BATIDA SÛFÎ GELENEĞİ
birey yayıncılık No: 145
Dizgi-Mizanpaj birey
Kapak Ümit Karadağ
Baskı-Cilt Lord Matbaa
ISBN...
36 downloads
8206 Views
9MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
BATIDA SÛFÎ GELENEĞİ
birey yayıncılık No: 145
Dizgi-Mizanpaj birey
Kapak Ümit Karadağ
Baskı-Cilt Lord Matbaa
ISBN 975-8618-67-9 Birinci
Baskı
Ekim 2003
birey yayıncılık Yerebatan Cad. Çatalçeşme Sok. Üretmen Işhanı No. 29/17 Cagaloglu Tel: (O 212) 511 33 69 Fax: (O 212) 511 77 16 web:www.bireyki tap.com
BATIDA SÛFI GELENEĞİ
Ömer Ali Şah
İngilizce'den Çeviren: Zeynep Bilen
birey
Bu kitabı, saygı ve minnetle Babama ithaf ediyorum.
İÇİNDEKİLER Önsöz / 7 Batıda Gelenek / 11 Katolik Kilisesi, İslam ve İnanç / 19 Niyet Amaç Taktik Hareket / 27 Bütünsel Hareket ve Kilitlenme / 36 Enerjiyi İletmek / 49 Mürşidin Dokunuşu / 59 Zaman İşlevi / 67 Tekkeler ve Teknikler / 77 tşlev ve Hareket / 84 Bütünsel Hareket Bagı / 93 Üzerinde Çalışılabilen ve Çalışılamayan Kavramlar / 109 Enerji / 121 Zaman, İdealler ve Kesinlik / 130 Bir Zincir Oluşturmak / 1 3 9 Geleneğe Göre Nesnelerin İşlevleri] 51 Toplanma / 160 Gelenek ve Dini Kurumlar / 170 Batı'da Bilgi Anlayışı / 180 Avrupa ile İlk Temas / 190
Ayrıntılar / 199 "Vazife" veya Görev Kavramı / 211 Gezilerin Bazı İşlevleri / 223 Gurdjieff, Ouspensky ve İcazet / 230 Batı'da Geleneği Öğretmek / 237
önsöz Ömer Ali Şah'ın eserini henüz tanımayan, tereddüt etmek sizin inancım değiştirmiş bir kimse, sufi geleneğinin Batı dün yasındaki faaliyetlerinin titizce tartışıldığı tarihi bir anlatı bul mak umuduyla bu kitabı eUne alırsa, hayal kırıklığına uğrama ya mahkûmdur. Elbette bu tür anlatılar da mevcuttur; şu anda bu tür kitapların en iyisi, tdris Şah'ın The Sufis [Süfîler] kitabı dır (yay. haz. Octagon Press, Londra), ancak resmî olmayan ko nuşmalardan oluşan bu kitabın amaçladığı şeyin niteliği farklı dır. Buradaki konuşmaların hepsi, son birkaç yılda dünyanın çeşitli yerlerinde Ömer Ah Şah'ın arkadaşları ve talebelerine hitaben yapılmıştır. Bu nedenle, okuyucunun buradaki fikirler le temelde belh bir ilişkisi olduğu ya da bu fikirlere sempati duyduğu varsayılmıştır Bu nedenle sıradan okuyucu buradaki fikirleri algılamakta güçlük çekebihr. Ömer Ali Şah bu kitapta, temelde kendisinin genel felsefî tercihini paylaşan, bu tercih temehnde kişisel dönüşümün amaçlarını destekleyen ve kendi sinden rehberlik uman kişilerle konuşmaktadır. Bu kitaptaki cümlelerde, sözde "zihinsel tutarhlıgın" bu lunmayışına şaşırmamaları için, sûfî dûşünüşüyle bugüne ka dar ilgilenmemiş kişilerin başlangıçta bunun farkına varmaları önemlidir. Aslırrda bir tutarlılık vardır ama belki de bu tutarlı lık Batıda uygulandığı biçimiyle "profesyonel filozofluğun" sentezci ruhunda değildir Bu, sezgiyle anlaşılabilir bir tutarlı lık içindeki düşünce bütünüdür. Ama sezgiye dayanan bütün düşünceler gibi, "kişisel eşleştirme" olarak adlandırılabilecek olgu, konuşmacı ya da yazardan çok dinleyici ya da okurun bi linciyle sağlanır.
Çeşitli çevrelerce, bu bir sakınca olarak düşünülebilir; çünkü bu türden bir düşünüşü özetlemek veya sınıflandırmak neredeyse imkânsız, üstelik "satmak" için ambalajlamak da zordur. Sûfî geleneğinin, çağdaş sınıflandırmalardan birine giremeyişinin, inanılmaz derecede derin bir üzüntü uyandırışı da ilginçtir. Ama sûfî geleneği hiç durmamış olan ve bazıları ken disini hâlâ sahiplenen birçok düşünce ve k u r u m u n arkasına saklanmayı başarmış eski bir düşünce tarzıdır. Bir ebeveyn ço cuğunu sahiplenir mi? Bir süre çocuklarımıza bakarız, ancak sonra kendi yollarını çizmeleri için onları serbest bırakmak zorundayızdır. Eğer bunu yapmazsak ebeveyn olmaktan çıkar, bir mal sahibine dönüşürüz. Sûfî geleneği, insanoğlunun kendi içinde niteliksel bir de ğişimi gerçekleştirmesini sağlayan birçok araçtan yalnızca biri dir. Burada bir hata olmadığı sûrece, değişim gerçekleşir; ancak bu değişim, insanların çoğunlugunca en azından şu anda kabul edilemez bir yolla gerçekleşir. Çünkü bu değişimle kişilikleri kendileri için daha az önemli olur. Mesajı anlatmak için ortak yöntemler kullanılsa da, değişim ortak değil bireysel olarak gerçekleşir ve her ne kadar böylesi bir değişimin sonuçları göz lenebilir olsa da bu, insanları daha önce olduklarından daha görünür değil, daha görünmez yapmaya meyillidir. İçsel an lamda değişen insanlar, öncelikli olarak kendilerini gösterme çabasıyla vakit kaybetmezler; vakitlerini, bir şey olmak için ça balamaktan çok, o şey olarak geçirirler. Aslında sûfî, belirgin denklikler ve bunlara uygun benzer likler dünyasında yaşar. Bu dünyanın amacı, 'Ulvî bir Varlık' olarak düşünülebilecek yerden gönderilen sürekli mesajlar di zisine karşı;"kişinin bilincini daha hassas olacak biçimde değiş tirmektir. Bizim işimiz, bir şeyin ansiklopedik bilgisini edin mekten çok, bilgi alanımızda yüzen şeylerin, gerçek ve saklı boyutunu fark edebilmeyi doğru biçimde öğrenmektir. Bu, uzun süren bir iştir ve bunu herhangi bir şekilde taklit etmek sizin başarmak, önemli ölçüde alçakgönüllülük, çaba ve sağdu yu gerektirir.
Aksi taktirde, kişi elbette birçok insan gibi "yapar gibi" gö rünebilir ve bu durumda birçok dünyevî ödül elde eder; çünkü bu her zaman iyi görünür. Sahnede iyi görünür, televizyonda iyi görünür, akşam yemeği partilerinde ve kitapların arka ka paklarında iyi g ö r ü n ü r Sorun şu ki, bu aslında bir taklittir ve kim olursa olsun, kişinin her zaman ateşli bir biçimde kesin gerçeği arzulayan tarafı vardır. Kişi kim olursa ve ne yapmış olursa olsun, böyle bir gerçe ğe erişmenin mümkün olduğunu, yirminci yüzyılda ve batı dünyasında, kişinin bu yönde ilerlemesine yardım edebilecek tekniklerin var olduğunu söylüyoruz. Kimse bundan fazlasını söyleyemez, çünkü etrafta her çeşit ilginç şey yaşansa da, bu şeyler gerçekte onları yaşayan insanları ilgilendirir ve bu tür ikincil konularla gereğinden fazla meşgul olmak, kişiyi bilinci nin daha üst biçimi asıl hedefinden saptırır. Biz, bu daha üst bilincin var olduğuna ve yaşamımızın ne deninin o n u n için çalışmak olduğuna inanıyoruz. Aksi taktir de, neden canımızı sıkalım ki? Bu kitaptaki ilk dokuz konuşma, Ömer Ali Şah'ın yakınla rına, resmî olmayan, özet biçiminde sunduğu bir tür temel ça lışma programıdır. Sonraki on beş konuşma ise daha çok, kişi bu düşünce ve hareket biçimiyle uğraşmak için gereken tesli miyete ulaştıktan sonra bu çalışmanın uygulanması ve sonuç larıyla ilgilidir. Bu eserin olası diğer bir okunma yöntemi ise, "yirminci yüzyıl tavırları" denebilecek olgular ile insanoğlunun daha es ki bir görüşü arasındaki bazı uyumsuzlukların sayılmasıdır Arkeolojik bir kazı ya da toprak profiline baktığımızda, şimdiki zaman yüzeyinin hemen altındaki çok kahn olan taba kanın, zamanın nispeten kısa bir süresine karşılık geldiğini görürüz. Örneğin, geçen yılın yapraklarından vs. oluşmuştur. Toprak profilinin temsil ettiği zamanda daha geçmişe giderse niz, katmanlar daha uzun tarihsel veya fiziksel zaman süreçle-
rine karşılık gelse de, daha da incelirler, yani daha az görünür hale gelirler. Bu, tarihsel anlamda kendimize bakış yöntemimi ze benzer; geçmişin aleyhine olacak şekilde, şimdiki zaman ve yakın geçmiş yüzeyleriyle daha çok meşgul oluruz. Bununla kastettiğimiz şey, bir kişinin, çok uzaktan kendi sinin şimdiki yaşamı ve d u r u m u n u izleyebilmek için, bu kita bı bir zaman merceği olarak kullanabileceğidir. Bu nedenle, sûfî geleneğiyle özel olarak ilgilenmeyen bir kimse de bu ki taptan yararlanabilir Çünkü bu kitap tanıdık ve basit yirminci yüzyıl kelime dağarcığını kullanarak, çok geniş ve eski bir dü şünce tarzını açıklamaktadır. Kutsal ineklerimiz ve "geçmiş ten" gelen kurumlarımızla ilgih bakış açısı, temelde sevgiyle ögretildiyse bile, şimdi sert ve duygusuzdur. Augy Hayter
10
Batıda Gelenek Batıda geleneğin anlamı hakkında birkaç noktayı kısaca belirtmek isterim. Geleneğin ne olduğu ve ne yaptığına dair birçok teori ve fikir vardır ama bunların yüzde doksan beşi doğru değildir. Bu hatanın sebebi yalnızca batı kafası veya batı yazarları değildir. Bu suçun belli bir kısmı bize, geleneğin için dekilere aittir. Çünkü geleneği öğreten kişinin düşük bir profi li koruması gerekir. Bunun anlamı şudur: Biz gelenekle ilgili ayrıntıları ve bilgiyi herkese vermeyiz; çünkü bu, bazı insanla rın bizim ne yaptığımızı ve amacımızın ne olduğunu hayal et mesine yol açar ve bu kişiler genellikle yanıhriar. Bu nedenle, size geleneğin ne olmadığım açıklamak iste rim. Size genellikle, geleneğin ne olduğunu, ne yapmamız ve nasıl davranmamız gerektiğini anlatıyorum, bu kez geleneğin ne olmadığını anlatacağım. Sûfî geleneği bir kült, dini bir ku rum, tedavi edici bir sistem ya da gizemli bir organizasyon de ğildir. Gelenek, Batı dünyasında etkili olabilen ve olan işlevsel bir felsefedir ve her çağda takip edilebilir. Evet, gizemlerimiz ve sırlarımız olduğu doğru. Ancak, ge leneği öğretenlerimizin ve bu sözde sırları bilenlerimizin gö revlerinden biri de, insanları bu sırları anlayacakları biçimde hazırlamaktır. Binlerce yıldır, gizemler ve sırlar varsa, bunun mantıklı nedenleri de vardır. Eğer bir gizem ya da sırrı, onu an layacak temel bilgiye sahip olmayan bir insana anlatırsanız, bu onlarda korkuya, en azından endişeye yol açacaktır. Onlar bu durumda değilken böylesi şeyleri kendilerine açıklarsanız, bu onlar için, yalnız acımasızca değil, gerçekten tehlikeli de olur. Eğer bir sırrı, henüz hazır olmayan bir kişiye verirseniz ve bu
11
kişi henüz o sırrı incelemesine yardımcı olacak bilgi ve şartla ra sahip değilse, bu şok endişe ve hatta dehlige yol açabilir. Geleneğin bazı sırları geleneğin dışından olan insanlarca ögrenihrse, kötüye de kullanılabilir. Bazılarınız, bizim gelenek te kullandığımız deyişi okumuş ve hatırlıyor olabilir: "5ır ken disini koı-ur." Kendisini korur, çünkü yanlış bir yolda kullanıl mak istemez. Bu nedenle, gelenekte bir mürşidin başlıca so rumluluğu, bu sır ve gizemleri açıklamaktır. Bunlara, insanoğ lunun tanınması, insanın Allah'la ilişkisi ve insanın evrenle ilişkisi de dahildir; ancak her bilgi gibi bu bilgilerin de içselleştirilebilmesi, yani sindirilebihr olması gerekir. Bundan sonra, sıra .en önemli aşamadadır: Bu bilgi, gizem veya sırrın ne za man uygulamaya döküleceğidir. Son bin yılı aşkın süredir, batıda birçok farklı felsefe oluş muştur. Ben, şimdi neden bizim felsefemizin batıda gelişen di ğer herhangi bir felsefeden "daha iyi" olduğunu iddia edeyim ki? Benim iddiam işlev meselesi temelindedir. Biz mürşitler, çok büyüleyici bir alan olduğundan emin olsak da, karşılaştır malı felsefeyle ilgilenmeyiz. "Şu belirli batı felsefesiyle sûfî felsefesini kıyaslayabilir mi yiz?" sorusu her zaman sorulabilir ve bu ikisi arasında bitmez tükenmez bir tür entelektüel pinpon oynamaya devam edilebi lir. Ancak böyle bir hareket, kendisi içinde bir son olabilir. Eğer bir kişi bütün ömrünü, hangisini takip edeceğine karar vermek amacıyla felsefeleri karşılaştırarak geçirirse, belki de karar verdiğinde o felsefeyi anlamak ya da kullanmak için çok yaşlı olacaktır. Bu nedenle ben, geleneğin herhangi başka bir felsefeden şu veya bu anlamda "daha iyi" olduğunu iddia etmi yorum. Eğitimimin bir parçası olarak, doğu ve batının bütün felsefelerini inceledim; her biri kendine göre değerli ve yararlı bilgiler içeriyor. Bizim iddiamız uygulamada daha üstün ol maktır. Geleneğin en eski yıllarından beri, Büyük Ustalar teknikle ri belirlemiş ve yazmışlar. Mürşitlerin, insan gibi zor bir mater12
yal üzerinde çalıştığı gerçeğini göz önünde bulundurmuşlar. Bu da demektir ki, ister belli bir fayda sağlamak, ister öğreti min değerini yükseltmek için olsun, onların açıkladıkları her teknik, hemen her durumda kullanmaya elverişlidir. Temel düşünce, insanoğlunun, neredeyse içsel gelişim için sonsuz derecede yetenekli olduğuydu. Büyük Ustalar, kişinin bu tür bir gehşimi başarmak için atması gereken adımlan ay rıntılarıyla anlatmışlar, hemen ardından da bizim bugüne ka dar uyguladığımız kuralı uygulamışlar: "Dünyadasınız ama dünyaya ait değil." Bu, bizim kabul ettiğimiz çok önemli bir il kedir. Güzel şeyler düşünmek, sorunlardan kurtulmak, kuşlarla, hayvanlarla konuşmak ve içsel olarak kendini geliştirmek için, her şeyi terk edip bir dağa giderek mağarada yaşamak ilginç ya da çekici bir fikir olabilir. Ama bu, kişinin diğer insanlara, ai lesine ve topluma karşı sorumluluklarından kaçması demektir. Bu, sizin topluma ayak uydurmanızı engeller ve geri döndüğü nüz anda bir khniğe yatırılacağınız kesindir. Kişi, b u n u n çok ödüllendirilecek bir davranış olduğunu düşünse de bu, gelişim için doğru değildir; fazlasıyla kendine yönelik, dolayısıyla ben cil bir davranıştır. Bu nedenle, büyük ustaların bizim için oluşturduğu bir ilkeyi, biz sizin için geliştirdik. Bu, günlük hayatta uygulayabileceğiniz, eğitsel, ırkçı, ekonomik ya da si yasî herhangi bir kısıtlama koymayan bir tekniktir. Günlük hayatla zıtlık içinde değildir, olmamalıdır. Birkaç yıldır gele neğin içinde olanlar, benim size vaat ettiğim tek şeyin zorlu bir çalışma olduğunu bilir. Zorlu olmasının ana nedeni, bizim fel sefemizin. Batıdaki insanlarm şartlanmalarını altüst etmesidir. Yıllardır beni dinleyenleriniz, "işte yine şartlanma konusu na geldik," diye düşünecektir. Evet, çünkü aslında en temel so run bu. Zekâ ya da zekâ eksikliği, ırksal ya da genetik etki ve ya bunun eksikliği ile ilgili sorun yoktur; en büyük sorun, en büyük engel şartlanmadır. 13
Batıdaki en popüler davranışlardan biri, insanların, "Ben, içimdeki diğer benle büyük bir savaş içindeyim," demesidir. Bu, başlangıç için kötü bir tavırdır, Çünkü, kişi şartlandığı için, bu sözde "savaş"ı kendisine nasıl açıklayacağını bilmez ve bazı sözde otoritelerin de yardımıyla, negatif ben ile pozitif ben ara sındaki "savaş" şeklinde hikâyeler üretmesi kolaylaşır. "Savaş" veya "mücadele" kelimelerini kullanmakla kişi, olayı gerilim ölçeğine yerleştirmiş olur. "Diğer ben", aralarında uyuşmazlık olan pozitif ben ile negatif ben arasında bir tür eşitlik olduğunu beürtir ve ikisinden birini, kişinin davranışla rının sorumluluğunu almaya teşvik eder. Gerçek şudur ki, nedeni ne olursa olsun herkesin içinde belli bir derecede negatiflik vardır. Ancak bu hiçbir şekilde yüzde ellilik bir oranda değildir; bu, ancak yüzde üç, beş ya da yedi olabilir. Ama bu negatif yüzde payı sürekli aktiftir; çünkü tek işlevi, kafa karıştırmak ve rahatsız etmektir. Bu nedenle, eğer ona sahip olduğundan daha fazla önem verirseniz, yardım etmiş olursunuz. "Bu çok saçma, neden negatife yardım etmek isteyeyim ki?" diyebihrsiniz. Ama insanlar bunu yapıyor. Bunu, ona hak etti ğinden daha fazla önem göstererek yapıyorlar: "Benim soru num...". Onlara dersiniz ki: "Tamam, sorunlarının oluşturduğu şu ka ra bulutu aşağı indir ve parçala artık. Sorunlarının bir listesini yap, hepsini tek tek yaz." Bunu yapmak sorunlarınızın çözümü değildir ama yaptığınız şey onları belirlemek ve odaklanarak her birini oranlamaktır. Eğer gerçekten dürüstseniz ve sorun larınızı halletmek istiyorsanız, bu uzun sorunlar listesine bak tığınızda, listenin "Gömleğimi kum temizlemeye vermem lazım"dan tutun da, "X milyar borcum vai "a kadar her şeyi içerdi ğini görürsünüz. Sonra, listedeki bu sorunların her birini pu anlayabilirsiniz; yani, onlara birer rakam değeri biçebilirsiniz, eksi 1, eksi 3, eksi 500 gibi. Bunu yaptığınızda, ki böyle bir lis te yapmak gerçekten yararlıdır, gülerek listeyi bana getirdiği14
nizde ve ben listeyi yırtıp attığımda, bunun sorunlarınızın so nu olacağını ya da benim sorunlarınızı halledecek bir büyü ya pacağımı (ben bunu hoş bir iltifat sayıyorum) umut etmezsi niz. Eğer bu kişi, dengeli bir kafa yapısına sahipse, sorunların sayısını belirledikten sonra onlarla ilgilenmeye başlayabilir mesela kendisine sorar: "Hangilerini şimdi, bugün, bu hafta, bu ay çözebilirim?" "Sorunların öncelikli olanları hangileri?" Bunun orijinal, gizemh ve gizli bir teknik olduğunu iddia etmiyorum. Yalnızca etkili bir teknik, çünkü sorunlar belirle niyor Geleneğin potansiyeli ve işlevinin ortaya çıktığı yer ise, size bir çözüm bulabilmeniz için enerji vermesi, yol gösterme si ve düşünce biçiminde size rehberlik yapmasıdır. Kişi bir so runu kendi başına çözmek için gelenekten yardım ve enerji al dığını fark ederse kendisine ve geleneğe olan güveni artar; za ten böyle de olmalıdır, çünkü gelenek insanlar arasında işleyen bir yapıdır. Gelenek bir aspirin ya da Alka-Selzer değildir. İn san önce farklı bir düşünüş tarzı ve farklı terimler geliştirir, da ha sonra da bunları kullanır. Geleneğin teknikleri ve evradı yo luyla bu enerjiyle bağlantı kurar ve bu bağlantıdan dolayı da desteklenecekleri kesindir. Gelenek bir boşlukta işlemez, işleyemez; kullanılması ve uygulanması gerekir. İnsanlar, geleneğin teknikleri ve enerjisi ne güvenmeyi, belli bir ölçüde gelişime veya tatmine ulaştıkla rında bunu hissetmeyi öğrenmelidir. Bu tatmini hissedin. İnsanların tatmini onurla karıştırmalarına neden olan, ba tıya ait bir karmaşa vardır: "Başardım! A, hayır, böyle dcmaneliyim, çünkü . . . " Eğer niyetinizi geleneğin enerjisiyle birleştirdiyseniz, bir şey başarmışsınız demektir. Bu nedenle, bu başa rıyı hissedersiniz, hissetmekte de sonuna kadar haklısınızdır. Tıpkı bir sanatçı, mimar ya da ressamın da bir şey ürettiğinde bu tatmini hissetmeye hakkı olduğu gibi. Gelenekten aldığı enerjiyi kendisinin çabasıyla birleştirmiş bir insan, o şeyi başarırken yardım aldığını itiraf edebilir. As lında bu geleneğin bir parçasıdır, çabaya yardım etmek ve onu 15
desteklemek. Gelenek, 'yararlı çaba' dediğimiz, yani kişinin kendisi için yararlı gördüğü bir şeyi başarmak amacıyla, kendi niyeti ile geleneğin enerjisini birleştirmesi amacına her zaman destek olur. Bir "kukla oynatıcısı" olmak, istediğim son şeydir. Bu, ba zılarına çekici veya ilginç gelebilir ama şahsen benim ne bunu yapmak için yeterli vaktim var ne de isteğim. Benim yapabile ceğim ve yapmaya devam edeceğim şey, enerjiyi erişilebilir kıl maktır. Uyarmaya, yol göstermeye ya da teşvik etmeye çalışa cağım; ama daha önce de söylediğim gibi, size bir bisiklet ve rip sürmeyi öğreteceğim, hatta düştüğünüzde sizi kaldıraca ğım,ama bisikleti sizin yerinize ben sürmeyeceğim. Çünkü eğer bunu yaparsam, siz hiçbir şey başarmış olmaz sadece beni izlemiş olursunuz; kendiniz yapmış değil. Gelenekte, bir mürşit ile mürit arasındaki ilişki, kitapları mızın hepsinde çok açık-bir biçimde tarif edilmiş birçok insan tarafından farklı yollarla anlatılmıştır. Ben de, yoruma mahal bırakmayacak çok basit bir yolla anlatmaya çalışayım. İnsanlar, benim herhangi bir sözüm ya da tehdidim olmak sızın, geleneğe özgürce girip ayrılabilirler. Gelenekte kalırlarsa, evradını takip ederler, ben onlara ne söylersem onu yaparlar ve hiç sorunumuz olmaz. Bu kesinlikle demokratik bir sistemdir. Çünkü endişelenmek bana düşer, siz ise yalnızca evradı yapar sınız. Biz mürşitler, herhangi bir şekilde imkânsızı başarmaya ça lışıyor değiliz. Var olan sorunları, gerilimleri ve zorlukları an larız. Hepimiz, irşadın küçük farklılıklar taşıyan yönlerini vur gularız. Aslında irşada başlamadan önce, vurgulayacağımız noktayı tercih eder, bundan sonra da, irşad yöntemimizin bü tün sorumluluğunu üstleniriz. Örneğin, ben irşadı bir açıdan uyguladıktan sonra, bunun sorumluluğundan kaçamam. "Böy le höyle bir insana bir görev verdim ve delirdi, aptal şey," diyem&nı, çünkü ben de hesap vermek durumundayımdır. Eğer bi risine bir görev vermişsem ve bunun; sonucunda o kişide bir 16
hasar veya delüik meydana gelmişse, bana "Neden? O kişiyi, böyle olacağım tahmin edecek kadar iyi tanımıyor muydun?" so rusu sorulur. Ve ben, "Bunun, onun için iyi olacağını düşünmüş tüm," diye bir mazeret sunamam, çünkü karşılığında "Hayır, sen bunu düşünmedin," cevabını alırım. Benim, irşada zıt gibi görünebilecek iki karakteristik özel liğim var. Biri kibir, diğeri ise gurur. Kibirliyim, çünkü iyi ol duğumu biliyorum. Bu nedenle de bu kibir beni ele geçirmiyor ve endişelendirmiyor. Bunu, kibrin yararh olabileceği bir du rumda kullanabilirim. Gururluyum, çünkü gelenek içinde çok iyi bir geçmişim var ve bunu sürdürmek için çok çalışıyorum. Bazılarının zayıflık olarak nitelendirebilecegi bu özelliklerimin ikisi de çok iyi ve sağlam temellere oturtulmuştur; işlevsel ola rak da yararhlar: Gelenek bağlamında çok işlevseller, ayrıca sosyal ilişkilerde de işe yararlar. Kostümümü giyip bir yılbaşı ağacı gibi görünerek ortalıkta dolaşabilir, buna rağmen kibrimi koruyarak düklük makamından daha aşağıda olan herkesi hor görebilirim. Yani, eğer istersem bu kibir ve gururumu toplum sal bağlamda da kullanabilirim. Size hayat hikâyemi anlatmı yorum. Yalnızca uyarı ve teşvik mahiyetinde belli noktalara de ğiniyorum. Üçüncü özelliğim de, ailemden geçen keskin asabi yetim. Ama iyi olan şey bunun farkında olmam. Bunu kontrol edebilir ve kullanabilirim; ama o beni kontrol etmez. Alçak gönüllülük yararlı bir özelliktir. Birisinin kişiliğinin ön plana çıktığı bir durumda, bu, hemen ve otomatik olarak kötü bir özellik olarak görülmez, Ben önce bunun birey, ailesi ya da grup için potansiyelinin ne olduğuna bakarım. Olumsuz olarak görülen şu veya bu özelliğin etkisini azaltmak için kişi ye, belh bazı vird veya dersler verilmesi gerekebilir. Açıkladığım gibi, belli bazı özelliklerimin bazı durumlarda yararlı olmasına benzer biçimde, kişinin belirgin bir özelliği, bazı durumlarda yararlı bile olabilir. "Neyse, ben hatalarımla yaşamayı öğrendim," demek doğru değildir; çünkü bu her tür lü hata için, hazır bir mazeret olabilir. "Ah, sana vurduğum için 17
çok üzgünüm ama ne yapayım, ben böyleyim" demek gibi... Ha ta böylelikle b ü y ü d ü k ç e büyür ve kişi sonuçta, 'böyle' olmanın tipik örneği olur. Benim, insanlarla bireysel olarak, bir yandan belli negatif özelliklerin etkisini azaltmak, diğer yandan pozitif bir özelliği güçlendirmelerine yardım etmek için düzenlenmiş paralel bir faaliyet y ü r ü t t ü ğ ü m söylenebilir. Eğer bunu düzgünce yaparlar ve sonuç da tatmin edici olursa, bırakın güven kazansınlar. Bu nunla kastettiğim, "Bunuyaptım. Evet, birazyardım aldım ama bunu yaptım ve tekrar yapabilirim," diyebilmeleridir. Birisi, kendisini tatmin eden bir iş yaparsa, sonrasında durup durumu gözden geçirmeli ve incelemelidir. "Ne oldu? Ne yaptım? Ne de dim? Bu durumu tatmin edici hale getiren etkenler neler?" diye sormalıdır. Negatif ya da başarısız bir durum olduğunda da, ay nı yöntemi uygularsınız, ister yararlı, uyumlu ve pozitif bir du rum, ister negatif bir durum olsun, her iki incelemenin ardın dan da sizde belirli öğelerin kalmış olması gerekir. Bazıları ne gatifi, bazıları pozitifi oluşturan bu öğelerin tanımlanması, po zitiflerin tekrar kullanılması, negatiflerinse terk edilmesi gere kir.
