirsin. Yarın güneş yükseldiği zaman yapacakmış" dediler. Ertesi günü güneş yükselince, askerlerimle sırtımı verdiğim dağın başmda korkunç büyük bir bulut peyda oldu. Yavaş yavaş genişledi, büyüdü. Ordumun hepsini gölgesi altına aldı. Siyahlığı ve vazi\reti, ondan gelen korkunç sesler beni ürküttü. Bunun bir imtihan olduğunu anladım. Atımdan inip iki rekât namaz laldım. Bu sırada askerler ne yapacaklarım bilmiyorlar, birbirlerine giri yorlardı. Belanın geleceğinden şüphe etmiyorlardı. Allah'a dua edip yijtfiimü toprağa sürdüm. "Ey Allah'ım, bize yardım et. Kul ların imtihanın karşısında zayıflar. Şüphe etmiyorum İd, kud ret ancak senin ehndedir, insanlara fayda ve zarar ancak senden gelir. Bu bulut üzerimize yağmur yağdınrsa Müslümanlar için fitne (bozgunculuk) kâfirler zafer (satvet) olur. Kuvvet ve kudre tinle onu üzerimizden defet ey kuwet ve kudret sahibi" dedim. Soma "Yüzüm secdede Allah'a çok yalvardım. Hayırın ancak on dan geleceğini, ondan başkasının kötülükleri defedemeyeceğini büiyordum." Bu şeküde Allah'a yalvarırken "Askerlerden memluklar ve başkalan yanıma gelip selamete erdiklerini müjdelediler. Kolum dan tutup secdeden kaldırdılar. "Ey emir bak, bak!" diyorlardı. Ba şımı kaldırdım. Ne göreyim, bulut askerlerin üzerinden kalkmış, Türklerin ordusunun üz rine gitmiş, onlar üzerine büyük dolular yağdınyordu. Onlar birbirlerine girryorlardı, hayvanlan ürküyor, çadırları sökülüyordu. Bulut her düştüğü askeri öldürüyor, berbad ediyordu. Arkadaşlarım "Onlar üzerine hücum edelim" de59
diler. Ben "Hayır, Allah'ın azabı daha beter ve acı" dedim ^ lanndan çok azı kurtulabildi. Karargâhlarını bütün esvalam bırakıp kaçtılar. Ertesi sabah (s.343) karargâhlarına vardık, n sapsız, tarif edilemez derecede çok ganimet bulduk. Hepsini türdük. Selamete erdiğimiz için Allah'a hamdettik Onun bize ko» laylık gösterdiğini, bu şeyleri verdiğini anladık. Hamd âlemle m Rabbinedir.^ Bazı Türk Şehirleri, O n l a r m Acâiblikleri
Said b. el-Hasan el-Semerkandî şöyle der: Türklerden bir kısmı göçebedir. Konarlar, göçerler. İslam ül kelerindeki göçebeler gibi yağmuru, otlak yerleri takoederler. Bun lar bir hüidimdara boyun eğmezler. Kimseye itaat etmezler, bir birlerine yağma yaparlar. Kadınları, çocukları esir ederler. Çoğu defa unlarda bir aşiret bir kabüeden ayrılır, başka bir aşirete gi der, ona katılır. Yanlarında katıldıkları aşiretin esir edilmiş ka dınları, çocukları olur, onlardan bu esir edilmiş kişileri istemez ler, onlara köle gözüyle bakarlar. Bu onlar arasında bir adet ve birleştikleri bir kuraldır. Türklerin çok şehirleri vardır. Bazı şehirlerde tüccarlar, mal lar bulunur, her şehirde çarşılar vardır. 8 8 Bu şehirlerden biri Tokuzoğulların şehridir (Hanbahk). Bu, Turk şehirlerinin en büyüğü, en müstahkemidir. Taştan yapılmış buyoık bir suru, etrarinda su dolu hendeği vardır. Halk güçlü, saÇ O ğ U İ Q h Ç Ü r ^ JT1* - " ^ e l - F * k i h buracL ınbaren ıkı sayfakadar başka kaynaklarda geçmeyen, uydurma ol-
7 e Z X ^ t ^ 88
B
^ ^ T ^ . bul eder. Tokuzoguzlan anlamken Oğuzlardan bahseder.
