hhh
1
Cilt: 3 • Say›: 5 • 2005 • Y›lda iki defa yay›nlan›r Sahibi Bilim ve Sanat Vakf›
Yaz› ‹flleri Müdürü Salih Pulcu
Yay›n Kurulu fievket K. Akar, Yücel Bulut, Ebubekir Ceylan, Coflkun Çak›r, Ahmet Davuto¤lu, ‹hsan Fazl›o¤lu, F. Samime ‹nceo¤lu, Abdülhamit K›rm›z›, Mustafa Özel, Yunus U¤ur Dan›flma Kurulu Engin Deniz Akarl›, Brown Üniversitesi, ABD Gökhan Çetinsaya, ‹stanbul Teknik Üniversitesi Mehmet Genç, Bilgi Üniversitesi Tevfik Güran, ‹stanbul Üniversitesi Mehmet ‹pflirli, Fatih Üniversitesi
Cemal Kafadar, Harvard Üniversitesi, ABD Mustafa Kara, Uluda¤ Üniversitesi Kemal Karpat, Wisconsin Üniversitesi, ABD Sabri Orman, Marmara Üniversitesi (emekli)
Adres Vefa Cad. No. 56 34134 Vefa ‹stanbul Tel 0212. 528 22 22 pbx Fakss 0212. 513 32 20 e-mail
[email protected] internet http://www.bisav.org.tr Abonelik ABONET Tel 0212. 222 72 06 Fakss 0212. 222 27 10 e-mail
[email protected] internet www.abonet.net Abone Da¤›t›m› AKT‹F DA⁄ITIM Dergiye gönderilen yaz›lar hakemler taraf›ndan de¤erlendirilir. Dergide yer alan yaz›lardan yazarlar› sorumludur. Dergiye gönderilen yaz›lar yay›nlans›n yay›nlanmas›n iade edilmez.
2
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
hhh
3 Cilt 3 | Say› 5 | 2005
Türk Hukuk Tarihi S A Y I S I
Sunufl
5-8
Türk Hukuk Tarihçili¤i Mehmet Akif AYDIN 9-25 Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤› Murteza BED‹R 27-84 F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi Sami ERDEM 85-105 Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet Feridun M. EMECEN 107-139 Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil M. Macit KENANO⁄LU 141-186 Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri Fethi GED‹KL‹ 187-213 Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar› Recep C‹C‹ 215-248 Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü fiükrü ÖZEN 249-378 Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar› Süleyman KAYA 379-416 Osmanl› Devletinde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü Ekrem Bu¤ra EK‹NC‹ 417-439 fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme Pehlül DÜZENL‹ 441-475 Halil ‹nalc›k ‹le Türk Hukuk Tarihi Üzerine
477-488
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal Mehmet AKMAN 489-512 Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar› Tahsin ÖZCAN 513-552 ‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler M. Macit KENANO⁄LU 553-574 Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n Betül ‹Pfi‹RL‹ ARGIT 575-621
4
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü Ayhan CEYLAN 623-646 Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü Mustafa fiENTOP 647-672 Türkçede Mecelle Literatürü Sami ERDEM 673-722 Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnâmesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar E. Attila AYTEK‹N 723-744 TANITIMLAR Meflîhat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye ‹smail CEBEC‹ 745-753 Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas› Fatmagül DEM‹REL 755-765 XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu Selim KARAHASANO⁄LU 767-779 Barkan’›n Kanunlar’›: Osmanl›-Türk Hukuk Tarihçili¤inde Bir Klasik Coflkun ÇAKIR 781-790 Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar› Bülent ARI 791-803 Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikülleri Saliha OKUR GÜMRÜKÇÜO⁄LU 805-822 ‹stanbul Vak›flar› Tahrîr Defteri, 1009/1600 Târîhli, ‹stanbul’un 550. Fetih Y›l› ‹çin Mehmet ‹Pfi‹RL‹ 823-828 1858 Toprak Reformunun Ba¤dat’ta Uygulan›fl› Keiko Kiyotaki, Ottoman Land Policies in the Province of Baghdad, 1831-1881 Ebubekir CEYLAN 829-834 Osmanl› Hukuku ve Oryantalist Yaklafl›m: Bir Elefltiri Reem Meshal, Straddling the Sacred and the Secular: The Autonomy of Ottoman Egyptian Courts during the 16th and 17th Centuries Nurullah ARDIÇ 835-842 “Yanl›fl Zamanda Yanl›fl Adam”: Feyzullah Efendi Sabra Meservey, Feyzullah Efendi: An Ottoman fieyhülislam, Selim KARAHASANO⁄LU 843-847 Karen M. Kern, The Prohibition of Sunni-Shi‘i Marriages in the Ottoman Empire: A Study of Ideologies Abdurrahman ATÇIL 849-854
EK: Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar› Ocak 2005–Haziran 2005 855-877
hhh
5
Sunuş Türk hukuk tarihi literatürünün irdelendiği 5. sayımızla karşınızdayız. Bu sayıda; Türk hukuk tarihinin önemi, gelişimi, gösterdiği özellikler, kaynakları, hukuk tarihine yönelik olarak ülkemizde ortaya çıkmış yaklaşımlar ve Türk hukuk tarihinin genel meseleleri konu edildi. Türk hukuk tarihi literatürü; Türk hukuk tarihi çalışmalarına ciddi katkılarda bulunacaklarına ve kısa sürede, alanının aranan başvuru yazıları haline geleceklerine inandığımız yetkin ve son derece titiz yazılarla ele alınıyor. Ayrıca, Türk hukuk tarihinin belli alanlarına ilişkin literatürün, ilk kez burada ele alınması da, elinizdeki cildin, son zamanlarda hem tarih, hem sosyal bilimler ve hem de diğer disiplinlerin yakın ilgi alanına giren Türk hukuk tarihi çalışmaları açısından önemini bir kat daha artırmaktadır. Türk hukuk tarihi literatürünü ele alan yazılar -kendi aralarındaki muhteva bütünlüğü dikkate alınarak-; alana ilişkin genel değerlendirmelerde bulunan yazılar, Osmanlı ve Türk hukuk tarihinin kaynakları konu edinen yazılar, Osmanlı ve Türk hukuk tarihindeki hukukî gelişmelerin kronolojik olarak ele alındığı yazılar, röportaj ve tanıtım-değerlendirme yazıları şeklinde sıralanıyor. Mehmet Akif Aydın, meselenin genel çerçevesini çizen “Türk Hukuk Tarihçiliği” başlıklı giriş yazısında, Türkiye’de hukuk fakültelerinin ilk kuruluş yıllarından itibaren müfredata konulan hukuk tarihi derslerinden başlayarak günümüze kadar, hukuk tarihçiliğinin genel özelliklerini ve gelişimini gözler önüne seriyor ve hukuk tarihçiliğimizin sorunlarına dikkat çekiyor. Yine bu çerçevede değerlendirilebilecek bir diğer yazı, Murteza Bedir’in kaleme aldığı “Osmanlı Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yazıcılığı” adlı makaledir. Bedir’in yazısı, esas olarak, iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım; ilgili dönem Türk hukuk tarihi yazıcılığı için zaruri görülen üç alana (hukuk tarihi, genel tarih ve İslam’da hukuk) ilişkin bir literatür incelemesi niteliği taşıyor. Bu kısımda ayrıca, fıkıh kitaplarının, Osmanlı-öncesi dönem için kaynak olarak önemine dikkat çekiliyor. İkinci kısım ise, ilgili yazarların yaşadıkları coğrafyalar temel alınarak hazırlanan bir bibliyografya çalışmasıdır ve eserleri, günümüze ulaşmış Hanefî fıkıh yazarlarını içeriyor. Sami Erdem ise, “Fıkıh Tarihi: Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Modern Yorumlar İçin Yeni Bir Referans Çerçevesi” başlıklı yazısında, II. Meşrutiyet döneminde, “fıkıh tarihi”nin yeni bir disiplin olarak eğitim müfredatında yer almasını ve aynı dönemde yoğunlaşan yeni ictihad yorumlarında, bir referans çerçevesi olarak yeniden formüle edilmesini konu ediniyor. Bu çerçevede, fıkıh tarihinin bir ders olarak yükseköğretim programına konulması ile bu yeni disiplini kitap düzeyinde ele alan telifâtın oluşması arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Konuyla ilgili müstakil metinlerden hareketle gerçekleştirdiği bu çalışmasında Erdem, fıkıh tarihinin bu dönemdeki algılanış biçimine dair önemli ipuçları taşıyan fıkıh tarihi dönemlendirmesi ile ilgili farklı görüşleri de inceliyor.
6
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
F. M. Emecen’e, M. M. Kenanoğlu’na, F. Gedikli’ye, R. Cici’ye, Ş. Özen’e ve S. Kaya’ya ait makaleler, Türk hukuk tarihi kaynaklarının eleştirel bir değerlendirmesi niteliği taşıyorlar. Osmanlılarda Divan’a intikal eden pek çok meseleye dair kararları ihtiva ettiklerinden dolayı birçok araştırma sahasını ilgilendiren bilgilerin bulunduğu Mühimme defterleri, erken tarihlerden itibaren modern tarih çalışmaları içinde kullanılmaya başlanmış ve söz konusu defterler, farklı sahalardan gelen pek çok araştırmacının sıklıkla başvurduğu bir kaynak serisi hüviyeti kazanmıştır. Mühimme defterlerindeki kayıtlar; yüksek bir hukukî karar organı vazifesini gören Divan’dan günümüze kalan belgeler niteliğini taşıdıkları için şüphesiz hukuk tarihi açısından da özel bir önem taşırlar. Feridun M. Emecen’in “Osmanlı Divanının Ana Defter Serileri: Ahkâm-ı Mîrî, Ahkâm-ı Kuyud-ı Mühimme ve Ahkâm-ı Şikayet” başlıklı yazısı, Osmanlı bürokrasisi tarafından tertip edilen defter serileri arasında başı çeken Mühimme defterleri üzerinde duruyor. Kanunnâmeler, Osmanlı idarî düzeni açısından önemli araçlardır. Bu alandaki literatür de oldukça zengindir. Gerek Osmanlı Devleti döneminde, gerekse de Cumhuriyet döneminde kanunnâmeler birçok araştırmacı tarafından neşredilmiştir. Kanunnâmelerin gerçek işlevini tespit açısından bu neşirlerin gözden geçirilmesinde fayda vardır. Ne var ki kanunnâme neşrinde; farklı yazarlar tarafından farklı metotlar kullanılmış ve bazen de yüzyıllar içerisinde bu serilerin biçim ve içeriklerinde meydana gelen değişimler göz ardı edilmiştir. Macit Kenanoğlu, “Osmanlı Kanunnâmeleri Neşriyatı Üzerine Bir Tahlil” başlıklı yazısında, şimdiye kadar yapılan neşriyatı konularına göre üçe ayırarak değerlendiriyor ve kanunnâme neşrine ilişkin önerilerde bulunuyor. Fethi Gedikli, “Osmanlı Hukuk Tarihi Kaynağı Olarak Şer‘iyye Sicilleri” başlıklı yazısında; hem şer‘iyye sicilleri olarak bilinen mahkeme kayıtlarının fizikî durumları, kataloglanma sorunları, genel özellikleri, toplam sayıları hakkında bilgi veriyor, hem de bu defterlerin, tarih-yazıcılığı, kültür, hukuk, şehir ve askerî tarih gibi araştırma sahaları bakımından önemlerini tasvir ediyor. Gedikli, ayrıca, hukuk tarihçilerince kaleme alınan monografileri değerlendiriyor ve Osmanlı mahkeme kayıtlarının daha verimli kullanılabilmesi için bir dizi öneride bulunuyor. Recep Cici, “Osmanlı Klâsik Dönemi Fıkıh Kitapları” başlıklı yazısında, Osmanlı klâsik dönemi fâkihlerince tevarüs edilen temel fıkıh kaynakları ile telif edilen fıkıh kitapları üzerinde durmuş ve bunlardan belli özellikleri taşıyanları kısaca tanıtmıştır. Şükrü Özen ise, “Osmanlı Dönemi Fetva Literatürü” başlıklı makalesinde, son yıllarda çık sık olarak gündeme gelen fetva mecmualarından Osmanlılar dönemine ait olanlarını ayrıntılı olarak tespit etmiştir. Çeşitli kategoriler altında, bu dönemde yazılmış 160’ın üzerinde fetva mecmuasını tek tek tanıtıyor ve şimdiye kadar yanlış bilinen veya bilinmeyen hususiyetlerini, yazısında dakîk bir şekilde belirtiyor. Ağırlıklı olarak hukuk tarihi kaynakları üzerine yoğunlaşan yazılar, Süleyman Kaya’nın “Mahkeme Kayıtlarının Kılavuzu: Sakk Mecmuaları” başlıklı yazısı ile son buluyor. Kaya, şimdiye kadar adı bilinen fakat detayları üzerinde pek fikir yürütülemeyen bir kaynağı ilgimize sunuyor. Yazıda, genel olarak Osmanlı diplomatikasının ve özelde şer‘iye sicillerinin yazım usûlünün anlaşılması noktasında son
hhh
7 derece önemli bir seri olan Sakk mecmuaları, XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar gelen tarihî süreç içerisinde, örneklerle ve mukayeseli bir biçimde tanıtılıyor. Türk hukuk tarihinin çeşitli alanlarına ilişkin yazılar, kronolojik bir sıra takip edilmek suretiyle sıralanmaktadır. Ekrem Buğra Ekinci; “Osmanlı Devletinde Mahkemeler ve Kadılık Müessesesi Literatürü” başlıklı yazısında, Osmanlı adliye tarihinin tam manasıyla aydınlatılmadan, Osmanlı tarihi ve müesseselerini, hatta dünya tarihini anlamanın zor olacağını belirtiyor. Pehlül Düzenli, yazısında, Osmanlı şeyhülislamlarının en tanınmış olanlarından Ebussuûd Efendi’nin hayatını ve eserlerini, kaynaklar ve yazma eserler ışığında ele alıyor. Mehmet Akman, “Osmanlı Ceza Hukuku Üzerine Bir İcmal” başlıklı yazısında, Osmanlı ceza hukuku literatürünü eleştirel bir okumaya tabi kılıyor ve bu alanın önemli sorunlarına dikkat çekiyor. “Osmanlı Vakıf Hukuku Çalışmaları” başlıklı makalesinde Tahsin Özcan, vakıf hukukunun oluşumu ve gelişimi ile ilgili çalışmaların bir sunumunu ve değerlendirmesini yaptıktan sonra, konuya olan ilgi ile halihazırdaki çalışmaların sayı ve kalitesinin mütenâsip olmadığını vurguluyor. M. Macit Kenanoğlu, İslam devletlerinde özellikle de Osmanlı Devleti’nde yaşayan ehl-i kitap ve diğer gayrimüslim grupların gerçek pozisyonu hakkındaki sorulara doyurucu cevaplar aradığı “İslam-Osmanlı Hukukunda Zimmîler” başlıklı yazısında, gayrimüslimlerin hukukî statüleri hakkındaki eserleri eleştirel bir gözle değerlendiriyor. Betül İ. Argıt, 1970’li yıllarda başlayan ve 80’li yıllardan itibaren de tarih disiplininde hem bir çalışma alanı, hem de bir yaklaşım biçimi olarak kendisine ciddi bir yer edinen kadın çalışmalarına “Osmanlı Hukuk Çalışmalarında Kadın” başlıklı makalesi ile katkıda bulunuyor. Argıt, konuyla ilgili eserleri; konularını, kaynaklarını ve yaklaşımlarını dikkate alarak çeşitli alt başlıklarda değerlendiriyor. Tanzimat Dönemi ve sonrası, şüphesiz, Türk hukuk tarihi için de bir dönüm noktasıdır. Bu bölümde yer alan dört yazıdan ikisi, meclisleri ve genel olarak kanunlaştırma literatürünü değerlendirirken, diğer ikisi, sonrası için daha somut sonuçlar ihtiva eden Mecelle ve 1858 Arazi Kanunnâmesi ile ilgili çalışmaları eleştirel bir gözle inceliyor. İslam öncesi dönemde, toy ve kurultay; Osmanlı klasik döneminde, Divan-ı Hümayun ve Meclis-i Meşveret/Meclis-i Şûrâ ve Tanzimat döneminde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Meclis-i Âlî-i Umûmi, Meclis-i Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet olarak tespit edilen parlamento öncesi dönemdeki merkezî meclislerle ilgili literatür; Ayhan Ceylan’ın “Osmanlı’da Meşrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü” başlıklı yazısının konusunu oluşturuyor. Bu konuyla bağlantılı bir diğer konu da, Tanzimat dönemi kanunlaştırma faaliyetleridir. Mustafa Şentop “Tanzimat Dönemi Kanunlaştırma Faaliyetleri Literatürü” başlıklı makalesinde, Tanzimat döneminde yapılan kanunlaştırma faaliyetlerini; “klasik dönem Osmanlı hukukunun kanunlaştırılması”, “Batı’dan iktibas” ve “karma sistem” şeklinde üç ana bölümde ele alıyor. Batılılaşma dönemindeki kanunlaştırma faaliyetlerinden söz edip de, Mecelle’den bahsetmemek olamazdı. Sami Erdem, “Türkçede Mecelle Literatürü” başlıklı yazısında; bu kanun metninin, yaklaşık 130 yıllık süre içerisinde ortaya çıkan nüshalarını, şerh vb. türden açıklayıcı/yardımcı çalışmaları, metnin hazırlık süreci, mahiyeti ve Türk hukuk tarihi içerisindeki yeri çerçevesinde oluşan literatürü vukufiyetle ele alıyor. E. Attila Aytekin ise, “Hukuk, Tarih ve Ta-
TAL‹D, 1(1), 2003, M. Koraltürk
8
rihyazımı: 1858 Osmanlı Arazi Kanunnâmesi’ne Yönelik Yaklaşımlar” başlıklı yazısında; bu kanunnâmenin, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kapsamlı ve modern arazi kanunu olduğunu, etrafında dönen tartışmaların ise kanunnâmenin amaçları ve sonuçları üzerine odaklandığını vurguluyor. Konu ile ilgili tarihyazımına belli eleştiriler de getiren Aytekin; kanunnâme ile ilgili çalışmaların nedenlere, arka plana, hukukî kurgulara, biçime ve söylenmeyene de dikkat ederek yapılmasını öneriyor. Derginin bu sayısının röportajı, sahanın duayenlerinden, Halil İnalcık ile yapıldı. Önceki röportajlarda olduğu gibi, bu röportajda da; hem İnalcık’ın kişisel serüveni, hem de Türk hukuk tarihi ile ilgili görüşleri hakkında ipuçları bulabileceksiniz. Bu sayımızda yer alan tanıtım yazıları; İsmail Cebeci’nin, Meşihat makamının dergisi olan Ceride-i İlmiyye hakkındaki yazısıyla başlıyor. Fatmagül Demirel, yine hukuk tarihi açısından önemli bir başka derginin, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası’nın tanıtımını yapıyor. Coşkun Çakır, Türk hukuk tarihçiliği açısından klasik bir eser olma özelliğine sahip Barkan’ın Kanunlar kitabını tanıtıyor. Bülent Arı ise, Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Halil İnalcık’ın Osmanlı hukuku ile ilgili araştırmalarının bir sunumunu yapıyor. Selim Karahasanoğlu; bu sayıda yer alan iki tanıtım yazısından ilkinde, XV. ve XVI. yüzyıllarda yaşamış beş Osmanlı hukukçusunu değerlendiriyor. İkinci yazısında ise, Osmanlı tarihinin en tartışmalı Şeyhülislamlarından biri olan Feyzullah Efendi ile ilgili önemli bir tezi gündeme getiriyor. Mehmet İpşirli’nin, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, 1009/1600 Tarihli eser hakkındaki yazısı; Ebubekir Ceylan’ın, Kiyotaki’nin 1858 tarihli arazi kanunnâmesinin Bağdat’ta uygulanışını konu alan doktora tez çalışmasıyla ilgili tanıtımı; Abdurrahman Atçıl’ın, Karen M. Kern’in “The Prohibition of Sunni-Shi‘i Marriages in the Ottoman Empire” başlıklı doktora tezi hakkındaki tanıtımı ve Nurullah Ardıç’ın, Reem Meshal’in Mısır mahkemeleri ile ilgili tezinden yola çıkarak, Batı’daki İslam ve Osmanlı hukuk araştırmalarında hâkim olan oryantalist yaklaşımın bir eleştirisi niteliği taşıyan tanıtım-değerlendirme yazısı bu bölümün diğer yazılarını oluşturuyor. Bu sayıda ele almayı öngördüğümüz, ancak çeşitli nedenlerden ötürü elinizdeki ciltte yer veremediğimiz Şeyhülislamlık ve Kazaskerlik müessesesi, Muâhedât literatürü gibi konuları ve çok önemli diğer bazı şahıs ve dergilerle ilgili değerlendirmeleri ileride çıkacak daha dar kapsamlı sayılarımıza bırakmak zorunda kaldık. Derginin son bölümü ise, önceki sayılarda olduğu gibi, son altı ayda Türkiye araştırmaları ile ilgili ulusal ve uluslar arası dergilerde çıkan makaleleri bilginize sunuyor. Türk Hukuk Tarihi sayısına, başından sonuna kadar her aşamada büyük katkı sağlayan Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’a ve tüm yazarlarımıza Yayın Kurulu olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu sayıyı onlara borçluyuz. Katkılarınızı arzuladığımız Türk Şehir Tarihi literatürünün konu edileceği 6. (Güz 2005) ve Türk Edebiyat Tarihi literatürünün değerlendirileceği 7. (Bahar 2006) sayılarda tekrar buluşmak dileğiyle… Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
9
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 9-25
Türk Hukuk Tarihçili¤i M. Akif AYDIN*
SONRADAN İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne dönüşecek olan ve kuruluşu 1870’li yılların sonlarına kadar uzanan Mekteb-i Hukuk’un ilk ders programında hukuk tarihinin mevcut oluşu,1 bu ilmî disiplinin hukuk fakülteleri tarihinde ilk kuruluş yıllarına kadar giden bir geçmişi bulunduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu disiplin Osmanlı devletinde Türk ve İslam hukuk tarihini de içine alan genel bir tarih olarak ele alınmışken, sonraki dönemlerde -yazılan ders kitaplarından da anlaşılacağı üzere- İslam hukuku ve İslamî dönem Türk hukuku bu disiplinden dışlanmıştır. Bunun sebepleri ve sonuçları ayrıca tahlile muhtaçtır. Belki bundan Ankara Hukuk Fakültesi’ni istisna etmek gerekir.2 Hukuk fakültelerinin ve hukukçuların bu alana yönelik ilgi azlığını, bir ölçüde tarihçilerin ve ilahiyatçıların gösterdikleri ilgi telafi etmiştir. Modern dönemde bu alanda ilk eser veren kimsenin Seydişehri Mahmud Esad Efendi olduğunu söyleyebiliriz. Onun Tarih-i İlm-i Hukuk’u bu alanda tespit edebildiğimiz ilk çalışmadır.3 Darulfünûn Hukuk Fakültesi hukuk tarihi ders takrirlerinden ibaret olan eser, genel hukuk tarihi tarzında yazılmış olup Mısır, Babil, Çin, Japon, Türk ve Moğol, Eski İran, Brahman, Yahudi ve İslam * Prof. Dr. Marmara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Öğretim Üyesi. 1 Osman Nuri, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c. III-IV, s. 1104. Hukuk tarihi derslerine 1909’da resmen ve fiilen Darülfünun’a bağlanan Hukuk Şubesi’nin 1913’den itibaren ders programında da rastlamaktayız. Bkz. Ali Arslan, Darülfünundan Üniversiteye, İstanbul, 1995, s. 60. Keza, 1932’de Darülfünun Hukuk Fakültesi ders programında da bu ders mevcuttur. Bkz. Arslan, a.g.e., s. 129. 2 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin ders programında, fakültenin kuruluşundan itibaren, hem genel hukuk tarihinin, hem de Türk hukuk tarihinin ağırlıklı bir yeri vardır. Geniş bilgi için bkz. Ahmet Mumcu, Ankara Adliye Hukuk Mektebi’nden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne (1925-1975), Ankara, 1977, s. 126, 135-140 ve 237. Hukuk tarihi disiplinin, bu fakültedeki yerini göstermesi bakımından fakültenin kuruluş yılında, kurucu profesörlerin ilk toplantısında zamanın başbakanı İsmet İnönü’ye, hukuk tarihi fahri profesörlüğünün verilmiş olması dikkat çekicidir. Bkz. A.g.e., s. 245. 3 İstanbul, 1331.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
10
hukukları hakkında bilgi verir. Muhtemelen Roma hukuku, Hukuk Mektebi’nde ayrı bir ders olarak okutulduğundan Mahmud Esad Efendi’nin eserinde yer almamıştır. Onu Ağaoğlu Ahmed’in aynı mahiyetteki Hukuk Tarihi4 izler. Bu eser de Ağaoğlu’nun ders takrirlerinden ibaret olup geçmiş hukuk sistemleri teker teker ele alınmamış, tematik bir genel hukuk tarihi anlatımı tercih edilmiş, ancak bu anlatım sırasında da İslam hukukunun konulara yaklaşımı hakkında bilgi vermekten özenle kaçınılmıştır. Bu dönemlerde hazırlanan diğer üç önemli hukuk tarihi çalışması Sadri Maksudi Arsal’a ait İkinci Sene Hukuk Tarihi Dersleri,5 Umumi Hukuk Tarihi6 ve Türk Tarihi ve Hukuk7 isimli eserlerdir. Bunlardan ilk ikisi genel hukuk tarihine, üçüncüsü İslamiyet öncesi Türk devletlerinin hukukuna aittir. Arsal; genel hukuk tarihine ayırdığı eserlerinde Hind, İran, Eski Yunan, Isparta, Roma ve Cermen hukukları hakkında bilgi vermiş fakat İslam hukukuna temas etmemiştir. Son eserinde ise İslamiyet öncesi Türk hukuk tarihi hakkında bilgi vermiş, İslami dönemde kaleme alınan bazı eser ve kanunlardan bahsetmişse de bunu İslamiyet öncesi dönemin bir devamı olarak takdim etmiştir. Bu dönemde tarihçiler arasında Osmanlı hukuk tarihine ait yapılan en dikkate değer çalışma, Fuat Köprülü tarafından gerçekleştirilmiştir. Onun Türk amme hukukunun tarihî kökeni8 ve Bizans hukukunun bu hukuk üzerindeki etkisi9 ve vakıflara hasrettiği çalışmaları10 Türk hukuk tarihçiliği alanındaki ilk önemli çalışmalardandır. Bu dönemde çıkarılan Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası ile Milli Tetebbular Mecmuası’nı ayrıca anmak gerekir. Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda birisi Fatih, diğer Kanuni dönemine ait olduğu söylenen11 iki kanunname, Milli Tetebbular Mecmuası’nda da Kanuni dönemine ait olduğu belirtilen bir kanunname ile Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnamesi neşredilmiştir. Sahalarında ilklerden olan bu neşirler, Osmanlı örfî hukuk tarihinde önemli bir yeri olan kanunnamelere ulaşmamızı kolaylaştırması açısından önemlidir.12 Yine bu dönemde Fuat Köprülü’nün çabalarıyla yayımla4 İstanbul, 1931–1932. 5 Basıldığı yer belirtilmemiş, 1926–1927. 6 İstanbul, 1948. 7 İstanbul, 1947. 8 “İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”, Belleten, 1938, c. II, sy. 5-6, s. 39-72. 9 “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası,1931, sy. 1, s. 165-313. 10 “Vakıf Müessesesinin Menşei ve Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, 1942, sy. 2, s. 1-35 11 Ahmet Akgündüz, bu kanunnâmenin Kanuni değil, II. Bayezid döneminin ürünü olduğunu söylemektedir. Bkz. Osmanlı Kanunnameleri, İstanbul, 1990, c. II, s. 34 12 Kanunnâme neşirleri hakkında geniş bilgiyi Macit Kenanoğlu’nun, elinizdeki dergide yayımlanan “Osmanlı Kanunnâmeleri Neşriyatı Üzerine Bir Tahlil ” başlıklı makalesinde (s. 141-186) bulabilirsiniz.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
11
nan iki sayılık Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası (1931, 1939) ve tek sayılık Türk Hukuk Tarihi Tarihi Dergisi (1944); gerek İslamiyet öncesi, gerekse İslamiyet sonrası Türk hukuk tarihine ait kıymetli araştırmaları içermesi açısından dikkate değer. Ne var ki, bu iki dergi de ancak toplam üç sayı yayımlanabilmiştir. Köprülü’nün çalışmalarını daha çok iktisat tarihini araştırma alanı olarak seçmekle birlikte hukuk tarihi alanında da dikkate değer çalışmaları gerçekleştiren Ömer Lütfi Barkan’ınkiler izler. Barkan; hem sancak kanunlarını ilk defa neşretmesiyle,13 hem de arazi, vakıf ve malî hukuk alanındaki çalışmaları ve özellikle Osmanlı hukukunun genel yapısı ve örfî-şer‘î hukuk ayırımı konusundaki değerlendirmeleriyle dikkati çeker. Kabul etmek gerekir ki, onun görüşleri sonraki tarihçileri ve hukuk tarihçilerini önemli ölçüde etkilemiştir.14 Osmanlı tarihçiliğinde çok önemli bir yeri olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Türk hukuk tarihi alanında da önemli çalışmalara imza atmıştır. Uzunçarşılı sadece Osmanlı hukuk tarihiyle değil, Osmanlı öncesi hukuk tarihiyle de ilgilenmiş olması sebebiyle dikkat çeker. Onun Osmanlı Devleti Teşkilatına Methal15 isimli eseri; Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, İlhanlılar, Karakoyunlu ve Akkoyunlular ve Memlûkler devlet teşkilatındaki hukuk kurumlarına ışık tutmaktadır ki divan, mahkeme, kadı, kadıasker, müftü, ikta gibi birçok Osmanlı kurumunun tarihi kökenlerinin bilinmesi açısından bu bilgiler önemlidir. Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı16 bu teşkilat içinde değerlendirilen kadılık, kazaskerlik, müftülük, şeyhülislamlık gibi Osmanlı hukuk tarihinin önemli kurumları hakkında bilgiler vermektedir. Yine Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı17 adlı çalışması Osmanlı devlet yapısı ve özellikle padişahlık kurumu, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı18 başlıklı eseri ise -Divân-ı Hümâyun başta olmak üzere- Osmanlı merkez teşkilatı hakkında verdiği değerli bilgilerle kendi alanlarındaki önemli eksiklikleri gidermektedirler. Yazılmalarının üzerinden seneler geçmesine rağmen, hala bir çok alanda Uzunçarşılı’nın çalışmaları eskimemiştir. Birinci el bilgi kaynaklarını, özellikle arşiv malzemelerini çok yaygın bir biçimde kullanması Uzunçarşılı’nın verdiği bilgileri kıymetli ve uzun ömürlü kılmaktadır.19 13 XV. ve XVI. Asırlarda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, İstanbul, 1943. 14 Barkan’ın XV. ve XVI. Asırlarda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar kitabıyla ilgili bir değerlendirmeyi Coşkun Çakır’ın, elinizdeki derginin “Barkan’ın Kanunlar’ı: Osmanlı-Türk Hukuk Tarihçiliğinde Bir Klasik” başlıklı yazısında (s. 781-790) bulabilirsiniz. 15 Ankara, 1984. 16 Ankara, 1984. 17 Ankara, 1984. 18 Ankara, 1984. 19 Uzunçarşılı’nın çalışmaları hakkında geniş bilgi için bkz. Adnan Sadık Erzi, “Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Yayınları”, Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara, 1976, s. xxi-xliv.
12
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
Cumhuriyet dönemi Türk hukuk tarihi çalışmalarında tarihçilerin katkılarından bahsederken Halil İnalcık’a da ayrı bir bahis açmak gerekir. İnalcık gerek metin neşirleriyle, gerek makaleleri ve Türkçe ve İngilizce İslam ansiklopedilerine yazmış olduğu maddeleri ve monografileriyle Türk hukuk tarihine çok ciddi katkılarda bulunmuş bir bilim adamıdır. Bu çalışmalarında Halil İnalcık, Osmanlı hukuk tarihinin bütün dönemleri hakkında çok dikkatli ve isabetli değerlendirmeler yapmasıyla dikkati çekmektedir.20 İsimlerini zikrettiğimiz bu tarihçilere ilaveten, kendilerinden bu kısa yazı çerçevesinde bahsedemediğimiz diğer tarihçilerimizin de; gerek kanunname, siyasetname, mühimme defterleri, tahrir defterleri üzerine yaptıkları neşirlerle ve gerekse de Osmanlı hukuk tarihinin kurumlarına yönelik araştırmalarıyla bu alanın zenginleşmesine önemli katkılar sağlamış olduklarını belirtilmeliyiz. Aynı şekilde, arşivcilerin belge tasnifi ve neşri konusundaki katkıları da hatırlanmalıdır.21 80’li yılların başında üniversitelerdeki yeniden yapılanmanın ardından iki önemli gelişme yaşanmıştır. Birincisi; hukuk fakültelerinde, hukuk tarihi anabilim dalı ve Türk hukuk tarihi bilim dalının etkin bir şekilde hukuk disiplinleri arasında yer almasıdır. İkincisi ise, Yüksek İslam Enstitülerinin İslam hukuku/fıkıh ilim disiplininin ağırlıklı olarak yer aldığı ilahiyat fakültelerine dönüşmesidir. Hukuk fakülteleri bu yapılanmadan sonra Türk hukuk tarihi çalışmalarına gittikçe artan bir oranda yönelmişlerdir. İlahiyat fakültelerinde ise, İslam hukukçuları İslam hukuk tarihinin bir parçası olarak Türk hukuk tarihine, özellikle de Osmanlı hukuk tarihine yönelmişlerdir. Bugün gerek hukuk ve gerekse de ilahiyat fakültelerinde, Türk hukuk tarihi alanında dikkate değer araştırmalar yapılmaktadır. Bu araştırmaların önemli bir kısmı Türkiye Araştırmaları Literatürü Dergisi’nin “Türk Hukuk Tarihi”ne ayrılmış elinizdeki sayısında yer alan muhtelif makalelerde değerlendirilmiştir. Bunlara, son olarak, İktisat ve İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültelerinin iktisat tarihi kürsülerinde yapılan ve önemli bir kısmı Osmanlı hukuk tarihçiliği alanına da giren çalışmaları eklemek gerekir. Tahrir, vakıf tahrir, temettuat ve tereke deflerleri üzerine yapılan yapılan çalışmalar ve neşirler bunlara örnek gösterilebilir.22 20 Halil İnalcık’ın Türk hukuk tarihiyle ilgili çalışmaları hakkında geniş bilgiyi, Bülent Arı’nın, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi [TALİD]’in elinizdeki sayısında yer alan “Halil İnalcık ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları” başlıklı makalesinde (s. 791-803) bulabilirsiniz. 21 Bu alandaki çalışmalara yönelik ayrıntılı değerlendirmeler için, elinizdeki sayıda yer alan Feridun Emecen’in “Osmanlı Divanının Ana Defter Serileri: Ahkâm-ı Mîrî, Ahkâm-ı Kuyûd-ı Mühimme ve Ahkâm-ı Şikâyet” (s. 107-139), Fethi Gedikli’nin “Osmanlı Hukuk Tarihi Kaynağı Olarak Şer‘iyye Sicilleri” (s. 187-213), Ekrem Buğra Ekinci’nin “Osmanlı Devletinde Mahkemeler ve Kadılık Müessesesi Literatürü” (s. 417-439) ve Macit Kenanoğlu’nun “Osmanlı Kanunnâmeleri Neşriyatı Üzerine Bir Tahlil ” (s. 141-186) başlıklı makalelerine bakılmalıdır. 22 Bu alanda yapılan çalışmaların geniş bir listesi ve değerlendirmesi için bkz. Coşkun Çakır, “Türkiye İktisat Tarihi Çalışmalarının Tarihi Üzerine Bir Deneme”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 7-63; Murat Koraltürk, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye İktisat Tarihi Çalışmaları Hakkında Genel Bir Değerlendirme”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 65-80; Süleyman Kaya, “Para Vakıf- 2
Türk Hukuk Tarihçili¤i
13
Aslında Osmanlı hukuk tarihçiliğiyle muhtelif dallardaki ilim adamlarının, tarihçilerin, hukukçuların ve ilahiyatçıların ilgilenmesi sebepsiz değildir. Bu alan en az üç bilim dalıyla yakın ilişkisi olan disiplenler-arası bir alandır. Tarihî belgelerin ve kaynakların doğru okunması, anlaşılabilmesi ve değerlendirilmesi için tarih, kurallarının ve uygulamalarının normatif değerlendirmesi için hukuk, İslam dini ve hukukuyla iç içe olan Osmanlı hukukunun ve medeniyetinin doğru kavranabilmesi için de ilahiyat formasyonuna ihtiyaç vardır. Türk hukuk tarihi çalışmalarının farklı fakülteler bünyesinde yürütülmesi sevindirici olmakla birlikte, bu çalışmaların adı geçen fakültelerin bünyesinden ve/veya genel havasından kaynaklanan problemleri de yok değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı hukuk tarihi çalışmalarının iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olmasında ve genel hukuk tarihi eserlerinde İslam hukukunun görmezden gelinmesinde dönemin siyasî ve hukukî şartlarının önemli ölçüde rolü bulunmaktadır. Osmanlı devletinin yerine kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, özellikle İslamiyet sonrası Türk hukuk tarihi çalışmalarını teşvik etmemiştir. Bunda yeni Türk devletinin Batı menşeli bir hukuk sistemini kabul etmesinin ve eski kültür ve hukukla bağını koparmak istemesinin rolü olmalıdır. Bu sebeple hukuk fakültelerinde Türk hukuk tarihi -ki büyük kısmını İslamiyet sonrası hukuk tarihi oluşturmaktaydı- uzun zaman üvey evlat muamelesi görmüş, ilk yıllarda daha çok genel hukuk tarihi okutulmuştur. Arsal ve Ağaoğlu tarafından yazılmış bulunan hukuk tarihi kitaplarında İslam hukukundan hiç bahsedilmemiş olması bunun kanıtıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ömer Lütfi Barkan’ın ferdi gayretleri son derece önemli olmakla birlikte, bu fakültede hukuk tarihi disiplinini canlandırmaya yetmemiştir. Barkan’dan sonra Türk hukuk tarihi ise hemen hiç okutulmamıştır. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ise Türk hukuk tarihi araştırmalarında bir sürekliliğin olduğu, Ahmet Ağaoğlu ve Sadri Maksudi Arsal’dan sonra Coçkun Üçok’un bu ilgiyi devam ettirdiği23 ve daha sonra bu alanda yapılan çalışları Üzerine”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 189-203; Mehmet Bulut, “Erken Modern Dönem Osmanlı Ticaret Literatürüne Genel Bir Bakış”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 219-244; Erhan Afyoncu, “Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayalı Olarak Hazırlanmış Çalışmalar Hakkında Bazı Görüşler”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 267-286; Yunus Uğur, “Mahkeme Kayıtları (Şer’iyye Sicilleri): Literatür Değerlendirmesi ve Bibliyografya”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 305-344. Ayrıca tereke defterleriyle ilgili çalışmalara örnek olarak bkz. Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul, 1988; Yvonn J. Seng, “The Uskudar Estates (Tereke) as Records of Everyday Life in an Ottoman Town”, Doktora Tezi, Chicago Üniversitesi, 1991; Said Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, İstanbul, 1995; Zeynep Altuntaş, “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Kadın Terekelerine Göre Osmanlı İktisadi ve İctimai Hayatı”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. 23 Coşkun Üçok’un sahasında bir ilk olması bakımından, önce müstakilen (Ankara, 1972), daha sonra da Ahmet Mumcu ile müştereken kaleme aldığı (Ankara, 1976) Türk Hukuk Tarihi isimli ders kitabı, özellikle zikredilmelidir. Kitabın sonraki baskılarına Gülnihal Bozkurt da katkıda bulunmuştur.
14
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
malar için zemin oluşturduğu görülmektedir. Ne var ki, Türk hukuk tarihi derslerine hukuk fakülteleri programlarında sınırlı sayıda saat ayrılması, kaçınılmaz olarak bu dersin içine aldığı konuların genişliğini etkilemekte, bu disiplinin bütün Türk coğrafyasını ve tarihini içine alacak bir genişlikte ele alınmasına izin vermemektedir. Netice olarak, bu fakültelerde sadece Selçuklu ve Osmanlı hukuk tarihi -o da ancak sınırlı bir şekilde- incelenebilmektedir. Türk hukuk tarihini İslamiyet öncesi ve İslam sonrası Türk hukuk tarihi olarak iki ana bölüme ayırarak incelemek gerekir. İslamiyet’in kabulü Türk hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türk devletleri İslamiyet’i kabulden sonra, önceki hukuk mirasından kısmen yararlanmışlarsa da hukuklarını esas itibariyle İslam hukukuna göre düzenlemişlerdir. Gerek bu köklü değişiklik, gerekse İslamiyet öncesi döneme ait yazılı eserlerin, arkeolojik ve epigrafik buluntuların vb. gibi bilgi kaynaklarının ve söz konusu döneme ait bilgilerimizin sınırlı olması sonucunu doğurmaktadır. Bu döneme ait en eski epigrafik bilgi kaynakları olan Orhun kitabelerinin 730–734 yılları arasında dikilmiş olmaları, Doğu Türkistan’da bulunan Uygur hukuk belgelerinin24 daha sonraki bir dönemin ürünü olması bilgi kaynaklarımızın ne kadar geç bir dönemin ürünü olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İlk dönem Türk hukuk tarihine ait bilgilerimiz, daha çok, başta Çin tarihleri olmak üzere yabancı kaynaklara dayanmaktadır. Bu durum, sözü edilen kaynakların verdiği bilgileri dikkatle kullanmamızı gerektirmektedir. Bu dönemle ilgilenen araştırıcılar içinde Hüseyin Namık Orkun,25 İbrahim Kafesoğlu26 ve Bahattin Ögel’in27 isimleri özellikle anılmalıdır. İslamiyet sonrası dönemde Türk devletlerinin Orta Asya’dan İran ve Hindistan’a, oradan Anadolu ve Mısır’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya yayıldıkları bilinmektedir. Bu devletlerin diğer İslam devletlerinden farklı olarak Osmanlı örfî hukuku benzeri düzenleme ve uygulamalara sahip oldukları da bilinmektedir. Memluklu, Safevi, Akkoyunlu, Babürlü devletlerinde de gözlemlediğimiz bu düzenlemeler müşterek bir tarihin hukukî mirası olarak düşünülebilir. Ne var ki, bu uygulamaları izlemek ve aralarındaki irtibatları daha kesin bir biçimde tesbit etmek çok ciddi zorluklar taşımaktadır. O nedenle, maalesef günümüze kadar bu noktalar araştırıcıların ilgisini çekmemiş ve yeteri kadar aydınlatılamamıştır. Türkiye’de bulunan hukuk tarihçilerinin en fazla ilgilen24 Bu belgeler için bkz. Özkan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara, 1987, s. 51-107 25 Hüseyin Namık Orkun’un çalışmaları, TALİD’in elinizdeki sayısında Saliha Okur Gümrükçüoğlu tarafından “Hukuk Tarihi Açısından Hüseyin Namık Orkun ve Fasikülleri” başlıklı makalede (s. 805-822) değerlendirilmiştir. 26 Mesela bkz. Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1984. 27 Bahattin Ögel’in bu alandaki iki önemli eseri şunlardır: Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988 ve Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara, 1982.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
15
dikleri dönem Osmanlı dönemi, özellikle XV. asır sonrasıdır. Hem bu döneme ait mahkeme defterlerinin önemli bir kısmı günümüze kadar gelmiştir, hem de Osmanlı merkez bürokrasisinin belgeleri önemli ölçüde korunmuştur. Öte yandan Arapların meskûn oldukları bölgelerde bulunan mahkeme defterleri Arapça olmakla birlikte, diğer mahkeme defterleri ve merkez bürokrasideki belgelerin çok önemli bir bölümü Türkçe’dir. Bütün bunlar, bu dönemin araştırılmasını kolaylaştırmaktadır. Osmanlı coğrafyası dışında kalan Türk devletlerindeki mahkeme defterleri ve uygulamaya yönelik diğer belgeler ise; hem aynı titizlikle korunmuş değildirler, hem de bu belgelerde kullanılan dil yerine göre Arapça, Farsça, Urduca veya Çağatay Türkçesi’dir. İslamiyet sonrası dönem Türk hukuk tarihini bütün olarak ele alan bir kitabın henüz yazılmamış olması biraz da bu zorluklar sebebiyledir.28 Osmanlı dönemi Türk hukuk tarihi çalışmalarına gelince… Bu dönemi de kendi içinde ikiye ayırmak gerekir. Kuruluştan 1839’a kadar olan -tabir caizseklasik dönem ve 1839’dan Cumhuriyet’e kadar olan batılılaşma/modernleşme dönemi. İlk dönem; hem hukuk kurumları, hem de kuralları itibariyle kendi içinde önemli ölçüde bir bütünlük ve yeknesaklık arz eder. Bu, beş buçuk asırlık uzun dönemin hiç değişim geçirmemiş olduğu anlamına gelmez. Elbette bu uzun zaman dilimi içinde belli bir değişim seyri izlenmiştir. Söz gelişi adlî yapıda tek hâkimli klasik Osmanlı mahkemesinin yapısı bu süre içinde değişlik geçirmemiştir, ama bir üst mahkeme konumunda olan mahkemelerin etkinlikleri zaman içinde değişiklik göstermiştir. XVI. yüzyıla kadar bir üst mahkeme olarak Divan-ı Hümayun ön planda gözükürken bu asırdan sonra Divan toplantılarının önceki döneme nisbetle azalması sebebiyle, Cuma ve Çarşamba divanları Divan-ı Hümayun’un yerini almaya başlamışlardır. Keza Anadolu ve Rumeli’deki resmi mezhep uygulaması Osmanlı tarihi boyunca farklı şekillerde olmuştur. İlk dönemlerde diğer mezheplere karşı daha toleranslı davranılırken, XVI. asır sonrasında bu tolerans kaybolmuştur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak Osmanlı hukukunun çeşitli alanlarında gözlemlenen bu değişim batılılaşma/modernleşme döneminde olduğu gibi köklü ve mevcut yapının adeta toptan değişmesi şeklinde değildir. Bu bakımdan beş buçuk asırlık bu dönemi, tek bir dönem olarak değerlendirmek mümkündür. Osmanlı hukukunun klasik dönemini esas itibariyle İslam hukuku şekillendirmiştir. Ancak bu hukukun Osmanlı uygulaması çağdaşı veya öncesi diğer İslam devletleriyle bire bir aynı değildir. Her ne kadar mahkemelerin yapısı, hukukun çeşitli alanlarında uygulanan kurallar açısından diğer İslam devletleriyle önemli aynilikler taşımaktaysa da, devletin temel yapısı ve siyasî-hukukî ku28 Osmanlı coğrafyası dışındaki Türk hukuk tarihinin belli bir bölümü Murteza Bedir tarafından, TALİD’in elinizdeki sayısında yer alan “Osmanlı Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yazıcılığı” başlıklı makalede (s. 27-84) değerlendirilmiştir.
16
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
rumları, arazi, ceza ve vergi hukuku alanında özgün Osmanlı uygulaması dikkati çekmekte ve bu alanlar padişahların koymuş olduğu kurallar ve kanunlarla düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu dözenlemeler zamanla Osmanlı hukuku içinde ayrı bir isimlendirmeye konu olmuş ve örfî hukuk diye anılmıştır. XV. asır kroniklerinde ilk defa izleyebildiğimiz bu ikili yapı, resmi belgelerde de sürekli “şer ve kanun” şeklinde ifadesini bulmuş ve birlikte zikredilmiştir.29 Burada birbirleriyle çelişen ve çatışan bir hukuk ikiliği değil, birbirleriyle paralel yürüyen ve destekleyen bir yapı söz konusudur. Klasik dönem dediğimiz devrede Osmanlı hukukunun şekillenmesinde Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin önemli bir yerinin olduğu belirtilmelidir. Özellikle örfî arazi uygulamalarının şer‘î-hukukî bir kalıba dökülmesinde Ebussud Efendi’nin rolü önemlidir. Bir il yazıcısı olarak Budin tahririni gerçekleştiren Ebussuud Efendi, bu sancakla ilgili kanunun girişine yazdığı mukaddime ile mirî arazi sistemini İslam hukukunca düzenlenmiş bulunan kira akdi çerçevesinde değerlendirmiş ve devleti toprak sahibi-kiraya veren, araziyi kullanan mutasarrıfı da kiracı olarak kabul etmiştir.30 Bu kira ilişkisi uzun süreli, daha doğrusu süresiz olarak kurulduğu için de fasit bir kira olarak kabul edilmiştir. Mirî arazi mutasarrıfı ile devlet arasındaki ilişkinin bir kira ilişkisi olarak nitelemesi, Osmanlı toprak hukukunun temelini oluşturmuştur. Kira akdiyle doğan kullanma hakkı zamanla kendi özgü bir tasarruf hakkı haline dönüşmüş ve önemli ölçüde mülkiyet hakkına yaklaşmıştır. Ebussuud Efendi’nin bir şeyhülislam olarak İslam hukukunun uygulamasında da önemli yenilikleri başlatmış olduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin başlangıcından itibaren oldukça esnek bir biçimde uygulanan resmi mezhep anlayışı, yukarda da ifade edildiği üzere Kanuni döneminde -ayrıca tahlil edilmesi gereken sosyal, siyasal ve hukukî şartlar sonucu- katı bir uygulamaya dönüşmüş ve Anadolu ve Rumeli’de kadılar Hanefi mezhebinin dışındaki bir mezhep görüşüyle hüküm vermekten men edilmişlerdir. Bu yasaktan sonra, başka mezheplerden veya Hanefi mezhebi içindeki farklı bir görüşten yararlanılması gerektiğinde; bu, kadıların ferdi tercihleri ile olmamış, padişahın açıkca izin vermesiyle gerçekleşmiştir.31 Bu noktada Ebussuud Efendi’nin bir sistem geliştirmeye çalıştığı söylenebilir. O farklı görüşlerinin uygulanmasının gerektiği durumlarda bunu bir fetva ile doğrudan padişaha arz etmiş ve padişahın “mucebince amel oluna” tarzındaki fetvası, bütün kadıları bağlayıcı bir hukuk kuralı haline dönüşmüştür. Ebussuud Efendi’nin bu şekilde doğrudan padişaha sunduğu fetvalar daha sonra Maruzat adı altında toplanmıştır.32 Sonra29 Bu konuda geniş bilgi için bkz. M. Akif Aydın, “Osmanlı’da Hukuk”, Ekmeleddin İhsanoğlu (ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul, 1994, s. 384-390. 30 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. VI, s. 268-269 31 Aydın, “Osmanlı’da Hukuk”, s. 404–411. 32 Maruzat’ın metni için bkz. Milli Tetebbular Mecmuası, sy. 2, s. 337–348; Akgündüz, a.g.e., c. IV, s. 35–75.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
17
ki dönemlerde başka şeyhülislamlarca da münferit uygulama örneklerini gördüğümüz -ancak hangi ölçüde yaygınlaştığı ayrıca tetkike muhtaç- bu uygulama, İslam hukuku alanında ilk örneklerini ancak XIX. asırda gördüğümüz kanunlaştırma hareketinin ilk mütevazı örneği sayılabilir. Çünkü bu fetvalarla, İslam hukukçularının belli bir yorumu padişahın emriyle mecburî olarak uygulanan bir kanun maddesi haline gelmiştir. Bu yönüyle Ebussuud Efendi bir taraftan örfî mirî arazi esaslarını şer‘î bir kalıba dökerken, diğer taraftan şer‘î hukuk alanında padişaha arz ettiği fetva uygulamasıyla bu hukuku kanunî bir kalıba dökmenin yolunu açmıştır. Osmanlı hukukunun iki önemli kısmını aynı ortak noktaya çekme yönünde başlattığı bu hareketin uzun bir süre kuvvetli bir takipçisi görünmemekle birlikte önemli olduğunu düşünüyorum.33 Tanzimat sonrasında İslam hukukunun Mecelle ve Hukuk-ı Aile Kararnâmesi’nde görüldüğü gibi devlet eliyle kanunlaştırılmasına ulemadan bir muhalefet gelmemesinin köklerini Ebussuud Efendi’nin başlattığı bu harekette aramak mümkündür. Gerek bu tür bir uygulama, gerekse şer‘î hukuk alanında dava zaman-aşımının kısaltılması, nikahların kadılar tarafından veya onların izniyle kıyılması gibi müdahele ve düzenlemeler İslam hukuku uygulamasına Osmanlı katkısını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Batılılaşma/modernleşme dönemi; hem kurumları, hem de uygulanan hukuk kurallarıyla klasik dönemden önemli ölçüde ayrılır. Söz gelişi adlî kurumlar alanında her ne kadar klasik Osmanlı mahkemesi şer‘iye mahkemesi olarak varlığını devam ettirmişse de, görev alanı önemli ölçüde daralmış ve klasik dönemde bu mahkemenin karara bağlamış olduğu hukukî anlaşmazlıkların önemli bir kısmını nizamiye mahkemeleri karara bağlar olmuştur. Bu mahkemeler de tek hâkimli şer‘iye mahkemesinin aksine toplu hâkimli bir yapıya sahiptir. Bunun yanı sıra modernleşme döneminde gerek şer‘iye, gerekse nizamiye mahkemeleri için üst mahkemeler kurulmuştur. Meclis-i Tetkikat-ı Şer‘iyye birincisinin, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ikincisinin üst mahkemesidir. Yine bu dönemde, ilk defa, Şura-yı Devlet adıyla hem adeta bir yasama organı olarak çalışan hem de idare mahkemesi olarak görev yapan bir kurumla karşı karşıyayız. Bu dönemde mahkemelerin uyguladıkları hukuk kurallarında da köklü değişiklikler yapılmıştır. Klasik İslam-Osmanlı hukukunun arazi, muamelat ve aile hukukları yeni bir şekil içinde de olsa muhafaza edilirken, ceza ve ticaret hukuku, ceza ve hukuk usulü ile ticari yargı Batı’dan alınan kanunlarla düzenlenmiştir. Bu bakımdan her iki dönem arasındaki farklılık, ayrı ayrı ele alınmayı gerektirecek ölçüde büyüktür.34 33 Ebussuud Efendi’nin çalışmaları geniş bir biçimde Pehlul Düzenli tarafından, TALİD’in elinizdeki sayısında yer alan “Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir Deneme” başlıklı makalede (s. 441-475) değerlendirilmiştir. 34 Bu ikinci dönemle ilgili çalışmalar, yine TALİD’in elinizdeki sayısında yer alan Mustafa Şentop’a ait “Tanzimat Dönemi Kanunlaştırma Faaliyetleri Literatürü” (s. 647-672) ve Sami Erdem’e ait “Türkçede Mecelle Literatürü” (s. 673-722) başlıklı makalelerde değerlendirilmiştir.
18
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
Tanzimat sonrası Osmanlı hukukunun şekillenmesinde Ahmet Cevdet Paşa’nın özel bir yeri vardır. O sadece Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin hazırlanmasında önemli rol oynayan bir kimse olarak değil, bu kanun başta olmak üzere Arazi Kanunnâmesi, Tapu Nizamnâmesi, Ceza Kanunnâmesi gibi o dönemde yayımlanan birçok kanun ve nizamnâmenin hazırlanmasında etkin bir şekilde rol almış bir hukukçu olarak da dikkatleri çekmektedir. Cevdet Paşa’nın oynadığı rol bununla da sınırlı değildir. O; Osmanlı yargıtayı olan Divan-ı Ahkam-ı Adliyye’nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Bu kurumun kurulmasında ve şekillenmesinde, ilgili nizamnâmelerin hazırlanmasında baş rolü o oynamıştır. Yargıtay Dergisi, Yargıtay Kararları Dergisi ve Ceride-i Adliye/Adalet Dergisi’nin ilk şekli sayılması lazım gelen Ceride-i Mehakim de onun teşebbüsüyle yayına başlamıştır. Resmi mevzuat derlemesi olan ve halen beşinci tertibi yayımlanmakta bulunan Düstur da onun gayretiyle yayın hayatına başlamıştır. Cevdet Paşa mutlak Batı taraftarı Tanzimat aydını karşısında, klasik Osmanlı hukuk birikimini ihtiyaca cevap veren bir şekil ve yapı içinde korumayı hedefleyen Osmanlı münevverini temsil etmektedir. Tanzimat sonrasında başlayan kanunlaştırma hareketleri sadece Batı kökenli kanunların alınması açısından değil, İslam hukukunun ilk defa kanunlaştırılması (Mecelle örneği) ve yine ilk defa, bir kanunda -Hukuk-ı Aile Kararnâmesi örneğinde olduğu gibi- farklı mezhep hükümlerinin bir araya getirilmesi açısından da önemlidir. Bir içtihat hukuku olarak doğan ve gelişen İslam hukuku, Abbasi halifesi Mansur’un -İbn Mukaffa’nın önerisiyle- gerçekleştirdiği kanunlaştırma teşebbüsü istisna edilirse, Mecelle’ye kadar bir kanunlaştırmaya konu olmamıştır. Halife Mansur’un teşebbüsü de bilindiği üzere İmam Malik’in kitabı Muvatta’nın bu amaçla kullanılmasına karşı çıkması sebebiyle akim kalmıştı. Osmanlı kanunnâmeleri kanunlaştırma alanında önemli bir örnek olmakla birlikte, bunlar İslam hukukunun ayrıntılı olarak düzenlemediği arazi, vergi, ceza hukuku -özellikle de tazir suç ve cezaları- gibi alanlarda hükümler getirmişlerdir. Bunun anlamı şudur: İslam hukuk tarihi boyunca devlet başkanları, kendilerini İslam hukuku alanında kanun koyucu olarak değil, uygulayıcı olarak görmüşlerdir. Hatta kanun koyucu olarak görülmekten çekinmişlerdir. Bu çekingenliği, Mecelle’nin hazırlandığı dönemde benzer bir kanunlaştırma teşebbüsüne sahne olan Mısır’da net bir biçimde izleyebiliriz. Hidiv İsmail Paşa, Mecelle’yi, -Osmanlı devletinin bir vilayeti olmasına rağmen, merkezî yönetimle bağını güçlendirmemek için- Mısır’da uygulatmamıştı. Bunun yerine Mısır’ın adlî yapısından sorumlu (vezirü’l-hakkaniyye) Muhammed Kadri Paşa’nın hazırladığı Mürşidü’l-Hayrân ilâ Ma’rifeti Ahvâli’l-İnsân fi’l-Muâmelâti’ş-Şer’iyye alâ Mezhebi’l-İmâm Ebî Hanîfe en-Nu’mân,35 el-Ahkâmü’şŞer’iyye fi’l-Ahvâli’ş-Şahsiyye36 ve Kânûnu’l-Adli ve’l-İnsâf fi’l-Kadâi alâ Müşki35 Kahire, 1308/1890, 1983; Ammân, 1987. 36 Bulak, 1292/1875, 1298/1880, 1318/1900; Kahire, 1325, 1329; İstanbul, 1304.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
19
lâti’l-Evkâf37 başlıklı üç kanun tasarısı yürürlüğe konulmak istenmişti. Ne var ki, İsmail Paşa daha sonra İslam hukuku alanında kanun koyucu olarak suçlanmaktan ve ulemanın muhalefetinden çekindiği için, bu tasarıları yürürlüğe koyamamıştır. Bu örnek de Mecelle’yle başlayan İslam hukukunun kanunlaştırılması hareketinin sadece Türk hukuk tarihinde değil, İslam hukuk tarihinde de ne kadar köklü bir reform olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Hukuk-ı Aile Kararnâmesi’nin başlatmış olduğu farklı mezhep görüşlerini bir araya getirme de, uzun yıllar tek mezhebe bağlı kalma uygulamasından sonra dönemine göre önemli bir yeniliktir. Fakat bu yenilik muhafazakâr Osmanlı uleması arasında büyük tepki toplamış ve söz konusu kararnâme, yürürlüğe girmesinden sadece bir buçuk sene sonra Şeyhülislam ve Sadrazam vekili Mustafa Sabri Efendi’nin inisiyatifi ve imzasıyla yürürlükten kaldırılmıştır. Hem Mecelle’nin, hem de Hukuk-ı Aile Kararnâmesi’nin Türk ve İslam hukuk tarihinde oynadığı rolü bütün boyutlarıyla anlayabilmek için İslam hukukunun yürürlükte olduğu ülkelerde bu kanunların açmış olduğu çığırı izlemek gerekir. Görülecektir ki, hem içtihat hukukunu kanun hukukuna döndürme, hem de farklı mezheplerin yorumlarından yararlanma noktasında Mecelle ve Hukuk-ı Aile Kararnâmesi’nin açmış olduğu yol İslam ülkelerinin önemli bir kısmı tarafından aynen izlenmiştir.38 Klasik ve modernleşme dönemi Osmanlı hukuk araştırmalarının önemli bir problemi, Osmanlı arşivlerinin ve özellikle şer‘iye sicil arşivlerinin yeterince tasnif edilmemiş olmasıdır. Son zamanlarda Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin tasnif ve yayın konusunda almış olduğu mesafe, Anadolu’da dağınık halde bulunan mahkeme defterlerinin Ankara Milli Kütüphane’de topluca kullanıma sunulmuş olması ve dahası İstanbul ve tüm Anadolu şer‘iye sicil defterlerinin mikrofilim ve mikrofişlerinin Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’nde toplanmış bulunması, araştırıcılara önemli bir kolaylık sağlamışsa da; tasnif eksikliği, araştırıcıların işlerini zorlaştırmaktadır. Bu durum, sınırlı sayıda deftere veya belgeye dayanılarak yapılan çalışmaların yanılma payını artırmaktadır. Belli bir dönem veya bölgedeki hususî şartların ve özel uygulamaların bu açıdan dikkatle değerlendirilmesi zarureti vardır. Öte yandan, bu farklılıkların dikkatle tesbiti Osmanlı hukuk uygulamasının zenginliğini ortaya koyması bakımından fevkalade önemlidir. Bu dönemle ilgili bir başka problem, din-devlet ilişkileri ve İslam hukuku ile ilgili olarak Cumhuriyetin kuruluş yıllarına hâkim olan politik yaklaşımın, dönemin akademik çalışmalarına da etki etmiş olması ve bir tür anakronizmle 37 Bulak, 1308/1890, 1311/1893, 1312/1895, 1313/1896, 1320/1902. 38 Bu konuda geniş bilgi için bkz. G. H. Bousquet, Du Droit Musulman et de Son Aplication Efeective dans le Monde, Alger, 1949; Subhî Mahmesânî, el-Evdâu’t-Teşrî’iyye fi’-Düveli’lArabiyye Mâdîhâ ve Hâdıruhâ, Beyrut, 1972; J. N. P. Anderson, Islamic Law in the Modern World, Albany, 1959 ve a.mlf., Islamic Law in Africa, Londra, 1978.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
20
söz konusu döneme hâkim politikanın tarihî temellerinin Osmanlı hukuk tarihinde bulunmaya çalışılmasıdır. Bunun tipik örneği, Osmanlı hukukunun genel yapısı hakkındaki değerlendirmelerde görülmektedir. Osmanlı hukuk tarihçiliğinin üzerinde en fazla durduğu konuların başında, bu hukukun genel yapısı ve şer‘î ve örfî karakteri gelir. Bu konuda birçok araştırıcı bir şekilde görüş bildirmiştir. Bunlar arasında Barkan, Akdağ, İnalcık, Gibb, Heyd, Mumcu, Gerber, Repp, Akgündüz, Imber ve bu satırların yazarı zikredilebilir. Meseleyi ilk ve en geniş biçimde tartışanlardan birisi şüphesiz Barkan’dır. İktisat ve hukuk tarihinin kendisine çok şey borçlu olduğu Ömer Lütfi Barkan; meseleyi, XV. ve XVI. Asırlarda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar kitabında, konuyla ilgili makalelerinde39 ve İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Kanunnâme” maddesinde40 ayrıntılı olarak tartışmaktadır. Barkan’ın Osmanlı hukukunun genel yapısı ve özellikle örfî hukukla ilgili önemli tespitleri olmakla birlikte, şer‘î ve örfî hukukun düzenlemiş olduğu sahalar, birbiriyle olan ilişkileri ve karşılıklı etkileri, örfî hukukun oluşum sürecinde Osmanlı hukukçularının rolü konusundaki kanaatlerine bütünüyle katılma imkânı yoktur. Barkan; örfî hukukun oluşum sürecini ve bu süreçte İslam hukukunun konumunu değerlendirirken, hükümdarlara İslam hukukunda verilen role gereği kadar dikkat etmediği gibi, İslam hukukçularının örfî hukuktaki etkisini de sadece şeyhülislamların hazırlanan bir kanunnâmeyi belli bir aşamada denetleme rollerinin bulunup bulunmamasıyla sınırlı kabul etmektedir. Böylece Osmanlı hukukunun temellerinin atıldığı ilk asırlarda, bu süreçte rol alan nişancı, kazasker, veziriazam hatta zaman zaman defterdar ve il yazıcısı gibi kamu görevlilerinin medrese eğitimi görmüş ve burada müderris seviyesine yükselmiş kimseler olduklarını, başka bir ifadeyle, İslam hukuku sahasında yetişmiş bulunduklarını göz ardı etmektedir. Oysa bu durum dikkate alındığında, örfî hukukun oluşum sürecinde rol alan kamu görevlilerinin şer‘î hukuk-örfî hukuk uyumuna daha ilk aşamadan itibaren dikkat ettikleri, dolayısıyla şeyhülislamın doğrudan müdahalesine esasen gerek olmadığı fark edilecektir. Buna ilave olarak, bu düzenlemeyi yaparken dönemin hukukçularının, devlet başkanının İslam hukukunun oluşumundaki rolünü daha gerçekçi ve bence İslam hukukunun özüne uygun bir tarzda değerlendirdiklerini söylemek de gerekir. Bazı fetvalarda “şer‘an caiz değildir ve hem men olunmuştur canib-i sultandan” ifadesine yer verilmesi,41 devlet başkanının bir anlamda kanun koyucu olarak değerlendirilmesi bakımından dikkat çekicidir. Öte yandan, sırf oluşum tarzının İslam hukukunun Emeviler ve Abbasiler dönemindeki oluşum tarzından farklı 39 Mesela bkz. “Türkiye’de Din ve Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara 1975, s. 49-97. 40 İA, c. VI, s. 185-195. 41 Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katil, Ankara, 1963, s. 42.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
21
olduğuna bakarak; örfî hukukun, şer‘î hukukun bütünüyle dışında ve ona aykırı bir hukuk olduğunun söylenemeyeceği gibi, şer‘î hukukun teokratik, örfî hukukun ise laik bir hukuk olduğu söylenemez. Bunlar bütünüyle Osmanlı siyaset kültürünün ve tarihî tecrübesinin dışında oluşmuş kavramlardır. Öte yandan Barkan, Osmanlı Devleti’nde İslam hukukunun uygulama alanını sınırlamakta ve neredeyse onu, aile ve miras hukukuna hasretmektedir.42 Hâlbuki son dönemlerde yapılan çalışmalar; sadece bu iki alanın değil, borçlar hukukundan ticaret hukukuna, mülkiyet hukukundan ceza hukukuna varıncaya kadar geniş bir alanın şer‘î hukuk esaslarıyla düzenlendiğini ortaya koymaktadır.43 Tabiatıyla bu düzenleme sırasında, Osmanlı hukukçularının kendilerine has yorumları olmuştur. Bu sebeple de, Barkan’ın haklı olarak belirttiği gibi, Osmanlı hukuk tarihçiliğini bütünüyle fıkıh kitaplarından takip etme imkanı yoktur. Fakat onlardan bütünüyle müstağni olmak da mümkün değildir. Netice olarak, müteveffa Barkan’ın -özellikle Osmanlı hukukunun şer‘iliğiyle ilgili- değerlendirmelerinin, örfî hukuk lehine apologetik bir karakter taşıdığı ve yaşadığı dönemin siyasî ve kültürel havasının etkilerini yansıttığını söylemek gerekir. Osmanlı hukukunun genel yapısına ilişkin olarak Uriel Heyd ve İnalcık’ın değerlendirmelerinin, bu açıdan, daha gerçekçi olduklarını belirtmek gerekir. Sayın İnalcık’ın “Osmanlı Hukukuna Giriş”,44 “Suleiman the Lawgiver and Ottoman Law”45 isimli makaleleriyle Encyclopedia of Islam’ın ikinci edisyonundaki “Kanun” ve “Kanunnâme” maddeleri,46 Osmanlı hukukunun şer‘î ve örfî karakterlerini ortaya koyması bakımından ayrı bir önemi haizdir. Öte yandan İnalcık; Osmanlıların, örfî hukuk kurallarını tanzim ederken ortaya koydukları kanun hukuku anlayışının, önceki Türk ve Moğol devletlerine kadar uzanan tarihî köklerini dikkatle tespit etmiş bulunmaktadır. Uriel Heyd’in de konuyla ilgili makalelerinde ve özellikle Osmanlı ceza hukukuna ayırdığı eserinde, Osmanlı hukukunun şer‘î ve örfî yapısının enine boyuna tahlil edildiği görülmektedir.47 Ancak Heyd, İslam hukukçularının hicri III.-V. yüzyıllarda yaptıkları yorumların, bütün dönemleri bağlayıcı bir özelliği olduğunu düşünmekte, bu ne42 Kanunlar, s. xlviii. 43 Örnek olarak bkz. Fethi Gedikli, Osmanlı Şirket Kültürü: XVI.-XVII. Yüzyıllarda Mudarebe Uygulaması, İstanbul, 1998; a.mlf., XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde İnan Şirketi, İstanbul, 1998; Mehmet Akman “Mecelle’de Ariyet Sözleşmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1989; a.mlf., Osmanlı Devletinde Ceza Yargılaması, İstanbul, 2004; Ömer Menekşe, “XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Hırsızlık Suçu ve Cezası”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998; Yaşar Tekin, “Şeriyye Sicilleri Işığında Osmanlı Devleti’nde Tazir Suç ve Cezaları”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. 44 SBFD, c. XIII, sy. 2, s. 102-126. 45 Archivum Ottomanicum, 1969, sy. 1, s. 105-138. 46 EI 2, c. IV, s. 558-566. 47 Mesela bkz. “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, çev. Selahattin Eroğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 26, s. 633-652; Studies in the Old Ottoman Criminal Law, Oxford University Press, 1973, s. 167-191.
22
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
denle de, arazi ve vergi hukukuna ait düzenlemelerin veya para cezalarının İslam hukukuna aykırı olduğunu ifade etmektedir.48 Halbuki İslam hukukunun teşekkülünde ilk asırların önemli bir yeri olmakla birlikte, bu hukuku bütünüyle bu asırlara münhasır kılmak ve daha sonra ortaya çıkan farklı görüş ve uygulamaları sırf bu sebeple İslam hukukuna aykırı kabul etmek mümkün değildir. İslam hukukunun oluşumunu sağlayan sürecin önü açıktır ve her zaman yeni yorum ve içtihatlarla gelişim ve değişim imkanına sahiptir. Hukuk tarihi çalışmalarının, bu çalışmaları yapan kimselerin edindikleri formasyondan kaynaklanan problemleri de bulunmaktadır. Tarih formasyonunun eksikliği, Osmanlıca ve Arapça’yı bilmeme önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk tarihinin geniş bir zaman dilimine yayılmış bulunan uygulamalarını, sanki aynı zaman diliminde meydana gelmiş olaylar ve gelişmeler olarak görmek veya bölgesel farklılıkları dikkate almamak önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Geniş Osmanlı coğrafyasında ve altı asırlık bir zaman diliminde, hukuk kurallarının ve uygulamasının tam bir yeknesaklık ortaya koyduğunu söylemek mümkün değildir. Sözgelişi, Osmanlı kanunnâmelerinde muhtelif suçlar için öngörülmüş cezalar zaman içinde değişikliğe ugradığı gibi, mirî arazide tasarruf şekilleri, ferağ ve intikal esasları ve vergiler zaman içinde muhtelif değişikliklere maruz kalmıştır. Bu bakımdan, bir belgeye veya sair bir bilgi kaynağına dayanılarak –bunlar doğru bilgiler verseler bile- sınırlı bir zaman veya belli bölge için var olan bir uygulamanın her dönem veya her bölge için var olduğunu düşünmek, hiçbir hukuk sisteminin kendini kurtaramadığı –rüşvet vb. gibi- birtakım hukuk dışı uygulama örneklerini arka arkaya sıralayarak Osmanlı hukukunu karalayıcı bir tablo ortaya koymak doğru olmasa gerek. Tarih formasyonu gibi hukukî formasyonu eksikliği de önemli bir handikap oluşturmaktadır. Bu alandaki yapılan yanlışlıkların çoğu, araştırıcıların okudukları fetva metinlerine veya mahkeme kayıtlarına dayanarak kural çıkarmaları ve hukukî değerlendirme yapmalarından kaynaklanmaktadır. İşin kötü tarafı, bazı araştırıcılar bu değerlendirmelerini hukuk kitaplarındaki bilgilerle karşılaştırma gereği de duymamaktadırlar. Velisi tarafından evlendirilenlerin sonradan itiraz etmelerini veya etmemelerini yanlış sebebe bağlama,49 nikah kayıtlarında her zaman mehrin zikredildiğini görünce mehrin belirlenmesinin evliliğin geçerlilik şartı olduğunu düşünme,50 yine vakıfların sürekli şer‘iye si48 Studies in the Old Ottoman Criminal Law, s. 174–175. 49 Amira el Azhary Sonbol, “Adult and Minors in Otoman Shari‘a Courts and Modern Law”, Women, Family and Divorce, Syracuse University Press, 1966, s. 243-244; Ronald C. Jennings, “Women in the Early 17th century Otoman Judicial Records the Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, c. XVIII, sy. 1, s. 76-77; Colin Imber Ebu’s-Su’ud the Islamic Legal Tradition, Edinburg University Press, 1997, s. 171. 50 Colin Imber, Studies in Ottoman History and Law, İstanbul, 1996, s. 268; a.mlf., Ebu’s-Su’ud, s. 174.
Türk Hukuk Tarihçili¤i
23
cillerine kaydedildiğini görüp bundan vakıfların geçerliliği için mutlaka tescil şarttır gibi bir sonuç çıkarma,51 her nikah yenilemede evliliğin hukuken bir kat daha kuvvetlendiğinî düşünüp boşamalarda nikahlardan sadece birisinin sona erdiğini, keza tecdid-i nikah sebebiyle evliliğin geçerli olarak devam ettiğini zannetme,52 evlenmede ileri sürülen şartlarla şartlı boşanmaları aynı şey zannetme,53 sıkça karşılaştığımız hukukî değerlendirme ve bilgi yanlışlarındandır. Bu alanda altı çizilmesi gereken önemli bir problemin da, araştırıcıların zaman zaman içine düştükleri subjektiflik sorunu olduğu belirtilmelidir. Osmanlı hukukunu veya bugünkü pozitif hukuku kutsama gayretlerinin, bu alandaki çalışmaların objektifliğini etkilediği bir vakıadır. Pozitif hukuku kutsamayı görev bilenler, Osmanlı hukukuna ilişkin değerlendirmelerinde bu anlayışlarının şüphesiz etkisinde kalmaktadırlar. Tam aksine Osmanlı dönemini apologetik olarak değerlendiren örneklere de rastlamak mümkündür. Aynı subjektiflik, Osmanlı hukukunun şer‘iliği ve örfiliği konusunda da mevcuttur. Araştırıcılar içinde, Osmanlı kanunnâmelerinin İslam hukukuna uymadığını her fırsatta söylemekten büyük bir zevk alan araştırıcılarımız olduğu gibi, tam tersine ondan hiç ayrılmadığını söyleyen araştırıcılarımız da vardır. Bunları tek tek örneklendirmekten, konunun aydınlatılmasına ilave bir katkı sağlamayacağı ve yanlış anlaşılmalara sebep olacağı için sarfınazar edilmiştir. Osmanlı hukuk tarihçiliğinde önemli bir boşluk, Osmanlı hukukçularının özellikle şer‘î hukuk alanındaki katkılarının yeteri kadar ortaya çıkarılmamış olmasıdır. Böyle bir katkının tesbitinde, bu dönem hukukçularının yazdığı fıkıh kitapları, fetva mecmuaları ve fıkıh risaleleri önemli bir yer tutar. Bunlar üzerinde yeterli çalışmalar henüz yapılmış değildir.54 Burada önemle işaret edilmesi gereken nokta, Osmanlı müelliflerinin eserlerindeki görüşlerin ne ölçüde dönemin şartlarının ürünü olduğu ve ne ölçüde klasik bilgilerin tekrarından ibaret bulunduğunun tespit gereğidir. Osmanlı hukuk tarihi araştırmalarının önemli bir problemi de, yapılan araştırmaların dar bir alana sıkışmış olmasıdır. Bu alanda yapılan çalışmalar; vakıf, gayrimüslimler, aile, köle, toprak, mahkeme ve şer‘iyye sicillerinin önemi gibi konulara inhisar etmiş gibidir. Şer‘iyye sicilleri temel alınarak yapılan 140 kadar hukuk tarihi çalışması üzerine yaptığım bir değerlendirmeye göre, 140 kadar hukuk tarihi çalışmasından 96 tanesi şu altı konu üzerine teksif edilmiştir: Vakıf, aile, mahkeme teşkilatı ve şer‘iyye sicilleri, gayrımüslimler ve köleler. Bu tablonun oluşumunda, hukuk tarihi çalışmalarının genelde tarihçiler tara51 Imber, Ebu’s-suud, s. 157. 52 Imber, Studies in Ottoman History and Law, s. 283. 53 Jennings, “Women”, s. 87-89. 54 Bu alandaki literatür; TALİD’in “Türk Hukuk Tarihi”ne ayrılmış olan elinizdeki sayısında yer alan Recep Cici’ye ait “Osmanlı Klâsik Dönemi Fıkıh Kitapları” (s. 215-248) ve Şükrü Özen’e ait “Osmanlı Dönemi Fetvâ Literatürü” (s. 249-378) başlıklı makalelerde değerlendirilmiştir.
24
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
fından yapılmakta oluşunun önemli bir rolü vardır. Tarihçiler; genel olarak borç, borcun doğuşu, sonuçları, akit, şirket, haksız fiil, haksız iktisap, temerrüd, harp hukuku, suç, ceza gibi daha çok normatif yorum isteyen ve hukuk formasyonunu gerektiren alanlara haklı ve doğru olarak iltifat etmemektedirler. Bu durum; çoğu kere incelenen alan veya zaman dilimi farklı bile olsa –ki bazan öyle de olmamıştır-, yapılan araştırmaların aynı konulara dair benzer bulgularını göz önüne sermekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Hukuk fakültelerinin ve kısmen ilahiyat fakültelerinin hukuk tarihi çalışmalarına eğilmeye başlamış olmasının, bu alandaki kısırlığı zaman içinde gidereceği umut edilir. Bu alandaki çalışmalar, yukarda değindiğimiz üzere, İslam hukukunun uygulama alanları konusundaki yanlış değerlendirmeleri de önleyecektir.
Historiography of Turkish Law M. Akif AYDIN Abstract History of Turkish law is (a discipline that involves) the study of legal rules and institutions created by the Turks since the beginning of their history. For this reason, it studies a large span of time and a vast geographical space. Due to this time-space dimension, the Turks have adapted different religious-legal identities, which is reflected in the history of Turkish law. In this context, this history can be divided in to three periods: the period of pre Islamic law and of Islamic law and the period under the impact of Western law. Each period has its own characteristics, and thus studies on each era have their own problems. It is only at the beginnig of the 20th century that the study the history of Turkish law emerged in the Turkish academia. Today, it is increasingly studied by the scholars of law history, theology and economic history. However, despite this existing interest in this area, it is still under-studied and needs the attention of social scientists. Keywords: Sharia, court, qadi, Şeyhulislam, qanun, codification
Türk Hukuk Tarihçili¤i
25
Türk Hukuk Tarihçili¤i M. Akif AYDIN Özet Türk hukuk tarihi, tarih sahnesine çıkmalarından günümüze kadar geçen dönemde Türklerin uyguladıkları hukuk kuralları ve sahip oldukları hukuk kurumları hakkında bilgi veren bir bilim dalıdır. Bunun sonucu olarak; hem incelediği zaman dilimi çok uzundur hem de Türklerin hüküm sürdükleri ülkeler dolayısıyla içine aldığı mekân boyutu çok geniştir. Bu zaman ve mekan boyutuna bağlı olarak Türkler farklı dini-hukuki aidiyetlere sahip olmuş, bu da Türk hukuk tarihine yansımıştır. Bu bağlamda üç farklı dönemin altını çizmek gerekir. İslam hukuku öncesi dönem, İslam hukuku dönemi ve Batı hukukunun etkili olmaya başladığı dönem. Her dönemin kendine has özellikleri ve bu dönemlere ait hukuk tarihi araştırmalarının kendine özgü zorlukları ve problemleri vardır. Türk hukuk tarihi çalışmaları, yirminci asır başlarından itibaren Türk ilim muhitlerinde ilgi görmeye başlar. Bugün hukuk, ilahiyat, tarih ve iktisat tarihi alanlarında çalışanlan gittikçe artan bir oranda Türk hukuk tarihinin konularıyla ilgilenmektedirler. Gittikçe artan ilgiye rağmen bu alanın henüz bakir olduğu ve araştırıcıların ilgisine muhtaç olduğu belirtilmelidir. Anahtar Kelimeler: Şer’i hukuk, örfi hukuk, mahkeme, kadı, şeyhulislam, kanun, kanunlaştırma
26
TAL‹D, 3(5), 2005, M. A. Ayd›n
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
27
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 27-84
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›* Murteza BED‹R**
Giriş İSLAM HUKUKU terkibinin dinsel içerikli doğası, bu malzemenin uzun zaman genel tarih, sosyal tarih ve özelde hukuk tarihi araştırmalarında kullanılmasını önlemiş görünüyor. Hukuk tarihinin, özellikle İngiliz ve Roma hukukunun genel tarih araştırmalarındaki önemine işaret eden Stephen Humphreys, İslam hukuk malzemesine karşı gösterilen bu ilgisizliğin sebeplerine işaret ederken, E. Said’in Batılıların Doğu araştırmalarında tespit ettiği türden “oryantalist” bir bakışın doğurduğu nedenler yanında önemli bazı faktörlere daha dikkat çekmiştir.1 Bu sebeplerin belki de en önemlisi; İslam’da hukuk bilimine karşılık geldiği varsayılan fıkıh ilminin, Batı ilim tasnifindeki hukuk disipliniyle doğrudan örtüşmemesidir. Başka bir ifadeyle, İslam fıkhı hukuk kavramından hem mahiyet, hem de kapsam olarak farklı olup bunlar arasında yapılacak birebir eşleştirmeler, ciddi kavram kargaşalarını beraberinde getirmektedir. O halde Müslüman Türk devletlerinde hukuk tarihine ilişkin bir araştırmanın başlangıç noktası, İslam hukuku kavramıyla ilgili bir tavzih olmalıdır. Bu konuyu aşağıda ayrıca ele alacağız. Ek olarak, Müslüman Türk devletleri terkibindeki ‘Türk’ kavramının, sanıldığı gibi açık seçik bir kavram olmadığını da söyleyebiliriz. Bu anlamda, Türk* Bu yazının ortaya çıkmasında bir çok meslektaşımın katkısı olmuştur kendilerine teşekkür ediyorum. Ama özellikle bu sayının editörü M. Akif Aydın beye ve ismini bilmediğim hakemlere hem içeriğe hem de şekle yönelik yaptıkları katkılarından dolayı müteşekkirim. ** Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. 1 Stephen Humphreys, İslam Tarih Metodolojisi, trc.: M. Bedir ve F. Aydın, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2004, 8. Bölüm. Bu bölümde yazar, genel olarak İslam hukukunun tarihsel kaynaklık değerini tartışmış ve Batı’da yapılan İslam hukuku çalışmalarının da bir değerlendirmesini yapmıştır. Bu sebeple biz, bu çalışmada bazı istisnalar dışında genel olarak oryantalist fıkıh çalışmaları literatürüne yer vermeyeceğiz. Oryantalist İslam hukuku çalışmaları ve özellikle yakın dönem bibliyografya ve değerlendirmeler için ayrıca bkz.: İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi: Oryantalist İslam Hukukçuları Özel Sayısı, Konya 2004, c. II, sy. 2.
28
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
lerin X. yüzyıldan itibaren toplu bir şekilde İslam’a girmeleriyle birlikte Türk hanedanların öncülüğünde ortaya çıkan devletleri için kullanılan “Türk” nitelemesinin ne anlama geldiği de sorgulanmalıdır. Zira ilk Müslüman Türk devletleri olarak tanımlanan Karahanlılar, Gazneliler ve hatta Büyük Selçuklularda neyin “Türk” olduğuyla ilgili bir sorgulama, Türk devletleri olarak bilinen devletlerin o kadar da “Türk” olmadığı sonucuna bizi kolayca götürecektir. M. Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği gibi, Türkler “İslam’a girdiklerinde tüm kurumları gibi hukukî kurumları da bir inkılap geçirdi. Gaznelilerde, ama daha çok Karahanlılarda, kadim Türk adet ve geleneklerinin yaşadığı da görülmektedir. Ancak, hem Gazneliler hem de Karahanlılar üzerinde Samani tesiri daha fazladır; bunlar da Abbasilerden etkilenmişlerdir. Abbasiler de kısmen Emevi ama daha çok Sasani etkisi altında devlet kurumlarını oluşturmuşlardır.”2 Samanîlerin İran-Arap kültür mirasını devralan Karahanlı ve onlardan ziyade de Gazneli devletlerinde, Türklerin yazılı edebiyatın üretimine katkılarının henüz daha başlangıç düzeyinde olmalarını, fakat Arapça ve Farsça konuşan şehirli halkların bu alanda en azından 2-3 asırdan beri yoğun bir etkinlik içinde olduklarını düşünecek olursak, bu devletlerin hakim olduğu dönemde üretilen eserlerin henüz daha “Türk” nitelemesini tam olarak hak etmedikleri söylenebilir. Örneğin Büyük Selçuklu bürokrasisinin dilinin Farsça ve eğitim kurumlarındaki dilin de Arapça olması; onların Arapça ve Farsça’yı tercih etmelerinden çok, bürokrasi ve diğer kurumlarda bu dilleri konuşan insanların çalışıyor olmasıyla bir ilişkisi vardır.3 Aslında hem modern dönemlerde ulusal kimlik vurgusunun artması hem de Anadolu’da oluşan yeni kimliğin baskın unsurlarıyla “Türk” nitelemesini daha fazla hak etmesinden doğduğunu düşündüğümüz bu “Müslüman Türk” nitelemesinin, milliyetçi ideolojilerin doğasında olan tarihsel arka planla ilgili yapay inşalar aracılığıyla geriye dönük kullanıldığını fark etmemiz, bize bu alana ilişkin daha “bilimsel” bir yaklaşım geliştirmenin yollarını açabilir. Tarih ilmi gibi olanın olduğu gibi anlaşılmasını hedefleyen bir alanda, araştırma konusu olan öznelerin kendilerini algılayış biçimlerinden uzak ve araştırmacının kendi zihnindekini, araştırma konusuna yansıtan bir bakış açısıyla yapılan ça2 Köprülüzade Mehmet Fuat, “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Te’siri Hakkında Bazı Mülahazalar”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I (1931), s. 182-183; makale Orhan Köprülü tarafından İtalyanca çevirisine yapılan ilaveler de dikkate alınarak bir kitap olarak yayımlanmıştır: Mehmet Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1981. Türk kavramı üzerinde daha geç bir değerlendirme için bkz.: Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, İng. Trc.: Yıldız Moran, İstanbul: E Yayınları, 1979, “Giriş Bölümü”; Fransızca’dan trc.: Osmanlılardan Önce Anadolu, trc.: Erol Üyepazarcı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000. 3 Medreselerde Arapça’nın hakim olduğu bilinmektedir. Bürokrasiyle ilgili bkz.: Ann Lambton, “The Internal Structure of the Seljuq Empire”, J. A. Boyle, (ed.), Cambridge History of Iran, Cambridge: University Press, 1968, c. V, s. 203-282.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
29
lışmaların bilimsellik kriterini sağlama oranı son derece düşüktür. Bir taraftan Türklerin İslam öncesi dönemde göçebe bir hayat sürdürdükleri ve dolayısıyla yazılı kültür geliştirmedikleri, diğer taraftan da Türklerin her zaman medenî bir kimliğe sahip oldukları gibi tamamıyla ideolojik ve normatif bir bakıştan doğduğu görülen motivasyonların da bilimsel yaklaşımı zorlaştırdığını kabul etmemiz gerekir. Bu iki yaklaşımın modern dönem Türk tarih yazıcılığında birleştirilmesi suretiyle bir taraftan Oryantalist bakış açısıyla İslam’la ilişkilendirildiğinde Müslüman Türklerin tarihsel deneyimleri neredeyse hiçe indirgendiği, öte taraftan milliyetçi bakış açısını sürdürmenin bazı sıkıntılara yol açtığı ve din-dışı bir tarih inşası hedeflenerek birtakım çelişkili ön-kabullerin ortaya çıktığı görülmektedir. Osmanlı öncesi Müslüman-Türk hukuk tarihini ele aldığımız bu çalışmada, söz konusu sıkıntılara dikkat çekerek Türk hukuk tarihi araştırmalarını daha sağlıklı bir zemine oturtmayı hedefleyen bazı öneriler getirmeye çalışacağız. Çalışma, önce Türk hukuk tarihi üzerine yapılan modern dönem araştırmalarının kısa bir değerlendirmesiyle başlıyor. Arkasından Türk hukuk tarihi araştırmalarının arka planını ve bağlamını sunduğunu düşündüğümüz tarih araştırmalarının hukuk tarihi açısından önemine işaret edilecektir. Daha sonra ise, İslam hukukuna ilişkin özellikle İlahiyat fakültelerinde yapılan İslam hukuku çalışmaları konumuz açısından değerlendirilecektir. İkinci aşamada, Osmanlı öncesi Türk-İslam hukuk tarihi araştırmaları için zaruri olan tarihsel araştırmalarla “dinî” fıkıh metinlerinin bir araya getirilmesi yönünde bir deneme yapılacaktır. Bu bölümde fıkıh metinlerinin salt birer dinî metin olarak okunmasının yanlışlığına işaret edilerek, esasen dinî ve din-dışı ayrımını İslam tarih araştırmalarında sürdürmenin imkansız olduğu üzerinde durulacaktır. Fıkıh metinlerinin tarihsel bağlam aracılığıyla okunmasının çok önemli bir boşluğu dolduracağı ve şimdiye kadar kaynak yetersizliğinden yakınılan bir çok dönem için, özellikle sosyal ve kültürel hayatı anlamaya dönük olarak bize yeni fırsatlar sağlayacağı gösterilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın sonunda da fıkıh metinlerinin tarihsel bağlama yerleştirilmesi ile ilgili bir yöntem ve bibliyografya denemesinde bulunulacaktır. Çalışmanın tarihsel sınırları, kabaca, V./XI. yüzyılın ortalarından başlamakta ve IX./XV. yüzyılın başında sona ermekte olup yaklaşık 4 asırlık bir dönemi kapsamaktadır. Mekansal sınırlama ise, -Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar gibi- Orta Asya Türk devletlerinin coğrafyası ile İran ve Anadolu’daki -Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu devletleri ve Anadolu Türk beylikleri gibi- Türk devletlerinin hakimiyet alanları olarak belirlenmiştir.4 Bu zamansal ve mekan4 Çok önemli olmasına rağmen Memlûk dönemi Mısır ve Hint alt-kıtası kendi başına ayrı bir çalışmayı hak ettiği için bu çalışma kapsamına alınmamıştır.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
30
sal tercihin arkasında, Orta Asya’dan başlayıp Balkanlarda bir imparatorluğa dönüşen tarihsel süreçte Anadolu ve Balkanlardaki Müslüman Türklerin oluşturduğu hukukî kurumların arka planını anlama çabası yatmaktadır. Hem zaman dilimi, hem de mekan olarak oldukça geniş bir alan hakkında yapılacak bir değerlendirme, ister istemez belli genellemeler içerecektir. Özellikle bu satırların yazarının uzmanlık alanı olmayan tarih biliminin hukuk tarihine potansiyel katkılarıyla ilgili genellemeler, konuya ilişkin başka çalışma olmaması sebebiyle kaçınılmazdır. Ülkemizde hukuk tarihi çalışmaları, Darülfünûn’un 1911’deki düzenlemesinde “Ulûm-i hukûkiye ve Ulûm-i şer‘iyye” adı verilen dinî ilimler ve hukuk fakülteleri programlarında, Fıkıh Tarihi ve Tarih-i İlm-i Hukuk dersleriyle başlamıştır.5 Ancak hukuk tarihi çalışmalarının ülkemizde bilimsel araştırmaya konu edilmesi, esas olarak, Cumhuriyet döneminde Edebiyat Fakültesi tarih hocalarından Köprülüzade Mehmed Fuad ile Ankara Hukuk Fakültesi’nde Sadri Maksudî Arsal’ın çalışmalarıyla başlamıştır. Fıkıh cephesinde ise İzmirli İsmail Hakkı’nın çalışmalarını başlangıç olarak almak mümkündür. Fakat fıkıh cephesinde, Edebiyat Fakültesi’ndeki İslam Tedkikleri Enstitüsü çevresindeki faaliyetler dışında, bilimsel çalışmalarda 1950’ye kadar bir kopukluk vardır. 1949’ta İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasından sonra, ama esas olarak, 1982’de Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakültelerine dönüştürülmesiyle birlikte fıkıh cephesinde bilimsel faaliyetlerde canlanma olmuştur. Bu anlamda, Hayrettin Karaman’ın İslam Hukuk Tarihi adlı eserini anmak gerekir. Bu alandaki çalışmalara tekrar döneceğiz. Ama önce konunun tarihsel gelişimine bakmaya devam edelim. Hukuk Fakültelerinde Hukuk Tarihi Esas olarak hukuk tarihi araştırmalarını gerçekleştirmesi gereken hukuk fakültelerinde, bir metot geliştirerek Türk hukuk tarihinin nassıl işlenmesi gerektiğiyle ilgili bir çerçeve çizen ilk isim, Sadri Maksudi Arsal’dır; onun 1940’lı yıllarda Türk hukuk tarihinin incelenmesi için önerdiği çerçevenin yakın zamanlara kadar sürdürüldüğünü söyleyebiliriz.6 Arsal, Umumî Hukuk Tarihi ve Türk Tarihi ve Hukuk adlı çalışmalarında, benimsemiş olduğu -Kıta Avrupası geleneğinde modern-seküler hukuk sistemlerinin tarihi ile ilgili geliştirilen- genel anlatıyı, Türk hukuk tarihine uygulamaya çalışmıştır. Modern tarih yazımının 5 Ali Arslan, Darülfünun’dan Üniversite’ye, İstanbul: Kitabevi, 1995, s. 56-62. 6 Sadri Maksudi Arsal’ın hukuk tarihine dair kaleme aldığı dört kitabı vardır. Arapça harflerle yayınladığı ilk eseri Hukuk Tarihi Dersleri (Ankara, 1928), Kadim Cermen hukukuyla Frank devletinin kuruluşundan büyük ihtilale kadar geçen dönemde Fransız hukukunun ayrıntılı tarihine ayrılmıştır. Diğer üç eseri, Hukuk Felsefesi Tarihi, Türk Tarihi ve Hukuk (1947) ve nihayet Umumî Hukuk Tarihi (1941)’dir.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
31
evrimci çizgisine paralel olarak hukuk alanında Rönesans ile başlayan modern hukuk hareketi, ona göre şu genel aşamalardan geçmiştir: İntibah dönemi, tabii hukuk dönemi, Leibniz ve Montesquieu’nün düşünceleri, Göttingen okulu, tarihi mektep, pozitivizm ve tarihi maddecilik, Jhering’in tarihi mektebi eleştirisi ve günümüzde [XX. yüzyılın ilk yarısı] hukuk tarihi.7 Türk hukuk tarihini bu genel şemaya uygun olarak kurmak isteyen Arsal, iki noktanın altını çizmiştir. Birincisi, Türk hukuk tarihinin Türkiye’de yaşayan Türklerin hukuk tarihi olduğudur. İkincisi ise, yukarıdaki genel anlatıya paralel biçimde, Türk hukuk tarihinin seküler köklerinin ortaya çıkarılarak İslam’dan bağımsız ve adeta “Türk” olarak niteleyebileceğimiz bir hukuk tarihi inşa edilmesi gerektiğidir. Esasında Arsal, Türk hukuk tarihini beş döneme ayırır: Orta Asya Dönemi [İslam öncesi dönem], İslamlaşma dönemi, Selçuklu dönemi, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi.8 Arsal’ın Orta Asya dönemini Türk hukuk tarihinde işlemesinin nedeni, Anadolu’da yaşayan halkların atalarının Orta Asya’dan gelmiş olması sebebiyle bu devrenin Türklerin hukuk tarihini anlamada önemli olmasıdır. Ama gerçekte bu dönemin İslam’dan bağımsız bir Türk kimliği oluşturma imkanları sunması ona daha fazla cazip gelmiş gibidir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki özel hukukun İslam hukukundan ibaret olduğundan hareketle, İslam hukukunun da öğrenilmesi zaruretine işaret etse de, Arsal, aslında İslam hukuku dönemini Batı Avrupa hukuk tarihinin Rönesans öncesi skolastik dönemine benzetir ve burada İslam’dan bağımsız bir hukuk tarihinin olmadığını söyler. Biraz da teessüfle şöyle demektedir: İslam âleminde Roma Hukuku gibi dine istinad etmeyen bir hukuk ta yoktu. İslam dünyasında hukuk dahi tamamile dine tâbi idi, hukukla din birleşmişti.9
Bu yüzden, Arsal’ın Türk Tarihi ve Hukuk adlı eserini İslamiyet’ten önceki devre hasretmesinin ana nedeni; salt teknik bir tercih olmayıp hukuk tarihini algılama tarzında varlığı belirgin olan, dönemin yaygın olan ideolojik bakış açısı ve dinî olan ile din-dışı olan arasına kalın bir çizgi çeken kategorik yaklaşımdır. Arsal’ın yaklaşımını, Türk hukuk tarihi yazıcılığına ilişkin ilginç ipuçları sunduğu için, iki örnekle açmak yerinde olacaktır. Arsal, Türk hukuk tarihinin İslam öncesi kaynaklarını sıralarken, Karahanlılar döneminde kaleme alınan Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserine özel bir önem vermiş ve bu eserin İslam öncesi Türk kültürünün ve dolayısıyla Türk hukuk ve devlet telakkisine ilişkin çok önemli bir kaynak olduğunu ileri sürmüştür. Eserin İslam öncesi Türk sosyal ve siyasal yaşamını çalışmak için kaynak olduğu iddiasını sürdürebilmek için, Kutadgu Bilig’in özgün bir Türk 7 Arsal, Umumî Hukuk Tarihi, s. 5-26. 8 Ancak son dönemle ilgili Arsal bunun bir mazi değil de parlak bir dönem olarak devam ettiği için hukuk tarihine konu etmemektedir. Bkz.: Türk Tarihi ve Hukuk, s. 17. 9 Türk Tarihi ve Hukuk, s. 9, dipnot 1.
32
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
eseri olduğunu, ancak içindeki felsefî düşüncelerin Fârâbî-Konfiçyüs’den geldiğini söylemiştir.10 Arsal’a göre Kutadgu Bilig’de geçen “Türe” aslında örfî hukuktur; yani hukuk tarihinde her milletin tarihinde yazılı olmayan ve yazılı olan hukuk safhaları vardır ve “türe”, bu yazılı olmayan hukuka işaret eder. Ancak Yusuf Has Hacib’in eserini yazdığı dönemde ve mekanda (kitap 462/10691070’te Kaşgar şehrinde yazılmış ve Doğu Karahanlılar hanedanına mensup bir hana sunulmuştur) çok güçlü bir yazılı hukuk geleneğinin varlığını bu teori göz ardı etmektedir. Serahsî’nin (ö. 483/1090) bugün 15 büyük cilt halinde yayınlanan Mebsût adlı hukuk ansiklopedisi, aşağı yukarı Kutadgu Bilig’le aynı dönemde yazılmıştır [h. 460-470 arası].11 Bunlar arasında yapılacak bir mukayese, konuyu Türk’ü arayıp çıkarma bağlamından uzaklaştırarak daha sağlıklı bir zemine taşıyabilir. Bu dönemde Fergana bölgesi, Buhara ve Semerkand çok önemli birer kültür ve medeniyet merkezi olup, Mâverâünnehir bölgesinde felsefeden edebiyata, hukuktan dilbilimine kadar çok zengin bir edebiyatın mevcut olmasına rağmen Arsal’ın, bu eserin yazıldığı coğrafyada yazılı bir hukuk geleneğinin olmadığı izlenimini verecek bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir. Arsal, Kutadgu Bilig’i İslamiyet öncesi Türk hukukunun kaynakları olarak okumakla, onu aynı dönemde yazılan diğer edebî ürünlerle karşılaştırarak Karahanlılar dönemi hukukî ve sosyal hayatı anlamak için okuma fırsatını kaçırmış görünüyor. Halbuki onun da kabul ettiği gibi, aslında bu kitaptaki fikirler “on birinci asırda Müslüman Uygur Hanlıklarında hakim olan telakki ve teşkilatın biraz idealize edilmiş bir hülasasıdır.”12 Hatta o Kutadgu Bilig’de İslamî tesirin çok az olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir.13 Arsal’ın İslamiyet öncesi hukuk tarihinin kaynakları arasında zikrettiği bir başka malzeme de Cengiz Yasası’dır.14 Her ne kadar böyle bir yasanın varlığı ve mahiyeti tartışmalı olsa da, bizim için önemli olan Arsal’ın bunu gündeme getirme biçimidir. Ona göre, Türklerin İslamiyet öncesi [IX.-X. yüzyıllar öncesi] hukuk ve kültürüne ilişkin yapılacak bir çalışma, Türklerin akrabası olan Moğolların o dönemdeki [XII.-XIII. yüzyıllar] Moğolistan ve Moğol İmparatorluğu’nun hukukundan yararlanabilir. Tabii ki coğrafî yakınlık, göçebe hayat vs. gibi ortak paydalar yanında, esas olarak, Arsal’ı böyle bir kaynağı önemsemeye götüren şey, Moğolların henüz daha Müslüman olmamış olmalarıdır. Yani yine -Müslüman olmayan anlamında- seküler bir kaynak arayışıyla karşı karşıyayız. Bu değerlendirmeler, Timur Tüzükâtı15 ve Hıtayname için de geçerlidir. Bu 10 Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 118-120. 11 Bkz.: Aşağıdaki bibliyografyada “Serahsî” maddesi. 12 Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 118. 13 Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 98. 14 Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 167-77. 15 Timur Tüzükâtı’nın bir çok Türkçe çevirisi mevcuttur. Örneğin bkz.: Sahibkıran Emir Timur Muhammed, Tüzükât-ı Timur: Timur’un Günlüğü ve Başarı Prensipleri, Kutlukhan Şakirov ve Adnan Aslan, (haz.), İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
33
kaynakların önemsiz olmadığını söylemek istemiyoruz, aksine onların son derece önemli tarihî belgeler olduklarının bilincindeyiz; ama bunların -yazıldıkları dönem veya coğrafya yerine- geçmişteki hayalî bir “Türk” kültür ve hukukunun kaynakları olarak okumak ne kadar doğrudur? Sonuç olarak Cengiz Yasası, İlhanlı Devleti’nin yasaları olarak anlamlıdır.16 Aynı şekilde Timur Tüzükât’ı da, Timur’un devlet ve siyaset anlayışını çalışmak için bir kaynak olabilir, İslamiyet öncesi Türk hukukunun kaynakları olarak değil. Her ne kadar geleneksel yaşam formlarını devam ettiren çağdaş bazı göçebe ve yerel Türk boyları ile ilgili yapılacak antropolojik çalışmalar, eski Türk hukuk tarihinin anlaşılması için bazı katkılar sağlasa da, bunların bin yıl önceki bir yaşam biçimiyle aynı olduğunu varsaymak çok iyimser bir bakış olur. Arsal’ın Türk hukuk tarihine dair çizdiği şemada, ilk döneme hasrettiği çalışmalarından sonra, hukuk tarihçilerinin onun çalışmalarını sürdürmedikleri anlaşılıyor. Bunun yerine 1950’lerden sonra hukuk tarihi yazıları, Arsal’ın İslam öncesine ilişkin gözlem ve değerlendirmelerini fazla sorgulamadan ama kısaca aktardıktan sonra, temel olarak İslam sonrası döneme yönelmektedirler. Coşkun Üçok,17 tarihsel bağlamı ihmal etmediği izlenimi veren bir yaklaşımla kaleme aldığı kitabında İslam sonrasını; Babil Hukuku, İsrail ve Yahudi Hukuku, İslam Hukuku, Abbasi Devlet Teşkilatı, Büyük Selçuklu Devletinin Teşkilatı, Anadolu Selçuklu Devleti Teşkilatı, Moğol Hukuku ve Osmanlı Devlet Teşkilatı şeklinde bölümlere ayırmıştır. Perspektifi sağlıklı ama belge ve kaynak açısından zayıftır. Yeterince belgelenmemiş ve ikincil literatürden alınan bilgiler içermektedir. Bu çalışmadan sonra, Türk hukuk tarihine ilişkin, 1980’lere kadar yeni bir çaba pek fazla görülmemektedir; ancak bu tarihten sonra ciddi bir canlanma göze çarpmaktadır. Bunun esas nedeni, 1982 YÖK Kanunu ile birlikte Türk Hukuk Tarihi’nin hukuk Fakültelerinde zorunlu ders olmasıdır. Bununla birlikte Yüksek İslam Enstitüleri ve İlahiyat fakültelerinin, İslam hukuku alanında Türkçe eserler üretmeye başlamaları da kısmen etkili olmuş olabilir. Ayrıca Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte, İslam-Osmanlı hukuk doktrinine aşina olan hukuk fakültelerindeki hocalar ya da yargı mekanizmasında aktif çalışan hukukçuların 16 Cengiz yasası farklı değerlendirmelere konu olmaktadır. Bunun için bkz.: Curt Alinge, “Moğol Kanunları”, trc.: Coşkun Üçok, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1953, c. X, sy. 1-4, s. 688-703; 1954, c. XI, sy. 1-2, s. 525-542; 1955, c. XII, sy. 1-2, s. 285-297; 1956, c. XIII, sy. 3-4, s. 103-119. Bertold Spuler, İran Moğolları: Siyaset, İdare ve Kültür. İlhanlılar Devri, 1220-1350, trc.: Cemal Köprülü, Ankara: TTK, 1957, s. 408-434. D. Ayalon, “The Great Yasa of Chingiz Khân: A Re-examination”, Studia Islamica, 1971, sy. 33, s. 97-140; 1972, sy. 34, s. 151-180; 1972, sy. 36, s. 113-158; 1973, sy. 38, s. 107-156. D. O. Morgan, “The ‘Great Yasa of Chingiz Khân’ and Mongol Law in the Ilkhânate”, BSOAS, 1986, sy. 49, s. 163-176. 17 Coşkun Üçok, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Kenan Matbaası, 1946.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
34
katkılarından da söz etmek yerinde olur. Bu bağlamda Ebülula el-Mardin’in18 ve Ali Himmet Berki’nin bazı eserleri önemlidir.19 Ancak bu eserler hukuk tarihi araştırmaları olmaktan ziyade, esas olarak, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat sonrası gelişen “ikili hukuk” doktrini, yani İslam ve Batı hukuk doktrinlerinin bileşiminden doğan son dönem Osmanlı hukuk doktrini hakkında bilgi vermekte olup özellikle de bizim konumuz açısından çok fazla bir katkı yapmamaktadır. Türk hukuk tarihi yazıcılığında yeni bir dönem olarak göreceğimiz 1980’ler sonrasında, hukuk fakülteleri bağlamında, İslam hukuk tarihini ele alan ilk eser, Halil Cin ve Ahmet Akgündüz’ün birlikte yazdıkları Türk-İslam Hukuk Tarihi başlıklı kitaptır.20 Bu kitap ve ondan sonra yazılan benzeri kitaplar21 aslında ders kitabı olmaları sebebiyle, hukuk fakültesi lisans öğrencilerine temel düzeyde İslam hukuk doktrinini sunmayı öncelemişler ve tarihsel araştırma boyutuna haklı olarak yeterince ilgi göstermemişlerdir. Buna rağmen bu eserde görülen bazı temel varsayımların üzerinde durulması faydalı olacaktır. Çünkü eserdeki bazı yaklaşımlar ve varsayımlar, Türk hukuk tarihine dair belirli bir bakışı yansıtmaktadır ve eğer biz bugün bu alanda yeni araştırmalara yapacaksak bu varsayımları sorgulamak durumundayız. Öncelikle bu eserde Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri, Tanzimat ve Cumhuriyet Türk hukuk tarihinin en önemli olayları olarak görülmüş ve Türk hukuk tarihi şu üç döneme ayrılmıştır: 1. İslamiyet öncesi: Hun, Göktürk ve Uygur devletlerinde hukuk. 2. İslamiyet sonrası: Yaklaşık bin yıllık bir devre. 3. Cumhuriyet dönemi.22 18 Ebü’l-Ula el-Mardin, Hukuku Medeniye Dersleri, İstanbul: Ahmed İhsan ve Şürekası, 1928. 19 Berki’nin bazı eserleri şunlardır: Hukuk Tarihinde İslam Hukuku I, Ankara: Örnek Matbaası, 1956. İslam Şeriatında Kaza (Hüküm ve Hâkimlik Tarihi ve İfta Müessesesi), Ankara: Yazıcıoğlu Matbaası, 1962. Bu bağlamda işaret edilmesi gereken başka isimler de vardır. Örneğin, bunlardan bir tanesi, Mustafa Reşit Belgesay’dır. Onun Kur’an’dan ve İslam hukukundan hareketle oluşturmaya çalıştığı hukuk prensipleri, bu dönemde İslam hukuk kavramlarının anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Örnek olarak bkz.: Kur’an Hükümleri ve Modern Hukuk: Mevzuat İçtihatlar Tatbikat, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1963. Ayrıca bu bağlamda zikredilmesi gereken bir diğer çalışma da, Şakir Berki ve Hayrullah Hâmidî’nin birlikte yazdıkları eserdir: İslam Hususî Hukukunun Ana Prensipleri: Kur’anda Hukuk, 1. Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1956 [gözden geçirilmiş 2. baskı: 1962]. 20 Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk-İslâm Hukuk Tarihi, 2 cilt, 1. Baskı, Konya: Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Konya, 1989 [2. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları, İstanbul, 1990. (Bu çalışmada, eserin Timaş Yayınları nüshası esas alınmıştır.) 21 Türk hukuk tarihine ilişkin bu dönemde yayımlanan bazı eserler şunlardır: Ziya Umur, Türk Hukuk Tarihi Dersleri, İstanbul: Beta, 1993; Mehmet Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Beta, 1995, 1996; Halil Cin ve Gül Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, Konya: Sayram Yayınları, 2003. 22 Cin ve Akgündüz, Türkİslâm-Hukuk Tarihi, s. 21-24.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
35
İslam öncesi Türk hukuk tarihinin kaynakları, genel olarak Arsal’ın çizdiği çerçevede özetlenmekle birlikte, Timur Tüzükât’ı ve Ruznâme-i Hitay gibi bazı yeni kaynaklara da işaret edilmiştir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi bunların İslamiyet öncesi için değil de, İslam sonrası için kaynak olarak kullanılması daha uygun olurdu. İslam hukuku devresi ise tek dönem olarak görülmüştür. Daha önce Arsal’ın bu devreyi, “İslamlaşma dönemi”, “Selçuklu dönemi” ve “Osmanlı dönemi” olarak gören bakış açısına ve Üçok’un, Osmanlı devrini “Tanzimat sonrası” ve “Tanzimat öncesi” olarak iki bölümde inceleyen yaklaşımına, Cin-Akgündüz bir ölçüde değinseler de,23 esas olarak birinci bakış açısını korudukları anlaşılıyor. Zira, İslam dönemini tek bir devre olarak görmelerinin arkasında, bu dönemde -Tanzimat istisna edilirse- kayda değer bir değişimin yaşanmadığı düşüncesi etkili olmuştur. Şöyle demektedirler: Dönemin başında [İslamlaşma safhasında] ve sonunda [Tanzimattan sonra] meydana gelen değişiklik, Türk Hukuk Tarihi açısından ayrı bir dönemi ortaya çıkarmaz. Zira başta ve sondaki farklılık %30 nisbetindedir. Bu sebeple hâkim olan İslâm Hukukunun esaslarını, Türk Devletindeki uygulamayı da ayrı ayrı belirterek işleyeceğiz. Zaten bu dönemdeki en önemli değişiklik, kamu hukukunun bazı dallarında vâki olmuştur. Kayda değer diğer bir değişiklik safhası da Tanzimat hareketinden sonra başlamıştır.24 [İtalikler bana aittir.]
Genel olarak XX. yüzyıl İslam hukuk araştırmalarında görülen bu tipik yaklaşıma bugün artık pek fazla iltifat edilmemektedir. Günümüzde, İslam döneminde hukuk alanında bazı kamu hukuk dalları hariç kayda değer bir değişim olmadığını söylemek, adeta bin yıllık bir devreyi tarihten arındırmak manassına geldiği vurgulanmaktadır.25 Bu eser, fıkıhçıların şer‘îliği tanımlamak için kullandıkları usûl adı verilen delilleri de İslam hukukunun kaynakları olarak aynen sıralamıştır. Hukukun kaynak tanımlaması açısından, bunların kaynak olarak görülüp görülemeyeceğinin de sorgulanması gerekirdi. Aynı şekilde İslam hukukunun dönemleri de: 1. Hz. Peygamber dönemi. 2. Dört Halife ve Sahabe dönemi. 23 Cin ve Akgündüz, Türkİslâm-Hukuk Tarihi, s. 147-178. Bu çalışmada; Karahanlılar dönemi, Selçuklular sonrasından Osmanlılara kadar olan dönem ve nihayet Osmanlı dönemi şeklinde üç döneme işaret edilmektedir. Bunların da kendi içinde bazı özelliklerine ve alt-dönemlerine işaret edilmiştir. Ancak bu tarihsel dönemlemenin teoride kaldığını ve pek pratik sonuçları olmadığını belirtmemiz gerekir. Zira hukuk tarihinin kaynakları olarak fıkıh ve fetva mecmualarına daha önce işaret edilmiş olmasına rağmen bu ikinci dönemleme açısından onların ne şekilde kullanılabileceği tartışılmamıştır. Bu yüzden Cin ve Akgündüz, söz konusu dönemi fıkıh doktrinine dair genel bilgi vererek işleme yoluna gitmektedirler. 24 Cin ve Akgündüz, Türkİslâm-Hukuk Tarihi, s. 22-23. 25 Oryantalist söylemde İslam hukuku ile ilgili değerlendirmeler için bkz.: M. Bedir, “Oryantalizm ve İslam Hukuku”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2004, sy. 4, s. 11-42.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
36 3. Tabiin dönemi. 4. Mezheplerin Teşekkülü: Müçtehit imamlar dönemi. 5. Taklid dönemi. 6. Kanunlaştırma ve Yeni İçtihat dönemi.
olarak belirlenmiştir.26 Aslında bu dönemler, hukuk tarihi araştırmalarının beklentilerine göre yapılmış dönemlendirmeler olmayıp, fıkhın kendi amacı ve mantığı içinde düzenlenmişlerdir. Başka bir ifadeyle bu, fıkıh metinlerinin otorite inşasına yönelik bir dönemlendirme olup bin yıllık bir dönemde tarihsel olarak hukuk sahasında meydana gelen gelişmeler, değişimler ve olaylarla ilgili bize pek bir şey söylememektedir. Hukuk fakültelerindeki Türk hukuk tarihi ders kitaplarında İslam dönemi, genellikle İslam hukuk doktrininin anlatımından sonra, Osmanlı pratiği üzerinde yoğunlaşmakta ve çalışmaların büyük bölümü bu konuya hasredilmektedir. Aslında Arsal’ın vurguladığı “Türk hukuk tarihi, temelde Türkiye coğrafyasında yaşayan Türklerin hukuk tarihi olması gerekir tezi” bu çalışmalarda kabul edilmiş görünmektedir. Genel olarak Türk hukuk tarihi çalışmalarının artık bu yeni dönemde İslam dönemiyle sınırlanmasının temel nedeni, İslam öncesi Türk hukukunun kaynakları olarak niteleyebileceğimiz somut ve doğrudan hukukla ilgili belge ve literatürün son derece sınırlı olmasıdır. Dolayısıyla Arsal’ın yaklaşımı, ideolojik ve konjunktürel olarak anlamlı olsa bile uzun vadede tutarlı bir yaklaşım olarak görülmemiştir. O halde Türklerin gerçek anlamda hukuk tarihini Müslümanlığı kabulleriyle başlatmak yanlış olmaz. Ancak, Arsal’da tespit ettiğimiz hukuk tarih yazıcılığını etkileyen iki unsur, yeni çalışmalarda da genel olarak kendisini hissettirmektedir. 1980 sonrası hukuk tarihçiliği, konuyu İslamî döneme hasretse bile, Osmanlı pratiği dışında, doktrin olarak İslam hukukunu anlatmakla yetinmiş ve yine İslam hukukçularının başka bir amaçla kaleme aldıkları fıkıh tarihi şemasını kullanmışlardır. Başka bir ifadeyle, Osmanlı öncesi Türk hukukunun tarihsel pratiği bu eserlerde neredeyse hiç konu edilmemiş gibidir. Kamu hukuku ile ilgili bazı gözlemler belki burada istisna edilebilir. Özellikle devlet yönetimi, hükümdar otoritesi vs. gibi kamu hukukunu ilgilendiren bazı gözlemlere, tarihçilerin işaret ettikleri doğrultuda değinilmiştir. Fıkıh kitaplarındaki haliyle doktrinin anlatılması tabii ki hukuk tarihi için ilk adım olabilir. Ama netice itibariyle, fıkıh metinlerinin kurgusunda hukuk, kutsal ve değişmez olarak tanımlanmaktadır. Ama bu salt bir kurgudur, gerçekte bu metinlerin satır araları değişimi yansıtır. Buna rağmen İslam hukukunun değişmezliği, Türk hukuk tarihi kitaplarının zaman zaman açıkça vurguladıkları ama genellikle zımnen kabul ettikleri bir “gerçek” olarak görülmüştür. İslam hukuk tarihi kitaplarının dönemsel şemasının aynen aktarılması 26 Cin ve Akgündüz, Türkİslâm-Hukuk Tarihi, s. 106-129.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
37
ve hukuk doktrininin fıkıh usulü, furu-ı fıkıh eserlerindeki kurguyla anlatılması bu yaklaşımın en önemli göstergeleridir. Buna göre şema, müçtehit imamlar dönemiyle sona erdirilmekte ve mezheplerle birlikte taklit devri başlatılmaktadır. Türk hukuk tarihiyle bunun ilişkilendirilmesi durumunda, Türk devletlerinin hukuku değişmez bir hukuk olarak algılanmak durumundadır. Tarih ve Hukuk Tarihi Bu amaçla şimdi ülkemizdeki tarihçilerin hukuk tarihine yaptıkları katkılara bir göz atmamız ve Türk hukuk tarihini inşa edebilmek için tarih cephesinden ne gibi katkıların gelebileceğine bakmamız faydalı olur. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken ilk isim, kuşkusuz M. F. Köprülü’dür.27 Köprülü, belki de Mekteb-i Hukuk’u tamamlamamış olmasından dolayı, hukuk sahasına hayatı boyunca özel bir önem atfetmiştir. Onun, Arsal’la birlikte Türkiye’de hukuk tarihi araştırmalarını başlatan iki kişiden biri olduğuna işaret etmiştik. Köprülü’den sonra İstanbul ve Ankara’daki edebiyat fakültelerinde tarih araştırmacılarının genel tarih yanında, hukuk tarihine de eğilmeleri bir gelenek olmuştur. Bu bağlamda Köprülü yanında İ. Hakkı Uzunçarşılı, Zeki Velidi Togan, Mükrimin Halil İnanç, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık, Osman Turan, Mehmet Altay Köymen ve İbrahim Kafesoğlu’nun adlarını anmakta yarar vardır. Köprülü, Togan, Turan, Köymen ve Kafesoğlu’nun çalışmaları bizim araştırma konumuz olan Osmanlı öncesini ilgilendirdiği için önemlidir. Halil İnalcık’ın çalışmalarında da, aynı şekilde Osmanlı öncesiyle ilgili bol referans mevcuttur. Her ne kadar tarihçi oldukları için çalışmaları doğrudan konumuzu ilgilendirmese de, bu isimlerin çalışmalarına başvurmaksızın hukuk tarihine ilişkin sağlıklı bir yaklaşım oluşturulamaz. Bu, hem tarihçi olmaları sebebiyle ve hem de onların özellikle hukuk fakültelerinde İslam hukukuna karşı gözlemlenen önyargıları daha az taşımaları sebebiyle böyledir. Örneğin Fuad Köprülü’nün çalışmala27 Köprülü’nün konumuzla ilgili çalışmaları şunlardır: “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” adlı monograf çalışma, önce 1931’de Türk Hukuk ve İktisat Tarihi mecmuasında yayımlanmış, ardından bazı ilavelerle İtalyanca çevirisi yapılmış ve bir kitap halinde basılmıştır. Orhan Köprülü İtalyanca’daki ilaveleri de dikkate alarak onu Türkçe bir kitap olarak yayımlamıştır: Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1981. “Orta Zaman Türk Hukukî Müesseseleri: İslam Amme Hukukundan Bağımsız bir Türk Amme Hukuku yok mudur?”, Belleten, c. II (1938), s. 39-72. “Orta Zaman Türk İslam Feodalizmi: Le Féodalireme turc-musulman au Moyen-Age,” Belleten, c. V (1941), s. 319-334, 335-350. MEB İslam Ansiklopedisi’ndeki bir çok madde yanında özellikle “Fıkıh” maddesi. Köprülü’nün hukuk tarihi konulu çalışmaları ayrıca şu eserde toplanmıştır: M. Fuad Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, Orhan F. Köprülü, (haz.), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1983.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
38
rında milliyetçi-seküler bir perspektif kendisini hissettirmektedir ve dolayısıyla İslam hukuku malzemesini ele alırken onun bazı çalışmalarında genel önyargılarla hareket ettiği söylenebilir. Buna rağmen İslam Ansiklopedisi’ndeki “Fıkıh” maddesi ile daha önce kaleme aldığı -“Bizans Tesiri” ve “Türk Hukukî Müesseseleri” adlı makaleleri, Köprülü’nün, XX. yüzyılın ilk yarısında Batı dışı toplumlara dönük Batılı bilim adamlarının Avrupa-merkezci bakış açısına, Edward Said’in Orientalism adlı meşhur eserinde yönelttiği eleştirileri oldukça erken bir dönemde yöneltmesi açısından son derece ilginçtir. Ayrıca onun, Türk ilim dünyasındaki dinî olan ile din-dışı olan şeklinde seyreden kısır tartışmaları da aşma yönünde ciddi bir çaba içinde olduğu zaman zaman görülmektedir. Türk amme hukukunu çalışmak için -oryantalizmin yaptığı gibi- sadece fakihlerin ürettiği hilafet teorisine ve fıkıh doktrinine ilişkin metinlere başvurulmasının yanlışlığına işaret etmesi ve alternatif olarak konunun sosyolojik bir yaklaşımla ele alınması gereğini vurgulaması çok anlamlıdır. Köprülü somut olarak çok fazla örneklemese de, Türk hukuk tarihi araştırmalarında izlenmesi gereken yöntem üzerine kafa yoran nadir Türk araştırmacılarından biridir. Örneğin “Bizans Tesiri” başlıklı makalesinin yönteme dair olan bölümünde şöyle demektedir: Bütün içtimai müesseselerimiz gibi hukuki müesseselerimizin tetkikinde de İslamiyetten evvelki devirlerden başlayarak kronolojik bir surette, muhtelif türk devletlerinde o müesseselerin ne gibi safhalardan geçtiğini anlamak ve her devirde ve her coğrafi sahada hariçten gelmesi muhtemel te’sirleri de tesbit etmek mecburiyetindeyiz. Ancak böyle génétique ve comparatif bir usul sayesinde, her müessesenin dahili tekamülünü, maruz kaldığı harici te’sirleri, iktibas olunan yabancı müesseselerin milli bünyemiz içinde nassıl bir mahiyet aldığını bütün sebepleri ve neticeleriyle anlamak kabil olur.28
Yine onun “Türk Amme Hukuku” adlı çalışmasında yönteme ilişkin yaptığı şu değerlendirme, bugün bile canlılığını korumaktadır: Orta Zaman Türk hukukunu tetkik için, umumiyetle hukuk tarihi tetkiklerinde ittibâ edilen usule ve tarihi-filolojik muhtelif yardımcı disiplinlere müracaat tabiidir. Bu çalışma için sistematik hukuk bilgisi ne kadar zaruri ise, muhtelif mahiyette tarihi kaynakların sağlam bir tarzda kullanılabilmesi için filoloji ile beraber tarihin yardımcı ilimleri dediğimiz tâli şubelerin bilinmesi de o kadar zaruridir. (…) Mamafih bütün bu bilgiler kuvvetli bir sosyoloji kültürüne yani hukuki sosyolojiye dayanmadıkça, dâima eksik kalmaya mahkûmdur.29
Ancak bu artılarına rağmen Köprülü, yine de, dönemin tarihsel ve ideolojik bakış açılarını tamamen de aşamamıştır. Örneğin bir taraftan Batı hukuk tari28 Köprülü “Bizans Tesiri”, s. 181. 29 Köprülü, “Türk Hukukî Müesseseleri”, s. 236.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
39
hi araştırmalarında hukuk sosyolojisinin önemine işaret ederek Türk hukuk tarihinde böyle bir bakış açısını yerleştirmeye gayret ederken, diğer yandan bazı oryantalistlerin İslam hukukunun tarihine ilişkin yaptıkları kimi genellemeci gözlemleri çok fazla sorgulamadan ve kendi yöntemiyle çelişmesi pahasına aynen kabul etmektedir.30 İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal31 adını taşıyan eserinde, özellikle Türk devletlerindeki devlet teşkilatlanmalarına ilişkin yaptığı tespitler, sonraki Türk tarihçileri için bu konularda temel bir kaynaktır. Selçuklu ve diğer Türk devletlerinde vezirlik, bürokrasi, kadılık, ihtisap vs. gibi kurumların sınırlarının çizildiği bu eser, aslında hukuk tarihi açısından son derece önemli olmasına rağmen, sadece tarihçilerin ilgisini çekmiştir. Diğer yandan Uzunçarşılı’nın kendisi, bulgularını fıkıh literatürüyle teyit yoluna gitmemiştir. Bu ise, Türk sosyal bilimcilerinin dinî olana mesafeli yaklaşımından kaynaklanmış gibidir. Türk tarih yazıcılığını oluşturmada önemli bir role sahip olan Z. Velidi Togan, Tarihte Usûl adlı çalışmasında, tarih yazımının kaynaklarını ele alırken fıkıh metinlerinin önemine işaret etmiş ve bazı çalışmalarında da bunu uygulama imkanı bulmuştur.32 Bu eserin asıl önemi, Türk tarih yazıcılığında Türk halkları ve devletlerini çalışmak için başvurulması gereken kaynakları sistematik bir biçimde vermiş olmasından gelmektedir. Ama Togan’ın hukuk tarihine ilgisi sistematik olmayıp, sadece tarih araştırmaları açısından fıkıh metinlerinin önemine işaret etme ile sınırlıdır. Buna rağmen, onun tarihsel bir araştırma için fıkıh metinlerinin önemini vurgulaması ve diğer dinî edebiyatın önemine işaret etmesi, Türk tarih yazıcılığında önemli bir aşamayı temsil eder. Togan da -Köprülü gibi- dinî metinlerin Türk tarih yazıcılığı açısından önemine işaret ederken bunlara karşı daha az önyargılıdır. Osman Turan’ın çalışmaları da, hocası Köprülü’nün izinden gider. Turan, doğrudan fıkıh metinlerine başvurmasa da bunların öneminin farkındadır. Ya30 Bkz.: Köprülü, “Fıkıh”, İA, c. IV, s. 601-22; “Türk Hukukî Müesseseleri”, s. 239-41. 31 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, 2. baskı, Ankara: TTK, 1970 [1. baskı, 1939]. 32 A. Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul, 2. baskı, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., 1969, s. 6668. Togan’ın, fıkıh kitaplarından yararlanan bazı çalışmaları mevcuttur: Togan, Alâuddin Muhammed b. Mahmud el-Harezmî’nin (645/1247’de Harezm Cürcâniye’sinde öldü), Yetîmetü’dehr fi fetâvâ ehli’l-asr adlı eserindeki Harzemce kelimelerle ilgili bir çalışma yapmıştır. Bkz.: “Chwarezmisch Sätze in einem arabischen Fiqh-Werke”, Islamica, 1927, sy. 3, s. 190-203. Kitâbü’l-Muhîtü’l-Burhânî fi’l-fıkhi’n-Nu‘mânî adlı fıkıh eserindeki (bu kitap için bkz. aşağıdaki bibliyografyada Burhanü’ş-şeriâ Mahmud maddesi) Karahanlı hükümdarı İbrahim Tamgaç Han’ın bir vakfiyesinin Togan tarafından yayına hazırlandığını Y. Z. Kavakçı söylemektedir, ancak yayımlanıp yayımlanmadığı tespit edilememiştir. Bkz.: Karahanlılar Devrinde İslam Hukukçuları, 110.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
40
yımladığı vakıf kitabeleri ve münşeat mecmualarıyla hukukun tarihsel pratiğine ışık tutacak çalışmalar yapmıştır.33 Ancak fıkıh ve ilgili literatüre yeterince ilgi gösterilmemesi, hukuk tarihine ilişkin tarihsel cepheden gelebilecek katkıları sınırlamıştır. Köprülü’nün diğer bir öğrencisi olan Mehmet Altay Köymen’in çalışmaları da, aynı şekilde, Selçuklu sosyal ve hukukî tarihine ilişkin olarak önemlidir. -Köprülü ve Turan gibi- Köymen de, vakıf senetlerinin tarih ve sosyal tarih için önemine işaret etmiştir.34 Anadolu Selçuklu vakfiyelerine ilişkin daha yeni bir çalışma, Sâdi S. Kucur tarafından yapılmıştır.35 Bu çalışma, tarihçiler arasında çeşitli nedenlerle bir kaynak olarak alınmayan fıkıh eserlerine değinmemiş olsa da, Selçuklu dönemi vakfiyelerine dair çalışmaların karşılaşabileceği metodolojik zorluklara dikkat çekmekte ve bu zorlukların aşılması yönünde önemli ipuçları sunmaktadır. Tarihçilerin hukuk tarihine katkılarının genel anlamda kamu hukuku alanında daha yoğun olduğunu söyleyebiliriz.36 Türk tarih yazıcılığında bir gelenek olan, herhangi bir devletin tarihi araştırılırken merkez ve taşra teşkilatlarının tespiti, bizim kamu hukuku ile ilgili tarihsel pratiği anlamamıza ve doktrin eserleriyle bu bulguları karşılaştırmamıza yarayabilir. Tarihçilerin bu alana yö33 Osman Turan’ın hukuk tarihi açısından önemli olan çalışmalarının bir kısmı şunlardır: Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar (Metin, Tercüme ve Araştırmalar), Ankara: TTK, 1958. Bu çalışma, Anadolu Selçuklularının hukuk tarihine ilişkin son derece önemli bir belge olup, aynı dönemde Anadolu’da tedavülde olan fıkıh ve ihtisâb eserleriyle karşılaştırılarak çalışıldığı taktirde önemli neticeler alınabilir. Osman Turan’ın konuyla ilgili bazı makaleleri şunlardır: “Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku: Mîrî Topraklar ve Hususî Mülkiyet Şekilleri” Belleten, 1948, c. XII, sy. 47, s. 549-574; “Selçuk Türkiye’sinde Faizle Para İkrazına Dair Hukuki Bir Vesika”, Belleten, 1952, c. XVII, sy. 62, s. 251-260; “II. İzzeddin Keykavus’a ait bir temlikname, içinde: Zeki Velidi Armağanı, İstanbul: Maarif Basımevi, 195055, s. 157-176; “Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, içinde: Köprülü Armağanı, İstanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1953, s. 531-564; “İkta” İA, c. V/II, s. 949-959; “Selçuk Devri Vakfiyeleri I: Şemseddin Altun-aba Vakfiyesi ve Hayatı”, Belleten, 1947, c. XI, sy. 42, s. 197-236; “Mübarizeddin Er-Tokuş ve Vakfiyesi”, Belleten, 1947, c. XI, sy. 43, s. 415-430; “Selçuk Devri Vakfiyeleri III: Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, 1948, c. XII, sy. 45, s. 415-430. 34 Köymen’in ilgili bazı çalışmaları şunlardır: “Selçuklu Devri kaynaklarına Dair Araştırmalar, I: Büyük Selçuklu İmparatorluğu Devrine Ait Münşeat Mecmuaları”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, 1951, sy. 8, s. 537-648; Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi- I: Kuruluş Devri, Ankara, 1979; Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi- II: İkinci İmparatorluk Devri, Ankara, 1954; Alp Arslan ve Zamanı, I-II, Ankara, 1983; “Selçuklu Devri Kaynakları Olarak Vakfiyeler”, Studi Pre Ottomani e Ottomani del Convegno di Napoli (24-26 Septembre 1974), Napoli, 1976, s. 153-163. 35 Sâdi S. Kucur, “Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları –Vakfiyelere Göre-”, Doktora Tezi, İstanbul: M.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 1993. 36 Belirli bir Türk devletine hasredilmiş monografi çalışmalarında standart bir konu olarak devletin merkez ve taşra teşkilatlanmasına dair yapılan çalışmalara bir çok örnek verilebilir, ama Reşat Genç’in Karahanlılar Devlet Teşkilatı (Ankara: Kültür Bak. Yay., 1981) kitabı bütün olarak bu konuya hasredilmiştir.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
41
nelmelerinin, bu alanın temelde geleneksel fıkıh düzenlemesinin dışında kalmasından kaynaklandığı söylenebilir; yani Türk tarih yazıcılığının klasik dindışı olana ilgisi ile bunu izah etmek mümkündür. Ancak tarihçilerin katkılarını, onların salt hukukî olana ilgileriyle sınırlamak doğru değildir. Daha önemlisi, bir hukuk sistemi izole bir biçimde var olmadığına göre, onun içinde yeşerdiği ve olgunlaştığı toplumun tarihinden bağımsız bir şekilde anlaşılması imkansızdır. Tarihsel araştırmaların, bu amaçla, herhangi bir hukuk doktrini metninin bağlamını çıkarması açısından önemli olduğu aşikardır. Bu açıdan Türk devletleri tarihine ilişkin tarihçilerin ortaya koyduğu bulgular, hukuk tarihçisi için her adımda göz önünde tutulması gereken veriler olmalıdır. Ülkemizde Türk devletleri tarihine ilişkin oldukça ayrıntılı araştırmaların yapılmış olması ve özellikle Arapça ve Farsça kaynakların, tarihçilerin ilgisini hak eden bölümlerinin Türkçe’ye kazandırılmış olması bu açıdan işimizi kolaylaştıracaktır. Amacımız bu araştırmalara ilişkin bir literatür çalışması yapmak olmadığı için, söz konusu her bir devlet için yapılan araştırmaların literatür bölümlerine okuyucuyu yönlendirmek yeterli olacaktır.37 Her ne kadar prensip olarak bu çalışmada değinmesek de, Avrupalı tarihçilerin Türk devletleriyle ilgili yaptıkları bazı çalışmaların, özellikle hukuk tarihi ile de ilgili olan bir kaçının ismini zikretmekte yarar vardır. Bunlardan ilki, Moğol istilasına kadar Orta Asya Türk tarihi için vazgeçilmezliğini hala koruyan W. Barthold’un Turkistan down to Mongol Invasion adlı çalışması, sosyal ve dinîentelektüel tarihe de ışık tutan önemli veriler içermektedir.38 E. C. Bosworth’un Gaznawids adlı çalışmasında Orta Çağ İran şehirlerinin bir prototipi olarak Nişapur’un sosyal ve dinî yapısına, Hanefi-Şafii hukuk okullarının -ve elbette, diğer toplumsal zemini olan dinî yapılanmaların- bu şehirlerde oynadıkları siyasî hukukî rollere ve onların yönetici sınıflarla ilişkisine dair gözlemler mevcuttur.39 R. Bulliet’in Patricians of Nishapur adlı çalışması da, yine Nişapur’un sosyal-siyasal yapısı ve hukuk okullarının [Hanefi ve Şafii mezheplerinin] Orta Çağ İslam şehrinde neye tekabül ettiğine ilişkin önemli değerlendirmeler içermektedir.40 Ancak bu bağlamda adı geçen alimlerin hukuk ve diğer disiplinler alanında yazdıklarının merak edilmemesi, gerçekten şaşırtıcı bir durumdur. 37 Yakın zamanlarda yapılmış bazı çalışmalar belirttiğimiz tarihsel-dinî bağlamı verme açısından önemlidir. Örneğin bkz.: Ahmet Ocak, Selçukluların Dinî Siyaseti (1040-1092), İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2002. Bu türden spesifik bir zaman ve mekana yoğunlaşan çalışmaların hukuk tarihi çalışmaları için son derece faydalı olacağı açıktır. Bu ve benzeri çalışmaların özellikle kaynaklarla ilgili bilgi veren bölümleri tarihçilerden gelebilecek önemli bir katkı olarak dikkate alınmalıdır. 38 Bu eser Türkçe de dahil olmak üzere bir çok dile çevrilmiştir. 39 C. E. Bosworth, The Ghaznavids, their empire in Afghanistan and eastern Iran (994-1040), Edinburgh, 1963. 40 R. W. Bulliet, The Patricians of Nishapur: A Study of Medieval Islamic Social History, Cambridge: Harvard University Press, 1972.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
42
İran Selçukluları41 ve sonrası için çok önemli bir isim de Ann Lambton’dır. Bayan Lambton’ın Orta Çağ İslam siyaset kuramları ve İran siyasal ve sosyal tarihine dair çalışmaları yanında,42 konumuzla ilgili çok önemli bir çalışması olan Continuity and Change in Medieval Persia,43 aslında bir tarihçinin gözüyle Abbasilerden günümüze dek Orta Çağ İran’ında kurumların tanımlanması ve geçirdiği değişimlere ilişkindir. Bu kitabın ihtiva ettiği konu başlıkları,44 özellikle Selçuklu ve Moğol döneminde hukukî kurumlar için kitabı önemli bir çalışma kılmaktadır. İkinci bölümde hukukî kurumların işleyişine ilişkin yaptığı değerlendirmeler, ilgili dönemlerde kaleme alınan fıkıh metinleriyle karşılaştırılarak okunduğu taktirde çok verimli sonuçlar alınabilir. Lambton’ın, Müeyyidü’d-devle Müntecebü’d-din Bedî Atabeg el-Cüveynî tarafından Sencer döneminde (511-552/1117-1157), 528-548 arası bir tarihte, yazılan Atabetü’l-Ketebe’den hareketle İran şehirleri için tespit ettiği üç tip mahkeme [kadı tarafından yürütülen Şer‘î işler mahkemesi, vergi konularıyla ilgilenen Divan-ı riyasât ve kamu güvenliğiyle ilgili meselelere bakan Şıhna’nın mahkemesi ve ayrıca bunlara ilave olarak, dördüncü bir mahkeme olarak görev yapan divan-ı mezâlim45] gerçekten buralarda görev yapan hukukçuların yazdıklarıyla karşılaştırılmayı gerekli kılmaktadır. Bu ve diğer çalışmalarda kadı, imam, muhtesib vs. atamalarına dair bilgiler, onların yetki alanları vs. gibi son derece pratik konular vardır. Yeri gelmişken, burada Selçuklu ve daha sonraki Türk tarihi için inşa mecmualarının önemi üzerinde biraz daha durmak gerekir. Bu kaynağın Orta Çağ İslam tarihi için önemi, genel olarak kabul edilmiş ve bunlar Barthold’dan beri tarihçiler tarafından belge olarak kullanılmıştır. Onun yanında A. K. S. Lamb41 İran Selçuklularına dair yukarıda sözü edilen bibliyografya yanında hukuk tarihini doğrudan ilgilendiren bazı çalışmalara daha işaret etmek gerekir. Örneğin Carla L. Klausner, The Seljuk Vezirate. A Study of Civil Administration 1055-1194, Cambridge, Mass., 1973; Bausani, “Religion in the Saljuq Period”, Cambridge History of Iran, c. V, s. 283-302; W. Madelung, Religious Trends in Early Islamic Iran, Albany, 1988. 42 Onun ilgili diğer bazı çalışmaları şunlardır: “The Internal Structure of the Seljuq Empire”, J. A. Boyle, (ed.), Cambridge History of Iran, Cambridge: University Press, 1968, c. V, (The Seljuq and Mongol Periods), s. 203-282; Theory and Practice in Medieval Persian Government, Londra: Variorum Reprints, 1980 (makalelerin tıpkı basımıdır); Landlord and Peasant in Persia, Londra ve New York: Tauris, 1991 (Birinci kısmın 10-104 arası [1.-4. bölümler] başlangıcından Safevi dönemine kadar toprak rejimine ayrılmış olup konu günümüze kadar getirilmiştir); A. K. S. Lambton, “Mahkama”, EI2 (İran bölümü), c. VI, s. 11-22. 43 Contiunity and Change in Medieval Persia, Londra: Tauris & Co Ltd., 1988. 44 Bunlar şu şekildedir: (1) Vezirlik; (2) Hukuk ve hukuk yönetimi; (3) İkta: toprak rejimi; (4) Özel mülkiyet ve idaresi: vakıf vs.; (5) Ziraat ve sulama: şehrin etrafı; (6) Vergi idaresi; (7) Toplumsal tabakalar: yönetici aile (kılıç ehli); yönetici ailenin kadınları; kalem ehli; işlere bakanlar. 45 Lambton, “The Administration of Sanjar’s Empire as illustrated in the Atabat al-Kataba”, BSOAS, 1957, sy. 20, s. 367-388.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
43
ton da, yukarıda işaret ettiğimiz makalesinde ve Continuity and Change in Medieval Persia adlı eserinde bunlardan bolca yararlanır. Ama yakın zamanlarda bunların belge niteliğini sorgulayan bir çalışmaya da değinmek gerekir. J. Paul, resmi ya da özel yazışmalara ait kopya, müsvedde veya numuneler olarak çok sayıda örneği günümüze ulaşmış olan inşa mecmûalarının İran tarihinin arşiv belgesinin fazlaca olmadığı dönemleri için [Moğol dönemine kadar] önemini kabul etmektedir. Özellikle bunların yazarlarının, genellikle yüksek düzeydeki sivil idare memurları olduğuna dikkat çekmektedir. Bu yüzden onların büyük ölçüde gerçek uygulamadan haberdar olduklarını ve büyük oranda uygulamayı sahih bir şekilde yansıtabileceklerini belirtmektedir. Buna rağmen, onların birer belge olarak alınmasına kuşkuyla yaklaşmaktadır. Çünkü gerçekte yayımlanmış veya yazılmış olsalar bile, sonuç itibariyle onlar, daha çok yazarlarının olan biteni nassıl gördüklerine ilişkin bize bilgi verirler. Başka bir ifadeyle, bunlardan biz ideal şekliyle prosedür ve formaliteleri öğrenebiliriz.46 Jürgen Paul’un, inşa mecmularının, yazıldıkları dönemde yaşanan olayların bir belgesi olarak kabul edilmesi karşısında gösterdiği bu tereddüdün çok daha fazlasının fıkıh metinleri için gösterildiğini biliyoruz. Aşağıda da değineceğimiz gibi fıkıh metinlerinin de aynı türden değerlendirmelere konu olacağı açıktır. Ancak inşa mecmualarına gösterilen ilgiye benzer bir ilginin fıkıh metinlerine gösterilmediğini hatırlayalım. Osmanlı öncesi Anadolu Türk devletlerinin tarihi açısından son derece önemli çalışmalar kaleme alan bir isim Claude Cahen’dir. Anadolu’nun Türkleşmesi sırasında ve sonrasında, özellikle de Selçuklular ve beylikler dönemiyle ilgili kitabı; hem tarihsel bağlamı ortaya koyması, hem de kurumlara ayırdığı bölümler açısından faydalıdır. Ayrıca toprak hukuku [ikta] ile ilgili değerlendirmelerde de bulunmaktadır. Aslında tarihçiler, toprak hukukuna özel bir yer verdikleri için hukuk tarihi açısından ikta ile ilgili yapılan çalışmalara değinmek gerekir. Abbasilerden Osmanlılara kadar toprak rejimleri ve ikta sisteminin gelişimi, tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. O. Turan’ın ikta sisteminin Anadolu’daki biçimine ilişkin görüşleri, Claude Cahen tarafından eleştirilmiştir.47 Lambton da, yukarıda atıfta bulunduğumuz Continuity and Change in Persia adlı kitabında bu konuya bir bölüm ayırmıştır.48 Ama bütün bu çalışmalar, fıkıh metinlerinde konunun ne şekilde ele alındığını incelememişlerdir. Al46 Jürgen Paul, “Inshâ Collections as a Source on Iranian History”, Proceedings of Second European Conference of Iranian Studies, Instituto Italiano Per Il Medioed Stremo Oriente, 1995, Roma, s. 535-550. 47 Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 176-90; C. Cahen, “L’evolution de l’iqta’ dur ixe au xiiie siècle”, Annales E.S.C., 1953, c. VIII. Turan’ın bu konuya ilişkin görüşleri için bkz.: “İkta”, İA, c. V/II, s. 949-59. 48 Lambton, Continuity, 3. bölüm; ayrıca bkz.: a.mlf., Landlord and Peasant in Persia (Oxford: University Press, 1953), Kısım I; a.mlf., “Reflections on iqtâ‘”, Arabic and Islamic Studies in Honor of Hamilton A. R. Gibb, George Makdisi, (ed.), Leiden, 1965, s. 358-376.
44
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
man Oryantalist-İslam hukukçusu Baber Johansen’in bir çalışması, bu alanda fıkıh metinlerinin ne kadar faydalı bir şekilde kullanılabileceğini göstermiştir.49 Hanefi fıkıh metinlerinde konunun izini süren Johansen, toprak rejimindeki değişimin Hanefi-İslam hukuku metinlerine nassıl yansıdığını ve İslam hukukunun değişime kapalı olduğu tezinin sorgulanması gerektiğini göstermiştir. Nihayetinde tarihçinin ilgisi bir hukuk tarihçisinin ilgisiyle birebir örtüşmeyebileceği için, ilgili kaynakların orijinal metinleri de her zaman göz önünde tutulmalıdır. Sonuç olarak, sağlıklı bir hukuk tarihi araştırması hukukçunun doktrin arayışı ile tarihçinin olguya dönük çalışmasını birleştirmek zorundadır. Ama söz konusu olan Müslüman Türk devletlerinin tarihi ise, bir başka boyutun daha göz önünde bulundurulması gerekir. Bu, İslam tarihi ve medeniyetinde “hukuk” kavramı ve ilgili algılamaların sağlıklı bir şekilde anlaşılması meselesidir. Çünkü klasik İslam literatüründe, bizim bugün hukuk dediğimiz olguyu tam olarak karşılayan bir kavram yoktur. Ama önce Türkiye’de İslam hukuku araştırmalarının kısa bir özetini verelim. İslam Hukuku ve Hukuk Tarihi Bu amaçla Türkiye’de İslam hukukuna ilişkin araştırmalar ve bunların hukuk tarihçileri için önemine biraz bakmamız gerekir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi fıkıh tarihiyle ilgili çalışmaları İzmirli İsmail Hakkı ile başlatabiliriz.50 Onun Fıkıh Tarihi adını taşıyan bir eser yazdığı kaydedilmiştir. Bu eserin mahiyeti bilinmemekle birlikte Müslüman Türk Hukuku ve Dini adlı eserinde ortaya koyduğu fikirler, dönemin tarihte “Türk”ü arama kaygısının izlerini taşır ve tarihin ideolojiye kurban edilmesinin güzel bir örneğidir.51 Ayrıca İzmirli, fıkıh tarihini dönemlere de ayırmıştır. Dönemin tipik söylemine uygun olarak fıkhın ne zaman “inkıraz” ettiğini tespite çalışmıştır. Ona göre bu süreç, Hülagu’nun Bağdat’a girdiği tarih olan 656/1258’den bir süre sonra başlamıştır.52 Türkiye yüksek din eğitiminde, İslam hukuk tarihi çalışmalarını esas olarak 1950’lerle başlatmak gerekir. Her ne kadar 1924 tarihli Darülfünûn kanunu İlahiyat Fakültesi’nde fıkıh tarihini bir ders olarak vazetmişse de, bunun akademik bir araştırmayı teşvik edecek bir duruma gelemediği görülüyor. Esas olarak, An49 Baber Johansen, The Islamic Law on Land Tax and Rent (Londra: Croom Helm, 1988); a.mlf., “The Legal Literature and the Problem of Change: The case of the Land Rent”, Islam and Public Law: Classical and Contemporary Studies, Londra: Groham and Trotman, 1993, s. 29-47. 50 İzmirli İsmail Hakkı’nın hem Osmanlı Darülfünûn’unda ve medreselerinde, hem de Cumhuriyet sonrası Darülfünûn’da fıkıh tarihi dersleri verdiği bilinmektedir. Bkz.: Kerime Cesur, “İzmirli İsmail Hakkı (Fıkhî Görüşleri)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 6-31. 51 K. Cesur, “İzmirli İsmail Hakkı (Fıkhî Görüşleri)”, s. 19 ve 106-109. 52 K. Cesur, “İzmirli İsmail Hakkı (Fıkhî Görüşleri)”, s. 19.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
45
kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretimine başlanan İslam hukuku dersleri ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı değişik Yüksek İslam Enstitüleri’nde verilen fıkıh dersleri, bu alanda akademik bir motivasyonu harekete geçirmiştir. 1950 öncesinde tek istisna İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin girişimiyle, Ömer Nasuhi Bilmen’e hazırlatılan Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahât-i Fıkhiyye Kâmusu53 adlı önemli eserdir. Bu, klasik fıkıh doktrinini yeni harflerle Türkçe olarak anlatan ilk eserdir. Ancak nihayetinde, söz konusu eser bir doktrin kitabı olduğu için tarihçilerin ilgisini çekmemiş ve hukukçular da eserde bugünkü hukukun doktrin anlayışını bulamadıkları için ondan yararlanamamışlardır. Hukukçuların modern hukukî doktrin beklentilerinin karşılanması, ancak 1970’li yılların sonlarında olabilmiştir. Hayrettin Karaman’ın Mukayeseli İslam Hukuku ve İslam Hukuk Tarihi adlı eserleri sözünü ettiğimiz anlamda ilk çalışmalardır. İlahiyat fakültelerinde, artık adına İslam hukuku grubu dersleri adı verilen dersler için model ders kitabı olarak kabul gören bu eserler, özellikle 1980 sonrası İslam hukuku araştırmalarının yönünü tayin etmiştir. Mukayeseli İslam Hukuku kitabı,54 İslam hukuku doktrinini Kıta Avrupası ve dolayısıyla pozitif Türk hukuku formunda vermeyi hedeflemektedir. Formda yapılan bu değişiklik, adına “İslam hukuku” denilen yeni bir yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur; dolayısıyla bu metinlerin klasik fıkıh metinlerini temsil edip etmedikleri tartışılmalıdır.55 Mecelle’den günümüze klasik fıkhın yeni bir aşamaya girdiği ve dönüştüğüne dair değerlendirmelerin de gösterdiği gibi, bu ve örneklerini Arap dünyasında bolca gördüğümüz benzer metinlerin İslam’da hukuk doktrini anlamak için doğru adresler olmadığını ve belki de, onların XX. yüzyılda İslam hukukunun geçirdiği dönüşümün tarihini anlamak açısından önemli olduklarını söylemek daha doğru olur. Bir örnek olarak, modern dönemde İslam hukuk doktrinine dair yazılan eserler için İslam hukuku diye muhayyel bir şeyden söz etmek mümkünken, geleneksel algılamada İslam hukuku denilen şey Hanefi, Şafiî, Mâlikî ya da Hanbelî doktrinlerinden biri ile özdeşleşmişti. Bu kitaplar farklı görüşlere atıfta bulunsalar bile, nihayetinde bu görüşler, alternatif doktrinler olmaktan ziyade tek bir bedeni oluşturan farklı unsurlar olarak algılanmaktadır. Bunun hukuk tarihi araştırması için doğuracağı sorunlar açıktır. Türk hukuk tarihini çalışabilmek için gereken üç saç ayağı olan Türk hukuk tarihi kitapları, tarihsel araştırmalar ve İslam hukuk araştırmalarıyla ilgili yuka53 Eserin ilk baskısı 1949-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından 6 cilt olarak yapılmıştır. 54 Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, 3 cilt, İstanbul: Nesil Yayınları; c. I: 1974, c. II: 1982 ve c. III: 1991. 55 Örnek olarak bkz.: Aharon Layish, “The Transformation of the Sharî‘a from Jurists’ Law to Statutory Law in the Contemporary Muslim World”, Die Welt Des Islams, International Journal for the Study of Modern Islam, 2004, c. XLIV, sy. 1, s. 85-113; M. Bedir, “Fiqh to Law: Secularization Through Curriculum”, Islamic Law and Society, 2004, c. XI, sy. 3, s. 378-401.