18
Katolik Kilisesi, İslam ve İnanç Katolik inancı ile gelenekteki bir inanç arasında zıtlık ya da bir sorun var mı? Cevabın, "hayır," olması gerekir. Ancak bizim, gelenekte güçlü biçimde inandığımız temel bir inancımız var.O Hz. İsa'nın çarmıhta ölmediği. Çarmıha ge rilme olayından sonra ne olduğu ve neden olduğu uzun bir me sele ama sûfî geleneğine bağlı bizlerin emin olduğu şey, Hz. İsa'nın kendi zamanındaki insanlara bir peygamber olarak gön derildiği, kendisinden önce Hz. Musa'nın ve kendisinden son ra Hz. Muhammed'in öğrettiği gibi, insanlara doğruyu öğretti ğidir. Katolik kilisesinde teslis vardır. Peki, teslis neden tek Tan rı inancından farklı olsun ki? Tanrı; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olabilir. Allah her şey olabilir; çünkü O, Allah'tır. Tann'yı bö lüp herhangi bir bağlama koyamazsınız, çünkü Tanrı olarak O, birleşik tek Allah'tır. Farklı yollarla tezahür eder ve bu Allah'ın gücünü göstermek içindir. İnsanlar, teslis ile Allah'ın birliği arasındaki farkı anlamak için yüzyıllar harcamıştır; harcayabilir de. Ama bütün dinlerde, temelde her zaman birleşik tek Tanrı vardır. Örneğin, hakkın da daha önce de yazdığım, çok eski ve gelişmiş Hindu dinini ele alalım. Hindu dininde farklı tanrılar vardır ama onların farklı saydığı bütün bu farklı Tanrılar bize göre tek Allah'a ya pılan atıllardır. Yani her dinin temelinde tek, esas yaratıcı inan cı vardır. Bizim gelenekte inandığımız gibi, Hz. İsa'nın bir elçi oldu ğuna inanmamak için hiçbir neden yoktur O, yeni bir inanç getiren bir elçi olduğu için reddedildi, işkenceye maruz kaldı, acımasızca yerildi. Hz. Muhammed'e de aynı şekilde davranıl19
dı; Hz. Muhammed konuşmaya başladıgmda O'nu taşladılar, şehirden sürdüler ve arkadaşlarını öldürdüler. Gelenekte, Hz. İsa'nın peygamber olmasının yanı sıra, insanlara doğruyu geti ren bir elçi olduğuna inanırız. Onun ölümüyle ilgih birçok gi zem vardır. Biz O'nun yerildigine, taşlandığına, reddedildiğine ve O'na işkence edildiğine inanıyoruz; ancak çarmıhta öldüğü ne değil. Ashnda, eğer söyledikleri gerçekse, ölmesi uygun ol maz. Aynı şekilde, Hz. Muhammed de gerçeği getirdi, O da öl dü ve öğrettikleri bize miras kaldı. Ayrıca, bizim gelenekte inandığımız bir şey söyledi; insanlar için inancı tamamladığını ya da "mühürlediğini". Bu konuda çok net olmalıyız. Eğer Hz. İsa hakkında konu şan ve onu kendi sözleriyle tanıtan Hz. Muhammed'e inanıyor sak, O'nun gerçekten bizim için inancımızı tamamladığına da inanmak zorundayız. O'nun öğrettikleriyle Hz. İsa'nın söyledikleri arasındaki fark nedir? Kişinin bu noktada dikkath olması gerekir. Çünkü Hz, İsa'nın sözleri birçok elden geçip birçok biçimde yorum lanmışken, Hz. Muhammed'in söz ve hareketleri bize doğru dan ulaşmıştır. Gerçekte, Hz. İsa'nın söyledikleriyle Hz. Mu hammed'in yaptıkları arasında fark yoktur; oysa insanların Hz. İsa'ya atfettiği sözlerin çoğu uydurmadır. Eğer bu hayah şeyle ri çıkarıp geri kalanları Hz. Muhammed'in söyledikleriyle karşılaştırırsanız, aralarında fark yoktur. Örneğin, Katolik Kilisesi ile İslam arasında neden bir fark vardır? Bu, en basit şekilde, bir iktidar meselesi olarak özetlenebilir: "Gerçek bizimki, diğerlerininki ise saçmalıktan ibaret." Hz. İsa'nın aslında çarmıhta ölmediği ile ilgili inancımız dan bahsederken, bunun bazı insanlar için ve Katolik seremo nilerinde söylendiğinde.sorun olabileceğini biliyorum. Ama, dediğim gibi, bizim inancımızla Katolik inancı arasında gerçek bir fark yok. Biz, bölünmez tek bir Allah'ın olduğuna ve farklı şekillerde tezahür edebileceğine inanıyoruz. Eğer kendisini bir mürşid kılığında göstermek isterse öyle olur. Ya da isterse Kut sal Ruh olarak tezahür eder... 20
Peki, sorun nedir? Sorun, Katolik ya da belli Islâmî ku rumların katı bir tavır takınmasıdır. Bu kurumlar, kendilerinin söylediği ya da düşündüğünden farklı herhangi bir olasılığa izin vermezler. Ben şahsen, onların söyledikleri ya da düşün düklerinin aleyhinde bir şey söylemiyorum. Yaptığım şey, gele neğin bakış açısıyla bizim ne düşündüğümüzü anlatmak. İn sanlar, "Biz de höyle, sizin bize söylediğiniz biçimde mi düşünme liyiz?" diye sorabilirler. Cevabım, "Evet, lütfen," olur. Lütfen diyorsam bu, insanların iç varlığını kontrol edemeyeceğim ve etmek istemediğim içindir. Oysa ısrar edebihr, şu veya bu şe kilde inanmanız gerektiğini söyleyebilirim. Ama aslında, dü şünce biçiminizden emin olamam, düşüncenizi kontrol etmeyi de gerçekten istemiyorum. Sadece nasıl düşünmeniz gerektiği ni düşündüğümü söylüyorum. Size anlattığım şey belirsiz bir teori değil, bildiğim ve bu nedenle size anlatabildiğim, uygula nabilir bir formüldür. Bütün formüllerin bir temeli olmalıdır. Gelenekte, biz Hz. İsa'nın bir öğretmen olduğuna inanıyoruz; bununla ilgili bir sorun yok. Onun, öğrettikleri kabul edilmediği için çarmıha gerildiğine de inanıyoruz. Çarmıhta ölmediğine, mezarının da yaşamının son bulduğu yer olan Keşmir'de olduğuna inanıyo ruz. KatoUk Kilisesi de dahil, birçok yerden, buna 'hayır' ceva bı gelecektir. Onların görüşleri beni ilgilendirmiyor, beni ger çekler ilgilendiriyor. Bize göre, Hz. İsa bir peygamber, bir öğ retmen, bir liderdi. Yaşadığı dönemdeki insanların endişe ve eleştirisini üzerine çekti, çünkü fikirleri kurulu düzene aykı rıydı. Bunun sonucunda da, insanlarm saldırganlığının ve olumsuz fikirlerinin odağı oldu. Biz aslında, O'nun nerede ya da ne zaman öldüğüyle değil, yaşarken mesajının ne olduğuy la ilgileniyoruz, Islami ibadet biçimiyle orijinal Hıristiyan inancı karşılaştırıldığında fark nerede? Fark, maalesef, sonrala rı 'Hıristiyanlık dini' olarak adlandırılan şeyi meydana getiren insanlar tarafından oluşturuldu. Bununla eşdeğer olarak, İslam inancında da benzeri bir değişim olmuştur. Ancak, Hıristiyan lıkta değişim daha çarpıcıdır; çünkü tek Tanrı inancı noktasın21
dan bakıldığında, insanlar zamanla birçok tarkh teslis icat et miştir, islam geleneğinde ise, kesin ve emin olduğumuz hadis ve rivayetler vardır. Bu rivayetlerde, "Peygamberi şunu yaparken gördüm" ya da "Peygambenn şunu söylediğini duydum" denir. Bunları söylerken Katolik inancını eleştirmediğimi tekrar ediyorum. Söylediğim şey, İslâm inancında bulunan ve zaman içinde tarihî gerçeği sabitleştirmek için kullanılan pozitif for mülün Katolik inancında olmadığıdır. Meseleyi daha açık biçimde ortaya koymak gerekirse, her ne kadar bunu söyleyen insanlar varsa da, ben hepinizin Müs lüman olması gerektiğini.söylemiyorum. Benim söylediğim şey şu: Gerçeğe inanmanız gerekir ve gerçek size farklı şekillerde sunulabiUr. İddiamız, sûfîligin gerçeği sunuş biçiminin daha kesin ol duğudur. Daha kesindir çünkü insanlar uğraşmış ve takip et meniz için bir formül oluşturmuştur. Rûmî, Hafız, Câmî ve Sâdî gibi büyük mürşidler, çalışmalarından yararlanabilmeniz için teknik açıdan tam, bir dizi kaynak kitap biçiminde kesin başvuru kaynakları bırakmıştır. Onların öğrettiklerini reddedersek ya da kabul etmezsek, nereden başlayacağız? Rûmî, Hafız, Câmî ve Sâdî gibi insanlar ömürlerini yazmakla geçirmişler... -Sizin için değilse kimin için? Bu durumda onların öğretilerini nasıl reddedebihriz ve neden reddedelim ki? "Aptal" olduğumuzu, "anlamadığımızı" ya da bunların bi zim "anlayışımızı aştığını" söyleyebiliriz. Şimdi etrafınıza bir bakın ve bana dürüstçe bunun doğru olup olmadığını söyleyin. Kendinize bir bakın, yanınızda oturan insanın sizden daha ap tal ya da daha üstün olduğunu söyleyebilir misiniz? Buradaki herkes aptal mı? Size yardım etmek ve davranışlarınızı yararh kılmak için burada bulunan insanların hepsi aptal mı? Yapma nız gereken, yapmaya ihtiyaç duyduğunuz ve yapmak istediği niz bir şeyi yapabileceğinizi söylediğim için ben aptal mıyım? Sanmıyorum. 22
Bence, eğer buradaysanız kendiniz, içsel anlamda kendiniz ve içsel gelişiminiz üzerinde çalışmak içindir. Elbette dikkati nizi dağıtan sorunlar var. Elbette para ya da şu veya bu sorun için endişeleniyorsunuz ama eninde sonunda kişisel olarak kendinizi düşünmeniz gerekiyor. Kendinizi düşünmeniz gerekiyor ve ben bunu yapmanıza yardım etmek istiyorum. Eğer yüzleşemediğiniz veya anlaya madığınız sorun ya da sorunlarınız olduğunu düşünüyorsanız, yardım etmeme izin verin. "Onu sıkmak, endişelendirmek iste miyorum," dediğinizi biliyorum.ama beni sonradan üzmenizdense, şimdi üzmenizi tercih ederim. Kendinize yardım etme niz için size yardım etmeme izin verin. Belki de, "Sorunun ne olduğunu bilmiyorum," diyeceksiniz; bana bunu da söyleyin. Söylediğim şey, erişilebilir olduğum. Eğer bir sorununuz varsa, bunu bana söylemeyi deneyin.. Bir soru ya da sorun var sa bana sorun; ama sorunu tam olarak ortaya koyun, soruyu sormadan önce bana bütün hayat hikayenizi anlatmayın. Soru yu kesinleştirin ve sorun. Belki de sizi hemen yanıtlarım veya iki yılda, üç yılda yâ da bir ayda cevap vereceğimi söyleyebili rim. Çünkü, doğrusu bu değişir. Ama size söyleyebileceğim bir şey var ve bu, bilmenizi gerçekten çok istediğim bir şey. Anla manızı, saklamanızı ve inanmanızı istediğim bu gerçek çok ba sit: Bana güvenebilirsiniz. Bana ne isterseniz söyleyebilirsiniz. Beğendiğiniz herhangi bir şeyi bana gösterebilirsiniz. Ve hatta hemen hemen her istediğinizi yapabilirsiniz. Ama temelde ba na güvenmelisiniz. Sizinle aramızda güven olmazsa elimizde ne kalır? Bizim görünmeyen bir bağımız var. Pozitif ve açık bir bağ istiyorum; bu nedenle bana güvenin ya da güvenmeyin. Çok basit, ortada bir soru ve iki olası cevap var; soru: Agha'ya güveniyor muyuz? Cevap: Evet ya da hayır. Cevabın evet olmasını isterim çünkü ben size güveniyo rum. Eğer bana güven duymuyorsanız, o zaman karşılıklı bir bağımız olmaz. Daha önce de söylediğim gibi, size hiçbir şey 23
için söz vermiyorum ve sizi hiçbir şeyle tehdit etmiyorum. Ge lecek sizin ve çocuklarınızın ehnizde. Bana güvenmiyorsanız ne yapıyorsunuz? Güvenecek başka bir şey ya da başka insanlar bulabilirsiniz. Gelenekte biz, bir Allah olduğuna ve sonuçta O'na hesap vereceğimize inanırız; sadece O'na... Bu nedenle, eğer bana hesap vermeniz gerektiği ni düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Eğer sonuçta Allah'a hesap vereceğinizi düşünüyorsanız, bu doğru. Bu fikre, bu inanca, bu görüşe sıkıca sarılın. Ben, tüm zamanımı sûfî.geleneğini batıya getirmeye ada dım. Elbette bazı insanlar "Gel, daha uzun süre kal" derken ba zıları da "Daha çabuk git" diyebilir. Bu Allah'ın takdirinde; be nim elimde değil. Bana, kendinize yardım edebilmeniz için size yardım etme şansı verin. Sizden soyut veya imkansız bir şey İstemiyorum. Sizden istediğim şey, gördüğünüz gibi, uygulanabilir bir şey Gelenekte biz, gerçeğin bizimki olduğunu iddia etmiyo ruz. Gerçeğe olabildiğince yakın olduğumuza inandığımızı ve bunu ümit ettiğimizi söylüyoruz. Kesin gerçeğe sahip olduğu nu söyleyen kişi, ya peygamberdir ya da manyak. Bir aydınlan ma yolumuz olduğunu iddia ediyoruz; gerçeğin tekeline sahip olduğumuzu değil. İnsanlara, kendilerine kolay olmayan ama düzgün bir yol önerdiğimizi söylüyoruz. Eğer kendileri için bir sorumluluk hissediyorlarsa, bu yolu takip etmeliler. Elbette bazı sorunlar da var. Çünkü rehberliğe, tavsiyeye ve teşviğe ih tiyaçları var. Ben teşvik edeceğim, rehber olacağım ve öğretece ğim. Ama bu yolu takip eden insanlar aynı zamanda çaba da göstermeli çünkü ödül benim değil onların ödülü. Benim niye tim ve işlevim, bir yaşam biçimi, insanların kendilerini içsel anlamda geliştirebilecekleri ve sonrasında ailelerindeki ve gruplarındaki insanları etkileyecekleri bir yol sunmak. Sûfî.yolunun kolay ve çabuk olduğunu düşünen kişi yanı lır. Bu yol disiplin gerektirir, zorlu ve uzundur ama önemli 24
olanda burasıdır. Hayalî ya da uydurma, kulaktan dolma, biri sinin birisine söylediği, "Diyorlar ki..." türü bir şey değildir. Hayır. Bu bir biçim, bir yol, bir yaşam. Eğer bu yolu takip et meye hazırsanız, kendinizle ilgili sorun olabilecek, hatta sizi utandırabilecek bazı şeylerle karşılaşacaksınız. Ama siz kendi niz için çalışıyorsunuz, kendinizin aleyhinde değil. Siz, kendi nizin en iyi dostu, en iyi yardımcısısınız. Kendinizi korkusuz ca inceleyebilirsiniz. Ben de sizi inceleyebilir ve sizinle konu şabilirim bunu zaten hep yapıyorum. Uzaklık hiçbir şeyi değiştirmez. Daha önce de, bana müsa ade ettigirriz kadar size yakın olduğumu söylemiştim. Yaptıkla rınızı değerli kılan şey, öğretiyi ne yaptıgınızdır. Size söylüyorum, ben doğduğumdan beri, hayatımı gele nekte geçirdim ve gerçekten farklı doğu ve batı felsefelerini in celedim. Çünkü bana, bunlara bakmam ve onları incelemem öğretilmişti. Ama yine de, gelenek kadar pozitif bir felsefe bu lamadım. Bunu, gelenekte 50 yıl geçirdiğim için söylemiyo rum, yanıldığımı da sanmıyorum. En iyi hocalar tarafından eğitildim, hocalığı öğrendim ve bunların herhangi bir aşama sında "hayır" diyebilirdim. Bir zaman, -ki ne zaman olacağını yalnızca Allah takdir eder,- öleceğim. O zaman, "İşte-geldik sona, bitti" mi diyeceksi niz? Tabii ki hayır. Gelenek binlerce yıldır gelişiyor ve gelişme ye devam edecek. Geleneği devam ettirecek olan sizler ve çocuklarınızdır. İnsan gayreti, insan hayatı her türlü farklı durum ve so runla karşı karşıya kalabilir. Geleneğin bir insanla öleceğini söylemek doğru değildir Gelenek insanlar için, insanlarla var dır İnsanlar var olduğu sürece, gelenek de var olacaktır. Nerede olursanız olun, ben burada da olsam, uzakta da, hatta ölmüş de olsam, geleneğin geleceğinin siz ve çocukları nız olduğunu unutmayın. Siz ve çocuklarınız olmadan, gelenek de varolmaz, Bu^ hepiniz için ağır ama harika bir so25
rumluluk. Buna sarılın, onu koruyun ve kollayın. Çünkü ben onu size emanet ediyor, size sunuyorum. Onu alın ve ona sıkı ca sarılın.
26
N.A.T.H.(Niyet, Amaç, Taktik, Hareket) Her iyi askeri operasyonun bir adı vardır. Bu aşama kısaca N.A.T.H yani Niyet.Amaç, Taktik, Hareket olarak adlandırıla cak. Kavramların toplamına bütünsel hareket diyebiliriz. Bazıla rınız enerji, hareket veya momentumu sürdürmek terimleriyle tanışıktır. Ben sizi her zaman hareket konusunda teşvik ediyo rum; sadece sözler değil, aynı zamanda hareket. Sizi, bu N.A.T.H. ya da bütünsel harekete bakmaya davet ediyorum. Bunun ne demek olduğunu genişçe anlatacağım, daha fazla ay rıntıya ise sonra gireceğim. Pozitif ve yararh niteliğe sahip her hareket bir niyet ile başlar. Neden taktiklere veya harekete karar vermeden önce amaç vardır? Mantıklı olarak, yapmaya çalıştığınız şeyle ilgili niyetiniz olduğunu düşünürsünüz. Sonra bunu nasıl yapacağı nıza karar verirsiniz, sonra da amacınız veya hedefiniz gelir. Buna mantıklı düşünüş denir. Ama bütünsel hareket bundan daha derin, çok daha etkili ve yararlıdır. Bu anlamıyla bütün sel hareket, kişinin içinde çeşitli eylemlerin bir araya gelmesi demektir. Hepimiz, belli sayıda insanın katıldığı toplu bir eyle min gerekli bir şey olduğunu biliriz. Bu aynı zamanda, grup olarak çalışmamızın da nedenidir. Kişi bir grubun üyesi olduğunda grubun oluşturduğu enerjiye katılır ve buna ek olarak, gelenekten gruba gelen baş ka bir t ü r enerjiden de faydalanır. Böylece, bir grupta çalışan her birey, en az iki çeşit enerjiye erişim imkânına sahiptir. Grup çalışması, ayrıca, gruptaki bireylerin diğer üyelere yardım etmesini gerektirir. Böylece bir birey diğerini destekle yebilir ya da ona yardım edebilir. Örneğin, bir grupta bir ya da iki kişi eksikse, diğerleri onların yokluğunu doldurabilir.
27
Şimdi bütünsel hareket noktasma geliyoruz. Sizi bütünsel harekete, yani kendi içinizde, bir grubun çalıştığı gibi çalışma ya davet ediyorum. In^an sistemi, insan vücudu, birlikte uyum içinde çalışan organlardan oluşur. Ayrıca, bütün sisteme bağlı başka bir sistem, yani beyinle bağlantısı olan sinir sistemimiz vardır. Bütün bu sistemler birbirleriyle yakından bağlantılıdır. İnsan vücudu, olabildiğince az enerji kullanır. Bazılarınız vereceğim örneğe aşina olabilir. Mesela, su içmek istersem, vü cudumun bütün hareketlerinin başlangıç noktası, su içme iste ğimin niyetidir. Susuzluğun dürttüğü bu düşünce, sinir siste mini harekete geçirir ve bir sonraki harekette gerekli diğer et kenler kullanılır Bu bir Taş Çağı örneğidir. Amacı gözünüze kestirir, bardağın ağırlığıyla ilgili bir fikir oluşturur, yani de ğerlendirme ağırlığı da kapsamalıdır, -sonra bu tahmine ve tec rübeye dayanarak, bir elinizi harekete geçirir, hedefe uzatır, bardağı alır ve suyu içersiniz. Bu durumda, tamamen normal, minimum düzeyde zihinsel ve fiziksel enerji harcanır. Koldaki kan dolaşımı, kaslar ve sinirler vücudun diğer bölümlerine bağlıdır. Ancak diğer bölümler bu işte kullanılmadığı için, vü cut diğer yerlerdeki enerjiyi saklı tutar. İki elinizi kullanmazsı nız, çünkü hafızanız size sadece bir elinize ihtiyaç duyduğunu zu söyler. Bu fikrin uzantısına bir bakahm. Gelenek içerisinde bir iş yapıyorsanız, başlamadan önce niyetinizi kendinize mümkün olduğunca açıklar, tekrarlar ve netleştirirsiniz. Sonra amaca yaklaşmak için, öğrendiğiniz ders veya virdi uygularsınız. Bu, m ü m k ü n olan en basit hareket türüdür. Sizi, işleri halletmenin yeni bir yolunu görmeye çağırıyo rum. Kendinize diyorsunuz ki: "Bu belirli olayda benim ama cım, gelenek içinde yararlı bir ders veya virdi yerine getirmek. Performansımı nasıl geliştirebilirim? Niyetim açık, yapacağım ders, zikir ya da her ne yapacaksam, kafamda net. Kendime ra hat, sakin ve sessiz bir fiziksel ortam oluşturdum." Ama sonra kendinize şunu sorarsınız: "Bu eylemi güçlendirmek ya da geliştiımek için kendimden neler ekleyebilirim?" 28
Cevabın 'daha fazla konsantrasyon' gibi bir şey olması ge rekli değil çünkü bu gerilime veya "dikkatimi arttırabilir mi yim?" türü bir uğraşa neden olabihr. Bütün insan sistemini gözden geçirirseniz kafanızın ya da vücudunuzun, ek olarak işe katabileceğiniz bir bölümü olup olmadığını görürsünüz. Gelenekte eğitim veren biri, önemli ölçüde taktik esnekli ğine sahiptir. Örneğin ben, "Bu kişi belli bir dersi belirli bir za manda yapmalıdır" diyebilirim ve bu yararlı olacaktır. Zaman içinde, bu kişiyi gözlemleyerek, girdiler eklemek yoluyla, o işi biraz değiştirebilirim. Diyehm ki, belirli bir durumda bir kişi nin çalışmasını gözlemler ve "Bu iyi ve yararlı.ama başka bir şeyle yaptığı dersi güçlendirebilir" diye düşünürüm. Başka bir şey eklemek, her zaman, kişinin yaptığı ders ya da şeyi daha karmaşık hale getirmek anlamına gelmez. Benim yaptığım şey o kişiye bakmak ve "Bu belirli dersi yaparken, gerçekte duyula rının kaçınıyararh bir şekilde kullanıyor?" diye sormaktır. Gelenekte saydığımız sekiz duyu vardır. Bunların hepsi belli, gözardı edilmiştir. Bunun nedeni, insanların bazen "Bu belli duyu ya da duyumun gelenek ile bağlantısı nasıldır?" diye sormalarıdır. Bunu yaptıklarında, bir tür seçmeH bağlantı temeUnde çalışırlar. Elbette, eğer bir şey eklersem bunun sorum luluğunu taşırım, taşımalıyım. Sonuç tehlikeh olabileceği, kişi yi yok edebileceği için değil, eğer ders dikkath ve düzgün bi çimde yapılmazsa, kişinin aklını karıştırabileceği için. Bence, ben eklemesem de insanların günlük hayatında yeterince karışıkhk var zaten. İnsan, genel bir düzlemde kalarak bundan daha kesin ko nuşamaz.ama ben bu konuda önemli ölçüde detaya değinece ğim. Hepiniz, bir dersi yaparken doğru nefes alıp vermeyi ne kadar vurguladığımı biliyorsunuz. Doğru ve ritmik nefesin, açık bir fiziksel, rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi vardır. Birisi bir ders yaparken sakinleşmeye, nefesini derin ve ritmik alıp vermeye teşvik edilir. Yavaş ve derin nefes almak için birçok fi29
ziksel neden vardır. Nefesin burundan alınıp ağızdan verilme si için başka nedenler de vardır. Alınan nefesin takip ettiği yo lu izlerseniz, nefes verilinceye kadar sistemin üç hassas nokta sı dediğimiz yerlerden geçtiğini görürsünüz. Bu nefes ya da ha va geçişi, merkezlerin birinden diğerine enerji taşıması ya da enerji alışverişini sağlaması anlamıyla, merkezler arasında bir iletişim kurar. Burada, hemen ikili işlev, yani bütünsel hareket ve birlikte hareket devreye girer. Bu durumda, başka bir boyu tu dersinize eklemiş oldunuz bile. Bazı duyular, gelenek bağlamında bilinir, kabul edilir; in sanlar, tereddüt etmeden "Evet, bu duyu geleneğe bağlanabilir" diyebilir. Ancak, diğer duyuların bazılarını da işe kattığınızda, bu, bazen şartlanmada bir şoka neden olabilir: "Gelenek bağla mında böylesi bir şeyin olabileceğini hiç düşünmemiştim." Bunun ardından otomatik olarak gelen soru şudur: "Bunun olamayaca ğım kim söyledi?" Gelenekteki bir virdde kullanılan yerleşik duyular olduğu söylenebilir. Eğer insanları, şok ve karışıklığa neden olmaksızın daha fazla duyu kullanmaya teşvik ediyorsa nız bu çok zarif bir tekniktir. Bu kötü haberdi. İyi haberse şu: Kişinin kendisinin oluş turduğu bu bariyer bir kez aşıldığında, kişi bunu kabul edecek tir. Kabul etmesi söylendiği için değil, duyunun çalıştığını his settiği için. Birey söz konusu olduğunda, taktikler ve eylemde büyük farklılıklar vardır. Çünkü böylesi şeylerde var olan etkenler de göz önünde bulundurulmalı, doğru taktik ve eylem seçimi yapılmahdır; çünkü kişi belirli farklı teknikleri kullanmalıdır. Bu taktikler bağlam içinde biraz yabancı olduğu için, kişi aslında bunları anlaması gerekirken, çok iğreti biçimde yapmaya çalı şıyor olabilir. Bu, belirgin şekilde, bireye hangi taktik ya da ey lemi kullanması gerektiğini söyleyen mürşidin sorumluluğu dur ve doğru tercih yapmış olması gerekir. Yani söz konusu in sanın kapasitesinin, o işi yapmak için yeterli olup olmadığını bilmelidir. Sorumluluk mürşittedir çünkü eğer kararı doğru 30
değilse birey başarısız olur. Kişi başarısızlığı daha derinden hisseder. Ayrıca, insan kırılganlığı denen şeyle ilgilendiğimiz de unutulmamalıdır. Bütün bunlar size çok karmaşık gelebilir ama aslında o kadar da karmaşık değildir. Eğer ben öğrenebiliyorsam, sizler de öğrenebilirsiniz. Size bütün sırlarımı vermiyorum, yalnızca analiz yapıyorum. Bir kişiye bakarım ve size dürüstçe söylüyo rum ki, baktığımda o kişiyi tanır, "ona ne kadar yükleyebili rim?" derim. "Yüklemek" tabirinin genellikle eşekler için kulla nıldığını biliyorum ama bu kelimenin kasıth kullanılıp kulla nılmadığına siz karar verebilirsiniz. Oyunu bir kenara bırakırsak, "yüklemek" kişinin ne kadar taşıyabileceğini anlamak değil, ne kadarını yararlı biçimde ta şıyabileceğini anlamaktır. Bu kelimeyi bıkacak kadar çok ama "yararlı" anlamda duyacağınıza emin olun, bu her geçen gün daha fazla karşılaşacağınız bir kelime. Bu, birçok kelimeyi an lamış olmanızdan kaynaklanıyor. "Hareket", "doğru" ve "den geli" kelimelerini anladık; çok yol katettik. İşte hepinize genel bir iltifat: "Şu anda hepinizin belirli kü çük kapasiteleriniz var ve bunlar, üzerine inşa edilebilecek şey ler." Stratejimiz "gönnek" ve bu da bireyden bireye farklı biçim de uygulanır. Buradaki soru, hangi virdin kişi için daha yarar lı olduğu ve bu virdin kişinin fiziksel, psikolojik ya da diğer bir yapısıyla güçlendirilip güçlendirilemeyeceğidir. Benim için gruptaki her bir insan bir bireydir. Genelde ço ğunun ismini hatırlamıyorum. Ama her biriniz iyi ve kötü özelliklerinizle kayillısınız. Bir gruba grup olarak bakarsam, böyle (eliyle bir eğri çizerek) bir profil elde ederim. Bu profil belirli bir hata sınırı içindeyse, çok fazla önemsemem. Ama bende her bir bireyin de profilleri vardır. Bu nedenle, insanla ra birey olarak muamele etmeli ve onlara kendilerinin belirli özelliklerinden yararlanabilecekleri evradı göstermeliyim, öyle de yapıyorum. 31
Bu, korkunç derecede zeki olmak, gösteriş yapmak ya da kendini tanrı saymak değildir. Bunun nedeni, benim görevimin bunu bilmek olmasıdır ve her zamanki alçakgönüllülüğümle söylüyorum ki, ben çok iyi bir profesyonehm. Bir mürşit, müridiyle arasındaki bağla doğrudan orantıh olarak o müritten sonuçlar elde edebilir. Geleneğin kitapları ve büyük ustaların tarihi, belli bir bağlam içinde belki de mantık sızca olarak değerlendirilebilecek şeyler yapan mürşitlerle ilgi li örneklerle doludur. İrşad yetkisine sahip bizler, bu kitapları bilmeli, incelemeh ve nedenini anlamalıyız. Bunu anlayınca, kişi, benzer şeylerin batı ortamı içinde nasıl uygulanacağını öğrenir. Ne tuhaf ki, insanların, birkaç düzeyde eşzamanlı olarak nasıl hareket edeceklerini anlamalarını sağlamak çok zor. Bu n u n nedeni, bazen insanların birkaç düzeyde eşzamanlı olarak hareket etmeyi bilmeyi ya da şartlanmadan dolayı düzeylerin birbirlerinden izole edilmiş olmalarıdır. İnsanlara, eğer "bıı'nu yapıyorsa 'ju'nu yapamayacağı, ya da 'bu' ile 'şu'nun birbirlerini dışladıkları, zıt oldukları öğretilmiş tir. Bazı şeylerin bölünmesinin belli nedenleri vardır; ama, her bireyin neden, olabildiğince çok şeyi birleştirmeye çabalaması gerektiğinin de birçok iyi nedeni vardır. Size oldukça açık ve dürüstçe söyleyebilirim ki, şu anda burada bulunan insanların çoğu gayet düşük bir seviyede hare ket ediyor. Bu sözümün, kulağa, 'daha iyi olabilir' diyen bir okul karnesi gibi geldiğini biliyor, çok fazla şikâyet etmiyo rum. Çünkü, ben bu eşzamanlı işlevlerin nasıl harekete geçiri leceğini size anlattıktan ve bunu açıkladıktan sonra, eğer hâlâ bunun için çabalamazsanız, işte o zaman gerçekten şikayet edecek, bu şikayetimi yüksek sesle dile getireceğim; siz de bu nu fark edeceksiniz. Bunun üzerinde objektif olarak çalıştım. Yaptığınız işe kendinizi daha fazla vermemeniz için herhangi bir doğal istek32
sizlik olduğunu düşünmüyorum. Benim deneyimlerime göre bunun nedeni, insanların düşüncesi ya da hareketlerinin ço ğunlukla bölmelere ayrılmış olması; "Bu düşünce ya da hareket dizisi şu şu alana ait" veya "Bu fiziksel, hu siyasi, hu da sosyal" gibi. Hiç kafanız karışmadan, olabildiğince fazla sayıda şeyi bir araya getirerek onlara nasıl odaklanabilir ve aynı anda her bi rinin farkında olabihrsiniz? Bunu başarmanın yolu, "Bu müm kün" diyerek başlamak. İkinci adım, bunun öğrenilebilir olduğunu kabul etmek. Üçüncü adım da, elbette güvendiğiniz birinden size bunu öğretmesini istemek. Kişi birçok normal ya da ortalama durumda, en az iki, üç veya dört duyusunu kullanır. Bütünsel hareket yeteneği, kişinin kendisini, bu duyulara bir tane daha eklemeye teşvik etmesidir. Sisteminiz ya da vücudunuzun sizinle şevk içinde iş birliği yaptığını göreceksiniz çünkü temelde iç varlığınız fay daya ulaşmaya çalışır. Elbette bu noktada şartlanma devreye gi rer. Kişinin iç varlığı belirli bir şey ister ve belirli bir hedefi vardır, ihtiyaç duyusu bu şartlanma süzgeçlerinden geçer ve belki de, belh bir zaman sonra, bilinçli ya da şartlanmış akıl bu ihtiyacı "saçma", "masal", "imkânsız" veya "gülünç" olduğu için dışlar. Bildiğiniz gibi, sorun geleneği, öğretiyi ya da benim söyle diğimi bu şartlanmış süzgeçlerden geçirmekten kaçınabilmek. Bu yapılabilir; bu süzgeç ya da şartlanma ne kadar derin ve güçlü olursa olsun aşılabilir... Ben bunu aşabilirim. Ama benim öğretmem ve sizin yapmanız gerekir. Aksi takdirde bisikleti si zin yerinize ben sürüyor olurum. Aramızda mesafe olsa bile, temas.veya farklı yollarla sizden bir mesaj, enerji ya da potan siyeli alabilirim. Ama kendisiyle iletişim kurduğum, enerji yol ladığım ya da etkilediğim insanın bir alıcısı olması ve iletirken ve alırken aynı dalga boyunu kullanmamız önemli. Bunun ne kadar hassas olduğunu anlayabilirsiniz. Telekomünikasyonda ya da radyoda, tam olarak binde birlik dalga boyunu yani 33
0 , 0 0 r i kullanırsınız. Ama gelenek içindeki iletişim ya da ener ji iletimi söz konusu olduğunda, benim kastettiğim on milyon da bir, yani 0,000000l'dir. Bu çok etkileyici ya da sıra dışı gö rünebilir ama insan sistemi bu dereceye kadar alma ve iletme kapasitesindedir. Aksi takdirde 25 yıldır ben ne yapıyorum? ra
Yayılımdan, ayardan ve hassas ayardan bahsettik. Şimdi sı "kilitknme"de.
Bu abartılı değil; ters bir piramit gibi kilitlendiğinizde, ge leneğin bütün enerjisi sizin kullanımınızda olur. Böylece kişi, enerjiyi alabilir, kullanabilir, içindeki sürekli bilincini geliştire bilir ve evren planının neresinde olduğunu anlamaya başlaya bilir. Bütün bunlar kulağa çok basit geliyor ve birkaç kelimey le anlatılabiliyor; ama ben öyle yapmayacağım. Çünkü, bunun sonucunda bazı insanlar çok mutlu, bazı insanlar da çok üzgün olur. Oysa, aslında bu her iki tarafa da bir anlam ifade etmez, anlamaktan çok yalnızca tepki veriyor olurlar. Bu, nasıl çalışıp içinizde bütünsel hareketi kuracağınızın ve b u n u n oluştuğunu, çalıştığını nasıl anlayacağınızın progra mıdır. Yıllar boyu, insanlar bana gelerek, "Kendimi 15 yıl önce hissettiğimden daha iyi hissetmiyorum" şikâyetinde bulundular ve ben de şimdiye kadar birçok nazik ve kaçamak cevap ver dim. Ama bu benim işim olduğu için, nasıl bir olumlu ya da olumsuz gelişmenin gerçekleştiğini fark ederim. İnsanların ge lişmeyi hissetmek istemelerini anlıyor ve takdir ediyorum. Sırtlarında kanatların filizlendiğini hissetseler, bunun insanlar için teşvik unsuru olacağını biliyorum. İnsanın ayrıca, arpının ne kadar büyük ve ne renk olacağına dair bir işaret görmek is temesini de anlıyorum. Fakat bu sözleri gerçek hayata döktü ğümüzde, şimdilik kanatları hissedebileceğinizi pek sanmıyo rum. Ama sessiz tatmin dediğimiz şeyi hissedebilirsiniz. Biliyorum ki bukulağa çok heyecan verici gelmiyor. Adını iste diğim zaman değiştirebilirim ama bu, onu daha heyecan verici hale getirmez; temelde yalnızca sessiz tatmindir. Neden sesli değil de sessiz tatmin? Çünkü, onu hissedersi34
niz ve bu, normal şartlar altmda insanın bağırıp çığlıklar atma sına, bunu herkese söylemesine neden olmaz. İnsanlar, bu duy guyu korurlar, ona iyi bakarlar ve bir sır olarak kendilerine saklarlar. Bunu az bir yardımla başarmışlardır ve bu nedenle, duygunun tadını çıkarmak, onu geliştirmek onların hakkıdır ve bu da ayrı bir tatmindir. Unutmayın, eğer sizin başlattığınız bir bütünsel hareket varsa, beni de bu hareketin bir parçası ola rak sayabilirsiniz. Yani bir anlaşma yapıyoruz: Siz beni hayal kırıklığına uğratmayın, ben de sizi. Sizi desteklediğim zamanlar dışında, hayatınızı cehenneme çeviriyor olacağım. Size sadece güller vaat etmedim. Ama bü tünsel hareketin somut ve pozitif sonuçlar üreteceği alanlar da vardır. Şaşırabilirsiniz.ama bu aşama, uğrunda çalıştığınız şe yin bir parçası.
35
IV. Bütünsel Hareket ve Kilitlenme İşte programın taslağı. İşlevsel hale getirilebilmek için di yagram l'deki gibi, bölünerek ayrıntılarının çıkarılması gerek li. Sizden, söyleyeceklerimi anlarken, bütün duyu ve yetileri nizi kullanmanızı istiyorum buna grafik hafıza da dahil. Grafik hafıza, hareketlerin sürekli kaydedilmesidir. Bu, şartlanmanı zın, öğretmenin tahtaya yazdığı her şeyin 'kanun' sayıldığı okul zamanlarına kadar geçmişe dayanan bir yönünü de kullanır. Gelecek birkaç gün içinde yazacağım her şeyin kanun olduğu nu söyleyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Yalnızca, bunu yapsa nız iyi olacağına dikkat çekiyorum. Bütünsel hareketi, yani bütün nitelikleri, yetenekleri ve teknikleri bir araya getirmeyi, başardıktan sonraki yararlı adım, teslimiyettir. Kendinizi geleneğe teslim edin.