b i r
U
fe
r
69
Türklerden başka bir gruba Kun (Hun) denir, rıstryan olan Kitay hanrndan korkarak, meraları dar geldiği için yurtlarından ayrıldılar. Harezrnşah Ekinci b. Koçkar (ölm. 1097) Kunlardandır. Kunlan Kay denen ve daha kalabalık, daha kuvvetli bir mil let t akıbetti. Onları meralarından attılar. Kunlar, Şârilerin ülke sine gittiler. Şariler ise Türkmenlerin ülkesine geldiler. Türkmen ler ise Oğuzların doğusuna, Oğuzlar Hazar denizi sahiline yakın on 1 olan Peçeneklerin ülkesine yer değiştirdiler. Türklerden bir kısmına Kırgızlar denir. Onlar büyük bir mil üılet olup, yurtlan yazlık doğu ile kuzey arasında yer alır. Kuzey lerinde Kimekler, batılannda Yağmalar, Kartuklar, kışlık batı ile güneylerinde Kuca ve Ergler bulunur. Kırgızların ölüİerini yakmalan adederindendir. Ateşin ölüleri temizleyip pakladığım söyler ler. Eskiden adetleri böyleydi. Müslümanlara komşu olunca ölü lerini gömmeye başladılar. 1 0 8 Kırgızlarda halktan Fağuıın (Kam) denen bir adam varc1 r. Her sene belli bir günde bu adam getiri lir. Yanında şarkıcılar, çalgıcılar toplanır. İçki içmeye, şarkı, mu siki üe eğlenmeye başlarlar. Meclis hoş halahnca bu adam bayı lır, saralı gibi yere düşer. Sonra ona bu sene neler olacağım (21a) sorarlar. Yılın boüuk, kuraklık, kıtlık yağmurlu mu? olacağım ve diğer şeyleri söyler. Bunların gerçek olduğuna inanırlar. Kırgızların ülkesinde büyük bir ırmağa dökülen dört vadi (ır mak) \ardir. Bu büyük ırmak dağlar ve karanlık çukurlar arasından akar. Anlatıldığına göre Kırgızlardan bir adam bir gemiye (kayığa 107 Bu ifadeler Türk kabüelerin göçler sonucu X XI. asırlarda büyük ölçüde karıştıklarını gösterir. Bazı büyük kabüelerin adlarının kaybolup yeni lerinin ortaya çıktığını bir dereceye kadar izah eder. Bu devirde henüz Özbek, Kazak topluluklarının adlan geçmez. İleride onlar yeni toplu luklar olarak ortaya çikacaklardır 108 Kırgızların XII. asır başlarında doğudan batıya doğru hareketlerini açık lıyor. XVI. as uda şimdiki Kırgızistan'a geldiler 7 70
binip bu büyük ırmağa saldı. Üç gün güneş, yıldız, ışık görmeden bu vadide yol aldı. Sonra, ayclırılık, boş bir düzlüğe vardı. Kayık tan çıktı, hayvanların tırnak (ayak) seslerini duydu. Bir ağaca çı kıp beklemeye başladı. Sonra uzun boylu üç süvari gördü. Her bir süvarinin boyu uzun kargılı bir mızrak kadardı. Yanlarında inekler kadar büyük köpekler vardı. Ona yaklaşıp görünce acıdı lar. Aralarından biri onu ağaçtan indirdi. Hayvanın üzerine bin dirdi, köpeklerin parçalamasından korudu. Adamı ağırlıklarının yanma getirdiler. Bir çadırın üzerine attılar. Yemeklerinden ye direnler. Onun gibi bir varlık görmedikleri için hayret ediyorlardı. Sonra aralarından biri onu alıp yurdunun yakınma döndü Hiç kimse onların kim, ne cins insan olduklarım anlayamadı. Türklerden bir kısmı Kartuklardır. Altm dağı da denen Tu¬ las dağında ötmüyorlardı. Tokuzoğuzlara tutsaktılar. Onlara isyan edip TÜTgişlerin ülkesine geldiler, burayı elegeçirdiler. Onları ye nip saltanatlarına son verdiler. Sonra, Türgişlerin ülkesinden İs lam ülkelerine geldiler. Karluklar dokuz gruba ayrılır. Üçünü Çi ğliler, üçünü Askeliler, birini Bulaklar, birini Güğerçinler, birini Tuhsüar meydana getirir. Türklerden başka bir kabile Kimeklerdir. Onlann köyleri, evleri yoktur. Ormanlarda, ağaçlıklarda, su ve ot bulunan yer lerde yaşarlar. Çok sığır ve koyuna sahiptirler. Onların ülkesinde deve yoktur. Çoğu defa tüccarlar onlara tuz götürürler, bir bat man tuzu samur kürküne değişirler. Onlar yazın kısrak sütü, kı şın kurutulmuş etle beslenirler. Orada çok kar yağar. Hatta kar bir mızrak boyu yağar. Böyle olursa ve Oğuzlarla sulh içindeyseler Kimekler hayvanlarım Oğuzlar tarafına götürürler, Kimeklerin kış için hazırladıkları mahzenleri, tünelleri vardır. Çok so ğuk günlerde oralarda otururlar. Onlardan biri samur, kakım ve başka hayvan avlamaya çıkmak isterse her biri üç arşın uzunlu ğunda, bir karış genişliğinde iki ağaç alır. Buhardan birinin başı gemi göğsü gibi kalkıktır. Adam bu ağaçlan mestli (ayakkabılı) 71
ayağına bağlar. B i r i üzerine dayanarak kar üzerinde geminin de niz suyunu yardığı gibi gider.