46
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
rıda yapılan genel değerlendirmeden bazı sonuçlar çıkarılabilir. Öncelikle bu üç alanın kendi içindeki sorunları, temelde Türk hukuk tarihi yazıcılığının da sorunlarıdır. Bu üç unsurun her birinin kendi içerisindeki sorunlarını halletmesi ve birbirleriyle daha sağlıklı bir zeminde ilişki kurması, gerçek anlamda Türk hukuk tarih yazıcılığının başlangıcı olacaktır. Bu süreçte en önemli nokta, araştırmayı dinî olan ile din-dışı olan gibi kategorik yaklaşımlardan kurtararak, işe yarayacak her türlü bilgiyi nereden gelirse gelsin, gerekli yöntemsel kriterlerden geçirdikten sonra kullanmak olmalıdır. Aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında temelleri atılan Türk ve hukuk tarihçiliklerinin, dinî malzemeye yer yer daha tarafsız baktığına yukarıda işaret etmiştik. Maalesef daha dar bir bakış açısı, zamanla Türk tarih yazıcılığına hakim olmuş gibidir. Bu bakımdan, İslamî-dinî malzemeyi kullanma bakımından genel olarak Türk tarih yazıcılığında bir gerileme olduğunu söylemek mümkündür. Bunda kuşkusuz ilk dönem tarihçilerinin, Osmanlı kültüründe yetişmiş olmalarının ve dolayısıyla Arapça ve Farsça’ya hakimiyetlerinin bir rollerinin olduğu muhakkaktır. Ama daha önemlisi; tarihçiler ve özellikle hukukçular, İslamî olana mesafeli yaklaşmalarına rağmen, İslam hukukçularının, tarihsel olanı -Köprülü’nün dediği gibi sosyolojik olanı- tamamen göz ardı etmişler olmalarıdır. Aynı zamanda pozitif hukukçular, teorik çalışmalardan ve tarihsel araştırmalardan çok fazla yararlanma yoluna gitmemişlerdir. Aşağıda, önce, genelde İslam tarihi araştırmaları ve özelde Osmanlı öncesi Müslüman Türk devletlerinin hukuk tarihine dair araştırmalar için zaruri görülen bazı teorik değerlendirmeler yapılacak ve ardından da hukuk tarihi araştırmaları için genel bir yöntem önerisinde bulunulacaktır. Fıkıh, Fıkıh Mezhebi ve Fıkıh Metni Yukarıda kaba hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız Türk hukuk tarihi araştırmalarının üç sac ayağının, birlikte ve bir bütün halinde kullanılması, gerçek anlamda bir hukuk tarih yazıcılığı için zaruridir. Özellikle hukukî müesseselerin ve doktrinlerin, Müslüman Türk devletlerinin ve toplumlarının tarihinde karşılığını bulabilmemiz için, İslam-Türk tarihinde bugünkü anlamda bir hukuk kavramına tekabül eden şeyi tam olarak tespit etmemiz gerekir. Bizim bugün hukuktan anladığımız şey, mahkemelerde uygulanmasını beklediğimiz kurallar ise; bu anlamda İslam tarihinde karşımıza çıkan ilk kavram, günümüzde İslam hukuku olarak adlandırdığımız fıkıh kavramıdır. Ancak fıkıh, İslam toplumlarında dinî-ilgisi olan bir kavram olduğu için, modern dönemde fıkıhla ilgili yapılan araştırmalar onu din araştırmaları alanına hapsetmiş gibidir. İslam tarihinde hukukun varlık bulduğu bir zemin olan ve bugün genellikle hukuk okulu olarak modern dile çevrilen fıkıh mezheplerinin ne olduğunu anlayabilmek için, öncelikle bu fıkıh teriminin ne olduğunu anlamamız gere-
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
47
kir.56 Öncelikle fıkhın bireysel boyutu, onu hukuk kavramından temelde ayıran bir özellik olarak ön plana çıkmaktadır. Fıkıh, Müslüman bireyin yapması ve yapmaması gereken dinî kuralları tespit etmeye çalışır. İster Ebû Hanife’ye atfedilen “fıkıh, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir” tanımını alalım, ister Şafii gelenekteki -kabaca tanımıyla- “fıkıh, şer‘î amelî hükümleri bilmektir” ifadesine başvuralım her halükârda fıkıh bireye hitap etmektedir. Fıkhın bu temel karakteristiği yanında bir başka özelliği de, yoruma açık bir bilim olmasıdır. Hatta, Cüveynî, fıkhı, “içtihadî olan hükümleri bilmektir”57 şeklinde tanımlar. Bu tanım, fıkhın en temel ikinci özelliğini yansıtmaktadır. Başka bir ifadeyle, İslam’ın temel ve kesin ilkeleri dışında kalan alanda fakih, kendi kişisel yorumuyla değişik zaman ve zeminlerde İslam’ın dinî-amelî kurallarını tespite çalışır. İşte fıkıh mezhepleri, belirli bir yöntem ve yaklaşım birliğine sahip uzman müçtehitlerin oluşturdukları bu türden yorumlar ve bu yorumların dayandığı yöntemsel ilkeler anlamında bir okul olarak adlandırılabilir. En azından klasik İslam dünyasında her bir Müslüman bireyin mutlaka bağlanması gerekli olan bir okul olması nedeniyle de mezhep, dinî sect manasınadır.58 Bireyi hedef alan söylemi yanında, en baştan beri devleti ilgilendiren bir boyutu, fıkhı bugün anladığımız anlamda hukuk kavramıyla ilişkilendirmektedir. İşte bu yönüyle de bir fıkıh mezhebi, hukuk okulu adını almaktadır. Ancak fıkıh söyleminde bu iki boyutun birbirinden ayrıştırılmadığını ve bizim bugün fıkıh olarak referansta bulunduğumuz metinlerin, temelde onun “Müslüman bireyin dinî-pratik hayatını dinî nasslara göre kurgulayan” yönünün bu fıkıh eserlerinde baskın olduğunu hatırlamamız gerekir. Dolayısıyla bir fıkıh metninin kurgusu, olgusal olandan ziyade olması gerekeni esas alır. Gerçi hukukun da olgusal değil, normatif bir bilim olduğu söylenebilir. Ancak fıkıh metinlerinin kurgusunda tespit ettiğimiz ideal boyut, onun normatif bir bilim olmasının ötesinde bir şeydir. Bir fıkıh metninin -en azından- söyleminde; gerçek hayatta yaşanan şeyler, “dinî kuralın” tespitinde önem arz etmez. Fakih, kişisel yorumunu bile dinî nasslar üzerinde bir okuma [içtihat] olarak kurgular. Bu kurgu56 Fıkhın mahiyetine dair tartışmalarla ilgili olarak bkz.: N. Calder, “Law”, History of Islamic Philosophy, Seyyed Hossein Nasr ve O. Leaman, (ed.), Londra: Routledge, 1996 (Routledge History of World Philosophies, I), s. 979-998; Baber Johansen, Contingency in a sacred law: legal and ethical norms in the Muslim fiqh, Leiden: Brill, 1999 (Studies in Islamic Law and Society, 7), “Giriş”; Wael B. Hallaq, Authority, Continuity and Change in Islamic Law, Cambridge: Cambridge University Press, 2001; M. Bedir, “Oryantalizm ve İslam Hukuku”, s. 11-32. 57 Abdülmelik b. Abdullah, İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-Varakât, Abdüllatif Muhammed el-Abd, (nşr.), Kahire: Darü’t-Türâs, 1397/1977, s. 7. 58 Mezhep kavramıyla ilgili olarak bkz.: Brannon M. Wheeler, Applying the Canon in Islam: the Authorization and Maintenance of Interpretive Reasoning in Hanafi Scholarship, Albany: State University of New York Press, 1996; C. Melchert, The Formation of the Sunni Schools of Law, 9th-10th Centuries C.E, (Studies in Islamic Law and Society, 4), Leiden: Brill, 1997; E. Said Kaya, “Mezheplerin Teşekkülünden Sonra Fıkhi İstidlal”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
48
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
sal dil, aslında fıkhın dinî nasslar üzerine bir yorum bilimi olduğu şeklindeki bireysel boyutunun bir neticesi olup, onun İslamîliğinin adeta bir garantisi gibidir. Bununla birlikte fıkhın bu kurgusal dili, onun diğer boyutu olan bir devletin hukuk sistemi için doktrin sağlayan yüzünü ihmale bizi götürmemelidir. Daha somut olarak konuşacak olursak, bir hukuk okulu olarak mezhebin inşa edilebilmesi için, fıkıh eserleri bize oldukça zengin malzeme sunarlar. Bunu anlayabilmek için fıkıh metinlerinin dil ve söylemine ilişkin bazı tespitler yapmak gerekir. Öncelikle İslam düşüncesi ve fıkıh tarihinde çok önemli bir yer tutan hadisçiler ve reyciler arasındaki yaklaşım farkının konumuzla ilişkisine değinmek gerekir. Fıkıh mezhepleri, aslında reycilerin [kişisel yorumcuların ya da fıkıhçıların] nassları değişen şartlara paralel okumalarıyla ortaya çıkmıştır. Hadisçiler ise, daha çok nassların literal olarak aktarılması ve anlaşılmasına yoğunlaşarak, pratik hayatı dikkate almadan bu bilgilerin kendi başına otoritesine sığınmayı tercih etmişlerdir. Fıkıh mezheplerinin her birinin bir kişinin adıyla anılmasının arkasında yatan temel neden, onların kişisel kurguya dayanmalarıdır. Çalışmamızın bundan sonraki konusunu, teşkil eden Hanefi mezhebinin tarihi bu açıdan çok iyi bir örnek oluşturmaktadır. Hanefi mezhebi, hepsi II./VIII. yüzyılda yaşamış Ebû Hanife ve öğrencilerinin görüşleri etrafında şekillenmiştir. Özellikle bir öğrencisinin, Muhammed b. el-Şeybânî’nin (ö. 189/805) yazdığı varsayılan altı eserdeki görüşler, Hanefî fıkıh doktrininin temeli kabul edilir. Bu metinler ve bunların yanında yine Ebû Hanife’nin ve öğrencilerinden gelen başka bazı görüşleri veri kabul eden bir alimler topluluğu, III./IX. ve sonraki yüzyıllarda Hanefî mezhebini oluşturmuşlardır. Geleneğin anlatısına göre Şeybânî’nin altı eserinin ve diğerlerinin işlenmesi yoluyla oluşturulan metinler arasında bir tanesi, Samanî devletinde vezirlik de yapmış bir Hanefî alimi, Hakim-i Şehîd el-Mervezî (334/945) tarafından kaleme alınmıştır. Bu eser; Ebû Hanife ve öğrencilerinden aktarılan görüşler yumağını, tekrarlardan arındırıp yeniden düzenleyerek bir doktrin bütünlüğünde sunmuştur. İşte fıkıh mezhebinin bu doktrin eserlerinin oluşmasıyla başladığı kabul edilebilir. Hanefî mezhebinin, bu ilk doktrin metinleri, Bağdat, İran ve Orta Asya’da ortaya çıkmıştır. Türk devletleri henüz kurulmadan önce İran ve Orta Asya’da Hanefîlik yerleştiği için, bu, Türklerin Müslümanlaşması sürecinde, onların Hanefî mezhebini benimsemeleriyle sonuçlanmıştır. Hanefî mezhebinin Orta Asya ve İran topraklarındaki serüveni, buralarda ürettikleri eserlerle okunduğunda, Hanefî mezhebinin olgunlaşmasını bu bölgede gerçekleştirdiği görülmektedir. Osmanlı öncesi Hanefî literatürüne dair yapılacak istatistikî bir çalışma, IV./X.-IX./XV. yüzyıllar arasında üretilenlerin ezici çoğunluğunun bu bölgeye ait olduğunu gösterecektir.59 Dolayısıyla, kurucu otoritelerden farklı olarak mezhebin olgunluk dönemdeki iç işleyişini kontrol eden otoriteler de genellikle bu bölgedendir. 59 Aşağıdaki bibliyografya, Buhara ve çevresinin bu literatürdeki payını göstermektedir.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
49
Hanefi mezhebi, fıkıh usulünün tanımladığı -doğrudan dinî nasslara başvurma yoluyla elde edilen- otoritenin, mezhebin sofistike hermenötik yaklaşımıyla oluşturulan otoritesine tabi kılındığı bir yönteme en fazla değer veren fıkıh okuludur.60 Mezhep kurucularının ve daha sonra mezhepte yerleşik bir otorite kazanan görüşlerin merkezî bir otoriteye sahip olduğu bu fıkıh okulunda, görüşlerin kurumsal bir kimlik kazandığı varsayılır ve -dinî nasslardan doğrudan görüş çıkarma anlamında- içtihat yöntemine başvurularak elde edilecek bir yorumun, bu kurumsal nitelik kazanan görüş karşısında neredeyse bir değerinin olmadığı farz edilmektedir. Kurumsal kimliği kazandıran mezhep sürecinin bir okul gibi işlediği ve kendi iç mantığına sahip olduğu görülmektedir.61 Fıkıh metinlerinin adeta dinî nassları yorumlar bir tarzda kurguladıkları -yukarıda sözünü ettiğimiz- kurgusal dil ile bu mezhep içi işleyiş mantığı karşılaştırıldığında, her bir metnin kurgusal dilinin ötesinde yazıldığı ve yazarının yaşadığı coğrafya ve zaman dilimiyle sıkı bir ilişki içinde olduğu görülecektir. Fıkıh alanının literatür türleri açısından sınıflamasına bakacak olursak, en başta furu-ı fıkıh ve usul-i fıkıh şeklinde iki türden bahsedebiliriz. Usul-i fıkıh yazın türünün hukuk tarihi açısından doğrudan bir katkısından söz edilemese de, hukuk felsefesi ve düşüncesi açısından bu edebiyat önemlidir.62 Hukuk tarihi açısından daha somut bir kaynak, esas olarak furu-ı fıkıh literatürüdür. Ancak bu türün de alt-türlerinden söz etmek gerekir. Bir açıdan furuı fıkıh literatürü muhtasar ve mebsût şeklinde tasnif edilebilir. Muhtasarlar belirli bir mezhebin doktrinini özetlemeyi hedefleyen metinler olup, hukuk tarihinde belirli bir mezhebin hukuk doktrinini genel olarak anlamak açısından önemlidirler ve genellikle bunlardan, çok fazla tarihsel-somut katkı beklenemez. Bu türe Kudurî’nin Muhtasar’ını (V./XI. yüzyılın başı Bağdat), Mevsılî’nin el-Muhtâr’ını (VI./XII. yüzyıl Bağdat), Tacüşşerîa’nın el-Vikaye’sini (VII./XIII. 60 Hanefî fıkıh hermenötiğine dair üç çalışma özellikle konuyu açmaktadır: Furu-ı fıkıh eserlerini konu edinen Brannon M. Wheeler’in Applying the Canon in Islam, Said Kaya’nın “Fıkhi İstidlal” ve M. Bedir’in usul bağlamına dair “Early Development of Hanafi Usul al-Fiqh” (Doktora Tezi, Manchester University, 1999) başlıklı çalışmaları. 61 İbn Abidin’in Uqûd Rasmi’l-Müfti isimli risalesi geleneksel olarak bu süreci kuramsallaştıran bir eserdir. Üzerine yapılan çalışmalar için bkz.: N. Calder, “The ‘Uqud rasm al-mufti of Ibn ‘Abidin”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 2000, c. LXIII, sy. 2, s. 215228; Şenol Saylan, “İbn Abidin’de Hanefî Mezhebinin Kuramsallaşması: Şerhu Ukudu Resmi’l-Müfti Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniveristesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. 62 Türkçe’de klasik Hanefî usulüne dair bir çok Osmanlıca ve Yeni Türkçe eser mevcuttur. Bazıları şunlardır: Seyyid Bey, Usul-i fıkıh: Medhal, İstanbul: Matbaa-i Amire, 1914; Mahmud Esad Seydişehri, Telhis-i Usul-i fıkh, İzmir: M. Nikolayidi Matbaası, 1895 (yeni Türkçe versiyonu: Anahatlarıyla Fıkıh Usulü, Taha Alp vd., (haz.), İstanbul: Yasin Yayınları, 2002; Büyük Ali Haydar Efendi, Usul-i Fıkıh Dersleri, Hacı Adil, (der.), İstanbul: Matbaa-i Amire, 1908 (yeni harflerle: İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1966). XX. yüzyılda usul ilmi yeni bir eğilime girmiştir. Örnek için bkz.: Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), trc.: İbrahim K. Dönmez, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1990.
50
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
yüzyıl Buhara) ve Nesefî’nin Kenzü’d-dekâik’ını (VII./XIII. yüzyılın sonu Buhara) örnek olarak zikredebiliriz.63 Mebsût türü ise muhtasar metinlerde özet olarak ortaya konulan öğretiler, bu öğretilerin alternatifleri ve dayandıkları gerekçeler vs. gibi büyüklüğüne göre ayrıntılar ihtiva eden eserlerdir.64 Hukuk tarihi açısından anlamlı olabilecek gerçek anlamda tarihsel veri bulma şansımız yüksek olan metinler bunlardır. Ancak bunların da kendi içinde farklılık arzeden iki türünden söz etmek mümkündür. Yukarıda fıkıh kavramının iç içe geçmiş iki özelliği olarak tespit ettiğimiz boyutlarından kaynaklandığını düşündüğümüz bu iki türü, kabaca şu şekilde tanımlayabiliriz: Mebsût kategorisinin birinci edebî türü, fıkhın dinî metinler üzerine yorum olma özelliğini ön planda tutmakta ve mezhepte yerleşik-kurumsal bir nitelik kazanan hükümlerin dinî nasslar açısından temellendirilmesine önem vermektedir. Eğer fıkhı temelde dinî nassları yorumlama bilgisi olarak tanımlarsak, bu türe klasik fıkıh edebiyatında var olan bir ayrımdan hareketle “diyânî fıkıh edebiyatı” adını vermek mümkündür.65 VI./XII. yüzyılın bir hukukçusu olan Buharalı el-Merğînânî’nin el-Hidâye’si ile biraz önce adı geçen el-Mevsılî’nin el-İhtiyar’ını bu türe örnek verebiliriz.66 Bu eserlerin temel kaygısı, mezhebin doktrinlerini sağlıklı bir şekilde tespit ettikten sonra onları, -Kitap, sünnet, icma ve kıyas… şeklinde- genel içtihat yöntemine göre temellendirmektir. Diğer tür ise, meselenin dinî metinlere referansla temellendirilmesi yerine mezhep içi meşruiyet kriterlerini kullanarak hükümleri vaz etme yoluna gitmektedir. Buna da klasik fıkıh terminolojisindeki diyânî-kazâî ayrımından hareketle kazâî veya -klasik terminolojide bugünkü anlamıyla mevcut olmayan bir terim olarak- “hukukî fıkıh” edebiyatı adını vereceğim. Bu türün tipik örneği VI./XII. yüzyılda yaşamış Buharalı bir hukukçu olan Kadıhan’ın Fetâvâ adlı eseridir. Aslında bu eser, fetva şeklinde sonradan gelişen edebî türden farklı bir yazın türü özelliği göstermektedir. Bunları, furu-ı fıkıh genel başlığı içinde görmek daha uygundur. Hukuk tarihi açısından daha önemli olan, bu son türdür. Çünkü bu metinler, herhangi bir hükmün dinî metinlere referansla temellendirilmesi yerine, hükmün kendisine yoğunlaşmaktadır ve bu açıdan fıkıh dilinin dinî-kurgusal söyleminden farklı olarak kendine has bir dil geliştirmiştir. Bu türde metnin yazarı, mesaisini bir hükmün dinî savunusuna hasretmediği için çok daha fazla o hükmün varlığı ve kendinde meşruiyetine 63 Bu metinlerden bir kısmının bir çok Türkçe çevirisi mevcuttur. Örneğin bkz.: Kuduri Metni Tercemesi, trc.: Ali Arslan, İstanbul: Arslan Yayınları, ts. 64 Yeni Türkçe’deki ilk fıkıh eseri, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu’dur. 65 Aslında diyâni-kazâî terimleri tam olarak bizim burada tanımlamaya çalıştığımız şekilde ayrı ayrı edebî türler oluşturmamıştır. Buna rağmen söz konusu ayrımın, bizim burada yapmaya çalıştığımız türden bir isimlendirme için kullanılabileceği kanaatindeyiz. 66 Her iki eserin de Türkçe çevirileri vardır: Hidaye Tercemesi, trc.: Hasan Ege, 3 cilt, İstanbul: Şelale Yayınları, 1982-1984; el-İhtiyar: İmam-ı a‘zamın içtihad ve görüşleri, trc.: Celal Yeniçeri, İstanbul: Emin Yayınları, 1993.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
51
yoğunlaşmak ve o hükmün olguyla ilişkisine daha fazla ilgi göstermektedir. Kadıhan’ın eseri yanında bu türe örnek olarak Burhanüşşerîa’nın Kitabü Muhiti’lBurhânî’si ile adında fetva geçse bile Kadıhan’ın eseri gibi zamanla ortaya çıkan yeni görüşleri [fetvaları] sahibine atfederek derleyen furu-ı fıkıh eserleri zikredilebilir. Osmanlı öncesi ve özellikle Orta Asya kaynaklı olup da Anadolu ve Balkanlardaki kütüphanelerde bir kısmının yüzlerce kopyaları olan fetâvâ adını taşıyan yaklaşık 50’nin üzerinde eser tespit etmek mümkündür. (Aşağıdaki bibliyografyada bunlar da dahil edilmiştir). Bu tür eserlerin nassıl ortaya çıktığına dair geleneğin aktardığı anekdotlardan anlaşılan, onların önce bir hukukçunun -kaynaklarda yer almayan- yeni konularla ilgili görüşleri olarak başladığı, ardından o kişi veya öğrencisi yahut birkaç nesil devam eden öğrenci silsilesinde derlenen görüşlerin bir kitaba dönüşmesiyle ortaya çıktıklarıdır.67 İşte bu özellikleri sayesinde, yani süreç içinde şekillenen ve hukukun değişen yüzünü yansıtan kitaplar olmaları sebebiyle bu eserler, mezhep doktrinini ve dolayısıyla mezhep kurucularının görüşlerini özetleyen ve hukukî sürekliliği bu yolla temin eden eserlerden daha fazla hukuk tarihçisi için önem arz etmektedirler. Nitekim bu türe literatürde verilen bazı adlar da olgu merkezlidir: Nevâzil ve Vâkıât.68 Nevâzil, “nazile” kelimesinin çoğulu olup insanın başına gelen olay anlamındadır. Aynı şekilde vâkıât da olan olaylar anlamındadır. Hanefî mezhebinde, furu-ı fıkıh literatürünün bu iki şerh türünü birleştirerek çok daha hacimli eserler meydana getiren bir gelenek daha vardır. Bu türün en tipik örneği ise, V./XI. yüzyılda Buhara ve civarında yaşamış olan Serahsî’nin el-Mebsût adını taşıyan devasa eseridir.69 Bu tür eserler, bir taraftan dinî metinlerin meşruiyetine önem verirken; diğer yandan da hükmün olguyla ilişkisine de özel bir itina göstermişlerdir. Fakihler ve Hukuki Hayat Fıkıh metinlerinin yazarları; toplumdan soyutlanmış, manastırında inzivaya çekilmiş kendi hayal dünyalarında yaşayan insanlar değildir. Hele de İslam’da ruhbanlık ve din adamlığı şeklinde bir sınıfın olmaması ve ulemanın sivil yönetim kurumlarının en azından yargı, çarşı pazar denetimi ve diğer sivil yapılanmaların içinde başat rolü oynayan bir unsur olduğu düşünülürse, onların yazdıklarının tarihçiler için ne kadar önemli bir kaynak olduğu daha iyi anlaşılır. Hukuk tarihi açısından hukukun hem doktrinini üretenler, hem de pratiğini yü67 Sadrüşşehîd’in Fetâvâ ve Vâkıât adlı eserleri bunun en tipik örnekleridir. Bkz.: Aşağıdaki bibliyografya, Sadrüşşehîd Ömer b. Abdülaziz maddesi. 68 Nevâzil ve vâkıât literatürü ve bunlarda izlenen hukukî yönteme ilişkin bkz.: Eyyüp Sait Kaya, “Hanefi Mezhebinde Nevazil Literatürünün Doğuşu ve Ebu’l-Leys Semerkandi’nin Kitabu’n-Nevazil’i”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1996. 69 Serahsî’nin Türkçe çevirisi hazırlanmaktadır.
52
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
rütenler, Orta çağ İslam toplumlarında kesinlikle ulema sınıfıdır. Az önce Hanefi hukuk okulu özelinde tasnif etmeye çalıştığımız fıkıh literatürünün en azından bir bölümünün, mahkeme ve onun etrafında oluşan hukuk pratiğinden doğduğu düşünülebilir. Başka bir ifadeyle fıkıh biliminin dinî niteliğinin yanında, en baştan beri fakih ile kadı arasında bir ayrımın da yapıldığını hatırlamamız gerekir.70 Kadı, fıkhın hukuka ve mahkemeye bakan yüzüdür. Fıkhın da her zaman yargı müesseselerini hem insan unsuruyla, hem de doktrin üreten metinlerle beslediğini hatırlamamız gerekir. Nitekim fıkıh metinlerinde yargı sistemine dönük somut bir edebî türün daha geliştiğini biliyoruz. Edebü’l-kâdî adı verilen bu türde,71 kadılık ve mahkeme süreci genel olarak ele alınmaktadır. Ama daha önemlisi, yukarıda furu-ı fıkıh literatürünün mebsût eserlerini tasnif ederken sözünü ettiğimiz hukukî hükümlerin dinî meşruiyetinden ziyade, kendilerini ortaya koymayı hedefleyen edebî türün aslında genellikle kadılık yapmış hukukçular tarafından üretilmiş olduğunu fark ettiğimizde, şu soru anlamlı olmaktadır: Acaba kadılık yapan veya yapmayan hukukçular ayrımı anlamlı mıdır? Ya da hukuk tarihi açısından kadılık yapmış yazarlara öncelik verilmesi gerekir mi? Bu ve benzeri soruları cevaplamak için Orta Çağ İslam literatürünün biyografik sözlükleri [tabakât] bize ışık tutabilir. Biyografik sözlükler; bize her ne kadar İslam toplumundaki tüm katmanlarla ilgili bilgi vermeseler de, hukuk tarihi açısından önemli olan kadıların da dahil olduğu bir sınıfa ilişkin önemli bir kaynaktırlar. Biyografik sözlüklerin tarihsel kaynak olarak kullanılması birtakım sorunlar içerse de72 elimizde kadılarla ilgili tarihsel bilgi elde edebileceğimiz çok az sayıdaki kaynaktan biri olduğu kuşkusuzdur. Bu metinlerden elde edilen verilerin, fıkıh literatürü ve yazarın yazdıklarıyla birlikte okunmasının özellikle hukukî-sosyal tarih açısından önemli ufuklar açması beklenebilir. Ayrıca, Orta Çağ İslam tarih yazarları da genellikle ulema sınıfındandır ve bunların yazdığı eserler ulema ile devlet ilişkileri ve kadılarla ilgili bolca malzeme ihtiva ederler. Bu çalışmanın kapsadığı dönem açısından İbnü’l-Esîr’in elKâmil adlı eseri ve benzeri genel tarihler; sadece tarihçiler için değil, hukuk tarihçileri için de önemli bir kaynaktır. Bunun yanında şehir tarihleri gibi daha özel kapsamlı tarih eserleri de Orta Çağ İslam şehirlerinde hukuk sistemlerinin bağlamını yakalamak için son derece faydalı birer kaynaktırlar. Tarih-i Nîsâbûr’dan İbnü’l-Adîm’in Buğyetü’l-Ereb fi Tarîhi Haleb’ine kadar bir çok şehir ta70 N. Calder, “Uqud Rasm al-Mufti of Ibn Abidin”, s. 218. 71 Bu edebi türe ve genel olarak İslam yargı sistemine dair bkz.: Fahrettin Atar, İslam Adliye Teşkilatı (Ortaya Çıkışı ve İşleyişi), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 1979. 72 Bunun için bkz.: Stephen Humpreys, Islamic History, 8. bölüm. Yakın zamanlarda bir tabakât eserine dair yapılmış bir çalışma mevcuttur: R. Kevin Jacques, “A Muslim History of Islamic Law: Ibn Qâdî Shuhbah’a Tabaqât al-Fukahâ’ al-Shâfi‘iyyah (The Generations of the Shafi‘î Jurists)”, Doktora Tezi, Atalanta: Emory University, Faculty of the Graduate School, 2001. Bu çalışma Şâfiî literatürüne ait ise de, genel olarak biyografik sözlüklerin verilerini kullanmak isteyen araştırmacılara bir fikir verebilir. Hanefi tabakat eserleri için bkz.: A. Özel, s. “Hanefi Mezhebi” (Literatür bölümü), DİA, c. XVI, s. 26.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
53
rihi Orta Çağ İslam şehrinde aktif olan medreseler, hocalar ve kadılar ve onların sosyal hayattaki rollerine dair bilgiler vermektedir.73 Örnek Bir Şehir: Buhara Osmanlı öncesi Türk hukuk tarihi için Orta Asya ve İran coğrafyasının önemi üzerinde durduktan ve Hanefî mezhep literatürü ve ulema tarihiyle ilgili biyografik sözlüklerin değerine işaret ettikten sonra, Karahanlılar dönemindeki Buhara şehrine ilişkin bir örnek çerçevesinde meseleyi biraz daha açmak istiyorum. Genellikle Osmanlı öncesinde ulema sınıfının siyasetle ilişkisine değinilirken, ulemanın devlet mekanizmasına entegre olmasının Osmanlı devletinde gerçekleştiği vurgulanagelmiştir. Ancak VI.-VIII./XII.-XIV. yüzyıllar arasında Buhara şehri ile ilgili bazı tarihî gerçekler bu kanaati pek doğrulamamaktadır. W. Barthold’un Kitab-i Mullâzâde adını taşıyan XV. yüzyıla ait bir ulema biyografisini kullanarak gösterdiği gibi, bu şehirde ulema yargı sisteminin ötesinde bir nüfuz ve aktif faaliyet içindedir. Bilebildiğimiz kadarıyla, Hanefî mezhebi, Samanîler döneminde Buhara ve civarında yerleşmiştir. Ebû Hafs es-Sağîr (ö. 263/877) ile birlikte, Sâmânîler döneminde bir Hanefî üstadın bu bölgede dinî kurumların başı sıfatıyla yer aldığını görüyoruz.74 Mâverâünnehir şehir ve kasabalarında Hanefi mezhebinin başat rolü oynadığı bir kurum (sadaret kurumu) ve onun mensupları Karahanlılar döneminde dinî, sosyal ve idarî özel bir konuma sahip olmuşlardır. Bu sınıfın üyeleri, söz konusu kurumun başında imam ve reis sıfatıyla bulunmaktaydılar ve kurumun başındaki kişiye sadr denilmektedir. Bu sadrlar diğer yerlerde mevcut olsalar da, esas olarak Buhara’da etkiliydiler. Sadrlar genellikle önde gelen bir ailenin fertleri arasından muhtemelen yetkinliğine göre seçilmekteydi. Bu ailelerden biri olan Burhânî ailesinin sadrlarına ayrıca sadrussüdûr da denmekteydi.75 Burhânîlerden önce 73 Bu türden eserlerin bir kısmının Türk tarihini ilgilendiren bölümlerinin Türk tarihçileri tarafından çalışma ve çeviri yoluyla işlenmiş olması hukuk tarihçisi için bir şanstır. Ancak orijinal metinler her zaman için değerlerini korumaktadır. 74 Richard N. Frye, Bukhara: The Medieval Achievement, California: Mazda Publishers, 1996, s. 47. 75 Burhânî ailesinin sadrlarının bir listesi Von Omeljan Pritsak, [“Al-i Burhân”, Der Islam, 1952, c. XXX, sy. 1, s. 81-96] tarafından verilmektedir: Abdülaziz ibn Ömer ibn Mâze: I. Ömer b. Abdülaziz (483-536/1090-1141) I. Ahmed b. Abdülaziz (551/1156) I. Muhammed b. Ömer (559/1163/4 I. Mahmud b. Ahmed (yak. 570/1174) II. Abdülaziz b. Muhammed (593/1196/7) II. Ömer b. Mes‘ûd b. I. Ahmed (603/1206-7 II. Muhammed b. I. Ahmed (551-616/1156-1219) III. Muhammed b. II. Abdülaziz (618/1221) II. Ahmed b. III. Muhammed (636/1238)
54
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
İsmailî ailesi, ondan sonra Saffârî ailesi (V. yüzyılda) hem dinî, hem de sivil bir role sahiptiler. Bu aileler aynı zamanda ekonomik olarak da güçlüydüler. Muhtemelen hem dinî sebeplerle, hem de ekonomik çıkarlarını korumak için bu aileler sık sık yönetimle çatışmışlardır. Tamgaç Han İbrahim’in oğlu Şemsülmülûk Nasr, 461/1069’da, imam ve sadr İsmail b. Ebî Nasr es-Saffar’ı Sem‘ânî’ye göre, Han’a emri bi’l-ma‘rûf yaptığı için idam ettirmiştir.76 Ünlü Serhasî’nin de aynı dönemde, yine aynı gerekçeyle uzun bir hapis hayatına mahkum edildiği bilinmektedir.77 Siyasî otoriteye karşı çıkma arzusu ve gerekirse bunun bedelini ödemeye hazır olma, Buhara’nın sonraki sadrlarının ve imamlarının bir özelliği olmuştur. Burhânî ailesinin fertleri, Karahanlılar ve Karahıtaylar eliyle “şehit” edilmişlerdi. Burhânî ailesinin fertleri genellikle “Burhânü’d-din” veya “Burhanü’d-din ve’l-mille” lakabını taşımaktadırlar. Buna göre Selçuklu sultanı Sencer, 495/1102’de Mâverâünnehir’e geldiğinde, Buhara imamı olan Ebû İshâk İbrahim es-Saffârî’yi görevden almış ve onun yerine sadr olarak Abdü’l-azîz b. Ömer Mâze’yi atamıştır. Bundan sonra yaklaşık 150 yıl sürecek olan Burhâni ailesinin dönemi başlamıştır. Sencer’le ailevi bağları olan Burhâni ailesi Karahanlılar gibi Selçuk vassalı olmuş, ama büyük bir katliama dönüşen Karahıtay-Sencer savaşı sırasında, Abdülaziz’in oğlu Sadrüşşeria Hüsamüddin, 536/1141’de öldürülmüştür. Buna rağmen Burhânî ailesi Gur-Han ile anlaşmış ve Kara-Hıtay’ın Buhara’da temsilcisi olmayı kabul etmiş ve onlar için bölgede vergi toplamışlardır. Bundan sonra değişik yönetimler altında Burhânî ailesi konumlarını korumayı bilmiş ve nihayet 636/1238-1239 yılında Buhara’da çıkan bir ayaklanmadan sonra ailenin reisliği sona ermiştir. Bundan sonra Buhara’da bir başka Hanefi aile sadrussüdûr görevini üstlenmiştir: el-Mahbûbî ailesi. Bunlar Arap soyundan geldikleri iddiasındadırlar ve bazen Burhânü’d-din lakabını da kullanmışlardır. VI./XII. yüzyılda bu aile önemli Hanefi alimler çıkarmıştır: Ahmed b. Ubeydullah el-Mahbûbî (546630/1151-1232). İzleyen yüzyıllarda ailenin üyeleri pek çok fıkıh ders kitabı yazmışlardı. Bu eserler oldukça kabul görmüştür. Aile VIII./XIV. yüzyılın kaynaklarında dahi geçmektedir. İbn Battuta, Buhara’da 733/1333’te Sadrüşşeria Ubeydullah b. Mes‘ûd el-Mahbûbî ile karşılaşmıştır. Ünlü Türk hükümdarı Timur’un bu kişinin kızıyla evli olduğu iddia edilmektedir.78 İlhanlılar, Timurlular ve sonraki Türkmen devletlerinde de sadr makamı gelişerek tüm din-kazâî işlerin başı konumuna yükselmiştir. 76 Barthold, Turkestan, s. 36 ve 320. 77 Hamidullah, “Serahsi”, İA, c. X, s. 506. 78 Timur’un annesi için bkz.: Tüzükât. Mahbûbî ailesinin Hoca Muhammed Parsa (ö. 865/1461) tarafından XV. yüzyılda verilmiş şeceresi için bkz.: Muhammed b. Muhammed el-Hâfızî Hoca Parsa (ö. 865), Muhammed b. Muhammed el-Hâfızî Hoca Parsa (ö. 865), “Nesebü Sadrüşşeria Ubeydullah el-Mahbûbî el-Ensârî el-Buhârî”, Yahya Mahmud b. Cüneyd, (haz.), Ad-Diriyah, 1423/2002, c. V, s. 18-19, s. 135-170.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
55
Yukarıda Barthold,79 Bosworth80 ve Pritscak’tan81 özetleyerek verdiğimiz bu örneğin bize işaret ettiği ilginç sonuçlardan bir kaçına değinelim. Öncelikle hukukçuların da içinde olduğu ulemanın tarihi, Türk tarihinin çok önemli bir kaynağını teşkil ettiği bu örnekten anlaşılmaktadır. Tabakât eserlerinin tarihsel verilerle karşılaştırılmasının bu manada ne kadar faydalı sonuçlar doğuracağını Burhanî-Mahbûbî ailesinin tarihi bize göstermektedir. İkincisi Hanefî mezhebi tarihinde V.-IX. yüzyıllar arası dönemin çok önemli bir safhayı teşkil ettiği bilinmektedir. Debûsî, Serahsî, Pezdevî, Merğînânî, Kadıhan ve daha başka pek çok Hanefî mezhebi tarihinde otorite olan isim, bu dönemde yaşamıştır. Hatta Hanefî mezhebinin olgunlaşmasının ve en temel eserlerinin yazılmasının, aşağıdaki bibliyografyanın da gösterdiği gibi, bu devrede olduğunu söylemek bir abartı sayılmaz. Üçüncüsü, bu kişilerin neredeyse tümü ya doğrudan kadılık yapmış veya bir şekilde yargı sistemiyle ilişkide olmuş kişilerdir. Sadr ailelerinin aslında bu dönemde eğitim, yargı, sosyal hizmetler ve diğer sivil yapıların başı olması sebebiyle Hanefî hukuk okulunun burada açıkça bir sponsorluk sistemi geliştirdiği anlaşılmaktadır. Hanefî mezhebinin Osmanlı öncesinde genel olarak Karahanlılar ve Timur Devleti’nin hakim oldukları bu devredeki başarısının böyle bir arka planı olduğu anlaşılmaktadır. O halde Osmanlı öncesi Türk hukuk tarihinin bu safhasının anlaşılmasında, ilgili tarih literatürünün önemi tekrar vurgulanmalıdır.
79 Barthold, Turkestan, s. 353-355; a.mlf., “Burhân” First Encylopaedia of Islam 1913-1936, Leiden: Brill, 1987, c. II, s. 797-798; Ali Öngül, “Burhan Ailesi”, DİA, c. VI, s. 430-432. 80 C. E. Bosworth, “Ilek-Khans or Karakhânids”, c. III, 1113-1117; a.mlf., “Al-e Borhân”, EIr (Encyclopaedia of Iran), c. I, s. 753-754. 81 Pritsak, “Al-i Burhân”, s. 81-96.
56
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
EK Osmanlı Öncesi Türk-İslam Hukuk Tarihinin (yak. 450-800/1060-1403) Fıkıh Kaynakları: Eserleri Günümüze Ulaşmış Hanefî Hukukçuların, Yaşadıkları Şehir veya Bölgeye Göre Bibliyografyası Aşağıdaki bibliyografya, yazdığı eserler günümüze ulaşmış Hanefî hukukçuları esas almaktadır. Temel düşünce, özellikle Osmanlı coğrafyasında istinsah edilerek günümüze ulaşmış olan bu eserlerin Osmanlı hukuku üzerinde bir şekilde tesir icra ettiği varsayımına dayanmaktadır. Eserlerin sadece kullanıldığı için günümüze kadar kaldığı varsayımı genel olarak doğru olsa da, başka faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Örneğin Moğol istilasından daha az zarar görmüş olan kısmen Suriye ve özellikle Mısır’daki Moğol öncesi döneme ait eserlerin sonraki dönemlere kalma şansı daha yüksek olmuştur. Günümüze ulaşmış her eserin aynı oranda Osmanlı dönemi Hanefi hukukuna ve dolayısıyla Osmanlı hukukuna etkide bulunduğunu da söylemek istemiyoruz. Bibliyografyada tesirli olanlar özellikle belirtilecektir. Buna rağmen, mümkün olduğu kadar mevcut tüm Hanefî fıkıh eserlerinin bibliyografyaya dahil edilmesi hedeflenmiştir. Bibliyografyanın kronolojik, coğrafî yahut Türk devletlerinin dönemlerine göre sıralanması şeklindeki üç tasnif alternatifinden, coğrafî olan tercih edilmiştir. Coğrafî olanın kronolojik ve Türk devlet dönemlemesini de içerdiği düşünülmektedir. Ayrıca Orta Çağ tarihinde coğrafya, zaman ve dönemsellikten daha fazla süreklilik imkanı vermektedir. Hukuk ve özellikle fıkıh mezhepleri kurumsal devamlılığı gerçekleştirmek için siyasî değişimlerden etkilenmeyecek bir söylem ve otorite inşa etmeyi başarmışlardır. Adeta zamandışı bir dil ve değişime kapalı bir söylem geliştirilmiştir. Bu yüzden bir fıkıh metnini dönemine ve konjonktürüne bağlamanın yolu, onu mekana indirerek o mekan içinde dönemsel şartları fark etmek olabilir. Hukukçuların yaşadıkları dönem ölüm tarihleriyle mutlaka verilmiş ve bilgiye ulaşıldıkça ağırlıkla yaşadığı ve yerleştiği coğrafya, eğitimini aldığı okullar ve kadılık yaptığı şehirler temelinde bir tasnife gidilmiştir. Orta Çağ İslam geleneğinde bir çok yazarın nisbesi, doğduğu şehre bağlı olarak tespit edildiği için, nisbesinden hareketle verilecek coğrafî kimlik yeterli olmayabilir. Bu yüzden yetiştiği ve yaşadığı yerler özellikle belirtilmeye çalışıldı. Buna imkan bulunamayan bazı durumlarda nadiren de olsa nisbe esas alınmıştır. Hanefîliğin esas alınması, Anadolu’daki Türk devletlerinin ve özellikle Osmanlı’nın Hanefî hukukunu genel olarak benimsemiş olmasındandır. Ayrıca Müslüman olan Türk devletleriyle Hanefîliğin kaderinin bir şekilde ilişkili olduğunu da söylemek mümkündür. Eğer Orta Asya’dan başlayarak İran, Irak ve Suriye coğrafyasına yayılan ve oradan da Anadolu ve Balkanlar’a yerleşen Türk-
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
57
ler; Hanefîliği İslâmî kimliklerinin bir parçası olarak görmeselerdi, Hanefî mezhebinin Bağdat’ta V./XI. yüzyılın ortalarından itibaren zayıflamasıyla yok olmasa da, çok marjinal bir konuma itileceğini söylemek mümkündür. Aynı şekilde Hindistan ve Mısır’daki Türk hanedanlarının da buralarda Hanefîliği himaye ettiklerini biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin -Anadolu’nun büyük bölümü ve Balkanlar gibi- merkezî topraklarında diğer Sünni mezheplerin varlığının olmaması, bu devletin hukukî kurumlarının oluşumunda Hanefîliğin etkili olduğunu gösteren önemli göstergelerdir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türk nitelemesini ulus bilincinin hakim olduğu modern dönemdeki anlamından farklı anlamda kullanmaktayız. Aşağıdaki bibliyografya, adı geçen hukukçuların etnik kökenlerini araştırmayı hedeflememektedir. Böyle bir çaba en azından ilgilenilen dönem için pek anlamlı değildir. Zira bu dönemde, etnik kökeni ne olursa olsun, dinî ve siyasî elitin yazılarını Arapça ve Farsça verme eğiliminde olduğunu biliyoruz. Bu sebeple, aşağıda, Türk Hanedanlarının veya bugün Türk devletleri olarak algılanan siyasî yönetimlerin hakim oldukları bölgelerde bir şekilde yaşayan ve yazan Hanefî hukukçular seçilmiştir. Bu çalışmanın kapsadığı dönemde Hindistan, Mısır, Suriye gibi hakim etnik unsurun Arap olduğu bölgelerle İran gibi Fars, Arap, Türk, Moğol vs. kökenli nüfusun yaşadığı ve Hanefî olmayan hukuk okullarının yaygın olduğu bölgelerde de Türk Hanedanların hakim olduğu bilindiğine göre, çalışmanın buralardaki hukukçuları da kapsaması gerekirdi. Aslında, özellikle Büyük Selçuklu Devleti açısından Şâfiî ve kısmen de Hanbelî mezheplerinin de dikkate alınması gerekir ve İran, Irak ve Suriye bölgeleri için bu mezhep mensuplarının yazıları vazgeçilmez kaynaklardır. Ancak bir taraftan çalışmayı sınırlandırma gereği, diğer yandan da Osmanlı hukukunun oluşumunda esas olarak Hanefîliğin etkili olması, konuyu bu mezheple sınırlamaya mecbur bırakmıştır. Yine de bu bölgelerin hukuk tarihine dair yapılacak bir çalışmanın diğer hukuk mezheplerinin hukukî edebiyatına da ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır. Aşağıda, Osmanlı öncesi Hanefî fıkıh bibliyografyasında bir taraftan fıkıh eserlerinin hangi türe ait olduğu tespit edilmeye çalışılırken, diğer yandan da ilgili eserin veya yazarının yaşadığı coğrafya ve zaman diliminin tespit edilmesi esasına riayet edilmiştir. Bu şekilde hukuk tarihi çalışabilmek için genel bir zemin ve bir ön çalışma yapılması hedeflenmiştir. Aslında hem dönemin uzunluğu, hem de coğrafyanın genişliği ve dolayısıyla konu kapsamında değerlendirilmesi gereken Türk devlet, sayısının fazlalığı nedeniyle, her bir devletin ayrı ayrı ele alınarak daha ayrıntılı birer literatür çalışmasına konu edinilmesi daha faydalı olacaktır. Bu tür çalışmalar ortaya çıkıncaya kadar bu genel çalışmanın bir boşluğu dolduracağını ümit ediyoruz. Kısaltmalar DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İSAM. İA: Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi.
58
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
GAL: C. Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur. GAS: F. Sezgin, Geschichte des Arabischen Schrifttums. Kavakçı: Yusuf Ziya Kavakçı, XI. ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâverâ’ al-Nahr İslâm Hukukçuları, Ankara: Sevinç Matbaası, 1976. Özel: Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1990.
Bağdat Bağdat’ın Abbasilerce kuruluşuyla birlikte, Hanefi hukuk okulunun ortaya çıktığı Kufe önemini yitirmiş ve Hanefîlik gerçek anlamda bir ekol haline Bağdat’ta gelmiştir. Abbasilerin ilk döneminde Hanefi hukukçuların ve alimlerin yönetici ve elit sınıf arasında önemli bir yeri vardır. Yaklaşık 300 yıl süren bu dönemde (Ebû Hanife’den [ö. 150/767] Kudurî’nin [362-428/972-1037] ölümüne kadar olan devre) Hanefî hukuk okulunun bundan sonra temelini teşkil edecek olan hukuk literatürü Bağdat’ta ortaya çıkmıştır. Şeybânî’nin (189/805) kurucu metinleri,82 Ebû Yusuf’un (182/798) Kitabü’l-Harâc’ı, Hilâlürrey’in (245/860) Ahkâmü’l-vakf’ı, Hassâf’ın (261/874) Kitabü’l-Hiyel, Edebü’l-Kâdi’si ve Ahkâmü’l-Vakf’ı, Kerhî’nin (340/951) ve Kudûrî’nin (428/1037) Muhtasar’ları gibi Hanefî hukuk tarihinin temel eserleri, hep Bağdat’ta üretilmiştir. Bağdat, Hanefi mezhebinin oluşumu açısından son derece önemli olsa da, bizim ilgilendiğimiz Türk devletleri hukukunun bir parçası olarak Hanefi hukuku açısından çok zengin bir malzeme vermemektedir. Çünkü Selçuklular, V. yüzyılın ortalarında Bağdat’a girip ve burada hakimiyet sağladıklarında Hanefilik Bağdat’ta önemli ölçüde zayıflamıştı. Bağdat’ın bu dönemde daha gelenekçi-muhafazakar Sünni çizgiye doğru kayması, rey taraftarlarının önde gelen hukuk okulu olarak kabul edilen Hanefiliğin buradaki pozisyonunu sarsmıştır. Bundan sonraki yüzyıllarda Hanefilik parlak ürünlerini Orta Asya’da verecektir.83 Bununla birlikte Hanefi mezhebi burada tamamen silinmemiştir ve Meşhedü Ebî Hanife medresesi aracılığıyla eğitim ve yargı sisteminde varlığını sürdürmüştür. Ancak aynı dönemde, Orta Asya’da, ortaya çıkan başarılı hukuk metinlerinin örneğine burada artık nadiren rastlanılmaktadır. Aşağıda bunlara birkaç örnek verilecektir. Dikkat edilirse özellikle VII./XIII. yüzyılın başından itibaren eserlerde bir artış vardır. Bu artışta; bölgenin gittikçe artan oranda Türk emirlerle yönetil82 Hanefî mezhebinin kurucu metinleri içerisinde en önemli yeri, Zâhirü’r-rivâye adı verilen ve üç kurucu imamdan biri olan Muhammed Şeybânî’ye nispet edilen şu altı eser işgal etmektedir: Kitabü’l-Asl veya Kitabü’l-Mebsût, el-Câmiu’l-kebîr, el-Câmiu’s-sağîr, es-Siyeru’lkebîr, es-Siyeru’s-sağîr, ez-Ziyâdât. Bibliyogafya içinde de göreceğimiz gibi, bu kurucu metinler üzerine şerh yazmak Hanefî geleneğinde en önemli fıkhî-edebî faaliyetlerden biri olarak görülmüştür. 83 Bu konuda bkz.: Murteza Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet: Hanefi Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1994, 2. ve 4. bölümler.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
59
meye başlaması ve Moğol istilasından kaçan Orta Asya ve İran alimlerinin Bağdat ve batıya doğru Suriye ve hatta Mısır’da önemli bir varlık sağlamaları bunda etkili olmuş olabilir. 1. Dâmegânî el-Kebîr, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali (398-478/10081085):84 Nişapur’da eğitimine başladı. Meşhur Kudurî’nin ve erken dönem Hanefîlerinin biyografik sözlüğünün yazarı ve kendisi de kadı olan Saymerî’nin (ö. 436/1044) öğrencisidir. Meşhur bir kadı ailesinden olup Selçuklular döneminde 30 yıl Bağdat’ta kadılkudatlık yaptı (447/1055’ten ölünceye kadar). Günümüze ulaşan bir eseri: Kitâbü Mesâili’l-Hîtân ve’tTuruk: C. Kallek, duvar, yol, su yolları ve benzerlerinin mülkiyetiyle alakalı hukukî meseleler ihtiva ettiği söylenen bu eserin, Süleymaniye nüshası ve Bağdatlı İsmail Paşa’dan hareketle, ona değil de Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed ed-Damegânî’ye ait olduğu iddiasındadır.85 Ancak Makdisi’nin el-Cevâhiru’l-Mudiyye’ye ve diğer biyografik sözlüklere dayanarak verdiği -hemen hemen hepsi kadılık ve benzeri bir işte çalışan- Dâmegânî ailesinin meşhur alimlerine ait şecerede, Hüseyin b. Muhammed ismini taşıyan yoktur. Ebû Abdullah künyesi ve Hüseyin ismine uyan bu şecerede Hüseyin b. Ali b. Muhammed (ö. 561/1166), Dâmegânî el-Kebîr’in torunudur.86 O halde eserin ona mı, dedesine mi yoksa başka birine mi ait olduğu belli değildir. Her halükarda eserin V.-VI/XI.XII. yüzyıllarda Bağdat’ta yaşayan bir Hanefî kadıya ait olduğu kesindir. 2. Ebü’l-Kasım Ali b. Muhammed es-Semenânî er-Rahbî (493/1000):87 Dâmegânî’nin öğrencisi olup Musul kadılığı yapmıştır ve Nizamülmülk için çalışmıştır. 478/1075 yılında tamamladığı Kitâbü Ravdati’l-kudât ve tarîki’n-necât, kadı için gerekli bilgileri ihtiva ediyor. 3. Et-Türkî, Necmüddin Ebü’l-Fedâil Ebü’ş-Şücâ‘ Bekbers (Menkübers) b. Yaltafkılıç (652/1254):88 Halife el-Mustansır’ın mevlasıdır. el-Muhtasaru’l-Hâvî li-beyâni’ş-şâfî, kendisinin el-Müntehab min Ulûmi’l-Mezâhib adlı eserinin özetidir. 4. El-Mevsılî, Ebü’l-Fadl Mecdüddin Abdullah b. Mahmud Mevdûd el-Büldücî (Büldecî) (599-683/1202-1284):89 Şam’da Cemaleddin el-Hasîrî’den fıkıh eğitimi aldı. Bir süre Kufe kadılığı yaptı. Bu görevden azledildikten sonra Bağdat’ta Meşhed-i Ebî Hanife medresesinde ölünceye kadar mü84 GAL, c. I, 460; Suppl. I, 437; Makdisi, “al-Dameghani”, EI 2, Suppl., s. 191-195; C. Kallek, “Dâmegânî”, DİA, c. VIII, s. 453-454. 85 Kallek, “Dâmegânî”, DİA, c. VIII, s. 454. 86 Makdisi, “al-Dameghani”, EI_, Suppl. s. 191. 87 GAL, c. I, s. 461; Suppl. I, s. 638-639. 88 GAL, Suppl. I, s. 655. 89 GAL, c. I, s. 476, Suppl. I, s. 657; Özel, s. 69; Davut Yaylalı, “Mevsılî”, DİA, c. XXIX, s. 487-488.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
60
derrislik yaptı. 1. El-Muhtâr li’l-fetvâ; Hanefi fıkhında dört muteber fıkıh metninden (mütûnü erba‘a) biridir (diğerleri: Kenzü’d-dekâik, el-Vikâye ve Mecmau’l-Bahreyn). 2. El-İhtiyâr li-ta‘lîli’l-Muhtâr; bir önceki eserinin şerhidir. 3. El-Fevâid adlı eserinin iki yazması Brockelmann tarafından kaydedilmiştir. 5. İbnü’s-Sa‘âtî, Ahmed b. Alî b. Sa‘leb el-Bağdâdî el-Ba‘lbekkî (694/1295):90 Mustansıriyye medresesinde ders verdi. Babası bu medresenin kapısındaki meşhur saati yapan kişidir. 1. Mecmau’l-Bahreyn ve mülteka’n-neyyireyn: Kudûrî’nin Muhtasar’ı ile 537/1142’de vefat eden Nesefî’nin Manzûme’si esas alınarak telif edilen (690/1291’de telifi bitirmiş) eser, dört muteber Hanefî metninden biridir. 2. Fıkıh teorisine ilişkin olan Bediu’nNizâm adlı eseri de meşhurdur. 6. Semenkânî (es-Sem‘ânî), Hüseyin b. Muhammed (Nisapurlu, 740/1339 dolayları VIII./XIV. yüzyıl).91 Hizânetü’l-Müftîn (Mecmau’l-fetâvâ). 7. İtkânî, Kıvamüddîn Emir Katip b. Emir Ömer b. Emir Gâzi el-Fârâbî (685758/1286-1357).92 Bağdat’ta kadılık, Şam’da ve Kahire’de hocalık yapmıştır. 1. Gâyetü’l-beyân ve nâdiretü’l-akrân fî âhiri’z-zamân: 26 yılda tamamlanmış bir Hidâye şerhidir (746/1346’da tamamlandı). Ayrıca Zemahşeri’ye bir ayetin tefsiri konusunda yazdığı bir reddiye ile Alaüddin isimli Sivaslı-Malatyalı bir arkadaşı için 756/1355’te yazdığı er-Risâle’lAlâiyye adlı eseri de günümüze gelmiştir. Buhara Buhara, Karahanlılar tarafından alınmasından çok önce Hanefiliğin önemli bir merkezi haline gelmişti. Hatta Hanefî mezhebinin ilk üç yüzyılını (150’den 450’ye kadar olan dönemini) ve bir de Osmanlı dönemini dışarıda tutarsak, Hanefi hukuk okulunun olgunluk dönemi diyebileceğimiz -bu çalışmanın da kapsadığı dönem olan- 450-750/1058-1349 yılları arasında Buharalı Hanefîlerin, Hanefi hukuk edebiyatına katkılarıyla kıyaslanabilecek hiçbir merkez olmadığını bile söyleyebiliriz. 450/1058’den sonraki Buharalı yazarların günümüze ulaşan kitaplarına baktığımız zaman, bunların hem hacim ve sayı bakımından ve hem de mezhep doktrininin gelişimi açısından son derece zengin bir yekun tuttuğunu aşağıdaki bibliyografya da göstermektedir. Bibliyografyadan önce, Buhara şehrinin bizim ilgilendiğimiz dönem tarihine dair yapılmış, yukarıda sözünü ettiğimiz sadr kurumuna ilişkin çalışmalar yanında, temel olarak Samaniler 90 GAL, c. I, s. 477, Suppl. I, s. 658; Özel, s. 70-71; Ahmet Özel, s. “İbnü’s-Sââtî”, DİA, c. XXI, s. 190-192. 91 GAL, c. II, s. 209, Suppl. II, s. 204; Özel, s. 76. 92 GAL, c. II, s. 95; Suppl. II, s. 87-8; Özel, s. 79-80.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
61
dönemini esas alan ama Karahanlılar dönemine de değinen Richard N. Frye’nin Bukhara: The Medieval Achievement93 adlı monograf çalışmasına değinmek gerekir. Hanefi mezhebinin bu şehirde yerleşmesi, dinî kurumlar, sadr sisteminin Buhara modelinde Orta Asya ve diğer şehirlere yayılması, medresenin burada doğmuş olabileceği vs. gibi konulara da değinen Frye’nin temel kaynağı Nahşebî veya Nesefî’nin Tarih-i Buhârâ’sıdır. Kitâbü Mullazâde ve Kitâbü Mezârâti Buhârâ da şehir tarihi açısından çok önemli kaynaklardır. Buhara’nın Hanefiliğin tarihindeki bu olağanüstü öneminin arkasında, büyük bir ihtimalle, bu şehirdeki kurumların ve dinî vakıfların Hanefî sadrlar tarafından kontrol ediliyor olması yatmaktadır. Frye’nin belirttiğine göre, Sadr Ömer b. Abdülaziz’in yıllık gelirleri çok yüksekti: Bu servet, hem toprak, hem de çarşıdaki dükkan kiraları, hamamlar ve kervansaraylardan ve başka tesislerden gelmekteydi.94 Batrthold’un aktardığı bir başka bilgiye göre, Buharalı bir başka sadr, Muhammed II b. Muhammed (616/1219), 6000 fakihin sponsorluğunu yapmaktaydı.95 Aşağıdaki bibliyografyanın da gösterdiği gibi Buhara’nın bu özel konumu, onu, Hanefi mezhebi tarihinde çok önemli bir yere koymaktadır. Esas olarak 450’den sonraki eserleri versek de, daha erken döneme ait bazı eserlere de burada atıfta bulunmamız, Buhara’nın bu olağanüstü pozisyonunu anlamamıza yardım edebilir. Bunların başında, Sâmânî devletinde vezirlik de yapmış olan Hâkim-i Şehîd el-Mervezî’nin (334/945) Muhtasaru’l-Kâfî adlı eseri gelir. Bu eser, Hanefî geleneğine göre, Şeybânî’nin Hanefî mezhebinde Zâhirü’r-rivâye adı verilen eserlerinden derlenen bir çalışma olup Şeybânî’nin eserlerinden sonra ikinci en önemli mezhep kaynağıdır.96 Debûsî ve Halvânî’den de söz etmek gerekir. Debûsî’nin ismi, karşılaştırmalı İslam hukuk okulları bağlamında önemli iken; Halvânî ile birlikte o, aynı zamanda, Buhara’daki Hanefî hukuk okullarında yetiştirdikleri öğrencileriyle ve yazdıkları eserlerle çok etkili olmuşlardır 1. Debûsî, Ubeydullah b. Ömer (430-1039):97 Buhara kadısı olan Debûsî’nin Buhara’da bir ekol oluşturduğu bilinmektedir.98 1. Te’sîsü’n-nazar: Kendisine ait olup olmadığı kesin olarak bilinmeyen bu eser, Türkçe’ye de yakın zamanlarda aktarılmıştır.99 2. El-Esrâr fi’l-furû: Onun Şafii ve Hanefî 93 California: Mazda Publishers, 1996 [Türkçe tercümesi için bkz.: Buhara, trc.: Hasan Kurt, Ankara: Bilig Yayınları, 2003]. 94 Frye, Bukhara, s. 47. 95 Barthold, Turkestan, s. 354-355. 96 Belki de bu eseri meşhur eden esas olarak Serahsî’nin onun üzerine yaptığı Mebsût adlı büyük şerh çalışmasıdır. Serahsî aşağıda gelecektir. 97 Ahmet Akgündüz, “Debûsî”, DİA, c. IX, s. 66-67. 98 Bkz.: M. Bedir, “Early Development”, s. 32-38. 99 Ebu Zeyd ed-Debusi, Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, Ferhat Koca, (trc., notlandıran ve haz.), Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
62
hukukunu mukayeseli olarak ele aldığı eseridir. Bu eserin bir kısmı yayımlanmış, tamamı ise Salim Özer tarafından doktora tezi olarak tahkik edilmiş ama yayımlanmamıştır.100 3. Takvîmü’l-edille ise, Debûsi’nin hukuk teorisine ilişkin eseri olup kendisinden sonra hukuk teorisinin şekillenmesinde çok etkili olmuştur.101 2. Halvânî, Abdülaziz b. Ahmed, Şemsüleimme, (448 veya 452 /1056 veya 1060):102 Buharalı. Keş’te öldü ve Buhara’da Kelâbâz mahallesine gömüldü. Serahsî, Pezdevî kardeşler ve Buhara tarihçisi Nahşebî (Nesefî) onun öğrencilerinden bazılarıdır. 1. El-Mebsût. Kavakçı, Müntehabü’l-Fetâvâ adlı bir eserinden söz eder;103 ancak bu eser ona ait değildir.104 3. Nâsıhî, Ebû Muhammed Abdullah b. Hüseyin en-Nisâbûrî (447/1055):105 Sultan Mahmud b. Sebüktekin’in Buhara’da kadılkudatlığını yaptı, 373’te kadı idi. Oğullarından da kadılık yapanlar var. Tuğrul Bey’le Büveyhi emiri Ebu Kâlîcâr arasında 439/1047’de sulh yapılmasına aracılık etti. 1. Cem‘u yahut Muhtasaru vakfeyi’l-Hilâl ve’l-Hassâf. Kitap Ahkâmü’l-evkâf adıyla da bilinmektedir. 2. Edebü’l-kâdî. Muhtemelen kaynaklarda Tehzîbü Edebi’l-kâdî li’l-Hassâf adıyla geçen eser olmalıdır. 4. Suğdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin (461/1069):106 Buhara kadısı ve Serahsî’nin hocasıdır. Eseri: En-Nutef fi’l-fetâvâ (en-Nutefü’l-hisân fi’l-fetâvâ).107 S. En-Nahî eserde geçen şahıslarla ilgili bilgi vermiş ve fıkhî terimlerle ilgili sonuna bir açıklama ekleyerek tahkik etmiştir.108 Kitap, fetva adını taşısa da, esasen -yukarıda Hanefî fıkıh kitaplarını tasnif ederken söylediğimiz- hukukî-fıkhî niteliğe sahiptir; yani genellikle delillendirme içermeden fıkıh konularına göre düzenlenmiş görüşlerden oluşur. 5. Pezdevî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, Ebu’l-Usr Fahrulislam (400482/1009-1089):109 Hanefî mezhebindeki en meşhur hukuk teorisi eserinin yazarı olan Pezdevî, Serahsî ile birlikte hukuk teorisinin klasik formunu kazanmasında çok etkili olmuştur.110 1. Kitâbü’l-Usûl: Kenzü’l-vusûl adıyla da bilinir. 2. Kitâbü’l-Mebsût li’l-Fetâvâ. 3. Şerhu’l-Câmiu’s-sa100 Salim Özer, “Ebu Zeyd ed-Debbusi ve el-Esrar fi’l-usuli ve furu Adlı Eserinin Tahkiki”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1997. 101 Bkz.: M. Bedir, “Early Development”. 102 GAL, Suppl. I, s. 638; Kamil Şahin, “Halvânî”, DİA, c. XV, s. 383. 103 Kavakçı, s. 42-43. 104 K. Şahin, “Halvânî”, DİA, c. XV, s. 383. 105 GAL, c. I, s. 459-460; Suppl. I, s. 637; Özel, s. 39. 106 GAL, c. I, s. 460; Suppl. I, s. 637; Kavakçı, s. 45-46; Özel, s. 40. 107 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, DİA, c. XVI, s. 23. 108 Bağdat: Vezaratü’l-evkâf, 1975-1977. 109 GAL, c. I, s. 460; Suppl. I, s. 637-638; Kavakçı, s. 51-52; Özel, s. 41-42. 110 Bkz.: M. Bedir, “Early Development”, Birinci Bölüm; a.mlf., Fıkıh, Mezhep ve Sünnet, “Giriş”.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
63
gîr. 4. Ez-Ziyâdât veya Ziyâdâtü’z-Ziyâdât. Son üçü Şeybânî’nin, mezhebin kurucu metinleri olan el-Asl veya el-Mebsût, al-Câmiu’s-sagîr ve ezZiyâdât adlı eserlerine bir nevi şerh çalışmasıdırlar. Pezdevî’den önce de, ama özellikle ondan ve Serahsî’den ve bu ikisinin hocası olan -yukarıda adı geçen- el-Halvânî’den sonra Hanefî mezhebinde bu kurucu metinlere şerh yazmak gelenek olmuştur: Bu üç metinle birlikte kurucu metinler altı tanedir: al-Câmiu’l-kebîr, es-Siyerü’s-sağîr ve es-Siyerü’l-kebîr.111 6. Serahsî, Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl (400-483/1009-1090):112 Buhara’da yetişmiş, eserlerini Uzkend’de [Özkent’te] 11 sene mahkum olarak yaşadığı bir hapishanede kaleme almış ve hayatının sonlarını Fergana bölgesinde geçirmiştir. Kuşkusuz Serahsî, Hanefî mezhebinin tarihinde en önemli birkaç isimden biridir. Bunu hukuk teorisine dair yazdığı alUsûl yanında, esas olarak Hanefî fıkhının tartışmasız en etkili eseri olan el-Mebsût’a borçludur. [Bu ad mutlak kullanıldığında Serahsî’nin Mebsût’u kastedilir.113] El-Mebsût, M. Hamidullah’a göre, geniş bir hukuk eseri olup sosyal hayattan bol malzeme içermektedir.114 15 cilt halinde yayımlanmış olan bu eserin Türkçe bir çevirisi de hazırlanmaktadır. Diğer eserleri: 1. Şerhu Siyeri’l-kebîr: Bu eser, uluslararası hukuka dair olup yayımlanmıştır. Eserin Türkçe çevirisi Mehmed Münib Ayntabî tarafından yapılmış ve İstanbul’da yayımlanmıştır.115 Fransızca çevirisi UNESCO tarafından M. Hamidullah’a yaptırılmıştır.116 2. En-Nüket (Ziyâdâ111 Bu metinler ve şerhleri için bkz.: Sezgin, GAS, c. I, s. 430-432. 112 Serahsî bibliyografyası oldukça zengindir. Başlıcaları şunlardır: Heffening, “al-Sarakhsi”, First Encyclopaedia of Islam 1913-1936, c. VII, s. 159; GAL, c. I, s. 460-461, Suppl. I, s. 638; M. Hamidullah, “al-Sarahsî”, İA, c. X, s. 502-507; N. Calder, “Sarakhsi”, c. IX, s. 35-36; M. Hamidullah, “Usûl al-fıkh’ın Tarihi”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1956-1957, c. II, sy. 1, s. 1-18; 900. Ölüm yıl dönümü münasebetiyle büyük İslam Hukukçusu şemsü’l-eimme es-Serahsî Armağanı, Ankara: A. Ü. İlahiyat Fakültesi, 1965; Hans Kruse, “İslam Devletler Hukuku”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, sy. 4, s. 58-60; M. Hamidullah, “Serahsi’nin Devletler Umumi Hukuku’ndaki Hissesi”, es-Serahsî Armağanı, s. 15-25; Salih Tuğ, “Eserlerinde Rastlanan İfadelerine Göre İmam Serahsi’nin Hapis Hayatı”, es-Serahsî Armağanı, s. 43-60; Hussain Kassim, “Sarakhsi’s Doctrine of Juristic Preference (istihsan) as a Methodological Approach Toward Worldly Affairs (Ahkam al-Dunya)”, American Journal of Islamic Social Sciences, 1988, sy. 5, s. 181-204; Julian Johansen, “Al-Sarakhsi’s Contribution to International Relations and International Law in Islam”, Islamica, 1998, c. II, sy. 4, s. 55-61; Tahsin Görgün, Sprache, Handslung und Norm, İstanbul: İSAM, 1998; N. Calder, “Friday Prayer and the Juristic Theory of Government: Sarakhsi, Shirazi, Mawardi”, BSOAS, 1986, sy. 49, s. 35-47; N. Calder, “Exploring God’s Law: Muhammad b. Ahmad b. Abi Sahl al-Sarakhsi on Zakat”, Law and the Islamic world: past and present. Papers Presented to the Joint Seminar at the University of Copenhagen and Lund, 1993, Copengahen: Munksgaard, 1995 (Historik-Filosofiske Meddelelser, 68), s. 57-73; M. Bedir, “Early Development”. 113 Özel, s. 42. 114 Kavakçı, s. 57-58. 115 Münib Ayıntâbî, Kitâbü Şerhi’s-Siyeri’l-kebîr Tercümesi, İstanbul, 1241. 116 Le Grand Livre de la Conduite de l’Etat, trc. Muhammad Hamidullah, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1989.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
64
tü’z-Ziyâdât şerhi, yayımlandı). 3. Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî. 4. Şerhu’lCâmii’l-kebîr. 5. Şerhu’l-Câmii’s-sağîr. 7. Hâherzâde, Ebû Bekr Muhammed b. Hüseyin el-Buhârî (483/1090):117 Dayısı meşhur Buhara kadısı Ebû Sâbit Muhammed b. Ahmed el-Buhârî olduğu için, “kız kardeşin oğlu” anlamına gelen Hâherzâde lakabıyla meşhur olmuştur. Fetva kitaplarında sıkça adı geçmektedir. 1. Ş. al-Câmii’l-kebîr (2. cildi mevcuttur). 2. Ş. Muhtasari’l-Kudûrî. 8. Hasîrî, Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhim b. Enûş el-Buhârî (500/1107):118 Serahsi’nin öğrencisidir. İlim tahsili için, Hicaz, Irak ve Horasan’a gitti. Buhara’da öldü. el-Hâvi fi’l-fetâvâ119 diye de bilinen, muteber ve temel bir fetva kitabı olan eseri Hâvî’l-Hasîrî fi’l-furû, bir çok mesele ihtiva eder. Eserde pek çok meşhur Hanefi aliminin fetvalarına yer verilir. Örneğin Yâkân İbrahim’in dahil olduğu bir dava hakkında Ali es-Suğdî’nin verdiği bir fetva ile diğer bir bölge alimleri arasındaki fetva yazışmasına dair bir pasaja Kavakçı dikkat çekmektedir.120 9. Er-Rîğadmûnî (er-Riğdemûnî), Cemalüddin Ebû Nasr Ahmed b. Abdurrahman b. İshak (Brock.: Ahmed b. Rükneddin Muhammed b. Ali el-Imâdî, el-Fethâbâzî et-Tercümânî) (493/1100):121 Debûsî’nin hocasıdır. Buhara’da imamlık, hatiplik, kadılık ve hocalık yaptı. Bir eseri günümüze ulaşmıştır: Gurerü’ş-şurût ve dürerü’s-sümût: İlgili hukukî hükümleri ihtiva dikkate alarak belgelerin/resmi kağıtların nasıl düzenleneceğine dair teknik öneriler içeriyor. 10. Sadruşşehîd, Ebû Muhammed Husâmüddin Ömer b. Abdülaziz (el-Husamü’ş-Şehîd) (483-536/1090-1141):122 Sencer’in 495/1102’de babası Abdülaziz b. Ömer İbn Mâze’yi Buhara sadrı olarak atamasından sonra yaklaşık yüz elli yıl sürecek olan Burhânî ailesi sadrlarının ikincisidir. Sencer’le Kara Hıtaylar arasındaki meşhur Katvan savaşında şehit oldu. Sadrüşşehîd Ömer, Hidâye yazarı el-Merğînânî ve Muhîtü’l-Burhânî yazarı Burhanüddin el-Buharî’nin hocasıdır. Eserlerinden günümüze ulaşanlar: 1. Kitâbü Usulü’l-fıkh. 2. El-Fetâva’l-kübrâ.123 Bu eser, Ebü’l-Leys’in en-Nevâzil ve Nâtıfî’nin el-Vâkıât adlı eserleriyle, Fetâvâ’l-Fadlî ve Fetâvâ ehl-i Semerkand’ın meselelerini içeren bir fetva kitabıdır. Ebû’l-Mehâmid Mahmud b. Ahmed el-Konevî tarafından özetlenmiş ve faydalı 117 Kavakçı, s. 53-54; Özel, s. 42; Ferhat Koca, “Hâherzâde”, DİA, c. XV, s. 135. 118 GAL, c. I, s. 461; Kavakçı, s. 65-67; Özel, s. 43; Saffet Köse, “Hasîrî”, DİA, c. XVI, s. 383-384. 119 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 120 Kavakçı, s. 67. 121 GAL Suppl. I, s. 638; Kavakçı, s. 63-64. 122 GAL, c. I, s. 461-2; Suppl. I, s. 639-40; Kavakçı, s. 85-8; Özel, s. 46. 123 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, DİA, c. XVI, s. 23.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
65
ilavelerde bulunulmuştur. 3. El-Fetâvâ’s-suğrâ.124 Yusuf es-Sicistânî bu eserden seçmeler ve ilavelerle Münyetü’l-müftî’sini kaleme almıştır. Sadrüşşehîd’in öğrencisi Necmeddin el-Hâssî, bunu ve bir önceki kitabı şu adla yeniden düzenlemiştir: El-Fetâva’l-Hâssiyye. 4. Vâkıâtü’l-Hüsâmî (el-Vâkıâtü’l-Hüsâmiyye fî Mezhebi’l-Hanefiyye veya el-Ecnâs).125 Hukukî hükümler ve durumlara dair bilinen furu tertibinde yazılmış bir eser. Bu eser de el-Fetâvâ’l-kübrâ’nın dayandığı eserlerden derlenmiştir. Kaynak eserler, onda olduğu gibi, harflerle gösterilmiştir. Muhammed b. Muhammed er-Reşîdü’l-Kaşgârî, Tehzîbü’l-Vâkıât adıyla Vâkıât’tan seçmeler yapmıştır. 5. Mesâilü da‘va’l-hîtân ve’t-turuk ve mesîli’l-mâ’: Damegânî, Halvâî, İmameyn ve ed-Dâmirî’nin görüşlerinden derleme duvar, yol, su yolları ve kanallara dair görüşleri içeren bir eserdir. 6. Şerhu Edebi’lkâdî li’l-Hassâf.126 7. Umdetü’l-fetâvâ en çok vuku bulan meselelere tahsis edilmiştir ve 33 bölümden oluşur. 8. Şerhu’l-Câmii’s-sağîr. 9. Kitâbü’tTezkiye (şahitlerin tezkiyesine dairdir). 10. Risâle fî mesâili’ş-Şüyû‘. 11. Şerhu Kitabi’n-nafakât.127 12. Udde. 11. Velvâlicî, İshak, Zahirüddin:128 Fetâvâ’l-Velvâlicî (el-Fetâvâ’l-Velvâliciyye129). Hüsâmü’ş-Şehîd’den ve İmam Muhammed’in eserlerinden derlenmiş önemli meseleler içeren bir fıkıh kitabıdır. Brockelmann, Katip Çelebi’ye dayanarak, bu eseri, 710/1310’da vefat eden Zahîreddin Ebü’lMekârim İshak b. Ebubekr’e nispet etmektedir. Özel de Leknevi’ye dayanarak Katip Çelebi’nin bilgisinin yanlış olduğu kanaatindedir. F. Koca, Katip Çelebi’nin dayanağının İstanbul’daki bazı yazmalar olduğunu belirttikten sonra, bunun yazmaların müstensihlerinden kaynaklanmış bir hata olabileceğini belirterek, 710/1310’da ölen Ebü’l-Mekârim’in Fetâvâ adıyla bir eser verdiği bilgisinin bulunmadığına dikkat çeker. Kureşî’nin biyografik sözlüğünün kenarına eklenen bir notta, Fetâvâ yazarı İshak elVelvâlicî adı kaydedilmiş ve bu kitaba Kıvâmüddin el-İtkânî’nin Hidâye şerhinde atıfta bulunduğu belirtilmiştir.130 İstanbul Müftülüğü’ndeki yazmanın girişinde de yazarın ismi İshak şeklinde verilmiştir. O halde isminin İshak, lakabının Zahîreddin ve nisbesinin Velvâlicî olduğu kesindir. Bir de, F. Koca’nın verdiği, Sadrüşşehîd Ömer b. Abdülaziz’in (bkz. bir 124 Aynı yerde. 125 Aynı yerde. 126 Bu eser yayımlanmıştır: Muhyi Hilal es-Sirhân, (tahkik.), 4 cilt, Bağdat: Vezâretü’l-evkâf, 1977-1979. 127 Matbu: Ebü’l-Vefâ el-Efgânî, (tahkik), Beyrut: Darü’l-kitâbi’l-Arabiyye, 1984. 128 GAL II, s. 94; Suppl. II, s. 86; Özel, s. 49-50. 129 F. Koca, “el-Fetâva’l-Velvâliciyye”, DİA, c. XII, s. 448-449. 130 İbn Ebi’l-Vefâ el-Kureşî, Abdülkadir b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-mudiyye fî tabakâti’l-Hanefiyye, Abdülfettah Muhammed el-Hulv, (tahkik), 5 cilt, Kahire, 1413/1993, c. I, s. 375.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
66
önceki madde) himayesinde yetiştiği şeklindeki bilgi doğruysa bu eserin VI./XII. yüzyılın ilk yarısında Buhara’da yaşayan birine ait olduğu kesine yakın bir şekilde söylenebilir. Daha kesin kanaat için eserin içeriğinin yakından incelenmesi gerekmektedir. 12. Buhârî, İftihâruddîn Tahir b. Ahmed (482-542/1090-1147):131 Buharalıdır. Kadıhan’dan ders aldığı söylenmekteyse de bu pek makul görünmüyor. 1. Hulâsatü’l-fetâvâ.132 İstanbul kütüphanelerinde sayısız yazması olan bu eser Luknov’da basılmıştır. 2. Hızânetü’l-fetâvâ (Hızânetü’l-vâkıât).133 13. İmamzade eş-Şergî, Muhammed b. Ebi Bekr el-Buhârî (491-573/10981177):134 Buhara’da fetva görevini üstlendi. Mutasavvıf ve şairdir. Meşhur eseri Şir‘atü’l-İslâm ilâ dâri’s-selâm üzerine Osmanlı döneminde çok sayıda şerh yazılmıştır. 14. Akîlî, Ebû Hafs Ömer b. Muhammed b. Ömer (576/1180):135 Buhara’da meşhur “Yedi Kadı” mezarlığına defnedilmiş bir hukukçudur. Bir eseri elimizdedir: Minhâcü’l-fetâvâ (el-Minhâc). 15. Attâbî, Abû Nasr Zeynüddin Ahmed b. Muhammed el-Buhârî (586/1190):136 Meşhur Kerderî’nin hocasıdır. Eserleri: 1. El-Fetâvâ’l-Attâbiyye.137 Câmi‘u veya Cevâmi‘u-fıkh diye de bilinir. 2. Şerhu’z-Ziyâdât. 3. Şerhu’l-Camii’l-kebîr. 4. Şerhu’l-Camii’s-sağîr. Ayrıca bir Kur’ân tefsiri de mevcuttur. 16. Kadıhan, Fahruddîn Hasan b. Mansur el-Uzcendî el-Fergânî (592/1196):138 Yedi Kadı [Kudâtü’s-seb‘a] kabristanında medfun ünlü Hanefî hukukçusu ve kadı. Eserleri: 1. Fetâvâ Kâdîhân (el-Fetâvâ’l-Hâniyye).139 Mâverâünnehir fetâva geleneğinin en meşhur eseri olup Türkiye’de sayısız yazması mevcuttur. 2. Şerhu’l-Câmii’s-sağir. 2. Şerhu’z-Ziyâdât. 17. Merğînânî, Ebu’l-Hasan Burhanuddin Ali b. Ebubekr el-Ferğânî (593/1197):140 En meşhur Hanefî fıkıh metni olan el-Hidâye141 yazarıdır. 131 GAL, c. I, s. 462; Suppl. I, s. 634; Kavakçı, s. 99-100; Özel, s. 50; Esat Kılıçer, “Buhârî”, DİA, c. VI, s. 376-377. 132 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 133 Aynı yerde. Bu eser, Delhi’de 1318’de ve Kahire’de 1328’de yedi cilt halinde yayımlanmıştır. 134 GAL, c. I, s. 464, Suppl. I, s. 642-3; Kavakçı, s. 113; Özel, s. 53. 135 GAL, Suppl. I, s. 765; Kavakçı, s. 115-116; Özel, s. 54. 136 GAL, c. I, s. 465, Suppl. I, s. 289, 291 ve 643; Özel, s. 55; Kavakçı, s. 119-121. 137 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 138 GAL, c. I, s. 465, Suppl. I, s. 643-644; Özel, s. 56-57; Kavakçı, s. 126-128; Linant de Bellefonds, “Kadi Khan”, EI_, c. IV, s. 377; A. Özel, “Kâdîhan”, DİA, c. XIV, s. 121-123. 139 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. Eser, el-Fetâva’l-Hindiyye’nin kenarında bir çok kez yayımlanmıştır. 140 GAL, c. I, s. 466, Suppl. I, s. 644-649; Kavakçı, s. 131-135; Özel, s. 57-58; W. Heffening, “alMarghinani”, EI 2, c. VI, s. 557-558; Ferhat Koca, “Mergînânî”, DİA, c. XXIX, s. 182-183.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
67
Bu eser hakkında altmışın üzerinde şerh ve haşiye yazılmıştır. Hidâye, yazarın Kudûrînin Muhtasar’ı ile Câmiu’s-sağîr’i esas alarak yazdığı Bidâyetü’l-mübtedî adlı küçük metne kendi yazdığı şerhtir. Hidâye’nin çeşitli dillere çevirileri mevcuttur. Diğer eserleri: 1. Et-Tecnîs ve’l-mezîd fi’lfetâvâ.142 2. Muhtârâtu’n-nevâzil, veya Mecmûu’n-nevâzil.143 18. El-Merğînânî, Ebû Hafs Nizâmüddin Ömer b. Ali (600/1203):144 Meşhur Merğînânî’nin oğludur. Cevâhirü’l-fıkh adıyla bir çok değerli metinden derlenmiş bir eseri vardır. 19. El-Merğînânî, Ebu’l-Mahâsin Zahîrüddin Hasan b. Ali (600/1203’te meşhur olduğunu Brockelmann söylemektedir):145 Bu da meşhur Merğînânî’nin diğer bir oğludur. Fetâva-‘z-Zahîriyya adlı bir eseri günümüze gelmiştir. 20. Buhârî, Burhânuddin (Burhânü’ş-Şerî‘a) Mahmud b. Ahmed b. Abdülaziz b. Ömer b. Mâze (551-616/1156-1219):146 Burhânî ailesinden sadrlık yapmamış ama önemli bir isim olan Burhânüddin Mahmud, Brockelmann tarafından, el-Kâmil’de İbnü’l-Esîr tarafından kaydedilen bir olayın kahramanı olarak gösterilmiştir. (Hac’dan dönüşte kıtlık ve susuzluk çekilen bir mevsimde, debdebeli kervan’ında lüks içinde yaşayan Muhammed’in kölelerinin, halkı sudan men ettiği zaman sadr-ı cihân lakabıyla bilinen bu Buharalı Sadr’ın lakabının halk tarafından sadr-ı cehennem olarak değiştirildiği şeklindeki olay.) Kavakçı, aynı aileden sadr-ı cihân lakaplı Muhammed b. Abdülaziz b. Muhammed b. Sadrüşşehid Ömer b. Abdülaziz b. Ömer b. Mâze’nin ismini verir. Bu, Pritzak’ın Al-i Burhan Şecerisindeki III. Muhammed’dir. Aynı olaydan bahseden Barthold’un kaynakları, Muhammed b. Ahmed b. Abdülaziz şeklinde vermektedirler.147 İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil’inde verdiği isim ve tarih de buna uymaktadır. Yine Pritzak da olayın kahramanı ve sadr-ı cihan lakaplı olan kişinin Mahmud’un kardeşi II. Muhammed olduğunu belirtir.148 Bazı biyografi kitaplarının bunu karıştırdığı sanılmaktadır. Brockelmann’ın Mahmud’u Sadrüşşehid’in oğlu olarak vermesi de doğru değildir; Sadrüşşehid Pritzak’ın listesinde görüldüğü gibi onun amcasıdır. Bu düzeltmeden sonra ünlü bir Hanefî hukukçusu olan Burhanüddin Mah141 Cengiz Kallek, “el-Hidâye”, DİA, c. XVII, s. 471-473. 142 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 143 Aynı yerde. 144 GAL, c. I, s. Suppl. I, s. 649; Kavakçı, s. 138; Özel, s. 59-60. 145 GAL, c. I, s. 471; Suppl. I, s. 651; Kavakçı, s. 139. 146 GAL, c. I, s. 464; Suppl. I, s. 642; Kavakçı, s. 108-111; Özel, s. 61-62 ; Mustafa Uzunpostalcı, “Burhâeddin el-Buhârî”, DİA, c. VI, s. 435-437. 147 Barthold, Turkestan, s. 354-355. 148 Pritsak, “Al-i Burhân”, s. 90-91.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
68
mud’un eserlerine bakabiliriz: 1. Kitâbü’l-Muhîtü’l-Burhânî fi’l-fıkhi’nNu‘mânî:149 Zâhirü’r-rivâye görüşler yanında nadirü’r-rivâye ve sonraki görüşleri de ekleyerek telif etmiştir. Kitabın büyüklüğü ve bütün görüşleri derlemeye olan tutkusu, kitap hakkında bazı dedikoduların çıkmasına neden olmuştur.150 Kitap, Kavakçı’ya göre,151 tarih araştırmaları için de son derece zengin bir kaynaktır. Mesela Kitâbü’d-Da‘vâ, el-Mehâdir ve’s-Sicillât bahisleri, el-Faslü’s-Selâsûn fi’l-îcârâti’t-tavîle el-Mersûme bi Buhârâ, Karahanlı hükümdarı İbrahim Tamgaç Han’ın bir vakfiyesi gibi tetkike değer bir çok önemli konu ihtiva etmektedir. Bu vakfiyenin Togan tarafından yayıma hazırlandığını Kavakçı söylemektedir.152 Ayrıca Harezmlilerin fetvalarına ve Buhara’daki bir olaya da atıf vardır. 2. Zahîretü’l-fetâvâ (ez-Zahîretü’l-Burhâniyye)153 bir öncekinin muhtasarıdır. 3. Tetimmetü’l-fetâvâ (et-Tetimme) el-Fetâvâ.154 4. Şerhu’l-Câmiu’lkebîr. 21. Buhârî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed (619/1222):155 Buhara’da muhtesiplik yapmıştır. Daha önce bahsettiğimiz el-Merğînânî Ebu’l-Mahâsin’in öğrencisidir. 1. el-Fevâidü’z-Zahîriyye fi’l-fetâvâ. Bu eser, hocasının el-Fetâvâ’z-Zâhîriyye adını taşıyan kitabıyla karıştırılmamalıdır. Kavakçı ve Özel, her iki eseri de Buhâriye nisbet etmekteler. 22. Usrûşenî, Mecdüddin Muhammed b. Mahmud (632/1234):156 1. Ahkâmü’s-sağâir fi’l-furû‘ ya da el-Câmiu’s-sığâr.157 2. Kitâbü’l-Fusûl fi’lmu‘âdelât veya el-mu‘âmelât, adlî kâzaya ilişkin olup el-Fusûlü’l-Usrûşeniyye olarak da bilinir. Bu eseri, yazar, 32 yaşında iken telif etti. 30 fasılda fıkhî meselelerden bahsediyor. El-İmâdî’nin (670/11271), el-Fusûlü’lİmâdiyye’si ile birlikte İbn Kâdî Semâve (823/1420) tarafından birleştiri149 Bu kitap yakın zamanlarda yayımlanmıştır: El-Muhîtü’l-Burhânî fi’l-fıkhi’n-Nu‘mânî, Ahmed A. İnâye, (tahkik), 11 cilt, Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 1424/2003. Bkz.: M. Saghir Hasan Masum, “Burhân al-Sharî‘ah’s al-Muhît al-Burhânî”, İslam Tedkikleri Enstitüsü Dergisi, 1973, c. V, sy. 4, s. 65-73. Ayrıca bkz.: A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 24. 150 Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 336-338. 151 Kavakçı, s. 109-110. 152 Kavakçı, s. 110. 153 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 24. 154 Aynı yerde. 155 GAL, c. I, s. 472; Suppl. I, s. 652; Kavakçı, s. 146-147; Özel, s. 62-63. 156 GAL, c. I, s. 473; Suppl. I, s. 653; Özel, s. 63. Ayrıca bkz.: Muhammed b. Mahmud el-Üstrûşenî/Halit Ünal, “Kitabü’l-kerâhiyye”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1986, sy. 3, ayrı basım; Halit Ünal, “Maveraünnehir fakihlerinden el-Üsrûşenî”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1986, sy. 3, s. 243-249; Halit Ünal, İslam’da Helaller ve Haramlar (Muhanmmed b. Mahmud el-Üstrûşenî’nin Kitabü’l-kerâhiyye: Fetâva el-Üsrûşenî çevirisi). Kayseri, 1995. 157 Câmiu’l-Fusûleyn’le birlikte matbu, (tahkik: Mus‘ab el-Bedrî ve Mahmud Ar., 2 cilt, Kahire: Darü’l-fâdıla, 1994, başka neşirleri de var).
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
69
lerek Câmiu’l-Fusûleyn adlı eser oluşturulmuştur. Ayrıca el-Fetâvâ adlı fıkha dair bir eseri daha vardır. Halit Ünal’a göre bu Kitâbü’l-Kerâhiyye’nin aynısıdır.158 23. Sadrüşşerîa el-Evvel ve el-Ekber, Ahmed b. Ubeydullah b. İbrahim b. Ahmed el-Mahbûbî el-Buhârî.159 Buhârâ’da Burhânî ailesinden sonra sadrlık görevini üstlenen Mahbûbî ailesinin ilk meşhur ismidir (ilk sadr, aşağıda ismi gelen bu Büyük Sadrüşşerîa’nın oğludur). Sadrüşşerîa’nın ölüm tarihi kesin olarak bilinmese de,160 VI./XII. yüzyılın sonu ve VII./XIII. yüz158 Muhanmmed b. Mahmud el-Üstrûşenî/Halit Ünal, “Kitabü’l-kerâhiyye”, s. 247. 159 GAL, c. I, s. 473; Suppl. I, s. 653; Pritsak, 94; Özel, s. 76-77. 160 Özel, Brockelmann’ın verdiği 630/1232 tarihini ölüm tarihi olarak anlamış ve hata olarak görmüştür. Pritsak’ın Mahbûbî ailesine ait şecerede Sadruşşerîa el-Evvel lakabıyla geçen bu kişinin doğum ve ölüm tarihleri, 546-630/1152-1232 olarak veriliyor. Ancak Leknevî, Zehebî’den alarak bu tarihlerin kendisinin değil de, babasının ölüm tarihi olduğunu söylemektedir. Muhtemelen bu nedenle Brockelmann bu tarihleri ölüm tarihi olarak değil de yaşadığı tarih olarak vermektedir. Ancak oğlu Mahmud’un lakabı Pritsak da Şemseddin, Ahmed’inki ise Cemalüddin olarak geçer; yine Özel’in kullandığı Hanefi biyografi kaynaklarında bir farklılık söz konusudur. Orada Şemseddin Ahmed’in lakabıdır, Cemaleddin ise Ahmed’in babası Ubeydullah’ındır. Bu da gösteriyor ki, babasının hem lakabı hem de ölüm tarihinde kaynaklar anlaşamamıştır. Eğer verilen ölüm tarihi babasına aitse, babasının uzun yaşadığı anlaşılıyor (80 yaşında). Diğer yandan oğlu Mahmud’un sadrlığa geçiş tarihini Pritsak 636/1238 olarak vermektedir. Pritsak’ın söylediği tarihleri doğru kabul edersek, Ubeydullah’ın daha erken bir tarihte öldüğünü, Ahmed’in 630/1232’de öldüğünü ve oğlu Mahmud’un da 636/1238’de yaşadığını kabul etmemiz gerekir. Ancak Leknevî Ubeydullah’ın iki hocasının adını vermektedir. Bu hocalarının VI./XII. yüzyılın ortaları ve sonuna doğru yaşadıklarını kaynaklar bize bildiriyor. Bu durumda Pritsak’ın Ahmed’in ölüm tarihini 630/1232 ve oğlu Mahmud’unkini 636/1238 olarak vermesi kabul edilemez. Özel’in verdiği VIII./XIV. yüzyıl genel ifadesi ise kesinlikle doğru değildir. Çünkü Ahmed’in torununun oğlu, Ubeydullah b. Mesud b. Mahmud b. Ahmed, Sadruşşeria es-Sani’nin ölüm tarihi konusunda kaynaklar aşağı yukarı müttefiktirler ve İbn Battuta’nın da onunla 733/1333’de görüştüğünü biliyoruz. Kaldı ki, Özel, Brockelmann’ın Ahmed’in oğlu Mahmud’un ölüm tarihini 745/1344 olarak verdiğini söylemesi de bir yanlış anlamadan kaynaklanmakta olup Brockelmann’ın sözünü ettiği Mahmud Sadruşşeria es-Sani’nin oğlu olabilir; çünkü Mahmud b. Ubeydullah b. Tacüşşeria şeklinde verilen isim muhtemelen Mahmud b. Ubeydullah b. Mesud b. Tacüşşeria olmalıdır. O halde Brockelmann’ın verdiği tarih olan 630/1232 tarihlerinde Ahmed’in yaşıyor olduğunu veya babası uzun yaşadığı için Ahmed’in babasına yakın bir tarihte öldüğünü kabul etmemiz gerekir. Kesin olarak bildiklerimiz şunlardır: Ahmed’in oğlu Şemseddin Mahmud’un 636/1238’de Buhara’daki Tarabî isyanına sempatiyle bakması sayesinde, ihtilalcilerin Mahmud’u Burhanîlerden sonra Mahbûbîlerin ilk sadrı olarak atamış olmasıdır. Diğer kesin tarih de, Mahmud’un oğlu Mes’ud’un oğlu Ubeydullah’ın 733/1333’te İbn Battuta ile buluşmuş olmasıdır. Bu Ubeydullah 747/1346’da vefat etmiştir. Buna göre Ahmed’in 630/1232’lerde hayatta ama oldukça yaşlı olması muhtemeldir. Oğlu Mahmud’un 1238’de sadr olduğundan hareketle Ömer Nasuhi Bilmen’in Mahmud’un VII./XIII. yüzyılda yaşadığı şeklindeki değerlendirmesi sağlıklı ve doğruya en yakın durmaktadır. Brockelmann’daki Mahmud’un da, bu Mahmud’la karıştırılmaması gerekir. Mahmud meşhur Hanefî fıkıh metni el-Vikâye’nin yazarı ise, ki Özel aşağıda onu belirtiyor, Vikaye yazmalarında nesebi şu şekildedir: Burhaneddin Mahmud b. Ubeydullah el-Mahbûbî (ö. 675/1274). Bu durumda ancak aşağıda verilen nesebde o Tacüşşeria Mahmud b. Sadruşşeria Ahmed b. Ubeydullah’tır. Bu durumda isim karışıklığının daha da arttığı görülmektedir. Detaylar için bkz.: Leknevî, Fevâidü’l-behiyye, s. 185-189.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
70
yılın başında Buhara’da yaşadığı kesindir. Telkîhu’l-ukûl fi’l-furûk beyn ehli’n-nukûl ve’l-usûl adlı bir eseri mevcuttur. 24. Necmeddin el-Hâssî, Yusuf b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Harezmî (620/1123’lerde yaşıyordu):161 Kitâbü’l-Fetâva’s-suğrâ veya sadece el-Fetâvâ. 25. İmâdî, Ebu’l-Feth Abdurrahim b. Ebubekr İmadüddin b. Ali el-Fergâni, er-Riştânî (670/1271 senesi dolayları):162 1. Kitâbü Fusulü’l-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm: Eser sivil davalarda yargı usulü uygulamalarını ele almaktadır. Babasının başladığı eseri, kendisi 651/1253’de Semerkand’da bitirmiştir. İbn Kâdî Semave’nin Câmiu’l-Fusûleyn’inin dayandığı iki eserden biridir ve birlikte yayınlanmıştır.163 26. Tacüşşerîa, Mahmud b. (Ahmed b.) Ubeydullah el-Mahbûbî (VII./XIII. asır. Yazmalara göre 675/1274):164 Bize ulaşan tek eseri el-Vikâye’dir: Vikâyetü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye. Torunu Sadruşşerîa es-Sânî için Hidâye’den seçtiği bu eser, dört muteber Hanefî metninden biridir. (Hakkında daha geniş bilgi için yukarıda bahsedilen Sadrüşşerîa el-Evvel ve elEkber, Ahmed b. Ubeydullah maddesine ve ilgili dipnota bakınız.) 27. Nesefî, Hafızüddin Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud (710/1310):165 Buhara’da yetişti, Kirman’da ve başka yerlerde müderrislik yaptı ve çokça seyahat etti. Bağdat seferinden dönerken Huzistan’da, İzâc’ta vefat etti ve oraya gömüldü. En önemli özelliği, geleneği özgün ve özlü bir üslupta sunmasıdır. Bu sebeple eserleri kendisinden sonra medreselerde ders kitabı olmuştur. Eserleri: 1. Menâru’l-envâr. Hanefî fıkıh teorisinde üzerine en çok şerh ve benzeri yapılan çalışmadır. 2. El-Vâfî fi’l-furû‘. Ebu Hanife ve öğrencilerinin, Malik ve Şafii’nin görüşlerinin toplandığı bir eser. 3. El-Kâfî. Bir önceki eserine kendi şerhidir. Buhara’da 161 GAL, c. I, s. 472, Suppl. I, s. 652. 162 GAL, c. I, s. 475-6, Suppl. I, s. 656; Özel, s. 68. 163 Taş baskısı Kalkutta’da 1827’de yapıldı. 164 GAL, c. I, s. 468; Suppl. 646, Özel, s. 77. Yazmalardaki isim, Mahmud b. Ubeydullah şeklindedir Brocklemann da yazmalardaki şekliyle veriyor. Leknevi’ye göre nesebinde, yanlışlıkla Ahmed atlanmıştır. Ancak IX./XV. yüzyılda yaşayan Hoca Parsa’nın verdiği silsilede de Ahmed yoktur: Ayrıca, Hoca Parsa Tacüşşeria lakabını alan kişinin ismini Ömer olarak veriyor ve bu kişinin Sadrüşşeria es-Sânî’nin dedesi olan Tacüşşeria olduğunu söylüyor. Bu durumda Tacüşşeria lakabıyla tanınan ya iki kardeş vardır, ki bu pek ihtimalli görünmüyor, ya da kardeşlerin lakabı karışmış olmalıdır, Vikaye kütüphanelerde Mahmud b. Ubeyddullah’a nisbet edilmektedir. Eğer bu doğruysa o zaman Tacüşşeria Mahmud Sadrüşşeria esSani’nin dedesi değil dede-amcasıdır. Bkz.: Muhammed b. Muhammed el-Hâfızî Hoca Parsa (ö. 865), “Nesebü Sadrüşşeria Ubeydullah el-Mahbûbî el-Ensârî el-Buhârî”, Yahya Mahmud b. Cüneyd, (haz.), Ad-Diriyah, 1423/2002, c. V, sy. 18-19, s. 135-170. 165 GAL II, s. 250-253; Suppl. II, s. 263-268 , Özel, s. 71-72; W. Heffening, “al-Nasafi”, EI2, c. VII, s. 969
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
71
22 Ramazan 684/21 Kasım 1275’de bitirdi. 4. Kenzu’d-Dekâik fi’l-Furû‘.166 Öncekinin özetidir. Dört muteber Hanefi fıkıh metninden biri olup üzerine şerh, çeviri [Farsça] ve nazım şeklinde sayısız çalışma yapılmıştır. 5. El-Müstesfâ. Semerkandî’nin en-Nâfî adlı eserinin şerhidir. 6. El-Musaffâ: Ebu Hafs en Nesefî’nin (537/1142) hilafa dair meşhur el-Manzûmetü’n-Nesefiyye’sinin şerhidir. 7. El-Kunye fi’l-fıkh. Usul-i fıkha dair konular da içeren bu kitap, Ehl-i Sünnetin, başka mezheplere bakışına da yer vermektedir. 8. Mi‘yârü’n-nazar. 9. Küteyb fi’l-Haşîş ve ta‘âtîhi ve’stihdâmihî. 10. Medarikü’t-Tenzîl ve Hakâikü’t-te’vîl. Çok tutulan bir tefsir eseridir. 11. El-Umde fi’l-Akâid veya Umdetü’l-kelâm yahut el-Akîdetül’-Hâfıziyye. Akaid-i Nesefî’ye yapılan eleştirileri cevaplamaktadır. 12. El-İ‘timâd fi’l-i‘tikâd adıyla önceki metne kendi şerhidir. bunun yanında Anadolu’da yapılmış bir çok şerh vardır. 13. El-Leâlî el-Fâhira fî Ulûmi’l-Ahira. 14. Fâide mühimme li-def‘ı külli nâzile mülimme. 28. Mahmud b. Ubeydullah b. Tacüşşerîâa (745/1344):167 El-Kifâye: Hidâye şerhidir. 29. Sadruşşerîa es-Sânî, Ubeydullah b. Mesud b. Tacüşşerîa Mahmud b. Sadrüşşerîa Ahmed b. Cemaleddin Ubeydullah b. İbrahim b. Ahmed el-Mahbûbî (Hoca Parsa’nın silsilesi şöyle: Sadrüşşeria Ubeydullah b. Mesud b. Tacüşşeria Ömer b. Sadrüşşeria Ubeydullah b. Mahmud b. Muhammed b. Muhammed b. İmam Cemalü’l-mille ve’d-din Ubeydullah b. İbrahim b. Ahmed b. Mahbub) (el-Asğar-Küçük) (747/1347).168 İbn Battuta, onunla, Irak’tan Buhara’ya gittiğinde orada 733/1333 yılında karşılaştı. Eserleri: 1. Ta‘dîlü’l-ulûm: Felsefe ve tabiat ilimleri ansiklopedisidir. Müellifin kendisi tarafından şerh edilmiştir. Bu eserin bazı bölümlerden oluşan müstakil eserler kütüphanelerde kayıtlıdır: 2. Risâle fi’l-cebri ve’l-kader. 3. Ta‘dîlü heyeti’l-eflâk. 3. Tenkîhü’l-usûl ve şerhi et-Tavdîh fî halli ğavâmizi’t-Tenkîh adlı eseri hukuk teorisine dair olup çok tutulmuştur. 166 Ahmet Yaman, “Kenzü’d-dekâik”, DİA, c. XXV, s. 261-262. 167 GAL, c. I, s. 466, Suppl. I, s. 644; Suppl. II, s. 253. 168 GAL II, s. 277-278, Suppl. II, s. 300-301; Özel, s. 77-78. Hakkında yapılmış çalışmalardan bazıları şunlardır: Ömer Aydın, “Türk Kelam Bilgini Sadrü’ş-şerîa es-Sânî (ö. 747/1346)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1995, sy. 3, s. 181-196; Ahmad S. Dallal, (ed., notlandıran ve trc.), An Islamic Response to Greek Astronomy (Kitâb Ta‘dîl Hay‘at al-Eflâk of Sadr al-Sharî‘a), Leiden: E. J. Brill, 1995; Hayrettin Yılmaz, “Ubeydullah bin Mes’ûd Sadruşşeria, Hayatı, Eserleri ve Ta‘dîlu’l-Kelâm adlı eserinin muhtevası”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1995, sy. 3, s. 204-217; Muh. b. Muh. el-Hâfızî Hoca Parsa (ö. 865), Nesebü Sadrüşşeria Ubeydullah el-Mahbûbî el-Ensârî el-Buhârî [Hoca Parsa’nın bu risaleyi, ailenin Arap-Ensar soyundan geldiğini ispat etmek için yazdığı izlenimi vardır ve bu yüzden tarihselliği tartışmalıdır]; Ahmad S. Dallal, “Sadr al-Shari‘ah”, Encyclopeadia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
72
Furû eserleri ise şunlardır: 1. Şerhu’l-Vikâye. 2. en-Nukâye (el-Vikâye’nin özetidir). 3. Fetâvâ Mâverâünnehir. Semerkand Aslında Semerkand’ı Buhara’dan -iki şehir arasında mevcut olan yoğun ilmî trafik nedeniyle- ayrı ele almak doğru olmasa da, Semerkand’ın kendine has bazı özellikleri onu ayrı bir başlık altında işlememizi gerekli kılıyor. Bu iki şehir arasında, Hanefî mezhebi içerisinde kalmak koşuluyla, bazı yaklaşım farklarının bulunduğu bilinmektedir.169 Semerkand uleması adı verilen bir Hanefî okulu özellikle teolojik yaklaşımlarıyla Buhara ve diğer Hanefî merkezlerinden ayrılmaktadırlar. Daha sonra Mâturîdilik şeklinde yaygınlaşarak Hanefîlerin büyük çoğunluğunun kabulünü kazanacak olan Semerkand Hanefi okuluna mensup en önemli isim, kuşkusuz, Mâturîdiliğin kurucusu kabul edilen Ebû Mansûr el-Mâturîdî’dir (333/944). Aynı zamanda bir fakih olan Maturidi, esas olarak teoloji alanında meşhurdur. Hanefî fıkıh tarihi açısından daha önemli bir isim Ebü’l-Leys Semerkandî’dir (373 veya 393/983 veya 1002). Ebü’l-Leys bir çok çalışması yanında, esas olarak, Nevâzil adı verilen ve yeni olaylar ve yeni çözümlerle ilgilenen bir fıkhî-edebî türün ilk eseri sayılabilecek Kitâbü’n-Nevâzil’i ile meşhurdur. Aşağıdaki isimlerden bir kısmının Buhara’da yetişmiş olma olasılığı bulunsa da, ya teolojik yaklaşımlarıyla Semerkand okuluna yakın durdukları için ya da nisbelerinde Semerkandî geçtiği ve Buhara ile açık bir ilişkisi bulunamadığı için buraya alınmışlardır. 1. İsbîcâbî, Ebû Nasr Ahmed b. Mansûr (480-1087).170 Semerkandlı bir kadıdır. 1. Ş. Muhtasari’t-Tahâvî. 2. Ş. El-Câmii’l-Kebîr. 3. Ş. Muhtasari’l-Kudûrî. Kureşî onun fetva ve vâkıat üstadı olduğunu kaydetmektedir.171 2. Semerkandî, Ebû Bekr Alâuddin Muhammed b. Ahmed (538/1144):172 Ünlü Kasânî’nin kayın pederidir (aşağıya bkz.). Madelung, eğitimini Buhara ve Semerkand’da aldığını belirtmekte ve Anadolu’da da bir süre kalmış ve Konya’ya gelmiş olabileceği ihtimalinden söz etmektedir.173 Eserleri: 1. Mîzânü’l-usûl fî netâici’l-ukûl. Hukuk teorisine ilişkin olan bu kitabın iki ayrı tahkikli neşri mevcuttur. 2. Tuhfetü’l-fukahâ. Kudurî’nin muhtasarına dayanan Hanefî hukuk tarihinde sistematikliği ile meşhur bir eserdir.174 169 Wilfred Madelung, “The Spread of Mâturîdism and the Turks’, Religious Schools and Sects in Medieval Islam, Londra: Variorum Reprints, 1985, s. 118. 170 GAL, Suppl. I, s. 294 ve 296; Kavakçı, s. 48. 171 Kureşî, el-Cevâhirü’l-mudiyye, c. I, s. 335. 172 Kavakçı, s. 94-98; Özel, s. 49. 173 W. Madelung, “Ala al-Din Samarqandi”, EIr, c. I, s. 782-783. 174 Eser farklı zamanlarda yayımlanmıştır.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
73
3. Semerkandî, Ebu’l-Kâsım Nâsıruddîn Muhammed b. Yusuf (556/1161):175 Eserleri: 1. El-Mültekat fi’l-fetâvâ’l-Hanefiyye 549/1154 yılında bitirilmiştir. Diğer adı Meâlü’l-fetâvâ’dır176 Eser üzerine Usrûşenî tarafından yapılan bir çalışma 603/1206’da bitirilmiştir. 2. En-Nâfî.177 4. Nesefî, Ebû Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed es-Semerkandî el-Mâturîdî (461-537/1068-1142):178 1. Fetâvâ’n-Nesefî (el-Fetâvâ’n-Nesefiyye). 2. el-Manzûmetü’n-Nesefiyye fi’l-hilâf. 3. Kitâbü’l-Kand fî marifeti ulemâi Semerkand.179 4. Kitabü’d-Dâir fi’l-fıkh. 5. Minhâcü’d-Dirâye fi’l-furû. 6. Tilbetü’t-talebe. 7. Nazmu’l-Câmii’l-kebîr. 8. Kaydü’l-avâbid ve şerhi Kalâidü’l-ferâid. 9. Kavakçı, Ş. Medâri’l-usûl adlı hukuk pratiği yapan bir kitabından bahsediyor. 10. Hasru’l-mesâil ve Kasru’d-delâil. 5. Keşşî, Ahmed b. Musa b. İsa (550/1155):180 Necmeddin Ömer en-Nesefî’nin öğrencisidir. Mecmû‘u’n-nevâzil ve’l-havâdis ve’l-vâkıât181 adlı eseri, Ebü’l-Leys’in, Ebû Bekr b. el-Fadl’ın ve Ebû Hafs el-Kebîr’in ve diğerlerinin Fetâvâsının toplanmasıyla derlenmiş bir eserdir. 6. Kerâbisî, Ebu’l-Muzaffer Es‘ad b. Muhammed el-Üsmendî’nin öğrencisi (570/1174):182 Kitâbü’l-Furûk fi’l-furû. Fergana, İran ve Horasan Fergana vadisindeki yörelerden bir çok alim de aynı şekilde doğum nisbesiyle anılmakla birlikte Buhara veya diğer Mâvrâünnehir merkezlerinden birinde yetişmişlerdir. Uşî de, fetva eserini bu şehirde tamamlamış olmasından dolayı bu kısma alınmıştır. İran coğrafyasında Hanefîlik, başlangıçta en yaygın mezhep olmasına rağmen, burada, önce, Sünni Eş‘ârî-Şâfiîler, Hanefiliğe karşı ciddi bir rekabet oluşturmuşlardır. Şah İsmail’den sonra da Şiilik buraya hakim olmuştur. Kuzey-doğu İran’ın [Horasan] hem Sâmâniler, hem de Gazneliler ve Selçuklular dönemlerinde Orta Asya ile yakın ilişkisi bu bölgenin bir bütün olarak değerlendiril175 GAL, c. I, s. 475, Suppl. I, s. 655-656 (Brockelmann’ın 656/1258 olarak verdiği ölüm tarihi yanlıştır); Kavakçı, s. 106-107; Özel, s. 52. 176 Matbu: Mahmud Nassar ve S. Yusuf Ahmed, (tahkik), Beyrut: Darü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2000. 177 Matbu: El-Fıkhü’n-Nâfi‘, İbrahim b. Muhammed, (tahkik), 3 cilt, Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 2000. 178 GAL, Suppl. I, s. 762; Kavakçı, s. 89-93; Özel, s. 47; A. J. Wensick, “al-Nasafi”, EI_, c. VII, s. 968969. 179 Kısmen mevcut olan bu kitabın iki ayrı yayımı vardır. 180 GAL, c. I, s. 463; Suppl. I, s. 289 ve 641; Özel, s. 52. 181 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 182 GAL, c. I, s. 463-4, Suppl. I, s. 642.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
74
mesini gerekli kılmaktadır. Hanefîliğin, Horasan’ın başkenti Nişapur’ta IV.VI./X.-XII. yüzyıllar arasında etkili olduğu bilinmektedir. Ancak bu tarihlerden sonra Hanefîliğin burada kalıcı bir etki bırakmaması belki de Horasan Hanefîliğinin edebî ürünlerinin günümüze ulaşmasını engellemiştir. Nisbesinde İran ve Horasan geçen bir çok alimin esasen doğduğu şehirden ayrıldığı ve Bağdat, Buhara veya diğer bir Hanefî merkezinde eğitimini alarak buralara yerleştikleri için bu başlık altına alınmamıştır. Aşağıdaki isimlerden bir kısmı İran şehirlerinde yaşadıkları düşünülen kişilerdir. 1. Ûşî, Ebu’l-Hasan Sirâcüddin Ali b. Osman el-Mâturîdî, el-Fergânî (569/1176):183 Hayatı hakkında pek bilgi bulunmayan el-ûşî’nin el-Fetâvâ’s-Sirâciyye184 adlı eserini 569/1199’da Doğu Fergana şehirlerinden Ûş’ta bitirdiğini kendisi kaydetmiştir.185 Bu eserin nadir görüşleri topladığı belirtilmiştir. 2. Keydânî, Lütfullah en-Nesefî (750/1349 civarları):186 Nisapurludur. Eserleri: 1. Metâlibü’l-musallî veya Mukaddime fi’s-salâh, yahut Hülasatü (fıkhi’l-) Keydânî. Çok tutulmuş bir risaledir. 2. Risâle fî envâi’l-meşrûât ve gayri’l-meşrûât. 3. Risâle tetenâvelü’l-ahkâme’l-hamse maa mülhak ani’l-müfsidât. 4. Vâcib ve Sünnet. 3. Imâd et-Tebrizî, Muhammed b. Mahmud b. Ahmed Imâd Sadr b. Reşîd b. Sadr Kadı Hoca:187 772/1370 senesinde Düsturü’l-Kudât adlı eserini kaleme aldı. 4. Kirmânî, Ebu’l-Fadl Rukneddin Abdurrahman b. Muhammed (457543/1065-1149):188 Kirman doğumludur. Merv’e yerleşti ve burada öldü. Eserleri: 1. Et-Tecrîdü’r-Rüknî. 2. Fetâvâ Ebî’l-Fazl. 3. Cevâhiru’l-fetâvâ.189 Eser, onun fetvalarıyla başka alimlerin fetvalarından derleme yoluyla Rükneddin Muhammed b. Abdürreşid el-Kirmânî tarafından hazırlanmıştır. Burada isimleri verilerek sonraki Hanefî alimlerinin fetvaları zikredilir. 4. Kitâbü’l-Îzâh fi’l-furû‘. 5. Şerhu’l-Câmi‘u’l-kebîr.
183 Özel, s. 53; GAL, c. I, s. 552; Suppl. c. I, s. 764. Kendisi meşhur Bed‘u’l-emâlî adlı Mâturîdî kelamına dair nazım risalenin yazarı olarak meşhur olduğu için, hem EI2 hem de EIr’ye dahil edilmiştir. Bkz.: W. Madelung, “Uşî”, EI2, c. X, s. 916; Sayyara Mahinfar, “Fargani”, EIr, c. IX, 256-257. Hadise dair kitabı Nisabü’l-ahbâr’ına dair bir doktora tezi yapılmıştır: M. Sait Toprak, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2004. 184 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23. 185 Kitap yayımlanmıştır: Kalküta, 1827, taşbasma; Leknev 1293-1295. 186 GAL, c. II, s. 253-254, Suppl. II, s. 269. 187 GAL, c. II, s. 269; Suppl. s. 254. 188 GAL, c. I, s. 462; Suppl. I, s. 289 ve 642-643; Kamil Yaşaroğlu, “Kirmânî”, DİA, c. XXVI, s. 65. 189 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 23.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
75
Harezm Orta Asya’nın batısında kalan ve Seyhun nehrinin iki yakası boyunca uzanan Harezm bölgesi kendine has yapısını korumuştur. Harezm, Maverâünnehir ve Horasan gibi Müslümanlaştıktan sonra önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Harizmî (383/993)’nin Mefâtihu’l-ulûm adlı eserini ve Bîrûnî’nin eserlerini hatırlamamız bu bağlamda yeterlidir. Maveraünnehir gibi Harezm de, genellikle Hanefî mezhebine mensuptur. Ama daha önemli olanı, İslam dünyasının büyük bölümünde V./XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kaybolmaya yüz tutan Mu‘tezile mezhebinin, Harezm’de VII./XIII. yüzyıla kadar önemli isimler çıkarmaya devam etmesidir. Bu bağlamda Zemahşerî (538/1143), Mutarrizî (610/1213) ve Sekkâkî (626/1229) gibi isimleri saymak mümkündür. 1. Cürcânî, Ebû Abdullah Yusuf b. Ali (Muhammed):190 522/1118’de Hızânetü’l-Ekmel191 adlı eseri yazmıştır. Bu eser kendi dönemindeki muteber Hanefî fıkıh eserlerinden derlenmiş önemli bir fıkıh kitabıdır. A. Özel, yazarının, Brockelmann’ın bahsettiği gibi Kudurî’nin hocası olan Cürcânî olmasının mümkün olmadığını, çünkü kaynakları arasında sonraki yüzyıllara ait eserlerin bulunduğuna işaret ediyor. Eser delilsizdir, ama konu başlarında ilgili ayetler verilmiş, en başında da siyer, hulefa-i raşidinin ve sahabenin, tabiinin, kelamcıların ve ehli beyt imamlarının biyografileri mevcuttur. 2. Tumurtâşî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. İsmail (601/1205):192 Harezm’de müftilik yaptı. Gürgenç’te mukimdir. Eseri: 1. Kitâbü’l-Ferâiz veya el-Ferâizü’tTumurtâşî. 3. Zâhidî, Ebü’r-Recâ’ Muhtar b. Mahmud (658/1260):193 Harezm’de doğdu, Mutezile’ye mensuptur; Sekkaki ve Mutarrizi’nin öğrencisi olup eğitimini tamamladıktan sonra Bağdat’a gelmiş ve daha sonra Anadolu’ya yerleşmiştir.194 Sonraki Hanefî geleneği, eserlerinin fıkıhta muteber olmadığını söylemektedir. Eserleri: 1. Kunyetü’l-Münye li-tetmîmi’l-ğunye.195 2. Hâvî’z-Zâhidî (el-Hâvî fî Mesâili’l-vâkıât ve’l-Münye).196 3. Kunyetü’l-fetâvâ. 4. Kudûrî şerhi. 5. Zadü’l-eimme lima fihi min hasâisi hâzihi’l-üm190 GAL, c. I, s. 461; Suppl. c. I, s. 639 191 A. Özel, “Hizânetü’l-ekmel”, DİA, c. XVII, s. 180-182. 192 GAL, c. I, s. 471; Suppl. I, s. 652; Özel, s. 60. 193 GAL, c. I, s. 475, Suppl. I, s. 656 Özel, s. 66-67. 194 Leknevî, Fevâidü’l-behiyye, s. 349. 195 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 25. 196 Aynı yerde.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
76
me. 6. Cevâhirü’l-fıkh. Kunye’nin klasik Harezm dili açısından da önemli bir kaynak olduğu belirtilmektedir.197 4. Tercümânî, Alâuddin Muhammed b. Mahmud el-Harezmî (645/1247’de Harezm Cürcâniye’sinde öldü):198 Yetîmetü’dehr fi fetâvâ ehli’l-asr.199 Halep ve Şam ve Cezire Hanefîliğin Suriye coğrafyasında bir yer edinmesinin, Selçuklular ve Atabegler döneminde Türk hanedanlar aracılığıyla olduğu anlaşılıyor. Nureddin Zengî’nin özel gayretlerinin bunda etkili olduğundan da söz edilebilir. Aşağıdaki örnekler, Halep’te ve Şam’da yetişen Hanefî hukukçuların Osmanlı dönemi Hanefî hukuku üzerinde etkili olduklarını göstermektedir. Özellikle Kâsânî’nin ve Hasîrî’nin ismini anmak gerekir. Ancak aşağıda sunulan listede yer alan etkili isimlerden Kâsânî, Hâsîrî, Hocendî ve Radiyyüddin Serahsî, esasen Buhara’da eğitim almışlardır, fakat eserlerini Suriye bölgesinde verdikleri için buraya dahil edilmişlerdir. Orta Asyalı Hanefî alimlerin Türkmen göçüyle birlikte, ama daha önemlisi Kara Hıtay ve ardından Moğol istilasının etkisiyle merkez İslam topraklarına yayıldıkları ve buralardaki Türk hanedanlarının ve devletlerinin bu göçü destekledikleri anlaşılmaktadır. 1. Radiyyüddin es-Serahsî, Muhammed b. Muhammed en-Nisâbûrî (544/1149):200 Hüsamüddin’in öğrencisidir. Halep’teki iki yüksek medresede ders verdi. Ancak Nureddin ez-Zengi onu, Kitâbü’l-Muhitü’r-Radavî201 adlı önemli eserinde, hocasına saldırdığı için azletti ve o da Şam’a yerleşti ve Hatuniye’de müderris oldu. Kitâbü’l-Muhîti’r-Radavî, iki cilttir. Eseri, Mebsut’u ve Şeybani’nin kitaplarını ayıklayarak yazdı. Diğer eserleri: 1. Et-Tarîkatü’r-Radaviyye. 3. El-Vecîz. Selçuklu tarihinin kaynaklarından İbn Fadlallah el-Umerî’nin (ö. h. 749) Mesâlikü’l-ebsâr fî Memâliki’l-emsâr’ında kendisinden söz edilmektedir.202 2. Kâsânî, Alâuddin Ebu Bekr b. Mesud (587/1191):203 Mâverâünnehir’de doğdu. Eğitimini orada aldı. Hocası Alaeddin Semerkandî’nin kızıyla evlendi ve muhtemelen onunla birlikte Anadolu’ya geldi. Konya’da Sultan I. Mesud’un yanında bir süre kaldıktan sonra, Halep’te Zengi [Halâviyye] medresesinde müderrislik yaptı. Hanefî fıkhında sistematikliği ve geniş197 C. E. Bosworth, “Khwârazm”, EI2, c. IV, s. 1060-1065. 198 GAL, c. I, s. 474, Suppl. I, s. 654-655, Özel, s. 65. 199 Zeki Velidi Togan’ın bu kitaptaki Harzemce kelimelerle ilgili bir yazısı vardır: “Chwarezmisch Sätze in einem arabischen Fiqh-Werke.”. 200 GAL, c. I, s. 463; Suppl. I, s. 289, 641; Özel, s. 51. 201 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 24. 202 İbn Fadlallah el-Umerî, Mesâlikü’l-ebsâr fî Memâliki’l-emsâr, Fuad Sezgin, (neş.), Frankfurt: 1988, 6. Sifr, s. 76-77. 203 GAL, c. I, s. 465, Suppl. I, s. 643; Özel, s. 54-55; Kavakçı, s. 122-125.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
77
liğiyle önemli bir kaynak olan Bedâiü’s-sanâi‘ fi tertîbi’ş-şerâi‘ adlı bir eseri vardır.204 3. Gaznevî, Cemalüddin Ahmed b. Mahmud b. Seyyid (593/1197):205 Halep’te Kâsânî’nin ders muîdi idi. Kitâbü’l-Hâvî’l-Kudsî fi’l-furu‘,206 Özel’e göre, fıkıh, kelam ve fıkıh usulüne dair bir eserdir. 4. İbnü’l-Adîm, Ebü’l-Kasım Ömer b. Ahmed el-Halebî (588-660/11921262):207 Beş nesil kadı olan bir aileye mensuptur. Kendisi de Halep kadılığı yaptı. Tarihçi ve hadisçidir. Buğyetü’t-taleb fi tarîh-i Haleb208 adlı kitabı Halep’le bağlantılı önemli kişilere dair biyografik bir sözlüktür.209 Bir önceki eserinin muhtasarı olan Zübdetü’l-Haleb min Tarih-i Haleb 641/1243’e kadar gelen kronolojik bir Halep tarihidir. 5. İsa b. Ebubekr b. Eyyûb es-Sultânü’l-meliki’l-muazzam, Şerefüddin el-Ganâim (576-624/1180-1227):210 615-624/1218-1227 yılları arasında Şam Eyyûbi hükümdarıdır. Daha önce Eyyûbî ailesinden Hanefi olan bulunmadığını belirten Kureşi, İsa’dan sonra onun çocuklarının Hanefi olduklarını belirtiyor.211 İsa, 615/1218’de Şam’a yönetici olarak gelmiştir. Eserleri: 1. el-Câmiu’l-kebîr şerhi. 2. Bir de Hatîb’in Ebû Hanife ile ilgili aktardığı rivayetlere bir reddiye olarak Kitâbü’s-Sehmü’l-musîb fi’r-reddi ale’l-Hatîb. 6. Hasîrî, Ebu’l-Mehâmid Cemalüddin Mahmud b. Ahmed (546-636/11511238):212 Buhara’da doğdu. Kadıhan’ın öğrencisidir. Memleketinde ve daha sonra Nişapur ve Halep’te eğitimini tamamladı. Şam’da Nuriye medresesinde (611-631yılları arasında) ders verdi. Şam’da öldü. Eserleri: 1. Et-Tahrîr (Şerhu’l-Câmii’l-kebîr).213 2. Meşhur et-Tarîkatü’l-Hasîriyye fî ilmi’l-Hilâf beyne’ş-Şâfiiyye ve’l-Hanefiyye. 3. El-Melik en-Nasır Davud’a (Şam Eyyubi hükümdarı, 624-626/1227-1229) ithaf ettiği el-Hayru’l-matlûb fi’l-fıkh (fî ilmi’l-merğûb) adlı fetva kitabı. 7. Hılatî (Ahlâtî ?), Ebû Abdullah Muhammed b. Abbad b. Melikdâd b. el-Hasan (652/1254):214 Şam Süyufiye medresesinde ders verdi. 1. Telhîsü’lCamii’l-kebîr. 204 Eser matbudur. 205 GAL, c. I, s. 470, Suppl. I, s. 649; Özel, s. 58. 206 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 25 207 Özel, s. 67. 208 Ali Sevim, “Buğyetü’t-taleb”, DİA, c. VI, s. 361-362. 209 Selçuklularla ilgili bölümü, Ali Sevim tarafından Türkçe’ye çevrildi: Biyografilerle Selçuklu Tarihi, Ankara, 1982. Kitabın bir tıpkı basımı, bir de indeksli neşri mevcuttur. 210 GAL, c. I, s. 472-473; Suppl. I, s. 652. 211 Kureşî, el-Cevâhir, c. II, s. 683. 212 GAL, c. I, s. 178, 179 ve 473, Suppl. I, s. 290 ve 653, Özel, s. 64; Cengiz Kallek, “Hasîrî”, DİA, c. XVI, s. 383. 213 8 cilt olan bu eserin üzerine bir doktora tezi vardır: Ali Ahmed en-Nedvi, “Kavâid ve Davâbitü’l-Müstehlasa mine’t-Tahrîr,” Kahire, 1411/1991. 214 GAL, c. I, s. 475 Suppl. I, s. 655, Özel, s. 66.
78
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
8. Ezraî, Ebu’r-Rebî‘ Sadrüddin Süleyman b. Ebi’l-Izz Vüheyb (Vehb) (677/1278):215 Şam Sâlihiye’de ders verdi. Kahire’de Kazaskerlik yaptıktan sonra Şam kadısı oldu. 1. Kitâbü’l-Vecîz. 2. El-Câmi‘ li-mesâili’l-Câmi‘. 3. Muhtasar Kitâbü’z-Ziyâdât. 9. Habbâzî, Celaleddin Ömer b. Muhammed b. Ömer el-Hucendî el-Bahtiyârî (691/1292):216 Hocend’de doğdu. İlmi tahsilini orada yaptı. Harezm’e gitti. Şam Hatuniye medresesinde ders verdi. Hukuk teorisine dair yazdığı el-Muğnî adlı eseri, ders kitabı olarak çok tutulmuştur. Ayrıca Hâşiyetü’l-Hidâye veya Şerhu’l-Hidâye adlı bir fıkıh eseri de vardır. 10. Er-Râzî, Zeynüddin veya Tacüddin Muhammed b. Ebubekr b. Abdülmuhsin (VII./XIII. yüzyılın sonlarında yaşamış, 666/1267’de Konya’da bir eserin sema’ında adı geçmektedir):217 1. Tuhfetü’l-mülûk: Bir çok yazması olan, pek çok şerhe konu olan bir siyaset eseridir.218 Farsça tercümesi vardır. 2. Tefsir, dil, kelam, tasavvuf ve sair ilimlere dair günümüze ulaşan 11 eseri Brockelmann tarafından kaydedilmiştir. 11. Kelâbâzî, Ebu’l-Alâ Mahmud b. Ebubekr el-Buhârî, el-Faradî (644700/1246-1300):219 Temel eğitimini Buhara’da aldı. Mardin’de vefat etti. Miras hukuku sahasında meşhur bir alimdir. Eserleri: 1. Dav’ü’s-Sirâc. Secâvendî’nin ferâize dair meşhur eserinin karşılaştırmalı ve delilli bir şerhidir. Eseri, hocasının notlarından 676//1277’de tamamlamıştır. 2. Minhâcü’l-müntehab min Dav’ü’s-Sirâc (öncekinin özetidir). 12. El-Elvâhî, Muhammed b. Ahmed (716/1316):220 El-Maksûd fî İkâmeti’lhudûd.221 13. Tarsûsî, Ebû İshak Necmeddin İbrahim b. Ali (721-758/1321-1358):222 Şam’da kadılkudât göevini babasından devraldı. Eserleri: 1. Enfau’l-vesâil ilâ tahrîri’l-mesâil.223 Hanefi muteber kaynaklarından derlenmiş, kazâî 215 GAL, c. I, s. 476, Suppl. I, s. 656-657. 216 GAL, c. I, s. 456 ve 476-477, Suppl. I, s. 644 ve 657; Özel, s. 70; Mahmud Rıdvanoğlu, “Habbâzî”, DİA, c. XIV, s. 342-343. 217 GAL, c. I, s. 478, Suppl. c. I, s. 658-659, Özel, s. 68. 218 Özel, ilmihal eseri olduğunu söylemektedir. Fakat bu değerlendirme yanlıştır. Bursalı Mehmet Tahir, Siyasete Müteaalik âsâr-ı İslâmiyye’de ondan söz etmektedir. Bkz.: GAL, aynı yerde. 219 GAL, c. I, s. 470, Suppl. I, s. 650; Özel, s. 71; Bilal Saklan, “Kelâbâzî”, DİA, c. XXV, s. 191-192. 220 GAL, Suppl. II, s. 86. 221 Müellif nüshası olarak Berlin nr. 1320’de kayıtlıdır. 222 GAL, c. II, s. 94-95; Suppl. II, s. 87, Özel, s. 80. Bu önemli yazar hakkında çeşitli çalışmalar yapılmıştır: Asri Çubukçu, “Tarsûsî Hayatı, Şahsiyeti ve eserleri”, Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1977 [tezin sonunda, Tuhfet’üt-Türk’ün tercümesi eklidir]; Michael Winter, “Inter-madhhab competition in Mamlûk Damascus: al-Tarsûsî’s Counsel for the Turkish Sultans”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, 2001, sy. 25, s. 195-211; Nagm al-Din al-Tarsusi, Kitab Tuhfat al-Turk (Euvre de combat hanafite à Damas au xive siècle), Mohamed Menasri, (tahkik, edisyon ve tercüme), Şam: Institut Français de Damas, 1997. 223 Eser Mustafa Hafâcî tarafından el-Fetâva’t-Tarsûsiyye adıyla basılmıştır: Kahire, 1345/1926. eserin iki şerhi, bir de muhtasarı yapılmıştır.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
79
meselelere ilişkin muhtasar bir eserdir. Yargı meselelerinin fıkıh kitaplarında dağınık bir şekilde bulunmasından hareketle ve bir de kadıların mezhep harici görüş serdetmelerinden dolayı bu eseri kaleme aldığını söylemektedir. 2. El-Fevâidü’l-fıkhiyye (manzum bir eserdir). 3. Tuhfetü’t-Türk fîmâ yecib en Yu‘mele fi’l-mülk. Kitabın ilk bölümü, saltanatı Türklerden birinin de üstlenebileceğine dairdir. İkinci kısımda ise, idare sanatına dair çeşitli cüzi meseleler vardır. 753/1352’de tamamlanan eser yayımlanmıştır.224 4. En-Nûrü’l-lâmi‘ fîma yu‘mel bihî fi’l-Câmi‘. Bu kitap, Şam Emevi camisinin idaresine dair bir eserdir. 5. El-İ‘lâm fî mustalahi’ş-şühûd ve’l-hukkâm. Bu kitap, şer‘î belgelerin düzenlenmesi konusunu işlemektedir. 6. Umdetü’l-hükkâm fîma lâ yunfezü mine’l-ahkâm. 14. İbn Vehbân, Abdülvehhâb b. Ahmed ed-Dimeşkî (730-768/1330-1366):225 Hama kadısıdır. 1. Kaydü’ş-şerâid ve nazmü’l-ferâid Bahr-i tavîl tarzında 400 beyitten oluşan manzûm bir feraiz kitabıdır. Ayrıca bu manzum eser üzerine Akdü’l-kalâid adlı kendi şerhi vardır. 15. Bedrü’r-reşîd, Muhammed b. İsmail (768/1366):226 Elfâzü’l-küfr. 16. Konevî, Ebü’l-Mehâsin, Cemâlüddin Mahmud b. Sirâcüddin Ahmed edDimeşkî (770/1369):227 Şam Hanefi kadılığı, kadılkudâtlık ve Şam-Reyhaniye’de müderrislik yaptı. Eserleri: 1. Buğyetü’l-Kunye fi’l-fetâvâ. Necmeddin Zâhidî’nin el-Kunye adlı fetva mecmuasından seçme meseleler içeren bir eserdir. 2. el-Cem‘u beyne (veya el-Müntehab min) Vakfeyi’l-Hilâl ve’l-Hassâf. 3. El-Ğunye fi’l-fetâvâ. 4. Hülâsatü’n-Nihâye fî fevâidi’lHidâye. 5. El-İ‘câz fi’l-i‘tirâz Ale’l-edilleti’ş-şer‘iyye. 17. Konevî, Şemsüddin Muhammed b. Yusuf (GAL’da ismi Şemseddin Ebû Abdullah Yusuf b. İlyas es-Seferî el-Konevî şeklinde geçiyor) (715788/1315-1386):228 Konya doğumlu olup Şam’a yerleşmiştir: Eserleri: 1. Dürerü’l-bihâr. Mecmau’l-Bahreyn’e diğer üç imamın (Şafii, Malik ve Ahmed b. Hanbel’in) görüşlerinin ilavesiyle yazılmıştır. Eserin Şihâbüddin b. Muhammed b. Hızır (785/1383) tarafından 749/1348’de yazılan Şerhu’l-Ğavs li-ktibâsi Nefâisi’l-esrâr el-mevdû‘a fî Düreri’l-bihâr adlı bir şerhi günümüze ulaşmıştır. 2. El-İktâ‘. Kahire Kahire, Hanefî mezhebi açısından önemini esasen Memlûk döneminde artırmıştır. Ancak Memlûk dönemi, ayrı ve bağımsız bir çalışmayı gerektirdiği 224 Rıdvan Seyyid, (tahkik ve nşr.), Beyrut: Darü’t-Talî‘a, 1992. 225 GAL, c. II, s. 95; Suppl. II, s. 88; Özel, s. 81-82. 226 GAL, c. II, s. 96; Suppl. II, s. 88. 227 GAL, c. II, s. 90; Suppl. II, s. 97, Özel, s. 82; Kamil Yaşaroğlu, “Konevî”, DİA, c. XXVI, s. 164165. 228 GAL, c. II, s. 90; Suppl. II, s. 97; Özel, s. 86.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
80
için, bu makalenin kapsamı dışında tutulmuştur. Sadece çalışmanın kapsadığı dönemde yaşayan bazı önemli Hanefî yazarlara dikkat çekmekle yetineceğiz. Bunların içinde aslen Bayburtlu olan ama Mısır’a yerleştiği için buraya dahil ettiğimiz Babertî’nin Anadolu’da yetiştirdiği öğrencilerle çok etkili olduğu bilinmektedir. Kureşî ise elimizdeki en geniş Hanefî biyografik sözlüğün yazarı olarak Hanefî hukuku çalışmaları için vazgeçilmez bir kaynaktır. 1. Kâkî, Kıvâmüddin Muhammed b. Muhammed el-Hucendî es-Sancârî (749/1349):229 Mâverâünnehir doğumlu olduğu sanılan Kâkî, Tirmiz’de meşhur Abdülaziz el-Buhârî’den ve Sığnâkî’den fıkıh tahsil etti. Daha sonra Kahire’ye yerleşti. Hukuk teorisine dair meşhur eserleri yanında şu eserleri günümüze ulaşmıştır: 1. Mi‘râcü’d-dirâye adlı bir Hidâye şerhi. 2. Uyûnü’l-Mezâhib. Dört imamın görüşlerini özet halinde veren bu eseri Kahireli Eyyûbî hükümdarı Melik Kamil Seyfüddin Şaban’a (615635/1218-1238) ithaf etmiştir. 2. Es-Sirâcü’l-Hindî eş-Şiblî, Ebu Hafs Ömer b. İshak el-Gaznevî Devletabâdî (704 veya 714-773/1304 veya 1314-1372):230 1. El-Hidâye şerhi et-Tavşîh. 2. ez-Ziyâdât şerhi. 3. El-Fetâvâ. 4. Muhtasarü’t-telhîs (tamamlanmamış bir el-Camiu’l-kebîr şerhi. Müellif nüshası olarak mevcuttur. 5. Zübdetü’l-ahkâm fi ihtilâfi’l-eimmeti’l-a‘lâm. 6. Levâihu’l-envâr fi’r-reddi alâ men enkere ale’l-ârifîn letâife’l-esrâr. Tasavvufa dair bir eserdir. 3. Kureşî, Ebû Muhammed Muhyiddîn Abdülkadir b. Muhammed (696775/1297-1373):231 En büyük Hanefi biyografik sözlüğünün yazarıdır: elCevâhirü’l-Mudiyye fî tabakâti’l-Hanefiyye. 4. Rumî, Celalüddin Mahmud b. Mürsel. 777/1375’te Kahire’de Manzûme fi‘l-Fetâvâ’sına şerh yazdı.232 5. Babertî, Ekmeleddin Muhammed b. Mahmud er-Rûmî, el-Mısrî (714786/1314-1384):233 Aslen Bayburtlu olan Babertî, İbn Hacer ve Şemseddin el-İsfehânî’nin öğrencisidir. Eserleri: 1. El-İnâye, Hidâye’nin en önemli şerhlerinden biridir. 2. Feraiz ve tefsire dair 13 risalesi Brockelmann tarafından kaydedilmiştir. 3. Akide ve usû’li’d-dine dair çalışmaları da vardır. 4. Hanefi-Şafii mezhep ilişkisine dair bir çalışması da mevcuttur. 5. Menâr şerhi. 6. Ebu Hanife müdafaası. 7. Yine Ebu Hanife’nin üstünlüğüne dair bir risalesi vardır. Babertî, Anadolu’da çok etkili olacak 229 GAL, c. I, s. 466, c. II, s. 268, Suppl. I, s. 644, Suppl. II, s. 253; Özel, s. 78-79; Hüseyin Kayapınar, “Kâkî”, DİA, c. XXIV, s. 216. 230 GAL, c. II, s. 96; Suppl. II, s. 89; Özel, s. 82-83; J. Schacht ve Linda S. Northrup, “al-Shibli”, EI_, c. IX, s. 433. 231 GAL, c. II, s. 96-97; Suppl. II, s. 89, Özel, s. 83; A. Özel, “Kureşî”, DİA, c. XXVI, s. 441-442; F. Rosenthal, “Abd al-Kadir al-Kurashi”, EI_, c. I, s. 70. 232 GAL Suppl. II, s. 97. 233 GAL, c. II, s. 97; Suppl. II, s. 89-90; Özel, s. 84-85.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
81
olan Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Molla Fenârî ve İbn Kâdî Semavne’nin [Şeyh Bedreddin’in] hocasıdır. Hindistan Hint alt-kıtası, geleneksel Hanefî merkezlerinden biri olup, ayrı bir çalışmayı hak etmektedir. Ancak bu çalışmanın kapsadığı dönem içerisinde yaşayan, Osmanlı fetva ve hukuk edebiyatında etkili olmuş bazı fetva ve fıkıh eserlerine özellikle dikkat çekmek faydalı olacaktır. 1. Es-Secâvendî, Ebû Tâhir Sirâcüddin Muhammed b. Muhammed (596/1200):234 Eserleri: 1. Es-Sirâciyye (el-Ferâizü’s-Sirâciyye). Çok yaygın bir miras hukuku metnidir. İngilizce’ye,235 Farsça’ya ve Türkçe’ye236 çevirileri yapılmıştır. Üzerine bir çok şerh yazılmıştır.237 Eser, es-Sirâciyye diye bilinen en meşhur Hanefî ferâiz eseridir. 2. Et-Tecnîs fi’l-Hisâb. Osmanlı döneminde üzerine bir çok haşiye ve şerh yazılmıştır. 2. Uşfurkânî, Muhammed b. Muh. B. İsmail el-Hatîb (616/1219’da Moğollardan kaçarak Delhi’ye yerleşti. 642/1244’te Sınvânü’l-Kadâ’ ve Unvânü’l-iftâ’ adlı eserini telif etti.238 3. Lahûrî, Bedr b. Tâc b. Abdürrahim (725/1324):239 Metâlibü’l-mü’minîn adlı fıkıh eseri mevcuttur. 4. Multânî, Ebû Bekir İshak b. Tâceddin Ali b. Ebü’l-Hasan es-Sufî el-Bekrî (736/1335 civarları):240 Eserlerini Arapça ve Farsça yazmıştır. Hulâsatü’lahkâm bi-şerâiti’l-İslâm (Arapça-Farsça). Muhtasarının yazması günümüze ulaşmıştır. 5. El-Hâmilî, Ebû Bekr b. Ali b. Musa el-Yemenî (769/1367):241 Eserleri: 1. Dürrü’l-mühtedî ve zuhru’l-muktedî. Bidâyetü’l-mübtedî nazmıdır. 2. 234 GAL, c. I, s. 470-471, Suppl. I, s. 650-651; Özel, s. 58-59; Kavakçı, s. 137; R. Sellheim, “al-Sadjawandi”, EI_, c. VIII, s. 739-740. 235 W. Jones, Al-Serajiyyah with English Translation and Commentary, Kalküta, 1792. Aynı zamanda bkz.: W. Jones, Works, c. III, Londra, 1799. Rumsey, Jones’un çevirisini tekrar yayınladı: As-Sirajiyyah or the Muhammadan Law of Inheritance, Reprinted from the Translation of J. W. Jones, with notes and appendix, Londra, 1869; 2. baskı, 1890. Bir başka çeviri için bkz.: Prasauna Kumar Sen, The Serajiyyah the Mohammaedan Law of Inheritance, Serampore, 1885. 236 Türkçe manzum bir çeviri ve şerh, Dursunzâde Efendi tarafından yapıldı. Başka bir yazarı mechul Türkçe çevirisi daha mevcuttur. Yeni Türkçe tercümesi için bkz.: Abdullah Tunca, İslam Miras Hukuku ve Felsefesi: Ebu Tahir Muhammed b. Mahhmud Abdurraşid es-Secavendî Metnü’l-Ferâiz Tercümesi, İstanbul, 1994. 237 Şihabüddin Sivâsi (803/1400) ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin (816/1413) şerhleri en meşhurlarıdır. Molla Fenârî, İbn Kemal ve diğerleri de şerh ve haşiye yazdılar. 238 GAL, c. I, s. 474-475. 239 GAL, c. Suppl. II, s. 310. 240 GAL, c. II, s. 285-286, Suppl. II, s. 310. 241 GAL, c. II, s. 236; Suppl. II, s. 240.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
82
Me‘ûnetü’t-tullâb fî ma‘rifeti’l-hisâb. Sardafî’nin (500/1106) Muhtasaru’l-Hindî adlı eserine ilavedir. 3. Tercümetü’l-müstefîd. Ahkâmü’lKur’ân ile ilgili bir eserdir. 4. Ayın mevzilerine dair bir kaside. 6. Alim b. el-Alâ’, Ferîdüddin (786/1384):242 Hindistanlıdır. Zadü’s-sefer veya Zâdü’l-Müsâfir diye de bilinen el-Fetâva’t-Tatarhâniyye243 adlı eseri, 777/1275-6 yılında, Tuğluk sultanı Fîruz Şah Tuğluk’un hükümdarlığı zamanında (752-790/1351-1388) tamamlanmıştır. Fîruz Şah, dindar biri olup dinî olmayan vergileri kaldırması, şeriatı eksiksiz uygulaması ve dinî vakıf ve cemiyetlere yardım etmesiyle meşhurdur. Fakir Müslüman kızları evlendirmek üzere vakıf kurmuştur. Alim b. el-Alâ’, eseri Emir Tatarhan için telif etmiştir. Schacht, eserin 752/1351’den sonra Emir Tatarhan’ın emriyle telif edildiğini söylemektedir. Eser Hidâye bablarına göre tertip edilmiş ve el-Muhîtü’l-Burhânî, ez-Zahîre, Fetâvâ Kâdîhân ve ezZahîriyye gibi eserlerden derleme yapmıştır. Meşhur Mültekâ yazarı İbrahim Halebî eseri özetlemiştir. Anadolu Anadolu başlığı altına: Osmanlı öncesi Anadolu’daki fıkıh çalışmaları ile ilgili modern araştırmalar pek fazla olmamakla beraber 14. yüzyıl Osmanlı dönemi Anadolu için elimizde oldukça ayrıntılı bir yayın mevcuttur: Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Döneminin Sonuna Kadar, Bursa: Arasta Yayınları, 2001. 1. Sicistânî, Yusuf b. Ebî Sa‘îd (Sivas’ta 639/1240’ta vefat etti):244 Eserleri: 1. Münyetü’l-müftî.245 Necmeddin el-Hâssî’nin el-Fetâvâ’s-suğrâ’sı ile Sirâcüddin el-Uşî’nin el-Fetâvâ’s-Sirâciyye’sinden özetlenmiştir. 2. Gunyetü’l-fukahâ. Brockelmann, Gunyetü’l-müftî adıyla önceki eserinin muhtasarı olduğunu belirtmiştir. 2. Larendî, Mahmud b. Ahmed b. Zahîrüddin b. Şemseddin er-Rumî, 720/1320’den önce vefat etti:246 İrşâdü’r-râcî li-ma‘rifeti’l-ferâizi’s-Sirâciyye adlı eseri, İrşâdü üli’l-elbâb ilâ ma‘rifeti’s-savâb adlı kendi eserine bir ektir. 3. Kırşehrî, İsa b. Muhammed b. İnanç (Yinanç) er-Rûmî (734/1334 yıllarında yaşıyordu):247 El-Mübteğî fi’l-furû‘ adlı ibadet, muamelât ve siyere dair bir eseri mevcuttur. Her babın sonuna Sahihayn’dan hadisler konmuştur. 242 Özel, s. 85. 243 Ferhat Koca, “el-Fetâva’t-Tatarhâniyye”, DİA, c. XII, s. 446-447. 244 GAL, c. I, s. 473, Suppl. I, s. 653, Özel, s. 64. 245 A. Özel, “Hanefi Mezhebi”, s. 24. 246 GAL, c. II, s. 290; Suppl. II, 313. 247 GAL, c. II, s. 290; Suppl. II, s. 313, Özel, s. 75.
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤›
83
4. Nemedpoş el-Harezmî, Ebû Sa‘îd Tahir b. İslam el-Ensâri: 771/1370’de Kahire’de veya Anadolu’da Kitâbü’l-Cevâhir’i yazdı.248 Eser, furû-ı fıkha dair olup yaklaşık 105 kitaptan derlendiği söylenmektedir. 5. El-Melik b. Firişteh, İzzüddin Abdüllatif b. Abdülaziz b. Melik (797/1395’te öldü):249 I. Bayezid döneminde Tire’de müderristi, Necâtü’lervâh min denesi’l-eşbâh adı bir eseri mevcuttur. 6. Sivâsî, Şihabüddin Ebü’l-Hâmid Ahmed b. Mahmud (803/1400):250 el-Ferâiz bi-Şerhi Abdilhalîm es-Sekerri adlı eseri mevcuttur. 7. Ruhâvî, Ebü’l-Mehâsin Hüsamüd’d-dîn (8./14. yüzyılın sonu):251 1. El-Bihârü’z-zâhire. Mecmau’l-bahreyn nazmı. 2. Ukûdü’l-cevâhir ve’d-dürerü’l-mefâhir. İlim öğrenme, hocaya devam etme ve diğer ilgili konularda yoğun bir ibareyle yazılmış bir eserdir. 8. Er-Rûmî, Fahreddin (I. Bayezid döneminde (792-805/1389-1402 yılları arasında Mudurnu’da yaşadı): 252 Eseri Müştemilü’l-ahkâm’ın iki versiyonu vardır: Küçük ve büyük. 9. Mustafa Karamânî (809/1406):253 Risâle fî hukmi’l-laıb bi’n-nerdi ve’ş-şatranc adlı risalesi mevcuttur. 10. İznikî, Muhammed b. Muhammed Kutbüddin, İznik’te doğdu ve burada (821/1418’de vefat etti):254 1. Mürşidü’l-müteehhil. Günümüz Türkçesi ile Evlilere Klavuz adını taşıyan eserin, annenin çocuklar üzerindeki hakkı ve onların da anneye karşı hakları konularını işlediği belirtilmektedir. 11. Bedreddin Semâvî, Mahmud b. İsrâil, İbn Kâdî Semavne (Semâve) (823/1420):255 Babası kadı idi. Edirne’de doğdu. Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgası sırasında Musa Çelebi’nin tarafını tuttuğu için idam edildi. Eserleri: 1. Câmiu’l-Fusûleyn256 adlı kadılara rehber kitabını 814/1411’de yazdı.257 2. Letâifü’l-İşârât bi-şerhi Teshîli’l-Fetâvâ. Esere 816/1414’te başladı, 818/1415’te İznik’te bitirdi. 12. Bezzâzî, Kirdirî, Hafızüddin Muhammed b. Muhammed (827/1424):258 Doğumu Harezm’dedir. Daha sonra Bulgaristan ve Kırım’da ikamet etti. Fetva kitabını Kırım’da 812 (1409-1410) tarihinde bitirdi. Volga Nehri kenarında sarayda yaşadı. Kırım’a gitti. Oradan Anadolu’ya geçti ve orada 248 GAL, c. II, s. 96; Suppl. II, s. 88-89; Özel, s. 82. 249 GAL, Suppl. II, s. 315. 250 GAL, c. II, s. 290. 251 GAL, c. II, s. 90; Suppl. II, s. 98; Özel, s. 86. 252 GAL, c. II, s. 290; Suppl. II, s. 314. 253 GAL, c. II, s. 290. 254 GAL, c. II, s. 291, Suppl. II, s. 315. 255 GAL, c. II, s. 290-1; Suppl. II, s. 314-5, Özel, s. 90-91. 256 Ali Bardakoğlu, “Câmiu’l-fusûleyn”, DİA, c. VII, s. 108-109. 257 Şehzâde Camisinde müellif nüshası mevcuttur. 258 GAL, c. II, s. 291, Suppl. II, s. 316, Özel, s. 92; A. Özel, “Bezzâzî”, DİA, c. VI, s. 113-114.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Bedir
84
vefat etti. Eserleri: 1. Fetâva’l-Bezzâziyye veya Fetâva’l-Kirdirî.259 Osmanlı döneminde çok tutulan ve hakkında Ebüssuud’un “Bezzaziye varken ben bir fetva kitabı telif etmekten haya ederim” dediği söylenen kitaptır. 2. Hanefi menakıbnamesi ve Ebu Hanife savunması (Gazali’ye karşı). 3. Niyabet yoluyla farzların edasına dair bir risale. 4. El-Muhtasar fî beyâni Ta‘rîfâti’l-Ahkâm. 5. Âdâbü’l-Kadâ’.
An Essay on the Historiography of Pre-Ottoman Turkish Law Murteza BED‹R Abstract Historiography of Turkish Law, especially that of the pre-Ottoman era, suffers a certain degree of backwardness due to its lack of conceptual framework as well as a method that goes in line with this framework. This essay comprises of two main parts, the first of which aspires to offer an approach that combines three constituting elements seen necessary for any student of Turkish law, i.e. historical research, legal history and classical law of Islam (fiqh). The second part is in fact a bibliography of Islamic law of Hanafite school. The bibliography, which includes only extants legal works, is classified according to the geographical area in which the authour of a certain legal text supposedly lived in, due to the consideration that geograpy gives a sense of contiunity more than any other considerations. Keywords: Islamic law, fiqh, historiography of law, history, legal doctrine
Osmanl› Öncesi Türk Hukuk Tarihi Yaz›c›l›¤› Murteza BED‹R Abstract Osmanlı öncesi Türk hukuk tarihi yazıcılığını konu edinen bu yazı esas olarak iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım daha çok teorik olup ilgili dönem Türk hukuk tarihi yazıcılığı için zaruri görülen üç alana (hukuk tarihi, genel tarih ve İslam’da hukuk) ilişkin bir literatür incelemesi mahiyetindedir. Bu kısımda aynı zamanda yeterli kaynağa sahip olunmadığı söylenen Osmanlı-öncesi dönem için fıkıh kitaplarının kaynak olarak önemine dikkat çekilmiştir. İkinci kısım ise esasen bir bibliyografya çalışması olup günümüze eserleri ulaşmış Hanefî fıkıh yazarlarını ihtiva etmektedir. Coğrafyanın daha fazla süreklilik imkanı sunduğu düşünüldüğü için bibliyografya, ilgili yazarın yaşadığı coğrafi bölge temelinde tasnif edilmiştir. Anahtar Kelimeler: İslam hukuku, fıkıh, hukuk tarih yazımı, tarih, hukuk kuramı 259 A. Özel, s. “Bezzâzî”, DİA, c. VI, s. 114.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
85
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 85-105
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi1 Sami ERDEM*
I. Giriş II. MEŞRUTİYET’İN İLANINI takiben çeşitli alanlarda yapılacak yeni kanunlar yanında, mevcut düzenlemelerin tadil ve ikmaline yönelik talep ve girişimler içinde, Mecelle’nin tadil ve ikmali amacıyla yeni bir heyet oluşturulması, önemli gündem maddelerinden birisiydi. Bu heyette hangi vasıfta kimselerin bulunacağı gibi güncel bir problem sebebiyle tartışma gündemine giren fıkıh/ictihad tarihi, yeni çözüm arayışları için hakemliğine başvurulacak bir referans çerçevesi olarak görülmeye başlanmıştır. Fıkıh tarihinin revaç bulması ve bir ictihad tarihi olarak yeniden yorumlanmasının, ele aldığımız dönem açısından önemine dair herhangi bir değerlendirmeye rastlamış değiliz. Bunun tek istisnası, “ictimâî usul-i fıkıh” tartışmaları dolayısıyla fıkıh tarihine artan ilgiye işaret eden Ahmed Muhiddin’dir.2 Fıkıh usûlü ile ilgili meselelerde olduğu gibi fıkıh tarihi konusunda da Osmanlı Devleti’nin son döneminde ortaya konan bazı görüşler, sonraki nesiller tarafından -anakronik bir biçimde- bizatihi klasik fıkıh birikimi içinde şekillenmiş bilgiler olarak algılanmış ve yeni dönemin anlayışını yansıtan bu metinler, fıkıh usûlü ve tarihi için birinci el kaynak olarak referans alınmıştır. * Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı. 1 Bu makale, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar” (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003) başlıklı doktora tezimizin ”İctihad Tarihi Olarak Fıkıh Tarihi” başlıklı bölümünün yeniden düzenlenmesi suretiyle kaleme alınmıştır. 2 Modern Türklükte Kültür Hareketi, tercüme ve inceleme: Suat Mertoğlu, İstanbul: Küre Yayınları, 2004, s. 122-125.