36
Niyet Amaç Taktik Hareket Bütünsel Hareket 8 Duyu Duyma Görme Hissetme Dokunma Koklama Tat İç Duyu İç Açlık Yetiler Hayal gücü Fantezi Yetenek Servet Hafıza Ego Engellenme Benimle birlikte kilitlenin
Diyagram 1
37
Teslimiyet, içerisinde geleneğin teknikleriyle çalıştığınız bütün erişilebilirlikler demektir. Kendinizi geleneğe ve öğreti ye teslim etmek, tereddütsüz bir teslimiyet anlamındadır. Daha önce de söyledim; şimdi tekrar ediyorum: Geleneğin eğitimi, "Bunu beğendim; benim için uygun ama bunu beğenmedim, o konuda çok istekli değilim" şeklinde içinden seçim yapabilece ğiniz bir m ö n ü değildir. Şartlanmadan dolayı bir şeyi kabul etmediğinizi ya da red dettiğinizi söylediğimde, emretmenin yanında aynı zamanda tavsiyede de bulunuyorum. Herhangi bir virdin size uygun ol madığı ya da onu nasıl kullanacağınızı bilmediğiniz şeklindeki bir mazereti kabul edemem. Gelenek, dünyada olmanız ama dünyaya ait olmamanız için vardır; bu nedenle dünyada olmak ile gelenekte olmak ara sında bir rekabet yoktur. Gelenekte bulunmak, bir mağarada ya da manastırda yaşamayı gerektirseydi, "Bu benim profesyonel hayatıma pek uygun değil" demek kabul edilebilirdi. Ancak, ge leneğin bütün evrad ve dersleri günlük hayatınızla uyumlu ol duğu için, sizin veya benim kabul edebileceğimiz geçerli hiçbir mazeretiniz olamaz. Gelenekteki belh şeyleri yerine getirmek ten kaçmak için nedenler ve sorunlar uydurabilirsiniz. Ben bunların gerçek mi, uydurma mı olduğunu anlarım. Bunları kendi içinizde tanımlamanız değerU bir davranış olur. Sizden yapmanızı istediğim bir şeyi yapmamak için bir bahane bulur sanız ve bu bahane saçmaysa, gerçek dünyada yaşamıyorsunuz demektir. Kendinizle iletişim kurmayı öğrenmeye başlıyorsa nız, yanlış olan hiçbir şeyi kabul edemezsiniz, etmemelisiniz. Şimdi de "monoton" denen şeye değinelim. İnsanlar ba zen, düzenli olarak bir virdi takip ediyor ya da bir ders yapıyor olabilir. Bu otomatik hareket bir tür robotumsu faaliyete dönü şürse bu durumda, bu virdin mekanikleşmesini engellemek için kullanmanız gereken taktiklerden biri "hissetmek"tİT. Kişi, gelenek içinde bir vird ya da ders yapıyorsa, bireyden bireye değişen belirli bazı fiziksel ya da psikolojik hisler olur. Ben faz38
ladan bir hissin de katılmasını öneriyorum; çünkü bir vird ya da derste hislerinizi kullanmalısınız. Kullanılacak hisleri açıklayayım. Hissetmenin çok güçlü bir nitelikte olması gerektiğini söylemiyor; isteri veya bunahm gibi duygular hissetmeye de teşvik etmiyorum. Ben, bir vird sı rasında hissettiğinizi denetlemek için, bilinçli aklınızın belli bir kısmı ile iç varlığınızın bir bölümünü kullanmanızı öneri yorum. Bu denetlemenin de tanımlanması gerekiyor. Denetlemek, bakmak, fark etmek ve gözlemlemektir. Eğer Nakşibendilik usulünü biliyorsanız, üzerinde çalıştıysanız ve bunu uyguluyorsanız, böylesi bir denetlemenin o usul dahilinde olduğunu görürsünüz. Bu, kendinize karşı düşmanca bir inceleme anla mında değildi. Kendi içinizde zayıf ya da yanlış bir şey bulma ya çalışıyor değilsiniz. Kendi içinizde sakince gezinip etrafa ba karak, belli hisleri ne yönde geliştirebileceğinizi değerlendirir siniz. Gelenekte vurguladığımız sekiz duyu vardır: duyma, gör me, hissetme, dokunma, koklama, tat alma, iç duyu ve iç açhk. Kişi, geleneğin bir virdinde kendisiyle bağlantı kurmuşsa ya da kendisini denetliyorsa, bu duyulardan hangilerini kullandığını ve diğerleri içinde hangilerinin o durumda kullanılabilir oldu ğunu görmeye çalışmalıdır. Daha açık ya da bilinen duyuların, yani duyma, görme, hissetme, dokunma, koklama ve tat alma nın eşzamanlı olarak kullanılabileceği oldukça açık..İnsan sis temi, insanın varlığı ve bütün ceset, elbette her birini en az miktarda kullanır. Ortalama bir durumda, "Evet, şimdi koklama duyumu kullamyorum" dersiniz. Koklayacağınız bir şey, örne ğin bir çiçek vardır ve o çiçekle bu duyunuzu çalıştırırsınız. Çi çeği alır, tanıyacak kadar koklar ve güzel kokusundan zevk alırsınız. Normalde çiçeği burnunuza sokmazsınız. Bazılarınız bunu da yapabilir ama bu aşırı hevestir; korkunç bir şey değil. Diyelim ki, bu duyuların mümkün olduğunca çoğtınu kul lanmaya çalışmanız gerekiyor. "Çalışmak" dediğimde kastetti39
gim çalışmaktır. Bunun için kendinizi zorlamazsınız, "Hepsini aynı zamanda kullanmam gerekiyor" demezsiniz. Mesela, oturuyorsunuz. Rahatsınız ve müzik dinliyorsu nuz. Odada bir koku ya da parfüm de olabilir. Yerde kullandı ğınız hahda veya giysinizde bazı renkler olabilir. Bu sesler, ko kular ve renklerin etkilerini kaydeder, içinize çekersiniz ve bü tün bunları gayet normal ve doğal bir biçimde bir araya getirir siniz. Umarım, hangisinin daha önemli olduğuna karar vermeye çalışmıyorsunuzdur. Yani, "Daha güçlü mü koklamalıyım, renk lere daha fazla mı bakmalıyım yoksa daha düzgün mü dinlemeli yim?" demiyorsunuzdur. Hayır, bunların hepsinin arasında bir denge olmalı. Hissetme ve dokunmayı iki ayrı duyu olarak aldım. Bazıla rı d o k u n m a n m ç o k daha ayrı ve farklı bir duyu olduğunu söy leyebilir. Dokunmanın elbette değerli ve kesin bir duyu oldu ğunu kabul ederken, öte yandan hissetmeyi de bir duyu olarak almamın sebebi dokunduğunuz şeyi aynı zamanda hissedersi niz de. Kafa yapısı itibarıyla teknik düşünme eğiliminde olanlar "Dokunma duyusu size dokunduğunuz şeyin; sert mi, yumuşak mı olduğunu söyler ve bu otomotik olarak olur." diyebilir. Ama ben duyulardan, gelenek bağlamı içinde söz ettiğim için, otomatik "Bu soğuk ya da sert" sinyalinden daha yüce bir şeyi hedefliyo ruz. Bir gelenek virdi ya da dersinde, büyük ihtimalle geleneğin araçlarını kullanırsınız. Bu nedenle, duyuların daha ince yön lerini de kullanır, hissederken, aynı zamanda, kendinize hisset menin ne olduğunu da söylersiniz. Çünkü bu duyulan içsel anlamda kullanırsınız. Anhk tepki tabii ki, "hu soğuk" ya da "bu düz" olur.ama biz ölçeğin daha da yukarısına çıkıyoruz. Kendinize "Nasıl hisset40
mdiyim?" diye. sormazsınız nasıl hissedeceğinize önceden ka rar verirseniz, yalnızca onu hissedersiniz. Eğer "teslim" olmuşsanız (ki, bu anahtar kelimedir) gele neğin etkisine açıksınız demektir. Diyelim ki, gelenekle bağ lantılı bir yere gittiniz ve mimariye, dekora ve çiçek aranjman larına bakıp o mekânın havasını ve güzelliğini takdir ettiniz. Ama bunun ötesine geçmelisiniz; çünkü geleneğin mekanları ve nesneleri, sizi daha öteye götürebilir Hayal ve fantezi dün yasına, uçan halılar ve bu tür heyecan verici şeylerin olduğu düşlere değil, hissedebileceğiniz, gerçek, somut alanlara. "İç duyu" ve "iç açlığı" da ekledim ve bunları, duyma, gör me, hissetme, dokunma gibi normal duyular olarak bilinen di ğer duyulara dahil ettim. İç duyu, iç varlığınızdan, ilişkide ol duğunuz kişi, nesne ya da mekâna doğrudan ulaşan bir karar veya ölçme türüdür. "Şöyle bir insanla konuştum", "Şöyle bir yere gittim", "Şöyle bir şey gördüm", "Bir şey hissettim" gibi cümleler çok sık kulla nılır. Bu bir "mutluluk", "neşe", "konfor" ya da "rahatlama" duygusudur. Ve bazen, insanlar kendilerine, bu iç duyunun ne olduğunu açıklamaya çalışırlar. Bu çok zor bir iş olabilir çünkü "Rahat gibiydi, mutluluk gibiydi, huzur var gibiydi, böylesi bir şey" diyebilirsiniz. Ashnda, iç duyunuzda ne olduğunu kendi nize ya da bir başkasına açıklamanız gerekmez. Varlığınız onu yaşamış ve hissetmişti. Varlık onun nasıl bir şey olduğunu bi lir; öyleyse açıklama gerekliliği neden olsun ki? Yaşadığınız bu deneyim, bir sonraki duyu olan iç açlıkla bağlantılıdır Geleneğin bazı terimlerini açıklamak zordur: "Açlık" kelimesinin anlamı yalnızca yemek isteği ile sınırlı de ğildir. İç açlık, başka tür bir besin ihtiyacına işaret eder. Bu iç açlığın bir yönü, kişinin bilgi arayışı, kendisini ve ha yat planındaki yerini anlama çabasıdır. Bu da bir açlık, bir is tektir. Bir şeyi hissetmek ya da anlamak için iç duyunuzu kul landığınızda iç açlık ya da iç ihtiyaç, bu duyuyu alır, tanımlar 41
ve kullanır. O şeyin rengini, şeklini, biçimini, boyutunu vs. an lama ve sınıflandırma süreçlerinden geçmesine gerek yoktur. Örneğin, gelenekle ilgili bir araç kullanılır veya bir mekan zi yaret edilirken, kişi iç duyusuyla bağlantı kurar ya da onu kul lanırsa, iç duyusu bu araç, mekan ya da kişiyi tanımlayacaktır ve "kilitlenme" olgusu yaşanacaktır. Kilitlenmek, tıpkı bir fü zenin hedef aldığı rokete kilitlendiği gibi, bir bağlantıyı kur mak ve devam ettirmekte uyumu sağlamaktır. Böyle bir olguyu tarif etmek için batıdaki insanların kullandığı bir kelime var dır: "bağ". "Bu insanla, mekanla materyalle ya da şeyle belli bir bağım yar" derler ve bu, genellikle herhangi bir karışıklık ya da tartışmaya yol açmaksızın kabul edilir. Elbette, bazı aydınlar bir adım daha ileriye giderek; "Bu insanla, mekanla, materyalle ya da şeyle belli bir bağım var" dediğinizde, sizden kullandığı nız terimi açıklamanızı isterler. Ancak u m u l u r ki, böyle insan lardan ve bu tür konuşmalardan sakınırsınız. Diğer özelliklerim dışında, ben aynı zamanda bir anlambilimciyim. Anlambihm, doğru kelimeleri kullanma bilimidir ve gelenekte irşad eden birisi için, kelimeleri tam ve doğru biçim de seçmek çok önemlidir. Derin ve önemli meselelerden söz ediyoruz, bu nedenle yanlış anlaşılmak istemem. Söyledikleri mi çokça tekrar etmemin nedenlerinden biri de budur. Bir anlambilimci olarak, batı medeniyetinin "bağ" kelime sini türetmiş olmasını çok ilginç buluyorum. Çünkü bu, her şeyi kapsayan, her durumda kuUanılabihr bir kelime. Birisine, "Bu kişiyle bir bağım var" derseniz, "evet" derler, bu iyi, güzel ve kabul edilmiştir, sorun yoktur. Kastettiğiniz şeyi anlarlar, siz de öyle. Bu kelime, batıda savunma olarak da kabul edilir. Çünkü, bu kelimeyi bir konuşmada kullandığınızda, biraz ön ce bahsettiğim aydınlar hariç herkes, tartışmaya gerek kalmak sızın bunu kabul eder. Bağ kelimesi, iyi ve mutlu bir duyguyu, bir şeye duyulan sevgiyi, birliktelik duygusunu kapsar; bağ, ol dukça geniş bir kelimedir. Neden "bağ" kelimesinin bir savunma olarak kullanıldığı nı söylüyorum? Çünkü ne yazık ki, batıda derin duygular o ka42
dar kişisel, gizemli ve ürkütücü sayılıyor ki, bu duygular hak kında konuşulmuyor. İnsanların bazen, "Şöyle şöyle bir yere gittim ve biraz tuhaf hissettim" demesi gerekiyor çünkü. Sözde Batı medeniyetinde, derin bir düzeyde iletişim kurmak, konuş mak veya hareket etmek için yalnızca birkaç fırsat vardır. Bir insanın mekan ya da nesne hakkında içinde merak duygusu uyandığını söylemesi, kendisini bir khnikte ya da psikiyatrın yanında bulması demektir. Ancak, "Sana söylüyorum, bir şey hissettim" dediğinizde insanların geri çekilmesinin doğru ne denleri de vardır Çünkü dünya batıl inançlarla doludur. Batıl inanç korku uyandırarak geri çekilmeye neden olabilir. Bunla rın çoğu, aslında bir tür gerçekliğe dayanır. Örneğin, uzun za man önce bir şey olmuş ya da birisi bir şey yapmıştır. Ama yıl lar, hatta nesiller geçtikçe yer, kişi veya olay bir karışıklık ha vasına bürünerek,.aslında gerçek olan şey, batıl inanca dönüş müştür. Çok tanıdık bir örneği ele alalım; birisine "işlerin na sıl gidiyor?" diye sorduğunuzda, "îyi" deyip tahtaya vurur. "Bü kemediğin eli öp" mantığıyla hareket eden bazı profesyonel ila hiyatçılar, bu batıl inançların çoğunu açıklamıştır. Tahtaya vur ma olayında da, "Bu, sembolik olarak. Kutsal Haça dokunmak tır" açıklamasını getirirler. Bu doğruysa, gerçekten iyi bir sebep; neden olmasın ki? Ama gelenekte biz, tahtaya vurmanın kaynağını biliyoruz. Eğer birisi, kendisini endişelendiren, yüksek miktarda negatif elekt rik taşıdığı bir durum veya ruh hali içindeyse, bu negatif elekt riği aktarmak için toprakla bağlantılı tahta, taş gibi doğal bir madde bulmak gelenekte yalnızca bir adet değil, aynı zamanda teknik olarak çok yararlı bir davranıştır. Bu, bilinçli olsun ya da olmasın faydalı bir davranışsa "Bı rakın tahtaya vursunlar" diyebilirsiniz; ama ben diyorum ki, "Evet, bırakın tahtaya vursunlarama tahtaya vururken neyaptiklannı da bilsinler." Burada, yine aydınlar devreye girer ve "Ama bu otomatik bir tepki, bu yüzden bilinçli sayılmaz" derler. Bir ke reliğine de olsa, bu konuda aydınların bakış açısını paylaşıyo rum. Çünkü eğer kişi tahta ya da taş gibi doğal bir maddenin 43
işlevlerinden birinin negatif elektriği toprağa iletmek olduğu nu biliyorsa, tahtaya vururken şöyle düşünmesi gerekir: "işte negatif elektrikten kurtuluyorum." Böyle olduğunda hareketleri nizi bilinçli bir şekilde değiştirir ve güçlendirirsiniz. Avrupa'nın bazı kesimlerinde, örneğin İngiltere'de yeşil uğursuz sayılır, ayın onüçû cumaya denk geldiğinde insanlar evde oturur. Peki, yeşil ve ayın onüçûnün cumaya denk gelme siyle ilgili bu batıl inançlar ne zaman başladı? Bunlar ne anla ma gelir? Haçlı Savaş lan'ndan önce yeşilin uğursuz sayılmayışı bir tesadüf değildir. Haçlılar ilk Haçlı Savaşı sonrasında Filis tin'den, yeşil renginin uğursuzluğuna dair güçlü duygular bes leyerek döndüler. Ayrıca Cuma da Müslümanların kutsal günü dür. Onüçe gelince; hepimiz Son Yemeği biliyoruz. Bu nedenle her şeyi kendi haline bırakacağınıza, hepsini bir araya getirir seniz, bütünsel bir batıl inanç elde edersiniz. Peki, batıl inanç konusuna neden değindim? Çünkü, eğer enerji ve bağlantının devamlılığından bahsediyorsak, eğer tek nikleri kullanacak, onlardan yararlanacak, dahası onlara inanacaksak, daha doğrusu inanacaksanız, nesiller önce büyük usta ların tam olarak oluşturduğu ve hâlâ işe yarayan bu teknik ve evraddan faydalanmak için birçok nedeniniz olduğunu göre bilmelisiniz. Omza tuz dökme hurafesinin yerine geleneği getirmenizi önermiyorum. Tahtaya vurma örneğini, pozitif bir fikrin yüz yıllardır nasıl ayakta kaldığını, günümüze neredeyse tesadüfen nasıl ulaştığını göstermek için kullanıyorum. Bu böyleyse, bi linçli biçimde oluşturulan ve kesinlikle işe yarayan teknikler bunlardan çok daha geçerlidir. Kişi, kendisini gelenekteki bir virde teslim ediyorsa, belli bir olastia bu duyuların m ü m k ü n olduğunca çoğunu kullanmaya çalışmahdır. Kişinin bir insan olarak sahip olduğu bu gerçek duyulara da hayal gücü, hüner, mal varlığı ve hafıza gibi özelliklerini eklemelidir
44
Diyebilirsiniz zılarını geliştirmek sa, bir sanatçı, bir grajiker de eserine sıl kullanılıyor?"
ki: "Bir dakika. Hayal gücü, bu duyuların ba ve güçlendirmek için kullanılabilir Ne de ol müzisyen, bir ressam, bir heykeltıraş ya da bir ilham ve hayal gücünü katar Ama fantezi na
Batının, fantezinin gerçek olmadığı şeklindeki tanımlama sını bir kenara bırakarak, fanteziden hayal gücünün bir yönü olarak söz ediyorum. Kullandığınızın aslında fantezi olduğunu anlarsanız, içinde yaşamadığınız sürece, fanteziyi çok iyi yön de kullanabilirsiniz. Yetenek ve kabiliyetlerinizi bir virdde kullanırsınız; ama önce yeteneğin tarifini yapalım. "Şu adam çok yetenekli bir sa natçı, yazar ya da müzisyen" denir; ama insanların yetenek ola rak saymadığı ya da nasıl kullanacağını bilmediği daha birçok yetenekleri vardır. Veya kendilerine, "Bu yeteneği kullanmak için yeterli değilim" derler çünkü batıda, böyle bir şeyin farklı, özel "yüce" bir yetenek gerektirdiği söylenmiştir. Ya "çok yete nekli" olduğunuz ya da "yeteneksiz" olduğunuz düşünülür. İn sanlar genellikle, "Ben yalnızca biraz yetenekliyim" demez çünkü böyle söylerlerse, susturulurlar. Aslında insanların, kendileri tarafından bile keşfedilmemiş yetenek ve kabiliyetleri vardır. Kişinin sahip olduğu yetenek lerden biri, yalnızca belli bir durumda ortaya çıkabilir ve bu yeteneği kullanma fırsatı, kişinin bu yeteneği fark edeceği ka dar sık yaşanmamış olabilir Örneğin, Nakşibendilik usulüne uyan, bunu kullanan ve okuyan birisi, "Ben bu işi iyi yapıyorum" ya da "Bu işi yapmak tan hoşlanıyorum" diye düşünebilir, bu da o yönde bir yeteneği olduğuna dair içinden gelen bir sinyal olabilir. Burada çok hassas etkenlerden söz ediyoruz. Böylesi bir durumda yanlış bir karışım uygular ve "Benim fantezi yetene ğim var" derseniz, muhtemelen bir modacı veya buna benzer bir şey olarak çok para kazanırsınız. Ama bir teknisyen, mü45
hendis ya da iş adamıysamz ve işinizde fantezi yeteneğini kul lanırsanız kaybedersiniz. Bu nedenle, belli yetenek ve kapasite leri, daha önceden bildiğiniz belli şeylerle eşleştirir, doğru şeyi doğru zamanda yapmayı öğrenirsiniz. Ben, elbette, size bir birey olarak, gelecekte belli bir za manda ne yapmanız gerektiğini söyleyebilirim. Ama tabii ki bunu yapmayacağım. Çünkü benim işim, kristal küreye bakıp kehanette bulunmak değil. Benim yapabileceğim ve yapmam gereken şey, size uygun bir durumla karşılaştığınızda, bu fark lı duyuları maksimum kullanma yeteneğini vermek. Benimle birlikte kilitlenirseniz, elimden geleni yaparım. Düşünce ve davranışlarınızı kontrol etmek için değil, sizi bütünsel hareket etmeye sevk etmek için. Bir de servet kelimesi var; bu ne demek? Servet, bankada ki paranız, arabanız, eviniz ya da mobilyalarınız anlamında ol mak zorunda değildir. Bu bir tür evrensel kelime olduğu için bunu açıklamalıyım. Gelenekte servet, kişinin kapasitesinin ve yeteneklerinin bir parçasıdır. Bilgi ve deneyim servetinizin par çalarıdır. Bankadaki paranızı nasıl belli şeyler için kullanıyor sanız, bilgi ve deneyiminizi de belh durumları düzenlemek ya da etkilemek için kullanırsınız. Diyehm ki, belli bir miktarda paranız var ve bu parayla bir saat, bir mücevher ya da bir ara ba alıyorsunuz. Yani bir serveti diğer bir servetle değiştiriyor sunuz. Aldığınız servet çalışır onu kullanırsınız. Gelenekte, bilgi ve deneyiminiz de aynı şekilde çalışır. Bir durumda, ken di bilgi ve deneyiminizi kullanarak, karşılığında buna ilave bir şey alır, bunu da içsel gelişim arayışınızda kullanırsınız. Burada yazdığım kelimelerin listesi çok kapsamlı değil ama yararlı. Çünkü insanlara, ashnda ne kadar pozitif şeye eri şebileceklerini göstermek gereklidir. Temelde insanın iç varlığı muazzam bir gelişme ister ve buna kapasitesi de vardır. İnsan da bunu ister çünkü bu iç açlığın bir parçasıdır. İnsanların zihinlerindeki karmaşa ve meşguliyetlerin birçoğunun kaynağı, insanların işler, toplum veya başka şeyler yüzünden gelişmele46
rinin engellendiğini düşünmeleridir. İnsanların, içlerindeki pozitifi kullanma imkanları ve fırsatları, sandıklarından çok daha fazladır Biraz önce dediğim gibi, insanlar "Şu faaliyet ya da durumun gelenekle bağlantısı nedir?" diye soracaklar. O faali yet, kafalarında gelenekle hiç ilgisi olmayan bir şeyin içinde sı nıflandırılmış olabilir ve böylece pozitif öğe ile kendileri arası na gerçek bir engel oluşturabilirler. Bu iyi haberdi. Kötü haber ya da tablonun olumsuz yönü nün oram ise çok küçük veya daha küçük görünebilir. Etkenlerden birinin adı "ego"dur. Egonun tanımlanması gerekiyor. Egonun kibir ya da gururla bir ilgisi yoktur, insan lar benim bir egomanyak olduğumu düşünüyor; bunu biliyo rum. Egonun olumsuz anlamı, insanların bazı şartlanmış veya kişisel değerleri gerçek değerlerin üstünde tutmasıdır. Burada ki tehlike ego, hayal gücü ve fantezinin birbirleriyle bağlantılı olması. Ego, batıdaki bazı insanlarca, kişiliği kontrol etmenin bir parçası olarak tanımlanmıştır. Eger birisini ego kontrol ediyor sa, b u n u n nedeni kişinin, egoyu tanımak ve kontrol etmek için doğru adımları atmamış olmasıdır Ego, çoğu zaman insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan kendini koruma güdüsü ile ka rıştırılır. Kendini koruma, insan olmanın bir numarah önceli ğidir ve gayet doğaldır. Ama kendini koruma etkeni zorlamaya dönüşünce, -ki bu, insanları körleştirmeye başladığı noktadır,0 zaman yanlışlar başlar Bu odadaki herkes istisnasız, kendi çıkarından bağımsız olarak buradadır. Bazılarınız, "Evet, biz insanlık için buradayız" gibi harika şeyler söyleyecek ama kendi çıkarınızdan başka bir itici güç varsa, burada ne yapıyorsunuz? Her şeyi kapsayacak kadar kendi çıkarını düşünmek yanlıştır; ama bir birey, "Ben kendimi geliştirmek ve inşallah bunun sonucunda da, aileme, çev reme ve toplumuma yararh olmak için gelenekteyim" derse, bu doğru olur. Bu, akıllıca kendi çıkarını gözetmek, gerçeği görüp kullanmaktır. 47
Son etkene de şimdilik yalnızca değinip, daha sonra açık lama yapacağım. Negatif yönlerinin yanı sıra, olumsuz anlam da birlikte hareket eden ve birbirlerine yardım eden etkenler ego ve engellenmedir. Engellenme, her çeşit insan davranışı için geçerlidir. İş alanında engellenme, cinsel engellenme, eko nomik ya da toplumsal engellenme ile karşılaşabihrsiniz ve bü tün bu engellenmeler, sorunların birikmesi gibi birikirler: "Ben sürekli engellaıiyorum" ya da "insanlar beni engelliyor, herkes bana karşı." gibi. Bu farkh engellenme alanlarını ele alıp bun ları çözme yönteminiz de bir tekniktir. Engellenmeleri tanım lamaya çalışır, gerçekten var olup olmadıklarına ve ne yapabi leceğinize bakarsınız.
48
Enerjiyi İletmek insanların sorunlarından ve bu sorunları dile getirme yön temlerinden bahsetmişken şunu söylemek gerekir ki, bütün so runlar birer d u r u m d u r ama her durum bir sorun değildir. Bir durum, bir sorun olabilir ama böylesi bir sorun kendisiyle ilgi li bir yapılanma olmaması nedeniyle, yalnız başına da görüne bilir. Aynı şeyin, engellenmeler için de neredeyse doğru oldu ğu söylenebilir. Asıl kelimeye ya da bağlama baktığımızda, en gellenme nedir? Bu kelime veya kavram, çok sayıda yoruma açıktır. Engellenme, kişinin kadın mı erkek mi olduğuna, ailesi ile olan geçmişine, toplumsal olaylara vs. bağlı olarak değişebih r Bu nedenle, kişinin, içini rahatlatmak için belli bir şeyi gös terip adını engellenme koymasından önce, bu kavram incelen melidir. "Bir dakika; batıda, kişi, sorunlarını ya da yaşadığı en gellenmeleri bir profesyonele götürür ve bunları kendisine açıkla masını bekler" diyebihrsiniz. Onlar da size, bunun aslında "do ğum öncesi bir etfei"den kaynaklanan bir engellenme olduğunu söyleyebilirler. Bu doğru olabilir de olmayabilir de. Kişinin, kendisine dikkatle bakabilme kapasitesini geliştir mesi gerekir. "Bunu zaten yapıyoruz. Önünde saçımızı taradığı mız, tıraş olduğumuz vs. aynalarımız var" diyebilirsiniz ama be nim kastettiğim bu değil. "Evet, siz bize, kendimizX incelememi zi söylediniz, biz de bunu yapıyoruz, kendimize bakıyoruz." Ha yır! Bunu yapmıyorsunuz. En azından, yararlı biçimde yapmı yorsunuz. Maalesef batıda insanlar, kendilerini kullanmamaya şartlanmıştır. Kimse iç varlığına kendisinden daha yakın ola maz. Bu varlık, neler yaşandığını, kişi üzerinde hangi etkilerin rol aldığını bilir. Bu, kişiye sinyaller gönderir ama şartlanma dan dolayı bu sinyaller genellikle göz ardı edilir. İnsan yalnız ca kendisinin mantıklı ve entelektüel bir varlık olduğunu dü-
49
şünürse, yaptığı şey, sadece gerçekten mantıklı olan kanaatleri sindirmek olur. Elbette herkes, "Hayır hayır, ben çok mantıkhyım ve önerilere açığım" der. Ama yeterince açık değilsiniz. İç varlıktan gelen sinyaller ya da duygular çoğu zaman göz ardı edilir. Çünkü yeterince ince bir yolla sunulmazlar. Örneğin, bu sinyaller iç duyudan veya iç açlıktan gelirse ve kendilerini di ğer duyuların kullandığı yolla sunmazlarsa, çok belirgin olsa lar bile umursanmazlar. Nasreddin Hoca, birkaç ay bağda çalışan komşusunu izle miş. Kendisi bağcılıkta ustaymış. Haftalar, aylar geçmiş ve Ho ca, k o m ş u s u n u n yanlış dallan budadıgını, yanlış gübreler kul landığını gördükçe şöyle düşünmüş: "Bu adama, kendisine yar dım etmeyi önereceğim ama bunu açıkça söylemek ve ben her şe yi bilirim havası uyandırmak istemiyorum. Bu yüzden bunu be lirtmenin en iyi yolu, bana danışabileceğini ona göstermek" Sonra, gidip iki tarla arasındaki duvara yaslanmış ve ada mı izlemeye, ona gülümsemeye ve arada bir başıyla, yaptıkları nı onaylamaya başlamış. Adamın yanlış bir şey yaptığını gördü ğünde de, 'böyle olmaz' dercesine kafasını sallıyormuş. Ama b u n u n bir faydası olmamış çünkü adam onu önemsememiş. Hoca da kendi kendine demiş ki, "Her sabah saat on bir gibi çay ocağına gidiyor O zaman ben de gidip orada oturayım ve ona, eri şilebilir oluğumu göstereyim." Gidip çay ocağında birkaç hafta oturmuş. Adam "Hayırlı sabahlar" deyip oralı olmamış. Hoca şöyle düşünmüş: "Onunla iletişim kurmak için daha ne yapayım, bilmiyorum; çünkü ona yardım etmek istediğim o kadar açık ki. Duvarın öbür tarafına bakıp benim asmalarımın güzel ve verimli olduğunu görerek bunlan kendisinin verimsiz asmalarıyla karşı laştırabilir Bu da kesinlikle, onu yardım istemeye teşvik eder" Her şeyi denemiş ve sonunda gidip bir uzmana danışmaya karar vermiş, şünmüş. Danıştığı uzman; "Evet, sizin anlattıkla rınızdan çıkardığım sonuç, bu kişinin yazıdan anlayan bir tabiat ta olduğu... Borcunuz iki dirhem" demiş. Hoca, iki dirhemi öde miş ve "Evet, yazı" diye düşünmüş. Eve dönüp beş metre enin50
de iki metre boyunda bir kağıt alarak üzerine şöyle yazmış: "Buradan çok da uzakta yaşamayan, asmasını doğru dürüst kesemeyen ve çok belirgin bir şeyi bile göremeyen aptal bir adam var" Daha sonra kağıdı, komşusunun tarlasına bakan iki uca asmış. Sonra eve dönüp pencereden bakmaya başlamış; birazdan komşusu dışarı çıkmış, kağıdı okumuş ve gidip Hocanın kapı sını çalmış. Hoca kapıyı açınca, adam şöyle demiş: "Nasreddin, sen sanırım bana bir şey söylemeye çalışıyorsun." Nasreddin Hocayı ve ne hissettiğini anhyorum. Bazen çok belirgin olan şey fark edilmez; çünkü çok belirgindir. Bu yeni bir düşünce değil.ama çok sık karşılaşılan bir durum. Bu kadar belirgin olan şeyler, bütünsel hareket düzleminden bakıldığın da daha da belirginleşmekle kalmaz, imlenmiş olurlar. Engellenmenin basit bir tanımı şöyle olabilir: Kişi bir şeyi başarmaktan belli durumlar nedeniyle alıkonur; bu durumu en iyi analiz edecek olan da kişinin kendisidir. İlk analiz ve çalışma, duruma uygun duyu ve yetileri ola bildiğince fazla kullanarak kişinin kendisi tarafından yapılmahdır. Bu mantıklı bir düşünme sürecidir ve çok yeni bir şey de ğildir, Buna farklı bir nitelik kazandıran şey yeni terimler, yeni duyular ve bunlara ek olarak geleneğin enerjisini kullanmaktır. "Benimle kilitlenin" diyebilirim, diyorum da. Bu sizin so runlarınıza ortak olacağım anlamına gelmiyor Çünkü benim görevim, ya size onları çözecek teknikleri sunmak ya da doğru yolu göstermektir. Sizin yerinize bütün problemleri çözmem, sizin sorun çöz me yeteneğinizi zayıflatır Bu anlaşılır ve herkes bunu kabul eder Ama dediğim gibi bu farklı bir aşama, bilinçli hareketin yüksek bir seviyesidir. Bu, "Merak etmeyin Şeyh efendi bir çaresini bulur" demek değildir Belirli durumlarda ve bu durumla ilgili kişi ya da ki şilerin bundan öğreneceği şeyler varsa, evet bu gelenek için ya rarlı ve değerlidir 51