Kimeklerin sağında yine onlardan ateşe, sulara tapan üç ka bile vardır. Bunlar yabancılarla alış-veriş ederler. Alışveriş şekil leri dille konuşarak değil işaretiedir. Yabancı kişi satacağı malı bir ağacın üzerinde getirir. Kimekli gelir onun malının karşıhğını ya nına bırakır. Mal sahibi Kimeklinin değişmek istediği mala razı olursa onu alır, kendi malım bırakır. Razı olmazsa mala dokun maz. Onların en çok aradıkları mallar sarıdan imal edilmiş tas lar, kırmızı küplerdir. Onlar her yıl bir gün oruç tutarlar, ölüle rini yakarlar. Ölülerinin ardm dan ağlamazlar. "Allah'ın takdirine razıyız" derler. Kimeklerin kıble (güney ) tarafında Nasriyye denen bir ka bile vardır. Onlanri müstakil reisleri vardır. Yaz ve kış ağaçlık larda, ormanlarda otururlar. [...] Peçenekler yağmur ve ot bulunan yerleri takibeden gö çebe (yörük) kavimdir. Peçeneklerin ülkesi yürüyüşle 30x30 günlük yol tutan genişhktedir. Etraflarım çok sayıda kabile ku şatmıştır. Kuzey taraflarında Kıpçaklar, güney ve batılarında Hazarlar, doğularında Oğuzlar, batılarında Slavlar (Bulgarlar olmalı) vardır. Bu ka\imler Peçenekler üzerine, Peçenekler on lar üzerine sefer yaparlar. Peçenekler servet, hayvan, koyun, eşya, altan, gümüş, silah, buyruk, sancak sahibidirler. Peçeneklerle Hazarlar arası bozkırlar, ormanlar arasından 10 günlük yol tutar. Aralarındaki bu mesafeyi yıldızlara, alametlere baka rak zahmetle katederler. Hazarlara gelince, onların ülkesi geniştir. Bir tarafı büyük bu dağa bitişir. Bu dağın başmda Türklerden iki kavim (22a) oturur. Bunlardan birine Tulas, diğerine Lu'ar denir. Bu dağ Tiflis'e kadar uzanır. Onların şehri Sanğşen'dir. Hanbahk (Eni) denen başka bir şehirleri daha vardır. Kışın bu şehirlerde otururlar. Bahar gelince kırlara çıkarlar, bütün yaza oralarda yazlarlar. Onların hükümdarı
bir bir tarafa giderse 10.000 kişiyle gider. Onların âdetine göre, bir sefere çıkınca h e r asker kavak ağacından 20 kazık taşır. Her ka
zık 2 arşın uzunluğundadır. Bir yerde konaklarlarsa her asker ya nında taşıdığı kazıkları hizasında yere çakar, bu kazıklara kalkan lar dayanır. Bir saatten az zamanda askerlerin etrafında bir sur oluşturulur. Hiçbir kimse onlara başlan yapamaz.109
da Türlerdendir. Burdaslann ülkesi Hazar ülke sine dahildir. Onlarla Hazarlar arasında 15 günlük mesafe vardır. Onlar Hazar hükümdarına tabidirler. Onlar arasından 10000 sü varilik asker çıkar. Onları bir arada tutan ve üzerlerinde hükme den bir reisleri yoktur. Her mahallede anlaşmazlıkları hakkında hüküm vermesi için müracaat ettikleri bir ihtiyar (şaman) vardır. Onların ülkesi geniştir. Ağaçlıklarda yaşarlar. Bulgarlara, Peceneklere yağma akım yaparlar. Onlar parlak, cüsseli, gösterişli kişiler dir. Onlar arasında bir kız buluğa erince babasımn hükmünden çıkar, erkeklerden istediğini babasından istemesi için seçer. Ba bası isterse onunla evlendirir. Onlar domuz ve sığır sahibidirler. Çok ballan vardır. Paralarının çoğu sansar derişidir. Burdaslar iki kısımdır. Bir kısmı ölülerini yakarlar, bir kısmı gömerler. On lar düz bir yerde yaşarlar. Ağaçlarının çoğu kayın ağacıdır. Tar laları vardır. Ülkelerinin genişliği 17x17 günlük mesafe tutar. Ül kelerinde meyve yetişmez. İçkileri baldandır. Burdaslar