86
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
İctihad kavramına ve bu kavramın ilgili olduğu alanlara dair başlayan tartışma; süreç içinde, fıkıhla ilgili tarihî malumatın, aslında bir “ictihad tarihi”3 olarak okunması gerektiği şeklinde yeni bir açıklama biçimine imkân sağlamıştır. Ashab, tabiîn, müctehid imamlar, onların ve talebelerinin fıkıh kitapları, mezheb bağlılığı, farklı muhitlerde gelişen fıkhî mezhebler, sonraları ortaya çıkan ve nesilden nesile elde dolaşan mevcut usûl ve furu-ı fıkıh metinleri, usûl ve ulaştıkları hükümler itibariyle farklı görüşleriyle temayüz eden sonraki zevat -Şâtıbî, İbn Teymiyye, İbn Kayyım vb.- gibi konu başlıkları; bu yeni “ictihad tarihi” tanımlamasında müteselsil bir çerçeve içinde ele alınmış ve bir tasavvur etrafında yeniden sıraya konmuştur. Muayyen usûl-i fıkıh kitapları ve bu kitaplarda yer alan -en genel anlamda, hüküm elde etme süreci olarak- ictihadla ilgili yorum ve metodoloji yerine, yeniden bir araya getirilmiş bir tarih şemasının, ictihad anlayışının yeniden tanımlanmasında referans olarak alınması, modern bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaklaşımı besleyen unsurlar arasında klasik usûle yönelik bir eleştiri tavrı, ıslah hareketlerinin içinde mündemiç bulunuyordu. Ama tarihin, yeni bir okumayla, halihazır için istidlalde bulunulacak kapsamlı bir kaynak haline getirilmesi, içinde bulunulan döneme has bir yaklaşımı işaret etmektedir.4 Sağladığı imkânlar bakımından bu yaklaşım, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında gündeme gelen ictihad tartışmalarında ve dolayısıyla fıkıh usûlü konusunda ortaya konan görüşlerde merkezî bir yere sahip olmuştur. Hem ictihadın işlerlik kazanmasını savunanlar, hem de muhalifleri, yani ictihad kapısının teorik olarak ya da fiilî imkânsızlık nedeniyle kapalı olduğunu savunanlar; aynı tarihî sürece müracaatla, kendilerine delil aramışlardır. Yeni dönemin gereklerine uygun düşecek bir geçmiş inşası, böylece geleneksel kavram ve tarihî malumat üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Halim Sabit’in, ictihad tarihi ile ilgili yazılarını sunarken dile getirdiği “vesâik-i ma‘lûmenin yardımıyla mechûlâtı tarîhiyeye intikal”5 prensibi, bu açıdan önemli görünmektedir. Malum/makbul bilgilerin meçhul ama yeni keşfedilen/oluşturulan bir tarih şeması için kullanılması, meşruiyet bakımından son derece elverişli imkânlar sunmaktadır. Modern dönemde sık karşılaştığımız ve geleneksel kavramlara yeni muhteva kazandırma diye ifade edebileceğimiz bu tavır, mevcut malzemeden hareketle, ilave bir izah külfetine girmeksizin eski çağrışımlardan istifadeyle yeni bir çer3 Halim Sabit’in, -aşağıda ele alacağımız- fıkıh tarihi ile ilgili yazılarını, bir “ictihad tarihi” çalışması olarak nitelemesi, fıkhın tarihine ilişkin bu yeni yaklaşımın genel karakterini yansıtmaktadır. 4 Musa Carullah’ın, usul kitaplarındaki delillere ilaveten teşrîde dikkate alınması gereken yeni deliller arasında “tarihin şehadeti”ne ilk sırada yer vermesi, tarihe usul-i fıkıh içinde atfedilen yeni konumu göstermesi bakımından dikkat çekici bir örnektir. Diğer deliller, “hayatın tecrübesi, aklın delâleti, ictimaî hâcetler, zamanın talebi” biçiminde sıralanmaktadır, Musa Carullah, “Milletin Hukuk-ı Teşrî’iyyesine ve Şerî‘atın Tedvinine Dair”, Sebîlü’r-Reşad, 15 Receb 1342/21 Şubat 1340, c. XXIII, sy. 589, s. 269. 5 Halim Sabit, “İctihada Dair”, Sırât-ı Müstakîm, 21 Safer 328/18 Şubat 325, c. III, sy. 78, s. 414.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
87
çeve oluşturma anlamına gelmektedir. Bu durumun kaynaklara dönüş6 düşüncesiyle olan irtibatı da hatırdan uzak tutulmamalıdır. Fıkıh tarihine dair tarihî malzemenin -ki bu malzemenin pek çok unsuru tarih, tabakat ve terâcim gibi çeşitli telif türlerinin yerleşik bilgi birikimi içinde bulunmaktadır7- yeni ictihad faaliyetinin geçmişteki örnek ve doğru uygulaması olarak yeniden bir okumaya tabi tutulması dikkat çekicidir. Modern yaklaşımlarda fıkıh/ictihad tarihinin iki yönlü kullanımı söz konusu olmuştur. Bir yandan, ictihad faaliyetinin kurumlaştığı ilk dört asırlık dönem, yeni tercihler için bir referans noktası olarak müsbet bir zemin sağlarken; taklid dönemi olarak nitelendirilen sonraki devre de, mevcut aksaklıklara örnek teşkil etmesi bakımından menfi bir kullanıma tabi tutulmuştur.8 Fıkıh ve fıkıh usûlü ile ilgili olarak çeşitli yayın organlarında (mesela İctihad’da Abdullah Cevdet ve Celal Nuri gibi) ya da müstakil kitap ve risalelerle, özellikle Mecelle ve kanunlar çerçevesinde ortaya konan ve zaman zaman tahrik edici boyutlara ulaşan görüşlere9 karşı savunma ya da cevap geliştirme gayretleri yanında muhafazakâr olarak tanımlanabilecek kesimlerin bu görüşlere tepkileri, yeni bir usûl ve fıkıh tarihi tanımlamasını ihtiyaç haline getirmiş görünmektedir. Mesela, Halim Sabit’in “İctihada Dair” yazılarındaki yaklaşım, her iki tepkiye de cevap verme konusunda örnek bir muhteva ve üslup özelliğine sahiptir. Elbette, yaşanan gerçekliğin aksayan yönlerine ilişkin teknik/ilmî tespitlerin ve beklentilerle ilgili hissî değerlendirmelerin de bu çerçevedeki etkisi inkâr edilemez. Genel olarak medrese zihniyetine, eğitim biçimine, mevcut başarısızlıklara/olumsuzluklara vs. yöneltilen eleştiriler tarihin yeni bir bakışla ele alınarak sunulmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu türden yapıcı/iyi niyetli bir özeleştiri tavrı, diğer etkenlere göre çok daha küçük orandadır.10 Bu yazıda, II. Meşrutiyet sonrasında fıkıh tarihine yoğun ilgi duyulmasının sebeplerinden birisi olarak kitap düzeyindeki telifata vesile olan eğitim müfre6 İsmail Kara, “Tarih ve Hurafe: Çağdaş Türk Düşüncesinde Tarih Telakkisi”, Türklük Araştırmaları Dergisi, Mart 2002, sy. 11, s. 50-52; İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri I: Hilafet ve Meşrutiyet, 2. bs., İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001, s. 40. 7 Bu konuda tespitler için bkz. Mehmed Kamil [Miras], Tarih-i İlm-i Fıkh, [I], tâbi’ ve nâşiri: Eşref Hıdrî, Dersaadet: Hukuk Matbaası, 1329-1331, s. 3; Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, İstanbul: Darülfünun İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Neşriyatından, Aded: 7, Darülfünun Matbaası, 1340, s. 3. 8 İsmail Kara, çağdaş İslâm düşüncesinin tarih tasavvuru içinde, tarihin bir dönemini methetme gibi görünen yaklaşımın, aslında bugün içinde bulunulan kötü durumu tasvire yönelik olduğunu belirtmektedir. Bkz. “Tarih ve Hurafe: Çağdaş Türk Düşüncesinde Tarih Telakkisi”, s. 48. Bu tavrın ictihad-taklid zıtlığı içinde ele alınan fıkıh tarihi yorumundaki tezahürü oldukça belirgindir. 9 Batıcıların dine karşı saldırıları ve bunun yol açtığı savunma ile ilgili değerlendirmeler için bkz. Ahmed Muhiddin, Modern Türklükte Kültür Hareketi, s. 98. 10 Çağdaş Türk düşüncesinde tarih anlayışı üzerine etraflı değerlendirmeler için bkz. Kara, “Tarih ve Hurafe: Çağdaş Türk Düşüncesinde Tarih Telakkisi”, s. 31-70.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
88
datı, fıkıh tarihine ilişkin metinler, fıkıh tarihine yaklaşım konusunda önemli ipuçları taşıyan fıkıh tarihi dönemlemesi ve bu konuya ilişkin farklı görüşler ele alınacaktır. II. Yeni Bir İlim Olarak Fıkıh Tarihi a. Fıkıh Tarihi Dersi Fıkıh tarihi dersine ilk kez Darülfünun’da Ulûm-i Şer‘iye Şubesi’nin programında, ayda iki ders olmak üzere rastlıyoruz.11 1914’teki Islah-ı Medaris Nizamnamesi ile Darülfünun bünyesindeki Ulûm-i Âliye-i Dîniye [İlâhiyat] Şubesi kapatılmış ve öğrencileri, İstanbul medreselerinin birleştirilmesiyle oluşturulan Darü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi’nin Mütehassısîn kısmına devredilmiştir. Burada birinci ve ikinci sınıflarda haftada ikişer saat olmak üzere “tarih-i fıkıh” dersi bulunmaktadır.12 Her iki okulda da fıkıh tarihi dersini Bayezid Dersiamlarından Karahisar-ı Sahib mebusu Karahisarlı Mehmed Kamil [Miras] Efendi13 okutmuştur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla müstakil ilk fıkıh tarihi kitabı da, Mehmed Kamil’in bu derslere ait takrirlerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır.14 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kaldırılan medreselerin yerine İlahiyat Fakültesi yeniden kurulmuş15 ve ders programında, daha önce Darül11 1912 tarihli Darülfünun Nizamnamesi’nde Ulûm-i Şer’iye Şubesi’ne ait ders programları için bkz. Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1983, s. 252-254. 12 “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi Tedrisat Cedvelleri”, Cerîde-i İlmiyye, Şaban 1333, c. II, sy. 14, s. 91. Ayrıca bkz. Mübahat S. Kütükoğlu, “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), c. VIII, İstanbul, 1993, s. 508; Mehmed Kamil [Miras], Tarih-i İlm-i Fıkh, [I], s. 3. 13 Tek kişilik olan fıkıh tarihi dersi kadrosunda Mehmed Kamil’in ismi geçmektedir. Bkz. “Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medârisi Kadrosu”, Cerîde-i İlmiyye, Zilhicce 1335, c. III, sy. 33, s. 960. Kamil Miras’ın biyografisi hakkında müstakil bir çalışma için bkz. Nesimi Yazıcı, Kâmil Miras: Hayatı ve Eserleri, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2002. 14 Mehmed Kamil’in önce Darülfünun Ulûm-i Şer‘iye Şubesi’nin Âlî kısmında, daha sonra ise yapılan değişiklikle Medresetü’l-Mütehassısîn adını alan bölümde okuttuğu fıkıh tarihine ilişkin ders takrirleri iki parçadan müteşekkildir. Birbirinin devamı mahiyetinde olan bu iki eser, baskı itibariyle birbiriyle ilintilendirilmemiştir. Ancak birinci eserin sonunda (s. 112) geri kalan konulara ait takrirlerin de tab‘ edileceği belirtilmiştir. Birinci kitabın kapağında “Darülfünun Ulûm-i Şer‘iye Şubesi”, ikincinin üzerinde ise “Medresetü’l-Mütehassısîn” takrirleri olduğuna dair ibareler bulunmaktadır. Buna göre ilk kitap 1914 değişikliğinden önceki döneme, ikincisi ise sonraki döneme ait olmaktadır. Bkz. Mehmed Kamil [Miras], Tarih-i İlm-i Fıkh, [I], 112 s.; Mehmed Kamil [Miras], Tarih-i İlm-i Fıkh, [II], İstanbul: Matbaa-i Amire, 1331, 128 s. Nesimi Yazıcı, her iki kitapta yer alan konu başlıklarına kitabında yer vermiştir. Bkz. Kâmil Miras: Hayatı ve Eserleri, s. 69-70. 15 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Dârülfünun”, DİA, c. VIII, İstanbul, 1993, s. 524-525. Bu fakültenin, önceki dönemde Darülfünun bünyesinde bulunan Ulûm-i Şer‘iye Şubesi ya da Ulûm-i Âliye-i Diniye Şubesi ve daha sonra Darülfünun dışına çıkarılarak Medresetü’l-Mütehassısîn ismiyle İstanbul medreseleri içinde yüksek din eğitimi veren okulun devamı olarak görülmesi sebebiyle, “İlahiyat Fakültesi” ifadesinin zaman zaman önceki dönemle ilgili olarak da kullanıldığını görüyoruz. Daha geniş bilgi için bkz. Halis Ayhan, “İlahiyat Fakültesi”, DİA, c. XXII, İstanbul, 2000, s. 70-72.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
89
fünun Ulum-i Şer’iye Şubesi ve Medresetü’l-Mütehassısîn’de mevcut olan fıkıh ve usûl-i fıkıh derslerine yer verilmeyip, yalnızca fıkıh tarihi dersi, fıkıhla ilgili tek ve ana ders olarak korunmuştur.16 Yeni kurulan İlahiyat Fakültesi’nin tarih ağırlıklı bir programı17 takip etmek üzere tasarlanmış olması, incelediğimiz modern dönemde tarihe yaklaşımın İslâmî ilimler alanındaki yansımasını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Tarihe ağırlık veren bu yaklaşım, çeşitli eleştirilere konu olmuştur. Yahya Afif müstear ismiyle bu konuda bir hayli yazı yazan Ahmed Şîrânî, ahkâmın öğrenilmesi için tefsir ve hadis derslerinin yeterli olamayacağını belirterek fıkıh ve usûl-i fıkha olan ihtiyacı ifade eder: “Fakih yetiştirmek tarih-i fıkhı okutmakla değil, bizzat fıkhı okutmakla mümkün olur.” Yazar ayrıca Hukuk Fakültesi’nde bulunan usûl-i fıkıh dersinin İlahiyat’ta olmamasını da ağır bir dille eleştirmektedir.18 İlahiyat Fakültesi’ndeki söz konusu fıkıh tarihi dersini, yeni kurulan fakültenin reisi [dekan] olan Seyyid Bey okutmuştur. Bu derse ait notlar da taşbaskı olarak elimizde bulunmaktadır.19 Bazı bibliyografik kaynaklarda İzmirli İsmail Hakkı’nın Fıkıh Tarihi isimli bir eserinden bahsedilse de,20 kitabın nüshasına ulaşmak mümkün olamamıştır. Ancak İzmirli’nin, içeriğine aşağıda temas edeceğimiz, yeni harflerle ve tarihsiz olarak yayımlanmış Müslüman Türk Hukuku ve Dini isimli küçük eserinin, kaynaklarda adı geçen bu kitabına dayandığı düşünülebilir. 16 İstanbul Darülfünunu İlahiyat Fakültesi’nde okutulan dersleri gösteren talimatname için bkz. Düstûr, 3. tertip, 2. baskı, c. V, 11 Ağustos 1339-19 Teşrîn-i Evvel 1340, İstanbul, 1931, s. 1100. 17 Adı geçen talimatnamede (s. 1100) İlahiyat programı için öngörülen dersler şunlardır: “Tefsir ve tefsir tarihi, hadis ve hadis tarihi, fıkıh tarihi, kelam tarihi, mabadettabiiyyat, tasavvuf tarihi, tarih-i edyân, ictimaiyat, ruhiyat, ahlâk, İslâm felsefesi tarihi, ictimaî ruhiyat (dini hadiselerin tetkiki nokta-i nazarından), tarih-i felsefe, Türk tarih-i dinisi, İslâm tarihi.” 18 Yahya Afif [Ahmed Şîrânî], “İlahiyat Fakültesi”, Sebîlü’r-Reşâd, 12 Şevval 1342/15 Mayıs 1340, c. XXIV, sy. 600, s. 18-19. Benzer düşünceler içeren başka bir yazı için bkz. “İlahiyat Medresesi Hakkında Medresetü’l-Mütehassısîn Müderrislerinin Maarif Vekaletine Gönderdiği Layiha”, Sebîlü’r-Reşâd, 21 Şaban 1342/27 Mart 1340, c. XXIII, sy. 594, s. 351-354. 1949’da bir İlahiyat Fakültesi açılması etrafındaki Meclis tartışmalarında, kurulacak fakültenin ilmi karakteri ve programı benzer tartışmalara konu olmuştur. Bu çerçevedeki bir müzakerede konuşan İsmail Hakkı Baltacıoğlu, 1924’te açılan ve kuruluşunda kendisinin de yer aldığı İlahiyat Fakültesi ile ilgili olarak “Bir nevi sosyoloji fakültesi yaptık” şeklindeki değerlendirmesiyle, bu fakültedeki tarih yoğunluğunun, o dönemde hedeflenmiş olan İlahiyat Fakültesi tasavvurunun bir ürünü olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Baltacıoğlu’na göre yeni kurulacak fakültede bunun aksine “İslâmî bilgiler esas, sosyolojik bilgiler yardımcı” olmalıdır. Bkz. Halis Ayhan, Türkiye’de Din Eğitimi, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1999, s. 215. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu da, Baltacıoğlu’nun geçmişle ilgili yaptığı bu tespite atıfta bulunarak yeni kurulacak olan fakültede bu “hata”ya düşülmeyeceğini ifade etmiştir. Bkz. Ayhan, a.g.e., s. 217. 19 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, İstanbul: Darülfünun Matbaası, 1340, 304 s. 20 Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde bulunan Özege bağışlarını içeren Seyfettin Özege Bağış Kitapları Kataloğu’nda (Ali Bayram ve M. Sadi Çöğenli, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Basımevi, 1978, s. 26) eserin, 1341’de [1925] İstanbul Darülfünun Matbaası’nda basılmış olduğu notu bulunmaktadır. Ali Birinci ise İzmirli’nin Fıkıh Tarihi başlıklı kitabının baskı tarihini 1919 olarak göstermektedir. Bkz. Birinci, “İzmirli, İsmail Hakkı”, DİA, c. XXIII, İstanbul, 2001, s. 532.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
90
Darülfünun Ulûm-i Hukukiye Şubesi’nde ise usûl-i fıkıh21 dersi ve genel olarak tarihe ilişkin bazı dersler bulunmasına karşılık fıkıh tarihine ilişkin bir ders bulunmamaktadır.22 Ancak 1925 yılında, Hukuk Fakültesi’nde o zamana kadar okutulmakta olan usûl-i fıkıh dersinin kaldırılarak yerine “tarih-i hukuk” dersinin konulması dikkati çekmektedir.23 Görüldüğü üzere, Darülfünun’da fıkıh tarihi dersinin yalnızca Ulûm-i Şer’iye Şubesi ya da Medresetü’l-Mütehassısîn’de24 olması sebebiyle, usûl-i fıkhın aksine bu konuda ders kitabı türünden yayınlar sınırlı kalmıştır.25 b. Fıkıh Tarihiyle İlgili Telifat II. Meşrutiyet öncesinde yayımlanan ve geleneksel usûlün izlerini taşıyan Türkçe fıkıh usûlü metinlerinde, mesela Ahmed Hamdi,26 Mahmud Esad27 ve Büyük Haydar Efendi’nin28 fıkıh usûlü eserlerinde fıkıh ve usûl-i fıkıh tarihine ilişkin bir bölüm tabiî olarak bulunmamaktadır. Hacı Reşid Paşa’nın Mecelle 21 Hukuk Fakültesi’ndeki usul-i fıkıh dersinin mevcudiyetini eleştiren bir yazıda şu değerlendirmeyi okuyoruz: “Bugün Mekteb-i Hukuk’ta usul-i fıkıh dersi okutuluyor. Edille-i şer‘iyyeden istinbat-ı ahkâm eylemek tariklerini gösteren bu ilmi âyât ve ehadîsin bir cümlesini anlamaktan aciz talebeye okutmaktaki hikmeti halledemeyenlerden birisi de biziz.” Bkz. Hatibzâde Ahmed Vasif, “Mesâlik-i İlmiye”, Sebîlü’r-Reşâd, 2 Cemâziyelâhir 1331/25 Nisan 1329, c. X, sy. 243, s. 145. Bu dersin yeni bir içerikle verilmesinin Hukuk talebesi için önemini tartışan Hukuk Fakültesi hocalarından Hüseyin Naci’nin görüşleri için bkz. Sami Erdem, “Yeni Usûl-i Fıkıh Arayışları Çerçevesinde Bir Metin: Hüseyin Naci ve Lâik Usûl-i Fıkıh”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1997, sy. 3, s. 213-223. 22 1912 tarihli Darülfünun Nizamnamesi’nde Hukuk Şubesi’ne ait ders programları için bkz. Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 254-255. Seyyid Bey 1333 (1917) tarihli Medhal’in [Usûl-i Fıkıh Cüz-i Evvel: Medhal, İstanbul: Matbaa-i Âmire] girişindeki usul-i fıkıh tarihçesinde bazı konulardaki detayı tarih-i fıkıh dersine havale etmektedir (s. 19). Bunun, Medresetü’l-Mütehassısîn’deki derse işaret olması muhtemel görünmektedir. 23 “Darülfünun talimatnamesinin 5. maddesinde münderic ‘Usul-i fıkıh’ dersinin ilgasıyle yerine ‘Tarih-i hukuk’ dersinin ikamesi hakkında kararname” (7 Kanun-ı evvel 1341 [1925], numara 2875), Düstûr, 3. tertip, eski basılış, c. VII, Ankara, 1928, s. 213. 24 Bu tespit İstanbul medreseleri için geçerlidir. Taşra medreselerinden Salahaddin-i Eyyubi Külliye-i İslâmiyesi’nde sekizinci sınıfta da “tarih-i ilm-i fıkıh” dersi bulunmaktadır. Bkz. İlmiyye Salnâmesi, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye: Matbaa-i Âmire, 1334, s. 670-673. 25 Fıkıhla ilgili derslerin yer aldığı Medresetü’l-Kudât (Cerîde-i İlmiyye, c. I, sy. 4, s. 193-194; Cerîde-i İlmiyye, c. I, sy. 5, s. 207) ve Medresetü’l-Vaizîn’de (Cerîde-i İlmiyye, c. I, sy. 9, s. 573-576) de tarih-i fıkıh dersi bulunmamaktadır. 26 Ahmed Hamdi, Türkçe Muhtasar Usul-i Fıkh, İstanbul: Mihran Matbası, 1301, 134 s. 27 Mahmud Esad, Telhis-i Usul-i Fıkıh, İzmir: İzmir Vilayet Matbaası, 1309, 396 s. (2. bs., İzmir: Nikolayidi Matbaası, 1313, 508 s.). 28 Ali Haydar Efendi’nin (1837-1903) Hukuk Mektebi’nde verdiği usul-i fıkıh derslerinin bir bölümü 1307’de taşbaskı olarak neşredilmiş, yine aynı okulda verdiği derslere ait Hacı Adil Bey tarafından tutulan notlar Sırat-ı Müstakim Mecmuası’nın ilavesi olarak verilmiştir: Büyük Haydar Efendi, Usul-i Fıkıh Dersleri, Hacı Adil (haz.), Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye [İstanbul]: Sırat-ı Müstakim Kütüphanesi, Matbaa-i Âmire, 1326 [Yeni harflerle neşri: Usul-i Fıkıh Dersleri, M. Çevik ve K. Meral (haz.), İstanbul:, Üçdal Neşriyat, ts.].
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
91
üzerine yazdığı şerhin medhal kısmında “İlm-i fıkhın tarihine dair” olan kısa bölümde herhangi bir tasnif bulunmamakla birlikte, mezhebler ve tabakât-ı fukaha konularına dair muhtasar bilgilere yer verilmiştir.29 İzmirli İsmail Hakkı’nın çeşitli yazı ve eserlerinde30 de benzer bir durum söz konusudur. Oysa II. Meşrutiyet sonrasında gerek fıkıh usûlü ders kitaplarında/notlarında, gerekse usûlle ilgisi kurulabilecek diğer metinlerde fıkıh ve fıkıh usûlü tarihine duyulan ilginin arttığı görülmektedir. Bu çerçevede, aşağıda görüşlerini inceleyeceğimiz Halim Sabit, Gökalp ve Seyyid Bey gibi modernist çizgideki yazarların, bir anlamda ictihad tarihi olarak yorumladıkları ilk dönem fıkıh tarihine atfettikleri önem dikkat çekicidir. Yukarıda zikrettiğimiz üzere bu dönemde ilk ve tek müstakil fıkıh tarihi kitabı, Mehmed Kamil [Miras]’ın iki ciltlik eseridir. Sırat-ı Müstakim/Sebîlü’r-Reşad 31 ve daha sonra İslâm Mecmuası’nda32 29 Hacı Reşid Paşa, Ruhu’l-Mecelle, c. I, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye, 1326, s. 5-17. 30 İzmirli, İlm-i Hilaf’ta fıkıh ve fıkıh usûlünün tarih içindeki gelişim seyrini gösteren müstakil bir tarihçeye yer vermeyip fıkıh usûlü literatürüne işaret etmekle yetinir (İsmail Hakkı [İzmirli], İlm-i Hilaf, nâşiri: Eşref Hıdrî, Dersaadet: Hukuk Matbaası, 1330, s. 3-22). Keza, İzmirli’nin İlm-i Hilaf’tan önce yayınlanan bir usul eserinin baş tarafında “Tedvin-i ilm-i fıkıh” başlıklı bir tarihçe bulunmaktadır (İsmail Hakkı [İzmirli], Usul-i Fıkıh Dersleri, İstanbul: Sırat-ı Müstakim Matbaası, 1328, s. 7-16). Bunun ardından Kur’an, sünnet, icma ve kıyasla ilgili bilgilere ve daha sonra “me’haz-i fer‘îler” başlığı altında tâlî delillere yer verilmiş, daha sonra “Kurûn-i selâse” başlığını taşıyan kısımda ashâb, tâbiîn, etbâu’t-tâbiîn olmak üzere üç nesilden [karn] bahsedilmiş, her dönemdeki ricalin isimleri, belli vasıflarıyla birlikte zikredilmiştir. Dördüncü ve sonrasındaki karnlara öncekilerin devamı olan müctehidler olarak umumi bir sınıflamayla işaret edilmiş, daha sonra fukahanın ihtilaf sebepleri üzerinde durulmuştur (s. 66-88) İzmirli, ictimai usul-i fıkıh yazılarından birisinde (İzmirli İsmail Hakkı, “İctimaî Usûl-i Fıkha İhtiyaç Var mı?”, Sebîlü’r-Reşâd, 3 Receb 1332/15 Mayıs 1329, c. XII, sy. 298, s. 213-215), Gökalp ve Halim Sabit’in iddialarını çürütmek için, kısa da olsa fıkıh usûlü tarihi notlarına yer vermektedir. Ancak İzmirli’nin yaklaşımında, tarihî malumat, güncel herhangi bir kaygıyı ihtiva etmeksizin sadece tarihî malumat olarak aktarılmaktadır. Oysa Halim Sabit’in yazılarında ve diğer güncel metinlerde, tarihî malumatın belli bir iddiayı temellendirmek üzere bugüne taşınması söz konusudur. 31 Halim Sabit’in ileriki sayfalarda incelenecek olan yazı dizisi dışında Şam ulemasından Azmzade Refik’in Menâr’dan Mehmet Akif tarafından tercüme edilen uzun bir konuşması [Azmzâde Refik, “Müslümanlıkta Ferdin Hakimiyeti ile Cemaatin Hakimiyeti”, Sırât-ı Müstakîm, 18 Rebiülevvel 328/17 Mart 326, c. IV, sy. 82, s. 59-61; 25 Rebiülevvel 328/24 Mart 326, c. IV, sy. 83, s. 85-87; 4 Rebiülâhir 328/1 Nisan 326, c. IV, sy. 84, s. 99-102] bu konuda müstakil sayılabilecek metinler arasındadır. Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlü’r-Reşâd’ın genel olarak İslâm tarihine, İslâmî ilimlerin tarihlerine ve hususen de fıkıh tarihine gösterdiği ilgi ileri derecededir. Zikrettiğimiz müstakil fıkıh tarihi yazıları dışında, pek çok yazıda, fıkıh tarihine ilişkin mevziî değerlendirmeler ve atıflar bulunmaktadır. Mahmud Esad’ın ilk sayıda yer alan bir yazısı, Ebu Hanife’ye kadar olan dönemi içeren çok özet bir ictihad tarihi niteliği taşımaktadır. Yazıda İbn Haldun ve Kısas-ı Enbiya’ya atıf vardır. Bkz. Mahmud Esad, “Tarih-i Din-i İslâm’dan Bir Sahife”, Sırât-ı Müstakîm, 30 Şaban 326/14 Ağustos 324, c. I, sy. 1, s. 4-5. 32 Gökalp ve Halim Sabit’in ictimai usulle ilgili yazıları yanında Halim Sabit’in “İcma” ve “Velayet-i Hukukiye” başlıklı yazıları bu dergideki ağırlıklı metinleri oluşturmaktadır. Bu metinlerin etraflı bir değerlendirmesi için bkz. Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003, s. 116-212.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
92
yayımlanan çeşitli yazılarda, fıkıh tarihine bu açıdan atıflar oldukça fazladır. Gazete ve dergi sayfalarında yer alan makalelerde, biraz da polemik ve eleştiri yönü ağır bastığı için farklı maksatlarla tarihe sıkça başvurulmaktadır. 33 III. Fıkıh Tarihinde Dönemlendirme Fıkıh tarihine gösterilen ilginin en önemli sebebi, bu alandaki malumatın, yeni ictihad talepleri için geçmişten bir örnek oluşturmak üzere yeniden tasnif ve kullanımı olduğu için, fıkıh tarihine ilişkin modern metinlerde, Hz. Peygamber’in bisetinden itibaren görülen tarihî gelişmelerin, şer‘î hüküm istinbatı açısından farklı tasniflere tabi tutulduğunu görüyoruz. “Dönemlendirme” olarak ifade ettiğimiz bu tasnif işlemiyle, uzun bir zaman dilimine sahip İslâm tarihi çerçevesinde fıkıh ve ictihad faaliyetiyle ilgili hususlar, birtakım kıstaslara bağlı olarak tarihî dönemlere ayrılmıştır. İslâmî ilimler literatürü içinde önemli bir yeri bulunan tabakât ve terâcim türü eserlerde, genellikle, nesil kavramının esas alındığı bir sıralama görülmektedir. Modern dönemdeki fıkıh tarihi tasniflerinde ise, belli tarihi olaylar vs. yanında, atfedilen genel özellikler kriter alınarak yapılan dönemlendirmelerle karşılaşıyoruz. Hatta bunun da ötesinde, zamansal sırayı takip etmeyen, ancak belli bir kriter dolayısıyla zihnî bir bütünlük içinde tasavvur edilen dönemlendirmeler görülmektedir. Fıkıh tarihinin, genel tarih ve rical bilgisinin ötesinde, kendi içinde özellikler taşıyan hususî bir yaklaşım olarak benimsendiği modern dönemde, geçmişe ilişkin tarihî malumatın, halihazırla irtibat kurulacak ortak bir kriter/zemin aracılığıyla yeniden tasnifi konusunda, halihazırın gerekleri/ihtiyaçları önemli bir saik olarak görünmektedir. Tarihe yaklaşımda ortaya çıkan ve mutlak anlamda tarihî malumatın naklinin ötesinde- tarihin halihazır için bir kaynak olarak güncelleştirilmesi arayışı, fıkıh tarihine yüklenen yeni misyona uygun dönemlendirmelerin doğmasına yol açmıştır. Islah literatüründe nüveleri bulunan ve XIX. yüzyılın sonlarından itibaren hızlı bir gelişme ve yayılma gösteren modernist söylemin klasik birikime yönelttiği eleştirilerin ürünü olarak ortaya çıkan ve ictihad-taklid kavramları etrafında şekillenen fıkıh tarihi algısı, Osmanlı coğrafyasında ilk etraflı yankısını Halim Sabit’in yazılarında bulmuştur. Halim Sabit, fıkıh tarihi ile ilgili derli toplu bir metin oluşturma konusunda, dönemi için belki de ilk çalışmayı yapmıştır. Sırât-ı Müstakîm’de yayımlanan 33 İncelediğimiz metinlerde fıkıh tarihine ilişkin değerlendirmeler; müstakil başlık altında olmadığı durumlarda, daha çok, ictihad ve taklid kavramlarıyla ilgili tartışmaların olduğu kısımlarda kısmî değerlendirmeler ya da ictihad konusunda delil getirmek üzere başvurulan referanslar olarak görülmektedir.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
93
16 parça yazıdan oluşan serinin üst başlığı “fıkıh tarihi” kavramını içermesi bakımından dikkat çekicidir: “İlm-i fıkıh tarihinden bir parça: İctihada Dair.”34 Halim Sabit, yazı serisinin sonuna koyduğu bir notta, “şimdiye kadar tarih-i ictihada dair bir eser yazılmamış” olduğuna işaret ederek, kendi çabasının bu yolda atılmış ilk adım35 olması yanında, takip ettiği telif metoduyla da, döneminin ilmi çalışmalarından farklı bir yolda olduğunu vurgular. Bu yazılarda: sırf tercüme ve nakil usûlü takip olunmayıp mümkün mertebe vesâik-i ma‘lûmenin yardımıyla meçhulât-ı tarihiyeye intikal usûlü esas ittihaz edilmiş olduğundan esnâ-yı istintâcda ihtimal ki bazı zühuller ve hatalar vaki olmuştur. Binâberîn ilim namına, erbabı tarafından bu babda vuku bulacak tenkîdât-ı muhikka kemâl-i memnuniyetle telakki olunacaktır.36
Halim Sabit’in genel olarak İslâmî ilimlere ve özel olarak fıkhın tarihine ilgi duyması, onun bu çerçevede başka yazılara da imza atmasını sağlamıştır. “Hac ve Kabe” konulu uzun yazı dizisinin, bir kesintiden sonra tekrar yayımlanmaya başlaması sebebiyle Sebîlü’r-Reşâd dergisinin düştüğü notta, fıkıh tarihi konusundaki çalışmaların yeniliğine ve bunların ortaya koyduğu yeni tarza işaret edilmiştir.37 34 İlk yedi yazının başlığı böyledir. 8. yazıdan itibaren sadece “İctihada Dair” üst başlığı kullanılmıştır. Bu üst başlıkların altında, ayrıca her yazıda o yazının konusunu teşkil eden başlıklar kullanılmıştır ki bunlar, yazarın fıkıh tarihine dair dönemlendirmesine uygundur. Sırât-ı Müstakim’in 58.-78. sayıları (Ramazan 1327-Safer 1328) içinde genellikle ilk sayfada yayınlanan 16 yazının tam künyeleri için bkz. Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar”, s. 260-261. 35 Mehmed Kamil (Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 3-4) ve Seyyid Bey de (Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 34) aynı iddiayı kendi çalışmaları için tekrarlamaktadır. Krş. Dipnot 63. 36 Halim Sabit, “İctihada Dair”, Sırât-ı Müstakim, c. III, sy. 78, s. 414. Berlin’den Abdullah Akçuraoğlu isimli bir arkadaşı tarafından Halim Sabit’e hitaben yazılan ve “İctihada Dair” başlıklı bu yazıların o zamana kadar Sırât-ı Müstakim’de yayınlanan makalelerin “en kıymetdarı” olarak tavsif edildiği bir mektupta (3 Fevral 1910), Osmanlı müverrihlerinin tarih yazımına yönelik eleştiriler yapılmış, buna karşılık Halim Sabit’in bu çalışmasının tarih konusunda iyi bir örnek olduğuna işaret edilmiştir. Bu yazıların uyandırdığı etkiye dair fikir vermesi bakımından mühim olan bu mektubun metni için bkz. Ali Birinci, Tarihin Gölgesinde Meşâhîr-i Meçhûleden Birkaç Zât, İstanbul: Dergah Yayınları, 2001, s. 69-72. 37 “Fıkhın tarihi gibi gerek Arapça’de, gerek Türkçe’de şimdiye kadar işlenilmemiş bir mevzua müteallik bulunan ve pek büyük bir tetebbu ile yazılan bu mühim makaleler vaktiyle Sebîlü’r-Reşâd’ın ‘Fıkıh ve Fetâvâ’ kısmına pek büyük bir kıymet veriyordu. Zaten bu yeni tarzdaki tetebbuât ve telifât Sebîlü’r-Reşâd’ın ruh-ı mesleki idi. Şu kadar ki heyet-i tahrîriyemiz erkânından bu vazife-i müşkileyi deruhte eden gayûr mütetebbi‘ Halim Sabit Efendi kardaşımızın bir müddet rahatsızlanması hasebiyle maalesef bu kıymetdar makaleler inkıtâa uğramış idi. Lehü’l-hamd arkadaşımız bugün kesb-i afiyet ile yine sevgili kitaplarına kavuşmuş Sebîlü’r-Reşâd’ın en mühim kısmını teşkil eden ‘Fıkıh ve Fetâvâ’ sahifelerini kıymetdar makaleler ile tezyine başlamıştır.” Bkz. Halim Sabit, “Fıkıh ve İbadât-ı İslâmiye Tarihinden Hac -15”, Sebîlü’r-Reşâd, 28 Receb 1331/20 Haziran 1329, c. X, sy. 251, s. 273-274 [Sebîlü’r-Reşâd’ın yazının başındaki notu]. 20 parçadan oluşan bu dizideki makalelerin künyeleri için bkz. Abdullah Ceylan, Sırat-ı Müstakim ve Sebîlü’r-Reşâd Mecmuaları Fihristi, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1991, s. 385.
94
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Halim Sabit; ictihad yazılarından önceki bir tarihte, Mecelle cemiyetinin yeniden teşkili ve Mecelle’nin tadili ile eksiklerinin tamamlanması girişimleri dolayısıyla, böylesi bir komisyonda yer alması gereken kimselerin vasıfları hakkında kaleme aldığı başka bir yazıda, geçmiş telifatın ve özellikle fıkhî birikimi ihtiva eden eserlerin yeterince tanınmamasından ve bu tanınmayı sağlayacak (yazmaların neşri gibi) bir yayın çalışmasına konu olmamasından şikayet eder. Halim Sabit, bir yandan geçmişe ilişkin eksik bilgi üzerine yeni bilgi inşa etmenin problemlerine işaret ederken, diğer yandan yeni neslin bir eser ortaya koyma konusundaki eksikliğine hayıflanmaktadır. Fıkıh sahasında söz sahibi olmak için şart sayılan “kesret-i iştigal”in, belirli birtakım kitapların tekrar tekrar okunarak yılların bunlara harcanmasıyla gerçekleşmediğini, aksine, önceki müctehidlerin yazmış oldukları eserler vasıtasıyla onların görüşlerinin iyice anlaşılması gerektiğini belirten Halim Sabit, fıkıh tarihi bilgisine bu bilgilenme sürecinde büyük önem atfetmektedir: “(…) tarih-i ilm-i fıkhın bütün gavâmızını hakkıyla idrak, bunu daima bir şâhid-i âdil suretiyle vicdanın önünde bulundurmak da lazımdır.” Oysa ne selef, ne de halef tarafından tarih-i ilm-i fıkıh hakkında bir eser yazılmamıştır. Dolayısıyla yapılacak önemli işlerden birisi, başka çalışmalar yanında yeni nesiller tarafından fıkıh tarihine dair eserlerin meydana getirilmesi olmalıdır.38 Halim Sabit, ictihad tarihi olarak değerlendirdiği fıkıh tarihini dört dönem halinde tasnif etmektedir: 1. Devr-i saadet, 2. Devr-i ashâb, 3. Devr-i tabiîn, 4. Hicri dördüncü asır sonrası. Halim Sabit’in bu dönemlendirmesinde ilk üç asır, ictihad alanındaki gelişmeler ve uygulama bakımından kaynaklık vasfı taşıyan ve halihazıra örneklik etmek üzere geri dönülmesi gereken bir dönemdir. Mezheblerin teşekkülü bu döneme dahildir. İlk dönemin aksine taklid ruhunun çeşitli seviyelerde ortaya çıkıp kökleştiği dördüncü asır sonrasına ilişkin olarak teferruatlı bir dönemlendirmeye gitmeyen Halim Sabit’in, bu dönemdeki ictihad anlayış ve uygulamalarını -tahric, tercih vb. gibi- farklı isimler altında eleştiriye tabi tuttuğunu görüyoruz. Halim Sabit; 1914’te çıkmaya başlayan İslâm Mecmuası’nda Gökalp’in başlattığı “İctimâî usûl-i fıkıh” tartışmaları çerçevesinde yazdığı bir dizi yazıda da, Sırât-ı Müstakim’deki yazılarında öne çıkardığı “ictihad tarihi” yaklaşımından biraz farklı olarak “teşri tarihi” diye adlandırabileceğimiz bir anlatım çizgisi takip etmiştir. II. Meşrutiyet’in hemen sonrasındaki ictihad tartışmalarının, özel38 Halim Sabit, “Mecelle Cemiyeti Hakkında Bir Muhtıra-i Acizâne [I]”, Sırat-ı Müstakim, 17 Rebiülevvel 327/26 Mart 325, c. II, sy. 33, s. 104. Medreselerin ıslahı münasebetiyle Sırât-ı Müstakim’de yazdığı ve daha sonra kitap olarak da neşredilen başka yazılarında Halim Sabit, genel olarak, İslâmî ilimlerin gereği gibi kavranabilmesi için bu ilimlerin ayrı ayrı tarihlerinin bilinmesi gereğine işaret eder. Bkz. Kazanlı Halim Sabit, Ulema ve Talebe-i Ulum Efendilere Islah-ı Medaris Münasebetiyle, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye: Sırat-ı Müstakim Matbaası, 1329, s. 44.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
95
likle Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren kanunlaştırmada halife ya da sultanın yetki sınırlarının tartışıldığı bir teşri mekanizması arayışına dönüşmesi, sonraki yazıların istikametini belirlemiştir. Öncekilerden farklı olarak teşri yazılarında tarih, II. Meşrutiyet sonrasına kadar getirilmiş ve yine öncekinden farklı olarak, “serbest ictihad” ve “taklid” dönemi gibi ana iki devre yerine -teşri salahiyetinin kullanımına göre- dönem dönem değişen bir tarihî tasnif tercih edilmiştir.39 Gökalp’in başlattığı ve Halim Sabit tarafından İslamî temellendirmesi yapılan “İctimâî usûl-i fıkıh” önerisinin önemli sonuçlarından birisi, toplumların örflerine ve zaman içindeki değişimine yönelik bilgi araştırması anlamında bir fıkıh tarihine vurgu yapılmasıdır.40 Örfe bağlı ihtiyaçların karşılanması esas alınınca, bu örflerdeki değişim noktaları ve sonuçları önemli hale gelmektedir. Bu durumda, naslar ve naslara bağlı hüküm çerçeveleri, müstakil bir gerekçe olarak görülen örfün ortaya çıkardığı ihtiyaçların karşılanması için bir araç haline gelmektedir. Böylece, dinin hedefleri/gayeleri ile toplumun gerçekleri arasındaki ilişkide toplum öne çıkarılmaktadır. Bu maksatla Gökalp, Hz. Peygamber döneminden başlayarak, sonrasına örneklik etmiş olan ilk asırlarda hukukî hüküm elde etme süreçleri üzerinde özellikle durmuş ve bunlar içinde örfle ve dolayısıyla değişmeyle alakalı olanları hassaten vurgulayarak, önerdiği yeni usûl-i fıkıh için temel hareket noktası olarak kabul etmiştir. II. Meşrutiyet sonrasında ilk müstakil fıkıh tarihi çalışması olarak Mehmed Kamil’in iki ciltlik kitabı, fıkıh tarihinin ictihad tarihi olarak algılanması biçiminde ifade ettiğimiz yeni yaklaşımın büyük ölçüde dışında kalan ve daha çok, tarihî malumatın belli bir düzen içinde ders maksadıyla aktarımını hedefleyen metinlerdir. Yazar; ilk kitabın girişinde, fıkıh tarihinin genel tarihten ve İslâm tarihinden farkını ortaya koyarak, bu yeni “ilim” alanının kapsamını tayin etmeye çalışmaktadır. Buna göre; tarih-i fıkıh, “ahkâm-ı İslâmiyenin keyfiyet-i vaz‘ ve naklinden ve mezâhib-i muhtelifenin sûret-i teessüs ve intişarından bâ39 Halim Sabit’in teşri kavramı etrafında şekillenen bu tarih yorumunun detayları ve sonuçları hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar”, s. 197-212. 40 Gökalp, anane ve kaidelerin oluşum ve tekamülünü incelerken yapılması gerekenler arasında önce Türklüğe mahsus müesseselerin ananelerini ve tekamül tarihlerini araştırmanın öneminden bahsederek yapılacak işi şöyle tanımlar: “(…) Saniyen İslâmlığa ait müesseselerimizin ananelerini, tarihini tefahhus etmeliyiz. Kelamın, tasavvufun, fıkhın tarihlerini bilmeliyiz. Bu müesseselerin nasıl tekamül ettiği, muhtelif muhit ve zamanlara ne yolda intibak eylediği malum olursa, bu asırda hangi terakkileri kabul edeceği ve istikbalde ne şekilde bir tekamül takip eyleyeceği de anlaşılabilir.” Bkz. Ziya Gökalp, Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak, naşiri: Yeni Mecmua, İstanbul: Evkaf-ı İslâmiye Matbaası, 1918, s. 17-18. Gökalp’in ictimai usul-i fıkıh ile ilgili görüşleri ve bunun fıkıh tarihi anlayışına yansımaları hakkında etraflı değerlendirmeler için bkz. Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar”, s. 119-165.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
96
his olan”41 bir ilim dalıdır ve konusu itibariyle büyük önem taşımaktadır.42 Ancak bu alandaki malumat, derli toplu bir telifata konu olmamıştır: Tarih-i fıkh mevzuuna ait olan mesail, ulûm-i sâire mebâhisi gibi amelî bir surette şimdiye kadar tanzim ve telif olunmuş değildir. Vaktiyle tarih-i fukahâ olmak üzere mezâhib-i muhtelife fukahâsına dair ayrı ayrı birkaç tabakat kitapları yazıldığı halde tarih-i fıkhın mevzuu idâdına girebilecek mesâil ve mebâhis bazen mesâil-i fıkhiyye meyanında ve bazen de kütüb-i fıkhiyye mukaddematında hikmet-i teşrî’e ait müellefât ile kütüb-i siyer vesairede tebe’î olarak zikrolunmuş kalmıştır.43
Fıkıh tarihinin içeriğini oluşturan malumatın, değişik alanlardan derlenerek bir “ilim haline” getirilmesinin “ciddi bir sa‘y ve tetebbu” gerektirdiğine dikkat çeken yazar, bu zor görevi başarmak için çalışacağını belirtir (Birinci kitap, s. 3-4). Kendi ifadesine göre, yazar, bu dersin içeriğini iki türlü düşünmüştür. Birincisi, tarifte yer alan hususların belli bir tarihî silsile içinde aktarımıdır. İkincisi ise, belli başlı ahkâmın, naslardan başlamak üzere beş asır içinde ulemanın himmetiyle nasıl geliştiğinin gösterilmesidir. Ancak anlaşıldığı kadarıyla, yazar fiilî olarak bu iki hususu mezcetmek zorunda kaldığı için, ortaya her iki hususu birlikte içeren muhtasar bir metin çıkmıştır.44 Mehmed Kamil; birinci kitapta, Kitab ve Sünnetle ilgili bazı konuları ele aldıktan sonra “Meâhiz-i fıkhiyye” başlığı altında kısaca aslî [Kitab, Sünnet, icma ve kıyas] ve fer‘î [istihsan, ıstıshab, amel-i ehl-i Medine, şerayi‘u men kablenâ, örf, teâmül, taharrî, şehadet-i kalb] me’hazlara işaret eder.45 Daha sonraki kısımlarda ve ikinci kitapta; fıkıh tarihini, daha önce İzmirli’nin Usûl-i Fıkıh Dersleri (1328) kitabında gördüğümüz ashab, tabiîn ve tebe-i tabiîn biçimindeki üçlü dönemlendirmesine büyük ölçüde benzeyen bir tertipte ele alır. İlk dev41 Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 3. Yazar, kitabın başka bir yerinde bu tarifi biraz daha zenginleştirir: “Tarih-i ilm-i fıkıh: ahkâm-ı celile-i İslâmiyenin cihet-i vaz‘ ve zabtı ve suret-i nakl ve istinbatı ile mezahib-i muhtelifenin keyfiyet-i teessüs ve intişarından bahseden bir ilimdir.” (s. 7). 42 Yazar, fıkıh tarihinin faydasını, bu ilmin tarifindeki unsurlardan yararlanarak şöyle ifade etmektedir: “Tarih-i fıkıh, kavânîn-i müebbede-i şer‘iyenin suret-i vaz‘ ve zabtına ve ashâb ve tâbiîn hazerâtı taraflarından yekdiğerine ve eslâftan ahlâfa nasıl bir ihtimam-ı tâm ile nakl olunduğuna dair malumat-ı nâfi‘a verir. Sonra eimme-i din (nevverallahu kubûrahum ecmaîn) hazerâtının istinbat-ı ahkâm hususunda muhayyiru’l-ukûl bir halde sarf-ı makderet eylediklerini ve bu babda ne derecelerde iltizam-ı reviyet ve basiret buyurduklarını enzâr-ı ümmete vaz‘ ederek nümûne-i imtisal irâe eyler.” Bkz. Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 7. 43 Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 3. Ayrıca bkz. aynı eser, s. 111-112. 44 Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 111. 45 Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [I], s. 7-46. Meâhiz-i fıkhiyye ile me’haz-i aslî ve me’hazi fer‘î tabirleri, İzmirli İsmail Hakkı’nın Usul-i Fıkıh Dersleri’nden (1328, s. 59-66) mülhem görünmektedir.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
97
re (hicri 100’e kadar, s. 47) ile ilgili olarak ashabın ihtilaf sebepleri, ashab fakihlerinin görüş ve ictihadlarından örnekler verilmektedir.46 İkinci kitapta ise; tabiîn (hicri 180’e kadar, s. 3) ve tebe-i tabiîn (230 hicri tarihine kadar, s. 29) dönemleri ve bu dönemler içinde yer alan fukahânın biyografileri ile mezhebler ve mezheb imamlarının çeşitli konulardaki görüşlerine yer verilir. En sonda (s. 125-128) yer alan ve birkaç sayfadan oluşan usûl-i fıkıh tarihçesi bölümünde ise, usûl-i fıkıh literatürüne ilişkin bilgiler yer alır.47 Mehmed Kamil, ele aldığı dönemlerdeki fukahanın hüküm istinbatında takip ettikleri usûl ve delil telakkilerine kısaca işaret eder. Ancak İslâm coğrafyasının genişlemesine bağlı olarak tabiîn döneminde örfün, hakkında nas bulunmayan ve insanların mumalelerine ilişkin bey ve icare gibi alanlarda öneminin arttığına özellikle işaret eder.48 Aynı şekilde tebe-i tabiîn dönemiyle ilgili olarak da, konunun en sonunda örf ve adet konusunu bir başlık altında daha etraflı biçimde ele alır. Örf için Arapça bir ibareden tercüme ederek verdiği tanım, ictimâî usûl-i fıkıh tartışmalarını hatırlatan ifadelere sahiptir: “Örf, ukûlün tahsîniyle vicdan-ı âmmede istikrar eden ve tabâyi‘-i selîmenin kabulüne mazhar olan bir emr-i ictimâîdir.”49 Örf konusunun hem hacim, hem de yaklaşım bakımından genel üslubun dışında bir ilgiye ve anlatım biçimine sahip olması, kitaba kaynak olan dersteki güncel tartışma ortamının izlerini açık biçimde göstermektedir. Bu kısmın yayımlandığı tarih, ictimâî usûl-i fıkıh tartışmalarının gündeme taşındığı tarihle örtüşmektedir. Fıkıh tarihinin yeni yorumları konusunda Osmanlı muhitine dışarıdan gelen etkilerin/yansımaların bir örneği olarak, İslâm Mecmuası’nın ilk sayılarından birinde iktibas edilen, Rusya Müslümanlarından İmam Sürûruddin b. Miftâhuddin Efendi’nin bir yazısına işaret etmek istiyoruz.50 Bu yazıda İslâm tarihi üç ana devreye ayrılmıştır: 46 Bu kısımda yazar, bazı yerlerde İbn Hazm (s. 64) ile İbn Kayyım ve eseri İ’lâmü’l-Muvakkı‘în’e ismen atıfta bulunur (s. 105, 110). İzmirli’nin eserine ise herhangi bir atıf söz konusu değildir. 47 Yazar, “Karn-ı Râbi” (s. 95) başlıklı bir bölüm açarak burada Şâfiî ve Mâlikî mezhebleriyle ilgili birtakım açıklamalarda bulunur. Buradaki dördüncü karndan kasıt dördüncü hicri asır olmalıdır. Bu kısım için daha çok Dihlevî’nin Huccetullâhi’l-Bâliğa adlı eserinden ismen atıfla istifade etmiştir (s. 97, 100, 103, 105, 119). Yazar, usul-i fıkhın tedvinini, dördüncü asrın önemli gelişmelerinden birisi olarak kaydeder (s. 125). 48 Mehmed Kamil [Miras], Tarih-i İlm-i Fıkıh, [II], İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1331, s. 6-7. Örfün meşruiyetine ilişkin bazı delillere ve o dönemdeki uygulamalara işaret ederek bu dönemde gayri mansus olan meselelerde örfe müracaatın esaslı bir fıkhî kaide haline geldiğine işaret eder. 49 Mehmed Kamil, Tarih-i İlm-i Fıkıh [II], s. 59. 50 İmam Sürûruddin b. Miftâhuddin Efendi, “Din-i İslâm ve Ümmet”, İslâm Mecmuası, 11 Cemâziyelâhir 1332/24 Nisan 1330, c. I, sy. 7, s. 217-221. Yazı, Rusya’da yayımlanmakta olan Şûrâ mecmuasından iktibas edilmiştir.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
98
1. Selef-i sâlihîn devri: Yazarın “kurûn-ı fâzıla” diye tavsif ettiği bu dönem; biset ile başlayıp, ashab-ı kiram, tabiîn ve tebe-i tabiîn devirleri ile birlikte hicri dördüncü asra kadar devam eder. Hz. Peygamber, Kur’an’ı tefsir ve izah etmiş, Kur’an’ın ihtiva ettiği prensiplerin hayata nasıl tatbik edileceğini göstermiş, ashab, tabiîn ve tebe-i tabiîn de müteselsilen Hz. Peygamber’in aktardığı bilgi ve anlayışı tevârüs etmişlerdi. Bu dönemde İslâmiyet henüz saflığını koruyordu. Diğer düşünce ve felsefelerin etkisi henüz görülmemişti. Her bakımdan önde olan büyük imamlar bu devirde zuhur etmiş, alem-i İslâm’daki -rasathaneler, kitaplar, şifahaneler, medreseler vs. gibi- medeniyet unsurları bu dönemde teşekkül etmiştir.51 2. Hicri dördüncü asrın başlarından Arap hükümet-i İslâmiyesinin inkırazına kadar devam eden devre: Bu devrede, ilk devredeki “terakki”nin yavaş yavaş durakladığı görülür. Kur’an ve sünnetten elde edilen prensiplere dayalı yaşayış tarzı zayıflamaya ve eski Mecusî ve Cahiliye dönemlerinin akide ve hurafeleri etkili olmaya başlar. Ayrıca, bu dönemde ortaya çıkan görüş ve düşüncelerin önde gelen savunucuları taklid edilmeye başlanmıştır. Böylelikle ortaya çıkan ihtilafların yanında, bir de “taklid beliyesi” zuhur etmiştir. Mensupları, imamlarının ictihad yoluyla elde ettikleri hükümleri bizzat İslâm’ın kendisi sayarak İslâm’ı, takip ettikleri bu mezheblerden ve onların usûllerinden ibaret görmeye başlamışlardır.52 3. Arap hükümet-i İslâmiyesinin inkırazından itibaren olan devre: Cahiliye adetlerinin yanı sıra, bu dönemin en belirgin özelliği olan “taklid-i mahz”, ortalığı karanlığa boğmuştur. Bu devirdeki taklid anlayışında, Hz. Peygamber, ashab ve önde gelen imamların sadece isminden bahsediliyor ancak onların görüşlerine itibar edilmiyordu: “Amel, kazâ ve sâir hususâtta ikinci üçüncü derecedeki ulemanın telakkiyatı taklid olunuyordu. Din, diyanet, fıkıh hülasa İslâmiyet bunların sözlerinden ibaret sanılıyordu.”53 Bu son devredeki Müslümanlar, esasta ehl-i Kur’an olmalarına rağmen, itikadî, amelî ve ahlakî bakımlardan hep taklid içinde bulunuyorlardı. “Bunlar ulûm ve maarif kuvvetiyle hakiki diyaneti anlamaktan mahrum olup yalnız zahirî ve sathî bir surette Müslümandırlar.” Yazar, bu dönemde, Cahiliye adeti dediği ve İslâm’a girenlerin kendi geçmişlerinden getirdikleri inanç ve yaşayışların etkisinin önemli ölçüde devam ettiğini ve bu cahilî adetlerin kalıntısı olan özelliklerin “hakiki İslâmiyeti” anlama konusunda engel olduğunu belirtir.54 Yazar, bu yazıda sadece üçlü bir dönemlendirme yapmış, dönemlerin belirgin özellikleri konusunda somut tespitler yerine daha çok taklidin derecelendi51 İmam Sürûruddin, “Din-i İslâm ve Ümmet”, s. 217-219. 52 İmam Sürûruddin, “Din-i İslâm ve Ümmet”, s. 220. 53 İmam Sürûruddin, “Din-i İslâm ve Ümmet”, s. 220. 54 İmam Sürûruddin, “Din-i İslâm ve Ümmet”, s. 221.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
99
rilmesi yoluyla bir farklılıktan bahsetmiştir. Buna karşılık halihazırda, tasvir edilen problemin çözümü konusunda herhangi bir öneride bulunmamaktadır. İslâm Mecmuası’nın bu yazıyı, benzer yaklaşımları daha düzenli ve etkili bir üslupla dile getiren Seyyid Bey’in “İctihad ve Taklid”55 başlıklı yazısı ile aynı sayıda yayımlanacak şekilde iktibas etmesi, derginin takip ettiği hurafelerle mücadele anlayışına uygun düşmektedir.56 Medhal olarak tanınan usûl-i fıkha dair kitabının girişindeki müstakil bölümde57 Seyyid Bey, fıkıh usûlünün ortaya çıkışı ile müesseseleşmesi sürecini dört dönem halinde ele almaktadır: Devr-i risalet, devr-i ashab, devr-i tabiîn ve devr-i müctehidîn.58 Bu tasnifte, Seyyid Bey’in daha sonra takrir ettiği fıkıh tarihi notlarında ve Halim Sabit ile diğer bazı zevatın yazılarında gördüğümüz, “taklid devri” tanımlaması bulunmamaktadır. Seyyid Bey; taklid meselesini ve buna bağlı olarak bir mezhebe bağlı olmak ya da mezhebler arasında intikal gibi konuları işlerken, tarihî malumat ve tarihî delillendirme yerine, daha çok, ictihad konusunun devamı niteliğinde teknik tanımlamalar ve sonuçlar üzerinde durmuştur.59 Seyyid Bey’in, daha sonra İlahiyat Fakültesi’nde (1924) okuttuğu fıkıh tarihi dersinde yaptığı dönemleme; Medhal’in girişinde belirtilen dört döneme ilave olarak, “devr-i muharricîn” ve “devr-i mukallidîn”i de içermektedir. Ancak 55 Seyyid Bey, “İctihad ve Taklid”, İslâm Mecmuası, 11 Cemâziyelâhir 1332/24 Nisan 1330, c. I, sy. 7, s. 194-197. 56 Genel olarak İslâm Mecmuası’nın “İslâm Matbuatı” üst başlığını taşıyan bölümlerinde derginin fikri yönelişine uygun bu türden yazılar zaman zaman iktibas edilmektedir. Musa Carullah’ın bir yazısı da (Musa Carullah Bigi, “Şerî‘at-ı İslâmiyeye Benim Nazarım”, İslâm Mecmuası, 16 Rebiülevvel 1332/30 Kânûn-i Sâni 1229, c. I, sy. 1, s. 10-13) aynı şekilde iktibasa konu olmuştur. Burada dikkat çeken hususlardan birisi, bu gibi konularda ortaya konan görüşlerin, o gün için modernist yorumlara daha açık görünen Kazan çevresinden aktarılacak malumatla desteklenmesi arayışıdır. Meselenin diğer boyutu ise, iktibasa değer bulunan bu tür yazılar vasıtasıyla Kazan çevresinin görüşlerinin, özellikle modernist çizgideki yazarlar tarafından paylaşıldığının ve hatta belki takip edildiğinin anlaşılmasıdır. İslâm Mecmuası’nın müdürü Halim Sabit’in de Kazanlı olması, bu tür bağlantıları daha anlamlı hale getirmektedir. 57 Bu kısımda, usul literatürü ağırlıklı olarak işlenmiş; Osmanlı dönemine ait olanları da dahil olmak üzere, bu alandaki belli başlı eserler değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Seyyid Bey’in burada ortaya koyduğu usul-i fıkıh tarihçesi, literatüre yaklaşımı ve kapsamlılığı bakımından temayüz etmektedir. Usul-i fıkıh literatürüne dair değerlendirmeler, daha önce İzmirli’nin yazdığı İlm-i Hilâf’ta (1330) da bulunmakla birlikte, Medhal’deki tertip ve muhtevaya sahip değildir. 58 Mehmed Seyyid, Medhal, s. 6. 59 Mehmed Seyyid, Medhal, s. 273. Seyyid Bey’in fıkıh ve usûl-i fıkıh tarihine gösterdiği ilginin, II. Meşrutiyet döneminin sonlarına doğru yayımlanan bu kitabında ortaya çıkması dikkat çekicidir. Onun daha önce Meşrutiyet’in ilk yıllarında yayımlamış olduğu iki ciltlik fıkıh usûlü ders notlarında (Seyyid Bey, Usul-i Fıkıh Dersleri [I], İstanbul: Matbaa-i Hukukiye, 1328; a.mlf., Usul-i Fıkıh Dersleri [II], İstanbul: Hukuk Matbaası, 1330) ictihad bahsi yer almadığı için, bu konularla ilgili herhangi bir tarihî malumat da bulunmamaktadır.
100
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Seyyid Bey, söz konusu eserde bu dönemlerden yalnızca ilk ikisini [devr-i risalet ve devr-i ashab] ele alabilmiştir.60 Seyyid Bey bu kitapta, fıkıh tarihini, “Usûl ve furûuyla, esâsât ve teferruatıyla hukuk-ı İslâm’ın geçirdiği safahât-ı tarihiyeyi, ne suretle ve ne vakit zuhur edip, ne suretle ve hangi zamanda tekemmül ederek bir ilim halini iktisab ettiğini” bildiren bir “ilim” olarak tavsif eder.61 Bu ilmin bize sağlayacağı şey; fıkıhtaki prensiplerin kimler tarafından tespit edildiğini, “usûl ve mesâlik-i ictihadiyenin” ve dolayısıyla fıkıh mezheblerinin nasıl teşekkül ettiğini ve bu ilme kimlerin hizmeti bulunduğunu göstermesidir.62 Seyyid Bey, “Vaktiyle şarkta, alem-i İslâm’da böyle bir derse lüzum görülmemiş olduğundan eslâf-ı kiram tarafından tarih-i fıkh namıyla bir eser vücuda getirilmemiştir” diyerek,63 fukahayı konu alan tabakat ve terâcim literatürü ile hilâfiyat türündeki kitapların fıkıh tarihi olarak görülemeyeceğini vurgulamaktadır.64 Ona göre, fıkıh tarihi yazılırken bu türdeki kitaplar yanında tefsir, hadis, fıkıh ve tarih kitaplarından da ilgili kısımların toplanarak tarih sırasına göre tertib edilmesi gereklidir.65 Seyyid Bey’in bu kitapta yaptığı fıkıh tarihi dönemlendirmesi, büyük ölçüde, Arap muhitinde bu alandaki ilk müstakil kitabın yazarı olan Hudarî’ye dayanmaktadır.66 Mısır’da bu yüzyılın başlarında Muhammed el-Hudarî Bey (1872-1927) tarafından ders kitabı olarak yazılan fıkıh tarihi,67 “Teşrî tarihi” tarzındaki isimlen60 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 11. Bu eserin muhtevası, kaynakları ve Seyyid Bey’e aidiyeti konusundaki problemlerle ilgili geniş bilgi için bkz. Sami Erdem, “Seyyid Bey’in İslâm Hukuku Sahasındaki Çalışmalarının Değeri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993, s. 104-114. 61 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 10. 62 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 3. 63 Mehmed Kamil de kendi dönemi için, fıkıh tarihi ile ilgili hususî bir telifatın bulunmadığını ifade etmektedir (Tarih-i İlm-i Fıkıh, [I], s. 3). İncelediğimiz dönemdeki metinlerde, genellikle, aynı dönemde benzer konularda yapılmış diğer çalışmalara atıf yapılmadığı görülmektedir. Bu durum Seyyid Bey için de geçerlidir. Nitekim onun kitabında, kendisiyle aynı Darülfünun çatısı altında okutulan fıkıh tarihi dersine ve bu derse ait ders notlarından oluşan kitaba herhangi bir atıf bulunmamaktadır. Dolayısıyla, alanında ilk olma iddiası temelsiz kalmaktadır. Krş. Dipnot 35. 64 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 3. 65 Seyyid Bey, Tarih-i Fıkıh Dersleri, s. 3-4. Seyyid Bey, daha önce yapılmamış olan bu işin zorluğuna dikkat çekerek, kendisinin “mücerred ilim aşkıyla” bu zorluğu üstlenerek, elde mevcut olan eserlerden istifadeyle “bir müderrise ve müverrihe layık olan bîtaraflık”tan ayrılmaksızın ve mezheb taassubundan sakınarak bu dersi yapacağını belirtir (s. 4-5). 66 Seyyid Bey’in bu kitabında dönemlendirme dışında, Hudarî’nin Târîhu’t-teşrî‘i’l-İslâmî isimli fıkıh tarihi kitabından önemli miktarda tercümeler bulunmaktadır. 67 Muhammed el-Hudarî Bey, Târîhu’t-teşrî‘i’l-İslâmî, 2. bs., Beyrut-Lübnan: Darü’l-ma‘rife, 1997 (İlk bs.: Kahire, 1920?). Bkz. Ferhat Koca, “Hudarî”, DİA, c. XVIII, İstanbul, 1998, s. 284. Eserin, daha sonra, çok sayıda baskısı yapılmıştır. Haydar Hatipoğlu tarafından İslâm Hukuk Tarihi adıyla Türkçe’ye çevrilen (İstanbul, 1974) eserin muhtevasına, Arapça literatür içinde alanındaki ilkliğine, Türkiye’deki yazarlara etkisi vs. gibi konulara, zikredilen ansiklopedi maddesinde hiç temas edilmemiştir. Verilen 1920 tarihinin ilk baskıya ait olup olmadığı konusunda bir açıklama bulunmadığı için, bu tarihlendirme de itminan sağlayıcı derinlikte ve açıklayıcılıkta değildir.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
101
dirmesi ve muhtevasıyla bu alanda daha sonra yazılan benzer kitaplara öncü olmuştur. Yazar, İslâm hukuk [teşrî] tarihini altı dönem halinde ele almaktadır: 1. Peygamber dönemi. 2. Hulefa-yı Râşidîn dönemi (hicri birinci asrın yarısına kadar). 3. İkinci hicri asrın başlarına kadar olan dönem. 4. Dördüncü asra kadar olan dönem: Fıkıh ilminin müstakil bir ilim olarak ortaya çıkışı. 5. Dördüncü asırdan yedinci asrın ortalarında Bağdat’ın Moğolların eline geçmesine kadar olan dönem. 6. Yedinci asrın ortalarından günümüze kadarki dönem: “Taklid-i mahz” dönemi.68 Hudarî’nin, fıkıh tarihi kitabından önce yazdığı fıkıh usûlü kitabının69 usûli fıkıh tarihine ayrılan sekiz sayfalık girişinde ise, fıkıh tarihine ilişkin eserindeki yaklaşımdan farklı olarak çok özet bilgiler yer almakta, yalnızca usûl-i fıkıh yazımındaki iki metoda (fukahâ ve mütekellimîn meslekleri) ve usûl-i fıkıh literatürüne ilişkin muhtasar bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca, aynı dönemde Türkiye’de kaleme alınan -Halim Sabit’in, Seyyid Bey’inkiler gibi- usûl-i fıkıh tarihçelerindeki ictihad vurgusu, bu küçük tarihçede fazlaca görülmez. Hudarî’nin fıkıh tarihine ilişkin dönemlendirmesinin, sonraki çalışmalar için önemli bir ilham kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra kaleme alınan pek çok fıkıh tarihi eserinde bunun izlerine rastlamak mümkündür.70 İncelediğimiz dönem çerçevesindeki Türkçe literatür içinde, Hudarî’nin 68 Hudarî, Târîhu’t-teşrî’i’l-İslâmî, s. 7-8. 69 Hudarî’nin Usûlü’l-fıkh adlı eseri, usul-i fıkha dair ders kitabı örneklerinin ilklerindendir. Hudarî, Sudan şer‘î mahkemelerine kadı olacak öğrencilere ders verdiği dönemde (1905), bazı ders notları hazırlamış, bunları aynı yıl gerçekleşen bir görüşme esnasında Abduh’a göstermiş (1905, Abduh’un vefat ettiği yıl olduğundan, bu görüşme Abduh’un vefatından kısa bir süre önce gerçekleşmiş olmalıdır), onun tavsiyesi üzerine esere Şâtıbî’nin el-Muvafakât’ından çeşitli ilaveler yapmıştır. Daha sonra Mısır’da el-Kazâü’ş-şer‘î Medresesi’nde fıkıh dersleri verirken notlarını genişletmiş ve son şeklini vermiştir (Muhammed el-Hudarî Bey, Usûlü’l-fıkh, 7. bs., Daru İhyâi’t-türâsi’l-arabî, 1389/1969, s. 12-13). İlk baskısı 1329 (1911) tarihinde Kahire’de yapılan kitap daha sonra pek çok kez basılmıştır. Bkz. Koca, “Hudari”, s. 283-284. Kitabın kısa sürede Osmanlı muhitine ulaştığı ve kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim İzmirli’nin usul ve İlm-i Hilâf kitapları ile çeşitli yazılarında (özellikle ictimai usul-i fıkıh eleştirilerinde) Hudarî’nin kitabına sıkça başvurduğu görülmektedir. 70 Hudarî, kitabının sunuşunda, yaptığı işin alanında ilk olduğunu ve kendisinden önce bu tür bir örnek bulunmadığını belirtmektedir. Bkz. Hudarî, Târîhu’t-teşrî’i’l-İslâmî, s. 5. Modern dönemde fıkıh tarihi literatürü ve Hudari’nin yerine ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Erdem, “Seyyid Bey’in İslâm Hukuku Sahasındaki Çalışmaların Değeri”, s. 106-109. Hudarî’nin, modern dönemde Arapça kaleme alınmış ilk etraflı fıkıh tarihi olarak, kendisinden sonra yazılmış Arapça fıkıh tarihi kitaplarındaki dönemlendirmelere ve özellikle mezheb kavramının medlûlü konusundaki etkisine işaret eden bir görüş için bkz. Eyyüp Said Kaya, “Mezheblerin Teşekkülünden Sonra Fıkhî İstidlâl”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 5-6. 2
102
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
–bu meseledeki- doğrudan etkisi, ilk önce Seyyid Bey’in fıkıh tarihi kitabında görülür. Hudarî’nin tasnifini aynen yansıtan bir başka çalışma, İzmirli’nin Müslüman Türk Hukuku ve Dini başlıklı küçük eseridir.71 İzmirli bu kitapta, fıkıh tarihini altı devreye ayırır: 1. Peygamber devri, 2. Büyük ashab veya hulefâyı râşidîn (11-40 h.), 3. Küçük ashab ve tabiîn ya da Emeviler (40-132 h.), 4. Emevilerin son zamanlarından Abbasîlerin nüfuzu kalmayıp hilafetin yalnız adının kaldığı zamana kadar (h. 132-330 hududu),72 5. Abbasi devletinin zevaline kadar (330-656 h.)73 ve 6. Zamanımıza kadar (h. 656 hududu-zamanımıza kadar). Altıncı devre kendi içinde iki kısma ayrılmıştır. İlk kısmı, 656’dan 1000 hududuna kadar olan kısımdır. Bu devirde dört mezhebe ait yüksek seviyede fakihler bulunabiliyordu. Ancak bu, yüksek fakihlerin son devresi olduğu için, “son teşrî devresi” olarak da kabul edilebilir. İkinci kısım 1000 hududundan zamanımıza kadar olan “fıkhın inkıraz” dönemidir.74 1925’ten sonraki dönemlerde yazılan Türkçe usul-i fıkıh eserlerinin tarihçe kısmında ya da fıkıh tarihi kitaplarında Hudarî’nin tasnifine benzer yaklaşımları bulmak mümkündür. Mesela, Hayreddin Karaman’ın İmam Hatip Okulları için ders kitabı olarak yazdığı Fıkıh Usûlü kitabının başındaki tarihçe bölümünde, Hudarî’nin altı dönemli yaklaşımı benimsenmiş, ancak son dönem ikiye ayrılarak “Mecelle’ye kadar” ve “Mecelle sonrası” olmak üzere yedili bir tasnife gidilmiştir (Fıkıh Usûlü, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1982 [ilk baskı: 1964?], s. 13-14). Keza aynı yazarın, bu konuda halen en kapsamlı Türkçe telif eser olarak yaygın kullanıma sahip İslâm Hukuk Tarihi isimli eserinde de genel olarak bu dönemlendirmeye bağlı kalınmıştır. Bkz. Başlangıcından Zamanımıza Kadar İslâm Hukuku Tarihi, İstanbul: Nesil Yayınları, 1989. Karaman’ın DİA’daki fıkıh tarihi dönemlendirmesi de şu şekildedir: “Hz. Peygamber, Sahabe, Abbasiler, Selçuklular, Moğol istilasından Mecelle’ye ve Mecelle’den günümüze kadarki devirler.” Bkz. Hayreddin Karaman, “Fıkıh”, DİA, c. XIII, İstanbul, 1996, s. 3. 1960’larda yazılmış başka bir fıkıh tarihi kitabında (Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, Ankara: Müftüoğlu Yayınları, 1969, s. 2-3 [2. bs., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1980]) Hudarî’nin dönemlendirmesi aynen takip edilmiştir. 71 İsmail Hakkı İzmirli, Müslüman Türk Hukuku ve Dini, “Türk Tarihinin Ana Hatları” Eserinin Müsveddeleri, Seri: III, No. 2, İstanbul: Akşam Matbaası, 1936, 45 s. İzmirli’nin yeni harflerle yayımlanan bu eserinin, büyük ihtimalle onun daha önce 1924 yılında İlahiyat Fakültesi’nde bulunduğu sırada (bkz. Birinci, “İzmirli, İsmail Hakkı”, s. 531) okuttuğu fıkıh tarihi dersine ait kitabına (bu kitapla ilgili farklı bilgilere yukarıda işaret edilmişti) dayandığını düşündüğümüz için, elimizdeki kitapta yer alan dönemlendirmeye işaret etmeyi önemli buluyoruz. İzmirli’nin İlahiyat Fakültesi’nde fıkıh tarihi dersi okuttuğuna dair bilgi için bkz. Mehmed Ali Aynî, Darülfünun Tarihi, İstanbul: Yeni Matbaa, 1927, s. 74; Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, c. II, Ankara, 1968-1969, s. 1001. 72 Bu devrede mezhepler oluşmuş, usule dair prensipler ortaya konmuş, furu meseleleri ile ilgili görüşler belirginleşmiş ve neticede tedvin başlamıştır. Bkz. İzmirli, Müslüman Türk Hukuku ve Dini, s. 12-32. 73 Siyasi çalkantıların yaşandığı bu dönemde fıkıh usûlü kemale ermiş, önceki müstakil ictihad yerine taklit ruhu geçmeye başlamış, “mezheplerin teyit ve tertip, tehzib, ihtiyar ve tercih devresi başlamış, münazaralar, mücadeleler, mezhep taassupları şayi olmuş”tur. Bkz. İzmirli, Müslüman Türk Hukuku ve Dini, s. 32-40. 74 Altıncı ve son dönemin en belirgin özelliği “koyu taklit ruhunun fakihlerin kalplerine yerleşmesidir.” Bu dönemin ilk yarısında ictihad erbabı kısmen de olsa bulunabiliyor iken, ikinci kısmında artık bu da söz konusu değildir. Bkz. İzmirli, Müslüman Türk Hukuku ve Dini, s. 40-45.
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
103
Sonuç olarak, Tanzimat ve II. Meşrutiyet sonrası dönemde incelediğimiz fıkıh usûlü ve fıkıh tarihi ile ilgili telifatı fıkıh tarihine yaklaşımları itibariyle üç grupta sınıflandırabiliriz: 1. Klasik usûl-i fıkıh eserlerini örnek alan ya da onlardan hareketle yazılan fıkıh usûlü ders kitaplarında fıkıh ya da usûl-i fıkıh tarihine ilişkin müstakil bir bölüm bulunmamaktadır. Ahmed Hamdi’nin Türkçe Muhtasar Usul-i Fıkh, Mahmud Esad’ın Telhis-i Usul-i Fıkıh, Ali Haydar’ın Usul-i Fıkıh Dersleri başlıklı kitapları ve Manastırlı’nın,75 İzmirli’nin 76 ve Seyyid Bey’in77 eserleri bu kategoride yer alır. 2. Daha çok, II. Meşrutiyet sonrasında yazılan bazı usûl kitaplarında fıkıh ve usûl-i fıkıhla ilgili tarihî malumata, literatüre, mezheblere değinen, ancak bunu yaparken, tarihî malumatı yorumsuz aktaran bir yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşımda; tarihî malumatın, usûl-i fıkhın tanımlanmasında bir değerlendirme kıstası olarak kullanılması söz konusu değildir. İzmirli’nin Usûl-i Fıkıh Dersleri (1328) ve İlm-i Hilâf isimli eserleri ile Seyyid Bey’in Medhal’i bunlar arasındadır. Ayrıca, Mehmed Kamil’in Medresetü’l-Mütehassısîn’deki fıkıh tarihi dersine ait takrirlerinden oluşan kitabı Tarih-i İlm-i Fıkıh [I]-[II]) da bu çerçevede değerlendirilebilir. 3. Fıkıh tarihini, günün gerektirdiğine inanılan yeni bir ictihad hareketi için referans olarak görme eğilimindeki üçüncü yaklaşım, tarihî malumatı yeni bir tasnif ve dönemlendirme içinde sunan ve muhtevadan çok bu dönemlere atfedilen özellikleri ön plana çıkartan bir tavır sergilemektedir. Burada; artık tarihin, tarihî malzemenin halihazıra taşınması, güncel iddialar ve istekler için müsbet ya da menfi örnek olarak kullanılması söz konusudur. Yani tarih, geçmişin bilgisi için değil, bugünün şekillendirilmesi için bir kaynak olarak ele alınmaktadır. Halim Sabit’in ictihad yazıları ile yine kendisinin ve Gökalp’in ictimâî usûl-i fıkıh konusu etrafında kaleme aldıkları metinler bunun en tipik ve kapsamlı örnekleridir. Keza Seyyid Bey’in Tarih-i Fıkıh Dersleri isimli kitabı, böyle bir dönemlendirme ve değer atfetme gayretini içermektedir. Ayrıca teceddüd ve ictihad konularını işleyen günlük kaygılarla kaleme alınmış pek çok makalede, bu yaklaşımın etkisinde yapılmış mevziî değerlendirmeler görülmektedir.
75 Manastırlı İsmail Hakkı, Usul-i Fıkıh (Dördüncü sınıfa mahsustur), İstanbul: Hüseyin Bey Matbaası, 1328. 76 İsmail Hakkı [İzmirli], Usul-i Fıkıh Dersleri, (Dördüncü sene), nâşiri: Hacı Mehmed Tahir ve Ahmed Tal’at, Dersaadet: Matbaa-i Hukukiye, 1329. 77 Seyyid Bey, Usul-i Fıkıh Dersleri [I]; a.mlf., Usul-i Fıkıh Dersleri [II].
104
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
History of Fiqh: A New Frame of Reference for Modern Interpretations in the Ottoman Legal Thought Sami ERDEM Abstract This article examines the debates over the Islamic law in the Ottoman land after the 1908 revolution, focusing on the introduction of the “history of fiqh” into educational curricula and its reformulation as the new framework for modern(ist) interpretations of ictihad. In this context, I analyze the impact of its introduction into higher education on the emergence of a new literature on this new discipline as well as those texts on the history of fiqh, and discuss different views on the periodization of it, which gives valuable clues in terms of the way in which fiqh and its history were understood at the time. I also compare the first texts in the Ottoman land with those in other parts of the Muslim world. I classify different approaches to the history of fiqh in the post- Meşrutiyet era Ottoman thought into three groups: (i) there is no separate section on the history of fiqh or of usul al-fiqh in those textbooks that follow classical works on usul al-fiqh. (ii) Some books give historical information on fiqh and usul al-fiqh, and touch upon madhabs and the fiqh literature, but they do it without interpreting the historical information. (iii) A new approach that sees the history of fiqh as a much needed framework for new interpretations (ictihad) presents the historical information with a new periodization emphasizing some characteristics that they attribute to them, rather than the content of this information. Keywords: History of fiqh, the Ottoman law, New ictihad, Islamic law, Fiqh education
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi Sami ERDEM Özet Bu yazı, 1908 devriminin ardından Osmanlı muhitinde İslam hukuku etrafında odaklanan tartışmalarda “fıkıh tarihi”nin yeni bir disiplin olarak eğitim müfredatında yer alması ve aynı dönemde yoğunlaşan yeni ictihad yorumlarında bir referans çerçevesi olarak yeniden formüle edilmesini konu edinmektedir. Bu çerçevede, fıkıh tarihinin bir ders olarak yükseköğretim programına konulmasının bu yeni disiplini kitap düzeyinde ele alan bir telifatın oluşumundaki rölü, fıkıh tarihi üzerine yazılmış metinler ve fıkıh tarihinin bu dönemdeki algılanış biçimi konusunda önemli ipuçları taşıyan fıkıh tarihi dönemlendirmesi ile ilgili farklı görüşler incelenmiştir. Ayrıca, bu alandaki teli-
F›k›h Tarihi: Osmanl› Hukuk Düflüncesinde Modern Yorumlar ‹çin Yeni Bir Referans Çerçevesi
105
fatta Osmanlı ve diğer İslam coğrafyalarındaki eşzamanlı ilk metinler arasındaki geçişlere de işaret edilmiştir. Konuyla ilgili müstakil metinlerden hareketle yapılan bu çalışma, Meşrutiyet dönemi Osmanlı düşüncesinde, fıkıh tarihi disiplinine farklı yaklaşımları üç grupta tasnif etmektedir: 1. Klasik usûl-i fıkıh eserlerini örnek alan ya da onlardan hareketle yazılan fıkıh usûlü ders kitaplarında fıkıh ya da usûl-i fıkıh tarihine ilişkin müstakil bir bölüm bulunmamaktadır. 2. II. Meşrutiyet sonrasında yazılan bazı usûl kitaplarında fıkıh ve usûl-i fıkıhla ilgili tarihî malumata, literatüre, mezheblere değinen, ancak bunu yaparken, tarihî malumatı yorumsuz aktaran bir yaklaşım söz konusudur. 3. Fıkıh tarihini, ihtiyaç duyulan yeni ictihadlar için referans olarak görme eğilimindeki üçüncü yaklaşım, tarihî malumatı yeni bir tasnif ve dönemlendirme içinde sunan ve muhtevadan çok bu dönemlere atfedilen özellikleri ön plana çıkartan bir özellik sergilemektedir. Anahtar Kelimeler: Fıkıh tarihi, Osmanlı Hukuku, Yeni İctihad, İslam Hukuku, Fıkıh Eğitimi
106
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
107
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 107-139
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet Feridun M. EMECEN*
Giriş OSMANLI BÜROKRASİSİNİN temel defter serileri arasında hiç şüphe yoktur ki, Mühimme Defterleri adıyla bilinenler başı çeker. Bu defterler Osmanlı Divanı’ndan çıkan kararların bir suretlerinin kaydedildiği bir nevi zabıtlar/siciller hüviyetinde olduğundan muhtevaları itibarıyla da pek çok araştırma sahasını ilgilendiren özelliğe sahiptirler. Üzerinde en çok durulan, modern tarih çalışmalarında oldukça erken tarihlerde farkına varılan temel kaynaklar olarak dikkati çeken Mühimme Defterleri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin en meşhur defter serileri tasnifini oluştururlar. Söz konusu defterler üzerinde toplanan ilgi, bunlara dayalı araştırmalarla, belirli konudaki kayıtların bir araya getirilerek yayımlanmasıyla yahut bütün bir defterin neşri ile giderek artmış ve bu tasnif serisi araştırıcıların vazgeçemediği kaynak külliyatı haline gelmiştir. Muhteva itibarıyla Divan’ın işleyişine bağlı olarak hazırlanmış olan bu defterlerdeki kayıtlar, yüksek karar organı olan bir kurumun belgeleri niteliği de taşıdıklarından hukuk tarihi yönünden ayrı bir önemi haiz bulunmaktadırlar. Defterlerin bu ehemmiyetine rağmen bunların ortaya çıkışları, tarihî gelişim süreçleri, Osmanlı bürokrasisindeki yerleri, bürokrasideki ihtisaslaşma sonucu geçirdikleri değişim ve çeşitlenme gibi konularda hâlâ tatminkâr bilgilere ulaşılamamaktadır. Burada daha çok bu problemler çerçevesinde, konuyla ilgili yapılan çalışmalar da nazarı dikkate alınarak, bazı yeni bilgiler okuyucunun görüşüne sunulmaya çalışılacaktır. Öncelikle defter serisinin mahiyeti hakkında bir tanıtımdan sonra, bu tür defterlerin ne zaman ve hangi şartlarda ortaya çıktığı, gerek şekil gerekse muhteva açısından geçirdiği tekâmül safhala* Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
108
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
rı, defter türleri ve bunlara dayalı yapılan incelemelerle, buradaki kayıtların nasıl anlaşılması gerektiği hususları ele alınacaktır. Bu yapılırken Divan kaleminin ana kütükleri olan Ahkâm-Mühimme-Şikâyet türü kayıtları ihtiva eden üç defter serisi konunun temelini teşkil edecektir. Ancak bunlar Divan-ı hümâyûnun başlıca defteri olarak tanımlanan Mühimme Defterleri çerçevesinde incelenecektir. a) Mühimme Defterleri Tasnifi. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Mühimme Defterleri” adıyla kayıtlı defter serisi, buranın ilk tasnif edilen belgeleri olma özelliğine sahiptir. Bu başlık altında tasnife açık olan defter sayısı, son yıllarda bulunanlarla birlikte toplam 267 adettir (961-1323/1553-1905 yılları arası). Son tespit edilen 267 numaralı defter XVIII. yüzyıl ikinci yarısına aittir. Ayrıca XVII. yüzyıl başlarına ait bir defterin henüz restorasyon servisinde olduğu ve tasnife dahil edilmediği bildirilmektedir. Yine restore edilecek belgeler arasında sonradan bulunan Mühimme defteri parçaları da vardır. Mühimme tasnifindeki defterlerin tamamı, bilinen anlamda, klasik Mühimme defteri değildir. Mesela 1 ve 2 numaralı defterler tahvil ve ruus ahkâmını içine alır. Bu tip defter sayısının 13 kadar olduğu tespit edilmiştir. 20 numaralı defter ise mevcut değildir. Tipik Mühimme formundaki defter sayısı bu durumda 255 olarak gösterilirse de defterlerin bazılarının Maliye ahkâmı ve Şikâyet defteri oldukları da görülmektedir. Mesela 42 numaralı defter muhtemelen ciltlenme dolayısıyla ruus ve maliye kayıtlarını da ağırlıklı olarak ihtiva ederken 92 numaralı defterin başlığında bunun Şikâyet ahkâmını kapsadığı belirtilir. Bu bakımdan defterlerin teker teker yeni baştan incelenerek daha sağlıklı bir tasnif bilgisine ihtiyaç bulunmaktadır.1 Mühimme tasnifine bakıldığında özellikle XVII. yüzyıl için önemli tarih boşlukları olduğu dikkati çekecektir. Mühimme serisindeki tarih boşlukları bilhassa 82 numaralı defter (1026-1027/1617-1618) ile 83 numaralı defter (10361037/1626-1627) arasında görülür. Tarih atlamaları 1004-1005/1595-1596 (74 nr.) ile 1011-1013/1602-1604 (75 nr.); 1040-1042/1630-1632 (85 nr.) ile 1046/1636 (86 nr.); 1056/1646 (91 nr.) ile 1067-1069/1656-1658 (92 nr); 10751076/1664-1665 (95 nr.) ile 1089-1090/1678-1679 (96 nr.); 1090-1092/16791681 (97 nr.) ile 1095-1096/1685-1686 (180 nr.) ve 1100/1688 (98 nr.) arasında da mevcuttur. XVI. yüzyılın ilk yarısı ihmal edilirse, ikinci yarısı için nispeten, bazı istisnalar dışında, kronolojik bir sıralama vardır. XVIII. asra ait olanlar da 1 Arşiv Rehberinde defter sayısı 266 olarak gösterilmiş olup, ilk 73 defterin hüküm özetlerinden oluşan hülasa kataloglarının varlığından söz edilir (20, 54, 66, 72 hariç). 1-19, 21-28, 260 ve 261 numaralı defterlerin Osmanlıca indeksleri vardır (Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, İstanbul, 2000, s. 10. Buradaki Mühimme Defterleri listesi, s. 10-18 arasındadır).
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
109
yine oldukça tam bir silsile izler, arada geniş zaman dilimi atlamaları bulunmaz. Ancak XVII. asra ait defterlerdeki tarih atlamalarının bir bölümü, Şikâyet defteri tanımlamasıyla ayrı bir tasnifin ortaya çıkmasından kaynaklanmış olmalıdır. Yine diğer bir kısım tasniflerde de Mühimme cinsi defterlerin varlığı bilinmektedir.2 Ayrıca tasnifteki defterler her zaman tam bir kronolojik sıra izlemezler, “takdim-tehir”e sıklıkla rastlanır. Öte yandan Mühimme defterleri tasnifi yapıldıktan sonra bulunan defterler Mühimme Zeyli adı altında ayrı bir tasnifte toplanmıştır. Burada 9801195/1572-1780 yıllarını içine alan 17 defter vardır. Sonuncu yani 17 numaralı defter sonradan Nâme-i humâyûn tasnifine aktarılmıştır. Ayrıca A.DVN.MHM. kodu altında yeni oluşturulan tasnifte de 977-1252 hicri yılları (1570-1836) arasını ihtiva eden çoğu parça halindeki 43 defter mevcuttur. Ancak bu son iki tasnifteki defterlerin tamamının yine klasik Mühimme defteri formunu taşıdığı söylenemez. Farklı ahkâm kayıtlarını muhtevi parçalara rastlamak mümkündür. Arşivin önemli bir defter tasnifi olan Kamil Kepeci (KK) tasnifinde de Ahkâm Defterleri adı altındaki bölümde 70 (1010-1011/1601-1602, 1013/1604) ve 71 numaralı defterlerin Mühimme oldukları anlaşılmaktadır.3 Bu tasnifteki 71 numaralı defter 1017-1018/1608-1609, 1022-1024/1613-1615, 1027-1028/16181619 tarihli parça halindeki cüzlerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş, “bloknot” tarzında ciltlenmiş, tipik bir Mühimme vasfı taşır ve son kısımları 82 numaralı Mühimme defteriyle aynı tarihlidir. Ayrıca Hadariye defterleri içinde kayıtlı 5 numaralı 1149-1150/1736-1737 tarihli defterin de Mühimme olarak kaydedildiği dikkati çekmektedir. Yine arşivin çeşitli evrak ve defter serileri ile ilgili tasniflerde Mühimme parçalarının bulunma ihtimali büyüktür. Henüz tasnif edilmekte olan ve 5 milyon olduğu tahmin edilen merkez evrakında da bu kabil parçalar çıkabilir. Bütün bunlar göz önüne alındığında Arşiv’deki Mühimme defterlerinin tam bir listesinin yapılabilmesi için yeni bir çalışmanın başlatılması gerektiği anlaşılır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden başka yurtiçi ve yurtdışındaki bazı kütüphanelerde de Mühimme defterlerinin mevcut olduğu bilinmektedir. İstanbul’da Köprülü kütüphanesinde 1146-1147/1734-1735 yıllarına ait bir sefer Mühimmesi vardır.4 İlk Mühimme formunun örnekleri olan defterler ise Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv ve Kütüphanesinde bulunmaktadır. Arşiv kısmındaki 951/1543 tarihli (nr. E.12321), kütüphane kısmındaki ise 959/1552 tarihlidir (Koğuşlar, nr. 888). Ayrıca yurtdışında L. Fekete’nin tanımladığı iki defterden 2 Özellikle XVII. asır Mühimmelerinin taranması ve tespitindeki yardımlarından dolayı Yeniçağ Tarihi Ana Bilim Dalı yüksek lisans öğrencileri Selman Soydemir ve Emel Soyer’e teşekkürü borç bilirim. 3 Atilla Çetin, Başbakanlık Arşiv Kılavuzu, İstanbul, 1979, s. 49. 4 Bu defter kütüphanede, II, O.364 numarada kayıtlıdır. Köprülüzade Abdullah Paşa’nın şark seferi serdarlığı zamanına aittir.
110
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
biri, 1071-1076/1660-1665 yıllarını içine alan bir ordu Mühimmesi, diğeri ise 1091/1680 tarihli bir Şikâyet defteridir.5 Bunun dışında Milli Kütüphane’de su nüfuzu sonucu okunamaz hale gelmiş 23 Şevval 971-29 Zilhicce 971/15 Haziran 1563-8 Ağustos 1564 yıllarına ait hükümleri ihtiva eden 264 sayfadan ibaret bir Mühimme defteri daha vardır.6 b) Ahkâm-ı Mîrîden Kuyûd-ı Mühimmeye Mühimme defterleri genel olarak Osmanlı Devleti’nin en yüksek kazai ve idari organı olan Divan-ı hümâyûnda alınan kararların suretlerinin kaydedildiği defterler yahut bunun ilk sırasında olan defterler şeklinde tarif edilir. Bu tanımlamaya ayrıca Divan’ın işlevi ile ilgili konular da eklenir. Mesela bunlardan birinde, “Divan-ı humâyûnda müzakere edilen dahili ve harici meselelere ait siyasi, askeri, ictimai önemli kararların kaydedildiği defterler” ifadesine,7 diğerinde “gerek dahilî gerek haricî birinci ve ikinci derece önem taşıyan meselelere ait verilen kararlar ve bunlara dair yazılan fermanların kayıtlı olduğu defterler” tanımına8 rastlanır. Bir başkasında bu tarife “adından da anlaşılacağı üzere” kelimesi eklenmiş, ayrıca Divan’da görüşülen ve karara bağlanan her konuda hükümlerin bulunduğu, ancak bu hükümlerin defterlerin adından da anlaşılacağı üzere “ehemm-i umurdan konular” olduğu belirtilmiş, “bize basit gelen hususların o gün için önemli işler olduğu” vurgusuyla ehemmiyetin takdirinin Divan’a ait bulunduğu ifade edilmiştir.9 Diğer bir tanımlama ise, “taşra ve merkez yöneticilerine, sadrazam ve sadaret kaymakamı başkanlığında toplanan Divan’dan, reisülküttaba tabi kalemden gönderilen fermanların suretlerinin toplandığı defterlere Mühimme dendiği” şeklindedir.10 1-82 numaralı Mühimmeleri tarayıp Filistin ile ilgili hükümleri yayımlayan U. Heyd, “Osmanlı sultanları tarafından imparatorluğun dört bir yanındaki resmi makamlara yazıl5 Yurtdışındaki Mühimme denilen defterler için bkz.: G. David, “The Mühimme Defteri as a Source for Ottoman-Habsburg Rivalry in Sixteenth Century”, Archivum Ottomanicum, sy. 20, 2002, s. 180, not. 57. 6 Söz konusu defterin Avusturya’ya intikali macerası ve tanıtımı için bkz.: Claudia Römer, “An Unknown 16th Century Mühimme Defteri at the Austrian National Library”, CIEPO XIV. Sempozyumu Bildirileri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2004, s. 639-653. 7 3 Numaralı Mühimme Defteri, Ankara 1993, “Sunuş”, s. xxi; Arşiv Rehberi, s. 7. 8 Tevfik Temelkuran, “Divan-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi”, Tarih Enstitüsü Dergisi, sy. 6, İstanbul, 1975, s. 155. 9 44 Numaralı Mühimme Defteri, nşr.: M. A. Ünal, İzmir, 1995, “Takdim”, s. v. 10 Topkapı Sarayı Arşivi H.951-952 tarihli E.12321 Nolu Mühimme Defteri, nşr.: H. Sahillioğlu, İstanbul 2002, s. iii. S. Faroqhi, böyle bir tanımlama yapmaksızın Osmanlı idarî teşkilatında bir terim olarak nitelediği defterlerin ferman kopyalarını ihtiva ettiğini ve bunların neler olduğunu yazar (“Mühimme Defterleri”, The Encyclopaedia of Islam, Yeni Edisyon, Leiden, 1993, c. VII, s. 470-472.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
111
mış emirname suretleriyle XVII. yüzyılın sonlarına kadar yabancı hükümdarlara yazılmış nameleri ihtiva eden defterler” tarifini tercih etmiştir.11 Bu gibi tariflerin kaynakları umumiyetle Osmanlı bürokrasisini tanıtıcı rehber, kitap veya makaleler temellidir.12 İ. H. Uzunçarşılı’nın çok iyi bilindiği ve genellikle tarif ve tavsiflerin kaynağını oluşturduğu halde pek dikkat edilmediği anlaşılan ifadeleri önemlidir. O Mühimme defterlerinin tanımını, Divan toplantısında müzakere edilen siyasî, ictimaî, malî, örfî, idarî kararların kaydını ihtiva eden defterler olarak yapar, ancak “Divan’da zabıt tutma usulünün olmadığını ve müzakere neticesi yeni karar suretinin Divan kâtipleri tarafından kaleme alındığını” belirterek,13 söz konusu defterlerin hazırlanma gerekçesi hakkında ilgi çekici bir tespitte bulunur. Bu ifadeyi ileride tekrar ele almak üzere not ederek, Mühimme defteri olarak yapılan niteleme ve tarif üzerinde konuyu açmaya çalışalım: Divan toplantıları sırasında “önemli konuların zabtı”, bunların bir deftere kaydedilmesi, hazırlanan defterlerin türleri ve ne zamandan beri tutuldukları bahsi henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Yapılan tariflerde defterlerin tutulma şekli, adı, nasıl ve hangi bürolarda hazırlanmış oldukları meselelerine dikkat edilmediği gibi tarihî gelişim süreçleri de göz ardı edilerek genellemeye gidildiği görülmektedir. Halbuki bu divan kayıtlarının tutulmaya başlanması ve defter serilerinin ortaya çıkışı, zaman içerisindeki bürokratik gelişmelerle doğrudan bağlantılıdır. Bu bakımdan söz konusu tariflerde yer verilen özelliklerin her dönem için aynı olduğu düşünülmemelidir. Bunun en çarpıcı misali ise “Mühimme” tabiridir. Yerleşmiş, sık kullanılan, arşiv kodlaması haline gelen ve zamanımızın modern çalışmalarında “klişeleşmiş” bir adlandırma olan bu tabirin ortaya çıkış dönemini tespit etmek gerekmektedir. Osmanlılarda Divan-ı humâyûnun teşekkülünden beri burada alınan kararların bir suretlerinin kaydedildiği defterlerin ortaya çıkışı, bugün Osmanlı Arşivi’nde bulunan “Mühimme Defterleri” adı altındaki tasnifte yer alan defterler temelinde açıklığa kavuşturulamamaktadır. Tasnifte 1 ve 2 numarada kayıtlı defterlerin klasik “Mühimme” formunu taşımadıkları, 3 numaralı defterin (966-968/1558-1560) gerçek anlamda Mühimme olduğu malûmdur. Aslında hayli gelişmiş şekliyle ve klasik formuyla karşımıza çıkan bu sonuncusu, ilk Mühimme örneğini teşkil etmez. Benzeri şekil ve muhtevada olan iki defterden en eskisi Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde [TSMA] nr. E.12321’de kayıtlı olup 951-952/1544-1545 tarihlidir. Onu aynı müzenin kütüphane kısmında bulunan 11 Ottoman Documents on Palestine, 1552-1615. A Study of the Firman According to the Mühimme Defteri, Oxford, 1960, “Giriş”. 12 Mithat Sertoğlu, Muhteva Bakımından Başvekalet Arşivi, Ankara, 1955, s. 15-16; A. Çetin, Başbakanlık Arşivi Kılavuzu, s. 49. 13 İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara, 1984, s. 79.
112
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
ve klasik formuyla dikkati çeken Koğuşlar kısmı nr. 888’deki 1552 yılına ait defter takip eder. Bunlardan ilki, sonradan “Mühimme” denecek olan defter tipinin gerek şekil, gerekse muhteva itibarıyla erken –belki de ilk- örneklerinden biridir. Zira bugüne kadar açık olan arşiv belgeleri ve defter tasnifleri içerisinde bu tarihten daha eskiye giden ve benzeri bir forma sahip herhangi bir defter türüne rastlanmaz. Bu durum şüphesiz beraberinde pek çok suali de getirir. Acaba bundan önce herhangi bir defter gerçekten yok mudur? Eğer yoksa Divan kayıtları nerede saklanıyordu? Yahut mevcuttular da bir şekilde türlü olumsuz fizikî şartların tesiriyle yok mu oldular? Bu soruların cevabı daha 1884 yılında Divan-ı humâyûn kaleminin mevcut bulunduğu yıllarda da aranmış ve bir sonuca ulaşılamamıştı. 14 Cemaziyelevvel 1301/11 Mart 1884 tarihli bir belgede, Mısır meselesi ve buraya imtiyaz verilmesi konusunda tarihî kayıtlara yönelik bir araştırma yapılması istenince, Divan-ı humâyûn beylikçisi başkanlığında Bâbıâlî Evrak Odası Müdürü, Âmedî ve Mektubî-i Hâriciye müşâvirlerinden oluşan bir heyet, “Divan kalemindeki kuyudâtın 956/1549 tarihinden başladığını, ondan öncesine ait herhangi bir defterin olmadığını” bildirmişti. Tanzimat döneminden sonra Osmanlı bürokrasisinin geçirdiği değişimi ve eski sisteme yabancılaşmayı göz önüne seren bu ilginç belgenin14 yanı sıra bu problem üzerinde duran modern araştırmacılar da belirli bir sonuca ulaşamamış görünmektedirler. Bu meyanda soruların cevaplarını arayanlar genellikle bir ihtimal olarak İ. H. Uzunçarşılı’nın görüşleri doğrultusunda “Osmanlılar XV. yüzyılın ilk yarısında arazi tahrir defterlerini tuttuklarına göre, divan müzakerelerine ait defterlerin de herhalde Fatih devrinden itibaren tutulmuş oldukları kuvvetle ihtimal dahilindedir” şeklindeki15 ifadesine katılırlar. J. Matuz ise eldeki en eski defterin 1544-1545 yılına ait bulunmasının daha öncesinde bu tip defterlerin olmayacağı anlamına gelmeyebileceğine, bunların kaybolma ihtimallerinin olduğuna, fakat yine de bu defterlerin Kanuni Sultan Süleyman zamanında mı yoksa daha önceki dönemlerde mi ortaya çıktığı sualini cevaplandırmanın güçlüğüne temas eder.16 14 BA, Yıldız, Hususi, nr. 177-29. Mısır’ın fetihten sonraki statüsünü araştırmaya yönelik olduğu anlaşılan bu tahkikat sırasında ilgili heyet, 956 tarihinden sonra Mısır ile ilgili bilgiler bulunan defterlerin sayısının 40-50 kadar olduğunu, fakat bunlar “…ma‘lûm olmayan hutût ile muharrer...” olduğundan okuyup müfredatını anlamada büyük müşkilat çekildiğini bildirmekten de geri kalmamıştır. Yani büroda o sırada Mühimme defterlerinin yazısını lâyıkıyla okuyup yorumlayacak kimse yoktur. Bu yüzden Vak‘anüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin komisyona dahil edilmesi istenmiştir. Bu durum resmî yazışmaları “rik‘a” yazı tipine oturtan Osmanlı bürokrasisinin elemanlarının divanî, divanî kırma tipi yazıyı okumaktaki nakısalarını açık olarak göstermesi bakımından dikkat çekicidir. (Bu belgeden beni haberdar eden Marmara Üniversitesi Yüksek Lisans öğrencisi Davut Erkan’a teşekkür ederim.) 15 Merkez-Bahriye, s. 79. Benzer bir kanaat için bkz.: T. Temelkuran “Mühimme Kalemi”, s. 156; G. David, “The Mühimme Defteri”, s. 175. 16 Das Kanzleiwesen Sultan Suleyman des Prachtigen, Wiesbaden, 1974, s. 77-78.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
113
Bu problem konusunda şimdilik temel hareket noktasını 1544-1545 tarihli defterin teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Ancak bu meseleye belirli bir açıklık getirebilecek başka önemli bir defter türü daha vardır. Bunlar daha eski tarihlere ait olup çeşitli hüküm/ahkâm kayıtlarını ihtiva eden ve kataloglarda kolaylıkla da tanımlanamamış olan defter parçalarıdır. Özellikle II. Bayezid dönemine ait Zilkade-Zilhicce 906/Haziran-Temmuz 1501 aralığında sâdır olan hükümleri içine alan bir parça defter oldukça dikkat çekicidir.17 Burada Divan’dan çıkan kararların, ferman suretlerinin kayıtlı bulunduğu görülmektedir. Tasnife Ahkâm defteri adıyla giren bu parça/cüz halindeki defter ile 1544-1545 tarihli defter arasındaki diğer benzeri defterler incelendiğinde “Mühimme” denen defter türünün ortaya çıkışı konusundaki sis perdesi nispeten dağılmaktadır. BA, A.DVN, nr. 790’da kayıtlı 906/1501 tarihli defter şekil itibarıyla dar ve uzun tipte olup eni geniş klasik “Mühimme” formuna benzememekte ve kayıtların yerleştiriliş biçimleri açısından da farklılıklar göstermekle birlikte, benzeri türden hükümleri içine almaktadır. Bu söz konusu defterler, ilgili büroda genellikle “ahkâm-ı mîrî, ahkâm-ı Sultanî” şeklinde adlandırılmakta olup doğrudan Divan katiplerince hazırlanmıştır. Aslında Divan’da görüşülen kararların fermanlar şeklinde hazırlanması sırasında bir suretlerinin kaydının yapıldığıyla ilgili daha erken tarihlere giden atıflara da rastlanmaktadır. Nitekim Darphane mukataalarıyla ilgili bir defterde görülen 15 Şevval 887/27 Kasım 1487 tarihli kayıtta, “...hüküm verildi ki teftiş oluna, ahkâmda mezkûrdur...” tarzındaki ifade,18 ahkâm adı altında defterlerin varlığına delâlet eder. 1501 tarihli defterde malî hükümler, şikâyet hükümleri, nişan, berat kayıtları, hatta gizli ve önemli devlet işleriyle ilgili fermanlar bir arada bulunur. Burada yalnızca timarlarla ilgili mevzuata yönelik hükümlere pek rastlanmaz. Nitekim devletin askerî bünyesinin temelini oluşturan timar sistemi ve bununla alâkalı işler için başka defterlerin mevcut olduğu bilinmektedir. Timar ruznamçe defterleri olarak resmi terminolojiye giren bu tür defterlerin arşivde rastlanabilen en eski tarihlisi 892-894/1487-1488 yıllarını içine alır.19 İlginç şekilde bu defterdeki timarla ilgili hükümler, Maliye kayıtları gibi gün tarihli başlıklar altında kaydedilmiştir ve bu tarz da daha sonraları klasik “Mühimme” defter formunda tekrarlanmış görünmektedir. Halbuki muhtevası Mühimmelere benzeyen ahkâm kayıtlarını içine alan 1501 tarihli defterde gün başlıkları bu17 Bu defter ilk defa tarafımızdan tanımlanmış ve baş tarafına özellikleri ile ilgili bir araştırma eklenerek yayımlanmıştır: F. M. Emecen ve İ. Şahin, Osmanlılarda Divan Bürokrasisi ve Ahkâm: II. Bayezid Devrine Ait 906/1501 Tarihli Ahkâm Defteri, İstanbul, 1994. 18 Kayıt için bkz.: H. Sahillioğlu, “Bir Mültezimin Zimem Defterine Göre XV. Yüzyıl Sonunda Osmanlı Darphane Mukataaları”, İktisat Fakültesi Mecmuası, c. XXIII, sy. 1-2, 1963, s. 213. 19 BA, Maliyeden Müdevver Defterler (MAD), nr. 17893. Ayrıca yine eski tarihli iki defter, MAD, nr. 334 ve nr. 17287’dedir. Keza bu tür defterler için ayrıca bkz.: N. Beldiceanu, XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devletinde Timar, trc.: M. A. Kılıçbay, Ankara, 1985, s. 5-6.
114
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
lunmaz, tarihler hükümlerin altında onarlı sisteme göre atılmıştır.20 Bu durum Divan’dan çıkan kararların kaydının/bir suretinin geçirildiği defter olma özelliğini ortaya koyar. Bir başka ifadeyle, akdedilen Divan günlerinde alınan kararların o günün tarih başlığına göre sıralanması sisteminin daha sonraki bürokratik gelişmelerin bir sonucu olduğunun açık bir örneğidir. Bu defterden hareketle, başlangıçta Divan’da alınan kararların, talimat emirlerinin ve Şikâyetlerin/arzların görüşülmesi sonucu çıkan hükümlerin suretlerinin malî olsun, adlî-hukukî olsun hepsini bir arada kayda geçirildiği söylenebilir.21 1501 tarihli bu tipik defter dışında, 910/1505 tarihli bir başka parça defterde de malî ve idarî hükümler yanında timar tevcih kayıtları ağırlık kazanmaktadır.22 Şekil itibarıyla birbirine benzeyen bu defterlerde muhteva bakımından bazı farklılıkların oluşu yahut ikincisinde timar konusuyla ilgili kayıtların ağırlık kazanmakta olması, bunun ayrı bir tipi ortaya koyduğu hakkında sağlam bir kanaat vermez. Zira bunlar her şeyden önce parçalar halindedir ve bütün bir yılı kapsayan mücelled defterler değildir. Bu durum da Divan’a akseden işlere göre bir farklılaşmanın olabileceği ihtimalini kuvvetlendirir. Bundan dolayı 1505 tarihli defteri “Tahvil ahkâmı”nın ilk örneği saymak ve bunun 1501 tarihli defterden farklı olduğunu öne sürmek, şimdilik başka delillerle desteklenemeyen naif bir yaklaşım olmaktan öteye geçmez.23 Söz konusu defterler formundaki bir başka seriye, Osmanlı Arşivi’nde Kepeci tasnifinde “Ahkâm Defterleri” adıyla rastlıyoruz. Bu serideki 13 defter içinde ilki 927/1520-1521 tarihli olup muhteva bakımından malî kayıtların ağırlıkta olduğu, fakat diğer konuların da yer aldığı, şekil ve hüküm suretleri bakımından 20 Evâil, evâsıt, evâhir yani ayı on güne bölerek üç kısma ayırma (başı, ortası, sonu). Bunun için ayrıca bkz.: H. Şabanovic, “The Expressions evâil, evâsıt and evâhir in the Dates of Turkish Monuments/Documents”, Prilozi, za Orijentalnu Filologiju, sy. 36, Sarajevo, 1987, s. 73-103. 21 Geniş bilgi için bkz.: F. M. Emecen ve İ. Şahin, Ahkâm Defteri, s. xv-xvi. 22 A.DVN.ŞKT, nr. 978’deki defterin tanımı için bkz.: F. M. Emecen ve İ. Şahin, Ahkâm Defteri, s. xv, not. 16. 23 Divan defter formlarının ortaya çıkışı konusunda yapılan bir doktora çalışmasında maliye ahkâmı dışında divana ait defter serisinin örnekleri olarak 1501 ve 1505 tarihli defter parçaları gösterilirken, ikincisi tahvil ahkâmı olarak tanımlanıp daha sonraki tahvil ve ruusa temel teşkil ettiği üzerinde durulmuş, buna iki defter arasındaki farklılıklar örnek olarak gösterilmiştir. Bkz.: Bilgin Aydın, “Osmanlı Bürokrasisinde Divan-ı Humayun Defter Formlarının Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, XV.-XVI. Yüzyıl”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2003, s. 25-30. İlk defterin Mühimmelerin prototipi olduğu konusu zaten tarafımızdan ilk defa tespit edilmişti. Bu konuya temas ederken ikinci defterde timarla ilgili konuların biraz daha fazla olduğu belirtilmiş, ayrıca idarî ve malî işlerle ilgili kayıtların bulunduğundan da söz edilmişti. Bkz.: F. M. Emecen ve İ. Şahin, Ahkâm Defteri, “Giriş”. Buna rağmen iki defteri birbirinden ayrı görüp, bunun için yazı şeklinden ve muhtevasından yola çıkılması fikri, bunların gerçek mahiyetleri hakkında müteakip bir seriye rastlanmadığı, başka örnekler bulunmadığı ve defterlerin parça olması sebebiyle temellendirilemez.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
115
1501 tarihli defterle paralellik gösterdiği dikkati çeker.24 Bu defter Anadolu ve Rumeli’ye göre malî hükümlerin ağırlıkta olduğu bir muhteva arz ederse de maliyeyi ilgilendirmeyen başka kayıtların varlığı da tespit edilebilmektedir. Şu halde diğer şikâyetler üzerine çıkan hüküm yahut devletin idari konulardaki karar suret defterlerinin nerede olduğu suali ortaya çıkar. Şimdilik 1544-1545 tarihli deftere kadar bu tür kayıtların bir araya getirildiği defterlere Arşiv’de rastlanmamaktadır. Eğer kaybolmadılarsa, en azından bir yaprak veya parçaya bile tesadüf edilmediği dikkate alınırsa, önceleri bu tür kayıtların tek tük ahkâm denilen defterlerde yer aldığı, fakat çok önemli hükümlerin suretlerinin defter haline getirilmemiş olduğu, varaklar şeklinde muhafaza edilmiş bulundukları fikrine varılabilir. İlk “Mühimme” olarak nitelendirilen 1544-1545 tarihli defterin müsvedde özelliği de bu konuda belirleyicidir. Hatta bu defteri neşreden H. Sahillioğlu, bu durumundan hareketle, dağınık evrak halinde iken sonradan ciltlenip defter formuna sokulduğu kanaatini serdeder.25 Gerçekten defter incelendiğinde Rüstem Paşa’nın veziriazam oluşuyla birlikte onun nezaretinde Divan toplantılarında çıkan kararların suretlerinin toplandığı, hükümlerdeki tashihlerin varlığından ise bu cüzlerin ferman/hüküm formuna getirilmeden öncesine ait olduğu anlaşılır. Oluşturulan enlemesine geniş şekil daha sonraki K. 888 numaralı defterde de klasik haliyle ortaya çıkmış ve yerleşmiştir. Daha öncesine ait bu biçimde bir ahkâm kayıt defterine rastlanmamış olması, maliye ve tahvil türü ahkâm defterlerinden farklı yeni bir modelin ihdâsını hatıra getirir. Ruus defteri denen ve Divan’da tevcihat ağırlıklı kararların işlendiği defterlerin de benzeri bir modelde 953/1546 tarihinden itibaren görülmeye başlanması bir tesadüf olmamalıdır. Her iki defter modelinin teşekkülünün 1540’larda mahiyetini tam olarak bilemediğimiz bir bürokratik gelişmenin sonucu ortaya çıktığı ve diğer ahkâm türü defterlerden farklılaştırıldıkları söylenebilir. 1501 tarihli defter örneğinde başlayan ve 1544-1545 tarihli defterde klasik formuna kavuştuğu anlaşılan ahkâm kayıtlarını ihtiva eden defterlerin ne şekilde adlandırıldıkları bahsine gelince… Öncelikle bu tür defterlerin başlangıçta “Mühimme” adıyla anılmadıklarını belirtmek gerekir. Defterlerin ciltlerinin üstünde Mühimme Defteri ve muhtevi olduğu tarihlerin belirtildiği etiketler yapıştırılmışsa da, bunlar XIX. asırda yapılan ciltlenme sırasında hazırlanmıştır ve dönemine ait orijinal bilgiler değildir. Bazı araştırmacılar tarafından da 24 BA, KK, nr. 61. Bu serideki defterlerin çoğu tahvil ve maliye ahkâmıdır. Ayrıca aynı tasnifteki Divan-ı Humayun defterleri adı altında oluşturulan serideki 120 defterin çoğunluğu da yine tahvil hükümlerini içine alır. Maliye kalemiyle, timar ve tevcihat işleriyle ilgili bürodan çıkan iki ayrı tür çoğunlukla ahkâm defteri adı altında birbirine karışmış olarak tasnif edilmiştir. Maliyeden Müdevver Defterler [MAD] arasındaki ahkâm defterleri de böyledir. Keza A.NŞT kodu altındaki defterlerde de tahvil kayıtları ağırlıktadır. Tahvil ahkâmları için bkz.: Bilgin Aydın, Osmanlı Bürokrasisinde Divan-ı Hümayun Defter Formlarının Ortaya Çıkışı, s. 38 vd. 25 Mühimme Defteri, “Sunuş”, s. vi. Bu konuda daha önce tarafımızdan benzeri bir fikir beyan edilmişti. Bkz.: Ahkâm Defteri, s. xv.
116
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
ifade edilen bu husus, defterlerin tarihî gelişim çizgisi ve asıl başlıkları nazarı itibara alınmaksızın adlandırmanın nasıl genelleştirilip yaygınlaştırıldığı hakkında fikir verir. XVI. asırda bu tür defterler, Osmanlı bürokrasisinde hiçbir zaman “mühimme” adıyla anılmamışlardır. Genel olarak bunları tanımlamak için defterlerin başında bulunan ifadeler “mîrî ahkâmı, sefer ahkâmı, mahfî ahkâm, ahkâm-ı beylik, cüz-i evvel-i ahkâm-ı mîrî, mîrî ahkâm cüzü, Hamza Bey zamanında vâki‘ olan mîrî ahkâmın ibtidâ kaydı, sefere müte‘allik ahkâmı şerîf” şeklindedir.26 1544-1545 tarihli defterde başlıkları ihtiva eden ibareler vardır, ilk cüzde “Rumeli mahfi” kaydı görülür. Sonra arada bazı Beylerbeyiliklerin adlarına yer açılmıştır, fakat bunun altındaki kayıtların tamamı o vilayete ait değildir. Bu haliyle bu ilk tip defterin cüzler şeklinde muhafaza edildiği konusunu teyid eder bir özellik taşır, önemli emirlerin müsvedde suretlerinin varaklar halinde saklandığını gösterir. Bu defterlere Mühimme adının verilmesi XVII. yüzyılın ortalarında şikâyet türü ahkâmın ayrılması sonucu olmalıdır: Nitekim Arşiv’deki Mühimme Defterleri serisinde 1052-1053/1642-1643 tarihli 89 numaralı defterde “berây-ı tahrîr-i ahkâm-ı mîrî”, 1069-1071/1658-1660 tarihli 93 numaralı defterde, “Ahkâm-ı beylik” ile ileride 79. sayfada “umûr-ı mühimme içün verilen ulak hükümleridir” kayıtları yer alırken 1071-1076/16601665 tarihli olup Fekete’nin tanımladığı defterin baş sayfasına sonradan yazılmış “umûr-ı mühimmedir” ibaresi vardır. 1073-1076/1662-1665 yıllarını havi 94 numaralı defterde de bir öncekiler gibi “ahkâm-ı kuyûd-ı umûr-ı mühimme” başlığına rastlanır. Bu arada 75 numaralı defterde Zilhicce 1011/Mayıs 1603 tarihli bir kayıtta “ba‘zı mahfî mühimmât vâki‘ olan mevâd nakl olunmak içün tutulmuştur..” ibâresi,27 yalnızca bu deftere has bir özellik olarak kalmıştır. Yani defter serisi tanımlaması haline dönüşmemiştir. Ayrıca 93 numaralı defterdeki kaydın ise defterin adlandırılması ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Şu halde “mühimme ahkâmı” tabirinin ortaya çıkışını 1660 yılına kadar götürmek mümkün olmaktadır.28 Bu dönem Köprülü Mehmed Paşa’nın iş başında olduğu ve reisülküttablık vazifesini de Şamîzâde Mehmed Efendi’nin yürüttüğü yıllara denk düşer. Bu bürokratik gelişmede ve defter türünün bir bakıma ikiye ayrılmasında Şamîzâde’nin rolü olduğu tahmin edilebilir.29 26 Bu gibi kayıtlar M. Kütükoğlu tarafından toplanmıştır: “Mühime Defterlerindeki Muamele Kayıdları Üzerine” Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri, Bildiriler, İstanbul, 1988, s. 95-96’daki örnekler. 27 M. Kütükoğlu, a.g.m., s. 95. 28 Selaniki Tarihi’nde Mühimme defteri tabirine rastlanırsa da buradaki ifade merkezdeki divan defterini değil, Yerköyü kalesini tamiri için gerekli malzeme ve mühimmatın temini maksadıyla sabık başdefterdar Burhaneddin Efendi’nin İstanbul’a götürdüğü kazaya defterini niteler (nşr.: M. İpşirli, Ankara, 1999, s. 798). XVII. yüzyıla ait kroniklerde Mühimme defteri tabiri hiç geçmez. 29 İki defa reisülküttab olan Şamizâde’nin ikinci görevi 1066-1074/1656-1663 yıllarına rastlar. Bkz.: Ahmed Resmi, Halifetü’r-rüesa, tıpkı basım, İstanbul, 1992, s. 39-40.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
117
Sonuç olarak bu defterlere Mühimme adının verilip genelleştirilmesi, döneminin kalemiyesine has bir isimlendirmeye dayanmamaktadır. Bunlar XVII. asrın ikinci yarısına kadar mîrî ahkâm adıyla biliniyorlardı. Daha sonra Mühimme adı yerleşmeye başlamış ve şikâyet defterleriyle birlikte farklı muhtevalı iki seri meydana gelmiştir. Osmanlı Arşivi’nde ilk örneklerine II. Bayezid döneminde rastlanan Divan ahkâm defterleri bir bakıma daha sonrakilerin prototipini oluşturmuştur. Klasik şekillerini kazanışları ve defter formundaki yenilik ise 1540’lı yıllarda başlamıştır denilebilir. Bu anlamda klasik “Mühimme” şeklinin ilk örneğini 1544-1545 tarihli olan defterde görmek mümkündür. Defterlerin muhteva ve şekil belirlemesi, Osmanlı kalemiye teşkilatındaki anlayış değişikliklerinin bir yansımasıdır. Bir bakıma başa getirilen bürokratın şahsi eğilimleri ve tercihleri doğrultusunda görülen bu gelişme, ilgili büronun pratik kullanım amacıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani yüksek seviyede bir yenileşme veya değişimden ziyade, ilgili Divan kaleminin mensuplarının işlerini kolaylaştırıcı uygulamalarının bir ürünüdür. Defter şekil ve biçimlerindeki farklılığın, bunların kolayca tanınması amacına matuf olduğu muhakkaktır. Hele bürokratik işlemleri için defterlerin seferlere götürüldükleri düşünülecek olursa, defter türlerinin kolayca tanınması gibi bir meselenin var olduğu anlaşılır. c) Şeklî Özellikler, Gelişim ve İhtisaslaşmanın Ürünleri: Ahkâm-ı Şikâyet Genel olarak Mühimme denilen defter türünün şeklî özellikleri ve hüküm kayıtlarının düzeni konusu yine önemli problemleri gündeme getirmiş ve tartışmalara yol açmış gözükmektedir. Bu tartışmalar daha çok kayıtların zabıtlar şeklinde mi defterde yansıtıldığı, sonradan mı yazıldığı yahut hazırlanan müsveddelerin bir araya getirilmesiyle mi oluştuğu soruları etrafında şekillenmiştir. Öte yandan bir başka konu, buna bağlı olarak defterdeki tarih başlıklarının gerçekte neyi gösterdiği meselesidir. Defterlere hükümlerin kaydı hususunda dikkati ilk defa Filistin hakkındaki hükümleri bir araya getirip yayımlayan U. Heyd30 çekmiştir. Ayrıca Elezovic,31 Brendei-Veinstein,32 G. David33 de bu husus üzerinde durmuştur. M. Kütükoğlu ise defterler üzerindeki muamele kayıtlarını inceleyerek bu tür problemler için önemli veriler ortaya koymuştur. Hem bu makaleden, hem de İ. H. Uzunçarşılı’nın tespitlerinden yola çıkarak bu konularda ne gibi bilgilere ulaşılabileceği üzerinde yeniden düşünmek gerekir. Öncelikle yukarıda değinilen meseleler, bu kaynaklar temelinde ve defterlerin geçirdiği şeklî tekâmül çizgisinde ele alınacaktır. 30 Ottoman Documents on Palestine 1552-1615. A Study of the Firman According to the Mühimme Defteri, Oxford, 1960. 31 Iz Carigradskih Turskih Arhiva Mühimme Defteri, Belgrad, 1951. 32 M. Berindei ve G. Veinstein, L’Empire Ottoman et les pays Roumains 1544-1545, Paris, 1987. 33 “The Mühimme Defteri”, Archivum Ottomanicum, s. 167-209.
118
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
Bilindiği üzere Divan’da görüşülen konular sonunda çıkan kararlar hukukî bir çerçeveye sahip olup ileride tekrar aynı mesele zuhur ederse, bunlara yeniden bakılıp ilgili kaydı bulmak kalemiye için önemli bir ameliyeyi oluşturuyordu. Bürokratik işlemler açısından eski kayıtlara dönmek icap ettiğinde bunların çabucak bulunması için birtakım usullere başvurulması tabii bir uygulama idi. Divan’da ilgili kâtib grubu XVI. asır sonlarına kadar fazla ihtisaslaşmış bir yapı göstermemekle birlikte, bilhassa aynı yüzyılın ikinci yarısına doğru kendi bürolarındaki defter ve evrakı muhafazaya ve bunları kullanma metotları geliştirmeye özel bir önem vermiş olmalıdırlar. Nitekim genişleyen ve buna müteallik bürokratik muamelatı oldukça artan bir imparatorluğun işlerinin, hayli az sayılabilecek bir merkezî bürokrat ekibiyle görülmesinin birtakım sıkıntıları beraberinde getirmiş olması muhakkaktır. Celalzâde Mustafa Çelebi’nin nişancılığına tesadüf eden yıllarda Divan’a ait defter şekillerinde görülen çeşitlenme bu bakımdan manidardır. 1532’de Celalzâde’nin emrindeki Divan kâtibi sayısı on kadardır.34 Bunlara bağlı bir kısmı stajyer, bir bölümü “şagird” seviyesinde bir çok kâtib mutlaka vardı, ama esas olarak Divan kayıtlarından sorumlu olanlar bu on kişilik kadro idi. Aynı sayı 1611-1612 yılı için de verilmekle birlikte, artık bunlar ihtisaslaşmış vasıflarıyla anılmaya başlanmışlardı. Mesela ilk tarihte Divan kâtibleri, aradan geçen yetmiş yıla yakın bir süre sonra reisülküttab başkanlığında tezkireci-i evvel, sâni, sâlis, kisedâr, beylikci gibi unvanlarla zikredilmişlerdir.35 İlk Mühimme diye tanımlanan 1544-1545 tarihli defterin müsvedde tarzındaki belge suretlerini ihtiva etmesi, bunların kaydediliş şekilleri, bir bakıma o sırada görevde bulunan Divan kâtiplerinin tercihlerini yansıtır. Burada en önemli nokta, hüküm suretlerinin/müsveddelerinin maliye ahkâm kaydını toplayan defterlerdekilerle farklılık göstermesi keyfiyetidir. Bu durum yukarıda belirtmeye çalıştığımız pratik uygulamaların bir sonucu olarak, ahkâmın konularına göre yapılan bir tasnifini hatıra getirir. Divan’da çıkan kararlar için idarî ve hukukî olanlarını timar ve malî mevzuat ile ilgili olanlardan ayırmaya yönelik yeni bir bürokratik farklılaşma ortaya çıkmıştır. Bunlar Divan’ın toplanma günlerinin tarih başlığı altında kaydedilen, form itibarıyla da değişen mîrî ahkâm ve tevcihatla ilgili ruus defterleridir.36 İ. H. Uzunçarşılı’ya göre, müzakere sonucu alınan kararların sureti divan kâtipleri tarafından yazılır, kâtiplerin başı olan reisülküttab tarafından gözden 34 BA, KK, nr. 1764, s. 145-146; F. M. Emecen, “Sefere Götürülen Defterlerin Defteri”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul, 1991, s. 244. 35 Divan kalemi kâtiplerinin daha sonraki sayıları için bkz.: F. M. Emecen, a.g.m., s. 247-248. Ayrıca bkz.: R. Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttablık: XVIII. Yüzyıl, İstanbul, 2001, s. 152 vd. 36 Ruuslar için bkz.: Nejat Göyünç, “XVI. Yüzyılda Ruus ve Önemi”, Tarih Dergisi, c. XVII, sy. 22, İstanbul, 1967, s. 17-34. Daha geniş ve doyurucu bilgi için ayrıca bkz.: B. Aydın, a.g.t., s. 66-100.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
119
geçirilir, tashih edilir, daha sonra da icap eden yere hüküm şeklinde tuğra çekilerek yollanır, müsvedde kayıtlar defterde yer alırdı. Bunlar genellikle müzakere sırasında değil, daha sonra hazırlanırdı.37 Gerçekten deftere kayıt işinin Divan toplantısı sırasında olmadığı açıktır. Nitekim görüşmeler esnasında bir nevi şikâyet ruznâmesi/gündemi sadrazamın elinde bulunuyordu. Böyle bir ruznâme hakkında İ. H. Uzunçarşılı iki örnek verir. Buna göre gündem çok kısa notlar halindedir. Meselenin durumu göz önüne alınarak bazen doğrudan şikâyet metni de okunabilir. Birkaç Mühimmede bulunan bu gündemden 973/1565 tarihli olanı daha çok hüküm özeti şeklindedir. Bunun benzeri ilginç şekilde şehzadelerin sancakta bulundukları sırada onların Divan’ında tutulan ve yine tarafımızdan ilk defa tanımlanan bir seri defter arasında da yer alır.38 954/1547 tarihli olup Manisa sarayında şehzade divanında alınan karar suretlerini ihtiva eden defter ve bunun parçaları, prototip Divan defterlerinin dikkat çekici bir örneğidir. Dar kalıpta olan bu defterde tıpkı 1501 tarihli olan ahkâm defterindeki gibi kayıtlara yer verilmiştir ve şekil itibarıyla defter aynı düzende hazırlanmıştır. Yani 951/1544-1545 tarihli merkezdeki müsvedde ahkâm cüzlerinin değil mîrî ahkâm ve maliye ahkâm tipinin bir devamıdır. Burada tarihler hüküm suret kayıtları altında verilmiştir. Divan toplantısı sırasında şehzadenin önüne getirilen arzlar ve şikâyetlerin kaydedildiği bir başka defter, (başlığı: Defter-i tezkire-i arz) Uzunçarşılı’nın sözünü ettiği gündem konusuyla ilgilidir. 951/1544 tarihli bu arz tezkirelerinin birer özetlerini havi defterdeki konular “kaziyye” başlığı altında şehzadeye sunulmuştur. Bunlar daha sonra çıkacak karar yahut hükme dayanak teşkil etmiştir. Hatta defterde muhtemelen Divan sırasında şehzadeye arz edilen “kaziyye”ler üzerinde o sırada alınan karar bir cümleyle belirtilmiştir.39 Şehzade Divanı’nın merkezdekinin bir örneği olduğu düşünülecek olursa, bahis mevzu uygulamanın hiç olmazsa XVI. asrın ilk yarısı için merkezdeki büyük Divan’da da aynı şekilde olduğu ortaya çıkar. Mühimme defterleri üzerinde duran U. Heyd, bu defterlerdeki ferman/karar metinlerinin müsvedde mi, müsveddenin sureti mi yoksa son şeklini almış fermanların sureti mi olduğu konusunda yeni bir tartışma açarak, bir ikisi hariç genellikle Mühimmelerdeki kayıtların tam müsvedde yahut ilk taslak olmayıp temize çekilme aşamasını yansıttığını ileri sürmüştür. Ona göre bir şikâyet yahut arz karşılığı doğrudan Divan’ın kararı üzerine buna uygun bir metin taslağı hazırlanır, gerekiyorsa üzerine düzeltmeler yapılır, temize çekilir ve tuğralanarak muhatabına gönderilir; bu işlemler sırasında metin taslağının düzeltilmiş şekilleri bir araya getirilerek Mühimme defterlerine kaydedilir. Bir bakıma Mühimmeye kaydedilen suretler, son aşamada fermanın gönderilmesinden 37 Merkez-Bahriye, s. 79-80. 38 F. M. Emecen, “Taşra Bürokrasisinin Kaynakları: Şehzade Divanı Defterleri”, Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, Bildiriler, İstanbul, 1997, s. 95 vd. 39 Bkz.: F. M. Emecen, a.g.m., s. 98.
120
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
hemen öncesine aittir.40 Konuyu bu defterlerin bir suret defteri mi yoksa müsveddelerin derlemesi mi suali başlığı altında yeniden irdeleyen W. S. Peachy ise, XVI. asır sonlarına ait 69, 70, 71 ve 72 numaralı defterler çerçevesinde bunların ferman haline getirilmeden önceki müsvedde aşamasına ait olduğu kanaatini ileri sürerek, 253 numaralı Ruus defterinin düzenli oluşunu buna örnek olarak gösterir. Bu sözünü ettiği defterlerdeki tespitlerini şöyle sıralar: a) Ciltlerinin en erken XIX. yüzyıl olması, yani aslında dağınık cüzler halinde mevcut bulunduğu, sonradan ciltlendiği; b) Defterlerdeki imza ve işaretlerde farklılıklar görüldüğü; c) Aynı dönem ve konu üzerindeki fermanların farklı defterlere dağılmış olması; d) Hüküm kayıtlarının belirli bir kronolojik sıra takip etmemesi; e) Bir fermanın parçalarının -cüz/forma karışıklığı sebebiyle- defter içerisinde farklı yerlerde bulunabilmesi; f) Çoğu kayıtların tarihsiz oluşu; g) Düzeltmelerin sıkça, farklı kalemlerle yapılmış olması. Bu tespitlerden hareketle zikredilen defterleri, fermanların son halini yansıtan ve herhangi bir başvuru durumunda bir nevi sicil/kütük olarak kabul edilemeyecek defterler şeklinde tanımlar.41 Bu dört defter kapsamında bir bakıma bütün bir Mühimme serisinin sicil olabilecek boyutta bulunmadığını ima eder. Aslında bu noktada şu soru ortadadır. Madem ki bunlar karar müsveddelerini gösterir, o halde ferman haline gelmiş olarak temize çekilmiş suretlerin saklandığı başka defterler var mıdır? XVI. yüzyılın meşhur nişancılarından Feridun Ahmed Bey’in hükümlerin deftere nakli ve kompozisyonu konusunda zikrettiği hususlar bu sual ve problem açısından önemlidir: Feridun Bey 978/1570’de reisülküttab tayin edildiğinde Divan kaleminin halini “perişan” bulmuştur. Reisülküttab, Divan’dan gelen asıl ferman suretlerini birer kağıt parçasına temize çekmekte ve bunu yerine yazmakta ihmal göstermektedir. Bu yüzden önemli karışıklıklar çıkmıştır. Kendisi göreve gelir gelmez, “müsvedde defteri” usulünü getirmiş, ulaşan emirleri buraya kayd ve bunu kim yazdı ise yazan kâtibin adı da belirtilmek üzere bir sistem oluşturmuştur. Daha sonra hazırlanan metinler “suver-i ahkâma” geçirilmiştir.42 40 U. Heyd, Ottoman Documents, “Giriş”. 41 “Registers of Copies or Collection of Drafts? The Case of Four Mühimme Defteri from the Archives of the Prime Ministry in Istanbul”, The Turkish Studies Association Bulletin, c. X, sy. 2, (1986), s. 79-85. 42 Metin şöyledir: “…Bundan akdem ahkâm-ı riyâsete rakam çeken ihvân-ı safâ ve akrân u ikfâ zamânlarında istihdâm olunan küttâbın ba‘zı kesret-i kitâbet ve kıllet-i himmetleri hasebi ile reisü’l-küttâb Divan’dan ahz olunan asıl fermân sûretin birer kâğıd pâresine tesvîd edüp yazmada ihmâl ve yerine kayd etmede imhâl sebebi ile ruk‘a-i mezbûreyi sarsar-ı zuhûl ve nisyân-yânlarından rübûde kılup felevât-ı fıkdân ve bevâdi-i gafletden gerdân-ı belnihân etmeğe başlardı ve bu cihetden niçe mühimmin husûlü ukde-i eşkâl ve varta-i ihtilâle düşüp hallinde hayli ta‘b ve ıslâhında küllî mihnet ü nasb çekilürdü, hâlâ bi-avnillahi te‘âlâ bu makule dağdağanın def‘i maslahatı içün bir müsvedde defteri ihtirâ‘ olunup cenâb-ı vekâlet-intisâbdan şeref-sudûr bulan evâmir ve nevâhi-i pâdişâhî mahal-i mezbûra kemâ-hiye kayd olunup ve her husûs hangi kâtibin dest-i hattıyla tesvîd olunsa kendü ismi üzerine sebt olundukdan sonra şerâit-i ıslâh ve tashîh ne ise mürâ‘ât olunup andan suver-i ahkâma nakl olunur oldu...” (Münşeâtü’s-selâtîn, İstanbul, 1274, c. I, s. 20.)
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
121
Bu durum müsvedde meselesine bir açıklık getirmekte ve her iki tür, yani hem müsvedde hem de temize çekilmiş defterlerin bulunma sebebini açıklığa kavuşturmaktadır. Özellikle müsvedde halinde olan varaklar/cüzler muhtemelen sonradan bulunarak bir araya getirilip defter formuna kavuşturulmuş, bazı varak parçaları ise temize çekildikten sonra genellikle ciltleme işi için kapak dolgusunu teşkil etmiştir. Feridun Bey’in kendi ihdası olarak sahiplendiği müsvedde defter ve ahkâm sureti defteri uygulaması konusunda açık bir bilgi yoktur,43 fakat bu tür bir işlemin daha önce de var olduğuna dair bazı karineler mevcuttur.44 Feridun Bey muhtemelen bu eski tatbikata yeniden işlerlik kazandırmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu tür uygulamalar, tamamıyla ilgili Divan bürosunun tutumundan ve anlayışından kaynaklanmıştır. Defterlerin bazen müsvedde metinleri düzeltmeleriyle birlikte ihtiva etmeleri, bazen da bunlarda tamamen gönderilen ferman suretinin düzgün şekilde kaydının bulunması, bu defterlerin bir kütük/sicil olma durumlarına bir halel getirmez. Özellikle XVII. yüzyıla ait olanların bir bölümü bu tür tashihli suretlerden oluşur, muhtemelen de bir daha temize çekilmemişlerdir. Bunlar dağınık şekilde “cüz parçaları” halinde iken bir araya getirilip ciltlenmiş olmasının aynı dönemde yapılmadığı doğrudur. XVIII. ve XIX. asırda ciltlenme işlemlerinin yapılması sırasında form/cüzlerde bazı karışıklıklar olmasından büyük neticeler çıkarmak sanırım doğru bir yaklaşım değildir. Öte yandan bazılarının orijinal deri ciltlerini muhafaza ettikleri, bilhassa yeni tespit edilen defterler dolayısıyla, anlaşılmaktadır. Çok kullanımdan kaynaklanan cilt bozulmaları sonucu bunların atılarak yeniden ciltlenmesi işlemi, bize bu tür defter kayıtlarının perakende halinde bulundukları izlenimini vermemelidir. Özellikle XVI. ve XVII. yüzyıl için bu durum geçerlidir. XVIII. asrın başlarına ait bazı kayıtlarda sefere götürülen Divan defterleri içinde “Mühimme ahkâmının” da bulunduğundan söz edilmesi45 bunların dağınık ve ciltsiz olmadıklarının açık bir göstergesidir. Bu meselelere ışık tutan çalışmasında M. Kütükoğlu, bazı yeni kayıtlar tespit etmiştir: Divan’dan çıkan karar mahiyetine göre nişancı, reisülküttab veya katiblerin biri tarafından müsvedde halinde hazırlanır. Nitekim bazı hükümlerin üzerinde “..müsveddesine göre kayıd yapılmıştır, müsveddesi iledir” yahut “bâ-müsvedde-i filan” gibi kayıtlar yanında bunların tashihten geçtiğine dair işaretler de yer alır (“..bâ-müsvedde-i filan, tashih-i efendi hazretleri”).46 43 Onun reisülküttablık dönemine ait Mühimmeler, 10, 12, 16 ve 18 numaralıdır. Bunların öncesine ve sonrasına ait olan defterlerle karşılaştırılması yapıldığında çok bariz farklılıklar gözlemlenmemektedir. 44 Mesela kâtiplerin kısa adlarına (rumuz) hükmün yanında, yazıldı ibaresinin üstünde işaret edilmesi ile ilgili kayıtlar, Feridun Bey’in göreve getirilmesinden önceki bir tarihe ait 972/1564-1565 tarihli Mühimme’de görülür. Bkz.: 6 Numaralı Mühimme Defteri, Ankara, 1995. 45 Mesela 18 Muharrem 1149 tarihli kayıt: BA, MD, nr. 144, hük. nr. 3. Metni için bkz.: Belgelerle Arşivcilik Tarihimiz, Osmanlı Dönemi, Ankara, 2000, c. I, s. 97. 46 M. Kütükoğlu, a.g.m., s. 104-105.
122
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
Şüphesiz bu durum her iki halin de görülebildiğini, yani müsvedde/tashihli müsvedde ve son şekli alan hüküm sureti metinlerinin defterde yer almış olabileceğini, bunun bir bakıma –daha önce de vurgulandığı üzere- ilgili bürodaki görev anlayışı istikametinde şekillenmiş bulunduğunu düşündürür. K.888 numaralı olup Seferli odasının vakfı olduğuna dair kayıtları ihtiva eden defter, kanaatimize göre cüzler halindeki müsveddelerin temize çekilmiş halinden başka bir şey değildir. XVIII. yüzyıl Mühimmeleri artık tamamıyla ferman suretlerinin toplanmasından oluşmuş defterler şeklindedir. Hüküm kayıtları ile ilgili bir başka tartışma konusunu tarihleme veya tarih başlıklarının neye delalet ettiği hususu teşkil eder. Mîrî ahkâmın kayıt defterlerinde tarihlemenin başlık şeklinde gün belirtilerek verildiği bilinmektedir. Bunun Divan’ın toplantı günlerini gösterdiği, altında yer alan karar suretlerinin de o gün görüşülüp çıktığı genellikle kabul edilir. Fakat bu tarihlere dikkat edenler, burada belirtilen günlerin Divan toplantısı günlerine denk düşmediğinin farkına varırlar. Meseleyi tartışan U. Heyd, bu başlık tarihlerinin Divan’ın akdedildiği günleri değil, fermanların deftere kaydedildiği günleri gösterdiğini ileri sürmüştür.47 Bu hususta, a) Tarih başlıklarının Divan’ın toplandığı mutad günlere denk düşmemesi, b) Birbirini takip eden iki tarih başlığı arasında bazen bir haftayı kapsayan boşluklar olması, c) Hükümlerin bazen ayrı tarih başlıklar altında iki defa yazılmış bulunması gibi tespitlerini delil gösterir. Konuyu bu çerçevede ele alan M. Kütükoğlu ise, hükümlerin, Divan’ın akdediliş tarihinden sonraki günlerde hazırlanmış olduğunu, kâtiplerin içinde bulundukları günün tarihini atarken hataya düşmüş olmalarının mümkün olamayacağını, ama geçmiş günün kayıtlarını yaparken ayın tarihi ile haftanın gününü karıştırmış bulunabileceklerini belirtir. Hükmün gönderilme tarihinin başlık tarihinden öncesine ait olma durumuna ise pek sık rastlanmadığını, dolayısıyla genelleştirilemeyeceğini yazar. Bazı hükümlerin mükerrer yazılmalarının ise müsveddelerin karıştırılmasından kaynaklanabileceğini ileri sürer, iptal kayıtlarından örneklerle durumu açıklar ve 62 numaralı Mühimme defterindeki “...iş bu iki sahife beyaz dursun, yazılacak vardır...” ifadesini de düşüncelerinin delili olarak sunar.48 Tarih başlıkları ile defter tutma geleneği, bu tür defterlerden çok önceye günlük giriş-çıkışın olduğu ve tarihleri XV. yüzyıla inen muhasebe defterleri ve maliye kalemine ait ruznamçelere kadar uzanır. Maliye kayıtları dışında timar ruznamçelerinde de bu tür başlıklar vardır.49 Ancak aynı döneme ait maliye ve divan ahkâmı defterlerindeki kayıtlarda tarihler hükmün altında genellikle (evâil, evâsıt ve evâhir) onlu sisteme göre yer alır. Bunun sebebi Divan’dan çı47 Ottoman Documents, s. 26. 48 M. Kütükoğlu, a.g.m., s. 101-102. 49 Erken tarihli defterler için bkz.: F. M. Emecen ve İ. Şahin, Ahkâm Defteri, s. xiii-xiv, not. 11.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
123
kan kararın ferman haline getirilip bir suretinin bunlara kaydedilmesiyle ilgilidir. Nitekim bazı orijinal fermanlarda tahrir kaydı genellikle başka bir kalemle, fermanın hazırlanmasından sonra son kısma gün belirtilerek atılmıştır. Bu da söz konusu defterlerdeki hükümlerin müsvedde aşamasında değil, temize çekilmiş ve ferman halinde yazılmaya hazır hale getirilmiş merhalede kayd edildiğini ortaya koyar. Bu sistem daha sonraları maliye, tahvil ahkâmında sürdürülmüşse de Divan’ın mîrî ahkâmında, alınan kararların divan toplantısının yapıldığı günün tarihini ihtiva eden bir başlık altında kaydedilme geleneği ihdas edilmiştir. Bundan dolayı “klasik Mühimme” formu, geniş eni ve tarih başlıklarıyla kendisine özgü bir karakter kazanmıştır. Bunun bir benzeri Ruus defterlerinde de görülür. Bir bakıma bu defterler oluşturulurken, tarihleme sistemi yeni bir uygulama olarak benimsenmiştir denilebilir. Öte yandan Divan’ın toplantı günlerinin sanıldığı gibi muayyen olmadığı ihtiyaç halinde her zaman toplanabildiği bilinmektedir.50 Bu toplantıların haftada dört gün muayyen günlerde toplandığı bilgisi genele teşmil edilmemelidir. Belki umumi bir durumu yansıtır, fakat işlerin böyle muayyen bir güne hapsolmadığı da sarihtir. Özellikle sefer Mühimmeleri bu sırada toplanan divanların akdi hakkındaki notlarıyla, bu başlıkların divan ictima gününe rastladığını ortaya koyar. 1544-1545 tarihli defterdeki tarih başlıklarının Divan’ın toplantı günlerini gösterdiğinde şüphe yoktur. Burada mesela 20 Zilhicce 951 (4 Mart 1545) Salı günü ictimaında çıkan altı önemli karardan sonuncusunda ayrıca tahrir tarihi evâsıt-ı Zilhicce 951 şeklinde verilmiştir. Bu bütün defterde tek istisnadır ve özellikle tarih konusunda belirleyicidir. Kaydın üstünde “yazıldı” ibaresi tarihi ile ferman haline getirildiği anlaşılan metnin tarihinin aynı olduğu görülmektedir. Ferman halindeki hüküm aynı gün ilgili şahsa teslim edilmiştir.51 Söz konusu defterdeki tarih başlıklarının bir listesini veren H. Sahillioğlu’nun hazırladığı tabloda hicri gün ile miladiye çevirme sonucu ortaya çıkan gün birbirini çoğunlukla tutmamaktadır.52 Bu durum eski takvimlerde gün tespitinin oynaklığına da işaret eder. Tarihlemedeki bu meseleye M. Kütükoğlu da dikkati çekmiştir. Ancak bu konu tarihleme hususuna yeni bir yaklaşım getirecek karışıklıkta değildir. Basit kâtip hatalarının olabileceği, bunların birbirini takip eden günlerle, ayın tarihini yanlış yazabildikleri söz konusu defterdeki örnekleriyle ortaya çıkmaktadır. Gün başlıklı tarihleme şekli XVII. asır ortalarına kadar bazı istisnalarla sürdürülmüştür. 1056/1646 tarihli 90 ve 91 numaralı defterler bu hususta dikkat çekicidir. Burada hem tarih başlığı, hem de hüküm suret kayıtlarının altında 50 Divan toplantıları hakkında bkz.: A. Mumcu, Divan-ı Hümayun, Ankara, 1976, s. 119. Burada muayyen günlerde toplanma, normal çalışma günleri şeklinde nitelendirilir, fakat böyle normal günler olmadığı, her an toplanılabildiği anlaşılıyor. 51 Mühimme Defteri, nşr.: H. Sahillioğlu, s. 272. 52 Bkz.: s. xvi-xvii.
124
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
tam günlü yahut onlu sisteme göre tarihler bulunur. Bu geçiş dönemi defterlerindeki özellik gün başlıkları kaydının divan toplantısına ait olmamasıdır. Burada başlıklar ay esasına göre klasik tarzda atılmıştır ve o ay çıkan hükümler bu başlık altına ve yazılış tarihleri de altlarına eklenmek suretiyle kaydedilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu tarihten itibaren artık hükümler kendi tarihleriyle defterlere geçirilmeye ve gün başlıkları ihmal edilmeye başlanmıştır. Halbuki 89 numaralı defter eski tarzda tarih başlıklarını ihtiva eder. Bu durum 90 ve 91 numaralı defterlerin bir geçiş dönemi olarak nitelenmesini haklı kılar. Defterlerin bu değişimi ondan yeni ahkâm suret defterlerinin ortaya çıkışıyla da bağlantılı olmalıdır. Nitekim tam da bu sırada muhteva bakımından idarî ve adlî konuların birbirinden ayrıldığı, şikâyetlerle ilgili olarak yeni defter türünün ihdas edildiği dikkati çeker. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin tasnif serilerinden birini oluşturan Şikâyet Defterleri kısmının ilk defter kaydı 1059/1649 tarihlidir. Bu defterlerin ihdasıyla şüphesiz artık Mühimme denilmeye başlanan defterlerin muhtevasında da belirli bir zayıflama olmuştur. Fakat bu iki defter ayırımının kolaylıkla yapıldığı söylenemez. Aynı tür hüküm kayıtlarının her iki tarafta da bulunduğu görülür. Hattı zatında Şikâyet defteri olarak ayrılan ilk defterlerin de gerçek anlamda bu türün örneklerini yansıtmadıkları anlaşılmaktadır. Ancak XVIII. asırda Vilayet şikâyet ahkâmının ortaya çıkışıyla bu tür kayıtların toplanması belirli bir standarda kavuşturulmuştur. Fakat Divan defterlerindeki ayırımın bilhassa XVII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren kesin çizgileriyle ve bürokraside adı konularak yapıldığında şüphe yoktur. Şikâyet türü yanı sıra 1699’dan itibaren bu defa eski Mühimme muhtevasını oluşturan Nâme-i humâyûnlar için ayrı defterler tanzim edilmiş ve bunlar bir araya getirilmiştir. Böylece “Nâme-i Humâyûn Defterleri” ortaya çıkmıştır. Bu ise Mühimmelerde yer alan hüküm suretlerini daha da özelleştiren, bunları gerçek anlamda devletin iç umurunu alâkadar eder hale getiren bir uygulama olmuştur. Mesela 113 numaralı olup 1113-1115/1701-1703 yıllarına ait bir Mühimme örnek olarak alınacak olursa, bunun muhtevasının yol hükümleri, izn-i sefine kayıtları, kalebendlik cezası hükümleri, ihzarı emreden kayıtlardan ibaret kaldığı, tayin, tevcih ve ibka gibi hükümlerin de bulunduğu dikkati çeker.53 Bu o yılların iç olaylarına da bağlı olabilir, ancak daha sonra bu muhtevanın da belirli bir olgunluğa kavuştuğu görülmektedir. Mühimmelere bağlı olarak doğan Şikâyet ahkâmının suretlerini içine alan defterler, tasnifte 1059-1253 (1649-1837) yıllarına ait Atik Şikâyet Defterleri koduyla 213 adet olarak yer almaktadır.54 Bunlar katalogda atik, ordu ve rikab ola53 Y. İhsan Genç, “Mühimme Defteri, BA 113 Numaralı ve H. 1113-1115/m.1701-1703 Tarihli”, Uzmanlık Tezi, İstanbul, 1987, s. xxxix. 54 Başbakanlık Osmanlı Arşiv Rehberi, İstanbul, 2000, s. 25-30.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
125
rak belirtilmişlerdir. Fakat bu defterlerin erken tarihli olanlarının şikâyet defteri olup olmadığı tartışmalıdır. Buna müteakip bahiste temas edilecektir. Öte yandan A.DVN.ŞKT kodlu tasnifte 978-1014 numaralar arasında 38 deftere yer verildiği dikkati çeker.55 Bunların da bir kısmı klasik anlamda şikâyet defteri değildir. Mesela ilk numarada kayıtlı olan 910/1505 tarihli defter II. Bayezid dönemine ait olup tanımlamasına yukarıda temas edilmişti. Muhteva itibarıyla Atik Şikâyet Defterlerinin devamı olan Eyâlet Ahkâm Defterleri, mahallinde halledilmeyip merkeze aksettirilen problemlerin çoğalması ve artan bürokratik muamelatı kolaylaştırmak için ihdas edilmiş olmalıdır. Dönemin reisülküttabı Ragıb Efendi [Koca Ragıb Paşa] tarafından Divan bürokrasisinde yeni bir uygulama olarak getirildiği anlaşılan sistem, mahallî meselelere daha seri şekilde müdahale edebilme imkânı doğurmuştur. Mahallî tarih açısından önemli olan ve bölgenin sosyal, ekonomik durumunu ortaya koyan, idarecilerle halk yahut idarecilerin kendi aralarındaki problemlerine anlamaya yarayan Ahkâm Defterleri başlığı altındaki tasnifte, Adana (9 adet), Anadolu (186 adet), Bosna (9 adet), Cezayir-i Bahr-i Sefid/Adalar ve Rakka (25 adet), Diyarbakır (9 adet), Erzurum (19 adet), Haleb (9 adet), İstanbul (26 adet), Karaman (39 adet), Maraş (6 adet), Mora (21 adet), Özü-Silistre (49 adet), Rumeli (85 adet) Sivas (36 adet), Şam (9 adet) ve Trabzon (8 adet) eyâletlerine ait defterler bulunur. Bunlar Mora hariç, 1155/1742 tarihinden başlar. Yalnız Cezayir-i Bahr-i Sefid eyâletine ait olan ilk defter 1159/1746 tarihlidir. Son tarihler ise muhteliftir (1295, 1306, 1308 vb.).56 Gerek Atik, gerekse Vilâyet/Eyâlet ahkâmı olsun bunlar merkez-taşra irtibatını ortaya koyan, sosyal, hukukî tarih açısından önemli olan kaynaklar niteliği taşırlar. Özel olarak Eyâlet ahkâmı oluşturulduğu halde Atik Şikâyet Defterleri tutma geleneği sürdürülmüştür. Bunlara daha genel konularla ilgili çıkan kararların suretleri kaydedilmiştir. Öte yandan divan defterleri serisinden ve Mühimme defterlerinden ayrılmış olan iki gurup defter de mevcuttur. Bunlar Divan’da görüşülen gizli konularla ilgili karar suretlerinin yer aldığı Mühimme-i Mektûme ve Mısır Mühimmeleridir. İlki 1203-1302/1788-1885 yıllarını içine alan 10 defter halinde tasnif edilmiştir.57 Bir defter de A.DVN.MTM kodu altındaki tasnifte bulunur. Ayrıca Mühimme defteri serisinde de bir tane mektum kayıtlı defter vardır (nr. 259). Mısır’la ilgili olarak bu eyâletin önemi ve işlerinin yoğunluğu açısından buraya ait hükümlerin suretleri ayrıca bir defter serisi oluşturmuş olmalıdır. Bu defterler 11191333/1705-1915 yıllarını ihtiva eder ve 15 adettir.58 İki defterin daha Mühimme defterleri tasnifinde kayıtlı olduğu görülmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz Nâ55 Rehber, s. 24. 56 Rehber, s. 10-19. 57 Rehber, s. 20-22; T. Temelkuran, a.g.m., s. 160. 58 Rehber, s. 22; T. Temelkuran, a.g.m., s. 161.