Yine tekrarlıyorum: Size yardım etmeme izin verin ve bu nu birlikte yapalım. Kişinin sakin ve doğal bir şekilde inceledi ği ve b u n u n bir engellenme olduğu sonucuna vardığı bir du rumda, buna bir çözüm bulmak için kişinin en başa dönmesi gerekir. Bu yeni bir şey değildir. Yeni olan şey bir desteğe, bir enerjiye ekstra bir itici güce sahip olmanızdır. Eğer engellenme sizi bir şeyi başarmaktan alıkoyan bir şey ya da şeylerse ve bu etkenleri tanımlayabiliyorsanız, kendinize "Şeyh efendi bu durumda ne yapardı?" diye sormazsınız. Bunun yerine, bu engelin yerini bulur, sonra da çok belirgin olan bu engeli irdeleyerek sorunu çözmüş olursunuz. Sıkıntı oluşturan bir faktörün önemini abartmak insanın zayıflıklarından biridir. İnsanlar bunu konuşmalarına yansıtır; bir şey " berbat", "korkunç" ya da "inanıîmaz"dır ve bunun n e kadar dehşet verici bir şey olduğunu dört-beş kişiye söyledik ten sonra, kendileri de gerçeğin söyledikleri gibi olduğuna inanmaya başlarlar. Bu, insan doğasının üzücü bir yönüdür; çünkü.yapmak istemediği ama yaptığı bir şeydir. Burada belli bir derecede kendine önem verme vardır. Kendinizle konuşurken kurduğunuz bağ sırasında, örne ğin, Nakşibendi Tarikatı'nı benimsemişseniz, kendi gözünüzde önemli olmak istemezsiniz. Ne de olsa, kendinizle dürüst de necek bir iletişim kurarsanız, bu duruma neden olan etkeni ya da etkenleri zaten biliyorsunuzdur. Bu nedenle, geleneğin enerji desteğini kullanarak en kısa zamanda bir çözüm bulmak yalnızca gerçekçi değil, ayrıca kendinize karşı kibar ve düşün celi bir davranış olur. Geleneğin enerjisi dediğimde, evrensel bir kavramdan bahsediyorum. "Sorun numarası: 17, Sayfa: 22, şöyle yapın" diyen büyük bir kitap yok. Böyle bir kitap olma masının.nedeni, insanların çoğu zaman göz ardı ettiği bir et kendir: Zaman Doğru şeyi yanlış zamanda yapınca sonuç alamazsınız. Doğru zamanda yanlış şeyi yapınca da sonuç alamazsınız. An cak, içselleştirdiğiniz gelenek desteğiyle kendi belirieyeceginiz 52
doğru zamanda doğru şeyi yapmak ya çözümün kendisidir ya da en azından çözümü gösterir Çözüm üretmekle çözümü gös termek arasında bilerek bir ayrım yapıyorum. Çünkü gelenek, duruma ya da bağlama göre bir çözümü göstermek için içinizde gelişir. İçinizde gelişir diyorum; bunu yapmak için si zi bir kukla olarak kullanır demiyorum. Diğer durumda ise, bütün duyularınızı kullandığınızda, çözüm kendiliğinden orta ya çıkar. Ortaya çıkan çözümü uygulayıp uygulamamak sizin sorumluluğunuzdadır. Çözümün size gösterilmesiyle ortaya çı karılması arasındaki fark budur. İster gösterilmiş ister ortaya konulmuş olsun, her iki durum da kaynağını geleneğin enerji sinden alır..Ancak, sizin halis niyetiniz olmadan bu durumla rın ikisi de gerçekleşmez. Bir çözüm ararken gelenekle uyum içindeyseniz, bu başarmanız için yeterlidir. Geleneğin enerji sini yalnızca bir tür şans büyüsü olarak görüyorsanız, bu işe yaramaz. "Her şey yoluna girecek, şeyh efendi hizimle ilgileni yor" Evet ilgileniyorum, kendimle de ilgileniyorum. Ama eğer bu kişinin niyetini ya da isteğini zayıflatıyorsa böyle yapmıyo rum. Hiç bir şey yapmadan bir şey elde etmeyi beklemeyin. He pimiz Nasrettin Hoca'nın hikayesini biliriz: Nasrettin Hoca bir gün, bir ağacın altında ağzı açık yatıyormuş. Oradan geçen bi ri sormuş: "Hoca, niye orada ağzın açık yatıyorsun?" Hoca şöy le demiş: "Eğer kaderimde varsa, elmalardan biri ağzıma düşer" Bir melek oraya giderek elmalardan birini koparıp silse, soysa, dilimleyip lokma lokma ağzına verse bu çok hoş o l u r Ama Nasrettin Hoca da biz de biliyoruz ki, elma düşmezse siz onu düşürmelisiniz; ağacı silkelemelisiniz. Rûmî, Sâdî, Hafız, Câmî, Hayyam ağacın nasıl silkeleneceğini tarif etmemiştir. Geleneğin ağacı silkeleme tekniği nasıldır? Gelenekte doğdum, gelenekte büyüdüm ve gelenekte eği tildim. Daha sonra geleneği öğretmek üzere dışarı gönderildim. Bir ağacın nasıl silkeleneceği bana öğretilmemişti ama her nor mal çocuğun bildiği gibi, küçük bir çocukken bunu öğrenmem çok zor olmamıştı. Ne yazık ki, sözde yetişkinler olmaya baş53
layınca bu çocuk içgüdüsünü kaybediyoruz. Çocuklara yer çe kimi kuvveti teorisini kim öğretir? Kimse... Temel içgüdüleri onları, eğer yeterince büyüklerse ağaca tırmanmaya, değillerse ağacı silkelemeye iter. Bir kişi, toplum ya da bütün bir medeniyet, bilinçli olarak istemese de, kendi önüne engellemeler koyabilir. Bu engellen meler gözlem eksikliğinden ya da önemsememekten kaynakla nabilir; "bunu yapamayız" veya "bunu yapamam" gibi. "Ben böyleyim" veya "Biz böyleyiz işte" der ve noktayı koyarız. Bir engellenme durumu varsa ne yapılmah? Farkı bir bakış açısıyla değerlendirelim. Kişi, engelin ne olduğunu, kendisini başarmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu incelemelidir. Diğer tavır ise, kişinin başarmak istediği şeyi in celemesi ve kendisinin fiziksel, zihinsel ve diğer kapasitelerine dair bilgileri temelinde, hedeflediği şeyin gücü dahilinde olup olmadığını incelerken dürüst olmasıdır. Kişi belki de, çok yük sek bir şey hedeflediği için başaramıyor veya yanlış duyu ya da yanlış yeteneğini kullanıyordun Kişi kendi içinde bu incelemeyi yaptıktan sonra, eğer he definin biraz yüksek olduğu izlenimini edinirse, başarmak is tediği amaca daha gerçekçi yaklaşıp daha fazla odaklanarak bu nu biraz küçültebilir. Eğer sonra, "Gerçekçi düzeyde, bir şeyi başarmayı hedefliyorum ve, içimde, beni bu hedefe ulaşmaktan alıkoyan bir şey bulamıyorum" diyorsanız, bütünsel hareket denen çok açık, belirgin ve olumlu bir adım atmış olursunuz. Bütünsel hareketin hangi alanlarda işe yaradığını tanımlamak zor bu karmaşık olduğu için değil, işe yaradığı milyonlarca du rum olduğu için. Hedeflediğiniz şeyin mantıklı ve elde edilebilir olduğuna karar verip bunun üzerinde dürüstçe düşünmenize rağmen ha reketlerinizi ya da hareket gruplarınızı birleştirmiyorsanız, bu amacın yerine getirilmeyişinden doğrudan siz sorumlusunuz. 54
Gelenekteki hiç kimse, bir sorun ya da engellenmeyle karşı karşıya olduğunu söyleyemez. Yalnız olduklarını zannedebilir ler; ama onlara çözüm noktasında yardım etmem veya çözümü göstermemden, benim yanlarında olduğumu anlayabihrler. Hepiniz kesin olarak biliyorsunuz ki, insanlar bana gelip bir soruları olduğunu söyleyince, sevinçten uçmuyorum, Çünkü, genellikle yalan söylüyorlar, aslında on tane soruları var. Dikkatinizi çekerim, aslında ben soru sorma şevkinizi azaltmıyorum. Birisinin sorunun cevabına ihtiyaç duyup duy madığını, bunu sorup sormadığını bilmek, benim gücümün, bilgimin ya da yeteneğimin bir parçası. Bunda saçma ya da do ğaüstü bir şey yok. Bu, insanların geliştirdiği bir ustahk. Bir yandan, "Aslında soru sormanızı teşvik etmiyorum" veya "Gerçekten bir soru sormanız gerekiyorsa, kısaca sorun" diyor, bir yandan da, "Bana güvenin, ben erişilebilirim" diyorum."Bun da bir zıtlık yok mu?" diye düşünebilirsiniz Bu cümleler arasın da aslında bir zıtlık yok çünkü, yapabileceğimiz işbirliği, yal nızca soru-cevap şeklinde değil. Her yöntemi deneyebilirsiniz. Yıllar boyu çile, namaz ve oruçtan sonra, insanlar bana bir şey sormakta tereddüt ettiklerinde şöyle düşünüyorum: Genellikle doğru soruyu bulamıyor, ya da onlara vereceğim şeyi istemi yorlar. Bunun nedenleri çoktur. Aranızda daha nazik ve yar dımsever olanlar, "Soru sormuyoruz çünkü onu sıkmak istemiyo ruz" diyor. Bazıları soru sormuyor çünkü gerçekten çok iyi bir soru bulmak için yıllarını harcamışlar. Bazıları ise, benim yar dımımı istemiyor veya bu tür bir yardım ya da hizmetin, renci de edici olacağını ve benim asaletime yakışmayacağını düşünü yor Kişinin, süzgeçten geçirilmiş bütün zihinsel olasılık ve se çenekleri dürüstçe değerlendirerek, gerçekliğe ya da gerçekliğe yakın bir duruma ulaştığı zamanlardaki bütünsel hareket ala nından söz ediyorum. Bu nedenle, bütün bu aşama, nitehk ve yeteneklerin kişi tarafından hayata geçirildiği ve kişinin, bun ların sorumluluğunu öylesine değil, kilitlenmeyi bir araç ola55
rak kullanarak yüklendiği bir bütünsel hareket alanına giriyo ruz. Kilitlenmeyi mercek gibi bir araç olarak düşünmeye çalı şın, etrafta birçok nitelik ve duyu, merkezde de bunları bir ara ya getiren ve odağı oluşturan kihtlenme aracı var. Bu odak, ya ni kişiyle araç arasındaki mesafe sabit değildir. Bu yüzden kişi bu işlevlerden olabildiğince çoğunu kullanabilir ve bu araç ya da.aleti, işlevlerin hepsine birden odaklanabilecek şekilde ha reket ettirebilir. Kilitlenme aracıyla kişi arasındaki boşlukta teknik anlamda olan şey, etki ya da sinyal bir alandan geçer ve gelenekten yararlı enerjinin de alınmasıyla kişiyi etkiler. Bu basit bir dinamiktir. Gerçek dünyada farklı etkenler vardır, insan bu yetileri kullanmaya alışıksa veya bu konuda deneyimliyse bir, iki, üç tanesini veya bunların bir kombinas yonunu seçerek odaklanma aracı yoluyla kullanır. Kişi yanlış bir şekilde de odaklanabilir; böyle yaparsa bir şey olmaz. Bu nedenle kişinin şöyle söylediği bir durumla karşılaşabilirsiniz: "Şu şu duyu ve nitelikleri kullandım, hepsini hu kilitlenme nokta sına getirdim ve hiç hir şey olmadı." Bunun ardından, suçlama, suçluluk, bahane bulma ve mantığa uydurma sürecine girerler. Bazen odaklanmayı tekrar, iki ya da üç kez daha ayarlamaya ça lışır ve sonuçta bunu başarırlar. Bazen de, "Çaresi yok, dene dim" diyerek her şeyden vazgeçerler. Kaç kere denersiniz? Doğru yapıncaya kadar. Yararlı du rumların çoğunda yarı-doğru diye bir şey yoktur. Doğruysa, bunu bilir ve hissedersiniz. Eğer bu teknikte, ek olarak benim erişilebilirliğimi kulla nıyorsanız, sizden daha kesin bir hareket isteyebilirim; isterim de. Daha fazla zaman veya daha fazla çaba değil, beni ilgilendi ren yalnızca biraz daha kesinlik. Bu sizi mutlu da edebilir, üze bilir de. Çünkü "Her durumda, sürekli sinn dikkatinizin üzeri mizde olduğunu sanıyorduk" diyebilirsiniz. Cevap hem evet hem hayır. Kişi, benim yoğun dikkatime ihtiyaç duyduğu bir nokta ya ulaştığında, bunu elde eder. Dikkatinizi çekiyorum; bazen bunu istemeseler de dikkatim üzerlerinde olur. Daha önce de 56
dediğim gibi, işimle gurur duyuyorum ve yeteneklerimi olduk ça önemsiyorum. Bu bile, müthiş olmayan bir avuç insanın be ni alt etmesine izin vermeyeceğimin teminatıdır Aslında, basabileceğiniz bir düğme var ama fark etmiyor sunuz. Çünkü üzerinde 'buraya basın' yazmıyor. Bu düğmeye, insanın iç ihtiyacı basar. Eger, farklı düzeylerde iletişim kurdu ğumuz fikrini yerleştirirsek, ki bu doğrudur, o zaman sizi her düzeyde gözlemleyebilirim. Bu, kaosa bir davetiye gibi görünebiür.ama insanların as hnda bu düğmeye yeterince sık basmadıklarını fark ettim. Bu nun neden kaosa bir davetiye olarak göründüğünü anlıyorsunuzdur; herkes "doğru" diyebilir ve aynı anda düğmeye basma ya kalkabilir. Bir mürşit ile müridi arasındaki sinyal ve enerji alışverişi, çok sıradan bir seviyeden yüksek bir seviyeye kadar her düzey de olabilir. Ben, bir mürşit olarak, her ilişkiyi çok yüksek bir düzeye çıkarmaya çalışmıyorum çünkü hayat devam ediyor ve diğer düzeylerde de gelişiyor. Daha sıradan düzeyler olarak gö rebileceğiniz alanları etkilersem ya da bunlara müdahale eder sem, bu, insanların hayatına müdahale etmek değil, onların ha reketlerini güçlendirmek ve düzeylerini geliştirmek içindir. Ben, en iyi mürşitler olarak düşündüğüm insanlaf tarafın dan yetiştirildim. Bu kişiler, geleneğin bütün tekniklerine ha kim mürşitler olmanın yanı sıra, benimle ilgili ekstra bir yeti ve bilgiye sahiptiler çünkü biri amcam, biri babamdı. Bu onla ra, benim üzerimde daha fazla avantaj kazandırıyordu. Dürüst çe söylemek gerekirse, bu benim için daha zordu, ya da daha az kolay (gerçi öğretmeyi öğrenmekle ilgili kolay hiçbir şey yoktur). Küçük yaşımdan itibaren öğrenmeye başladığım şeylerden biri, eğer hata yaparsam, bu hata ve bu hatanın etkisinin bana birçok farklı düzeyde açıklanacağıydı. Bir uyarıcı veya etkenin, lokal bir etki uyandırmaya yönlendirilebileceğini ya da önce57
den belirlenmiş belirli alanlara dağıtılabileceğini öğrendim. Bu, nesnesi olarak öğrendiğiniz bir yetenektir Bir şey yapar, bir hareket başlatır veya birisine bunu önerirsem; bunu, önerinin kişiyi nasıl etkileyeceği, ne dereceye kadar etkileyeceği ve kişideki dağıhmının nasıl olacağına dair b ü t ü n bilgilere sahip olarak yaparım. Kısacası, buna inanmanı zı istiyorum ki, ben ne yaptığımı biliyorum. Bazı durumlarda, bundan şüphe duyan olursa, her zaman gelip bana "Ne yaptığı nı gerçekten biliyor musun?" diye sorabilir. Ama bunu tavsiye etmiyorum; çünkü o zaman gerçek beni görebihrsiniz. Bu sivil yüzüm çok zayıf olabilir ama gücünü ölçmenizi tavsiye etmem. Yani bana sormayın, beni deneyin. Bunun da, kaosa davetiye veya dikkatsizce yapılmış bir öneri olduğunu düşünebihrsiniz. Ama bence öyle değil; çünkü benim söylediklerime biraz dikkat etmiş olanlar, biraz daha farklı bir alana girmekte olduğumuzu fark etmiştir. Sizi destek leyebilir, size yardım edebilir ve sizi yumuşak bir dille eleştire bilirim; bunu hep yaptım, yapacağım da. Sizi, hızlı ilerleyen değil, yüksek ve güçlü moınentumlu bir programda bana katılmaya davet ediyorum.
58
Mürşidin Dokunuşu Geleneğin bazı temel amaç ve hedeflerinden bahsetmek is tiyorum. Çünkü bu, bir süredir gelenekte olanlar için dahi kendilerine, ne yaptıkları, ne yapmaya çalıştıklarını ve bunu nasıl yapmaya çalıştığını hatırlatmaları açısından yararlı ola caktır. Gelenek, temelde insanlar yoluyla işler. Amacı kişinin iç sel gelişimine uzanan yolda insanlara bir seyahat sunmaktır Daha önce de dediğim gibi, geçmişte ve günümüzde birçok fel sefe var olmuştur. Biz en iyi felsefenin bu olduğunu iddia etmi yoruz, en etkili, yararlı ve uygulanabilir felsefe olduğumuzu iddia ediyoruz. Zamanın başlangıcından beri, insanlar bilgiyi aramış, ba zen bu arayış düşüncesizce olmuştur. Yani, hangi bilginin ne reden alınacağı ve kişinin bunu nasıl anlayacağı kesin olarak belirlenmemiştir Gelenekte biz yalnızca bilgiyi değil, bunun yanında, kişinin edindiği bilgiyi nasıl kullanacağı eğitimini de sunuyoruz. Bu sihirli bir yöntem ya da hızlandırılmış bir süreç değil, zor, hayat boyu süren bir çalışmadır. Ama her aşamada, kişiye ihtiyaç duyduğu araçlar ve bunları kullanma bilgisi veri lir Kimseye söz veremem vermiyorum; çünkü, çabanın yarı sından çoğu kişinin kendisinden gelir. Kendi bilgimi, bu yolu, araç ve teknikleri garanti edebilirim, ama sonrasında bireyin katılımı gereklidir Bazı insanlar, duydukları ya da hayal ettikleri şeylerle ge leneğe girmiş olabilir Bunun, bir anlamda, cennete giden kes tirme yol olduğu izlenimi taşıyabihrler. Elbette herkesin bir fikri vardır Umarım, geleneğe gelip bu yol hakkında biraz da ha bilgi edinince, aradıkları bilginin ne tür olduğu ve bunu 59
kullanmak için nasıl egitilebilecekleri kafalannda açıklığa ka vuşur. Gelenek, zorlu bir çalışma ve adanmışhk gerektirir; bunun karşılığında da yalnızca.kesin bir öğretiyi değil, ayrıca kişinin kullanabileceği farklı türden enerjileri erişilebilir kılar. Batı bağlamında, enerji kelimesini kullanırsanız, bu,.enerjik hare keti, yani "enerjiyi kullanmayı" akla getirir. Gelenek bağlamın da enerji kelimesini kullandığımda ise, farklı nitehklerdeki enerjilere erişimi kastederim; çünkü insanın iç varlığı farklı alanlarda, farlı enerji potansiyelleri kullanır. Bu süreçte sihirli ya da gizemli bir şey yoktur. Belli şartlarda, konsantrasyon yo luyla bir birey veya grup saf enerji üretir. Kişinin iç varlığı, bu enerjiyi beUi durumlarda depolamak veya kullanmak üzere eğitilebilir. Gelenekte sözünü ettiğimiz enerji nicehk olarak değil ni telik olarak ölçülür. Amper ya da volttan değil; iletilen, depo lanan, emilen ve kullanılan çok daha üstün bir enerji biçimin den bahsediyoruz. Kısa vadede, bu enerjinin alımı, kişide mu cizevi bir değişim yaratmaz. Çünkü, geleneğin kanununa göre, enerjiyi yararh biçimde kullanmayacak kişi ya da gruplar ener jiye erişemez. Bu enerji hissedilebihr ya da algılanabilir mi? Genelhkle hayır. Bunu tekrar tekrar söylemem ve batı dünya sındaki insanlara, söz ettiğim şeyin bir şok dönüşüm olmadığı nı sürekli hatırlatmam gerekiyor. Bir kişi ya da grubun aldığı enerjinin miktarı ancak, kişinin içindeki derin varlık tarafın dan algılanabilir. Kişinin iç varlığı enerjiyi tanır ve alır, bunu, kişinin kendisinin oluşturduğu benzer enerjiyle birleştirerek bu enerjiyi kullanmak için yararlı bir fırsat bekler. Birey, iyi ki, enerjiyi nasıl kullanacağını kontrol edemiyor. Neden "îyi ki" diyorum? Çünkü, eğer enerjiyi israf etmek m ü m k ü n olsaydı, insanlar bunu çok iyi niyetle bile olsa, yapar dı. Bu nedenle, enerjiyi, yalnızca geleneğe uyum sağladıkları durumlarda kullanabilmeleri iyi bir dengedir. 60
Dediğim gibi, size, zorlu bir çalışma dışında hiçbir şey va at edemem. Ama bunu hiç şüphe duymadan vaat edebilirim, çünkü siz gelenekte kaldığınız ve ben de burada olduğum sü rece, çok çalıştığınızdan emin olmak için ehmden geleni yapa cağım. Ama belirli bir gelişme ya da çıkar elde edeceğinizi ga ranti edemem. Çünkü enerjinin kullanılması birey olarak siz lere bağlıdır. İnsanlar bana, "Bum yapacağıma samimiyetle söz veriyoj-um ve sözümü sizin sözünüzle birleştirince amacıma ulaşacağı mı umuyorum." demiştir ve demeye de devam edeceklerdir. Dü rüst olarak size "Hayır" demeliyim. Çünkü kişi belli bir za manda, "Kendimi gelenek için çalışmaya, adamaya hazınm" di yebilir, bunu dürüstçe söylüyor ve hissediyor olabilir. Ama ben buna katılmadığımı söylersem, bu onun samimiyetinden şüphe ettiğim için değildir. Bunun nedeni, her insanın sorunlardan, dikkat dağıtıcı ve kala karıştırıcı unsurlardan oluşan günlük dünyasında yaşıyor olmasıdır. Böyle bir dünyada yaşıyor olmak doğal ve normaldir. Fakat bu rahatsızlıkların ve sorunların bazılarının doğal olmadığı söylenebilir. Sorunların çoğu, doğa değil, kişi tarafın dan yaratılır. Peki, eğer insanlar yaşamı kendileri zorlaştırıyorsa, gelenek neden kendini yorup bu saçmalığa bulaşıyor? Ce vap, başlangıçta söylediğim gibidir; gelenek insanlar aracılığıy la işler ve onlar için vardır. Bir boşlukta işlev göremez. Gelenek, evrensel düzenle uyum içinde hareket eder. İnsanoğlu -insanoğlu derken kadınları da kastediyorum bu konuda bir tartışma olmasın. Gelenek içindeki hareket ve so rumluluklar, kadın ve erkek için farklılık göstermez, her iki grup da fırsatları, erişimleri ve zorlu çalışmayı paylaşır. Kadınların daha zarif olmaları ekstra bir özelliktir Şu tür sorular geçmişte sorulmuştur, gelecekte de sorulacağına eminim: "Büyük hocaların yazdığı bir çok kitap var, neden bu kadar azı kadın? Gelenekte neden bu kadar az kadın mürşit ya da evliya var?" Cevap oldukça basit; gelenekte mürşit olabilmek için ge-
rekli özelliklerden biri, kişinin kendisini insanlardan, olaylar dan ve gruplardan yüzde yüz soyutlayabilmesidir. Hatta bazen, kişinin insanlık dışı- vahşi ya da sadist anlamında değil, insan duygusallığı denebilecek şeyden bütünüyle arınma anlamındabir tavır takınması bile gerekebilir. Bu arınma d u r u m u n a ulaş mak hiç kolay değildir ve yaratılış itibariyle, bir kadının bunu başarması çok daha zordur. Gelenekte mürşit ile mürit arasındaki ilişkinin temeli açık tır. Bu temel, iki taraf arasında yapılan ve müridin irşadı kabul ettiği bir anlaşmadır. IVlürşit, irşadı ve müride rehberlik yapma sorumluluğunu üstlenir. Bu serbest bir bağdır, gücünü de bu radan alır. Eğer anlaşmanın tarafları verdikleri sözü yerine ge tirmezse o zaman ikisi arasındaki bağ işe yaramaz. Geleneğin terminolojisine aşina olanlarınız, daha önce kullandığım " zincir" ve "zincirin hağlanülan" tabirlerini hatır layacaktır. "Zincir" ya da "bağlantı" kelimeleriyle yapılan ben zetme, bazı insanların dediği gibi, sizin benim esirlerim olma nız anlamında değildir. Ağır bir nesneyi kaldırmaya çalışan yirmi ya da otuz kişi d ü ş ü n ü n ; bir araya gelip iterek, çekerek veya nesneyi hareket ettirmek için her tür çabayı göstererek onu kaldırabilirler. Bu insanları, nesnenin etrafındaki bir zincirin bireysel bağlantıla rı olarak düşündüğümüzde, nesnenin hareket ettirilebileceğini görürsünüz. Bir grupta, her birey zincirin bir bağlantısıdır ve elbette, her bağlantı diğerlerine bağımlıdır. Yalnızca genel çabanın gü cü için değil, ayrıca hareketin genel uyumu için de. Gruplarda, grup uyumu dediğim şeyi, diğer bir deyişle, belli derecede bir etkinlik, enerji ve işlevi sağlamaya çalışırız. Uyum, farklı enst rümanlar çalan bireylerin oluşturduğu bir orkestra benzetme siyle daha iyi anlaşılabilir. Kulağa hoş gelen bir sonuç elde et mek için bu kişilerin uyumlu çalışıyor olmaları gerekir. Batı dünyasındaki farklı gruplar arasında benim oluşturmaya çalış tığım şey de budur. Bir grup bu uyuma ulaşınca, bir enerji dal62
gası üretir. Buradaki herkes, farklı gruptan bir enerji dalgasıy la bağlantı kurması gereken belli perdedeki bir dalganın, perde tonunda olması gerektiğinin farkındadır Bu sağlandıktan son ra, iki yöne de enerji akışı olur. Farklı grupların ürettiği ener jiler serbestçe ve yararlı bir biçimde akıyorsa, bu, gelenekten pozitif enerjiyi çeker. Sonra da, pozitif enerjiler bir araya gele rek grup ve bireyler için erişilebilir olur. Bu durumda, bireyle rin enerjiyi yeniden, kullan mayı öğrenmeleri gerekir. Buna, nasıl davranacaklarını, konuşacaklarını öğrenerek ve alıştırmalar yaparak başlarlar Bir temel oturttuktan sonra, kendilerine enerjinin nasıl üretileceği, daha fazla nasıl enerji alınacağı ve bunun nasıl kullanılacağı öğretilir Bu eğitim iki düzeyde verilebilir Bunların biri NeanderthaP'dir; yani, binanın temelinde kullanılan harç gibi temeldir. Göz ardı edilemez çünkü bu olmadan iyi bir bina inşa edemez siniz. Geleneğin başlangıç çalışmalarının çoğu harcı karıştır makla eşdeğerdir. Başlangıçta, mürşit kişinin sözde bilinçli zekâsıyla iletişim kurar. Temelde, o kişiyi kendisini dinlemeye teşvik eder, bun dan daha üst düzeyde bir şey yoktur ve bu, bağın ilk aşamala rında kullanılan yöntemdir Buna paralel olarak, bir başka dü zeyde, mürşit, kişinin iç varlığından alınabilecek herhangi bir veri olup olmadığını anlamaya çalışır. Eger bir veri varsa, ileti şimi 3. veya 4. seviyeye çıkarır. Veri yoksa, zamanlamanın o ki şi için doğru olmadığı söylenebilir Çok basit bir temel oluşturulduktan sonra, ki bu dinleme ve anlamaya çalışmadır, kişiyi aynı zamanda uyarmaya, gelenek diliyle "uyandınnaya" uğraşırsınız. Uyanmak, bize gö re, kişinin iç ihtiyacının bilincine varmasıdır. Bu ihtiyacı bana ya da kendilerine anlatmaları, özelliklerini ya da m.iktarını be1 Neanderthal: Homo .sapien,^ neanderthalensis; M.Ö. 100.000-40.000 yılları arasında Avrupa ile Asya'da yaşayan güçlü, kaba fiziksel yapıdaki soyu tükenmiş in.saH türü. (ç.n.)
63
lirlemeleri gerekmez. Yapmaları gereken tek şey, orada bir şey olduğunun farkına varmalarıdır. Gelenekte, ilke edindiğimiz bir deyiş vardır; "insanlarla, anlama kapasitesine göre konuş." Onlarla dili kullanarak konu şurken, varlıklarınız da algılanamayan bir dil ve dürtü yoluyla, birbiriyle konuşur. İç varlık uyanınca, yalnızca kitaplardan bazı gerçekleri de ğil, aynı zamanda, kendisinin tanıyabileceği bir şeyi, yani pozi tif enerjiyi arar. İç varlık kendisini koruyabilir. Birey, siyasi, toplumsal veya başka bir yolla belirli düşünme biçimlerine şartlanmış olabilir; ancak iç varlık şartlanmaya açık değildir. İç varlık herhangi bir şartlanma baskısına yenik düşecek durum da olsaydı, gelenek insan ırkı arasında işe yaramazdı. Yüzyıllar boyu, insanoğlu birçok şartlanmaya maruz kalmıştır ama koru ma, aradan yararlı ve olumlu olan şeyi seçerek onun iç varlığa ulaşmasına izin verir, iyi ki böyle çünkü geleneğin hâlâ işe ya rıyor olmasının nedeni bu. Çoğumuzun bildiği gibi, farklı şartlarda, farklı biçimlerde kullanılacak evradımız, araçlarımız ve derslerimiz var ama is ter bir toplantı, bir ders ya da bir tartışma olsun, hepsinin baş layabilmesi için kesinlikle gerekli olan bir şey var: Bireyin ni yeti. Bu niyet sabit bir düşünce değil, bir şeyi yapmak, elde edilebihr bir şeyi hedeflemek için sakince verilen bir karardır. Karışıklıklar, sorunlar ve zorluklarla dolu bir dünyada amacı na ulaşırken de kendi varlığını koruyabilmek için verilen ka rardır. İnsanın temel içgüdülerinden bir tanesi elbette kendini koruma güdüsüdür. Bir tehdide verilen doğal bilinçli fiziksel tepki, savunma faktörüdür. Varlığın savunulmasından söz edi yorum; çünkü kendini koruma anlamındaki savunma ile varlı ğın savunulması karıştırılmamahdır. Bu hassas bir konu ve ka fanızı karıştırması olası bir noktadır. Çünkü gelenekten yarar lı biçimde kazanç sağlamak için kişinin, kendisini geleneğin etkilerine tamamen açması gerektiğini söylüyoruz. Böyle oiun64
ca da, şartlanmış bir tepkiyle karşılaşıyoruz: "Eğer açık olur sam, negatiften de etkilenirim." Hayır, böyle olmaz; çünkü kişi iletişim ve enerji kanallarını açar, bu kanalların kendi kontrol noktaları ve süzgeçleri vardır. Bu nedenle açık olmak, yenik düşmek anlamında değildir. "Tetikte olmak" tabirini çok sık kullanırız. Tetikte olmak bakıyor, izliyor, arıyor, tanımlıyor ve hissediyor olmaktır. Bu bir gerilim durumu değildir "izleyip bir şey kaçırma ihtimaline karşı tetikte olacağım." Bu, maalesef, daha önce de söylediğim gibi, bir batı önyargısıdır Benim için "eminim" demek yüzde 110 emin olmaktır. Kendimden emin olmalı, bunu kendime söyleyebilmen ve sonra yine kontrol etmeliyi m.. Yaptığı m şeyin düzgünce yürüdüğünden, söylediklerimin en azından bir kıs mının anlaşıldığından ve bazı durumlarda, gönderdiğim ener jinin alındığından emin olmam gerekiyor Sonra emin oldu ğumda ve kontrol ettiğimde, izleri takip edip veriye ulaşarak tekrar kontrol ederim. Bütün bunlar çok gerekli ve işlevseldir Eğer bir şeyi yalnızca bir kez açıklarsam ya da, "Gelecek haftaya da ay, şu kelime ya da tabiri kullanacaksınız" dersem ve birisi o anda aksırıyor, öksürüyor veya uyuyorsa söyleneni ka çırır. Bir şey kaçırdığında, genellikle panikler ve etrafındakile re "Ne dedi? Kaçırdım." der Panik de panik yaratır; birisi "Sa nının şöyle şöyle dedi" deyince, diğeri "Öyle mi dedi?" diye so rar. Bu durumda elde ettiğiniz şey yalnızca kafa karışıklığıdır. Diğer bir şey de, gelenekte kullandığımız çok önemli bir unsur olan zaman faktörüdür Gelenekte zamanı daraltabilir ya da uzatabilir, durdurabilir veya hızlandırabi-lirim. Ama eğer normal dünya zamanının ritmini takip ediyorsam- ki bu geze gende insanlar genelhkle bu ritmi takip eder- söylediğim ve yaptığım şeyler gezegenin zamanıyla uyum içinde olmalıdır. "Peki, bugün Cuma, saat lO'u 15 dakika 25 saniye geçiyor. Şu anda oturduğunuz yeri tam olarak hatırlamanız gerekiyor, yarın da aynen böyle olacağız, çiçekler ve diğer şeyler burada 65
olacak, her şey aynı olacak" denebihr. Ama olmaz çünkü bu 24 saat sonradır. Zaman, çok kullandığımız bir maldır. Belli bir dereceye ka dar onu yönlendiririz, bu nedenle, bizim için önemli olduğu açıktır. Önemli olan zamanın geçmesi değil, zamanın kuUanılabilmesidir. Bu, söylediklerimi tekrarlamamın nedenlerinden biridir; çünkü ben hiç bir şeyi aynı anda tekrarlamıyorum. Bir şeyi 5 dakika sonra tekrarladığımda, insanların geçen sürede biraz daha zeki olduklarını umuyorum. Bu aslında doğru. Kişi, güçlenmiş bilgisi, hisleri ve anlayışıyla dinleyecek, bakacak ve bir şey yapacaktır. Bu oldukça açık bir gerekçedir. Sıradan iş lerde, insanların oturup bir şeyi dinlediklerini ve ansızın onu anladıklarını görürsünüz çünkü o iş için kullandıkları zaman, zamanı daha iyi değerlendirme yeteneklerini arttırmıştır. Aslında, gruplarla konuştuğum yıllarda, bu hafif ışıltının geçtiğini bazen görüyorum. Ama bunu göstermek için uğraş mayın çünkü bu yüzeysel bir fiziksel görünüm değil, varlıktan varlığa bir iz ya da sinyal. Benim için bu, ödüllendirici ve fe rahlatıcıdır. Çünkü bu olduğunda, -ki doğrusu, benim itiraf et tiğimden daha sık oluyor- geleneğin çalıştığını gösteren bir de lil oluyor. Tekrar, Ümit ediyorum ; size yardım etmem için bana yar dım edersiniz.