Türklerden bir ka\imdir. Onlann 100x100 fersah genişliğinde büyük bir ülkeleri vardır. Reislerine Künde (Kündür) denir. 2 0 0 0 0 askerle sefere çıkar. Künde hülaimdarın unvanıdır. Onlar kubbeli çadırlarda otururlar, otlak ve bolluk yerleri takibederler. Onlann ülkesinin bir sının Karadeniz'e (Bahr el-Rum'a) bitişir.110 Bu ülkede Rum denizine dökülen iki nehir \ardır. Biri Ceyhun'dan büyüktür. Macarlar bu iki nehir arasında yaşarlar. Macarlar
109 Bu sırada Hazar Devleti yıkdrnışolmalı. Mervezî eski kaynaklanıl ver diği bilgiyi nakleder. Uo Volga bölgesindeki Macarlarla Macaristan'daki Macarlan kanstınyor.
73
tu nehirlerin adları Don ve E t i l ' d i r . " Macarların ülkesi ağaçlık tırr. Tarlaları vardır. (22b) Onlar kendilerine komşu olan Slaviara ve Ruslara galip gelirler. Onlardan esirler alıp satmak için Rum lara götürürler. Orada satarlar. Macarlar parlak, güzel manza ralı, cüsseli insanlardır. Çok ticaret yaptıkları için servet ve mal sahibidirler. 1
Slaviara gelince, onlar çok sayıda kabiledir. Onlarla Peçeneklerin ülkesi arasında bozkırlardan, meskûn olmayan yer lerden geçen 10 günlük mesafe vardır. B u mesafede birbirine girmiş ağaçlar, su çıkan kaynaklar (pınarlar) vardır. Onlar bu ağaçlıklarda otururlar. Onların ülkesinde ü z ü m bağları yok tur. Çok balları vardır. D o m u z güderler, ateşe taptıkları için ölülerini yakarlar. En çok karacadan ekerler. İçkileri baldan dır. O n l a n n çeşitli nefesli m u s i k i aletleri vardır. Bunlardan bi rinin uzunluğu i k i arşındır. O n l a n n u d u düz satıhh ve 8 tel lidir. Tellerin bağlanacak y e r l e r i n i n b o n c u ğ u y oktur. Telleri bağlayacak kısmı düzdür. Bolluk içinde değillerdir. Silahlan mızrak, kargı ve güzel yapılmış kalkanlardan ibarettir. Onla n n en büyük başkanına şevit denir. O n u n sevic denen b i r ve k i l i vardır. H ü k ü m d a n n beygirleri vardır. O n l a n n sütüyle beslenir. HüJaımdann oturduğu şehre H a j e r a t denir. Orada her ay üç gün çarşı (panayır) k u r u l u r . Slavlann ülkesi çok so ğuktur. Onlar derin mahzenler kazıp üzerlerini ahşapla örter ler. Gübre ve odunla ısıttıklan suyun b u h a n y l a bu mahzen leri ısrtırlar, kışı orada geçirirler. Macarlar kışın onlara yağma 112
113
LI Don ve Dimyester. 112 Bahsedilen şevit ve sevic kelimeleri Gerdizd ile Avfi'nin eserlerinde, mel el-Tevarih'te de geçer. Nasıl okunacakları bilinememektedir. (İs lam Coğrafyacılarına göre Türkler, s. 35, 86, 94). Kâtip Çelebi Cihannümâ s.372*de birinci ismi serpata, ikinci ismi subah şeklinde verir. 113 Bu isim Avfî'de H aranın şeklindedir. Islavlarm başşehri genellikle Kiev (Küyaba) idi. t
74
alanları yaparlar. Birbiri^ Y a l a d ı k l a r ı i ç i n Slavlar
köleye sahiptirler.