126
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
me-i Humâyûn defterleri ise 1111-1336/1699-1918 tarihleri arasında 18 defter halindedir.59 d) Muhteva Problemi ve Hakkındaki Çalışmalar Üzerinde Değerlendirme I. Ahkâm-ı mîrî/Mühimme, Ahkâm-ı Şikâyet türü Divan defterlerinin muhtevası, her şeyden önce Divan’dan çıkan kararlardan oluşmaktadır. Bundan dolayı da Divan’ın işleyişi ve çalışma şekli ile yakından irtibatlıdır yahut onun bu aktivitesini yansıtır. Ferman/hüküm suretlerini ihtiva ettiklerinden, içinde yer alan bu belge türünün genel diplomatik hususiyetlerini asıllarına göre bazı farklılıklarla aksettirirler. Şüphesiz burada defter formu içinde hükümlerin yer alış şekilleri, bunların etrafına düşülen bürokratik muamelat ile ilgili notlar ve genel görünüş öne çıkarılarak bizatihi bu deftere ait “diplomatik” özellikler esas alınmalıdır. Bu durumda hüküm suretlerinin üzerindeki yanlarındaki büro tarafından düşülen kayıt ve işaretler önem kazanır ve bunların anlaşılması defterin diplomatika açısından tavsifiyle doğrudan ilgilidir. Bu cümleden olarak defterlerin ortak hususiyetlerine temas etmek gerekirse… Öncelikle Divan toplantılarına işaret eden gün başlıklı tarih kayıtları öne çıkar. Bu kaydın altında solda mahal ismi yer alır. Sefer sırasında tutulmuşlarsa, Divan’ın toplandığı gün hangi konak yerine rastlarsa orası belirtilir. Mesela Kanuni’nin Zigetvar seferi sırasında tutulan Mühimme’de tarih keşidesi altında bazen kısaca o günkü duruma da temas edilmiştir.60 Hatta çok yağmur yağdığı gerekçesiyle Divan’ın toplanmadığı ve dolayısıyla o güne ait kayıt işlenmediği görülür. Bu vaziyet gün başlıklı tarih keşidelerinin Divan toplantısını işaret ettiğine şüphe bırakmaz. Hüküm metninin başında hemen sağ üst kısımda veya hemen yanında “yazıldı” kaydı vardır. Bu söz konusu metnin ferman/emir formunda hazırlanıp ilgili muhataba gönderildiği anlamına gelir. Bunun üzerinde bazen “ba-hatt-ı şerif” tabiri bulunur ki padişahın bizzat kendi hattını taşıdığına işaret eder. Ayrıca bu kısımlarda daha önce bahsedilen metnin yazılış aşamalarını ilgilendiren (müsvedde/tesvid/tashih vb.) ibareler de yer alabilir. Hükmün sol üst tarafına veya biraz ortaya doğru bunun kime teslim edildiğine dair şerhler -tarih belirtilerek- düşülür. Yine üst tarafta “bu dahi” ibaresine sıklıkla rastlanır. Bu ifade söz konusu emrin bir üsttekiyle ilişkisini hatıra getirir ve önceki hükmün teslim edildiği şahsa bunun da verildiği anlamına gelir (“Bu dahi mezbûr Çavuşa verildi”).61 Hükmün altına ise eğer birkaç yeri yahut şahsı ilgilendiriyorsa “bir sûreti” keşidesi çekilir ve ardından sadece muhatap be59 Rehber, s. 44-45. 60 5 Numaralı Mühimme Defteri, 973/1565-1566, Ankara, 1994, s. 577, 590. 61 Mesela bkz.: 5 Numaralı Mühimme Defteri, hüküm nr. 1877 ve 1878.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
127
lirtilir, metin ise tekrarlanmaz. Bazı Mühimmelerde hükmü yazan katibin rumuzu da yanda bulunur.62 Mühimme tanıtımlarında deftere ait bu özelliklerden ziyade muhtevi oldukları fermanların unsurları ön plana alınarak yapılan tarifler, defterin doğrudan kendisini ilgilendirmemektedir. Bu konu üzerinde bazı önemli özelliklere yukarıda temas edilmişti. Muhteva açısından ise tek tek ferman/hükümleri değil, bunların topluca defterde yer alışlarına göre bir değerlendirme yapmak daha doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır. Bu büyük imparatorluğun devasa idarî yapısı içerisinde başta gelen karar organı olarak Divan’a aksettirilen meselelerin, oradan çıkan kayıtların topluca bir arada bulunuşları konseptinde konuyu ele almak gerekecektir. Bu çerçeveyi belirlediğimizde, zaman içerisinde bürokratik gelişmelerin de bir sonucu olarak alınan kararlara göre farklı türden divan defterlerinin ortaya çıkışı, bunların muhteva bakımından ne gibi değişiklikler gösterdikleri gibi temel bir problemle karşı karşıya kalırız. Yukarıda da kısmen temas edildiği gibi Divan defterlerinin iki ana kategorisini oluşturan ve birbirine bağlı iken tabii bir seyir sonucu ayrıldıkları anlaşılan Mühimme ve Şikâyet ahkâmı defterleri için ayırıcı mutaları tespit etmek, aynı zamanda Osmanlı kalemiyesindeki kırılma noktasını tayin bakımından da önemli görünmektedir. Ancak Arşivdeki tasnife dayalı olarak Mühimme ve Şikâyet defteri ayırımını yapmak -en azından XVII. yüzyılın ikinci yarısının ilk çeyreği için- oldukça müşkil bir konuyu teşkil eder. Nitekim hemen hemen bütün ilgili çalışmalarda, katalog ve rehber kitaplarda tasnif esas alınarak Şikâyet defterlerinin 1059/1649’da başladığı bilgisi, hiç sorgulanmaksızın genel kabul görmüştür. Esasında bu konuda en önemli belirleyici unsurun defterlerin başında ilgili büroca konulan ayırt edici başlıklar olduğu şüphesizdir. Ancak “kuyûd-ı ahkâm-ı şikâyet” ibaresini taşıyan görebildiğimiz en erken tarihli defter, Arşiv’deki Atik Şikâyet Defterleri tasnifinde değil Mühimme defterleri tasnifinde yer almaktadır. 1069-1071/1658-1660 yıllarına ait kayıtları ihtiva eden 92 numaralı defterin başında “Kuyûd-ı ahkâm-ı şikâyet-i mîrî der zamân-ı...” diye başlayan 25 Şaban 1067/8 Haziran 1657 tarihli bir giriş cümlesi bulunmaktadır. Bununla beraber Atik Şikâyet Defterleri tasnifindeki ilk dört defterden 1062-1064/1652-1654 tarihli kayıtları ihtiva eden 2 numaralı defter ile 10641065/1654-1655 tarihli 3 numaralı defterin başında “kuyûd-ı ahkâm” ibaresi yer alır, 1 ve 4 numaralı defterde başlık bulunmaz, 1076/1665 tarihinden başlayan 5 numaralı defterde “kuyûd-ı ahkâm-ı şikâyet” ibaresi vardır. Bu durumda en eski şikâyet defteri olarak tanımlanan 1059/1649 tarihli defterin şekli özelliklerini incelemek gerekecektir. Bu defter gerek şekil yönünden, gerekse gün başlıklı tarihleme usulü sebebiyle tipik bir Mühimme defteri formundadır. Bazı tarihler onlu sisteme göre hükümlerin altında da bulunur ve bu tarzıyla da 62 Diğer kayıtlar için bkz.: M. Kütükoğlu, a.g.m.
128
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
mesela 90 numaralı Mühimmeyi andırır. Mühimme defterleri tasnifinde 91 numaralı Mühimme 1056/1646, şikâyet defteri olan 92 numaralı Mühimme ise 1067/1656 tarihli olduğuna göre aradaki tarih boşluğu, Atik Şikâyet tasnifindeki 1, 2, 3 numaralı defterlerle doldurulmaktadır. Yani bunlar aslında Mühimme tasnifinde olması gereken defterlerdir. 1075-1081/1664-1669 yıllarını ihtiva eden 4 numaralı defterin de Mühimme tasnifinde muadili yoktur, bu defterin tarihleme ve şekil açısından Mühimmelerle aynı olduğu görülmektedir. Bu tespitlerden sonra Şikâyet defterleri tasnifindeki ilk dört defterin suni bir ayırımın kurbanı oldukları açıktır ve bize Şikâyet defterleri ile Mühimmelerin ayrıldığı tarihler hakkında hiçbir fikir vermezler. Eğer böyle bir ayırım vaki ise, bunu şimdilik 92 numaralı Mühimme’deki başlık çerçevesinde 1067/1656’dan başlatmak, en azından müdellel veriler ve mevcut malzeme açısından daha doğru olacaktır. Bunu 1076-1078/1665-1667 tarihlerini içine alan Şikâyet defteri izler, böylece iki divan defterinin -en erken tarihli başlıkları temelinde- bir ayırımının gerçekleşmiş olduğu anlaşılır. Daha önce de belirtildiği gibi bu tarihler Şamîzâde Mehmed Efendi’nin reisülküttablığı dönemine rastlar ve Köprülü Mehmed Paşa’nın devlet sistemini yeniden şekillendirdiği bir devrenin mahsulleri olarak tanımlanabilir. Şikâyet ve Mühimme defteri olarak iki ayrı defterin Osmanlı divan bürokrasisince kesin çizgilerle ayrılmış olduğuna dair önemli bir ipucu XVIII. yüzyıl başlarına ait sefere götürülecek defter listelerinde bulunur. Burada Divan’ın defterleri, “Mühimme ahkâmı” ve “Şikâyet kuyûdat defteri” şeklinde kategorileştirilmiştir.63 Başlıklar temelinde yaptığımız bu tespit, muhteva itibarıyla hayli zihin karıştırıcı bir özellik arz eder. Nitekim bu iki defter türünün muhtevi oldukları kayıtların durumunu ve hangi ölçüye göre ayrıldıkları konusunu inceleyen G. Mayer, aslında bu ikisini birbirinden ayırmanın zor olduğunu, muhtevalarına bakılarak farklılıkların anlaşılabileceğini belirtir. Ona göre Mühimmelerde savaş zamanı askerî görevlilere gönderilen emirler, hac kafilelerine ve organizasyonuna dair hükümler, sürgün, hapis, idam kararları bulunur, bu tip kayıtlara Şikâyet defterlerinde rastlanmaz.64 N. Göyünç ise şekil açısından da farkı tespit etmenin mümkün olduğunu, şikâyet dolayısıyla çıkan hükümlerde “buyurdum ki” ifadesinin yer almadığını, şikâyet konusu belirtildikten sonra “…emr-i şerif ricâ eylediği ecilden... emrim yazılmıştır” gibi ifadelerin bulunduğunu, bu gibi ibarelere dayalı olarak ayırımın yapılabileceğini yazar.65 Ancak ne G. Mayer, ne de N. Göyünç’ün ileri sürdüğü görüşler belirleyici olabilmektedir.66 XVII. asrın Mühimme ve Şikâyet defterleri serilerinde benzeri muhtevalara ve ifadelere 63 BA, MD, nr. 144, hük. nr. 3. 64 Das Osmanische Registerbuch der Beschwerden, s. 20. 65 Osmanlı Araştırmaları, c. V, s. 273-274. 66 Tam olarak açıklayamasa da benzeri bir belirsizliğe G. David de değinir. Bkz.: “The Mühimme Defteri”, s. 181 vd.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
129
sıklıkla rastlanır. Şikâyet defterlerinde sadece adi şikâyet üzerine çıkmış karar suretlerinin dışında olanlar bulunabileceği gibi Mühimmelerde de şikâyet hükümleri yer alabilir. Yani muhteva analizi yapmak ayırım için her zaman belirleyici olamayabilir. Hükümler içerisindeki ifade şekilleri ise daha zayıf bir argüman olarak görülür. Defterlerin ayrı başlıklar taşımaları, çoğu defa farklı muhtevalarla meşbu oldukları anlamına gelmeyebilir. Bu bakımdan bu kabil ayırımın muhtevayı da geniş ölçüde kapsayacak derecede oluşmasının XVII. asrın sonlarına doğru tam anlamıyla belirdiği, bundan öncekilerin ister Mühimme, ister Şikâyet başlığı taşısın birbirinden pek farklı hususiyetlerinin -gerek muhteva gerekse şekil açısından- taayyün etmemiş bulunduğu söylenebilir. Mühimme ve Şikâyet defterleri ayırımı konusundaki çözümü zor meseleye temas ettikten sonra, bu defterlerde yer alan hüküm/ferman rükünlerine kısaca değinelim. Öncelikle bunlar suret veya müsvedde kayıtlar olduklarından tuğra kısmı yoktur, elkab da çok kısaltılmıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar defterlerde “...buyurdum ki…” ibaresinden sonra konuyu karara bağlayan emir tekrarlanırken daha sonra bu kısım iyice kısaltılmış, “…mûcebince emr-i şerif yazılmıştır, şürûtuyla yazılmıştır, vech-i meşrûh üzre yazılmıştır...” gibi ifadelerle sonlandırılmıştır. Şikâyet defterindeki hükümler de benzeri özellik gösterir. Öte yandan ilk Ahkâm defterlerinde hükümlerin hitab kısmında “...hüküm yazıla ki…” şekli daha sonra maliye ve timarla ilgili ahkâmda sürdürülürken, ilk Mühimme formunu haiz 1544-1545 tarihli defterde “...bir hüküm, …bir hüküm ki…” tarzına sonra da “...hüküm ki…” ifadesine dönüşmüştür. Berat kayıtlarında bu başlıklar değişmiş, “…hüküm oldur ki…” formu kullanılmıştır. Emir kısmında ise son ifade ilk ahkâm defterlerinde “...şöyle bilesiz alâmet-i şerife itimad kılasız/edesiz” şekli, 1544-1545 tarihli ahkâmda tekrarlanırken, 3 numaralı Mühimmedeki kayıtlarda da devam ettirilmiştir. XVII. yüzyıla ait bazı Mühimmelerdeki hüküm kayıtlarında ise sadece “ ...şöyle bilesiz” lafzı yer alır (90 numaralı Mühimme). Benzer ifade Şikâyet defterlerinde de görülür. II. Divan’ın hüküm kayıtlarını ihtiva eden defterleri içerisinde özellikle Mühimme adıyla bilinenler araştırıcıların öteden beri başlıca müracaat kaynakları arasında yer almışlardır. Bunlar siyasî, adlî, ictimaî ve hatta iktisadî tarih alanını ilgilendiren kayıtlar olarak kronolojik sıra dahilinde topluca seri oluşturmaları ve düzenlilik göstermeleri bakımından ilgi odağı haline gelmişlerdir. Hususiyle Osmanlı devletinin dış ilişkileri ve uzak topraklardaki alâkaları konularında yegâne başvuru kaynağı durumundadırlar. Avusturya, Lehistan, Fransa, İtalyan devletleri, İngiltere, İspanya, Macaristan, Portekiz, Eflak-Boğdan/Romanya, Balkanlar, kuzeyde Rusya, Ukrayna, Kırım ve Kafkasya bölgesi, doğuda İran ve hatta daha art alanda Orta Asya hanlıkları ve Hindistan, güney-
130
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
de Ön Asya, Arab yarımadası, Yemen, Basra ve Kızıldeniz bölgesi, Habeşistan, Somali, Mısır’dan Fas’a kadar uzanan Kuzey Afrika sahilleri vb. gibi geniş bir alanı alâkadar edebilecek vüsatte kayıtlara fazla bir çaba göstermeksizin ulaşılabilecek bir imkân sağlarlar. Bunlar üzerinde birçok çalışma yapıldığı, ilgili hükümlerin bir araya getirilerek yayımlandığı yahut özetlerinin çıkarılarak okuyucuya sunulduğu bilinmektedir. Siyasî tarih açısından bu çerçevede verimli bir kaynak külliyatı oluşmuş olduğu söylenebilir.67 Siyasî münasebetler tarihi dışında Osmanlı merkez ve taşra arasındaki bağları, şehir ve kasabalarla limanları, sosyal ve ekonomik ilişkileri ihtiva eden birçok hüküm kaydı, sancaklar, beylerbeyilikler ve kadılıklara yönelik olarak mevcut bulunmaktadır.68 İç isyanlar, sosyal hareketlilik, dinî temayül ile sosyal hizmetler, mimari, ula67 Pek çok örnek arasında, özellikle devletler arası ilişkiler yönünden şu çalışmalar örnek olarak zikredilebilir: Filistin için: U. Heyd, Ottoman Documents on Palestine 1552-1615, Oxford, 1960. Polonya için: K. Beydilli, Die polnischen Königswahlen und Interregnen von 1572 und 1576 im lichte osmanischer Archivalien, Münih, 1976, (A. Refik’in aynı konudaki makaleleri de hatırlanmalıdır: “Sokollu Mehmed Paşa ve Lehistan İntihabatı, TOEM, c. VI, sy. 35, s. 663687; “Lehistan’da Türk hakimiyeti”, TTEM, c. XIV, sy. 4, 8, 1340, s. 227-243). Bulgaristan için: A. Refik, Türk İdaresinde Bulgaristan (973-1255), İstanbul, 1933. İngiltere için: A.Refik, Türkler ve Kraliçe Elizabeth, İstanbul, 1932; S. A. Skilliter, William Harborne and the Trade with Turkey, 1578-1582. A Documentary Study of the First Anglo-Ottoman Relations, Londra, 1977. Fransa için: G. Veinstein, “Les preparatifs de la campagne Navale Franco-Turque de 1552 a Travers les ordres du divan ottoman”, Revue de l’Occident Musulman et de la Mediterranee, sy. 39, Aix en-Provence, 1985, s. 35-67; T. Fındık, “Osmanlı Belgelerinin Tanıklığı ile XVI. yüzyılda Osmanlı-Fransız İlişkileri”, Türkler, c. IX, Ankara, 2002, s. 567-574. Doğu Avrupa ve Kuzey stepleri için: Mihnea Berindei ve G. Veinstein, L’Empire Ottoman et les pays roumains, 1544-1545, etude et documents, Paris, 1987; Chantal Lemercier-Quelquejay, “Une source inedite pour l’Histoire de la Russie au XVIe siecle: Les registres des Mühimme Defterleri des Archives du Başvekalet”, Cahiers du Monde Russe et Sovietique, sy. 8, 1967, s. 335343; H. İnalcık, “Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü”, Belleten, c. XII, sy. 46, 1948, s. 349-402; A. N. Kurat, Türkiye ve İdil Boyu, Ankara, 1966; M. Ürekli, Kırım Hanlığının Kuruluşu ve Osmanlı Himayesinde Yükselişi, Ankara, 1989. Portekiz için: S. Özbaran, Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, İstanbul, 2004. Yemen ve Körfez için: J. Mandaville, “The Ottoman Province of el-Hassa in the Sixteenth and Seventeenth Centuries”, Journal of the American Oriental Society, c. XC, sy. 3, 1970, s. 486-513; H. Yavuz, Kabe ve Haremeyn İçin Yemen’de Osmanlı Hakimiyeti, 1517-1571, İstanbul, 1984; S. Faroqhi, Hacılar ve Sultanlar: Osmanlı Döneminde Hac, 1517-1683, trc.: G. Ç. Güven, İstanbul, 1995. Suriye bölgesi için: A. Bakhit, The Ottoman Province of Damascus in the Sixteenth Century, Beyrut, 1982. Mısır için: Seyyid Muhammed, XVI. Asırda Mısır Eyaleti, İstanbul, 1990. Habeş için: C. Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, İstanbul, 1974. İran için: B. Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri, 1578-1612, İstanbul, 1993; F. Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, 1451-1590, Ankara, 1976. Kıbrıs için: F. Alasya, “Osmanlı İdaresinde Kıbrıs”, Tarih Semineri Dergisi, c. I, sy. 2, İstanbul, 1937, s. 91-155. 68 Mesela Osmanlı şehirleşme süreci kapsamında sancak çalışmaları veya şehir tarihleri üzerinde incelemeler yapılırken en çok başvurulan kaynakların başında Mühimmeler gelmiştir. Örnek için bkz.: F. M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara, 1989, H. T. Dağlıoğlu, Onaltıncı Asırda Bursa, Bursa, 1940. Genel olarak Anadolu için: S. Faroqhi, Towns and Townsmen of Ottoman Anatolia: Trade, Crafts and Food Production in an Urban Setting, 1520-1650, Cambridge, 1984 [Türkçesi için bkz.: Osmanlı’da Kent ve Kentliler, trc.: N. Kalaycıoğlu, İstanbul, 1993.]
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
131
şım, hatta çevre bilinci vb gibi pek çok sahayı ilgilendiren hükümler de bu çerçevede araştırmalara konu olmuştur.69 Defterlerdeki hükümlerin hukukî prosedür çerçevesinde incelenmesi ayrı bir önem kazanmaktadır. Bunların hukukî konularla ilgili olanları bazı incelemelere temel olmuştur,70 ancak hükümlerin adlî mekanizmanın işleyişindeki yeri yahut çıkan kararlar ile mevcut kanunların benzerlik veya çelişme yönleri üzerinde hemen hemen hiç durulmamıştır.71 Divana akseden ve mahallinde halledilemeyen çeşitli davaların ve meselelerin merkeze yansıtılması ve buradan karar çıkma aşamalarının hukuki uygulama kapsamında incelenmesi gerekir. Bu tarz bazı kayıtların üzerine düşülen şerhlerde taşradan gelen köy ahalisine çıkan hükmün teslim edildiğine dair ifadelere rastlanması, uygulanabilirlik açısından ayrıca sorgulamaya yarayacak veriler sağlayabilir. Fakat bu yönler inceleme konusu olmamıştır. Taşra mahkemeleri ile Divan arasındaki bağı ortaya çıkaracak olan böyle bir çalışma herhalde ilginç sonuçlar sağlardı. Esasen ıslahat risalelerinde sıklıkla sözü edildiği gibi taşra mahkemelerinde çözülemeyen davalar sebebiyle halkın İstanbul’a doluştuğu, aylarca türlü sıkıntılar çekerek davasının görüşülmesini ve hükmün yazılmasını beklediği yolundaki bilgiler,72 merkez-taşra ilişkilerinin ve dolayısıyla Osmanlı adlî rejiminin farklı 69 M. Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Celali İsyanları, Ankara, 1975; C. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611, trc.: Ü. Tansel, İstanbul, 2000; K. Barkey, Eşkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, trc.: Z. Altok, İstanbul, 1999; V. Günay, “XVI. Yüzyılda Bergama ve Çevresinde Asayiş Problemine Dair”, CIEPO XIV. Sempozyumu, s. 269-284; C. Imber, “The Persecution of the Ottoman Shi‘ites According to the Mühimme Defterleri”, Der Islam, c. LVI, sy. 2, 1979, s. 245-273; S. Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, Ankara, 2002; A.Refik, Mimar Sinan, İstanbul, 1931; K. Su, Mimar Sinan’ın Eserlerinden Muradiye Cami, İstanbul, 1940; F. Emecen, “Manisa Muradiye Cami İnşasına Dair”, Tarih Enstitüsü Dergisi, sy. 13, 1987, s. 177-194; C. Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Şehircilik ve Ulaşım Üzerine Araştırmalar, S. Özbaran, (der.), İzmir, 1984; L. Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi, İstanbul, 1964; F. M. Emecen, “XVI. Asrın İkinci Yarısında İstanbul ve Sarayın İaşesi İçin Batı Anadolu’dan Yapılan Sevkıyat”, Tarih Boyunca İstanbul Semineri, Bildiriler, İstanbul, 1989, s. 197-230. O. Kılıç, “Osmanlı Devletinde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, c. X, s. 718-730 (bu makale, Mühimmelere göre hazırlanmış kronolojik listeler içermektedir); Y. Macid, “Osmanlı Türklerinde Çevre Bilinci”, Türkler, c. X, s. 589-597. Ayrıca muhtelif konularda Mühimme hükümlerine ve neşrine dayalı iriliufaklı, bazıları bir seri oluşturan (mesela “Türk-Rus Münasebetleri” ve “Kürtler” başlıklı olanlar gibi) makaleler için bkz.: Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, I-IV, İstanbul, 1967-1969. 70 Mesela bkz.: A. Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet, İstanbul, 1969; a.mlf., Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, Ankara, 1972 (bu çalışmaların, hükümlerin asıllarına değil telhislerine dayalı olduğu anlaşılmaktadır); M. A. Aydın, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul, 1985. 71 Bir istisna için bkz.: C. Imber, Şeriatten Kanuna: Ebussuud ve Osmanlı’da Hukuk, trc.: M. Bedir, İstanbul, 2004. Fakat bu uygulamayı gösteren dönemin Mühimme kayıtları burada kullanılmamıştır. Fetva-hukuk kitapları-fermanlar arasındaki üçlü bağı incelemek sanırım ilginç olurdu. 72 Bu hususta ilgi çekici bir kayıt için bkz.: “Kitabu Mesâlihi’l-Müslimîn ve Menâfi‘i’l-Mü’minîn”, Yay. Haz.: Y. Yücel, Osmanlı Devlet Teşkilatına Ait Kaynaklar, Ankara, 1988 içinde, s. 127128. Burada probleme temas edilmekle kalınmamış ayrıca çözüm yolu da tavsiye edilmiştir.
132
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
bir yönünü ortaya koyacak mahiyette önemlidir. Özellikle en azından mevcut hükümler çerçevesinde halkın merkezî idareye daha fazla başvurma eğiliminin hızlandığı XVII. asırda şikâyet defterlerinin ortaya çıkmış olması manidar bir gelişme olarak görülebilir. Gerek Mühimme, gerekse Şikâyet defterlerinde yer alan bu tip kararlar hususunda H. İnalcık, bazı hükümlerin idare adamlarına hitap ettiğini, konunun şeriat dışında askerî-idarî otoritenin yetkisi içinde olduğu anlamına geldiğini, kadıya havale edilenlerin ise idarî-askerî otorite zincirini kırdığını ifade eder. Ona göre davalarda özel ve kamu zararına göre bir ayırım vardır. Kamuya ait işler Mühimme defterlerinde kayıtlı hükümlerle karşılanır, yani bir başka ifadeyle, özel zararlarla ilgili çıkan kararlar Şikâyet defterlerinde bulunur.73 Bununla beraber en azından XVII. asırda ayırımın görüldüğü ilk yıllarda bu kabil bir ayrışmaya dair belirleyici bir delil yoktur. Bu dikkat çekici konunun da hukukî çerçevede ele alınması ve incelenmesi gerekir. H. İnalcık, bu bilgiler çerçevesinde, şikâyet vesikaları ile Mühimme vesikalarını ayırt edici ölçüye örnek olarak, timar toprağı veya reaya üzerindeki haksız bir işleme karşı devletin doğrudan doğruya harekete geçmesi ile ilgili bir hükmü gösterir. Bu hüküm Şikâyet defterine kaydedilirken genellikle “...hüküm verilmiştir, hüküm yazılmıştır” deyiminin kullanıldığını, “...emrim olmuştur, emr-i şerif yazılmıştır” veya sadece “yazılmıştır” dendiğini, bunun da Mühimme defterlerindeki kayıtlara nispetle bir farkı dile getirdiğini, Mühimmeler’de hüküm “...yapasın, idesin” deyimi ile nihayetlenirken, “...için yazılmıştır” tabirinin kullanılmadığını yazar.74 Bu hususun Mühimme metinlerinin hüküm yazılmadan önceki ilk müsvedde olmasından ileri geldiğini, şikâyet defterinde ise yazılmış olan fermanların kopyalarının yapıldığını belirtir.75 Mayer’in editörlüğünde yayımlanan Şikâyet defteri temelli bu bilgiler, söz konusu asırda Mühimme ve Şikâyet defterleri ayırımı konusundaki belirsizliği bütünüyle bertaraf etmez. Bununla birlikte hükümlerin muhteva yönünden değerlendirmesinin şikâyet hakkının hukuki prosedürü itibarıyla ne kadar önemli olabileceğini ortaya koyarak yol gösterir. Söz konusu defterler hangi tür kayıtları barındırıyor olurlarsa olsunlar, daima ilk elden kolaylıkla ulaşılabilecek kaynakları teşkil etmişlerdir. Ancak bu kaynaklara dayalı bazı çalışmalarda ciddi değerlendirme hataları yapılabilmekte ve mahiyetleri tam olarak kavranmadan kullanılabilmektedir. Bu durum sadece muhteva açısından defterlerden istifade edenlerde değil, bunlar hakkında rutin bilgi veren türlü çalışmalarda da görülür. Rutin bilgilerin hiçbir sorgulamaya tabi tutulmaksızın uzun uzadıya tekrarlanması gibi bir tercih, yanlış metodolojinin çarpıcı bir örneğidir. İki misal bu konuda fikir verir. “Osmanlı 73 H. İnalcık, “Şikâyet Hakkı: Arz-ı Hal ve Arz-ı Mahzarlar”, Osmanlı Araştırmaları, c. VII-VIII, 1988, s. 34. 74 Bununla birlikte mesela 90 numaralı Mühimme’de bu kabil ifadeler bulunur. 75 H. İnalcık, a.g.m., s. 39 ve 41.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
133
Tarih Çalışmalarında Mühimme Defterlerinin Yeri” gibi hayli iddialı bir başlıkla kaleme alınan bir makale, son derece zayıf ve genel bilgilerden oluşurken, yazarın bu çerçevede 107 numaralı Mühimmeyi tanıtma amacı da hedefine ulaşmamaktadır.76 Osmanlı Arşivi’nin Arap ülkelerinin tarihi bakımından önemini vurgulamaya yönelik İngilizce olarak kaleme alınmış bir makalede ise, Mühimmeler hakkında yine rutin bilgiler ardından 5 numaralı Mühimme defterinden seçilmiş konuyla ilgili yedi hükmün çeviri yazıları ve İngilizce tercümeleri verilirken, defterlerin şeklî hususiyetlerine dikkat edilmemesinin getirdiği yanlışlar ve hatalı okumalar yapılmıştır. Öyle ki Mühimme kayıtları üzerindeki gün başlıklı tarihlerin ne olduğunu anlamayan yazar bunları “mine’l-Âsitâne-i Kostantiniyye” şekline sokmuştur (doğrusu “yevmi’l-isneyn fi..”).77 Halbuki Mühimme defterleri bilinmeyen muammalar değildir ve hakkında en çok inceleme yapılan arşiv malzemesi olarak dikkat çekerler. U. Heyd, G. Elezovic, E. Kovaçeviç, Berindei-Veinstein, W. Peachy, M. Kütükoğlu ve nihayet G. David gibi araştırıcılar özellikle defterlerin tanımlanmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Özellikle G. David, XVI. asra ait Mühimmelerin doğru bir kronolojik sıralamasını yapmış, ayrıca bu defterler üzerinde yapılan araştırmalara da temas etmiştir. Ona göre bu defterlerin ilk defa araştırıcılar tarafından kullanılması 1899-1900 tarihlerine inmektedir. Macar İmre Karacson bu kayıtların bazılarını bir araya getirmiştir.78 Türkiye’de ise defterler 1910’lu yıllardan itibaren ilgi çekmeye başlamıştır. Musa Kazım “Vesâik-i Tarihiyyemiz” başlığı altında Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’nda [TOEM], bir seri oluşturmuş ve Mühimme hükümlerini yayımlamıştır.79 Bunu takip eden yıllarda TOEM’de seri neşriyat yapılmıştır.80 Bu defterlerden yaptığı neşriyat ile asıl öne çıkan şahıs ise Ahmed Refik’tir. Sadece TOEM’de değil, aynı zamanda müstakil kitaplar halinde Mühimme hükümlerini konu bütünlüğü içinde yayımlamıştır. Mesela Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı, İstanbul, 1332/1917; Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), İstanbul, 1930; Hicri Onikinci Asırda İstanbul Hayatı, İstanbul, 1930; Hicri Onbirinci Asırda İstanbul Hayatı, İstanbul, 1931; Osmanlı Devri Türkiye Madenleri, İstanbul 1931; Onüçüncü Asırda İstanbul Hayatı, İstanbul, 1932; Onaltıncı Asırda Rafızilik ve Bektaşilik, İstanbul, 1932 bu meyan76 M. Kılıç, “Osmanlı Tarih Araştırmalarında Mühimme Defterlerinin Yeri ve 107 Numaralı Mühimme Defteri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. VII, sy. 2, Sivas, 2003, s. 249-260. 77 M. İlhan, “The Ottoman Archives and Their Importance for Historical Studies with Special Referance to Arab Provinces”, Belleten, c. LV, sy. 213, Ankara, 1991, s. 441-463. Burada okunan hükümleri krş. 3 Numaralı Mühimme Defteri, c. I-II, Ankara, 1993, hük. 929, 930, 931, 1165, 1269, 1474. 78 “The Mühimme Defteri”, s. 182-183. 79 TOEM, c. I, sy. 2, s. 65-69’dan başlayan seri yazı. 80 Safvet Bey ve Efdaleddin’in makaleleri için bkz.: TOEM, c. XI-XII’de tıpkı basımın girişindeki indeks (Yay. Hzr.: Abdülkadir Özcan, İstanbul, 1988, s. 11-29).
134
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
da zikredilebilir.81 Mühimmeler hakkındaki kapsamlı çalışmasında U. Heyd, Filistin ile ilgili olarak 1-82 numaralı defterlerin tamamıyla, Kepeci, nr. 70 ve 71 ile Mühimme Zeyli defterlerini tarayarak tespit ettiği hükümleri, idare, timarzeamet sahipleri ve yeniçeriler, isyanlar, Bedevi hareketleri, kaleler, vergilendirme problemleri, ticaret ve endüstri, ziraat ürünleri, vakıf ve bayındırlık işleri, kutsal yerler, etnik/dinî gruplar konularına göre tasnif ve İngilizce tercümelerini vermiştir. Ahkâm defterleri ile Mühimme defterlerinin bağı ve ortaya çıkışı konusunda ilk yeni görüşler 1501 tarihli Ahkâm defterinin neşri sırasında bu defterle ilgili yapılan değerlendirmede ortaya atılmıştır.82 Bu temelde Divan bürokrasisinin gelişmesi ve ortaya çıkan defterleri konusunda yeni bir katkı B. Aydın tarafından yapılmış, hususiyle Tahvil ve Ruus defterleri bahsinde ilginç tespitlerde bulunulmuştur.83 Öte yandan Şikâyet ahkâm defterleri konusunda henüz kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Bunlardan istifade eden incelemeler varsa da, tanımlamada katalog bilgileri tekrarlanmıştır. Buna karşılık Vilayetlere göre 1155/1742 tarihinden itibaren ortaya çıkan Ahkâm defterlerine yaslanan çalışmalarda son dönemlerde artış gözlemlenmektedir. Mesela Mora, Anadolu, Cezayir-i Bahr-i Sefid, Karaman, Haleb-Maraş defterlerine dayalı bazı çalışmalar dikkati çeker.84 Özellikle İstanbul Ahkâm defterleri bir külliyat oluşturacak derecelerde seri halinde tematik olarak yayımlanmaktadır. İstanbul külliyatı olarak bu defterlerdeki Sosyal Hayat, Tarım Tarihi, Esnaf Tarihi, Ticaret Tarihi, Vakıf Tarihi, Finans Tarihi gibi başlıklarla seçilen hükümler bir araya getirilmiştir.85 Böylece XVIII. asır İstanbul tarihi için önemli bir malzeme ortaya konmuştur. Bu kadar geniş bir yelpazede çeşitli araştırma konuları için temel dayanak teşkil eden Mühimme ve Şikâyet ahkâmı defterlerinden istifade edilirken bazı hususlara dikkat edilmediği göze çarpar. Özellikle bazı araştırmalarda bu hükümler sanki hukukî açıdan son kararlar gibi mütalaa edilip metinde belirtilen 81 Ahmet Refik’in tam bir bibliyografyası için bkz.: M. Gökman, Tarihi Sevdiren Adam: Ahmet Refik Altınay, Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1978. 82 F. M. Emecen ve İ. Şahin, Osmanlılarda Divan ve Bürokrasi, “Giriş”. 83 “Osmanlı Bürokrasisinde Defter Formlarının Ortaya Çıkışı”, Doktora Tezi, İstanbul, 2003. 84 Mesela bkz.: N. Şimşir, “Ahkâm Defterinin Tarihî Kıymeti ve 107 nolu Anadolu Ahkâm Defterindeki İzmirle İlgili Hükümler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, sy. 9, İzmir, 1994, s. 357-390; a.mlf., “103 Nolu Ahkâm Defterindeki İzmir ile İlgili Hükümler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, sy. 10, s. 329-341; S. Öztürk, “Kayseri ve Çevresinin Sosyo-Ekonomik Tarihi İçin Önemli Bir Kaynak: Karaman Ahkâm Defteri”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu, Bildiriler, Kayseri, 2000, s. 401-414; a.mlf., “Gaziantep’in Sosyo-Ekonomik Tarihi İçin Önemli İki Kaynak: Halep ve Maraş Ahkâm Defterleri”, Osmanlı Döneminde Gaziantep Sempozyumu, Bildiriler, Gaziantep, 2000, s. 49-57; F. M. Emecen, “Some Notes on Defters of the Kaptan Pasha Eyaleti”, The Kapudan Pasha, His Office and His Domain, Rethymnon, 2002, s. 253-261. 85 A. Tabakoğlu ve A. Kal’a, (eds.), İstanbul Ahkâm Defteri, I-X seri, İstanbul, 1997-1998.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
135
şikâyet konusu halledilmiş gibi bir ifade kullanırlar. Şikâyet konusu olan bir meselede çoğu defa buradan son ve kesin bir karar çıkmaz, bunlar genellikle davanın görülmesi için ilgili mahallî idarecilere yönelik olarak hazırlanır. Şikâyet konusunun eğer vaki ise tahkik edilmesi keyfiyeti hatırlatılır. Şikâyetler bazen kasıtlı olabilir, bunun mahiyetini tarafları karşılıklı mahkeme etme durumunda olmayan merkezi karar organı bilmez, dolayısıyla durumu yine mahallî idareci ve adlî mercilere havale eder. Kısaca söz konusu hükümler ele alınırken bunlardaki şikâyetler kadar, sonundaki ifadelere mutlaka dikkat etmek gerekir. Bir başka nâkısa, hükümlerin asıllarına bakılmayıp tasnif için hazırlanmış telhislerinden istifade etmektir. Bu durum ciddi yorum hatalarına yol açabilir. Hüküm özetlerinin mutlaka asıllarına bakılması lâzımdır. Defterlerde doğrudan idarecilere hitaben yazılmış talimat nevi kayıtların ayrı bir önemi vardır. Bu tip hükümlerin birer suretleri ayrıca mahallinde ilgili kadılığın sicil defterine de geçirilir. Eğer çalışılacak bir mahallin sicilleri mevcutsa, bunlardaki ferman kayıtlarıyla merkezde suretleri bulunanlar mukayese edilerek incelenmelidir. Hükmün mahallinde nasıl bir işlem gördüğü ancak bu kayıtlar sayesinde anlaşılabilir. Bazı araştırmalarda hükümler kullanılırken, sanki ona çok büyük önem atfetme amaçlı lüzumsuz bir hassasiyetle, “padişah fermanına göre, padişah emretti” gibi ifadeler tercih edilmektedir. Şüphesiz kararlar padişah adına çıkar ve formüle edilir, fakat çok önemli konular dışında padişahın bu kararlarda herhangi bir etkisi veya görüşü yoktur. Bundan dolayı bu gibi ifadelerden kaçınmak gerekir. Bir başka dikkat edilecek nokta, müsvedde metinlerdeki cümle atlamalarının veya eksik bırakılan yerlerin mevcudiyetidir. Kâtiplerin ihmalinden kaynaklanan bu yanlışlar, ifadenin “siyâk-sibâkına” bakılmaksızın değerlendirmeye alındığında fahiş hatalara yol açabilir. Mutlaka metinleri iyi okuma ve ifadenin şekline vakıf olmak gereklidir. Son olarak hüküm tarihlemeleri yapılırken bazı araştırıcılar, Divan’ın toplantı gününü belirleyen gün başlıklı tarihleri değil, ya iyi takip edemedikleri ya da daha kolaylarına geldiği için ilgili hükmün onu götürecek şahsa teslim edildiğine dair tarihi esas almaktadırlar. Ferman formuna dönüştüğü tarih belki bir-iki gün oynayabilir, ama bu teslim tarihini kabul etmek için bir bahane oluşturmamalıdır. Ayrıca defterler ciltlenirken bazı karışıklıklar yapılmıştır. Defterlerin bu fizikî durumlarına dikkat edilmezse gerek tarih belirlemede gerekse hükmün parçalarının izini sürmekte bariz hatalara düşülebilir. Müsvedde tarzındaki Mühimmeler’de de iptal edilmiş kayıtlara araştırıcının ayrıca dikkat etmesi gerekir. Özellikle “terkin”, “mükerrer” gibi hükmün üzerinde bir çizgi halinde bulunan kayıtlar rahatlıkla gözden kaçırabilmektedir. Sonuç olarak genellikle ahkâm denen fakat daha sonra çeşitlenerek ayrı defterler haline gelen kaynak serisi üzerinde çalışırken bunların sadece muhtevi bulundukları hükümleri ele almak ve defterin kendisini ihmal etmemek gerektiği açıktır. Divan’ın ana defterlerinden ikisini tanıtma ve bazı şeklî hususiyetlerine, muhteva problemine dikkat çekmeye yönelik olarak hazırlanmış
136
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
olan bu yazı, şüphesiz serilerin ortaya çıkışı ve gelişiminde son sözü söyleyememiştir. Arşiv’in tasnif serilerinin tamamlanması, yurt dışı kütüphanelerinin taranması neticesi elde edilecek malzeme üzerinde belki daha farklı bilgiler ortaya çıkabilir. Ancak burada amaç, konu üzerinde duracaklara bir istikamet kazandırmak ve belirli ölçüde rehber olabilmek, bazı çözüm bekleyen problemlere yeni bir yaklaşım getirmekten ibarettir. EK: Neşredilen veya Tez Olarak Hazırlanan Mühimme Defterleri 1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi tarafından yayımlanan Mühimme Defterleri 3 numaralı Mühimme Defteri 966-968/1558-1560, Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1993. 3 numaralı Mühimme Defteri 966-968/1558-1560, Özet ve transkripsiyon, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1993. 5 numaralı Mühimme Defteri 973/1565-1566, Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1994. 5 numaralı Mühimme Defteri 973/1565-1566, Özet ve İndeks, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı,1994. 6 numaralı Mühimme Defteri 972/1564-1565, Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1995. 6 numaralı Mühimme Defteri 972/1564-1565, Özet, Transkripsiyon ve İndeks, c. I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1995. 6 numaralı Mühimme Defteri 972/1564-1565, Özet, Transkripsiyon ve İndeks, c. II, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1995. 7 numaralı Mühimme Defteri 975-976/1567-1569, Tıpkıbasım, c. I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1997. 7 numaralı Mühimme Defteri 975-976/1567-1569, Tıpkıbasım, c. II, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1997. 7 numaralı Mühimme Defteri 975-976/1567-1569, Özet, Transkripsiyon ve İndeks, c. III, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1999. 7 numaralı Mühimme Defteri 975-976/1567-1569, Özet, Transkripsiyon ve İndeks, c. IV, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1999. 12 numaralı Mühimme Defteri 978-979/1570-1572, Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1996. 12 numaralı Mühimme Defteri 978-979/1570-1572, Özet, Transkripsiyon ve İndeks, c. I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1996. 12 numaralı Mühimme Defteri 978-979/1570-1572, Özet-transkripsiyon ve İndeks, c. II, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1996.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
137
82 numaralı Mühimme Defteri 1026-1027/1617-1618, Özet, Transkripsiyon, İndeks ve Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2000. 83 numaralı Mühimme Defteri 1036-1037/1626-1628, Özet, Transkripsiyon, İndeks ve Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2001. 85 numaralı Mühimme Defteri 1040/1630-1631, Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2002. 85 numaralı Mühimme Defteri 1040-1041(1042)/1630-1631(1632), Tıpkıbasım, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2002.
2. Başbakanlık Arşivi Dışında Yayımlananlar H. 951-952 tarihli ve E-12321 numaralı Mühimme Defteri, Topkapı Sarayı Arşivi, Hzr.: Halil Sahillioğlu, İstanbul, 2002. 44 numaralı Mühimme Defteri, Hzr.: M. Ali Ünal, İzmir, 1995. 51 numaralı Mühimme Defteri, Hzr.: Hikmet Ülker, (Sultan’ın Emir Defteri), İstanbul, 2003. 90 numaralı Mühimme Defteri, Mertol Tulum, (der.), Yay. Hzr.: N. Aykut ve diğerleri, İstanbul, 1993.
3. Yüksek Lisans Tezi Olarak Hazırlanmış Olan Mühimme Defterleri Abid Yaşaroğlu, “888 Numaralı Mühimme Defteri (1a-260a Tahlil ve Transkripsiyon)”, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Koğuşlar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. Kazım Kürşat Yücel, “18 Numaralı Mühimme Defteri (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996. H. Muharrem Bostancı, “19 Numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Sıtkı Çelik, “21 Numaralı Mühimme Defteri (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997. Gülay Kahveci, “29 Numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. Hasan Karaman, “38 Numaralı Mühimme Defteri (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997. Mustafa Özata, “38 Numaralı Mühimme Defteri (101-322 Sayfaları Arasında Tahlil ve Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997. Hasan Yıldız, “49 Numaralı Mühimme Defteri (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996. Meltem Karababa, “50 Numaralı Mühimme Defteri (991-993/1583-1585)”, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2004. Musa Günay, “55 Numaralı Mühimme Defteri”, Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996.
138
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
Recep Burhan Ertaş, “60 Numaralı Mühimme Defteri (s. 105-208, hüküm 258-491, tarih 993-94/1585-86) Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997. Cevat Yıldız, “60 Numaralı Mühimme Defteri (s.209-314, hüküm 492-942, tarih 99394/1585-86)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. M. Ali Atıcı, “61 Numaralı Mühimme Defteri, (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997. Serdar Kar, “63 Numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2002. Mustafa Karaca, “68 Numaralı Mühimme Defteri (Tasnif-Transkripsiyon)”, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Neşat Süt, “83 Numaralı Mühimme Defteri”, Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Durmuş Kandıra, “84 Numaralı Mühimme Defteri (Tahlil-Metin)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. Eren Bahri Gök, “89 Numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2003. Selçuk Osmanoğlu, “92 Numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2004. Bekir Gökbunar, “105 Numaralı Mühimme Defteri (Özet-Kranskripsiyon)”, Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996. Mustafa Kılıç, “107 numaralı Mühimme Defteri”, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 1996. Necati Gültepe, “H. 1106-1107 Tarihli Mühimme Defterine (107 Numaralı) Göre Devlet Kararları”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. M. Hanefi Demirsoy, “109 Numaralı Mühimme Defteri’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi”, İzmir, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. Yusuf İhsan Genç, “113 Numaralı ve 1113-1115/1701-1703, Tarihli Mühimme Defteri”, İstanbul: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Uzmanlık Tezi, 1987. Ömer Bıyık, “124 Numaralı Mühimme Defteri”, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. İlker Külbilge, “141 numaralı Mühimme Defteri”, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002.
4. Hazırlanmış Mühimme Zeylleri Harun Bingöl, “5 Numaralı Mühimme Defteri’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi (Mühimme Zeyli Kataloğundaki)”, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Mehmet Şahin, “Kuyucu Murad Paşa’nın Celali Defteri Mühimmesi (8 Numaralı – 1-480 hkm.)”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Dilek Şahin, “8 numaralı Mühimme Zeyline Göre (481-1121 hkm.) XVIII. Yüzyılda Anadolu’da Celali Hareketleri”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003.
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme ve Ahkâm-› fiikâyet
139
The Principal Series of Registers of Ottoman Divan: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühimme and Ahkâm-› fiikâyet Feridun M. EMECEN Abstract Among the various register series of the Ottoman bureaucracy, Mühimme registers, undoubtedly have a leading position. These registers compile the copies of the orders of the Ottoman Divan, functioning as a supreme court. Since they include orders related to a very wide range of issues discussed at the Divan, it is possible to find relevant information on almost all aspects of Ottoman history in these registers. Due to their unique position, Mühimme registers have been of intensive use from the very beginning of modern studies dedicated to Ottoman history and they soon gained a predominant position among the basic sources of Ottoman history. In addition, Mühimme registers are of special importance for the researchers dealing with Ottoman law of history. This article concerns itself with, after a brief introduction to the properties of the registers under discussion, the time and the conditions under which these registers first emerged, their developmental stages both in form and content, their various types, the studies constructed on Mühimme registers and the true nature of the data preserved in the registers. Keywords: Mühimme, Ahkam, Şikayet, Divan, Bureaucracy
Osmanl› Divan›n›n Ana Defter Serileri: Ahkâm-› Mîrî, Ahkâm-› Kuyûd-› Mühime ve Ahkâm-› fiikâyet Feridun M. EMECEN Özet Mühimme defterleri, Osmanlı bürokrasisi tarafından tertip edilen defter serileri arasında başı çekmektedirler. Bu defterler, yüksek bir karar organı olan Osmanlı Divanı’ndan çıkan kararların birer suretlerinin bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Divan’a intikal eden pek çok meseleye dair kararları ihtiva ettiklerinden birçok araştırma sahasını ilgilendiren bilgileri bu defterlerde bulmak mümkündür. Bu yönüyle Mühimme defterleri, erken tarihlerden itibaren modern tarih çalışmaları içinde kullanılmaya başlanmış ve söz konusu defterler, farklı sahalardan gelen pek çok araştırmacının sıklıkla başvurduğu bir kaynak serisi hüviyeti kazanmıştır. Öte yandan Mühimme defterlerindeki kayıtlar, yüksek bir karar organı vazifesi yapan Divan’dan günümüze kalan belgeler niteliğini taşıdıklarından hukuk tarihi açısından da özel bir önem taşımaktadırlar. Bu yazıda defter serisinin mahiyeti hakkında bir tanıtımdan sonra, bu tür defterlerin ne zaman ve hangi şartlarda ortaya çıktığı, gerek şekil gerekse muhteva açısından geçirdiği tekâmül safhaları, defter türleri ve bunlara dayalı yapılan incelemelerle, buradaki kayıtların nasıl anlaşılması gerektiği hususları üzerinde durulmuştur. Anahtar kelimeler: Mühimme, ahkam, şikayet, divan, bürokrasi
140
TAL‹D, 3(5), 2005, F. M. Emecen
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
141
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 141-186
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil M. Macit KENANO⁄LU* “Nâ-meşru olan nesneye emr-i sultanî olmaz” sözüyle kanunnâmelerin yerini en isabetli şekilde tayin eden Şeyhülislam Ebussuûd Efendiye.
TÜRK HUKUK TARİHİ açısından önemli bir kavram ve Osmanlı Devleti’nde keyfiliğin önlenmesi ve kanunîliğin hakim olması bakımından hayatî bir vasıta olan kanunnâmeler hakkında bugüne kadar literatürde yapılan yayınları değerlendirebilmek için, öncelikle kanunnâme kavramının ele alınıp irdelenmesi, ardından da kanunnâmeler hakkında bugüne kadar yapılmış neşriyatın değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı hukukunda kanunnâme kavramının anlaşılabilmesi için, uygulamada çok sık kullanılan ferman, berât, hatt-ı hümâyûn, hüküm, adaletnâme, yasaknâme gibi kanunnâme kavramı ile benzer ve iltibasa yol açacak nitelikteki kavramları da göz önünde bulundurmak kaçınılmazdır. Bu nedenle öncelikle kavramın anlam, içerik ve fonksiyonu üzerinde durmamız gerekir. Öte yandan, kanunnâmeler hakkında yapılan neşriyatın değerlendirilebilmesi açısından birtakım temel kriterlerin belirlenmesi şarttır. Bu değerlendirmeyi yaparken müelliflerin takip ettikleri metot üzerinde durmak gerekir. Çünkü kanunnâme neşrinde bir standardın konulup konulamayacağı noktasında, birtakım aslî ölçülerin var olması veya en azından birtakım kriterlerin belirlenmesi lüzûmu kendisini hissettirmektedir. Özellikle bugüne kadar yapılan kanunnâme neşirlerinde ortak bir usulün ve üslûbun bulunmadığı göz önüne alınırsa, kanunnâme yayımlamanın ne ifade ettiği, nasıl olması gerektiği, sadece transkripsiyon yapmakla bir kanunnâmenin neşredilmiş sayılıp sayılmayacağı, mukayeseli bir yayın metodu izlemenin şart olup olmadığı, kanunnâmelerin yoru* Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi.
142
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
munda takibi gereken bir usul ve yorum biçimini tespit gibi hususlar üzerinde önemle düşünülmelidir. Bilhasssa aynı kanunnâmeye ilişkin farklı nüshaların değerlendirilmesinde, asıl nüsha ile sûretler arasındaki farklılıkların gerçeğe uygun şekilde tespit ve izahı için yukarıda sözü edilen açıdan meseleyi ele almak kaçınılmazdır. İlk ortaya çıktıkları dönem ile uygulamadan kalktıkları döneme kadar geçen zaman içerisinde kanunnâmelerin hem şekil, hem içerik, hem de fonksiyonel anlamda geçirdikleri değişimler de dikkate alınmalıdır. Kanunnâme Nedir? Kanunnâme kavramı değişik şekillerde tanımlanmıştır. Şemseddin Sami’nin “bir madde hakkında fıkarât-ı kanuniyeyi câmi kitap veya risale, nizamnâme”1 şeklinde tanımladığı kanunnâme, Pakalın tarafından: “bir hükümet tarafından idare usulüne ve âmmenin umur ve mesalihine dair tanzim olunup, umum tarafından icrası mecburi tutulmak üzere vaz‘ ve ilan olunan hükümleri havi kitap yerinde kullanılır bir tabirdir. Türkçesi kanun kitabı demektir” cümleleriyle ifade edilmiştir. Pakalın’ın ifadelerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda gerek âmme [kamu] hukukuna, gerek hususî [özel] hukuka ait kanunları bir araya toplayan mecellelere [dergilere] “Kanunnâme” veya “Kanunnâme-i Osmanî” adı verilirdi.2 Yukarıda sözü edilen ve kanunnâme kavramı ile yakın ilgisi olan kavramları da kısaca tanımlamak gerekir. Osmanlı uygulamasında çok yaygın biçimde kullanılan ve hukukî gücü itibarıyla kanunnâmeye eşdeğer olan fermanlar, “Divan-ı Hümayun veya Paşakapısındaki divanlarda alınan kararlara uygun olarak yazılan ve üzerinde tuğra bulunan padişah emirlerinin genel adıdır. Emir ve hüküm kelimeleri Fermanla eş anlamlıdır.”3 Adaletnâme ise, yaygınlaşan bazı haksızlıkların padişah tarafından yasaklandığını halka ve görevlilere bildiren genel bir beyannâmedir. Özellikle kanunnâmelerde belirtilmiş olan hükümlere aykırı davranılması halinde, haksız vergi toplama vb. hareketlerin ortaya çıktığı durumlarda karşılaşılan haksızlıklar, neşredilen bu tip fermanlarla yasaklanmaktaydı. Teknik olarak adaletnâme, padişahın verdiği emir olup diğer fermanlarla aynı özelliği gösterir; ancak berat gibi üçüncü şahıslara değil, doğrudan doğruya bütün idarecilere veya belli bir bölgenin yöneticilerine hitap eder. Adaletnâmeler muhteva bakımından kanunların teyidi niteliğini taşımakla beraber bazen yeni kanunları da ihtiva edebilir. Genel mahiyette emirler olmaları onları kanunlara çok yaklaştırır. Fa1 Şemseddin Sami, “Kanunnâme”, Kâmus-i Türkî, Dersaadet, 1317, s. 1041. 2 M. Z. Pakalın, “Kanunnâme”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, c. II, s. 162-163. 3 Mübahat S. Kütükoğlu, “Ferman”, DİA, c. XII, s. 400.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
143
kat bu umumî emirler idare ve idareciler hakkındadır ve kamu hukukunu ilgilendirir.4 Uygulamada görülen aksaklıklar, kanun ve şeriat hükümlerini hatırlatıcı ferman demek olan adaletnâmelerle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.5 “Adaletnameler” başlıklı makalesinde İnalcık, adaletnâmenin ne olduğu, eski dönemlerdeki uygulaması ve çeşitli adaletnâme örneklerini ele alarak bu konudaki Osmanlı uygulamaları detaylı olarak açıklamaktadır.6 Bir adı da “nişan” olan ve “yazılı kâğıt” anlamına gelen berat ise, bir memuriyete tayin, bir gelirden tahsis, bir şeyin kullanılma hakkı, bir imtiyaz veya muafiyetin verildiğini gösteren ve padişahın tuğrasını taşıyan belge olup ancak tuğranın sahibi olan padişahın saltanatı süresince geçerliydi.7 Bazen kanun yerine “yasa” veya “yasak” ve kanunnâme yerine de “yasaknâme” tabirinin kullanıldığı görülmektedir.8 “Kanun ve kanunlar mecmuası” anlamına gelen kanunnâme, bütün benzerliklerine rağmen bu terimlerden farklı bir içerik ve fonksiyona sahiptir. Kanunnâmeyi genel karakteristiği itibarıyla adaletnâme, fermân, hüküm veya hatt-ı hümayûna göre daha sistematik ve daha kapsamlı kurallar topluluğu olarak anlamak gerekir. Belirli bir konuya ilişkin kuralları içeren ve o hususta padişah iradesini ifade eden kanunnâmeler, ancak padişah hükmü ile resmi bir nitelik kazanmaktadır. Sadece tek bir hüküm [ferman veya berat] ya da belirli ve sınırlı bir konu kanunnâmeyi şekillendirebileceği gibi, bütün imparatorluğa yahut belirli bir bölgeye veya sosyal bir gruba uygulanabilen kanunnâmeler de vardı.9 Tahta geçen her padişahın kendinden önce ısdar edilmiş kanunnâmelerden yürürlükte kalmasını istediklerini yeniden onaylaması gerekliydi. Kanunnâmelerde yer alan hükümlerin yürürlük süreleri padişahların hayatlarıyla sınırlı olduğundan, padişahlar değiştikçe bu hükümlerde de değişiklikler olmuştur. İnalcık’ın belirttiğine göre; aslı Grekçe kanon kelimesinden gelen kanun lafzı, ilk zamanlarda arazi tahrirlerinde kullanılan bir uzunluk ölçüsü birimini ifade ederken, zamanla anlamı genişleyerek vergi kurallarını, vergi listelerini ve onların kaydedildiği tahrir defterlerini ifade eder hale gelmiş ve bu kelime, vergiye ilişkin olanlar başta olmak üzere kamu alanındaki çeşitli esas, kural ilke ve düzenlemeler manasında kullanılmaya başlanmıştır. “İslam hukuk terminolo4 Halil İnalcık, “Adaletname”, DİA, c. I, s. 346-347. 5 Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk-İslam Hukuk Tarihi, 2. baskı, İstanbul, 1990, c. I, s.196197. 6 Halil İnalcık, “Adaletnameler”, Belgeler, 1965, c. II, sy. 3-4, s.49-145. Bu makalede İnalcık, on yedi adet adaletnâmenin matbu Osmanlıca metnini ve bazılarının da fotoğraflarına yer vermektedir. 7 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), 2. baskı, İstanbul, 1998, s.124; a.mlf., “Berat”, DİA, c. V, s. 472-473. 8 Ö. L. Barkan, “Kanunnâme” , İA, c. V, s. 185-196. 9 Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, c. XXIV, s. 333.
144
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
jisinde kanun kelimesiyle daha çok devlet başkanının belirli alanlardaki yasama yetkisine istinaden özellikle idare, ceza, anayasa ve maliye hukuku alanlarında yürürlüğe koyduğu kurallar ve yaptığı düzenlemelerin kastedildiği”ni ifade eden İnalcık’a göre şer‘i ahkâmı yorumlayıcı, tamamlayıcı veya şartlara uyarlayıcı mahiyet taşıyan bu tür hüküm ya da yasaları ifade eden bu terimin kapsamı zaman içinde, “kaynağını geleneksel şer‘i hukuktan almayan örf ağırlıklı yasa” şeklinde daha özel bir anlam kazanmıştır.10 Heyd, XIX. yüzyıldaki Batılılaşma hareketlerinden önce, Anadolu dışında hiçbir İslam ülkesinde görülmeyen bir teşrî [yasama] faaliyeti gerçekleştirildiğini ve Osmanlı devletinde kanun adı altında geniş ve teferruatlı kaidelerin yürürlüğe konulup, bunların kanunnâme adı altında toplandığını ifade etmektedir.11 Osmanlı devletinde yerleşmiş kanunnâme geleneğine rağmen Tanzimat dönemine kadar bir hukuk dalının bütününü içine alan bir kanunlaştırma veya tedvin faaliyetine ise rastlanmaz.12 Avrupa hukuk terminolojisindeki anlamıyla resmi kanun kavramına Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyılda rastlanır.13 Osmanlı hukukunda İslam hukuk kuralları fıkıh kitapları ve fetva mecmualarında, örfî hukuk kuralları da resmi ve özel kanunnâmelerde toplandığı için bu durum ülkede uygulama farklılıklarının oluşmasını engellemiştir. Tanzimat dönemine kadar genel bir kanunlaştırma ihtiyacının Batı’daki kadar hissedilmemiş olmasında bunun önemli bir rolü vardır.14 Örfî Hukuk-Şer‘î Hukuk Ayrımı ve Kanunnâmeler Osmanlı hukuk uygulamasında tedvin edilen kuralların mahiyeti hakkında doktrinde iki temel farklı görüşün hakim olduğu görülmektedir. Özellikle Kanunnâme uygulaması çerçevesinde yoğunlaşan bu farklı tavsiflerin bazen abartılı bir mahiyet kazandığı da görülür. Osmanlı hukukunda şer‘î karakterin mi yoksa dinî kurallar yerine başka saiklerin etkisiyle oluşturulan kuralların örfî karakterinin mi ağır bastığına dair farklı görüşlerin şekillenmesinde Osmanlıdaki kanunnâme uygulamasının büyük etkisi vardır. Aydın’ın da belirttiği üzere, “Örfî hukuk denince ilk bakışta isminin hatıra getirdiği gibi bir örf ve adet hukuku anlaşılmamalıdır. Örfî hukuk bir kanun 10 Halil İnalcık, “Kanun”, DİA, c. XXIV, s. 323-324. Türk devletlerinde kanun fikri hakkında bkz.: Halil İnalcık, “Suleiman The Lawgiver and Ottoman Law”, Archivum Ottomanicum, 1969, c. I, s.107. 11 Uriel Heyd, “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: S. Eroğlu, AÜİFD, 1983, sy. 26, s. 634. 12 M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 4. baskı, İstanbul, 2001, s. 67-71. 13 Halil İnalcık, “Kanunnâme”, s. 336. 14 M. Akif Aydın, “Kanunnâmeler ve Osmanlı Hukuku’nun İşleyişindeki Yeri”, Osmanlı Araştırmaları, 2004, sy. 24, s. 46
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
145
hukukudur. Örfî hukuk hukukçuların ilmi içtihatlarıyla değil padişahların koydukları kanunlarla teşekkül etmiştir.”15 Örfî hukuk bir anda değil, uzun bir süreç içinde ihtiyaca göre yavaş yavaş oluşmuştur. İslam hukukçuları tarafından geliştirilen teorik esaslar dışında, hükümdarların iradelerinden doğan örfî hukuk nizamı genel olarak kanun adı ile anılmıştır. Özellikle XI. asırdan itibaren kanun kelimesinin bu anlamda kullanıldığı görülür. Osmanlılarda yaygın bir kullanıma sahip olan kavânîn-i şer‘iyye ve kavânîn-i örfiyye şeklindeki kavramlar, şer‘î hukukun yanında kanun hükümlerinden oluşan ayrı bir örfî hukukun varlığını gösteren ifadelerdir.16 Bazı yazarlarca kanunnâmelerin şer‘î hukuka bir alternatif ve sultanın sınırsız yasama yetkisinin bir yansıması şeklinde değerlendirildiği görülmektedir. Özellikle örfî hukukun ortaya çıkışında, şer‘î hukukun olayları düzenlemede yetersiz kaldığı görüşüyle birlikte, örfî hukukun şer‘î hukuktan bağımsız, hatta zaman zaman onu tadil eden bir nitelik taşıdığını ispatlama gayretlerinin bazen aşırı boyutlara vardırıldığı, özellikle Köprülü, Barkan ve İnalcık’ın bu eğilimde oldukları görülür. Bu konuda oldukça abartılı bir yaklaşım sergileyen Barkan’ın -içinde yaşadığı dönemin de etkisiyle- örfî hukukun şer‘î hukuktan bağımsız olduğunu ispatlamaya yönelik gayretleri bunların başında gelir.17 Konuya daha ılımlı yaklaşan İnalcık’a göre “Osmanlı Devletinde kanunların sahip olduğu bağımsız statünün bir göstergesi de bunların nişancının denetimi altında oluşudur. Nişancı kanunlara doğruluğunun ispatı olan tuğrayı koyma sorumluluğuna sahip olduğu için bir kanunun nihai ve resmi olarak yürürlüğe girmesi onun elindedir.”18 Karaman ise, kanunnâmelerin İslam hukuk sisteminin içerisinde olduğunu ifade ederek, “kanunnâmelerin şeriat dışında laik bir yaklaşım ve anlayış çerçevesinde vaz’edildiklerini söylemek için elimizde gerekli delil ve vesika yoktur. İslam hukukunda örf-adet, sedd-i zerai, maslahat, istihsan gibi hukuk kaynakları müctehidlere ve ulü’l emre mevzuât alanında geniş yetkiler vermektedir. Ayrıca tazir ve siyaset-i şer‘iyye sahalarında âmme nizamının gerektirdiği düzenlemeleri yapmak yöneticilere bırakılmıştır. Selçuklular ve Osmanlılar kanunnâmeleri vazederken şeriatın kendilerine bahşettiği bu imkân ve yetkilerden hareket etmiş, genellikle karar ve kanunlarını müftülerin ve şeyhülislamların tasdikinden geçirmişlerdir. Bu tutum ve usul içinde doğup gelişen adet hukuku, şüphe yok ki İslam hukuk sistemine dahil bir hukuk nevidir” demektedir.19 15 M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 67-71. 16 M. Z. Pakalın, “Kanunnâme”, a.g.e., s. 162-163 17 Ö. L. Barkan, “Kanunnâme”, s.185-196; Ö. L. Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, I [bundan sonra Kanunlar], İstanbul, 1943, s. ıx-xx. 18 Halil İnalcık, “Kanun”, s. 324-326; Halil İnalcık, “Kanun”, EI2, c. IV, s. 561. 19 Hayrettin Karaman, “Adet”, DİA, c. I, s. 372.
146
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Üçok-Mumcu-Bozkurt da şer‘î hukuk yanında hükümdarın iradesinden doğan örfî hukukun şer‘î hukuka dokunmamak ve ona aykırı olmamak şartıyla geçerli olabileceği ve Osmanlı hükümdarının bu çerçevede yasama yetkisine sahip olduğu görüşündedir. Adı geçen yazarların haklı olarak ifade ettikleri gibi, “kanunnâmeler bugünkü kanunlardan farklıdır, ama gene de kanunnâme deyimi Türk hukukuna belli, kesin ve açık hukuk kurallarını, yani ilk planda ‘kanun’ kavramını sokmakta yararlı olmuştur.”20 Osmanlı kanunnâmelerinde şer‘î hukuka aykırı hükümlerin var olduğu, bunun da ortaya bir sistem ikiliği doğurduğunu söyleyen doktrin görüşlerine de sıkça rastlanır.21 Osmanlı Kanunnâmelerini İslam Ceza Hukuku açısından değerlendiren Acar ise, hadd veya kısas’ı gerektiren suçların bile kanunnâmelerde farklı biçimlerde düzenlenmiş olmasının dikkat çekici olduğu ve tartışmaya yol açtığı görüşündedir. Ulemânın kanunnâmeleri çoğu kez devlet ve dünya işi olarak değerlendirip tartışmaktan kaçındığını ifade eden Acar, kanunnâmelerin şer‘î hukuk gözetilerek taknin edildiğinin şüpheli olduğu görüşündedir. Yazar örf-adet veya kanunların İslam hukuku ile irtibatlandırılmasının şeklen bile doğru olmadığını savunmaktadır.22 Kanunnâmelerle getirilen düzenlemelerin İslam hukukunun dışında veya ona aykırı olduğu şeklindeki bu görüşlere mukabil, konuyu derinlemesine ele alan ve Osmanlı kanunnâmelerini cezaî açıdan değerlendiren M. Akif Aydın’ın kanunnâmelerde yer alan cezaî hükümlere ilişkin açıklamaları tartışmaya açıklık kazandıracak niteliktedir. Aydın’a göre, “Osmanlı devletinde ceza hukuku alanında da esas itibarıyla İslam hukukunun uygulandığı görülmektedir. Örfi hukuk, şeriata zıt ve onunla çelişen bir hukuk değildir. Bazı ihlallerin varlığı İslam hukukunun bertaraf edildiği ve ondan bağımsız bir hukuk sisteminin oluştuğu anlamına gelmez. Çünkü bu düzenlemeler zaman zaman sınırları aşılsa bile İslam hukukunun devlet başkanına tanıdığı ta‘zir yetkileri çerçevesinde yapılmıştır. Nitekim bazı düzeltmeler daha sonra ta‘zir çerçevesi aşıldığı gerekçesiyle geri alınmıştır. Kanunnâmeler dikkatle incelendiğinde kısas ve had grubuna giren suçlara esas itibarıyla İslam hukuku tarafından öngörülen cezaların uygulandığı, suçun unsurlarında veya ispat şartlarında bir eksiklik olması veya başka bir sebeple bu cezaların uygulanmaması durumunda kanunnâmelerde yer alan ta‘zir cezalarının tatbik edildiği görülmektedir. Bütün bunlar Osmanlı ceza hukukunda kısas ve diyet suçlarına İslam hukukunda öngörülen cezaların verildiğini bu cezaların herhangi bir se20 Coşkun Üçok, Ahmet Mumcu, Gülnihal Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, 10. baskı, Ankara, 2002, s.186-187. 21 Coşkun Üçok, “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler”, AÜHFD, 1941, c. III, sy. 1, s. 125-146., a.mlf., “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler-II”, AÜHFD, 1946, c. III, sy. 2-3-4, s. 365-383; a.mlf, “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler-III”, AÜHFD, 1947, c. IV, sy. 1-4. 22 İsmail Acar, “Osmanlı Kanunnâmeleri ve İslam Ceza Hukuku”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sy. 13-14, s. 53-68.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
147
beple verilmemesi halinde ise ta’zir çerçevesinde zamana göre değişen cezaların uygulandığını ortaya koymaktadır. Had grubuna giren suçlarda da esas itibarıyla İslam hukukunda öngörülen cezaların verildiği görülmektedir. Ancak bunun için had suçlarının unsurlarının mevcut olması şarttır. Aksi halde had değil bir ta‘zir suçu söz konusu olmakta ve bu durumda yine çok defa para cezası verilmektedir.”23 Bu hususta dikkat edilmesi gereken nokta, Osmanlı devletinde şer‘î hukukörfî hukuk ayrımının bir hukuk ikiliği anlamına gelmediğidir. Aksine ortada tek bir hukuk sistemi vardır. Örfî hukuku şer‘î hukuktan ayırma, birbiriyle irtibatsız gösterme çabaları konunun anlaşılmasına değil, daha çok karıştırılmasına sebep olmaktadır. İslam-Osmanlı hukuk sisteminde her şeyin şer‘î hukukça belirlenmesi şart değildir. Eğer bir husus şer‘î hukuk tarafından belirlenmemişse kural olarak o alanda düzenleme serbestisi vardır. Dolayısıyla şer‘î hukukörfî hukuk ilişkisinde önemli olan, örfî hukukta yapılan düzenlemelerin şer‘î hukuka aykırı olmama şartına uymasıdır. Bunun aksini öngören izahlar, sistemin temel mantığına ters düşen ve gerçeğe uymayan açıklamalardır. Yine Aydın’ın belirttiği üzere: “Her şeyden önce örfî hukuk şer‘î hukukun birtakım hükümlerini ortadan kaldırmak veya değiştirmek iddiasıyla ortaya çıkmış değildir. Bilakis şer‘î hukukun tanıdığı yetki çerçevesinde veya bu hukukun düzenlememiş bulunduğu alanlarda hüküm koyması söz konusudur. Osmanlı padişahları şer‘î hukukun ayrıntılı olarak düzenlemiş bulunduğu alanlarda kanun koymamaya, diğer alanlarda kanun koyarken de bu hukukun genel prensiplerine ters düşmemeye belli bir itina göstermişlerdir.”24 Bazı durumlarda şeklen dahi olsa şer‘î hukuka uyulması uygulamada şer‘î hukukun sınırları çizmede etkili olduğuna işaret eder. Heyd, genel kanaatin aksine kanunların geçerliliği için Şeyhülislamın tasvibine ihtiyaç duyulmadığını ifade etmektedir.25 Heyd’in bu ifadesini, kurumsal olarak böyle bir mekanizmanın zorunlu olmadığı şeklinde anlamak gerekir, yoksa kanunnâmelerin İslam hukukuna uygunluğunun hiçbir şekilde gözetilmediği anlamına gelmez. Kanunnâmelerin Tasnifi ve İçeriği Osmanlı hukukunda yer alan kanunnâmeler araştırmacılar tarafından değişik kriterlere göre tasnif edilmişlerdir. Kanunnâmeler en kaba bir tasnifle “genel (umumî) kanunnâmeler” ve liva [sancak] kanunnâmeleri olarak ifade edilebilecek olan“özel (hususî) kanunnâmeler” olarak ikiye ayrılmıştır. Başlangıç23 M. Akif Aydın “Ceza”, DİA, c. VII, s. 478-482. 24 M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 73-75 ve s. 99-100. 25 Uriel Heyd, a.g.m., s. 641.
148
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
ta bütün ülkede geçerli tek bir kanun yerine her bölgenin şartlarına uygun liva [sancak] kanunları hazırlanmış ve bu kanunlar o bölgenin tahrir defterinin başına kaydedilmiştir. Ayrıca zaman içerisinde oluşan bu esaslar, çeşitli padişahlar döneminde, genel kanunlar halinde bir araya getirilmiştir. Hükümdarlar tarafından konulan hukukî esasların genel kanunnâmeler şeklinde bir araya getirilmesi bilindiği kadarıyla ilk defa Osmanlılar döneminde görülmektedir.26 Genel kanunnâmeler, bütün Osmanlı ülkesinde geçerli olan örfî hukuk kurallarını ihtiva etmektedir. Örneğin Fatih’in Teşkilat Kanunnâmesi, Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi, Kanuni’ye ait umumi kanunnâme, III. Ahmet Kanunnâmesi genel kanunnâme grubuna girmektedir. Özel kanunnâmeler ise fethedilen her bölge için çıkarılan ve o bölgenin tapu tahrir defterlerinin başlarına konulan kanunnâmelerdir. “Bu kanunnâmelerin çoğu hükümleri, genel kanunnâmelerdeki hükümlerin o bölgelere adapte edilmiş şeklidir. Ait olduğu mahalli ilgilendiren bazı özel maddeler mevcuttur.”27 Elimizdeki en eski kanunnâmelerin ilki, Fatih Kanunnâmesi,28 ikincisi ise II. Bayezid döneminde düzenlenen genel kanunnâmedir.29 “Osmanlı hukukunda en köklü düzenlemeler Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu dönemin kanun düzenlemelerinde önde gelen iki ismi, şer‘î hukuk alanında Ebussuûd Efendi ve örfî hukuk alanında Celâlzâde Mustafa Çelebi’dir. Bu devrede hazırlanan ceza kanunnâmesi Celalzade Mustafa Çelebi tarafından derlenmiştir.”30 Genel olarak Osmanlı kanunnâmelerinin sistematik bakımdan Osmanlı vergi mantığına ve idari sistemine göre düzenlendiği söyleyen İnalcık, Osmanlı kanunnâmelerini çıkarılış şekillerine göre beş gruba ayırmıştır:31 a. Padişah hükümleri şeklindeki kanunnâmeler32 26 M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 67-71. 27 Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, a.g.e. s. 196-197. 28 Bu kanunnâme -tek nüsha olan- Viyana nüshası esas alınarak, ilk önce 1921’de Kraelitz tarafından Almanca tercümesiyle birlikte neşredilmiştir. Bkz.: U. Heyd, a.g.m., s. 635. 29 İlk defa Mehmed Arif Bey tarafından yayımlanan bu kanunnâmenin Fatih Sultan Mehmed’e veya Kanunî Sultan Süleyman’a ait olduğu ileri sürülmüşse de II. Bayezid’e ait olması ihtimali daha kuvvetlidir. Bkz.: Halil İnalcık, “Suleiman The Lawgiver...”, s. 117 vd.; M. Akif Aydın, “Ceza”, s. 481; U. Heyd, a.g.m., s. 636. 30 “Kanunnâme-i Osmani”, “Kanunnâme-i Padişahi” ve benzer isimlerle anılan kanunnâmeyi ilk defa Heyd, İngilizce tercümesiyle birlikte neşretmiştir. Hammer tarafından eksik bir Almanca tercümesi yayımlanan kanunnâme, öncekilerden daha geniştir ve onlarda yer almayan suçları düzenlemektedir. Bkz.: M. Akif Aydın, “Ceza”, s. 481. 31 Halil İnalcık, “Kanunnâme”, EI2, c. IV, s. 563-565. 32 “Belirli idari meselelere ya da ihtiyaçlara cevap vermek üzere fermanlar yahut beratlar şeklinde yayımlanmış olup valiler ve kadılar tarafından uygulanmaları istenen hükümlerdir. Çoğunluğu orijinal olarak kanunnâme formundaydı ve belirli bir konu hakkında çok sayıda maddeyi ihtiva etmekteydi. Bilinen en eski ferman-kanun mecmuası II. Bayezid döneminden kalmadır (Kanunnâme-yi Sultani ber-Mûceb-i Örf-i Osmanî).” Bkz.: Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, s. 334.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
149
b. Sancak kanunnâmeleri33 c. Belirli gruplarla ilgili kanunnâmeler34 d. Devlet Teşkilatı ile ilgili kanunnâmeler35 e. Genel kanunnâmeler36 Kanunnâmeler içerdikleri hükümler itibarıyla kamu hukuku, devlet teşkilatı, idare, ceza, vergi hukuku ve hisbe gibi alanları kapsamaktadır. Osmanlı Kanunnâmelerine İlişkin Literatürün Değerlendirilmesi Bugüne kadar yerli ya da yabancı yazarlar tarafından bir çok örneği neşredilen kanunnâmelerin birbirlerinden farklı şekil ve metotlarla neşredildiği görülür. Türk literatüründe kanunnâme neşriyatının öncülerinden olan Barkan, temel eserlerinden biri olan Kanunlar’da, “şimdiye kadar mâlum olan ve en tipik bazı numuneleri tab ve neşir de edilmiş bulunan bu kanunnâmelerin [kanun dergilerinin] terekküp ve teşekkül tarzlarile hakiki karakter ve mahiyetlerini belirten tahliller ve mukayeseli bir şekilde tasnif, tavsif ve tetkikleri nev’inden araştırmalarla ihtiva ettikleri metinlerin iç ve dış tenkidlerine ait sistemli çalışmalar henüz yapılmış olmadığı için bugün onlardan emniyetle ve hakkile istifade etmek imkânsızdır” demek suretiyle kanunnâme neşrinde takip edilmesi gereken usul hakkında aşağı yukarı bir fikir vermektedir. Barkan’ın eserini yazdığı tarihten öncesini de içine alarak bugüne kadar geçen sürede yapılan neşriyatın bu amaçla değerlendirilmesi bu makalenin asıl konusunu teşkil etmektedir. Osmanlı kanunnâmelerinin neşrine ilişkin olarak bugüne kadar yapılmış çalışmalara baktığımızda, her müellifin kendine göre bir neşir usulü takip ettiği 33 “Bölgesel vilayet ya da sancak (liva) kanunnâmeleri. Bu kanunnâmeler padişahın tuğrasıyla onaylanmış ve her bölgenin mufassal tahrir defterlerinin başında yer almıştır. Daha çok miri sistem ve araziye ilişkindirler. Eldeki en eski sancak kanunnâmesi 892 (1487) tarihli Hüdavendigar (Bursa) Sancağı Tahrir defterinde bulunmaktadır.” Bkz.: Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, s. 334-335. 34 “Bu tür kanunnâmeler eyalet kanunnâmeleri ile aynı kategoride ele alınabilir. Özel kanunnâmeler genellikle belirli bir yerde devlete hizmet eden reaya grupları için çıkarılmıştır.” Bkz.: Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, s. 335. 35 “Fatih Sultan Mehmed’in kanunnâmesi bu türde tektir. Bu konuda daha sonra hazırlanan kanunnâmeler ve düzenlemeler devlet adamaları ve bürokratların derlemeleridir. En önemlileri arasında Ayn Ali Efendi, Nişancı Abdurrahman Paşa, Eyyubi Efendi, Hezarfen Hüseyin Efendininki sayılabilir.” Bkz.: Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, s. 335. 36 “Fatih Sultan Mehmed’in reaya kanunnâmesi daha sonraki padişahların kanunlarının çekirdeğini teşkil etmiştir Bu kanunnâme, II.Bayezid zamanında 907 (1501) yılında daha genişletilmiş ve değiştirilmiş bir uyarlamayla “Kitab-ı Kavanin-i Örfiyye-i Osmaniye” başlığı altında yürürlüğe konmuştur. Kanunnâme, Hersekzade Ahmed Paşanın değişikliklerini ihtiva eder ve daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’a atfedilen kanunnâmenin temelini oluşturur.” Bkz.: Halil İnalcık, “Kanunnâme”, DİA, s. 335.
150
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
görülmektedir. Bugüne kadar yapılan neşriyatı kendi içinde kategorize etmek gerekirse, ana hatları itibarıyla üç temel kategoriyi belirlemek mümkündür. İlk kategoriyi oluşturan grupta, kanunnâmeler sadece ya matbu Osmanlıca şeklinde ya da Osmanlıca aslından günümüz Türkçesine aktarılmakla yetinilmiştir. Bunun dışında neşredilen kanunnâmeye dair herhangi bir açıklama yapılmamış veya herhangi bir yorumda bulunulmamıştır. Böyle bir neşir usulünün bilimsel nitelik taşıdığını söylemek mümkün değildir. İkinci kategoride ise neşredilen kanunnâmeler hakkında giriş kısmında kısa bir izahat verilmiş ve neşredilen kanunnâmenin sadeleştirilmiş metni, bugünkü Türkçe’ye veya yabancı bir lisana aktarılmış şekilde kanunnâmenin asıl metni ve bir de kanunnâmenin orijinal nüshasının fotoğrafı bir araya getirilmek suretiyle neşredilmesine rastlanılmaktadır. Birinciye göre daha elverişli bir yöntem olan bu usulün de bir çok eksiği vardır. Özellikle bilimsel araştırmalarda araştırmacıların karşılaştıkları problemleri çözemeyen bu tür neşriyat, olsa olsa eski dili bilemeyen birtakım araştırmacılar açısından yardımcı nitelik taşımaktadır. Üçüncü kategoride ise bilimsel anlamda kanunnâme neşrine dair örnekler yer almaktadır. Bu tür neşirlerde kanunnâmelerin ait oldukları dönem hakkında detaylı araştırma ve izahlar yapılarak aynı kanunnâmenin farklı yerlerde bulunan nüshaları karşılaştırmalı olarak incelenmekte, farklılıklar ve imla hataları belirtilerek daha önce aynı kanunnâmeye ilişkin yapılmış yayınlar varsa onlarla mukayese etme şeklinde bir usul takip edilmektedir. Bu usulde neşredilen kanunnâmelerin farklı nüshaları arasındaki farklılıkların kaynağı, buna ilişkin yorumlar ve dikkate alınması gerekli unsurlar genişçe izah edildiğinden araştırmalarda rastlanılan problemler asgari seviyeye indirilmiş olmaktadır. Tasnifi daha da genişletmek mümkündür. Aşağıda literatür değerlendirilmesi yapılırken bu kategorinin dışında kalan bazı eserlere de değinilecektir. Ancak bu türde olan yayınlar az sayıda olup genel tasnifi bozacak bir nitelik göstermezler. Öte yandan literatürde kanunnâme yayımlama noktasında tek bir makale çerçevesinde bir kaç sayfalık neşirler yanında, birçok cilde ulaşan hacimli yayınlara da rastlanır. Öncelikle mevcut neşriyatın içerik ve özelliklerine bakarak buradan kanunnâme yayımlamada ortak bazı standartlara ulaşılıp ulaşılamayacağını da belirleyebiliriz. Esasen kanunnâme neşrinde gelinen seviyenin olması gerekene ne kadar yaklaştığını, geçen süre içerisinde müelliflerin yaptıkları yayınlarda konuya ne ölçüde hassasiyet gösterdikleri ile ölçebiliriz. Şimdi kanunnâmeleri neşredildikleri döneme göre -Osmanlı döneminde kanunnâmelere ilişkin neşriyat ve Cumhuriyet döneminde yapılan neşriyat olarak ikiye ayırmak suretiyle- ele alıp inceleyebiliriz.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
151
I. Osmanlı Devrinde Yapılan Kanunnâme Neşirleri Literatürde kanunnâmelerle ilgili neşriyatın Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren başladığı görülmektedir. Bu dönemde bazı kanunnâme nüshaları Osmanlıca olarak neşredilmiştir. Bunların ilki Mehmed Arif tarafından Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda neşredilen Fatih Sultan Mehmet ve Kanunî Sultan Süleyman’a ait iki kanunnâmedir.37 Mehmed Arif, Fatih’e ait kanunnâmeyi neşrederken sekiz sayfalık bir giriş kısmında kanunnâme hakkında çeşitli bilgiler vermektedir. Kanunnâmenin Viyana İmparatorluk Kütüphanesi’nde bulunan tek nüshadan istinsah edilerek yayımlandığını ifade etmektedir. İlk kanunnâme neşri sayılan bu eserde Mehmed Arif’in ciddi bir neşir faaliyeti gerçekleştirdiği görülür. Daha sonra yayımlanan kanunnâmelerle kıyaslandığında, birçoğuna göre daha tekâmül etmiş bir seviyede neşredildiği göze çarpmaktadır. Mehmed Arif, dipnotlarda kanunnâme içerisinde geçen kelimelerin anlamları hakkında bilgi vermekte ve çeşitli açıklamalarda bulunmaktadır. 1924 yılında Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nın “Bibliyografya” kısmında, TOEM’de neşredilen bu iki kanunnâme hakkında bazı değerlendirmeler yapılmıştır.38 Fatih’e ait kanunnâmedeki ifadelerden yola çıkılarak, bu kanunnâmenin daha önceki padişahlarca konulan kanunnâmelerin muntazam bir surette bir araya getirilmiş bir nüshası olduğu ifade edilmiştir. Kanunnâmeyi bir araya toplayanın Tevkii Mehmed bin Mustafa olduğu belirtilmektedir. Fatih’in bir diğer kanunnâmesinin Hicri 893 tarihli olup, bunun elde mevcut kanunnâmelerin en eskisi olduğu, Kraelitz’in bu kanunnâmeyi şerhlerle izah edip, Almanca tercümesiyle birlikte neşrettiği belirtilmektedir. İkinci kanunnâmenin Kanunî Sultan Süleyman’a ait olduğu ifade edilen değerlendirmede, bu kanunnâmenin cezalara ve vergiye ait kısımlarının aynen Fatih’in Hicri 893 tarihli kanunnâmesinden alındığı, Encümen’in neşrettiği kanunnâmenin mukaddimesinde Arif Bey tarafından yazılan “Kütüphane fihristinde işbu ikinci mecellenin dahi Sultan müşarünileyhe ait yani Sultan Mehmed Han-ı Saniye ait ve kanun-i esasinin ceza ve vergi kısmına müteallik iki babını muhtevi olduğu beyan ediliyor ise de bu cihet yanlış kaydolunmuştur” şeklindeki mütalaasının doğru olmadığı, çünkü Fatih’in Hicri 893 tarihli kanunnâmesinin Kanunî Sultan Süleyman’ın kanunnâmesi ile karşılaştırıldığında, Kanunî Sultan Süleyman kanunnâmesin37 Fatih Sultan Mehmed’e ait olan kanunnâme, Mehmed Arif, “Kanunnâme-i Âl-i Osman”, TOEM, 1330, Cüz: 13, s. 9-32 ve Mehmed Arif, “Kanunnâme-i Âl-i Osman”, TOEM, 1330, Cüz:14, 1330, s. 18-32’de ardarda neşredilmiş, Kanunî’ye ait olduğu iddia edilen kanunnâme ise Mehmed Arif, “Kanunnâme-i Âl-i Osman”, TOEM, 1330, Cüz: 15, s. 1-16’da neşredilmiştir. 38 Abdülkadir Hamdizade, “Fatihin Kanunnâmeleri”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, 1340, c. IX-X, sy. 5 [82], s. 319-320. Türkiye Makaleler Bibliyografyası’nda Abdülkadir Hamdizade’ye atfedilen bu yazının yayımlandığı sahifelerde bu şahsın adı herhangi bir şekilde yer almamaktadır. Daha sonraki dönemlerde, bu kanunnâmenin Kanunî’ye ait olmadığı ortaya çıkmıştır. 29 no’lu dipnot.
152
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
deki ceza ve vergi kısımlarının aynen Fatih’in kanunnâmesinden alınmakla birlikte bazı farkların da mevcut olduğunu, mesela Fatih’in kanunnâmesinde cerâimin arasına vergilerin de karıştırıldığını, kanunun gayrimüslimlere ait maddelerinin yerli yerine konulmadığı, Kanunî Sultan Süleyman’ın kanunnâmesinde ise bu maddelerin ekseriya aynen olmak üzere ait oldukları kısımların sonuna getirilmiş oldukları belirtilmektedir. Bir de Fatih kanunnâmesindeki tabirlerin imlâsının düzeltildiği, Kanunî zamanında kullanılan tabirlere de metin içerisinde yer verildiği ifade edilmiştir. Kanunnâmelere ilişkin değerlendirmelerin sonunda ise, “(…) Viyana Kütüphâne-i Millîsinde mahfuz 893 tarihli Fatih Sultan Mehmed Kanunnâmesinde, cezaya ve vergiye ait kısımların Sultan Süleyman kanunnâmesinde mevcut olduğuna dair Flukel’in vermiş olduğu malumat doğrudur ve bu kanunnâme tamamıyla Sultan Süleyman’ın Kanunnâmesine dercolunmuştur” denilmek suretiyle nüshalar arasında bir değerlendirmede bulunulmaktadır.39 Osmanlı döneminde gerçekleştirilen diğer bir neşir faaliyeti de 1331 tarihinde Milli Tetebbular Mecmuası’nın birinci ve ikinci sayılarında “Osmanlı Kanunnâmeleri” başlığı ile neşredilen kanunnâmelerdir.40 Bu ilk neşir örneklerinde doğrudan doğruya kanunnâmelerin metnine yer verilmiştir. MTM’nın neşrettiği bu örnekte, kanunnâmelerin Türk hukuk tarihi açısından taşıdığı önem ifade edilerek, kanunnâmenin nereden alındığına dair kısa izahlar yapılmıştır. Kanunnâmenin başında bu kanunnâmenin Kanunî Sultan Süleyman dönemine ait olduğu ifade edilmektedir. “Osmanlı Kanunnâmeleri” adlı makalenin ilk sayfasında yer alan dipnotta, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nın Fatih ve Kanunî’ye ait iki kanunnâmeyi Viyana İmparatorluk Kütüphanesi’nde bulup neşrettiği, bu hizmeti ikmal ve itmam için ellerine geçen eski kanunnâmelerin neşredileceği, İstanbul ve Avrupa’daki değişik kütüphanelerde muhtelif nüshaları bulunan ancak kendilerinin Köprülüzade Fuat Bey’in kütüphanesinde bulunan kanunnâme nüshasını esas alıp, bunu mümkün olduğunca diğer nüshalarla karşılaştırıp imkân derecesinde tevsike çalışıldığı ifade edilmektedir. Hemen belirtelim ki, literatürde bu kanunnâmenin Köprülü tarafından neşredildiği yolundaki bilgiler doğru değildir. Kanunnâme Köprülü tarafından değil, Mecmua tarafından neşredilmiştir. Fakat Mecmua bu kanunnâmeyi Köprülü’nün kütüphanesinden aldığı için, literatürde sanki Köprülü tarafından neşredilmiş intibaı oluşmuştur ki bu bilgi doğru değildir. Burada sadece kanunnâme metnine yer verilmiş olup bunun dışında herhangi bir izah veya yoruma rastlanmamaktadır. Dolayısıyla ilmî anlamda bir neşir kapsamında değerlendirilemese de ilk kanunnâme neşirlerinden olması itibarıyla önemi vardır. Kanunnâmenin hemen başında ise kanunnâme hakkında bilgi veren “Merhum ve 39 Ayrıca bkz.: İnalcık, “Suleiman The Lawgiver...” 40 Bkz.: “Osmanlı Kanunnâmeleri”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 1, s. 145 vd. ve sy. 2, s. 305 vd.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
153
mağfurun leh Sultan Süleyman Han alyehi’r-rahmeti ve’r rıdvan hazretlerinin zaman-ı ba emanlarında merhum şeyhülislam Ebussuûd efendi hazretlerinin asrında olan kanunnâme-i sultandır ki şer’-i şerife muvafakati mukarrer olup halen muteber olan kavanin ve mesaildir” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Milli Tetebbular Mecmuası tarafından neşredilen bir başka kanunnâme yine “Osmanlı Kanunnâmeleri” adı altında birinci cildin üçüncü sayısında yer verilmiş olan kanunnâmedir.41 Bu kanunnâme Tevkii Abdurrahman Paşa tarafından Hicri 1087’de tedvin edilen bir kanunnâme olup başka bir nüshasının da olmadığı ifade edilmiştir. Rumelihisarı’ndaki Rıza Paşa Kütüphanesi’ndeki defterde 906 numarada kayıtlı olduğu ifade edilen bu kanunnâme, 109 sayfadan ibaret olup, MTM bu kanunnâmeyi Şehremini Rızapaşazâde İsmet Bey’den istiare yoluyla alıp neşretmiştir. Dergi müdüriyeti kanunnâmenin başına koyduğu notta, bu kanunnâmenin tek nüsha olması hasebiyle herhangi bir mukayese imkânının olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle kanunnâme olduğu haliyle neşredilmiş olup başkaca bir açıklamaya da rastlanmamaktadır. Osmanlı dönemine ilişkin belge neşrinden tanıdığımız Ahmed Refik’in de bu dönemde kanunnâme neşir faaliyetine katıldığı görülmektedir.42 Sultan Murad-ı Rabiin Hatt-ı Hümayunları adıyla neşrettiği eserinde Ahmet Refik, öncelikle iki paragraflık bir izahta bulunarak “hatt-ı hümayun”ların ekserisinin birer kanun kuvvetini haiz olduğunu ifade etmektedir. Burada anlatıldığına göre hatt-ı hümayunlara ekseriya fermanların kenarlarında, hükümdarlara gönderilen namelerde ve bilhassa arzların ve telhislerin üzerlerinde tesadüf edilir. Ahmed Refik hatt-ı hümayunların bir kısmına IV. Mehmed zamanında kaleme alınan bir mecmuada rastladığını ifade ederek bu mecmuanın Hicri 1079 senesinde yazılmış ve sultan III. Ahmet zamanında Şam Ruznamçecisi olan Mehmed Efendi’nin metrukâtı arasında bulunduğunu belirtmektedir. Mecmuanın ihtiva ettiği hatt-ı hümayunlar Sultan IV. Murad ile Sultan İbrahim devirlerine aittir. Sultan IV. Murad devirlerine ait olanlar Hicri 1041 ve 1043 tarihlerine aittir. Eserde başkaca bir izah veya yorum yer almamaktadır. II. Cumhuriyet Döneminde Yapılan Kanunnâme Neşriyâtı Cumhuriyet döneminde kanunnâme neşrine yönelik olarak artan bir ilginin varlığı göze çarpar. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ilk kanunnâme neşri örneklerinden birisi, 1935 yılında Hüseyin Namık Orkun tarafından kaleme alınmış ve Adliye Vekaleti’nce çıkarılan Türk Hukuku Tarihi adlı dergide yayınlanmış olan “Sultan Süleyman’ın Kanunnâmesi” başlıklı makalede yer alan kanunnâmedir. Bu kanunnâmenin İstanbul kütüphanelerinde birçok nüshasının 41 “Osmanlı Kanunnâmeleri”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 3. 42 Ahmed Refik, “Sultan Murad-ı Rabiin Hatt-ı Hümayunları”, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 1332, Yıl: 7, sy. 39.
154
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
bulunduğunu ve Viyana Kütüphanesi’nde de bir nüshasının olduğunu, bütün bu nüshaların araştırılıp Tarih-i Osmanî Encümeni tarafından 1329 yılında mecmuanın ilavesi olarak neşredildiğini, kendisinin de bu metni bugünkü harflere çevirdiğini ifade eden yazar, bu kanunun İstanbul’da Revan Köşkü, Aşir Efendi, -Beyazıd Camii içindeki- Veliyyüddin Efendi, Esad Efendi ve Nurosmanî kütüphanelerinde yazma nüshaları olduğunu ifade etmektedir. Tarihi Osmanî Encümeni vasıtasıyla neşredilen nüshanın bütün bu nüshalar arasındaki mukayeseleri yaptığını söyleyen yazar, kendisinin de tekrar mukayeseye lüzum görmeden bu nüshayı esas aldığını söylemektedir. Yazarın ifadesine göre kanunnâme Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk devirlerinde ve henüz Macaristan’ın, hatta Belgrad’ın alınmadığı devirde tanzim edilmiştir. Kanunnâmenin kim tarafından tanzim edildiği hususunda metinde bir sarahat yoktur. Ancak Orkun, tarihçi Mehmed Arif’in bu kanunnâmenin “Tevki-i Divan-ı Ali” olan Seydi Bey tarafından yazıldığını ifade ettiğini belirtmektedir. Makalede kanunun mukaddimesi ile metnine yer verilmekte olup bunun dışında bir değerlendirme söz konusu değildir. Kanunnâme neşri konusunda Barkan, Türk literatüründe özel bir yere sahiptir. Kanunnâmelerin gün ışığına çıkarılmasında ve araştırmacıların bu alana yönelmesinde Barkan’ın çalışmalarının büyük önemi vardır. Özellikle Osmanlı’dan önceki Türk-İslam devletlerinin kanun geleneklerinin, Osmanlı kanunları üzerindeki tesirlerini tesbit açısından yaptığı çalışmalar çerçevesinde Barkan’ın neşrettiği ilk kanunnâmelerinden biri “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e Ait Kanunlar” başlığı ile yayımladığı makalede yer almaktadır.43 Bu makalesinde Barkan, “Hasan Padişah Kanunları” adı altında uzun müddet Anadolu memleketlerinde uygulanmış olan sekiz kanunu neşretmiştir. Barkan’ın belirttiğine göre 1518’lerde Diyarbakır, Mardin, Ergani, Urfa, Erzincan ve Arapgir gibi yerlerde bu kanunlar uygulanmıştır. Daha sonra bu kanunlar ortadan kalkmış, yerlerini Diyarbakır Kanunnâmesi’ne terk etmişlerdir. Barkan, makalesinde burada yayımladığı kanunların fotoğraflarını da vermekte ve makalesinde daha sonraki neşirlerinde de rastladığımız kendine has metodunu kullanarak, dipnotlarda okuyucunun mukayesesine imkân verecek biçimde kanunnâme metinlerinde geçen Osmanlıca kelimelere yer vermektedir. Barkan’ın neşrettiği ilk kanunnâmelerden biri de Türk Tarih Vesikaları dergisinde neşrettiği “İhtisap Kanunnâmeleri”dir.44 Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle büyük şehirlerde eşya ve yiyecek fiyatlarının tespit ve teftişine ilişkin esasları belirleyen bu kanunnâmeler, Osmanlı devletinin kurum ve uygulama43 Ö. L. Barkan, “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Beye Ait Kanunlar”, Tarih Vesikaları, 1941, c. I, sy. 2-3. 44 Ö. L. Barkan, “İhtisab Kanunları”, Türk Tarih Vesikaları, 1941-1942, c. I, sy. 5, s. 326-340. Diğer ihtisap kanunları için bkz.: Türk Tarih Vesikaları, c. II, sy. 7 ve 9.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
155
ları hakkında önemli bilgiler içermektedir. Barkan bu kanunnâmeyi neşrederken Topkapı Sarayı Revan Köşkü’ndeki nüshaları esas almıştır. Daha önce Osman Nuri Ergin tarafından Mecelle-ı Umur-i Belediye adlı eserde neşredilen bu kanunnâme Barkan tarafından neşredilirken her maddenin kenarına o maddenin konusu hakkında kısa başlıklar konulmuştur. Dipnotlarda ise yine kendine has metoduyla Osmanlıca kelimelere yer vererek Türkçe okumaları ile mukayese imkânı verdiği görülmektedir. Barkan’ın Türkiye’de Türkçe toplu kanunnâme neşriyatının ilk örneklerinden olan XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları45 adlı eseri, toplam 107 adet kanunnâmeye yer vermektedir. Ziraî faaliyetin ve çiftçilerin tabi olduğu sınırlamalarla ilgili hukukî ve malî mevzuatın dayandığı esasları sistemli bir şekilde tespitin öneminden bahseden yazar, “Osmanlı Kanunnâmeleri” başlığını taşıyan 64 sayfalık kısımda, İslam ülkelerinin hukukî bünyesi ve İslam hukukunun mahiyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki teşkilat ve müesseselerinin şer‘îliği, mevcut kanunnâmelerin niteliği, fetvalarla kanunnâmeler arasındaki ilişki, kanunnâmelerin düzenlenişindeki sistemsizliğin sebepleri, sultanların yasama yetkisi ve kanunnâmelerle tanzim edilen hukuk sahasının sınırları, kanunnâmelerin neşredildiği defterlerin mahiyet ve önemi, Osmanlı kanunlarında geçmişten gelen kısımlar ve Osmanlı teşkilat ve müesseseleri üzerindeki yabancı tesirler vb. gibi konularda geniş bilgiler vermektedir.46 Kitapta yer bulan 107 adet kanunnâme bugünkü yazıya aktarılarak neşredilmiştir. Kitapta yer verilen kanunnâmelerin bazılarının fotoğrafları da eserde yer almaktadır. Barkan bu eserinde mukayeseli bir kanunnâme neşri yapmamış, yalnızca kanunnâme içerisinde geçen ve okunmasında zorluk olan kelimeleri dipnotlarda Osmanlıca olarak göstermek cihetine gitmiştir. Ayrıca yayınladığı kanunnâmelerin bazılarının baş kısmında o kanunnâme hakkında kısa bilgiler vermiş ve bazı yerlerde de muhtelif nüshaları bulunan kanunnâmelerin suretleri arasında dikkate değer farkların olmadığı şeklinde notlar düşmüştür.47 Barkan’ın eseri, bu alanda yapılmış ilk neşriyatlardan olması ve henüz emekleme dönemi sayılabilecek bir aşamada yazılmış olması açısından, neşredildiği tarihte bu konudaki araştırmaların yetersizliği ve gün ışığına çıkmamış belgelerin fazlalığı dikkate alındığında normal karşılanabilecek bir husus olarak değerlendirilebilir. Eser, bu anlamda kendisinden sonra gelen çalışmalara da kaynaklık etmiştir. 45 Ö. L. Barkan, Kanunlar. 46 Eserin bu kısmında konu başlıklarını numaralandırmada sehven bazı yanlışlıkların olduğu göze çarpmaktadır. Örneğin “Kanunnâmelerin Tertip tarzındaki Sistemsizliğin Hakiki Sebepleri” başlığına normalde (V) konulması gerekirken sehven (VII) konulmuş, “Türkiyede Sultanların Teşrii Sıfat ve Salahiyetleri ve Kanunnâmeler” başlığını taşıyan yere de (VI) konulacakken sehven (V) konulmuş, “Kanunnâmelerle Tanzim Edilen Hukuk Sahasının Hudutları” başlığı taşıyan yere ise (VII) konulacakken sehven (VI) konulmuştur. 47 Örneğin bkz.: Barkan, Kanunlar, s. 6.
156
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Cumhuriyet döneminde siyasetnâme adıyla neşredilen ilk örneklerden biri Enver Ziya Karal’ın neşrettiği ve Yavuz Sultan Selim’in oğlu Şehzade Süleyman’a göndermiş olduğu metindir.48 Karal bu neşrinde kısa bir girişle siyasetnâmenin neşir hikâyesini zikrederek, Manisa Şer‘îyye Sicilleri’nden kopya edilen bu siyasetnâmenin tam tarihini verememekle beraber, tahminen 1512 yılına ait olduğunu ifade etmektedir. Bir Ceza Kanunnâmesi mahiyetinde olan bu siyasetnâmenin yürürlüğe konulmadan önce münadiler vasıtasıyla halka bildirilmesi ve tanıtılmasının şart olduğunu ve bu siyasetnâmenin içerdiği hükümlerin kadılar tarafından uygulandığını da sözlerine ekleyen Karal, siyasetnâmenin hukukî ehemmiyeti üzerinde dururken de, Osmanlı İmparatorluğu’nun keyfî bir idare olarak değerlendirilmesinin bu tür metinler karşısında bir anlam taşımadığını vurgulamaktadır. Siyasetnâme metnini Kanunî Sultan Süleyman kanunnâmesi ile mukayese ederek neşreden Karal, farklılıkları dipnotlarda göstermiştir. Karal, siyasetnâmenin -sonlarındaki yaprak yırtılmış olduğu içineksik olan kısımlarını, Kanunî Sultan Süleyman kanunnâmesindeki maddelerle tamamlamıştır.49 Kanunnâme mecmuaları içerisinde önemli bir yeri olan ve Avni Ömer Efendi’nin IV. Murad’a takdim ettiği Kanun-i Osmanî Mefhum-i Defter-i Hakanî isimli önemli eser İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından Belleten’de neşredilmiştir.50 Kanunnâmenin Avni Ömer Efendi tarafından istinsah tarihini 1051/ 1642 olarak veren Uzunçarşılı, öncelikle müstensih hakkında bilgi vermiş, ardından da kanunnâmenin bugünkü harflerle Türkçeleştirilmiş halini neşretmiştir. Kanunnâme özellikle timarlar hakkında düzenleme getirmektedir. Dipnotlarda da kanunnâmede geçen kelimeler hakkında kısa açıklamalara da yer verilmiştir. Makalede başkaca bir yorum ya da izah yer almamaktadır. Bu alandaki önemli ve ilk ciddi çalışmalardan biri de Anhegger ve İnalcık tarafından yayınlanan Kanunnâme-i Sultanî Ber Muceb-i Örf-i Osmanî adlı kanun mecmuasıdır.51 Anhegger ve İnalcık tarafından neşredilen bu kanunnâme, mukayese ve tahlil esaslarına riayet etmek suretiyle yapılmış ilk örnektir. Bu açıdan önem taşımaktadır. Zaten daha sonra yapılan kanunnâme neşriyatlarının bir çoğunda bu kitaptaki yöntem esas alınmıştır. Bu eserde takip edilen neşir usûlüne baktığımızda, “Giriş” kısmında kanunnâmenin bulunduğu yer, yazı stili, kanunnâmenin ısdar edildiği tarihe ilişkin bazı açıklamalara yer verildiği görülür. Paris Nationale Bibliothéque’deki nüsha esas alınarak hazırlanan bu 48 E. Ziya Karal, “Yavuz Sultan Selim’in Oğlu Şehzade Süleyman’a Manisa Sancağını İdare Etmesi İçin Gönderdiği Siyasetnâme”, Belleten, 1942, c. VI, sy. 21-22, s. 37-44. 49 Bkz.: Karal, a.g.m., s. 44, 2 no’lu dn. 50 İ. H. Uzunçarşılı, “Kanun-ı Osmani Mefhum-i Defter-i Hâkanî”, Belleten, 1951, c. XV, sy. 59. 51 Robert Anhegger ve Halil İnalcık, Kanunnâme-i Sultanî Ber Muceb-i Örf-i Osmanî, (II. Mehmed ve II. Bayezid Devirlerine Ait Yasaknâme ve Kanunnâmeler), Ankara: TTK Yay., 1956.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
157
eserde birtakım özel isimlerde ve eşya adlarında bir çok hatanın bulunduğu yazarlarca ifade edilmektedir. Öte yandan bu kanunnâme mecmuasında bulunan bazı vesikaların kopyalarının Topkapı Sarayında mevcut olan nüshaları da yazarlarca tespit edilmiştir. Kanunnâme, XV. asrın ikinci yarısına tekabül eden padişah hükümlerinin bir araya getirilmesinden meydana gelmiştir. Bu mecmua esasen Divanda malî mevzularda örnek ve kaynak vazifesi görmek üzere hazırlanmış bir kanunnâmedir. Kanunnâme mecmuası içerisinde yer alan vesikaların bir kısmı berat şeklinde bir kısmı da yasaknâme şeklindedir. Ayrıca kanunnâme ve tevki’ler de vardır. Yazarlar kanunnâmedeki hükümlerden bazılarının tarihini tam olarak tespit etmişler, çoğunun tarihi ise tam olarak tespit edilememiştir. Kanunnâme içerisinde geçen kelimeler yazarlarca dipnotlarda izah edilmektedir. Metin içinde geçen imla hataları dipnotlarda düzeltilmeye çalışılmış, ayrıca yine dipnotlarda metne ilişkin çeşitli açıklamalar ve başka nüshalarla olan varyantlara işaret edilmiştir. Kitapta toplam 59 adet yasaknâme, kanunnâme ve hüküm suretine yer verilmiştir. Osmanlı kanunnâmeleri konusunda en yetkin neşir faaliyetinin Abdülkadir Özcan tarafından yapıldığını söylemek abartılı olmaz. Adı geçen müellifin Osmanlı kanunnâmeleri içerisinde neşrettiği iki kanunnâme, kanunnâme neşrinin nasıl yapılması gerektiğinin en iyi örneklerindendir. Müellifin neşir metoduna bakıldığında sadece metin neşretmekle yetinmediği, kanunnâmeyi muhtevası ve nüshaları itibarıyla dikkatli bir tetkike tabi tuttuğu görülür. Yazarın Kanunnâme-i Âl-i Osman’ı neşrederken kanunnâmenin sıhhati meselesi, kaynakları, muhtevası ve üslubu, kardeş katli meselesi, tesirleri, kaynak değeri hakkında derinlemesine tahlil yaptığı görülmektedir. Kanunnâmenin transkrip edilmiş metninin ardından indeks, lügatçe ve kanunnâmenin tıpkı basımı da eserde yer almaktadır. Esasen bu kitap daha önce aynı yazar tarafından Tarih Dergisi’nde “Fatihin Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi” başlığı altında yayımlanmıştır.52 Yukarıdaki kitabın bu makaleden farkı biraz daha sistematik şekle sokulmuş olması ve makalede nüsha farklarının makalenin sonunda verilmesine karşın kitapta dipnotlar şeklinde yerleştirilmiş olmasıdır Özcan tarafından ilmî usullere göre neşredilen ikinci kanunnâme “Eyyubî Efendi Kanunnâmesi”dir. Kitabın önsözünde kanun kelimesi ve kanunnâme kavramı hakkında kısa bilgiler verilmiş ve giriş kısmında kanunnâme müellifinin ve eserin ismi, telif sebebi ve tarihi, nüshaları, muhtevası, benzeri kanunnâmelerle mukayesesi ve kaynakları, tesirleri, kaynak değeri hakkında bir değerlendirme yapılmıştır. Ardından Latin alfabesi ile kanunnâmenin transkripsiyonu ve kanunnâmenin orijinal metni verilmektedir. 52 Abdülkadir Özcan, “Fatihin Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, Tarih Dergisi, 1980-1981, sy. 33.
158
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Literatürde ciddi kanunnâme neşriyatı yapanlardan birisi de Beldiceanu’dur. Müellif, neşir metodu itibarıyla geniş ve detaylı izahlar ve yaptığı mukayeselerle, neşrettiği kanunnâmelerin ilgili olduğu döneme ilişkin bilgiler vermek suretiyle kanunnâmelerin sosyal arka planı hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. XV. yüzyıl Osmanlı şehirleri hakkında yazdığı Recherce sur La Ville Ottomane au XVe Siecle adlı kitabının birinci bölümünde yazar, ele aldığı kanunnâmelerin bulunduğu kütüphaneler ve bunların numaraları ile –en, boy, varak sayısı vb. gibi- fizikî özellikleri hakkında bilgi vermekte, daha sonra da kanunnâmelerin tarihleri hakkında geniş açıklamalar yapmaktadır. Ardından belgeleri türlerine göre -berat, hüccet, ferman, takrir, yasaknâme ve antlaşma şeklinde- tasnif etmekte ve XV. yüzyılda Osmanlı şehri hakkında -nüfus, şehirlerin statüsü, korporasyonlar, idarî ve siyasî teşkilat vb. gibi- açıklamalar yapmaktadır. Üçüncü bölümde, askerî idare -sancakbeyi, dizdar, kaptan ve reisler vs.- ve dördüncü bölümde, malî ve ekonomik idare -eminler, muhtesipler, dellallar, simsarlar, sarraflar vs.- hakkında açıklamalar yapmaktadır. Beşinci bölümde, “Şehir İdaresi, Polis ve Adalet” başlığı altında subaşı, kethüda, naib, asesbaşı, kadı gibi görevliler hakkında bilgiler vermektedir. Altıncı bölümde ise, bazı şehirlerin nüfus, ticaret ve fetihlerine ilişkin malumatlar sunulmuştur. Bu bölümün ardından da, sonuç bölümü gelmektedir. Bütün bunlardan sonra “Documents/Belgeler” başlığı yer almakta ve önce kitaptaki –toplam 28 adet olan- belgelerin listesi verilmekte, daha sonra belgelerin Fransızca transkripsiyonu yapılmakta ve belgelerde yer alan hususlara ilişkin açıklamalar ise dipnotlar halinde yapılmaktadır. Bunların ardından ise “Glossarie/Sözlük” başlığı altında belgelerde geçen Osmanlıca kelimelere ait bir lügatçe kısmı bulunmaktadır. Bunun ardından “Coğrafi İsimler Listesi”, ardından da “Bibliyografya” kısmı gelmektedir. Daha sonra ise Osmanlıca belgelerin faksimileleri yer almaktadır. En sonda ise “Index” kısmı yer almaktadır. Nihai olarak da “İçindekiler” tablosu yer almıştır. Beldiceanu’nun diğer önemli eseri, Paris Nationale Bibliothéque’de yer alan I. Murad, Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid dönemine ait belgeleri içeren çalışmasıdır. İki ciltten oluşan eserin birinci cildinde sırasıyla “Önsöz”, “Transkripsiyon Alfabesi”, “Bibliyografya” ve “Kısaltmalar” verilmiş, ardından da “Giriş” bölümü gelmektedir. Burada belgeler hakkında bilgi verilmekte, yasaknâme, berat ve ferman kelimelerinin anlamları açıklanmakta bu belgelerde kullanılan formülasyonlar üzerinde durulmakta ve örnekler verilmektedir. Takip eden “Documents” başlığı altındaki bölümde ise, toplam sayısı 60 adet olan Osmanlıca belgelerin Fransızca transkripsiyonuna yer verilmektedir. Dipnotlarda, belgelerde geçen hususlarla ilgili açıklamalar ve karşılaştırmalar yer almaktadır. Daha sonra bir lügatçe kısmı, ardından “Metrologie” başlığı ile ölçü birimleri arasında karşılaştırmalar yer almakta, ardından “Coğrafi İsimler” baş-
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
159
lığı ile bir bölüm ardından da “İndeks” kısmı gelmektedir. En sonda ise “İçindekiler” kısmı yer almaktadır. Eserin ikinci cildi de, bir önsözle başlamakta; ardından da “Bibliyografya” verilmektedir. “Belgeler ve İçeriği” başlığını taşıyan takip eden kısımda belgeler hakkında malumat sunulmakta, tarihleri ve sınıflandırılması hakkında açıklamalar yapılmakta ve madenler hakkındaki belgelerle ilgili bilgiler verilmektedir. Sonraki bölümlerde madenlerin mülkiyetine ilişkin açıklamalar, madenlerin işletilmesi, madenlerin idarî ve teknik personeli, idarî görevliler, maden çiftlikleri [mukataa] hakkında izahlar yapılmaktadır. Bunların ardından ise “Documents” başlığı altında, kitapta yer alan belgelerin listesi ve belgelerin Fransızca transkripsiyonu verilmektedir. Bu ciltte toplam 33 adet belge vardır. Dipnotlarda buna ilişkin geniş açıklama ve izahlar yer almaktadır. Lügatçe kısmının ardından “Coğrafi İsimler” kısmı ve Osmanlıca belgelerin faksimileleri yer almaktadır. “İndeks” ve “İçindekiler” kısmı ise en sonda yer almaktadır. Osmanlı Kanunnâmelerinin birçoğunu içeren tapu tahrir defterlerinde yer alan kanunnâmeler hakkında önemli çalışmalar yapan Lowry, çeşitli makalelerinde bu konudaki temel problemlere temas etmiş ve daha önce yapılmış kanunnâme neşirlerindeki yaklaşım ve yorumlardaki eksikliklere açıklık getirmeye çalışmıştır. “The Ottoman Liva Kanunnâmes...” adlı makalesinde Lowry, Barkan’ın Kanunlar adlı çalışmasının değeri ve kullandığı metodolojiyi tartışmaya açmaktadır. Lowry öte yandan İnalcık’ın Osmanlı liva kanunnâmelerinin derlenmesi teşebbüsleri hakkındaki görüşlerini de analiz etmektedir. Özellikle İnalcık’ın kanunnâmelere yaklaşımında temel olarak timar sistemini esas almasını eleştiri konusu yapan Lowry, liva kanunnâmelerinde daha geniş bir tanıma ihtiyaç olduğunu ileri sürmekte ve bu konuda açıklamalar yapmaktadır. Lowry, burada tapu tahrir defterlerinin içeriği hakkında detaylı bilgi vermekte, kanunnâmelerde özellikle iskele ve limanlar hakkındaki düzenlemelerin İnalcık tarafından önemsenmediğini ifade etmekte ve liva kanunnâmelerine ilişkin olarak İnalcık’ın görüşlerine karşı çıkmaktadır. Lowry, arşivlerdeki mufassal tahrir defterlerinin % 40’ının kanunnâme içermediği görüşündedir. Ayrıca Başbakanlık Arşivi ve Tapu Kadastro Arşivi’ndeki tahrir defterlerinin alfabetik sırayla geniş bir indeksini de vermektedir.53 “A Corpus of Extant Kanunnâmes...” adlı makalesinde, tahrir defterlerindeki kanunnâmelerin öneminden bahseden Lowry, şimdiye kadar bu alanda sistematik bir çalışmanın yapılmadığından söz etmektedir. Makalesinde değişik tapu tahrir defterlerinden söz eden yazar, bunlar hakkında bilgi vermekte ve bir tapu tahrir defterinde Limnos adasındaki çeşitli grupların ödedikleri vergileri yıllara göre karşılaştırmaktadır. Makalede 75 ve 434 numaralı tapu tahrir 53 Heath W. Lowry, “The Ottoman Liva Kanunnâmes Contained in the Defter-i Hakanî”, 1981, Osmanlı Araştırmaları, sy. 2, s. 43-74.
160
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
defterlerindeki kanunnâmelerin Türkçe metni ve Osmanlıca aslı yer almaktadır. Ayrıca 307, 490, 702, 724 numaralı tahrir defterlerindeki kanunnâmelerin de sadece Osmanlıca metin örneklerine yer verilmektedir.54 Bugüne kadar yapılmış kanunnâme neşriyatları içerisinde en kapsamlı ve en iddialı olanı, Ahmet Akgündüz tarafından toplam dokuz cilt olarak yapılmış olan neşriyattır.55 Eserin geniş kapsamı dikkate alındığında, tamamının tek tek değerlendirilmesi bir makalenin boyutlarını aşacağından, müşterek bazı noktalar hakkında açıklamalarda bulunulacaktır. Bu nedenle söz konusu eser, öncelikle takip ettiği metot ve neşir usulü itibarıyla toplu bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Özellikle son zamanlarda yapılmış bir çalışma olması itibarıyla geçmiş örneklerdeki eksiklikleri de dikkate alması beklenen ve daha bilimsel bir üslûp ve metot takip etmesi gerektiği düşünülen bu eser, bilimsel anlamda kanunnâme neşri için gerekli olduğu düşünülen unsurlar itibarıyla ele alınacaktır. Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri başlığını taşıyan eser büyük bir emek ve çalışmanın ürünüdür. Tek kişi tarafından böyle kapsamlı bir eserin meydana getirilebilmesi için oldukça uzun sürecek bir mesainin sarf edilmesi gerektiği açıktır. Nitekim bahsi geçen eserin on yıla yakın bir süre içerisinde neşredildiği görülmektedir. Bugüne kadar neşredilmiş ve değişik eserlerde yer verilmiş kanunnâmeler yanında, hiç neşredilmemiş kanunnâmelere yer vermiş olması itibarıyla da oldukça zengin ve araştırmacıların işini kolaylaştıracak niteliktedir. Eseri, kanunnâmelerin neşir amaç ve metodu açısından değerlendirdiğimizde ise, yazarın öncelikle birtakım iddialara cevap verme çabası içerisinde olduğu görülmektedir. Eserinin birinci cildinde yazar, “Osmanlı Hukuku ve Kaynakları” başlığı altında kanunnâmelerde ele alınan konulara değinmekte ve bu konudaki iddialara cevap vermektedir. Yazar, bu ciltte yer alan 300 sayfalık mukaddimenin, bütün ciltlerde bulunan kanunnâmeler için geçerli olduğunu ifade etmekte ve bu suretle her bir kanunnâme için ayrıca bir açıklamaya gitmeme yolunu tercih etmektedir. Yazarın çıkarmış olduğu birinci cilde yönelik doktrinde bazı eleştirilerin yapıldığını, yine eserin ikinci cildinin önsözündeki ifadelerden anlamaktayız. Bu eleştirileri pek önemsemediğini ifade eden yazar, kendisine yönelik eleştirilerin önyargılı olduğu kanaatindedir. Detaylı bir biçimde değerlendirildiğinde eserin bazı eksiklik ve olumsuzluklar içerdiği görülmektedir. Örneğin birinci ciltte, “Fatih’in Umumi Kanunnâmesi”ni [Kanun-i Padişahî] neşreden yazar, bu kanunnâmeyi National Bibliothéque Vienna A.F.554 Vrk.2/b-7/b künyesiyle Viyana Milli Kütüphanesi’nden aldığını ifade etmekte ise de, aslında kanunnâmenin Serkiz Karakoç’un Külli54 Heath W. Lowry, “A Corpus of Extant Kanunnâmes for the Island of Limnos as Contained in the Tapu-Tahrir Defter Collection of the Başbakanlık Archives”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 1980, sy. 1, s. 41-60. 55 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, c. I-IX, İstanbul, 19901999.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
161
yat-ı Kavanin adlı eserindeki Osmanlıca metnini kullanmaktadır.56 Kitaba koyduğu Osmanlıca metin üzerinde bulunan ifade ve numaralar bunu açıkça göstermektedir. Yazar bu metni Serkiz Karakoç’tan aldığına dair ise hiçbir açıklamada bulunmamaktadır. Eserde başka problemler de göze çarpmaktadır. Örneğin Osmanlıca metinde var olan bazı ifadelerin bugünkü alfabeyle yazılmış Türkçe kısımda yer almadığı görülür.57 Bunun bilmeden veya unutularak yapılmış olması da mümkündür. Fakat bu tür eksiklikler çok sayıdadır. Yazarın Türkçe tercümeleri daha önce yayımlanmış eserlerden aldığına dair örnekler de vardır.58 Daha önce başka yazarlarca neşredilmiş kanunnamelere ait Türkçe metinler aynen kitaba aktarılmıştır. Örneğin Anhegger ve İnalcık’ın Kanunnâme-i Sultanî Ber Muceb-i Örfi Osmanî adlı kitabında yer alan “Metropolit Kanunnâmesi”ne ait Türkçeleştirilmiş metin, Akgündüz tarafından aynen eserine aktarılmıştır. Çünkü Akgündüz’ün eserinde yer verdiği Osmanlıca metinde olmayan fakat Anhegger ve İnalcık tarafından yayımlanan metinde “hizâne-i âmire” şeklinde yazılan ifade (ki Osmanlıca metinde “hizane-i amire” olarak değil, “hâne-i amire” olarak geçmektedir) yazar tarafından aynen iktibas edilmiştir. Yine birinci ciltte “Rumeli Etrâkinin Koyun adeti ve Çingene Kanunnâmesi”nde, Akgündüz’ün eserinde yer alan Türkçe metin, aynen Anhegger ve İnalcık’dan alınmıştır. Çünkü Anhegger ve İnalcık bu kanunnâmeyi yayımlarken bazı ifadeleri düzeltmiş ve bunu dipnotta göstermişlerdir. Mesela Osmanlıca metinde geçen “bahasın bir koyunun” ifadesini, Anhegger ve İnalcık düzelterek “bir koyunun bahasın” şekline çevirmişlerdir. Anhegger ve İnalcık’ın düzelttikleri bu ifade, aynen Akgündüz’ün bu kanunnâmeye ilişkin olarak verdiği Türkçe metinde yer almaktadır. Ancak bu ifadenin neden bu şekilde yazıldığına dair hiçbir açıklama Akgündüz’ün eserinde yer almamaktadır. Benzer şekilde I. ciltte 15. sırada yer alan “İstanbul ve 56 Bkz.: c. I, s. 359 vd. Öte yandan, II. cildin ilk kanunnâmesi olan II. Bayezidin Umumi Osmanlı Kanunnâmesinin [Kitab-ı Kavanîn-i Örfiyye-i Osmanî] Konya Koyunoğlu Kütüphanesi nüshasını esas alarak yayımladığını söylese de orijinal metin üzerinde her sahifede yer alan “fol. 45r” veya benzeri ifadeler bu metnin yabancı bir eserden alındığını gösterir ki bu da yazarın kanunnâmeyi Konya Koyunoğlu kütüphanesinden değil başka yerden aldığının delilidir. Yine II. ciltte yer alan 64 no’lu kanunnâmeyi [Prizren Kanunnâmesi] ilk defa kendisinin yayımladığını söylemekle birlikte bu kanunnâme daha önce Beldiceanu tarafından neşredilmiştir. Bkz.: Beldiceanu, Actes.., c. II, s. 218-221. 57 Örneğin I. ciltte yer alan 6. sıradaki Darphane Kanunnâmesi’nin 5. maddesinde olması gereken “Kainen men kane” ifadesi Türkçeleştirilmiş metinde yoktur. 58 Akgündüz’ün yayımladığı I. ciltte 35. sırada yer alan “Serebriniçe ve Rudnik Madenleri Yasaknamesi”nin orijinal metninde bulunan “Resas” kelimesini Anhegger ve İnalcık “Sas” şeklinde yazmışlardır. Akgündüz de, oradan aynen aldığı için bu yazım biçimini tekrarlamıştır. 69. sırada “Mihaliç Kanunnâmesi”nin asıl metnindeki bazı kelimeler (mesela 3. maddedeki “çıka” kelimesi, 4. maddedeki “kaçkun” kelimesi, 5. maddedeki “bir” kelimesi) metinde olduğundan farklı şekilde yazıldığı halde bunun sebebi izah edilmemiştir. Kaldı ki bu kelimeler Anhegger ve İnalcık’taki haliyle alınmış olup buna dair bir açıklama da yapılmamıştır. Bkz.: c. I, s. 615-616.
162
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Galata Gümrüğü Kanunnâmesi”nin Türkçe metni, aynen Anhegger ve İnalcık’tan alınmıştır. Anhegger ve İnalcık, bu metni Türkçeleştirirken bazı yerlerde metindekinden farklı ifadelere yer vermiş ve bunu dipnotta göstermişlerdir. Örneğin bu kanunnâmenin Osmanlıca aslında var olan “müslimandan gayrı” ifadesini, Anhegger ve İnalcık “müslimandan” şeklinde düzelterek ifade etmiş, Akgündüz de bu düzeltilmiş metni aynen eserine koymuş, fakat Osmanlıca metinle Türkçeleştirilmiş metin arasındaki bu farka hiçbir şekilde temas etmemiştir.59 Birinci ciltte 19. sırada yer alan kanunnâmenin sekizinci bendi için de benzer bir durum söz konusudur.60 Birinci ciltte 24. sırada yer alan “İstanbul İbrişim Yasaknamesi”nin Türkçe metni de Anhegger ve İnalcık’tan aynen alınmış olup onların yanlışlıkla “gizmeleye” şeklinde yazdığı ifadeyi Akgündüz de aynen almıştır; halbuki bu ifade asıl metinde “gizlemeye” şeklindedir. Eserde çok sayıda okuma hatasına rastlanmaktadır.61 Ayrıca asıl metinde olmayan kelimelerin metne eklendiği veya çıkarıldığı62 ve bazen de asıl metin59 Bkz.: c. I, s. 413. 60 Bu sekizinci bendde yer alan ifadelerde takdim-tehir görülmekte, asıl metinde daha önce geçmekte olan ifadelere yer verilmediği gibi eksik kısım da tahminî şekilde -yine Anhegger ve İnalcık örnek alınarak- tamamlanmaktadır. Asıl metinde “Her fuçidan altmışyedi akçe gümrük alına ve limon resmin dahi on akçe gümrük alına her fuçidan eğer Menoş sucisi eğer gayrı suci olsun ve yerli sucisinden dahi” ifadesi Akgündüz’de “Her fuçiden altmış yedi akçe gümrük alına. Her fuçiden eğer Menoşa sucisi eğer gayrı suci olsun ve yerli sucisinden dahi a[det üzre on iki akçe liman resmi] alına” şeklinde olup ifadenin neden bu şekle sokulduğuna dair hiçbir izah verilmemektedir. 61 Örneğin I. ciltte 29. sıradaki “İstanbul Haslar Kanunnâmesi”nde 2. maddesindeki “kendi hasıllarından kilede bir kile” ifadesinin Osmanlıca metindeki aslı “kendi hisselerinden kırk kilede bir kile” şeklindedir. Daha önce metinde geçen “hasıllarından” kelimesi ile benzerlik kurarak yukarıda belirttiğimiz Osmanlıca metinde “hisselerinden” şeklinde geçen kelimeyi “hasılları” olarak değiştirmek doğru olmasa gerekir. Ayrıca aynı kanunnâmenin 23. maddesinde “koz ağacı” olarak çevrilen ifadenin Osmanlıca aslında “ağaç” kelimesi yoktur. Bkz.: c. I, s. 469-472. I. ciltte 37. sırada “Kastoria Koyun Adeti Yasaknamesi”nde Akgündüz ilk satırdaki “refii” kelimesini Türkçeleştirdiği metne almamış, orijinal metnin son satırındaki “tahkik” kelimesini de “tahrik” şeklinde okumuştur. Ayrıca II. ciltte 1. sırada yer alan kanunnâmenin 161. maddesinde geçen “gaybet-i münkatı’a” tabiri bununla ilgili dipnotta “gıybet-i munkat’a” şeklinde yazılmıştır. Bkz.: c. II, s. 64. II. ciltte 2. sırada yer alan kanunnâmede 5. maddede “2000” olması gereken yer “200” olarak yazılmıştır. Bkz.: c. II, s. 112. II. ciltte 18. sırada yer alan “Hüdavendigâr Livası Kanunnâmesi”nde Akgündüz’ün 26. maddede “yedi” olarak okuduğu ve yazdığı ifade asıl metinde “on yedi” olarak gözükmektedir. Bkz.: c. II, s. 183. 62 Mesela I. cilt 25. sırada yer alan kanunnâmede asıl metinde olmayan “buyurdum ki” kelimesi zaiddir. Bazen de kelimelerin çıkarıldığı görülür. Mesela 72. sırada yer alan “Tavşanlı Tuzı Yasağı Hükmi Sureti”nde 4. maddede asıl metinde yer alan “gereği gibi” ifadesindeki “gibi” kelimesine Akgündüz yer vermiyor. Bkz.: c. I, s. 626. II. ciltte 13. sırada yer alan “Aydın Sancağı Kanunnâmesi”nin baş tarafında yer alması gereken ve Osmanlıca metinde mevcut olan “Reayadan Alınan Rüsum Beyanındadır” ifadesindeki “alınan” ibaresi Türkçe metne konulmamıştır. Bkz.: c. II, s. 154. III. ciltte 39. sırada mevcut “Karaman Eyaleti Kanunnamesi”nin 1. maddesinden önce yer alan “bunlardır ki zikrolunur” ifadesinde olması gereken “mufassalan” ifadesi atlanmıştır. Bkz.: c. III, s. 308.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
163
deki kelimenin değiştirildiği,63 bazen de takdim tehir yapıldığı64 görülmektedir. Başka bir problem, yazarın okumaya esas aldığı nüshalar ile orijinal metin olarak koyduğu nüshaların farklı oluşudur. Örneğin I. ciltte 28. sırada bulunan “İstanbul Hasları Kanunnâmesi”ne ait altı farklı nüshadan bahsedip, bunların yalnızca ilk dördünü okumaya esas aldığını, fakat Osmanlıca orijinal metin olarak beşinci nüshayı –ki, bu nüsha daha önce Anhegger ve İnalcık tarafından yayımlanmıştır- kitabına koyduğunu ifade etmektedir. Buraya kadar bir problem yokmuş gibi görünse de, yazar bu kanunnâmeye ait dipnotta, “lâ zâle nafizen ila yevmi yüb’asûn” lafzının yalnızca beşinci nüshada –yani, okumaya esas almadığı nüshada- olduğunu ifade edip, bunu metne koyarak bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Eğer yazarın okumaya esas aldığı metinle orijinalini koyduğu metindeki eksiklikleri tamamlama amacı varsa, orijinal metinde olup okumaya esas aldığı nüshalarda olmayan ifadeleri –mesela, orijinal metinde birinci maddedeki mevcut ifadeleri- de metne eklemesi gerekirdi.65 63 Mesela I. ciltte bulunan “Galata Zımmilerine Verilen Ahidnâme”de yer alan “ve dragomanları” ifadesi nedense “ve tercümanları” şeklinde yazılmış, fakat neden böyle olduğuna dair hiçbir izah yapılmamıştır. Bkz.: c. I, s. 477. Bir başka örnekte, I. ciltte 41. sırada yer alan “Sidrekapı Kanunnâmesi”nde 2. maddedeki “harc” kelimesi “çarh” diye yazılmıştır. Anhegger ve İnalcık da bu kelimeyi “çarh” şeklinde yazmışlar, ama sebebini açıklamışlardır. Akgündüz ise bu konuda hiçbir izahta bulunmamaktadır. Bkz.: c. I, s. 524-525. Aynı şekilde I. ciltte 48. sırada yer alan “Kratova Madeni ve Gümüş Yasağı Hükmü Sureti”nde yer alan “harçları” kelimesini “çarhları” şeklinde Türkçeleştirmekle birlikte hiçbir izah yapılmamıştır. Halbuki Anhegger ve İnalcık’ın kitabında bu konuda izah vardır. Bu da Akgündüz’ün söz konusu kanunnâmelere ilişkin Türkçe metinleri adı geçen yazarlara ait eserden aldığını göstermektedir. Bkz.: c. I, s. 549-550. II. ciltte 16. sıradaki kanunnâmenin 6. maddesindeki “öyleki” ifadesi “şöyleki” şeklinde olmalıdır. Bkz.: c. II, s. 176. Yine II. ciltte 30. sıradaki kanunnâmenin 2. maddesinde “aldıklarından” olması gereken kelime Akgündüz’ün eserinde “alındıklarından” şeklinde yazılmış ayrıca bu kanunnâmeye 11. madde diye bir madde eklenmiştir. Halbuki bu madde asıl kanunnâmede mevcut olmayıp daha sonraki sayfalarda yer alan bir hüküm bu kanunnâmeye ayrı bir madde olarak eklenmiştir. Bkz.: c. II, s. 270. II. ciltte 33. sırada yer alan (Akgündüz’ün koyduğu bu sıra numarası da yanlış verilmiş olup aslında 34 olması gerekirdi, çünkü kitapta 32 numara, peşpeşe gelen iki kanunnâmeye birden verilince sıra numarası kaymıştır) ve Akgündüz’ün Barkan’dan istifade ettiğini söylediği “İstanbul Haslarına Ait Kanunnâme”de Barkan 4. maddenin sonundaki kelimeyi “üleşile” diye, Akgündüz ise “ulaşıla” diye okumuş olup Akgündüz buna ilişkin hiçbir izah yapmamaktadır. Bkz.: c. II, s. 308. En azından bu farka işaret edilmesi yerinde olurdu. 64 Mesela I. ciltte 33. sıradaki “Gelibolu Bazarı Kanunnâmesi”nde 10. maddedeki “hırsızdır ve suçludur” ifadesi “suçludur ve hırsızdır” şeklinde yazılmıştır. 65 I. ciltte 43. ve 44. sırada yer alan “Serez Sancağı Kanunnâmeleri”nde ilk sırada gelen kanunnâmede olması gereken “rafii tevkii refii” ifadesindeki “refii” kelimesine yer verilmemiş ve bu kanunnâmenin aslında var olan 10 numaralı maddesinin Türkçesine de burada yer verilmemiştir. Kanunnâmenin aslında olmayan ifadeler Türkçe metne sokulmuştur. Mesela “lâ zâle nafizen” ifadesi Osmanlıca metinde yokken Türkçesinde yer almaktadır ki bu da Türkçe netnin Anhegger ve İnalcık’tan alındığını gösterir. Bkz.: c. I, s. 533-535. Benzer şekilde 70. sırada yer verdiği “Yasaknâme-i Milh ve Kürek” kanunnâmesine ait orijinal metni Topkapı nüshasından aldığını ifade etmekle beraber, Türkçe metinde bu nüshada olmayan ama Anhegger ve İnalcık’ta olan ifadelere yer vermektedir ki, bu da Türkçe metni bu yazarların eserinden aldığını göstermektedir. Kaldı ki esas aldığı nüshanın orjinalinin başlı- 2
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
164
Akgündüz’ün eserinde rastladığımız ve kanaatimizce olmaması gereken bir durum ise, herhangi bir bölgeye ait tek tek hükümlerin yazar tarafından bir araya getirilerek tek bir kanunnâme imiş gibi maddeleştirilmiş olmasıdır.66 Bu metodun olayları değerlendirmede elverişli olup olmadığı tartışmalıdır. Çünkü bu hükümlerin aynı tarihte çıkıp çıkmadığı, farklı tarihlerde çıkarılan hükümlerin ise bir değişiklik getirip getirmediği gibi hususları tahlil etmeden, sadece bir araya getirip yayımlamak yanıltıcı olabilir. Hakeza, eserde başka kaynaklara yapılan atıflarda bazı maddî hatalara rastlanmaktadır.67 Yazar tarafından mukayese yapılacağı söylenen yerlerde ise herhangi bir mukayeseye rastlanmamaktadır.68 Öte yandan bu eserde yer verilen bazı belgelerin, kanunnâmeler arasında yayımlanmasının isabet derecesi de tartışılır. Örneğin III. ciltte yer verilen “Osmanlı Devletinin Şark Meselesinde Takip Ettiği Metot ve Alınması Gerekli Dersler”69 başlıklı açıklamanın kanunnâme neşrindeki yeri, eserin IV. cildinde yazarın yer verdiği maruzât, siyasetnâme ve risaleler içerisinde hepsinin kanunnâme ile ilgisi varmış gibi davranılması, Akgündüz’ün eserinde rastlanan temel problemlerden birisidir. Bu tür eserlerin kanunnâmeler arasında neşrinin yerinde olup olmadığı meselesinde, özellikle bunların içeriğine bakmak gerekir. Mesela bu ciltte yer alan Dede Cöngi Efendi’nin Siyaseti Şer‘iye70 adlı eserinin tercümesinin neşri hiçbir biçimde kanunnâme kategorisinde sayılamaz. Ayrıca yazarın eserinde bazı kanunnâmelere ilişkin olarak yer verdiği hukukî tahliller (mesela II. ciltte yer alan 8 numaralı kanunnâmeye ilişkin yorumlar ile, yine II. ciltte 19. sırada yer alan “Bursa İhtisab Kanunnâmesi” ve 20. sırada ğında var olan “nişanı hümayun yazılır” ifadesindeki “hümayunu” kelimesine yer vermediği gibi esas aldığı orijinal metnin son cümlesinde olmayan “itikad” kelimesine de Türkçe metinde yer vermektedir. Bkz.: c. I, s. 620. 66 Örneğin c. I, s. 528-529. Semendire Livası ile ilgili hükümler ve ayrıca ikinci ciltte 15. sırada yer alan ve “908 Tarihli Bolu Yaya ve Müsellemleri Kanunu” başlığı altında Tapu Tahrir Defterinin farklı sayfalarında yer alan hükümler tek bir başlık altında toplanmıştır. Bu metot isabetli bir uygulama sayılmaz. Çünkü bu başlık altında yer verilen maddelerin bazıları 908, bazıları ise 922 tarihlidir. Bunları tek bir kanunmuş gibi düşünmek yanıltıcı olabilir. Bkz.: c. II, s. 172-173. Yine 2. ciltte 17. sırada benzer şekilde farklı sayfalardaki hükümler tek bir kanun gibi yazılmıştır. Bkz.: c. II, s. 178. III. ciltte s. 157-163’de yer alan “Biga Sancağı Kanunnâmesi”nde farklı sayfalardaki hükümler tek bir yerde toplanmıştır. 67 I. ciltte 62. sıradaki “Sabunhâne Kanunnâmesi” için Anhegger ve İnalcık’ın kitabına atıf yapılmış ama sayfası yanlış gösterilmiştir. Anhegger ve İnalcık’a yapılan atıfta sahife 79 değil 69 şeklinde olması gerekir. Bkz.: c. I, s. 590. II. ciltte de 32 no’lu kanunnâmede Anhegger ve İnalcık’a atıf yapılırken bunun dipnotta gösterilmiş olan kanun numarası 58 değil 56 olmalıdır. 68 Bkz.: c. V, s. 73’de “Aydın Sancağı Kanunnâmeleri”nin nüshalarının mukayese edileceği ifade edilmiş ama herhangi bir mukayeseye yer verilmemiştir. 69 Bkz.: c. III, s. 199-215. 70 Bkz.: c. IV, s. 122 vd.; Siyasetnameler hakkında geniş açıklamalar için bkz.: Ahmet Uğur, Osmanlı Siyasetnameleri, İstanbul: MEB Yay., 2001.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
165
yer alan “İçki Yasaknamesi”ne ilişkin hukukî tahliller) teknik hukuk tahlili olmaktan ziyade savunma amaçlı ifadelerdir.71 Yazar, başka müelliflerin tahlillerinin yetersizliğinden söz ederken,72 kendisi de hukukî tahlil itibarıyla fazla bir şey söylememektedir. Özellikle III. ciltten sonra hukukî tahlillerin yok denecek ölçüde azaldığı görülür. Gökçe tarafından ele alınıp neşredilen bir kanunnâme, Manisa İl Halk Kütüphanesi Eski Eserler Bölümü’nde 4655 numarada kayıtlı kanunnâme suretidir.73 Kanunnâmenin tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak tahminen Kanunî Sultan Süleyman devrine ait olduğu ifade edilmektedir. Anadolu vilayeti kadılıklarına gönderildiği metninden anlaşılan kanunnâme, çeşitli cezaî hükümler ile vergilere ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Barkan ve İnalcık’ın kanunnâmeler hakkındaki geniş açıklamalarının uzunca tekrarından ibaret bir girişten sonra, Zeki Arıkan’ın “Bir Kanunnâme Sureti” adlı makalesinde yer verdiği kanunnâme ile mukayeseli olarak bazı izahlarda bulunulmaktadır. Makalenin sonunda kanunnâmenin birkaç sayfasından örnekler vardır. Açıkça ifade etmek gerekirse, burada kullanılan usulün de çok faydalı olduğu söylenemez. Çünkü yapılan açıklamalar net olmaktan ziyade tahminlere dayalı olması itibarıyla okuyucuya ikna edici bir bilgi sunmamaktadır. Literatürde değişik kişilerce en çok yayımlanan kanunnâmelerden birisi, Budin Kanunnâmesi’dir. Sadık Albayrak tarafından Budin Kanunnâmesi ve Osmanlı Toprak Meselesi adı ile yayımlanan eser de bunlardan birisidir. Kitap Ömer Lütfi Barkan’a ait bir paragraflık bir alıntı ile başlamaktadır. Bu paragrafta Osmanlı İmparatorluğu’nun teşkilatı ile ilgili çarpıcı bir açıklamaya yer verilmiştir. Önsöz’de ise Osmanlı toprak sistemi ve kanunnâmeler hakkında genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Özellikle Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin bu alandaki faaliyetlerine işaret edilmektedir. Bu metnin daha önce Milli Tetebbular Mecmuasında [MTM] Osmanlıca olarak yayımlandığını ifade eden yazar, kendisinin farklı bir nüshayı yayımladığını ve Milli Tetebbular Mecmuası’ndaki nüshada kendi yayınladığı kanuna göre eksiklikler bulunduğunu ifade etmektedir. Her iki kanunnâmenin tarihleri farklıdır. MTM’deki kanunnâmenin tarihinin 1232/1816 olduğunu, kendi yayımladığı metnin tarihinin ise Muharrem 1084 [m. 1673] olduğunu, ancak Osmanlıca metnin başka bir yerinde ise evâil-i Rebiülevvel 59 tarihi bulunduğunu söyleyen yazar, buradaki 59 tarihini 1159 olarak yorumlamaktadır. Halbuki Osmanlı yazım usulü dikkate alınırsa, bunun 1159 değil 1259 olarak kabulü daha doğru olurdu. Bu da yazarın yayım71 Bkz.: c. II, s. 188 vd. ve s. 230 vd. 72 Bkz.: c. III, s. 86’da ilk satırda Hüseyin Özdeğer’in yayımladığı kanunnâme için geniş bir tahlil yapmadığını ifade eden Akgündüz’ün eserinde de “Hukuki Tahlil” başlığı altında verilen açıklamalarda benzer durumlara rastlanmaktadır 73 Turan Gökçe, “Osmanlı Kanunnâmeleri ve Bir Kanunnâme Sureti Hakkında”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, 1990, sy. 5.
166
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
ladığı nüshanın daha geç tarihlerde istinsah edildiğini gösterir. Burada neşredilen kanunnâme, müellifin ifadesine göre, İstanbul Müftülüğü’ndeki mahzende tesadüfen bulunmuştur. Yazar, bu önsözde, arazi konusunda Türkiye’de yayımlanmış eserler hakkında bazı değer hükümleri vermekte ve kitapta arazi kanunnâmesi üzerine Osmanlı döneminde yazılmış eserlerden toprak sistemine ilişkin taksimatı kitaba koyduğunu ifade etmektedir. Kitabın sonuna bir lügatçe ve bibliyografya konulmuştur. Yazar kanunnâmenin neşrinde metot olarak önce Osmanlı toprak sistemine ilişkin açıklamalara, ardından Osmanlıca metne ait bazı sayfaların fotoğraflarına yer vermektedir. Budin Arazi Kanunnâmesi’nin bugünkü harflere çevrilmiş kısmında yazar, metnin dip kısmında yazılı olan fetvaların, kanunnâmenin yanlarına konulmuş açıklama mahiyetindeki şerhler ve ilaveler olduğunu söylemektedir. Kendi yayımladığı metni MTM ile karşılaştıran yazar, farklılıkları dipnotlarda (*) işareti ile göstermektedir. Türkiye’de kanunnâme neşri konusunda ilk akla gelen isimlerden birisi de Hadiye Tuncer’dir. Yukarıda yer verdiğimiz Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi dışında Tuncer tarafından neşredilmiş bir çok kanunnâme daha vardır. Bunlardan birisi Padişahlar Kanunnâmesi adıyla yayımlanmış olan eserdir. Kitabın el yazması aslı Konya Koyunoğlu Müzesi’nde mevcuttur. Önsöz’de yazarın belirttiğine göre, bu Padişahlar Kanunnâmesi, Esseyid Ahmet Efendi isimli kişi tarafından kaleme alınmıştır. Bu kanunnâme, Osman Gazi ve Murad Hüdavendigardan başlayarak III. Mustafa zamanına kadar olan tüm arazi kanunlarını ve bazı cezaî kanunları kapsamaktadır. Tuncer, eserinde Padişahlar Kanunnâmesinin sadeleştirilmiş ve bugünkü harflere aktarılmış şekline yer vermekte, ardından kanunnâmenin Osmanlıca metni yer almaktadır. Orijinal metnin bazı yerleri silik ve mürekkep lekeleri ile dolu olup bu yerlerin yazar tarafından nasıl okunduğunu tetkik etmek gerekir. Kitapta bu konuda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir. Ayrıca eserde kanunnâmeye ilişkin herhangi bir izah veya yoruma da yer verilmemiştir. Tuncer’in diğer bir eseri Kanunnâme-i Âl-i Osman: Osmanlı Devleti Arazi Kanunları adıyla neşredilmiştir. Defter-i Hakanî Emini Aynî Ali Efendi tarafından 1018/1602 tarihinde yazılan asıl nüsha esas alınarak neşredilen kanunnâme, yazarın belirttiğine göre Viyana Milli Kütüphanesinde K. K. Hofbibliothek’de 1812 numarada kayıtlı Kaizer Arşivleri arasında bulunmaktadır. Yazar, Tarım Bakanlığı vasıtası ile Viyana arşivindeki bu kitabın mikro fotokopisini getirterek kitabın bütününü konuşma dilimize çevirmiştir. Aynî Ali Efendi, bu eserine Kavanin-i Âl-i Osman Der Hülasa-i Mezamin-i Divan adını vermiştir. Eserin aslı 90 sayfadan ibarettir. Aynî Ali efendi, eserinde, Osmanlı eyaletlerinde mevcut bütün toprak taksimatını kanunî şekilleriyle belirtmiş, hak sahiplerini yazmış, onlar hakkında şerhler vererek kanunları da bütün vüzuhuyla açıklamıştır. Tuncer, kitabına ayrıca Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü kuyûd-i kadîme mütemeyyizliğinde 2143-2231 numarada kayıtlı ve yine Aynî Ali
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
167
Efendi’ye ait olan Kitab-ı Teşrifat başlığını taşıyan 40 sayfalık el yazması bir risaleyi de eklemiştir. Yazara göre, Kitab-ı Teşrifat, h. 1126 senesinde adını belirtmeyen bir kimse tarafından aslından özetlenerek kaleme alınmıştır. Eserin “İçindekiler” kısmının hemen ardından “İstifade Edilen Kaynaklar” başlığı altında bir listeye yer verilmekte, bu kısmı takip eden “Sözlük” başlığını taşıyan bölümde de bazı kelimelerin anlamları verilmektedir. Daha sonra, kitabın asıl konusunu oluşturan yukarıda adları belirtilen metinlere yer verilmiş ve en sonda ise asıl nüshaya ait birkaç yapraktan örnekler konulmuştur. Heath W. Lowry bu kitabın çok dikkatli kullanılması gerektiğini, çünkü tahrir defterlerinde bulunan kanunnâmelerin kısmî ve genellikle doğru olmayan bir çevirisini içerdiğini söylemektedir.74 Tuncere ait bir başka kanunnâme neşri, Osmanlı İmparatorluğunda Toprak Kanunları adını taşımaktadır. Osman Gazi’den III. Ahmet zamanına kadar [m. 1299-1730] olan kanunları kapsadığı ifade edilen kitapta yer alan kanunnâmelerden ilk ikisi, Dresden Milli Kütüphanesi’nden tedarik edilmiştir. Yazar, bu kanunnâmelerin farklı iki kişi tarafından kaleme alındığını ve daha da ilginci, kanunnâmelerin hangi vezir, hangi sadrazam zamanında ve hangi paşanın teklifi ile çıkarıldığının metin içerisinde yer almakta olduğunu ve kendisinin bunları Türkçeleştirerek yayımladığını ifade etmektedir. Yazar, bu eserinde de her zamanki metodunu kullanarak bugünkü harflere aktarılmış metinlerin ardından, kitabın sonunda “İstifade Edilen Kitaplar” başlığı ile kısa bir bibliyografyaya yer vermektedir. Bunların ardından da kanunnâmelerden örnekler başlığı ile asıl nüshadan birkaç örnek sunulmaktadır. Bunların dışında kanunnâmelere ait bir mukayese veya tahlile rastlanılmamaktadır. Gökçe bir makalesinde, Hadiye Tuncer’in yayın metodunun ilmî olmayıp, sadece gelişigüzel sadeleştirmeden ibaret kaldığını ifade etmektedir.75 Osmanlı İmparatorluğu Arazi Kanunları adıyla yine Tuncer tarafından neşredilen bir diğer eserde, yazanı belli olmayan 952/1536 tarihli bir kanunnâmenin neşri yapılmıştır. Kitap içindekiler kısmı ile başlamakta ve daha sonra gelen önsözde, yazmanın Sultan Osman ve Orhan devirlerine kadar geriye gittiğini ifade edilmektedir. Önsözü kaleme alan Kemal Fikret Arık, kanunnâmenin hukuk tarihi bakımından önemine işaret etmektedir. Tuncer, kitabın Osmanlı kanunnâmelerinin tamamını içine topladığını ve tarih olarak da Aynî Ali Efendinin Osmanlı kanunnâmelerinden daha eski olduğunu söylemektedir. Eseri konuşma diline çeviren Tuncer, kitabın aslının Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi Anderson El Yazması Kitaplar bölümünde Dd.11.20 numara ile kayıtlı olduğunu kaydetmektedir. Tek cilt haline getirilmiş beş ayrı kitabın bir araya 74 Heath W. Lowry, “The Ottoman Liva Kanunnâmes Contained in the Defter-i Hakanî”, s. 47, 10 no’lu dipnot. 75 Turan Gökçe, “Osmanlı Kanunnâmeleri ve Bir Kanunnâme Sureti Hakkında”, s. 221, 116 no’lu dipnot.