66
Zaman İşlevi Eski ve akıllıca bir Afgan deyişi vardır: " Tango için iki kişi gerekir." Bu çok derin, gerçekçi ve pratik bir deyiştir ve bütün sel hareketle ilgili söylediklerime uyuyor. Şekil 2 'ye bakarak bunun gerçek zamanı ya da dünya za manını temsil ettiğini düşünün. 15 saate kadar altı saat var. Öl çeğe göre, her biri arasındaki bölüm bizim hesabımızda milisa niye olacak. 9 ile 10 arasında 60 dakika var; yani diyagramda olduğu gibi bölmelere sahipsiniz. Bunu daha da fazla bölerek, bizim kullandığımız milisaniyeleri elde edebihrsiniz. Her mi lisaniye, bir şeyin başlangıç noktasıdır. Diyelim ki yalnızca bir kaç bölme var ve bu nokta ters üçgene benziyor. Bu yalnızca benim çizimimin kötü olmasından kaynaklanmıyor, üçgen her zaman tamamlanmayabiliyor. Örneğin, yediyi bir geceden yu karıya doğru noktalar halinde bir çizgi çıkarırsanız, burada da yediyi bir geceye ulaşırsınız. Bu nokta da saat beşten önceki bir noktaya dokunur ve bağlanır. Bu, yediyi bir geçe ile dokuza bir kala arasındaki zaman aralığını da aynı şekilde etkiler ve oraya da bağlanır. Peki yediyi bir geçe, şimdiki zaman mı, geçmişte ki bir zaman mı, yoksa gelecekteki bir zaman mı? Cevap, elbet te, kullandığınız zamanın türüne göre değişir. Bir uçağa ya da trene yetişmek için saati bilmeniz gerekiyorsa, zamanın diğer "kanatlan" dediğimiz şeyler sizi ilgilendirmiyor, "Gelenek bağlamında" diye başlamayacağım çünkü size söylediğim her şey zaten bu bağlamda. Elinizde iki çeşit zaman var; dünya ya da gezegen zamanı ve "etkili" zaman dediğimiz şey. Etkili zamanla kastettiğimiz, zamanın geçmişten etkilenen ve geleceği etkileyen bir noktası dır. Yani, gerçek zaman açısından, herhangi bir zaman nokta sında, zamanın her iki kanadıyla da bağlantılısınızdır. 67
işlevsel alanlar
Milliseconds Hours
Hours
Şekil iki
Gerçek z a m a n
Bu m ü m k ü n olan en basil temel şekildir. Dokuza bir kala yı alın, benzeri bir üçgen elde edersiniz. Bu üçgenlerin birbiri ne dokunduğu ve örtüştügü açıktır Birbirine dokundukları noktaya "işlevsel olan" denir; bizim bakış açımıza göre bu gelenekteki işlev ya da kişi için yararlı bir işlevdir. "Yani yarar lı bir şey yaptığımda bu zaman var, yararsız davrandığımda da zamanın geri kalam" diye düşünürseniz yanıhrsınız, çünkü çok geniş bir ölçekten bakıyor olursunuz. Yapmanız gereken şey, her milisaniyenin ters bir piramit noktası olduğunu düşün mek. Bu durumda, 24 saatlik bir süreçte, gelenek ile bağlantı nızın ve hareketinizin daha güçlü olduğu bu sürelerden çok sa yıda var. Buna bakarak ve her milisaniyenin bir piramit oldu ğunu düşünerek o noktada, gösterebilmek için kasten abarttı ğım bir değişmez olduğunu görebilirsiniz. Bu ashnda çok daha küçük ve dardır; ancak algılanabihr bir düzenlilikle karşılaşı lır "Tetikte olma" kapasitesinin devreye girdiği bir yer de var İnsanlar, bu olgunun mantıklı bir açıklamasını yapabilmek için, evrensel gözlemler yapmış, zamanı aşamalara bölmüştür. Bu dakikaları önceden tahmin etmeye çalışmada kullanmak üzere teknikler icat etmişlerdir oysa teknikler zaten oradadır. Bunun üzerine bir kitap yazılabilir, teoriler üretilebilir, konfe ranslar verilebilir ve bunu tahmin etmeye çalışma işini meslek edinebilirsiniz. Bir çadır kurup üzerinize bir şal atarak kristal küreden kehanetlerde de bulunabilirsiniz. Ama kişi uyanık ve tetikte ise, bu tür zamanla uyum içinde olduğunu zaten hisse der. Peki, bu Nasrettin Hoca'nın yaptığını yapıp ağzı açık otur mak mıdır? Hayır, bu sakin bir biçimde iç varlığınızın tarama yapmasına izin vermeniz demektir Varlığınıza bunun için izin verince, o doğal ve organik olarak kilitlenmeyi başaracaktır Bu kilitlenmenin sürdürüleceği gerçek dünya zamanı ise genellik le farkhdır. Aslında, bir gün içinde bile süre hiçbir zaman aynı değildir Milisaniye, saniye ya da dakika boyunca sürebilir Bu kilitlenme bağlantısının sonucu her zaman kişinin hissedebile-
69
cegi bir biçimde ortaya çıkmaz ve kişinin, bunun olması için, "özel" bir duruma bürünmesine gerek yoktur. Ama m ü m k ü n olduğunca tetikte olmalıdır. Kişi iç varlığını böylesi işlevler görmeye teşvik ettiği ve ona izin verdiği sürece, iç varlık, kişinin hayal gücünün de öte sindeki işlevleri yerine getirebilecek yeterliliktedir tç varhk iyi, yani uyumlu çalışıyorsa, bu kilitlenme anlarını kullanarak, kişinin almış olduğu enerji ya da etkiyi kendisi düzenleyecek tir. Bu süreci anlatırken "otomatik" kelimesini kullanmayı sevmiyorum ç ü n k ü bu, tekrar edilen ya da robotumsu bir sü reci akla getiriyor. "Doğal" kelimesini tercih ediyorum; çünkü bunu yapmak iç varlığın doğal işlevinin bir bölümü. İç varhk, doğru alım dalga boyuna yeterince uyum sağlarsa, kişi de do ğal olarak uyum içinde olur. Kişi, gelenekle belirgin biçimde bağlantılı bir hareket yapı yorsa, örneğin ders ya da teşbih, bu 10, 15 ya da 30 dakika içinde, neredeyse kesinlikle, okuduğu, dinlediği ya da düşün düğü şey, anlayışında güçlenir. Bu şeyler, bilinç düzeyinde' odak noktasına gelmeyebilir ama alt düzeyde odaktadır. Belli şeyler odağa geldikçe, kişinin iç varlığı, dış insanı bilinçli ola rak bir şey yapması için uyarmak ister ve böylece, dış insan da ha bilinçli sinyal biçimi alır. Bu sinyalin iletilme biçimi kişiye bağlıdır. Kişinin toplam varlığının bir parçası olan iç varhk, dış in sanın belli uyarıcılara nasıl tepki vereceğini bilir. Bu nedenle, zihin tarafından açıkça anlaşılacak bir sinyal gönderir. Sizin de takdir edeceğiniz gibi, bu tür bir sinyalin alabile ceği biçim sayısı sonsuzdur. Kişilerin anlama kapasiteleri fark lı olduğu için, iç varlık, kişiyi bir şey yapmaya, bir şey düşün meye teşvik edecek; hatta kendisini motive edecek veya ona rehber olacak bir imge veya resim gönderir. İç varhk, sinyali, sekiz duyudan biriyle anlaşılabilecek bir duyum olarak da gönderebilir Bu duyulup doğru olarak tanım70
landıgında da aynı görevi görür. Yani, kişiyi belli bir davranışa yönlendirir ve belli bir alana teşvik eder ya da uyarır. İletilen bu sinyallerin güçleri de farklıdır. Yalnızca bir öne ri biçiminde olabileceği gibi, kesin bir emir de olabilir. Bunlar tanım itibariyle, çok eğitilmiş sinyaller olduklarından, kişiyi belli bir hareket için uyarabilmeliler. Ne yazık ki, bu sinyaller bazen çok dolambaçlı bir düşünce ve hareket sürecinden geç mek zorunda kalır. Bu nedenle, hem kişiye ve hem de sinyalin bir imge mi, bir resim mi yoksa bir işaret mi olduğuna bağlı olarak çok güçlü bir şekilde başlayan sinyal yine kişiye bağlı olarak, hareketin olduğu noktaya ulaşıncaya kadar zayıflar. De diğim gibi, sinyal başlangıçta bireyin düşünce süreçlerinden ve şartlanmasından geçmek, bunu yapabilmek için de beynin ha reket komutunu verecek bölümüne gelinceye kadar belli mik tarda enerji harcamak zorundadır. Bu, mesajı ulaştırmak ya da hareketi yaptırmak için verilen sürekli bir mücadele veya savaş mıdır? İç varhk her seferinde bu süreçle mücadele etmek zorunda mıdır? Neyse ki hayır. Çünkü sinyal ya da dürtünün, yüzeye çıkıncaya kadar insanın içindeki orman ve sınırlardan geçmek zorunda olduğunu dü şünseniz de, bunu her seferinde yeniden öğrenmesi gerekmez. Bir sinyal ya da dürtü bu yoldan her geçtiğinde yolu biraz da ha temizler; çünkü enerjinin bir kısmı da geçit oluşturmak için kullanılır. Bu raylara benzer; rayların iyi işleyebilmesi için trenlerin düzenli olarak üzerlerinden geçip geçişleri tıkayan şeyleri temizlemesi gerekir. Bu iyi haberdi; kötü haberse şu: Belirli noktalarda bazı şartlanmalar sinyali, imgeyi ya da dürtüyü engeller Şartlanma, bunu "bunu kontrol edebilirim" diyerek yapar Engellenme genellikle, insanın bilinçli varlığının "Zihinsel bir şey geliyor" diyerek, bunu incelemek için Freud'la, Schopenhauer'le ve diğerleriyle ilgili ansiklopedik bilgilerini ortaya çıkardığı noktada gerçekleşir. Ne de olsa insanlara, değerli ya da kullanılabilir şeylerin bütün yönleriyle anlaşılması gerekti ği öğretilmiştir. 71
Bir dürtü ya da imge geciktirilebilir ama tamamen durdu rulamaz. Çünkü insanın iç varlığı sinyal geçişini denetler ve dış varlığın ne yaptığını bilir Bu nedenle, "aldatmaca" denen çok zekice bir taktik kullanır. Bu, zekânın dikkatini çekecek sahte bir sinyaldir; milisaniyelik farklarla iki farklı sinyal gön derir. Sahte sinyal "ilginç" olduğunu, diğeri ise "ilginç olmadı ğım" söyler; böylece zekâ sahte olanla ilgilenir ve onu kontrol etmeye çalışırken, gerçek sinyal engeli aşıp gider "Bu iç varlı ğın doğuştan gelen doğal bir yeteneğiyse, neden siz süreldi bizim aptal olduğumuzu ima ediyorsunuz?" diyebilirsiniz. Çünkü batı kültürü, ya böyle şeylerin saçma, doğa üstü olduğunu ya da "bunun sizi ilgilendirmediğini" söyleyerek bu işlemi aktif bi çimde engeller veya hevesinizi kırar. Batı toplumu, batı zekâsı ya da batı kültürü bu yeteneği yok edemez ama bir savunma pozisyonu almasına neden olabilir, bu da yeteneği durağan kı lar. Bu d u r u m d a yetenek güvende ve korumalıdır ama etkisini göstermesine izin verilmez; tıpkı elleri bağlanmış bir insan gi bi. Varolan karışıklık, endişe ve engellemelerin çoğunun ne deni, kişinin yapması gereken bir şey olduğunu bilmesi ama engellendiğini ya da bunun kendisine yasaklandığını hissetme sidir. İnsanlar, ne yazık ki bu tatminsizlik ve engellenme duy gusunu, kendi içlerindeki bir şeyi suçlayarak açıklarlar Çün kü, bu duyguların mantıklı bir kaynağının olması gerektiğini düşünmeleri sağlanmıştır, yani bir şeyi suçlamak için bir neden olmalı. Yine ne yazık ki, insanlar önce kendileriyle başlar: "Suç benim, ben işe yaramaz bir aptalım" ve şöyle devam ederler: "Denedim ama başaramadım. Belki de kullandığım yöntem hata lıdır" 1. adım kendini suçlamaktır ama bu kişiyi rahatsız eder; bu nedenle 2. adım, suçu başka birisine veya bir şeye yıkmak tır: "Ben elimden geleni yaptım ama şu bana izin vermiyor, yani o benden daha suçlu" 1. ve 2. adımları takip eden 3,4,5. ya da sonsuz adım üretilebilir Örneğin 3. adım, "Seyh efendi banabıınu yapmamı söyledi ama işe yaramadı" diyerek suçun bir kıs mından daha kurtulmaktır.
72
Arayan b u l u r Suçlayacak bir şey ya da birisini bulmak is terseniz, bulursunuz. Sorunun burada değil orada olduğuna karar verirseniz, sorunu orada bulursunuz; orada değilse de siz böyle olmasını sağlarsınız. Bunu herkes bilir ve kabul eder. Pe ki bu konuyla ilgili ne yapıyorsunuz? Yapacak ilk şey, olayları bir mercek altına yatırıp objektif, gerçekçi bir bakış açısından bakmaktır Yani olayların pozitif mi negatif mi olduğunu dü rüstçe değerlendirmelisiniz. Objektif gerçekçihk diye bir şey, sizi temin ederim ki var; mesela ben hayal gücünüzün bir ürü nü değilim. Böylece, bu iki oldukça basit ölçeği olaylara uygularsınız. Eğer bu olay yararlı ve degerliyse onu geliştirir, güçlendirirsi niz. Eğer bu bir engelleme ya da negatif bir olaysa, bu kriterler olayı açıklığa kavuşturur veya bundan kurtulma yolunu ya da onu çözme yolunu gösterir. Şu anda bizim yaptığımız şey de budur: Bütünsel hareket. "Peki, bunu deneyebilirim." Hayır, bunu yapın. "Sanınm ya pabilirim" Yapabileceğinize inanın. Hatta bu durum için şunu bile söyleyebilirsiniz: "Şeyh efendi böyle söyledi, o yüzden bu ka nundur " Söylediğim şey benim eğitimime, deneyimime ve bilgime dayanıyor. Ben yolculuğu yapıp geri döndüm. Yani önünüzde ki yolda karşılaşacağınız sorunları, karmaşaları ve karışıklıkla rı biliyorum. Gelenekte irşad eden bizlere, saf teori öğretme hakkı veril memiştir. Gelenekte teori vardır, kesin, sağlam, şekillendirmeli ve sistematik. Teorik sunuşun bütün etkenleri vardır Bir mürşidin işlevi, teoriyi bilmek, öğretmek ve pratik dü zeyde uygulanabilecek biçimde sunmaktır. Mürşit, teoriyi yorumlamaz, açıklar, nasıl uygulandığına dair örnekler verir ve geleneği sürekli ileriye taşır Şu anda, dünyanın her yerinde, gelenek içi gelişimin her aşamasında insanlar var Bu, gelenek te ancak insanlar yoluyla sağlanabilen sürekliliği garanti eder. Batıda güç merkezleri ya da güç evleri olarak adlandırılan 73
yerler bir ihtiyacı, bir gerekliliği karşılamak için vardır Bu çok sayıdaki güç merkezlerinin her biri, bir kısmını depoladığı, bir kısmını talebe göre erişime sunduğu ve bir kısmını yolladığı sonsuz miktardaki enerjiyi üretebilecek kapasitededir. Güç merkezi, aldığı ve ürettiği enerjinin bir kısmını depolarken bir kısmını da iletir (Şekil 3). Bir kısmı ise, gezegen yüzeyinden ve yüzeylerinden belli bir noktaya inen Dalga Sistemi dediğimiz sisteme yollanır. Yollamak, bir şeyi tam olarak yerleştirmektir; bu, zamanın belli bir noktasında başlatılan bir dalgadır. Bir mi lisaniye sonra başka bir dalga yollanacak ve bu, sonsuza kadar sürecektir. Dalganın türüne, yani saatler sonra mı, aylar sonra mı, yıl lar sonra mı veya belki de yüzyıllar ve nesiller sonra mı yüze ye ineceğine, yollamanın kontrol ve denetimi karar verir. Dal gaların yüzeye inişi tahmin edilebilir çünkü eğri bir modeli ta kip ederler. Bu enerji potansiyelinin amaçlarından biri, gelenek için bir enerji yatırımı yapmak ve gelecekte insanların, grupların, aile lerin, nesillerin bundan yararlanmasını sağlamaktır. Daha son ra ortaya çıkacak enerji pozitif olacaktır; gerekh becerilerden biri de gelecekte ihtiyacın ne kadar olacağını tahmin edebil mektir. Bu, bir kısmı daha sonraki denklemin cevabı olacak bir denklemdir. Diyelim ki, söz edilen zamanda 1172 derece pozi tif enerji erişilebilirliği olacak. Denklemin diğer tarafında, o zamanda negatifin ne kadar olacağının tahmin edilmesi gere kir. İlk sayı ikinciden %10-15 fazlaysa, bu mükemmel bir denklemdir; böylece belirlenen zamanda % 10-15 fazla enerji elde edersiniz. Mükemmel denklem dediğimiz şey budur ve eğer bunu başarırsanız, tatmin olacak bir nedeniniz var demek tir. Ancak gelecek için yaptığınız bu denklem ya da tahmin, en tahmin edilemeyen ve karmaşık etkenlerden birini, ısıyı, nemi, sıcaklığı ya da depremi değil, insan etkenini göz önünde bu lundurmalıdır. Zamanın o noktasında insanlar ne kadar nega74
tif olacak? "Korkunç derecede negatij olacaklar; bu yüzden hay di, çok enerji yükleyelim" dediğinizi varsayalım. Eğer bu kadar değil de biraz kötü olurlarsa, fazladan yüklenen miktar maale sef israf olur; çünkü bu enerji özel olarak hedeflenmiştir. Bu nedenle, kişinin belli bir zamandaki potansiyeli tahmin etmesi gerekir. Yakın zamanda, negatiflik derecesinin çok büyük olduğu zamanlar olmuştur. Öyle ki, eldeki pozitif, negatifin tamamını ortadan kaldıramamış, yalnızca bir bölümünü yok edebilmiş tir. Bu güç merkezlerinin birini kullanmak, çok zeki olmaya çalışmak ya da kendini tanrı saymak değildir. Diyelim ki, bir savaş çıkacağını tahmin ediyorsunuz. Kişi, bir savaş ya da an laşmazlık d u r u m u n u düşünerek, "İnsan eğilimlerini göz önünde bulundurarak, şu kadar bir alam koruyacağız," diyebilir ve böy lece, fazladan yüzde üçlük güvenli alan elde eder. Ama insa noğlunun normaldeki tahmin edilemezliği, savaş ya da anlaş mazlık durumlarında çok daha artar. Ancak, savaşlar genellik le yayılır; yani insanlar yok etmek, öldürmek, rahatsız etmek için yeni yöntemler icat eder. Eğer küçük bir anlaşmazlık ala nında, elde bulunan enerji yeterli miktardaysa, bu, anlaşmazlı ğın siyasi ya da sosyal bir savaş düzeyine indirilmesini sağlaya caktır. "Eğer enerjiyle yatırım yapma imkânı varsa, neden bütün savaş ve anlaşmazlıklar durdurulamıyor?" diyebilirsiniz. Cevap çok basit: Çünkü anlaşmazlıkların çözümü, insanlığın kendisindedir; ve eğer insanlığı kendisinden korursanız, anormal bir durum oluşturmuş olursunuz. Tarih ya da gelenek, savaş ya da anlaşmazlığın kıyısına ka dar gidebileceğimizi ve sonra, "dünya dışından kaynaklanan bir şey olacağını ve sonra her şeyin muhteşem olacağım" söyler. Eğer tarihte ya da ırkların hafızasında böyle bir şey olsaydı, insanlar neşeyle savaşın kıyısına gider ve tepesi üstüne savaşın ortasına düşerdi. Yapılacak en iyi şey, insanlara nasıl isteyeceklerini ve elde edince nasıl kullanacaklarını bildikleri sürece, kendileri ve toplum için genel bir enerji kaynağı olduğunu söylemektir. 75
+ 1172 derece Yatmlan Pozitif Enerji
Enerji Merkezi
1052derece Kullanılan ve ihtiyaç d u y u l a n enerji
X m i k t a r d a pozitif Enerji dalgası + 120 derece israf edilen enerji Belirli bir A m a ç ve n e d e n için d e p o l a n a n ve dağıtılan enerji
Kişisel k u l l a n ı m için kalan enerji Şekil 3'
Tekkeler ve Teknikler Geleneği açıklar veya öğretirken, her zaman belli bir ölçü de kişisel temasa ve sözlere ihtiyaç duyarsınız. Ancak ne mut lu ki, hangi şartlarda olursa olsun, zaman unsuru ya da mesa feye bakılmaksızın bir temas kurulduktan sonra iletim etkeni, yani alma ve iletme geçerli olur. Öğretimin bir yönü özellikle temasa dayanıyorsa, her nesneyi "duyarlı" hale getirip onu ki şiye vermek ya da kişinin erişebileceği bir yerde bulundurmak m ü m k ü n olur. Sözlü ifadenin bazı alanlarında belirli sınırlamalar vardır. Sınırh sayıda dil biliyorum ve eğer dillerine tam olarak hakim olmadığım kişilere hitap edersem, çevirmenin yetersizliğini ta mamlamak için değil, mesajın tam olarak anlaşılmasını sağla mak için, aynı zamanda başka bir iletişim yöntemi kullanmam gerekir. Geleneği batıda öğretmekle ilgili sorunlardan biri, farklı şartlanma seviyelerindeki insanlarla ilgilenmektir. Bunu yen meniz ve onları belli teknik terimleri öğrenmeye teşvik etme niz gerekir. Geleneğin her zaman işlevsel olduğu doğu bölgelerinde bu sorun yoktur. Türkistan'da belli bir tabiri kullanırsanız, insan lar bu tabirin anlaşıldığı bir toplumda yetiştiği için, sıfırdan, tabirlerin anlamını açıklamanıza gerek yoktur. Bu tabirlerin çoğu, onların toplumunda günlük deyişlerdir; örneğin, Afga nistan'da birine, "Şu insanın belli bir özelliği var" diyebilirim. Aynı anlama gelen beş veya altı kelime var Yani birinin ruhsal anlamda bir özelliği olduğunu söylemek istiyorsam, sözünü et tiğim özelliği bilenlerin anlayacağı, özel bir kehme seçebilirim. Birkaç yıldır, kullandığım belli teknik terimleri tanımaya baş-
77
ladiniz; umarım, bazılarının belirli ve kesin olduğunu ya da bir kavramı ifade ettiğini anlıyorsunuzdur İnsanların, kullandığı nız kelimenin yalnızca anlamını değil, aynı zamanda ifade etti ği kavramı da anlamasını ve böylece neden o kelime ya da ta biri kullandığınızı öğrenmesini sağlamak için, doğru kelime ya da tabiri seçmekle ilgili sorunlar olabilir. Gerek konuşan insa nın kişiliği ve ses tonu nedeniyle, gerekse o insanın fikrini ta şıyan eşzamanlı iletim nedeniyle, kelimeler belli bir fikir taşır Konuşurken kullandığınız fikir iletiminin elbette, dereceleri ve sınırlan vardır Bunu aşırı kullanırsanız, insanlar üzerinde ne redeyse hipnotik bir etkiniz olabilir ya da bu aşırı iletimi insan lar, kendilerine bir saldırı olarak algılayabilirler. Fikrinizi söz lerinize yansıtmanız ama aynı zamanda, dinleyenlerin fikrinizi anlamasını ve size katılmasını sağlayacak bir enerji, bir dalga da iletmeniz gerekir. Sözlü anlatım olmadığında, nesneler, hatta mekânlar üre tebilirsiniz. Kişiyle pozitif anlamda uyum sağlaması ve algıla ma modlarını etkilemesi nedeniyle, bu nesneler ve mekânlarla temas kurulması da fikir faktörünü taşır. Bu bağlamda, tekke lerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Tekke, genellikle bir odadır; kesin ölçülerle ve özel materyallerle inşa edilerek dü zenlenmiş bir bina, tekke için en iyi ve doğru tercihtir. Tekke, enerjiyi alır, depolar ve kullanır. Kişiyi birçok farklı düzeyde etkiler. En ilkel düzeyde, insanların bir odaya yani tekkeye gi diyor olmaları gerçeği bile, onlara oranın güvenli bir yer, bir cennet olduğunu, oradaki bütün faaliyetlerinin gelişip güçlen diğini ve böylece gelenekle aralarındaki ilişkinin arttığını dü ş ü n d ü r ü r Eğer özel olarak oda şeklinde bir bina inşa etmek m ü m k ü n değilse, herhangi bir oda da tekke yapılabilir. Tekkede bulunması gereken belli unsurlar vardır. En temel unsur, eğer duvarlar ve yer; ahşap, taş, mermer gibi doğal bir maddeyle kaplanmamışsa, yerleri halıyla, duvarları da bazı de korasyon araçlarıyla m ü m k ü n olduğunca kaplamalıdır Eğer duvarlara bir şey asmak mümkün değilse, renk kullanmak da olasıdır Bunun nedeni, çimento ve plastik gibi yapay maddele78
rin, ihtiyaç duyulan enerjiyi emme ve koruma özelliğinin ol mamasıdır. Bu nedenle, odayı düzenlemeye çalışmalı, sonra bu etkiyi arttırmak için farklı şeyler eklemelisiniz; geleneğin beUi bazı şekil ve motifleri gibi gelenekle ilgili veya geleneğin sanat çıları tarafından yapılmış nesneleri de kullanabilirsiniz. Tekke de, kişi niyetini odaklayacağı yönü behrier ve bütün bunlar ya rarlı işlevine katkıda bulunur. Eğer bir oda ahnarak bu temel kurallara m ü m k ü n olduğunca uymaya çalışılırsa, yani birinin evindeki bir oda tekke yapılırsa, bir grup insan o odada ilk kez toplandığında etrafa bakarak, birbirlerine veya kendilerine, "Burası artık bir tekke" diyebilmelidir. Bu basit tepki, kişi ya da grup tarafından tekkenin teyit edilmesidir ve o tekkenin, nere de olurlarsa olsunlar, diğer tekkelerin işleyişine katılmasını sağlar. Tekkeler gelenekte "yağ damlası" dediğimiz bir şeyin par çasıdır. Bir kağıdın üzerine, farklı yerlere yağ damlatır ve bir süre bekletirseniz, yağ damlalarının yayılıp birleştiğini görür sünüz. Elbette, bir yağ damlasının yayılabileceği belli bir sınır vardır; bu nedenle pratik açıdan bakıldığında, daha fazla dam la olması daha iyidir. Bir odayı tekke yapmak, ona uyumlu bir işlev kazandıra rak, birey ya da grubun diğer insanlarla başka bir bağ kurma sına izin verir. Grupla tekke arasındaki ilişki, bütünsel hareket alanına girer. Tekke bir işlevi yerine getirmek için oradadır. Tekkedeki insanların varlığı da, bu işlevi yerine getirmesini ve sürdürmesini sağlar. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi'nin "içinizde bir tekke kurun." diye bir sözü vardır. Tekke kavramına baktığınızda, b u n u n çok doğru olduğunu görürsünüz; çünkü tekke, kişinin içinde gü venli bir yerin, bir cennetin, yararlı biçimde çalışabileceği bir mekânın olması demektir. Bir tekkenin tam olarak işleyebilmesi için, benim orayı zi yaret etmem iyi olur. Bunun bazı teknik nedenleri vardır; örne ğin belh nesnelerin, halıların daha iyi düzenlenebileceğini gös79
terebilir ya da renk ve dekorla ilgili önerilerde bulunabilirim ve binanın tipine göre, tekkenin faaliyetini arttırabilirim. Bütün bunlar şu anlama geliyor: Belli bir madde ya da komşuyla ilgili bir sorun yüzünden bir işlev bozukluğu belirlersem, tekkenin başka etkenlerle bu rahatsız edici ya da nega tif unsurlardan yalıtılmasını sağlayabilirim. Burada yapılmak istenen şey, çıtayı m ü m k ü n olduğunca yükseltmektir. Eğer tek ke, uygun ve mantıklı bir değişiklikle, binde bir bile daha etki li olacaksa, bu değişiklik yapılmah. Batıda resmî olarak balo salonu, müzik odası ya da müze şeklinde sınıflandırılmış bazı tekkeler vardır. Batıdaki bu me kanlara, dengeleyici nokta anlamında "linchpin" denir Bu, te kerleğin dönmesini sağlamak için dingile takılan çivi anlamına gelebilir; dağcılıkla ilgili biraz bilgisi olanlar da, dağcıların çi vi çakıp onlara tutunarak ve sürekli dua ederek, kendilerini yukarı çektiklerini bilir. Ama belli bir noktada, gerçek bir gü venlik bağı olan "linchpin" vardır Diğer çiviler rüzgardan ve ya başka bir şeyden dolayı düşse bile, "linchpin" onları tutar. Batıdaki bu tekkelerin, yerel güç kaynağı merkezleri oldu ğu da söylenebilir. Bu, elektrik kaynağına benzer: Bir üretici is tasyon, bir de yerel bölgelerde güç dağıtımını yapan istasyon vardır, resmî olarak batıya has tarihi anıtlar şeklinde sınıflan dırılan bu tekkelerin çoğu, dekore edilmiş, farkh biçimde bo yanmış ve içlerine sıra dışı nesnelerle mobilyalar konmuştur. Hatta bazıları katedral olmuştur Değişiklikler, eklemeler ya da boyama, bu tekkelerin işlevini bozmamıştır. Çünkü güç açısın dan bunlar temel tekkelerdir. Bu tekkelere ne yaparsanız yapın, işlevi devam e d e r Bu binalardan biri yok edilse bile, daha ön ceki yerinde, boşlukta yine aynı k o n u m u n u alır. Taş, mermer ya da tuğla yok edilebilir ama o yerin temsil ettiği ve o alanın sonradan duyarlı hale getirilmesiyle devam edecek olan enerji kaynağı yok edilemez. Tahmin edeceğiniz gibi, geleneğin batıyla temasının ilk yıl larında, dini, siyasi ve toplumsal tavırlar çok katı olduğu için, 80
birinin, diyelim ki 11. yüzyılda, daha önce karariaştırılmış bir yere gidip, o yerin rahibine veya mülk sahibine "Merhaba, ben buraya bir tekke yapacağım" demesi mümkün değildi. "Merha ba" diyorlar ama insanların zaten anlamını bilmedikleri "tek ke" kelimesini genelhkle kullanmıyorlardı. Bunun yerine muh temelen şöyle diyorlardı: "Size şöhret ve görkem getirecek hari ka bir fiknm var, kubbeli odaları olan bir kale yapacağız ve ora ya davet ettiğimiz insanlar size iltifat edecek." İnsanların cevabı, "Ne kadar derin, insancıl bir fikir," şeklindeydi. 11. yüzyılda bir grup marangoz, müteahhit ve oymacı var dı ve bunlar, çok ucuza çalışıyordu. Bu göçebe ustalar, daha sonra marangozlar, inşaatçılar ve diğer ustalar arasında kardeş likler kurdu. Rahip ya da mülk sahibi planı onayladıktan son ra, bu insanlar gidip inşaat alanının etrafına kendileri için kü çük evler kuruyor, kale veya katedrali yaptıktan sonra da gidi yorlardı. Böylece bir kale, katedral veya başka bir bina ve bu nun etrafında oluşacak küçük bir kasabanın temeli atılmış olu yordu. Bunun güzel bir örneği İspanya'da görülür. Bildiğiniz gibi, Endülüs Müslümanları El-Hamra Sarayı ile Generalife Bahçele rini inşa etmiştir. Saray çok güzel ve dekoratif ama o günler için bile, lüks veya gösterişli değildi. Endülüsler bunun olduk ça yakınında, Medine Ezzahara adh güzel ve gösterişli, duvar ları mücevherlerle süslenmiş, dünyanın her yerinden getirilen renkli mermerlerle döşenmiş başka bir şehir daha inşa ettiler. Burası zengin görünüyordu, zengindi de. Artık terimleşmeye başlayan bir kelimeyle ifade edecek olursam, Medine Ezzahara bir aldatmacaydı. Ferdinand ve Isabella ispanya'yı yeniden fet hedince, değerli ve ender mermerler, değerli taşlarla süslenmiş mermerden taçlar ve benzeri şeyler yüzünden, Medine Ezzahara'nın saray ve camilerini boşalttılar. Bütün bunları alarak ken di binalarında kullandılar. Yalnızca El-Hamra'yı bıraktılar; çünkü orada yalnızca alçı ve tuğla vardı. Ezzahara'nın taşları ve mermerieriyle ilgili ilginç olan şey, yakınlarda bulunan çok büyük bir Benediktin manastırını 81
oluşturan maddelerin çoğunun Ezzahara'dan alınmış olması dır. Bu manastır, ziyaretçileri çok sevmeyen ve her ay üç kar deşin alışveriş yapmak için dışarı çıktığı, çok kapah ve sessiz bir Benediktin silsilesine ait. Manastırın küçük kilisesi; deko ru, elişleri ve orada olduğu söylenen genel ambiyansıyla bütün İspanya'da tanınır. Yıllar önce, ben genç ve maceraperestken, bunu kontrol et menin elimde olduğuna karar vererek manastıra ön kapıdan girmeyi başardım. Benediktinlerin üst düzey bir üyesi gibi gi yinmiş olmam ve sessiz bir tarikat oldukları için konuşmama gerek kalmaması işimi kolaylaştırdı. Sonra beni küçük kiliseye götürdüler. Çok etkileyici, gü zel, çok serin, çok ılık ve yaklaşık altmış metre enindeydi. Du varların yüksekliği 18-19 metreydi; sağdaki ve soldaki bütün duvarlarda Medine Ezzahara'dan alındıkları çok açık olan mer merden çiçekler ve geometrik desenler vardı. Ama küçük kilis enin gerçek sırrı, en sondaki duvardaydı. Sunağın arkasındaki duvarın genişliği, dört buçuk metreydi ve altın işlemeh bordo bir perdeyle tamamen örtülmüştü. Başrahip bana kiliseyi gez dirip buradaki şeyleri gösterdi. Sonra elimden tutup beni suna ğın önüne götürerek iyi görebilmem için geri adım attı. Perde yi çekince, arkada Kufi yazıyla yeşil mermere yazılı bir levha vardı: "La ilahe illallah, Muhammedün Rasulullah." Böylece, öğreti olarak kabul edilmeyen bir şey olsa da, de ğerli bir nesnenin değerini hiç kaybetmediğini görüyorsunuz. Degerh bir şey, duyarlı hale getirilen bir şey, kendisini zamana karşı korur. Gelenekte, bazılarınızın bildiği, "Keşkül" dediğimiz, batıda "dilenci kasesi" olarak da bilinen başka bir nesne daha var. Bu nu genellikle, "gezgin deıyişler" taşır ve yemek koymak ya da çorba toplamak için kullanırlar. Genellikle keşkülün dışı ve üs t ü n ü n bir kısmı, dervişin bağlı olduğu gelenek tarikatını göste ren bir desenle işlenmiştir. Arapça veya Farsça bir metin de işlenmiş olabilir. Üzerinde ise çoğu zaman her kenarda üç tane 82
çizik vardır; eger ne aradığınızı biliyorsanız, bu, dervişin belli bir miktarda enerjiyi birinden birine mi taşıdığını, yoksa taşı ması için başka birine mi vereceğini gösterir. Keşkülü veren ki şi bir kenardaki üç çizikten tutar, diğer kişi de üç parmağını di ğer taraftaki çiziklere koyar. Bunlar, bizim ilgilendiğimiz tek nik meselelerin yalnızca bir tanesidir Enerjinin iletilmesi ve alınmasında kullanılan yöntemlerin birçok biçim alabileceğini ve bunun hemen her durum, toplum ve ilişkide yararlı biçim de uygulanabileceğini gösterir Yararh olmasının nedeni, bu iletimin bazen kamufle edilmesi zorunluluğundandır Eger bir derviş başka bir dervişle veya enerjiyi iletmek istediği kişiyle karşılaşırsa ve enerji belli bir miktardaysa, bu enerjiyi keşkülü o insana vererek iletebilir; o kişi de, keşküldeki suyu veya çor bayı içer ya da yemeği yer. Böylesi bir alışverişi gören kimse bunun sıra dışı bir şey olduğunu düşünmez. Paranoyak olduğumuz için değil, insanlara geleneği öğre tebilmek için hukukî ya da siyasî sınırlamalardan bağımsız ola rak enerjiyi alabilmemiz ve iletebilmemiz gerektiği için bazen çok gizli biçimde hareket ederiz.