y 1 manlar affaHıkl, "^a*- Bu adada or¬ manlar, ağaçlıkla, etrafında göller bulunur. Onlar kalabalık tır. Geçimleri, kazançları kılıçladır O n i ^ u- T K a J a D a J l k v ı a c u r il i ı - Onlardan bir adam ölürken manarını krzlanna verir oğullarını lalıçlanyla baş basa b T a T Çocuklarına Babanız kılıcıyla hayatını l ^ z a n ı r l Z a uyZ' onun yennı alın derler. Hicri 3 0 0 (M. 9 1 2 ) yüında ı r i s t ran T an oluncaya kadar bu şekilde yaşıyorlar, yetişiyorlardı. Hıristiyan olmaları üzerine din onların kılıçlarım kınlarına soktu. Kazanç kapdan kapandı. Zarara ve iflasa uğradılar, yaşama imkânlan zorlaştı. Cihad ve gazanın mubah olması, eski alışkanlıklanna dönerek ayağa kalkmak için (23 a) Müslüman olmak istediler. Harezmşah a elçiler gönderdiler. Elçüer hüldimdann yalanların dan dört kişiydi. 1 * Zira onların müstakü, kendi kendine ayakta duran bir hükümdarları vardır. Türklerin hüloimdarma Hakan, Bulgarlarm hü^aimdanna İlteper dendiği gibi Rus hükümdarına Vüademir denir. ElçUeri Harezmşah a gelip görevlerini tamam layınca, Müslüman olmak istedikleri için Harezmşah çok mem nun kaldı. Onlara İslamiyet'in kurallannı öğretecek kişiler gön derdi. Müslüman oldular. Ruslar loıwetli, kudretli insanlardır. Sefer (gaza) yapmak için uzak yerlere yaya giderler. Ayrıca, gemilerle Hazar dernzinde yolcuH
•
-
H4
_
. . .
11
^
1 1
tr
3
•_» J
Kaynaklarda Rusların X. Asnn ikinci yansında Hıristiyan olduklan söy lenir. Müslüman olduklarından bahsedilmez. Burada bahsedilen Rus hükümdan belki de bir prenslikti. Ortaçağ islam coğrafyacılar. Rusları ve Slavları Erklerden sayarlar. Belkide y a n l a n Türkler, benziyordu. Gerçekte Ruslar, Slavlar Av¬ rupa ırklarındandır.
sefer yaparlar. B i r defasında Hazar denizinde sefer yapıp ^ m ü d d e t Azerbaycan'daki Berdea'yı ele geçirdiler. ^ Onların ce<J r e t i , kahramanlığı meşhurdur. Hatta onlardan bir kişi diğer mil. letlerden birkaç kişiye bedelclir. Atları olup süvari olsalar insan, l a r üzerine büyük bela kesilirlerdi. 1
Türkler hakkında yaygın ve meşhur olan bilgileri uzatmadan anlattık. Zira onların cinsleri, çeşitleri, tarihleri, kanunları, adet¬ l e r i anlatılamayacak kadar çoktur. Hipokrat ile Galinos'un onlar hakkında sözleri vardır. Bazılarım burada zikredelim:
Hipokrat şöyle der: Avrupa kıtasından Türklerden bir kavim vardır. Birbirlerine benzerler. Diğerlerine benzemezler. Aynı şekilde Mısır halkı da birbirlerine benzer. Yalnız Mısır halkı sıcak ülkede, Türkler so ğuk ülkede yeuşnıişlerclir." Galinos "Surmata (Sarmat) denen insanlar küçük gözlü, uzun bakışlıdır" der. Hipokrat E r k l e r i n gıdaları, âdetieri bir birine benzer. Bunun için sadece kenelerine berızemişler, diğer rnilletiere berızemerrıişlerclir. Fizyonomilerinde, adetierin de on lardan ayrılırlar" der. Galinos şöyle der : "Türk ülkeleri soğuk, rutubetli, suları, sahraları ( 2 3 b ) , nıadenleri çok bir yerdir. Onlar işsiz kişüerdir. Zor işlerle uğraşmaz lar. Bunun için eklem yerleri görülemez. Yani eklemleri çok etten görülmez. Zira rutubetli mizaçları çok et üretir..." (24a) Hipokrat "Bu bahserağimiz hususlardan dolayı Ti** lerin çoğu iğdiş gibidirler. Kadınlara karşı iktidarsızdırlar^ Bu husus bazı Türk ülkelerinde oturanlarda görülür. Bozkır 115
Mesûdî, Rusların Azerbaycan'a seferinin 3 0 0 / 9 1 0 yılından s dı&ını söyler. İbn el-Esir*e göre bu sefer 3 3 3 - 3 3 4 / 9 4 5 - 9 4 6 pılmıştır.