168
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
toplanması ile meydana gelmiş olan yazmanın tümü 304 sayfadır. Yine yazarın verdiği bilgiye göre, beş kitap değişik kişilerce ve siyakat hattı ile yazılmış olmakla birlikte, yazanlar kendi isimlerini kaydetmemişlerdir. İlk kitabın baş sayfaları kopmuş ve yıpranmış olduğundan başka bir kâğıda ters yapıştırılarak ciltlenmiştir. Tuncer, zamanının kıt oluşu ve mesleki bakımdan ilginç bulmadığı için üçüncü ve dördüncü kitapları sadece konu başlıkları ile eserine aldığını da belirtmiştir. Kendine has metodunu bu eserde de kullanan yazar “Sözlük” başlığı ile bir kısma, daha sonra da “İstifade Edilen Kitaplar” başlığı ile tek sayfalık bir bibliyografyaya yer vermiştir. Bu kısmı, “Almanca Özet” başlıklı bir kısım takip etmekte ve onun ardından da, asıl metin bugünkü harflerle verilmektedir. Daha sonra da kitabın önemli bazı sayfalarının fotokopi örneklerine yer verilmektedir. Bu eserde de Tuncer’in kanunnâmenin içeriğine ilişkin herhangi bir yorumu veya mukayesesi yer almamaktadır. Tuncer tarafından neşredilen bir diğer kanunnâme ise, Kanunî Sultan Süleyman dönemine ait olan bir kanunnâmedir. Kanuni Sultan Süleyman Zamanına Aid Kanunnâme adıyla neşredilen kitabın dış kapağında 1989, iç kapağında ise 1988 tarihi konulmuştur. “Köstendili Ahmed ve Hatibzade Mustafa Efendinin Talebesi Enisi” unvanıyla yazılmış nüshanın 1673-1679 [h. 1084-1090] yılları arasını kapsadığı görülmektedir. Tuncer, kanunnâmeyi 1966 yılında Konya’daki İzzet Koyunoğlu müzesinde bulduğunu ifade etmektedir. Kanunnâme el yazması aslında 90 sayfa olup Kanunî Sultan Süleyman’ın Budin’i fethi üzerine kaleme alınmıştır. Önsöz’ün ardından “Kanunnâmenin Konuları” başlığı altında kanunnâmenin içerisinde yer alan konulara yer verilmiş, kanunnâmenin bugünkü konuşma diline aktarılmış metninin ardından da, kitabın -bugünkü harflerle- aslına, ardından Osmanlıca nüshanın fotokopilerine yer verilmektedir. Klasik yöntemini bu eserde de devam ettiren Tuncer, bunun dışında herhangi bir değerlendirmeye yer vermemektedir. Bugüne kadar neşredilen kanunnâmeler içerisinde alışılmışın dışında bir neşir usulü ile yayımlanmış olan bir kanunnâme, Midhat Sertoğlu tarafından neşredilen Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi’dir. Kanunnâme, 1653 tarihini taşımakta olup Osmanlı Devleti’nin toprak tasarruf sistemini ve onun dayandığı hukukî ve malî esasları bütün ayrıntılarıyla izah eden mükemmel bir eserdir. Bu eser, Ayn Ali Efendinin Kavânîn-i Âl-i Osman Der Hülasa-i Mezamîn-i Defter-i Dîvan adlı meşhur eserinden 44 yıl sonra kaleme alınmıştır. Yazar bu şerhi yaparken, kanunnâmenin Saray-Bosna Mahalli Müzesi’nde bulunan ve daha önce Hamid Hacıbegiç tarafından neşredilen nüshanın orijinal metnini esas almıştır. Kanunnâmenin başka yazarlarca neşredilmiş nüshalarına da atıfta bulunan yazar, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan ve İlhan Şahin tarafından metin olarak neşredilen nüshanın Saray-Bosna nüshasına göre son tarafından 19 varak eksik olduğunu ifade etmektedir. Kanunnâmenin -Saray-Bosna nüshasıyla metin olarak tamamen aynı olan- diğer bir nüshası, Süleymani-
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
169
ye (Antalya Tekelioğlu) Kütüphanesi’ndedir. Yazar bu neşri yaparken diğer nüshalarla mukayese yapmış ve kitabın sonuna orijinalinin 58 sayfalık fotokopisini koymuştur. Yazar, istinsah hata veya noksanı olduğu açıkça anlaşılan yerlerde doğru olması gereken şekli parantez içinde göstermiştir. Yazara göre bu kanunnâme Sofyalı Ali Çavuş’un kendi derlemesi değil, başkasına ait bir nüshadan istinsah ettiği bir kanunnâmedir. Sertoğlu’nun bu neşrini literatürdeki diğer neşirlere göre farklı kılan hususlardan birisi, yazarın, kanunnâmenin neşrinde önce kanunnâmeye ait orijinal bir paragraf verip altında bunun geniş izahını yapması ve bu açıklamalarda kanunnâmede geçen bilgileri diğer kaynak ve konu hakkında yazılmış kitaplardaki bilgilerle karşılaştırmasıdır. Kitapta bazı açıklamalarda yanlışlıklar görülmektedir. Örneğin kamerî aylar taksimatında Receb, Şaban Ramazan aylarının toplu ifadesi “Reşen” olarak gösterilmesi gerekirken “Beşer” şeklinde yazılmıştır.76 Kitapta kanunnâmenin açıklamalı izahından sonra “İndeks” kısmı yer almaktadır. Bunun ardından da Osmanlıca orijinal kısma yer verilmiştir. I. Selim Kanunnâmesi I. Selim Kanunnâmesini ayrı bir başlık altında ele almamızın sebebi; bu kanunnâmenin hem literatürde değişik kişiler tarafından neşredilmiş olması, hem de bir çok tartışmaya konu olması sebebiyledir. Kanunnâmeyi ilk defa kimin bulduğu ve yayımladığı tartışılmaktadır. Bunun yanı sıra, bazı yazarlar tarafından, bu kanunnâmenin I. Selim değil, Kanunî dönemine ait olduğu şeklinde iddialar da bulunmaktadır. Bu nedenle, öncelikle I. Selim kanunnâmesi üzerine yapılan yayınlara yer verilerek bu tartışmalar ele alınacaktır. I. Selim Kanunnâmesine ilişkin bilinen ilk neşriyat, Tveritinova tarafından yapılmıştır. Ancak kanunnâmeyi gün yüzüne çıkaranın kim olduğu hususunda literatürde farklı ifadelere rastlanmaktadır. A. Akgündüz, Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesinden ilk defa Tveritinova’nın haberdar olduğunu söylese77 de, bunun doğru olmadığı Hadiye Tuncer’in ifadelerinden anlaşılmaktadır. Tuncer, bu eseri 1967 yılında Leningrad Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulmuştur. Nitekim Tuncer kanunnâmeyi ilk bulanın kendisi olduğunu ve Anna Tveritinova’nın bu hususu, 1970 yılında, Türk Tarih Kongresi’nde dile getirdiğini ve Türkkaya Ataöv’ün de kanunnâmenin asıl nüshalarını kendisinden alarak Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bastırdığını ifade etmektedir.78 76 Mithat Sertoğlu, Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay., 1992, s. 8. 77 Bkz.: Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. III, s. 85. 78 Hadiye Tuncer, Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi, Ankara: Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı Yay., 1987. Ayrıca bkz.: Türkkaya Ataöv, SBFD, c. XXIV, sy. 4.
170
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Tveritinova’nın I. Selim Kanunnâmesine ilişkin olarak yayımladığı kitap Moskova’da SSCB Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü tarafından _____ _KOHOB C__TAHA CE ___A I adıyla bastırılmıştır. Yazar, Rusça kitabın içerisine Türkçe metni de koymuştur. Eserde “Sultan I. Selim’in Kanunnâmesi ve Osmanlı Kanunnâmeleri Arasındaki Yeri” başlıklı Türkçe bir metne de yer verilmektedir. Asıl Osmanlıca metnin de yer aldığı eserde, bir de Osmanlıca-Rusça kavram indeksi yer almaktadır. Eserde I. Selim Kanunnâmesine ilişkin genel izahlarda bulunulmakta olup herhangi bir mukayeseli neşriyat söz konusu değildir. Zaten neşredilen ilk nüsha olması ve o dönemde başka nüshalarının henüz ortaya çıkmamış olması hasebiyle bu mümkün de değildir. İnalcık, Tveritinova’nın bu eserinde verdiği bazı bilgilerin yanlış olduğunu ifade etmektedir.79 Pulaha ve Yücel de, Tveritinova’nın verdiği transkripsiyonun hatalı olduğunu iddia etmektedirler. Bu nedenle Tveritinova’ya ait bu eserin de dikkatli kullanılması gerekmektedir. Tveritinova’nın yayımladığı bu nüsha bilahare, metni ilk bulduğunu söyleyen Hadiye Tuncer tarafından da neşredilmiştir. Tuncer’in verdiği bilgilere göre, Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi Hicri 971 tarihli olup, Leningrad Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshadır. Eserin “Takdim” kısmında ifade edildiğine göre, eser Yavuz Sultan Selim’e ait olan esas kanunnâmeden lâlettayin biri tarafından kopya edilmiş noksan bir metindir. Kopya edenin ismi belli değildir. Yazar, daha önce de ifade ettiğimiz gibi kanunnâmeyi ilk bulanın kendisi olduğunu ve Anna Tveritinova’nın bu hususu, 1970 yılında, Türk Tarih Kongresi’nde dile getirdiğini ve Türkkaya Ataöv’ün de kanunnâmenin asıl nüshalarını kendisinden alarak Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bastırdığını, ancak Ataöv’ün kanunnâmeyi aktarırken bazı hatalara düştüğünü ifade etmektedir. Tuncer, kanunnâme yazarının her sayfada çıkıntılar yaparak kendi fikirlerini kanun dışı olarak eklediğini, Ataöv’ün ise bunları başka birisi tarafından yazılmış değerlendirmeler olarak takdim ettiğini söylemektedir. Tuncer, kitabın son sayfalarının ise Ataöv’ün söylediği gibi bir vakfiyenâme değil, gelmiş geçmiş ve gelecek padişahlar için yazılmış bir dua olduğunu, manzum değil nesir olduğunu ifade etmektedir. Tuncer’in eserinde, kanunnâmenin bugünkü konuşma diline aktarılmış hali ve bunun ardından da kitabın bugünkü harflerle aslına yer verilmekte, daha sonra da kanunnâmenin Osmanlıca varaklarına ait örnekler sunulmaktadır. I. Selim Kanunnâmesi, bir de Pulaha ve Yücel tarafından neşredilmiştir. Aynı yazarlarca değişik tarihlerde neşredilen iki ayrı baskıda bazı farklılıklar görülmektedir. İkinci baskının biraz daha genişletilerek, I. Selim Kanunnâmesinin farklı bir nüshasının da eklenmesi ile yayımlandığı müşahede edilmektedir. 1988 yılında yapılan ilk baskıda, yazarlar Osmanlı kanunnâmelerinin muh79 Halil İnalcık, “Suleiman The Lawgiver...”, s. 138.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
171
tevaları itibarıyla yeterince incelenmediğini söylemekte ve kanunnâmelerin yayımlanmaya başlanmasıyla ilgili bilgiler vermektedirler. Fatih’in kanunnâmelerinden birinin M. Arif tarafından yayımlandığı, bir başkasının daha sonra transkripsiyon olarak Ö. L. Barkan tarafından yeniden basıldığı ve orijinal metin ve Almanca çevirisi ile birlikte Kraelitz tarafından yayımlandığı, I. Selim Kanunnâmesinin fotokopi ve Rusça çevirisi olarak Tveritinova tarafından neşredildiği, Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarına ait kanunnâmenin orijinal metin olarak M. Arif ve tenkitli inceleme notlarıyla birlikte Sırp-Hırvatça çevirisinin de H. Hadzibegic tarafından neşredildiği, yine Kanunî Sultan Süleyman kanunnâmesinin Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve diğer Osmanlı hukukçularının açıklamalarıyla M. Fuad Köprülü80 tarafından orijinal metin olarak ve ayrıca Kanunî Sultan Süleyman’ın ve de I. Ahmed’in (1603-1617) kanunnâmeleriyle fotoğraf çoğaltması ve Bulgarca çevirisinin G. Galabov tarafından yayımlandığını ifade eden yazarlar, bu yayınların çoğunlukla güncel tarih araştırmalarının icaplarına hiç cevap vermeyen çeşitli bilimsel ölçüler üzerine kurulduğunu, oysa bu hususta ancak Arapça alfabeyle yazılmış orijinal metni, transkripsiyon ve fotoğraf reprodüksiyonları ile birlikte ve Osmanlı İmparatorluğu’nun birbirinden oldukça uzak çeşitli yerlerinde kullanılmış bir yığın elyazması metinleri göz önünde bulundurarak daha titiz bilimsel kriterler kullanmakla iyi sonuçlar alınabileceğini ifade etmektedirler. Yazarlar, Tveritinova’nın yayımladığı metnin sadece Rusça ve fotokopi olduğunu ve tatmin edici olmaktan uzak olduğunu, metnin Arap alfabesiyle yazılmış orijinal dilde oluşturulmadığını, ona ilişkin transkripsiyonun da hatalı olduğunu söylemektedirler. Kendi yayınlarının ilk defa gün ışığına çıkartılan ve “Kanunnâme-i Cedid” diye adlandırılan XVI. yüzyılın ikinci yarısına ait bazı kanunları da içerdiğini ifade etmektedirler. Bu eserde yayımlanan kanunnâmeler iki el yazmasından çıkarılmıştır. Biri Arnavutluk Merkez Arşivi’nde,81 ikincisi de Tirana Milli Kütüphanesi’nde82 bulunmaktadır. I. Selim Kanunnâmesinin önemine işaret eden yazarlar, bu kanunnâmenin mevzuatın gelişmesine işaret edip var olan bir boşluğu doldurduğunu, I. Selim Kanunnâmesinin genel bir karaktere sahip olup özel vilayetleri ilgilendiren yasaları ihtiva etmediğini, yapısı ve muhtevası itibarıyla I. Selim Kanunnâmesinin, Fatih’in Kanunnâmesinden Kanunî Sultan Süleyman’ın kanunnâmesine kadar geçen süreçte Osmanlı kanun düzeni ve 80 Bu kanunnâmenin neşrini Fuad Köprülü’ye atfetmek doğru olmasa gerektir. Çünkü kanunnâmeyi neşreden Köprülü değildir. Sadece Köprülü’nün kütüphanesinde mevcut olan kanunnâme MTM tarafından ödünç alınarak dergi tarafından neşredilmiştir. Pulaha ve Yücel’de olduğu gibi, bu alanda yayımlanan daha pek çok eserde görülen bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekir. 81 Yazarların verdiği bilgiye göre, bu nüsha “Belgeler Kolleksiyonu” nr. 143, Belge nr. 127, s. 2697’de yer almaktadır. 82 Yazarların verdiği bilgiye göre, bu nüsha “154 g. 25”, s. 1-74’de yer almaktadır.
172
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
yönetiminin genişlemesi, tamamlanması ve geliştirilmesi yolunda bir ara yolu temsil ettiğini ifade etmektedirler. Neşir metodu açısından bakıldığında ise, eserde, tanıtım kısmından sonra kanunnâmenin bugünkü harflerle transkripsiyonu yer almakta, dipnotlarda da mukayeseli metinler karşılıklı olarak değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Daha sonra, kanunnâmenin matbu Osmanlıca metni verilmekte ve önceki kısımdaki dipnotlar burada da aynen yer almaktadır. Ardından kanunnâmenin tıpkı basımına yer verilmektedir. Akgündüz ise I. Selim Kanunnâmesine ilişkin Pulaha ve Yücel neşirleri hakkında, bu yazarların Arnavutluk Tirana Milli Kütüphanesi’nden alarak yayımladıkları nüshanın Yavuz Sultan Selim’e değil Kanunî’ye ait olduğunu, Yavuz Kanunnâmesine benzer tarafları olsa da kanunnâmeden sonra zikredilen kanun hükümlerinin kendi kanaatini teyid ettiğini ifade etmektedir.83 Buna mukabil Pulaha ve Yücel’in 1995 yılında adı geçen eserlerinin ikinci baskısında ise bir çok iddiaya cevap olarak I. Selim Kanunnâmesinin 17 Haziran 1520 tarihli İstanbul’da düzenlenen bir nüshanın ellerine geçtiğini ifade ederek bu metni, orijinal metin ile birlikte neşrettikleri görülmektedir. Başka bir deyişle, kitabın bir önceki baskıdan farkı, ikinci kısımda 17 Haziran 1520 tarihli I. Selim Kanunnâmesinin yeni bulunmuş bir nüshasına yer verilmiş olmasıdır. Bu kısımda sadece Yaşar Yücel’in adı yer almaktadır. Giriş kısmında yeni bulunan nüsha hakkında kısa bir bilgi yer almakla birlikte, kanunnâmenin nerede bulunduğuna ait bir açıklama yoktur. Sadece İstanbul’da düzenlenmiş olduğundan söz edilmektedir. Kanunnâmenin bugünkü alfabe ile transkripsiyonu dipnotlarda kısa açıklamalarla birlikte verilmiş, ardından da metnin tıpkı basımı eklenmiştir. Belli Bir Meslek veya Kurumla İlgili Kanunnâmeler Literatürde yer verilen bazı kanunnâmeler, kökleri geçmişte yer alan belli bir meslek veya kurumla ilgili olmaları açısından önemli görülerek konuyla ilgili eserler içerisinde neşredilmiştir. Bunlardan birisi Abdullah Uysal’ın Zanaatkârlar Kanunu (Kanunnâme-i Ehl-i Hiref) adlı eseridir. Ancak bu eser de ilmî olmayan kanunnâme neşir örneklerinden birisidir. Çorum ili İskilip Halk Kütüphanesi’nde 1293/1 demirbaş numarası ile kayıtlı tek yazma nüsha olduğunu belirtilen bu kanunnâme, sadeleştirilerek okuyucuya sunulmuştur. Kanunnâme, 1650 tarihinden sonra kaleme alınmıştır. Eserin sonunda “Deyimler ve Terimler Sözlüğü”ne yer verilmiş olup kitapta bu kanunnâmeye ilişkin olarak bunlardan başka herhangi bir katkı, yorum veya izah yoktur. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin esasını oluşturduğu ifade edilen bir kanunnâme Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un 1210/1795 Tarihli Kanunnâ83 Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. III, s. 86
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
173
mesi adıyla Kâzım Çeçen ve Celal Şengör tarafından neşredilmiştir. Kitapta bahis konusu kanunnâmenin İstanbul Teknik Üniversitesi’nin en eski kanunnâmesi olduğu ifade edilmektedir. Belirtildiğine göre, kanunnâme, Sultan III. Selim tarafından hazırlattırılmış, IV. Mustafa devrinde [1807] de bazı ilaveler yapılmıştır. Eserde, Sultan III. Selim ve Sultan III. Mustafa’yı resmeden bir minyatür de yer almaktadır. Mühendishâne’nin kuruluşu ile ilgili tarihî bilgilerin verildiği eserde, hem fermanın –Osmanlıca ve Latin alfabesi ile- aslı, hem de anlam olarak bugünkü dile adapte edilmiş şekli verilmiştir. Kitapta sunuş dışında başkaca bir izah yoktur. Herhangi bir değerlendirmeye de rastlanmamaktadır. Musa Çadırcı “Nizam-ı Cedid Ortasının Teşkili ve Nizam-ı Cedid Askeri Kanunnâmesi” adlı makalesinde, III. Selim döneminin siyasî ve malî bunalımlarına temas ederek, Nizam-ı Cedid askerinin teşkil sebepleri hakkında bazı bilgiler vermektedir. Makalede Nizam-ı Cedid askerlerinin, imparatorluğun hangi bölgelerinde teşkil edildiği hususuna dair bilgiler de yer almaktadır. Kanunnâme, Ankara Şer‘iye Sicillerinden 201 numaralı defterde mevcut olup, defterdeki kayıt numarası 104’tür. Yazarın belirttiğine göre bu kanunnâmeye az çok benzeyen ve Elhac İbrahim Efendi tarafından III. Selim’e sunulmuş olan bir tezkere de vardır. Bu durum da gösteriyor ki bu tezkere değiştirilip kanunnâme şekline sokulduktan sonra, İbrahim Efendi’nin mührü ile mühürlenip sancaklara gönderilmiştir. Makalede bu açıklamalardan sonra kanunnâmenin kısa bir özeti yapılmış ve ardından da kanunnâmenin sureti bugünkü harflerle, imla hataları dahil, hiçbir ilave ve düzeltme yapılmadan yayımlanmıştır. Burada teknik anlamda bir kanunnâme neşrinden ziyade tarihî bir olayın izahı için bir kanunnâme metninin kullanılması söz konusudur. Gani Özden tarafından tanıtımı yapılan bir kanunnâmede de özellikle Osmanlı Devleti’nin denizcilik alanındaki faaliyetleri ve yapmak istedikleri çerçevesinde yapılmış bir neşriyat söz konusudur. Kanunnâme, Kaptan-ı Derya Mezemorta Hüseyin Paşa tarafından Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa’nın emriyle “Bahriye Teşkilat Kanunu” olarak hazırlanmıştır. Yayın tarihi bilinmemekle birlikte, bu kanunnâmeden beş yıl önce -1107 yılı Receb ayı başlarında- kısa bir Bahriye Kanunnâmesi daha çıkarılmıştır. Makalede, Bahriye Kanunnâmesinin metin ve içeriği hakkında özet bilgiler verilmektedir. Herhangi bir başka nüshayla mukayesesine rastlanmayan bu örnekte de, bilimsel metotlar yerine tanıtım amaçlı bir neşir faaliyeti söz konusudur. Belli bir mesleği ilgilendiren kanunnâme neşir örneklerinden bir diğeri de, Vakıflar Teftiş Heyeti Reisi Halim Baki Kunter’in “Atıcılar Kanunnâmesi” adlı makalesinde karşımıza çıkar. Makalenin girişinde ok ve yayın harplerde kullanılması ve Türkler açısından önemine dair açıklamalar yer almaktadır. Yazar, iki eserin İstanbul Okmeydanı’nın tarihî açısından önem taşıdığını ifade etmektedir. Bunlardan birisi “Kanunnâme-i Rumât” denilen Atıcılar Kanunnâ-
174
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
mesi, diğeri ise “Atıcılar Sicili”dir. Atıcılar Sicili, h. 1093 senesinden h. 1322 tarihine kadar [m. 1682-1905] İstanbul Okmeydanı’nda kabza alan kemankeşlerin isimlerini ve kabza aldıkları tarihi göstermektedir. Toplam 29 sayfada 19 fasıldan mürekkep olan Atıcılar Kanunnâmesi 1102/1691 tarihinde yazılmıştır. Kanunnâmede ilk dokuz fasıl spor muaşeretine ve adabına aittir. Bundan sonraki on fasıl ise, uzun mesafeye veya hedefe atış usullerine, menzillere, atış müsabakalarına ve kazananlara verilecek mükafatlara aittir. Makalede kanunnâmenin ilk üç sayfasının fotoğrafları ile yeni harflere çevrilmiş olarak kanunnâme metninin tamamı yer almaktadır. Yazar, kanunnâmenin kendisine son Türk kemankeşi Vakkas Okatan tarafından verildiğini ve kanunnâmenin kendi hususî kütüphanesinde bulunduğunu yazmaktadır. Bu alana ilişkin bir başka örnek, Turan Gökçe’nin neşrettiği Vüzera Kanunnâmesi’dir.84 Bu kanunnâmenin Maliyeden Müdevver defterler arasında mevcut olan 1208-1211/1793-1796 tarihli Vüzera Defteri’nin baş tarafında yer aldığını ifade eden yazarın belirttiğine göre, 1793 tarihli Vüzera Kanunnâmesi yedi bölümden ibaret olup vezaret müessesesinin bünyesinde beliren rahatsızlıklardan kaynaklanan problemler ve bunların halli için öngörülen kanun hükmündeki emirlerin kaydedilmiş olduğu bir metindir. Giriş kısmında vezirlik kurumu hakkında bilgilerin de verildiği makalede, kanunnâmenin bugünkü harflerle metnine ve ardından Osmanlıca asıl metne de yer verilmiştir. Burada da ilmî usullerle bir kanunnâme neşrinden söz edilemez. XIX. Yüzyıl Kanunnâmeleri Kanunnâmelerin şekil ve içeriği XIX. yüzyılda, önceki dönemlere göre farklılaşır. Bu dönemde devletçe çıkarılan kanunnâmeler, Osmanlı döneminde modern kanun örneklerinin ilkleridir. Kanunnâmelerin bu dönemde matbaa yoluyla basılıp çoğaltılması, daha önceki dönemler için geçerli olan nüsha farklılığı problemini ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle artık birden fazla nüshanın mukayese edilerek neşrine ihtiyaç kalmamıştır. Bu dönem için önemli olan, neşredilen kanunnâmelerin amacı ve devlet siyaseti açısından anlamıdır. Nitekim XIX. yüzyıla ait kanunnâmelere ilişkin neşriyata baktığımızda bu farklılık derhal göze çarpmaktadır XIX. yüzyıla ait Osmanlı kanunnâmelerinden olan Kanunnâme-i Ticaret hakkında yapılmış bir neşriyat Gürzumar’lar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu eserde kanunnâme hakkında verilen genel bilgiler yanında, kanunnâmenin içeriğini oluşturan kara Ticareti (ticaret, şirketler, komisyoncu, poliçeler, iflas, konkordato, sigorta), deniz ticareti (gemi, navlun, tahmiliye senedi, deniz istik84 Turan Gökçe, “Vüzera Kanunnâmesi”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, 1993, sy. 8.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
175
raz mukaveleleri, gemi sigortası, avarya), Ticaret Mahkemeleri (kuruluş, teşkilat, çalışma usulleri), Ticaret Davalarında Muhakeme Usulü (davanın açılması ve sonlandırılmasına kadar geçen prosedür) hakkında ayrı başlıklar altında bilgiler verilmektedir. 315 maddeden oluşan kanunnâmeyle birlikte, kanunnâmeye yapılan zeyller ve -“İflas Hükümlerine Dair Ek Kanun”, “Sigorta Muamelatına Dair Kanun”, “Kanunnâme-i Hümayun-i Ticaret-i Bahriyye ve Zeyilleri”, “Usul-i Muhakeme-i Ticarete Dair Nizamname”, “Çekler Hakkında Kanun” vb. gibi- çeşitli kanunlar da yer almaktadır. Esasen bu dönemde klasik döneme nazaran matbu usule geçildiğinden, nüsha farklılığı gibi bir şey de mevzubahis değildir. Bu nedenle kanunnâmenin neşri konusunda herhangi bir problemle karşılaşılması da söz konusu olmamaktadır. Burada önemli olan, belki de kanunnâmenin ifade ettiği anlam ve uygulama biçimi hakkında daha geniş bir incelemeye duyulan ihtiyaçtır. Özellikle aynı anda hem şer‘î hukuka ait ticaret hükümleri, hem de Batı hukuku esaslı bir kanunun birlikte nasıl uygulandığı hakkında zihin yormak daha isabetli olurdu. XIX. yüzyıl Osmanlı kanunnâmelerinin klasik dönem kanunnâmelerinden bir ölçüde farklılık taşıması bir yana, genellikle bu dönemde çıkarılan kanunnâmelerin neşir ve yorumları da farklılaşmaktadır. Pertev Bilgen’in 1840 tarihli Ceza Kanunnâmesini değerlendirme tarzı hakikaten farklılık arz eder. Burada kanunnâmenin metin olarak neşrinden ziyade içerik itibarıyla değerlendiriliş tarzı önem taşımaktadır. Bu makale, 1840 tarihli Ceza Kanunnâmesini değişik bir bakış açısıyla ele almaktadır. Değerlendirmede kanunnâmenin getirdiği düzenlemelerin hukuk devleti ilkesi açısından yorumlandığı görülmektedir. Özellikle burada Osmanlı Devleti’ne ait birtakım siyasî belgelerin değerlendirilmesinde doğru bir metotla meseleye yaklaşılarak, siyasi metinlerde ortaya konulan ilkelerin teminatının bu gibi kanunnâmelerde yer aldığı ve kanunnâmenin Osmanlı kamu hukukunun en önemli belgesi olduğu ifade edilmektedir. Öte yandan yazar, Ceza Kanunnâme-i Hümayunu’nun Fransız Ceza Kanunu’ndan yararlanılarak veya kısmen tercüme edilerek hazırlandığı yolundaki hakim görüşün de doğru olmadığını ifade etmektedir. XIX. yüzyılda Osmanlı devleti tarafından hukuk alanında çıkarılan en önemli kanun hiç şüphesiz Mecelle’dir. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye nazırı Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığında kurulan bir cemiyet tarafından hazırlanan Mecelle, 100 maddelik Mukaddime kısmı ile bunu takibeden diğer onaltı kitapta toplam 1851 maddeden ibaret bir kanundur. Mecelle tek bir bütün olarak değil değişik tarihlerde hazırlanmış kitaplar halinde irade-i seniyyeleri alınarak yürürlüğe konulmuştur. Kanunun tamamının hazırlanması yaklaşık sekiz sene (7 Muharrem 1286/19 Nisan 1869’dan başlayarak 26 Şaban 1293/16 Eylül 1876’ya kadar)sürmüştür.85 Mecelle hakkında oldukça çok sayıda neşriyat yapılmıştır. 85 M. Akif Aydın, İslam ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul 1996, s.78-79.
176
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Yalnızca Türkçe olarak değil Arapça ve Fransızca eserler de neşredilmiştir. Örneğin Dimitraki Nicolaides tarafından Osmanlıcadan Fransızcaya tercüme edilen Code Civil Ottoman adlı eser Cevdet Paşa’nın Mecelle üzerine yazdığı eserin tercümesidir. Öte yandan Ali Haydar tarafından yazılmış olan ve en geniş Mecelle şerhi olarak karşımıza çıkan Dürerü’l Hükkâm Şerhü Mecelleti’l Ahkâm adlı eser hem Osmanlıca hem de Arapça olarak neşredilmiştir. Aynı şekilde Atıf Bey tarafından sadece Mecelle’nin genel hükümlerinin şerhini içeren Mecellei Ahkâm-i Adliye Şerhi de bu konuda yazılmış önemli bir eserdir. Bu alanda yazılmış eserler arasında Hacı Reşit Paşa’nın Ruhu’l Mecelle’si ile H. M. Ziyaüddin’in Mecelle-i Ahkâm-i Adliye Şerhi adlı eserleri de dikkate alınması gereken eserlerdir. Yukarıda adları belirtilen eserlerde Mecelle hakkında değerlendirmeler yapılırken daha çok tek tek maddelerin ve bu maddelerde yer alan kelimelerin anlam ve içeriklerini ifade eden açıklamalara rastlanır. Bu yönüyle diğer kanunname neşirlerinden oldukça farklı bir usule göre neşredilmişlerdir. Mecelle üzerine modern dönem hukukçuları tarafından yapılmış neşir ve çalışmalar da vardır. Bunlar arasında Osman Öztürk tarafından yazılmış Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle adlı eser ile Osman Kaşıkçı tarafından yazılan İslam ve Osmanlı Hukukunda Mecelle adlı eserler önem taşır. XIX. yüzyıla ait önemli bir kanunnâme 1858 tarihli Arazi Kanunnâmesi’dir. Yukarıda kanunnâmeleri kategorize ederken değinildiği üzere bilimsel olmayan kanunnâme neşri örneklerinden birisi de Orhan Çeker’in Arazi Kanunnâmesi adlı eseridir. Eser, 1319 tarihli Mahmud Bey Matbaası baskılı Arazi Kanunnâme-i Hümayunu Şerhi’nden bugünkü dile aktarılmıştır. Ancak yazar, bu şerhin kime ait olduğundan bahsetmemektedir. Kitabın sonunda bir lügatçe kısmı yer almakta ve kanunda geçen kelimelerin karşılıkları verilmektedir. Ancak bu lügatçenin de dikkatli kullanılması gerekmektedir. Çünkü lügatçede yer alan bir kısım tabirler için verilen karşılıkların o tabirleri ifade etmemekte olduğu görülmektedir. Örneğin “düstûru’l-amel” tabiri “iş yasası” olarak karşılanmıştır ki Arazi Kanunnâmesi içinde geçen böyle bir tabirin “İş Yasası” ile bir alakasının olmayacağı açıktır. Kitapta kanunnâme ile ilgili hiçbir değerlendirme yer almamaktadır. Sadece kanunnâmenin bugünkü harflere intikali ile yetinilmiştir. Orhan Çeker tarafından neşredilen bir başka kanun ise, Nafaka Kanunu adlı kitaptır. Yazar, bu eserinde Mecelleden ayrı ve onun eksik bıraktığı bir konu olarak nafakaya ilişkin hususların ele alınıp düzenlendiğini ifade etmekte ve 634 madde olarak hazırlanmış kanunu bugün kullanılan harflerle, sadeleştirmeden aynen neşretmiştir. Kitabın sonunda ise bir lügatçeye yer verilmektedir. Kitabın başında yer alan Takdim kısmındaki kısa bir iki cümlelik açıklamalar dışında kanunla ilgili herhangi bir izah ve açıklama yer almamaktadır. Fakat bu eserle ilgili asıl dikkat edilmesi gereken husus, Çeker’in 1915’de yürürlüğe girdiğini söylediği bu kanunun aslında hiçbir zaman resmi olarak yürürlüğe gir-
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
177
memiş olmasıdır. Osmanlı Devleti döneminde hazırlanan bu kanun resmen yürürlüğe konmamış dolayısıyla uygulanma imkânı da kazanmamıştır. Bu nedenle yazarın hiçbir zaman yürürlük imkanı bulmamış bu kanunu Osmanlı Devleti’nde uygulanmış gibi neşretmesi doğru değildir. Sancak ve Vilayet Kanunnâmeleri Osmanlı kanunnâmeleri içerisinde özel bir yere sahip olan sancak ve vilayet kanunnâmeleri de bazı eserlerde neşredilmiştir. Bunlardan birisi de Zeki Arıkan’ın Çemişgezek Livası’na ilişkin olarak neşrettiği kanunnâmedir. Yazar makalesinde, yapılan tahrirler sonucunda tanzim edilen mufassal defterlerin başına konulan kanunnâmelerin sosyal, ekonomik ve mahalli tarih araştırmaları açısından önemine değinerek, kanunnâmenin mufassal defterlerin ayrılmaz bir parçasını teşkil ettiği ve aynı zamanda defterlerin anlaşılmasını ve kullanılmasını da kolaylaştırdığı ifade etmektedir. Yazar, makalesinin 9 numaralı dipnotunda yakın zamanlara kadar Sultan Süleyman Kanunnâmesi olarak bilinen kanunnâmenin [Mehmed Arif, Kanunnâme-i Al-i Osman, İstanbul, 1329], 1492-1501 yılları arasında düzenlendiğinin anlaşıldığını ifade etmektedir. Makalede, 1518 tarihli tapu defterinde yer alan Çemişgezek Livası Kanunnâmesi ile bu sancağa ait 1541 tarihli mufassal defterin başında yer alan Kanunnâmei Vilayet-i Çemişgezek adlı iki kanunnâmeden bahsedilerek Ö. L. Barkan’ın yayımladığı Çemişgezek Livası Kanunnâmesi’nin 1541 tarihli olan kanunnâme olduğunu ifade etmektedir. Yazar, her iki kanunnâme arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıkların da bulunduğunu belirterek, her iki kanunnâmedeki ifade ve ibareleri karşılaştırmaktadır. Makalede ayrıca “Ekler” başlığı altında “1518 Tarihli Çemişgezek Livası Kanunnâmesi”, “1526 Tarihli İcmal Defteri Özeti”, “1526 Tarihli Arapkir Livası Kanunnâmesi” adlı üç kanunnâmeye yer verilmiştir. Arıkan’ın neşrettiği bir diğer kanunnâme de, Manisa Şer‘iye Sicilinde yer alan bir kanunnâmedir. Yazar burada 1 numaralı defterde yer alan başı ve sonu eksik bir kanunnâmeyi incelemektedir. Kanunnâmenin nereye ait olduğunun belli olmadığını söyleyen yazar, tahminî olarak kanunnâmenin Saruhan sancağına ilişkin olup olmayacağı üzerinde durmaktadır. Sicildeki kanunnâmeyi Hüdavendigar, Aydın, Germiyan sancaklarının kanunlarıyla karşılaştıran yazar bu kanunnâmeler arasındaki benzerlikler üzerinde de durmaktadır. Yazar, kanunnâmenin Manisa mahkemesinde amel olunan Kanunnâme-i Sultanî ile benzerlikleri olduğunu ifade ederek, bu kanunnâmenin Saruhan sancağı kanunnâmesinin bir parçası olduğunda karar kılmaktadır. Daha sonra da kanunnâmenin metni bugünkü harflere çevrilerek verilmekte, son sayfada ise kanunnâmenin suretinin ilk sayfasının fotoğrafı yer almaktadır.
178
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Yayımladığı kanunnâmeye ilişkin olarak hiçbir yorum, mukayese, değerlendirme içermeyen neşriyatlardan biri de Leyla Karahan’ın Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıkan Bayburt Kanunnâmesi adlı eseridir. Kitabın kapağında Bayburt Kanunnâmesi olarak yazılan ifade, iç kapakta Bayburt Sancağı Kanunnâmesi şeklindedir. Yazar, 1530 tarihli olan bu Bayburt Sancağı Kanunnâmesi’nin İstanbul Devlet Arşivi’nde Tapu 966 (s. 91-98)’de kayıtlı olduğunu ifade etmektedir. Bu kanunnâmenin metni daha önce İsmet Miroğlu tarafından da XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı isimli eserde neşredilmiştir. Kitapta kanunnâme önce sadeleştirilmiş haliyle, daha sonra da Osmanlıca aslının bugünkü harflere çevrilmiş haliyle neşredilmiştir. Eserin sonunda yer alan “Notlar” kısmında ise kanunnâme içinde geçen bazı terimler açıklanmaya çalışılmıştır. Bu kısmı, tek sayfalık bir “Bibliyografya” kısmı takip etmektedir. Eserin sonuna metnin tıpkıbasımı da eklenmiştir. Herhangi özelliği olmayan bir neşriyattır. Yazar, notlar kısmında İsmet Miroğlu, İnalcık, Pakalın, Barkan ve Neşet Çağatay gibi yazarlara atıfta bulunarak kanunnâmede geçen ibareleri açıklamaya çalışmaktadır. Herhangi bir başka metinle mukayese mevcut olmadığı gibi, daha önce de ifade edildiği üzere, herhangi bir yoruma da yer verilmemiştir. Kanunnâmenin orijinal metninde bazen metin kenarına yazılmış ve ana metne eklenen ifadeler Türkçe metin içerisine yerleştirilmiş, ama hiçbir şekilde izah konusu yapılmamıştır. Belli bir vilayete ait kanunnâmelerin toplu şekilde neşrine bir örnek, Akif Erdoğru’nun “Karaman Vilayeti Kanunnâmeleri” adlı makalesidir. Yazar, bu makalede Karaman vilayeti kanunnâmelerinin, daha önce kimler tarafından yayımlandığını belirtmekte ve bunların toplu bir değerlendirmesinin hiç kimse tarafından yapılmadığını ifade etmektedir. Bu makalesinde Karaman vilayetine ait bütün kanunnâmeleri bir araya topladığını ifade eden yazar, kanunnâme hazırlamanın temel amacının reayayı korumak olduğunu ve memleket nizamı, İslam hukuku ve Osmanlı Kanunlarına aykırı hükümlerin tespit edilip kanun olmaktan çıkarıldığını, padişahın tahta çıktığında güvenilir bir kişiyi vilayetlere gönderip şer‘a ve Osmanlı kanunlarına aykırı hükümleri tespit ettirdiğini, kaldırılan kanunların bir kitap haline getirilip herkese bildirildiğini, kanunnâmeler hazırlanırken eski kanunlar, kaziyye ve fehvaların ve resmi belgelerin dikkate alındığını belirtmektedir. Makalede, “1518 Tarihli Karaman Vilayeti Kanunnâmesi”, “1522 Tarihli Karaman Vilayeti Kanunnâmesi”, “1575 Tarihli Karaman Vilayeti Eşkinci Kanunu”, “Kanunnâme-i Vilayet-i Karaman (Paris Milli Kütüphanesi no:85)”, “Kanunnâme-i Vilayet-i Karaman (hicri 996 tarihli, Tapu ve Kadastro Arşivi no:104)” olmak üzere toplam beş adet kanunnâmeye yer verilmektedir. Ancak kanunnâmeler arasında herhangi bir mukayese veya kanunnâmelerle ilgili herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
179
Revan vilayetine ait 1590 tarihli bir kanunnâme Hasan Babacan tarafından neşredilmiştir.86 Kanunnâmeler ve sancak kanunnâmeleri hakkında bilgi verilen makalede, kanunnâmenin ait olduğu Revan vilayeti hakkında da tarihî bilgiler yer almaktadır. BOA, 633 no’lu Tapu Tahrir Defterinde yer alan kanunnâme, yazarın ifadesine göre, ilk defa kendisi tarafından neşredilmiştir. Makalede kanunnâmenin bugünkü Türkçe’ye aktarılmış metni ile birlikte Osmanlıca metnin fotokopisi de yer almaktadır. Belirtilenler dışında kanunnâmenin herhangi bir mukayesesine yer verilmiş olmayıp sadece metin neşri ile yetinilmiştir. Bunların dışında, doğrudan kanunnâme neşri amacı taşımayan ancak içerisinde konuyla ilgili birtakım kanunnâmelere yer verilmiş eserlere de rastlanır. Bunlardan biri Osman Nuri Ergin’in Mecelle-i Umur-ı Belediye adlı eseridir. Aynı şekilde Uriel Heyd tarafından yazılmış önemli bir eser olan Studies in Old Ottoman Criminal Law adlı kitapta da, Osmanlı ceza kanunnâmelerine yer verilmiştir. Benzer biçimde Yavuz Ercan’ın yazdığı Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar adlı eserde de kanunnâme örnekleri yer almaktadır. Sonuç Buraya kadar anlatılardan anlaşılacağı üzere, kanunnâme neşri konusunda usul ve üslup farklılıkları bulunmaktadır. Bunun normal olduğu düşünülse bile bir kanunnâmenin neşri için asgari ölçüde de olsa, bazı esasların olması gerektiğini kabul etmek gerekir. Çünkü Kanunnâme neşrinde amaç sırf bir metni önüne arkasına sürekli tekrarlanan şeyleri ekleyerek bugünkü alfabeyle neşretmek değil, metin ve içerik açısından karşılaşılan problemleri çözmek olmalıdır. Kanunnâmelerin ilk neşir tarihlerinde mazur görülecek bu yaklaşımın bugün için bir anlam ifade ettiği söylenemez. Aksine bu tür neşirler araştırmacıların ihtiyacını karşılamayıp bu hususta inceleme yapanlar bir de yapılan neşirlerin doğru olup olmadığını, metinlerin doğru okunup okunmadığını, verilen bilgilerin geçerli olup olmadığını tetkik zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla emek ve zaman itibarıyla herhangi bir fayda sağlamamaktadırlar. Ciddî kanunnâme neşriyatı yapanlar vardır, fakat bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu nedenle, bundan sonra kanunnâme neşri yapacak olanların Osmanlıca metinleri sadeleştirmek suretiyle yayımlamakla yetinmek yerine, mevcut neşirleri tetkik ve tahlil edip birbirleriyle mukayesesini yapıp, kanunnâmelerin hangi sosyal veya hukukî ihtiyaç üzerine veya hangi şartlarda ortaya çıktıklarını derinlemesine ele almaları gerekir. 86 Hasan Babacan, “Osmanlı Kanunnâmelerine Bir Örnek: 1590 Tarihli Revan Vilayeti Kanunnâmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1994, sy. 4 1994, s. 145-163.
180
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Bibliyografya Acar, İsmail, “Osmanlı Kanunnâmeleri ve İslam Ceza Hukuku”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 13-14, İzmir, 2001, s. 53-68. Ahmed Refik, “Sultan Murad-ı Rabiin Hatt-ı Hümayunları”, TOEM, Yıl: 7, sy. 39, 1 Ağustos 1332. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri), c. I, İstanbul, 1990. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (II. Bayezid Devri Kanunnâmeleri), c. II, İstanbul, 1990. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Yavuz Sultan Selim Devri Kanunnâmeleri), c. III, İstanbul, 1991. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Kanunî Sultan Süleyman Devri Kanunnâmeleri, I. Kısım: Merkezi ve Umumi Kanunnâmeler), c. IV, İstanbul, 1992. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Kanunî Sultan. Süleyman Devri Kanunnâmeleri, II. Kısım: Kanuni Devri Eyalet Kanunnâmeleri I), c. V, İstanbul, 1992. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Kanunî Sultan Süleyman Devri Kanunnâmeleri, III. Kısım: Kanuni Devri Eyalet Kanunnâmeleri II), c. VI, İstanbul, 1993. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (Kanunî Sultan Süleyman Devri Kanunnâmeleri, Kanuni Devri Eyalet Kanunnâmeleri III; II. Selim Devri Kanunnâmeleri), c. VII, İstanbul, 1994. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (III. Murad Devri Kanunnâmeleri, III. Mehmed Devri Kanunnâmeleri), c. VIII, İstanbul, 1994. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, (I. Ahmet, I. Mustafa ve II. Osman Devri Kanunnâmeleri, h. 1012-1031/m. 1603-1622), c. IX, İstanbul, 1996. Akın, M. Zeki, “Osmanlı Kanunnâmelerine Göre Miri Arazinin Hukuki Durumu ve İntikali”, Adalet Dergisi, c. X, Ankara, Ekim 1950, s.1330-1351. Akın, M. Zeki, “İslam Miras Hukukunun Esasları ve Osmanlı Kanunnâmelerinde Buna Aykırı Hükümler”, Adalet Dergisi, c. XI, Ankara, Kasım 1950, s.1428-1446. Albayrak, Sadık, Budin Kanunnâmesi ve Osmanlı Toprak Meselesi, Tercüman 1001 Temel, Eser no: 28, [ts.; y.y]. Ali Haydar, Dürerü’l Hükkâm Şerh-i Mecelleti’l Ahkâm, İstanbul 1330. Ali Haydar, Dürerü’l Hükkâm Şerhü Mecelleti’l Ahkâm, trc. Fehmi Hüseyni, 1.bs., Beyrut 1991. Anhegger, Robert, “Eski Kanunnâmelerde Tekstil Ticaretine Ait Parçalar”, Türk Tekstil Mecmuası, 1997, c. I, sy. 11-12, s.16-18. Anhegger, Robert ve İnalcık, Halil, Kanunnâme-i Sultanî Ber Muceb-i Örf-i Osmanî, (II.Mehmed ve II.Bayezid Devirlerine Ait Yasaknâme ve Kanunnâmeler), Ankara: TTK Yay., 1956.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
181
Arıkan, Zeki, “1518 (924) Tarihli Çemişgezek Livası Kanunnâmesi”, Tarih Dergisi, 19831984, sy. 34, s. 101-122. Arıkan, Zeki, “Divriği Sancağı Kanunnâmeleri”, Belleten, 1998, c. LI, sy. 199-201. Arıkan, Zeki, “Bir Kanunnâme Sureti”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, 1987, sy. 3, s. 49-61. Ataöv, Türkkaya, “Sultan I. Selim’in Kanunnâmesi”, AÜSBFD, 1968, c. XXIV, sy. 4, s.125156. Atıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye Şerhi (Kavaid-i Külliye-i Fıkhiyye’nin İzahı), 3.bs., İstanbul 1339 Babacan, Hasan, “Osmanlı Kanunnâmelerine Bir Örnek: 1590 Tarihli Revan Vilayeti Kanunnâmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1999, sy. 4. Bardakoğlu, Ali, “Osmanlı Hukukunun Şer‘iliği Üzerine”, Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. VI. Barkan, Ö. L., “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Beye Ait Kanunlar”, Tarih Vesikaları, 1941, c. I, sy.2, s. 91-106 ve c. 1, sy. 3, s.184-197 Barkan, Ö. L., “XV. Asrın Sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar”, Tarih Vesikaları, 1941-1942, c. I, sy. 5, s. 326-340; c. II, sy. 7, s.15-40; c. II, sy. 9, s.168-177 Barkan, Ö. L, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, c. I, Kanunlar, İstanbul, 1943. Barkan, Ö. L., Osmanlı Kanunnâmeleri, Ankara, 1948. Barkan, Ö. L., “Türkiyede Sultanların Teşrii Sıfat ve Selahiyetleri ve Kanunnâmeler”, İÜHFD, 1946, c. XII, sy. 2-3, s. 713-733 Beldiceanu, Nicoara, Recherce Sur La Ville Ottomane au XV e Siècle, Paris: Etude et Actes, 1973 Beldiceanu, Nicoara, “Actes du Regne de Selim I Concernant Quelques Echelles Dambiennes de Valachie, de Bulgarie et de Dobrudja”, Südest Forschungen, 1964, sy. 33. Beldiceanu, Nicoara, Code de Lois Coutumieres de Mehmed II, Wiesbaden, 1967. Beldiceanu, Nicoara, Actes de Süleyman le Legislateur, [y.y.], 1967. Beldiceanu, Nicoara, Les Actes des Premiers Sultans, II, Paris, 1960. Beldiceanu, Nicoara, Lex Valachica dans un Kanunnâme du Sultan Selim I er, Leiden: E. J. Brill, 1957. Beldiceanu, Nicoara, Actes de Mehmed II et de Bayezid II du Ms. Fonds Turc Ancien 3, Paris, 1960. Beldiceanu, N. ve Beldiceanu, S. Irene, Reglement Ottoman Concernant le Recensement [y.y.; ts.]. Beldiceanu, Steinher Irene, Recherches Sur Les Actes des Regnes des Sultans Osman; Orkhan, Monachii, 1967. Bilgen, Pertev, “Osmanlı İmparatorluğunda Hukuk Devleti Fikri ve 3 Mayıs 1840 Tarihli Ceza Kanunnâme-i Hümayunu”, Toplum ve Ekonomi, 1991, sy. 2, s. 63-76. Christos, Alexander John, “Toward a History of Post-Byzantine Greece: The Ottoman Kanunnâmes for the Greek Lands, ca. 1500-ca. 1600”, Athens 1985.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
182
Çadırcı, Musa, “Ankara Sancağında Nizam-ı Cedid Ortasının Teşkili ve Nizam-ı Cedid Askeri Kanunnâmesi”, Belleten,1972, c. XXXVI, sy. 141, s. 1-13. Çağatay, Neşet, “Osmanlı İmparatorluğu Arazi ve Reaya Kanunnâmelerinde İlhak Edilen Memleketlerin Adet ve Kanunları ve Istılahlarının İzleri”, III.Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 1943. Çağatay, Neşet, “Osmanlı İl Kanunnâmelerinden Örnekler”, AÜHFD, c.II, sy. 2-3, s. 338352. Çeçen, Kâzım ve Şengör, A. M. Celal, Mühendishâne-i Berrî-i Hümayûn’un 1210/1795 Tarihli Kanunnâmesi, İstanbul: İ.T.Ü. Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, 1988. Çeker, Orhan, Arazi Kanunnâmesi, İstanbul: Ebru Yay., 1985. Çeker, Orhan, Nafaka Kanunu, İstanbul: Ebru Yay., 1985. Durdev, Branislav; Filipoviç, Nedim ve Hadzibegic, Hamid, Kanun-i I Kanun-nâme, Za Bosanski Hercegovacki, Zvornicki, Kliski, Crnogorski i Skadarski Sandzak, Saraybosna, 1957. Ercan, Yavuz, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, Ankara, 1986. Erdoğru, M. Akif, “Karaman Vilayeti Kanunnâmeleri”, OTAM, 1993, sy. 4. “Fatih’in Kanunnâmeleri”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Eylül 1340, c. IX-X, sy. 5 [82]. Galabov, Galab D., Turski İzvori Za İstoriyata Na Pravoto v Bilgarskite Zemi, Sofya, 1961. Gökbilgin, Tayyib, “Fatih Kanunnâmeleri”, Bilgi, 1952, sy. 63, s. 9-10 Gökçe, Turan, “Osmanlı Kanunnâmeleri ve Bir Kanunnâme Sureti Hakkında”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, 1990, sy. 5, s. 201-227. Gökçe Turan, “Vüzera Kanunnâmesi”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, 1993, sy. 8, s. 99-125. Gürzumar, Tekin, “Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivinde Bulunan Osmanlı Vilayet Kanunnâmeleri Üzerinde Bir İnceleme”, İdare Dergisi, c. XXVIII, sy. 244, Ankara, 1957, s. 98-132. Gürzumar, Fikri ve Gürzumar, Tekin, Kanunnâme-i Ticaret ve Zeyilleri, Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1962. H. M. Ziyaüddin, Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye Şerhi, Dersaadet, 1312. Hace Reşit Paşa, Ruhu’l Mecelle, 8c., İstanbul, 1326-1328. Hadzibegic, Hamid, “Kanun-nama sultana Sulejmana Zakonodavca iz prvih godina njegove vlade”, Glasnik Zemaljskog Muzeja u Sarajevu, Sveska, 1949-1950, sy. 4-5. Hadzibegic, Hamid, “Rasprava Ali Çauşa iz Sofije o timarskoj organizaciji u XVII Stoljeçu”, Glasnik Zemaljskog Muzeja u Sarajevu, 1947, sy. 2. Hammer, J. Die Staatsverfassung und Staatsverwaltung des Osmanischen Reiches, Viyana, 1815. Heyd, Uriel, Studies in Old Ottoman Criminal Law, Oxford, 1973. Heyd, Uriel, “Eski Osmanlı Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: S. Eroğlu, AÜİFD, 1983, sy. 26. İnalcık, Halil, “Osmanlı Hukukuna Giriş, Örfi-Sultanî Hukuk ve Fatihin Kanunları”, AÜSBFD, 1958, c. XIII, sy. 2.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
183
İnalcık, Halil, “Bursa Şeriye Sicillerinde Fatih Sultan Mehmed’in Fermanları”, Belleten, 1947, c.11, sy. 44, s. 693-708 İnalcık, Halil, “Türk Devletlerinde Sivil Kanun Geleneği”, Türkiye Günlüğü, Ankara 1999, sy. 58, s. 5-11. İnalcık, Halil, “Adaletnameler”, TTK Belgeler, 1967, c. II, sy. 3-4, s. 49-142. İnalcık, Halil, “Suleiman the Lawgiver and Ottoman Law”, Archivum Ottomanicum, 1969, c. I. İstanbul Kütüphaneleri Tarih-Coğrafya Yazmaları Katalogları, I. Türkçe Tarih Yazmaları, Fasikül 10: Kanunnâme ve Emirnameler, İstanbul, 1951. Karahan, Leyla, Bayburt Kanunnâmesi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay, 1990. Karal, Enver Ziya “Yavuz Sultan Selimin Oğlu Şehzade Süleymana Manisa Sancağını İdare Etmesi İçin Gönderdiği Siyasetname” TTK Belleten, 1942, c. VI, sy. 21-22, s. 37-44. Karal, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları Nizam-ı Cedit (1789-1807), 2. baskı, Ankara: TTK, 1988. Kaşıkçı, Osman, İslam ve Osmanlı Hukukunda Mecelle, OSAV, İstanbul, 1997. Konyalı, İ. H., Abideleri ve Kitabeleri ile Ereğli Tarihi, İstanbul, 1970. Kraelitz, F. Greifenhorst, Kanunnâme Sultan Mehmeds des Eroberers, Mitteilungen zur Osmanischen Geschichte, Viyana, 1921. Kunter, Halim Baki, “Atıcılar Kanunnâmesi”, Türk Tarih Vesikaları Dergisi, 1942, c. 2, sy. 10, s. 253-274. Lowry, Heath W., “The Ottoman Liva Kanunnâmes Contained in The Defter-i Hakani”, Osmanlı Araştırmaları II, İstanbul, 1981, s. 43-74. Lowry, Heath W., “A Corpus of Extant Kanunnâmes for the Island of Limnos as Contained in the Tapu Tahrir Defter Collection of the Başbakanlık Archives”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi I, İstanbul, 1980, s. 41-60. M. Eşref, “XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Kanunnâmeleri”, Hak ve Cemiyet, 1934, sy. 1, s. 17-21 M. Eşref, “XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Kanunnâmeleri”, Hak ve Cemiyet, 1934, sy. 2, s. 23-24. Mantran, Robert ve Sauvaget, Jean, Reglements Fiscaux Ottomans. Les Provinces Syriennes, Paris, 1951. Mantran, Robert, “Reglements Fiscaux Ottomans la Police des Marches de Stamboul au de but de XVIe Siecle”, Cahiers de Tunisie, 1956, c. IV, sy. 14. Miroğlu, İsmet, Bayburd Sancağı, İstanbul, 1975. Miroğlu, İsmet, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara: TTK Yay., 1990. Murphey, Rhoads, Kanun-nâme-i Sultanî li-Aziz Efendi, Harvard University, 1985. Nicolaides, D.(çev), Code Civil Ottoman, İstanbul 1895. Orkun, Hüseyin Namık, “Sultan Süleymanın Kanunnâmesi” Türk Hukuku Tarihi, Araştırmalar ve Düşünceler Belgeler, Ankara. T.C. Adliye Vekilliği, 1935. Oskay, Bahri, “Tarihi Tetkikler:III. Murat’ın Pahalılığa Karşı Bir Kanunnâmesi”, Gediz, 1941, c. IV, sy. 48, s. 3-5.
184
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
“Osmanlı Kanunnâmeleri”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 1. “Osmanlı Kanunnâmeleri”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 2. “Osmanlı Kanunnâmeleri”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 3. Özcan, Abdülkadir, Kanunnâme-i Âl-i Osman, Tahlil ve Karşılaştırmalı Metin, İstanbul: Kitabevi, 2003. Özcan, Abdülkadir, Eyyubî Efendi Kanunnâmesi, İstanbul: Eren Yay., 1994. Özcan, Abdülkadir, “Fatihin Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-i Alem İçin Kardeş Katli Meselesi”, İÜEF Tarih Dergisi, 1980-1981, sy. 33, Özel Sayı, s. 7-56. Özden, Gani, “Kaptan-ı Derya Mezemorta Hüseyin Paşa ve Hazırladığı Bahriye Kanunnâmesi Üzerinde Yapılan Kısa Bir İnceleme”, Askeri Tarih Bülteni, 1989, Yıl: 14, sy. 27, s. 63-67. Özdeğer, Hüseyin, “I. Sultan Selim Han Kanunnâmesi ve Tahlili”, İ.Ü. Türk İktisat Tarihi Yıllığı, 1987, sy. 1. Öztürk, Osman, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1973. Sertoğlu, Mithat, Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, İstanbul: Marmara Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Yay., 1992. Tuncer, Hadiye, Yavuz Sultan Selim Kanunnâmesi, Ankara: Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı Yay., 1987. Tuncer, Hadiye, Kanuni Sultan Süleyman Zamanına Aid Kanunnâme, Ankara: Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı, 1989 (iç kapakta 1988). Tuncer, Hadiye, Kanunnâme-i Al-i Osman, Osmanlı Devleti Arazi Kanunları, Ankara: Tarım Bakanlığı Yay., 1962. Tuncer, Hadiye, Osmanlı İmparatorluğu Arazi Kanunları, Ankara: Tarım Bakanlığı Yay., 1963. Tuncer, Hadiye, Osmanlı İmparatorluğunda Toprak Kanunları, Ankara: Tarım Bakanlığı Yay., 1965. Tuncer, Hadiye, Padişahlar Kanunnâmesi, T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayınları, 1997, [y.y.]. Tveritinova, Anna S., “Sovyetler Birliğinde Bulunan Türkçe Yazmalar Arasındaki Sultan I. Selim’in Kanunnâmesinin İki Nüshası”, TTK Türk Tarih Kongresi, 2 (VIII. Ankara 25-29.9.1970), Ankara, 1973. Tveritinova, Anna S., Sultan I. Selimin Kanunnâmesi, Moskova: SSCB Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü, 1969 (Kniga zakonov sultana Selima I, Moskova, 1969). Uğur, M. Ferit, “Eski Karaman Vilayetine Ait Kanunlar”, Konya Mecmuası, 1937, c. I, sy. 6, s. 379-384. Uğur, M. Ferit, “Eski Karaman Vilayetine Ait Kanunlar”, Konya Mecmuası,1937, c. I, sy. 7, s. 433-438. Uğur, M. Ferit, “Eski Karaman Vilayetine Ait Kanunlar”, Konya Mecmuası, 1937, c. I, sy. 8, s. 508-512. Usluoğlu, H. Avni, “Arazi Kanunnâmesi ve Medeni Kanunda Orman Arazisi”, 1969, Orman ve Av, c. XLI, sy. 6, s. 1-3.
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil
185
Uysal, Abdullah, Zanaatkârlar Kanunu (Kanunnâme-i Ehl-i Hıref), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982. Uzunçarşılı, İ. H., “Kanun-i Osmani Mefhum-i Defter-i Hâkanî”, Belleten, 1951, c. XV, sy. 59, s. 381-400. Üçok, Coşkun, “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler”, AÜHFD, 1941, c. III, sy. 1, s. 125-146. Üçok, Coşkun, “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler-II”, AÜHFD, 1946, c. III, sy. 2-3-4, s. 365-383. Üçok, Coşkun, “Osmanlı Kanunnâmelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı HükümlerIII”, AÜHFD, 1947, c. IV, sy. 1-4. Ünal, M. Ali, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara: TTK Yay., 1989. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, “Fatih Kanunnâmeleri”, Siyasi İlimler Mecmuası, 1952, c. XXII, sy. 257, s. 209-213. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul, 1940, s. 139-209 Yücel, Yaşar ve Pulaha, Selim, I. Selim Kanunnâmesi (1512-1520) ve XVI. Yüzyılın İkinci Yarısının Kimi Kanunları, Ankara: TTK, 1988. Yücel, Yaşar ve Pulaha, Selim, I. Selim Kanunnâmesi (Tirana ve Leningrad Nüshaları, 1512-1520), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995.
Critics to Publications of the Ottoman Kanunnames M. Macit KENANO⁄LU Abstract In this article the author attempts to criticize the publications about Ottoman Kanunnâmes, which are very important means in the administration of the Ottoman Empire. The meaning of the term “Kanunnâme” and the other terms which are alike the term ithave been given. The distinction between orf (custom)and sharia and mutual relations of them have been especially stressed. The literature on this field is rich. Kanunnâmes have been published by different scholars both in the Ottoman and the Republican period. Some of the publications are really important such as the works belonging to İnalcık-Anhegger, Abdülkadir Özcan and Beldiceanu. Especially to understand the real functions of the kanunnâmes, these works have to be taken into consideration. The methods used from different scholars are not the same. Every scholar used his or her own method to publish the kanunnames. The forms and contains of the kanunnames changes from century to century. In the nineteenth century kanunnames changed their forms. But their functions have saved their importance until the end of the Empire. In this paper kanunnames have been divided into three categories. After reviewing the literature the author suggest some ideas on publishing the kanunnames. Keywords: Ottoman Empire, Kanunnâme, Custom, Sharia, Law
186
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Osmanl› Kanunnâmeleri Neflriyat› Üzerine Bir Tahlil M. Macit KENANO⁄LU Özet Bu makalede yazar Osmanlı Kanunnameleri hakkında yapılmış neşriyatı değerlendirmeye çalışmaktadır. Kanunnameler Osmanlı İdari düzeni açısından önemli vasıtalardır. Kanunname terimi ile bu terime benzerlik gösteren diğer kavramlar üzerinde durulmuştur. Örf ve Şeriat kavramları ile bu kavramların karşılıklı ilişkileri özellikle vurgulanmaktadır. Bu alandaki literatür oldukça zengindir. Gerek Osmanlı devleti döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde kanunnameler birçok araştırmacı tarafından neşredilmiştir. İnalcık-Anhegger, A.Kadir Özcan ve Beldiceanu tarafından yapılan kanunname neşriyatları ayrı bir öneme sahiptir. Kanunnamelerin gerçek fonksiyonunu tesbit açısından bu neşirlerin gözden geçirilmesinde fayda vardır. Kanunname neşri konusunda farklı yazarlar farklı metotlar kullanmıştır. Kanunnamelerin biçim ve içerikleri de yüzyıllara göre değişir. Özellikle 19.yüzyılda kanunnamelerin formlarının değiştiği görülür. Ama kanunnameler imparatorluğun sonuna kadar önemlerini muhafaza etmişlerdir. Yazar bu makalede şimdiye kadar yapılan neşriyatı konularına göre üçe ayırarak değerlendirmeler yapmakta ve kanunname neşrine ilişkin bazı önerilerde bulunmaktadır. Anahtar kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Kanunnâme, Örf , Şeriat, Hukuk
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
187
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 187-213
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri * Fethi GED‹KL‹**
BU YAZIDA Osmanlı şer‘iyye sicillerinin bugünkü durumu, önemi, bunlara dayalı olarak çeşitli bilim disiplinlerine mensup araştırmacıların ve bilhassa hukuk tarihçilerinin çalışmaları kabaca ele alınacak, bu çalışmalarda karşılaşılan meselelere kısaca değinildikten sonra umumi bir değerlendirmeye teşebbüs edilecek ve nihayet konuyla ilgili bazı tekliflerde bulunulacaktır. I. Giriş Şer‘iyye sicilleri, kadı defteri, kadı sicili, kadı sicilleri, zabt-ı vekayi veya şer‘iyye sicil defterleri gibi çeşitli sözlerle adlandırılmaktadır. Zaman zaman bunlardan Osmanlı mahkeme kayıtları veya Osmanlı mahkeme sicilleri diye de söz edilmektedir.1 Bu siciller, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bize kalan muazzam ve paha biçilmez değerdeki arşivin çok önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar. Ne yazık ki, bu önemleri takdir edilene kadar,2 anlatılanlara göre, bir kısmı ısınmak amacıyla sobalarda yakılmış, bir kısmı çöpe atılmış ve bir kısmı da tabiat şartlarının tahrip ediciliğine maruz bırakılarak yok edilmişlerdir. Bu tahribattan kurtulanların belli bir kısmı da ıslanma, nemlenme ve kurt yenmesine * Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nin (İSAM) 24-25 Şubat 2001 tarihleri arasında düzenlediği “Dünden Bugüne Osmanlı Araştırmaları” adlı sempozyuma sunulan tebliğin gözden geçirilmiş halidir. ** Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Eski Öğretim Üyesi. 1 Osmanlı devri şer‘iyye sicillerinin temel özellikleri için bkz.: Suraiya Faroqhi, “Sidjill”, EI2. 2 Sicillerin ilk takdir edeninin “Şer‘î Mahkeme Sicilleri”, (Ülkü Dergisi, Ankara Halkevi Dergisi, Ankara, Temmuz 1935, sy. 29, s. 365) yazısıyla İsmail Hakkı Uzunçarşılı olduğu belirtilmiştir: Bkz.: İbrahim Yılmazçelik, “Şer‘iyye Sicillerinin Bir Merkezde Toplanması Üzerine Bazı Mülahazalar”, I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 Tebliğler-Tartışmalar, Ankara 1998, s. 165. (Bundan sonra “Mülahazalar” olarak geçecektir.)
188
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
uğrama sebebiyle hasar görmüştür. Bunlar yetmiyormuş gibi, koruma maksadıyla sonradan ciltlenirken de bir kısmının yazılarına dikkatsizlik sebebiyle zarar verilmiştir. Neticede bazı defter serileri ya tamamen yahut kısmen yok olmuştur. Bir kısmı da çöplüklerden toplanarak veya başka sebeplerle özel şahısların eline geçmiştir. Nihayet Maarif Vekaleti 3 Kasım 1941 tarihli ve 4018/2182 sayılı kararı ile muhtelif yerlerde bulunan sicillerin müze ve kütüphanelere devredilmesini sağlamıştır. Karar uyarınca şer‘iyye sicilleri ait oldukları illerin kütüphanelerinde veya müzelerinde ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilirken, bu ilk karardan yarım asır sonra 1991 yılında siciller Kültür Bakanlığı’nın kararı ile İstanbul Şer‘iyye Sicili Arşivi’ndekiler [İŞSA] hariç olmak üzere Ankara’da Milli Kütüphanede toplanmıştır.3 İstanbul ve çevresi mahkemelerine ait siciller halen İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Bu arada İnönü Üniversitesi’nde Osmanlı Araştırmaları Merkezi [OSAM], Kayseri Erciyes Üniversitesinde de Kayseri Tarih Araştırmaları Merkezi [KAYTAM] kurulmuş olup, bu merkezler, kendi yörelerine ait şer‘iyye sicil defterlerinin fotokopilerini alıp araştırmacılara açık hale getirmişlerdir. Keza Konya ve Trabzon şer‘iyye sicillerinin fotokopileri de ayrı ayrı Selçuk Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi ve Konya Müzesi’nde ve Trabzon Halk Kütüphanesi’nde araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Muhtemelen diğer illerde de benzer uygulamalar vardır. Şer‘iyye sicillerinde kullanılan dil, başlangıçta -XVI. asır sonlarına kadarArapça iken zamanla neredeyse tamamen Türkçe’ye inkılap etmiştir. Yine de birçok halde özellikle vakfiyeler, bazı tereke ve aile hukukuna ilişkin kayıtlar ve sicilleri tutan kadının göreve başlamasını gösteren kısımlar Arapça kaleme alınmışlardır. Ayrıca herhangi bir belge içinde de yer yer Arapça ibareler görülmektedir. Bazı sicillerin Rumca yazıldığı da vakidir. Bu sicillerde kullanılan ya3 Milli Kütüphane’de toplanan bu defterlerin sayısı tartışmalıdır. Nasi Aslan’a göre on bine yakın defter Milli Kütüphane’de toplanmıştır. Aynı müellife göre, bir o kadarı da İstanbul Şer‘iyye Sicili Arşivi’nde bulunmaktadır. Ancak Misak-ı Milli sınırları dışında kalanların durumu meçhuldür. Bkz.: Nasi Aslan, “Milli Arşivimiz İçerisinde Şer‘iyye Sicilleri ‘Eğitim ve Terminoloji Problemi’“, I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 Tebliğler-Tartışmalar, s. 190. (Bundan sonra “Milli Arşivimiz...” olarak geçecektir.) Diğer bir araştırıcı Orhan Avcı’nın ifadesinden Milli Kütüphane’deki sicil sayısının 8.928 adet olduğu neticesi çıkmaktadır, fakat çalışan yokluğundan sicillerin katalog çalışmaları devam ettirilememiştir. Ancak Milli Kütüphane’deki defterlerin yarıdan fazlasının mikrofilmleri çekilmiş olup araştırmacılara sunulmaktadır. Bkz.: Orhan Avcı, “Kültür Tarihi Kaynağı Olan Şer‘iyye Sicillerinin Türk Milli Arşivciliğine Katılması”, I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 TebliğlerTartışmalar, s. 195, n. 87. İŞSA’nın uzun süre başında bulunan Abdülaziz Bayındır, buradaki sicillerin sayısının 9872 olduğunu bildirmektedir. Bkz.: Abdülaziz Bayındır, “Eyüp Mahkemesi”, Eyüp: Dün/Bugün 11-12 Aralık 1993, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, s. 116.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
189
zı çeşitleri ise rika kırması, talik kırması, divanî gibi yazılardır. Söz konusu yazıların okunması bugün bir uzmanlık alanı haline gelmiştir. Osmanlı devrinde sicillerin amaca uygun, kolaylıkla ve eksiksiz tutulabilmesi için -ilam, hüccet, nafaka, köle azadı vs. gibi- her belge türünün nasıl kaleme alınacağı tip formlar halinde sakk mecmuaları denen rehber kitaplarda gösterilmiştir. Günümüzde ise genel olarak Osmanlı arşiv belgelerini okumada karşılaşılan güçlükleri çözmek için kılavuz kitaplar kaleme alınmıştır. Mübahat Kütükoğlu4 ve Said Öztürk’ün5 arşiv belgelerini tanıtan ve özellikle stilize edilmiş ve klişeleşmiş kısımları okumak için faydalı paleografi ve diplomatik kılavuz kitapları vardır. Siciller, tutuluş tarzlarına göre üçlü bir ayrım içinde değerlendirilebilirler: Tereke, vekalet, hüccet, ilam gibi yalnızca bir konuya ait kayıtların bulunduğu defterler birinci gurubu oluştururlar. Sicill-i mahfûz denilen bir tarafına evlenme-boşanma, alacak-verecek, alım-satım, nafaka, vakıf, hibe, cürm-cinayet gibi mahalli olaylar ve sicill-i mahfûz defterlü denilen öteki tarafına merkezden gelen ferman, berat, buyuruldu, izinname gibi belgeler kaydedilen defterler ikinci ayırım içinde mütalaa edilebilirler. Kayıt sırasında konu hatta tarih sırasına dikkat edilmeden tutulan defterler de ayrı bir öbek teşkil ederler.6 Bu üçlü ayrım kaba bir ayrımdır, buna her zaman uyulduğu söylenemez. Bazı sicillerin sadece belli davalarla ilgili kayıtları ihtiva ettiğini biliyoruz. Meselâ Havass-ı Refia [Eyüp] mahkemesi özel görevli olarak su davalarına baktığı için bu mahkeme sicillerinin bir kısmı tamamıyla su kayıtlarını ihtiva etmektedir. Bunun gibi sadece vakıflarla, tereke kayıtlarıyla, askerî kassamlıkla ilgili müstakil defterler vardır. Bunların bir kısmı, özgünü yanında çevriyazısı da verilerek, titiz yayınlara konu edilmiştir. Yayımlanan bu belgelerin bir an evvel çözümlemeli eserlere konu olması da şayan-ı arzudur. Meselâ Havas-ı Refia mahkemesine ait Mâ-i Lezîz Defterleri ve Vakıf Su Defterleri-İlmühaberler, Vakıf Su Defterleri-Kırkçeşme, bünyesinde bizim de bulunduğumuz İstanbul Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanıp İSKİ tarafından yayımlanmaktadır. Gülfettin Çelik bunlara dayanarak Osmanlı Devleti’nde su hukuku ve teşkilatı üzerine bir de kitap yazmıştır.7 4 Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili: Diplomatik, İstanbul, 1984. 5 Said Öztürk, Osmanlı Belgelerinde Siyâkat Yazısı, Ankara 1994. Yazarın bu kitabı daha sonra genişletilmiş olarak Osmanlı Arşiv Belgelerinde Siyâkat Yazısı ve Tarihi Gelişimi (İstanbul: OSAV, 1996) başlığıyla yeniden basılmıştır. 6 Kenan Ziya Taş, “Arşiv Malzemesi Olarak Şer‘iyye Sicilleri ve Taşra Üniversitelerinde Tarih Araştırmaları”, I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 Tebliğler-Tartışmalar, s. 178. 7 Gülfettin Çelik, Vakıf Su Tahlilleri Su Hukuku ve Teşkilatı, İstanbul 2000.
190
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
II. Şer‘iyye Sicillerinin Önemi Şer‘iyye sicilleri her konunun araştırıcısı için bir şeyler barındıran ve bu sebeple pek çok konuda araştırma yapanlar için önemli olan birinci el kaynak durumundadırlar. Yalnız bakış açılarına göre, onlara atfedilen önem konudan konuya değişiklik gösterebilmektedir. Örnek olarak bir sosyal tarih araştırıcısı8 da, bir hukuk tarihi araştırıcısı da onu kendi sahaları bakımından birincil öneme sahip kaynaklar olarak görebilmektedir. Onlar, askerî tarih,9 son yıllarda çok ilgi çeken yerel tarih yahut şehir tarihi, iktisat tarihi, yer adları ve kişi adları bilimleri, tıp tarihi10 ve hatta diplomasi ile diplomasi tarihi bakımından da önemlidirler. Meselâ şer‘iyye sicillerinde kayıtlı olan vakfiyeler Bulgaristan, Kıbrıs ve Yunanistan vatandaşı olan Türklerin ilgili devletlere karşı hak arayışlarında hukuki bir temel sağlamaktadırlar. Siciller adli teşkilat bakımından da önemlidirler: Kadılık, naiplik, muhzırlık, mübaşirlik, bostancıbaşılık, çavuşluk ve subaşılık11 gibi adli müesseselerin hem idari yapılarını, hem de gördüğü görevleri geniş şekilde şer‘iyye sicillerinden öğrenebiliriz12. Ayrıca muslihûnun13, şuhûdu’l-hâlin14, kassâmın, ehl-i vukûfun15 ve benzeri mahkeme teşkilatıyla ilgili görevlilerin kimler arasından hangi ölçütler gözetilerek seçildiğini ve ne gibi işlevler gördüğünü gene şer‘iyye sicillerinden takip edebiliriz. Şer‘iyye sicillerinin merkez teşkilatı ile taşra teşkilatı arasındaki ilişkiler açısından da önemi vardır. Hatta divanda tutulan bazı defter dizileri eksik olduğundan, merkezden gelen kayıtların kaydolunduğu siciller, onların bıraktığı boşluğu doldurma işlevi de görebilirler. Merhum N. Göyünç’e göre, 1680-1699 arası, yani İkinci Viyana Kuşatmasının biraz öncesi ve biraz sonrası Mühimme defterleri mevcut olmadığından şer‘iyye sicillerinde kayıtlı bulunan bu devre 8 Reşat Kasaba, “Geç Dönem Osmanlı Toplumsal Tarihi İçin Kaynak Olarak Mahkeme Sicilleri”, Tarih ve Toplum, 1985, sy. 14, s. 121-125; Mehmet İpşirli, “Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Şer‘iyye Sicilleri”, Tarih ve Sosyoloji Semineri, 28-9 Mayıs 1990, İstanbul, 1991, s. 157-162. 9 Mehmet Kayıran, “Şer‘iyye Sicillerinin Askerî Tarih Bakımından Önemi”, Birinci Askerî Tarih Semineri-Bildiriler I, Ankara, 1983, s. 131-143. 10 Ali Haydar Bayat, “Şer‘iyye sicilleri ve Tıp Tarihimiz - I: Rıza Senetleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sy. 79, s. 9-19. 11 Mücteba İlgürel, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer‘iyye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 11-15 Ekim 1976: Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara, 1981, c. II, s. 1275-1281. 12 Nasi Aslan, “Milli Arşivimiz...”, s. 189. 13 Nasi Aslan, “İslam ve Osmanlı Hukuk Sisteminde Sulh Akitleri ve Osmanlı Toplumunda (Muslihun) Arabuluculuk Müessesesi”, Kur’an’da Evrensel Hoşgörü, İstanbul: Nesil Basım Yayın, 1997. 14 Nasi Aslan, İslam Yargılama Hukukunda “Şühudü’l-hal” Jüri: Osmanlı Devri Uygulaması, İstanbul: Beyan Yayınları, 1999. 15 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İbrahim Tüfekçi, “Şer’iyye Sicilleri Işığında İslâm Hukukunda Bilirkişilik” konulu bir doktora çalışması hazırlamaktadır.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
191
ait fermanların ve merkezden gönderilen kayıtların önemi büyüktür. Böylece şer‘iyye sicilleri merkez kayıtlarının eksikliklerini giderici bir rol oynamaktadır.16 Diğer yandan, Tahrir ve Mühimme defterleriyle kıyaslandığında şer‘iyye sicilleri daha zengin içerikli olduğundan, araştırmacılar için daha cazip araştırma nesneleri olmaktadırlar. Fetva-kaza ilişkisini de şer‘iyye sicilleri vasıtasıyla izlemek mümkündür. Böylece “müftü” veya “şeyhülislam” yahut “kenar müftüleri”nce verilen fetvaların mahkeme kararlarına nasıl yansıdığı, hangi konularla ilgili fetva istendiği, fetva karşısında kadının durumunun ne olduğu hususlarında belirlemeler ve yorumlar yapma imkanına kavuşulabiliyoruz.17 Öbür yandan, hukuk tarihimizi incelerken İslam hukukunun uygulamada nasıl göründüğünü, nasıl bir şekil aldığını, değişime uğrayıp uğramadığını, hukuki sorunları çözüp çözemediğini en önce bu sicillere bakarak anlayabiliriz. Tabir caizse, siciller bu anlamda bizim mihenk taşlarımızdır. Yine eski hukukumuzla ilgili bazı öznel ve hatta ideolojik yönelimli yorumların doğru olup olmadığını, bu hukukun uygulamasını yansıtan kadı sicillerine bakarak sınayabiliriz. Osmanlı devrinde İslam hukukunun uygulanışını, bu hukukun şer‘î hukukla ilişkisini, sadece “kanunnameler”e bakarak değerlendirmek doğru olmaz. Bu hususlarda gerçeğe yakın yorumlar yapabilmek için uygulama kaynakları olan siciller ihmal edilemez nitelikte kaynaklardır.18 Nitekim, Coşkun Üçok’un “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Hukukuna Aykırı Hükümler”19 başlıklı meşhur makalesiyle Ahmet Mumcu’nun Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet)20 isimli kitabı, siciller kullanılmadan yazılan ve dolayısıyla bazı hatalı hükümlere götürebilen çalışmalardır. 16 Nejat Göyünç’ün bu yorumu için bkz.: I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 Tebliğler-Tartışmalar, s. 214-215. 17 Osmanlı hukukunda fetva-kaza ilişkisi için bkz.: M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Beta, 2001, s. 94-96. Osmanlı Devleti’nde genel olarak fetva müessesesi için bkz.: Uriel Heyd, “Osmanlıda Fetva Müessesesinin Bazı Tezahürleri”, trc.: Fethi Gedikli, Hukuk Araştırmaları, 1995, c. IX, sy. 1-3, s. 287-317. 18 Nasi Aslan, “Milli Arşivimiz... “, s. 190. 19 Coşkun Üçok, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1946, c. III, sy. 1, s. 125-145; 1946, c. III, sy. 2-4, s. 365-383; 1947, c. IV, s. 48-73. 20 Yazar, bazı sebeplerle sicilleri kullanamadığını, “Bu arada faydalanılması, zorunlu sebepler yüzünden ihmal edilen bir belge türüne değinmek istiyoruz. Bunlar, şer‘î mahkeme (kadılık) sicilleridir. Sicillere bazı rüşvet davalarının ve rüşvetle ilgili başka hususların kaydedildiği muhakkaktır. Nitekim Afyon sicillerinde böyle bir davayı Edip Ali Baki bulmuştur (Bkz.: “Bibliografya”, I/1.B). Bununla beraber, bu çeşit kayıtlara oldukça ender rastlandığı ileri sürülebilir. Nitekim Sofya kadılığının Duda ve Galabov (Bkz.: “Bibliografya”, I/1.B) tarafından yayınlanan 313 Numaralı Defterinde rüşvetle ilgili bir husus yoktur. Aynı şekilde Halit Ongan’ca özeti yayınlanan Ankara’nın 1. Numaralı Şer‘iyye Sicili’nde de (Ankara, 1958) rüşvetle ilgili herhangi bir kayıt bulamıyoruz. Bu yüzden sayıları 6000’i aşan bu sicillerin incelenmesinden vazgeçilmiş ve mevcut sicil nakilleri ile (msl. Uluçay’ın eserleri) yetinilmiştir.” diyerek bizzat belirtiyor [s. 7-8]. Bkz.: Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), 2. Baskı, İstanbul, 1985.
192
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
Gerçekten de siciller daha araştırma kaynağı olmadan çok önce, Batı’da İslam hukuku incelemelerinin temelini atanlar, İslam hukukunun uygulanan bir hukuk olmadığını, kitabî olduğunu iddia etmişlerdi. Mesela, bu görüşü savunanlardan biri olan Hollandalı ünlü doğubilimci Snouck C. Hurgronje, İslam ticaret hukukunun büyük kısmı itibarıyla ölü doğduğunu iddia etmişti.21 Bu görüşe göre, şer‘iatın ancak kuramsal bir önemi vardı. O, ideal toplum için takdir edilmişti, olması gereken şeylerle ilgili idi ve çürümüş dünyanın ihtiyaçlarını hesaba katmamıştı.22 Daha sonraki araştırmalar, ideal hukuk ve uygulama arasındaki ileri sürülen bu ayrılığın, şer‘iatın bütün bölümlerine aynı ölçüde tatbik edilemeyeceğini gösterdi. Ortaçağ İslamında Şirket ve Kâr adıyla önemli bir kitap neşreden Amerikalı bilim adamı Abraham L. Udovitch’e göre, Müslümanların, şer‘iatın muhtelif görünümlerine bağlılığının zaman ve mekana göre büyük ölçüde değiştiğine ve İslam hukuku ve tarihi incelemelerinin hukuk ve uygulama problemi hakkında son sözü söyleyecek kafi derecede ileri bir safhaya gelmediğine ilk işaret eden kimse G. Bergstrasser olmuştu.23 1970’lerde kitabını yazan ve İslam hukuku hakkındaki yukarıda sözü edilen ön yargıları eleştiren Udovitch’ten sonra, İslam hukukunun uygulamada yetersiz kaldığına dair Avrupalı şarkiyatçıların görüşünü ciddiyetle tenkide tabi tutanlardan biri de Haim Gerber idi. Birçok çalışmasında bu konuya değinen Gerber, bunlardan birinde şöyle demektedir: Fas şer‘iat mahkemesi sadece ahvâl-i şahsiye ve mülkiyete dair bazı meselelerle ilgilenirken; Osmanlı İmparatorluğu’nun merkez bölgesinde şer‘iat mahkemesi ceza hukuku meseleleri dahil, hemen hemen hayatın akla gelebilecek bütün alanlarını kapsıyordu. Bu nokta, İslam hukukunun genel tarihi için çok önemlidir. Şer‘iatın büyük bir kısmının, özellikle ceza hukuku ile ilgili kısımlarının salt kuramsal kaldığı, gerçekliğin ciddi psikolojik neticelerle hep beraber başka bir taraftan gittiği genellikle farz edilmiştir. Böylece, modern İslam’ın bir toplumbilimcisi, şer‘iatın ilahî ve bu sebeple değişmez bir hukuk olduğunu ileri sürmüştür. Buna rağmen gerçeklikler değişti ve üstelik, 1258 ve 1900 yılları arasını yansıtan İslamî Orta Doğu tam durgunluğu tecrübe ettiği için, düşünce ve davranış arasında yüzyıllar süren bir boşluk ortaya çıktı. Bu anlamlı entelektüel durgunluğun, ilk defa şer‘iat ve yeni bilgi gövdelerini uzlaştırmaya çalışan geç XIX. yüzyıl reformcu dinî düşünürleriyle ancak sona erdi21 Snouck C. Hurgronje, Selected Works, s. 290’dan nkl. Abraham L. Udovitch, Partnership and Profit in Medieval Islam, New Jersey, Princeton: Princeton University Press, 1970, s. 114, dn. 6. 22 Abraham L. Udovitch’ın bir üst dipnotta künyesini verdiğimiz eserinin 114. sayfasının 3 nolu dipnotunda gösterdiği Hurgronje ve Goldziher’in görüşleri. 23 G. Bergstrasser, Grundzüge des Islamischen Rechts, J. Schacht, (nşr.), Berlin, 1935, s. 3’ten nkl. Abraham L. Udovitch, a.g.e., s. 114.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
193
ği söylenir (Bassam Tibi, Islam and the Cultural Accomodation of Social Change, Boulder, 1990, s. 42, 61 ve 65). Ben bu kuramın esastan doğru olmadığını göstermeyi umuyorum. Her şeyden önce doğru değildir; çünkü Osmanlı asırları esnasında şer‘iat, o zaman Osmanlı idaresi altında olan İslamî Orta Doğu’nun büyük bir kısmı üzerinde tatbik edilmişti. Böyle modası geçmiş bir tarih fikrinin asla ciddi olarak görülemeyeceği varsayımıyla o anlamda durgunluk asla vuku bulmadı. Fakat ben ayrıca Osmanlı hukukçularının kendi şer‘iat anlayışlarını, faiz yükleme veya cezaî ispat için yeni kurallar koyma gibi yeni bilgi gövdelerine uydurmada herhangi bir entelektüel sorunlarının olmadığını göstereceğim. O anlamda bile asla durgunluk yoktu; İslamî reform gibi süreçler daima işleyişte idi.24
Nitekim, siciller incelendikçe padişahların örfî hukuk alanında olduğu gibi İslam hukukunun düzenlediği alanlarda da bazı düzenleyici kurallar koyduğu ortaya çıkmıştır. Meselâ, resmi mezhep olarak belli bir tarihten sonra Hanefi mezhebinin uygulanması, nikahların kadı iznine bağlı olarak kıyılması, toprak rejimi ve bunda yapılan değişiklikler, para vakfı uygulamaları hem padişahın yetkilerine, hem de toplumun ihtiyaçlarına [hacetler] göre hukukun zaman içinde değiştiğine işaret etmektedir. Ne var ki, Cumhuriyetimizin başlangıç yıllarında [1926] İsviçre’den iktibas edilen ve “Türk hukuk devriminin simgesi” olarak nitelenen en temel yasa olan Eski Medeni Kanun’un “esbab-ı mucibe layihası”nı kaleme alan Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt, Hurgronje ve Goldziher gibi bu ilk dönem İslam hukuku araştırmacılarının görüşlerinin de kuvvetli etkisiyle eski hukukumuzu şöyle mahkum ediyordu: Hali hazırda Türkiye Cumhuriyetinin müdevven bir Kanun-ı Medenisi yoktur. Yalnız, akitlerin küçük bir kısmına temas edebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir. (...) Denilebilir ki: Bu kanunun ihtiyacât-ı hâzıraya tevafuk eden ancak 300 maddesidir. Mütebakisi memleketimizin ihtiyacâtını ifade edemeyecek kadar iptidai birtakım kaidelerden ibaret olduğundan tatbik edilememektedir. Mecelle’nin kaidesi ve ana hatları, dindir. Halbuki hayat-ı beşer her gün hatta her an esaslı tahavvüllere maruzdur. Bunun tahavvüllerini, yürüyüşünü hiçbir za24 Gerber, State, Society and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective, Albany: State University of New York Press, 1994, s. 15-16. Yazar, bu yoldaki görüşlerini şöyle sürdürüyor: “Bulgularımız, ceza ve ticaret hukuku da dahil klasik şeri‘atın hükümlerinin halkın fiilen yaşadığı hukuk olduğu şeklindedir (...). Bu bölgede [Bursa ve İstanbul], öyleyse, Batılı “uzmanlar”ca sık sık iddia edildiği gibi kadının müracaat edeceği ayrıntılı hukuk eksikliği ve keyfi yargılama yapmak için hiçbir sebebi veya gerçekten ‘kabiliyet’i yoktu. İncelenen bölgedeki kadının karar ve hükümlerinin pek çoğu sağduyulu ve bütünüyle öngörülebilir idi. Üstelik, İslam hukukunun hermetik olarak değişime kapalı olduğu tezi, bölgedeki kadı mahkemesinin ilave hukuk gövdelerini de ortak-yaşamsal olarak uyarladığı gerçeğiyle çatışmaktadır. Yine de şeri‘ata yapılmış bu ilaveler kişilerin kendi hükümlerine göre, ona aykırı veya uygun görülebilir.” (s. 17).
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
194
man bir nokta etrafında tespit etmek ve durdurmak mümkün değildir. Kanunları dine müstenit olan devletler, kısa bir zaman sonra, memleketin ve milletin mütalebelerini tatmin edemezler. Çünkü dinler lâyetegayyer hükümler ifade ederler. Hayat yürür, ihtiyacâtlar süratle değişir, din kanunları mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir kıymet, bir mana ifade edemezler. (...)
M. Esat Bozkurt’un hükümleri bu minvalde uzayıp gidiyor.25 Bozkurt’a göre, bu kanunun yürürlüğe girmesiyle “milletimiz kendisini çeviren on üç asrın itikadat-ı sakîmesinden [aldatıcı, zararlı, yanlış, hastalıklı inançlarından] ve tezebzüblerinden [kararsızlık, intizamsızlık, karışıklıklarından] kurtulmuş eski medeniyetin kapılarını kapayarak hayat ve feyiz bahşeden muasır medeniyetin içine girmiş bulunacaktır.” Oysa hukuk reformunun kökeninde siyasî mülahazalar vardı.26 Bir başka sebep, dış devletlerin baskısıydı.27 Belirtmek gerekir ki, devrim şartları içinde aceleyle yapılmış olan bu kanunun hazırlanma biçimi ve iktibas yoluyla alınması hâlâ yeteri kadar tahlil edilmiş değildir.28 Eski hukukumuz hakkındaki bu basmakalıp kıymet hükümleri şurada-burada hâlâ dile getirilmekte olduğu için, burada üzerinde biraz genişçe durma ihtiyacı hissettik. Sicillerin hukuk tarihinin yanı sıra, en başta, genel ve yerel tarih olmak üzere iktisat tarihi, kültür tarihi gibi alanlarla da çok yakından ilgili olduğunu ve bunlar için de büyük önem taşıdığını bir kere daha belirtmek gerekir. Son yıllarda tarih disiplini içinde çok sayıda şer‘iyye sicilinin yüksek lisans tezi olarak 25 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe giren 743 sayılı Türk Kanun-ı Medenisi’nin esbab-ı mucibe layihasının ilk kısmı. 26 M. Akif Aydın, “Türk Hukukunun Laikleşme Sürecinde Lozan”, İslam ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, s. 297 vd. 27 Bu ve diğer iktibas sebepleri için bkz.: Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996, s. 8 vd. 28 Nitekim yeni bir Medeni Kanun yapılması sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden görüşmelerde bir üye, Medeni Kanun’un yapılmasının devrim veya reform bakışlarıyla değerlendirilebileceğini fakat kendisinin konuya iktibas açısından bakacağını belirterek şunları dile getirmiştir: “Bir milletin başka milletin hukukunu almasının şartlarına, iktibas gözlüğüyle yaklaşmak istiyorum, eğer bu açı eksik bırakılırsa, -ki, bırakılmıştır- ondan sonraki bakışlar, ondan sonraki kanunlaştırmalar ve reformlar daima noksan kalacaktır. Gerçekten, Türk bilimi, ne sosyolojisi, ne felsefesi, ne de kültürel değerlendirmesi Medeni Kanun’un ve o yıllardaki 5 büyük kanunun –Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunların- bir bütün olarak devrim yoluyla aktarılmasının getirileri ve götürüleri üzerinde tam bir tartışma yapmamıştır. İlk onbeşinci yılda Ferit Ayıter, Schuwarz, sonraki yıllarda Velidedeoğlu ve Gülnihal Bozkurt, hukuk ve hukuk sosyolojisi açısından yaklaşmışlardır; ancak, bu eleştiriyi yapmak, sonraki hareketler için de önemli ulusal ve yasama organının kaçınamayacağı bir görevdir.” Bkz.: “Ahmet İyimaya, (Amasya Milletvekili), T.B.M.M.ndeki Konuşması”, T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Dönem: 21, c. LXXIII, Yasama Yılı: 4, 12nci Birleşim, 25.10.2001 Perşembe, s. 26.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
195
inceleme konusu yapılması da bunu gösterir.29 Hatta bazı doktora çalışmaları da ya tamamen şer‘iyye sicillerine dayalı olarak yapılmakta veya kullanılan kaynakların başında şer‘iyye sicilleri gelmektedir. Bu durumun ne kadar yaygın olduğunu göstermek için aşağıda bunlarla alâkalı bazı rakamlar verilecektir. III. Şer‘iyye Sicilleri Üzerine Yapılan Çalışmalar ve Bazı Problemler Sicil çalışmaları adeta bir “Sicilbilimi”30 terimi ile kavramlaştırılabilecek kadar çok boyutlanmış ve derinlik kazanmıştır. Bunlar okumadan anlamlandırmaya, bazı işaretlerin ve ibarelerin yorumlanmasına kadar uzanmaktadır. Sicillerin tarihlendirilmeleri de buna dahildir.31 Şer‘iyye sicilleri üzerine bugüne kadar yapılan çalışmalar (1) katalog çalışmaları,32 (2) metin çevriyazılarının hazırlanması (bazı doktora, lisans tezleri ve 29 Bu konudaki muazzam miktara ulaşan yekunu toplu olarak görmek üzere bkz.: Coşkun Çakır “Osmanlı Ekonomik ve Toplumsal Tarihi İle İlgili Tezler Bibliyografyası (1933-1999)”, Dîvân, 1992/2, sy: 7, s. 251-379. Ayrıca Hüseyin Yılmaz, Hülya Canbakal ve Himmet Taşkömür; Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi İslam Hukuku İncelemeleri Programı tarafından 17-19 Nisan 1998 tarihinde düzenlenen “Osmanlı İmparatorluğu’nda Hukuk ve Tatbikatı Konulu Atölye Çalışması’na “A Preliminary Bibliography of Studies Based on Ottoman Court Registers” adlı 818 girdiyi içeren 68 sayfalık bir çalışma sunmuşlardır. Bu ikinci çalışma özellikle başta İngilizce olmak üzere yabancı dillerde şer‘iyye sicilleri üzerine yapılan çalışmaları vermesi bakımından bilgilendiricidir. 30 M. Fuad Köprülü, “Ortazaman Türk Devletlerinde Hukukî Senbollerdeki Motifler”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1932-39, c. II, [İstanbul, 1939], s. 34’de herhangi bir tanımlama yapmadan Türklerdeki hukukî sembolleri araştırırken yararlanılabilecek disiplinler içinde sijillografiyi de saymaktadır. Terimin sicilbilimi diye benimsenmesinin daha uygun olacağı görüşündeyim. 31 Tarihlendirmenin ne kadar zahmet ve dikkat gerektiren bir iş olduğu ve mevcut katalogların bu açıdan yanlışlıkları hakkında bkz.: Orhan Avcı, “Kültür Tarihi Kaynağı Olan Şer‘iyye sicillerinin Türk Milli Arşivciliğine Katılması”, s. 195 vd. Öte yandan birçok defterde “işbu sicil l026 Rebi‘u’l-evvelinden l026 Şa‘bânına değindir” şeklinde kayıtlar düşülmüştür. Bkz.: Galata 42 sayılı hücec defteri, v. 1a. 32 Osman Ersoy, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, 1963, sy. 21, s. 33-65; Jon E. Mandaville, “The Ottoman Court Records of Syria and Jordan”, Journal of the American Oriental Society, 1966, c. LXXXVI, sy. 3, s. 311-319; a.mlf., “The Jerusalem Shari‘a Court Records”, Studies on Palestine during the Ottoman Period, Moshe Ma’oz, (ed.), Kudüs: Magnes Press, 1975, s. 517-524; Yusuf Halaçoğlu, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1976, sy. 30, s. 99; Osman Ersoy, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 1979-1980, c. VIII, sy. 24, s. 1-20; Mücteba İlgürel, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 1974-1975, sy. 28-29, s. 123-166; Yusuf Oğuzoğlu, “Şer‘iyye Sicilleri Toplu Kataloğuna Doğru”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 1981-1982, c. XIV, sy. 25, s. 343-361; Mehmet Kayıran ve Mustafa Öztürk, “Tokat ve Antalya Şer‘iyye Sicilleri Kataloğu”, 1. Askerî Tarih Semineri, Ankara, 1983, s. 131-158; Rifat Özdemir, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1987, c. I, sy. 1, s. 191-198; M. Ali Demirbaş, “Tire Şer‘iyye Sicilleri Kataloğu”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 1992, c. VII, s. 289-297.
196
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
genellikle yüksek lisans tezleri olarak), (3) sicillere dayalı olarak yapılan çalışmalar33 diye üç öbek içinde tasnif edilebilirler. Her üç alandaki çalışmalar bugün de sürmektedir. 1. Katalog Çalışmaları En son kataloglama çalışması olarak Bilgin Aydın ve İsmail Kurt’un ayrı ayrı ve birlikte kaleme almış oldukları makaleleri zikredilmelidir.34 Yukarıda değindiğimiz üzere bazı özel ellerde de bir kısım sicil olduğu bilinmektedir. Hâlâ daha şu veya bu yerde bazı şer‘iyye sicilleri ele geçmektedir. Erzincan’a ait geç tarihli 4 adet sicil yakınlarda bulunmuştur.35 Bazı yerlerin, mesela bugüne kadar Erzurum ve Kars’ın şer‘iyye sicilleri bulunamamıştır. Hicri 1270 [Miladi 1853] tarihinden evvelki İzmir kadı defterleri yanmıştır. Öte yandan Galata Kadılığı’na göre oldukça geç tarihli olan İstanbul Kadılığı’na ait ilk defterlerin Ankara Milli Kütüphane’de Bilgin Aydın tarafından keşfedildiğini -aramızda geçen bir konuşmaya dayanarak- kaydetmeliyim. Fakat onun verdiği bilgiye göre bu defterler oldukça harap durumdadırlar. Başka bir mesele mevcut kataloglardaki bilgilerin kesinlikten uzak yaklaşık bilgiler olmasıdır. Tarihler, sayfa veya varak numaraları, hatta defterdeki mevcut belgelerin türü, boyutları, tarihleri vs. çok zaman hatalıdır. Ayrıca bazı sicillerin gelişigüzel bir araya toplanıp sonradan ciltlendiği anlaşılmaktadır. Bunların da dikkatli bir ayrıştırma sonucu müstakil hale getirilmeleri gerekir. Bu yapıldığı zaman, bazı tarihler arasında görülmeyen siciller görünür hale gelecektir. Meselâ Galata Kadılığına ait 190, 191 ve 311 numaralı siciller böyledir. Bugünkü halleriyle bu siciller onlarca parçalanmış sicilin hiçbir sıralama kaygısı güdülmeden bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu defterlerin dikkatli bir ayrıştırmaya tabi tutulmasıyla Galata Kadılığı sicilleri dizisinin eksik bazı kısımlarının ikmal edilebileceği açıktır.36 Sicillerin tam bir katalogu 33 İbrahim Yılmazçelik, “Mülahazalar”, s. 166 vd.; Kenan Ziya Taş, s. 181. Yalnız, Taş’ın “metin yayın çalışmaları” ifadesi yerine “metinlerin çevriyazısının hazırlanması” demek daha doğru olur. Çünkü bununla kastedilen, üniversitelerde yüksek lisans konusu yapılan şer‘iyye sicilleridir. Bunların yayımlandığını –birkaç istisna dışında- şimdiye kadar görmüş değiliz. Öte yandan “sicillere dayalı olarak yapılan tarih araştırmaları” ifadesindeki “tarih” kelimesi de sınırlayıcıdır. 34 Bilgin Aydın, “Meşihat Arşivinde Yeni Tasnif Olunan Siciller”, Türk Dünyası Araştırmaları, 1994, sy. 92, s. 122-151; Bilgin Aydın, “Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde Hususi Mahiyette Düzenlenmiş Siciller ve Meşihat Arşivi’nde Yeni Tasnif Olunan Şer‘iyye Sicilleri”, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, s. 115-123, İstanbul, 1995; İsmail Kurt ve Bilgin Aydın, “Üsküdar ve Çevresi Tarihinin Yeni Kaynakları: Valide Camiinde Bulunan Siciller”, Türk Dünyası Araştırmaları, Nisan 1996, sy. 101, s. 205-215. 35 Kenan Ziya Taş, s. 181. 36 Galata 190 sayılı defter: Muhtelif dağınık sicillerin gelişigüzel bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş hüccet, ferman ve kassam tutanaklarını havi derleme bir defterdir. 427 varak (853 sayfa)dır. Ancak sayfa numaraları konan defterde 309’dan sonra sayfa numarası 340’a sıçramıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla şu tarihli belgeleri havidir: 1001, 1002, 1012, 1018, 1025, 1031, 1035, 1048, 1049, 1054, 1055, 1073, 1074, 1078, 1079, 1092, 1095, 1126. 2
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
197
maalesef henüz yapılamadığı gibi, bunun yapılmasının da daha uzun süreye ve ciddi bir çalışmaya ihtiyaç gösterdiği açıktır. Mamafih elimizdeki işe yarar katalogların en iyisi Ahmet Akgündüz ve arkadaşlarının Şer‘iyye Sicilleri I-II adıyla yayımladığı çalışmanın birinci cildidir.37 Katalog çalışmaları bakımından en büyük sorun yurt dışında, Osmanlı coğrafyası ülkelerinin arşivlerinde bulunan şer‘iyye sicillerinin toplu bir katalogunun bugüne kadar yapılamamış olmasıdır.38 Burada biz de bunların tam bir envanterini çıkarabilecek durumda değiliz, fakat konuyla ilgili bazı makaleleri zikrederek sayı ve önemlerine bir parça dikkat çekmek istiyoruz. Mihail Guboğlu, Sofya’nın Kıril–Metod Kütüphanesi Doğu Arşivi’ndeki siciller üzerine Josef Kabrda’nın araştırmasına39 bir ek olduğunu belirttiği bir makale yayımlamıştır.40 Guboğlu, makalesinde, Bulgaristan’ın çeşitli şehirlerine ait siciller/defterler hakkında bilgi vermiştir. Müellife göre Bulgaristan’da bugün takriben 1000 tane kadı sicili vardır.41 Fikret Karciç’in verdiği bilgiye göre ise bugün Gazi Husrev Bey Kütüphanesi’nde Bosna’nın Osmanlı dönemiyle ilgili 4000 belge, 1400 vakfiye ve Bosna mahkemesine ait 1552-1852 tarihlerini kapsayan 86 adet şer‘iyye sicili mevcuttur.42 Daha önce Halil İnalcık, TTK Kütüphanesi yazmaları arasında Y514 numarasıyla kayıtlı olan ve 1693’ten 1719’a kadar olan vakaları ihtiva eden Saraybosna’ya ait bir sicil defteri hakkında kısa bilgi vermiş ve oradan seçtiği bazı vesikaları yayımlamıştı. Yazara göre, defter idarî teşkilat, özellikle arazi ve vergi işleri bakımından olduğu kadar Bosna cephesindeki 1683 Viyana bozgunundan sonra süregelmekte olan savaşlarla ilgili birinci derecede kaynaktır ve başka Galata 191 sayılı defter: Bu dahi, 190 sayılı defterle aynı tarzda oluşturulmuş mahiyette hüccet, ferman ve kassam defteridir. Bu sebeple zaman zaman eksiklik ve kopukluklara tesadüf edilmektedir. Sayfa numarasıyla numaralanmıştır. Kapak içi boştur. v. 1a’ya s. 1 denmiştir. 395 varaktır. 1001, 1003, 1006-1009, 1011-1014, 1016, 1017, 1019, 1022-1024, 1028-1030, 1032, 1034-1037, 1039, 1042 (643-702 sayfalar arası), 1055, 1058-1060, 1063, 1068, 1073, 1076, 1081, 1090, 1115 tarihli hüccetler kaydedilmiştir. 37 Ahmet Akgündüz ve diğerleri, Şer‘iyye Sicilleri, c. I, İstanbul: Türk Dünyası Vakfı Yay., 1989. 38 Atilla Çetin, “Türkiye Haricindeki Osmanlı Şer‘iyye Sicilleri Hakkında”, İslam Medeniyeti, 1981, c. V, sy. 1, s. 49-55; Yücel Özkaya, “Sofya’da Milli Kütüphane: ‘Nationale Biblioteque’deki Şer‘iyye Sicilleri”, Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 1979-1980, c. XIII, sy. 24, s. 21-29. 39 Josef Kabrda, “Les anciens registres turcs des cadis de Sofia et de Vidin et leur importance pour l’histoire de la Bulgarie”, Archiv Orientalni, Prag, 1951, sy. 14, s. 329-392 ve 642-643. 40 Mihail Guboğlu, “Tuna Boyundaki Kadı Sicilleri ve Bazı Defterler”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sy. 66, s. 9-29. 41 Mihail Guboğlu, s. 29. Yazar, bu makalesinde 237 sicil hakkında bilgi verip ayrıca Hacıoğlu Pazarı (veya Pazarcık) kasabası devlet arşivinde de “beş-on sicil” daha vardır demektedir. Guboğlu, bu son defterlerin Rumeli ve özellikle Dobruca tarihi için önemli olduğunu belirtiyor. Bu defterlerden birisinin (H. 1123/M. 1711) Baltacı Mehmed Paşa’nın Prut seferine ait olduğunu ilave ediyor. Josef Kabrda ise, anılan makalesinde 312 sicili tanıtmıştır. 42 Fikret Karciç, “Gazi Husrev Bey Kütüphanesi”, DİA, c. VI, s. 458.
198
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
yerlerde bulunmayan kaynakları içermektedir.43 Biz de elimize geçen “sicilbenzeri” bir defteri Ankara’da 9-13 Eylül 2002 tarihleri arasında toplanan Türk Tarih Kongresi’nde tanıtmış bulunuyoruz.44 Kıbrıs’ta da 56 adet şer‘iyye sicilinin yakın zamanda keşfedildiği bildirilmiştir.45 Girit defterleri üzerinde çalışan Adıyeke’ler bunlar hakkındaki yeni bilgileri kamuoyuna sunmuşlardır.46 Arap ülkelerindeki siciller üzerinde yapılan çalışmalar Hüseyin Yılmaz, Hülya Canbakal ve Himmet Taşkömür’ün hazırladığı yukarıda sözü geçen bibliyografya kitapçığından takip edilebilir. Örnek olması kabilinden Suriye’de Abdul-Karim Rafeq’in47 siciller üzerinde çalıştığı kaydedilebilir. Ayrıca Yahudi araştırmacıların Filistin şehirlerine ait bulunan şer‘iyye sicilleri hakkında çok sayıda yayın yaptıkları bilhassa belirtilmelidir. 43 Halil İnalcık, “Saray Bosna Şer‘iyye Sicillerine Göre Viyana Bozgunundan Sonraki Harp Yıllarında Bosna”, Tarih Vesikaları, sy. 9, s. 178-187 ve sy. 11. Yazar, bu makalesinde 16931694 tarihlerinde Bosna taraflarındaki harp harekatına ve Bosna’nın genel haline taalluk eden vesikaları yayınlamıştır. 44 Saraybosna sicillerinin ilk beşinin mikrofilmi tarafımızdan İSAM Kütüphanesine verilmiştir. Bunlar hakkında bilgi için bkz.: Fethi Gedikli, “Yeni Bulunmuş Bir Bosna Mahkeme Defteri: Hicrî 1203-1288 Tarihleri Arasında Bosna’da Toplumsal Hayat”, XIV. Türk Tarih Kongresi 9-13 Eylül 2002– Ankara. 45 BOA Daire Başkanlığı çalışanı Mustafa Serin’in verdiği bu bilgi için bkz.: I. Milli Arşiv Şurası 20-21 Nisan 1998 Tebliğler-Tartışmalar, s. 213. Kıbrıs Şer‘iyye sicilleri üzerinde öteden beri yapılan çalışmalar dikkate alındığında bu bilgi yanlıştır: H. Vergi Bedevi, “Kıbrıs Şer‘î Mahkeme Sicilleri Üzerine Araştırmalar”, Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tedkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969): Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara 1971, s. 139-148; Jennings ve diğerleri, “Archival Materials and Research Facilities in the Cyprus Federated State; Ottoman Empire, British Empire, Cyprus Republic”, International Journal of Middle East Studies, 1977, c. VIII, sy. 1, s. 29-42; Ronald Jennings, “Black Slaves and Free Blacks in Ottoman Cyprus, 15901640”, Journal of Economic and Social History of the Orient, 1987, c. XXX, sy. 3, s. 286-302; a.mlf., Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 15711640, New York: New York University Press, 1993; a.mlf., “Divorce in the Ottoman sharia court of Cyprus, 1580-1640”, Histoire économique et sociale de l’Empire ottoman et de la Turquie (1326-1960): actes du congrés international tenu à Aix-en-Provence du 1er au 4 juillet 1992, Daniel Panzac, (ed.), Paris: Peeters, 1995; Kemal Çiçek, “Legal Positions of Christians in Ottoman Cyprus 1698-1726: A Study of the Sharia Court Records of Nicosia”, (Eren Yayınevi tarafından, basılacağı duyuruldu). Kıbrıs ve diğer yer sicillerinin kullanıldığı başka bir çalışma için bkz.: Kemal Çiçek ve Abdullah Saydam, Kıbrıs’tan Kafkasya’ya Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet, Raiyyet, Trabzon, 1998; Kemal Çiçek, “Diplomat, Banker, Tüccar: XVIII. yüzyıl Başlarında Larnaka’da Para Ticareti ve Yabancı Sermaye”, Osmanlı Araştırmaları, 2001, sy. 21, s. 269-282. 46 A. Nukhet Adiyeke ve Nuri Adiyeke, “Nouvelles découvertes dans les archives turques: registres de cadis et autres documents concernant la Crête”, Turcica, 2000, sy. 32. 47 Abdul-Karim Rafeq, “The Law-Court Registers and Their Importance for a Socioeconomic and Urban Study of Ottoman Syria”, L’Espace social de la Ville Arabe, D. Chevalier, (ed.), Paris: G. P. Maisonneuve ve Larose, 1979, s. 51-58.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
199
Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışındaki kataloglama çalışmalarının eksikliği dışında bir diğer mesele de şudur: Dizinleri olmadığı için sicillerin kullanılması uzun vakte ihtiyaç göstermektedir. Pek az sicilde her hükmün derkenârı vardır. Bunlara bakarak hükmün hangi konuyla ilgili olduğu kolayca anlaşılabilir; aksi halde belgenin en az yarısı okunmalıdır ki neyle ilgili olduğuna karar verilebilsin. Nitekim bu ihtiyaç görülerek sicillerin içeriğinin dizinlerini çıkarma teşebbüsü başlatılmıştır. Bu çerçevede İstanbul Kadılığı’na ait ilk dört defterde bulunan belgelerin özetleri arşiv çalışanlarınca kartlara geçirilmiştir. Yine Kültür Bakanlığının 199148 tarihinde verdiği sicillerin Ankara’ya alınması kararı ile birlikte Prof. Dr. Zahid Aksu başkanlığında kurulan bir heyetle Adana Şer‘iyye Sicilleri’nden başlanmak üzere defterlerdeki belgelerin tek tek okunarak özetleri çıkarılmaya başlanmıştı. Milli Kütüphanede muhafaza edilen 8.928 adet defterin yarıdan fazlasının mikrofilmlerinin çekilmiş olduğuna yukarıda değinilmişti. Adana defterlerinin 27 adedinin belge tahlili yapılmış,49 fakat bu çalışma tamamlanamamıştır.50 Her şeye rağmen, bu özetler yayımlanırsa veya bilgisayar ortamına aktarılırsa onlardan kolayca istifade etmek mümkün hale gelir. Bazı araştırmacılar da fihrist hazırlamışlardır. Mesela, İbrahim Yılmazçelik 392 numaralı Harput Şer‘iyye Sicili’nin fihristini çıkarıp neşretmiştir.51 2. Metin Çevriyazılarının Hazırlanması Osmanlı hukukunun uygulama kaynakları olan şer‘iyye sicilleri üzerinde, ikinci kategoride değerlendirdiğimiz, yüksek lisans tezi olarak “metin çevriyazılarının hazırlanması” son zamanlarda bilhassa ciddi bir biçimde artmıştır. Coşkun Çakır’ın neşrettiği yukarıda zikredilen bibliyografyadan tespit edilebildiğine göre, şer‘iyye sicilleri ile ilgili 13 adet doktora,52 182 adet yüksek lisans, 24 tane de lisans tezi yapılmıştır. Bunların toplamı 220’ye baliğ olmaktadır. Ülkemizde bütün çalışmaların kayıtlarının eksiksiz tutulmadığı hatırda bulundurulduğunda bu sayının tam bir sayı olamayacağı kolayca tahmin olunabilir. Aslında doktora tezleri göründüğü kadar az değildir; bu çalışmada çeşitli yerler48 Nasi Aslan, “Milli Arşivimiz... “, s. 190’da bu tarihi 1990 diye veriyor. 49 Orhan Avcı, s. 195. 50 Kenan Ziya Taş, s. 181. 51 İbrahim Yılmazçelik, “392 Numaralı Harput Şer‘iyye Sicilinin (H. 1260-1264=M. 1844-1848) Tanıtımı ve Fihristi”, Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 68, s. 91-118. 52 Bu sayı, Çakır’ın makalesinde görülen henüz yayımlanmamış olan doktora tezlerine ilişkindir. Ancak orada verilenler –ikisi dışında- başlıklarında açıkça “şer‘iyye sicili” ifadesi bulunanlardır. Böyle olmayıp da esas kaynak olarak şer‘iyye sicillerini kullanan daha birçok çalışmanın olduğu şüphesizdir. Meselâ bkz.: Nurcan Abacı, “Osmanlı Hukukunun Uygulanmasına Yönelik Bir İdari Sosyal Tarih Araştırması: Bursa Örneği (1650-1700)”, Ankara: AÜ DTCF, 1999; Ruhi Özcan, “XVII. Yüzyılda Konya’da Mülk Satışları ve Fiyatlar (16401665)”, Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1993.
200
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
de zikredilen M. Akif Aydın, Y. Seng, Said Öztürk, İsmail Kurt, Fethi Gedikli, Tahsin Özcan ve Ömer Menekşe tarafından yapılan tezler de bu sayıya eklenirse doktora sayısının 20 rakamına ulaştığı görülür. Fakat bu doktora tezlerinin 1981’de yapılan biri ve tarihi belirtilmemiş olmakla beraber muhtemelen aynı yıllarda yapılan bir başkası dışında hepsinin- doksanlı yıllarda yapılmış olması son yıllarda bir araştırma nesnesi olarak şer‘iyye sicillerinin gördüğü muazzam ilgiyi göstermek için yeterlidir. Bu tespit yüksek lisans tezleri için de belki daha kuvvetli bir surette tekrarlanabilir. 1995 yılı Ocak ayı içinde faaliyete geçen İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Araştırmaları Merkezi tarafından da diğer defterler ve belge tasnifleri yanında, şer‘iyye sicillerinden derlenen vesikalar özgün ve çevriyazılı metni bir arada olmak üzere titiz bir yayım için hazırlanmaktadır. Fakat son zamanlarda bu yayımlarda bir aksama gözlenmektedir. Sabancı Üniversitesi Şer‘iyye Sicillerine Göre İstanbul Tarihi “Halil İnalcık Araştırma Projesi” kapsamında aşağıdaki yedi sicilin yayıma hazırlandığı duyurulmuştur: İstanbul Mahkemesi (1) 120, 121, 122; İstanbul Bâb Mahkemesi (2) 349, 351; Davutpaşa Mahkemesi (8) 66 ve Balat Mahkemesi (17) 129 numaralı defterleri. İkinci kategoride değerlendirilen “metin çevriyazılarının hazırlanması”na dair çalışmalara sayılarının çokluğu sebebiyle burada ancak kısaca temas edebiliyoruz. Şu kadarı söylenebilir ki, umumiyetle yüksek lisans tez çalışmaları olarak üretilen metin çevriyazıları, birtakım okuma yanlışları ihtiva etmelerine rağmen, ihtiyatlı kullanılmak kaydıyla, araştırmacıya çabukluk ve kolaylık sağlayabilirler. Ancak Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış bulunan bu çalışmaları elde edip incelemek son derece güçtür. Tezler hariç tutulursa, yayıma konu edilmesi yönünden şer‘iyye sicillerinin hak ettiği ilgiyi gördüğünü ne yazık ki söylemek durumunda değiliz. Bilindiği gibi bugüne kadar ancak Dr. C. Truelka’nın XVII. asır başlarına ait bir sicil defterini neşrettiğini ve bu neşrin bilim dünyasında büyük öneminin takdir edildiğini biliyoruz.53 Bu yolda ikinci bir örnek olarak Duda ve Galabov’un 313 numaralı Sofya Şer‘iyye Sicili’ni müstakil bir yayımın konusu yapmaları belirtilebilir.54 Bu eserle Sofya kadılığı 313 numaralı sicil defteri Almanca özetlenip örnek biçimde yayımlanmıştır. Yerli araştırmacılarca yayımlanmış böyle çalışmalar ancak son zamanların mahsulüdür. Görebildiğimiz kadarıyla Dr. Hasan Moğol’un 1 sayılı “Teke San53 C. Truhelka, “Pabirci’ iz jednoy sidzila”, Glasnik zemaljiskog muzeja u Bosna i Herceg, 1918, XXX.), nkl.: İnalcık, a.g.m., s. 372-382. 54 D. Galab Galabov, Die Protokollbücher des Kadiamtes Sofia, Münih: Hrgg. Herbert W. von Duda, 1960.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
201
cağı Şer‘iyye Sicili”55 ile Ayhan Yüksel’in 1 sayılı “Tirebolu Şer‘iyye Sicili”56 yayını bu yolda ilk örneklerdir. Bunlardan kasıt, özet şeklinde yayım değil, tam metin neşridir. Öte yandan, özet şeklinde olmasına rağmen, Halit Ongan’ın Ankara’nın 1 ve 2 numaralı Şer‘iyye Sicilini yayımlaması, memleketimizde sicillere oldukça erken bir zamanda dikkat çekmesi bakımından önemlidir.57 Bu arada Cemil Cahit Güzelbey’in Gaziantep Şer‘iyye Sicillerinden yaptığı derlemeler de anılmalıdır.58 Bu sahaya başka bir katkıyı A. Akgündüz ve arkadaşları sağlamışlardır.59 Fahri Dalsar’ın kitabında da Bursa’daki tüccar ve esnaf arasındaki ilişkileri belgelendiren çok sayıda vesika vardır.60 3. Sicillere Dayalı Olan Çalışmalar “Sicillere dayalı olan çalışmalar” önemli bir yekun oluşturduğundan, burada onların tümünü tespit edip değerlendirmenin güçlüğü nazara alınarak ancak bir kısmına değinme imkanı vardır. Ancak belli bir konuyu araştırırken sadece şer‘iyye sicillerini esas almanın sakıncalı olacağı ve konuyu bütün yönleriyle görmeyi engelleyeceği akılda tutulmalıdır.61 Hukuk tarihi çalışmaları veya hukuk tarihçilerinin çalışmaları nispeten yeni olmasına rağmen tarihçiler ve iktisat tarihçileri öteden beri şer‘iyye sicillerine ilgi duymuşlardır. Burada bunların en önde gelenleri zikredilecektir. Halil 55 Hasan Moğol, Teke Sancağı Şer’iyye Sicili, Ankara: Mehter Yay., 1996. Kitabın adı üçüncü sayfada “Teke Sancağı Şer’iyye Sicili-1 (1223-1232/1807-1817)” biçimindedir. Kitapta şer‘iyye sicillerinin ihtiva ettiği kayıtlar, mevcut şer‘iyye sicilleri ve Teke Sancağı şer‘iyye sicilleri üzerine bilgiler verildikten sonra, bu sancağın 1 sayılı şer‘iyye sicili tanıtılmış, sicilin fihristi verilmiş sonra Latin alfabeli metniyle tıpkıbasımı sunulmuştur. 56 Ayhan Yüksel, Tirebolu Bir Sahil Kasabasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1788-1858), İstanbul: Kitabevi, 2003. Tirebolu 1 sayılı Şer‘iyye Sicilinin tahlil ve çevriyazısından meydana gelen çalışma, Tirebolu kazasının tarih ve coğrafyası, sosyal hayatı, kasabadaki ekonomik faaliyetler ve sicilin çevriyazısını ihtiva etmektedir. 57 Halit Ongan, Ankara’nın 1 Numaralı Şer’iye Sicili, Ankara 1958; aynı mlf: Ankara’nın İki Numaralı Şer‘iyye Sicili, Ankara, 1974. 58 Cemil Cahit Güzelbey, Gaziantep Şer‘î Mahkeme Sicilleri, I. Fasikül (1886-1909), Gaziantep, 1966; II. Fasikül (1841-1886), Gaziantep, 1966; III. Fasikül (1826-1838), Gaziantep, 1966. C. C. Güzelbey ve H. Yetkin, Gaziantep Şer‘î Mahkeme Sicillerinden Örnekler (1729-1825), Gaziantep, 1970. 59 Ahmet Akgündüz ve arkadaşları, Şer’iyye Sicilleri, c. I-II, İstanbul: Türk Dünyası Vakfı Yay., 1989. 60 Fahri Dalsar, Türk Sanayi ve Ticaret Hayatında Bursa’da İpekçilik, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını, 1960. 61 Araştırma yöntemiyle ilgili bu tür meseleler için bkz.: Ali Akyıldız, “İslâm Yakınçağ Osmanlı Sosyo-Ekonomik Tarihi Araştırmalarında Kaynak Sorunları: Arşiv ve Arşiv-Dışı Malzemenin Önemi”, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sy. 2.
202
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
İnalcık,62 Ömer Lütfi Barkan,63 Tayyib Gökbilgin64 ve Mustafa Akdağ’ın65 çalışmaları hukuk tarihçileri için çok önemli kaynaklar oluşturmuşlardır. Adları anılan bu bilim adamları hem kaynak yayımlamakla, hem de getirdikleri yorumlarla ilgi uyandırmışlardır. Bu bağlamda Çağatay Uluçay ve İbrahim Gökçen’in Manisa Şer‘iyye Sicilleri üzerine yaptığı çalışmalardan da söz etmek uygun olur.66 Şer‘iyye sicillerine ilgi duyan tarihçilerden biri de İlber Ortaylı’dır.67 Bu arada, İnalcık başta olmak üzere bir gurup araştırıcı Eyüp mahkeme sicillerinden 184, 185 ve 188 numaralı olanları seçip çeşitli yönleriyle bir tartışarak bir kitap halinde neşretmişlerdir.68 Barkan, Edirne askerî kassamına ait 1545-1659 yılları arasındaki defterleri incelemiştir,69 ayrıca L. Fekete 1587 yılında ölmüş bulunan Ali Çelebi’nin muhallefat kaydını inceleyerek “XVI. Yüzyılda Taşralı Bir Türk Efendisinin Evi”70 adlı değerli bir makale yazmıştır. İktisat tarihçisi Halil Sahillioğlu’nun “Bursa Kadı Sicillerinde İç ve Dış Ödemeler Aracı Olarak ‘Kitâbü’l-Kadı’ ve ‘Süftece’ler”71 adlı makalesi hukuk tarihçileri için de çok değerli bilgiler ihtiva etmek62 Halil İnalcık, “Osmanlı İdare, Sosyal, Ekonomik Tarihi ile İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler”, (9 fotokopi ile), Belgeler, 1980-1981, c. X, sy. 14, s. 1-91; a.mlf., “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler. ll. Sicil:l Safar 883-Muharrem 886”, Belgeler, 1988, c. XIII, sy. 17, s. 1-42; a.mlf., “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler: III. Köy Sicil ve Terekeleri”, Belgeler, 1993, c. XV, sy. 19, s. 23-168. Ayrıca bkz.: Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tedkikler ve Vesikalar, Ankara, 1987 (1954). 63 Ömer Lütfi Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları Kânûnlar, c. I, İstanbul, 1943. 64 M. Tayyib Gökbilgin, “Ebussuud Fetvalarında ve XVI. Asır Şer‘iyye Sicillatında İsbat ve Şehadet”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1966, c. III, sy. 3-4, s. 117-132; a.mlf.; “Hatvan kadılığının iki sicili”, Studies in Honor of Julius Nmeth, Gy. Kaldy-Nagy, (ed.), Hungaro-Turcica, 1976, s. 315-19; a.mlf., “Kanuni Sultan Süleyman Devri Müesseseler ve Teşkilatına Işık Tutan Bursa Şer‘iyye Sicillerinden Örnekler”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara, 1976, s. 91-112. 65 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celali İsyanları, Ankara, 1975; a.mlf., Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî Tarihi, 2 cilt, İstanbul, 1979. 66 Örnek olarak bkz.: Çağatay Uluçay, XVII. Yüz Yılda Manisa’da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı, İstanbul, 1942; İbrahim Gökçen, XVI. ve XVII. Asır Sicillerine Göre Saruhan’da Yürük ve Türkmeler, İstanbul, 1946. Şehir tarihi çalışmalarında da siciller yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bir örnek için bkz.: Rifat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Ankara, 1998. 67 İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul: Pan, 2000. 68 Tülay Artan, (haz.), XVIII. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, İstanbul, 1998. 69 Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askerî Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, 1968, c. III, sy. 5-6, s. 1-479. 70 L. Fekete, “XVI. Yüzyılda Taşralı Bir Türk Efendisinin Evi”, trc.: S. Karatay, Belleten, 1965, c. XXIX, sy. 116, s. 615-638. 71 Halil Sahillioğlu, “Bursa Kadı Sicillerinde İç ve Dış Ödemeler Aracı Olarak ‘Kitâbü’l-Kadı’ ve ‘Süftece’ler”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Ankara, l973, s. 103-144.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
203
tedir. Yine aynı alanda çalışan Hüseyin Özdeğer, XV. yüzyıla ait Bursa tereke defterlerini inceleyerek devrin iktisadi ve toplumsal hayatını ortaya koymak istemiştir.72 İlahiyat fakültelerinin İslam Hukuku bilim dallarında da şer‘iyye sicillerine dayalı değerli araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan biri Tahsin Özcan’ın “Kanuni Dönemi Üsküdar Para Vakıfları” (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997) adlı doktora tezidir. Bir diğer doktora tez çalışması da Ömer Menekşe’ye aittir: “XVII. ve XVIII. Yüzyıl[lar]da Osmanlı Devleti’nde Hırsızlık Suçu ve Cezası”, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998). Jon E. Mandaville’in para vakıfları üzerindeki ilk ve çığır açan çalışmasını,73 iktisat tarihçisi Murat Çizakça’nın çalışmaları izlemiştir. Çizakça, Batı’da ve İslam dünyasında iş ortaklıklarının tarihine eğildiği yeni bir çalışmasında da şer‘iyye sicillerini sınırlı ölçüde kullanmıştır.74 Şer‘iyye sicillerini esas alarak para vakıflarını doktora konusu olarak ele bir başka çalışma İsmail Kurt tarafından yapılmıştır.75 Para vakıflarının nadir de olsa fonlarını mudarebe yoluyla işlettiğini yansıtan Osmanlı mahkeme kayıtları, Fethi Gedikli’nin “İstanbulda Para Vakıfları” adlı makalesinde görülebilir.76 Said Öztürk’ün İŞSA’da bulunan askerî kassam defterleri üzerine hazırladığı doktora tezi basılmıştır.77 Siciller üzerinde çalışan yabancılar arasında -Mandaville dışında- Ronald Jennings ve Haim Gerber de bulunmaktadır. Müteveffa Jennings, Kayseri ve Trabzon sicilleri üzerine çalışmıştır. Bilhassa Kayseri mahkeme sicillerini tarayarak karz ve kredi münasebetlerini incelemiştir.78 Aynı yazarın Kıbrıs sicillerini de incelediğine daha evvel değinilmişti. 72 Hüseyin Özdeğer, Türk İktisat Tarihi Açısından Bursa Kadı Sicillerinde Bulunan Tereke Defterlerine Göre 1489-1500 Seneleri Arasında Bursa’da İktisadi ve İctimai Hayat, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1982. 73 Jon E. Mandaville, “Usurious Piety: The Cash Waqf Controversy in the Ottoman Empire”, International Middle Eastern Studies, 1979, sy. 10, s. 289-308 [Türkçesi için bkz.: “Faizli Dindarlık: Osmanlı İmparatorluğu’nda Para Vakfı Tartışması”, trc.: Fethi Gedikli, Türkiye Günlüğü, 1998, sy. 51, s. 129-144.] 74 Murat Çizakça, Risk Sermayesi: Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İstanbul, 1993; a.mlf., “Cash Waqfs of Bursa, 1555-1823”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 1995, c. XXXVIII, sy. 3, s. 313-354; a.mlf., A Comparative Evolution of Business Partnerships The Islamic World and Europe, with Specific Reference to the Ottoman Archives, Leyden, New York, Köln, 1996 [Türkçesi için bkz.: İslam Dünyasında ve Batıda İş Ortaklıkları Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.] 75 İsmail Kurt, Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat, İstanbul, 1996. 76 Fethi Gedikli, “İstanbul’da Para Vakıfları”, HAK-İş Dergisi, Ekim 1999, s. 68-73. 77 Said Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, İstanbul: OSAV, 1995. 78 Ronald Jennings, “Loans and Credit in Early 17th Century Ottoman Judicial Records The Sharia Courts of Anatolian Kayseri”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, c. XVI, sy. 2-3, s. 168-216; a.mlf., “The Society and Economy of Maçuka in the Ottoman Judicial Registers of Trabzon, 1560-1640”, Continuity and Change in Late Byzantine and Early Ottoman Society, A. Bryer ve Heath Lowry, (eds.), Birmingham ve Washington, 1986, s. 129-154.
204
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
Bursa şer‘iyye sicilleri üzerindeki çalışmaları ile tanınan Haïm Gerber,79 “Osmanlı Mahkeme Kayıtlarında İslam Ortaklık Hukuku” başlıklı makalesiyle İslam Hukukunun medenî hukuk ve ticaret hukuku sahalarında nazariyede kaldığı, uygulamada yer bulmadığı yolundaki hakim görüşe meydan okumuştur. Esas olarak Bursa Şer‘iyye Sicillerine dayanılarak yazılan makalede İslam hukukunun ortaklık türleri ve hükümlerinin Bursa tüccar ve zanaatkarları arasında yaygın olarak uygulandığı anlatılmıştır.80 Karen Barkey, Manisa sicilleri üzerine çalışmıştır. Ayrıca Bayan Yvonne Seng, Üsküdar tereke defterleri üzerinde günlük hayatı araştıran bir tez yapmıştır.81 IV. Hukuk Tarihçilerinin Çalışmalarında Şer‘iyye Sicilleri Hukuk tarihçilerinin bu muazzam kaynağı kafi derecede kullanmadıkları söylenebilir. Bunda rol oynayan muhtelif etkenler arasında, bu kaynaklardan istifade etmenin ayrı bir uzmanlık bilgisi gerektirmesi ve ülkemizdeki hukuk eğitiminin, mezunlarına bu formasyonu kazandıramaması sayılabilir. Buna rağmen tarihçilerin bunları hukukçulardan daha fazla kullanması ilginçtir. Bunun sebebi tarihçilerin, hukuk tarihçilerine nazaran çok daha kalabalık bir ‘cemaat’ oluşu ve son zamanlarda önem kazanan sosyal tarih çalışmalarına yönelmeleridir. Anadolu’da birçok yeni üniversitenin açılması da yerel tarih çalışmalarını ateşlemiştir. Ayrıca araştırıcının konu bulma güçlüğü böylece kestirme ve kolay yoldan çözülmüş olmaktadır. Çok önemli bulduğumuz başka bir husus, hukukçu ile tarihçinin kültür algılayışlarındaki farktır: Bir genellemeye gidilecek olursa, tarih disipliniyle iştigal eden bilimcilerin ulusal kültüre daha çok önem verdiği ve onunla daha olumlu bir ilişki içinde olduğu, buna mukabil, hukukçuların ulusal kültüre daha mesafeli durduğu söylenebilir. Bu durumu her iki disiplinde çalışanların ortaya koydukları ürünlerden izlemek mümkündür. 79 Haim Gerber, “The Muslim Law of Partnerships in Ottoman Court Records”, Studia Islamica, 1981, sy. 52, s. 109-119 [Türkçesi için bkz.: “Osmanlı Mahkeme Kayıtlarında İslam Ortaklık Hukuku”, trc.: F. Gedikli, Argumentum Aylık Hukuk Dergisi, Haziran 1991, c. I, sy. 11, s. 165-168. 80 Son zamanlarda yayınlanan kitabında (New York, 1994) bu görüşlerini tekrarlayan Gerber araştırılmasını tavsiyeye şayan gördüğü konular arasında, Osmanlı medeni ve ticaret hukukunu da saymaktadır. Ona göre vaktiyle hakim görüş bu sahada klasik şer‘iat hukukunun daima yalnızca nazari kaldığı ve onun hatta tatbike niyet bile edilmediği idi. Bazı yerlerde durum gerçekten böyle olabilirdi; fakat bir genelleme olarak bu görüş, Osmanlı örneğince tekzip edilmiştir. Klasik İslam şirketler hukuku Osmanlı toplumunda tam anlamıyla uygulanmıştı. Muhtelif ortaklık türleri adları kullanılmış ve belgeler bu şirketlerin hukuk kitaplarında çerçevesi çizildiği şekilde uygulandığını göstermiştir. Bu herhangi bir siyasî veya hukukî müdahale olmadan tüccar ve zenaatkarlar arasında oluşan ihtiyarî bir uygulamaydı. Bkz.: Haim Gerber, State, Society and Law in Islam, s. 36. 81 Yvonne J. Seng, “The Üsküdar Estates (Tereke) As Records of Everyday Life in an Ottoman Town, 1521-1524”, Doktora Tezi, Chicago: Chicago Üniversitesi, 1991.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
205
Hukuk fakültelerimizde “Türk Hukuk Tarihi” disiplini gerektiği kadar önemli görülmemiş, hem araştırılması ve hem de öğretilmesi üzerinde yeteri kadar durulmamıştır. Ankara Üniversitesi’nde eskiden beri bir Türk Hukuk Tarihi kürsüsü olmuş ve burada Prof. Coşkun Üçok ve onun öğrencileri Halil Cin, Ahmet Mumcu ve Gülnihal Bozkurt akademik çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu kürsüde bugün profesör olarak sadece Gülnihal Bozkurt bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde ise Türk Hukuk Tarihi öğretimi kesintili olmuş ve münhasıran bu alan üzerine çalışan bir akademisyen yetiştirilmemiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersinin -seçimlik değilesas ders olarak okutulması, Yükseköğretim Kurulu [YÖK]’nun kurulmasından sonra, fakat bir Roma Hukuku profesörü tarafından gerçekleştirilmiştir.82 YÖK’ün kurulmasından sonra Türk Hukuk Tarihi, hukuk fakültelerinin müfredat programında yer alabilmiş ve uzun senelerin ihmali bir ölçüde giderilmeye başlanmıştır. Zira bu dersi okutmak üzere akademisyen yetiştirilmeye başlanmış ve bunlar bir yandan eğitim ve öğretimle meşgul olurken, öbür yandan da Türk Hukuk Tarihinin çeşitli konularını araştırmaya başlamışlardır. Buradan da anlaşılacağı üzere Türk Hukuk Tarihinin bir araştırma disiplini olarak görülmesi yenidir. Nitekim, değerli tarihçimiz Mehmet Genç, Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin 16-18 Ekim 1985’te Ankara’da düzenlediği Türkiye’de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi Sempozyumu’nda, “Tarih araştırmalarımızın diğer bir eksikliği de, muhteva bakımından son derece dar ve çoğu geleneksel kalan konuların sınırları içinde hapsolmuş bulunmasıdır. Tarih araştırmalarında bütün dünyada, XX. yüzyılda giderek önem kazanmakta olan bilim tarihi, teknoloji tarihi, tarihî demografi, sosyal tarih, hukuk tarihi gibi alanlar, Türkiye’de ya hiç mevcut değildir ya da tamamıyla bireysel düzeyde birkaç takipçisinin kaderiyle tesadüfe terkedilmiş durumdadır.”83 tespitini yapmıştır. Türk Hukuk Tarihi araştırmalarının yeteri kadar ilerlememesinin bir sebebi de –YÖK ile başlayan üniversite desteği dışında- arkasında kurumsal bir destek bulamamış olmasıdır. Bugün bu disiplinde yapılacak araştırmaları destekleyip teşvik edecek faal bir enstitü, bir dergi yoktur. İkinci Cihan Harbinin ortasında Ankara’da Türk Hukuk Kurumu bünyesinde kurulan Türk Hukuk Tarihi Enstitüsü M. Fuad Köprülü eliyle Türk Hukuk Tarihi Dergisi’ni yalnız bir sayı olarak çıkarmıştır (Ankara, 1944). Köprülü daha önce de Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası’nı iki sayı olarak neşretmişti.84 Köprülü’nün tek başına giriştiği bu mühim iş, kendisinden sonra sürdürülememiştir. 82 Ziya Umur, Türk Hukuk Tarihi Dersleri, c. I, İstanbul: Beta, 1993, s. 22-31. 83 Mehmet Genç, “Tarih Araştırmaları Oturumu Üzerine Yorum”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul: Ötüken Yay., 2000, s. 356 84 Bu dergilerin tanıtımı ve değerlendirilmesi için bkz.: Fethi Gedikli, “Fuad Köprülü ve Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2003, c. 1, s. 1, s. 433-441.
206
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
Bunda Türkiye’nin, geçmişine karşı bilinen komplekslerinin payı büyüktür. Bugün Türkiye’de faaliyette bulunan onlarca kamu ve özel hukuk fakültelerine bakıldığında bu dalla ilgili ciddi çalışmaların yalnızca Marmara Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi’ne bağlı Erzincan Hukuk Fakültesi, Selçuk Üniversitesi, Dicle Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi gibi bir elin parmaklarını ancak aşan hukuk fakültelerinde sürdürüldüğünü görüyoruz. Bütün hukuk fakültelerinde bu anabilim dalının faal durumda olmamasında, bu dersin bir tür kültür dersi olarak görülüp ‘iş hayatı’ için çok önemli sayılmamasının yanı sıra, eski hukukumuza karşı az evvel zikrettiğim komplekslerimizin ve önyargılarımızın da rolü vardır. Ayrıca bu alan, kendisini çalışmak için seçeceklerde birçok nitelik aradığından, bu durum da potansiyel araştırmacılar için caydırıcı bir etken olmaktadır. Eski yazıyı [‘Osmanlıca’yı], Arapça’yı, İslam hukukunu bilmek ve ayrıca arşivlerde karşılaşılacak bıktırıcı zorluklara göğüs germek lazımdır. Son olarak memleketteki ilme karşı genel vurdumduymazlığı da bu olumsuz şartlara ilave etmek icap eder. Hukuk tarihçisinin diğer hukuk dallarındaki akademisyenler gibi üniversite dışında para kazanamayacağı endişesi de gençleri bu alanda çalışmaktan içtinaba zorlamaktadır. Türk Hukuk Tarihi çalışmaları bir değerlendirmeye tabi tutulacak olursa şu belirlemeler yapılabilir: Ankara okulu denebilecek hukuk tarihçilerinin çalışma sahaları genel olarak şer‘iyye sicilleri dışında olmuştur. Aslında bunlar arşivlere müracaat ettikleri zaman daha çok Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ni kullanmışlardır. Üçok’un çok bilinen “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Hukukuna Aykırı Hükümler” adlı makalesi, Halil Cin’in85 ve Ahmet Mumcu’nun86 eserleri böyledir. Gülnihal Bozkurt ise genellikle Tanzimat’tan sonraki hukuk tarihi sorunları üzerinde durmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı büyük hukuk iktibasını işlediği kitabında yabancı arşivleri kullanmıştır.87 Şer‘iyye sicillerini kullanan hukuk tarihçilerinden M. Akif Aydın’ın doktora tezi88 daha sonra İslam-Osmanlı Aile Hukuku (İstanbul, 1985) adıyla neşredilmiştir. Ahmet Akgündüz ve arkadaşlarının daha önce zikredilen Şer‘iyye Sicilleri I-II adlı çalışması, burada bir kere daha kaydedilmelidir. Şer‘iyye sicillerini esas kaynak olarak kullanan bir diğer çalışma Hukuk tarihçisi Fethi Gedikli 85 Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara, 1974; a.mlf., Eski Hukukumuzda Boşanma, Ankara, 1976. 86 Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, 2. Baskı, Ankara, 1985; a.mlf., Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), 2. Baskı, İstanbul, 1985; a.mlf., Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, 2. Baskı, Ankara, 1985. 87 Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu 1839-1914, Ankara, 1989; a.mlf., Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996. 88 M. Akif Aydın, Osmanlılarda Aile Hukuku Alanındaki Gelişmeler ve Hukuk-ı Aile Kararnamesi (XIX. ve XX. Yüzyıllarda), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1981.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
207
tarafından yapılmıştır.89 Orta Çağ boyunca Akdeniz çevresinde yaygın olarak uygulanan mudarebe kurumunu, XVI. ve XVII. asırlar içinde özellikle Galata Şer‘iyye Sicillerine dayanarak doktora çalışması olarak inceleyen Gedikli, daha sonra yine aynı dönem ve mekanı esas alarak Osmanlı devletinde inan şirketi uygulamasını araştırmıştır. Bu son çalışmanın Galata’daki uygulamayı inceleyen kısmı yayımlanmıştır.90 Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı öğretim elemanı Mustafa Şentop da, doktora tezi olan “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik Kurumu”nu91 incelerken kazaskerlik sicillerini kullanmıştır. Aynı fakülteden Abdullah Demir de, Tophane Mahkemesi 7 numaralı şer‘iyye sicil defterini yüksek lisans tezi olarak çalışmıştır.92 Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk Tarihi Anabilim Dalı mensubu Hasan Tahsin Fendoğlu Hukuk Tarihimizde Temel Haklar (Konya, 1994) kitabında kısmen bu sicillere müracaat etmiştir. Türk Hukuk Tarihi çalışmalarının şer‘iyye sicillerini bundan sonra daha fazla kullanması, hukukun nazariyesi ile tatbikatı arasındaki ilişkiyi öğrenebilmek bakımından bize önemli açılımlar sağlayabilir. Anayasa hukuku, idare hukuku gibi İslam Hukukunun doğrudan ayrıntılı şekilde düzenlemediği alanlar dışında kalan -aile, miras, ticaret, ceza, medeni hukuk gibi- bütün diğer hukuk sahalarındaki hukuk tarihi incelemeleri için sicillerin yeri çok önemlidir. Anılan bu hukuk dallarının kapsadığı müesseseler hakkında, mesela satış, kira, vakıf, muamele-i şer‘iyye vb. işlemler ve bu işlemlere konu olan menkul ve gayrimenkulun birimleri -oda, bahçe, hamam, kuyu, ağaçlar vs. gibi-, bunların değerleri, işlem taraflarının -etnik, dini, kadın/erkek, asker/sivil- kimliği üzerinde yapılacak araştırmalarda sicillerde bol malzeme vardır. Bu hüküm gaiplik, pazar denetimi, ekmek imali, kölelik ve köle azat etme [ıtk], askerî seferlere hazırlık, esnaf loncaları, naibler, vekiller, kefiller, şahitler için de geçerlidir. Bu liste çok daha geniş tutulabilir fakat bu kadarı bile sicillerin içerdiği malzeme hakkında yeterli bir fikir verebilir. Sicillerin, Mühimme Defterleri ve Şikayet Defterleriyle birlikte kullanılması, incelenen konunun Osmanlı hukuk süreci içindeki yürüyüşünü görmek bakımından gereklidir. Bununla birlikte, bahsedilen bu arşiv malzemesi yanında, Osmanlı hukukunun diğer kaynakları olan padişah fermanları ve kanunname89 Fethi Gedikli, Osmanlı Şirket Kültürü, XVI.-XVII. Yüzyıllarda Mudârebe Uygulaması, İstanbul: İz Yay., 1998. 90 Fethi Gedikli, “Galata Şer‘iyye Sicillerinde Osmanlı Şirketleri”, İstanbul Araştırmaları, Güz 1998, sy. 7, s. 7-92. Ayrıca bkz.: Fethi Gedikli, “Galata Şer’iyye Sicillerinde Mudârebe-Karz İlişkisi”, İstanbul Araştırmaları, Kış 1998, sy. 4. 91 Mustafa Şentop, “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik Kurumu”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 2002. 92 Abdullah Demir, “Tophane Mahkemesi 7 numaralı şer‘iyye sicil defterinin incelenmesi 984-991 (1576-1583)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 1999.
208
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
lerinin, fetva mecmualarının ve diğer kaynakların birlikte kullanılması, araştırıcının yapacağı yorumların ve vereceği hükümlerin daha isabetli olmasını temin edebilir. V. Değerlendirme ve Öneriler Burada bazı genel hususlar üzerinde durduktan sonra birtakım örnekler zikredilecektir. Her şeyden önce sicilleri doğru okumanın zaman zaman son derece zor olduğu, ancak belgeyi okumuş olmanın da tek başına yeterli olmadığı bilinmelidir. Belgeyi yorumlayabilmek için onda geçen ve önemli bir kısmı İslam hukukundan kaynaklanan terimleri bilmek gerekir. Zira sağlıklı bir yorumda bulunabilmek, bu terimleri doğru anlamaya bağlıdır. Bu sebeple, araştırıcıların, bu terimleri doğru anlayabilmeyi sağlamaya yetecek bir İslam hukuku bilgisine ihtiyaçları vardır. Ayrıca kadılık, kazaskerlik, şeyhülislamlık gibi Osmanlı kurumlarının tanınması, örfî hukuk ile şer‘î hukukun ilişkilerinin bilinmesi lazımdır. Osmanlı belgelerinin bazen genel dilden ayrı anlamda kullandığı terimler vardır. Meselâ hepsi de İslam hukuku bakımından zimmî statüsünde görülen Hıristiyanlar ve Yahudiler, Osmanlı belgelerinde aynı hukuki duruma tabi olsalar da, sicillerde zimmî sözüyle münhasıran Ermeniler ve Rumlar kastedilmiş, Yahudilere Yahudi denilmiştir. Gel gelelim, bu terimleme Yahudilerin zimmî konumu dışına çıkarıldığını göstermez. Günümüzde disiplinler arası çalışmalar önem kazandığı için şer‘iyye sicilleri üzerinde çalışacak kimselerin tarih, sosyoloji ve sosyal antropoloji gibi disiplinlere aşina olmaları arzuya şayandır. Ayrıca hem bazı belgeler içinde geçen bazı ibareleri okuyup anlamak ve daha önemlisi müstakil olarak bu dille yazılmış belgeleri okuyabilmek için Arapça bilmek de şarttır. Belgelerin nasıl yorumlanacağı da, ayrı bir meseledir? Bu noktada karşımıza metot meselesi çıkmaktadır. Çalışılan konuda belli bir hükme varırken dikkatli olmak, bulunan şeyi her zaman geçerli zannetmemek, diğer çağlardaki durumunu gözden geçirmek ve ayrıca onun başka yerlerde nasıl olduğuna bakmak elzemdir. Başka bir deyişle, “art zamanlı” ve “art mekanlı” bir çalışma yapmadan, sadece sınırlı bir süreyi ve mekanı alıp genellemelere gitmekten kaçınılmalıdır. Mevcut çalışmalara baktığımızda genellikle bunların tek deftere, tek kadılığa veya çok sınırlı bir süreye ait olduğunu görmekteyiz. Bu hal, araştırıcıyı yanıltıcı sonuçlara götürebilir. Burada göz önünde tutulması gereken başka bir husus da şudur: Muhtelif sebeplerle bütün sicillerin günümüze kadar gelmediği açıktır. Çünkü bazı siciller daha tutulduğu dönemi takip eden yıllarda kaybolmuşlardır. Meselâ çoğu hücceti çizili bulunan Hicri 983-985 [Miladi 1575-1577] tarihli hüccet ve kassam sicili olan Galata Kadılığı’nın 6 sayılı defterinin kapağında şöyle bir kayıt
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
209
vardır: “Müsveddât cemî’an bunda hıfz olınmışdır.” Ancak aynı sicilin bir başka yerinde (s. 234) şöyle denilmiştir: “Sâbıkan mücelled defterlerden ba’zı zâyi‘ olup ve müsveddâtdan ekseri evrâkda kalup sûret ihrâc taleb eden kimesneler bu mücelled dâhilinden tecessüs edeler ki zâyi’âtdan bâki kalan bundadır ki cümlesi bunda olınmışdır.” Bu not; hem sicillerin yazılışı, hem suret isteyenlere verilmesi ve muhafazaları veya yitirilmeleri hakkında ilginç bir bilgi vermektedir. Öte yandan bütün uyuşmazlıkların kadıya götürülmediği veya bütün hukukî işlemlerin uyuşmazlığa sebep olmadığı akılda tutulmalı ve hüküm verirken bu unsurlar göz önüne getirilmelidir.93 Bu genel hatırlatmalardan sonra, ilgili çalışmalarda rastlanan bazı somut noktalar üzerinde durulabilir. Mesela, Ongan’ın eseri çok önemli bir işlev görmüş olmasına rağmen, bu gibi eserler aslî belgeyi özetlediği için her zaman güvenilir olamamaktadırlar. Örnek olarak, bir para vakfı, mudarebe yoluyla para işletmiş olmasına rağmen,94 Ongan’ın özetinden bunu anlamak mümkün değildir. Bu yüzden, özetleri yerine, belgelerin aslî haliyle yayımlanması yolu seçilmelidir. Tarihçilerin çalışmaları hukuk tarihçileri için çok önemli olmasına rağmen, hukukun çok teknik bir bilim alanı olması sebebiyle bunlarda birçok yanlışın ortaya çıktığı da inkar edilemez. Bunların kimi, belki de acele etmekten kaynaklanmaktadır. Meselâ seçkin bir tarihçi olan Suraiya Faroqhi, Osmanlı deniz ticareti hakkında yazarken 93 numaralı Mühimme Defterine atıfta bulunarak gemi sahibi olmayan kişilerin de kaptana yüzde yirmi civarında bir faizle mudarebe borcu vererek geminin yapacağı sefere ortak olabileceklerinden ve oldukça yüksek olan bu faiz oranının bu tip bir yatırımın içerdiği risklerin karşılanması için düşünülmüş olduğundan, çünkü yükler kaptanın suçu olmadan hasar görürse bu yatırımcıların parasının geri ödenmeyeceğinden söz etmektedir.95 Yine Mustafa Akdağ’da böyle bir örnek vardır: Yazar “Faizine Para Alıp Verme İşlemleri” başlığı altında, faizcilik dediği resmi faiz oranı üzerinden yapılan mu‘âmele-i şer‘iyye ve bu arada para vakıflarının faizli işlemleri üzerinde dur93 Gerber, sicil kayıtlarının sınırlılığı hakkında kendi çalışması bağlamında şunları yazıyor: “Bu çalışma, esasen Bursa ve İstanbul mahkeme sicillerine dayanmaktadır. Bu malzemenin bazı önemli güçlükleri var. Evvela, içlerinde başka ihtilaf çözüm şekilleri hakkında bilgi yoktur, ama belgelerde arabuluculuğa dair imalar var. Malzemedeki ciddi bir sorun, tahlil ettiğim vakalarda ilgilenmeme rağmen, Gluckman’ın Barotse’sinde sahip olduğumuz gibi harfi harfine problemlerin tartışarak halledilmesinden daha azının elde edilmiş olmasıdır. Sadece mahkeme katibince telif edilen vaka-sonrası özetleri vardır. Bilindiği üzere, bu özetler şahitlerin gözleri önünde yapılmıştır; bu sebeple yanlışsızlıklarından şüphe edilemez. Fakat dava taraflarının sözleri eksiktir ve bu özet ve dava taraflarının sözleri arasındaki ilişkinin niteliği ancak tahmin edilebilir. Buna rağmen bu özetlerle çok şey yapılabileceğini göstermeye çalışacağız.” Bkz.: Haim Gerber, State, Society and Law in Islam, s. 15. 94 Fethi Gedikli, “İstanbul’da Para Vakıfları”, s. 72-73. 95 Suraiya Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, trc.: Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul, 1993, s. 116. Bizim meseleyi değerlendirişimiz ve yoruma konu metin için bkz.: Fethi Gedikli, Osmanlı Şirket Kültürü, s. 94-95.
210
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
duktan ve “paranın öteki üretilme şekilleri” arasında mudârebe, selem [paranın peşin, malın sonra teslim edilmesi şartıyla satış] ve murâba‘ayı [ortakçı çiftçi] saydıktan sonra, bir tek mudârebe örneği vermiştir. Müellif her ne kadar mudârebe kurumunu doğru tanımlıyorsa da, sonra gelen açıklamalarından bu kurumu doğru anladığına dair ciddi kuşkular doğmaktadır. Akdağ’ın “uygulamalarda gördüğümüz örneklerden anladığımıza göre, mudârebeye verilen sermâyenin yarısı, onu çalıştıracak olanın ve öteki yarısı da bu parayı sağlayan kimsenin gibi kabul olunarak, emek sahibi, sermâye sahibini kâra ortak etmeyi kabullendiğinden başka, kendisine aitmiş gibi kabul olunan yarı sermâye için de, paranın gerçek sahibine faiz ödemeyi kabul etmekte idi.” şeklindeki değerlendirmesi tamamen yanlıştır. Akdağ, verdiği mudârebe örneğini yorumlarken de yanılmıştır.96 Yazarı yanılgıya düşüren şey galiba, mu‘âmele-i şer‘iyye işlemlerinde olduğu gibi burada da işleticiye bir miktar kumaşın verilmesi olmuştur. Çizakça da, Osmanlı devletindeki bir inan şirketini yorumlarken şöyle demektedir: “Burada da bir İslamî ortaklık şeklinin Hıristiyan Rumlar tarafından uygulanması söz konusu. Ortakların sermayeye katkıda bulundukları miktarın farklı oluşu ve kârın ortaklar arasında eşit olarak paylaşılması inan ortaklığının kurallarıyla bağdaşmakta. Başka ilginç noktalar da mevcut. Öncelikle ortaklığın ömrü on iki yıl gibi oldukça uzun bir süre. İkincisi, bu faiz uygulamasına rastladığımız ilk ortaklık. İslamî mahkeme faiz uygulamasını, muhtemelen dava Hıristiyanlar arasında olduğu için hoş görmüştür.”97 Sicil çalışmalarının adeta mantar gibi çoğaldığı günümüzde, tarihyazıcılığı ve kaynak bağlamında sicillere dayalı araştırmalardaki usul sorunları tartışılmaktadır98 ve daha tartışılmalıdır. Mesela, çalışmasında bu meseleler üzerinde 96 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1453-1559), İstanbul: Cem Yay., 1995, c. II, s. 174-182. Bizim değerlendirişimiz için bkz.: Fethi Gedikli, Osmanlı Şirket Kültürü, s. 91-92. 97 Murat Çizakça, İslam Dünyasında ve Batıda İş Ortaklıkları Tarihi, s. 71-72. Yazarın bu hükmü, yorumlamış olduğu aşağıdaki metnin açıklığı karşısında savunulamaz: “(…) kıbel-i şer‘i şerifden Mustafa bin İsmail nâm kimesne kayyım nasb olunup merkumlar huzurlarında defterleri ruyet ve kendilerine kıraet ve tercüme etdürüldükde filhakika 25 bin guruş sinin-i mezkurede sermayeden merkum İstati’nün yedinde ibka eylediği müddetin murabahasını ve 2 bin guruş dahi halik-i merkumun sermayesi olan 6 bin guruşa baliğ olunca merkum İstati’nün sermayesi olan 3500 guruşun noksanı 2500 guruşun faidesi hesabı olduğu tarafeynün ikrar ve tesaduklarıyla müteayyen olmağın bu suretle vekil-i mesfurun ibraz eylediği fetva-yı şerife mantukunca meblağ-ı mezbur meta-ı merkumun faidesi olmayup bilâ ilzam ribâ-i mahz kabilinden olup duyun-ı sahihadan olmamağla şer‘an lazım gelmediği merkum dâyinlere tefhim olundukda “bazerganlar beynlerinde hesab bu minval üzre görülüp merkum İstati kablelhesab bize emr edüp ‘hesabımızı ruyet edün hesabınız üzre ne çıkarsa deynümdür’ diyü ikrar itmeğle biz dahi minval-i meşruh üzre iki nefer bazerganlar ile ma‘an hesab görüp hatta hesab defterimizde ikrar-ı mezkurun sıhhatine batriğin yazusı dahi vardır” deyü dedükleri cevabları muhalif-i şer‘-i mutahhar olduğu huzur-ı âlîlerine ilam olundu fi 29 C[emaziyelahir] sene 1180/2 Aralık 1766.” Bkz.: İstanbul Kadılığı, nu. 25, s. 20-21. 98 Mesela bkz.: Yunus Uğur, “The Ottoman Court Records and the Making of ‘Urban History’, with Special Reference to Mudanya Sicils (1645-1800)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi SBE, 2001.