83
İşlev ve Hareket Belli bazı nesne ve tekniklerin yararını açıklamak için, kı yafetin yararı ve işleviyle sırrın kullanımından biraz söz etmek istiyorum. Gelenekte birçok farklı ekol, birçok farklı tarikat vardır. Bunlar isimlerini tarikatın kurucusundan, tarikatın tarihindeki önemli bir şahıstan ya da tarikatın yapısını tarif eden bir ta nımdan alır. Bizim ilişki kurduğumuz geleneksel tarikatların, kendileri ne has özel kıyafet ve kostümleri vardır. Belli bir tarikatın kul landığı renkleri biliyorsanız ve gittiğiniz yerde bu renkte giysi lerin kullanıldığını görürseniz, kimin hangi tarikata bağlı ol duğunu hemen anlayabilirsiniz. Hatta muhtemelen, o kişinin tarikat içindeki k o n u m u n u da anlayabiUrsiniz. Her tarikatın öğretim yapısının yanı sıra, özel bir yönetim yapısı da vardır. Yönetim yapısı, bir tarikattaki kayıtları ve ya zılı işlemi sürdürerek bu zincire bilgi ve talimat aktarabilmek için gereklidir. Öğretim yapısındaki insanlar profesyonel mür şitlerdir. Onların işi, insanları bir düzeyden başka bir düzeye getirecek biçimde öğretim vermektir. Bir ya da iki düzey ile il gilenen bir mürşit, müridi daha sonra daha üst düzey ile ilgile nen mürşide gönderecektir. Geleneksel tarikatlar arasında çekişme ya da rekabet yok tur; tam aksine, hepsi aynı hedefte birleşir. Taktikleri ve yön temleri farklı olabilir; kullandıkları belli pozisyonlar veya zi kirleri o tarikata hastır. Bazı tarikatlarda müzik kullanılır, bazı larında ise hareket ağır basar. Bir tarikata baglıysanız, başka bir tarikatla "Onlar müzikle birlikte sesli olarak zikrediyor, bizse müzikle sessiz olarak. Hangisi daha iyi?" gibi bir karşılaştırma 84
yapmamalısınız. Bir tarikatın kullandığı her yöntem, kendi lerinin oluşturarak geliştirdiği bir yöntemdir. Onların müziği, onların zikir hareketiyle uyumludur ve onu güçlendirir. Bizim zikir sırasındaki sessizliğimiz de bizim enerji kullanımımızı güçlendirir. Farklı tarikatların farklı evradı, birbirlerinin yeri ni tutmaz; çünkü bunlar diğer tarikatların yapısına uygun ol maz. Sık sık "Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da şuraya gittim. Ru fai tarikatına ait bir tekkeyi ziyaret edip toplantılarından birine katıldım. Bu beni gerçekten çok etkiledi. Rufaî evradının bir kıs mını uygulamak bizim için mümkün olur mu?" şeklinde sorular la karşılaşıyor ya da mektuplar alıyorum. Bu soruların cevabı elbette, hayır. Bu örneği ele alırsak, Rufatler genel olarak inleyen derviş ler olarak bihnen, geleneksel bir tarikattır. Kurucularının geliş tirdiği yönteme göre, bir kelimeyi yavaş yavaş bir heceye indi rerek inleme gibi bir ses çıkarttıkları, bir nefes alıştırması ya parlar. Bu nedenle, birisi "Biz de biraz bu ses alıştırmasını yap sak..." derse, eğer kendimi yardımsever hissediyorsam, "Benim bu sesi çıkardığımı görünce sen de yapabilirsin; ama beklerken ne fesini tutma" derim. Eğer farklı tarikatların kullandığı yöntemler kendi disip linlerinin bağlamından çıkarılırsa, bu, üst düzey bir varolma durumu gibi görünen bir duruma neden olabilir. Ayrıca, bir şe yi kendi düzeni dışında kullanmaktan kaynaklanan bir sanrı da olabilir. Örneğin, hızlı soluma diye bilinen bir nefes alıp verme yöntemiyle, görünüşte, cezbe hali gibi bir durum oluşturmak kolaydır. Geleneksel tarikatların iki tanesinde, "hızlı soluma" dedi ğimiz şey vardır. Ancak bu, hipervantilasyona yol açmaz; çünkü insanlar bir araya geldiğinde, hızlı solumaya başlama dan önce vücut sistemini buna hazırlayan ve hipervantilasyon oluşmasını engelleyen bir hazırlık süresi vardır Zikir, hızlı so lumanın kısıtlı bir süre kullanıldığı ve biraz devam ettiği bir 85
noktaya yükselir, sonra da normal nefese dönülür; yani bu, ge nel dairenin bir parçasıdır Eger hızlı solumayı sürecin geri kalanından ayırır ve ge rekli hazırlığı yapmadan bununla başlarsanız, sistem buna ha zır olmadığı için, zararlı bir durum oluşturmuş olursunuz. Sis tem ona karşı savaşır çünkü onu istemez. Yani, geçerli olan bir çok yöntem var ama ancak kendi bağlamları, kendi disiplinle ri içinde. Bazı teknikler, diğerlerinden daha dramatik göründüğü için daha çekici gelebilir. Ama bu en iyi ihtimalle, karışıklığa neden o l u r Buna örnek olarak müzik kullanımını gösterebili riz. Nakşibendi Tarikatında bizler, müziği seçici olarak kullanı yoruz; yani bu farklı bir coğrafî bölgeye, farklı bir iklime uygu lamak istediğimiz belli etkenlere bağlıdır ve bu etkenler o böl genin şartlarına göre düzenlenebilir. Bunu anlamazsanız, karı şıklığa ve sorunlara neden olursunuz. İnsanlar o zaman şöyle der: "Şu ülkede bir Nakşibendî tekkesine gittim, orada müzik yoktu. Siz bize müziği öneriyor sunuz, biz de kullanıyoruz. Doğru olan hangisi?" Cevap, her ikisi de doğru. Farklılıklar, alıcı böl genin şartlarından kaynaklanıyor. Ben batıda müziği, ilave bir yöntem, yararlı bir işlev olarak kullanıyorum. Bu, etkenlerden bir tanesi. Nakşibendî Tarikatı müziğe dayanmaz. Nakşibendî Tarikatı alıcı insanların, duygularıyla tanımla yıp kullanabildiği her virdi kullanabilir Aslında Nakşibendiler müzik dinlemez. Bu nedenle, müzik kullandığınızda, bunun yalnızda fon olmasını tavsiye ediyorum. Biz, müziği kendimizi vererek dinlemiyoruz. Kullanılan müziğin hoş ve uygun olma sı gerekir çünkü. Yalnızca fon da olsa, insanlar onu duyar ve al gılar. Kişi, uyumu fark eder ve bunu, aldığı enerjiyle birleştirir. Bu nedenle, müzik, kullanabileceğimiz birçok araçtan bir tane sidir. Hindistan'ın kuzeybatısı ve Pakistan'da çok güçlü ve yay gın olan ve zikir sırasında ellerini çırpan Şisti adında diğer bir geleneksel tarikat var Ashnda bu alkışlama, zikirlerine nasıl 86
dahil olduğu bilinmeyen bir icat ve teknik açıdan bazen olduk ça büyük karışıklığa yol açıyor. Bir kere, babamla birlikte ŞistT Tarikatı'nın kurucusunun türbesinin bulunduğu Keşmir'de yü rürken bir Şistî tekkesinin önünden geçiyorduk. Babam, alış kanlık olarak bir asa taşırdı; yürürken ihtiyaç duyduğu için de ğil. Asayı, insanları teşvik etmek ve uyarmak için kullanıyor du. Biz tekkenin önünden geçerken, içeridekiler de tam bu rit mik aljiişlama noktasına gelmişlerdi, babam içeri girip, yetişe bildiği herkese hızlıca vurdu. Onlar şoku atlattıktan sonra da şöyle dedi: "Bu yöntemi bırakın çünkü bu yerleşik bir şey değil. Bundan kurtulduğunuzdan emin olmak için, tekkenin kapısına sü rekli nöbetçi koyacağım; elinizi çırpacak olursanız, içeri girecek." Bu hatalar, yanlışlar, icatlar nereden çıkıyor? Bir tarikatın koruyucuları, insanların her fırsatta "Bu kulağa hoş geliyor, bu nu biz de yapalım" diyerek yeni şeyler icat ettiği gerçeğini yete rince önemsemezse böyle şeyler olur. Böylesi bir şey, tarikatın denetim organının katı kurallar koymak istemeyişi ile de ilgili olabilir. Şöyle düşünüyor olabilirler: "Bu tarikatta olmak, in sanlara yardım etmek, onları gelişmeye teşvik etmek demektir Bu nedenle, onların mantıklı olduğunu düşünmeli, onları yönlendir meli, iltifatlarla idare etmeliyiz." Bütün bu idare etme, açıkla ma, iltifat etme, kibar ve düşünceli davranma taktikleri gerek lidir, hatta bunların bazılarını ben de kullanıyorum; ama bun ların çok somut bir temeli olmalı. Belli bir adım atmak, belh bir aşama kaydetmek için belirli bir durum oluşmah ve belirli bir tür etki kullanılmalıdır. Bu gereklilikler yerine getirildikten sonra, bir derece esneklik getirebilirsiniz. Temel, talimatlar, formüller Arapça'dır; ama İngilizce, Almanca, Fransızca veya başka bir dille öğretilebilirler. Temeldeki öğretinin temsil etti ği değerleri öğretmeniz önemlidir. Her zaman sizin iyiliğinizi istediğim ve böylesi şeyleri an lamak için çok fazla çaba ve zaman harcamanızı istemediğim için, size, görülebilen ve görülemeyen hiyerarşiyi açıklayayım: Geleneksel bir tarikatta bir Şeyh, bir yüce Şeyh, bir de Pir var dır. Birisi kendi tarikatında yüce Şeyh olduğunda otomatik ola87
rak, diğer kardeş iarikatların da Şeyhi olur. Çünkü, bu düzeye gelindiğinde, tarikatlar aynı gizli bilgileri paylaşır. Görülebilir Şeyhlik, yüce Şeyhlik ve Pirlik makamlarının üstünde, şu anda kafa yormanıza gerek olmayan başka bir hiyerarşi daha vardır. Genel olarak bilinen ve kabul edilen tarikatlara ek olarak, geleneksel bir tarikat daha vardır: Melamilik... Bu tarikat hak kında çok söylenti olduğu için, bundan biraz söz edeceğim. Melamiler, geleneksel tarikatların birine dahildir, yani NakşibendîMelamî, Kadiri Melamî ya da Şistî Melamî olabilir. Bu tarikata kişi kendisi katılmaz, davet edilir; üye olmak için başvurulamaz. Melamî tarikatının özel bir işleyişi vardır. Bu ta rikat, geleneksel tarikatların şeyhlerinden oluşur; bu nedenle diğer b ü t ü n tarikatlara yardım eder ve onlarla birlikte çalışır. Melamiler, geleneğin şok toplulukları ve şok emicileri olarak görülür. Çünkü Melamî "suçlama yolu" demektir. Melamîliğin işlevlerinden biri, kendilerinden birinin nega tifi emmemesi halinde büyük ölçüde negatif ya da yok edici et kiye neden olabilecek durumlarla uğraşmaktır. Melamiler ma zoşist eğilimli değildir. Negatifi emince, ki bu onların işi, ken dileri negatif olmaz çünkü negatifin nasıl yok edilebileceğinin eğitimini almışlardır. Oldukça basit olarak şöyle diyebiliriz: Melamî tarikatının bir üyesinin emip yok edebileceği negatifin miktarı, tam olarak, normal ve psikolojik anlamda, bir insanı küle çevirecek kadardır. Bu konuda bir Nasreddin Hoca hikâyesi anlatılır: Hoca, Melamî olabilmek için kendisini yeterince geliştirdiğine karar vermiş. Büyük zorluklarla, Melamî tarikatından birini bulmuş; ona haber ulaştırmış, mektuplar yazmış. Derviş sonunda, ona "Gelecek Cuma, sabah lO'da gel" diye bir haber yollamış. O da, o gün kervansarayda yaşayan dervişi ziyarete gitmiş. Bu derviş iyi bir aileden, asil bir insanmış; bu nedenle Hoca, onun görüş üme odasının, lüks değilse bile, en azından rahat ve güzel olaca ğını düşünüyormuş.
içeri girmiş ve "Ben şu kişiyle görüşmeye geldim" demiş. Ka pıdaki görevli, "Şu taraftan bekleme odasına geçin" demiş. İçeri girince, odanın güzel halılar ve dekorasyon araçlarıyla bezen miş çok rahat bir yer olduğunu görmüş ve oturup kendi ken dine şöyle demiş: "Evet, işte Melamî hayatı bu; tam bana göre..." Zaman geçmiş, Hoca etrafına bakınmış, gezinmiş ve odada yarı açık duran başka bir kapı görünce içeri bakmış. Burası, bekleme odası kadar büyüklükte, halisiz ve mobilyasız bir odaymış, yalnızca yerler külle kaplıymış. Hoca, "Bu Melamiler de biraz tuhaf insanlar, bu tür şeylerden hoşlanıyorlardır belki ama eminim kendi dairesi muhteşem bir yerdir" diye düşünmüş. Biraz sonra bir görevli, kendisine çay getirince. Hoca iki saat tir beklediğini söylemiş. Görevli, "Merak etmeyin, sizi unutma dı; yalnızca, başvuranları sınavdan geçiriyor," diye yanıtlamış. Hoca, "Af edersiniz ama ya yan taraftaki küllerle kaplı oda?" de yince, görevli şöyle cevap vermiş: "Ah, evet,, o küller sınavı ge çemeyenler.." Gördüğünüz gibi, Melamîlik kişinin katılmaya çalışacağı bir tarikat değildir. Çünkü bu tarikata başvuramazsınız. Bir sı navı yoktur, üyelik sınırlıdır ve yalnızca davet yoluyla olur. Söz etmek istediğim diğer bir konu da zikir ve rabıtanın farklı işlevleridir Zikir, geleneğe göre, bir insana verilen bir kelime ya da lafızdır Bunu düzenli olarak tekrarlarlar ve belli şartlar altında bu zikir, enerjiyi elde ederek yararlı biçimde kullanmaya yardımcı o l u r Basit tanımı budur. Rabıta ise, kişi bir süre gelenekte kaldıktan sonra kendisi ne verilir Bunun belli bir zamanı y o k t u r Bir süre sonra kendi liğinden gelişir Bu, onların gelişme süresine veya mürşidin, müridin onu kullanabilecek duruma geldiğine karar vermesine bağlıdır Rabıtanın kullanımı daha özeldir Rabıta da bir kelime ya da lafızdır ve kişinin zikriyle aynı olabilir. Ama rabıta, zikir den daha özel bir biçimde kullanılır Kişinin kendi kendine, "Ben bu rabıtayı özel bir amaç için yapıyorum" demesi, benimle kilitlenmesini sağlar 89
Rabıtayı kullanırken, özel amaç her ne ise kişinin onu he deflemesi gerekir Bu, evradını güçlendirmek ve bu evradın belh bir bağlamda onlara daha çok enerji vermesini sağlamak için gösterdikleri çabada, benimle kihtlenmelerini sağlar. Zikir kadar sık kullanılmaz; çünkü kullanımı için belU, özel şartla rın oluşması gerekir. Kişi, belli bir pozitif veya negatif durum da, kilitlenme sağlamak istediğinden eminse, sorumluluk da o n u n d u r Bunun yararlı bir durum olup olmadığına kendileri nin karar vermesi gerekir. Eger bu yararh bir durum değilse, herhangi bir ceza, yok olma vs. olmaz; yalnızca çabaları boşa çıkar. Rabıtanın kullanımının yanlış bir yolu yoktur; daha iyi kullanma yolları vardır. Bu nedenle, seçici davranarak, kesinlik gösteren bir durumda odaklanılarak kuUanıhr. Rabıta için ön ce çaresiz kalmak gerekmez; kişi bir tür negatif veya pozitif oluşumun sonucunda rabıtaya başvurabilir. Eğer sonuç negatifse, bu bir yardım çağrısı, bir enerji talebi olabihr. Eğer pozitifse, bu, benimle birlikte olma isteğidir Bir mürşidin taşıması gereken özelliklerle ilgili birçok ki tap yazılmıştır. Bundan bahsetmemin nedeni, bu kitapların bi rinden bazı bölümler okuyup batılı anlamda bir karşılaştırma ya giren bir-iki kişinin olması. Bu kitapta mürşidin tipik özel likleri vardır; bu nedenle kitabı ellerine alır, bir kitaba bir ba na bakarlar Bu bana çok komik geliyor çünkü kimse -gelene ğe mensup olan ve bir mürşidin özellikleri üzerine kitap yazan insanlar bile- buna yaklaşmayı başaramamıştır. Çünkü "Görü nüşü şöyle olmalı, şu boyda, şu kiloda olmalı, şu özellikleri taşı malı..." gibi tanımlanabilecek bir mürşit modeli y o k t u r Fransız bir yazarın, yaklaşık elli yıl önce, Türkiye'deki sûfî.mürşitleriyle ilgili yazdığı bir kitap var. Kitapta, sûfî.mürşitlerinin geneline ilişkin, bana oldukça eğlenceh gelen bir ta rif de var: "Sû/î.murjit/eri sakallıdır, yerde hayvan derilerinin üzerinde otururlar ve eski giysiler giyerler Çok fazla konuşmaz lar ama söyledikleri az sayıda kelimenin her biri, birer bilgelik 90
incisidir." Bu tarifin bir kısmına katılıyorum ama ben bu profi le çok uymuyorum. İnsanlarla ilgili tarif ve etiketlemelerden bahsetmişken, akhma gelen başka bir olayı da anlatayım: Yüz yıl kadar önce, Orta Asya'yı dolaşan bir İspanyol romancısı varmış. O günler de insanlar turist değildi; otuz-kırk kişiyle, yüz uşak ve yüzelli at veya deveyle birlikte seyahat ederlerdi. Bu romancı, İpek Yolu'ndan Sinkiang'a kadar gitmiş ve ispanya'ya dönünce yol culuk anılarını yazmış. Çok kısa ve kesin bir şekilde, benim ailemden de söz et miş: "Afganistanlı Haşimîler gururlu ve cömerttir" Bu bizim ara mızda bir tür aile şakasıdır. Başkalarının bunu söylemesine izin vermeyiz ama kendi aramızda "özellikleri tanımlamak" diye bir oyun oynarız. Kardeşlerin veya kuzenlerin biri, diğerine "Gu rurlu bir hiçimde cömert davranıyorsun" der. Bu oyunu oynama mızın nedeni şu: Gururlu da davransak cömert de, bunu bi linçli olarak değil, farkında olmadan yapmamız gerekiyor. Sonuç olarak, taslağını sunduğum program, benim düzen leyip uygulamaya koyduğum bir program. Evradınızda ve enerjiyi kullanma yönteminizde kesinlik gerektiriyor. Bu prog ram, zaman zaman hızlandırılacaktır. Ama bu, ayırdığınız za mandan veya enerjinizden daha fazlasının istenmesi anlamına gelmez. Enerjiyi, içsel ve bilinçli olarak, yararlı biçimde kul lanmak sizin için teşvik edici olacaktır. Etkili biçimde çalıştığımda, etkiH olmadığım zamandan daha şevkli olduğum için, daha ulaşılabilir olacağımı umuyo rum. Buna üstü kapalı bir tehdit denebilir. Benim, insanları geride bırakma veya terk etme alışkanlı ğım yoktur. Ama icazetimin ve programımın nasıl olacağını her zaman düşünmeliyim. İnsanlar, enerjiyi bütünüyle ve yararlı biçimde kullanmamak yoluyla, beni de bütünüyle ve yararh bi çimde kullanmadıklarında bazı önlemler almak zorundayım. Bir kişi veya grup kendileriyle benim aramda bir mesafe bıra-
91
kır. Yani ben onları terk etmem; onlar beni terk eder. Bu, onla rın tamamen kaybolduğu ya da lanetlendiği anlamına gelmez; bu, ilerlemeyi kendileri için daha da zorlaştırmaları demektir. Kervan hareket halinde, gidilecek yer de oldukça açık biçimde belirlenmiş. İnsanların geride kalmaları ya da kendilerini geri de bırakmaları için bir neden göremiyorum.
92
Bütünsel Hareket Bağı Gelenekte, özellikle de bütünsel hareket anlamında, her zaman için önemli olan birkaç unsuru tekrar etmek istiyorum. Yararlı ve üretici bir bütünsel hareketin temellerinden biri iletişimdir. Bu, sonsuz sayıda biçim alabilir. Çünkü temelde, neyi ilettiğinize bağlıdır. İletişim için posta, telefon, faks ve her türlü ileri teknoloji ürünü araç kullanılabilir; mektup, bilgi ya da yayın söz konusu olduğunda bu türden bir iletişim gayet normal ve mantıklıdır. Geleneksel olarak, gerek buradaki, gerekse diğer gruplardaki arkadaşların yeterince iletişim kurmadığını görüyorum. Birbirleriyle yazışmıyorlar, fotoğraf yollamıyorlar, diğer gruplardaki insanlarla günlük yaşamları ve faaliyetleri hakkında konuşmuyorlar. Ama neden yapsınlar ki? "Niye oturup, Meksika'daki, Arjantin'deki, Brezilya'daki veya ingiltere'deki birine gün boyunca ne yaptığımı anlatayım ki? Sabah kalktım, hoşuma git mese de işe gittim, eve geldim, duş aldım, televizyon seyrettim vs. Bunlar çok ilginç şeyler değil, kimse bunları merak etmez çünkü muhtemelen kendileri de aynı şeyleri yapmıştır." İnsanlar genel likle, yazmak için heyecan verici, önemli ya da etkileyici bir olayın olmasını bekler Günlük ve sıradan şeylerin de alışverişinin olması gerekir Bunlar herkesin paylaştığı şeylerdir ve bir konu olarak çok kar maşık değildir Grup toplantıları ve faaliyetlerinde çekilmiş fotoğrafları başka bir gruba yolladığınızda bir tanıma süreci başlar. Brezil ya veya Buenos Aires'ten altı kişinin bir fotoğrafı Münih'e yol landığında, temas daha da kişiselleşir Arjantin'de bir grubu muz olduğunu zaten biliyorduk, böylece nasıl göründüklerini 9:5
de öğrenmiş oluruz. Arcos'ta ya da başka bir yerde görüşüp on ları tanımaya başlarız; ama yalnızca görme söz konusu oldu ğunda, "Buenos Aire.s grubu" denince bu biraz belirsiz kalır. Bir gruptaki herkesle yazışmanıza gerek yok; zaten bir kıs mı okuma-yazma bilmiyor olabilir. Ancak, iki-üç tanesiyle ya zışarak veya onları bir yerlerde gördüğünüzü hatırlayarak, te ması sürdürebilirsiniz. Hayatın basit ve sıkıcı işlerini yaptığınız gerçeği, iletişimde onlar için yeterli olur. Çünkü onlar da çok heyecan verici ol mayan şeyler yapıyorlar. Mümkün olduğunca çok düzeyde te mas kurarsınız. Fazlasıyla sıradan bir düzeyden, işe yarayan bir tecrübeye kadar, birçok deneyimi paylaşırsınız. Birisine bir şeyi yaptığınızı, bir yere gittiğinizi ya da bir şey ürettiğinizi söylerseniz ve eger o kişi sizi tanıyorsa, bu, onları aynı şekilde yapmasını değil - k i bu kopyacılık olur- şöyle dü şünmesini sağlar: "Böylesi deneyim veya olayların, yüce veya çok büyük bir entelektüel kapasiteye sahip insanlara has olduğunu düşünüyordum. Ama bu kişiyi tanıyorum, aynı benim gibi birisi." Bu onların bir şey üretmesini veya denemesini sağlar; yani on lar için bir teşviktir. Diğer grupları tanımak, nasıl çalıştıklarını bilmek demek tir. Temelde, toplantı, ders ve evradda hepsinin çalışma şekli aynıdır. Ancak, belli bir ders ya da belli bir müzikle ilgili çalış maları küçük değişiklikler gösterebilir. İnsanları tanıdıkça, bu küçük değişikliklerin, bunların görüldüğü toplumun ve o in sanların doğası veya türü ile ilgili olduğunu görebilirsiniz. Bu, kişisel bir tanımlama, kişisel bir dokunuştur; "X" veya "Y" gru bu ya da "Meksikalılar" gibi bir genelleme yapmak değil. Tanı dığınız insanlarla insani bir bag kurarsınız çünkü onlar da grupta veya gelenektedir. Bu nedenle, bag otomatik olarak ku rulur ama mesele bunu güçlendirmek ve arttırmaktır. Birisi Bu enos Aires, Rio de Janeiro veya Meksika'dan söz ettiğinde, ora daki bir insan aklınıza gelmeli ve aslında, bir görsellik tekniği kullanabilmelisiniz. Böylece, orası veya oradaki bir faaliyetle 94
ilgili bir yorumda, tanıdığınız kişiye bağlı bir fikriniz olur. Bu, insan teması düzeyindedir. Bu diğer bir alan olan insan yardımı düzeyinde de işe ya rar. Grubun bir üyesi veya üyeleri fiziksel anlamda hastaysa, fi ziksel bir sorunları varsa, elbette bir bireyin veya grubun o ki şiye enerji göndermek ve yardım etmek için yapabileceği zikir ler ve taktikler vardır. Bu, mükemmel derecede işlevsel, genel ve normal bir yöntemdir. İnsanlar bunu otomatik olarak da yapar; buna düşünceli olmak ve nezaket denir. Birisinin bir sağlık sorunu olduğunu öğrenirseniz, ona karşı bir acıma ve yardım etme isteği duyar sınız. Pekâla bu normal ve insani bir tepki; ama eğer o kişiyi tanıyorsanız, bu duyguyu ve insani yardım etkenini pozitif bir biçimde arttırmaya çalışabilirsiniz. "O insana yönelteceğim bazı sihirli iyileştirme güçlerim var" diyerek değil; bu doğru olabilir ya da olmayabilir ama zaten böylesi güçlere ihtiyacınız yok. Eğer niyetiniz yardım etmekse, bunu kesinleştirin, kon santre olun. "Ah yazık falanca, inşallah kısa zamanda iyileşir." Bu olur çünkü ümidinizi bildirerek daha da kesinleştirdiniz. "inşallah olur" demek, bunun olacağına dair bir duygudur; da ha önce kurmuş olduğunuz iletişim düzeylerinden biri yoluyla enerji gönderir. Size, örnek olması için bir hikâye anlatacağım. Kişisel bir hikâye çünkü benimle mürşitlerimden biri arasında geçti. Afganistan'ın kuzeydoğusundaki Katharan kasabasında, bir kahvede oturuyorduk. Bu tür küçük kasabalarda kahve ge nellikle, sınır veya anayolun üzeri gibi stratejik bir noktaya ku rulan, büyük sosyal bir merkezdir. Burada oturan, kimin geldi ğini, kimin gittiğini, kimin geçtiğini görebilir. Stratejik bir yer dir; çünkü orada oturuyorsanız, gözlem için en iyi yerdesinizdir. Mürşitlerimden biriyle orada oturuyorduk. Sabahtı; be nimle konuşuyor, bana farklı sorular soruyordu ve ben de ce95
vap veriyordum. O günlerde, kamyonlar çok nadir olduğu için; oradan geçen birçok deve, eşek ve at arabasıyla, kasaba olduk ça yoğundu. Yaklaşık bir saattir orada oturuyorduk. Her zaman bana bakmıyordu; genelde etrafa bakıyor, nadiren bana bakıyordu. Bazen dikkatini bütünüyle benden ayırıyor, kafasını belli bir yöne doğru çeviriyor ve "bağlantı" kuruyordu. Bu anlamda bağlantı, kişinin içinden gelen ve bir kişi, yer veya şeye yönelt tiği, algılanamayan, fark edilebilir bir hareket içermeyen bir şeydir Ve bu, bir saat, bir buçuk saat içinde çok kez oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki, o zamanlar genç ve biraz da toy olduğum için, kafamda bir soru vardı: "Bunu neden yapıyor?" Sanırım biraz da engellenme vardı çünkü bir kitaptaki belli bir pasaj hakkında ne d ü ş ü n d ü ğ ü m ü soruyor ama beni dikkath dinlemiyordu. "Elimden geleni yapıyorum, açıklıyorum." diye düşünüyor dum. O ise, başka bir şeyi takip ediyor, onunla bağlantı kuru yordu. İçimden, "Neden benimle bağlantı kurmuyor? Ben müri dim, onun ellerindeyim" diyordum. İnsan genç ve toysa, bu tür duygu ve fikirlere kapılabiliyor. O akşam kasabadan ayrılmış, dağlara doğru giderken, "Bu sabah ne yapıyordum, biliyor musun?" diye sordu. "Evet, sanınm bana belirli dersler yeriyordunuz," dedim. "Doğru. Ne öğrendin?" diye sordu. "Bana Rumi, tbn-i Arabi ve E/-Kalensi hakkında so rular sordunuz, ben de açıkladım. Her zamankinden daha eleşti rel davranmadığınıza göre, sanırım cevaplanmı onayladınız. Ben ce yaptığımız şey buydu," dedim. "Peki, neden biraz rencide oldun, umursanmıyor
gibi hisset
tin?" "Umursanmıyor mu? Umursanmıyordum çünkü umursanma yı hak etmiyorum; ben önemsizim ve eğer beni umursamak iste mezseniz, bunu yapmak için her hakka sahipsiniz. Bu konuda be nim herhangi bir şikâyetim olamaz." 96
"Evet, evet. Ama sen aslında
kızdın."
Genç ve toydum ama mürşide doğruyu söylemek gerekti ğini öğrenmiştim, Eger söylemezseniz, doğruyu söylemediğini zi bilir, siz de onun bunu bildiğini bilirsiniz ve o, sizin onun bildiğini bildiğinizi de bilir; sonuçla da bunu yüzünüze v u r u r Yani, bunu sürdürmektense, ceza için elinizi uzatmanız daha iyidir Bu nedenle, dedim ki: "Evet, aslında biraz kızdım ama sa nırım, sonra kızmamam gerektiğine karar verdim. Çiınkü eğer konsantrasyonunuz benim üzerimde yoğunlaşmış değilse, bu, söy lediklerimin sizin dikkatinizi çekecek kadar ilginç olmamasından kaynaklanıyor " "Doğru, söylediklerinin çoğu ilginç değildi," dedi. "Ama bu gün benim orada bulunmam birçok insana yarar sağladı." Bunun doğruluğundan emindim çünkü kendisi seçkin bir insan ve bir Haşimî'ydi. Gelenek içinde çok yüce bir yeri var dı. Yani orada olması, köylüler için bir onur ve ayrıcalıktı. "Elbette, bu çok açık," dedim. "Hayır, başka bir şeyi kastediyorum," dedi. "Dikkatimi yö neltip bağlantı kurduğumda, ashnda başka bir yere giderken o ka sabadan geçen insanlara inayet ediyordum." inayetin iletilebileceği ve bir insana inayet edilebileceği doğru. O bağlantıyı fark etmiştim, inayet etmeyi sağlayan bir bağlantı vardır Ama ona şöyle dedim: "Ama sizinle oturduğumuz bir buçuk saatte, bunu 28 kezyaptımz. Kasaba çok büyük değil. Oradaki insanların durumu, bir buçuk saatte 28 kez sizin inayetinize ihtiyaç duyacak kadar va him mi?" "Hayır," dedi. "Amcı kasabanın içinden geçen insanlar var Birisi seyahat ediyor ve Nişabur'a ya da Tahran'a giderken orada mola veriyor. Bu kişi inayeti taşıyacak ve oraya vardığında "kay naşma" denen şey gerçekleşecek." 97
Afganca'da bununla ilgili bir deyiş vardır: "Bouseva peyram namishaval" yani, "Mektupla öpücük gönderilmez." Belli bir temasın gerçekleştireceği bazı işlevler vardır; yani gerçek bir fiziksel teması, fiziksel iletimi veya fiziksel olarak orada bulunmayı gerektiren işlevler vardır Özetlemek gerekirse, fark ettiyseniz, bir-iki grup, haftalık ya da aylık olarak Dervişhane gibi bazı yayınlar çıkarıp dağıt maya başladı. Ben böylesi bir şeyi desteklerim. Bunu organize etmek çok zor değildir. Bu ttir bir derginin içeriğinde illa, en sı ra dışı, değerli ve büyüleyici şiir ve yorumların olması gerek miyor; değerli ve ilginç birkaç şey, örneğin bazı yazarlardan ya pılan çeviriler ve bazı toplantıların fotoğrafları olabilir. Böylesi bir şeye, iki ya da dört ayda bir yapılan yayınlar şeklinde baş lamanızı tavsiye ederim; böylece farklı insanların, gelenek ve faaliyetleri hakkında ne düşündüğüne dair daha odaklı bir fi kir edinirsiniz. Gelenek içindeki arkadaşhk ve dostluk duygusuna, her za man, fırsat olunca bu duyguyu mantıklı biçimde güçlendirecek veya arttıracak bir bilinçlilik eşlik etmehdir Tetikte ve hazırlıklı olma hah bilinçlilik kelimelerini kul lanıyorum çünkü bu, her zaman uyanık olması gereken bir et kendir Bu zihninizi meşgul eden bir şey olmamalıdır. Belli bir itibar kazanmak için "Birisiyle arkadaş olacağım ve bugün arka daşlığımız hiç olmadığı kadar derin olacak" diyerek dolaşamazsınız çünkü bu gereksizdir. Tetikte olabilmek için, üstünde "TETIKTEYIM" yazdı kırmızı bir bayrak taşımaya gerek y o k t u r Hayır; böyle düşünür ve his sederseniz, var olduğuna ve onu güçlendirip kullanabileceğini ze inanırsanız, işe yaraması gereken durum ve olaylarda işe ya radığını görürsünüz. Mekanik olarak değil, gayet insanî bir yolla. Son birkaç konuşmada, bütünsel hareketten, bunu ortaya çıkarmak ve anlamaktan, sonra da kişinin bunu sağlayan et98
kenleri, bir birey ya da grup olarak, kapasitesine, yetenekleri ne, tecrübelerine vs. uygun biçimde nasıl en doğal, normal ve yararlı biçimde bir araya getirebileceğinden bahsettik. Bu et kenlerin hepsini bir anda kullanmaya çalışmazsınız. Belli bir durumda hangilerini kullanmanız gerektiğini bilirseniz, buna göre davranırsınız ve bunlara ekleyebileceğiniz ilave etkenin hangisi olduğunu bulmak için de, bilinçh veya bilinçsiz aklını zın bir bölümünü kullanırsınız. Bu, bir etken eklemek veya za ten kullanmakta olduğunuz yetilerden birini arttırmak, geliş tirmek şeklinde olabilir. Etkenlerin açma/kapama düğmeleri yoktur. Etkenlerin hepsi doğal, ritmik bir yolla ortaya çıkarılır; duruma bağlı ihti yaç veya bu değişimdeki kişi ve insanların ihtiyacından dolayı işlevsel hale getirilirler. Her şey benzerlerini çeker. Pozitif bir hareket ya da tavır, insanlar arasındaki u y u m u n pozitif bir şekilde kullanılması; tıpkı bazı insanların inayet etme gücüne sahip olması gibi, po zitif olanı kendine çeker ve uyuma yardımcı olur. İnayet, etrafa saçılan bir tür konfeti değildir. Çok yararlı bir şeydir ve ancak onu verebilecek kişi tarafından verilir. Bir cimri nasıl para harcarsa, inayet de öyle dağıtılır; azar azar ama isteksizce değil. Ama çok değerli olduğundan, inayet eden ki şi, alacak kişinin onu taşıyabilmek için gerekli niteliklere sahip olduğundan emin olmak için bir dizi değerlendirme ve test yapmak zorundadır. Bir karışıklık olmasın diye söylüyorum; inayet bahsettiğim enerjiyle aynı şey değildir. Enerji farklıdır. Enerji, kişi ya da grup tarafından üretilebilir, paylaşılabilir, dağıtılabilir, depola nabilir ve kişinin evradını beslemesi için kullanılabilir. İnayet ise bir etken, hissedilemeyen bir güçtür. "Yardım" veya "bulunmak", ayrıca "neşe" veya "mutluluk" kelimeleriyle karşılanmıştır. İnayetin enerjiden farklı olmasının nedenlerin den biri, inayet edilen kişinin onu yıllar boyu içinde taşıması99
dır. inayetin o kişiye "yazıldığım" söyleriz. Kişi onu alır, o da yularca kendisine yardım eder, çıkar sağlar ve onu geliştirir. Bir azalma faktörü yoktur, daha az yararlı yada güçlü olmaz; sabit bir seviyede kalır. Kişi onu aktarmaz, kaybetmez, paylaşmaz, israf etmez. İnayet, kendisini veren kişiye aittir. Verilen kişide birkaç yıl kalır; verilen kişideki özel işlevi bitince, yani eğer inayet eden kişinin tahminine göre, inayet, kendisini taşıyan kişinin yararı ve gelişimi için iyi bir biçimde kullanılıyorsa, geri alın maz, aksine miktar ve nitelik açısından arttırılır... Peki, iyi tasarlanmış, zekice sorularınız var mı? İyi tasar lanmış demek, kişinin uzun zamandır cevabını bulamadığı, net bir şekilde kehmelere döktüğü ve sormak için fırsat kolladığı soru demektir. Dediğim gibi, zekice sorulacak, çoğunuzun me rak ettiği sorularınızı cevaplamaya çalışacağım. Şeyh efendi, silsile nedir? Gelenekte, silsile irşadın iletilmesidir. Bu bir hiyerarşi de ğil, aile ve yetenek yoluyla, irşadın miras bırakılmasıdır. Silsi ledeki insanlar, geleneğin büyük ustaları veya mürşidleridir; inayete erişebilen ve kullananlar da onlardır. Şeyh efendi, geçen günkü tabloda, sekiz duyuya bağlı ek bir yeti olarak "hafıza" terimini de yazmıştınız, bize b u n u bi raz açıklayabilir misiniz? Evet. Eğer hatırlarsanız, "hafızayı" diğer yetilerden de ayrı yazmıştım; çünkü hafıza yararlı ve gerekli olsa da biraz kont rol edilmesi gerekir, insanların; istedikleri kendilerine uygun ve canlı olan ya da onları mutlu eden şeyleri hatırlamak, bu n u n yanında kendilerine uymayan veya işlerine gelmeyen şey leri de unutmak anlamına gelen "secici hafıza" diye bir şey var dır. Kişinin hafızayı kullanması elbette yararlı bir faktör oluş u n d a n d ı r Adresinizi ya da telefon numaranızı hatırlamak ra hatlık sağlar; hafızanın yararlarından biri budur. 100
Bizim taktiğimizde veya tekniğimizde, haiızanm seçici ol duğu gerçeğinden yararlanırız. Yani, hafızayı gerek kişisel ge rekse grup içi, yararlı bir amaç için kullanıyorsanız, şu anda sa hip olduğunuz duygu veya düşünceyi tasdik eden ya da güç lendiren anları, olayları, durumları, toplantıları ve diğer şeyle ri hafızanızdan bulup çıkarırsınız. Örneğin, "Bu kişi için şöyle hissediyorum," diyebilirsiniz. Tamam. Hafızanızda seçici bir şe kilde ama dürüst davranarak, geriye doğru gidin ve sahip oldu ğunuz duygunun doğruluğunu tasdik edecek hangi kanıtlar ol duğunu görün. Çok banal bir örneği ele alırsak, insanlar "Şu dükkâna veya lokantaya gidiyorum, oradaki insanların davranış larına ve kendi tecrübeme dayanarak hafızam bana o dükkânın ya da lokantanın şöyle, şöyle olduğunu söylüyor" diyerek bunu her zaman kullanırlar. Diyelim ki, kendi kendinize şöyle bir hipo tez belirlediniz: "Şu kişinin bana karşı tavrı dostça/düşmancadır." Hafızanızda geriye dönüp o kişiyi gördüğünüz zamanları, birlikte yaptığınız toplantıları vs. hatırlar ve eger tavrının iyi, dostça, yardımsever, nazik ve sevgi dolu olduğuna karar ver irseniz, içlerinden, o kişinin düşündüğünüz şekilde davrandığı durumları seçersiniz. Bu seçici hafızayı, seçici bir şekilde kullanmaktır. Ama bu nu yapmak bütün veri bankasının ağır bir incelemesi anlamına gelmemelidir. Çünkü insanlar ne derse desin, insan hafızasının yaklaşık %99,9'u pozitif etkiler, pozitif faktörler ve yararh şey lerden oluşmuştur. Aslında normal bir insan hiç bir şeyi unut maz; yalnızca bazı şeyleri sınıllandırmamış olabilir. Birisiyle bir görüşme yaptığınızda, bu görüşmenin halızanıza "ibrahim Bilen ile görüşme, tarih:..." şeklinde kesin bir al fabetik sırayla kaydedilip, İbrahim Bilen ile tekrar görüştüğü nüzde de diski çıkarıp, oraya eklemeniz gibi bir şey söz konu su değildir Görüşme, "Bunu hatuiamahym" diyeceğiniz kadar önemli olmayabilir; sıradan bir şey olabilir. Ama daha sonra, İbrahim Bilen'in size karşı tavrının ne olduğuna karar vermek için hafızanıza baktığınızda, aynı s ü r e u e n geçer, bu görrcjme10)
leri hatırlar ve "Böyle demesinin nedeni şuydu, bu yüzden yaptı," dersiniz. Bu durumda ilişki odak noktasıdır
şöyle
Hafızanın olumsuz tarafı, daha az yararlı bir şekilde yani "kendini haklı çıkarma hafızası" olarak da kullanılmasıdır Bir şey yaparsınız, bunu tekrar düşündüğünüzde gerekçeler bulur sunuz. Kendinize "Ah, evet ama şöyle şöyle olduğunu hatırlıyo rum, bu da benim yaptığım şeyi haklı çıkarıyor" dersiniz. Bu ne denle, bütün etkenler ve bağlantılar, özellikle başka insanlarla ilgili olanlar, zamanında ne kadar küçük ve önemsiz olursa ol sun, kaydedilir. Çünkü, eger bunlar önemh olacaksa, zamanı gelince hatırlayabilmeniz gerekir. Daha sonra bir ışık görür ve "Evet, şimdi nedenini anlıyorum" dersiniz. Hafıza aldatıcıdır. Sorun iyi yada kötü bir hafızaya sahip olmak değildir. Sorun, hafızanızda bulunan gerçekleri nasıl birleştirdiğiniz ve diğer rastgele bilgileri bu aga nasıl yerleştirdiginizdir Örneğin, kişi gelenekteki ustaların kullandığı yön temleri kullanabilir-ama ben hiç sır vermeden bunu nasıl açık larım? "İşaretçiler" dediğimiz şeyleri kullanırız; çünkü insan hafı zasının karmaşıklığının ve çok fazla tecrübe, duygu vs. olduğu faktörünün farkındayız. Birisi, belirli gerekli bir hareketi bir kişi ya da gruba karşı vurgulamak veya hatırlamaları gereken belli bir sözü, etkeni belli etmek isterse, bir "işaretçi" kullanır. Bunu anlatan bir hikâye vardır: Çok saygıdeğer ve kibar yaşlı bir şeyh bahçede müritleriyle dolaşarak onlara Nizamînin kitaplarından birindeki bir hikâyeden; hikâyenin birçok anla mından ve yan anlamlarından bahsediyormuş. Müritleri de onu takip edip dinliyormuş. Dediğim gibi, çok saygıdeğer ve centilmen bir insanmış ama belli bir noktada konuşmasını kes miş, boğazını temizlemiş ve tükürmüş. Sonra konuşmasına de vam etmiş. Yarım saat kadar daha konuştuktan sonra, müritleriyle oturmuş ve onlara Câmî'nin o hikâyeyle ilgili belirttiği nokta lar hakkında sorular sormuş. İçlerinden birine şöyle demiş: 102
"Leyla ile Mecnun'un aşkı ile ilgili Câmî'nin yorumundan anladın?" "Ihhm,
ne
efendim?"