0
1
*^ ^
alarda * % kışm-yazm yer değişti: nrı en kahramanı, savaşta en sabıriısıdır. o t u r a n l a
Türkler i k i kısma aynbr. Bir kısmının beyleri, hükümdarlan vardır. Onlara itaat ederler, emirlerine tabi olurlar. Bir kısmı ise kimseye itaat etmezler. Onlara kimse hâkim olamaz. Bunlar en cesur, en yiğit insanlardır. Hipokrat "Asya halkından bir kı sım vardır. Onlar kimseye boyun eğmez. Başkalan onlara hâkim
olamaz. Bunlar en cesur, en yiğit insanlardır. Yunanlılar, Türkler gibi. Zira onlar hür löşüerdır. Kendi kendilerine hâlamdirler. Baş larına başka birini hükümdar y apmazlar. Kendileri için çalışır, ça balarlar, başkalan için değü. Bunlar diğer insanlardan daha fazla savaşçı v e atılgandır. Kencüleriyle sav aşanlara karşı sabır göster dikleri için ganimetleri müsavi (eşit) paylaşırlar" der. Galinos başka bir yerde "Bu insanların kadınları adamları gibi savaşırlar. Bütün kuvv etleri kollarına gitsin, bedenleri hafif lesin ve atlar üzerine sıçrayıp büıebilsinler diye bu kadınlar me melerinin birini kesmişlerdir" der. Hipokrat bir kitabında bu kadınlardan bahseder. Ve onlara Amazonlar der. Bu kelimenin manası tek memeliler demektir. Zira diğer memelerini kesmişlerdir. Memelerinden birini bırakmalannın sebebi çocuklarım ernzirmek, nesli devam ettirmektir. Memelerinden birini kesmelerinin gayesi at üzerinde ok atarken engellemesini önlemektir. Türklerden hükümdarları, reisleri olanlar çok sayıda kabi leye aynlır. Yukarıdan bunlardan bahsettik
77
j r ^
r**-^
J l JÜtt^l ¿UU
^
< T >
jl>L
<J ^ - ^ ¿ j
.JLL
:ÜU,
r
j
l
S
^
í
j
r^
1 J u
*
^ L $ ¿* J ~ ^
t J ^ — <J uhU
J * J
^
T
'f
J-"-'
*r*-**
J
U
C ? ^ * * > ^
^
¿
N
79
J
i
g_
>
§
i
g i b i kültürlü, mütecessis b i r kişinin
rjy
Ş
d a y a n m a k t a d ı r . V e c i z v e a k ı c ı b i r üslupla
CD
; •
B
s
u
^yahatnâmc X.
yüzy.ldaki Türklerin tarihi
hakkında e n canlı, e n sağlam vesikalardandır. İbn Fadlan gözlemlerine kaleme
alınmıştır. Y a z ı k l ı y ı t a r i h t e n i t i b a r e n doğuda, daha sonra
^
«v
batıda çeşitli kişiler taralından k a y n a k o l a r a k kullanılmış.
22.
|
Çok s a y ı d a ç a l ı ş m a y a
jyj
çevrilmiş,
k o n u o l m u ş , çeşitli
dillere
f i l m l e r e k o n u o l m u ş t u r . İbn F a d l a n e l ç i l i k
3
)
için g i t t i ğ i sırada u ğ r a d ı ğ ı T ü r k k a b i l e l e r i n i n i d a r e s i ,
ç/>
fi
d i n l e r i , a d e t l e r i , hukukları hakkında ç o k değerli b i l g i l e r v e r m i ş , o k a v i m l e r d e n o l a n kişilere s o r u l a r y ö n e l t m i ş , onların m a n t a l i t e s i n i a n l a m a y a çalışmıştır. D e v r i n d e k i O ğ u z l a r . B u l g a r l a r . R u s l a r hakkında s o n d e r e c e önemli b i l g i l e r vermiştir.
ktil'ıik Kı -n// Î(/s/; Nngyszentmifcio* lıazintsi 2'notu sürahinin tavaftan dOncft kıttın. Kupak Hami t Alt) Ctircattiye'deki
FahreıtdiM Mzi Türbesi,
üzonukki
ımtialyoudti