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
211
önemle duran Yunus Uğur, şehir sorunlarının tarihyazıcılığı yönü ve kuramsal tarafı ihmal edilerek, şer‘iyye sicillerinin öneminin bilhassa şehir tarihinin hayatî bir kaynağı olarak abartılmasını tenkit etmiş ve sicillerin şehir tarihi araştırmalarının kaynaklarından sadece biri olabileceğini belirtmiştir.99 Bu tür eleştiriler şüphesiz doğrudur, ama bunlar daha çok inceleme usullerine ait sayılabilir ve şer‘iyye sicillerinin önemini asla azaltmaz. Bir an için elimizde şer‘iyye sicillerinin olmadığını düşünürsek, onların ne muazzam bir bilgi kaynağı olduğunu daha iyi kavrayabiliriz. Her şeyden evvel arşivlerin daha iyi çalışılabilecek alanlar haline getirilmeleri, buralarda araştırmacıları caydıracak bir zihniyetin değil de, teşvik edecek bir zihniyetin hakim kılınması beklenir. Bu çerçevede İstanbul Şer‘iyye Sicili Arşivi’nin daha iyi hizmet verebilmesi, gerekli elemanla takviye edilerek sağlanmalıdır. Maalesef bugün burası gelen araştırmacıları, bu arşivde bulunan defterlerin mikrofilmlerini barındıran İSAM’ın kütüphanesine yönlendirmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, İSAM’da da yeteri kadar ve verimli çalışmayı sağlayacak okuyucu makineler yoktur; dolayısıyla oranın da yeni ve elverişli okuyucu makinelerle desteklenmesi elzemdir. Arşivlerde çalışan bilim adamlarının çok büyük güçlüklerle boğuşmak mecburiyetinde kaldığını ilgililerin ve kamu oyunun dikkatine getirirken, burada yetkililerce dikkate alınıp değerlendirileceğini umduğumuz bir dizi öneriyi sunmak isteriz: Yurt içinde ve yurt dışında bulunan bütün şer‘iyye sicillerinin kataloglarının bir an evvel tamamlanıp neşredilmesi lazımdır. İSAM, Ankara’da Milli Kütüphane’de saklanan sicillerin de mikrofilmlerini alıp hizmete sunmaktadır. Bunun gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan bütün şer‘iyye sicillerinin mikrofilmleri burada toplanabilir. Aynı şekilde sicillere dayalı olarak yapılmış yüksek lisans tezleri de burada bir araya getirilse çok yararlı olabilir. Ayrıca tezlerin yayımlanabilmesi için bir yol bulunmalıdır. Bu arada şer‘iyye sicillerinin saklandığı arşivlerin modern cihazlarla donatılması ve oralarda sunulan hizmetin daha kaliteli verilmesi lazımdır. Bugün arşivlerimizden mikrofilm ve fotokopi verilmemesi için görevliler tarafından büyük bir gayret sarf edildiğine şahit olmaktayız.100 Ayrıca herkesin vaktinin çok kısıtlı olduğu günümüzde, bütün arşivlerde katalogların ve kart özetlerinin bilgisayara yüklenmesi ve taramanın bilgisayarlar aracılığıyla yapılmasının sağlanması zaruridir. Dağınık surette birçok katalogun bulunduğu, kataloglara sonradan eklerin yapıldığı hatırlanırsa bu önerinin önemi teslim edilecektir. 99 Yunus Uğur, s. 1. Ayrıca bkz. Yunus Uğur, “Mahkeme Kayıtları (Şer‘iyye Sicilleri): Literatür Değerlendirmesi ve Bibliyografya”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2003, c. I, sy. 1, s. 305-344. 100 Mesela, karşılaştığımız bir olayda, Ankara Milli Kütüphane’de saklanan Trabzon Şer‘iyye Sicillerinin 1819 numaralı olanının mikrofilmini bütün çabamıza rağmen, ancak iki defada ve bir yıllık bir süre içinde alabildik. İlk teşebbüsümüz başarılı olsaydı, büyük bir olasılıkla bu çalışma bugün yayımlanmış olacaktı. 968, 972 ve 973 tarihli mahkeme kayıtlarını ihtiva eden 120 varaklı bu sicil, tarafımızdan inceleme, çevriyazı ve aslı ile birlikte yayımlanmak üzere hazırlanmaktadır.
212
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
Sicil tezlerinde kullanılabilecek bir tür tip kılavuz da hazırlanabilir. Bütün bunları eşgüdümleyecek bir Şer‘iyye Sicilleri Arşivi Enstitüsü kurulması yoluna gidilebilir. Bunlar sağlandığı takdirde, siciller daha rahat ve verimli şekilde kullanılabilir.
Court Records as a Source for the History of Ottoman Law Fethi GED‹KL‹ Abstract In this essay, I try to determine physical conditons, cataloguing problems, general characteristics and total numbers of Otoman court records, originally known şer‘iyye sicilleri, and their importance for some research spheres such as historigraphy, cultural history, legal history, urban studies and millitary history, etc. And I evaluate the studies which were depend on/or using these sources brought to the public especially from the 1980’s on. In recent years, these sijills often had become a research object by many researchers, but these studies are often made to obtain only master of art degrees from the universities. I attempt to find out some problems often peresented in these studies. In general, it is necessary to say here that these studies give us less analitical interpretations, but more descriptive notes. I stress especially the monographs which were written by historians or legal historians. At the end, for the purpose of using court records more productive, I suggested some points in a list to the researchers. Keywords: Ottoman court records, şer’iyye sicilleri, sijills, Turkish legal history, Ottoman law
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri Fethi GED‹KL‹ Özet Bu makalede, esasen Osmanlı şeriyye sicilleri olarak bilinen Osmanlı mahkeme kayıtlarının bir yandan fiziki durumları, kataloglanma problemleri, umumi hususiyetleri, toplam sayıları ve öbür yandan tarih-yazıcılığı, kültür tarihi, hukuk tarihi, şehir tarihi incelemeleri ve askeri tarih, vs. gibi araştırma sahaları bakımından ehemmiyetlerini tasvir etmeye çalıştım. Ayrıca özellikle 1980’lerden beri, bu kaynaklara dayanan/veya bunlar kullanılarak yapılan araştırmaları değerlendirdim. Son yıllarda bu siciller birçok araştırmacı için sık sık araştırma konusu yapıldı ama bu araştırmalar çoğunlukla
Osmanl› Hukuk Tarihi Kayna¤› Olarak fier‘iyye Sicilleri
213
üniversitelerden yüksek lisans dereceleri elde etmek için yapılmışlardır. Bu araştırmalarda sıklıkla görülen bazı sorunları açmaya gayret ettim. Umumiyetle söylemek gerekir ki, bu araştırmalar bize, çözümlemelerden çok tanımlayıcı notlar sunarlar. Ben bu makalede tarihçiler ve bilhassa hukuk tarihçilerince yazılan monografileri değerlendirmeye çalıştım. Nihayet, Osmanlı mahkeme kayıtlarının daha verimli kullanılabilmesi için araştırmacılara bir dizi teklifte bulundum. Anahtar Kelimeler: Şer‘iyye sicilleri, kadı, Osmanlı hukuku, Türk hukuk tarihi
214
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Gedikli
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
215
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 215-248
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar› Recep C‹C‹*
Giriş OSMANLI DEVLET YÖNETİMINDE kuruluş yıllarından itibaren İslâm hukuku benimsendiğinden, ilmî çalışmalar daha ziyade İslâm hukuku/fıkıh alanında yoğunlaşmıştır. Başka bir ifadeyle, Osmanlı âlimleri, ilmî çalışmalarını temel İslâm bilimleri başta olmak üzere aklî ve naklî ilimlerin hemen her dalında yapmış olmakla birlikte, önceliği İslâm hukukuna vermişlerdir. Böylece Osmanlılarda zengin bir hukuk/fıkıh külliyatı meydana gelmiştir. Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere genel olarak Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkan bu külliyatın büyük bir bölümünü, Hanefî fakihleri tarafından önceden yazılmış ve kabul görmüş muteber metinler/kitaplar oluşturmaktadır. Osmanlı hukuk düşüncesinin şekillenmesinde etkili olan bu kitaplar, Osmanlı dönemi açısından da temel kaynaklar ya da etki kaynakları olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla bu çalışmada öncelikle tevarüs edilen kitaplarla ilgili bilgi verilecek, daha sonra Osmanlı klasik dönemi [1299-1600] âlimleri/fakihleri tarafından yazılan diğer eserlere değinilecektir.
I. Tevarüs Edilen Temel Fıkıh Kaynakları Osmanlı’nın özellikle kuruluş dönemi ile yükseliş döneminin başlangıç yıllarında İslâmî ilimler alanında daha ziyade tevarüs edilen eserler, hem Osmanlı âlimleri için ilk müracaat kaynakları olmuş, hem de yeni açılan medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Söz konusu kitapların Osmanlı ülkesine intikali, telif edilmiş bu eserlerin Osmanlı âlimleri tarafından istinsah edilerek çoğaltılması, diğer İslâm ülkelerinden Osmanlı ülkesine bilgi alışverişinde bu* Yrd. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
216
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
lunmak veya misafir hoca sıfatıyla geçici ya da devamlı kalmak üzere âlimlerin gelmesi, Osmanlı gençlerinin ise diğer İslâm ülkelerindeki ilim merkezlerine gidip yüksek öğrenim ve ihtisaslarını tamamladıktan sonra tekrar Anadolu’ya dönerek eğitim-öğretimde görev alması yoluyla olmuştur. Tevarüs edilen bu kaynaklar, Osmanlı hukuk düşüncesinin de şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Nitekim bunlar Osmanlı âlimleri tarafından yazılan metinlerde esas alınmış, yapılan şerh, hâşiye, tercüme, reddiye vb. çalışmalara konu olmuş, çeşitli eserlerde referans kaynağı olarak kullanılmış, padişah fermanı ile medreselere verilen kitap listesinde yer almış, tereke kayıtlarına isimleri geçmiş, medreselerde ders kitabı olarak okutularak fıkıh eğitim ve öğretiminin bir parçası haline gelmiş ve kütüphane okuyucuları tarafından da en çok alınıp okunan eserler arasına girmiştir.1 Sayılan bu özellikler çerçevesinde Osmanlı coğrafyasında başta Hanefî olmak üzere Şafiî ve Malikî hukukçularına ait temel kaynakları usûl-i fıkıh, fürû-ı fıkıh, ilmihal, ferâiz, fetva ve hilâf olmak üzere altı grupta toplamak mümkündür. A. Usûl-i Fıkıh Osmanlı âlim ve fakihleri için temel kaynak niteliğinde sayılan usul eserleri; Hanefî hukukçularından Ebû Zeyd ed-Debûsî’inin (430/1039) Takvîmü’1edille’si, Fahrulislâm el-Pezdevî’nin (482/1089) Kenzü’l-vusûl’ü, Serahsî’nin (483/1090) Usûlü’s-Serahsî’si, Habbâzî’nin, (691/1292) el-Muğnî’si, Hâfızuddin Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (710/1310) Menârü’l-envâr’ı, Sadruşşerîa’nın (747/1346) et-Tenkîh ve şerhi et-Tavdîh’i; Şâfiî fakihlerinden İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin (487/1094) el-Burhân’ı, İmam Gazzâlî’nin (505/1111) elMustasfâ’sı ve Mâlikî mezhebinden de İbnü’l-Hâcib’in (646/1248) Muhtasaru’lMüntehâ’sı şeklinde sıralanabilir. Makalenin sınırlarını zorlamamak maksadıyla bu kitaplardan daha çok öne çıkanlar kısaca tanıtılacak ve Osmanlı âlimleri tarafından bunları esas alan çalışmalardaki değerlendirmelere yer verilecektir. 1. Usûlü’l-Pezdevî: Pezdevî’nin (482/1089) tam adı Kenzu’l-vusûl ilâ ma’rifeti’l-usûl olan eseri daha ziyade Usûlü’l-Pezdevî diye tanınmıştır. Kenzü’l-vusûl üzerine Abdülaziz el-Buhârî tarafından yazılan Keşfu’l-esrâr, şerhler arasında en yaygın olanıdır.2 Osmanlı fakihlerinden Molla Hüsrev de (885/1481) Mir’âtü’l-usûl adlı eserinde Usûlü’l-Pezdevî’yi esas aldığını belirtmektedir (s. 3). Debûsî’nin Takvî1 Geniş bilgi için bkz.: Recep Cici, “Osmanlı Hukuk Düşüncesini Etkileyen Başlıca Kaynaklar”, UÜİFD, 1999, c. VIII, sy. 8, s. 241. 2 Usûlü’l-Pezdevî, Keşfu’l-esrâr şerhiyle birlikte Kahire (1302) ve İstanbul (1308)’da 4 cilt olarak yayımlanmıştır.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
217
mu’l-edille’sine doğrudan yer vermeyen Molla Hüsrev, onun üzerine Pezdevî tarafından yazılan Şerhu’t-Takvîm’i referans kaynakları arasına almıştır. Pezdevî’nin bu eserine Osmanlı âlimleri tarafından birçok şerh ve hâşiye yazılmıştır. Şerhler, Musannifek (875/1470) ile Molla Hüsrev’e (885/1481), hâşiye ise Molla Fenârî’ye (834/1439) aittir.3 Şerhinin mukaddimesinde, Herat’tan Konya’ya geldiğinde bu şerhi yazdığını kaydeden Musannifek, Pezdevî’yi felsefî konulara girmediği için takdir etmektedir. Usûlü’l-Pezdevî, 973/1565 tarihli bir vesikaya göre müderrislere verilen fıkıh kitapları listesinde yer almıştır.4 2. el-Mustasfâ min ‘ilmi’l-usûl: Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed elGazzâlî’nin (505/1111) bu eseri, mütekellimîn metoduyla yazılmış olan dört temel metinden biridir.5 Osmanlı fakihlerinin Şâfiî mezhebine dair usul kaynakları içinde en çok Gazzâlî’nin bu eserine başvurduğu görülmektedir. 3. Muhtasaru’l-Müntehâ: Mâlikî hukukçularından Cemâleddin Ebû Amr Osman b. Ömer b. Hâcib’in (646/1249) eseri olup Muhtasaru İbnü’l-Hâcib diye de bilinmektedir.6 İbnü’l-Hâcib’in anılan eserine Kutbuddin Mahmud eş-Şirâzî (710/1310) ve Adudüddîn el-Îcî (756/1355) şerh yazmışlardır. XIV.-XV. yüzyıl ulemasını etkilemiş olan Teftâzânî (792/1390) ve Seyyid Şerif (816/1413) başta olmak üzere Molla Hayâlî (875/1470), Molla Hüsrev, Yusuf Bâlî (895/1490), Hatipzâde (901/1496), Efdalzâde (903/1491) ve Molla Samsûnizâde (891/1486) olmak üzere pek çok âlim anılan esere hâşiye yazmıştır.7Mir’ât’ın (s. 74) da kaynakları arasında yer alan Muhtasaru’l-Müntehâ, Molla Fenârî’nin, Fusûlü’l-bedâyî‘(c. I, s. 3.) adlı eserinde en çok başvurduğu kaynaklardan biri olup ayrıca Fenârî tarafından 20 defa ders kitabı olarak okutulmuştur.8 4. el-Muğnî: Celâleddin Ömer b. Muhammed el-Habbâzî’ye (691/1292) ait olan eser, Osmanlı medreselerinde fıkıh usûlü derslerinde okutulmuştur.9 İlk dönem Osmanlı âlimlerinden, İznik Orhan Gazi Medresesi müderrisi Alâeddin Esved, 732/1385 tarihinde hocalığı sırasında, el-Habbâzî’nin bu eserine mufassal bir şerh yazmıştır. Ayrıca Cemâleddin Mahmud b. Ahmed Konevî (770/1368) ve Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed’in de aynı eser üzerine yazılmış şerhleri bulunmaktadır.10 3 Diğer şerh ve hâşiyeler için bkz.: Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn [KZ], İstanbul, 1360/1941, c. I, s. 112; Bursalı, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri [OM], İstanbul, 1333, c. I, s. 391 4 Bkz.: Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984, s. 67. 5 Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, trc. Abdülkadir Şener, Ankara, 1979, s.25 6 Moh. Ben Cheneb, “İbnü’l-Hâcib”, İA, c. V/2, s. 856; Hulusi Kılıç, “İbnü’l-Hâcib”, DİA, c. XXI, s. 55-58. Söz konusu eser, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf’in hâşiyeleri ve Îcî’nin şerhiyle beraber yayımlanmıştır (Kahire, 1326). 7 Esere yazılan şerh ve hâşiyeler için bkz.: KZ, c. II, s. 1857. 8 Leknevî, Abdülhay, el-Fevâidü’l-behiyye fı terâcimi’l-Hanefıyye, Kahire, 1324, s. 167. 9 Bilge, a.g.e., s. 51. 10 Şerhler için bkz.: KZ, c. II, s. 1749.
218
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
5. Menâru’l-envâr: Eserin müellifi Hanefî fakihlerinden Ebû’l-Berekât Hâfizuddîn en-Nesefî (710/1310)’dir. Nesefî söz konusu eserini, Usûlü’l-Pezdevî ve Usûlü’s-Serahsî’yi esas alarak yazdığını ve Pezdevî’nin tertibini benimsediğini belirtmektedir (Keşfü’l-esrâr, c. I, s. 4).11 Nesefî’nin, diğer eserleri gibi bu eseri de ulema nezdinde itibar görmüş ve başta kendisi olmak üzere bir çok âlim tarafından şerh edilmiştir. Başta bizzat yazarı olmak üzere Hattâb Karahisârî (717/1317 sonrası), İbn Melek, Şerefüddin Kırımî (840/1436),12 Kara Sinân (852/1448) ve Ebussuûd Efendi (982/1574) gibi pek çok âlimi şarihler arasında görmek mümkündür.13 Ayrıca el-Menâr nazma çevrilmiş, müellifince yapılan şerhi ise, Kıpçak Türkçesi’ne tercüme edilmiştir.14 6. et-Tenkîh ve şerhi et-Tavdîh: Her iki eser, Sadruşşerîa es-Sânî/el-Asgar diye bilinen Ubeydullah b. Mes’ûd b. Mahmud el-Mahbûbî’ye (747/1347) aittir. Tenkîhu’l-usûl metin, et-Tavdîh fî ğavâmidi’t-Tenkîh ise bu eserin şerhidir.15 Eser üzerinde şerh, hâşiye, ta‘lîk ve reddiye gibi değişik türde birçok çalışma yapılmıştır. Daha ziyade mukaddemât-ı erbaa diye bilinen et-Tavdîh‘in husun kubuh konusu ile ilgili olan hâşiye ve ta‘lîkler Hacı Hasanzâde (911/1505), Kestelli Muslihuddin (901/1496), Hatipzâde (901/1496), Alâeddin Ali Arabî (901/1496), Molla Samsûnîzâde (891/1486) ve Muhyiddin Mehmed es-Samsûnî (928/1520) gibi Osmanlı âlimleri tarafından yazılmış, reddiyeyi ise Kemalpaşazâde kaleme almıştır. et-Tenkîh, şerh ve hâşiyesi ile birlikte Molla Hüsrev’in Mir’ât adlı eserinde en çok başvurduğu kaynaklardandır.16 Teftazânî’nin (792/1390), et-Tavdîh üzerine yazdığı et-Telvîh hâşiyesi de çok tanınan bir eser11 Geniş bilgi için bkz.: Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1976, c. I, s. 439. 12 Şerefüddin Kırımî, şerhinin önsözünde, Şam’a gittiğinde oradaki âlimlerle şerhi ile ilgili görüş alışverişinde bulunup onay aldığını belirtmektedir. Bu bilgiler, el-Menâr’ın sadece Anadolu’da değil, Şam gibi diğer İslâm bölgelerinde de iyi tanındığını göstermektedir. 13 İsâmüddîn Ahmed Taşköprîzâde, eş-Şakâiku’n-nu‘mâniyye fi ‘ulemâi’d-devleti’l-Osmâniyye (Şakâik), thk.: S. Furat, İstanbul, 1405/1985, s. 108. Ayrıca geniş bilgi için bkz.: KZ, c. II, s. 1823-1827. 14 Eseri nazma çeviren Kevâkibî (1096/1685), bizzat müellifince yapılan şerhini Kıpçak Türkçesi’ne tercüme eden ise, Mukbil b. Abdillah’tır (1402). Bkz.: A. Mertol Tulum, “Şerhu’l-Menâr Hakkında I”, TDED, 1968, sy. 16, s. 133-138. 15 İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, Bağdat, 1962, s. 40; Taşköprizâde, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde (Miftah), Kahire, 1968, c. II, s. 191; KZ, c. I, s. 496, Leknevî, a.g.e., s. 109; Bilmen, a.g.e., s. 73. 16 OM, c. II, s. 16; Yusuf İlyan Serkis, Mu‘cemu’l-matbüâti’l-Arabiyye ve’l-mü‘arrebe, Mısır 1346/1928, c. I, s. 227; Hasan Özket’in “Molla Hüsrev ve Mir’at Adlı Eserinin Kaynakları” (Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE, 1992) adlı eserindeki (s. 53 ve 55) tespitine göre Molla Hüsrev, el-Mir’ât’ında et-Tenkîh’e 12, et-Tavdîh’e 3, el-Telvih’e ise 19 defa başvurmuştur.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
219
dir. Osmanlı klâsik dönemi usûl hâşiyelerinin çoğunu et-Telvîh’e yazılanlar oluşturmaktadır.17 Telvîh üzerine yüksek lisans tezi de hazırlanmıştır.18 B. Fürû-ı Fıkıh Fürû-ı fıkıh kitapları genel olarak ibâdât, muamelât ve ukûbât olmak üzere üç bölümden oluşmakla birlikte, insanların daha çok ihtiyaç duyup müracaat ettiği bazı konular/bölümler, fürû kitaplarından çıkarılarak özel çalışmalara konu yapılmıştır. Söz gelimi, fürûun ibadetler bölümüyle ilgili “ilmihal”, miras hukukuyla ilgili “ferâiz”, mukayeseli hukukla ilgili “hilâf” ve insanların pratik hayatta karşılaştıkları veya karşılaşacakları hukukî meselelerle ilgili problem ve soruları kolay bir şekilde çözüme kavuşturmak amacıyla da “fetva” diye bilinen ayrı bir tür oluşmuştur. Özel konulara tahsis edilen bu tür fıkıh kitapları müstakil başlıklarda ele alınacağından burada sadece genel fürû-ı fıkıh kitapları üzerinde durulacaktır. Ebû Hanîfe ve talebeleri başta olmak üzere Hanefî mezhebinin görüşlerini toplayan ve bâblar halinde tertip edilen eserlerin başında muhtasar türü kitaplar gelmektedir. Tahavî (321/933) başta olmak üzere Kerhî (340/951), Hâkim eşŞehîd (344/955) ve Kudurî (428/1037) gibi birçok Hanefi fakihi ve müctehidi bu türde eser yazmışlardır. Hanefi mezhebinde bu muhtasarların her biri özellikle de Kudurî’nin el-Muhtasar’ı, daha çok rağbet görmüş ve yeni çalışmalara zemin hazırlamıştır. Nitekim sonraki dönemlerde mezhepte “muteber metinler” olarak bilinen eserler, ya doğrudan ya da dolaylı olarak, başta Kudûrî’nin elMuhtasar’ı olmak üzere anılan bu muhtasarlara dayanmaktadır. Hicrî VII. asrın sonları ile VIII. asrın başlarında Mevsılî (683/1284), Burhânuşşerîa (693/1293), İbnü’s-Sâatî (694/1285) ve Ebü’l-Berekât en-Nesefi’den (710/1310) oluşan dört hukukçu tarafından yazılan sırasıyla el-Muhtâr, el-Vikâye, Mecma‘u’l-bahreyn ve Kenzü’d-dekâik adlı fürû kitapları, Hanefi fakihleri arasında mutûn-i erbaa/dört temel metin, bu metinlerden el-Vikâye ve Kenzü’d-dekâik da Muhtasaru’l-Kudûrî ile mutûn-i selâse/üç temel metin olarak meşhur olmuşlardır.19 Hepsi birlikte Merğînânî’nin el-Hidâye’si ile mutûn-i sitte/altı temel metin’i oluştururlar. Bu altı muteber metin, gerek genel olarak Hanefi fakihleri gerekse Osmanlı âlim ve yöneticileri nezdinde kanun gibi addedilmiş, bunlara aykırı fetva veril17 Meselâ Osmanlı’nın ilk döneminde (1299-1481) usûlden 28 hâşiye yazılmış, bunlardan 15’i -yani yarısından fazlası- et-Telvîh üzerinde gerçekleşmiştir. Bkz.: Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları, Bursa 2001, s. 301. Hâşiye yazanlar arasında Molla Hüsrev, Kemalpaşazâde ve Ebussuûd Efendi de bulunmaktadır. 18 M. Murat Kumbasar, “Taftazânî ve Usûlü Fıkıhtaki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE, 1990. 19 Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Âlimleri, Ankara, 1990, s. 69; Ahmet Yaman, “Ebû’l-Berekât enNesefî ve Kenzü’d-dekâik”, DD, 1993, c. XXIX, sy. 1, s. 87.
220
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
mesi ise pek hoş görülmemiştir.20 Osmanlı dönemi özellikle klâsik dönem fürû çalışmalarının da büyük ölçüde bu altı temel metin diye bilinen muteber eserler üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Çağdaş İslâm hukukçularından Subhi Mahmasânî de, söz konusu eserlerin, mezhep hükümlerinin bir araya getirilmesi merhalesinde önemli rolleri bulunduğuna dikkat çekmiştir.21 Bu giriş bilgilerinden sonra dört temel metin’den başlayarak kitapları kısaca ele alabiliriz. 1. el-Muhtâr: Abdullah b. Mahmûd el-Mevsılî’ye (693/1294) ait olan eser, daha ziyade Ebû Hanîfe’nin görüşlerini tercih ettiği bir kitap olup, asıl adı elMuhtâr li’l-fetvâ’dır.22 Müellifi tarafından el-İhtiyâr li ta’lîli’l-Muhtâr adıyla yapılan şerhinde meselelerin illetlerine ve görüşlerin dayandığı delillere de yer verilmiştir. el-Muhtâr, Osmanlı âlimlerinden Şeyh Bedreddin tarafından Letâifu’l-işârât’ta, Fahreddin Rûmî tarafından Müştemilü’l-ahkâm’da ve İbrahim Halebî tarafından da Mülteka’l-ebhur (s. 7) adlı eserinde esas alınmıştır. Osmanlı fakihlerinden Hattab Karahisârî, söz konusu eser üzerine bir şerh yazmıştır.23 Ayrıca elMuhtâr, İbn Emîr el-Hâc el-Halebî (879/1474) ve İbn Kutluboğa (879/1474) tarafından şerh edilmiş, Ebû Abdullâh el-Buhârî (799/1397) tarafından da nazma çevrilmiştir. Eserin hadisleri İbn Kutluboğa tarafından tahrîc edilmiştir.24 elMuhtâr, Celâl Yeniçeri tarafından, şerhi el-İhtiyâr ise Mehmet Keskin tarafından tercüme edilmiş olup, her ikisi de İstanbul,’da (1993, 1998) yayımlanmıştır. 2. el-Vikâye: Tam adı Vikâyetü’r-rivâye fi mesâili’l-Hidâye olan kitabın müellifi Burhanuşşerîa’dır.25 Yazarın, torunu Sadruşşerîa es-Sânî için telif ettiği eser,26 el-Hidâye’den yapılan seçmelerden meydana gelmektedir. Şeyh Bedreddin Simâvî Letâifu’l-işârât, Fahredddin Rûmî Müştemilü’l-ahkâm, Musannifek Kitabu’l-Hudûd ve’l-ahkâm ve İbrahim Halebî Mülteka’l-ebhur adlı eserlerinde el-Vikâye’yi esas almışlardır. Osmanlı hukukçularından başta İbn Melek, Alâeddin Esved, Seyyid Hasan b. Seyyid Ali, Hüsâmeddin Tokâdî (860/1455) ve 20 Ahmed Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuk Külliyatı, Diyarbakır, 1986, s. 77. 21 Subhi Mahmasânî, “İslâm Hukukunun Tedvini”, trc.: İ. Kâfi Dönmez, MÜİFD, 1985, sy. 3, s. 321. 22 İbn Kutluboğa, a.g.e., s. 31; KZ, c. II, s. 1622; Leknevî, a.g.e., s. 106; C. Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur [GAL], Leiden, 1943-1949, c. I, s. 476; aynı müellif, Supplementband (Suppl.), Leiden, 1937-1942, c. I, s. 657; Özel, a.g.e., s. 69. 23 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 712 (212 varak). 24 Özel, a.g.e., s. 69. 25 el-Vikâye müellifinin lakabı bazı kaynaklarda Tâcüşşerîa olarak da gösterilmektedir. Bkz.: Ahmet Özel, a.g.e., s. 77. el-Vikâye üzerine yapılan bir yüksek lisans tezinde ise konu incelenip tartışılmış ve doğrusunun Burhânuşşerîa olduğu sonucuna varılmıştır. Bkz.: Orazsahat Orazov, “Burhânuşşerîa ve Vikâye Adlı Eseri”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s. 17-20. 26 Bilmen, a.g.e., c. I, s. 342 ve 460.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
221
Musannifek olmak üzere birçokları tarafından el-Vikâye’ye şerh yazılmıştır.27 Şerhlerin en şöhretlisi Sadruşşerîa’nın Şerhü’l-Vikâye’sidir. Bu yüzden müellifi belirtilmeksizin Şerhü’l-Vikâye dendiği zaman bu eser anlaşılmıştır. 28 el-Vikâye üzerine ta‘lîk yazanlar Hüsameddin Tokadî, Kemalpaşazâde, Fenârîzâde Muhyiddin b. Ali ve Bünyad b. Muhammed’dir. el-Vikâye üzerine yapılan ilk muhtasar çalışma Sadruşşerîa’ya ait olup Muhtasaru’l-Vikâye “en-Nükâye” diye meşhur olmuştur. el-Vikâye’nin biri Farsça, diğerleri Türkçe olmak üzere beş tercümesi bulunmaktadır. Tercümelerin Farsça olanı Abdülcemîl b. Muhammed es-Safî’ye, en meşhur Türkçe tercümesi ise Devletoğlu Yusuf’a aittir. Osmanlı şeyhülislamlarından Kemalpaşazâde’nin el-Islâh ve’l-Îzâh adlı reddiyesi vardır.29 Ayrıca el-Vikâye’yi konu alan bir yüksek lisans tezi yapılmıştır.30 3. Mecma‘u’l-bahreyn: Eser, İbnü’s-Sââtî diye bilinen Muzafferüddin Ahmed b. Ali el-Bağdâdî’ye (694/1295) aittir.31 Müellif eserini, Kudûrî’nin el-Muhtasar’ı ile Ebu Hafs Ömer en-Nesefî’nin (537/1142) el-Manzûme’sini bir araya getirip bunlara bazı ilâvelerde bulunmak suretiyle oluşturmuştur.32 Osmanlı fakihlerinden Şeyh Bedreddin Simavî, Fahreddin Rûmî ve İbrahim Halebî, teliflerinde bu eseri esas almışlar, müellifinin yanı sıra İbn Melek, İbn Kâdî-i Ayasluğ ve Süleyman b. Ali el-Karamanî (924/1518), Ahmed b. İbrahim el-Ayntâbî (767/1365), Ahmed b. Şemsüddin el-Konevî (788/1386), Muhammed et-Tarablusî (967/1599) ve Bedreddin el-Aynî (855/1455) şerh yazmışlardır.33 Ayrıca Cemâleddin Aksarayî’nin de (791/1389) reddiyesi bulunmaktadır. 27 Diğer şarihler şunlardır: İbn Melekzâde, Kirmastizâde, Acemzâde, Şeyhzâde Muhyiddin Kocavî [(951/1544), bkz.: OM, c. I, s. 334], Kasım b. Süleyman en-Niğdevi [(970/1562) bkz.: KZ, c. II, s. 2021; Hediyye, c. I, s. 832]. İlk dönemde yazılan 22 şerhin 8’i el-Vikâye, 5’i el-Hidâye, 2’si Mecma’u’l-bahreyn, 2’si el-Kenz ve 1’i el-Muhtâr üzerinedir. Böylece “mutûn-i erbaa” diye bilinen metinler, şerhlerin yarısından fazlasını teşkil etmektedir. Bkz.: Cici, a.g.e., s. 300. 28 KZ, c. II, s. 2021; Şerhü’l-Vikâye de asıl metin olan el-Vikâye gibi değişik türden çalışmalara konu olmuştur. Meselâ söz konusu eser üzerinde üç asırlık zaman dilimi içinde yaklaşık 30 hâşiye ve 7 ta‘lîk gerçekleştirilmiştir. İlk dönemde (1299-1500) fürû eserlerine yazılmış olan 11 hâşiyeden 10’u Şerhü’l-Vikâye üzerinedir. Bkz.: Cici, a.g.e., s. 298-304. 29 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Çelebî Abdullah Efendi, nr. 90, 208 vr. el-Islâh üzerine Hacı Hasanzâde Mehmed Şâh (939/1533) bir hâşiye, Birgivî de bir reddiye yazmıştır. 30 Orazsahat Orazov, “Burhânuşşerîa ve Vikâye Adlı Eseri”. Anılan tezde önemli tespitler yapılmıştır. Bunlardan biri, el-Vikâye müellifinin lakabının “Tâcüşşerîa” değil, “Burhânüşşerîa” olduğu sonucuna ulaşılmasıdır. Diğeri, müellifin ölüm tarihi belli olmamakla birlikte 693/1293’te hayatta olduğuna dair tespitin yapılmasıdır. Ayrıca el-Vikâye’nin Osmanlı döneminde ve sonrasındaki durumuna yönelik, özellikle Orta Asya ve Türkmenistan’daki durumuna ilişkin bilgiler de önem arz etmektedir. 31 İbn Kutluboğa, a.g.e., s. 6; KZ, c. I, s. 235; Leknevî, a.g.e., s. 26; GAL, c. I, s. 477, Suppl., c. I, s. 658. 32 KZ, c. II, s. 1599; Bilmen, a.g.e., c. I, s. 415. 33 KZ; c. II, s. 1601.
222
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
Osmanlı’nın ünlü hukukçularından Ebussuûd Efendi de, “Mecma‘u’l-bahreyn’e Ferişte-oğlu şerhi mûteberattan mıdır?” şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya, “eyüdür” karşılığını vermiştir.34 4. Kenzü’d-dekâik: Ebü’l-Berekât en-Nesefî’ye (710/1310) ait olan bu eser, aynı müellifin el-Vâfî adlı çalışmasının bir özeti mahiyetindedir.35 Şeyh Bedreddin Simâvî Letâifu’l-işârât, Fahreddin Rûmî Müştemilü’l-ahkâm, İbrahim Halebî de Mülteka’l-ebhur adlı fürû eserlerinde bu kitabı esas almışlardır. Eser üzerinde Hattâb Karahisârî,36 Ali b. Musa Koçhisârî37 (841/1437), Muhyiddin Mehmed el-Karabâğî (942/1569)38 ve Molla Miskin (954/1547)39 şerh, İmamzâde Ahmed b. Mehmed (977/1569) hâşiye40 yazmışlardır. Ayrıca Zeylaî’nin (743/1342), Kâdî Bedrüddin Aynî’nin (855/1451), Zeynüddin İbn Nüceym’in (977/1562) ve Sirâceddin İbn Nüceym Ömer’in (1005/1596) şerhleri önemli çalışmalardır.41 el-Kenz, İbnü’l-Fasîh tarafından manzum hale getirilmiş ve bu da İbn Ğânim (1004/1596) tarafından şerh edilmiştir.42 Eser, Osmanlı medreselerinde yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur.43 5. el-Muhtasar: Hanefî hukukçularından Ebû’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî’ye (428/1037) ait olan eser,44 el-Vikâye ve el-Kenz ile beraber üç temel metni oluştururlar. Bu eser Hanefî mezhebinde muteber bir el kitabı niteliğinde görülmüş, Hanefî hukukçular arasında “el-Kitâb” dendiği zaman Muhtasaru’l-Kudûrî anlaşılmıştır.45 el-Muhtasar, hukukçular nezdinde olduğu kadar halk arasında da en çok itibar gören bir kitap olmuştur. XVI. yüzyıl tereke defterleri üzerinde yapılan ince34 Şakâik, s. 45; KZ, c. II, s. 1599; Leknevî, s. 107; Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları, İstanbul, 1972, s. 184. 35 KZ, c. II, s. 1515; Leknevî, s. 101; GAL, c. II, s. 251; Suppl, c. I, s. 761, c. II, s. 263; Heffening, “Nesefî”, İA, c. IX, s. 199-200; Daha geniş bilgi için bkz.: Ahmed Yaman, a.g.e., s. 87; a.mlf., “Kenzü’d-dekâik”, DİA, c. XXV, s. 261-262. el-Vâfî, eş-Şeybânî’nin el-Asl diye bilinen “Zâhiru’r-rivâye” kitaplarını ve özellikle el-Câmi’u’s-sagîr, el-Câmi’u’l-Kebîr ve ez-Ziyadât’ının meselelerini bir araya getiren bir fürû kitabıdır. 36 Şakâik, s. 5; OM, c. I, s. 289. 37 Mecdî Efendi, Hadâiku’ş-Şakâik: Tercüme ve Zeyl-i Şakâik-i Nu’mâniyye, Abdulkadir Özcan, (haz.), İstanbul, 1409/ 1989, s. 124; OM, c. I, s. 352. 38 OM, c. I, s. 398; Ömer Rıza Kehhâle, Mu‘cemu’l-müellifın terâcîmu Musannifı’l-kütübi’l‘Arabiyye, Şam, 1957, c. XI, s. 35. 39 Özel, a.g.e., s. 72. 40 OM, c. I, s. 15; SO, c. I, s. 200. 41 KZ, c. II, s. 1515-1516. 42 Cengiz Kallek, “İbn Gânim”, DİA, c. XIX, s. 503-504. 43 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı (İlmiye), Ankara, 1984, s. 22; Bilge, a.g.e., s. 48. 44 İbn Kutluboğa, a.g.e., s. 7; Leknevî, a.g.e., s. 30; M. Ben Cheneb, “el-Kudûrî”, EI, c. V, s. 345; KZ, c. II, s. 1632; Suppl, c. I, s. 295. 45 KZ, c. II, s. 1631.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
223
lemeler de halkın anılan esere verdiği önemi ortaya koymaktadır. Nitekim bu araştırmalar, o dönemde hem ulema, hem de esnaf ve halk arasında Kudûrî’nin bu eserinin sayı bakımından Süleyman Çelebî’nin “Mevlid” diye bilinen Vesîletü’n-necât adlı eserinden hemen sonra geldiğini göstermektedir.46 Osmanlı fakihlerinden Şeyh Bedreddin, Letâifü’l-işârât adlı eserinde el-Manzûme ve Mecma‘u’l-bahreyn ile beraber Kudûrî’nin el-Muhtasar’ına dayandığını; İbrahim Halebî el-Mültekâ’da (s. 7), mutûn-i erbaa ile Kudûrî’nin bu eserini ve el-Hidâye’yi esas aldığını; Molla Hüsamzâde de Kitâbü’t-Teşrîh adını verdiği el-Vikâye şerhinin önsözünde, Zâhidî (658/1260) tarafından yazılan ve daha ziyade Şerhü’z-Zâhidî diye bilinen Kudûrî şerhinden tekmîle yaptığını belirtmektedirler.47 Mehmed Şah (939/1532) tarafından üzerinde ta‘lîk48 çalışması yapılmış olan el-Muhtasar, Fransızca’ya, Latince’ye ve Türkçe’ye tercüme edilmiştir.49 6. el-Hidâye: Ebü’l-Hasan Burhâneddin Ali b. Ebûbekir b. Abdülcelîl elMerğinânî’ye (593/1197) ait olan eser, müellifin el-Câmiu’s-sağîr ve el-Muhtasar’a dayanarak kaleme aldığı Bidâyetü’l-mübtedî’nin şerhi olmakla birlikte telif eser olarak görülmektedir.50 Osmanlı fakihlerinden Seyyid Ali Komenâtî el-İnâye fi şerhi’l-Vikâye’sinde, Fahreddin Rûmî (864/1460) Müştemilü’l-ahkâm fi fetâva’l-Hanefiyye’sinde, Musannifek Kitâbu’l-Hudûd ve’l-ahkâm adlı eserinde, Alâeddin Rûmî (841/1437) Risâle’sinde51 ve İbrahim Halebî Mülteka’l-ebhur’unda (s. 7) el-Hidâye’yi esas almışlardır. el-Hidâye üzerine Muslihuddin Karamânî, Kara Ya’kub, İbn Kâdi-i Ayasluğ, Musannifek ve Yusuf Bâlî52 ve Muslihuddin Mustafa es-Su46 Bkz.: İhsan Karataş, “XVI. Yüzyılda Bursa’da Yaygın Olan Kitaplar”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi SBE, 1995, s. 96. Bu inceleme, esnaf sınıfının sahip olduğu kitaplar arasında başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere çoğunlukla Muhammediye, Mevlid, Kudûrî ve Evrad gibi eserlerin bulunduğunu göstermiştir. 47 Tanınmış Hanefî hukukçularından Ebû Bekir Alâuddîn es-Semerkandî (538/1144), Tuhfetü’l-fukahâ adlı meşhur eserini, Kudûrî’nin el-Muhtasar’ına dayanarak telif etmiştir. Kâsânî de bu kitabı Bedâiü’s-sanaî adıyla şerh/telif etmiştir. Bkz.: KZ, c. I, s. 371; Leknevî, s. 158; GAL, c. I, s. 462, Suppl, c. I, s. 640. 48 OM, c. II, s. 16. 49 Tercümeler hakkında bkz.: Zeynep Korkmaz, “Eski Bir Kudurî Çevirisi”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bildiriler, Ankara, 1973, s. 225-231; a.mlf., Marzubân-nâme Tercümesi, Ankara, 1973, s. 53-57; A. Özel, a.g.e., s. 37. Osmanlı şairlerinden Gülşehrî Mantıku’t-tayr adlı eserinde (s. 296), “Değme ilme aklı yetiren biziz / Kim Kudûrî nazma getiren biziz” beytiyle bir Kudûrî’nin manzum tercümesinden söz etmektedir. Ancak eser bugüne kadar ele geçmemiştir. Bkz.: M. Özkan, “Gülşehrî”, DİA, c. XIV, s. 252; Necla Pekolcay, İslâm Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1976, s. 172. İbn Kutluboğa’nın (879/1474) Tashîhu’l-Kudûrî adlı şerhi de Mağribîzâde tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir 50 KZ, c. II, s. 2032; Taşköprîzâde, Miftâh, c. II, s. 264; Leknevî, a.g.e., 141; Bilmen, a.g.e., c. I, s. 342; Uzunçarşılı, İlmiye, s. 29; Bu konuda farklı bilgi ve değerlendirmeler için bkz.: W. Heffening, “Mergînânî”, İA, c. VII, s. 761. 51 Alâeddin Rûmî, Risâle’sinin üçüncü faslında el-Hidâye’yi eleştirmiştir. Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 92. 52 Bkz.: Cici, a.g.e., s. 298-304.
224
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
rûrî (969/1591) şerh yazmışlardır.53 Osmanlı’nın ünlü hukukçularından Zenbilli Ali Cemâlî Efendi (932/1525), el-Hidâye’yi ihtisar etmiştir.54 el-Hidaye, Ahmet Meylânî tarafından tercüme edilmiş ve yayımlanmıştır (İstanbul, 2001). C. İlmihal 1. el-Mukaddime fi’s-Salât: Hanefî hukukçularından Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin (373/983) namazla ilgili konuları ele alan eseridir.55 el-Mukaddime Muslihuddin Mustafa Karamânî (809/1406) ve Molla Fenârî tarafından şerh edilmiş,56 Kutbuddin İznikî (821/1418) tarafından ilâvelerle Türkçe’ye kazandırılmış57ve Kutbuddinzâde (885/1480) tarafından da eserinde esas alınmıştır. Abdurrahman Aksarâyî (950/1543) de İmâdü’l-İslâm adlı eserinin girişinde, Ebü’l-Leys’in Mukaddime’si gibi kabul gören bir eser kaleme almayı düşündüğünü belirtmektedir (vr. 2a).58 2. Münyetü’l-musallî: Asıl adı Münyetü’l-musallî ve gunyetu’l-mübtedî olan eser, Hanefî hukukçularından ve mutasavvıf Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Kaşgârî’ye (705/1305)59 ait olup; şerh, hâşiye, ta‘lîk ve tercüme çalışmalarına konu olmuştur. İbn Emîr el-Hâc’ın (879/1474) ve İbrahim Halebî’nin (956/1549) Münye üzerine yapılmış şerhleri bulunmaktadır. Ayrıca Mustafa Güzelhisarî, İbrahim Babadâgî ve özellikle Feth Muhammed b. Abdilkerim’in Farsça hâşiyeleri ile Mevlevî Vâsî Ahmed’in yazdığı ta‘lîk de matbudur.60 D. Ferâiz el-Ferâizu’s-Sirâciyye: Hanefî fakihlerinden Muhammed b. Muhammed es-Secâvendî’ye (596/1200) ait olan ve daha ziyade es-Sirâciyye diye bilinen 53 Zirikli, el-A’lâm, Kahire, 1954-1959, c. VII, s. 235; el-Hidâye’nin; Fethu’l-kadîr, el-İnâye, el-Binâye, en-Nihâye, el-Kifâye, Gâyetü’l-beyân ve Mi’râcu’d-dirâye gibi önemli şerhleri de bulunmaktadır. Bkz.: KZ, c. II, s. 2032; GAL, c. I, s. 466. 54 Süleyman Sadeddin Müstekimzâde, Davhatü’l-meşâyih ma‘a Zeyl, İstanbul, 1978, s. 16. Eserin yazma nüshası için bkz.: Sülm. Ktp., Aşir Ef., nr. 138/1 55 İbn Kutluboğa, a.g.e., s. 79; KZ, c. II, s. 1795; Leknevî, a.g.e., s. 220; OM, c. I, s. 391; Serkîs, a.g.e., c. I, s. 1045; Bilmen, a.g.e., c. I, s. 357; Joseph Schact, “Abu’l-Layth al-Samarkandî”, EI, c. I, s. 137. 56 Yazma nüshası için bkz.: İ.Ü. Merkez Ktp., Arapça böl., nr. 6829. 57 Semerkandî’nin söz konusu eserine Kıpçak Türkçesi ile yapılan başka bir tercüme için bkz.: Janos Eckmann, “Memluk-Kıpçak Edebiyatı”, trc.: Günay Karaağaç, TDAY Belleten, s. 93-96. 58 İmâdü’l-İslâm’ın yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 1740. 59 KZ, c. II, s. 1603, 1886-87; Serkîs, a.g.e., c. II, s. 1541; GAL, c. I, s. 478, Kehhâle, c. XI, s. 249. Eserin yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 894. 60 Münye üzerinde yapılmış olan çalışmaların hepsi, başta İstanbul olmak üzere Delhi, Lahor, Kazan, Leknev ve Bombay gibi değişik yerlerde basılmıştır. Geniş bilgi için bkz.: Özel, a.g.e., s. 71-72. 61 Serkis, a.g.e., c. I, s. 1007; Suppl., c. I, s. 650; Kehhâle, Mu’cemü’l-müellifîn, XI, 233; Rudi Paret, “Secâvendî”, İA, c. X, s. 302; Ferhat Koca, “el-Ferâizu’s-Sirâciyye”, DİA, c. XII, s. 367-368.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
225
eser,61 İslâm miras hukukuna dair önemli bir çalışma olup Hanefî hukuk müdevvenatı içinde sahasında en çok tanınan ve en çok kullanılan bir kitaptır. Osmanlı döneminde söz konusu eser üzerine birçok şerh, hâşiye yazılmış ve tercüme edilmiştir. es-Sirâciyye üzerine Osmanlı fakihlerinden Molla Fenârî, Şihâbuddin Sivasî ve Burhanuddin Herevî, Muhyiddin Mehmed Kocevî (951/1544), Muhyiddin Mehmed Fenârî (954/1547), Taşköprîzâde (968/1560) ve Muhyiddin el-Acemî’nin şerhleri bulunmaktadır. Hâşiye çalışması ise Molla Hayalî tarafından yapılmıştır. Diğer hâşiyeler asıl metin üzerine değil, daha çok Seyyid Şerif’in Şerhu’l-Ferâizi’ne yazılmıştır. Nitekim Acemzâde’nin bu şerhe hâşiyesi bulunmaktadır. es-Sirâciyye, Ahîzâde diye bilinen Molla Yûsuf b. Cüneyd (902/1496) tarafından tercüme edilmiştir. es-Sirâciyye, Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak da takip edilmiştir.62 E. Hilâf Manzûmetü’n-Nesefî fi’l-hilâf: Karahanlılar devri Mâverâünnehir hukukçularından Ebû Hafs Necmeddin Ömer en-Nesefî’nin (537/1142) kaleme aldığı bu eser, muhtemelen fıkıh sahasında ilk manzum eser olma özelliğine sahip mukayeseli hukukla ilgili bir çalışma olup,63 müellif vefatından 33 yıl önce beş yıl emek vererek telif etmiştir. Telif çalışmalarında esas alınmasının yanı sıra şerh ve tercümelere de konu olan el-Manzûme, Şeyh Bedreddin’in Letâifu’l-işârât adlı eserinde esas aldığı başlıca kaynaklardan biridir. Aynı şekilde İbrahim Halebî’nin Mülteka’l-ebhur adlı eserinin mütercimlerinden Mevkûfâtî de, onun telifinde esas aldıklarına ilâveten, kendisinin yararlandığı kaynaklar listesinde el-Manzûme’ye de yer vermiştir. Osmanlı âlimlerinden Hattâb Karahisârî ve Osmanlı âlimi sayılmayan Alâeddin es-Semerkandî, Hâfizuddin en-Nesefî ve Muhammed b. Muhammed el-Lü’lüî de şerh yazmışlardır. el-Manzûme’nin Türkçe tercümesi de yapılmıştır.64 el-Manzûme, mukayeseli hukuka ilişkin pek çok konuda Osmanlı âlimlerine kaynaklık etmiştir. Nitekim Ahîzâde’nin belirttiğine göre, kendisinin istifade 62 Uzunçarşılı, İlmiye, s. 22. 63 Taşköprîzâde, Miftâh, c. I, s. 108-109; GAL, c. I, s. 472; Leknevî, a.g.e., s. 149; Hattâb Karahisârî, Şerhu Menzûme, vr. 6b; Yusuf Kavakçı, Karahanlılar Devri İslâm Hukukçuları, Ankara, 1976, s. 89. 64 Bu tercüme üzerinde Azmi Bilgin tarafından özellikle dil özellikleri bakımından çalışılmış ve aynı isimle kitap olarak yayımlanmıştır: Nazmü’l-Hilâfiyyât Tercümesi, Ankara, 1996. Eser daha önce de yayımlanmıştır. Bkz.: Ebu Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefi, 537/1142, Die rechtslehre des imam an-Nasafi in Türkischer bearbeitung von jahre 1332 = Tercüme-i şerhi’l-manzûme fi’l-hilâfiyyât, Milan Adamovic, (nşr.), Stuttgart: Deutsche Morgenlandische Gesellschaft, 1990.
226
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
etmek ve talebelerine daha yararlı olabilmek için ömrünü incelemeye verdiği 12 eserden biri de el-Manzûme’dir.65 F. Fetva Osmanlı âlimlerinin en çok başvurduğu fetva kitapları el-Hulâsa, Kâdîhân, et-Tatarhâniyye ve el-Bezzâziyye’dir. Burada ise Kâdîhân ve el-Bezzâziyye kısaca tanıtılacaktır. 1. Kâdîhân: Asıl adı el-Fetâva’l-Hâniyye olan ve daha ziyâde Fetâvâ Kâdîhân ya da sadece Kâdîhân diye tanınan eser, Fahrüddîn Hasan b. Mansur elUzcendî el-Fergânî’ye (592/1196) aittir.66 Mezhebin ilk üç imamına yer verilmesinden dolayı Osmanlı âlimleri nezdinde büyük bir itibar görmüş olan Kâdîhân, Bedreddin Simâvî tarafından Câmiu’l-Fetâvâ adlı eserinde esas alınmış, Ahîzâde Yusuf b. Cüneyd tarafından ihtisar edilmiş ve Osmanlı’nın ünlü hukukçusu ve şeyhülislâmı Ebussuûd Efendi tarafından da kanunname niteliğindeki Ma’rûzât adlı hukuk mecmuasının başvuru kaynaklarından biri yapılmıştır.67 Hatta Ebussuûd Efendi zaman zaman “(…) Kâdîhân’ın ibaresi budur ki, bi ayniha nakl olundu” demektedir.68 Osmanlı âlimlerinden Kâdîhân’ı ihtisar eden Ahîzâde, eserinin girişinde, hem talebelerin ve hem de başkalarının kolayca meselelere ulaşmalarını sağlamak amacıyla el-Fetâva’l-Hâniyye’deki dağınık meseleleri bir araya getirdiğini ve bunu Sultan II. Bayezid’e ithaf ettiğini belirtmektedir. 2. el-Bezzâziyye: Asıl adı el-Câmiu’l-vecîz olup Fetâva’l-Kerderî veya el-Fetâva’l-Bezzâziyye adıyla tanınmış olan eser, Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed el-Kerderî el-Bezzâzî’ye (827/1423) ait olup,69 müellif Anadolu’ya gelmeden önce (812/1409) kaleme almıştır. Bezzâzî’nin Ebû Hanife ve talebeleri başta olmak üzere daha sonraki Hanefî âlimlerinin verdiği fetvaları derlediği, değerlendirme ve tercihlerde bulunduğu eser, Osmanlı hukukçularından Şeyh Bedreddin Simavî tarafından Camiu’lfetâvâ adlı eserinde esas alınmış ve daha sonra kaleme alınan bir çok çalışmaya kaynak olmuştur.70 Ebussuûd Efendi, niçin önemli meseleleri ihtiva eden bir 65 Bkz.: Ahîzâde, Zahiretü’l-ukbâ, vr. 2a-2b. 66 İbn Kutluboğa, a.g.e., s. 22; Leknevî, a.g.e., s. 64; Zirikli, a.g.e., c. II, s. 238; Th. W. Juynball, “Kadı Han”, İA, c. IV, s. 49. 67 Bu tespit, Ma’rûzat taranarak yapılmıştır. Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 3505 (vr. 1-9). Ma‘rûzât, Ahmed Akgündüz’ün Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri (c. IV, s. 32-59, İstanbul, 1990) adlı çalışmasında neşredilmiştir 68 Bkz.: Akgündüz, a.g.e., c. IV, s. 99. 69 Şakâik, s. 29; Mecdî, s. 53-54; KZ, c. I, s. 242; Leknevî, a.g.e., s. 187; Brockelmann, Suppl., c. II, s. 316. 70 Meselâ, Molla Gürânî Risâle fi’l-velâ adlı eserinde Molla Hüsrev’in görüşlerini reddederken daha çok Bezzâzî’ye baş vurmuştur (vr. 10b).
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
227
eser yazmadığına ilişkin bir soruya “Bezzâziyye varken böyle bir şeyden haya ederim” diye cevap vermiştir.71 el-Bezzâziyye ihtasar ve tercüme edilmiştir.72 II. Telif Edilen Fıkıh Kaynakları Osmanlı âlimleri/fakihleri tarafından fıkıh alanında başta telif, şerh ve hâşiye olmak üzere muhtasar, risâle, reddiye, tekmile, tercüme vb. türde birçok çalışma yapılmıştır. Bunların büyük bir kısmı yukarıda ele alınan temel kaynaklarla ilgilidir. Özellikle şerh, hâşiye ve tercümelerin büyük çoğunluğu söz konusu eserler üzerinde gerçekleşmiştir. Osmanlı fakihlerince yazılan fıkıh metinlerinde de bu kaynakların esas alındığı ve bir bakıma onların bir araya getirilerek telif edildiği göz önünde bulundurulursa, Osmanlı dönemi metinlerinin çerçevesinin belirlenmesinde yine bu tevarüs edilen temel eserlerin büyük payı olduğu ifade edilebilir. Klâsik dönem telif çalışmalarını onlardan bağımsız düşünmek mümkün olmamakla birlikte, Osmanlı fakihleri tarafından belli özelliklere sahip nitelikte fıkıh kitapları da yazılmıştır. Burada, Osmanlı klâsik döneminde ortaya konulmuş çalışmalardan özelliklerine göre seçilecek bazı örnek kitapların müelliflerin vefat tarihleri itibariyle kronolojik olarak kısaca tanıtımları yapılacaktır. Temel fıkıh kaynakları bölümünde izlenen sistematiğe uyarak telif edilen fıkıh kitaplarını da usûl-i fıkıh, fürû-ı fıkıh, ilmihal, fetva ve siyasetname olmak üzere beş grupta toplamak mümkündür. A. Usûl-i Fıkıh 1. Künûzü’l-envâr fî şerhi Rumûzi’l-esrâr: Eserin müellifi, Alâeddin Esved veya Kara Hoca diye bilinen Alâeddin b. Ömer (800/1397), aslen Afyonkarahisarlı olup tahsilini memleketinde ve İran’da tamamlamış, İznik Medresesi’nde görev yapmıştır.73 Ebû Bekir b. İbrahim’in Rumûzu’l-esrâr adlı usûl eserinin şerhi olan Künûzü’l-envâr, 11 fasıl ve 30 bölümden meydana gelmekte olup74, I. Murad’a ithaf edilmiştir. Kitabın başlarında Kur’ân’ın tanımını verdikten sonra Ebû Hanîfe’nin, namaz kılanın -nazm gayri lazımdır gerekçesiyle- Farsça kırâatte bulunabileceği şeklindeki görüşünden İmameyn’in kanaatine döndüğüne dair bir 71 Bilmen, a.g.e., c. I, s. 343. 72 OM, c. I, s. 292. 73 Şakâik, s. 9-10; Mecdî, s. 29-30; KZ, c. II, s. 1749 ; Kefevî, Mahmûd b. Süleyman, Ketâ’ibu a‘lâmi’l-ahyâr min fukahâ’i mezhebi’n-Nu‘mâni’l-muhtâr (Ketâib), Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3401, vr. 121. 74 Yazma nüshası için bkz.: Nuruosmaniye Ktp., nr. 1334 (334 varak, 27 satır, müst. Muhammed b. Necib el-Karahisârî, ist. tarihi 769/1367).
228
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
rivayetin bulunduğunu ifade eden Alâeddin Esved, “(...) tercihe şayan olan Ebû Hanîfe’nin görüşüdür” diyerek buna katılmadığını (vr. 7b) kaydetmiş ve fikrini açıkça ifade etmiştir. Birçok Hanefî fakihi, Ebû Hanîfe’nin rücûunu isabetli bulup İmameyn’in kanaatinde hemfikir olduğu halde (vr. 13a), Esved, onlara muhalefet ederek onun rücûunu ihtiyatla karşılamış ve mezhebin ilk imamı ile aynı görüşü paylaşarak onu desteklemiştir. Esved, kitabında müellifin verdiği bilgilere ilâvelerde bulunmakta, diğer mezheplerin görüşlerine delillere değinmeksizin işaret etmekte, mezhebe -özellikle Ebû Hanîfe’ye- bağlı kalarak karşı çıkanları reddetmekte ve fürûdan örnekler vermektedir. Bu haliyle kitabın, telif niteliğinde bir eser olduğu ifade edilebilir. 2. Fusûlü’l-bedâyi‘ fî usûli’ş-şerâyi‘: Eserin müellifi Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi büyük âlim ve müctehidlerinden Molla Fenârî diye tanınan ve ilk Osmanlı şeyhülislâmı olarak kabul edilen Şemseddin Mehmed b. Hamza Fenârî‘dir (834/1431).75 Bir giriş, iki matlab ve bir sonuçtan meydana gelen eserin giriş kısmında, fıkıh usûlünün mahiyeti, faydası, mevzûu ve bu ilmin faydalandığı diğer ilim dalları; matlab kısmında ana ve tali delillerin mahiyeti, temel bilgiler, kelâmî ve mantikî bilgiler, lafzî bilgiler ve şer‘î hüküm ve kısımlarına dair bilgiler ve sonuçta ictihat, fetva ve taklit konuları ele alınmaktadır. Eserini, Hanefî ve Şâfiî usul tasnif geleneğini birleştirmek (c. I, s. 2) amacıyla yazdığını belirten Fenârî, bir konuda kendi mezhebi içerisindeki farklı görüşlerin yanı sıra diğer mezheplerin de değişik görüşlerini delilleriyle kaydettikten sonra, kendi mezhebinin delillerinin daha kuvvetli olduğunu isbat etmeye çalışan bir usulcüdür. Başka fakihlerin de görüşlerine çokça yer veren Fenârî, zayıf bulduklarını “kîle” ( c. I, s. 24) ile zikretmiş, tercihlerini de “ben diyorum ki (c. I, s. 26 ve 29), biz diyoruz ki (c. I, s. 36), bana-bize göre (c. I, s. 108 ve 164), mezheb (c. II, s. 46), zâhir (c. II, s. 36), hak (c. I, s. 14 ve 29), sahih-esah (c. I, s. 22 ve 82), hayırlı (c. I, s. 165), hakikat olan (c. I, s. 8 ve 18), tercih edilen (c. II, s. 52 ve 68)” gibi ifadelerle yapmıştır. Çalışmasında tefsir, hadis, fıkıh, fıkıh usülü, kelâm, Arap dili ve edebiyatı ve mantık gibi pek çok ilim dalına ait kaynakları kullanan müellif, özellikle fıkıh usûlünden başta Hanefî olmak üzere Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî, Mutezilî usûl kaynaklarına ve Şia, Evzâî ve Zâhirî gibi diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermiştir.76 Fusûlü’l-bedâyi‘ üzerinde yapılan çalışmalar arasından Muhammed Şâh b. Fenârî’nin ihtisarı ve hâşiyesi, Yusuf b. İbrahim el-Hanefî’nin ihtisarı77 ve Hakkı Aydın’ın doktora tezi zikredilebilir. 3. Mir’âtu’l-usûl fî şerhi Mirkâti’l-vusûl: Metin ve şerhi bir arada olan eserin müellifi, Molla Hüsrev diye tanınan Mehmed b. Ferâmûz b. Ali (885/1480), 75 Şakâik, s. 22; Mecdî, s. 47. 76 Geniş bilgi için bkz.: Hakkı Aydın, İslâm Hukuku ve Molla Fenârî, İstanbul, 1991, s. 83-97 ve 125.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
229
II. Murad ve Fatih devri âlim ve hukukçularından olup Osmanlı Devleti’nin üçüncü şeyhülislâmıdır.78 Mukaddimede, öncekilerin fikirlerini özetleyerek sonrakilere yardımcı olmak üzere temel bilgileri toplayan bir mecelle yazdığını kaydeden Hüsrev, bunu zamanın hasetçi ve inatçı âlimlerinden dolayı yıllarca yastık altında sakladığını, daha sonra görüşlerini delillendirerek Mir’âtu’l-usûl fî şerhi Mirkâti’lvusûl adlı bu şerhi yazdığını belirtmektedir. Yazar, Pezdevî’nin metodunu esas alarak iki maksad ve bir hâtime’den oluşturduğu eserinin başında yararlandığı kaynakları şöyle sıralar: “el-Bihâr, ed-Dürer, el-Burhân, el-Mîzân, et-Takvîm, elMahsûl, el-Hakâik, el-Mustasfâ, en-Nâfi, el-İhkâm, et-Tenkîh, el-Muğnî, et-Tebyîn, el-Gâye, Keşfu’l-esrâr, et-Tavdîh, el-Menâr, et-Takrîr, et-Tahkîk, el-‘İnâye, elHidâye, el-Kenz, el-Kifâye, el-Bidâye, en- Nihâye, el-Vikâye.” Birinci maksad’ın “deliller” bölümünde “Kitab” başlığı altında âyet kavramı üzerinde duran müellif, metinde, Kitâb’ı; “mânaya delâlet eden nazmın ismidir” şeklinde tarif etmekte, şerhte ise ayrıntıya inerek tanımla ilgili tartışmalara değinmektedir. Eserinin hâtime bölümünde de, ictihat konusuna yer verip müctehidin muhtî ve musîb durumuna işaret eden (s. 355) Hüsrev, Peygamberimizin ictihadı konusunda ihtilâflar bulunduğunu, vahiy geciktiğinde ictihatta hata ihtimali bulunmakla beraber onun ictihat ettiğini, hata yaptığında vahiy ile düzeltildiğini, yapılan ictihatlarda vahyî müdahele söz konusu değilse, o ictihadın isabetli olduğunu ifade etmektedir.79 Mir’ât’ta farklı görüşler ve bu görüşlerin dayandığı deliller zikredilmekte, başta Şâfiî olmak üzere diğer mezheplere de yer verilmekte, bazı görüşlerin tenkidi yapılmakta ve tercihlerde bulunulmaktadır. Bu yüzden Mir’ât’ın telif eser niteliğinde özgün bir çalışma olduğunu söylemek kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Mirkât ve Mir’ât üzerinde yapılan hâşiye, ta‘lîk ve tercüme gibi çalışmaların yanı sıra hakkında yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.80 Bunların içinde Süleyman Efendi el-İzmirî’nin (1102/1690) hâşiyesi, Şakir Ahmed Efendi’nin (1315/1912) ta‘lîkı, Büyük Haydar Efendi (1321/1904) ve Sava Paşa’nın tercümeleri, Bulgaristan’da Nüvvâb Medresesi hocalarından Yusuf Ziyâeddin el-Ezherî’nin ed-Düreru’l-muntekâh fî şerhi’l-Mirkât adlı şerhi (Sofya 1360/1940) ve Hasan Özket’in “Molla Hüsrev ve Mir’âtu’l-Usûl Adlı Eserinin Kaynakları” isim77 Suppl., c. II, s. 328. 78 Şakâik, s. 116; Mecdî, s. 135; Abdulkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara, 1972 , s. 6-7. 79 Bkz.: Ali Toksarı, “Molla Hüsrev’in Hadis ve Hz. Peygamber’in İctihadı Hakkındaki Bazı Görüşleri”, EÜIFD, 1989, sy. 6, s. 131-145. 80 KZ, c. II, s. 1657; OM, c. I, s. 339, 357, 457; Serkîs, c. I, s. 738, c. II, s. 13, 28; GAL, c. II, s. 316.
230
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
li yüksek lisans tezi zikredilmeye değer. Özellikle Şava Paşa, Batı’da İslâm Hukukunun tanıtımı için yazdığı Etude Sur La Theorie Du Droit Musulman adlı eserinde Mir’âtü’l-usûl’ü hülâsa ettiğini ifade etmektedir.81 4. ed-Dürerü’l-levâmi‘ fî şerhi Cem‘i’l-cevâmi‘: Asıl adı Şemseddin Ahmed b. İsmail el-Gürânî olan ve daha ziyade Molla Gürânî (893/1488) diye bilinen müellif, Osmanlı Devleti’nin dördüncü şeyhülislâmıdır.82 Usûl-i fıkha dair Arapça kaleme alınan eser, 861/1457’de Mescid-i Aksâ’da tamamlanmıştır (vr. 1b).83 Şerhin aslı olan Cem‘u’l-cevâmi‘ fî usûli’l-fıkh, Şâfiî âlimi Tâceddîn Abdülvehhâb b. Ali es-Sübkî’nin (771/1370) yüz kadar eserden derlediği muhtasar bir eserdir.84 Gürânî, eserinin girişinde fıkıh usûlünün öğrenilmesinin Kur’ân ile teşvik edildiğini (et-Tevbe, 9/122), Hz. Peygamber’in onunla amel ettiğini ve onun, tüm ilimlerin en üstünü olduğunu belirtmektedir. Sübkî’nin besmele, hamdele ve salvele ile ilgili ifadeleri üzerinde soru-cevap tarzında bir yol izleyerek duran, diğer şârihlere özellikle Celâleddin el-Mahallî’ye yüklenerek onların tespit ve yorumlarını “bu sahîh bir mâna değildir (vr. 3a), bu fâhiş bir yanılmadır” (vr. 5a) şeklindeki ifadeleriyle reddeden Gürânî, Sübkî’nin fıkıh usûlü ile ilgili tanımını verdikten sonra (vr. 4a) Sadruşşerîa (747/1346), Beydâvî (691/1292) ve İbnü’l-Hâcib (646/1249) gibi usûlcülerin de tariflerini ilâve eder (vr. 4b). Musannifin ifadelerini nahiv ve belâğât yönünden izah eden Gürânî, hüsün-kubuh konusunda Hanefî, Eş‘arî ve Mu‘tezile mezheplerinin kanaatlerini geniş bir şekilde verdikten sonra Hanefîler için şöyle der: “Onlar, her ne kadar açık bir şekilde aklı hâkim kılmıyorlarsa da, bu konudaki kanaatleri Mu’tezile’nin görüşünden farklı değildir” (vr. 7a). Gürânî, farz ve vacip konusunda Şâfiî ve Hanefîler arasındaki ihtilâfa yer vermiş, farz ve vacibin bizzat değil mefhûmen müterâdif olduklarını belirterek bazı fakihlerin bu iki kavramı birbirlerinden farklı bulmalarını pek hoş görmemiş, bu ayırımın amelin terki noktasında değil, inkâr etmenin doğuracağı sonuç açısından olması halinde doğru olacağını belirtmiştir (vr. 9b). Gürânî’nin, Anadolu’ya geldikten sonra, II. Murad’ın teklifi üzerine Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçtiği kaydedilmekle birlikte,85 eserinde konuları ele alış ve tartışma biçimi ile Şâfiî mezhebinden yana yaptığı tercihlerine bakılırsa onun mezhep değiştirdiğini söylemek mümkün gözükmemektedir.86 81 Sava Paşa, İslâm Hukuk Nazariyatı Hakkında Bir Etüd, Ankara, 1955-1956, c. I, s. 19. 82 Şakâik, s. 83; Mecdî, s. 102. Değişik isimleri için bkz.: Sakıp Yıldız, Molla Gürânî ve Tefsiri, İstanbul, tz., s. 18. 83 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde, nr. 81 (158 varak, 25 satır). 84 Bilmen, a.g.e., c. I, s. 450; Özel, a.g.e., s. 188. 85 Ahmet Ateş, “Gürânî, İA, c. VIII, s. 407. 86 Geniş bilgi için bkz.: Cici, a.g.e., s. 240 ve 292-294.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
231
5. Zübdetü’l-vusûl ilâ ‘umdeti’l-usûl: Eserin müellifi Molla Yusuf b. Hüseyin (906/1500), Sultan Fatih ve II. Bayezid devri âlim ve kadılarından olup Molla Kirmastî veya Kirmastîzâde diye tanınır.87 Kirmastîzâde’nin II. Bayezid zamanında 893/1488’de yazdığı eseri 10 fasılEserin ismini Zübdetü’l-vusûl ilâ ‘ilmi’l-usûl diye kaydeden Kâtip Çelebi, “umulur ki o, Zübdetü’l-fusûl’dür” ilâvesinde bulunduktan sonra, bunun muhtasar bir çalışma olduğunu, on fasıldan meydana geldiğini, önsözünde II. Bayezid’den bahsettiğini ve aynı müellif tarafından ihtisar edilerek el-Vecîz ismi verildiğini belirtmektedir.89 Kâtip Çelebi’nin söylediği gibi bu eser, el-Vecîz ismiyle ihtisar edilmiştir. Zira yaptığımız karşılaştırmada Zübde’nin (vr. 1b-3b) birinci (fıkıh usûlü’nün faydası) ve üçüncü faslındaki (hafî, müşkil, müteşâbih, nesh ve te’vil gibi) bazı konular el-Vecîz’de (vr. 1b, 2a-10a) bunlara tekabül eden yerlerde bulunmamaktadır. dır.88
Eserinin girişinde çalışmasıyla ilgili; “bu, nakil ile aklı cemeden usûle dair muhtasar bir çalışmadır. Küllî kaidelerle hareket ederek tafsîli delillerden şer’îamelî hükümleri çıkarıp bilmek ancak bununla mümkün olur” diyen Kirmastîzâde, Kur’ân’ı; “Resûl’e indirilmiş, mushaflarda yazılmış ve mütevâtir yolla gelmiş ilâhi bir kitaptır” diye tanımlayarak şu ilâvede bulunmuştur: “Bütün fakihlere göre, nazım ve mâna, birlikte Kur’ân’ın rüknüdür. Hanefî mezhebinde de sahih olan görüş budur. Ancak Ebû Hanîfe, namazın caiz/sahih olması için nazmı, rükün olarak görmemiş ve özellikle mânaya itibar etmiştir” (vr. 33a). Kirmastîzâde, burada kendisinin de meylettiği Hanefî fakihlerinin büyük çoğunluğuna ait görüşü aktardıktan sonra, Ebû Hanîfe’nin rücû ettiğine dair herhangi bir açıklamada bulunmaksızın kanaatini zikrederek onun yalnız kaldığını vurgulamaya çalışmıştır. Müellif, anılan eserin ihtisarı olan el-Vecîz fi’l-usûl90 ile ilgili maksadını, “Delil ve örneklere yer verip, Şâfiî usûlüne de işaret etmek suretiyle Hanefî usûlünü yazmaktır. Çünkü öğrencilerin kolay bir şekilde anlayabilmelerini sağlayacak bir çalışmaya şiddetle ihtiyaç bulunduğunu gördüm” (vr. 1b) şeklinde belirtmektedir. Çalışmasını tamamladıktan sonra, maksat ve gayesine uygun olarak el-Vecîz ismini verdiğini söyleyen Kirmastîzâde, eserini 10 marsad üzere planlayıp tamamladığını kaydetmektedir.91 İctihâdın tanımı üzerinde duran ve 87 Şakâik, s. 207; Mecdî, s. 224. 88 Yazma nüshası için bkz.: Topkapı Sarayı, III. Ahmed, nr. 1270 (69 varak). 89 Bkz.: KZ, c. II, s. 954 ve 2001. 90 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Ef., nr. 797/1(39 yaprak, 15 satır). Kütüphane kayıtlarında (Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 5374/1). Medârıku’l-aslıyye adıyla kaydedilen eser de el-Vecîz’in aynısıdır. 91 Birinci marsad’da; usûl-i fıkhın lügat, lâkap ve fıkha izafet açısından tanımı ve mevzuu (vr. 1b), ikinci marsad’da; âlem, yaratıcısı ve sıfatları, üçüncü marsad’da; Arapçaya taalluk eden bahisler (burada hakîkat, mecâz, sarîh, kinâye, âmm, hâss, mutlak, mukayyed, müsterek, mücmel, ibâre, işâre, delâle, iktizâ, zâhir, nass, müfesser, muhkem, mukâbele, beyân, 2
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
232
taklit ile ilgili fakihlerin müsbet-menfi görüşlerine değinen Molla Yusuf, kanaatini şöyle belirtmektedir: “Taklit caizdir. Müctehidlerin birden fazla olması durumunda, kendi kendine hüküm verebilecek seviyede olmayan bir kimsenin/ümmînin herhangi bir meselede onlardan birinin ictihadıyla amel etmesi halinde, aynı konuda başka birinin ictihadıyla amel etmesinin caiz olmadığında ittifak vardır. Başka bir meselede ise, bir başka müctehidin de taklit edilebileceği görüşü tercihe şayandır (vr. 39a; Zübde, vr. 68b)”. Kirmastîzâde’nin bu kanaatinden; her meselede belli bir mezhep yerine, değişik meselelerde farklı mezheplerin de rahatlıkla taklit edilebileceği sonucunu çıkarmak mümkündür. el-Vecîz, Buzcuzâde diye bilinen Ömer b. Hüseyin (1200/1785) tarafından şerh edilmiş,92 Zübdetü’l-vusûl’ün de Abdurrahman Haçkalı tarafından edisyon kritiği yapılmıştır (Van, 2004). B. Fürû-ı Fıkıh 1. Letâifu’l-işârât: İbn Kâdî-i Simavne veya Bedreddin Simâvî diye tanınan Şeyh Bedreddin’in (823/1420) fürû-ı fıkıh ile ilgili eseridir. Birçok kaynakta ilmî yönü göz ardı edilerek daha ziyade siyasî olaylardaki rolü ve tasavvufî görüşleri üzerinde durulan Simâvî, Osmanlı âlimleri arasında “Benim el-Hidâye sahibine 99 yerde, henüz cevabı verilememiş sorularım vardır” diyecek kadar fıkıhta otorite sayılabilecek bir mevkiye sahiptir.93 Söz konusu eser; kitap, fasıl ve tekmile’lerden oluşmaktadır.94 Mukaddimede eserini, rivayet konusunda bir hatırlatma olsun diye telif ettiğini, usul ve fürûu topladığını, çok kısa ve çok uzun tutmadığını, hilâfiyâta dair kaidelere yer verdiğini ve Mecma‘u’l-bahreyn, el-Muhtâr, el-Kenz ve el-Vikâye’deki mesâili ortaya koyduğunu belirten Bedreddin, eserinde esah, akvâ ve aleyhi’l-fetvâ olanlara işaret etmektedir. Eserde, Ebû Hanîfe “Hâ”, Ebû Yûsuf “Sîn”, Muhammed “Mîm”, Züfer “Zâ”, Şâfiî “Ayn”, Mâlik “Kâf” ve Ahmed b. Hanbel “Hemze” rumuzlarıyla verilmekte, başka âlimler ise, ya kendi ya da eser isimleriyle zikredilmektedir. Simâvî’nin bu ilk eserine yazdığı et-Teshîl şerhi de bulunmaktadır.95 İznik’te hapis belası, sıkıntı, gurbet ve hüzün dolu günlerden oluşan 816-818 (1413mantık, mefhûm ve hurûfu’l-meâni gibi konular) bulunmakta olup her ıstılâhın tanımı, hükmü zikredilmekte ve tartışmalara yer verilmekte (2a-10a), dördüncü marsad’da; hükümler (11b), beşinci’de; Kitâp (burada emir, nehiy işleniyor 17a), altıncı’da; sünnet (22a), yedinci’de; icmâ (burada Nazzam ve Haricîlerin görüşlerine yer veriliyor) (26b), sekizinci’de; kıyâs (27b), dokuzuncu’da; muâraza ve tercîh (33a) ve onuncu’da; ictihad (38a) üzerinde durulmuştur. 92 Eser için bkz.: Topkapı Sarayı, EH, No: 715. Bu çalışma 361 varak, 19 satır olup 1186/1772’de istinsah edilmiştir. 93 Mecdî, s. 73. 94 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 540 (235 varak, 21 satır, istinsah tarihi 825/1422). 95 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 213 (338 varak).
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
233
1415) yılları arasında tamamladığı eserinin mukaddimesinde, Allah’ın kendisine Letâifu’l-işârât’ını yazmayı lutfettiğini belirten Bedreddin, talebelere yardımcı olmak için yazdığı eserinde karine hariç tüm “ekûlü” (ben derim ki) ifadesi ile söylenenlerin kendine ait olduğunu kaydetmektedir. Bu ilmin diğer ilimlerden daha önemli ve daha ihtilâflı olduğunu söyleyen müellif, birçok âlimin bu dalda gereken cesareti göstermeyip âdeta sağır ve dilsiz kesildiğini, taklidin elinde esir olduğunu zikretmektedir. Şerhte yaklaşık 7670 meseleye değinen Simâvî, özellikle Hanefî mezhebinin ilk dört imamı arasındaki farklı görüşlerin delillerine yer vermekte ve tercihlerde bulunmaktadır. 2. Câmi‘u’l-fusûleyn: Şeyh Bedreddin Simâvî’nin, Musa Çelebi’nin kazaskeri iken kaleme aldığı ve 813-814/1410-1411 arasında on ayda tamamladığı eser, hakim ve mûftülerin ellerinde dolaşan bir kitaptır. Mecdüddîn el-Usrûşenî’nin (632/1235) el-Fusûl’ü ile Zeynüddîn el-Merğînânî’nin (670/1271) Fusûlü’l-ihkâm fî usûli’l-ahkâm adlı eserinin bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Mükerrer konular ve Fusûli’l-ihkâm’daki “ferâiz” bölümü esere alınmamıştır. Ayrıca bu iki esere, el-Hülâsâ, el-Kâfî ve kendi eseri Letâifu’l-işârât’tan da bazı ilâveler yapılmıştır. 40 fasıldan meydana gelen eserin ilk 16 faslı kaza ve muhâkemeye, geriye kalanı muâmelâta dairdir.96 Bey‘u’l-vefâ hakkında, “zamanımız âlimleri tarafından ‘ribâ hîlesi’ olarak örfleştirilen bir bey’dir ki, ona ‘bey’u’l-vefâ’ ismini vermişlerdir” diyen Simavî, bunun hakikatte rehin olduğunu kaydederek başka âlimlerin görüşlerini eleştirmektedir (c. I, s. 234). Şeyh Bedreddin, gerek Câmi‘u’l fetâvâ’sında ve gerekse Letâifü’l-işârât şerhi et-Teshîl’de, talâk konusu başta olmak üzere çeşitli meselelerle ilgili farklı ictihatların temelinde müctehitlerin “örfe itibar”larındaki ihtilâfın bulunduğunu belirterek örnekler üzerinde durmaktadır.97 Bu örneklerde de görüldüğü üzere yazar, önce konuyu ortaya koymakta, özellikle Hanefî imamlarının konu ile ilgili ihtilâflarına dikkat çekmekte, görüşlerin delillerini vermekte, ihtilâfın kaynağını tespit edip farklı gibi görünen görüşleri uzlaştırmaya çalışmakta, gerektiğinde başka hukukçuları eleştirmekte ve bütün eserlerinde aynı konuyu genişleterek kendi kanaatini belirtmektedir. Bu kitaptaki farklı görüşlere cevap teşkil etmek üzere yazılan eserler arasında Osmanlı âlimlerinden Fahreddin er-Rûmî’nin (864/1460) Ferâidu’l-leâlî’si, Süleyman b. Ali’nin (924/1518) 380 civarında cevap içeren eseri ve Zeyneddin b. Necmeddin’in (960/1553) ta‘lîkı sayılabilir. Ayrıca Mehmed b. Ahmed’in (1031/1622) Nûru’l-‘ayn fî ıslâhı Câmi‘i’l-fusûleyn adlı bir kitabı,98 Ahîzâde’nin de (1013/1604) Câmi‘u’l-fusûleyn’e hâşiyesi vardır. Kırk Emre el-Hamîdî’nin Câmi‘u’l-fetâvâ adlı kendi eserinde esas aldığı ve Molla Hüsrev’in Dürerü’l96 KZ, c. I, s. 566. 97 Bedreddin Simâvî, Câmi‘u’l-fusûleyn, Kahire, 1300, c. II, s. 7 ve 9 vd. 98 Bkz.: KZ, c. I, s. 566-567.
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
234
hükkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm adlı eserinde referans olarak kullandığı99 eser, son dönemde Bulgaristan’da l920-l950 arasında faaliyet gösteren Medresetü’nNuvvâb100 müderrislerinden Yusuf Ziyâeddin el-Ezherî’nin (1961), usûl-i muhâkemeye dair yazdığı Usûlü’l-mer’iyye fi’l-murâfaâti’ş-şer’iyye adlı (Şumnu, 1937) Osmanlıca eserinin başlıca kaynaklardan biridir. 3. Manzûm Fıkıh Kitabı/Vikâye Tercümesi: Eser, II. Murad devri âlimlerinden Devletoğlu Yusuf Balıkesirî’ye aittir. Hanefî mezhebinde muteber kaynaklardan el-Vikâye’yi nazım halinde tercüme ederek Türk okuyucusuna kazandıran Devletoğlu’nun, hem iyi bir Arapça ve fıkıh öğrenimi gördüğü, hem de şair ruhlu bir fakih olduğu anlaşılmaktadır. Devletoğlu Yusuf, 1423’de başlayıp 1424’te tamamladığı bu eserini,101 “sultanın istifade etmesi” amacıyla II. Murad’a ithafen yazdığını belirtmektedir (vr. 2b). Manzûm kitapların var olduğunu, yazarlarının kınanmadığını, bu eserlerin itibar gördüğünü ve diğer âlimlerin de onları kabul ettiklerini hatırlattıktan sonra, birçok Türk muhaddis ve müfessir müderrislerin derslerini Türkçe olarak işlediklerini belirten Devletoğlu, bunları kendisinin manzum ve Türkçe tercümesine gerekçe göstererek; “Türkî olmak manzûm olmak bes kelâm Ana hiç ayıp olmazmış vesselâm”(vr. 2b)
demektedir. O dönemde ilim dilinin Arapça olması sebebiyle eserini Türkçe ve manzum olarak kaleme alan müellif, tedirginliğini gidermek maksadıyla Ebû Hanîfe’nin, “aslolan mânadır, lâfız ise âlettir” esasından hareketle ve Kur’an’da mânanın lâfızdan önemli olduğu gerekçesiyle Farsça kırâati caiz, kılınacak namazı da sahih gördüğünü ileri sürmekte ve Türk’ün de Türkçe söylemesinden dolayı kınanmayacağını ilâve etmektedir (vr. 2b). Devletoğlu, eserinde herkes tarafından bilinmesi farz olan şer‘î hükümleri ihmal etmediğini kaydettikten sonra özellikle kadıların bu kitabı iyi okuması gerektiğini, Türkçe olmasından dolayı da zorluk çekmeyeceklerini ifade etmektedir (vr. 3a). Başka âlimlerden de yararlanarak eserinin/tercümesinin muhtevasını zenginleştiren Devletoğlu’nun, bu eseriyle hem hukuk ilmine, hem de Türkçe’nin ilim dili olarak yaygınlaşmasına katkıda bulunduğu söylenebilir. 4. Kitâbu’l-Hudûd ve’l-ahkâm: Eser, Musannifek diye bilinen Alâeddin Ali b. Muhammed b. Mes‘ûd eş-Şâhrûdî el-Bistâmî’ye (875/1470) aittir.102 Küçük99 Mukayese için Mehmet Şener’in Dürer’in Kaynakları (s. 83) adlı eserine bakılabilir. 100 Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, İstanbul, 1985, s. 84. 101 Eserin yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr.1571 (244 varak). 102 Eserin yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr.3631/41 (34 varak, 37 satır). Söz konusu eser, el-Hudûd ve’l-ahkâmü’l-fıkhiyye adıyla Beyrut’ta (1991) yayımlanmıştır (nşr.: Âdil Ahmed Abdülmevcûd ve Ali Muhammed Muavvaz).
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
235
lüğünden beri telif ve tasnif ile meşgul olduğundan, “küçük yazar” mânasına gelen Farsça Musannifek lâkabıyla anılmıştır.103 Müellif, el-Hidâye ve el-Vikâye üzerine şerh yazdıktan sonra, 873/1468’de bu kitabını özellikle zühd ve takva ehline yardımcı olmak üzere kaleme aldığını belirtmektedir. Bu girişin ardından, Kitâbu’t-tahâre’de tahâret ve yüz (vech) tanımları üzerinde durduktan sonra, niyet ve başa meshin miktarı konusunda kapalılık bulunduğunu vurgulayarak, Şâfiî ve Hanefî mezhepleri arasındaki tartışmalara yer veren Musannifek, abdest âyetindeki “(...) namaza kalktığınız zaman” (elMâide, 5/6) ifadesinin, “namaza kalkmayı murat ettiğiniz zaman” şeklinde anlaşılması gerektiğini ve bunda ittifâk bulunduğunu söyleyerek niyetin farz olduğunu belirtmiş, buna rağmen bir kapalılığın bulunması sebebiyle de Şâfiî ve Hanefîlerin farklı görüşlere sahip olduğunu kaydetmiştir (vr. 347b). Eserde en geniş yer verilen bahis şirketlerdir. Musannifek, Şerhu’l-Hidâye’sinin girişinde hayatını fıkıh kitaplarını incelemeye ve şer‘î fetvaları düşünmeye hasrettiğini, özellikle Hanefî mezhebinin resmî statü kazanmasını sağlayan Merğînânî’nin el-Hidâye’sini seçerek konularını eksiksiz anlamak için olanca gayretini ortaya koyduğunu, kalemini özellikle Şâfiî ve Hanefîler arasındaki ihtilâflı konularda kullanarak meseleleri delilleriyle birlikte açıkladığını belirtmekte ve müctehidlerin isabetli ve hatalı oluşlarına dair tartışmalara değinerek yanlış ve doğru (hata ve savâb) ifadelerinin ictihadî konularda, hak ve bâtıl ifadelerinin ise itikadî mevzularda kullanıldığını belirterek şu ilâvede bulunur: “Mezhebimiz doğrudur, hataya ihtimali vardır. Muhaliflerin mezhebi ise hatalıdır, doğruya ihtimali vardır. İtikad konusunda hak, bizim temsil ettiğimizdir. Bâtıl ise, bizim temsil etmediğimizdir.” (vr. 26b). 5. Düreru’l-hukkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm: Molla Hüsrev’in 1472-1478 arasında 6 yıllık bir emekle bitirdiği önemli fürû eseridir. Hanefî fıkhını esas alan104 ve kısaca Dürer diye bilinen eser, bütün Osmanlı medreselerinde şerh ve hâşiyeleriyle birlikte ders kitabı olarak okutulmuş,105 Osmanlı mahkemelerinde en çok müracaat edilen bir kaynak olmuş ve çoğu hukuk dallarında Osmanlı Devleti’nin resmî hukuk kodu olarak görülmüştür.106 Eserin mukaddimesinde, fıkıh ilminin önemi üzerinde duran ve mezheb büyüklerinin bu ilmin erkânını açıklamak için bütün güçlerini harcadıklarını, bununla beraber yeni hâdiselerin onlardan farklı olduğunu vurgulayan müel103 Şakâik, s. 163; Mecdî, s. 185. 104 KZ, c. II, s. 1199. Eserin baskı yer ve yılları şöyledir: İstanbul: 1310, 1317, 1329, Kahire: 1294, 1297 (2 cilt). 105 Uzunçarşılı, İlmiye, s. 22 ve 29. 106 Akgündüz, Kanunnameler, c. I, s. 6. Molla Hüsrev’in bu eseri o kadar ilgi görmüştür ki, yalnız Süleymaniye Kütüphanesi’nde 250 civarında yazma nüshası bulunmaktadır. Geniş bilgi için bkz.: GAL, c. II, s. 226; Fehmi Ethem Karatay, Topkapı Sarayı Ktp., Arapça Yazmalar Katalogu, İstanbul, 1962-1969, c. II, s. 552.
236
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
lif, nassların zahirinin onları çözmeye yetmediğini, bu itibarla onları halletmeye yetecek bir yol gerektiğini, kadim ulemanın -özellikle İmam Azam’ın- müşkilleri açıkladığını ve pek çok müctehidin onun mezhebine tabi olduğunu belirtmektedir. İstemediği halde kendisine kadılık verildiğini kaydeden Molla Hüsrev, bunun faydadan hâli olmadığını, meselelerin hükümlerini araştırmaya ve kendisini bunları kapsayan bir metin yazmaya sevk ettiğini söylemektedir. Nihayet Allah’ın, kendisini bu görevden ve yakalandığı taun hastalığından kurtardığını zikreden Molla Hüsrev, bu iki nimete şükür amacıyla Gurer’i, Düreru’l-hukkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm adıyla şerh ettiğini kaydetmektedir. Molla Hüsrev, metnin ibâresini parantez içinde kısa ya da uzun bir şekilde naklettikten sonra şerhe geçerek metindeki ifadeleri izah etmekte, görüşlerin kimlere ait olduğunu zikretmekte, konuları daha çok Hanefî mezhebi içinde özellikle ilk dört imam arasında tartışmakta, delillerini vermekte ve bunların arasından birini, özellikle Ebû Hanîfe’yi (Muhammed ile beraber ise, öncelikle) tercih etmekte, başka mezheplere karşı mezhep görüşünü savunmakta, deliller serdederken önce naklî, sonra aklî delillere yer vermekte, diğer mezheplere fazla yer vermemekte, verdiği zaman da genel olarak “hilâfen li’ş-Şâfiî, ‘inde’ş-Şâfiî” şeklinde mukayese sadedinde temas etmektedir. Tercihlerinde genel olarak örf-âdet, zaman, sosyal şartlar, harec, ruhsat ve teâmül (c. II, s. 297) gibi esasları dikkate alan müellif, eserinde yüz kadar kaynağa müracaat etmiştir. Dürer, üzerinde şerh, hâşiye, ta‘lîk vb. çalışmalar yapıldığı gibi nazma da çevrilmiştir. Bunlardan İsmail en-Nablûsî’nin (1062/1651) şerhi, Muhammed el-Vânî’nin (1000/1591) hâşiyesi, Kemâlpaşazâde’nin (940/1533) ta‘lîkı, Ahmed el-Halebî’nin (1003/1594) manzûm çevirisi,107 Kadı Süleyman el-Ankaravî’nin (1043/1633) tercümesi108 ve Mehmet Şener’in Dürer’in Kaynakları adlı eseri (İzmir, 1987) hatırlanmalıdır. 6. Risâle fi’l-velâ: Molla Hüsrev’in kölelik hukukunun bir meselesine ilişkin farklı tercihi sayılan ve Dürer’den önce kaleme alınan risâle; mukaddime, maksad, fasıl ve teznîb’den meydana gelmektedir.109 Risâlesinin girişinde yazma amacını, cumhur ve icmâ anlayışını ortaya koyan Molla Hüsrev, içinde bulunduğu zaman ve şartları dikkate alıp eski ictihatlara aykırı görüşlere ve farklı tercihlere yer verdiğinden, Hızır Şâh Menteşevî ve Molla Gürânî gibi çağdaşı bazı âlimlerin hücumuna uğramış ve karşılıklı reddiye yazmalarına neden olmuştur. 7. Risâletü’l-velâ: Molla Gürânî’nin, Molla Hüsrev’in velâ ile ilgili görüşünü reddetmek üzere 878/1468’de yazdığı risâlesidir.110 107 KZ, c. II, s. 1199 ve 1200. 108 OM, c. I, s. 294. 109 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 4/2795 (17b-19b varak, 21 satır). Söz konusu risâle, Dürer’den önce kaleme alınmıştır. Çünkü Molla Hüsrev, Dürer’de (c. II, s. 36) velâ bahsinin sonunda geniş bilgi almak isteyenlere bu risâlesini önermektedir. 110 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 105.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
237
Hadîs ve fıkıh kaynaklarına dayanarak Molla Hüsrev’e yüklenen Gürânî, gerek Arap dili grameri, gerek muhtevadaki fikirleri bakımından onun Risâle’sini ele alıp bazı noktalarda tenkit ederek kendine göre açıklamalarda bulunduğu için, devrin ilim otoritesi ve çağdaşı Molla Hüsrev’in şiddetli hücumuna uğramıştır. Âlimlerin, aralarında ilmî tartışma yapmaları şüphesiz faydalıdır. Ne var ki, her iki âlim de risâlelerinde birbirlerine karşı “akılsız, cahil, işkembeden atan” gibi ilmî tartışma üslubuna uygun olmayan ifadeler kullanmıştır. 8. Zahîretü’l-‘ukbâ fî Şerhi Sadrişşerî‘ati’l-‘uzmâ: Eserin111 müellifi olan Ahi Çelebi veya Ahîzâde diye de tanınan Yusuf b. Cüneyd (902/1496), Tokatlı olup Sultan Fatih ve II. Bayezid devri fakihlerindendir.112 Tefsir, kelâm ve astronominin yanı sıra nahiv, mantık ve belâğata dair de eseri bulunan müellif, bu kitabını 891-901/1486-1496 yılları arasında on yılda tamamlamıştır. Eserinin önsözünde fıkıh ilminin önemi, diğer ilimlerden üstünlüğü ve bu üstünlüğün nedenleri üzerinde duran Ahîzâde, bu konuda aklî ve naklî delillere yer vermekte ve şiirle istişhâdda bulunmaktadır. Sözgelimi yazar; “(…) ve men yu‘te’l-hikmete (...)” (el-Bakara, 2/269) âyetindeki “hayran” ifadesiyle fıkhın övüldüğünü, bir grub müfessirin de aynı âyette geçen “el-hikmetü” kelimesini, ilm-i fürû diye tefsir ettiğini ve buna fıkhu’l-kebîr dediklerini belirtmektedir. Hayatını fıkha hasrettiğini ve istifade etmek ve talebelere daha iyi öğretebilmek maksadıyla seleften bugüne kadar gelen el-Mecma‘, el-Manzûme, el-Bihâr, el-Hidâye, el-Kifâye, el-Vâfi, el-‘İnâye, el-Kenz, el-Bidâye, en-Nihâye, el-Gâye ve Şerhu’l-Vikâye gibi muteber eserleri mütalâaya ömrünü verdiğini ifade eden müellif, Şerhu’l-Vikâye’nin anlatılamayacak kadar güzel olduğunu, ancak bazı yerlerinde kapalılık bulunduğunu ve yanlış anlamalara götürecek kadar kısa tutulduğunu, bu yüzden devrin pek çok âlimi tarafından problemleri giderme teşebbüsünde bulunulduğu halde kiminin zaman ve gücü, kiminin de ilmî seviyeleri kâfi gelmediğini ifade etmektedir. Gerek ele alış ve sunuş, gerekse izah ve değerlendirme yönüyle bu çalışmanın şerh hatta telif niteliğinde bir hâşiye olduğu söylenebilir. Kendi devirlerinde fıkıhta mahir sayılmanın hakir görülme sebebi sayıldığını, hatta güvenilir kitapların âhirette ateşten başka nasibleri bulunmayan felsefeciler yanında bir dirhem ya da bir dinara alınmaya değer kabul edilmediğini, zamanın böyle devrettiğini ve nihayet söz konusu ilmin iftihar vesilesi olmaya başladığını ve kitapların tüccarların geçim kaynağı için daha çok revaçta kaldığını söyleyen Ahîzâde, bu ifadeleriyle gerçekten devirleriyle ve dönemleriyle ilgili günümüze ışık tutacak bilgileri bizlere aktarmıştır. 111 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Turhan H. Sultan, nr. 106 ( 222 varak, müellif hattı). Baş tarafta tefsir, hadis, usul, fürû ve fetva kaynakları liste halinde verilen ez-Zahîre, yanlışlıkla Molla Hüsrev’in diğer talebesi Hasan Çelebi’ye de nisbet edilmiş olup bir kaç defa basılmıştır. Ayrıca bkz.: Halit Ünal, “Ahîzâde Yûsuf Efendi”, DİA, c. I, s. 549 112 Şakâik, s. 275, Mecdî, s. 292; KZ, c. II, s. 1227, 2021-2022, 2043; OM, c. II, s. 53; GAL, c. I, s. 293; Suppl., c. I, s. 646.
238
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
9. Câmi‘u’l-mesâil: Ahterî diye tanınan Muslihuddin Mustafa b. Şemseddin Karahisârî’ye (968/1560) ait olan eser,113 klâsik fıkıh kitaplarındaki gibi kitap, bâb ve fasıllara göre düzenlenmiştir.114 Eserinin girişinde, öğrencilerin gevşekliğinden yakınan Ahterî, onlara yardımcı olmak üzere çok kısa ve çok uzun olmayan anlaşılır bir eser yazmıştır. Mütekaddimîn ve müteahhirîn Hanefî âlimlerinin telif ettiği eserlerden derlenen eser, “çeşitli meseleleri toplayan kitap” mânasında, Câmi‘u’l-mesâil adını almıştır. Eserinde zaman zaman delillere de yer veren Ahterî, abdestin farz olduğuna dair bilgi verirken “Abdest Medine’de, namaz ise Mekke döneminde farz kılındığına göre, önceki namazları abdestsiz mi kılıyorlardı?” şeklinde yöneltilebilecek bir soruya “Hayır, zira Allah Resûlü’nün, abdestsiz iş yapmadığına, hatta selâmı bile almadığına dair rivayetler vardır” şeklinde cevap vermektedir (vr. 6). Müellif eserinde yer yer diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermekle birlikte Hanefîler’in görüşünü tercih etmektedir. 10. Netâicü’l-efkâr fi keşfi’r-rumûz ve’l-esrâr: Eser, Kadızâde diye bilinen Şemseddin Ahmed b. Kürd Efendi (988/1580) tarafından el-Hidâye şerhi Fethu’l-kadir’e tekmile olarak yazılmış olup üç cilt halinde basılmıştır.115 el-Hidâye üzerine yazılmış şerhler arasında en çok beğenilen ve kabul gören eser, Fethu’l-kadîr’dir. Ancak İbnü’l-Hümâm’ın şerhini tamamlayamadan vefat etmesi üzerine Kadızâde Ahmed b. Kürd Efendi tarafından geriye kalan kısım ikmal edilmiştir. İbnü’l-Hümâm’ın bıraktığı Vekâlet bahsinin “vekillerin yaptıkları akitler iki kısımdır” cümlesinden başlayarak yazılan bu tekmile, aynı dönemde Şeyhülislâm Zekeriyya b. Bayram tarafından eleştirilmiştir. İbnü’l-Hümâm, konuları delilleriyle beraber ele alıp tenkidini ve münakaşasını yaptığı halde, tekmile yazarı Kadızâde hem konuları kısa kısa ele almış, hem de delillerin tartışmasına yer vermemiştir. Bu durum eserin hacmine de yansımıştır. Nitekim yirmi üç bölümün şerhi olan Fethu’1-kadir altı cildi aşarken, otuz bölümün şerhi sayılan Netâicü’l-efkâr üç cilt ile sınırlı kalmıştır. Genel olarak el-Hidâye metninin anlaşılması için gayret gösteren Kadızâde, önce terimleri açıklamış ve izafe edilen sözlerin doğru olanlarını tespit etmiş (c. VII, s. 25), el-Hidâye şerhlerinden yararlanmış ve bunları yaptığı açıklamalarda delil olarak kullanmıştır (c. VIII, s. 31). Nadiren usûl konularına da giren müellif, bazen Şâfiî ve Hanbelî görüşlerine de yer vermiştir. 11. Mülteka’l-ebhur fî fürû‘i’l-Hanefiyye: Eserin müellifi Halep asıllı olup, daha sonra İstanbul’a yerleşmiş olan İbrahim b. Muhammed’dir (956/1549).116 113 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 339. Ayrıca eserin tanıtımı için bkz.: Ali Keleş, “Osmanlı Devleti Yükselme Dönemi İslâm Hukukçuları ve Eserleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 1992, s. 99-101. 114 KZ, c. I, s. 574; OM, c. I, s. 224-225; Zirikli, VII, 228. 115 KZ, 2034; Keleş, a.g.t., s. 102 vd. Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp, Esad Efendi, nr. 635. 116 Şakâik, s. 499-500; Mecdi, s. 493-499.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
239
Osmanlı Devleti’nde hukuk kodu olarak da kullanılan eser el-Mültekâ ismiyle şöhret bulmuş, uzun süre medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştur. IV. Murad’ın emriyle Türkçe’ye de tercüme edilmiş olan eser, Hanefî mezhebinin zâhirürrivâye metinlerinden derlenerek yazılmıştır.117 İbrahim Halebî, eserinin girişinde kitabını bazı kişilerden gelen istek üzerine yazdığını ve eserinde el-Muhtasar, el-Muhtâr, el-Vikâye, el-Kenz, Mecma‘u’lbahreyn ve el-Hidâye’den yararlandığını belirtmiştir. Eserin girişinde izlediği metoda da değinen müellif, Hanefî müctehidleri arasındaki ihtilâflı konularda “şu şöyle demektedir” gibi sözlerle görüş farklılıklarına temas etmekte, önce mezhepte kabul edilen görüşü, sonra zayıf olanı zikretmektedir. Hanefî âlimleri arasındaki görüş ayrılıklarını “dedi” veya “denildi” ifadeleriyle vermekte ve “en doğru olan budur” veya buna benzer ifadelerle tercihini belirtmektedir. Mülteka’l-ebhur, üzerine elliden fazla şerh yazılmış, ayrıca hâşiye vb. birçok çalışmaya konu yapılmıştır. Bu çalışmalar, el-Mültekâ’nın, Osmanlı’da takdir gördüğünü ve tevârüs edilen temel kaynakların yerini aldığını ortaya koymaktadır.118 el-Hâc Alî el-Halebî (967/1559), Mehmed et-Tirevî (1061/1650), Muhammed b. Muhammed el-Behnesî ed-Dımaşkî (987/1579), Nureddin Ali el-Bakünî el-Kadirî, İsmail es-Sivasî (10471637), Alâüddin Ali b. Muhammed etTarablusî (1032/1622), Şeyhzâde Abdurrahman b. Mehmed (1078/1667) ve Alâüddin el-Haskefî (1088/1677) bu esere şerh yazan bazı âlimlerdir. H. Savvaire tarafından Fransızca’ya da tercüme edilmiş olan119 Mülteka’lebhur, bir çok defa İstanbul’da Hâşiyeli Mülteka ismiyle basılmıştır. Ayrıca Bulak’ta 1263 ve Fransa’da 1882 yılında Voire’nin tercümesiyle beraber yayımlanmıştır. 12. el-Islâh ve’l-Îzâh: Osmanlı âlimlerinden İbn Kemal Paşa veya Kemalpaşazâde diye bilinen Şeyhülislâm Ahmed b. Süleyman b. Kemâl Paşa (940/1534) tarafından kaleme alınmış olan eser, el-Vikâye üzerine yazılan tek reddiye olma özelliğine sahiptir. Kemalpaşazâde’nin, Edirne’de Sultan Bayezid Medresesi müderrisliği sırasında (926/1522) yazdığı el-Islâh ve’l-Îzâh’ın,120 günümüze kadar ulaşan nüshaları ve hakkında yapılan çalışmalar dikkate alınırsa, Osmanlı döneminde önemli ve fakihler üzerinde etkili bir eser olduğu söylenebilir. Nitekim Türkiye kütüphanelerinde 80 kadar nüshası bulunmaktadır. Müellifin açıklamalarından el-Islâh’ın, el-Vikâye metninin tashih edilerek yazıldığı bir kitap; el-Îzâh’ın ise, el-Vikâye’nin şerhi, Sadruşşerîa’nın hatalı noktalarının belirtilip izah edildiği bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Bu reddiye, Kemalpaşazâde’nin, Osmanlı âlimleri nezdinde el-Vikâye’nin büyük bir itibara 117 Ahmed Akgündüz ve Halil Cin, Türk Hukuk Tarihi, Konya, 1989, c. I, s. 74. 118 KZ., c. II, s. 1814. 119 Serkis, c. I, s. 13. 120 Esat Kılıçer, “Fıkıhçı Olarak İbn Kemal”, Şeyhulislam İbn Kemal Sempozyumu, Ankara, 1986, s. 194-195; Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, Ankara, 1996; Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul, 1997; İlyas Çelebi, “Kemalpaşazâde”, DİA, c. XXV, s. 245-247.
240
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
sahip olduğu bir dönemde, eleştirilere aldırmadan kendi düşüncelerini cesaretle savunabildiğini ortaya koymaktadır. Fakat bu reddiye yine de asıl metin kadar ilgi görmemiş ve tutulmamıştır. Söz konusu eserin Sultan Süleyman’a ithaf edildiğini kaydeden Kâtip Çelebi, el-Vikâye’nin eksiklerini belirtmesine rağmen, âlimlerin bu reddiyeye değil, onun aslına (el-Vikâye’ye) rağbet ettiğini belirtmekte ve bunun, öncekilerin eserlerini tenkit edenlerin kitapları hakkında Allah’ın bir sünneti olduğu ilâvesinde bulunmaktadır.121 13. Kitâbu’d-Damânât: Cemâlîzâde diye bilinen Fudayl b. Ali Cemâlî (991/1583) tarafından yazılan eser,122 başta akitler olmak üzere öldürme ve yaralamalardaki tazminat meselelerini ele almaktadır. Eserin birinci cildinde; mukrehle ilgili tazminatlar [evlenme, evliliğin sona ermesi, köle azad etme, hibe, ibra, ikrar ve malın zayi edilmesi gibi konular (vr. 1-18)], emre uyarak zarar meydana getiren şahsın ödeyeceği tazminat (vr. 18-24), hac ve sâ‘y esnasında ortaya çıkan zararların tazmini (25), gasb (26-83), içecek (83-100), âriyet (100118), âriyetle ilgili bölümler (118-132), şirketler (132-149) mudârebe konuları yer almaktadır. İkinci ciltte de vekâlet, kefâlet, havale ve sulhla ilgili konular incelenmektedir. Şerh ve hâşiyecilik anlayışının yaygın olduğu bir dönemde yazılan bu telif eserin, dönemin önemli fıkıh kitaplarından biri olduğu söylenebilir. C. İlmihal Kitâbu’l-Mukaddime: Kutbuddin İznikî’nin (821/1418), tercüme ve kısmen telif niteliğindeki ilmihal eseridir.123 Arapça’yı bilmesine rağmen eserlerinin bazılarını Türkçe kaleme alarak, Türkçe’nin konuşma dilinin yanı sıra yazma dili haline gelmesine öncülük eden Kutbuddin İznikî’nin Mukaddime’si, Osmanlılarda Türkçe yazılan ilk eserlerdendir. Eser; iman, namaz, oruç, zekât, hac ve iyi ve kötü sıfatlar şeklinde 7 bâbdan oluşmaktadır. İznikî, eserini, Hanefî fakihlerinden Ebu’l-Leys es-Semerkandî’nin (373/983) el-Mukaddime fi’s-salât124 adlı Arapça eserini esas alarak meydana getirmiştir. İznikî, bu eseriyle hem genel anlamda ilmihal geleneğine bir katkı sağlamış, hem de Osmanlı’da Türkçe ilmihâl geleneğini başlatmış ve Türkçe’nin ilim dili olmasına katkıda bulunmuştur. D. Fetva 1. Câmi‘u’l-fetâvâ: Şeyh Bedreddin Simâvî’ye ait olan eser, mesâil ve fasıllardan meydana gelmektedir.125 Güvenilir fetva kaynaklarından önem arzeden 121 KZ, c. II, s. 109. 122 OM, c. I, s. 320; Keleş, a.g.e., s. 113 vd. Eserin yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2342-2343 (300 varak). 123 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 1927 (175 varak, 19 satır). 124 Serkîs, c. I, s. 1045. 125 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 400 (201 varak).
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
241
meseleleri topladığını, Münye, Kunye, Hâniyye, Ğunye, Tuhfe, el-Fetâva’l-Bezzâziyye, el-Fetâva’l-Hasîriyye, Câmi‘u’l-fusûleyn gibi kaynaklardan ve diğer muteber şerhlerden yararlanarak eserini hazırladığını ifade eden müellif, Bey‘u’l-vefâ ile ilgili bilgileri diğer eserlerinde olduğu gibi burada da aynen aktardıktan sonra, daha açık bir şekilde “insanların, çoğu zaman ihtiyaç duymalarından dolayı bu çeşit hîlelerden men edilemeyeceklerini” söylemektedir (vr. 81a-b). 2. Müştemilü’l-ahkâm fi’l-fetâva’l-Hanefîyye: Osmanlı âlimleri arasında eserlerinin tamamı fıkıhla ilgili olan Fahreddîn Yahya b. Abdillah er-Rûmî’ye (864/1460) ait olan bu fetva kitabı, Fatih’e ithaf edilmek üzere yazılmış olup Arapça’dır.126 Eserini kitap, bâb, fasıl ve mesâillerden oluşturan ve mukaddimede el-Hidâye başta olmak üzere Mecma‘u’l-bahreyn, el-Vikâye, el-Kenz ve elMuhtâr’ın ibarelerini aynen alıp, diğer fetva ve şerhlerden de yararlanarak yazdığını ifade eden müellif, birçok faydalı hususu kapsayan bu çalışmasına Müştemilü’l-ahkâm adını verdiğini ve 57 bölüm ihtiva ettiğini belirtmektedir. Kitâbu’t-tahâre’de, abdestle ilgili âyetten (el-Mâide, 5/6) hareketle abdestin farzlarını başta Hanefî mezhebi olmak üzere Şâfiî ve Mâlikî’ye göre sıralayan müellif, delillerine yer vermeden sadece görüşlerini zikretmekle yetinmekte, tartışmalara girmemekte ve nadiren “sahîh, esahh” (vr. 2a) gibi ifadelerle tercihlerde bulunmaktadır. Kâtip Çelebi, bazı âlimlerin, bu eserin yaygın olmakla beraber zayıf görüşleri ihtiva ettiğini ileri sürdüklerini kaydetmektedir.127 Fahreddin er-Rûmî’nin Câmi-i Rûmî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 580) diye bilinen bir fetva mecmuası daha bulunmaktadır. E. Siyâsetname Tuhfetü’l-mulûk: Eser, Fatih devri âlimlerinden Musannifek diye bilinen Alâeddin Ali b. Muhammed’e aittir. Kütüphanelerde Tuhfetu’s-selâtîn diye kayıtlı olan Tuhfetü’l-mulûk,128 Fatih’in veziri Mahmud Paşa’ya (879/1474) ithafen yazılmış olup Farsça’dır. Eser, 42 bâb ve her bâbda 4 adet olmak üzere tamamı 168 nasihattan oluşmaktadır. Birinci bâb, padişahlara dair dört şey; ikinci bâb, ikisini bir arada tutmak mümkün olmayan dört şey; üçüncü bâb, dört şey için şart olan dört şey; kırkıncı bâb, ömrü kısaltan ve ölüm korkusu veren dört şey ve sonuncu bâb, iki cihan saadetini sağlayan dört şey hakkındadır. Birinci ve sonuncu bâblarda zikredilen dört husus şöyledir: Birinci bâb (Padişahlara dair dört şey): Dine ri126 Şakâik, s. 47; KZ, c. II, s. 1692; OM, c. I, s. 139; GAL, c. II, s. 290, Suppl., c. II, s. 314. Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., M. Çelebi, nr. 90 (326 varak). 127 KZ, c. II, s. 1692. 128 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 5/1663.
242
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
ayet ve onu muhafaza, temkinli vezir, kararlılık/azmin korunması, ileri görüşlülük. Sonuncu bâb (İki cihan saadetini sağlayacak dört şey): Allah ve Resûlü’nün emirlerine itaat, ana-babanın rızası, ulemâ ve hükemâya hizmet, Allah’ın yarattıklarına şefkat. Uzunçarşılı, kamu hukuku konuları ve bunların tahlilleri ile ilgili değil de, daha ziyade vezir ve sultanlara yönelik tavsiyelere yer veren bu esere Siyâsetname demektedir.129 Musannifek’in bu eseri Şâbânzâde Mehmed tarafından Âdâbü’l-hükkâm adıyla on bâb halinde tercüme edilmiş ve Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem adıyla İstanbul’da (1285/1868) basılmıştır. Ancak bu tercümenin Farsça aslının tam bir tercümesi olmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç ve Değerlendirme Osmanlı âlim ve fakihlerinden bazıları bütün tahsilini Anadolu’da, bazıları ilk tahsilini Anadolu’da, fakat yüksek tahsilini Suriye, Mısır ve İran gibi ülkelerde tamamlamış; bir kısmı da kendi memleketi olan Horasan ve Herat’ta tamamlayarak Anadolu’ya gelmiştir. Osmanlı bünyesinde güzel bir ahenk oluşturmuş olan bu fakihler, başta müderrislik olmak üzere kadılık, müftülük ve şeyhülislâmlık gibi çeşitli görevler almışlardır. Yöneticilerle olan ilişkilerine önem veren Osmanlı âlimleri, bu ilişkiyi güçlendirmek için yazdıkları eserleri sultan veya vezirlere ithaf etmeye özen göstermişlerdir Osmanlı’nın kuruluş yıllarından itibaren yükselişinin belli dönemine kadar gerek usûlde, gerekse fürû ve fürû’un alt dallarında kullanılan fıkıh kitapları, genel olarak önceden yazılmış ve tevarüs edilen eserlerdir. Bunlar, Osmanlı âlim ve fakihleri için temel/muteber metinler ya da kaynaklar niteliğinde olup, özellikle ilk dönemlerde yapılan şerh, hâşiye vb. çalışmalar bunların üzerinde yoğunlaşmıştır. Tevarüs edilen temel metinler arasında, fürû’da olmamakla birlikte usûl’de Gazzâlî ve İbnü’l-Hâcip gibi Şâfiî ve Mâlikî fakihlerine ait eserler de bulunmaktadır. Temel kaynaklar; usûl-i fıkıh, fürû-ı fıkıh, ilmihal, ferâiz, fetva ve hilâf olmak üzere altı grupta toplanmaktadır. Usûl-i fıkıhta özellikle Usûlü’l-Pezdevî, Menârü’l-envâr, et-Tavdîh ve Muhtasaru’l-Müntehâ öne çıkan kitaplardır. Fürû-ı fıkıhta öne çıkan kitaplar ise, dört ve üç temel metin diye bilinen el-Muhtâr, elVikâye, Mecmâ‘u’l-bahreyn, el-Kenz ve el-Muhtasar isimli eserlere, el-Hidâye’nin ilâve edilmesiyle meydana gelen altı temel metin’dir. İlmihal, ferâiz, fetva ve hilâf dışında bu altı kaynak telif çalışmalarının da çerçevesini belirlemiştir. Bu durum şerh ve hâşiyelerin yanı sıra ta‘lîk, muhtasar, reddiye ve tekmile 129 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972, c. II, s. 630.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
243
gibi çalışmalara yol açıp bütün mesainin özgün metinler yerine bu tür çalışmalara harcanmasına neden olmuştur ki, bu, muhtasar metinlerin/kitapların bir açmazı olarak değerlendirilmelidir. Şüphesiz altı temel metin içinde en çok çalışmalara konu olan el-Vikâye ve el-Hidâye’dir. Birbirlerine kaynak olma bakımından bu altı esere bakılacak olursa ilk sırada el-Muhtasar, sonra el-Hidâye’nin geldiği görülür. Kısaca söylemek gerekirse altı temel metin, büyük ölçüde el-Muhtasar ve Zâhirürrivâye’ye dayalı olup birbirlerinin tamamlayıcısı niteliğinde eserlerdir. Çünkü el-Vikâye el-Hidâye’ye; el-Hidâye el-Muhtasar ile el-Câmiu’s-sağîr’e; Mecma`u’l-bahreyn el-Muhtasar ve el-Manzûme’ye; el-Kenz de bir özeti olması itibariyle el-Vâfî yoluyla el-Asl diye bilinen Zâhirurrivâye’ye, özellikle bunlardan el-Câmi‘u’l-kebîr, el-Câmi‘u’s-sağîr ve ez-Ziyâdât’a dayanmaktadır. Fürû’un özel alanlarından ilmihâlde Mukaddime ve Münyetü’l-musallî, ferâizde es-Sirâciyye, fetvâda Kadîhân ve Bezzâziyye, hilâfiyât’ta ise Manzûmetü’n-Nesefî temel kaynaklardır. Temel kaynaklar üzerinde yapılan çalışmalar esas alındığında, nicelik bakımından Osmanlı fakihleri üzerinde doğrudan en çok tesiri olan müellifler, Sadruşşerîa ve Nesefî’dir. Her ikisinin de usûl ve fürû ile ilgili eserleri bulunmaktadır. Bu iki müellifi sırasıyla Merğînânî, Teftâzânî, Burhânuşşerîa, Secâvendî, İbnü’l-Hâcib, Seyyid Şerif Cürcânî, İbnü’s-Sââtî, Pezdevî ve Semerkandî takip etmektedir. Buna göre Osmanlı fakihleri, doğrudan mezhebin ilk hukukçuları tarafından yazılmış birinci el eserler üzerinde çalışma yapmamışlar; aksine mesailerini bunlara dayanarak ortaya konulmuş, özellikle aynı mezhep ve kültürü paylaşmış olan müelliflere ait ikinci ve üçüncü el eserlere yöneltmişlerdir. Bu çalışmalarda da Mâverâünnehir hukukçularının büyük payı olduğu söylenebilir. Sözgelimi, Osmanlılar fürû şerhlerini daha ziyade Mâverâünnehir Türk hukukçusu Merğînânî’nin el-Hidâye’si üzerine yazmışlar, Mâverâünnehir fakihleri ise, Hanefî doktrininin hazırlayıcılarından İmam Muhammed’in eserleri üzerine yazmışlardır. Osmanlı fakihleri tarafından yazılan eserlerin büyük bir kısmını şerh ve hâşiyeler oluşturmaktadır. Usul alanındaki şerh ve hâşiyeler Pezdevî’nin Kenzü’lvusûl ve Teftâzânî’nin et-Telvîh adlı eserleri üzerine, fürû alanındaki şerh ve hâşiyeler ise el-Hidâye ve el-Vikâye üzerine yazılmıştır. Şerh ve hâşiyelere konu olan ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak da okutulan bu eserler, bir yönüyle ilk dönemden başlayarak azalan bir çizgide de olsa Osmanlı hukuk düşüncesini etkileyen/besleyen başlıca kaynaklardır. Ancak daha sonraki dönemlerde onların yerini başta Molla Hüsrev’in eserleri ile İbrahim Halebî’nin elMültekâ’sı olmak üzere diğer Türkçe fetva kitapları ve risâleler almış ve bunlar, Balkanlar dahil olmak üzere tüm Osmanlı medreselerinde ağırlıklı olarak okutulmuştur.
244
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
Osmanlı fakihlerince yazılan metinlerde genel olarak Hanefî mezhebine ait görüşler esas alınmış ve bu görüşlerin delilleri verilmiştir. Diğer mezheplere ise daha ziyade ihtilâflı konularda yer verilmiş, ancak görüşlerin nadiren delilleri zikredilmiştir. Telifler içinde bütünüyle mezhep savunmasına hasredilenler olduğu gibi, Hanefî ve Şâfiî mezhebi esas alınarak yazılanlar da bulunmaktadır. Yazılan şerhlerin bir kısmı ile Ahîzâde’nin hâşiyesi telif niteliğindedir. Zira bunlarda, çeşitli faktörler dikkate alınarak tahliller ve tercihler yapılmaktadır. Hatta bazı şerhler, içerikleri bakımından metinlerden daha ileri seviyede eserlerdir. Şerh ve hâşiyelerin, daha önce yazılmış orijinal eserlerin unutulmasına sebep olduğu söylenebilirse de, esasen anlaşılması zor olan pek çok kıymetli eserin, şerh ve hâşiyeler vasıtasıyla hem anlaşılması, hem de sonraki nesillere ulaştırılması sağlanmıştır. Osmanlı fakihleri, kaleme aldıkları bütün eserlerde ve yaptıkları tercihlerde, başta Ebû Hanîfe olmak üzere mezhebin dört imamına öncelik vermişler, aynı mezhebi benimsemiş olan diğer fakihlere itirazlarda bulunmuşlardır. Nitekim velâ konusunda kabul gören yaygın kanaatin aksine görüş serdeden Molla Hüsrev, çağdaşları Hızır Şâh Menteşevî ile Molla Gürânî tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Mezhep görüşüne ve Ehl-i sünnet düşüncesine sıkı sıkıya bağlı olan Osmanlı fakihleri, yeni fikir ve ictihatlarla yeni hükümler ortaya koyan hukukçulara fazla temâyül etmemişler; bu yüzden, müşahede edildiği kadarıyla kendi çağdaşları sayılan İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye gibi bilginlerin isim ve eserlerine pek yer vermemişlerdir. Bu durum, Osmanlı fakihlerinin amelî ve sünnî mezhepler tarafından benimsenmiş görüşlere aykırı olan düşünceleri ve felsefeyi pek hoş görmediklerini göstermektedir. Nitekim Musannifek, Pezdevî’nin felsefeye dalmadığını belirtmekte ve bunu bir övünç vesilesi saymaktadır. Osmanlı fakihleri, fıkha dair kaleme aldıkları risâle ve ilmihâllere varıncaya kadar hemen bütün eserlerinde ihtilâflı konuları işlerken kendi mezheplerini savunmak amacıyla hilâfiyâta yer vermişlerdir. Meselâ Molla Fenârî, Hanefî ve Şâfiî usûlüne göre ortaya konmuş esasları topladığını ifade ederek hem mezhep içi ihtilâflara yer verip tercihlerde bulunmakta, hem de diğer mezheplerin görüşlerini serdedip delillerini de kaydettikten sonra Hanefî mezhebinin delillerinin daha kuvvetli olduğunu ispata çalışmaktadır. Diğer fakihler de, eserlerinde hem diğer fıkhî mezheplere, hem de itikâdî mezheplere yer vermişlerdir. Nitekim ilk devir ilmihal yazarlarından İznikî, itikadî mezheplere temas ederek Ehl-i sünnet’in önemini vurgulamış hatta Cebriye, Kaderiye, Mu’tezile mezheplerini küfürle itham etmiştir. Osmanlı âlimleri genel olarak ictihada karşı olumsuz bir yaklaşımı benimsemiş; olumlu bakanlar ise ictihadın gerekli olduğunu açık bir şekilde değil, do-
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
245
laylı olarak ifade etmeye çalışmışlardır. Meselâ Molla Hüsrev, Hanefî âlim ve müctehitlerinin umûmi menfaati dikkate alarak görüşlerini ortaya koyduklarını belirterek ictihat ve taklit konusundaki kanaatini dile getirmiş; problemlerin çözümü için yeni bir yol gerektiğini savunmuştur. İctihada olumlu baktığı halde bunu açık bir şekilde ifade edemeyen Osmanlı fakihleri, daha ziyade örtülü ictihad diye ifade edebileceğimiz tercihlere yönelmişlerdir. Tercihler, genel olarak mezhep içinde ve ilk Hanefî imamlarından birinin kanaatinin seçilmesi şeklindedir. Özellikle Şeyh Bedreddin Simâvî, Musannifek ve Molla Hüsrev gibi fakihlerin çalışmalarında tercihlere daha çok rastlanmaktadır. Ancak bu yüzden Simâvî ve Molla Hüsrev eleştirilmişlerdir. Bununla birlikte çeşitli faktörler göz önünde bulundurularak hem mezhep içinde hem de diğer mezheplerden tercihlerin yapılması, Hanefî fakihlerinin görüşlerine zaman zaman itiraz edilmesi, bazen bütünüyle yeni görüşlerin ortaya konulması, avamın diğer mezheplerin görüşleriyle de gerektiğinde amel edebileceği hususuna olumlu bakılması, bu dönem fakihlerinin katı bir taassup içinde olmadıklarını göstermektedir.
Bibliyografya Akgündüz, Ahmed, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul, 1990. Akgündüz, Ahmed, ve Cin, Halil, Türk Hukuk Tarihi, Konya, 1989. Akgündüz, Ahmed, Ahmed, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuk Külliyatı, Diyarbakır, 1986. Altunsu, Abdulkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara, 1972. Ateş, Ahmet, “Gürânî, İA, c. VIII, İstanbul, 1971. Aydın, Hakkı, İslâm Hukuku ve Molla Fenârî, İstanbul, 1991. Bedreddin Simâvî, Câmi‘u’l-fusûleyn, Kahire, nr. 1300. Bilge, Mustafa, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984. Bilgin, Azmi, Nazmü’l-Hilâfiyyât Tercümesi, Ankara, 1996. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1976. Brockelmann, C., Geschichte der Arabischen Litteratur (GAL), Leiden, 1943-1949. Brockelmann, C., Supplementband (Suppl.), Leiden 1937-1942. Bursalı, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri (OM), İstanbul, 1333. Cheneb, M.Ben, “al-Kudûrî, Abu’l-Husayn”, EI2, c. V, Leiden, 1979. Cheneb, M.Ben, “İbnü’l-Hâcib”, İA, c. V/2, İstanbul, 1968. Cici, Recep, “Osmanlı Hukuk Düşüncesini Etkileyen Başlıca Kaynaklar”, UÜİFD, 1999, c. VIII, sy. 8. Cici, Recep, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları, Bursa, 2001. Çelebi, İlyas, “Kemalpaşazâde”, DİA, c. XXV, Ankara, 2003.
246
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
Dalkıran, Sayın, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul, 1997. Düzdağ, Ertuğrul, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları, İstanbul, 1972. Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, trc.: Abdülkadir Şener, Ankara, 1979. Heffening, W., “Mergînânî”, İA, İstanbul, ts., c. VII. Heffening, W., “Nesefî”, İA, c. IX, İstanbul, 1964. İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, Bağdat, 1962. Kallek, Cengiz, “el-Hidaye”, DİA, c. XVII, İstanbul, 1998. Kallek, Cengiz, “İbn Gânim”, DİA, IXX, İstanbul, 1999. Karataş, İhsan, “XVI. Yüzyılda Bursa’da Yaygın Olan Kitaplar”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi SBE, 1995. Karatay, Fehmi Ethem, Topkapı Sarayi Ktp., Arapça Yazmalar Katalogu, İstanbul, 19621969. Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn (KZ), İstanbul, 1360/1941. Kavakçı, Yusuf, Karahanlılar Devri İslâm Hukukçuları, Ankara, 1976. Kefevî, Mahmûd b. Süleyman, Ketâ’ibu a‘lâmi’l-ahyâr min fukahâ’i mezhebi’n-Nu‘mâni’l-muhtâr (Ketâib), Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3401. Kehhâle, Ömer Rıza, Mu‘cemu’l-müellifın terâcîmu Musannifı’l-kütübi’l-‘Arabiyye, Şam, 1957. Keleş, Ali, “Osmanlı Devleti Yükselme Dönemi İslâm Hukukçuları ve Eserleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 1992. Keskioğlu, Osman, Bulgaristan’da Türkler, İstanbul, 1985. Kılıç, Hulusi, “İbnü’l-Hâcib”, DİA, c. XXI, Ankara, 2000. Kılıçer, Esat, “Fıkıhçı Olarak İbn Kemal”, Şeyhulislam İbn Kemal Sempozyumu, Ankara, 1986. Koca, Ferhat, “el-Ferâizu’s-Sirâciyye”, DİA, c. XII, İstanbul, 1995. Korkmaz, Zeynep, “Eski Bir Kudurî Çevirisi”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bildiriler, Ankara, 1973. Korkmaz, Zeynep, Marzubân-nâme Tercümesi, Ankara, 1973. Kumbasar, M. Murat, “Taftazânî ve Usûlü Fıkıhtaki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE, 1990. Leknevî, Abdülhay, el-Fevâidü’l-behiyye fı terâcimi’l-Hanefıyye, Kahire 1324. Mecdî Efendi, Hadâiku’ş-Şakâik: Tercüme ve Zeyl-i Şakâik-i Nu’mâniyye, haz. Abdulkadir Özcan, İstanbul, 1409/1989. Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmanî (SO), İstanbul, 1971. Müstekimzâde, Süleyman Sadeddin, Davhatü’l-meşâyih ma‘a Zeyl, İstanbul, 1978. Orazov, Orazsahat, “Burhânuşşerîa ve Vikâye Adlı Eseri”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi SBE, 2001. Özel, Ahmet, Hanefî Fıkıh Âlimleri, Ankara, 1990. Özkan, M., “Gülşehrî”, DİA, c. XIV, İstanbul, 1996. Özket, Hasan, “Molla Hüsrev ve Mir’at Adlı Eserinin Kaynakları” Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE, 1992. Paret, R., “Secâvendî”, İA, c. X, İstanbul, 1966.
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar›
247
Pekolcay, Necla, İslâm Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1976. Sava Paşa, Islâm Hukuk Nazariyati Hakkinda Bir Etüd, Ankara, 1955-1956. Schacht, Joseph, “Abu’l-Layth al-Samarkandî”, EI2, c. I, Leiden, 1960. Şener, Mehmet, Dürer’in Kaynakları, İzmir, 1987. Serkis, Yusuf İlyan, Mu‘cemu’l-matbüâti’l-Arabiyye ve’l-mü‘arrebe, Mısır, 1346/1928. Subhi Mahmasânî, “İslâm Hukukunun Tedvini”, trc.: İ. Kâfi Dönmez, 1985, MÜİFD, sy. 3. Taşköprîzâde, İsâmüddîn Ahmed, eş-Şakâiku’n-nu‘mâniyye fi ‘ulemâi’d-devleti’l-Osmâniyye (Şakâik), S. Furat, (thk.), İstanbul, 1405/1985. Taşköprîzâde, İsâmüddîn Ahmed, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde (Miftah), Kahire, 1968. Toksarı, Ali, “Molla Hüsrev’in Hadis ve Hz. Peygamber’in İctihadı Hakkındaki Bazı Görüşleri”, EÜIFD, 1989, sy. 6. Tulum, A. Mertol, “Şerhu’l-Menâr Hakkında I”, TDED, 1968, sy. 16. Uğur, Ahmet, İbn-i Kemal, Ankara, 1996. Ünal, Halit, “Ahîzâde Yûsuf Efendi”, DİA, c. I, İstanbul, 1988. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı (İlmiye), Ankara, 1984. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972. Yaman, Ahmed, “Kenzü’d-dekâik”, DİA, c. XXV, Ankara, 2002. Yaman, Ahmed, “Ebû’l-Berekât en-Nesefî ve Kenzü’d-dekâik”, DD, 1993, c. XXIX, sy. 1. Yıldız, Sakıp, Molla Gürânî ve Tefsiri, İstanbul, tz. Zirikli, el-A’lâm, Kahire, 1954-1959.
An Assessment of Fiqh Books in the Ottoman Classical Period Recep C‹C‹ Abstract This article concentrates both on the main fiqh texts that were inherited by the Ottoman scholars/fâqihs of classical period and the books that these scholars wrote. Of these, books of special importance are also reviewed separately. The fiqh texts that were inherited are classified into six groups, namely usûl-i fiqh, furû-i fiqh, ilmihâl, ferâiz, fetvâ and hilaf. This paper gives also room to studies of the Ottoman scholars on these fiqh texts. On the other hand, the fiqh books written by the Ottoman scholars were mainly in the forms of metin (plain text), şerh, hâşiye, muhtasar, risâle, reddiye, tekmile and translation. These books were grouped under the following five headings: usûl-i fiqh, furû-i fiqh, ilmihal, fetva and public law.
248
TAL‹D, 3(5), 2005, R. Cici
Keywords: Fıqh, Law, History of Law, Ottoman Law, Ottoman History
Osmanl› Klâsik Dönemi F›k›h Kitaplar› Recep C‹C‹ Özet Bu çalışmada Osmanlı klâsik dönemi (1299-1600) âlimleri/fakihleri tarafından tevarüs edilen temel fıkıh kaynakları ile telif edilen fıkıh kitapları üzerinde durulmuş ve bunlardan belli özellikleri taşıyanlar kısaca tanıtılmıştır. Tevarüs edilen temel fıkıh kaynakları usûl-i fıkıh, furû-i fıkıh, ilmihal, ferâiz, fetva ve hilaf olmak üzere altı grupta toplanmış; Osmanlı âlimlerinin bu eserleri esas alan çalışmalarındaki değerlendirmelere de yer verilmiştir. Telif edilen fıkıh kitapları başta metin, şerh ve hâşiye olmak üzere muhtasar, risâle, reddiye, tekmile ve tercüme türlerinde yazılmış; bunlar da usûl-i fıkıh, furû-i fıkıh, ilmihal, fetva ve kamu hukuku olmak üzere beş başlık altında gruplandırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Fıkıh, Hukuk, Hukuk Tarihi, Osmanlı Hukuku, Osmanlı Tarihi
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
249
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 249-378
Osmanl› Döneminde Fetva Literatürü fiükrü ÖZEN*
OSMANLI TARİHİNDE görev yapmış olan 129 şeyhülislâmın1 ancak çok azının fetva mecmuaları yayımlanmıştır ve bu yayımların çoğunun tarihi de, yine Osmanlı dönemine aittir. Diğer şeyhülislâmların, görevleri süresince verdikleri fetvaların nerelerde ve ne halde bulunduklarına dair küçük de olsa bir malumatın olmasını bir kenara bırakın, modern bilim camiası tarafından varlıklarından haberdar olunduğu dahi şüphelidir. Nitekim şeyhülislâmlar hakkında yazılan biyografik çalışmalarda; onların fetvalarını içeren literatürlere referanslar oldukça sınırlı ve hatta mecmuaları bulunan bir çok şeyhülislâm hakkında “eseri bulunduğu bilinmemektedir” denilerek veya tamamen sükut geçilerek, Osmanlı tarihinin pek çok veçhesini ortaya çıkaracak olan bu belgeler adeta yok olmağa mahkum edilmektedir. Şeyhülislâmların Osmanlı devlet ve toplum düzeni üzerinde haiz oldukları etkin konumları dikkate alındığında, kuşkusuz bu tavır, tarihimiz açısından sahip olunan potansiyelin göz ardı edilmesi ve yapılan çalışmaların daima bir yönünün eksik kalması sonucunu doğurmaktadır. Aynı şekilde, kadıların bilirkişi olarak en çok müracaat ettikleri şahısların başında gelmeleri hasebiyle- taşra örgütlenmesinde önemli bir makamı temsil eden müftüler, aynı zamanda bulundukları şehir ve kasabaların manevî otoriteleri idiler. Onlara ait fetvalarla ilgili bilgimiz ise şeyhülislâm fetvalarına dair bilgimizden çok daha kısıtlıdır. Matbu ve elyazması halindeki pek muaz* Doç. Dr., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi. 1 İlk şeyhülislâmın tespiti konusunda bazı farklı görüşler mevcut ise de, genellikle bu göreve getirilen ilk Osmanlı âlimi olarak Molla Fenârî bilinir. Ferhat Koca’nın (“Fetvahâne”, DİA, XII, 497), Osmanlı Devleti’nde toplam olarak 124 şeyhülislâm bulunduğu yönündeki tespiti yalnızca 1334 (1916) tarihli İlmiyye Sâlnâme’sinde biyografileri verilenleri ifade eder. Burada zikredilenlerden başka, beş şeyhülislâm daha görev yapmıştır. Krş. Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1972, s. 250-267; Mehmet İpşirli, “İlmiyye Sâlnâme”, DİA, c. XXII, s. 145.
250
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
zam Osmanlı fetva mecmualarının çok azının ilmî şekilde basılmış, latinize edilmiş veya Batı dillerine tercüme edilmiş olması bir yana, fetvalarda yansıtıldığı şekliyle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İslâm hukukunun tatbikatı hakkında sistemli bir araştırma dahi henüz yeni yeni başlamıştır.2 Keşfü’z-zunûn ve zeyli Îzâhu’l-meknûn’da3 “Fetâvâ”, “Mecma‘u’l-fetâvâ” veya “Mecmûatü’l-fetâvâ (mesâil)” isimleriyle ya da özel isimleriyle alfabetik sırada verilen fetva kitapları, bu alandaki literatürün isimlerine ulaşmada büyük kolaylık sağlamakta ise de; ilk olarak Bursalı Mehmed Tâhir Osmanlı Müellifleri adlı eserinde İbn Kemâl, Ebussuûd ve Zenbilli Ali Efendi’den başka fetvaları tedvin edilmiş -25’i şeyhülislâm- 90 civarındaki Osmanlı âliminin eserlerinin adlarını, müelliflerinin isimleri, ölüm tarihleri ve defnedildikleri yerlerle birlikte toplu halde vermiştir.4 Ancak bu eserler içerik, şekil ve müelliflerinin statüleri bakımından birbirinden çok farklı bir görünüm arz etmektedir. Alatalı fahrî vâiz Mehmed Ali Kırboğa, Kâmûs-ül-Kütüb ve Mevzûâtil’müellefât adlı çalışmasında; Hanefî fıkhına dair eserler arasında, Osmanlı öncesi fetva mecmualarıyla karışık olarak bir çok Osmanlı âliminin fetva mecmuasının adını, müelliflerini ve müelliflerin vefat tarihlerini bazı kısa açıklamalarla sıralamıştır.5 Pehlül Düzenli ise, “İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi’nde Bulunan Meşîhat Fetvâları”6 adlı yüksek lisans çalışmasında, bir kısmı matbu 27 fetva kitabını tanıtmıştır. İki bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde mecmualar; şeyhülislâm fetvaları, fetva emîni ve müftî fetvaları ve derlemeler olmak üzere üç kategoride ele alınmıştır. İkinci bölümde ise, şeyhülislâm fetvalarını içeren mecmuaların değerlendirilmesi yapılmıştır. Mustafa Şahin tarafından “İslâm Hukukunda Fetva ve Osmanlılar Dönemi Fetva Mecmûaları” adlı bir yüksek lisans çalışması gerçekleştirilmiştir.7 İki bölümden oluşan bu çalış2 Uriel Heyd, “Osmanlı’da Fetva Müessesesinin Bazı Tezahürleri”, çev. Fethi Gedikli, Hukuk Araştırmaları, 1995, c. IX, sy. 1-3, İstanbul, s. 287-288. 3 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, tsh. M. Şerefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1941, c. II, m. 1218-1231, 1603, 16061607; Bağdatlı İsmail Paşa, Îzâhu’l-meknûn fi’z-zeyl alâ Keşfi’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, tsh. M. Şerefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1945, c. II, s. 155-158, 439. 4 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri (bundan böyle yalnız OM), İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, c. II, s. 61-64. Verilen bu listede bazı yanlışlıklar mevcuttur. Yeri geldikçe işaret edilecektir. 5 Kâmûs-ül-Kütüb, Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1974, s. 111-169 (özellikle s. 147-153, 158-160). 6 İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitisü, 1995. 7 Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Bizim için yeni bir malzeme sunmayan bu çalışmadan, yazımızın son aşamasında haberdar olup inceleme fırsatı bulduk.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
251
manın ilk bölümünde, İslâm hukukunda fetvanın mahiyeti ve ilgili konulara yer verilmiş ve ikinci bölümde ise 42 fetva mecmuası ve bunların müellifleri tanıtıldıktan sonra fetva mecmûalarının teknik yönden bir değerlendirmesi yapılmıştır. Genel hatlarıyla emek mahsulü bir çalışma olmakla birlikte fetva mecmualarını tek bir kategoride ele alması, bir çok fetva mecmuasına yer verilmemesi ve aşağıda yeri geldikçe gösterileceği üzere bazı yanlış tespitlerde bulunulması itibariyle ikmale muhtaç bir çalışmadır.8 Daha önce “Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Devri Sonuna Kadar”9 adlı önemli bir doktora çalışması yapmış olan Recep Cici ise, “Sofya Kiril ve Metodiy Milli Kütüphanesi’nde Bulunan İslâm Hukuku ile İlgili Yazma Eserler” adlı makale çalışmasında, gerek Osmanlı öncesi ve gerekse Osmanlı döneminde hazırlanan fetva mecmualarının -adı geçen kütüphanede bulunan- yazmalarının bir listesini vermiştir.10 Biz bu çalışmada yayımlanmış çeşitli malzeme yanında, İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Türkiye Kütüphaneleri Veri Tabanı, Milli Kütüphane Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu (www.yazmalar.org) ve çeşitli kütüphane kataloglarından yaptığımız genel taramalardan elde ettiğimiz verileri dikkate alarak ve kütüphanelerdeki yazma fetva mecmualarından imkân ölçüsünde en az birini görmek suretiyle, Osmanlı döneminde genel bir isimlendirmeyle fetâvâ denilen literatürü tanıtmaya çalıştık. Bu çalışmada fetva kavramı, fetvanın işlevi11 ve bir fetva metninin oluşumu gibi konuların in8 Araştırmacı, tezin önsözünde Türkiye’deki 96 kütüphanede bulunan mecmualardan hareketle Osmanlı dönemi âlimlerine ait fetva mecmûalarını tespit çalışmasının sonucunu “Buna göre bu dönemdeki müstakil fetva mecmûası sayısı kırk iki’dir” şeklinde vermektedir (bkz. s. x). 9 1994 yılında tamamlanan bu tez, Arasta Yayınları tarafından basılmıştır (Bursa, 2001). 10 İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2005, sy. 5, s. 377-386. 11 Kültürel, tarihî ve hukukî açılardan fetvalar üzerine yapılan bazı çalışmalar: İsmail Hami Danişmend, Fetva Mecmualarına Göre İslam Fıkhının Milli Kıymeti, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1956; A. Vehbi Ecer, “Türk Kültürünün Tetkikinde Fetva Kitaplarının Önemi”, Türk Kültürü, 1970, c. XVIII, sy. 90, Ankara, s. 40-45; Hayreddin Karaman “Diş Tedavisi Hakkında Eski Bir Fetva”, Diyanet Dergisi, 1975, c. XIV, sy. 4, Ankara, s. 202-210; Prof. M. Tayyib Okiç Armağanı, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, 1978, s. 251-265; Necdet Sakaoğlu, “Toplum Tarihi İçin Zengin Bir Kaynak: Fetvâ Mecmuaları”, Toplumsal Tarih, 1994, c. I, sy. 3, İstanbul, s. 47-48; Saim Savaş, “Fetvaların Işığında Osmanlı Sosyal Hayatı Hakkında Bazı Tespitler – I-II”, Toplumsal Tarih, 1996, c. V, sy. 30-31, İstanbul, s. 40-46 ve 54-58; Gökçen Art, Şeyhülislam Fetvalarında Kadın ve Cinsellik, İstanbul: Çivi Yazıları, 1996; Gökçen H. Art, ”Kadın Araştırmaları Açısından Fetvalar: Fetvalarda Kadın”, Toplumsal Tarih, 1996, c. V, sy. 27, İstanbul, s. 18-20; Abdurrahman Atçıl, “Procedure in the Ottoman Court and the Duties of Kadis”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002; Tahsin Özcan, Fetvalar Işığı Altında Osmanlı Esnafı, İstanbul, 2003.
252
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
celenmesi hedeflenmemiştir.12 Eserlerin bütün yazma nüshalarını tespit etme amacı da güdülmemiş olup, sadece söz konusu eserlerin, yazarlarına nispetinin sıhhat derecesi gösterilmeye çalışılmış ve içerikleri dikkate alınarak literatür hakkında genel bir fikir verilmek istenmiştir. Bu sebeple görme fırsatı bulamadığımız eserlerin katalog bilgileriyle yetinilmiş ve ayrıca sadece kaynaklarda ismi geçen eserler de zikredilerek ileride nüshalarının bulunması durumunda tespit kolaylığı sağlamak hedeflenmiştir. Tereddüt halinde birden çok nüshaya bakılmış olmakla birlikte, kitapların tanıtımı sırasında verilen bilgiler -aksini gösterir bir kayıt getirilmedikçe- yazma nüshaların ilkine aittir. Biyografik bilgilere, uzatmamak için, ihtiyaç olmadıkça yer verilmemiş, TDV İslâm Ansiklopedisi’nde mevcut biyografi maddelerine işaret edilmiştir. Sınırlı süre içinde ulaşabildiğimiz ilk sonuçları ilim camiasıyla paylaşmak üzere kaleme aldığımız bu çalışmanın konuyu tüketmekten ziyade sonraki çalışmalara ışık tutucu bir ilk adım olduğunu belirterek bu mütevazı girişimin eksikliklerinin müsamaha ile karşılanacağını ümit ederiz. Osmanlı Fetva Literatürünün Formları Fetvaların müşahhas hâdiseler için verilmiş dinî çözümler olduğu dikkate alındığında, bunların mecmualarda bir araya getirilmelerinin tarihî bir belge niteliği taşımalarının yanı sıra, daha sonra fetva verecek olan müftüler veya davaları hükme bağlayacak olan kadılar için örneklik teşkil etmesi nedeniyle pratik bir faydası da vardır. Bu da, onların tek başlarına yetersizliklerini ima eder. Nitekim Taşköprülüzâde [Taşköprîzâde] Ahmed Efendi (ö. 968/1561); fıkıh ilminin alt şubeleri arasında saydığı fetvalar ilmini (ilmü’l-fetâvâ), “cüzî vâkıalar hakkında fakihlerin verdikleri hükümlerin kendilerinden sonraki yetersiz kişilerin işi kolay olsun diye rivayet edildiği bir ilimdir” şeklinde tarif eder.13 Çünkü fıkıh kitaplarında yer alan hu12 Makalesini yayımladığı tarihe kadar Osmanlı fetvası hakkında kapsamlı bir inceleme yapılmamış olduğunu söyleyen Uriel Heyd, “Some Aspects of the Ottoman Fetva” (Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 1969, sy. 32, s. 35-56) adıyla kaleme aldığı makalesinde, -Osmanlı müftüsünün belirli hukuk sorunları üzerindeki kararlarını gözden geçirmeksizin- Osmanlı fetvasının bazı genel tezahürlerini, biçimini, kompozisyonunu ve verilme usulünü, temas ettiği konuları, tatbik ettiği hukuku ve ilgili mevzuları tartışmıştır. Heyd’in makalesi Fethi Gedikli tarafından “Osmanlı’da Fetva Müessesesinin Bazı Tezahürleri” adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Hukuk Araştırmaları, 1995, c. IX, sy. 1-3, İstanbul, s. 287-317). 13 Taşköprülüzâde, Ebü’l-Hayr İsâmüddin Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-seâde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzûâti’l-ulûm, Kâmil Kâmil Bekrî ve Abdülvehhâb Ebü’n-Nûr (nşr.), Kahire: Dârü’l-Kütübi’l-Hadîse, 1968, c. II, s. 601.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
253
kukî meseleler, belli bir sistematik çerçevede ve ilmî olarak incelendiğinden mukallit müftüler, ortaya çıkan her şer‘î ve hukukî meselenin hükmünü bu kitaplardan çıkarmakta bazan güçlük çekiyorlardı. Bu sebeple, önceki şeyhülislâm veya müftülerin verdikleri cevaplar, bizzat kendileri veya başkaları tarafından toplanarak fetva kitapları haline getiriliyordu. Bunlar genellikle soru-cevap tarzında olduğu, çeşitli görüşlerden birini tercih edip aktardığı, aktüel meselelere temas ettiği için fıkıh kitaplarından daha kullanışlı kabul ediliyordu.14 Fetva mecmuaları en çok karşılaşılan problemlere yer vermeleri, Hanefî mezhebi içinde hakim görüşü bildirmeleri sebebiyle kadıların çok sık başvurdukları metinlerden sonra ikinci önemli bilgi kaynağı olmuştur. Ayrıca verdikleri hükmün doğruluğundan emin olmak ve kararlarının Divân-ı Hümâyun gibi bir üst yargı mercii tarafından geri gönderilmesini önlemek için kadıların hükümlerini güvenilir bir hukukçunun özellikle bir şeyhülislâmın fetvasına dayandırma arzuları da, Osmanlı hukuk tarihi boyunca, fetva mecmualarının çok yaygın olarak kullanılmalarına yol açmıştır.15 Osmanlı tarihi boyunca “Fetâvâ” yahut “Mecmûatü’l-fetâvâ” adı altında oluşan literatür, gerek içerik ve gerekse derleyenlerin statüleri açısından farklılıklar arz etmektedir. Bu eserlerin bir kısmında, Osmanlı toplumunda karşılaşılan problemlerin cevabını teşkil eden ve doğrudan şeyhülislâmlar yahut müftüler tarafından verilen fetvalar derlendiği halde; diğer bir kısmında, kadı ve müftülere başvuru kaynağı olarak el kitapları şeklinde klasik Hanefî literatüründen derlenmiş meseleler aynen nakledilmektedir.16 Bu iki farklı fetva literatürünü karışıklığa sebebiyet vermemek amacıyla birbirinden ayırt etmek için, birinci gruba girenlere “aslî fetva mecmuaları” ve ikinci gruba girenlere de “menkûl fetva mecmuaları” diyeceğiz. Her iki gruba giren derlemeler hem şeyhülislâmlar ve hem de müftü, kadı ve fetva emini (kâtibi) gibi daha alt kademede olanlar tarafından meydana getirilmiştir. Ancak şeyhülislâmların verdikleri fetvalar umumiyetle kendileri tarafından derlenmemiş, fetva kâtipleri veya emînleri tarafından bir araya getirilmiştir. 14 Fahreddin Atar, “Fetva”, DİA, c. XII, s. 495. 15 M. Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul, 1999, s. 98. Uzunçarşılı XVI.-XVIII. yüzyıllarda bizzat fetva mecmuası kaleme alan şeyhülislâmları saydıktan ve Netîcetü’l-fetvâ dışındaki diğer üç eseri zikrederek, sonradan gelen şeyhülislamların bu fetva kitaplarıyla çok zaman fetva verdiklerini belirttikten sonra, “Bu hal sonradan gelen şeyhulislâmların ilmî ve hukukî cihetten bir kısmının malûmatlarının noksan olduğun gösterir” yargısında bulunmaktadır. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1984, s. 197. 16 Bazı müellifler, bu iki tür fetva mecmuası arasındaki farkı gözetmeksizin, mecmuaları ardarda sıralamaktadırlar. Meselâ bkz. Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 197.