"Hani, tükürdükten sonra "Ah, evet, şimdi
söylediğim."
hatırladım."
Doğrusu ben çok tükürmem. Bu hem toplum hayatına hem de yasalara aykırı ama ben hafızaya kendi yöntemimle yardımcı oluyorum. Tamamen değil biraz sıra dışı bir şey ya parsınız ama bunu insanların hafızalarına, daha sonra kolayca hatırlayabilecekleri bir biçimde yerleştirirsiniz. 10, 15 ya da 20 yıl sonra, herkes "Şeyh Hamit'ten hemen sonraki şeyh kimdi, ha ni şu tüküren?" diye bir soru sorduğunda, herkes cevabını bili yordu. Tükürmek yerine, o anda durup "Şimdi, hir dakika, size bir şey söyleyeceğim ve bunu hayatınızın sonuna kadar hatırlayacak sınız," deseydi de onu hatırlarlardı ama bu kısmen mizaç me selesi. Bir mürşide irşat icazeti ve yetkisi verildiğinde, parametre leri nasıl kullanacağının, hangi alanlarda faaliyet göstereceği nin ve hangi araçları kullanacağının tercihi de kendisine bıra kılır. Birisinin, "Ben bağırma tekniğini kullanacağım. Bağıraca ğım, bağıracağım, bağıracağım" dediğine şahit olmak zordur Eğer bu yöntemi irşat için kullanmayı düşünüyorsa, seçim ku rulunun yanına bile yaklaşabileceğini sanmıyorum; çünkü bu hem yüksek seviyede adrenalini sabit tutmak hem de insanla rın kendilerine bağırıldığında gösterdiği doğal tepkiyi yenmek demektir Böyle bir durumda, insanlar ya geri çekilip savunma ya geçerler ya da "işteyine başladı," deyip başka bir şey düşün meye başlarlar Ben işaretlemede ne yapıyorsam onu yaparım. Kişinin kendisi için "işaretleme" yapması gibi bir şey m ü m k ü n mü? Çünkü, anladığım kadarıyla, bir şeyin hafızada 103
kalmasını sağlamak, onu alma anına, belki de o anda ne ka dar dikkatli olduğuna bağlı. Bu doğru mu? İnsanların kendi hafızalarında bir işaretçi kullanmalarının en kolay yolu, hatırlamak istedikleri bir tecrübe, bağlantı ya da d u r u m varsa, hafızalarında bu olayı birkaç kez gayet basit, nor mal ve etkili bir biçimde tekrar yaşamaktır. Bunu ayrıntılı bi çimde yapmayın çünkü bu bir işaretçi olmaz, yalnızca diğerle ri gibi bir anı o l u r Ama eğer "Şöyle şöyle bir şey oldu," "Şöyle bir şey hissettim," veya "Şöyle bir şey okudum" derseniz ve bu nu kendinize en az üç kez tekrar ederseniz, bu sizin için biraz sıra dışı olacağı için işaretlenecektir. "Bakalım ne oldu. Bu ne anlama geliyor? Ne yapıyorum?" demeyin çünkü bu sonra da yapılabilir Yalnızca, olayı hatırlar, kendi kendinize, üç kere "Bunu yaptım," derseniz; anahz, anla ma ya da d ü ş ü n m e süreci ile daha sonra meşgul olabilirsiniz. Allah'ın 99 ismini nasıl doğru biçimde kullanabiliriz, bu n u yapmak m ü m k ü n mü? 99 ismin hepsi, sıfatlardır Bunlar zikir, teşbih, tefekkür anlarında ya da o sıfatla ilgili durumlarda kullanılabilir Böyle yaptığınızda bir bağ kurar, o özel isimle dua edersiniz. Başar mayı istediğiniz veya umduğunuz ya da yaptığınız şeye en ya kın ismi, yani, peşine düştüğünüz kavramla uyuşan veya bir parçası olan ismi kullanın. Yanlış tercih gibi bir şey olmaz; çünkü bu kelimelerin her biri "güçlü" kelimeler olduğu için, biri diğerinden daha güçlü değildir. Ancak, belli bir durum ya da iş ile diğerlerinden daha yakın bağlantılı olan bir tane her zaman için vardır. Bu neden le, seçim yaparken bunu temel alırsınız. Tahtada "p.m." ya da "p+m" şeklinde yazılmış bir şey var dı. Ama yazdığınız kelimenin arkasında parantez içinde bir şey daha vardı. Aslında
iki şey var
Birisi "a.m",
104
diğeri de
"p.m.";
"a.m."nin açılımı alternatif metot, "p.m." de pozitif metot. As lında, ben onu kendim için bir hatırlatma notu olarak yazmış tım, hafızam çok kötü olduğu için, bazen bana hatırlatacak bir şeye ihtiyaç duyuyorum. Açıkça "pozitif metot" olarak yazma dım çünkü herkes, yazılan diğer şeylerden çok ona bakıyor olurdu. Diğerleri de iyi ama o "pozitif". Pozitifin tahtada parantez içinde en sona yazılmasının ne deni, pozitif metodun, daha öncekilerin hepsinin bir özeti ol masıydı. Bütün bu söylediklerim pozitif metodun bir tanımlan ması ve anlamama gibi bir şeye mahal bırakmıyor. Eger etken ler yeterince aydınlanırsa, bir açıklama sürecine gerek kalmaz. Çünkü "Şunu ve bunu kullanacağım" şeklindeki açıklayıcı tavır, dikkatin bir kısmını anlamaya, anlamlandırmaya vs. yöneltir ve insanlar genellikle oradan da hayal dünyasına kayarlar. Ya ni pozitif metot, insanların bunu yapabilme kapasiteleri konu sunda, şüpheye yer yok demektir. Bu bir tasdiktir. Eğer bütün bunları yapacağınızı düşünmesem size tek tek açıklamazdım. Bu etken ve yetilerin hepsi vardır, erişilebilirdir. Yani, bu et kenleri pozitifleştirmenize yardım etmeliyim. Bu yararlı oldu ğu için herkes yapmak ister. Ama yetiler daha fazla ve daha ya rarlı kullanılarak, pozitif tarafta ilerlemek gerekir Tekkedeki bitki, çiçek ve ağaçlar yararlı mıdır? Evet, bitki ve çiçeklerin kullanımıyla ilgili bir yöntem var dır. Anlattığım gibi, geleneğin Avrupa'daki ilk yıllarında belli bir kamullaj kullanılıyordu. Ama bitki ve çiçeklerin kullanımı net olarak belirlenmişti. Ortadoğu'da, Türkiye'de ya da Kuzey Afrika'daki bir çok kasabaya gittiğinizde, genellikle camilerin dışında bir bahçe görür ve çiçeklerin renklerinden ve bitkilerin düzeninden orada hangi tarikatın etkili olduğunu anlayabilir diniz. Faklı çiçeklerin düzeni ve yerleştirilmesi, size o bölge den sorumlu kişinin adını da verirdi. Çiçeklerin işlevlerinden bir tanesi bu.
105
Diğer işlev, gelenekte renk kullanımıyla ilgili. Tekkenin ya kınında ya da içinde kullanılacak çiçekler, bir giysi veya dekor da kullanılacak renklerle aynı şekilde seçilir. Çiçeklerin renk leri, gelenekte kullanılacak renklerle uyum sağlar. Eğer bir tek keniz ve bahçede boş bir yeriniz varsa, çiçeklerin ve çiçek ya taklarının nasıl düzenleneceği, hangi tür çiçeklerin kullanıla cağı ile ilgili belirli bir formül vardır. Erişebileceğiniz bir bahçe yoksa bile, tekkede çiçek kul lanmak m ü m k ü n d ü r . Ama bu durumda doğal sorunlar vardır; eğer koparılmış çiçekler kullanıyorsanız, kakımını yapmak, su lamak ve değiştirmek gerekir. Çözüm, potpuri denilen kuru muş çiçek karışımlarından kullanmaktır; taçyaprakları kurutu lur ve karıştırılır. Kullanılan çiçekler genellikle bu türdendir ve düzenleme olarak da, kesinlikle doğal bir materyalden yapıl mış kase ya da keşkül türü bir kabın içine koyulurlar. Gül dışında kullanılabilecek başka çiçekler var mıdır? En önemli şey çiçeklerin rengidir; bu nedenle örneğin bir ortanca, zambak ya da yıldızçiçegi aldığınızda, renklerini koru dukları sürece kullanabilirsiniz. En iyi örnek, elbette, Granada'daki Generalife'tır. Orada çiçeklerin, çalıların, çitlerin vs. düzeni belli bir modele bağlıdır, bir çiçek ya da çalı solunca, her zaman aynı renkten başka biriyle değiştirilir. Bu şekilde iş levleri devam eder. Bu tür bahçe işleriyle ilgili kitap var mı? C: Evet, ulaşmaya çalıştığım iki-üç tane var; size de ulaştı racağım. Elimdekiler için de oturup notlar yazmam lazım. Çünkü belli bir iklim türüne ya da bu tür şeylere bağlı olan ba zı çiçek adları var. Örneğin, birisi çingülü kullanmak isterse, bu yetiştirmesi zor olan çok güzel bir çiçektir. Eger yetiştirmek m ü m k ü n s e , ne âlâ; ama iklim şartlan nedeniyle m ü m k ü n de ğilse, kitapları inceleyip aynı işlevi yerine getirecek başka han gi çiçeklerin olduğunu bulmam gerekiyor. 106
Avrupa'daki evrim hakkında ne düşünüyorsunuz? Yakın zamandaki evrimi mi kastediyorsun, evrim ihtimahni mi? Evrim ihtimalini. Doğrusu evrim hakkında oldukça iyimserim. Geleneğin batıdaki evriminden ben sorumlu olduğuma göre, böyle söyle yebilirim değil mi? Ama siyasi ya da entelektüel evrim hakkın da yorum yapacağımı sanmıyorum; çünkü bu doğru bir şekil de gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Beni ilgilendiren evrim, gelenekteki insanların evrimidir; yalnızca kişilerin ken dileri açısından değil, aynı zamanda geleneğin Avrupa'daki in sanlarının genel olarak aileleri ve toplumları üzerindeki etkisi açısından da. Ne yazık ki, bir çok bakış açısına göre evrimsel anlamda Avrupa yaklaşık yüzyıl geridedir Ferdinand ve Isabella hakkındaki en sevdiğim söyleme girmezsem dahi, Avrupa bir çok açıdan yüz yıl geridedir. Çünkü dini hoşgörüsüzlüğün, in sanları daha önce kurulmuş bir şeye erişmekten alıkoyduğu "Karanlık Çağlar" denen bir dönemden geçmiştir, Avrupa'nın gelenekle ilk fiziksel teması 711 yılında, Emeviler İspanya'ya giderken olmuştur. İlk fiziksel temas budur ama bundan önce de başka şeyler olmuştur. Bunun örneklerin den bir tanesi İspanyol- Emevi medeniyeti, yani Emevi olma yan, İspanyol da olmayan bir medeniyetin ortaya çıkışıydı. As lında, bu iki gücün, ispanyolların nitelikleriyle Emeviler'in ni telik ve yeteneklerinin birleşmesiydi; savaşın bittiği noktada bir karar verildi, bölgede verimli bir şeyin geliştirilmesi gereki yordu: düşüncede verimli, harekette verimli ve işte verimli. Dediğim gibi, Emeviler'in fiziksel varlıklarını İspanya'ya getiren fiziksel işgalleri bunun bir parçasıydı. Ama bundan 600 yıl önce Emeviler'in uyguladığı yöntemler zaten geliştirilmişti. Çünkü o bölgede seyahat eden insanlar, bölgenin niteliği, türü ve her ayrıntısıyla ilgili bilgiyi taşımıştı. Emeviler'in sunduğu şey daha öncesinde o bölgede bulunan insanların yetenekleri, ihtiyaçları ve arzularında yansıma buldu. 107
Ne yazık ki, katı hoşgörüsüzlükten dolayı, İspanyol- Emevi tecrübesinin bütün Avrupa'ya yayılmasına izin verilmedi ve İspanya'nın geri alınmasının hemen ardından ölü bir dönem, bizim bakış açımıza göre hiç bir şeyin olmadığı "karanlık çağ" başladı. Bu yüzden yüz yıl kaybedildiğini söylüyorum. Ama bu kesin bir kayıp değildi; çünkü aradaki fark sürekli olmadı. Za manla bu fark, müzik, giyim, tiyatro, şiir gibi farklı temaslar yoluyla kapatıldı. Bu hâlâ devam ediyor ve bence evrim ihtima li hâlâ var. Ama yine de, bu, insanların evrim isteği, arzusu ve ihtiyacına bağlıdır. Evrimi dayatamazsınız, bütün yapabileceği niz bunu insanlara aşılamak ve alıp kullanmalarını sağlayacak biçimde önlerine koymaktır.
108
üzerinde Çalışılabilen ve Çalışılamayan Kavramlar Ekonomik, siyasi, psikolojik, sosyal vs. insan faaliyetleri nin bütün yönlerinde zaman zaman ortaya çıkan ilginç bir et ken vardır. Bu bazı kavramlarla ilgilidir. Bazı kavramlar, şöyle ya da böyle, kesin olarak mantıkh ve anlaşılabilirdir ve bunların çoğu temel, üzerine inşa edilebilir, açıklanabilir ve geliştirilebilirdir. Buna örnek olarak zenginlik ve fakirlik kavramlarını vere biliriz. Zenginlik çok da soyut bir kavram değildir: Çok paraya sahip olmak, ya da hiç paraya sahip olmamak. Bunlar, ölçülmeleri m ü m k ü n olan şeylerdir. Birisinin milyarları varsa, milyar derdir; hiç parası yoksa fakirdir. Eger mantıklı ölçümü bir kenara bırakır ve dediğim gibi, genel bir "zenginlik kavramı" kullanırsanız, kavramın kökleri hâlâ gerçekliğe dayandığı sürece bu doğrudur. Neye kıyasla zenginlik? Fakirliğe kıyasla zenginlik, sıfıra karşı bir milyon; ama bir milyarderle kıyaslandığında milyoner zengin değildir. Sonra b ü t ü n bu göreceli ölçümleri ele alınca, bir tür "her şey görecelidir" düşüncesine doğru sürüklenirsiniz: Ama neye gö re? Bir şeyle bağlantı kurmak gerekiyor. Göreceliğe göre göre celi derseniz, yeniden esnek bir yorum, fikir, tavır veya bakış açısı alanına girmiş oluruz. Tamam, kişi yine de "zenginlik" veya "fakirlik" gibi bir kavramı kullanabilir ve insanlar onun bazı yönleri hakkında yazılar yazabilir vs. Ama belirlenmiş bazı ölçülere dayanarak kişinin bir İnsan ya da toplumun zengin mi fakir mi olduğunu nesnel olarak inceleyebileceği yöntemler vardır. Örneğin, evde buzdolabı ya da televizyon var mı? Evde elektrik ve su var mı? Kullanılabilecek belli ölçüler vardır. Biz gelenekteki insanların 109
çok sık eleştirildiğini ve bize sataşıldığını daha önce söylemiş tim. Bunun nedeni olarak, gelenekteki bizlerin, batının genel likle entelektüel idollerini eleştirdiğimizi ve onlara sataştığımı zı söylerler Bunun bizim en önde gelen hedefimiz olmasının nedeni, buranın, sözde bilginin çok fazla kötüye kullanıldığı ya da düşüncenin çarpıtıldığı ve yanlış yorumlandığı alan olması dır İnsanlar bu noktada zayıftır; çünkü akademik konuma gel miş ve b u n u devam ettirmekte olan birini kullandığınızda, eger o kişinin amacı öğretmek ya da araştırmaksa, bu yararlı bir et ki olur. Böylece entelektüel bir akademisyeniniz olur. Kendi dalının daha rafine alanlarında yazılar yazan bir adam, kendi mantığından veya açıklamasından daha da fazla büyülenmeye ve mest olmaya başlar Bunun sonucunda da, kendi soyutlama larına daha fazla inanarak, bunun üzerine bütün bir -sözded ü ş ü n m e yapısı inşa e d e r Bu insanlara meydan okumak çok zordur . Ç ü n k ü hayalden kaleler inşa ettiklerine göre, bunları savunmaları gerekir, savunurlar da. Bir gün birisi karşılarına çıkıp şöyle der: "Bir dakika, bunun taneli nedir?" "Temel, elbette
temelde...."
"Hayır, hayır, hayır Teorinizin en önemli noktası nedir?" "Şu iyi bilinir
ki...."
"Ben onu bilmiyorum,
bu durumda iyi
bilinmiyor"
Bunu takip eden soru, "Sen de feimsin?"dir. "Sen de kimsin? Sizler, doğudan çıkıp geliyorsunuz, kendiniz dahayeni ağaç kovu ğundan çıkmış olmanıza rağmen, gelip bizi eleştiriyorsunuz." vs. Buraya kadar, tamam elbette öyle. Bir noktada herkesin agaç kovuğundan çıktığı varsayılır (ben de buna inandığımdan de ğil), her ne kadar kişisel olarak ben mağaradan çıktıysam da, tamam, isterseniz bu noktadan başlayahm. Ama bu illa ki, meydan okuma amacıyla değil, yalnızca bu teorinin ne oldugu-
110
nu öğrenmek için soru soracak tecrübe, bilgi veya zekaya sahip olmadığım anlamına mı geliyor? Nedir bu teori; entelektüel mi, olağandışı mı, Schopenhauerci mi, Kantçı mı, Freudcu mu, Jungcu mu, ne? Eger bu teoriler geçerliyse, belli miktarda in celemeye tabi tutulması gerekir. Eger, bunlar, insanoğluna de ğinen bakışlarsa, yalnızca belli miktarda bir inceleme için de ğil, tecrübe edilebilmek için de yeterli olmalıdır Şimdi meseleyi tekrar sıra dışı felsefî.alana taşıyorum. Çünkü biz gelenekle ilgilendiğimiz sürece, benim bir milyon kez söylememe rağmen, herkes "evet" deyip unutsa da, gelenek insanlar arasında felsefî.bir öğretidir Elbette batınî yönleri var dır Bu yönleri anlayamayacak kişilerden o an için uzak tutul malıdır; bunu anlarlarsa, zaten batınî kategorisinden çıkmış olurlar Ama gelenek insanlarla ilgilenir Bu nedenle, teorik olarak, "insanlarla ilgilendiğimize, onları terbiye edip beyinleri ni yıkadığımıza göre, onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyin, bu kadar- neden \akit kaybedelim ki?" demek bile m ü m k ü n d ü r Bunu yapmak gerçekten çok kolaydır; ama sizi temin ede rim ki, öyle görünmese de sizin gibi bir avuç insan yerine bu robotlarla uğraşmak beladan da öte bir şeydir Bunun doğru ol madığını düşünebilirsiniz ama doğru; nedeni çok basit: Diye lim ki bir sürü robot var ve her şey iyi gidiyor, "Ayağa kalk" di yorsunuz, ayağa kalkıyorlar; "Otur" diyorsunuz, oturuyorlar; "Düşün" diyorsunuz ve bir süre sonra, "gacır gucur" sesleri duymaya başlıyorsunuz; düşünmeye çalışıyorlar Eger bir tür profesyonelseniz, şunu çok iyi bilmelisiniz ki, bu, düşünme hareketlerin^ yerine getiriyorlar demektir Ama aslında, düşünmüyorlar Size, düşündüklerini gösterecek bir pozisyona geçmeye veya bir ifade takınmaya çalışıyorlar; hepsi çok zeki. Bunu kabul edip, "Şunlara bak, hepsi derin derin düşünüyor, harika, değil mi?" dersiniz. Ya da dediğim gibi, bir tür profes yonelseniz, şunu anlamalısınız: Bazıları düşünüyor, bazıları düşünmüyor, bazıları bir şekilde, bazıları başka bir şekilde dû111
şünüyor; bazılarının düşüncesinin belli bir yöne doğru itilme si gerekiyor, bazılarının düşüncesinin biraz yavaşlatılması ge rekiyor.. Yani eger rahatça arkanıza yaslanmış, robot düşünür leri izliyorsanız ya aptalsınızdır ya da şarlatan veya her ikisi de. Geleneğin ya da gelenekten gelen bir enerjinin etkisi, ken di başına bir düşünce oluşturmaz; düşüncenin yolunu açar Bir reaksiyona neden olur, kişide bir duygu veya bir tat meydana getirir. Tıpkı doyurulması gereken doyurulabilen ve doyurulan bir çeşit açlık ya da beklenti gibi. Ama eger bu gerçekleşmeyen dileklerden oluşan sürekli bir döngü şeklinde ise, "Diliyorum ki .... Diliyorum ki .... Dili yorum ki .... Aman cam cehenneme" noktasına gelirsiniz. Bu ne denle, minimum miktarda bir izlenimin olması gerekir Gelenekteki tanımlamaya göre, tamamen soyut olan bir şey varsa, kişi batıda kendisine öğretilen şeyi yapıyor, yani "ze kasını kullanıyor" vs. olabilir; bu kavramı hayal edebilir. Ama bu kavrama dair bir izlenim edinmek ne kadar tamamlayıcı, yararh, pozitif veya besleyici olabilir? Eger bir kavram degerliyse, pozitif özellikteyse ve kendine has bir dinamiği varsa, kişi bu kavrama katılabilmek, bir kıs mını kullanabilmek ve onu tanımlayabilmek ister Bir dinamik soyut bir şekilde nasıl tanımlanabilir? Schopenhauer ve başka birçok insan şöyle derdi... gülme yin. Bu eğitimli centilmenlerden alıntı yaptığımda herkes gülü yor ama ben onları okudum; gerçekten. Çünkü eğitimimin bir parçası her şeyi okumaktı. Bana bir kitap veya edebiyat türü verildiğinde "Bumı x, y ya da z bakış açısına göre oku" denil mezdi. Okunacak şeyler verilir, sonra da benden, onlardan ne aldığımı ya da öğrendiğimi, neleri yararlı veya sıkıcı bulduğu mu anlatmam istenirdi, bu yüzden bu eserleri okudum; öylesi ne "şu kişi aptal" ya da "bu saçma" vs. demiyorum; onları ger çekten okudum. Onları okuyup bırakabildiğim, sonra da unu tabildiğim ve onları bir hayat tarzı olarak almadığım için şük rediyorum. 112
Gelenekteki bir kişiyle geleneğin kavramından üretilen ve onda var olan enerji arasındaki ilişkinin çok elle tutulur bir bi çiminin olması gerekir. Biz Nakşibendî usulünden bahsediyo ruz; kişinin neyi sevmesi ve düşünmesi gerektiği, neyi anlama yı ve takip etmeyi amaçlayacağı, ne olmayı amaçladığı ile ilgili başka göstergeler de vardır. Bu bakış açıları, daha doğrusu de ğerler pozitif özelliktedir; kimse, aptal, tembel, serseri, komik ya da iğrenç olmayı hedeflemek istemez. Bu nedenle tanımları itibarıyla, bu yönlendirme ve kuralların çoğu, insanı belirli po zitif başarılara yöneltmek için düzenlenmiştir. Pozitif, yararlı, rahatlatıcı veya değerli oldukları için de insanlar içgüdüsel ola rak, bu değer ya da özelliklerin yansımasını kendilerinde gör mek isterler. Bunlardan biri, örneğin, uyumlu denge ise, kişi şöyle der: "Peki, bu denge ilkesini biliyoruz. Niteliği mi? Bunun ne demek olduğunu az-çok biliyoruz. Denge, dengesizlik olmama sı demektir" Denge kavramının, dengesizhk olmaması; uyumun da, uyumluluk hali demek olduğunu anladıktan sonra, bu tabirin yanına bir işaret atıp bir sonrakine mi geçeceksiniz? Hayır. Ki şi bu özelliklerin ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, lam olarak kutsal olmasa da kutsallığa biraz katılmanın cazibesine kapılır. Birçok kez söylediğim gibi, gelenekte "bir şeyin, benzer lerini çektiğine" inanırız. Ayrıca, Hâfız'ın bir sözünü de hatırla tırsak, "Yaseminin kokusu ellerinize bulaşmadan yasemin topla yamazsınız". Kişi farklı önemdeki şeylere karşı dengeli ve uyumlu bir tavır takınmayı amaçlıyorsa, dengeli ve uyumlu bir tavrın ya da davranış biçiminin önemi ile uyumlu davranışın anlamını an lamaya çalışıyor demektir ve elbette, sonrasında bu nitelikleri kendi hayatına uyarlamalıdır. Yasemin benzetmesine geri döndüğümüzde kişi dengenin değeri ve gerekliliği hakkında düşünüyor ya da okuyorsa, el bette bunlardan bir kısmı kendisine bulaşmalı ve o kişide ol dukça aktif potansiyel bir özellik haline gelmelidir "Ben o ka
in
dar dengeli olamam-yani, unut gitsin" denebilir; bu her şey için bir bahane olarak kullandabilir. "Hayır, bunu asla yapamam," da denebilir ve bu doğru olabilir; ama böyle söylemek, kişinin kendi kendine koyduğu bir kısıtlamadır. Günlük hayatın sınırları içinde kişinin bıkkın, sinirli, yor gun ve rahatsız vs. hissettiği durum, olay ve anlar vardır. Böy le bir noktada, dişlerinizi sıkar ve "Dengeli olacağım, bu beni öl dürse bile." dersiniz. Elbette bunu denemelisiniz; çünkü bu ne fis kontrolü için iyi bir alıştırmadır. "Denemeyin," demiyorum, deneyin; ama fiziksel etkenler, yorgunluk veya başka şeylerden dolayı denge kayarsa ve çığlık atar, bağırır, kükrer ya da haykırırsanız, o zaman "Of, birinci kareye geri dön, hepsini mahvet tim," dememelidir. Eger bunun sonucunda işten kovulursanız, evet, bu "birinci kareye geri dönmek" sayılabilir; ama bizim bah settiğimiz konu açısından, ki bu daha derin içsel bir değerdir, böyle bir şeyin aşırı önemi yoktur. Dikkatinizi çekiyorum, "aşı rı önem" diyorum, elbette belli bir önemi var ama aşırı önemli değil. Ama kişinin kendi içindeki ya da grubuyla arasındaki veya bir grupla diğer grup arasındaki denge noktası ya da uyum kaybolursa, bu daha ciddi bir sorundur. Çünkü kişi, bilinçli veya bilinçsiz olarak, daha sonra üzerine inşa edeceği bir uyum ve dengeyi kurmaya çalışmahdır. Bir kararsızlık hali değil, mantıklı bir istikrar gerekir. İstikrar olduğu zaman, bu belli bir güven sağlar Her zaman eğilip zemin karolarının kalkıp kalk madığını kontrol etmemelisiniz. Daha önce de dediğim gibi, eğer bir bina inşa ettiysek, zeminin yeterince sağlam olduğun dan, duvarların çökmeyeceğinden ve çatının uçmayacağından emin bir şekilde, artık o binayı dekore etmeye, yerleştirmeye ve içinde güvenle yaşamaya bakmalıyız. Eğer durmadan dışarı koşup binaya şöyle bir göz atıp "Şimdilik her şey yolunda," di yecekseniz, o zaman binalar inşa etmeyin, gidip bir mağarada oturun böylece" Richter ölçeğine göre sekizya da dokuz şiddetin de sarsılsa hile buranın yıkılacağını sanmıyorum; en azından şim dilik" diyebilirsiniz. Böylece bütün hikâye en başa döner. 114
Tanrı aşkına, kişinin bilincinde olduğu ve üzerine başka şeyler inşa edebileceği belli derecede bir istikrar için Allah'a şükretmek çok daha basit değil mi? "Ama om ben oluşturdum, şimdi de benim aptallığım yüzünden çökecek"; o zaman, binayı bir başkasına yaptırın, o kişiden bir garanti alın ve gidip bina ya girin. Bu noktada "Ama o kişiyi tanımıyorum, o da beni tanı mayabilir" diyebilirsiniz; bu bir şans meselesi. Kişi, kesinlikle ve güvenle atabileceği her adımda, emin olmak için bir buçuk adım geri gidiyorsa, bütün varlık bir ileri, bir geri, bir ileri, bir geri hareket eder. Bunun nedeni kendine ya da yaptığı şeye duyduğu güvensizlik, başkalarının, çabasını sabotaj etmesi korkusu veya "doğum öncesi etki" olabilir; bahanenin adını kendisi koyar veya başkaları bir isim bulur. Ben diyorum ki, ar tık isim veya bahane aramayın. Bütün nedenler, b ü t ü n dürtüler ve bütün sorumluluk zaten ortada. Size öneride bulunabihrim, okumanız için kitaplar göste rebilirim, yapmanız için ödev verebilirim. Bir milyon kez söy lediğim gibi, sizi dürtebihr, teşvik edebilirim ama sizin yapma nız gereken şeyi yapmam. Peki kim yapar? Saat on ikide gelip nevresim takımınızı değiştiren peri. Küçük Ned Humperdinck mi? Yoksa Strevmelpeter mı? İnsanlar, eğer yalnızca olumlu şeylerde kullanırlarsa, bu niteliğe sahiptirler: Yapmak istedik lerini yaptıktan sonra herhangi bir itiraz karşısında kurnazca bir açıklama bulabilmek. Bunun anlamı şu; insanlar bana gelir ve şöyle der: "Durum bu, ne yapacağımı bilmiyorum, siz bana söyleyebilir misiniz?" Aslında ne yapacaklarına daha önce karar vermiş olurlar. Beni dinler sonra gidip istedikleri şeyi yaparlar. Kimi kandırıyorlar? Konuyu dağıtıyor muyum? Hayır Kişinin bir yargıya var masını sağlayan sözde ilkelerin öznel olabileceği noktasına ge ri dönersek, buna benden daha iyi bir örnek yoktur: Alganistan'da, Krahn iyi bir tebaasıyım; anayasaya inanır ve kurallara uyarım ama "Ben bir Pagmaniyim ve istediğimi yaparını". O bağlamda gerekçe budur.