254
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
1. Aslî Fetva Mecmuaları Günlük hayatta karşılaşılan veya tartışma konusu edilen meselelere verilen cevapları içeren bu gruba giren fetva literatürünün, modern araştırmacılar tarafından, o dönemin Osmanlı toplumunun dinî, ahlâkî, hukukî, siyasî ve toplumsal yapısını yansıtması bakımından son derece önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir.17 Osmanlı fetvası denildiğinde de, akla, öncelikli olarak bu tür fetvalar gelmektedir. Bunların tamamını bilme imkânına sahip olmadığımızı söylemek ise malumu ilâmdır. Çünkü şeyhülislâm ya da şehir müftülerine sorulan fetvalara verilen cevapların yazılı olduğu vesikalar, soruyu soran şahısa ya da makama intikal ettiği veya zaman zaman da cevapların şifâhî olarak verildiği hatırlanacak olursa, Osmanlı tarihi boyunca verilen bütün fetvaların tespitinin mümkün olmadığı daha aşikar ve anlaşılır olacaktır. Nitekim eldeki mevcut mecmualardaki fetva adedinin çok sınırlı olmasına rağmen bazı şeyhülislâmların bir günde verdikleri fetva sayısı ile ilgili olarak tarih kaynaklarında ifade edilen rakamlar oldukça yüksektir. Meselâ Kemalpaşazâde’nin günde bin kadar fetva verdiği rivayet edilir.18 Ebussuûd Efendi’nin fetvâ kâtibi Âşık Çelebi’den naklen 17 Bazı tarihî olaylarla ilgili fetvalar üzerine yapılan çalışmalar: M. Çağatay Uluçay, “Manisa Tarihine Dair Vesikalar: Bir Hüküm ve Bir Fetva”, Gediz, 1941, c. V, sy. 52, Manisa, s. 1-2; Veli Ertan, “İlk Matbaa ve Bir Fetva”, Türk Yurdu, 1964, c. III, sy. 11-12, Ankara, s. 8-9, s. 305-306; Hüseyin Kocabağ, “Ali Suavi Vak’ası Üzerine Verilmiş Olan Fetva”, Uludağ, 1948, sy. 92, Bursa Ant Basımevi, s. 26-30; M. Raif Oğan, “Tarihi Hakikatler: Sultan Abdülhamid Hal’i Fetvasının Yazılışı”, Sebilürreşad, 1956, c. X, sy. 230, İstanbul, s. 73-76; M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Kars’ı Kıbrıs Gibi Olmaktan Kurtaran Fetva”, Türk Kültürü, 1964, c. II, sy. 22, Ankara, s. 185-190; “İstiklâl Savaşının Manevî Cephesi Erleri” (Kuvâ-yı Milliye Hareketine destek veren fetva ve fetvayı imzalayan müftü ve âlimlerin listesi verilmektedir), Sebilürreşad, 1948, c. I, sy. 3, s. 46-48; “Atatürk’ü ve Silah Arkadaşlarını Ölüme Mahkum Eden Fetva”, Aksu, 1966, c. II, sy. 18, Kütahya, s. 48; Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları II: Fetvalar ve Fetvaları Tasdik Eden Din Adamları, İsmail Derin ve Abdullah Şahin (tsh.), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1997; Midhat Sertoğlu, “II. Sultan Abdülhamid’in Hal’i Fetvasına Dair Yayınlanmamış Bir Hatıra”, Hayat Tarih Mecmuası, 1974, c. II, sy. 9, İstanbul, s. 14-20; Bayram Sakallı, “Milli Mücadele’de Ankara’da Yayınlanan Fetvanın Milli Birlik ve Beraberliği Sağlamadaki Önemi”, Türk Kültürü Araştırmaları, 1987, c. XXV, sy. 2, Ankara, s. 195-208; “Fetvâ-yı meşîhatpenâhî” (Seferberlikte ordunun Ramazan orucuyla mükellef olup olmadığına dair harbiye nezaretinin şeyhülislâmlık makamından bilgi talebi üzerine Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin imzasını taşıyan 28 Şaban 1337 / 29 Mayıs 1335 [29.4.1919] tarihli fetva), Sebilürreşad, 1337 (1919), c. XVI, sy. 20, İstanbul, s. 419; “Muharebelerin Devam Etmesi Nedeniyle Askerlerin Oruç Tutmamaları Hususundaki Fetvanın Ordulara Tebliğ Edilmesi Hakkında (Belge No: 2158)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, 1989, c. XXXVIII, sy. 88, Ankara, s. 91-92; Turgut Akpınar, “Tarihte Sigorta ve Yurdumuzda Sigortaya Dair İlk Fetvalar”, Tarih ve Toplum, 1990, c. XIII, sy. 75, İstanbul, s. 155-165; Ramazan Boyacıoğlu, “Karamanoğlu İbrahim Bey Aleyhine Osmanoğullarının Aldığı Fetvalar”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sy. 4, Sivas, s. 61-71. 18 İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl Paşa-zâde”, İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 566.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
255
aktarıldığına göre; o dönemde, halkın fetva talepleri öyle yoğunlaşmıştı ki, Ebussuûd Efendi iki kez sabah namazından sonra ikindi namazına kadar fetva yazmıştı. Verilen fetvalar sayıldığında, bir defada 1412 ve ikinci defada ise bundan bir fazla (1413) fetvaya cevap verilip imza edilmiş olduğu görüldü. Ancak bunun, insanın gücünün üstünde olduğu açıktır.19 Nitekim Şeyhülislâm Hocazâde Mehmed Efendi 1011 (1602-1603) tarihinde yazdığı bir mektupta pek çok gün 200’e yakın fetva verme zorunda kaldığından şikayet etmektedir.20 Şu halde söz konusu rivayetlerin adı geçen şeyhülislâmların çok fetva verdiği şeklinde anlaşılmaları mümkün olmakla birlikte, emirleri altında çalışan bir çok fetva memurunun metinleri önceden hazırlayıp şeyhülislâmın sadece “olur” ya da “olmaz” şeklinde kısa cevaplar verip imzalaması suretiyle fetva taliplerine ulaştırıldıklarını düşünmek de mümkündür.21 Nitekim kişi veya resmî makamların karşılaştıkları meselenin dinî hükmünü öğrenmek üzere meseleyi şeyhülislâmlık makamına arzından sonra, bir fetva metninin bazı aşamalardan geçerek resmî hüviyet kazandığı bilinmektedir. Hezarfen Hüseyin Efendi’nin (ö. 1103/1691) “Kânûn-ı Fetvâ” başlığı altında, bir fetva metninin oluşum safhaları hakkında verdiği bilgiler bunu desteklemektedir. Buna göre müftüler, meseleleri müsveddelere yazıp mübeyyizler temize çeker ve fetvâ emîni görüp imzâya geleni gönderir. İmza olduktan sonra, mukâbeleci görüp müvezzî haftada iki kez üçer-dörder yüz fetva tevzi eder.22 Günümüze intikal eden fetvaların hangi yollarla tespit edildikleri meselesi önem arz etmektedir. Mevcut fetva mecmuaları üzerinde yaptığımız araştırmadan, bu mecmuaların önemli bir kısmının şeyhülislâmların kâtipleri veya fetva emînleri tarafından fetva vesikaları, soruyu soran ilgili makam veya şahıslara verilmeden önce birer sûretlerinin alınması yoluyla derlendiğini görmekteyiz. Örneğin, mecmuasının varlığını tespit ettiğimiz ilk şeyhülislâm olan Molla Arab’ın (Alâaddin Arabî) mecmuası ile XVI. yüz19 Nev‘izâde Atâullah Efendi Atâî, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şakâik, Abdülkadir Özcan (nşr.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989 (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1851), s. 185; Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî kavânîn-i Âl-i Osmân, Sevim İlgürel (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998, s. 200. Ebussuûd’un 28 yıl, 11 ay şeyhülislâmlık yapmasına karşın Ertuğrul Düzdağ tarafından yayımlanan Ebussuûd fetvalarının sayısı sadece 1001’dir. Ebussuûd’un bugün mevcut olan fetvaları, bu rakamdan çok daha fazla ise de; hepsi toplansa, nihayetinde, bütün hayatı boyunca vermiş olduğu fetvalar yanında oldukça cüzî bir rakam olacaktır. Öte yandan, bir çok şeyhülislâmın müstakil fetva mecmuası bile bulunmamaktadır. 20 Heyd, “Osmanlı’da Fetva”, s. 302. Kütahya valisine hitaben yazılan mektubun aslı için bkz. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2865, s. 93-94. 21 Heyd, a.g.m. 22 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân, s. 200.
256
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
yılın ileri gelen şeyhülislâmlarının fetvalarını içeren İbnü’l-Edhemî elMağnisâvî, Saruhânî Lâlî Efendi, Veli b. Yusuf el-İskilibî gibi koleksiyonlar fetva kâtipleri tarafından bu yolla derlenmiştir. Dolayısıyla Osmanlı şeyhülislâmları kendi verdikleri fetvaları kitap halinde derlemezlerdi; fetva kâtipleri veya fetva emînleri tarafından birer müsveddeleri alınmak suretiyle biriktirilir ve daha sonra bir kitap haline getirilirdi. Bunun bazı istisnaları olmuştur. Örneğin Mehmed Fıkhî el-Aynî’nin belirttiğine göre, daha önceki şeyhülislâmlardan farklı olarak Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi (ö. 1156/1743) vermiş olduğu fetvaları bizzat kendisi büyük bir kitap halinde derlemişti. Ancak onun fetvaları da, daha sonra, fetva emîni Aynî tarafından ilâveler yapılarak yeniden tertib edilmiş ve bu son çalışma ile birlikte basılmıştır.23 Osmanlılar’ın ilk devirlerine ait fetva kayıt defterlerine rastlanmaz.24 XVII. yüzyıla kadar fetvaların özel bir deftere kaydedildiklerini veya birer nüshalarının arşivlenerek muhafaza edildiğini gösteren bir kayda rastlayamadık. XVII. yüzyılın ünlü şeyhülislâmı Zekeriyyazâde Yahya Efendi’nin (ö. 1053/1644) görev yaptığı üç dönem boyunca; fetvalarının defterlere yazıldığını, fetvaları derleyen Esîrî Mehmed Efendi’nin (ö. 1092/1681) mecmuaya yazdığı mukaddimeden öğrenmekteyiz. Bu uygulamanın daha sonraki dönemlerde düzenli biçimde devam edip etmediğini de bilmiyoruz. Esîrî Mehmed Efendi’nin verdiği -yukarıda sözü edilen- bilgiden hareketle XVII. yüzyıldan itibaren şeyhülislâmlar tarafından verilen fetvaların kütükleri (defâtîr), fetvahânede muhafaza edilmiş olduğu ifade edilmiş25 23 Abdullah Efendi, Behcetü’l-fetâvâ, Mehmed Fıkhî el-Aynî (der.), İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1266/1850, s. 2. Uzunçarşılı, “Osmanlı müftülerinin bazıları vermiş oldukları fetvaları bir eser halinde ya bizzat yazmışlar veyahut toplatmışlardır ki bunlardan bir kısmı basılmıştır ve matbu olmayanlar da kütüphanelerimizde mevcuttur” demektedir. Bkz. İlmiye Teşkilâtı, s. 173-174. 24 Heyd, “Osmanlı’da Fetva”, s. 308. 25 Heyd, “Osmanlı’da Fetva”, s. 308; Ferhat Koca, “Fetvahâne”, DİA, c. XII, s. 499. Heyd; Esîrî Mehmed Efendi’nin derlediği Fetâvâ-yı Yahya Efendi’ye yazdığı mukaddimede, Yahya Efendi’nin hizmetinde iken onun birinci, ikinci ve üçüncü şeyhülislâmlık görevleri sırasında defterlere kaydolunan müteferrik fetva suretlerini derlemiş olduğunu ifade etmesinden dolayı böyle bir yargıya varmaktadır. Her ne kadar bu ifadeden, şeyhülislâmın fetvalarının defterlere kaydedilmiş olduğu anlaşılsa da, bu defterlerin fetvahanede muhafaza edildiğini çıkarmak mümkün değildir. Zira, öncelikle fetvahânenin bir kurum olarak II. Mahmud döneminde 1241 (1826) yılında kurulduğu bilinmektedir (bkz. Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 208). Diğer taraftan, fetvahânenin arşivlerinin muhafaza edildiği İstanbul Müftülüğü arşivinde çalışan uzmanlar ise bu kadar eski tarihe ait kayıtların bulunmadığını şifahî olarak tarafımıza ifade etmişlerdir. Halihazırda söz konusu arşivdeki evrak ve mecmuaların içerikleri henüz tam olarak bilinmediği ve iyi bir katalogu yapılmadığı için, adı geçen fetva defterlerinin bu arşivde veya bir başka yerdeki koleksiyonlar arasında bulunma ihtimali daima mevcuttur.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
257
ise de, bu kayıtların nerede ve hangi numaralarda bulunduğunu tespit edemedik. 30 Şaban 1332 (24 Temmuz 1913) tarihli Fetvahânenin Hey’et-i İftâiyyesi Hakkında Nizamnâme’de fetva odasının taharrî-i mesâil şubesince, sorulan fetvanın cevabının hazırlanacağı ve şeyhülislâmın tasdikinden sonra fetvanın özel deftere kaydedileceği belirtilmiştir. 13 Zilkade 1334 (12 Eylül 1916) tarihinde; bütün müftülerin, verilen fetvaları “sicill-i iftâ” adlı bir deftere kaydetmeleri emredilmiştir.26 İlhami Yurdakul; 13021339 (Aralık 1884-Aralık 1920) arasında, fetvahânenin fetva odası tarafından tutulan 24 fetva defterinin, bugün, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi’nde muhafaza edildiğini belirtmekte ve bu defterlerin bir dökümünü vermektedir.27 Ancak bu defterler üzerinde yaptığımız incelemeler sonucunda; bunların sadece üçünün fetvaları içerdiği, diğerlerinin ise fetvahâneye çeşitli vesilelerle yapılan28 başvuruların cevaplarını içeren kayıtlardan ibaret olduğu anlaşılmıştır.29 Ankara Müftülüğü tarafından, 19171918 yılları arasında verilen fetvaların kopyalarını ihtiva eden bir defterle, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Şer‘iyye Vekâleti’nin, 1924 yılından itibaren de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verdiği fetvaların özetlerinin kaydedildiği bir defter, bugün Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 610, 191).30 26 Cerîde-i İlmiyye, [1332], sy. 4, s. 155-157 ve [1334], sy. 26, s. 656; Ferhat Koca, “Fetvahâne”, DİA, c. XII, s. 499. 27 İlhami Yurdakul, “Osmanlı Devleti’nde Şer‘î Temyîz Kurumları: Fetvâhâne-i Âlî, Meclis-i Tedkîkât-ı Şer‘iyye ve Mahkeme-i Temyîz-i Şer‘iyye Dairesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 1996, s. 121-122. 28 Meselâ 379 numaralı defterde (sıra nr. 223), 27 Şevvâl 1304 (19.7.1887) tarihli “Mersin müftüsü Emin Efendi’nin fetâvâ-yı Arabiyye’den Türkçe’ye nakil ile Fetâvâ-yı Emîn nam kitabının tedkîkine dair” ve 25 Rebîülâhir 1312 (26.10.1894) tarihli “Tab‘ ve neşrine ruhsat istid‘â kılınan Müdâyenât nam risâlenin harf-i fıkh-ı şerîfe müteallik olduğundan li-ecli’t-tedkîk Fetvâhâne’ye havâle buyurulmasına dair. Risâle-i mezkûrun tab‘ ve neşrinde bir mahzûr olmamağla...” şeklinde kitap basım ruhsatı talepleri ve cevapları gibi. 29 Müftülük arşivinin geçici katalogunda ve Yurdakul’un kayıtlarında “Fetvâhâne-i Âli Fetvâ Odası Fetvâ Defterleri” (arşiv kayıtlarında nr. 379-399; Yurdakul’un kayıtlarında 373-396) olarak zikredilen defterlerin doğru isimleri “Fetvâhâne Cevâb Defteri” şeklindedir. Nr. 400-402’deki defterler ise “Tescîl-i Fetâvâ-yı Şerîfe: Fetâvâ-yı Şerîfe Defterleridir” adını taşımaktadır. Birinci defterin tamamı, miras taksimine dair olup 1211 fetva (taksimin nasıl yapılacağına dair hesaplamalar); muhtelif konulara ait olup soru ve cevabı içeren fetvalardan oluşan, ancak imza taşımayan 1336-1337 tarihli ikinci defter 1696 ve 1338-1339 tarihli üçüncü defter 1505 fetva içermektedir. Fetvalar birden başlanılarak numaralandırılmış, fetvanın fıkhın hangi konusunu ilgilendirdiği, kim veya hangi makam tarafından sorulduğu, ilâm tarihi ve fetvanın metni ayrı sütunlar halinde defterlere kaydedilmiştir. 30 Koca, a.g.m.
258
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
a. Orijinal Fetvalar (Fetâvâ-yı Yapışdırma) Burada orijinal formu içinde günümüze intikal eden fetvaları kastediyoruz. Cevaplamaları için şeyhülislâmlara arz edilen soruları ve cevaplarını, şeyhülislâmların imza veya mühürlerini içeren orijinal yazılı belge formundaki kâğıt parçalarının önemli bir kısmı; gerek arşivlerde ve gerekse sayfaların ön ve arkalarına yapıştırılmak suretiyle teşkil edilen mecmualarda günümüze intikal etmiştir. Molla Fenârî’den Ürgüplü Hayri Efendi’ye kadar 124 şeyhülislâmdan 108’ine ait 25131 orijinal fetvanın tıpkıbasımını sunan 1334 (1916) tarihli İlmiyye Sâlnâmesi’nde, şeyhülislâmlara ait tıpkıbasımları yapılan fetvaların asıllarının Fetvâhâne, Yıldız Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Kütüphanesi, Tevfik Beyefendi Kütüphanesi veya Hâlis Efendi Kütüphanelerinde olduğu kaydedilmektedir. Sâlnâme’de basılan fetvaların çoğunluğunun sonlarında Fetvâhâne’de bulunduğuna dair notlardan anlaşılacağı üzere, fetva orijinalleri burada muhafaza edilmekteydi. Ancak Cumhuriyet döneminde kız okuluna dönüştürülen Fetvâhâne binası 1927 yılında yandığında, görünüşe göre, burada muhafaza edilmekte olan bütün fetvalar kaybolmuştur.32 Buna çok benzer bir derleme İstanbul Belediye Kütüphanesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları bölümünde ka31 Heyd, tıpkıbasımı yapılan fetva sayısını 230 civarında; İpşirli ise, 256 olarak verir. İpşirli, şeyhülislâm sayısını da 109 olarak kaydeder. Aslında Sâlnâme’de 254 orijinal fetvanın tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir. Ancak Şeyhülislâm Abdülkerim Efendi’ye (ö. 901/1495) atfedilen iki fetva; gerçekte, Kanuni tarafından fıkıh bilgisinin genişliği sebebiyle şeyhülislâmdan ayrı olarak İstanbul’da fetva vermek yetkisi tanınan ve Müftü Şeyh diye bilinen Kâdirî şeyhi Abdülkerim Efendi’ye (ö. 951/1544) aittir (Heyd, s. 301) ve bir fetva da, Ankaravî Mehmed Efendi’nin asâleten şeyhülislâm olduğu zamana ait olmayıp, Minkârîzâde Yahya Efendi’nin hastalığı sırasında şeyhülislâma vekâleten verdiği fetvadır. 32 İbrahim Hakkı Konyalı, Ankara Abidelerinden: Karacabey Mamuresi Vakfiyesi, Tarihi ve Diğer Eserleri, İzzet Karacabey (nşr.), İstanbul: Bürhaneddin Matbaası, 1943, s. 110; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 209, dn. 2; Heyd, “Osmanlı’da Fetva”, s. 288-289. İ. H. Konyalı, şeyhülislâmlara ait orijinal fetvalara ne olduğu hakkında şu açıklamayı yapmaktadır: “Büyük bir teessürle ve kalbim burkularak söylüyorum ki bugün İstanbul Müftiliğine devredilen Fetvahanei âlî Kütüphanesinde ve Meşihat hazinei evrakında ne Eb-üs-süûd Efendinin ve ne de diğer şeyhülislâmların el yazısı fetvalarından eser kalmıştır? Cümhuriyet inkılâbından sonra kız mektebi haline getirilen eski Şeyhülislâmlık binası yanarken bu kıymetli kolleksiyonun kaybolduğu tahmin edilmektedir. Ben İstanbul müftüsü Bay Hasan Fehmi Ülgener’in ve muavini Ömer Nasuhi Bilmen’in yardımlarile Fetvahane kitapları arasında uzun araştırmalar yaptım. Evvelce varlığı muhakkak olan bu fetva kolleksiyonunu bulamadım.” Konyalı bu bilgilerin yer aldığı sayfanın dipnotunda, fetvahâne kütüphane binasının 1943’teki halini şöyle dile getirmektedir: “Eski meşihat binasının avlu kapısının solundaki fetvahane kitap evi harap bir haldedir. Camları, çerçeveleri kırılmıştır. Kışın kar yağarken burada adamakıllı araştırma imkanını bulamamıştım.” Şimdiki İstanbul Müftülüğü arşiv yetkilisi, kendisiyle yaptığımız görüşmede de, müftülük arşivinde orijinal fetva bulunmadığını teyit etmiştir (Şükrü Özen).
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
259
yıtlı 576 numaralı yazmadır. Bu toplama da tarih sırasına göre Molla Fenârî’den Hâlidefendizâde Mehmed Cemâleddin Efendi’ye kadar 88 şeyhülislâmın 89 orijinal fetvasını içermektedir. Sâlnâme’de hiç yer almayan bazı şeyhülislâmlara ait fetva örnekleri bu mecmuada bulunmaktadır.33 Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne bağlı Osmanlı Arşivleri’nde de fetva belgelerinin bir kısmı muhafaza edilmektedir. Ayrıca müstakil belge olarak Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde de fetva orijinallerinin varlığı bilinmektedir.34 Tespit edilen tek bir şeyhülislâma ait orijinal fetva mecmuası Şeyhülislâm Sa‘dî Çelebi’ye (ö. 945/1538) ait Mecmûatü’l-fetâvâ’dır (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1073, 1a-223a vr.). Bu mecmua, Sa‘dî Çelebi’nin kendi hattıyla 22235 adet fetvasını içermektedir. Her sayfada bir fetva bulunmaktadır. Ancak fetvaların müstakil kâğıtlara yazılmış olduğu ve kitap haline getirilirken sayfaların birbirine yapıştırıldığı anlaşılmaktadır. Sayfaların üst kısmında ortada iki satır halinde “Nahmedüke yâ veliyye’t-tevfîk. E‘in lenâ ve‘hdinâ sevâe’t-tarîk” (Ey başarıya ulaştırma yetkisi elinde olan! Sana hamdederiz. Bize yardım et ve bizi doğru yola eriştir) ibaresi istif edilmiş olup altında “Bu mes’ele beyânında eimme-i Hanefiyye’den cevâb ne vechiledir ki … (soru) beyân olunub müsâb oluna” ve “el-Cevâb: Allâhu a‘lem (...)” formülüyle soru ve cevaplar yazılmakta ve arkasından “Ketebehû el-fakîr Sa‘dî. Ufiye anh.” imzası yer almaktadır. Fetvalar fıkıh kitapları sistematiği takip edilerek bir araya getirilmemiştir. Bu sebeple mecmua, konular bakımından tamamen dağınık bir manzara arz etmektedir. Fakat fetvaların sağ köşesine konu başlıkları yazılmıştır. Bazı fetvalarda ise Bezzâziyye ve Fetâvâ-yı Kâdîhân gibi eserlerden nakiller kaydedilmiştir (fetva nr. 186, 205, 211). 23. fetvanın üst kısmında “şüpheli” ifadesi ve 224. fetvanın üst kısmında “Bu mes’ele cevâbında işkâl vardır” ibaresi bulunmaktadır. Muhtemelen bu notlar mecmuayı ellerinde bulunduranlardan biri tarafından eklenmiştir. 33 Heyd, s. 289. Osman Ergin, 10’u, Sâlnâme’de hiçbir fetvası bulunmayan şeyhülislâmlara ait olmak üzere söz konusu mecmuada yer alan toplam 13 orijinal fetvanın tıpkıbasımını yapmıştır. Bkz. Muallim M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul: Bozkurt Basımevi, 1937, s. 716-719. 34 Ahmet Mumcu Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl (Ankara, 1985) adlı eserinin belgeler bölümünde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan 9 fetvanın tıpkı basımını yapmıştır. Bkz. A.g.e., belge nr. 2, 3, 14, 15, 18, 19, 20, 22. 35 Kapak sayfasında, “Mecmûatü’l-fetâvâ: li-Sa‘dî Çelebi. Bu cildin içinde olan fetvâlar ... (silinmiş) aded fetvalardır. ... (silinmiş) Merhûm Müftî Sa‘dî Çelebi Efendi’nin virdüği fetvâlardır. Kendi hatt-ı şerîfiyledir. Gâyet gereklü fetvâlar olmağın hıfz olundı.” ibaresi bulunmakta ve Arapça olarak aynı el yazısıyla yazılmış olan fetva adedinin 223 olduğu belirtilmektedir. Sıralamada 224 fetva gözüküyorsa da ilk iki fetva (birinci fetva iki şıklıdır) Ebussuûd Efendi’ye aittir. Krş. Şahin, İslâm Hukukunda Fetva, s. 74-76.
260
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
İlmiye Sâlnâmesi’nde tıpkıbasımı yapılan fetvaların bir kısmının sonlarındaki notlardan bu fetvaların kayıtlı olduğu mecmuaların bulunduğu kütüphaneleri öğrendiğimizi yukarıda kaydetmiştik. Dolayısıyla Osmanlı’nın son döneminde bu mecmualar ilgili müessesenin bilgisi dahilinde idi. Ancak pek çok şeyhülislâmın orijinal fetvasını içeren bir mecmuayı tespitlerimize göre ilk olarak İbrahim Hakkı Konyalı ayrıntılı biçimde tanıtmıştır.36 Şahsen inceleme fırsatı bulduğumuz bu mecmuanın kapak sayfasında, Fetâvâ-yı Yapışdırma başlığı yer almaktadır (Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2419, 1b-84a vr.). Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah’ın oğlu 1128 (1715) yılında vefat eden Seyyid Ahmed’in temellük kaydını taşıyan bu mecmua; önce Rum Patrikhanesi’ne geçmiş, sonra da I. Mahmud tarafından Fatih Kütüphanesi’ne vakfedilmiştir. 967 fetva metnini içeren muhtelif ebattaki fetva belgelerinin, sayfalara iki sütun halinde yapıştırılmış olduğu mecmûada, şu şeyhülislâmlara ait fetvalar yer almaktadır: Ebussuûd Efendi, Ebü’l-Meyâmin Mustafa, Sunullah Efendi, Hocazâde Esad, Bostanzâde Mehmed, Mehmed Bahâî, Ahizâde Hüseyin, Muîd Ahmed, Zekeriyazâde Yahya, Esadefendizâde Ebû Saîd, Hâmid Efendi, Hanefî Mehmed Efendi, Hocazâde Mehmed, Abdurrahman Efendi,37 Sa‘dî Çelebi, Şeyh Mehmed, Abdülaziz Efendi, Minkarizâde Yahya, Zekeriya Efendi, Abdürrahim Efendi. Heyd; bu mecmuanın içindeki fetvaların üçte ikisinden daha fazlasının, Şeyhülislâm Mehmed Efendi (1659-1662) tarafından verilen fetvalar olduğunu söyler.38 Aynı tarzdaki bir başka Fetvâ Mecmûası (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2867, 1b-85a) mühürdar Osman’ın 11 RI 1067 (28.12.1656) tarihli temellük kaydı ve imzasını taşımaktadır. Kapak sayfasında fetva adedi 1082, varak adedi 90 olarak verilirken bir başka yerde sayfa kenarında “1025 fetva vardır; 91 varaktır.” denilmektedir (vr. 10a). Tamamen fetvalardan oluşan bu mecmuada; fetvalar, sayfaların ön ve arkalarına ikişer sütun halinde yapıştırılmıştır. XVI.-XVII. yüzyıllarda görev yapmış olan şeyhülislâmların fetvaları yanında bir çok müderris ve kenar müftülerinin fetvaları da bulunmaktadır. Ebussuûd, Hâmid Efendi, Sunullah Efendi, Yahya Efendi, Mehmed Efendi, (Kadızâde) Ahmed, Ebü’l-Meyâmin Mustafa Efendi, Mehmed b. Sadeddin, Esad Efendi, Şeyh Abdülkâdir, Şeyh Mehmed (Çivizâde), Hüseyin Efendi, Zekeriya Efendi, Bostanzâde Mehmed Efendi, Ebû Saîd Efendi, Kemalpaşazâde gibi şeyhülislâmların fetvaları yer almaktadır. 36 Gerek bu mecmuadan ve gerekse aşağıda verilen diğer mecmualardan Heyd’in makalesi dolayısıyla haberdar olup inceleme fırsatı bulduğumuzu belirtmek isterim. 37 Konyalı, Ankara Abidelerinden, s. 110-111. 38 Heyd, “Osmanlı’da Fetva”, s. 289. Sözü edilen dönemde şeyhülislâmlık makamında bulunan Mehmed Efendi, Esîrî lakâbıyla tanınmaktadır.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
261
Tamamen fetvalardan oluşan bir başka Fetvâ Mecmûası’nda ise (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2868, 1b-157a) fetvalar, sayfaların ön ve arkalarına tek sütun halinde yapıştırılmıştır. Bazı sayfalar ise boş bırakılmıştır. Bu mecmûadaki fetvaları toplayıp kitap şeklinde yapıştıran şahıs olduğu anlaşılan Kîsedâr Mehmed’in Osmanlı donanmasının İstanbul’dan Girit’e hareketine dair 1061 (1651) tarihli bir notu bulunmaktadır (vr. 1a). Yine bir başka notta da bu mecmûada 284’ü Ebussuûd Efendi’nin hattıyla olan 747 fetva bulunduğu kaydedilmektedir (vr. 1b). Mecmuada; Ebussuûd Efendi dışında Ali el-Cemâlî, Mehmed el-Fenârî, Mehmed Efendi, Ebü’lMeyâmin Mustafa Efendi, Hâmid Efendi, Ahmed, Sunullah Efendi, Bostanzâde Mehmed Efendi, Zekeriya Efendi, Yahya Efendi, Çivizâde Şeyh Mehmed, Sadî, Abdülkâdir Çelebi, Şeyh Abdülkâdir [Şeyhî], Sadeddin, Mehmed b. Sadeddin, Ali Efendi’ye ait fetvalar bulunmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nin aynı bölümünde (Şehid Ali Paşa) 2865 ve 2866 numaralarda bulunan mecmualar ise, genellikle ilk iki mecmuada yer alan şeyhülislâmlara ait fetvaları içermekle birlikte, ulemaya ait değişik tipte yazışmalar (muhtelif makamlara yazılmış arzlar, tezkireler, mektuplar vs.) ağırlıklıdır. Üzerine kurşun kalemle “Fetâvâ-yı şerîfe asılları” diye yazılmış bulunan İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Nadir Eserler-Türkçe bölümü 2088 numarada (1b-94a) kayıtlı nüshada, sadece fetvalar bulunmakta olup fetvalar bir sayfanın önüne ve arkasına ikişer sütun halinde yapıştırılmıştır. Mecmuada, XVI.-XVII. yüzyılda yaşamış olan şeyhülislâmların vakıf hakkındaki fetvaları bir araya getirilmiştir. Aynı kütüphanenin aynı bölümünde 2112 numarada (108 vr.) kayıtlı bir başka nüshada ise, fetvalar muhtelif konulara aittir. Diğer mecmualardaki, fetvaların tamamen sayfaya yapıştırılmış olmaları sebebiyle zahırlarının incelenemez halde olma durumu, genel olarak, bu mecmua için de geçerli olmakla birlikte; mecmuadaki bazı fetva kâğıtları, fetvaların arka sayfalarında bulunan ve fetvanın kim tarafından sorulduğunu gösteren kayıtları okuma imkanı verecek biçimde yapıştırılmıştır. Genelde XVI.-XVIII. yüzyılda yaşamış olan şeyhülislâmların ve zaman zaman da bir kısım müftü ve müderrislerin fetvalarına yer verilmiştir. Son taraflarda bazı mektup ve arzlar bulunmaktadır. Aralarda pek çok boş sayfa bulunmakta olup bunlar da numaralandırılmıştır. Her iki nüsha da, üzerlerindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre, Halis Efendi Kütüphanesi’nden İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. Yine aynı kütüphanede 4401 numarada kayıtlı, değişik dönemlere ait 200 civarındaki özgün fetva; bir albüme yapıştırılmamış, modern bir bloknot şeklinde bağlanmış ve çoğunluğu da kesilmemiş gözükmektedir. II. Abdülhamid’in tuğ-
262
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
rasının çekili olduğu ihtişamlı cildi, bu mecmuanın sultanın özel kütüphanesi için hazırlanmış olduğunu göstermektedir.39 b. Derlemeler: Birden Fazla Osmanlı Şeyhülislâmının Fetvalarının Bulunduğu Koleksiyonlar 1. Mecmûa-i Fetâvâ: İbnü’l-Edhemî el-Mağnisâvî Sa‘dî b. Hüsâm (Hüsâmeddin) b. Ali, Atıf Efendi Ktp., nr. 2835, 1b-70b. İbnü’l-Edhemî, mecmuasının başında belirttiğine göre, 937 yılında Kemâlpaşazâde’nin öğrencilerinden olup onun şeyhülislâmlığı sırasında fetvâ kâtibliği görevine atanarak fetvâ suretlerini tesvîd etmiş ve güvenilir kimselerden eski şeyhülislâmların fetvâlarını derlemişti. 940 yılında Mevlânâ Sa‘dî bin İsa [Sa‘dî Çelebi] şeyhülislâm olunca, fetvâ kâtibliği görevine atanmış ve onun da fetvâ sûretlerini almıştı. 946 yılında şeyhülislâm olan Çivizâde Şeyh Muhammed ile 948 yılında şeyhülislâm olan Kâdirî Çelebi diye bilinen Mevlânâ Abdülkâdir’in de fetvâlarının sûretlerini almıştı. Bütün bu fetvâ sûretlerini bir araya getirerek bir risâle oluşturdu. Dört bölümden [bâb] oluşan risâlenin birinci bölümünde, ibâdetlerle ilgili meseleler; ikinci bölümünde, muâmelât, dâ‘vâ ve had cezalarına ilişkin meseleler; üçüncü bölümünde, nikâh ve talâkla ilgili meseleler ve dördüncü bölümünde de ferâiz ilmiyle ilgili meseleler ele alınmaktadır. Mecmuada, yukarıda adları geçen şeyhülislâmlar dışında, şeyhülislâm Mehmed el-Fenârî’nin de bazı fetvâlarına yer verilmiştir. Kâtib Çelebi de, bu eser hakkında kısa bilgi vermektedir.40 2. Mecma‘u’l-mesâili’ş-şer‘iyye fi’l-ulûmi’d-dîniyye: Saruhânî Lâlî Efendi, Seyyid Ahmed bin Mustafa Lâlî (ö. 971/1563),41 İsmail E. Erünsal Özel Koleksiyonu (İSAM Ktp., nr. 63897, fotokopi nüsha). Bu mecmuanın kütüphanelerde 10’u aşkın yazma nüshası bulunmaktadır. Saruhânî Lâlî Efendi, eserinin başında belirttiğine göre, Sa‘dî Çelebi’nin öğrencilerinden olup Sa‘dî Çelebi 940 yılında şeyhülislâm olunca kendisini fetvâ kâtipliğine tayin etmiş ve fetvâ kâtipliği yaptığı dönemde, şeyhülislâmın fetvalarının fetva suretlerinin müsveddelerini yazarken birer 39 Heyd, s. 290. Bu koleksiyon, araştırmamızı yaptığımız sırada müzede olduğu için inceleme fırsatı bulamadık. Heyd, Mostar ve Yayçe’deki [Bosna-Travnik kazası] kenar müftülerinin yanı sıra Ebussuûd gibi daha başka şeyhülislâmların bir çok fetvasını kapsayan benzer bir mecmuanın Dubrovnik (Raguza) Devlet Arşivi’nde bulunduğunu kaydeder. 40 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1220. 41 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 44-45; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 145; OM, c. II, s. 51-52. Kâtib Çelebi de, bu eser hakkında kısa bilgi verir. Bkz. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1220.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
263
suretlerini de kendisine almıştır. Ayrıca daha önceki şeyhülislâmların fetvâlarının sûretlerini de güvenilir kimselerden derlemiştir. 946 yılında Çivizâde Mehmed Efendi ve 948 yılında da Kâdirî Çelebi diye bilinen Abdülkâdir Efendi şeyhülislâm olduklarında yine fetva kâtipliği görevine atanmış ve bu görevleri sırasında da her iki şeyhülislâmın fetvâlarının sûretlerini almıştır. Almış olduğu bu fetva sûretlerini, bir risâle şeklinde bir araya getirmiştir. Bu risâle dört bâbdan oluşmaktadır. İbadetlerle ilgili meseleleri içeren birinci bâbda beş fasıl bulunmakta olup birinci fasılda zikir ve mutasavvıflar, ikinci fasılda abdest ve mesh, üçüncü fasılda gusül, dördüncü fasılda namaz ve beşinci fasılda değişik (müteferrik) hususlar ile ilgili olan meseleler kaydedilmiştir. Muâmelât, davalar ve had cezalarının ele alınan ve üç fasıldan müteşekkil olan İkinci Bâb’ın birinci faslında şâhitlik, ikinci faslında dava ve had cezaları ve üçüncü faslında ise vakıflar ile ilgili meseleler ele alınmıştır. Nikah ve talâk konularına ayrılan ve üç fasıldan meydana gelen Üçüncü Bâb’ın birinci faslında nikâh, ikinci faslında mehir ve iddet, üçüncü faslında talâk meselelerine yer verilmiştir. Dördüncü bâb ise mirasla ilgili meselelere ayrılmıştır. Mecmuada yukarıda adları geçen şeyhülislâmlar dışında Kemâlpaşazâde, Mehmed el-Fenârî ve Ebussuûd Efendi’nin de bazı fetvâlarına yer verilmiştir. Kemâlpaşazâde’nin fetvâları, mecmûada yer alan diğer bütün şeyhülislâmların fetvâlarından daha çoktur. Ayrıca Molla Hüsrev ve Zenbilli Ali Çelebi’nin de birer fetvâsı yer almaktadır. 3. Mecma‘u’l-fetâvâ:42 Veli (Yegan) b. Yusuf el-İskilibî (ö. 998). Bazı nüshabarı: Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1466; Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah, nr. 151; Esad Efendi, nr. 1097, nr. 1098; İsmihan Sultan, nr. 223, 224, 226; Şehid Ali Paşa, nr. 1069; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 178, 233 vr.; Hacı Selim Ağa Ktp., Hacı Selim Ağa, nr. 423. Çoğu yazma nüshalarında Fetâvâ-yı Ebussuûd olarak kaydedilen bu eser, aslında Ebussuûd Efendi’nin fetva kâtipliğini yapan Veli b. Yusuf tarafından şeyhülislâmlardan Ebussuûd Efendi, Kemâlpaşazâde (İbn Kemâl), Çivizâde Mehmed Efendi, Sa‘dî Çelebi ve Ali Cemâlî Efendi’nin fetvalarının derlenip kontrolden geçirilerek tertib edilmesiyle oluşturulmuştur. Gerektiği yerlerde de, muteber fetva kitaplarından bazı meseleler tercüme edilerek bazıları ise aynıyla nakledilmiştir. Veli b. Yusuf; fetvaların sahiplerine ulaşmasına son derece dikkat ettiğini belirtmekte ve bu mecmuayı çoğaltacak müstensihlere, her şeyhülislâmın fetvasını 42 Kâtib Çelebi; bu eseri, hem Fetâvâ Ebissuûd ve hem de Mecma‘u’l-fetâvâ başlığı altında zikreder. Bkz. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1219 ve 1603.
264
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ibaresini değiştirmeden aynıyla yazıp işaretle yetinmemesi uyarısında bulunur. Zaman zaman fetvaların mesnetlerini teşkil eden Arapça fıkıh ve fetva kitaplarından nakillerini de “nakil” başlığı altında kaydetmektedir. Ayrıca, adı geçen şeyhülislâmlar dışında bazı müftü ve müderrislerin de fetvalarına yer verir. 4. Mecmûatü’l-fevâid ve’l-fetâvâ: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 914, 1b-383a. Tertib edeni bilinmeyen ve fıkıh kitapları sistematiğine göre, Osmanlı dönemi şeyhülislâmlarının fetvalarını içeren bu hacimli mecmuada; Kemalpaşazâde, Sa‘dî Efendi, Çivizâde, Ebussuud Efendi, Sunullah Efendi, Yahya Efendi, Muîd Ahmed Efendi, Ali Efendi, Abdullah Efendi, Mehmed Bahâî Efendi, Molla Hüsrev (vr. 210a), Bostanzâde Mehmed Efendi gibi XVI. ve XVII. yüzyıllarda yaşamış olan şeyhülislâmların fetvaları bulunmaktadır. 5. Mecmûatü’l-fetâvâ: Boyabâdî Sağır Mehmed Efendi (ö. 1066/1656), Şehid Ali Paşa, nr. 1067, vr. 1b-481b; nr. 1070, 309 vr. Eserin başında “Mecmûa-i fetâvâ-yı Türkiyye el-müsemmât bi-Mecmûatün min hattıhî es-Sağır Mehmed Efendi” (Sağır Mehmed Efendi’ye ait Mecmûa min hattıh diye isimlendirilen Türkçe fetvalar mecmuası) adıyla kaydedilen bu mecmûayı derleyen kişi ve mecmûada izlenen metot hakkında eserin baş sayfasında (vr. 1a) verilen bilgiyi olduğu gibi buraya kaydetmek istiyoruz: “İşbu mecmûaya nâzır olan ihvân[a] şöyle ma‘lûm-ı şerîf olsun ki merhûm Yâverîzâde mülâzimi olub merhûm Yahya Efendi’ye müsevvid olub, ba‘dehû Bahâî Efendi ve Ebû Saîd Efendi’ye fetva mukâbelecisi olub, ba‘dehû Abdülaziz Efendi ile Hüsâmzâde Abdurrahman Efendi’nin fetva emîni olub Ayasofya müderrisi ikin 1066 Ramazan-ı şerîfinin 27. Leyle-i Kadir gicesi (18.7.1656) fevt olan Boyabâdî merhûm ve mağfûr leh Sağır Mehmed Efendi dimekle meşhûr olan fâzıl merkûm selefde geçen müftîlerin virdikleri fetvâdan beyazı iltizâm idüb isim ve imzaları ile işbu on bin fetva ki bulduğu fetvâdan cem‘ ve tahrîr ba‘dehû ‘Min hattıhî mecmûsaı’ deyü tesmiye itdikden sonra isimleri müşâbih olanları dahi fülândır deyü izâh ve beyan itmişdir; kütüb-i fıkhiyye üzere tertib itdikden sonra. Nâzır ve müntefi‘ olan ihvândan mercüvdür ki merhûm mezkûrun ruhu içün Fâtiha deyüb hayr dua ile yâd eyleyeler. Bi-mennihî ve keremihî. Hurrire fi’l-yevmi’s-sâmin ve’l-işrîn min Zilhicce eş-şerîfe li-sene 1087 (3.3.1677) mine’l-Hicreti’nNebeviyye.” Derleyici, bazı bölüm başlıklarını yazdığı halde altına fetva kaydetmemiş ve sayfaları boş bırakmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki eser planlan-
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
265
dığı şekilde tamamlanmamıştır. Bu mecmuada tespit edebildiğimiz fetvaları zikredilen şeyhülislamların, metinde zikredildiği şekliyle isimleri şöyledir: Abdürrahim, Ahmed (İbn Kemâl), Ahmed (Kadızâde), Ahmed (Muîd), Ali el-Cemâlî, Ebû Saîd, Ebussuûd, Esad, Hâmid, Hüseyin, Mehmed (Bostanzâde), Mehmed b. Sadeddin, Mesûd, Mehmed (Çivizade), Mehmed el-Fenârî, Mehmed (Malulzâde), Mustafa (Ebü’l-Meyâmin), Şeyh Abdülkâdir, Şeyh Mehmed (Koca Çivi), Sa‘dî, Sunullah, Yahya ve Zekeriyyâ. 6. Mecmûatü’l-fetâvâ (Kayd Mecmûası): Fetvâ emîni Mahmûd Efendi, Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 138/2, ist. 15 Receb 1157 (24.8.1744), müs. Hâşimzâde İbrahim b. Hüseyin b. Kemâleddin el-Manâstırî, 235b321b vr. Baş tarafında (1b-226a) Fetâvâ-yı (Çatalcalı) Ali Efendi’nin bulunduğu mecmuanın başlarında bu ilk esere ait olan fihristin sonunda (vr. +xb) şu açıklama yer almaktadır: “Merhûm Mahmûd Efendi’nin tertîb eylediği mecmûadır ki Şeyhülislâm Ali Efendi hazretleri iftâ eylediği suverdir. Ba‘dehû zeylinde olan fetvalar tahtında A (ayın) işaret olan fetvalar Paşmakçızâde es-Seyyid Ali Efendi43 virdiği fetvadır. M (mim) işaret olan Ankaravî Mehmed Efendi’nindir. Bir şey işaret olunmayan Ebûsaîdzâde Feyzullah Efendi’nindir. el-Yevm Kayd Mecmûası didikleri budur. Fetvâ emîni Mahmûd Efendi’nin hattıyla olan nüshadan tahrir olunan veliyyü’n-ni‘am Merhûm Damadzâde Efendi hazretlerinin istiktâb buyurdukları nüshadan tahrir olunan nüshadan tahrir olunmuşdur.” Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere mecmuadaki ikinci eserde şeyhülislâmlardan Paşmakçızâde es-Seyyid Ali Efendi (ö. 1124/1712), Ankaravî Mehmed Efendi ve Ebûsaîdzâde Feyzullah Efendi’nin fetvaları yer almaktadır. Bu eserin baş tarafında da fihristi (vr. 230b-233a) ve sayfa kenarlarında Arapça nakiller bulunmaktadır. Fetvalar fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak tasnif edilmiştir. 7. Tuhfetü’l-fetâvâ: Ömer b. Sâlih el-Kırımî (ö. 1159/1746’da hayatta), Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 589, 112 vr.; Esad Efendi, nr. 593, 104 vr.; Atıf Efendi Ktp., Atıf Efendi, nr. 1141, vi+131 vr. Birinci ve ikinci varaklar arasına beyaz bir kağıda ayrıca yazılıp yapıştırılmış olan Arapça dibacede belirtildiğine göre; derleyici, fıkhın önemini anlatıp Sultan (I.) Mahmud b. (II.) Mustafa’nın cülusunun (19 Rebiülevvel 1143 / 2.10.1730) başından 1159 (1746) yılına kadar 16 sene mü43 Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi’nin Fetâvâ’sı hakkında bk. İbn Âbidîn, el-Ukûdü’d-dürriyye, c. II, s. 14; OM, c. II, s. 63; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 197.
266
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
sevvidlik yaptığını ve bu arada fetvaları derlediğini tertib ederek Tuhfetü’l-fetâvâ ismini verdiğini belirtmekte, ardından, mecmuada fetvalarına yer verdiği ve fetva sonlarında kullandığı şeyhülislamlara ait rumuzları sıralamaktadır. Bu mecmuada; Mirzazâde Şeyh Mehmed, Paşmakçızâde Seyyid Abdullah, Damadzâde Ebü’l-Hayr Ahmed b. Mustafa, Feyzullahefendizâde Seyyid Mustafa ve Pîrîzâde Mehmed Efendi’ye ait fetvalar yer almaktadır. Fetvaların sonlarında hangi şeyhülislâma ait olduğu rumuzla belirtilmiştir. Sayfa kenarlarında Arapça nukûl bulunmaktadır. Eser, bu haliyle, daha sonra meydana getirilen Neticetü’l-fetâvâ adlı muhtelif şeyhülislâmlardan derlemelerin yer aldığı fetva mecmuasının ilk formu olarak düşünülebilir. 8. el-Vâkıâtü’l-Kebîretü’l-Girîdiyye (Fetâvâ-yı vâkıât-ı Girîdî): Kandiye müftüsü Kasım el-Benderî, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 162, İst. 1198/1784, 1b-323a vr. Müellif; eserinin girişinde, Şeyhülislâmlar tarafından başlarına gelen hâdiselerin hükmünü soranlara müftâ bih görüşlerle fetva vermek üzere müftülükle görevlendirildiği süre içinde, muteber ve mütedavil Hanefî fıkıh ve fetva kitaplarından meseleler (el-mesâilü’l-vâkıa) derlediğini, eleştiriye uğramamak için yaptığı nakillerin lafızlarında herhangi bir değişiklik yapmadığını, uygulamaya esas alınması için iktibasda bulunduğu kaynakların adlarını kaydettiğini, Ali Efendi Fetâvâ’sının tertibinin esas alındığı Vâkıâtü’l-Girîdî’nin tertibini esas alarak üzerine ilâvelerde bulunduğunu ve bu sebeple, esere el-Vâkıâtü’l-Kebîretü’l-Girîdiyye adını verdiğini belirtir. Yine girişte verilen bilgilere göre, eserin derleme işine I. Abdülhamid döneminde 1197 (1783) yılında başlanmış, temize çektikten sonra meseleler asıllarıyla karşılaştırılmış, eserin daha kullanışlı hale gelmesi için bâb ve fasılları zikredilmiş ve bazı muteber kaynaklardan mühim meseleler eklenmiştir. Ancak Arapça nakillerin kaynakları verilmiş olmakla birlikte Türkçe fetvaların hangi şeyhülislâmlara ait olduklarını gösteren açık isimleri ya da rumuzları belirtilmemiştir. 9. Fetâvâ-yı Karahisarî: Sabık Karahisar kadısı Mehmed, İstanbul Ün. Mer. Ktp., Nadir Eserler-Türkçe nr. 924, 1b-285b (1254 ve 1309 tarihli temellük kayıtları var). Mecmuanın ferâğ kaydından, derleyicinin, sabık Karahisar kadısı mehmed olduğunu öğrenmekteyiz. Mukaddimesi bulunmayan eser, fıkıh kitapları sistematiğine göre, Türkçe fetvaları içermektedir. Kitâbü’t-Tahâre ile başlayıp hunsâ ve arazi bahisleriyle sona ermektedir. Kitâbü’t-Tahâre başlığından sonra, tahâret ve vudû (abdest) kelimelerinin anlamla-
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
267
rını açıklayan Arapça bir nakil gelmektedir. Fetvaların kimlere ait oldukları belirtilmemekle beraber, Abdürrahim Efendi imzalı fetvalar bulunmaktadır (286b). Karşılaştırma sonucunda; bu mecmuada, Çatalcalı Ali Efendi ve Abdürrahim Efendi’nin fetvalarının zikredildiğini tespit ettik. Muhtemelen, başka şeyhülislâmlara ait fetvalar da bulunmaktadır. 10. Nehriyyetü’l-fetvâ:44 Erzurum müftüsü Seyyid İbrahim Edhem b. Erzurum müftüsü Kadızâde Muhammed Ârif b. Muhammed (ö. 1190/1776).45 İstanbul Ün. Mer. Ktp., Nadir Eserler-Türkçe nr. 1590, 0b307a. Çok güzel ve temiz nüshadır. Kapak sayfasında “Rıza Paşa Kütüphanesi 141” mührü bulunmaktadır. Müellif; mukaddimede, kendisini Erzurum müftüsü olarak tanıtır ve Bahru’l-fetâvâ adlı eserin sahibi Erzurum müftüsü merhum Kadızâde Muhammed Ârif b. Muhammed’in (ö. 1173/1759-60) oğlu olduğunu belirtir. Müftülüğü sırasında, Fetva Emini diye tanınan Muhammed Şerîf’in de yardımıyla muhtelif fenlere dair bir çok mesele derlediğini ve bunları, fetva talebi sırasında ve fetva verirken yararlanılması kolay olsun diye diğer fetva mecmualarının sistematiğine göre tertib etmeyi planlayarak bu işe kalkıştığını ve eserine Nehriyyetü’l-fetvâ adını verdiğini belirtir. Türkçe fetvalar ve onlara mesnet teşkil eden Arapça nakillerden oluşan eserin mukaddimesi de Arapça’dır. Fetâvâ-yı Yahya Efendi, Fetâvâ-yı Abdürrahim, Behcetü’l-fetâvâ, Netîcetü’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Ali Efendi, Bahru’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Rıza Efendi gibi Türkçe fetva kitaplarından nakil yapılmaktadır. Zaman zaman Türkçe fetvaların kimlere ait olduklarının belirtilmediği de olmuştur. Ayrıca Osmanlı Kanunnamesi’nden de iktibaslar yer almaktadır. 11. Fetâva’n-Nu‘mâniyye: Debbağzâde Nu’mân Efendi (ö. 1224/1809). Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1080, İst. 7 Rebîülevvel 1215 (29.7.1800), 1b-407a. Müellif nüshası olan bu nüshanın başında bulunan dört ayrı mukaddime denemesine ve ferağ kaydına göre müellif, Şeyhülislâm Debbağzade Mehmed Efendi’nin (ö. 1114/1702) torunu (Hafîd-i Debbâğzâde) 44 Katalogda Fetâvâ-yı Nehreyn adıyla zikredilmekte ise de; müellif, mukaddimede, eserine yukarıdaki ismi verdiğini açıkça belirtmektedir. Bağdatlı İsmail Paşa ve Bursalı Mehmed Tahir de eseri küçük bir farkla -ikinci kelimeyi çoğul olarak vermek suretiyle- Nehriyyetü’l-fetâvâ şeklinde zikretmektedir. Bkz. Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 696; OM, c. II, s. 63. Mevcut nüshanın kapak sayfasına “Fetâvâ-ı Nehriyye” ve kapak sayfasının arkasında başlayan fihristin başında da “Hâzâ fihrist-i Fetâvâ-yı Nehriyye” ibaresi yazılmıştır. Ancak müellif; Arapça mukaddimede, fetva kelimesini tekil olarak kullanmak suretiyle, esere Nehriyyetü’l-fetvâ adını verdiğini belirtiyor. 45 Kırboğa, Kâmûs-ül-kütüb, s. 168. Diyarbakır’da medfun olduğu zikrediliyor.
268
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
olarak tanınmakta olan ve Kudüs payesiyle Filibe kadılığı yapan III. Selim dönemi (1789-1807) ulemasından Debbâğzade Nu’mân Efendi’dir.46 Eserin baş kısmında bulunan üzerleri karalanmış veya düzeltmeler yapılmış olan mukaddime denemeleri ve kitabın içinde yer alan karalamalar; bu nüshanın, Nu‘mân Efendi’nin temize çekilmemiş müsvedde nüshası olduğunu göstermektedir. Müellif; bu eserde zikrettiği fetvaları, kadı ve müftülere yardımcı bir eser olmak üzere “ulema arasında mütedavil olan” kitaplardan derlediğini belirtir. Osmanlı şeyhülislâmlarının Türkçe ve nadiren Arapça fetvalarına, fıkıh bâblarına göre yer verilmekte; mes’ele başlığı konmaksızın zikredilen meselenin ilk kelimesinin üzeri çizilerek cevaplar “el-Cevâb” kelimesinden sonra kaydedilmekte ve fetva sonlarına alınan kaynak kitap yahut şeyhülislâm ismi veya her ikisi birden verilerek zikredilmektedir. Sayfa kenarlarında Arapça kaynaklardan nakiller bulunmaktadır. Bu derlemede ağırlıklı olarak şu dört fetva kitabı dikkate alınmıştır: 1. Fetâvâ-yı Ali Efendi (Çatalcalı). 2. Fetâvâ-yı Feyziyye (Feyzullah Efendi). 3. Behcetü’l-Fetâvâ. 4. Fetâvâ-yı Atâiyye (Türkçe). Bu eserler yanında Ebussuûd Efendi, Abdürrahim Efendi, Zekeriyya Efendi, Minkârîzâde Yahya Efendi, Ebü’l-Hayr Ahmed Efendi gibi şeyhülislâmların fetvalarından ve Bahru’l-fetâvâ ve Surretü’l-fetâvâ adlı eserlerden fetva nakilleri de bulunmaktadır. 12. Netîcetü’l-fetâvâ mea’n-nukûl: es-Seyyid Ahmed ve Hafız Mehmed b. Ahmed b. Şeyh Mustafa el-Gedûsî (ö. 1253/1837),47 İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1237 (683 s.), 1265/1849 (4, 639 s.). 46 Üsküdar kadılığından mazülen vefat etmiştir. Tuhfetü’s-sukûk (İstanbul, 1248, 1259) adlı bir başka eseri daha vardır. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 496; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 116-117 (dipnot: 3). Bursalı Mehmed Tahir; fetva mecmuaları listesini sıraladığı yerde, vefatını 1114 ve unvanını da şeyhülislâm olarak vermekteyse de (OM, c. II, s. 61), biyografisinde, Hoca Sâdeddin Efendi’nin torunu Ebû Saîd Efendi’nin kızının oğlu olup Mısır kadılığına atandığını zikretmektedir (OM, c. I, s. 307). Mustafa Şahin ise; eseri, doğrudan müellifin dedesi Şeyhülislâm Debbâğzâde Mehmed Efendi’ye nispet etmiştir. Bkz. İslâm Hukukunda Fetva ve Osmanlılar Dönemi Fetva Mecmûaları, s. 136-138. Eserin mukaddimesinde verilen bilgiler bir yana, eldeki bu müsvedde çalışmanın 1215 (1800) yılında hazırlanması ve 1156’da (1743) vefat eden Yenişehirli Abdullah Efendi’nin Behcetü’l-fetâvâ’sı ile 1173 (1759-1760) tarihinde vefat eden Kadızâde Muhammed Ârif el-Erzurumî’nin Bahrü’l-fetâvâ’sından iktibaslar içermesi, müellifi ve müellifin vefat tarihi hakkında oldukça aydınlatıcı kanıtlardır. 47 Bursalı Mehmed Tâhir, OM, c. II, s. 9.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
269
Netîcetü’l-fetâvâ,48 tedricî olarak, son şeklini almış bir eserdir ve bunun son halkası olan Gedûsî’nin çalışması basılmıştır. Nitekim İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe Bölümü nr. 4696’da bulunan49 ve Netîcetü’l-fetâvâ adını taşıyan bir fetva mecmuası bulunmaktadır. Matbu nüshanın Türkçe olarak kaleme alınan mukaddimesinde, kırk seneye yakın fıkıh ilmiyle ilgilendiğini ve geçmiş yıllarda Dârulfetvâ’da (fetvahâne) hizmet ettiğini belirten es-Seyyid Ahmed; III. Selim döneminde (12.7.1792-30.8.1798) ikinci kez şeyhülislâm olan Dürrîzâde es-Seyyid Mehmed Ârif Efendi (ö. 1215/1800)50 tarafından fetva emînliği görevine atandığında, şeyhülislâmın çok zamandan beri gerçekleştirmeyi düşündüğü bir projeyi hayata geçirdiğini anlatır. Bu projeye göre; gerek diğer şeyhülislâmlar, gerekse Dürrîzâde’nin babası, dedeleri ve kendisinin iki şeyhülislâmlık döneminde imzaladıkları yeni fetvaları ve pek çok nadir meseleleri derleyip kapalı yerleri düzeltip hâmişlerine açık nakiller ilâve edip izah ederek bunları fıkıh sistematiğine uygun biçimde düzenledikten sonra padişahın kütüphanesine konulmak üzere bir tezhipli nüshası takdim edilip eser neşredilecektir. es-Seyyid Ahmed işte bu görevi, yazdığı mevcut nüsha ile yerine getirdiğini ve küçük değişikliklerle meseleleri kaydedip esere Netîcetü’l-fetâvâ adını verdiğini belirtir. İlk sayfası tezhipli olan eserin baş kısmında fihrist bulunmaktadır. Sayfa içinde fetvalardan sonra nakil bulunmamakla birlikte sayfa kenarlarında Arapça nakiller yer almaktadır. Ancak fetva sonlarında, şeyhülislâm adı açık surette veya remizle de olsa verilmemektedir. Ahmed Efendi tarafından tertib edilen bu Netîcetü’l-fetâvâ adlı mecmuadaki fetvâların mesnetlerini teşkil eden nakilleri, klasik fıkıh kaynaklarından derlenmek suretiyle 1226 (1811) yılında Hafız Mehmed b. Ahmed b. Şeyh Mustafa el-Gedûsî tarafından esere ilâve edilmiş ve eser 48 Şeyhülislâm Şerîfzâde Atâullah Mehmed Efendi (ö. 1226/1811), “halkın ifadelerine dayalı olan ülkemiz örfünün ahkâmını içermesi hasebiyle Netîcetü’l-fetâvâ diye adlandırılan müteahhirîn fetvaları mecmûası halk arasında örf haline gelen muamelelerin, alıp vermenin sıhhat ve fesâdının fıkhî meselelerden hangisine dayandırılmasının daha münasip olduğu ve buna benzer şeylerde Türkçe fetvaların nice nice önemli ve faydalı bilgileri içerdiği şüphesizdir” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Bkz. er-Revâyihu’z-zekiyye fî fihrisi’l-fetâva’t-Türkiyye, İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe nr. 3244 (eserin baş tarafında yer alan kullanma kılavuzu). 49 Arapça olarak, kitabın son sayfasında (vr. 160a) 1218 yılı Receb ayında Mirac gecesi (11.11.1803) Üsküdârî İsmail Efendi’nin torunu Hamdullah Re’fet tarafından yazıldığı ifade edilmiştir. 50 Mehmet İpşirli, “Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi”, DİA, c. X, s. 37.
270
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
daha sonra basılmıştır (İstanbul, 1265/1849). Bu mecmuada 1143/1730 tarihinden beri görev yapan şeyhülislâmların fetvâları, fetvâ sonlarına şeyhülislâmların rumuzları verilerek kaydolunmuştur. Rumuzların hangi şeyhülislâmlara ait oldukları ise, kitabın başında verilen fihristten önceki ilk sayfada belirtilmiştir. Fetvâlarına, rumuzlarıyla birlikte yer verilen şeyhülislâmlar şunlardır: 1. Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi, 2. Paşmakçızâde Abdullah Efendi, 3. Damadzâde Ebülhayr Ahmed Efendi (24.2.1732-22.9.1733),51 4. İsmailefendizade İshak Efendi (22.9.173331.9.1734),52 5. Dürrî Mehmed Efendi (31.9.1734-13.4.1736),53 6. Feyzullah Efendizâde es-Seyyid Mustafa Efendi,54 7. Ak Mahmûdzâde esSeyyid Mehmed Zeynelâbidîn [Zeynî] Efendi (25.9.1746-20.7.1748),55 8. Karaismailefendizâde Mehmed Esad Efendi (20.7.1748-12.8.1749),56 9. Karahalilefendizâde Mehmed Said Efendi (12 veya 13. 8.1749-2 veya 3.6.1750).57 Ayrıca rumuz verilmeden fetva sonlarında açık isimleri zikredilerek Pîrîzâde Mehmed, Damadzâde Feyzullah,58 Dürrîzâde Mustafa, Mehmed Sâlih, Veliyyüddin, [Sâlihzâde] Mehmed Emîn, Dürrîzâde Atâullah, Dürrîzâde Mehmed Ârif, Müftîzâde Ahmed,59 Mekkî Mehmed Efendi (24.11.1787-4.3.1788, 27.3.1791-12.7.1792),60 es-Seyyid Mehmed Kâmil, Mehmed Şerîf, Hamîdîzâde Mustafa gibi daha pek çok şeyhülislâmın fetvalarına da yer verilmiştir. Şeyhülislâm Dürrîzâde Muhammed Ârif b. Mustafa’ya (ö. 1215/1800) nispet edilen Kayd-i Cedîd Yahud Mecmûatü’l-fetâvâ (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 280) adlı eser, Netîcetü’l-fetâvâ’nın ilk müsveddesi gibi gözüküyor. Kitabın sayfa ortalarında Türkçe fetvalar ve bu fetvaların sonlarında rumuz veya kısa isimlerle imzalar ve sayfa kenarlarında da nukûl yer almaktadır. Kapak sayfasına “Ulemadan merhûm Âbid Efendi’nin hattıdır. Bizim içün mahsûs tahrîr itmişdir. Rh.” kaydı düşülmüştür. 51 Mehmet İpşirli, “Damadzâde Ahmed Efendi”, DİA, c. VIII, s. 449-450. 52 Muhammet Nur Doğan, “İshak Efendi, Ebûishâkzâde”, DİA, c. XXII, s. 530-531. Babası 1716-1717 yılları arasında şeyhülislâm olan Ebûishâk İsmâil Naim Efendi’dir. 53 Mehmet İpşirli, “Dürrî Mehmed Efendi”, DİA, c. X, s. 35-36. 54 Mehmet İpşirli, “Dürrîzâde Abdullah Efendi”, DİA, c. X, s. 36-37. 55 Mehmet İpşirli, “Mehmed Zeynî Efendi”, DİA, c. XXVIII, s. 541-542. 56 Muhammet Nur Doğan, “Esad Efendi, Ebûishâkzâde”, DİA, c. XXI, s. 338-340. 17161717 yılları arasında şeyhülislâm olan Ebûishâk İsmâil Naim Efendi’nin oğludur. 57 Tahsin Özcan, “Mehmed Said Efendi, Halilefendizâde”, DİA, c. XXVIII, s. 523-524. 58 Mehmet İpşirli, “Feyzullah Efendi, Damadzâde”, DİA, c. XII, s. 525-526. 59 Mehmet İpşirli, “Ahmed Efendi, Müftîzâde”, DİA, c. II, s. 61. 60 Tahsin Özcan, “Mekkî Mehmed Efendi”, DİA, c. XVIII, s. 577-578.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
271
13. er-Revâyihu’z-zekiyye fî fihrisi’l-fetâva’t-Türkiyye: Şerîfzâde Atâullah Mehmed Efendi (ö. 1226/1811).61 İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe nr. 3244, 409 s.; Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 723, I-II, 305 vr. Sonundaki ferâğ kaydına göre Sadrazam Seyyid Âlî Paşa’nın talebi üzerine Reîsülulemâ Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin62 öğrencilerinden İlmî tarafından 1285 yılında istinsâh edilmiştir. Ferâğ kaydının bulunduğu yerin sağ kenarında ise Arapça olarak “Şeyhülislâm Şerîfefendizâde es-Seyyid Mehmed Atâullah Efendi’nin müsveddesinden bulduğum bu kadardır” ifadesi yer almaktadır. Kitap, Kitâbü’l-İcâre’nin (s. 406) “Fîmâ yecibü’l-ecru ale’l-müste’cir ve mâ lâ” adını taşıyan ve bu bölümün tek faslıyla sona ermektedir (s. 409). Fetva kitaplarında soru-cevap şeklinde yer alan fetvaların özetlenerek fıkhî bir mesele haline dönüştürüldüğü fetâvâ fihristleri türünün güzel bir numunesi olan bu mecmûanın Arapça olarak yazılan hamdele-salvele kısmından sonra gelen Türkçe mukaddimesinde yer alan -eseri temize çeken Gedûsî es-Seyyid Hâfız Mehmed tarafından verilen- bilgiye göre; bu eser, Şeyhülislâm es-Seyyid Muhammed Atâullah Efendi,63 fetâvâ-yı mütedâvileden Fetâvâ-yı Ali Efendi, Behcetü’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Feyziyye ve Netîcetü’l-fetâvâ’da mevcut fetva sûretlerinden derlediği fetvaların maksûd olan manaları fevt olmamak üzere, kısa ve kolay olsun diye sadece fetvanın meâlini yazıp tedvîn maksadıyla hazırladığı bir eserdir. Hayatta iken, bu mecmuaya er-Revâyihu’z-zekiyye fî fihrisi’l-fetâva’t-Türkiyye adını vererek belirtilen şekilde Kitâbü’l-İcâre bölümüne kadar yazmış ancak tamamlayamadan vefat etmiş olduğundan yazdıkları müsvedde olarak kalmıştı. Asıllarına müracaat için kaynakların adlarına müsveddenin baş sayfasında Fetâvâ-yı Ali Efendi’ye “A” (ayn), 61 OM, c. I, s. 377, c. II, s. 63; İlmiye Sâlnâmesi, s. 571; Mehmet İpşirli, “Atâullah Mehmed Efendi, Topal”, DİA, c. IV, s. 47. Bursalı M. Tahir; Şerîfzâde’nin vefatını, 1236 olarak kaydedip er-Revâyihu’z-zekiyye’den adını vermeksizin söz etmekte ve fetva kitaplarının listesini verdiği kısımda ise, eseri Gedûsî’ye nispet etmektedir. İpşirli’nin Fetâvâyı Atâullah adıyla Şerîfzade’ye nispet ederek dört nüshasının bulunduğunu belirttiği kitaba ait söz konusu nüshalar ise, daha önce yaşamış olan Şeyhülislâm Atâullah Mehmed Efendi’nin (ö. 1127/1715) Minkârîzâde Yahya Efendi’nin fetvalarını derlediği mecmua (Süleymaniye Ktp, Esad Efendi, nr. 1095; Fatih, nr. 2386) ile kendisinin Arapça kaynaklardan derleyerek oluşturduğu diğer bir mecmuaya aittir (Süleymaniye Ktp, Esad Efendi, nr. 920; Fatih, nr. 1096). 62 Tayyarzâde Atâullah Ahmed Atâ Bey, Târîh-i Atâ, İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası, 1293, c. III, s. 16-23. 63 Mukaddimede tam ismi şu şekilde yer almaktadır: Şeyhülislâm-ı Esbak es-Seyyid Muhammed Atâullah Efendi İbn Şeyhülislâm Muhammed Şerîf Efendi İbn Şeyhülislâm Muhammed Esad Efendi İbn Şeyhülislâm İsmail Efendi.
272
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Behcetü’l-fetâvâ’ya “B” ve Fetâvâ-yı Feyziyye’ye “F” ve Netîcetü’l-fetâvâ’ya “N” harflerini rumuz tayin etmişti. Gedûsî, Atâullah Efendi’nin Kitâbü’l-İcâre’ye kadar yazdığı fetva sûretlerini onun kendi el yazısıyla bulunduğu şekliyle temize çekmiştir. Fetvanın alındığı kaynak fetva özetinin başında yukarıda belirtilen rumuzuyla verilmiştir. İtikâda dair fetvalarla başlanılıp geri kalan konularda fıkıh kitapları sistematiği takip edilmiştir. Nüshanın başında 14 sayfalık bir fihrist bulunmaktadır. Bu fihristten sonraki iki sayfada da eserin derleniş metoduna, eserden nasıl istifade edileceğine ve bilhassa bu mecmuada yazılı meselelerin asıllarından nasıl bulunacağına dair usul anlatılmaktadır. Bu kısmın başına Gedûsî’nin yazdığı nota göre kendisi kullanma kılavuzu üzerinde bazı düzeltmeler yapmış ve farklı yerlere yazılan notları burada bir araya getirmiştir. Esas alınan mecmualarda yer alıp da, öncesinde veya sonrasında zikredilen fetvadan kolaylıkla anlaşılan meseleler bu mecmuaya alınmamıştır. Gedûsî bazı itiraz ve düzeltmelerini sayfa kenarlarında yapmıştır. Zaman zaman hâmişlerde meselelerin hangi kaynaklarda nakilleri bulunduğu belirtilmiş ve zaman zaman da Arapça nakiller kaydedilmiştir. 14. Mecelletü’l-mehâkim: Âkifzâde Abdürrahim b. İsmail b. Mustafa el-Âkif el-Amâsî (ö. 1223/1808).64 Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde, nr. 274, 1b378b; Millet Ktp., Ali Emirî Şry., nr. 89; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1314, 1509, 2159, 6244. Amasya’da müftülük yaptığına işaret eden (vr. 330b) müellif; Türkçe olarak kaleme aldığı mukaddimede, bu eserde, pek fazla konu edilen ve sıkça vuku bulan bazı meseleleri İstanbul’da bâb mahkemesinde nâib olduğu dönemde gerektiği zamanda gerek kendisi ve gerekse ilme yeni başlayan dostlarına bir müracaat kaynağı olsun diye duruma göre bazen fetvanın kendisini, bazen açık nakil ve bazen fetva ve nakillerin mefhumlarını özetleyip Türkçe yazarak bu mecmuayı meydana getirdiğini anlatır. Kitâbü’t-Tahâre’den başlayarak fıkıh kitapları sistematiğine göre konuların ele alındığı kitapta Behcetü’l-fetâvâ, Fihrisü Behceti’l-fetâvâ, er-Revâyih[u’z-zekiyye] gibi fetva kitapları ile Zekeriyazâde Yahya Efendi, Abdürrahim, Ali Efendi, Atâullah Efendi ve Feyzullah Efendi fetâvâları gibi Türkçe kaynaklardan; Bezzâziyye, Câmiu’l-Fusûleyn, Müştemilü’l-ahkâm, Fetâvâ Kâriülhidâye, ed-Dürer, el-Mültekâ, Fetâvâ İbn Nüceym, Dürrü’l-müntekâ, Mecmea-i İsmetî Mehmed Efendi, Mecmûai Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Efendi, el-Mecmûatü’l-aliyye, Mecmea64 OM, c. I, s. 374-375; c. II, s. 64.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
273
i Ebû Bekir el-Çorumî65 gibi Arapça kaynaklardan nakiller yapar. Kendi açıklamalarının sonuna “Akifzâde” yazarak kendi görüş ve düşüncelerini kaydeder. Müellif; bir çok yerde Osmanlı şeyhülislâmlarının ihtilâflarına dikkat çekmekte, konular hakkında uzun sayılacak açıklamalarda bulunmaktadır. 15. Fevâidü’l-fetâva’l-Osmâniyye: Müsevvid Osman b. Mehmed Tosyevî (1144/1731’den sonra),66 İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 310, 1b-320a. Tosyevî mecmuaya yazdığı mukaddimede uzun yıllar fetvahâne hizmetinde çalıştığı sırada 1143 (1730) tarihinden beri gelen şeyhülislâmlar tarafından imzalanmış olan pek çok meseleden 2104 meseleyi içeren ve Netîcetü’l-fetâvâ’yı kapsayan mecmûanın asılları ve evraklarından 9000 meseleyi dahi bu suretde “olur”, “olmaz” şeklindeki fetvaları fıkıh kitapları sistematiğine uygun biçimde derlemiş ve sayfa kenarlarına, muteber kitaplardan araştırıp bulduğu müctehidlerin sahih kavillerinden doğrudan bu fetvalara mesnet teşkil eden açık nakilleri kaydetmiştir. Önemli bilgileri içeren bir eser (nüsha-i fevâid) olması dolayısıyla Fevâidü’l-fetâva’l-Osmâniyye diye isimlendirmiştir. Genelde Osmanlı şeyhülislâmlarının fetvalarının derlenip düzenlenmesiyle meydana gelmiş olan mecmuada; fetvaların hangi şeyhülislâmlara ait olduğunu gösteren açık isimler kullanılmadığı gibi, bazı yerler dışında rumuzlar da kullanılmamış, kullanılan rumuzların ise kimlere ait olduğu belirtilmemiştir. Mukaddimede 1143’ten sonra görev yapan şeyhülislâmların fetvalarının derlendiği ifade edilmekle birlikte Ebussuûd Efendi’nin fetvaları da isim verilmeden zikredilmiştir (vr. 210b-211a, 212b-213a). Yaptığımız incelemede, mecmuada İbn Nüceym’e ait bazı Arapça fetvaların da yer aldığı görülmüştür.67 Kitabın sonlarında müctehidlerin kısımları; müctehid imamlar ve mukallidler hakkında üç manzume,68 devamında İbn Kemal’in müctehid tabakaları ile ilgili Arapça risâlesi yer almaktadır. En sonunda ise, Âkifzâde Efendi’nin Mecmûa-i Vecîz adlı tercümesinden nesep bakımından haram olduğu halde süt kardeşliği yönünden câiz olan 114 mesele ve evlilik engeli teşkil etmeyen akrabalık bağlarıyla ilgili 23 mesele tek tek zikredilmiştir. 65 Âkifzâde, bu zâtın kendi hocası olduğunu kaydeder. vr. 15a, 329a. 66 OM, c. II, s. 63. 67 Meselâ, mecmuanın başlarındaki Arapça fetvalar İbn Nüceym’in matbu Fetâvâ’sının sonlarındaki “mesâil şettâ” başlığı altında verilenlerle aynıdır. 68 Kitabın son cümlesindeki bir referanstan, bu manzumelerin -hepsinin değilse de, üçüncüsünün- Zencânî İshâk Efendi’ye ait olduğu anlaşılmaktadır.
274
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
16. Fetâvâ-yı Hallî (Fetâvâ Halli?): İbrahim b. eş-Şeyh İsmail el-Kastamonî,69 İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 1193, 1b-420b. 1261 (1845) tarihli temellük ve 1282 (1866) tarihli vakıf kayıtları bulunan bu nüshanın mukaddimesinde müellifin belirttiğine göre müftülükle görevlendirildiği sırada Şeyh Şaban Dergâhı’nda 40 seneden beri şeyhlik yapan Amasyalı Hafız İbrahim Bey’in şeyhülislâmların fetvalarını içeren bir mecmua meydana getirmesini talep etmesi üzerine bu eseri hazırlamıştır. Ancak eserdeki fetvaların hangi şeyhülislâma ait olduğu ne açık ismiyle, ne de rumuzuyla zikredilmiştir. Mesele başları ve el-Cevâb başlıkları kırmızı kalemle gösterilmiştir. Sayfa kenarlarında Arapça nakiller bulunmaktadır.70 17. Fetâvâ-yı Câmi‘u’l-icâreteyn (Câmi‘u’l-icâreteyn): Şeyhülislâm Meşrepzâde Ârif Efendi (ö. 1275/1858),71 İstanbul: Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, 1252/1837. İsmi belirtilmeyen bir zât tarafından daha önce icâreteynli vakıflar, mukatâa ve mîrî arazinin tapulanması konularına dair Türkçe fıkıh ve fetva kitaplarından toplanarak Câmi‘u’l-icâreteyn adıyla meydana getirilmiş olan eserde, hayli hata bulunması sebebiyle; Şeyhülislâm Sıdkızâde Ahmed Reşid’in (ö. 1250/1834) emriyle (1238-1239/1822-1823) Mehmed Ârif Efendi, kitabın kaynaklarına inmiş,72 her bir fetvayı tek tek kontrol etmiş, muteber fıkıh kitaplarından ilgili nakilleri aktarmış, yanlışlıkla başka bölümlerde zikredilen fetvaları yerlerine naklederek eseri yeniden düzenlemiştir. Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Âsım Efendi (ö. 1262/1845) zamanında bölüm sayısı azaltılarak altı bâb ve bir hâtimeye indirilmiş, az bulunur meseleler eklenmiş, yapılan çalışmalar her defasında fetvahâne müsevvidlerine kontrol ettirilmiştir. Böylece yeniden telif edilmiş olan eserde zikredilen fetva ve nakillerin kaynakları da gös69 Muhtemelen bu zât Kâdirî şeyhlerinden Cecelizâde diye meşhur olan ve 1260’da (1844) vefat eden Kastamonulu İbrahim Nureddin Efendi olmalıdır. Bkz. Hediyyetü’lârifîn, c. I, s. 44; OM, c. I, s. 38. 70 Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 104-105. 71 Mehmet İpşirli, “Ârif Efendi, Meşrepzâde”, DİA, c. III, s. 365; Mustafa Şahin, İslâm Hukukunda Fetva, s. 160-161. 72 İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi 378 numarada kayıtlı Hâfız Mehmed b. Ahmed’in 12 Şaban 1155 (12.10.1742) tarihli ferâğ kaydını taşıyan bir nüshanın sayfa kenarlarında nakillerin bittiği yere “Tamam oldu nukûl” denildikten sonra Receb 1238 (Mart 1823) tarihi yazılmıştır. Kitabın baş taraflarında fetva emîni Seyyid Hâfız Mehmed Gedûsî “Nüshada mevcut her fetvanın nakli olmak üzere cem‘ ve tayin idüp kendi hâşiyesine tahrîr eylediğim nüshadır” kaydını düşmüştür. Câmi‘u’l-icâreteyn’in Çivizâde Hocası Ali’ye ait daha eski nüshaları da bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Yahya Tevfik, nr. 1468, İst. 1150/1737, 162 vr.; Koca Ragıp Paşa Ktp., nr. 462, 316 vr.).
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
275
terilmiştir. Yukarıda belirtilen her bir konuyla ilgili üç bölümden meydana gelen eserde yaklaşık 2000 Türkçe fetva bulunmaktadır. Eserde bazı fetvaların alındıkları kaynaklara işaret edilmekle birlikte fetvaların gerekçesini teşkil eden delillere yer verilmemektedir.73 18. Mir’âtü’l-murâfiîn: Ahmed Hamdullah b. İsmail Hâmid b. Ahmed Şükrî el-Ankaravî (ö. 1316/1899),74 Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 685 mükerrer; Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2734. Ahmed Hamdullah Efendi’nin kitabın mukaddimesinde verdiği bilgiye göre; kendisi, Tophane-i Âmire Mahkemesinde baş kâtiplik görevinde uzun süreden beri görülmekte olan çeşitli davalara dair Ali Efendi, Abdürrahim Efendi, Atâullah Efendi, Feyzullah Efendi ve Üskübî fetâvâları ile Behcetü’l-fetâvâ ve Netîcetü’l-fetâvâ adlı eserlere mürâcaatla istinbât olunan hukukî meseleleri nakil ve tertib ile mecmûa şeklinde gerekli olan fetvaları içeren bir kitap yazıp hâmişine de diğer muteber kitaplardan bazı önemli bilgiler kaydedip adı geçen kitaba Mir’âtü’l-murâfiîn adını vermiş ve eseri tamamladıktan sonra basılması ümidiyle Sultan Abdülmecîd Hân’a arz etmiştir. Ardından “tenbih” başlığı altında, fetva ve Arapça nakillerin sonlarında zikredilen bu fetva ve nakillerin alıntılandığı kaynakların rumuzları sıralanmaktadır.75 Eser; hakimler için bir müracaat kitabı olarak tasarlandığı için, ibadetlerle ilgili bölümlere yer verilmemiş ve doğrudan Kitâbü’n-Nikâh bölümüyle başlanmıştır. Aralarda boş sayfalar bulunması; esere, zaman içinde ilâveler yapılacağının tasarlandığını düşündürmektedir. Sayfa kenarlarında Arapça nakiller 73 Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 138; Şahin, a.g.e., s. 161-162. 74 1187 Ankara doğumlu Tophane Mahkemesi başkâtibi İsmail Hâmid Efendi ile Matharacı Hacı İbrahim Efendizâde eş-Şeyh Ahmed Efendi’nin kızı Fâtıma Zekiye Hanım’ın oğlu olup 16 Zilhicce 1225 tarihinde dünyaya geldi. 1249-1271 yılları arasında mahkeme kâtipliği, 1271-1295 yılları arasında Terkos, Avrathisarı, Edremit, Bayındır, Eskişehir, İzmir, Üsküdar, Şumnu, Eyüb, tekrar Üsküdar ve Galata mahkemelerinde çeşitli kademelerde hakimlik ve 19 ay beytülmâl kassâmlığı görevlerinde bulunmuş, Rebîülâhir 1295 senesinde Şeyhülislâm Molla Bey zamanında arzuhalcilik ve Ahmed Esad Efendi şeyhülislâm olduktan 16 gün sonra da Meclis-i Tedkîkât-ı Şer‘iyye azalığına getirilmiştir. Şaban 1299 (Haziran 1882) itibariyle bu görevini sürdürmekteydi (Kitabın başındaki otobiyografiden). 19 Şevval 1316 (2.3.1899) tarihinde vefat etti. Biyografisi için ayrıca bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 195; OM, c. I, s. 248-249; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul, 1996, c. I, s. 213. Bağdatlı İsmail Paşa ve Bursalı Mehmed Tâhir Ahmed Hamdullah’ın vefatını 1317 (Mayıs 1899’dan sonra) olarak vermektedirler. 75 Nakillerin rumuzlarla yapıldığı kaynakların isimleri: Tenvîru’l-ebsâr, Dürrü’l-muhtâr, Tahtâvî, el-Hulâsa, Câmiu’l-Fusûleyn, Fetâvâ-yı Hayriyye, Mir’âtü’l-usûl, Kitâbü’l-Hudûd ve’l-ahkâm ve Kâmûs Tercümesi Okyanus. Müellif, bunların dışındaki kaynakların adlarının açık olarak zikredildiğini belirtir.
276
TAL‹D, 2(4), 2004, G. fiahinbafl Erginöz
bulunmakla beraber, her fetvanın nakli verilmemekte ve her sayfada nakil bulunmamaktadır. Bu mecmuanın baş tarafına “Tercüme-i hâl-i câmi-i în Mecmûa” başlığıyla bizzat Ahmed Hamdullah tarafından, mecmuanın normal sayfa büyüklüğünden daha küçük- üç sayfalık Şaban 1299 tarihli bir otobiyografi eklenmiştir. Bu otobiyografide belirtildiğine göre, Mir’âtü’l-murâfiîn yaygın olarak başvurulan 3500 fetva içermektedir ve Süleymaniye Kütüphanesi’ne yazarın bizzat kendisi tarafından bağışlanmıştır.76 19. Hulâsatü’l-ecvibe: Fetvâ emîni Çeşmîzâde Esadefendizâde Mehmed Hâlis (ö. 1297/1879),77 İstanbul: Bosnevî Hacı Muharrem Ef. Mat., 1289/1872, 264 s.; nşr. Giresun nâib-i sâbıkı Çeşmîzâde Mehmed Midhat, 2. baskı, İstanbul: Ruşen Matbaası – Uhuvvet Matbaası – Matbaa-i Âmidî, 1325/1907 [kitabın 1. ve 2. cildi başlarında basım tarihi olarak bu rakam yer almakla birlikte, sonunda basımın tamamlanma tarihi olarak “Rebîülâhir/Nisan 1329/1911 sonları” verilmektedir], 2 cilt tek bir cilt halinde (144 s. ve 225 s.). Eser, eski şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi’nin Arapça manzum takriziyle basılmıştır. Çeşmizâde; bu altı kitabı bir araya getirmesinin sebebini, eserin girişinde şöyle açıklar: Şehir ve kasabalarda İslâm hukukunun icra hizmetiyle meşgul olanların (kadı ve müftülerin) ihtiyaç halinde şer‘î meseleleri araştırıp ortaya çıkarmak gerektiğinde aranan meseleyi bulmak için bir çok kitaba müracaat ve aralarındaki ihtilâflara dikkat ederek vakit geçirmek insanların işlerinin gecikmesine ve görevlilerin zahmet çekmesine sebep olacağı aşikâr olduğundan, aranan meseleyi bütün kayıtları, illetleri ve işaretleriyle bu muteber altı kitaptan hangisinde mevcut ise bütün kayıtlarıyla hemen tespit etmek ve o meseleye uygun ve benzer yahut bir tek kayıtla hükmü değişen her ne mahalde mesele varsa bir de76 Adı geçen otobiyografide Ahmed Hamdullah Efendi “Garîbe” başlığı altında bu kitapla ilgili başından geçen ilginç bir olay aktarır: Mir’âtü’l-murâfiîn‘den seçmek suretiyle 2500 mesele içeren bir nüshasını 1263 tarihinde yazıp basılması ümidiyle bu nüsha zamanın şeyhülislâmı Ârif Hikmet Bey’e takdim olunmuştu. (Bir sonuç çıkmaması üzerine) bir müddet sonra “Kitabımı olsun verin” dediğimde, “Kitaplarıma karıştı. Bulunduğunda verilir” deyip vefatında da İstanbul’da bulunmadığımdan terekesinden zannedilerek satmışlar da 1281 tarihinde Mekke kadısı olan Emin Efendi almış imiş. Onun da Mekke’de vefat etmesi üzerine, terekesinden Mekke naibi bulunan faziletlü Hacı Yunus Efendi almış. 1291 senesinde adı geçen şahısla görüşüldüğünde “Sizin bende bir eseriniz vardır” deyince fakirin âniden hatırına gelip meseleyi beyan eylediğimde kitabımı iade buyurdular. Ahmed Hamdullah burada ayrıca Mecelle-i nefîse, Tezkiretü’l-müştakkât (İstanbul, 1265)¸ Mazbatatü’l-fünûn, Muhtasaru Mir’âti’lusûl, en-Nücûmü’d-derârî ilâ İrşâdi’s-sârî ve Ferâidü’l-âsâr ve harâidü’l-eş‘âr adlı eserlerinden söz etmektedir. 77 OM, c. I, s. 271.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
277
fada hepsiyle ilgili genel bir bilgiye sahip olmakta kolaylık olacak şekilde sistematik mufassal bir fihrist hazırlama ihtiyacından kaynaklandığını belirtir. Bu düşüncesini, 1271 (1854) senesinde fetvâhanede arzuhalcilik görevine getirilince hayata geçirmeye koyulur ve 1286 (1869) senesinde eserini tamamlar. Bu fihrist şöyle düzenlenmiştir: Asıl kaynaklarda sorucevap şeklinde olan meseleler burada düz biçimde ifade edilmiştir. Sayfaların üst kısımlarında mesele özetlerine yer verilen kitapların isimleri ve her bir kitabın altında, cetveller halinde, o kitaptan aktarılan meseleler yazılmıştır. Kitapta yer verilen meselenin, alıntının yapıldığı fetvâ kitabının kaçıncı meselesi olduğunu göstermek üzere meselelerin üst kısımlarına rakamlar konmuştur. Eğer zikredilen mesele; diğer fetvâ kitaplarında aynıyla yahut anlam bakımından mevcutsa, o kitapların isimleri de aşağıda kitap adlarının yanında verdiğimiz harflerle ve bu meselenin zikredilen fetvâ kitabının kaçıncı meselesi olduğu da rakam konularak gösterilmiş ve böylece tekrarlardan kaçınılmıştır. Fihristin sonunda; adı geçen kitaplarda alışıla gelen yerleri dışında kaydedildikleri için, hangi bölümde aranıp bulunacağı bilinemeyen meseleler ise, tekrar yazılıp asıl yerine işaret edilmiş ve matematiksel işlem yapmayı gerektiren meselelerin kaidesi de kolayca anlaşılabilecek şekilde düzenlenmiştir. Diyet için verilecek altın ve gümüşün tedavüldeki paralarla karşılıkları, eşyanın mislî ve kıyemî olanlarının belirlenmesi, şartla fâsid olup olmayan akitlerin beyanı başlıkları altında da önemli bilgiler özetlenmiştir. Bu mecmuada özet halinde bir araya getirilen ve “Kütüb-i sitte-i mu‘tebere-i mütedâvile” (çok kullanılan muteber altı kitap) diye anılan kitaplar şunlardır: 1. Netîcetü’l-Fetâvâ (N), 2. Fetâvâ-yı (Çatalcalı) Ali Efendi (A), 3. Behcetü’l-Fetâvâ (B), 4. Fetâvâ-yı Abdürrahim Efendi, (H) 5. Fetâvâ İbn Nüceym (C), 6. Fetâvâ-yı Feyziyye (Feyzullah Efendi) (F). Bursalı M. Tahir’in ifadesine göre on binden fazla fetva içeren78 Hulâsatü’l-ecvibe’deki fetvaların önemli bir kısmı Nevzat Akaltun tarafından Fetvâlar Mecmuası adı altında hazırlanan şu üç ciltlik kitap çalışmasında sadeleştirilmiştir: 1. İslâm Fıkhı ve Hukukuna Ait 1099 Fetva (Ankara: Mevlâna Kitabevi, 1974); 2. 1392 Fetva Fetvaların Özü: Hülâsat-ül Ecvibe (1099 Fetva’nın 2. cildi) (M. Sadık Aydın ile birlikte, Ankara: Elif Matbaası, 1975, 1976); 3. 1071 Fetva (1099 Fetva Kitabının 3. cildi) (Ankara: Mevlana Kitabevi, 1976). Yine Akaltun tarafından hazırlanan İslâm Hukûku’nda Nikâh, Evlenme, Talâk, Yemîne Ait Sual-Cevap ve Fetvalar (Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1970) adlı bir diğer çalışmada, diğer bazı kaynaklar yanında Hulâsatü’l-ecvibe’den de fetvalar nakledilmiştir. 78 Aynı yer.
278
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
20. Melceü’l-müftîn fî vâkıâti’l-müsteftîn: Manisalı Evliyazâde Ali b. İbrahim (ö. 1301/1884),79 İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir EserlerTürkçe nr. 3218, 1b-427a. Kitabın baş kısmında Medine kadı yardımcısı Seyyid Muhammed Saîd Zîver imzalı 1271 (1854-55) tarihli bir takriz yer almaktadır. Evliyazâde eserin Arapça olarak kaleme aldığı mukaddimesinde müftülük görevine atandığı ve fetva talepleriyle karşılaştığı vakit Behcetü’l-fetâvâ, Netîcetü’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Ali Efendi ve Fetâvâ-yı Rûşenî80 adlı eserleri gözden geçirdiğini, hepsinin de pek çok faydalı bilgiler ve oldukça ilginç meseleler içerdiğini gördüğünü belirttikten sonra ancak bazısındaki meselelerin uygun yerlerinde olmadığından, bazısının meselelerine mesnet teşkil eden nakillerin meselelerin hizasında olmayıp dağınık bulunduğundan ve bazısının esas bölümlerinin (ebvâb) müteferrik (tâlî) konular içermesi nedeniyle, meselelerine kolayca vâkıf olunamadığı için ehil insanların müracaatları daha kolay ve daha yararlı hale gelsin diye bu dört fetva kitabını bir kitapta toplamayı ve meseleleri uygun yerlerine yazmayı, nakilleri meselelerin hemen peşine kaydetmeyi ve bunun yanında başvurmak isteyenlerin işlerini kolaylaştırmak ve asıl meseleleri tâli meselelerden ayırmak ve dağınıklıktan kurtararak aralarını uzlaştırmak için bâblar ve alt başlıklar ilâve etmek suretiyle yapmak istediğini, var gücüyle gerçekleştirmeye çalıştığını bu hedefe sonunda ulaştığını ifade eder. Eser, Abdürrahim Efendi’nin besmele ile işe başlamak gerektiği hususundaki fetvasıyla başlar. Hemen ardından, Behcetü’l-fetâvâ’da olduğu gibi “el-Mesâilü’l-müteallika bi’l-i‘tikâdât” başlığı altında adı geçen eserden inanç konularıyla ilgili fetvalar ve Arapça nakiller kaydedilmektedir. Eserin başından vr. 103b’ye kadar nakillerin sonlarında “Behce”, 79 İsmi tam olarak Manisalı Evliyazâde Hacı Ali Rıza b. İbrahim olup Manisa’da müftülük ve müderrislik yaptı. Risâle-i Hamdele (Süleymaniye Ktp., Denizli, nr. 435, 115b-118a vr.), Risâletü’l-İmtihân, Risâle fi’l-Ferâiz adlı eserleri vardır. Melceü’l-müftîn fi’l-fetâvâ’nın dört ciltlik bir nüshasının Manisa fetvahânesinde mevcut olduğu kaydedilmektedir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 777; OM, c. I, s. 248 ve c. II, s. 61. 80 Bursalı Mehmed Tahir Fetâvâ-yı Rûşenî’nin, 1148’de (1735) vefat eden Akhisar’da medfun Veliyüddin-i Aydınî’ye ait olduğunu ve bu zâtın devrinin geçerli ilimlerine dair eserler okuduktan (ikmâl-i nüsah) sonra hayat boyu Akhisar müftülüğü görevini yürüttüğünü belirtir ve Fetâvâ-yı Rûşenî ismiyle bir cilt üzere mürettep fetâvâsının birer nüshasının Manisa ve Kırkağaç fetvahânelerinde bulunduğunu kaydeder. Bkz. Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, c. II, s. 51 ve 63. Recep Cici ise; bu zâtı, Şair Ahmed Paşa’nın babası II. Murad devri kazaskerlerinden Veliyüddin b. İlyas el-Hüseynî ile karıştırmıştır. Bkz. Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar, Bursa: Arasta Yayınları, 2001, s. 280; krş. Mecdî, Hadâiku’ş-Şakâik, s. 217.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
279
“Ali Efendi”, “Rûşenî” ve “Netîce” ibareleri kullanılırken buradan itibaren B, N, A, Ş rumuzları kullanılmıştır. Türkçe fetvalardan sonra Arapça nakillere, kaynakları sonlarında belirtilmek suretiyle yer verilmektedir. 21-22. Mecmûa-i Cedîde: Mehmed Nûrî (İstanbul: Esad Efendi Matbaası, 1299/1882) ve İlâveli Mecmûa-i Cedide: Yakovalı Hacı Ali el-Murtaza b. Zübeyr (Matbaa-i Hayriyye ve Şürekâsı Matbaası, 1326-1329). Fetvahânedeki ilmî komisyon tarafından “Mecmûa-i Cedîde”81 adlı mecmuaya kaydedilen sonraki şeyhülislâmlara ait fetvalar, önce Mecmûa-i Cedîde adıyla ve nakilleriyle birlikte yayımlanmış; ancak bunun mevcudu kalmayınca fetvahâne müsevvidlerinden Yakovalı Hacı Ali el-Murtaza, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin izniyle, sonradan birikmiş fetva sûretlerinin Arapça nakillerini de ekleyerek eseri İlâveli Mecmûa-i Cedîde adıyla yeniden neşretmiştir.82 Yakovalı; mecmuanın oluşum safhalarını, Mecmûa-i Cedîde’ye basıldığı dönemde fetvâ emîni olan Mehmed Nuri Efendi tarafından yazılan önsözde verilen bilgileri de kaydederek eserin yeni baskısının önsözünde ayrıntılı biçimde anlatır. Buna göre, öteden beri her gün meydana gelen hâdiseler hakkında fetvahâneden fetva talep edildiğinde Türkçe muteber fıkıh kitaplarından olan mütedavil fetâva kitaplarında hâdiseye uygun fetva sureti bulunamayınca hakkında fetva istenen hâdisenin meselesi, güvenilir Arapça nakillerden araştırılarak aynına rast gelindiğinde Türkçe’ye tercüme olunarak o hâdiseye münasip bir fetva sureti kaleme alınıp şeyhülislâmlığa takdim edilip şeyhülislâmın imzasından sonra fetvahâneye iade edilince müsevvidler tarafından mukabele olunduktan sonra fetvahânede mahfuz, yeniden tertib olunan fetâvâ kaydına mahsus Mecmûa-i Cedîde adlı mecmuaya kaydolunmak fetvahânece eskiden beri takip edilen bir usul olduğu bilinmektedir. Hayli zamandan beri bu kurala riayet olunmakta olduğundan o zamana kadar Türkçe pek çok fetva suretleri birikmiş, hatta söz konusu mecmua kendisini fetva kitaplarından büyük bir kitap şeklinde göstermiştir. Fakat bu suretlerin bazısı nukûlüyle beraber yazılmış ise de çoğunluğunun nukûlü yazılmadığı ve yazıldığı zaman ise istifadece daha mükemmel hale geleceği düşünüldüğünden fıkıh ilminde maharet ve yeterli malumatı 81 Bursalı Mehmed Tahir, muahharan (yakın zamanlarda) her yeni toplanan fetvalara Fetâvâ-yı Mecmûa-i Cedîde adı verildiğini kaydeder. Bkz. OM, c. II, s. 62. 82 Fahrettin Atar, “Fetva”, DİA, c. XII, s. 495; Ferhat Koca, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin Hayatı ve Fetvaları, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2002, s. 139-141. Ansiklopedi maddesinde, müellifin memleketi Kosava-İpek kazası Yakova yanlışlıkla Yalova olarak zikredilmiştir.
280
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
bulunan 5-6 kadar zattan oluşan bir ilmî komisyon teşkil edilerek talep edilen nukûlün araştırılıp yazılması zımnında sâbık Şeyhülislâm Üryânîzâde merhûm Ahmed Esad Efendi tarafından fetva emînliği görevinde bulunan Mehmed Nuri Efendi’ye emir verilmiş ve derhal adı geçen şahıs tarafından gösterilen gayret ve himmet neticesinde kısa zamanda söz konusu nukûl bulunup her fetvanın altına yazılıp Mecmûa-i Cedîde asıl ismiyle basılarak halkın istifadesine sunulmuştur. Ancak az bir süre içinde tükenmesi üzerine eseri elde etmek isteyenler tarafından sürekli aranmakta olması cihetiyle gerek bu sebepten ve gerek adı geçen mecmuanın basım tarihi olan 1299 (1882) tarihinden bu yana 29 sene zarfında eskisinden üç misli daha fazla fetva suretleri tercüme ve ilâve ve bunların da çoğunluğunun nukûlünün yazımı terkedilmiş olduğundan hâlâ bilfiil şeyhülislâm olan Musa Kâzım Efendi’nin müsaadesiyle sadece kamu yararına bir katkıda bulunmak emeliyle Yakovalı tarafından fıkıh kitapları araştırılıp her fetvaya münasip birer nakil bulunarak fetvahânece tasdik ve kabulden sonra altlarına yazılmış ve ilgili olduğu bölüme eklenmiş ve aslî ismiyle İlâveli Mecmûa-i Cedide adı verilmiştir. Mecmuada yer alan fetvalar, genelde, Türkçe olmakla birlikte bazı Arapça fetvalar da bulunmaktadır.83 Bu mecmuada klasik dönemden Kemalpaşazâde ve Ebussuûd Efendi gibi bazı şeyhülislâmların fetvalarına yer verilmişse de, asıl itibariyle 1745-1918 arasında, yani Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi (ö. 1162/1748) ile Musa Kâzım Efendi (ö. 1338/1920) ve bu ikisi arasında görev yapmış 25 civarında şeyhülislâmın fetvaları yer almaktadır.84 23. Cerîde-i İlmiyye: Meşihat makamınca 3 Receb 1332 – 1 Safer 1341 (28 Mayıs 1914 – 23 Eylül 1922) tarihleri arasında 79 sayı çıkarılmış olan Cerîde-i İlmiyye dergisinde “Fetâvâ-yı Şerîfe” başlığı altında fıkhın çeşitli konularıyla ilgili dönemin şeyhülislâmlarının veya baş müsevvidin imzasını taşıyan fetvalar yayımlanmıştır.85 37-39., 42-47. ve 69. sayılarda fetva yayımlanmamıştır. Dergide fetvâları yayımlanan şeyhülislâmlar şunlardır: 1. Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi (16.3.1914-6.5.1916).86 İlk 22 sayıda, “Hayri” imzasıyla. 83 Meselâ bkz. s. 201-204, 207-208, 215, 217-219, 235, 243-254. 84 Bu şeyhülislâmların isim listesi için bkz. Koca, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, s. 141. 85 Nesimi Yazıcı, “Cerîde-i İlmiyye”, DİA, c. VII, s. 407-408; Ferhat Koca, “Fetvahâne”, DİA, c. XII, s. 499. 86 Mehmet İpşirli, “Hayri Efendi, Mustafa”, DİA, c. XVII, s. 62-64.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
281
2. Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi. 22-36. sayıları arasında “Ketebehû el-fakîr Mûsâ Kâzım ufiye anh” imzasıyla. 3. Reîsülmüsevvidîn (Fetvahâne-i Âlî baş müsevvidi) Ahmed Esad. 4849. sayılar. 4. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (4.3.1919-30.9.1919, 31.7.192017.10.1920). 50. ve 63. sayılarda “Ketebehû el-fakîr Mustafa Sabri et-Tokâdî afâ anhu’l-Hâdî” imzasıyla. 5. Şeyhülislâm Haydarîzâde İbrahim Efendi (11.11.1918-3.3.1919, 2.10.1919-2.4.1920).87 51-58. sayılar arasında “Ketebehû el-fakîr ileyhi Teâlâ İbrahim el-Haydarî. Ufiye anh” imzasıyla. 6. Şeyhülislâm Dürrîzâde Abdullah Efendi (5.4.1920-30.7.1920).88 58-62. sayıları arasında “Ketebehû el-fakîr Dürrîzâde es-Seyyid Abdullah. Ufiye anhümâ” imzasıyla. 7. Şeyhülislâm Mehmed Nûri Medenî Efendi (27.9.1920-4.11.1922).89 64-79. sayıları arasında, “Ketebehû el-fakîr Tarsûsîzâde Mehmed Nûri Medenî. Ufiye anhümâ” imzasıyla (69. sayıda fetva yoktur). İsmail Cebeci “Ceride-i İlmiyyede Yer Alan Fetvalar” adıyla yaptığı yüksek lisans çalışmasında (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001), bu dergide yayımlanmış olan fetvaları derlemiş ve oldukça faydalı ilmî tahlillerde bulunmuştur. Bu çalışmada, yukarıda isimleri sıralanan şeyhülislâmlara ve reîsülmüsevvidîn Ahmed Esad’a ait 2302 fetva latinize edilmiştir. Bir çok şeyhülislâm ve müftünün fetvalarını derleyen daha başka mecmualar da buulnmaktadır. Meselâ Kâtib Câfer diye tanınan biri tarafından Mecma‘u’l-fetâvâ (Beyazıd Devlet, Beyazıd, nr. 7919, vr. 42b-43a) adıyla derlenen mecmua bunlardan biridir. Aynı mecmua içerisinde bulunan aynı hatla yazılı bir sonraki risâlenin istinsâh kaydı olan Şevval 1007 (Mayıs 1599) tarihinden XVI. yüzyıl sonlarında derlendiği anlaşılan ve eserin başından iki sayfasının mevcut olduğu bu nüshanın mukaddimesinde belirtildiğine göre Kâtib Câfer, Belgrad müftüsü iken İstanbul’a giderken Morava nehrinde boğularak vefat eden Ali Çelebi Efendi ile diğer büyük kadıların ve âlimlerin (mevâli-yi izâm ve ulemâ-i kirâm) fetvalarını derleyip fıkıh kitapları sistematiğine göre düzenlemiştir. Kitâbü’s-Salât ile başlayan eserde fetvaların sonlarında kime ait oldukları belirtilerek Arapça nakilleri kay87 Mehmet İpşirli ve Kemal Beydilli, “İbrahim Efendi, Haydarîzâde”, DİA, c. XXI, s. 297298. 88 Mehmet İpşirli, “Dürrîzâde Abdullah Beyefendi”, DİA, c. X, s. 36. 89 Tahsin Özcan, “Mehmed Nûri Efendi”, DİA, c. XVIII, s. 503-504.
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
282
dedilmektedir. Mevcut kısımdaki fetvaların çoğunluğu Ebussuûd’a ait olmakla birlikte Belgrad müftüsü Ali Efendi (5 fetva) ile yine Belgrad müftüsü Mahmûd Efendi (2) imzalı fetvalar da bulunmaktadır. Fetâvâ Mecmûası (TSMK Revan Köşkü Kitaplığı, nr. 674, 149 vr.) adını taşıyan bir başka nüshada Kâdıhân, Ebussuûd, Ali Efendi, Yahya Efendi fetvalarından seçmeler yapılmış;
90
Mecmûa-i fetâvâ (TSMK Bağdat Köşkü Kitaplığı, nr. 105, 424
vr.) adını taşıyan bir mecmua ise muhtelif şeyhülislâmlar tarafından verilmiş fetvaların toplanmasıyla vücude gelmiş bir mecmuadır.91 c. Şeyhülislâm Monografları 1. Fetâvâ-ı Mevlânâ Arab: Molla Arab,92 Mevlânâ Alâeddin Ali el-Arabî elHalebî (ö. 901/1496),93 Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 585, 1b107b; Milli Kütüphane Başkanlığı, Nevşehir Ürgüp Tahsin Ağa İlçe Halk Ktp., nr. 457, 138 vr.94 Daha önce literatüre geçmemiş olan bu eserin varlığından, bu çalışmamız sırasında haberdar olduk. Şimdiye kadar Osmanlı şeyhülislâmlarına ait olarak bilinen mecmualardan daha eski olması hasebiyle tarihî kıymeti çok büyük olan bu mecmua, hem Osmanlı hukuk tarihi ve sosyal yapısı ve hem de Osmanlı fetvasının mahiyeti ve gelişim tarihi açısından oldukça önemli bir belge niteliğindedir. İlk sayfasının başında “Hâzihî sûretü’l-fetâvâ es-sâdira min Mevlânâ el-Arab - Sellemehullâhu - fî zemâni iftâihî” (Müftülük görevi sırasında Mevlana Arab’ın verdiği fetva suretleridir) denilmekte ve fetva sonlarında da “Kezâ eftâ Mevlânâ el-Arab. Sellemehullâhu” ibaresi kullanılmaktadır. Mukaddimede kâtibin Mevlânâ Arab için sıraladığı elkab, Fatih Sultan Mehmed’in kanunnamesinde ferman ve resmî yazışmalarda şeyhülislâmlar için kullanılması emredilen elkabla95 oldukça benzer olduğu gibi; “müftî-yi zemân 90 Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 104. 91 Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 103. 92 Mecdî, onun hakkında “Müftî Molla Arab” tabirini kullanmaktadır. Bkz. Hadâiku’ş-Şakâik, s. 176. Kendisinin Müşkilâtü Fütûhâti Muhyiddin el-Arabî adlı eserinin başında da, “Mevlânâ Arab müftî Kostantîniyye el-Uzmâ” tabiri yer almaktadır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1371, vr. 38b). 93 Ahmed Efendi, eş-Şekâiku’n-Nu‘mâniyye fî ulemâi’d-devleti’l-Osmâniyye, Ahmed Subhi Furat (nşr.), İstanbul, 1985, s. 150-155; Mehmet İpşirli, “Alâeddin Arabî Efendi”, DİA, c. II, s. 319. 94 Mevlânâ Arab’a ait olduğu belirtilen ikinci nüsha, www.yazmalar.org adresinde verilen katalog kayıtlarında, Mecmû’a-i Fetâvâ ve dili Arapça olarak kaydedilmekteyse de, her iki nüshanın ilk cümlesi aynıdır. Zikredilen adreste verilen nüshanın ilk cümlesi de Türkçe “bilgil ki” ifadesiyle başlamaktadır. 95 Krş. Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 204; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, s. 330.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
283
hazretleri” tabiri ile “efdal” (en üstün, en erdemli) ve “a‘lem” (en bilgili) tabirleri de, ulemanın reisi olmak hasebiyle Osmanlı diplomatik yazışmalarında şeyhülislâmları ifade için kullanılmaktadır. Elimizdeki nüshanın istinsâh tarihi bulunmamakla birlikte yazısından ve kâğıdından oldukça erken döneme ait olduğu anlaşılmaktadır.96 Bütün bu ip uçları ve deliller, bu mecmuanın Molla (Mevlânâ) Arab diye de bilinen Şeyhülislâm Alâeddin el-Arabî’ye aidiyetini tevsik etmektedir. Arapça olan hamdele ve salvele kısmından sonra adı bilinmeyen bir şahıs tarafından derlenen bu mecmuaya yazılan mukaddimede: “Bilgil ki bu mecmûa-i mübârek, efdalü ulemâi’l-müteverriîn ve a‘lemü fudalâi’l-mütebahhirîn, yenbûu’l-fazli [v]el-mekârim ve’l-ahlâk, el-muhtass bi-mezîdi avâtıfi’l-Meliki’l-Hallâk a‘nî bihî mevlânâ ve min külli’l-vücûh a‘lânâ ve evlânâ Mevlânâ Arab’ın -zâdehullâhü Teâlâ fi’d-dâreyn ta‘zîmen ve tekrîmen- fetvâları sûretidir ki dâî-i fakîr cem‘ eylam, tâ ki tâlibler müstefîd olub müşârun ileyh müftî-yi zamân hazretlerini ve kâtib-i zelîl ve garîk-i isyân ve alîli evkât-i şerîfelerinde hayır duâla zikr eyleyeler. İllâ bu kadar var ki gayr-i müretteb ve gayr-i mübevvebdir. Zira ki yevmen fe-yevmen vâki oldukça cem‘ olunmuşdur. Pür bu sebebden her mes’ele işitmekle ketb olunub tamâm oldu.” Kâtibin de mukaddimede belirttiği üzere fetvalar soruldukça her günün fetvası kaydedilerek mecmua meydana getirilmiş olduğu için eser diğer fetva mecmuaları gibi fıkıh sistematiğine göre düzenlenmemiş, fetvalar muhtelif konulara ait olarak birbiri peşine sıralanmıştır. Yalnız “Mes’ele” kelimesinin ardından fetvanın fıkhın hangi bölümüne ait olduğu Arapça olarak zikredildikten sonra soru ve peşinden “el-Cevâb” denilerek sorunun cevabı kaydedilmektedir. Fetva sonlarında “Kezâ eftâ Mevlânâ el-Arab. Sellemehullâhu” yahut kısaca “Kezâ eftâ” ibareleri yer almakta, pek çok fetva da ise imza yerine geçecek bir ifade bulunmamaktadır. Fetvaların bir çoğundan sonra ayrıca el-Hidâye, el-Hulâsa, Fetâvâ-yı Kâdîhân, Câmi‘u’l-Fusûleyn gibi mutemet kaynaklardan Arapça nakiller verilmektedir. Fetvalar her ne kadar “Mes’ele-el-Cevâb” formülüne göre verilmiş ise de, üslup ve yazım tekniği bakımından oldukça problematiktir. “Mes’ele” kelimesi, mecmuanın ortalarından itibaren “m” rumuzuyla gösterilmiş, Türkçe soruların önemli bir kısmı 96 Belki mecmuada yer alan şu fetva (vr. 105a), dönemini tespitte bir başka yardımcı unsur olabilir: “M: Vakıf olan yerleri [Fatih] Sultan Muhammed [Mehmed] tımar eyledikde Zeyd bir kıt‘asın tapulasa, ba‘dehû padişahımız vakf-ı mukarrar kılsa vakıf iken tasarruf iden kimesne ile Zeyd nizâ eylese ‘Tapulu yerimdir’ dise, imtinâ itse virmese şer‘an hüküm ne ola? el-Cevâb: Lâ yültefetü ilâ kelâmi Zeyd’in” (Zeyd’in sözüne iltifat edilmez).
284
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Arapça olarak cevaplandırılmıştır. Öte yandan, mukaddimenin son cümlesinde her meselenin işitildiğinde yazıldığının ifade edilmesi; fetvaların yazılı olarak cevaplandırılmadığı, dolayısıyla yazılı bir metne bakılarak mecmuaya kaydedilmedikleri gibi bir izlenim doğurmaktadır. Mecmuada dönemin sosyal ve hukukî yapısına ışık tutan bir çok fetvanın97 yanı sıra; Mevlânâ Fahreddin, Mevlânâ Hüsrev, Mevlânâ Hocazâde ve Mevlânâ [Gü]rânî’nin müşterek bir fetvaları (vr. 12a), Şems[eddin Molla] el-Fenârî (vr. 14a) ve Mehmed b. Ahmed el-Akşehrî’nin (vr. 43b) birer fetvası bulunmaktadır. Mecmuanın sonunda Mehmed el-Fenârî’nin bir fetvası (vr. 107a) yer almaktadır. Eğer bu zat meşhur Molla Fenârî olmayıp onun torunlarından ve Kanunî dönemi şeyhülislâmlarından olan Mehmed el-Fenârî ise bu fetva muhtemelen sonradan eklenmiş olmalıdır. 2. Fetâvâ: Kemalpaşazâde [İbn Kemal] Şemseddin Ahmed b. Süleyman (ö. 940/1534).98 Kemâlpaşazâde’nin Türkçe fetvalarını içeren ve farklı biçimlerde ve hacimlerde derlenmiş müstakil mecmualar bulunduğu gibi99 onun bir kısım fetvaları da İbnü’l-Edhemî, Lâlî Saruhânî (ö. 971/1563) ve İskilipli Veli Yegân b. Yusuf (ö. 998/1590)100 tarafından derlenen ve devrin ünlü şeyhülislâmlarının fetvalarından seçmelerin yer aldığı mecmualarda da bulunmaktadır. M. Esad Kılıçer; “Kemâlpaşazade’nin Âile Hukuku İle İlgili Bazı Fetvaları” [Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 1973, sy. 19, s. 83-95] adlı makale çalışmasında, İbn Kemal’in aile hukukuyla ilgili 63 fetvasını yayımlamıştır. Ertuğrul Ökten de, İbn Kemal’in fetvalarına dayalı olarak Osmanlı toplum ve devlet düzeni hakkında bir yük97 Bu tür fetvalara bir örnek (vr. 49b): “Bir vâiz va‘zında ‘Halvetîler Deccâldir, şeytanlardır ve şeytânîlerdir ve tacları dahi bid‘atdir, mekrûhdur; belki harâmdır’ dise ve ‘hem sultan-ı enbiyâ tac giymedi ve kara sarınmadı ve giymedi’ dise şer‘an bu akvâl diyene ne lâzım ola? el-Cevâb: Yekfuru ve tebînü imraetüh (Kâfir olur ve karısı bâin talâkla boş olur). m. Mes’ele: Böyle diyen vâiz bir kimesne dâl ve mudılldir dise şer‘an bu kimseye ne lâzım ola? el-Cevâb: Yuazze[r]” (Ta‘zîr cezasına çarptırılır). Mevlânâ Arab’ın Halvetiyye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Alâeddin Ali’ye intisap etmesi ve şeyhin bazı hareketlerinin hoş karşılanmayarak Manisa’ya sürülmesi üzerine, şeyhi müdafaa edip yanından ayrılmak istemeyince birlikte sürgüne gönderilmeleri (eş-Şakâik, s. 152; İpşirli, “Alâeddin Arabî Efendi”, DİA, c. II, s. 319), bu fetvayı daha bir anlamlı hale getirmektedir. 98 Ş. Turan, Ş. Özen, İ. Çelebi ve M. A. Y. Saraç , “Kemalpaşazâde”, DİA, c. XXV, s. 238-247. 99 Yazmaları için bkz. Nihal Atsız, “Kemalpaşa-oğlu’nun Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, 1966, sy. 6, İstanbul, s. 77. 100 Veli b. Yusuf’un İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi’nde (nr. 178) bulunan Mecmûatü’lfetâvâ adlı derlemesinde Kemalpaşazâde’ye ait 421 adet fetvanın geçtiği varak numaraları için bkz. Pehlül Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 23-24.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
285
sek lisans tezi hazırlamış ve metnin sonuna, İbn Kemal’in konuyla ilgili fetvalarının tıpkıbasımını yapmıştır (Ottoman Society and State in the Light of the Fatwas of Ibn Kemal, Bilkent University, The Institute of Economic and Social Sciences, 1996). 3. Fetâvâ: Sa‘dî Çelebi, Sâdullah b. İsa b. Emirhan el-Kastamonî (ö. 945/1538).101 Sa‘dî Çelebi’nin orijinal fetvalarını içeren bir nüsha, Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 1073) bulunmakta ve ikisi Ebussuûd Efendi’ye ait 224 fetva içermektedir. Ayrıca Türkçe fetvalarını içeren ve farklı biçimlerde ve hacimlerde derlenmiş müstakil mecmualar102 bulunmaktadır. Bir kısım fetvası da; İbnü’l-Edhemî, Lâlî Saruhanî ve İskilipli Veli Yegân b. Yusuf tarafından derlenen ve devrin ünlü şeyhülislâmlarının fetvalarından seçmelerin yer aldığı mecmualarda bulunmaktadır. 4. Fetâvâ-yı Ebussuûd: Ebussuûd Efendi (şeyh. 952/ 1545 - ö. 982/1574).103 Osmanlı tarihinde en uzun süreli şeyhülislâmlık makamında bulunmuş olan Ebussuud Efendi’nin fetvaları çok büyük yekun tutmaktadır. Daha hayatta iken, sadece onun fetvalarını içeren çeşitli derlemeler yapılmıştır. Fetvalarının bir kısmı, başka şeyhülislâmların fetvalarıyla birlikte karma olarak derlenen bir çok eserde de bulunmaktadır. Bunun yanında bazı özel konulara ilişkin uzun fetvaları, risâleler şeklinde mecmualara kaydedilmiş ve ayrıca çok yaygın biçimde müstakil ya da mecmua şeklindeki yazma eserlerin başlarına, sonlarına ve sayfa kenarlarına not edilmiştir. Biz burada öne çıkan bazı mecmuaları zikretmekle yetineceğiz. a. Fetâvâ-yı Ebussuûd Efendi: Sadece Ebussuûd Efendi’nin fetvalarını içeren en kapsamlı koleksiyon Bozanzâde tarafından hazırlanandır.104 101 Taşköprülüzâde, eş-Şakâik, s. 443-445; İlmiye Salnâmesi, s. 355. 102 Katalog bilgilerine göre bazı nüshaları: Amasya Beyazıt İl Halk Ktp., nr. 439, 107 vr.; Millet Ktp., Ali Emiri Arabi, nr. 1173, 75-90 vr.; Süleymaniye Ktp., Saliha Hatun, nr. 112, 115-140 vr.; Esad Efendi, nr. 3547, 28-31 vr.; Hacı Mahmud Ef., nr. 2680, 69a-b vr. Son nüshada Sa‘dî Çelebi’ye ait yalnızca Muhyiddin İbn Arabî’yi tekfir eden Arapça bir fetva bulunmaktadır. 103 Ahmet Akgündüz, “Ebüssuûd Efendi”, DİA, c. X, s. 365-371. Ebussuûd Efendi’ye ait fetva mecmuaları hakkında bilgi için bkz. Akgündüz, “Fetâvâ-yı Ebüssuûd Efendi”, DİA, c. XII, s. 441-443. 104 Nüshaları: Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, 1028; Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 175. Akgündüz, bu mecmua ile ilgili olarak, “diğerlerinden farkı, içinde başka şeyhülislâmlara ait herhangi bir fetvanın bulunmayışı ve Ebüssuûd’a aidiyetinin kesin oluşudur” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Bkz. a.g.m., c. X, s. 442.
286
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Ancak en çok yaygın olanı Ebussuûd’un fetva katibi olan Veli b. Yusuf elİskilibî (ö. 998/1590) tarafından hazırlanan105 ve çoğunlukla Ebussuûd Efendi’nin fetvalarını içermekle beraber Kemâlpaşazâde, Çivizâde Mehmed Efendi, Sa‘dî Çelebi, Ali Cemâlî Efendi gibi şeyhülislâmların ile bazı müftü ve müderrislerin de fetvalarını içeren mecmuadır. Bu mecmuada Arapça nakiller, bazı fermanlar ve ulemanın ilmî tartışmalarına dair tarihî bilgiler de yer almaktadır. Karatay’ın verdiği bilgiye göre Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde [TSMK] bulunan (Ahmed III Kit., nr. 787) Fetâvâ-yı Ebussuûd adını taşıyan bir nüshada önce fıkıh meseleleri Arapça izah edilmiş ve Ebussuûd’un Türkçe fetvaları her meselenin sonuna yazılmıştır.106 b. Mecmûatü’l-fetâvâ: Çorlulu Sinan b. Ramazan, Beyazıt Ktp., Beyazıt, nr. 2757, 0b-340b (Başında: Kitâbü’l-Fetâvâ li-Ebissuûd ve İbn Kemâl Paşa). Çorlulu Sinan Efendi, Ebussuûd Efendi’nin uzun müddet danişmendlerinden olduğunu ve yazdığı tefsirin asıl müsveddesinin temize çekilmesi hizmetini kendisine teklif buyurduğunu ve Tefsîr’ini Sultan Süleyman’a arzeden Ebussuûd Efendi’nin sultandan taltif gördüğünü107 ve kendisinin de daha sonra kadı olduğunu anlatır. Hizmetinde bulunduğu süre içerisinde her gün Ebusssuûd Efendi’nin kendi ifadeleri, el yazısı ve imlasıyla kaleme aldığı fetvaları gördüğünü ve onun verdiği cevaplardan bu mecmuayı derleyip en güzel bir üslupla düzenlediğini ve yer yer muteber fetva kitaplarından bazı meseleleri yerlerinden bulup kimini tercüme yoluyla ve kimini de aynı ile mahalline nakledip hangi kaynaktan alındığına işaret ettiğini anlatır. Böylece özellikle dönemin kadılarının çoğunluğuna, bir meseleye gerek duyulduğunda fasıl ve bâbında aynı ile zahmetsiz ve meşakkatsiz bulabilecekleri bir tür hazır helva şeklinde sunduğunu ifadeden sonra bu mecmuadan fetva yaza105 Bazı nüshaları: Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1466; Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah, nr. 151; Esad Efendi, nr. 1097, 1098; İsmihan sultan, nr. 223-226; Şehid Ali Paşa, nr. 1069; Köprülü Ktp., Ahmed Paşa (I. Kısım), nr. 666; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 178; Hacı Selim Ağa Ktp., Hacı Selim Ağa, nr. 423. Atâî, Veli Yegan’ın biyografisinde bu mecmuadan söz ederek “Gerçekten faydalı ve mühim meseleleri kapsayan bir mecmuadır. Önemli meselelerle ilgili açıklamaları (ta‘lîkât) ve kabul edilebilir sözleri vardır” demektedir. Bkz. Hadâiku’l-hakâik, s. 314. 106 Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 96. 107 Ebussuûd Efendi 972 yılında Tefsîr’ini bitimine yakın Sultan Süleyman’a arzedince padişah, 200 akçelik maaşına 300 akçe zam yaptı. Şaban 973’te tefsir tamam olup padişaha arzedince de maaşına 100 akçe daha zam yapılıp kendisine yazlık ve kışlık samur kürk hediye edilmiştir. bk. Hezarfen Hüseyin Efendi (ö. 1103/1691), Telhîsü’l-beyân fî kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998, s. 199.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
287
cak olanlara tahrif etmeden yazmalarını, yazdıktan sonra tekrar gözden geçirip “olur”u “olmaz” ve “olmaz”ı “olur” diye yazmakdan sakınmaları uyarısında ve gördükleri hataları düzeltmeleri ricasında bulunur. c. Ma‘rûzât:108 Ebussuûd Efendi’nin muhtelif zamanlarda Kanûnî Sultan Süleyman’a arzederek onun onayını aldığı fetvalardan oluşan mecmuadır. Padişahın iradesi alındığı için kadıları bağlayan ve uyulması zorunlu hale gelen bu fetvalar; muhtemelen Ebussuûd Efendi’nin ölümünden sonra bir araya getirilerek yürürlükte kalması için, Şeyhülislâm Hâmid Efendi tarafından II. Selim’e yeniden arzedilerek padişahın onayına sunulmuştur. Millî Tetebbûlar Mecmûası’nda eksik bir nüshası yayınlanan eserin tam nüshası, Almanca tercümesiyle birlikte Paul Horster ve Ahmet Akgündüz tarafından yayımlanmıştır.109 Bu son yayımlanan nüshada altmış beş fetva yer almaktadır. d. Kanuni Devrinde Osmanlı Hayatı: Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Fetvalarına Göre: Fetâvâ-yı Ebussuud Efendi, M. Ertuğrul Düzdağ (der.), İstanbul: Enderun Kitabevi, 1972, 1983; İstanbul : Şule Yayınları, 1998. Bu çalışmada Millet (Ali Emîrî, nr. 80) ve Beyazıt Devlet (nr. 2757) kütüphanelerinde bulunan Ebussuûd’a ait iki fetva mecmuası, yeniden düzenlenerek yayımlanmıştır. Ebussuûd Efendi’nin mevcut fetvalarının oldukça kısmî bir derlemesi olup yalnızca 1001 fetva içeren bu çalışma, geniş hacimli fetva mecmualarının henüz neşredilmemiş olması sebebiyle, günümüzde Osmanlı hukuku ve Ebussuûd üzerine yapılan çalışmaların temel kaynağı haline gelmiştir. e. Fetvalar: Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Muzaffer Arabul (der.), İstanbul 1978, 99 s. f. Şahit Yaşmak, “Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin Bir Fetva Mecmuası”, Bitirme Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, 1980, 110 s. Modern dönemde fetvaları üzerine en çok çalışılan şeyhülislâm, hiç kuşkusuz, Ebussuûd Efendi’dir. Onun fetvaları yarım asra yakın bir zamandır Batılı araştırmacıların ilgisini çekmektedir. Friedrich Selle, Prozessrecht des XVI. Jahrhunderts im osmanischen Reich, (Wiesbaden: Otto Harrassowitz, 1962) adlı çalımasında Ebussuûd’un fetvalarını içeren 108 Bilgi için bkz. Ahmet Akgündüz, “Ma‘rûzât”, DİA, c. XXVIII, s. 72-73. 109 “Osmanlı Kanunnâmeleri”, Millî Tetebbûlar Mecmuası, 1913, sy. 2, s. 337-348; Paul Horster, Zur Anwendung des islamischen Rechts im XVI. Jahrhundert: Die “juristischen Darlegungen” (Ma‘rûzât) des schejh ül-Islam Ebû Su‘ûd (gest. 1574), Stuttgart: Verlag von W. Kohlhammer, 1935; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul: Fey Vakfı, 1992, c. IV, s. 35-75.
288
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Veli b. Yegan mecmuasının edebü’l-kâdî, şehâdet, vekâlet ve dava bölümlerini Latin hareflerine aktararak Almanca’ya tercüme etmiştir. Mario Grignaschi, “La valeur du témoignage des sujets non-musulmans (dhimmi) dans L’Empire Ottoman” (Recuels de la Société Jean Bodin pour l’Histoire Comparative des Institutions, 1963, Brüksel, sy. 18, s. 211323) başlıklı makalesinde, Ebussuûd Efendi’nin fetvalarından hareketle Osmanlı’da zimmî hukukunu incelemiştir. Ebussuûd üzerine son yıllarda yapılan oldukça önemli bir kitap çalışması ise Colin Imber tarafından Ebu’s-Su’ud: The Islamic Legal Tradition110 (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1997)111 adıyla gerçekleştirilmiştir. Imber; çalışmasında, XVII. yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve modern tarihçilerin sıklıkla tekrar ettikleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde Ebussuûd Efendi’nin seküler hukuku şeriatla uyumlu hale getirdiği ve neticede ideal bir İslâmî hukuk sistemi yarattığı tezinin geçerliliğini sorgulamak üzere, hukukun beş alanı (sultan ve hukukî egemenlik, toprak mülkiyeti ve vergi, vakıflar, evlilik ve aile, suçlar ve haksız fiiller) ile ilgili önce İslâmî ve özellikle Hanefî hukuk geleneğinde en önemli görülen kuralları ve kavramları, ardından da, söz konusu meseleye ilişkin Ebussuûd’un fetvalarını ve diğer yazılarını kısa tahlille vermiştir. Yazar kitabın amacını “Ebussuûd’un fetvaları ve diğer yazılarından yapılmış bir seçkiyi İngilizce çevirisiyle kullanılabilir kılmak ve onları, okuyucuya anlamlı olabilmeleri için, hukukî ve tarihsel bir bağlama yerleştirmek” şeklinde ifade eder. Türkçe’de de Ebussuûd’un bazı fetvaları üzerinde muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: M. Tayyib Okiç, “Sarı Saltuk Hakkında Bir Fetva”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [AÜİFD], 1952, c. I, sy. 1, Ankara, s. 48.; Yusuf Ziya Yörükan, “Bir Fetva Münasebetiyle: Fetva Müessesesi, Ebussuud Efendi ve Sarı Saltuk”, AÜİFD, 1952, c. I, sy. 2-3, Ankara, s. 137-160 (Okiç’in “Sarı Saltuk’a Ait Bir Fetva” adlı makalesinin eleştirisi); M. Tayyib Okiç, “Bir Tenkidin Tenkidi” (Yusuf Ziya Yörükan’ın “Bir Fetva Münasebetiyle, Fetva Müessesesi, Ebussuud Efendi ve Sarı Saltuk” adlı eleştirinin eleştirisi), AÜİFD, 1953, c. II, sy. 2-3, Ankara, s. 219-290. Ali Rıza Sağman, İstanbul’un Fethi Hakkında Enteresan Bir Fetva: Fâtih, İstanbul’u Nasıl Aldı?, İstanbul: Ahmet Sait Matbaası, 1957. Bu yazıda; 110 Bu eser hakkında bir tanıtım yazısı için bkz. Robert Martin Gleave, Journal of Christian-Muslim Relations (9.3.1998). 111 Şeriattan Kanuna: Ebussuud ve Osmanlı’da İslami Hukuk, çev. Murteza Bedir, İstanbul, 2004.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
289
İsmail Hami Danişmend’in bir yazısında112 zikredilen Ebussuûd Efendi’nin İstanbul’un sulh yoluyla fethedildiği hakkındaki bir fetvasının, metin tenkidi açısından bir eleştirisi yapılmaktadır. Bu yazıya M. Râif Ogan tarafından bir eleştiri yazılmış ve Sağman da, bu eleştiriye, bir başka çalışmayla cevap vermiştir.113 A. Süheyl Ünver “Sağlık Üzerine Ebussuud Efendi’nin Bir Kaç Mühim Fetvası”, Önasya, 1969, yıl: 4, c. IV, sy. 41, Ankara, s. 4. Bu kısa yazıda Ebussuûd Efendi’nin şahsiyetinin büyüklüğü ve din adamının müspet ilimler alanında da bilgi sahibi olmasının önemi vurgulanarak Münih Bayerische Staatbibliothek Handschrifter’de (Cod. Turc. N. 19, vr. 32b79b) bulunan Ebussuûd Efendi’nin fetvalarını içeren mecmuadan hastalık, sağlık ve kötü alışkanlıklar üzerine kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplardan oluşan on yedi fetvası nakledilmiştir. Etttore Rossi, “‘Çelebi’ Kelimesi Hakkında Ebu’s-Suud’a Atfedilen Bir Fetva”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, 1954, Ankara, s. 11-14. M. Tayyip Gökbilgin, “Ebussuud Fetvalarında ve XVI. Asır Şeriyye Sicilliyatında İsbat ve Şahadet”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 19591960, c. III, sy. 1-2, İstanbul, s. 117-132. Hüseyin Algül, “Osmanlılar Devrinde Kıbrıs Seferinin Manevi Cephesi ve Ebussuud Efendi’nin Seferle İlgili Fetvası”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, c. II, sy. 2, Bursa, s. 37. Hüseyin Algül, “Ebussuud Efendi’nin Kıbrıs Seferiyle İlgili Fetvasına Tahlili Bir Bakış”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler Sempozyumu (23-25 Mayıs 1997), Ankara, 1998, s. 304-320. 5. Fetâvâ: Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendi (ö. 1008/1599),114 Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2728, vr. 1b-112b. Eserin kapak sayfasında “Fetâvâ el-merhûm Şeyhülislâm Muallimü’ssultân Sadeddin Mehmed Efendi” ifadesi bulunmaktadır. Ayrıca “Derûn-i kitabda musattara olan fetâvâ Şeyhülislâm ve Hoca-yı şehriyârî Sadeddin Efendi merhûmun iftâ buyurdukları es’iledir. Ancak Kitâbü’dDa‘vâ zeylinde üç varaka bi-hasebi’l-iktizâ sebt olunmamağla mahalli beyaz alıkonmuşdur ve tahririnde ihmal olunmaya.” (vr. 1a) uyarısı yer almaktadır. Kitâbü’t-Tahâre ile başlayan mecmua fıkıh bâbları sistema112 İsmail Hami Danişmend, Türkiyat ve İslâmiyat Tedkikleri Külliyatı, Birinci Fasikül: Fetvâ mecmûalarına Göre İslâm Fıkhının Millî Kıymeti, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1956, s. 9. 113 Ali Rızâ Sağman, “Cevâb”a “Cevab”ım, İstanbul: Ahmet Sait Matbaası, 1957. 114 Şerafettin Turan, “Hoca Sâdeddin Efendi”, DİA, c. XVIII, s. 196-198.
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
290
tiğine uygun olarak düzenlenmiş olup sadece fetvalar yer almakta, fetvaların nakillerine yer verilmemektedir. 6. Fetâvâ-yı Sunullah Efendi: Şeyhülislâm Sunullah Efendi (ö. 1021/1612), Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 502, vr. 1b-76a, Zilhicce 1111 (Mayıs-Haziran 1700), müstensih: Hacı Mehmed Lutfî; Nazif Efendi, nr. 20/2, ist. 1056/1646; Serez, nr. 1132; Yazma Bağışlar, nr. 1440; Yeni Cami, nr. 678; Kastamonu İl Halk Ktp., nr. 326, 333; Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., Konya İl Halk Ktp., nr. 369, 1565. Kitâbü’t-Tahâre ile başlayan mecmua fıkıh bâbları sistematiğine uygun olarak düzenlenmiş olup Arapça nakiller bulunmamaktadır. H. Hüsnü Paşa nüshasının kapak sayfasında (vr. 1a), “İzzetlü ve fazîletlü Yâverîzâde Mehmed Efendi115 hazretleri, merhum Sunullah hazretlerinin fetvâyı şerîfesi hizmetinde iken cem‘ eyledikleri fetâvâ-yı şerîfedir. Kendi hatt-ı şerîflerinden nakl olunmuşdur.” açıklaması yer almaktadır. Yine aynı sayfada “İbtidâ imza buyurdukları fetvaları” denilerek Sunullah Efendi’nin şu ilk şeyhülislâmlık fetvası kaydedilmiştir. “Ehl-i cennetin Rabbü’l-izzetden -celle zikruh- matlûb ve mütemennâsı nedir? el-Cevâb: Selâmün kavlen min Rabbin Rahîm’dir. Ketebehû el-fakîr Sunullah. Ufiye anh.” 7.
Fetâvâ-yı
Esad
(1034/1625).116
Efendi: Şeyhülislam
Hocazâde
Esad
Efendi
(İstanbul Müftülüğü, nr. 157).
Bu mecmuanın 273 varaklık birinci bölümü, Esad Efendi’nin birinci şeyhülislâmlık döneminde (2.7.1615-21.5.1622); 98 varaklık ikinci bölümü ise, ikinci şeyhülislâmlık döneminde (4.10.1623-22.5.1625) verdiği fetvaları içermektedir. Her iki bölüm de; klasik fıkıh kitapları tasnifinde tertib edilmiş olup, ikinci bölümün başında belirtildiği üzere bu mecmûada fıkhın velâ, zebâih, udhiye, eşribe, sayd, meâkıl ve hünsâ olmak üzere toplam yedi konusuyla ilgili fetva düşmediği için bunların fihristte yer almadıkları belirtilmektedir. Ayrıca bu nüshada giriş ve Kitâbü’tTahâre bölümü bulunmamaktadır. Fetvâlar genelde Türkçe olmakla birlikte bazı Arapça fetvalar da yer almaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi Kasidecizâde bölümünde (nr. 277, vr. 1b-184a, ist. 17 Ramazan 1218 / 31.12.1803, müs. Şa‘rânîzâde Hâfız es-Seyyid İsmail İbn Hâfız Abdülkerim) bulunan Fetâvâ-yı Müntehabe’nin kapak sayfasında; mec115 Sunullah Efendi’den mülâzim olmuş ve çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Selânik kadısı iken 1044 (1635) yılında vefat etmiştir. Şair olan Yaverîzâde Kâbilî mahlasını kullanmıştır. Bkz. Şeyhî Mehmed Efendi, Vekayiü’l-fudalâ, Abdülkadir Özcan (nşr.), İstanbul, 1989, c. I, s. 20-21. 116 Münir Aktepe, “Esad Efendi, Hocazâde”, DİA, c. XI, s. 340-341.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
291
muanın, Şeyhülislâm Esad Efendi’ye ait olduğu,117 onun birinci ve ikinci şeyhülislâmlık dönemlerinde verdiği fetvaları içerdiği ve Esad Efendi’nin Sultan Murad’ın hocası Sadeddin Efendi’nin oğlu olduğu belirtilmektedir (vr. 1a). Müftülük nüshasına göre daha kısa olan bu nüsha, hamdele ve salveleden sonra, dokuz fetvaya yer verilen Kitâbü’t-Tahâre ile başlamaktadır. Diğer nüshadan farklı olarak bu nüshada, Kitâbü’sSayd ve’z-zebâih (139a, 2 fetva) ve Kitâbü’l-Velâ (vr. 40a-41b, 16 fetva) bölümleri de bulunmakta, sayfa kenarlarında Arapça nakiller yer almakta ve fetvaların arası iki çizgi ile ayırt edilmektedir. 8. Fetâvâ-yı Yahyâ Efendi:118 Zekeriyyazâde Yahya Efendi (ö. 1053/1643).119 Osmanlı tarihi boyunca, fetvalarına en çok referansta bulunulan birkaç Osmanlı şeyhülislâmından biri olan ve fetva imzalarında, mutlak olarak “Yahya” ibaresi yazıldığında kendisi kastedilen (bazan Minkârîzâde’den ayırt etmek için “Yahya el-Evvel” şeklinde de kaydedilmektedir) Zekeriyyazâde Yahya Efendi’nin fetvaları, onun vefatından sonra muhtelif şahıslar tarafından farklı şekillerde derlenmiştir. Tespit edebildiğimiz bu derlemeler şunlardır: a. Esîrî Mehmed Efendi b. Abdülhalim el-Bursevî (ö. 1092/1681).120 (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1116, 1b-289b vr.; Amcazâde Hüseyin Paşa, 117 Kütüphane fişinde, Şeyhülislâm İbn Ebû İshâk Mehmed Esad b. İsmail b. İbrahim (1096-1166/1685-1753; biyografisi için bkz. Muhammet Nur Doğan, “Esad Efendi, Ebûishâkzâde”, DİA, c. XI, s. 338-340) adına kayıtlıdır. Ancak kitabın üzerinde böyle bir kayıt bulunmamakta ve vr. 1a’da yukarıda verilen bilgiler yanında Müstakimzâde’den Hocazâde Esad Efendi’nin biyografisi aktarılmaktadır. 118 Eser hakkında bilgi için bkz. Mustafa Yayla, “Fetâvâ-yı Yahyâ Efendi”, DİA, c. XII, s. 449-450. Bu esere ait Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan mukaddimesiz bir nüsha (nr. 2056, 1b-400b), kitabın herhangi bir yerinde açık bir ifade olmamasına karşılık, kütüphane kataloğunda Minkârîzâde Yahya Efendi’ye (ö. 1088/1677) ait olarak gösterilmişse de bu nüsha ile Esîrî Mehmed Efendi’nin tertiblediği mukaddimesi bulunan Süleymaniye Kütüphanesi Serez nüshası (nr. 1116) üzerinde şahsen yaptığımız inceleme sonucunda, her iki nüshanın da aynı fetvaları içerdiği, ancak nüshalar arasında fetvaların sıralamasında fark bulunduğu ve ilk nüshanın diğerine göre daha çok sayıda fetva içerdiği anlaşılmıştır. Fetâvâ-yı Yahyâ Efendi‘nin kataloglarda zikredilen bazı nüshaları: Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2689, 2690, 9042; Veliyüddin Efendi, nr. 1529; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1412, 3693; Süleymaniye Ktp., A-Tekelioğlu, nr. 821; nr. 95; Carullah, nr. 963; H. Hüsnü Paşa, nr. 311; Hacı Beşir Ağa, nr. 332; Hafid Efendi, nr. 109; İzmir, nr. 248, 249; Kasidecizade, nr. 276; Lala İsmail, nr. 109; Nuri Arlasez, nr. 104; Serez, nr. 1134; Şehid Ali Paşa, nr. 1056, 2831; Yeni Cami, nr. 667-669; Yazma Bağışlar, nr. 3417, 3597; Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 373. Bunların hepsi veya önemli bir kısmı aşağıda bilgi verilecek olan Esîrî Mehmed Efendi’nin derlemesi olabilir. 119 OM, c. II, s. 498. 120 Mehmet İpşirli, “Esîrî Mehmed Efendi”, DİA, c. XI, s. 390-391.
292
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
nr. 254; Ayasofya, nr. 1569, 1083 Cemâziyelâhir başları [1672 Eylül sonları]; Esad Efendi, nr. 1087, 1b-337b, ist. Muharrem 1091 [Şubat 1680]; Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 26868). Fetâvâ-yı Yahyâ Efendi’nin en yaygın derlemesi onun fetva eminliğini yapan ve kendisi de daha sonra şeyhülislâm olan Esîrî Mehmed Efendi’ye aittir. Bu sebeple eser kimi nüshalarında Fetâvâ-yı Abdülhalîm Efendi veya Fetâvâ-yı Halîmiyye olarak da kaydedilmektedir. Esîrî’nin kitaba yazdığı kısa Türkçe mukaddimede belirttiğine göre; kendisi, merhum Şeyhülislâm Zekeriyyazâde Yahya Efendi’nin hizmetinde iken onun birinci, ikinci ve üçüncü şeyhülislâmlık görevleri sırasında defterlere kaydolunan müteferrik fetva suretlerini, imkân ölçüsünce derleyip mütâlaa ederek tenkide tabi tutup seçme yaptıktan sonra, eserde aranan konularla ilgili fetvalara erişebilme kolay olsun diye her kitâba ve her bâba münâsib olan suretleri yerlerine yazmıştır. Kitapta sorular ve cevapları fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak klasik fetva tekniğine göre sıralanmıştır. Bazı nüshalarda fetvaların soru kısmı başlarında “mes’ele” ibaresi bulunmakta, bazılarında ise bulunmamaktadır. Fetvalar arasında bazı Arapça olanlar da mevcut olmakla birlikte eserde fetvaların mesnetlerini teşkil eden Arapça nakillere yer verilmemiştir. Esîrî Mehmed Efendi tarafından yapılan derlemenin Mülahhasu’l-fetâvâ (Mülahhas fetâvâ) adlı daha özet bir versiyonu da bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1227, 1b-81a). Burada yeri gelmişken sürüp giden bir yanlışı düzeltmek isterim. Bağdatlı İsmail Paşa ve Bursalı Mehmed Tahir, Şeyhülislâm Bursalı Esîrî Mehmed Efendi’ye Hulâsateyn fi’l-fetâvâ adıyla bir eser nispet etmekte121 ve TDV İslâm Ansiklopedisi’nde de “fetvalarını ihtiva eden Hulâsateyn fi’l-fetâvâ adlı bir fetva mecmuası bilinmektedir” denilerek eserin bir nüshasına ait kütüphane kaydı verilmektedir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 941, 1b-92a vr.).122 Şahsen inceleme fırsatı bulduğumuz esere ait bu nüshanın, zikri geçen şeyhülislâmla bir ilgisi bulunmadığı anlaşılmıştır. Zira eserin müellifinin tam ismi, mukaddimesinde Seyyid Muhammed el-İspîrî123 b. Seyyid Monla Yusuf b. Seyyid Mon121 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 298; OM, c. I, s. 231 ve c. II, s. 62. 122 İpşirli, “Esîrî Mehmed Efendi”, c. XI, s. 391. 123 Asıl metinde “el-Esîrî” olarak yazılmış ise de sayfa kenarında “el-İspîrî” şeklinde düzeltilmiştir. Murâdî ve Bağdatlı İsmail Paşa da nesep silsilesini metinde geçtiği şekilde ve nisbesini de el-İspîrî olarak verirler. İspîrî el-Hulâsateyn’in bir nüshasını Şeyhülislâm Mehmed Şerîf Efendi’ye hediye etmiş ve o da kendisini Halep müftülüğüne atamıştır. İspîrî 1133’te (1720-1721) Antep’te doğmuş ve Şevval 1194’te (Ekim 1780) Halep’te vefat etmiştir. Bkz. Murâdî, Silkü’d-dürer, c. IV, s. 120-122; Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 342.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
293
la Yakub b. Hacı Ali es-Sûfî b. Muhsin Fakih b. Şeyh İskender şeklinde verilmekte ve Hacı Aydoğmuş el-Gazzâlî evladından olduğu belirtilmektedir. Bu eser; -müellif İspîrî’nin mukaddimede açık biçimde belirttiği üzere- Kadı Muhibüddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Hamevî elAlvânî’nin (ö. 1016/1608)124 Umdetü’l-hükkâm ve merciu’l-kudât ve’lhükkâm (fi’l-ahkâm) adlı üç bin beyitlik manzum eseri ile -bu manzum esere Abdülganî en-Nâblusî (ö. 1143/1731) tarafından yazılan Tenbîhü’l-efhâm adlı şerhten hareketle, şârihin muteber fıkıh ve fetva kitaplarından aktardığı nakil ve görüşler en derli toplu ve en kısa biçimde yazıldıktan sonra-, Hayreddin er-Remlî’nin el-Fetâva’l-Hayriyye adlı eseri de, aynı tarzda telhis edilmiş ve böylece meydana getirilen eser iki hulâsa anlamına gelen el-Hulâsateyn diye isimlendirilmiştir. Fıkıh kitapları sistematiğine göre tertiblenen kitapta meselelerin sonlarında kaynak isimleri verilmektedir. b. Fındık Mustafa b. Şeyh Mehmed (ö. 1105/1694):125 Yahyâ Efendi’nin fetvalarında hareketle birden fazla mecmua meydana getirmiştir. Bu mecmuaların biri fıkhın bütün konularını kapsayacak şekilde genel mahiyette iken diğerleri belli konulara tahsis edilmiştir. i. Nûru’l-fetâvâ (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin, nr. 1581, 1b-366a, ist. 15 Rebîülâhir 1091 (15.5.1680); Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1062; Fatih, nr. 2394; Nuruosmaniye Ktp., nr. 2040). Mukaddimede Filibe kadılığından mazûl olduğunu belirten müellif Mustafa Efendi, “Bursalı (Esîrî) Mehmed Efendi’nin cem‘, te’lîf ve tenmîk buyurduğu Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin fetva suretlerini ve nakillerini bâblar ve fasıllar ile tahrir eylediğimden gayri münasebet-i makam ile muhadderât (...) ibârât-ı kütüb olan niçe mesail-i mühimmeyi dahi bâblar ve fasılları ile zam ve ilhâk ve idrâc ve ilsâk ve Nûru’l-fetâvâ deyü tesmiye eylemişimdir (...)” diyor. Maamafih Ebussuûd Efendi, Mehmed Bahâî Efendi, Su124 Biyografisi ve manzumesi hakkında bilgi için bkz. Murâdî, Arfu’l-bişâm, s. 57-63. 125 İstanbul’da dünyaya gelen Fındık Mustafa Efendi tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik ve bir çok şehirde kadılık görevinde bulunup Muharrem 1104’te Filibe kadısı oldu. Cemâziyelevvel 1105’te (Ocak 1694) emekliye ayrıldı. Aynı yıl içinde, İstanbul’da vefat etti. Bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. II-III, s. 82-83 ve 105 (indeks); Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletü’ş-Şakâik fî hakkı ehli’l-hakâik, Abdülkâdir Özcan (nşr.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989, s. 211; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 442; a.mlf., Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 686. Bursalı Mehmed Tahir de, vefat tarihini 1150 olarak vermektedir ki (OM, c. II, s. 63) bu muhtemelen yazım hatasıdır. Not: Fındık Mustafa (b. Hacı Mehmed) diye bilinen Konya doğumlu ve Eyüp kadısı iken 5 Ramazan 1099 (4.7.1688) tarihinde vefat eden bir başka âlim daha bulunmaktadır (bkz. Vekayiü’l-fudalâ, c. II-III, s. 8-9). Yukarıda eserlerinden söz edilen Filibe kadısı Fındık Mustafa, bu şahıstan Sakkâk lâkabıyla ayrılmaktadır. Vekâyiü’l-fudalâ’nın indeksinde her iki şahsa ait bilgiler birbirine karışmıştır.
294
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
nullah Efendi ve Hanefî Efendi gibi şeyhülislâmlara ait bazı fetvalar da kaydedilmiştir. ii. Câmiu’d-deâvî ve’l-beyyinât (Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 242, ist. Cemâziyelevvel 1105 [Ocak, 1694] Pazartesi, 0b-242 vr.). Fındık Mustafa Efendi’nin, kitabın Türkçe olan mukaddimesinde verdiği bilgiye göre; sâbık Şeyhülislâm Bursevî (Esîrî) Mehmed Efendi’nin derleyip te’lîf ettiği merhûm Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin fetva suretlerini ve nakillerini bâblar ve fasıllar ile bir araya getirdiği Nûru’l-fetâvâ adlı mecmûanın makbul meselelerini derlemiş ve ortaya çıkan eserine de, Câmi‘u’dde‘âvî ve’l-beyyinât adını vermiştir.126 Kitaptaki fetvalar; çoğunlukla, Yahya Efendi’ye ait olmakla birlikte Ebussuûd, Sunullah Efendi gibi bazı şeyhülislâmlara ait fetvalar ve bu fetvaların Arapça nakilleri de bulunmaktadır. Eser, adından da anlaşılacağı üzere, yalnızca dava ve davayı ispat vasıtaları hakkında verilmiş fetvaları içermekte olup bu mecmûada fıkhın diğer konuları yer almamaktadır. iii. Seyfü’l-hükkâm: (Köprülü Ktp., Hacı Ahmed [2. kısım], nr. 110, 1b97b; TSMK Emanet Hazinesi, nr. 817, ist. 1089/1678). Karatay; Mustafa Efendi’nin, muhtelif fetva kitaplarından topladığı fetvaları bu isim altında tedvin ve tertib etmiş olduğunu belirtir.127 Oysa Fındık Mustafa Efendi, Türkçe olarak kaleme aldığı mukaddimede, sâbık Şeyhülislâm Bursevî Mehmed Efendi’nin cem‘ ve te’lîf ettiği -merhûm Yahya Efendi’nin fetva suretlerinin nakillerini bâblar ve fasıllar ile yazıp derlediğiNûru’l-fetâvâ adındaki mecmuanın makbul meseleleri arasında yer alan arazi-yi sultânî ahkâmının tetimmesi olan bu risâleyi ayrı bir eser haline getirerek Seyfü’l-hükkâm adını verdiğini belirtir. Okuyuculardan eserdeki hata ve kusurları serinlik ile tashîh ve ıslâh etmelerini ve eseri çoğultmak isteyen öğrencilerin kendisinin bir meseleyi yazdığı şekilde kitâb, bâb ve faslı ile nakledip “nukıle min kitâbi’l-fülân” (fülânın kitabından naklolundu) demekle yetinmemelerini rica etmektedir. Fetvaların çoğunluğu Yahya Efendi’ye ait olmakla birlikte Ebussuûd, Sunullah Efendi ve Sa‘dî Çelebi gibi bazı şeyhülislâmlara ait fetvalar bulunmaktadır. Fetvaların Arapça nakilleri de kaynakları zeyillerinde zikredilerek kaydedilmektedir. Bazan Arapça nakiller oldukça uzun tutulmuştur. 126 Esîrî Mehmed Efendi’nin Nûru’l-fetâvâ adlı eserinden istifade ile hazırlanan bu mecmuayı bazı kaynaklar doğrudan Esîrî Mehmed Efehdi’ye nispet etmektedir. Bkz. Bağdatlı İsmail Paşa, Îzâhu’l-meknûn, c. I, s. 353; a.mlf., Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 298; Bursalı Mehmed Tahir, OM, c. I, s. 231. 127 Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, İstanbul 1961, c. I, s. 102.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
295
iv. Fethu’l-bârî (İstanbul Ün. Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1321/2, 2b-107b). Fındık Mustafa Efendi, bir başka derleme fetva çalışması olan bu eserinin mukaddimesinde; kadılık yaptığı sırada karşılaştığı davaları ve hüccetlerinin sûretlerini yazmış ve aradan uzun bir süre geçtikten sonra da, bunları Ravzatü’l-kudât128 adlı iki ciltlik güzel bir eserde temize çekip her hüküm suretinin meselelerini muteber kaynaklardan hâmişine yazmış olduğunu ve ardından da, dostlarının bu eseri kopyalamak istediklerinde -tembellik ve bıkkınlık gelip- kenarında olan meseleleri atlamaları ihtimaline karşın, hâmişde yazdığı meseleleri, bölümlere ayrılmış müstakil bir kitap haline getirerek Fethu’l-bârî ismini verdiğini belirtir. Beş fasıl ve bazı alt başlıklardan oluşan bu eserde, ağırlıklı olarak muhakeme usulüne dair konular yer almaktadır. Ebussuûd, Sunullah, Yahya, Ali Efendi, Mehmed Bahâî, Bolulu Mustafa Efendi gibi şeyhülislâmların Türkçe fetvaları ve bunların Arapça nakilleri de bulunmaktadır. c. Abdülcelil b. Mustafa el-Aksarâyî (ö. Receb 1076 / Ocak 1666):129 Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3417, ist. Muharrem 1097 (Kasım 1685), 1b-126a. Aksarâyî; nüshasının üzerinde Fetâvâ-yı Şerîf-i Yahya Efendi kaydı bulunan bu esere yazdığı Arapça kısa mukaddimede, derlemiş olduğu bu Fetâvâ’nın, hocası şeyhulislâm Zekeriyyazâde Yahya Efendi’nin fetvalarını içerdiğini belirtir. Nitekim Kâtib Çelebi de, Zekeriyyâzâde Yahya Efendi’nin fetvalarını Abdülcelil b. Mustafa el-Aksarâyî’nin derlediğini kaydeder.130 Mecmua, genel olarak, Yahya Efendi’nin fetvalarını içermektedir; fakat münasip yerlerde, İbn Kemâl, Ebussuûd, Kadızâde Ahmed, Mehmed Bahaî, Abdülaziz, Muid Ahmed, Ebü’l-Meyâmin Mustafa Efendi, Hoca Sadeddin, Hocazâde Mehmed, Hocazâde Mehmed Esad, Ebû Saîd gibi daha pek çok şeyhülislâm yanında Akkirman müftüsü Abdülbâkî Efendi gibi bazı taşra müftülerinin fetvalarına da yer verilmiştir. Fetva sonlarında düz yazı ile imzalar yer almaktadır. 128 Ravzatü’l-kuzât fi’l-mahâdır ve’s-sicillât adlı bu eserin yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Amcazade Hüseyn, nr. 192, Esad Efendi, nr. 805, 806; Hacı Mahmud Ef.. nr. 1016; Atıf Efendi Ktp., Atıf Efendi, nr. 1168. Ayrıca bkz. Îzâhu’l-meknûn, c. I, s. 596; Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 442; Dobraca, Katalog, c. II, s. 966. 129 Şeyhülislâm Yahya Efendi’ye mülâzemet ettikten sonra, aralarından Sahn-ı Semân da olmak üzere bir çok medresede müderrislik yaptıktan sonra Muharrem 1075’te (Temmuz-Ağustos 1664) atandığı Medine kadılığı görevi sırasında vefat etmiştir. Bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 326-327. 130 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1224.