115
Bu iyi, eğlenceli de olabilir, insanlarla ya da bazı şeylerle aranızda sürdürdüğünüz bir satranç oyununa da dönüşebilir ama bunu kendinizle oynamayın. Batı eğitiminin eğilimi (eğilim diyorum çünkü bu hiç tam olarak gerçekleşmemiştir) insanlara "liberal eğitim" -küçük "l" ile- vermekti. Sosyal bilimleri ve fen bilimlerini öğreniyordu nuz ve sonra Victoria zamanının liberal bilgisini edinip tedri cen "Büyük Tur" yapılıp geri dönülürdü. Makul miktarda temel bilgiye sahip olduktan sonra da kişi, bir konuda uzmanlaşabilir, hatta isterse konusunu daha da daraltabilirdi. Ama sonra, maalesef, liberal fikir liberal olmayan bir hale dönüştü. Çünkü "Birine biraz eğitim vereceğiz" dediğinizde, o kişinin bütün sos yal bilimler ve fen bilimlerini çalışabilmesi gerekir. Bu konu larla ilgili yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca kitap olduğuna göre, hepsini okuması mı gerekiyor? Uygulanabilirlik açısın dan bakıldığında, hayır Bu nedenle içlerinden birkaç tanesini seçtik. Buraya kadar tamam ama bu sözde seçme ne zaman ya pıldı ve kim seçti? Bu nesnel mi, öznel mi? Bazı yerlerde, bu seçim, hâlâ liberal kalacak kadar nesnel di. Ama diğer yerlerde özneldi ve öğretim, öğrenme veya çalış ma alanını yaratan kişiler bu çalışmanın gerçek atalarıydı. Bu na, benim en sevdiğim konu alanlarından biri olan ingilizce Farsça veya Arapça uzmanlarından daha iyi bir örnek gösteri lemez. Bu konuda onlar üç kat daha başardı; her profesör, öl düğünde ya da mumyalandığında veya her neyse, yerine kendi sinin belirlediği aday geçerdi. Peki ikinci aday, öğrencilerine kimin kitabını öneriyordu? Tabii ki, atasının ya da o her kim idiyse. Bu normal bir şey olabilir -ben de insanlara babamın kitap larını öneriyorum ama bu yalnızca evlat olmanın getirdiği bir hürmet duygusu değil; onlar gerçekten iyi kitaplar- ama bu çiz giye ulaştığınızda, temel çizgiden o kadar uzaklaşdmıştır ki bu her ne kadar tbranice ve Sanskritçe içinde geçerli olsa da, ben yalnızca İngiltere'deki Arapça veya Farsça uzmanlarından 1J6
bahsedebiliyorum-, yalnızca kaynaktan çok uzaklaşmakla kal maz kaynağa geri d ö n ü p , "Bu metinde şöyle deniyor" dediğiniz de hemen şu yanıtla karşılaşırsınız: "Sen de kimsin? Profesör fa lanca şöyle şöyle dedi, yorum bu. O ne dediyse odur" Bizi sapkın olmakla suçluyorlar; çünkü, biz iddia ediyoruz ki sabit bir şeye eklenecek herhangi bir süs, dekorasyon ya da işleme, onu daha iyi göstermek, daha erişilebilir kılmak yahut onunla iletişim kurmak için olmalıdır. Yalnızca ".... adına" ol mamalıdır. Şu tabiri anlayanlar, anadili İngilizce olmayan arkadaşlara açıklayabilir: "Zambağıyaldızlamak," yani zaten kendiliğinden güzel olan bir şeyi süslemek. Süslemenin, sırf süsleme adına yapıldığı, nesnenin fazla cafcaflı ve çirkin hale geldiği ve süre cin artık nesnenin değerine herhangi bir katkıda bulunmadığı bir nokta vardır Aslında, nesne genellikle bir mesafe yaratır çünkü ona bakan insana "Çok itici" diye düşüneceği şekilde or taya koyar kendisini. Doğal iletişim kapasitesini kaybetmiştir çünkü satılmak için çok abartılı biçimde süslenmiştir Böylesi üç nesillik entelektüeller, alimler ve diğer insanlar la ilgili eleştirimiz şu: Bazen bir şeyin bir yönünü ele alırlar, sonra onu ender hale getirip sıra dışı isimler vererek saçma bir şekilde insanları korkuturlar. Bu sıradan insanlardan o kadar uzaktır ki, onlar şöyle düşünür: "Bunu asla anlayamam ve be nim işimeyarayrp yaramayacağını da bilemiyorum." Ama aslında, eger olması gerektiği şekilde, yani insanların kullanması, bütünleşmesi, benimsemesi ve kullanmasına uy gun bir biçimde yansıtılırsa. işine yarayabilir Aksi takdirde, boynunuza astığınız soyut bir şey olmaktan öteye geçemez. Bir şeyi boynuna asmak insanların her zaman yaptığı, oldukça övülecek bir şeydir Neden olmasın ki? Bazıları, kullanımı ra hat olsun diye çakmaklarını boyunlarına asarlar. Bazıları, çek mek veya gösteriş yapmak için tespihlerini, bazıları da derini zi yüzmek için bıçaklarını boyunlarına asar Her neyse, eğer 117
süs ya da işleme gibi bir şey varsa, o şeyin işlevsel olması gere kir. İşlev, gereğinden fazla da yerine getirilebilen bir şeydir. Çok yakın bir arkadaşım bir gün bit pazarına gitmiş ve eski bü yük bir saat almış. Güzel bir saatmiş, tamir edilebileceğinden emin olmak için iyice incelemiş. Kucağında saatle kaldırımda eve doğru yürürken, bir adama çarpıp düşürmüş. Adam ayağa kalkıp şöyle demiş: "Niye herkes gibi bir kol saati taşımıyor sun?" Bu hikâyenin benim sözünü ettiğim şeyle hiçbir ilgisi yok. Yalnızca komik bir hikâye. Ama ciddi olursak, şu kesinlik kavramıyla ilgili fark etti ğim şey şu: insanlar inceler, inceler ve incelerse, bu kendi için de bir son olur. Kişinin, keşfettiği şey ile artık bir şeyler yap ması gereken bir nokta vardır; aksi takdirde, "saj araştvma" denen şey olur; bu bazıları için bir eğlencedir çünkü profesör olurlar, görkemli bir pozisyon elde eder ve saf araştırma, dü şünceleri hakkında düşünürler. Bu saf araştırma gerçekten saf olduğu ve böylece fikir uyandırdığı, bu nedenle de alt araştır ma kademelerinin alanlarına daraltılabildigi ve daha fazla araş tırmayı teşvik ettiği sürece bu kesinlikle iyi bir şeydir. Bu bile tamamen yararsız değildir çünkü Einstein'ınki gibi bir denklem oluşturursanız, insanlar onu anlamaya çalışır ve kullanır; bu da her zaman yararlıdır. Bütün araştırmaların her şey için kullanılabileceğini söylemiyorum. Çok ender alanlarla ilgili araştırmalar yapan insanlar hep olacaktır. Bu nedenle, araştırmalar elbette kızıştırılabihr ama farklı bakış açıları üze rinde çok fazla araştırma yapılması genellikle insanların kafa sını karıştırır. Örneğin, yaklaşık yirmi yıl önce, Orta Çağ'a ait çok güzel resimli el yazması kitap olan the Book oj Kells üzeri ne yazılmış beş ciltlik bir eser çıktı. Bu, yalnızca the Book oj Keüs'in baş harfleri, harflerin süsleri, teknik olarak nasıl yapıl dıklarına vs. ayrılmıştı.
118
Yirmi beş yıl kadar önce, British Museum'da Şamlı bir Arap arkadaşla konuşuyordum. Tezhipli el yazmalarından söz edi yorken, "The Book oj Kells'e hiç rastladın mı? O kitap..." dedim. "Unut gitsin," dedi; "Yalnızca haş harflerine dair beş cilt yazıl dıysa, kitabın kendisinin açıklamasını boşver" Bu örnek biraz abartılı ancak, bir konu ya da kavram üze rinde yapılan bir araştırma bu kadar daraltılırsa, heyecanlı ola bilir; çünkü bu, genel dikkati kavramın tamamından, muhte melen anlaşılamayan ama insanlar ona baktığı için "bir şeyi" olan tek bir noktaya doğru çeker Bu nedenle, her araştırma ve ya çalışmada uyumlu bir temeliniz olması gerekir. Her araştırma ya da çalışma farklı düzeylerde yapılmalıdır Parşömen mi, mürekkep mi, boya mı, yazı tipi mi yoksa yazı araçları mı vs. bunların her biri üzerinde çalışmak m ü m k ü n dür. Ama bunların hepsi, yazının kendisiyle ilgili çalışmaya da hil olmalıdır "Biruni'nin kullandığı tüy kalem hakkında bir monogram" -ki bu İngiltere için çok akademik bir şeydir- gibi so yut bir şey olmamalıdır. Bunu bulmak için bir gazetenin geç miş sekiz bin sayısını karıştırmanız gerekir, bu da zaman alır Elbette bunların hepsi araştırmadır ama ana düşünce şu olmah: Belli anekdotları, belli sabitleri, belli değerleri ve özelhkleri (ki bunların hemen hemen hepsi çakışır) mercek altına alın ve farklı bir dizi şey olmadıklarından emin olun. Sonra, bunların hangi noktada bir araya gelebileceklerine, hangi nok tada işlevsel olacaklarına, bunların yönlerini de göstererek hangi noktada yansıtacağınıza karar verin. Onlara soyut bir şekilde, huşuyla yaklaşmamalısınız; bu kehmeyi bilerek seçtim çünkü bu saygı duymadığınız anlamı na gelir Huşuda, "Yaklaşamıyorum, anlayamıyorum, bağlantı kuramıyorum" anlamı vardır Olayı farklı bir düzleme koyar Gelenek farklı bir düzlemde değildir Gelenek insanlar ara sında, insanlar ile, insanlar için işleyen bir şeydir Aksi takdir de varolmaz. Eğer bir söz veriyorsa, ki veriyor, bu, geleneğin 119
disiplini ve kısıtlamaları içinde çalışan bir insanın gelişme kay dedeceği s ö z ü d ü r Bu gelişme tedricen ve yavaş yavaş olur, bir kozmos biçimidir; kişinin sonuçta bulutların üzerinde uçmaya başlayacağı ya da bir tür nirvanaya ulaşacağı vs. ütopik bir ül ke değildir Çünkü bu uygulanabilir bir şey değil. Bazı Hindu tarikatlarında olduğu gibi (onlara saldırmıyorum, onları eleşti riyor olabilirim) gelecek nesillere zarar vermeyecek kadar önemsiz bir şey olarak yeniden doğma umuduyla, ömürlerinizi hiç bir şey yapmadan geçirmenizi hedeflemiyorum. Böylesi amaçlarım yok; yalnızca buna inanmadığım için değil, aynı za manda kendimi, bildiğim şeyleri kullanmaktan alıkoyamayacagım için. Geleneğin bu şartlarda ve bu zamanda geçerli olduğundan emin olduktan sonra, nasıl sindirilebileceğini ve nasıl uygula nabileceğini göstermem gerekiyor; yoksa, sadece boynumuza taktığımız ya da duvarda bir oyuğa yerleştirdiğimiz ve "işte orada ve biz bunu biliyoruz", "her şey güzel olacak" dediğimiz bir şey o l u r Muhtemelen her şey güzel olacak ama her şey, bi raz gayret edince harekete geçer. Gayret gelenekten gelebilir Eger geleneğe soyut bir şey olarak bakarsanız, sizin için soyut bir şey o l u r Otobüsün bi siklet olduğunu düşünürseniz, sizin için bir bisiklet olabilir; ama bu, otobüsün doğasını değiştirmez. Soyuta gehnce, eğer bir şeyi soyut kategorisine koyduysanız veya birisi "bu soyut" dediyse, batı eğitimi sizin o şeyle doğrudan bağlantı kurmanı za izin vermez. Gelenek ile yapabilirsiniz. Gelenek ile yapmalısınız.
120
Enerji Geleneğin vurgusunun çoğu, enerjinin yararı ve işlevi üze rindedir. Batılı yan anlamıyla, enerji kavramı, insanın kafasın da belli imgeler ve fikirler çağrıştırır. Birisi "enerjik" ise, bir anlamda meşguldür. Bunu söylediklerinde, insanlar genellikle fiziksel ya da zihinsel enerjiyi kastederler. Ama gelenekteki enerjiden söz ettiğimizde, enerjinin birçok farklı biçimini kas tederiz; yemekle üretilen ve insan vücudundaki kasları çalıştır maya yarayan gerçek temel fiziksel enerjiden, üretilen ve alı nan, yalnızca belh özel işlevler için kullanılabilen çok arıtılmış enerjiye kadar. Bazılarınız bunu çok tekrar ettiğimi düşünebilir. Gerçek ten de daha önce enerjinin birçok yönünden söz ettim ve şüp hesiz, gelecekte de enerjinin algılanması, üretilmesi ve kulla nılmasıyla ilgili daha kesin ifadelerle buna devam edeceğim. Sıkça karşılaştığımız "Değerli enerjiyi israj etmekten korku yoruz" sorununa, şimdiye kadar, artık sıkıcı olacak derecede değindim. Bu zihninizi meşgul etmesin. Bunu sonsuza dek tek rar etmeyeceğim, yalnızca şu kadarını söyleyeyim; bir kişinin aldığı veya belirli evradla üretilen çok yararlı nitelikteki saf enerji, düşüncesizlik ya da dikkatsizlik yüzünden israf edile mez. Bu çok arıtılmış ve özel enerji, bizim deyişimizle "ayrıl mış" ya da "rengi helirlenmiş"tır\ yani sadece belirli yarardaki özel bir durumda işlev kazanır Örneğin, belirli değerdeki bir tür enerjiyi alıp ya da üretip, sonra da bunu otobüse yetişmek için koşarak veya böyle bir şey için harcayıp tüketemezsiniz. Bu belirli enerjiye, onu yararlı bir biçimde kullanabileceğiniz durumlar hariç, erişim imkânınız yoktur; üzerinde kontrol hakkınız yoktur. Yani "Onu şu amaç için kullanacağım" diye mezsiniz; çünkü eger.bilinçli kontrol hakkınız olsaydı, her za121
man olası bir harcama ya da israf etme tehlikesi olurdu. Yine uyumdan söz etmeye başladık bile; belli bir durumda, üretilen ya da alınan enerji o ortam ya da yerde, kendisini çeken bir güç bulur, çekilir ve enerjinin içinde hareket ettiği "daire" dediği miz şeyi oluşturmak üzere, gittiği ortam veya yerde bulunan enerjiye uyum sağlar veya kullanılır. Enerjinin kullanımını daha iyi tanımlamak için, insanlar "Ona sahip olup olmadığımı bilmek isterdim," veya "Onu kul landığımın, aldığımın ya da ona sahip olduğumun bilincinde olmak isterdim," gibi şeyler söyleyecektir. Bahsetmekte oldu ğumuz bu çok arı ve saf enerji düzeyinde baktığımızda, aslın da enerjinin varlığı veya kullanımına dair bilinçli bir his yok t u r Eger bir his varsa, bu enerjinin yüzeysel bir göstergesidir, enerjinin kendisi değil. Enerjinin yararh bir biçimde emildigi, üretildiği veya ahndıgı durumlara uyum sağlamanın ve onlarla bağlantı kurmanın bir parçası da kişinin yapacağı işin niyetini, işi yapmadan önce tasdik etmesidir. Bu gerekli ve yararlı bir teknik noktadır: "in şallah X, Y veya Z işlevi için bu dersi, zikri ya da belirli şeyi ya pacağım." O amaca odaklandığında, kişi, o vird için harcayaca ğı veya o vird esnasında elde edeceği enerjinin amaca doğru bi çimde odaklanmasını dilemektedir. Yine, başka bir şey üzerinde odaklanan bir şey olduğu için mercek örneğini ele alalım: Birkaç olasılıkla karşı karşıya ise niz, insanın kafasında birçok fikir, ümit ve öncelik olması ve hangisinin en yararlı, en değerli, en faydalı ya da en ödüllendi rici olduğuna karar verememesi gayet doğal bir şeydir. Ve ba zen, niyet yoktur, zayıftır ya da yanlış şeye hedeflenmiştir. Doğru, niyet genel bir noktaya hedellenmiştir ama belirtti ğiniz niyetin bir mercek olduğunu düşünür, kabul eder ve bu na gerçekten inanırsanız, sahip olduğunuz ya da ulaşabileceği niz enerji/enerjiler o mercekte toplanır ve yapmakta olduğu nuz virdin oluşturduğu noktada yoğunlaşırlar. Bu, bir dereceye kadar enerjinin ve niyetin "genel yayılması" denebilecek şeyi 122
ortadan kaldırır: "Sanırım gend olarak şu yöne doğru gideceğim" ya da "Sanırım enerjilerimi şu genel yöne odaklayacağım, belli bir oranı ya da mifetan mercekten geçecek, sıkışacak ya da işe ya rayacak. " Kişi, "Belli bir işle\ ile bağlantı kuracağım. Varlığımı ve dü şüncelerimi belli bir şeyi başarmaya odaklamayı deniyorum, niye ti de ikinci bir odaklanma merceği olarak kullanıyorum." diyecek güvene sahipse, bu mümkün olduğunca odaklanma konusun da sizin sorumlu olmadığınız anlamına gelmiyor "Hmm, genel olarak şu yönde, öyleyse ben de her şeyi o genel yöne doğru yön lendireceğim, böylece hqpsi birleşecek." diyemezsiniz. Hayır, kendinizi, düşüncelerinizi, niyetinizi belli bir dereceye kadar odaklamak ve onu, daha kesin bir odağa getiren ikinci bir yoğunlaştırıcı mercekten geçirmek sorumluluğunu taşıyorsunuz. Bir tür güvenlik etkeni ya da kaçış mekanizması var. Çünkü diyelim ki birisi belli bir niyete, yani enerji ve çaba için belh bir odağa karar verdi; belirli öznel değerlendirmelerden dolayı, bu o n u n için en değerli olan gerçek amaç olmayabilir. Ancak, sonsuza kadar öncelikler arasında gezinip, "Belki budur, belki de şudur, ah, bilmiyorum" vs. diyerek karmaşık bir duruma düşmektense, bırakın, insanlar doğru olduğunu düşündükleri şekilde yönlendirsinler İkinci merceğin, ya da yoğunlaştırıcı merceğin bunu bük me yeteneği vardır ve olacaktır. Yani teorik olarak, eger bir yo ğunlaştırıcı mercek varsa ve bir ışık huzmesi bunun ortasına vurursa, odak noktası ortada olur. Ancak bu odaklaştırıcı ya da yoğunlaştırıcı merceklerin, ışığı emme ve başka bir yöne doğ ru gönderme özelliği de vardır Tekrar ediyorum, bu, sizin m ü m k ü n olduğunca doğru şe kilde odaklanmaya çalışma sorumluluğunuzu ortadan kaldır mıyor "Ben yalnızca onu salıvereceğim, nasılsa birileri veya hir şey onu alıp doğru yönde yönlendirir" Evet, onu alacaklar ama bu, yine niyetin merceğe nasıl çarptığına bağlıdır Eger mercek çalışıyorsa ve enerji daha fazla odaklanmışsa, sonuç odak -ister 123
tam karşıda olsun, ister köşede- daha kesin olacaktır. Eğer merceğin daha geniş bir alanına çarparsa, mercekten geçebile cek şeyler anlamında bir kayıp olabilir. Bu durumda dağılacak ve enerjinin odak noktası merceğe çok daha yakın olacaktır. Bu nedenle, dediğim gibi, bu gibi konuları korku, endişe veya ge rilime mahal vermeden açıklığa kavuşturmak sizin sorumlulu ğunuz; "Bu doğru mu, yanlış mı?" diye sorarsınız. "Bu doğru mu? Emin değilim, o yüzden yapmayacağım" ile "Ben tam bir ap talım, bunu yapacağım ve ne olacak, bakacağım" arasında belli bir denge noktası vardır. Bunların hepsi çok öznel tavırlar. Hepsinin içinde bir mazeret faktörü var: "îyi bir fikir gibi gö rünmüştü" ya da "Benim kıt anlayışıma göre, ..." gibi. Bunların hepsi geriye pedal çevirme hareketleri. Hayır. Kişinin katı, ke sin ve yetişkince bir tavır takınması gerekir yani bir insan yar dım alabilir, yardım alır, yardım alacaktır. Bu yardım da, kişi nin ortaya koyduğu çaba ve konsantrasyon seviyesiyle orantılı dır. Her konuda bütün kolaylıkların sağlanmış olması kimseye fayda sağlamaz. Bu durumda kişi bütün yeti ve yeteneklerle belli bir durağa ulaşır ama bu yeteneklerini kullanamaz.Çünkü onları daha önce kullanmamıştır. Bu yüzden kolaylıklar, fayda dan çok yük haline gelir. Yani kişi, kendisinin işlevsizliklerini, yanlış işlevlerini, işlev eksikliklerini keşfederken karışıklık, sorgulama, acı, rahatsızlık vs. sürecinden geçmesi ve makul bir denetim altında, kendisini daha iyi anlamış olduğu bir duruma gelmesi gerekir. Bu yeni bir şey değil. Ama bunu farklı yapan soru: Kişinin kendisini anlaması nedir? Eger bu genellikle olduğu gibi öznel bir anlamaysa, o zaman kişiye bahaneler bulan bir şeydir: "Ah evet, ben kendimi tanıyorum, ben aptal, cahil ve ahmağım, bu yüzden de" ... bu kadar. Ya da şöyle denir: "Benim suçum değil di, bu yüzden de" ... bu kadar Bu nedenle, öznel mantık çıkarma süreci gerçekte, kişinin kendisine veya başkalarına sunmak istediği bir bahanedir ama 124
eger bunun öznel bir bahane ya da açıklama olduğu belliyse, kişi bunu kabul etmemelidir. Bir d u r u m u n içindeyken veya ondan kendisini biraz daha anlamak yoluyla yararlanıyorken, farklı bir şey olur; çünkü ki şi kendisini fazla eleştirel ya da fazla affedici bir biçimde değil, gerçekçi bir biçimde tartıyor olur. Gerçekte, kişinin, bütün ruhunu herkese sergilemesi ge rekmez ya da beklenmez; ama kendisine karşı dürüst, gerçekçi ve açık sözlü olmalı ve şöyle diyebilmelidir: "Yaptığım bu şey, okuma, ödev veya iş, her neyse, ister iyi ister kötü olsun, bu durumdaki tepkilerim, hareketlerim, yaptıklarım şöyle şöyley di." Eğer Nakşibendî kaidelerini hatırlıyorsanız, bu kendini in celeme, denetleme ve kendine bakma fikri, her zaman yararlı, gerekli ve gelişimsel bir işlev olarak görülmüştür. Bu, kendi nizle savaşmak ya da hatalarınızı bulmak için kendinizi bir mikroskobun altına koymak anlamına gelmez. Eger sürekli olarak performansınızı, bir ödevi, okumayı, toplantıyı ya da her ne ise, incelerseniz ve kendinizi suçlayacak nedenler bu lursanız, referanslarınızın doğru olup olmadığını kontrol etme niz gerekiyor demektir. Kendinizi suçlamayı amaç mı edindi niz? Referans noktalarınızı değiştirin; incelemeyi yaptığınız noktayı değiştirin. Aynı şekilde, eğer "Yorgundum, terkmiştim, ya da üşüyordum", "Fark etmedim", "Düşünemedim", "Onun hatasıydı" gibi bir sürü mazeret üretiyorsanız, ters yönde ilerli yorsunuz demektir. Gerçekte, erişilebilir olan enerjiyi kullana bileceğiniz, kullandığınız ya da kullanacağınız durumlarda si ze rehberlik edecek ve bu durumlardaki tavır ve değerlendir melerinizi geliştirecek olan referans noktalarınızı, bakış açıla rınızı geliştiriyor olmanız gerekir Enerjinin, bir durumu ortadan kaldırabilen veya inanılmaz bir şeye dönüştürebilen soyut, şaşırtıcı bir nitelik, erdem ya da yetenek olduğunu düşünüyorsanız, bu, karikatürize bir düşün cedir 125
Enerji soyut değildir elle tutulabilir Kişinin iç varlığı onu hisseder Mutluluk ya da memnuniyet duygusunun belirli dış etkenleri olabilir ama kişi, gerçekten, düşüncelerini, tavırlarını ve yöntemlerini daha iyi odaklamalı ve kesinleştirmelidir. Yalnızca bu grupta değil, başka gruplarda da edindiğim iz lenime göre, insanların eline bir neşter geçince gidip onunla bahçelerini kazdıklarını görüyorum. "Alet alettir." Hayır; çünkü dünyada, gerçeklikte, neştere bakınca onu tanımlayabilmeli ve ona göre kullanmalısınız. Neşter "kenan olan bir şey, yani bir bahçe beli, bu nedenle de neşter bir beldir" diyemezsiniz. Hayır Bu hatalar yapıldığında, ki maalesef çok sık yapılıyorlar, bunun nedeni çoğu zaman, kişinin kendisine, durup o araca ya da taktiğe -aslında taktik de bir araçtır- bakıp gerçek anlamda onu incelemek için gereken zamanı tammamasıdır. "Aha, bu sihirli bir şey". Hayır; sihir tamamıyla farklı bir şey. Sihir, nadiren ve etkili bir şekilde kullanılan ama sıradan insanların kullanamayacağı bir şeydir İnsanlara taktikler, yön temler ve enerjinin yararı öğretilir, bunları nasıl kullanacakla rı gösterilir; bu nedenle birisine bir neşter verilip bunun neşter olduğu söylendiğinde, ne onu kullanmakla ilgih herhangi bir tereddüt olmalı ne de sunulduğu için herhangi bir şaşkınlık. Bunca yıla rağmen beni en fazla sarsan şey, insanların bir aracı alıp, diyelim ki bir pusulayı, onunla sırtlarını kaşıyarak ya da onu bir kapı tamponu niyetine kullanarak zamanlarını (enerjilerini değil) israf ettiklerini görmektir. Bir şeyi kazandınız, onu size ben vermedim; karşılıksız bir hediye değildi, siz kazandınız. Peki neden onu kullan mayası nız? Kişi onu alır, altına üstüne bakar, "Made in Birmingham" yazısını okur ve onunla başını kaşır -"o bir pusula, aptal, kullan haydi" demek istersiniz; ama eğer onu elinden alıp "Bak, böyle çalışıyor" derseniz, "Hımm" diyebilir; peki bu durumda düşün me işini kim yapmıştır? 126
"Ya hayatında hiç pusula
görmediyse?"
Eger gerçekten daha önce bir pusula görmemişse, ona "Bak, hu bir pusula, şöyle tutarsın, şurası şu yönü gösterir, bu yö ne gidersin" vs. açıklaması yapılır. İnsanlara bir durumla ilgili araç ya da enerjinin verilip, halletmesi için kişinin yalnız bıra kıldığı durumlar üretmiyoruz. Bilinmeyen bir nesnenin tanım lanması için kahverengimsi noktalar gibi şeyler vermiyoruz. Benim söyleyeceğim ya da gelenekte duyacağınız hiçbir şey ister yazılarda ister başka bir şeyde olsun, kişinin kafasının karışacağı ya da sorun haline gelecek kadar baş edilemez ve ya bancı değildir. Önceden kestirilemeyen etkenler vardır, insan ların anlayamayacağı ya da şu anda anlamadıkları şeyler vardır Onlardan kafalarını duvara vurarak bunları anlamaya çalışma ları beklenmez; çünkü bu noktada tanımlama devreye girer. Ki şi, "Bu ....ya benziyor", "Bu .... bölgesinden gibi duruyor", ".... gi bi bir unsura sahip gibi" deyip onu biraz inceler Ya ona bir şey hatırlatır, hatırlatmaya başlar ya da hatırlatmaz. Eger hatırlat mazsa, onu bırakması gerekir Onu terk ediyor, göz ardı ediyor ya da reddediyor sayılmaz, yalnızca şöyle der: "Şu anda bunu kullanamam" veya "Bunun nasıl kullanılacağını anlamadım, bir bağlantı kuramıyorum, bu yüzden bana tamdık gelen şeyi kulla nacağım." Bu geriye adım atmak değildir; zayıflığı, yenilgiyi vs. kabul etmek değildir Yalnızca, işlev açıklanmamıştır veya o anda, enerji o işlev için kullanılabilir değildir Elbette, gelenekte kişi her zaman, biraz daha çaba göster mesi gereken ya da beklenen yönlere doğru "gerilir". Bu, kişi nin bir ayak değirmeninde koşar gibi yürüyen merdivende ko şup durması değildir ama aynı zamanda "Ben bunu denedim, şimdi de biraz bekleyeceğim bakahm" demeye de teşvik edilmez. Hayır, çaba her zaman oradadır ama bu, ümitle işleyen bir ça badır; korkuyla değil. "Bir şeyden kaçıyorum, hanayetişmemeli" ya da "Kaymamalıyım" hayır, bunların hepsi bahane; kimse, eger istemiyorsa kaymaz. Doğrusu, dünyadaki bütün bahanele ri, gerekçeleri veya mantık çıkarımlarını sunabilirsiniz; 'Ben Neptün altında doğmuşum" gibi. Bir tren yolu köprüsünün al127
tında bile dogsanız umurumda değil Benim için hiç fark et mez. Araçlar da ortada, çaba da. Bu enerjinin erişilebilir, üretile bilir olduğuna ve sunulduğuna dair bilinçli duygunun ateşledi ği yol ve itici güç de ortada. Başınız havada dolaşıyordunuz ve bir deliğe düştünüz. De likte enerji verici hiçbir şey yoktur Enerji, insanın bir deliğe düşmesini engellemez; eksik olan şey sağduyudur. İnsanlar, ihmalden dolayı, kırda gezinen her insanın yapa cağı bir şeyi yapmadıkları bazı durumlara düşerler;-gezintiye çıkanlar sürekli biraz etrafı tararlar Her otu incelemezler ama çitlere, bir sonraki bahçedeki boğaya, ilerideki bir kuyuya, nehre vs. bakarlar Normal şartlarda, insanlar ortalama bir araştırma yaparlar, deneyimlerine bakarlar: "Bu bahçeden geçen geçişimde, hir köpek beni paramparça etmişti; bu bahçeden tekrar geçmek iyi bir fikir ohnasa gerek." "Ama birisi bana artık burada köpek ohnadığım söyledi." Bunu kontrol etmek mi istersiniz? Yoksa başka bir yol bulmayı mı tercih edersiniz? Bütün bunlar da, yine, uyumlu haldedir İtici güç kişinin ihtiyacı, u m u d u ve yeteneğidir Eger isterseniz, benzin depoda, motor da çalışıyor Duruma ve yeteneklere göre, farklı vitese getirebilirsiniz. Yüksek bir enerjiyle dönüyor ve inmekten ya da m o m e n t u m u n bitmesinden korkuyor değilsiniz. Hayır; kişi makul bir momentum o l u ş t u r u r Bu, duruma göre kişinin gruplar içinde bir grupla bağının ne olduğuna göre değişir; çünkü grupların arasında da bir tür bağlantı vardır Bu neden le, dediğim gibi, enerji sunulduğunda, kişi bunun hangi şart larda kullanılacağını biliyorsa, kibarca söylersem, bunu kullan mamak savunmaya geçmektir Kişinin, bir şeyi yapmadan önceki ilk niyet açıklaması düğmeye basmaktır Bu da kişinin çabasının, öznel ve nesnel düşüncesinin takip edeceği yöne doğru bir ok işareti üretir Bu nu olduğu gibi koruyun; duygu yoğunluğu ya da gerilim yara tan öznel duygular olmadan. 128
Bu çok disiplinli bir iştir ve eger kişi kendisine "Bu iş bel li bir etki yaratabilir, yaratacaktır ve yaratmalı" derse, bu ge nellikle olur. Ama etki, her zaman kişinin tahmin ettiği etki ol mayabilir. Kişinin istediği şeyle ihtiyacı olan şey arasında ge nellikle Fark vardır. Benzer olmadıklarını söylemiyorum; dürtü devam ederse, niyet de yelerince açıksa, kişi amacına ulaşabi lir Önemli olan çabanın ve dürtünün devam etmesidir. "Dıtr-git" türü bir hareket, dağınıklık yaratır. Arada bir ani başarılarınız veya pozitif duygularınız olur, sonra biraz etrafta gezinirsiniz ve bir şey "cı'eıverir". Bu verimli değildir; çünkü kişide "Benim kapasiteme uygun tek gelişim türü hu" beklentisi ni yaratır Ara sıra bir şeylerin ortaya çıktığı noktalar olur bu nedenle "Benim düzenim bu" düşüncesine sarılırlar Hayır, böy le olmamalı. Düzen yalnızca "Oralarda hir yerde yarmn parlak alev" değildir. Kişi onu hayal edebilir veya ona odaklanabilir ama bu ihmal, korku ya da sarsılmaya neden olabilir ve kişi bu nu kendi işinin ya da kişiliğinin bir parçası olarak dahi görme ye başlayabilir. Böylece de bunun kişiyi kontrol etmesine, etki lemesine ve elbette endişelendirmesine izin verilmiş olur. Bun lar olmamalı. Dünyada yeterince sıkıntı, sorun ve zorluk var zaten kişi bunları kendisinin bir parçası olarak kabul etmese bile. Daha önce de dediğim gibi, enerjinin varlığı pozitif özel likledir. Bunun belli bir oranı, kişinin tehlikeli -biraz ağır bir kelime olur, sorunlu diyelim-, sorunlu olabilecek negatif yön lerini ortadan kaldırmakta kullanılır. Yanma denen şey budur. Bu, tehdit edici olan şeylere saldırıp onları yok eden enerjidir ve öyle algılanmalıdır. Bu enerjinin işlevi, belli derecede nega tifi pozitiHe yok etmektir. Enerjinin diğer kısmına doğru şekilde odaklanılmalı ve momentum korunmalıdır. Enerjiyi israt edemezsiniz; kullana bileceğiniz kadarını veya biraz fazlasını alırsınız. Ama bu ener jiyi en iyi kullanacağınız durumlar ve işler oluşturmalısınız. Fakat sonuçla enerjiyi kullanırsınız. 129
Zaman, İdealler ve Kesinlik Bugünlerde eski ya da yeni on yılın sonu ya da başı oldu ğunu veya "ikinci milenyuma yalnızca on yıl" kaldığını ve baş ka birçok şeyi söylemek moda oldu. Elbette, bir anlamda bu doğru ama aynı zamanda bu; kullandığınız takvime, sizin yılı nızın I Ocakta mı, 21 Martta mı, 7 Nisanda mı, 9 Ocakta mı başladığına bağlı. Bunun anlamı, temelde kişinin belli geleneksel zaman öl çeklerini kullanması gerektiğidir: Saniyeler, dakikalar, günler, haftalar, aylar, yıllar, ayrıca on yıllar ve milenyumlar ve diğer bütün neredeyse keyfi ölçekler. Bunların hepsi gerekli ve yarar lı çünkü, bu şekilde insan zaman akışının planını çıkarabiliyor, gelenekte bizim birçok takvimimiz var: Resmî takvim ve geleneksel takvim denen şeyden biraz farklı olan, kullandığı mız takvim. Geçen yaz söylemeye başladığım şeyin bazı yönlerini tek rar etme fırsatını kullanıyorum. Zamandan bahsediyorum çünkü kısmen başarıyla ilgilenen belli bir şablona ve zaman programına göre çalışıyorum. Yani, bir bireye ya da gruba, "bu nun ve şunlann" en kısa zamanda başarılmış, yani halledilmiş olmasını istediğimi söyleyebihrim. Zaman programımla ilgili olarak çok kesin davranmalıyım ve bir anlamda, birey ya da grup söz konusu olduğunda da, programımın ne olduğu hakkında çok belirsiz olmalıyım. Çün kü bazı insanlara "Doksan gün içinde, şunun olmasını istiyorum" ya da "gelişmesini", "yazılmasını", "çevrilmesini, dağıtılmasını" veya "inşa edilmesini" vs. derseniz bazıları bunu kelimesi keli mesine anlar ve doğru bir şekilde yapar, kimisi ise, ne nedenle olursa olsun, "Dofesan gün dedi, birkaç gün/birkaç hafta önce de olsa olur, sonra da" der. 130
Ben insanların benim zaman programıma bakmalarına izin vermem, o yalnızca ve yalnızca bana aittir ve belli bir zaman içinde belli şeyleri yapmamı gerektiren kişisel bir sorumluluk tur. Eger insanlara "Şu, şu, şu, şu işleri yapmak istiyoruz." deseydim, kimi birinci işi yapardı; kimi, "daha ilginç" olduğu için ikinciyi; kimi, "o işi daha çok sevdikleri için" üçüncüyü; kimi de "daha heyecan verici", "daha içerikli", "daha tüyler ürpertici" vs. olduğu için dördüncü işi yapardı. İşte insanlar böyle olduğu için, ben de onlara söylemiyorum. Yalnızca kolay seçeneği ter cih ettiklerinden değil, dördüncü adımın pırıltısı ya da heyeca nı da onları çekebilir; ama ya birinci, ikinci ve üçüncü adımlar ne olacak? Nasreddin Hoca'nın hikâyesini biliyorsunuzdur. Hoca ney çalmak istiyormuş, ney hocasına gitmiş. Ney hocası, "Tamam, öğretirim, ilk ders bir altın akçe, ikinci ders bir gümüş akçe" de miş. Hoca da "O zaman ikinci dersten başlayalım" demiş. Eger öneri olarak sunarsanız, insanlar belli kişisel kriterle re, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeylere, şartlanmaya veya başka şeylere göre bir seçeneği tercih edecektir. Benim yetene ğimin ya da y ü k ü m ü n bir parçası da (bazen bu ikisi birbirleri ne çok benziyor) insanları benzer bir işin belli yönlerine teşvik etmek ya da vazgeçirmektir. Dediğim gibi, benim niyetim behrli yönlendirme, vurgu ve zaman alanlarında çok kesin olmak. Bu gerekli çünkü kişi derinleşiyorsa- alanını daraltma anlamında değil, belli alanlara daha (azla odaklanma anlamında- bu, daha tutarlı bir şekilde hareket etmeyi de beraberinde getirir. Taşıdığınız fazla bagajın bir kısmından, yani belli idealist şeylerden kurtulmanız gerekiyor; çok hoş, çok ilginç, çok iyi, çok romantik vs. olsalar da, bir kısmı sizin için engel oluştura bilir. Yani işlerinizin kesinliğine gölge düşürebilirler. Bu tür şeyler negatif ya da yok edici değildir ama sizin yararlı zama131
nınızın, düşüncenizin, enerjinizin bir i