296
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Aksarâyî; bu Fetâvâ’nın yer aldığı mecmûanın devamında, Ebussuûd’un Ma‘rûzât’ı (vr. 127a-131b), Dede (Cöngi) Efendi’nin (ö. 975/1567) Siyâset-i Şer‘iyye risâlesi131 (vr. 132a-136a, ist. 10 Muharrem 1094) ve bazı şeyhülislâmların fetvalarına yer verdikten sonra şu açıklamada bulunmaktadır (vr. 149b): “Bu kitabda merhûm ve mağfûr leh Şeyhülislâm Yahya Efendi hazretlerinin iftâ buyurdukları fetvalardan tahminen üç bin (3000) fetva ki lâzime ve mühimmedir cem‘ olunub ve mukâbele olundukdan sonra tahrîr olunmuşdur. Ve merhûm ve mağfûr leh Ebussuûd Efendi hazretlerinin fetva-yı ma‘rûzası tertîb üzre kendi hatt-ı şerîflerinden mukâbele olunub tahrir olunmuşdur ve yine merhûm ve mağfûr leh Ebussuûd Efendi hazretlerinin kendü imzalarıyla olan fetâvâ-yı müteferrikadan ikiyüz kırk iki (242) fetva tahrir olunub ve mukâbele olunmuşdur. Ve ecille-i meşâyihdan merhûm Kemalpaşazâde Efendi ve Kadızâde ve Malûlzâde ve Çivizâde ve Şeyh Abdülkâdir Efendi ve Bostanzâde Efendi ve Sunullah Efendi hazerâtının kendü imzaları ile olan fetâvâdan seksen iki (82) fetva ba‘de’l-mukâbele tahrir olunmuşdur. Ve merhûm Dede Efendi’nin bir risâle-i lâzimesi tahrir olunmuşdur. Rahimehümüllâhü’l-kerîmü’l-gafûr ve cezâhum fi’l-cenneti bi’l-hûri ve’l-kusûr. Harreruhû Abdülcelil b. Mustafa el-Aksârâyî.” 9. Fetâvâ: Bahâî Mehmed b. Abdülaziz b. Hoca Sâdeddin (ö. 1064/1654).132 Amasya Bayezid İl Halk Ktp., nr. 1631, 49b-119b vr.;133 TSMK, Revan Köşkü, nr. 1938, vr. 151a-166b; İstanbul Belediye Ktp., Belediye, nr. 40_Kü, 76 vr. (Bu nüsha Sultan Süleyman b. SelimZamanında Kanunname ve Fetvalar adıyla Bahâî Efendi’ye nispet edilmektedir). İki kez şüyhülislâmlık görevinde bulunan Bahâî Efendi’nin (18.7.16492.5.1651, 16.8.1652-2.1.1654) fetvalarına muhtelif mecmuaların baş ve sonlardaki sayfalarında, sayfa kenarlarında veya bazı derlemeler içinde rast gelmiş olmakla birlikte müstakil bir nüshasını inceleme imkânı bulamadık. Kataloglardan, bazı nüshalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bağdatlı İsmail Paşa, Bahâî Efendi’nin Fetâvâ’sı bulunduğu kaydedi131 Dede Cöngi Efendi’nin bu eseri, Arapça aslı es-Siyâsetü’ş-şer‘iyye adıyla neşredilmiştir (Fuâd Abdülmun‘im (nşr.), İskenderiye: Müessesetü Şebâbi’l-Câmia, 1411/1991). Ayrıca Meşrebzâde Mehmed Arif Efendi tarafından yapılan tercümesi ise Ahmet Akgündüz tarafından Osmanlı Kanunnameleri (c. IV, s. 122-212) içinde yayımlanmıştır. 132 Mehmet İpşirli ve Mustafa Uzun, “Bahâî Mehmed Efendi”, DİA, c. IV, s. 463-464. 133 Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu: Amasya Bayezid İl Halk Kütüphanesi, (Faruk Alp ve ötekiler (haz.)], Ankara: Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü, 1992, c. III, s. 114.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
297
yor134 ve Bursalı Mehmed Tahir de “Fetâvâya müteallik eseri de müteârafdır” diyor.135 10. Fetâvâ-yı Karaçelebizâde: Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi (ö. 1068/1658),136 Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1048/1, vr. 1b-168b. Türkçe olan fetvalar, klasik fıkıh kitapları sistematiğine göre sıralanmıştır. 11. Fetâvâ: Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi (ö. 1073/1662, 21.11.165623.5.1657),137 Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 944/3, 96b-108b vr. Risâlenin baş kısmında (vr. 96b) “Şeyhülislâm Bâlîzâde Efendi’nin elinden virdiği fetvâlardır” kaydı bulunmaktadır. Toplam 137 fetva içeren mecmuada; fetvalar, fıkıh bablarına göre müretteb değildir. Fetvaların sonlarında, “Ketebehû el-hakîr Mustafa Bâlî -ufiye anhümâ-” imzası bulunmaktadır. 12. Fetâvâ-yı Minkârîzâde (Fetâvâ-yı Atâullah Efendi, Fetâvâ-yı Atâiyye, Atâullah Fetâvâsı).138 Şeyhülislam Minkârîzâde Yahya Efendi (ö. 1088/1677). Bu eser; Minkârîzâde’nin öğrencilerinden ve onun döneminde fetva emînliği yapan Atâullah Mehmed Efendi’nin (ö. 1127/1715),139 fetvala134 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 286. 135 OM, c. II, s. 101. Budin eyaletindeki arazi-i harâciyye ve öşriyye hakkında verdiği fetva için bkz. TSMK, Revan Köşkü, nr. 678 (Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 97). Ayrıca bkz. Dobraca, Katalog, c. II, s. 942. 136 Nevzat Kaya, “Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi”, DİA, c. XXIV, s. 381-383. Not: “Fetvalarının Fetâvâ adıyla toplandığı da bilinmektedir” diyen Nevzat Kaya; burada, eserin yazmasından söz etmemekle birlikte, Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi’nin Ravzatü’l-ebrâr Zeyli’nin (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2003) tahkik çalışmasında yukarıda zikredilen yazmaya atıfta bulunmaktadır (giriş kısmı, s. xxxiii). 137 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 297-298; İlmiye Salnâmesi, s. 472; OM, c. I, s. 258. Bursalı Mehmed Tahir, vefatını 1069 olarak vermektedir. 138 Eser hakkında bilgi için bkz. Mustafa Yayla, “Fetâvâ-yı Minkârîzâde”, DİA, c. XII, s. 444-445; Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 44-48; Dobraca, Katalog, c. II, s. 788-789. DİA’daki (c. IV, s. 47) bir başka maddede, bu mecmuanın Fatih nr. 2386 ve Esad Efendi nr. 1095 nüshaları yanlışlıkla Şerifzâde Topal Atâullah Mehmed Efendi’ye (17601811) nispet edilmiştir. Muhtemelen bu karışıklığı önlemek için, Bağdatlı İsmail Paşa Türkçe olanı el-Fetâvâ ve diğerini Fıkhu’l-Atâî olarak isimlendirmiştir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 313. 139 Atâullah Efendi, daha sonraki tarihlerde şeyhülislâm olmuş, fakat bu görevde 14.3.1713-20.5.1713 tarihleri arasında iki ay, yedi gün gibi kısa bir müddet kalabilmiştir. İslâm hukukunda derin bilgi sahibi olması sebebiyle, üç defa fetva eminliği görevine atanmıştır. Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa (nr. 427) nüshasında 1125 (1713) yılında vefat edip Edirne’ye defnedilen Osmanlı şeyhülislâmı merhûm Mehmed Atâullah Efendi’nin Fetâvâ’sı olduğu belirtilmekte ve Mevlâ Mehmed Nuri’nin 1310 tarihli temüllük kaydı bulunmaktadır. Ancak 1125 tarihi, Atâullah Efendi’nin Edirne’ye gidip orada şeyhülislâm tayin edildiği yıldır. İki ay yedi gün sonra azledildi ve 1127’te (1715), sürgün yeri olan Bolu’da vefat etti. Bkz. Mehmet İpşirli, “Atâullah Mehmed Efendi”, DİA, c. IV, s. 46-47. Pehlül Düzenli, Atâullah Efendi’nin tevazu için kullandığı “el-hakîr” sıfatını “el-Hızır” şeklinde okumuş ve onun isimlerinden biri gibi göstermiştir. Bkz. Meşîhat Fetvâları, s. 44.
298
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
rın nakillerini kaynak isimleriyle kaydettiği çalışmasıyla yaygınlık kazanmış olduğu için Fetâvâ-yı Atâullah diye bilinmektedir.140 Atâullah Mehmed Efendi; mukaddimede belirttiğine göre, Minkârîzâde’nin (21.11.1662–21.2.1674) fetva hizmetinde bulunmuş, müsevvidlik yapmış ve meselelerin araştırılması işinde çalışmıştır. Minkârîzâde’nin -bu dönemde hazırlanan- fetva mecmuası, daha sonra ıslanıp kullanılamaz hale gelmiş ve adeta fetvaları unutulmaya yüz tutmuş idi. Bu fetvaları nasıl derleyeceğini düşündüğü bir dönemde; tanıdıklarından birinin, merhumun imzasını taşıyan çok sayıda fetva ve meseleyi elde ederek diğer fetva kitapları gibi- bölümlere göre tertiblemiş olduğunu kaydeden Atâullah Efendi, müstensihin bazı cevaplarda hata yapma ihtimali hatırına geldiği için, merhumun torunu Çelebi Efendi ile temas kurup desteğini de almak suretiyle bu mecmuayı meydana getirmiştir. Atâullah Efendi’nin nakli olan bu çalışması yaygın olarak bilinir, fakat Minkârîzâde’nin fetvalarını nakilsiz içeren veya nakillerin sayfa kenarlarında verildiği nüshalar da bulunmaktadır.141 13. Fetâvâ-yı Ali Efendi: Çatalcalı Ali Efendi (1103/1692),142 İstanbul: Matbaa-i Amire, 1245/1830, 1312/1894, 1324-1325 (Fetâvâ-yı Feyziyye ile birlikte). Cengiz Kallek’in sayımına göre 4412 fetva içeren eser fetvahânenin en muteber kabul ettiği Osmanlı şeyhülislâmlarına ait dört fetva kitabından biridir ve ondan fazla baskısı yapılmıştır. Bazı yazma nüshalarının 140 Kütüphanelerde, oldukça çok sayıda nüshası bulunan bu eserin inceleme fırsatı bulduğumuz nüshalarının bazısında mukaddime bulunmakta, bazılarında ise bulunmamaktadır. Mukaddimesi bulunanlar: İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 144, ist. 21 Zilhicce 1117 (5.4.1706); Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1264, ist. Zilkade 1121 (Ocak, 1710) [bu nüshanın ferâğ kaydında müstensih Tekyenişînzâde Abdullah bin Hüseyin el-Kastamonî, bu eserin üç ayrı nüshasını yazmaya muvaffak olduğunu belirtir]; İzmir, nr. 266, ist. Rebîülâhir 1122 (Haziran, 1710) ortaları; Yazma Bağışlar, nr. 3251, 25 Cemâziyelâhir 1126 (8.7.1714); Kasidecizade, nr. 275, 22 Zilkade 1128 (7.11.1716); Fatih, nr. 2386; Esad Efendi, nr. 1095. Mukaddimesi bulunmayanlar: H. Hüsnü Paşa, nr. 427, ist. [27] Muharrem 1121 (8.4.1709); Hafid Efendi, nr. 102, ist. Safer ortaları 1132 (Aralık 1719 sonları); Pertevniyal, nr. 342, 8 Zilkade 1208 Cuma (7.6.1794); Carullah Efendi, nr. 954, 1b-362b. Not: Katalogda ve mecmuanın kapak sayfasında Fetâvâ-yı İsmet olarak kaydedilen eser de (Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2685) Fetâvâ-yı Atâiyye’nin mukaddimesi bulunmayan bir başka nüshasıdır. 141 Kataloglara göre bu eserin bazı nüshaları: Beyazıt Devlet Ktp. Beyazıd, nr. 4789, 2765, 2789, 9043; Veliyüddin Efendi, nr. 3413, 9039; Milli Kütüphane, YZ A 3242; Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 137; Esad Efendi, nr. 1088; Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 355, 610 [bu nüshanın ilk sayfasının fotoğrafı DİA’da (c. XII, s. 444) yayımlanmıştır]. Nüshaları için ayrıca bkz. Yayla, “Fetâvâ-yı Minkârîzâde”, DİA, c. XII, s. 445. 142 Mehmet İpşirli, “Çatalcalı Ali Efendi”, DİA, c. VIII, s. 234-235. Ayrıca Fetâvâ’sının tanıtımı için bkz. Cengiz Kallek, “Fetâvâ-yı Ali Efendi”, DİA, c. XII, s. 438.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
299
istinsah tarihinden, Fetâvâ’nın Ali Efendi henüz hayatta iken derlendiği anlaşılmaktadır. Fındık Mustafa b. Şeyh Mehmed (ö. 1105/1694),143 Ahıskalı Ahmed Efendi (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 218), Seyyid Mehmed b. Seyyid Mustafa İbnü’l-Mukayyid (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr.1031, ist. 11 Muharrem 1161 [12.1.1748]) ve Salih b. Ahmed elKefevî; klasik fıkıh ve fetva kitaplarında bulunan ve Ali Efendi’nin fetvalarının mesnedini teşkil eden hükümlerin, bulundukları kaynak adı ve bölümünü belirtmek ve Arapça asıllarını da vermek suretiyle Nukûlü Fetâvâ-yı Ali Efendi adıyla birer eser meydana getirmişlerdir. Kitabın basımında, Kefevî’nin çalışması esas alınmış ve Ali Efendi’nin Türkçe fetvalarından sonra onun derlediği Arapça mesnetleri zikredilmiştir (sabık Lâzkiye [Denizli] kadısı Mustafa b. Mahmud Efendi tarafından 3 Şevval 1127 [2.10.1715] tarihinde istinsâhı tamamlanan ve nukûl bulunmayan bir nüshası için bkz. Süleymaniye Ktp., Harput, nr. 283, 1b-239b). Şam müftüsü Hâmid b. Ali ed-Dımaşkî el-İmâdî (ö. 1171/1758),144 Ali Efendi’nin Fetâvâ’sını el-Metâlibü’l-Seniyye li’l-Fetâvâ’l-Aliyye adıyla Arapça’ya tercüme etmiştir (Konya Karatay Yusufağa Ktp., nr. 393/24, 183b-244b). Yazar; önsözde, bu eserin Türkçe aslının Osmanlı ülkesi müftüsü Şeyhülislâm Ali Efendi’ye ait olup fukahânın bazı şer‘î ve kanunî meselelerle ilgili görüşlerini bir araya getirdiğini, müracaat kolay olsun diye bu eseri fihrist halinde derlediğini bildirmektedir (www.yazmalar.org). Bu eser, Murâdî’nin de ayrı ayrı zikretmesinden anlaşılacağı üzere, Hâmid Efendi’nin iki büyük ciltlik Fetâvâ’sından145 farklıdır. Ali Efendi’nin Fetâvâ’sından özet halinde seçmelerin yer aldığı Fetâvâ Kurretü’l-ayn (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1321/1, 1b-10b) adlı eserin baş tarafında (vr.1a), “Şeyhülislâm ve müfti’l-enâm Ali Efendi’nin Abdülfettâhzâde tertibi üzre mürettebe olan suver-i fetâvâ ve mesâilini ve bazı meşâyih-i İslâm’ın dahi suver-i 143 Mustafa b. Şeyh Mehmed’in bu çalışmasının bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Yozgat, nr. 325, vr. 1b-155a) bulunmaktadır. Eserin mukaddimesinde Mustafa Efendi, fıkıh ilmiyle ilgilenirken Şeyhulislâm Ali Efendi’nin şeyhülislâm iken veriği fetvaları içeren bir kitap eline geçince başından sonuna kadar inceleyip her fetvanın nakledildiği kaynakları (menkûl anh) muteber kitaplardan ibaresini aynen muhafaza ederek nakledip ve fetvaların zeyline yazmaya muvaffak olduktan sonra eserine Nukûlü’l-fetâvâ adını verdiğini belirtir. İbadetler, nikâh, radâ, talâk, nafaka, itâk, eymân, hudûd ve siyer ana bölümlerinden oluşan eserde toplam 19 bölüm bulunmakta ve eser Kitâbü’s-Siyer’le bitmektedir. Alış-veriş konuları mevcut değildir. Muhtemelen eser tamamlanamamıştır. 144 Bkz. Muhammed Halil b. Ali el-Murâdî, Arfu’l-bişâm fîmen veliye [vülliye] fetvâ Dımaşki’ş-Şâm, Muhammed Mutî‘ el-Hâfız ve Riyâd Abdülhamîd Murâd (nşr.), Dımaşk 1399/1979, s. 114; Keşfü’z-zunûn Zeyli, c. II, m. 495. 145 Murâdî, Arfu’l-bişâm, s. 112.
300
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
fetâvâ ve mesâilini müştemil Kurretü’l-ayn ismi ile müsemmâdır.” kaydı bulunmaktadır. Bu küçük mecmuada fetvalar peşpeşe ve müftü ismi verilmeden özet cümleler halinde (fihrist) nakledilmiştir. Mecmua şu beş fasıldan müteşekkildir: 1) Dava ve şahitliğin sıhhati, 2) şirket, mudârebe ve bıdâa, 3) istihlâf ve dava türleri, 4) vakıfların ve şartların ispatı, 5) vasiyet türleri ve ispatları. Fetvâ emîni Çeşmîzâde Mehmed Hâlis’in hazırladığı Hulâsatü’l-ecvibe adlı eserde Fetâvâ-yı Ali Efendi’de bulunan fetvalar özetlenerek neşredilmiştir. İbrahim Ural tarafından Şeyhulislam Fetvaları: Ali Efendi (İstanbul: Fey Vakfı, 1995) adıyla hangi nüsha olduğu belirtilmeden “Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan orijinal metninden aynen alınmıştır” denilerek sadeleştirilip yayımlanan eser ise, Fetâvâ-yı Ali Efendi’nin yalnızca birinci cildi olup 2032 fetva içermektedir. Esra Yakut tarafından “Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetâvâ-yı Ali Efendi Adlı Fetva Mecmuasına Göre Osmanlı Toplumunda Aile Kurumunun Oluşması ve Dağılması” adlı bir makale çalışması yapılmıştır (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi [OTAM], 1996, Ankara, sy. 7, 287-318). 14. Fetâvâ-yı Feyziyye maa’n-nukûl ve’ş-şevâhidi’l-kaviyye: Seyyid Feyzullah Efendi (14.2.1688-2.3.1688, 25.5.1695-27.7.1703, ö. 1115/1703),146 İstanbul: Dârü’t-Tıbâati’l-Âmire, 1266/1850, 1324-1325 (Fetâvâ-yı Ali Efendi’nin kenarında). Fetvahânenin muteber saydığı fetva kitaplarından biridir. Şeyhülislâm Mehmed Refik Efendi’nin (ö. 1871) -bu eserle birlikte basılan ve eserdeki fetvaların, fıkıh kitaplarından mesnetlerinin gösterildiği- Nukûlü’lFetâva’l-Feyziyye adlı bir kitabı vardır.147 Mürettip Arapça olarak kaleme aldığı mukaddimede; mecmuanın önemli meseleleri içermekle birlikte, bu meselelerin çoğunluğunun nakilsiz olduğunu ve bazısının uygun başlıkları altında verilmediğini söyleyerek bu nakillerin muteber kitaplardaki ibarelerini derleyip hangi hususi kitaptan alındığını belirttiğini, ana konularla ilgili yapılan mutemet tanımları yazdığını ve uygun yerlerinde verilmeyen fetvaları -ulaşılması daha kolay olsun diye- olması gereken yerlerine taşıdığını ifade eder. Fetvalarla ilgili eleştirilerini ve yanlış anlaşılabilecek genel ifadelerin kayıtlarını belirtmiş, iktibas ettiği nakil bir sonraki sorunun cevabını da içermekte ise buna işaret ederek 146 Mehmet Serhan Tayşi, “Feyzullah Efendi, Seyyid”, DİA, c. X, s. 527-528. Eser hakkında bkz. Salim Öğüt, “Fetâvâ-yı Feyziyye”, DİA, c. XII, s. 443. 147 Muhammed Aruçi, “Mehmed Refik Efendi”, DİA, c. XXVIII, s. 518.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
301
nakli tekrar etmemiş ve Arapça olarak getirdiği bu eleştiri ve açıklamaların sonuna “li-mürettibih” (mürettibe aittir) ibaresini koymuştur. Fetâvâ-yı Feyziyye’de bulunan fetvalar ayrıca fetva emîni Çeşmîzâde Mehmed Hâlis’in hazırladığı Hulâsatü’l-ecvibe adlı eserde özet halinde neşredilmiştir. 15. Fetâvâ-yı Abdürrahîm: Menteşzâde Abdürrahim Efendi (26.6.17154.12.1716, ö. 1128/1716),148 c. I-II, İstanbul: Dârü’t-Tıbâati’l-Ma‘mûreti’s-Sultâniyye, 1243/1827. Matbu mecmua on bir bin elli (11050) civarında fetva içermektedir. Bu mecmua fetvaların mesnetlerinin gösterildiği nakilleri içermemekte, sadece ilk cildin 95. sayfasına kadar olan kısımda sayfa kenarlarında bazı nakillere yer verilmektedir. Fetva emîni Mehmed b. Ahmed b. Mustafa el-Gedûsî (ö. 1253/1837) Fetâvâ-yı Abdürrahîm’deki fetvaların nakillerini derlediği Feyzü’l-kerîm fî nukûli Fetâvâ Abdirrahîm adıyla bir eser meydana getirmiştir (İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 142-143, c. I-II, 455+469 vr., ist. 3 Safer 1238/20.10.1822, mukabelesi 21 Receb 1238’de [3.4.1823] tamamlanmıştır. Diğer yazmaları: Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 498; Yazma Bağışlar, nr. 2006). Müellif hattıyla olan iki ciltlik İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi nüshası; fetvahânenin müsevvid odasında müsevvidler tarafından kullanılmak üzere, fetva emînliği yaptığı sırada Gedûsî [Gedizli] tarafından vakfedilmiştir. Bu nüshada, Nakîbüleşrâf es-Seyyid Mehmed Atâullah el-Hüseynî, sâbık Anadolu kazaskeri Hacı Mehmed Hamîd b. Hacı Mustafa Âşir, Mehmed Sâlihefendizâde Ahmed Esad, sâbık Rumeli kazaskeri es-Seyyid İbrahim İsmet, sâbık İstanbul kadısı esSeyyid Mehmed Münîb el-Ayıntâbî efendilerin takrizleri bulunmaktadır. Gedûsî, Abdürrahim Efendi’nin Fetâvâ’sının bir çok mesele ve bol faide içermesine rağmen çok az nakil bulunduğunu, bu sebeple her bir fetvanın kaynağını gösterdiğini ve böylece araştıranlara doğrunun anlaşılmasında yardımcı olduğunu ve büyük âlimler katında çok büyük kabul gördüğünü belirtir ve hatta bu nakilleri içeren eser hakkında İstanbul kadılığı payeli Münîb Efendi’nin takrizinde söylediği “kabul görme sınırının nihâî derecesine ulaştığı” şeklindeki ifadesine işaret eder. Abdürrahim Efendi’nin her bir Türkçe fetvasının ardından, hemen Arapça nakilleri ve nakil sonlarına da kaynak isimlerini ve bölüm adlarını kaydetmiştir. Kallek’in “Gedizli Mehmed Efendi, fetvaların orijinallerini 148 Mehmet İpşirli, “Abdürrahim Efendi, Menteşzâde”, DİA, c. I, s. 289-290. Ayrıca Fetâvâ’sının tanıtımı için bkz. Cengiz Kallek, “Fetâvâ-yı Abdürrahîm”, DİA, c. XII, s. 437.
302
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
kaydetmeden klasik fıkıh kitaplarında bunlara mesnet teşkil eden hükümleri, kaynağın adını ve bölümünü belirterek Arapça metinleriyle birlikte nakletmiştir” ifadesi;149 muhtemelen kendisinin metinde zikrettiği ve gördüğü, ancak bizim inceleyemediğimiz eserin diğer iki yazma nüshasının muhteva tavsifidir. Aksi halde, eserin İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi’ndeki mevcut yazması, fetvaların Türkçe orijinallerini de içermektedir. Gedûsî’den ayrı olarak Malatyalı Hocazâde Seyyid Mehmed Rasim Efendi de (ö. 1316/1898),150 Abdürrahim Efendi’nin Fetâvâ’sının nükûlünü hazırlamış (Fetâvâ Abdurrahim ma‘a’n-nukûl) ve -eserin mukaddimesinde belirttiğine göre- Sultan Abdülaziz döneminde Şeyhülislâm [Turşucuzâde] Ahmed Muhtâr-ı Sânî zamanında (6.11.1872-11.6.1874) temize çekmiştir. Ancak nüshanın sonunda, birinci cildin tamamlandığı ve ikinci cildin takip edeceği belirtilmektedir (İstanbul Müftülüğü, nr. 136). Fetâvâ-yı Abdürrahîm’de bulunan fetvalar, ayrıca, fetva emîni Çeşmîzâde Mehmed Hâlis’in hazırladığı Hulâsatü’l-ecvibe adlı eserde özet halinde neşredilmiştir. 16. Fetâvâ: Şeyhülislâm Damadzâde Ebü’l-Hayr Ahmed (ö. 1154/1741),151 TSMK, Revan Köşkü, nr. 312, 32 vr.; Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., Burdur İl Halk Ktp., nr. 1840, 214 vr. Bursalı Mehmed Tahir’in Mecmûa-i Ebü’l-Hayr adıyla kaydettiği eserle152 aynı olmalıdır. 17. Behcetü’l-fetâvâ maa’n-nukûl: Şeyhülislâm Yenişehirli Ebü’l-Fazl Abdullah b. Mehmed (7.5.1718-30.9.1730, ö. 1156/1743),153 İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1266/1850, 1289/1872, 643 s. Osmanlı fetva mecmualarının en değerlilerinden biri olan eser, fetva emini Mehmed Fıkhî el-Aynî tarafından tertib edilmiştir. Aynî’nin giriş149 Aynı yerde. 150 Eserin kapak sayfasında bulunan, oğlu Taceddin Efendi’nin 23 Rebîülâhir 1323 (27.6.1905) tarihli vakıf kaydına göre; Malatyalı Hocazâde Seyyid Mehmed Râsım Efendi, Diyarbakır vilayeti Mahkeme-i Bidâyet-i Hukuk reisliği yapmıştı. Bağdatlı İsmail Paşa ise, Diyarbakır dönüşünde İstanbul’da vefat ettiğini belirtir ve kelâm, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf alanlarında yazdığı eserlerin listesini verir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 395. Bu listede yer almayan, ama yukarıda zikredilen esere yazdığı mukaddimede Sefîne-i Râsim adlı dört ciltlik yetmiş cüzü aşan bir Mülteka’l-ebhur şerhi yazdığını belirtmektedir. Ayrıca Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Şerhi adlı bir eseri de bulunmaktadır (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1591, ist. 1298, 726 vr.). 151 İlmiye Salnâmesi, s. 513. 152 OM, c. II, s. 63. 153 Mehmet İpşirli, “Abdullah Efendi, Yenişehirli”, DİA, c. I, s. 100-101.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
303
te belirttiğine göre, daha önceki şeyhülislâmlardan farklı olarak Abdullah Efendi, vermiş olduğu fetvaları bizzat kendisi büyük bir kitap halinde derlemişti. Ancak meselelerin çoğunluğunun, uygun yerlerine yazılmamış olması eserden istifadeyi güçleştiriyordu. Bu sebeple Abdullah Efendi’nin hizmetinde bulunduğu sırada Aynî, daha kullanışlı hale gelmesi için kitabı, klasik fıkıh kitapları sistematiğine uygun biçimde yeniden düzenlemiştir. Abdullah Efendi’nin daha sonra verdiği ve derlenen ilk mecmuadan bir kat daha fazla yekün tutan fetvaları da ilâve etmiş olan Aynî; müftülerin fetvalarına ve hakimlerin baktıkları davalardaki kararlarına mesnet almaları için, -ibare ve lafızlarda hiçbir değişikliğe gitmeden- kaynağın adını, bâb ve fasıllarını beyan ederek her meselenin karşılığına Hanefî ulemasının muteber kaynaklarından Arapça nakillerde bulunmuştur. Bu esere Behcetü’l-fetâvâ ismini veren de kendisidir. Fetvalar genelde Türkçe olmakla birlikte, bazı Arapça fetvalar da bulunmaktadır (meselâ bkz. s. 21-22, 34, 83, 188). Eserin diğer fetva mecmualarından bir farkı da onların doğrudan temizlik konusuyla başlamasına karşın bu mecmuanın, inanç konularıyla ilgili fetvalarla başlamasıdır. Önemine binaen Behcetü’l-fetâvâ üzerine birtakım çalışmaların yapıldığı görülmektedir. İstanbul’da Kısmet-i Askerî Mahkemesi’nde katiplik yapan Fındıklılı Süleyman Efendi, Behcetü’l-fetâvâ Fihristi (el-Fihristü’lKâmil li-Behceti’l-fetâvâ)154 adıyla bir çalışma yapmıştır. Bu çalışmanın mukaddimesinde belirttiğine göre; Behcetü’l-fetâvâ’yı incelediğinde, bazı meselelerin uygun yerlerinde zikredilmeyişi nedeniyle, bir kimsenin bölüm adlarının zikredildiği fihriste (küçük fihrist) bakarak, aradığı meseleyi bulmasının çok zor olacağını gördüğünü ve bu problemli durumun, kendisini, meselelere kolay erişilmesini sağlayacak kâmil bir fihrist hazırlama mecburiyetinde bıraktığını belirtmektedir. Devamla da, kitabın bölümlerinin tertibi üzere fetva suretlerini kısalttığını ve artık bu yolla, sadece bakmakla meselenin o bölümde bulunup bulunmadığının anlaşılacağını ifade eder. Süleyman Efendi; eserin kitâb, bâb ve fasıllarını içeren başta verilmiş olan fihriste fihrist-i sagîr (küçük fihrist), her bir bölümde fetvaların özetlerinin verildiği kendisinin hazırladığı fihriste ise fihrist-i kebîr (büyük fihrist) adını vermektedir. Küçük fihrist154 Burada verilen bilgiler; bu eserin, 18 Zilkade 1200 (12.9.1786) istinsâh tarihini taşıyan Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde bölümü nr. 267 (1b-77b) kayıtlı nüshasına dayalı olarak aktarılmaktadır. Eserin kayıtlarda iki ayrı nüshası daha gözükmektedir: Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Ef., nr. 1239, ist. 1209/1794, 159 vr.; Murat Molla Ktp., Murad Molla, nr. 1187, ist. 1185/1771, 62 vr. Son nüshanın istinsâh tarihi dikkate alındığında, Fındıklılı Süleyman Efendi’nin Yenişehirli Abdullah Efendi’nin dönemine yakın bir zamanda yaşadığı anlaşılmaktadır.
304
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ten önceki sayfada yer alan “Fevâidü hâze’l-kitâb ve kavâidih” (bu kitaba dair önemli hususlar ve kaideler) başlığı altında, kendisinin hazırladığı büyük fihristin nasıl kullanılacağına dair usulü anlatan bir sayfalık açıklama yer almaktadır. Fındıklılı Süleyman Efendi’nin yaptığı bu çalışmaya benzer biçimde Behcetü’l-fetâvâ’da bulunan fetvalar Çeşmîzâde Mehmed Hâlis’in hazırladığı Hulâsatü’l-ecvibe adlı eserde özetlenerek neşredilmiştir.155 Hilmar Krüger, başta Behcetü’l-fetâvâ olmak üzere Fetâvâ-yı Ali Efendi, Fetâvâ-yı Feyziyye, Fetâvâ-yı Abdürrahîm, Netîcetü’lfetâvâ, Mecmua-i cecîde, Hulâsatü’l-ecvibe ve Fetâvâ-yı Câmi‘u’l-icâreteyn adlı mecmuaları esas alarak XVII.-XIX. yüzyıl Osmanlı şeyhülislâmlarının milletlerarası hukuka dair verdikleri fetvalar üzerine Fetwa und Siyar (Wiesbaden, 1978) adıyla bir çalışma yapmıştır. Fetâvâ-yı Vîdînî156 adıyla Beyazıt Devlet Ktp. Beyazıt bölümünde (nr. 2772, iii+1b-148a) kayıtlı eser; Abdullah Efendi Fetâvâ’sının bir başka derlemesi olup, Kitâbü’t-Tahâre bölümüyle başlamaktadır. Fetvaların tertibi Behcetü’l-fetâvâ’dakilerden farklıdır. Fıkıh bâblarına göre tertib edilen mecmuanın sayfa kenarlarında konularla ilgili mutemet kaynaklardan Arapça nakiller vardır. Her bir bölüm kendi içinde olmak üzere, meseleler numaralandırılmıştır. 18. el-Fetâva’l-Kâzımiyye fî Islâhi’l-Fetâva’t-Türkiyye: Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi (ö. 1338/1920), Diyanet İşleri Başkanlığı Ktp., nr. 173. Ferhat Koca, Musa Kâzım Efendi’nin gerek Cerîde-i İlmiyye’de yayımlanan 432 fetvasını ve gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi’nde bulunan ve 52 fetva içeren yazma mecmuayı Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin Hayatı ve Fetvaları adlı çalışmasında bir araya getirerek yayımlamıştır (İstanbul: Rağbet Yayınları, 2002). Osmanlı tarihi boyunca görev yapmış şeyhülislâmların her birinin ayrı ayrı fetvalarının ilmî yöntemle bu şekilde bir araya getirilip incelenmesine güzel bir örnek teşkil eden bu çalışmanın, diğer şeyhülislâmlar için de yapılması Türk hukuk tarihi açısından çok büyük önemi haizdir. 19. el-Ferâidü’l-behiyye fi’l-fetâva’l-Hayriyye (İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 315): Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi (16.3.1914-6.5.1916, ö. 1921).157 155 Ahmet Özel, “Behcetü’l-fetâvâ”, DİA, c. V, s. 346. 156 Eserde Vîdînî’nin kim olduğuna dair bir kayıt bulamadık. Ancak 1271’de (1854-55) vefat eden Vîdînî Mustafa Efendi adlı meşhur müderrislerden bir zât bulunmaktadır. Bu zâtın biyografisi için bkz. OM, c. II, s. 51 ve c. I, s. 216). 157 Mehmet İpşirli, “Hayri Efendi, Mustafa”, DİA, c. XVII, s. 62-64.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
305
Eser, şeyhülislâmların kendi fetvalarını derleyen nadir örneklerden biridir. Hayri Efendi, mecmuaya yazdığı Arapça kısa mukaddimede, şeyhülislâmlık makamında iken kendisine sorulan fetvaları, bütün memlekette (veya bütün ülkelerde) istifade edilmesini bir maslahat olarak gördüğü için, el-Ferâidü’l-behiyye fi’l-fetâva’l-Hayriyye adlı bir mecmuada bir araya getirdiğini belirtir. Mecmuanın baş tarafında bir fihrist bulunmaktadır. Müellif nüshası olduğu anlaşılan bu mecmuada fetvalar, orijinal fetva üslubuyla tıpkı fetva kâğıtlarında olduğu gibi, “Minhu’t-tevfîk” dua (da‘vet) cümlesi ve altında “Bu mes’ele beyânında eimme-i Hanefiyye’den cevâb ne vech iledir ki…” ibaresiyle başlamakta ve mes’ele zikredildikten sonra “el-Cevâb” ibaresinin ardından, Hayri Efendi’nin kısa “olur” veya “olmaz” gibi cevaplarının peşinden “Ketebehû el-fakîr ileyhi Teâlâ Hayrî bin Avnî el-Ürgübî. Ufiye anhümâ” ibaresi yer almaktadır. Fetvaların mesnetlerini teşkil eden Arapça kaynaklardan yapılan nakillere de yer verilen mecmuada, muhtemelen zaman içinde eklemelerde bulunmak düşüncesiyle boş sayfalar bırakılmış ve bazı bölüm başlıkları yazıldığı halde altında fetva zikredilmemiştir. Matbu kaynaklardan nakil yapıldığında, cilt ve sayfa numarası da verilmiştir. Çoğunlukla bir sayfaya iki sütun halinde yazılan fetvalar, genelde Türkçe olmakla birlikte bazı Arapça fetvalar da bulunmakta ve bu durumda fetva “Mâ kavlü Şeyhilislâm” ibaresi ve bir dua cümlesiyle başlamaktadır (s. 22-23 ve 66). Ancak mecmuayla ilgili sıraladığımız bu yazım üslubu, eser boyunca düzenli biçimde muhafaza edilmiş değildir. Hayri Efendi’nin Cerîde-i İlmiyye’de yayımlanan fetvaları İsmail Cebeci tarafından “Ceridei İlmiyyede Yer Alan Fetvalar” adlı yüksek lisans çalışmasında derlenmiştir (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001). d. Sair Ulema Monografları Burada müftülük, kadılık, müderrislik yahut fetva emînliği gibi görevlerde bulunan ulemanın fetvalarını içeren mecmualar hakkında bilgi verilecektir. Kendilerine özgü şartlar altında ilmî ve hukukî faaliyetlerini Osmanlı coğrafyası içinde Anadolu ve Balkanlar’daki ulema ile Selim’in Mısır seferi sonrasında Osmanlı topraklarına ilhâk edilen bölgelerdeki ulemaya ait fetva literatürü ayrı başlıklar altında ele alınacaktır. 1. Anadolu-Balkan Ulemasının Fetâvâları 1. Fetâvâ-yı Reddiyye (Risâletü’l-Fetâvâ): Muhyiddin Muhammed b. Pîr Ali el-Hanefî el-Birgivî (ö. 981/1573).158 158 Emrullah Yüksel, “Birgivî”, DİA, c. VI, s. 191-194. Eserin nüshaları: Süleymaniye Ktp., A-Tekelioğlu, nr. 852/17, 97b-113a; A-Tekelioğlu, nr. 870, 92b-104b vr.; Halet Efendi, nr. 828, 22-23 vr.; Çelebi Abdullah, nr. 401, 39-50 vr.
306
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Muâmele-i şer‘iyye gibi bazı konular yanında bilhassa ibadetlerle ilgili olarak çok tartışılan konulara ait sorulara Birgivî’nin verdiği cevapları içeren bu risâle hacmindeki eserin muhtevası Kâtib Çelebi’nin Mîzânü’l-hak fî ihtiyâri’l-ehak adlı eserinde ele aldığı konularla büyük benzerlik gösterir. Eser de zaman zaman Kemalpaşazâde ve Ebussuûd Efendi159 gibi devrin ünlü şeyhülislâmlarının fetvaları açık biçimde eleştirilmektedir. 2. Suveru’l-fetâvâ: Selânik müftüsü Mevlânâ Pîrî Efendi, Süleymaniye Ktp., Amcazade Hüseyin Paşa, nr. 243, 1b-245a, müs. es-Seyyid Muhammed b. eş-Şeyh İbrahim, ist. 1037/1627. Mukaddimesi bulunmayan eserin kapak sayfasında (vr. 1a); bu mecmuada zikredilenlerin, Çivizâde Şeyhülislâm Mehmed b. Şeyh Mehmed’in mülâzimi olan Selanik müftüsü Mevlânâ Pîrî Efendi’nin kaleminden sâdır olan fetva suretleri (Suveru’l-fetâvâ) olduğu ve fetva sonlarında fıkıh kitaplarından nakledilen muteber nukûlü kaydetmekle çok iyi bir iş yaptığını ifade eden bir açıklama bulunmaktadır. Fetvaların “Mes’ele el-Cevâb” formülüyle, Kitâbü’t-Tahâre ile başlayarak fıkıh bâblarına göre kaydedildiği mecmuada; bu açıklamada ifade edildiği üzere, Türkçe olan fetvaların sonlarında Arapça nakiller verilmektedir. 3. Müfîdetü’l-enâm: Mehmed b. Şeyh Muslihuddin (ö. 1004/1595’den sonra)160, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3444, ist. 15 Zilkade 1180 (14.4.1767) Salı, vr. 1b-22a. Müellif, Arapça olarak kaleme aldığı mukaddimede, 1002 (1593-94) tarihinde Malkara kadılığı görevine başladığında mahkemede karşılaştığı meseleleri ve dostlarından gelen sorulardan muteber meseleleri, -onların istekleri üzerine- fetva suretinde derleyip zeyillerine cevaplarını yazdığını, mutemet kitaplardan nakillerini kaydettiğini ve nakli hangi fıkıh metninden veya fetva kitabından yaptığını açıkça belirttiğini ifade eder. Kitabın telifini Sultan (III.) Murad Han oğlu Sultan (III.) Mehmed Han zamanında (1595-1603) gerçekleştirdiğini ve avam ve havastan herkesin istifadesi için Müfîdetü’l-enâm adını verdiğini kaydeder. Fıkıh 159 Ebussuûd Efendi’ye ait er-Red alâ Fetâvâ-yı Birgiviyye adlı Türkçe risâlenin bir nüshası bulunmaktadır (Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., Antalya Tekelioğlu İl Halk Ktp., nr. 852/16, 97b-112b). 160 Bursalı Mehmed Tahir müellifin vefatını 984 (1576) olarak veriyorsa da (OM, c. II, s. 63) bu tarih eserin mukaddimesinde verilen bilgilerle çelişmektedir. Eserin diğer nüshaları: Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 1655, 44 vr.; Millet Ktp., Ali Emiri Şry., nr. 113, ist. 1170/1756-57, 148-193 vr.; Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 157, ist. 1076/1665, 129-168 vr.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
307
kitapları sistematiğine uygun olarak derlenen kitapta, Türkçe fetvadan sonra mutlaka kırmızı mürekkeble “nakl” kelimesi yazılarak Arapça nakil, kaynağı ile birlikte zikredilmektedir. 4. Muînü’l-müftî fi’l-cevâb ale’l-müsteftî (Fetâvâ-yı Üskübî):161 Üsküb müftüsü Yekçeşm -Kör Müftü- Üskübî Pîr Mehmed Efendi (ö. 1020/1611), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 235, ist. Rebîülevvel sonları 1062 (Mart 1652 başları), müs. Alacahisar kadısı Receb b. Emrullah, 1b-243a vr. Mukaddimesi bulunmayan eserde; Türkçe fetvalar ve müteakiben de Arapça nakilleri, fıkıh kitapları sistematiğine göre verilmektedir. Kütüphanelerdeki yazma nüshalarının çokluğu162 ve daha sonraki literatürde sık sık referanslarda bulunulması, eserin oldukça muteber sayıldığını gösterir. Nitekim Atâî, Çivizâde mülazımı Üskübî’nin fıkhî bilgisi ve fetvalarındaki derinliği ile meşhur olduğunu belirterek “Kenar müftülerinin en yetişmişi ve emsâlinin en iyi örneği idi. Müftülük görevi sırasında verdiği fetvaları nakilleriyle derlemişti. Bu makbul mecmua fıkıh kitapları tarzında düzenlenip tertib edilmiş, fasıl ve bâblara ayrılmıştır. Zamanımızda hayli şöhreti ve ileri gelenler arasında vâkıât ve nevâzil denli rağbeti vardır” demektedir.163 Müntehabât min Fetâvâ-yı Kör Müftî (Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2319) adıyla eserden seçmelerin yapıldığı bir nüshası bulunmaktadır. 5. Fetâvâ-yı Akkirmanî: Ali Akkirmânî (ö. 1030/1620-21), Süleymaniye Ktp., Hafid Efendi, nr. 98, ist. İstanbul 24 Receb 1053 (8.10.1643), IX+1a-207a vr., müs. Mehmed b. Hüseyin el-Kefevî; Hekimoğlu, nr. 405; TSMK, Ahmed III. Kitaplığı, nr. 842; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1470, 1471; Nuruosmaniye Ktp., nr. 1972. Ali Akkirmânî; İstanbul’da öğrenimini tamamlayıp bazı medreselerde görev yaptıktan sonra 1000 yılı civarında, memleketi Akkirman’da (Akkerman) Hacı İbrahim Medresesi’ne müderris atanmış ve kendisine müftülük yetkisi verilmiştir. Atâî; onun bir çok üstün yönü bulunduğunu kaydeder ve muhtelif ilim dallarına dair bilgisini gösteren fetvalarının oldukça sağlam olduğunu, bir çok fetvasının mecmualarda kaydedildiğini, özellikle benc adlı uyuşturucunun haramlığına dair verdiği fet161 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1229 ve 1746. 162 Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 268, 2684, 2763, 2770, 2790, 2792; Veliyüddin Efendi, nr. 1468, 3588; Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 133; Ayasofya, nr. 1562; Esad Efendi, nr. 1094, 1117; Fatih, nr. 2355, 2356; Halet Efendi, nr. 122, 126; H. Hüsnü Paşa, nr. 394; Yazma Bağışlar, nr. 20; İzmir Milli Ktp., nr. 177, 782/8, 784, 1376, 1709, 1806. 163 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 552. Pîr Mehmed Efendi’nin vefatı bazı kaynaklarda 1030 (1621) olarak verilmektedir. bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 272.
308
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
vanın çok meşhur olduğunu belirtir.164 Akkirmanlı Ali Efendi’nin Türkçe fetvalarını içeren eserdeki fetvalar, Karatay’ın Topkapı Sarayı nüshasına dayanarak verdiği bilgiye göre, Derviş Mehmed b. Hasan el-İstanbûlî tarafından 1040 (1630-31) senesinde toplanmış ve tedvin edilmiştir.165 Eser fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak tertib edilmiştir. Akkirmânî’nin fetvaları Derviş Muhammed b. Hasan tarafından da Mecmua-i fetâvâ (Millet Ktp., Ali Emirî Şer‘î, nr. 104, ist. 1052/1642, 1b437a vr.) adıyla derlenmiştir. Bu eserin mukaddimesinde belirtildiğine göre Derviş Muhammed 1040 (1630) senesinde kadılık (niyâbet) hizmetiyle Akkirman’a vardığında buranın müftüsü iken vefat eden Ali Efendi’nin fetvalarını derleyip fıkıh kitapları sistematiğine göre düzenlemiştir. Fetvaların sonlarında Arapça kaynaklardan nakiller aktarılmaktadır. 6. Fetâvâ: Ebü’l-Berekât İsmail b. Sinanüddin Mehmed b. Hasan ez-Zîlî esSîvâsî (ö. 1048/1638),166 Adana İl Halk Ktp., nr. 60, 128 vr. 7. Fetâvâ-yı Bistâmî: Mehmed b. Bistâm el-Hoşâbî el-Hüseynî el-Vânî (ö. 1096),167 İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 989, vvr. 1b-264a, müs. İbrahim b. Abdülkadir, Aydıncık şehri, ikinci niyabet döneminde, ist. Cemâziyelevvel 1131 (Mart 1719). Van doğumlu Erzurum asıllı olan Mehmed b. Bistâm; eserin Arapça olan mukaddimesinde, 27 Muharrem 1068 (5.11.1657) Pazartesi günü kendisini müftülüğe atama fermanı gelince, fetvaları içeren bir mecmua olan bu yaprakları insanların istifadesi için yazdığını belirtir. Kitâbü’t-Tahâre ile başlayan ve fıkıh kitapları sistematiğine göre yazılan eserde; fetvalar, “Mes’ele—el-Cevâb” formülüyle verilmekte ve ardından fetvanın Arapça nakli kaydedilmektedir. 8. Kitâbü Fetâva es-Sîvâsiyye: Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 487, 1a174b vr., ist. 24 Şaban 1073 (3.4.1663), müs. Mehmed b. Ahmed el-Foçevî. Derleyicisini tespit edemediğimiz ve mukaddimesi bulunmayan bu mecmua, kapak sayfasındaki Arapça bir ibareden anlaşıldığına göre, Şerhu’t-Tarîkati’l-Muhammediyye sahibine aittir. Fetvaların en önemli164 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 639. Akkirmânî’nin biyografisi Hafid Efendi nüshasının kapak sayfasında (vr. 1a) Atâî’den naklen verilmektedir. Akkirmânî ve eseri hakkında ayrıca bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 754; Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 155. Bağdatlı İsmail Paşa, Akkirmânî’nin vefatını 1028 olarak vermektedir. 165 Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 101-102. 166 Şeyh Şemseddin es-Sîvâsî’nin kardeşidir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 218. 167 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 299.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
309
leri ve en sahihleri, çok kullanılan (mütedâvil) büyük kitaplardan seçme yapılarak derlenmiş. Türkçe fetvaları içeren bu derlemede, fetvaların sonlarında kimlere ait oldukları belirtilmemiştir; fakat Osmanlı şeyhülislâmlarına ait oldukları anlaşılmaktadır. Kitâbü’t-Tahâre’den başlanılarak fıkıh bablarına göre Mes’ele - el-Cevâb tarzında Türkçe fetvalardan oluşmakta ve cevaptan sonra mutemet kaynaklardan Arapça nakiller yapılmaktadır. 165b’den itibaren 173b’ye kadar Mesâil-i şettâ başlığı altında muhtelif konulara yer verilmektedir. 9. Fetavâ: Süleyman Efendi (ö. 1078/1667)168, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 684/3, müs. Hüseyin Efendi diye bilinen Yahya b. Hüseyin b. Muhammed169, ist. 25 Rebîülâhir 1087 (7.7.1676), 1b-41b. Fetâvâ’nın başında (vr. 1b), “Bundan akdem Mekke-i Mükerreme kazasından ma‘zûlen vefât iden merhûm Süleyman Efendi sâbıkan şeyhülislâm ve müfti’l-enâm olan merhûm ve mağfûr leh [Hoca] Abdürrahîm Efendi hazretlerinin zaman-ı şerîflerinde (25.4.1647-18.7.1649) Belgrad müftîsi iken virdiği suver-i fetâvâdır ki kendi hattıyla olan mecmûadan naklolunmuşdur” ibaresi bulunmaktadır. Belgrad müftüsü Süleyman Efendi’nin Türkçe fetvalarının fıkıh kitapları sistematiğine göre yer aldığı bu eserde, zaman zaman klasik Arapça fetva kitaplarından nakillere de yer verilmektedir. Ayrıca Ebusssuud gibi bazı Osmanlı şeyhülislamlarından nakledilen fetvalar da bulunmaktadır. 10. Ecvibetü’l-kâni‘a ‘ani’l-es’ileti’l-vâkı‘a: Muhammed Fıkhî el-Aynî, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 176, 1b-70b. Eserin kime ait olduğu açıkça ifade edilmiş değildir; fakat müellif, fetvalarda zikrettiği bazı tarihler ve hayatının çeşitli dönemlerinde üstlendiği görevler dolayısıyla kimliği hakkında önemli ip uçları vermiştir. Bir çok fetvada; Edirne, İstanbul ve İzmir’de meydana gelen olaylara ilişkin verdiği cevaplardan söz etmektedir. 1130 (1718) tarihinde Edirne fetva 168 Silifke’nin Aynalılar köyündendir. Rebîülâhir 1058’de (1648) Belgrad müftüsü oldu. Mısır kadılığından 1 Muharrem 1077 (4.7.1666) tarihinde göreve başlamak üzere Mekke kadılığına atandı. Hacdan sonra Mekke’de kalmayıp İstanbul’a geldiği için azledildi (Rebîülevvel 1078 / Ağustos 1667). Cemâziyelevvel 1078’de de (Ekim 1667) vefat etti. Bk. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. 1, s. 341-342, 612. 169 Mecmuanın başında (vr. 1a), “Bu mecmuanın müştemilâtı bilcümle mağfûr leh 1112 (1700) senesi evâilinde Belgrâd’da hâkimü’ş-şer‘ iken vefat iden Yahya Efendi merhûmun hattı iledir. Kütüb-i fıkhiyyeden müellefât-ı kesîre tahrîrine muvaffak olmuş idi” denilmektedir. Mecmuada Ebü’l-Abbâs en-Nâtıfî’nin Cümletü’l-ahkâm (nr. 684/1, 1b-24b) ve Salâhuddin b. Muhyiddin b. Şemseddin Muhammed el-Gûrânî elHanefî el-Kâdirî’nin Matlabü’r-rızâ fî mansıbi’l-kazâ (nr. 684/2, 1b-89b) adlı eserleri bulunmaktadır.
310
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
emîni, bu tarihten itibaren de İstanbul’da reîsülmüsevvidîn ve Yenişehirli Abdullah Efendi zamanında da fetva emîni olduğu anlaşılmaktadır.170 Müellif, fetva emînliği görevini iki kez üstlenmiştir. 1142 yılında İstanbul’da fetva emîni bulunduğu sırada, Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin el-Hulâsa’ya muhalif olarak verdiği fetva (vr. 20b) ile Ebussuûd Efendi’ye muhalif olarak verdiği fetvayı -kendisinin tertib ettiği- Behcetü’l-fetâvâ’ya kaydettiğini belirtir (vr. 67’den sonra araya konan sayfanın arka yüzü; ayrıca bkz. 51a). Eserin son satırında ise, kendisinin 1143 (1730) yılında İzmir kadısı olduğunu ifade eder. Şu halde Behcetü’l-fetâvâ’yı Mehmed Fıkhî el-Aynî’nin tertib ettiği ve 1143’te da İzmir kadısı olduğu bilindiğine171 göre, bu eserin ona aidiyeti açıktır. Bazı fetvaların sonlarında cevap verirken, kitaplara müracaat etmediğini ve daha sonra temize çekerken kaynaklara müracaat edeceğini belirtmesi; bu çalışmanın, temize çekilmemiş bir müsvedde olduğunu göstermektedir. Ayrıca her ne kadar fetvalar, “süile—ecâbe” formülüyle verilmiş olsa da müellifin bir çok fetvanın cevabında doğrudan kendisine atıflarda bulunması sorulara muhatap olanın Mehmed Fıkhî Efendi olduğunu göstermektedir. Nitekim mukaddimede, kendisine sorulan sorulara bu üslupla cevap vermeyi kendisinin icat etmediğini, daha önce bir çok âlimin verdikleri cevapları derlediklerine örnek olarak bazı âlimlerin isimlerini sıralamaktadır. Devrin ulemasının farklı görüş ve düşünüşlerinden de söz edilen eserde, bazan da şeyhülislâm fetvası, Ali Efendi örneğinde olduğu gibi, yanlış olarak nitelenmektedir. Müellif, mukaddimede, bu eserde bütün kitaplarda ve muhtasarların çoğunluğunda bulunmayan nadir meseleleri ve meydana gelen hâdiseler konusunda ihtiyaç duyulanları; esahh, akvâ ve muhtâr li’l-fetvâ olanları zikrettiğini ve eserini el-Hidâye’nin sistematiğine uygun olarak tertib ettiğini belirtir. Muhammed Fıkhî Efendi’nin vukua gelen bir çok mesele ile (vâkıatü’l-fetvâ) ilgili olarak mezhep kitaplarında açık bir nakil bulunmadığını söylemesine karşın fetva vererek görüş bildirmesi müellifin mezhep içindeki konumu göstermesi yanında modern zamanlarda onun yaşadığı dönemle ilgili oluşan ictahad-taklid tasavvurunu sorgulanır kılmaktadır. 11. Fetâvâ (es-Suâl ve’l-cevâb mine’l-fetâvâ): Muhibbî-zâde Feyzullah b. Receb el-Ankaravî (öl. 1162/1749), İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Na170 Krş. Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 123. 171 Mehmed Fıkhî Efendi 11 Zilhicce 1138’de (10.8.1726) Mehmed Selim Efendi’nin vefatı üzerine fetva emînliği görevine atandı. 1 Muharrem 1143’te (17.7.1730) İzmir kadısı oldu. Bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. II-III, s. 614 ve 727.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
311
dir Eserler-Arapça, nr. 918, ist. 16 Cemâziyelevvel 1175 (13.12.1761), müs. Ahmed b. Mehmed 1b-77a vr.; Milli Ktp., Çankırı İl Halk Ktp., nr. 166, nr. 88 vr. Müellif Feyzullah b. Receb Ankara müftüsü iken, muteber kitaplardan isimlerini tasrih ederek seçtiği soru ve cevapları tahrir ettiğini belirtiyor. Arapça olan kitapta “süile—ecâbe” formülüyle sorular verilmektedir. Günümüzdeki, bir konuyu sorularla öğretmek üzere yazılan eserlere benzemektedir. Kitâbü’l-İlm bölümüyle başlamakta ve fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak da Kitâbü’t-Taharet ile devam etmektedir. Fetvalar, Arap ulemasının fetvalarına benzemektedir. 12. Fetâvâ-yı Rızâ: Nakîbüleşrâf es-Seyyid Muhammed Rıza b. Ahmed elKırımî (ö. 1169/1755), Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3534, 1b165b ve nr. 2368; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1111; Hafid Efendi, nr. 100; Hüsrev Paşa, nr. 113; Serez, nr. 1159, 1514; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1496; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1371; Hacı Selim Ağa Ktp., Hacı Selim Ağa, nr. 436. Eserin Türkçe olan mukaddimesinde kendisinin müftü ve kadı olduğunu belirttikten sonra, nakli ile vâki olan fetvaları düzenli biçimde yazıp problemle karşılaşıldığında müracaat kolay olsun diye ekserinin nakli o dönemde çok kullanılan, ulemâ ve kadıların çoğunluğunun ellerinde bulunan el-Hidâye, ed-Dürer ve Şerhu Mecma‘i’l-bahreyn adlı eserlerden alıp yazdığını belirtir. Ardından müellif, adı geçen eserler dışında kitaba kaynaklık eden elli civarında eserin ismini sıralamış ve diğer sahip olduğu fıkıh kitapları, metinler ve şerhlerin her meselede araştırıldığını ifade etmiştir. Eser; Arapça kitaplardan tercüme yoluyla oluşturulmuştur, fakat Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin fetvalarına da yer verilmiştir. Sayfa kenarlarında Arapça nukûl bulunmaktadır. 13. Bahrü’l-fetâvâ: Kadızâde Muhammed Ârif b. Muhammed el-Erzurumî (ö. 1173/1759-60),172 Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 605, müs. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed, ist. 1168 yılı Rebîülevvel sonları (Mart 1755 172 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 333. Müellifin hayatında yazılan en eski nüshalardan biri İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe bölümünde (nr. 1507, Erzurum, ist. 1166) bulunmaktadır. Eserin diğer bazı nüshaları: Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1408; Tire Ktp., Diğer Vakıflar, nr. 283; Diyarbakır İl Halk Ktp., nr. 1129; Bursa İnebey Yazma Eser Ktp., Orhan Camii Koleksiyonu, nr. 549; Milli Kütüphane Başkanlığı, Nevşehir Ürgüp Tahsin Ağa İlçe Halk Ktp., nr. 278 vr.; Kastamonu İl Halk Ktp., nr. 3985. Kâtib Çelebi’nin, müellifini zikretmeden sadece ismini kaydettiği Bahru’l-fetâvâ (Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 225) bu eser olamaz. Zira Kadızâde el-Erzurumî, Kâtib Çelebi’den çok sonra yaşamıştır.
312
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ontaları), Erzurum, 1b-358a vr.; H. Hüsnü Paşa, nr. 387, müs. Muhammed, ist. 17 Safer 1172 (20.10.1758), Şam, 1b-367a vr. Halep kadılığı payesiyle Erzurum müftülüğü görevinde bulunan Kadızâde Muhammed Arif Efendi; müftülüğü sırasında otuz yıla yakın bir süre içinde, bazı fetvaları (vâkıâtü’l-fetvâ) ve başka bir kısım meseleleri bir mecmua içinde düzensiz biçimde derlemiş. Daha sonra, öğrencilerinden biri, 1161 (1748) yılında bunları temize çekmiş ve böylece büyük bir mecmûa meydana gelmiştir. Kadızâde’nin, bu mecmuaya, sonraki tarihlerde başka bazı fetvaları da ilâve etmeyi planladığı kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Önce Türkçe olarak fetva kaydediliyor, ardından Arapça nakil yapılarak kaynak belirtiliyor. Doğrudan Arapça kitaplardan fetvalar da nakledilmektedir. Ayrıca sayfa kenarlarında da fetvalar ve nakiller bulunmaktadır. Daha çok Ali Efendi Fetâvâ’sından nakil yapılmakla birlikte Ebussuûd Efendi, Yahya Efendi, Minkârîzâde Yahya Efendi, Fetâvâ-yı Atâiyye, Abdullah Efendi’nin Behcetü’l-fetâvâ, Müeyyedzâde, Kâtib Çelebi’nin Mîzânü’l-hak (vr. 274a-b), Surretü’l-fetâvâ, Zübdetü’l-fetâvâ ve sonlarında (vr. 356b-357b) Hizânetü’l-müftîn adlı eserden elgâz bahsi nakledilmektedir. 14. Fetâvâ-yı Ebûbekir: Fetva emîni Tokatlı Ebûbekir Efendi (ö. 1179/17651766), TSMK Yeniler Kit., nr. 2401, 42 vr. Ebûbekir Efendi’nin fetvalarını içeren bir eserdir.173 15. Semhatü’l-ebrâr fî beyâni gumûzi’l-esrâr: Hasan b. Ali el-Kayserî (ö. 1181/1767),174 İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 384, ist. Receb 1227 (Temmuz 1812),, 1b-575a vr.; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 719, 388 vr. (Semhatü’l-fetâvâ). Birinci nüsha, Seyyid Hâfız Mehmed b. Ahmed el-Gedûsî tarafından tertib edilen müellif hattı nüshadır. Gedûsî’nin kendi hattıyla olan bu Semhatü’l-ebrâr Fetâvâsı nüshasını; fetvâ emini bulunduğu sırada, müsevvidlerin müsevvid odasında kullanmaları için vakfettiğini ifade eden bir kayıt bulunmaktadır (v. 1a). Dürrîzâde es-Seyyid Abdullah Efendi, nüshanın ilk sayfalarından birinde, bu kitabın kendisine sunulduğunu ve eseri incelediğini belirtir. Kitabın vâkıâtı cem eden muntazam bir eser olduğunu; mürettibin, fukahânın kitaplarını araştırıp imamlarımı173 Karatay, Türkçe Yazmalar Kataloğu, c. I, s. 101. Ebûbekir et-Tokadî’nin Ravzatü’l-kudât ve hadîkatü’l-fevzi ve’n-necât adlı bir eseri daha bulunmaktadır. Bkz. Hediyyetü’lârifîn, c. I, s. 241. 174 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 299; OM, c. I, s. 259-260.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
313
zın görüşlerinin en sahih olanını alarak her meseleyi yerli yerine koyduğunu ifade eder ve mürettibe teşekkür eder. Devamında, Mehmed Ârif Efendi de, kendisine arzedilen bu eserin büyük âlimler katında kabule lâyık bir eser olduğunu belirterek mürettibine teşekkür eder. Abdurrahman b. İsmail b. Mustafa el-Âkif de, bir sayfalık bir takriz yazar. Müellif Hasan b. Ali’nin mukaddimede belirttiğine göre; kendisi, Dürrü’l-bihâr şerhu Mülteka’l-ebhur175 adlı eserini tamamlayınca, el-Hulâsa, et-Tâtârhâniyye ve el-Bezzâziyye gibi muteber fetva kitaplarından ve el-Minah (Minahu’l-gaffâr), el-İhtiyâr ve et-Tebyîn gibi mütedâvil şerhlerden az bulunur meseleleri ve meşâyihin fetva kitaplarında ihmal ettiği sık vukua gelen meseleleri içeren bir kitap derleyip daha geniş kitlelerin kullanımı için Türkçe’ye tercüme etmeyi düşündüğünü belirtir. Böylece mütedâvil kitaplarda bulunmayan ilâve meseleler yanında meşhûr fetvaları kapsayan bir eser meydana getirdiğini söyler ve eserine Semhatü’l-ebrâr fî beyâni gumûzi’l-esrâr adını verdiğini belirtir. Bu eseri yeniden tertib eden Seyyid Hâfız Mehmed el-Gedûsî ise; bu mukaddimenin devamına yazdığı açıklamada, Semhatü’l-ebrâr’ın, gerçekte geniş kapsamlı ve aranan meselelerin bulunduğu hoş bir mecmua olduğunu, fakat kitap bölümlerinin az, meselelerin derlemeyi yapanın tayin ettiği mesâil-i şettâ (muhtelif meseleler) başlığı altında dağınık halde bulunduğunu ifade eder. O nedenle, adı geçen mecmuanın fasıl ve bâblarını genişletip mevcut olan makbul meseleleri münasip yerlerine yazmak suretiyle tanzim ve tashih ettiğini, ayıklamalar yaptığını ve nakillerini asıllarıyla karşılaştırdığını belirtir. Klasik fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak hazırlanan mecmuada, önce Türkçe olarak tanzim edilen mesele soru—cevab şeklinde verildikten sonra Arapça metin nakledilmekte ve metnin sonunda naklin yapıldığı kaynağın adı verilmektedir. Zaman zaman Osmanlı şeyhülislâmlarının fetvalarına da yer verilmiştir.176 Eserin, kendisinden sonra hazırlanan mecmualara kaynaklık ettiği görülmektedir.177 16. Fetâvâ-yı Ahmediyye fî şerî‘ati’l-Muhammediyye: Mostar müftüsü Ahmed b. Muhammed el-Mostarî (ö. 1190/1776) Süleymaniye Ktp., Kasi175 Dört ciltlik bu eserin bir nüshası Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi bölümünde bulunmaktadır (nr. 1239-1242, 1.c. 645 vr., 2.c. 528 vr., 3.c. 330 vr., 4.c. 562 vr.). Kayserî’nin Tuhfe adlı bir eseri daha bulunmaktadır (Dr. Emel Esin Ktp., 1b-20a vr.). 176 Yahya Efendi, Ebussuûd Efendi, Ali Cemâlî Efendi gibi şeyhülislâmlardan yapılan bazı fetva nakilleri için bkz. vr. 167a-b, 178a, 477b, 482a, 483a-b, 489a, 490a; Fevâidü’lFenârî’den bir nakil için bkz. vr. 480a. 177 Semhatü’l-ebrâr’dan bazı iktibaslar için bkz. Hâfız Mehmed el-Gedûsî, Netîcetü’l-fetâvâ, s. 347, 349, 351, 393, 409, 410, 441, 474, 482, 495, 619, 620.
314
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
decizâde, nr. 290, müs. Sohta Abdullah b. Mustafa Efendi Monlâvî, ist. Rebîülevvel 1186 (Haziran 1772), VII+1b-226a. Mukaddimesi bulunmayan mecmuadaki fetvalar Türkçedir. Fıkıh kitapları sistematiğine göre kaydedilen fetvalardan sonra Arapça nakil ve naklin yapıldığı kaynak ve bölüm adı verilmektedir. Osmanlı kanunnamelerinden de nakil bulunmaktadır (vr. 198a). Sayfa kenarlarında bazı Osmanlı şeyhülislâmları ile Saray Bosna, Mostar, Akhisar, Blagay müftülerine ait bazı fetvalar zikredilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde fazla yazma nüshası bulunmayan bu eserin Sarayova Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi’nde on civarında yazmasının bulunması,178 Balkan müslümanları arasında oldukça muteber sayıldığının bir alâmeti olarak görülebilir. 17. el-Fevâidü’l-‘aliyye mine’l-mesâili’ş-şer‘iyye (Fetâvâ-yı Ali Nisârî): Ali enNisârî (ö. 1110/1698),179 Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 278, vr. 6-133a, müst. Muvakkaten İznik kadılığı yapan Bozâkîzâde Feyzullah b. Seyyid Mehmed b. Seyyid Mahmûd, ist. 1145 Cemâziyelâhir sonları (1732 Aralık ortaları). Mecmuayı derleyen kişi;180 kitabın Arapça mukaddimesinde, aynı zamanda babası da olan Kayseri müftüsü Alâeddin Ali en-Nisârî’ye ait ve onun kendi el yazısıyla kaleme alınmış fetvaları tertiblediğini ve el-Fevâidü’l-aliyye mine’l-mesâili’ş-şer‘iyyeti’l-câriye adını verdiğini söyler. Bazı meselelerin sonunda; cevap şeklinde olmasa da, babasının el yazısıyla olan bazı fâideleri ve geçmiş ulemanın fetvalarını (nukûl) da eklediğini belirtir. Fetvalar Türkçe’dir ve “Mes’ele—el-Cevâb” formülüyle verilmektedir. İlk bölümde; tefsir, esmâ-i hüsnâ, vahiy, hadis, peygamberlerin haberleri, sahabe ve tâbiînin haberleri gibi konularla ilgili fetvalar yer almaktadır. Ardından, Kitâbü’t-Tahâret’den başlayarak fıkıh bablarına göre fetvalar verilmektedir. Kitabın sonlarında yer alan Hâtimetü’l-Kitâb başlığını taşıyan kısımda (vr. 120b-133a), “Fâide” ve “İfâde” başlıklarıyla bir çok şeyhülislâm ve taşra müftüsünün fetvasına yer verilmektedir. Fetvalar hakkında bazı açıklamalarda bulunulmakta ve zaman zaman da eleştirilmektedir. 178 Nüshalar hakkında bilgi için bkz. Dobraca, Katalog, c. II, s. 806-813. 179 Kayseri müftülüğü yaptı. İstanbul’a geldi ve burada vefat etti. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 764. 180 Kitabın Sarayova Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi’nde bulunan nüshasının da “Kayseri müftüsü es-Seyyid Mehmed Efendi’nin pederleri Ali Nisârî Efendi(’nin) iftâ eylediği fetvaları, oğlu merhûm Mehmed Efendi cem‘ ve tedvîn eylediği (…)” şeklinde bir kayıt bulunmaktadır. Bkz. Dobraca, Katalog, c. II, s. 796.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
315
18. Fetâvâ-yı Ferâiz: Derviş Muhammed [Mehmed] b. Hasan Bilâdîkî, Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 965, ist. 8 Şaban 1120 (22.10.1708), 1b134a. Ferağ kaydından 18 Zilkâde 1118 (21.2.1707) tarihinde tamamlandığı anlaşılan bu Türkçe eserin mukaddimesine göre müellif bir müddet feraiz erbabı ile birlikte bulunduğunu ve bu sırada bir kaç bin mesele tashîh edip eseri 21 fasıl üzere düzenleyip Fetâvâ-yı Ferâiz adını verdiğini belirtmekte ve ardından tek tek 21 faslı sıralamaktadır. Mesele başları (Mes’ele kelimesi zikredilmeksizin) kırmızı ile çizilmiş ve cevaplar elCevâb kelimesi ile başlanılarak verilmiştir. 19. Fetâvâ: Müftü Zeynî Efendî (1159/1746’da sağ), Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., Burdur İl Halk Ktp., nr. 1475, 1b-14b arası. Bu fetva kitabı manzumdur.181 20. Sefinetü’l-fetâvâ: Abdurrahman Efendi b. Hacı Mustafa el-Erzurumî (ö. 1225/1810), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 169, ist. 30 Cemâziyelâhir 1254 (20.9.1838), müs. Ali b. Ahmed b. Abdülkerim el-Ofî el-Paçanî; İstanbul Müftülüğü Ktp. nr. 394; Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 331; Yazma Bağışlar, nr. 2266; Harput ve Eski Halkevi, nr. 270; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1187; Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 153. Erzurum müftüsünün oğlu olan Seyyid Hacı Abdurrahman,182 21 yaşında Erzurum müftüsü olmuştu. Müftülüğü sırasında kendisine sorulan fetvaları mahfazasında biriktirmiş ve bunların tekrarlarını çıkararak bir fetva kitabı şeklinde tertib etmek istemiş. Bu işe başladıktan sonra, Sultan Selim b. Sultan Mustafa tarafından Erzurum kadılığına atanmış. Tam bir yıllık örfî süresini doldurduktan sonra, Kudüs payesiyle aynı şehrin müftülüğüne tekrar atanmış ve fetva kitabını bu görevi sırasında tamamlamıştır. Müellif, ferağ kaydında 1216 (1801) senesinde eseri temize çektiğini ve bu temize çekme işi tamamlandıktan sonra, Sultan Selim b. Sultan Mustafa tarafından vezirlik görevine atandığını belirtir (vr. 268a). Müellif, her bir Türkçe fetvasını zikrettikten sonra, konuyla ilgili 181 Türkiye Toplu Yazmalar Kataloğu: Burdur, Niyazi Ünver ve öte. (yay. haz.), Ankara: Kültür Bakanlığı, 2000, c. I, s. 501-502. 182 Aile kütüğünü şu şekilde sıralamaktadır: Seyyid Hacı Abdurrahman b. Kudüs payesiyle Erzurum müftüsü olan Seyyid Hacı Mustafa b. Kudüs payesiyle Erzurum kadısı Muhammed Habib b. Erzurum müftüsü Seyyid Hacı Mehmed – ki Hocam Şeyhülislâm-ı şehîd Feyzullah Efendi’nin babasıdır – b. Seyyid Habib Muhammed Efendi b. Seyyid Şeyh Pir Muhammed ki eş-Şeyhü’l-Esved (Kara Şeyh) diye bilinir- el-Karabağî el-Hasenî (baba tarafından), el-Hüseynî (ana ve baba tarafından).
316
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
muhtelif mutemet kaynaklardan Arapça nakiller yapmakta ve ayrıca şeyhülislâmlardan Ebussuûd, Çatalcalı Ali Efendi, Zekeriyazâde Yahya Efendi, Minkârîzâde Yahya Efendi, Yenişehirli Abdullah Efendi ile babası Erzurum müftüsü Şeyh Mustafa’nın fetvalarına ve Osmanlı kanunnâmelerinden bazı kanunlara da yer verir. 21. Risâletü’t-Tenkîh ve’t-tehzîb (et-Tenkîh ve’t-tehzîb li-Risâleti Şânîzâde): Nakîbüleşrâf Şânîzâde es-Seyyid Mehmed Atâullah b. Mehmed Sâdık (ö. 1242/1826),183 Süleymaniye Ktp., İzmir, nr. 272, ist. 23 Rebîülâhir 1219 (1.8.1804), 1b-14a; Esad Efendi, nr. 588; Bağdatlı Vehbi, nr. 2054. Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı fetva kitapları arasında zikrettiği ve Tenkîh adıyla Şânîzâde Mehmed Sâdık Efendi’ye (ö. 1232/1817)184 nispet ettiği185 risâlenin başında (vr. 1b) “Hâzihî mesâilü fıkhiyye li-Şânîzâde” ibaresi bulunmaktadır. Mukaddimesinde belirtildiğine göre, eser; -Medine kadılığı esnasında vefat eden- Şânîzâde Mehmed Sâdık Efendi’nin, Ali Efendi Fetâvâsı’nın Kitâbü’l-Vekâlesi’nde186 borcu kabz etmeye vekil olan kişinin, müvekkilinin vefatından sonra yemini ile tasdîk olunduğuna fetva verildiği halde, Behcetü’l-fetâvâ’da “yemîni ile tasdik olunmayıp beyyine lâzımdır” şeklinde bir fetvanın verilmesinin187 bir hatadan kaynaklandığını açıklamak amacıyla, Türkçe bir risâle kaleme alma isteği sonucunda oluşmuştur. Ayrıca risâlenin sonunda, Behcetü’lfetâvâ’nın bir kaç başka yanlışına daha işâret edilmiştir. Mehmed Atâullah Efendi, zikredilen meseleyi hal ve izah eden ve bir çok önemli bilgiyi içeren bu risâlenin anlaşılması güç olduğu için daha anlaşılır hale getirmek üzere risâleyi yeniden düzenlediğini belirtir. 22. Fetâvâ-yı Giridî: Ali Şükrî Kandiyevî (ö. 1257/1841). Girit’in Kandiye kasabasından olan Ali Şükrî Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dönmüş, müderrislik ve müftülük görevlerinde bulunmuş ve burada vefat etmiştir. Verdiği fetvaları iki büyük cilt halinde derlemiştir. Ayrıca bir de, fetva kitabı telif etmiştir. Bursalı M. Tahir, bunları ve daha başka eserlerinin tamamını İzmir’de gördüğünü kaydeder.188 Süleymaniye Kütüphanesi’nin Harput bölümünde nr. 283’de (X+1b-239b) kayıtlı eserin kapak sayfasında (vr. 1a), -kurşun ka183 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 362-363. 184 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 358-359. 185 OM, c. II, s. 63. Vefat tarihini, 1204 (1789-90) olarak vermektedir. 186 Krş. Fetâvâ-yı Ali Efendi, c. II, s. 11. 187 Behcetü’l-fetâvâ, s. 349. 188 OM, c. I, s. 370 ve c. II, s. 63. Bursalı; ilk yerde Ali Şükrî Efendi’nin vefat tarihini 1257, diğer yerde ise 1207 (1792) olarak vermektedir.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
317
lemle- Ali Şükrî ibaresi bulunmakta ve katalogda bu zâta nispet edilmektir. Aynı yerde, kitabın orijinal ismi olarak “Hâzâ Kitâbü Fetâvâ-yı Ali Efendi” yazılmıştır. Sâbık Lâzkiye kadısı Mustafa b. Mahmud Efendi tarafından 3 Şevval 1127 (2.10.1715) tarihinde istinsâh edilen nüsha, Çotalızâde Hacı İbrahim Ağa b. Büyük Mehmed Ağa tarafından Harput’da yaptırdığı Dershane’ye 1246 (1830) yılında vakfedildiğine dair bir kayıt taşımaktadır. Eserin istinsâh tarihiyle Ali Şükrî Efendi’nin vefat tarihi arasındaki büyük fark, bu nispetin doğru olmadığının açık göstergesidir. Öte yandan, yaptığımız karşılaştırma sonucunda, eserin Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetâvâ’sının Arapça nakiller içermeyen bir nüshası olduğu anlaşılmıştır. 23. Fetâva-yı Abdüsselam Efendi: Mardin Müftüsü Abdüsselâm Efendi (ö. 1259/1843),189 Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 154, 399vr. 24. Mecmûa-i Fetâvâ (Mecmûatü’l-fetâvâ): Müftü Ömer Şevki b. Mehmed el-Mardinî (ö. 1268/1852). Bursalı Tahir Efendi; bu eserin, Mardinî’nin müftülük zamanında verdiği fetvaları içerdiğini belirtmektedir.190 25. Beyânât-ı Fetâvâ-yı Ömeriyye fi’t-tarâikı’l-aliyye: Dağıstânî Hafız Ömer Ziyâeddin Nakşibendî (ö. 1339/1920)191, Edirne: Vilayet Matbaası, 1301. Edirne İkinci Ordu Alay müftülüğü, İstanbul müderrisliği, Malkara ve Tekirdağ kadılığı yapan Dağıstânî; Arapça olarak kaleme aldığı mukaddimede, fıkıh kitapları, hadisler ve âyetlerden topladığı fetva suretlerini Arapça bilmeyenlerin anlamalarını sağlamak için Türkçe olarak yazmanın münasip düştüğünü belirtir. Ancak eserdeki açıklamalar Arapça’dır. Eser, İrfan Gündüz ve Yakup Çiçek tarafından Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar adıyla sadeleştirilip Arapça nakilleri Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul: Seha Neşriyat, 1984). 26. Fetva Sûretleri: Leblebicizâde Müftüzâde Ahmed Feyzi b. Ali Arif el-Çorumî (ö. 1327/1909), Çorum İl Halk Ktp., nr. 1674, 103 vr. Bursalı M. Tahir, Çorum müftülüğü yapan ve bu görevde iken vefat eden Ahmed Feyzi Efendi’nin meşhur Fetâvâ-yı Hâmidiyye’nin nakillerini de yazdığını belirterek, eserlerinin bir listesini vermektedir.192 189 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 572; OM, c. II, s. 63. 190 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 802; OM, c. I, s. 382, c. II, s. 64. 191 Yusuf Ziya Binatlı, “Dağıstânî, Ömer Ziyâeddin”, DİA, c. VIII, s. 406-407. 192 OM, c. I, s. 250; ayrıca bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 195.
318
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
27. Fetâvâ-yı Şerîfe: Akşehir Müftüsü Seyyid Mustafa Veliyüddin, Konya Akşehir İlçe Halk Ktp., nr. 222, 228 vr. 28. Fevâidü’l-fetâvâ (Fevâid-i fıkhiyye Mecmûası), Reşîd Efendi, nr, 266, 1b230a. Fıkıh kitapları sistematiğine göre Kitâbü’t-Tahârât ile başlar. Mukaddimesi bulunmayan eser, Türkçe fetvaları içerir. Müellif ya da derleyeni hakkında, fetvaların kime ait olduğu hususunda hiç bir kayıt da bulunmamaktadır. Sadece vr. 163b kenarında küçük bir açıklamadan sonra “ve fî zamâninâ (...) li-muharririhî Tarakçızâde” ibaresi mevcuttur. Bazı sayfa kenarlarında Ebussuûd ve Yahya Efendi fetvaları naklediliyor. Fetvalardan sonra Arapça nakil zikredilmektedir. 29. Fetâvâ-yı Şerîfe: Hoca Şakir193, İstanbul: Matbaayı İctihâd, 1325/1907. Eserin ikinci baskısı olduğu anlaşılan bu baskı Doktor Abdullah Cevdet’in takdimiyle yayımlanmıştır. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine yönelik olarak hazırlandığı anlaşılan siyasî nitelikli 16 fetvalık bu küçük eserin başında, “Ulemâ-i İslâm - Enârallâhu berâhînehüm [Allah burhanlarını aydınlatsın] – taraflarından virilen Fetâvâ-yı Şerîfe” ibaresi yer almaktadır. Abdullah Cevdet’in takdiminde de “Bu fetvalar vaktiyle İstanbul’da fahrululemâ-yı dîn Hoca Şâkir Efendi merhûm tarafından îkâz-ı müslimîn maksadıyla cem‘ ve tertîb ve o zaman Avrupa’da bulunan matbaamızda tab‘ olunmuşdu.” açıklaması bulunmaktadır. Türkçe fetvaların ardından Arapça kaynaklardan nakiller yapılmaktadır. Ayrıca kaynaklarda ve bazı kütüphane kayıtlarında şu fetva mecmualarının isimlerine de rastlanmaktadır: 1. Fetvâ Mecmûası: Bosnalı Mehmed, Afyon Gedik Ahmet Paşa Ktp., 18104, ist. , 1019/1610 142 vr. 2. Fetâvâ: İzmirî İsmail Efendi, İzmir Milli Ktp., nr. 477/1, ist. 1090/1679, 1b-236b vr.; nr. 477/4, 263a-275b vr.; nr. 1517, 191 vr.; nr. 999, 1b-96b vr. 3. Risâle fi’l-fetâvâ: Saçaklızâde Mehmed b. Ebû Bekir Maraşî (ö. 1145/1732).194 193 Abdullah Cevdet’in “vaktiyle İstanbul’da fahrululemâ-yı dîn Hoca Şâkir Efendi merhûm” diye söz ettiği bu zât, Bursalı Mehmed Tâhir’in İstanbul’lu Hâfız Şakir Ahmed Efendi adıyla tanıttığı devrin önemli âlimlerinden biri olan ve 1315 (1897) yılında vefat eden zâtla aynı kişi olmalıdır (OM, c. I, s. 340-341). 194 OM, c. I, s. 326.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
319
4. Fetâvâ-yı Akhisârî: İbrahim Akhisârî. Bursalı Mehmed Tahir, Viyana İmparatorluk Kütüphanesi’nde bir nüshasının bulunduğunu kaydetmektedir.195 5. Fetâvâ: Harputî İmâmzâde Mehmed Saîd Efendi.196 6. Fetâvâ: Mehmed Efendi, İzmir Milli Ktp., nr. 770, 1b-33b vr. 7. İntihâbu’l-fukahâ: Mustafa Saîd Ayıntabî (Kahramanmaraş Karacaoğlan İl Halk Ktp., Hafız Ali Efendi (AY), nr. 62 [Eski demirbaş nr. 97], 259 vr.)197 8. Mecmûatü’l-mesâili’l-fıkhiyye: Abdullah (eski Manisa Kadısı), İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 860, 151 vr. 9. el-Mecmûatü’l-fıkhiyye fi’l-fetâva’l-Hanefiyye: Anadolu kazaskeri Kırımîzâde Ahmed Reşîd b. Mehmed (ö. 1288/1871).198 2. Osmanlı-Arap Ulemasının Fetâvâları Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sonrasında Osmanlı topraklarına katılan Arap vilayetlerinde yetişmiş gerek Hanefî ve gerekse Şâfiî ulema; Osmanlı uygulamaları hakkında fetvalar vermiş, görüş bildirmiş ve eserlerinde bunlarla ilgili yorumlarda bulunmuşlardır. Zira fetvanın, genellikle, güncelle ilişkili olması dolayısıyla Arap uleması, kaçınılmaz olarak kendi memleketlerindeki Osmanlı uygulamalarıyla ilgili sorulara muhatap olmuşlar ve sorulara ilişkin fetva vermek durumunda kalmışlardır. Yazdıkları eserlerde de klasik Hanefî fıkıh literatürü yanında Osmanlı devletinin mevzuatına ve şeyhülislâmlarının fetvalarına da atıflarda bulunmuşlardır. Öte yandan Osmanlı şeyhülislâmları; müşkil konularda, zaman zaman Arap ulemasına yazarak konunun aydınlatılması için bilgi istemişlerdir. Meselâ elfâz-ı küfürle ilgili bir meselede Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efendi, Hayreddin er-Remlî’den (ö. 1081/1670) açıklama istemiş ve o da ayrıntılı biçimde bir risâle kaleme alarak şer‘î gereğini beyan edip göndermiştir.199 195 OM, c. II, s. 64. 196 OM, c. II, s. 64. 197 Bursalı Mehmed Tahir, Mustafa Saîd Ayıntâbî’ye Fetâvâ adıyla bir eser nispet etmektedir. Bkz. OM, c. II, s. 63. 198 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 189. Vefat tarihini 1279 olarak kaydetmiştir. Kırımîzâde Ahmed Reşid Efendi’nin Kırımîzâde Mecmâası adıyla basılan bir eseri bulunmaktadır (İstanbul: Tatyos Dividciyan Matbaası, 1288/1871). İsmail Paşa’nın zikrettiği eserle aynı olması muhtemeldir. 199 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 373-374. Yukarıda sözü edilen risâlenin bir yazma nüshası Remlî’nin, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi 335 numarada kayıtlı el-Fetâva’lHayriyye li-nef‘i’l-beriyye adlı eserinin sonunda bulunmaktadır. Daha başka konularla ilgili Yahya Efendi’nin Hayreddin er-Remlî’ye sorduğu soruların cevabı için bkz. Mecmûa, Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 322, 297-306 vr.
320
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Ayrıca Hayreddin er-Remlî’nin Fetâvâ’sında İstanbul’dan sorulan sorulara rastlanmaktadır.200 Dolayısıyla söz konusu bölgenin ulemasının fetvaları ve hukukî eserleri, aynı zamanda, Osmanlı hukuk tarihinin önemli bir parçasını teşkil ederler. Maalesef, Osmanlı tarihinin Arap ülkelerindeki Osmanlı varlığı ile ilgili önemli bir yönünü açıklığa kavuşturmakta son derece önemli kaynak niteliği taşıyan bu eserler, günümüz araştırmalarında bu yönüyle hemen hiç kullanılmamaktadır. Biz burada, Osmanlı’nın Arap ülkelerinde var olmaya başlamasından sonra bu coğrafyadaki ulema tarafından verilen fetvaları kapsayan fetva mecmualarından bazıları hakkında bilgi vermeden önce Arap ulemasının fetvalarıyla ilgili bir iki hususa değinmek istiyoruz. Arap ulemasının mecmualarında yer alan fetvalar, şekil açısından, Osmanlı ulemasının fetvalarından önemli farklılıklar gösterir. Fetvalar genellikle “süile—ecâbe” (soruldu—cevapladı) şeklinde verilmekte olup cevaplar, Osmanlı Türk şeyhülislâm ve müftülerinin cevaplarına nispetle oldukça uzundur. Zaman zaman cevaplarda geniş açıklamalar ve tahliller yapılmakta ve geçmiş ulemadan nakillerde bulunularak fetvaların kaynaklara da işaret edilmektedir. 1. el-Fetavâ: Ebü’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Yûnus eş-Şelebî (el-Çelebi) (d. 947/1540),201 Şehid Ali Paşa, nr. 1026, 1b-252b, ist. 5 Muharrem 1021 (8 Mart 1612); Süleymaniye Ktp., Murad Buhari, nr. 137, ist. 24 Receb 1067 (8 Mayıs 1657), 1b-184a vr. Birinci nüshanın kapak sayfasında (1a), Arapça olarak, “Bu Fetâvâ’nın müellifi Mısır’da Evlâdu Çelebi (Çelebioğulları) diye bilinen ilimle meşhur büyük bir aileden olan Şeyh Ahmed Şehâbeddin el-Mısrî’dir” denilmektedir. Kitabın kapağın arkasında, “Suâlâtün rufiat li’l-merhûm Şeyhülislâm eş-Şeyh Şihâbüddin Ahmed b. el-Çelebi” (Şehâbeddin İbnü’lÇelebi’ye sorulan sorular) ibaresi bulunmaktadır. Eserin girişinde (vr. 1b) ise; Şeyhülislâm Şeyh Şihabeddin Ahmed b. el-Çelebî’ye yöneltilen sorular ve onun İmam-ı A‘zam Ebû Hanîfe mezhebine göre sahih kabul 200 Hayreddin b. Ahmed er-Remlî, el-Fetâva’l-Hayriyye li-nef‘i’l-beriyye, Bulak 1300/ 1883, c. II, s. 11 ve 74. Remlî, Ebussuûd Efendi’nin fetvasına referansta bulunmaktadır. Bkz. A.g.e., c. I, s. 48 ve 127; c. II, s. 52. 201 Necmeddin Muhammed b. Muhammed el-Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâire bi-a‘yâni’l-mieti’l-âşire, Cebrâîl Süleymân Cebbûr (neş.), Beyrut, 1979, c. II, s. 115-116; Abdülhay b. Ahmed İbnü’l-İmâd el-Hanbelî, Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts., c. VIII, s. 267-268. Çelebî’nin Fahreddin Osman b. Ali ezZeylaî’nin (ö. 743/1342) Tebyînü’l-hakâik fî şerhi Kenzi’d-dekâik adlı eserine yazdığı Hâşiye mezkur eserle birlikte basılmıştır (Bulak: el-Matbaatü’l-Kübra’l-Emîriyye, 1313-1315).
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
321
edilen görüşe dayalı verdiği cevapları içerdiği belirtilmekte ve ardından (Süile–Ecâbe formülüyle) temizlik bahsinden başlanılarak fıkıh babları sistematiğine göre fetvalar sıralanmaktadır. Murad Buhari (nr. 137) nüshası ise; Çelebi’nin torunu Nûreddin Ali b. Muhammed el-Hanefî (ö. 1010) tarafından derlenmiştir ve yine onun tarafından yazılan bir mukaddimeyi içermektedir. Nûreddin Ali’nin belirttiğine göre; el-Kenz ve el-Hidâye’nin tertibini esas alarak, her bölümde önce dedesinin müstakil olarak cevap yazdığı fetvaları ve ardından da ona muvafık veya muhâlif ulemanın kendi hatlarıyla olan cevaplarını kaydetmiş, fakat muhalif mezheplerin görüşlerine yer vermemiştir. Zira ona göre; Şeyh İbnü’şŞelebî, Hanefî mezhebinin resmî görüşlerine (nusûsu’l-mezheb) ve Ebû Hanîfe ve iki öğrencisinin görüşleri çerçevesinde mezhep âlimlerinin ileri sürdükleri görüşlere (menkûlâtü’l-eimme) dayalı olarak fetva vermiştir. Bu bakımdan esas olan; bu imamlar olduğu için, muhalif mezheplerin görüşlerini vermeye gerek yoktur.202 Her iki nüshada da ilk fetva İbnü’ş-Şelebî’nin, Zeylaî’nin Tebyînü’l-hakâik fî şerhi Kenzi’d-dekâik adlı eserine yazdığı hâşiyede “fâide” başlığı altında kaydettiği kendisine sorulan bir soruya verdiği cevaptır.203 2. Fetâvâ İbn Nüceym (el-Fetâva’z-Zeyniyye fî fıkhi’l-Hanefiyye): Zeynüddin İbn Nüceym Zeyn b. İbrahim el-Mısrî el-Hanefî (ö. 970/1563),204 Bulak 1322/1904 (Dâvud b. Yusuf el-Hatîb’in el-Fetâva’l-Gıyâsiyye’si ile birlikte); Osman Muhammed Nâûra (nşr.), Dımaşk: Mektebetü Dâri’l-Fecr, 2002/1423. Kaynaklarda verilen bilgilerden anlaşıldığına göre, İbn Nüceym’in verdiği fetvaların birkaç ayrı derlemesi bulunmaktadır. Eserin matbu nüshası; İbn Nüceym’in öğrencisi Şemseddin Muhammed b. Cemâleddin Abdullah b. Şehâbeddin Ahmed el-Hatîb et-Timurtâşî el-Gazzî (ö. 1004/1596) tarafından derlenmiştir ve 1183 fetva içermektedir. Şemseddin Muhammed; hocasının Fetâvâ’sının, müftülük ve kadılık görevlerini icra ederken ihtiyaç duyulan ve itimat edilen bazı cevapları içerdiğini, fakat bölümlere ayrılarak düzenlenmiş olmadığı ve o nedenle de, aranan meseleye hemen ulaşılması güç olduğundan dolayı, fetvaları fıkıh kitapları sistematiğine göre düzenlediğini belirtir. Fetvaları, bir düzen içinde vermekle yetinmeyip yeni bazı faydalı bilgilere dikkat çekmiş ve bazı tashihlerde bulunmuştur. 202 Krş. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1218. 203 Krş. İbnü’ş-Şelebî, Hâşiye alâ Tebyîni’l-hakâik (Zeyleî’nin Tebyînü’l-hakâik’ı ile birlikte), Bulak: el-Matbaatü’l-Kübra’l-Emiriyye, 1313, c. I, s. 10. 204 Ahmet Özel, “İbn Nüceym, Zeynüddin”, DİA, c. XX, s. 236-237.
322
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Kâtib Çelebi; fetvaların, İbn Nüceym’in oğlu Ahmed tarafından derlendiğini belirtir. Derlemeyi yapan Ahmed’in ifadelerine dayanarak verdiği bilgiye göre; babasının fetvalarını, Rebîülevvel 975’den (Aralık 1557) itibaren, sorular geldikçe peyderpey yazmış ve fıkıh kitaplarına göre düzenlemiş olduğu bu eserde, soru ve cevapların sayısı 400 kadardır. Bu derleme, müellifin vefatından sonra gerçekleşmiştir.205 Ancak Ahmed, babasının risâlelerini bir araya getirdiği mecmuaya yazdığı mukaddimede, babasının verdiği 1000’i aşkın fetvayı fıkıh sistematiğine göre düzenleyip esere, el-Fetâva’z-Zeyniyye fî fıkhi’l-Hanefiyye adını verdiğini belirtir.206 Alâeddin el-Haskefî (ö. 1088/1677) ise Timürtâşî ile İbn Nüceym’in oğlu Ahmed’in derlemelerini el-Cem‘ beyne fetâvâ İbn Nüceym adıyla birleştirmiştir.207 Eser; her fetvanın -Hasan Re’fet b. İbrâhim Rüşdî el-İstanbûlî tarafından yapılan- tercümesinden sonra asıl ibaresi de verilmiş ve Fetâvâ-yı İbn Nüceym (Hulâsa-i İbn Nüceym) adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul: Yahya Efendi Matbaası, 1289).208 İbn Nüceym’in fetvalarının cevapları, diğer Arap ulemasının cevaplarına nispeten kısadır ve Osmanlı ulemasının fetvalarına daha yakındır. Başta Ankaravî Mehmed Emin Efendi olmak üzere daha sonraki bir çok Osmanlı âlimi, hazırladıkları fetva mecmualarında; bu fetva kitabını, İbn Nüceym’in hacimli eseri el-Bahru’r-râik ile birlikte- temel kaynak olarak dikkate almış ve kitap fetvahânenin muteber saydığı mecmûalardan biri haline gelmiştir. İbn Nüceym’in Fetâvâ’sından 615 kadar fetvâ doğrudan, diğerleri ise kitapta zikredilen şeyhülislâmların fetvâlarıyla aynı olması halinde cim harfi rumuzuyla olmak üzere toplam 1237 fetvâ Çeşmizâde’nin Hulâsatü’l-ecvibe adlı fetvâ özetleri kitabında özet halinde tercüme edilmiştir. 3. el-Fetâvâ’l-Emîniyye: Emînüddin Muhammed b. Abdülâl el-Mısrî el-Hanefî (ö. 971/1563),209 Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 574, 169 vr.; 205 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1223. 206 Zeynüddin İbn Nüceym el-Mısrî, Resâilu İbn Nüceym el-İktisâdiyye, s. 56. Oğul Ahmed’in derlemesine ait nüshalar için bkz. Süleymaniye Ktp., Amcazade Hüseyin Paşa, nr. 66/2, 31b-103a; nr. 241/4, 83b-89a. Bkz. TÜYATOK: İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, c. III, s. 108-109. 207 Ebü’l-Fazl Muhammed Halil b. Ali b. Muhammed el-Muradî, Arfü’l-beşâm fî men veliye fetvâ Dımaşki’ş-Şâm, Muhammed Mutî‘ el-Hâfız ve Riyâd Abdülhamîd Murâd (nşr.), Dımaşk: Mecmaü’l-Lugati’l-Arabî, 1979, s. 82. Haskefî’nin fetâvâ ile ilgili Muhtasaru’l-Fetâva’s-sûfiyye adlı bir çalışması daha bulunmaktadır. 208 Özel, “İbn Nüceym, Zeynüddin”, DİA, c. XX, s. 237. 209 Mısır Sultanı Canbolat’ın imamı Zeynüddin Abdülâl el-Mısrî el-Hanefî’nin Habeşli cariyesinden doğmuştur. Sufi meşrep bir zât olan Emînüddin, Burhaneddin et-Trâblusî gibi bir çok âlimden fetva ve ders verme icazeti aldığı halde görev kabul etmemiştir. Bkz. Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâire, c. I, s. 237, c. III, s. 65. Bağdatlı Vehbi Efendi 2
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
323
İstanbul Belediye Ktp., Belediye, nr. 138. Fetâvâ Emînüddîn, Kitâbü’l-Es’ile ve’l-ecvibe fi’l-fıkh adıyla da bilinen eserdeki fetvalar, Emînüddin’in öğrencisi Burhâneddin İbrâhim b. Süleyman el-Âdil tarafından derlenmiş ve el-Ikdü’n-nefîs limâ-yuhtâcu ileyh li’l-fetvâ ve’t-tedrîs (... fîmâ yahtâcu ileyhi’l-müftî ve’l-kâdî li’l-fetvâ ve’t-tedrîs) adıyla isimlendirilmiştir.210 Mukaddimede verilen bilgiye göre; bu mecmuada zikredilen fetvalar, bazı hâkimlerin, ileri gelenlerin ve halkın Emînüddin’e sorduğu soruların cevaplarını içermektedir. Bu cevaplar, mezhebin müftâ bih görüşlere ve Hanefî mezhebi âlimleri arasında ihtilâflı olan konularda uygulamaya esas alınan görüşlere uygun olarak verilmiş ve mezhebin ileri gelenlerine ait nakiller araştırılmıştır. Meseleler Süile–Ecâbe formülüyle aktarılmış, ancak fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak tasnif edilmeyip tamamen karışık biçimde sıralanmış olup sayfa kenarlarında fetvaların konu başlıklarına işaret edilmiştir. Fetvalar yalnızca fıkıhla ilgili olmayıp, zaman zaman kelâm ve usûl-ı fıkh ilimleri alanına giren konularla ilgili sorulara da cevaplar verilmiştir (meselâ bkz. vr. 29a-30a, 98b). 4. Aynü’l-müftî li-gayni’l-müsteftî: İbnü’t-Tabbâh Derviş İbrahim b. Muhammed ed-Dımaşkî el-Hanefî (ö. 1006/1597-98),211 Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 521, ist. 1013, müs. İsmail Safi b. Mustafa, İstanbul, 142a vr.; Hafid Efendi, nr. 96, ist. 1117, 74 vr.; Lala İsmail, nr. 98, 157-229 vr.; Reşid Efendi, nr. 1115, ist. 1026, 80 vr.; Süleymaniye, nr. 649, ist. 1154, 1-97 vr.; Burdur İl Halk Ktp., nr. 375. Râzî olarak bilinen Ziyâeddin Yusuf’un, 1003 (1594) yılında geldiği Dımaşk’ta kendisine sorulan fetvalara verdiği cevapların sûretlerini soru sahiplerine teslim etmeden önce, mühim olanların birer sûretini yazan nüshasının başında (vr. 1a), Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin Tabakât’ından özetle aktarılan biyografisine göre; Sultan Selim Mısır’a geldiğinde ve kendisine namaz kıldıracak bir imam aradığında, bütün Mısırlılar ittifakla Emînüddin’i işaret etmişler. Selim orada kaldığı sürece imamlık görevini sürdürdü. 919 yılında vefat etti. Ancak Selim’in 923 yılında Mısır seferini gerçekleştirdiği bilindiğine göre, bu bilgilerde yanlışlık olduğu açıktır ve muhtemelen, babası ile ilgili bilgiler karıştırılmıştır. Nitekim Fetâvâ’nın içinde 971 yılı başlarına (Ağustos 1563) ait bir meseleden söz ediliyor (bkz. vr. 9a). Bu sebeple, Gazzî’nin vefat tarihi olarak verdiği bir diğer tarih olan 968/1560 de yanlış olmalıdır. 210 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1221; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, s. 118. 211 Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 132; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 29; Dobraca, Katalog, c. II, s. 764. Hediyyetü’l-ârifîn’de eserin ismi zikredildikten sonra bu eserin Keşfü’z-zunûn’da Muînü’l-müftî alâ cevâbi’l-müsteftî adıyla verildiğini, ama her halde bunların iki ayrı kitap olduğu belirtilmekte ise de; Kâtib Çelebi, bu isimli eseri İbnü’t-Tabbâh’a değil, Timurtâşî’ye nispet etmektedir (krş. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1746).
324
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
İbnü’t-Tabbâh, daha sonra bunları tertib edip Aynü’l-müftî li-gayni’lmüsteftî adını vermiştir. Süile–Ecâbe formülüyle kaydedilen fetvalar, genel olarak Arapça’dır; fakat aralarında Türkçe ve daha az sayıda Farsça olanları da mevcuttur. Kitap, fetva meseleleriyle ilgili bir bahisle (Fîmâ yeteallaku bi’l-müftî) başlamakta ve daha sonra klasik fıkıh sistematiğine göre sıralanmış 39 bâbdan oluşmaktadır. Sayfa kenarlarında fetvaların konu başlıkları belirtilmektedir. 5. Fetâvâ: Mekke müftüsü Ebü’l-Vicâhe Abdurrahman b. İsa b. Mürşid elÖmerî el-Kureşî el-Adevî el-Mürşidî el-Hanefî el-Mâtürîdî (9751037/1567-1628),212 Süleymaniye Ktp., İzmirli İ. Hakkı, nr. 827, 1b186b, istinsah tarihi: 2 Zilhicce 1308 (9.7.1891), müstensih: Abduh Hâşim b. Şeyh Abdülkâdir el-Meczûb el-Rifâî. Torunu Abdurrahman b. Hanîfüddin el-Mürşidî el-Ömerî el-Hanefî tarafından derlenmiştir. Müracaat kolay olsun diye, fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak ve şer‘î fetvaların üslubuna göre düzenlenmiştir. Torununun girişte belirttiğine göre; bu eserde yer alan fetvalar, dedesinin fetvalarının sadece az bir kısmıdır ve kendisinde bulunan fetvalardan ibarettir. Süile–Ecâbe formülüyle verilen fetvaların cevapları, Osmanlı fetvalarının aksine oldukça uzun tutularak konuyla ilgili açıklamalar yapılmış ve âlimlerden nakillerde bulunulmuştur. Hicâz müftüsü olan oğlu Hanîfüddin (1014-1067/1605-1657), babasının fetvalarından 10 tanesini eleştirmiştir.213 6. el-Fetâvâ’l-Hayriyye fî nef‘i’l-beriyye:214 Hayreddin b. Ahmed el-Eyyûbî er-Remlî el-Hanefî (ö. 1081/1671), Bulak 1273/1856; Kahire: el-Matbaatü’l-Kübra’l-Mîriyye, 1300/1882; Kahire: el-Matbaatü’l-Meymeniyye, 1310/1893 (İbn Âbidîn’in el-Ukûdü’d-dürriyye’si ile birlikte). Müellifi henüz hayatta iken 1071’de (1660-61), oğlu tarafından ve müellifin müsvedde nüshasına dayanılarak derlenmeye başlanan eser, derleme mehir bölümüne geldiğinde müellif vefat etmiştir. Sonraki dönemde, Remlî’nin öğrencisi İbrahim b. Süleyman er-Remlî el-Cînînî (ö. 1108/1696-97) tarafından derlenen eserin, bölümlere ayrılması ve düzenlemesi Cemâziyelevvel 1081 sonunda (Ekim 1670 ortaları) tamamlanmıştır. Bağdatlı İsmail Paşa; Seyyid Muhammed b. Yusuf b.Yakub el212 Muhammed Emîn el-Muhibbî, Hulâsatü’l-eser fî a‘yâni’l-karni’l-hâdî aşer, Beyrut: Dâru Sâdır, ts., c. II, s. 369-376. 213 Muhibbî, Hulâsatü’l-eser, c. II, s. 126. 214 Bu eser hakkında geniş bilgi için bkz. Cengiz Kallek, “el-Fetâva’l-Hayriyye”, DİA, c. XII, s. 443-444. Bağdatlı İsmail Paşa’nın el-Fetâva’s-sâire adıyla zikrettiği eserle aynı olmalıdır. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 358.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
325
İspîrî’nin (ö. 1194/1780), bu eseri Telhîsu Fetâva’l-Hayriyye adıyla ihtisar ettiğini kaydediyorsa da,215 ihtisar edilen eser, İspîrî’nin yukarıda adı geçen el-Hulâsateyn adlı çalışmasında yaptığı telhisten ibaret olmalıdır. 7. Mecmûatü’l-mesaili’l-fıkhiyye: Akzalkudât Ebû Abdullah Ömer b. Ahmed el-Kâhirî, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 917-919, 1-3 cilt (c. I: 1b402a vr; c. II: 2a-378b vr.; c. III: 2b-453b vr.), müs. Müellif Hattı. Mukaddime bulunmamaktadır. Aralarda boş sayfaların bulunması; müellifin, buralara ilâvelerde bulunmayı tasarladığına işarettir. Birinci cilt ibadetler, ikinci cilt Kitâbü’n-Nikâh ve üçüncü cilt ise Kitâbü’l-Buyû‘ ile başlamaktadır. Vâkıa, esaslı olarak muteber kitaplardan derlenmiştir. Birinci cildin başında, iktibas yapılan kitapların (toplam 252) adları sıralanmaktadır. Kaynaklar; genellikle, diğer nakil fetva kitaplarına da kaynaklık eden muteber Hanefî kitaplarıdır. Ancak bu derlemenin kaynakları arasında Osmanlı Kanunnamesi, Osmanlı âlimlerinin eserlerinden Câmiu’l-Fusûleyn, ed-Dürer ve’l-Gurer, Birgivî’nin Cilâü’l-kulûb, Mecmûatü Abdülkâdir, Müeyyedzâde Mecmûası, Zübdetü’l-fetâvâ, Tahrîrât-ı Mevlâna Saruhânî, Ferâidü’l-leâlî gibi eserler yanında Ebussûd, Sunullah, Üskübî, Veli(yüddin), Hâmid, Zekeriyya, Yahya, Minkârîzâde Yahya, Kınalızâde Seyyid Hasan, Ahmed (Kadızâde?), Ali Cemâlî, Hanefî (Mehmed), Abdülkâdir, Çivizâde, İbn Kemâl, Mehmed Bahâî, Derviş Mehmed, Pir Mehmed ve Hamidî Efendilerin Fetâvâları da sıralanmaktadır. Eser; bir yandan nakil fetvalarını ve öte yandan da, tatbikattan gelen fetvaları karma biçimde ihtiva etmesi açısından hemen bütün fetva literatüründen ayrılmaktadır. 8. el-Fetâva’r-Rahîmiyye fî vâkıâti’s-sâdeti’l-Hanefiyye: Kudüs müftüsü esSeyyid Abdürrahim b. Şeyh Ebü’l-Lutf İshak b. Muhammed el-Hüseynî el-Makdisî el-Hanefî (ö. 1104/1692),216 Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2382, ist. Rebîülâhir 1129 (Mart 1717), 1b-317a vr., müst. Halil es-Sahvânî. 215 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 342; krş. Sadruddin Ebü’l-Fazl Muhammed Halil el-Murâdî, Silkü’d-dürer fî a‘yâni’l-karni’s-sânî aşer, Beyrut, 1988, c. IV, s. 121. 216 Kudüs’de dünyaya gelen ve memleketindeki öğrenimini tamamladıktan sonra Ezher’e gidip Şehâbeddin el-Hafâcî, Şürünbülâlî, Şeyh Ahmed eş-Şevberî, Şeyh Ali eşŞebrâmellisî, Ali el-Uchûrî gibi ünlü âlimlerden öğrenim gören Abdürrahim Efendi daha sonra İstanbul’a gelip burada çeşitli medreselerde müderrislik, memleketinde müftülük görevlerinde bulundu ve Edirne’de vefat etti. Divanı ve çeşitli ilmî eserleri bulunmaktadır. Biyografisi için bkz. el-Fetâva’r-Rahîmiyye, vr. 2a-b; Şeyhî, Vekayiü’lfudalâ, c. II-III, s. 64; Murâdî, Silkü’d-dürer, c. III, s. 2-5; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 564; a.mlf., Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 156; Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, s. 137. Şeyhî, vefat tarihini 1103 olarak vermektedir.
326
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Abdürrahim Efendi’nin oğlu Muhammed el-Lutfî’nin (ö. 1138/172526),217 kitabın mukaddimesinde verdiği bilgiye göre; kendisini Kudüs’te müftülük ve müderrislik görevine atayan Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi’nin (ö. 1115/1703) talebi üzerine, merhum218 babası Abdürrahim’in verdiği fetvaların soru ve cevaplarını derleyip el-Hidâye ve elKenz adlı Hanefî fıkıh metinlerinin sistematiğine uygun biçimde düzenlemiştir. Yine mukaddimede; babasının tahsil hayatı ile ilgili bilgileri, kendisinden duyduğu şekliyle kaydetmiştir. Kitapta meseleler Süile–Ecâbe şeklinde verilmektedir. Cevaplar, Osmanlı Türk şeyhülislâm ve müftülerinin cevaplarına nispetle uzundur. Fetvaların cevaplarında kaynaklara da işaret edilmektedir. 9. Şifâü’l-galîl bi-Fetâvâ’l-Merhûm eş-Şeyh İsmâîl: İsmail b. Ali b. Receb elHâik el-Aynî ed-Dımaşkî (ö. 1113/1701),219 Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 132, ist. 11 Şevvâl 1151, 0b-217b vr. Bu nüsha, fetâvâyı derleyen İbrahim b. Muhammed b. Abdülcelil b. Muhammed b. Şerefüddin b. Muhammed eş-Şâmî’nin (ö. 1127/1715) orijinal nüshasına dayanılarak İsmail b. Halîfe el-Hamevî eş-Şâmî tarafından çoğaltılmış olan bir nüshadır. Fetâvâyı derleyen ve aynı zamanda fetâvâ sahibinin öğrencisi de olan İbrahim b. Muhammed eş-Şâmî’nin kaleme aldığı mukaddimede belirtildiğine göre; Şam müftüsü ve Şam Emevî Camii hatibi Şeyh İsmail, müftülük görevine atandığı dönemde meydana gelen hâdiselerle ilgili olarak, Hanefî mezhebine göre hükümleri sorulan pek çok soruya cevap vermişti. Bir çok memleketten sorular arz edilerek kendisinden cevap talep edilir, o da bu sorulara cevap verirdi. Bu fetvaların çoğunluğu bir mecmuaya kaydedilirdi. Bu usul, göreve başlamasından vefatına kadar bu şekilde sürmüştür. Ancak verilen bu hükümlerden bazıları, çok açık meselelerdi; bazıları, yeni bir fayda içermeyen tekrarlardı ve bazıları ise, uygun yerlerinden başka bölümlere kaydedilmişlerdi. İbrahim eş-Şâmî; bu sebeple, fetvaları yeniden bir mecmua içinde düzenleyerek derlemeyi arzu ettiğini ve her birini uygun bölümüne kaydedip düzgün biçimde ifade etme düşüncesiyle, kitabı, Kitâbu’s-Salât’tan Kitâbu’l-Fe217 Babası gibi Kudüs müftülüğü yapmıştır. Fetvaları el-Fetâva’l-hasenetü’l-Muhammediyye (el-Muhammediyye) adlı eserde toplanmıştır. Bkz. Murâdî, Silkü’d-dürer, c. IV, s. 52, 58; Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 319. 218 Bu ifadelerden eserin Feyzullah Efendi’nin ikinci şeyhülislâmlığı sırasında (11 Şevval 1106 – 13 Rebîülevvel 1115 / 25.5.1695-27.7.1703) hazırlandığı anlaşılmaktadır. 219 1107’de (1695) Şam müftülüğüne ve 1108’de (1696) Emevî Camii hatipliğine atanmıştır. Biyografisi için bkz. Murâdî, Silkü’d-dürer, c. I, s. 256-258; a.mlf., Arfu’l-bişâm, s. 90-92; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 219; Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, s. 138.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
327
râiz’e kadar Tenvîru’l-ebsâr’ın tertibine göre düzenlediğini, tekrarları çıkarıp her fetvayı yerli yerine yazdığını, bazılarının mesnetlerini teşkil eden nakillerini zikrettiğini ve esere yukarıdaki ismi verdiğini belirtir. Fetvalar Süile–Ecâbe formülüyle kaydedilmiştir. Murâdî, İsmail el-Hâik’in Fetâvâ’sının yaygın kullanıma sahip olduğunu belirtir. Eser, literatürde oldukça yaygın bir kullanıma sahiptir. 10. el-Fetâvâ [Fetâva’l-Gazzî, el-Fetâva’t-Timurtâşiyye]: Şemseddin Muhammed b. Abdullah b. Ahmed b. Muhammed el-Gazzî et-Timurtâşî elHanefî (ö. 1004/1595),220 Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1114, ist. 1125, müs. Muhammed b. Şeyh Ali el-Mesîrî eş-Şâfiî er-Rufâî, 1b-204a vr.; A-Tekelioğlu, nr. 376, 198 vr. Kısa mukaddimesinde müellif; Gazzetü Hâşim ve nahiyelerinde müftülük görevine atandığı gençlik yıllarından itibaren kendisine sorulan soruları ve cevapları yazdığını, çoğunlukla müftülüğü süresince buna itina göstermediğini, ancak yaşlanınca daha önce kayda geçirdiği fetvaları derleyip el-Hidâye’nin sistematiğine uygun olarak tertib etme arzusuyla bu işe kalkıştığını belirtir ve Kitâbü’t-Tahâret ve’s-Salât’tan başlayarak Süile–Ecâbe formülüyle fetvaları kaydeder. Kitabın sonunda (203a-204a), kendisinin biyografisi yer almaktadır. Timurtâşî; 985’te (1577) tamamladığı Muînü’l-müftî alâ cevâbi’l-müsteftî221 (İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 313, İstanbul 1003/1594, 1b-204a) adlı eserini de, müftülük görevine atananlara yardımcı bir kitap olarak hazırladığını belirtir. Kitap kelâm, usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerine dair üç bölümden müteşekkildir. Eser fetva tekniğine göre hazırlanmış olmayıp fıkıh kitabı şeklindedir. Ancak 202b-204a sayfaları arasında fetvalar yer almaktadır. 11. el-Fetâva’l-Es‘adiyye fî fıkhi’l-Hanefiyye: Medine müftüsü Seyyid Esad b. Seyyid Ebû Bekir Hilmi el-Üsküdârî el-Medenî el-Hüseynî er-Rufâî (d. 1057/1647 - ö. 29 Ramazan 1116 / 25.1.1705),222 c. I-II, Kahire: el-Mat220 Muhibbî, Hulâsatü’l-eser, c. IV, s. 196-197; Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, s. 124-125. Sarayova Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesinde bu esere ait bir nüshada, müellife ait olarak verilen “Bu mübarek nüshanın yazımını 18 Şevvâl 1007 (14.5.1599) tarihinde bitirdim” ifadesi (Dobraca, Katalog, c. II, s. 765) müstensihe ait olmalıdır. Zira verilen tarih, Timurtâşî’nin vefatından yaklaşık dört sene sonradır. 221 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1746. 222 Esad Efendi’nin nesep silsilesi; öğrencisi Medine müftü yardımcısı Konevîzâde tarafından kaydedildiği ve eserin girişinde ve sonunda yer aldığı şekliyle şöyledir: es-Seyyid Esad b. Seyyid Ebû Bekir Hilmi b. Seyyid Abdurrahman Sa‘dî b. Seyyid Ahmed b. Seyyid Eyyûb b. Seyyid Zeynelâbidîn Ali el-Üsküdârî el-Kayserânî el-Abdelî el-Medenî el-Hüseynî er-Rufâî. Hicâz, İstanbul ve Mısır’da öğrenim gören Esad Efen- 2
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
328 baatü’l-Hayriyye, 1309/1892.
Medine müftü yardımcısı olan öğrencisi Konevîzâde Şeyh Mehmed b. Mustafa Efendi tarafından tertib edilen eserin girişinde, Esad Efendi’nin kısa biyografisi yer alıyor. Arapça olan kitapta sorular Suâl—elCevâb formülüyle verilmektedir. Kitabın sonunda verilen bilgiye göre; Esad Efendi, Medine müftülüğü sırasında verdiği fetvaları hayatta iken derlemişti. Ancak mezhep kitaplarının sistematiğine uygun değildi. Konevîzâde bu tertib işini üstlenerek esere, el-Fetâva’l-Esadiyye fî fıkhi’lHanefiyye adını verdi. Kitabın sonunda Esad Efendi’nin oğlu Seyyid Abdullah’ın da, Uddetü erbâbi’l-fetvâ adlı meşhur bir fetâvâsı bulunduğu belirtiliyor (c. II, s. 483). 12. Fetâvâ-yı Ali Efendi (Feyzü’l-kerîmi’l-hâdî bi-fetâva’l-merhûm Ali elİmâdî): Şam müftüsü Ali b. İbrahim b. Abdurrahman el-İmâdî (d. 1048/1638 - ö. 1117/1706),223 İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 237, 1b-150b. Şam müftüsü olan oğlu Hâmid Efendi tarafından derlenmiştir. Hâmid Efendi, esere yazdığı mukaddimede, “Babamın müftülüğü sırasında verdiği fetvaların müsveddelerini buldum. Müracaat kolay olsun diye bunları temize çekip fıkıh bâblarına göre düzenlemek ve aşikâr ve mükerrer olanları çıkarmak istedim” demektedir. Fetvalar, fıkıh kitapları sistematiğine göre “süile—ecâbe” formülüyle verilmektedir. Kitabın sonunda Kitâbü’l-Kazâ bölümünde, bir fetva kaydedildikten sonra Kitâbü’ş-Şehâdât başlığı atılmış ise de, fetva zikredilmeksizin nüsha salavât ile bitirilmiştir. Pehlül Düzenli, bu eserin İbn Âbidîn tarafından Tenkîhu’l-Fetâva’l-Hâmidiyye adıyla özetlendiğini söylüyorsa da;224 İbn Âbidîn’in bu adla özetlediği fetva kitabı, aşağıda geleceği üzere, oğlu Hâmid Efendi’nin Fetâvâ’sıdır. 13. el-Fevâkihi’t-Tûriyye fi’l-havâdisi’l-Mısriyye (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 714, ist. 1179/1765). Muhammed b. Hüseyin b. Ali et-Turî el-Hanefî el-Kâdirî. Bu çalışmada, Kâriulhidâye Sirâceddin Ömer’in fetvalarını derleyip tertib etmiş ve ilâvelerde bulunmuştur. Eseri 1138’de (1725) tamamlamıştır. Kâriulhidâdi’nin hocaları arasında Kadızâde Sâlih, Muhammed b. Süleyman, Yahya eş-Şâdî elMağribî, Abdülmâlik el-Mağribî, Ali eş-Şebrâmellisî, Ahmed es-Sekkâ gibi ünlü âlimler bulunmaktadır. Kayınpederi Mekkî Mehmed Efendi’den sonra 1 Muharrem 1092’de (21.1.1681), 35 yaşında iken Medine müftüsü oldu ve 29 Ramazan 1116 (25.1.1705) tarihinde vefat etti. Ayrıca bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 205. 223 Murâdî, Arfu’l-bişâm, s. 92-97. 224 Düzenli, “Meşîhat Fetvâları”, s. 125-126.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
329
ye’ye ait fetvalar Süile–Ecâbe ve kendisine ait olanlar ise Süiltü—Ecebtü (bana soruldu—cevapladım) formülüyle verilmiştir.225 14. Uddetü erbâbi’l-fetvâ: es-Seyyid Abdullah Esad Efendi el-Üsküdârî (ö. 1154/1742),226 Ebü’s-Suûd Muhammed b. Ali el-Şirvânî (der. ve tertib), Bulak: el-Matbaatu’l-Kübra’l-Emîriyye, 1305/1888, 539 s. Eserin ilk sayfasında baskı yılı olarak 1304 (1887) yılı veriliyorsa da, kitabın sonunda basımın Ramazan 1305 ortalarında (Mayıs 1888) tamamlandığı kaydediliyor. Medine müftüsü Esad Efendi’nin oğlu Seyyid Abdullah Efendi’nin Medine müftülüğü yaptığı sırada verdiği fetvalar; daha sonra, müsveddelerine dayanılarak, Medine Hanefî müftüsü Ebü’s-Suûd Muhammed b. Ali el-Şirvânî (ö. 20 Şevvâl 1179 / 1.4.1766)227 tarafından fıkıh sistematiğine uygun olarak derlenmiştir. Fetvaları Süile–Ecâbe formülüyle vermiş, cevabı olmayan soruları kendisi cevaplamış ve bunu diğerlerinden ayırt etmek için Suâl—el-Cevâb formülüyle kaydetmiştir. Ayrıca, zaman zaman, Abdullah Efendi’nin fetvaları hakkında değerlendirme ve eleştirilerde bulunmuştur. Musahhihin dikkat çektiği üzere, müellif; müftülerin çoğunluğunun adeti üzere, soru soranların ifadelerini aynen muhafaza etmek amacıyla kendisine sorulan sorulardan bazılarındaki dil yanlışlarını düzeltme cihetine gitmemiş ve olduğu gibi aktarmıştır (s. 3, kenardaki not). 15. el-Fetâvâ’l-Hâmidiyye: Hâmid b. Ali b. İbrahim ed-Dımaşkî el-İmâdî (ö. 1171/1758). el-Metâlibü’l-seniyye li’l-Fetâvâ’l-Aliyye adıyla Şeyhülislâm Ali Efendi’den tercüme ettiği fetvâ kitabından farklı olarak, Hâmid Efendi’nin 1137-1155 (1724-1742) yılları arasını kapsayan 18 senelik Şam müftülüğü sırasında verdiği fetvaları ihtiva eder.228 Murâdî, Fetâvâ’sının iki bü225 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 318; Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 202-203; Dobraca, Katalog, c. II, s. 772-773. İsmail Paşa, fetvaları derlenen âlimi Sirâc el-Hindî olarak vermekte ise de; doğrusu, yukarıda olduğu şekildedir. 226 1095’te (1684) Medine’de doğdu. Başta babası Seyyid Esad Efendi olmak üzere bir çok âlimden öğrenim gördü. Kardeşi Seyyid Muhammed’den (ö. 1148/1735) sonra Medine müftüsü oldu. Hac dönüşü 1154 (1742) yılında Medine’de vefat etti. Bkz. Murâdî, Silkü’d-dürer, c. III, s. 83 ve c. IV, s. 35. 227 Şirvânî’nin bizzat kendisi, eserin başında, Medine müftülüğüne atandığını söylemektadir. Murâdî ise, 1151 yılında, kendisine teklif edilen Medine müftülüğü makamını Şirvânî’nin kabul etmediğini belirtir. Bkz. Silkü’d-dürer, c. IV, s. 66-67. Muhtemelen Şirvânî, Murâdî’nin bilmediği bir dönemde bu görevi üstlenmiştir. 228 İbn Âbidîn, el-Ukûdü’d-dürriyye fî tenkîhi’l-Fetâvâ’l-Hâmidiyye, Kahire 1310/1893, c. II, s. 371.
330
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
yük cilt olduğunu ve insanlar tarafından kullanıldığını belirtir.229 İbn Âbidîn (ö. 1252/1836); 1238 (1822) yılında Şam müftülüğünde fetvâ eminliği görevine getirildiğinde, bu eseri el-Ukûdü’d-dürriyye fî tenkîhi’l-Fetâvâ’l-Hâmidiyye (2 cilt, Kahire, 1273/1857, 1278, 1300, 1310/1893) adıyla yeniden düzenlemiştir. Eserin en güvenilir ve en faydalı kitaplardan biri olduğunu, ancak tertibinin güzel olmaması, tekrarların bulunması ve çok bilinen meselelere yer verilmesi gibi sebeplerle eseri kısaltıp yeniden düzenlediğini ve böylece aslının yarısından daha az hacme sahip, fakat daha kullanışlı hale geldiğini belirten İbn Âbidîn, eseri sadece düzenlemekle yetinmemiş ve problemli olan konular hakkında kendisi de bazı açıklamalarda bulunmuş ve bazı yeni bilgiler eklemiştir.230 Serkîs ve Brockelmann’ın, bu eseri Şeyhülislâm Hâmid b. Muhammed [Mehmed] el-Konevî’ye (ö. 985/1577) nispet etmeleri231 doğru değildir.232 Muhtemelen bu karışıklık; Kâtib Çelebi’nin (ö. 1067/1657), el-Fetâvâ’l-Hâmidiyye maddesinde Konevî’ye ait dört ciltlik bir fetva kitabından söz etmesinden kaynaklanmaktadır.233 Kâtib Çelebi, Şam müftüsü olan Hâmid Efendi’den çok önce vefat etmiş olduğuna göre, gerçekten Konevî’ye ait aynı adlı bir eser mevcut olmalıdır. Ayrıca Halil Hammâd el-Ezherî’nin Kitâbu Metâlibi’s-Seniyye Mine’l-Hayriyye ve’l-Hâmidiyye (Mısır: Matbaatü’t-Tekaddüm, [ts.], 88 s.) adlı bir eseri bulunmaktadır. 16. el-Fetâvâ’l-Kâmiliyye fi’l-havâdisi’t-Trâblusiyye Muhammed Kâmil b. Mustafa b. Mahmûd et-Trâblusî el-Hanefî elEş‘arî eş-Şâzelî (kitabın basım tarihinde henüz hayatta idi),234 Mısır, 229 Murâdî, Arfu’l-bişâm, s. 112. 230 İbn Âbidîn, el-Ukûdü’d-dürriyye, c. II, s. 371-372; Ahmet Özel, “İbn Âbidîn, Muhammed Emîn”, DİA, c. XIX, s. 293. İbn Âbidîn; başta Hâşiye-i İbn Âbidîn diye bilinen Reddü’l-muhtâr adlı eseri ve risâleleri olmak üzere eserlerinde, kendi zamanında vuku bulmuş olaylarla ilgili olarak kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplara yer vermektedir. 231 Yusuf İlyân Serkîs, Mu‘cemu’l-matbûâti’l-Arabiyye ve’l-muarrebe, Kahire: Matbaatü Serkîs, 1346/1928, c. I, s. 739; GAL Suppl., c. II, s. 644-645. 232 Ahmet Özel, “İbn Âbidîn, Muhammed Emîn”, DİA, c. XIX, s. 293. 233 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1222. 234 Aslen Trablusgarblı olan Muhammed Kâmil; memleketinde hafızlık yapıp üç yıl kadar ilim öğrendikten sonra, Trablusgarp’ta Hanefî mezhebini yayacak ve insanlara öğretecek mahir bir âlim bulunmadığını düşünen babası, dedesi ve amcasının ortak kararıyla 19 yaşında iken -1263 (1847) yılında- Hanefî mezhebini tahsil için Kahire’ye, Ezher Üniversitesi’ne gönderildi. Burada Mâlikî ve Hanefî mezheplerini öğrenip, 1270 (1853) yılında memleketine döndü. Hanefî mezhebine göre ders verip müftülük yaptı. Bkz. el-Fetâvâ’l-Kâmiliyye fi’l-havâdisi’t-Trâblusiyye’nin mukaddimesi ve ayrıca bkz. Serkîs, Mu‘cem, s. 1690-1691.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
331
1313/1896, 307 s. Müellif; eserinin girişinde, tahsil hayatını ve eserini meydana getirme usulünü anlatmaktadır. Memleketi Trablusgarp’ta müftülüğü sırasında verdiği fetvaları 1308’de (1890) kitaplaştıran Muhammed Kâmil; kendisine sorulan farklı konularla ilgili sorulara ait tuttuğu kayıtları -tekrarları çıkarmak suretiyle- bir araya getirmiş, kayıtlarındaki soruları ve bazen de cevapları nakil sırasında kısaltmış, zaman zaman nakiller ve faydalı bilgiler eklemiş, yaygın olan eserlerin çoğunluğunda bulunan az sayıdaki mesele dışında her meselenin kaynağını belirtmiştir. Kitapta fetvalar Süiltü—el-Cevâb şeklinde verilmektedir. 17. el-Fetâva’l-Mehdiyye fi’l-vekâ’i‘i’l-Mısrıyye: Mehdî [Muhammed] el-Abbâsî (ö. 1315/1897), Kahire, 1301-1308. Aynı zamanda ilk Hanefî Ezher şeyhi olan Mehdî el-Abbâsî; 1264 (1848) yılında atandığı ve kısa bir dönem hariç vefatına kadar sürdürdüğü Mısır baş müftülüğü sırasında, başta resmî makamlardan olmak üzere, kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları önce kronolojik olarak toplamış, 1300’te (1883) Hanefî fıkıh sistematiğini esas alıp yine kendi içinde kronolojik olmak üzere konularına göre düzenlemiştir. Yaklaşık 13.500 fetvayı kapsayan eser; yedi cilt halinde basılmış olup fetvaların kenarlarına verildikleri ay ve yıl da Hint rakamlarıyla yazılmıştır. Son fetva, Safer 1304 (Kasım 1886) sonlarında cevaplanmıştır.235 18. el-Fetâva’n-nazm: Mahmûd Hamza (ö. 1305/1887),236 Dımaşk, 1326. 19. Fetâvâ mühimme fi’ş-şerîati’l-İslâmiyye fi’l-mehâkimi’l-Osmâniyyeti’lMısrıyye Cemâleddin el-Kâsımî (ö. 1332/1914) ve Muhammed Abduh (ö. 1323/1905), Kahire, 1331, 24 s. Bu eser, gerektiğinde dört mezhebe göre hüküm verilebileceğini göstermek üzere, Osmanlı şeyhülislâmlarının fetvalarının derlendiği bir mecmuadır.237 235 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 395; Serkîs, Mu‘cem, s. 1811-1812; Ahmet Özel, “Mehdî elAbbâsî”, DİA, c. XXVIII, s. 375-376. Bağdatlı İsmail Paşa, vefat tarihini 1316 olarak vermektedir. 236 Hanefî mezhebinden olan Mahmûd Hamza Osmanlı Devleti’nde bir çok görev almış ve 1284’ten (1867) vefatına kadar Şam müftülüğü görevinde bulunmuştur. Fetvaya dair el-Fetâva’l-Mahmûdiyye (el-Hamzâviyye) ve Fetva’l-havâs fî hilli mâ sîde bi’r-rasâs (Dımaşk, 1326) adlı eserleri de bulunmaktadır. Biyografisi için bkz. Serkîs, Mu‘cem, s. 1706-1708; Mustafa Baktır, “Mahmûd Hamza”, DİA, c. XXVII, s. 365-366. Bağdatlı İsmail Paşa ise Garîbü’l-fetâvâ adlı bir eserinden söz etmektedir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 420. 237 Serkîs, Mu‘cem, c. I, s. 485.
332
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Kaynaklarda zikredilen Hanefîleri ait diğer fetva kitapları: 1. el-Fetâvâ: Şehâbeddin Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Yunus el-Mısrî eş-Şelebî (ö. 1021/1612).238 2. el-Fetâvâ: Şam müftüsü Abdurrahman b. Muhammed ed-Dımaşkî el-Hanefî el-İmâdî (ö. 1051/1641).239 3. el-Fetâva’t-Tâciyye fi’l-vekâii’l-Ba‘liyye: Ba‘albek müftüsü Muhammed b. Abdurrahman et-Tâcî (ö. 1114/1702).240 4. el-Fetâvâ: Medine müftüsü Abdülkerîm b. Abdullah el-Hillîfetî el-Abbâsî el-Hanefî el-Medenî (ö. 1133/1721).241 5. el-Fetâva’s-Sıddîkî (4 cilt): Mekke müftüsü Muhyiddin Ebü’l-Ferec Abdülkâdir b. Ebû Bekir es-Sıddîkî el-Hindî el-Hanefî (ö. 1138/1726).242 6. ed-Dürerü’l-mensûre fi’l-fetâva’l-meşhûre: Müderris Hatîb el-Mavsılî Muhammed Emîn b. Hayrullah b. Mahmûd b. Şeyh Mûsâ el-Ömerî elHanefî (ö. 1206/1791, 1203/1788).243 7. Fetâvâ-yı İbn Bathîş: Akka müftüsü Şeyh Ahmed Bathîş.244 8. Mecmûatü’l-fetâvâ: Bâlîzâde Mehmed Emîn b. Ali el-Medenî el-Hanefî (ö. 1220/1805).245 9. el-Kevâkibü’d-dürriyye mine’l-Fetâva’l-Kal‘iyye: Abdülmelik b. Abdülmun‘im b. Kâdı Tâceddin el-Kal‘î el-Hanefî el-Mekkî (ö. 1229/1814). Öğrencisi es-Seyyid Halil Tabîle tarafından derlenmiştir.246 10. el-‘Aylemü’z-zehhâr ve minhâcü’l-ebrâr fi’l-fetâva’l-Hanefiyye: Seyyid Nâsıruddin Muhammed b. Muhammed b. Şeyh Câfer el-Edhemî el-Vâiz el-Bağdâdî (ö. 1273/1857).247 11. el-Fetâva’l-Hüseyniyye: Yafa müftüsü Şeyh Hüseyin b. Süleym (Selim) b. Sülâme b. Selmân b. Ivaz b. Dâvud el-Hüseynî ed-Decânî (ö. 1274/1858).248 238 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 153. 239 Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, s. 129. 240 Murâdî, Silkü’d-dürer, c. IV, s. 52-53; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, s. 138. 241 Murâdî, Silkü’d-dürer, c. III, s. 66; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 613. 242 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 603. Biyografisi için bkz. Murâdî, Silkü’d-dürer, c. III, s. 49. 243 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 349. 244 Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletü’ş-Şekâik fî hakkı ehli’l-hakâik, Abdülkadir Özcan (nşr.), İstanbul, 1989, s. 72. 245 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 355. 246 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 628. 247 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 375. 248 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 330-331.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
333
Arap ulemasına ait fetva mecmualarını bir araya getiren iki çalışmayı da, burada zikretmek lâzımdır. Bu çalışmalarda fetvaları bir araya getirilen bazı âlimler, Osmanlı öncesi Arap memleketlerinde yaşamış olsa da, çoğunluğu Osmanlı’nın Arap diyarında hakimiyeti sırasında yaşamış olup bir kısmının mecmuaları yukarıda tanıtılmıştır. 1. Fetâvâ Kâzerûnî (İcâbetü’s-sâilîn bi-fetva’l-müteahhirîn): Abdullah b. Hasan el-Afîf el-Kazerûnî, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 170, 1b-318a vr. (Şeyhülislâm Mirzazâde Seyyid Mehmed Saîd’in vakfıdır). Kâzerûnî’nin mukaddimede belirttiğine göre; Cemâleddin Ebû Tâhir Muhammed b. Sirâcüddin Ömer el-Hânûtî el-Hâlidî el-Mısrî’nin (ö. 1010/1601)249 Fetâvâ’sı, öğrencisi Seyyid Nûreddin Ali b. Muhammed b. Yusuf el-Hâşimî tarafından derlenmişti. Ancak bu derleme, fıkıh kitapları sistematiğine göre tertib edilmemişti. Faydalı bir eser olmasına rağmen, büyük hacmi ve tertib edilmemiş olması sebebiyle kullanılmadığını ve ulaşılmasının da zor olduğunu gören Kâzerûnî; tamamladıktan sonra esere İcâbetü’s-sâilîn bi-fetva’l-müteahhirîn250 adını vermek azmiyle çalışmaya başladığını ve her bölümün başında Hânûtî’nin fetvalarını zikrettikten sonra –sırasıyla- müteahhir Hanefî ulemasından Kâriülhidâye Sirâceddin (Muhammed b. Abdullah el-Gazzî et-Timurtâşî tarafından tertib edilen), Zeyneddin İbn Nüceym (yine Muhammed b. Abdullah el-Gazzî ve İbn Nüceym’in oğlu tarafından tertib edilen) ve Muhammed b. Abdullah el-Gazzî’nin (kendi tertibi) Fetâvâ’larından ilgili meseleleri kaydettikten sonra yine müteahhir Hanefî ulemasından Abdurrahman b. İsâ el-Mürşidî, Şehâbeddin Ahmed b. Ebü’l-Fazl es-Sâbûnî, Abdülkerim b. Mücîbüddin el-Kutebî, Şehâbeddin İbnü’ş-Şelebî [el-Çelebi] Ahmed b. Yunus, Kasım b. Kutluboğa, Muhammed b. Vâsi‘, Muhammed Hüseyin b. Ali et-Tûrî gibi şahısların bulabildiği fetvalarını eklediğini ve böylece kadılık ve müftülük görevlerine atananların kolayca kullanabilecekleri bir eser meydana getirdiğini söyler. 2. Nakdü’l-mesâil fî cevâbi’s-sâil (Fetâvâ-yı Rızâî, Mecmûatü’l-fetâvâ): Mehmed Ali Rızâî b. Pîr Efendi (ö. 1039/1629),251 Süleymaniye Ktp., Ca249 Özel, Hanefi Fıkıh Âlimleri, s. 126. 250 Bağdatlı İsmail Paşa iki cilt olduğunu söylediği eseri, doğrudan Hânûtî’ye nispet eder. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 264. 251 Konya kadısı Pîr Efendi’nin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Ardından Selanik, Galata ve Mısır kadılıklarında bulundu ve son görev yerinde vefat etti. Bkz. Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 723-724; Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 276; OM, c. I, s. 313.
334
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
rullah, nr. 975, 1b-533a vr.; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 78; TSMK Ahmed III Kit., nr. 802, 803. Müteahhirîn ulemasının fetva kitapları, -müracaat kolay olsun diye- fıkıh kitapları sistematiği içinde bölümler halinde nakledilerek bu mecmuâda bir araya getirilmiştir. Fetâvâ kitapları bir araya getirilen âlimler şunlardır: 1. Kâriülhidâye Sirâceddin (öğrencisi İbnü’l-Hümâm tarafından derlenmiştir), 2. Zeyneddin İbn Nüceym (hem oğlu ve hem de öğrencisi tarafından derlenen nüshalar), 3. İbn Vehbân, 4. Şemseddin Muhammed el-Vefâî252, 5. Emînüddin b. Abdülâl, 6. Muhammed b. Abdullah el-Gazzî, 7. Sirâceddin el-Hânûtî, 8. Ahmed b. Emînüddin, 9. Yetîmeti’d-dehr (fî fetâva’l-asr, Alâeddin Muhammed b. Mahmûd et-Tercümanî, ö. 645/1257), 10. İbnü’ş-Şelebî (Çelebi) Ahmed b. Yûnus el-Gazzî el-Mısrî. Osmanlının hakim olduğu Arap topraklarında yaşamış olan Hanefîler dışındaki Sünnî mezheplerin âlimlerine ait fetva kitapları da; ele aldıkları bir çok konu bakımından, kuşkusuz, Osmanlı’nın diğer mezheplerle ilişkisini göstermesi bakımından oldukça önemli tarihî belgelerdir. Özellikle Şâfiî mezhebi âlimlerinin bir çok fetva kitabı bulunmaktadır. Biz burada bazılarının eserlerinin isimlerini zikretmekle yetineceğiz: 1. el-Fetâva’z-zemzemiyye: İzzeddin Abdülaziz b. Ali b. Abdülaziz el-Mekkî eş-Şâfiî (ö. 963/1556).253 2. el-Fetâva’l-kübra’l-fıkhiyye (I-IV): Ebü’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed İbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî eş-Şâfiî (ö. 974/1567),254 Abdülhamid Ahmed Hanefî (nşr.), Kahire, 1357/1938. 3. el-Fetâva’l-hadîsiyye: Ebü’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed İbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî eş-Şâfiî (ö. 974/1567), 3. baskı, Kahire: Mustafa el-Bâbî elHalebî, 1989. 252 Şemseddin Muhammed el-Vefâî’nin fetvalarını içeren eser Câmi‘u’l-vâkı‘ât (Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2747, 109 vr.) adını taşımaktadır (Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 575). Bâlî b. Ali b. Muhammed b. Hüseyin b. İskender bu eserin fetvaya esas alınacak (muhtâr li’l-fetvâ) olan meseleleri içermekle birlikte fetvaların konularına göre düzenlenmemiş olduğunu görünce istifadeyi kolaylaştırmak için fıkıh kitapları sistematiğine göre düzenleyerek tekrarları çıkardığını ve esere el-Mevhibe fi’l-es’ile ve’lecvibe (Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 19003 [Merzifonlu K. M., 336], 1b-171a vr.) adını verdiğini belirtir. 253 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 584. 254 Biyografisi ile bu eser ve sonraki eser hakkında bilgi için bkz. Cengiz Kallek, “İbn Hacer el-Heytemî”, DİA, c. XIX, s. 531-534.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
335
4. el-Fetâvâ: Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Osman elMetbûlî el-Mısrî eş-Şâfiî (ö. 1003/1594-95).255 5. el-Fetâva: Şehâbeddin Ahmed b. Halil b. Nâsıruddin es-Sübkî el-Mısrî eşŞâfiî (ö. 1032/1622-23).256 6. el-Fevâtihu’l-kudsiyye ve’l-fevâihu’l-ıtriyye li-cem‘i’l-fetâva’l-fıkhiyye: İbn Yakub el-Medenî, Kadı Tâceddin b. Ahmed b. İbrahim b. Tâceddin Muhammed el-Ensârî el-Mâlikî (ö. 1066/1655-56). Oğlu Ahmed tarafından derlenmiştir.257 7. İktitâfu’z-zehr min cevânibi eşcâri’n-nehr min mesâili’l-fetâvâ: Abdülmu‘tî b. Sâlim b. Ömer es-Simlâvî el-Kâdirî el-Ezherî el-Mısrî eş-Şâfiî (ö. 1127/1715).258 8. el-Fetâva’z-zarîfe: Musul müftüsü Ali el-Gulâmî el-Mavsılî eş-Şâfiî. 1144’te (1731) müftü oldu.259 9. el-Fetâvâ: Abdülmu‘tî b. Muhyiddin el-Halîlî el-Makdisî eş-Şâfiî (ö. 1154/1741).260 10. el-Fetâvâ (iki cilt): Şeyh Muhammed b. Süleyman el-Kürdî el-Medenî eş-Şâfiî (ö. 1194/1780). Abdullah b. Sâlim el-Mısrî’den icazet aldı ve Medine’de vefat etti.261
II. Menkûl Fetva Mecmuaları Fetvâ esas itibariyle dinî bir soruya karşılık olarak verilen cevabı ifade eden bir terimdir. İlk teşekkül zamanından itibaren fukahâ fıkıh ilmini tedvin ederken hukuk normlarını olay tasvirleriyle anlatma (kazuistik) yolunu benimsemişti. Bu sebeple dinî hükümleri açıklamak üzere ilk müctehid imamların tedvin ettikleri eserlerde; hükümleri tasvirî farazî olaylar üzerinden anlatmaları, bu eserlerin fetva kitapları olarak görülmeleri sonucunu doğurmamıştır. Oysa ki, Hanefî mezhebi imamlarının fıkhî görüşlerini içeren İmam Muhammed’in kitaplarına bakıldığında; bu eserler, sonraki dö255 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 151. 256 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 155. 257 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 165, 245. 258 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 622. 259 Murâdî, Silkü’d-dürer, c. III, s. 258-259. 260 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 622. 261 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 342.
336
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
nemlerde ortaya çıkan fetva literatürüyle pek çok yönden paralellikler kurulabilecek bir mahiyet arzederler. Hanefî mezhebinin ilk imamlarından nakledilen meseleler, temelde “mesâilü’l-usûl” veya “zâhirurrivâye” adı verilen ve İmam Muhammed’den mütevâtir veya meşhûr yolla nakledilen rivayetler ile “nevâdir meseleleri” adı verilen ve birinci kategoride yer alanlar derecesinde sahih yolla rivayet edilmeyen veya İmam Muhammed’den başka âlimlerin eserlerinde nakledilenler yahut da belli bir mesele hakkında üçüncü nesil mezhep ulemasından nakledilen münferit rivayetler şeklinde iki kategoride ele alınırlar. Bu iki gruba giren meselelerin çoğunluğu, kurma ve tasarlama suretiyle (bi-tarîki’l-vaz‘i ve’l-farzi) olanlardır. Mezhebin ilk imamlarından sonraki kuşaktan olan ve Hanefî literatüründe “meşâyih” ve “müteahhirîn” terimleriyle ifade edilen müctehid âlimlerin, karşılaştıkları sorularla ilgili olarak mütekaddimîn denilen imamlardan bir rivâyet bulamadıkları meseleler için ortaya koydukları çözümler “fetâvâ” ve “vâkıât” diye adlandırılmıştır.262 Bu kuşağın fetvâlarını derleyen ilk eser, Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin Kitâbü’n-Nevâzil adlı eseridir.263 Çünkü bu eserde Süile—Kâle (soruldu-dedi) formülüyle –örneğin, “Nusayr b. Yahya’ya ‘şöyle şöyle yapan adam hakkında ne dersin?’ diye soruldu, o da şöyle şöyle dedi; Ebü’l-Kâsım es-Saffâr’a şöyle yapan adam hakkında soru soruldu (...)” şeklinde bir grup âlime sorulan fetvâ suretleri derlenmiştir. Nitekim bu tür meseleler, fetâvâ diye isimlendirildiği için; el-Hulâsa264 adlı eserde, fetâvâ dendiğinde kastedilen bu tür eserlerdir. Çünkü bu meselelerin tamamı, sorulan fetvalara verilmiş cevaplardır. Bu fetvalar da, Ebü’l-Leys’in en-Nevâzil adlı eserinde görüldüğü üzere, bu âlimlerin öğrencileri veya bizzat kendileri tarafından derlenmiştir. Dönemlerinin ileri gelen âlimlerine sorulan fetvaların monograflar halinde derlendiği müstakil koleksiyonların, daha sonraki çalışmalarda bir araya getirilerek çok daha hacimli koleksiyonların oluşturuldu262 Müderris ve Kayseri kadısı Kassabbaşızâde İbrahim Efendi el-Bursevî (ö. 1029/1619), fetâvaya vâkıât da dendiğini belirterek fetâvâyı müteahhir müctehidlerin istinbât ettikleri meseleler olarak tanımlar. Bk. Sefînetü’l-mesâil, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 792, vr. 164b. 263 Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin bu eseri Fetâva’n-Nevâzil adıyla yayımlanmıştır: esSeyyid Yusuf Ahmed (nşr.), Beyrut Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004. Bu eser üzerine, Eyyüp Said Kaya Hanefî Mezhebinde Nevâzil Literatürünün Doğuşu ve Ebu’l-Leys es-Semerkandî’nin Kitabu’n-Nevâzil Adlı Eseri adıyla bir yüksek lisans çalışması gerçekleştirmiştir (İstanbul: M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996). 264 Kısaca el-Hulâsa diye bilinen bu eser, Tahir b. Ahmed b. Abdürreşîd el-Buhârî’nin (ö. 542/1147), Hulâsatü’l-fetâvâ adlı eseridir (Ko’itah – Pakistan: Mektebeh-yi Reşîdiyye, 2002, Muhammed Abdülhay el-Leknevî’nin Mecmûati’l-fetâvâ adlı eseriyle birlikte).
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
337
ğu görülmektedir.265 Söz konusu bu gelenek içinde adı geçen koleksiyonları, muhtelif tarzlarda teşkil edilen yenileri takip etmiştir. Örneğin Fetâvâ-yı Kâdîhân, Hulâsatü’l-fetâvâ gibi eserlerde fetvalar, mezhebin ilk müctehidlerinin görüşleriyle birlikte karma olarak verilmiştir.266 Önceleri daha somut olaylara yönelik soru ve cevaplar şeklinde olan ve çoğunlukla fetvayı verenin kimliğinin belli olduğu koleksiyonlardan, zamanla daha soyut ve daha özlü ifadelerle ortaya konan ve pek çok durumda kişiler yerine şehir veya bölgelere nispet edilen hukuk normlarına dönüştürülen bu fetvalar, olaylardaki çeşitlilikleri sebebiyle, hukukun uygulayıcıları için en önemli kaynaklar halini aldı. Geçmiş zamanda vuku bulan, fetva konusu yapılıp hakkında fetva talep edilen, geçmiş ulemanın, hakkında cevap yazdığı ve kendisiyle ilgili çözümün kesin olarak bilindiği meseleler için el-Fusûl adlı eserin sahibinin vâkiatü’l-fetvâ tabirini kullandığını belirten İbnü’t-Tabbâh ed-Dımaşkî’ye (ö. 1006/1597-98) göre; bu tür meseleler, daha güvenilir olmaları hasebiyle daha güçlü ve eserlerde zikretmeye daha uygundur.267 Ancak İbn Nüceym (ö. 970/1563) gibi müteahhirîn âlimlerinin önde gelenleri; Hanefî mezhebinin resmî görüşünü ifade eden metinlerin nakilleriyle çatışan fetâvâ kitaplarının nakillerine itibar 265 Meselâ Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin en-Nevâzil, Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir el-Hanefî’nin Mecmau‘l-fetâvâ, Ahmed b. Mûsâ b. el-Keşşî’nin Mecmûu’n-nevâzil ve’l-havâdis ve’l-vâkıât adlı eserleri, derleyenlerin kendi görüş ve açıklamalarını içerirler. Fakat özellikle, daha önce başka âlimler tarafından verilmiş ve bir çoğu müstakil mecmualarda derlenmiş fetvaları da bir araya getirmektedir. Bkz. Keşfü’zzunûn, c. II, m. 1603, 1606, 1981. 266 Şeyhülislâm Dürrî Mehmed Efendi, ed-Dürretü’l-beyzâ fî beyâni ahkâmi’ş-şerî‘ati’lgarrâ, Süleymaniye Ktp., Halef Efendi, nr. 125, vr. 557b (Molla Ali el-Hinnâlî’nin Hâşiyetü’d-Dürer adlı eserinden naklen); Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1281-1282. Kınalızâde, Radıyüddin es-Serahsî’nin el-Muhît adlı eserinde sırasıyla asıl (usûl), nevâdir ve fetâvâyı derlediğini belirterek takdirlerini ifade eder. el-Kudûrî, el-Kenz ve el-Vâfî gibi metinlerin birinci sınıfa, yani zâhirurrivâyeye ait meselelere tahsis edildiğini, bunların nadiren nevâdir ve fetâvâ meseleleri içerdiğini; buna karşın Fetâvâ Kâdîhân ve elHulâsa gibi fetâvâ ve fıkıh külliyatlarının (cevâmi‘) bütün sınıfları içerdiklerini, ancak bunlarda son sınıfın ağırlıklı olduğunu belirtir. Hanefî mezhebi kitaplarında yer alan meseleleri bu şekilde sınıflandıran Kınalızâde; bu açıklamaların sonunda, “Bu önemli bilgileri (fevâid) ezberle. Çünkü bunlar bizden başkasında bulunmaz” demektedir. Not: ed-Dürretü’l-beyzâ’nın bu nüshasında el-Hınnâlî kelimesi, el-Hayâlî şeklinde yazılmış ise de; Ali el-Hayâlî adıyla Dürer’e hâşiye yazan bir âlim bulunmamaktadır. Dürer’e hâşiye yazan âlimin tam adı Kınalızâde Alâeddin Ali b. Emrullah el-Hinnâî (ö. 979/1571) olup Tabakâtü’l-mesâili’l-Hanefiyye adıyla bu konuyu ele aldığı müstakil bir risâlesi de mevcuttur. 267 İbnü’t-Tabbâh Derviş İbrahim b. Muhammed ed-Dımaşkî el-Hanefî, Aynü’l-müftî ligayni’l-müsteftî, Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 521, vr. 119a (kenarda). İbn Âbidîn’in Reddü’l-muhtâr adlı meşhur eseri başta olmak üzere, bir çok eserinde kendi döneminde vukua gelip de kendisine sorulan sorulara vâkıatü’l-fetvâ adını verdiği de bilinmektedir.
338
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
edilemeyeceğini, fetâvâ kitaplarındaki görüşlerin ancak mezhep kitaplarına muhalif şeyler bulunmadığı zaman dikkate alınabileceğini ve ayrıca meşhur olmayan kitaplardan fetva vermenin helâl olmayacağını belirtmişlerdir.268 Bu bakımdan metinlerde ve fetva kitaplarında zikredilen meseleler çatıştığında, metinlerde zikredilenlerin uygulamaya esas alınacağı ve şerhlerde zikredilenlerin fetva kitaplarında zikredilenlere tercih edileceği ifade edilmiştir.269 Bununla birlikte, Şeyhülislâm Sa‘dî Çelebi; Fetâvâ’sında, fetva kitaplarında zikredilenler metinlerde zikredilenlere aykırı ise, fetva kitaplarıyla amel edilir demiştir. Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Emin Efendi (ö. 1098/1687) ise, bu açıklamanın mutlak olarak alınamayacağını belirtmiştir.270 Osmanlı şeyhülislâmlarının ve diğer ulemanın, muteber kaynak olarak fetva kitaplarına referansları azımsanamayacak ölçüdedir. Meselâ Ebussuûd Efendi; verdiği fetvalarda “Kütüb-i fetâvâda mestûrdur” veya “meşâhiri kütüb-i fetâvâda fetva bunun üzerinedir” şeklinde umumî olarak271 ve zaman zaman da Hulâsatü’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Hâniyye [Kâdîhân] ve Fetâvâ-yı Bezzâziyye gibi isim vererek muteber fetva kitaplarına referanslarda bulunmaktadır.272 Ebussuûd döneminde “fetva kitapları” dendiğinde umumiyetle kastedilen; Osmanlıya kadar oluşmuş ve bilhassa ağırlıklı olarak Orta Asyalı âlimler tarafından yazılan kitaplardı. Taşköprîzâde, bunların bir kısmının toplu bir listesini vermekte ve fetva kitaplarının sayılamayacak kadar çok olduğunu belirtmektedir.273 Verilen bu liste incelendiğinde; listede, Osmanlı ulemasına ait bir eser bulunmadığı dikkati çekmektedir. Aynı zamanda bu liste; fetva kitabı tasavvurunun soru—cevap tekniğiyle yazılan268 Zeynüddin İbn Nüceym el-Mısrî, Resâilu İbn Nüceym el-İktisâdiyye = er-Resâilü’zZeyniyye fî mezhebi’l-Hanefiyye, Muhammed Ahmed Serrâc ve Ali Cum‘a Muhammed (nşr.), Kahire: Darü’s-Selâm, 1998/1999, s. 107-109; İbn Âbidîn, el-Ukûdü’d-dürriyye fî tenkîhi’l-Fetâvâ’l-Hâmidiyye, Kahire 1310, c. II, s. 356. 269 Zeynüddin İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, ts. (Kahire: el-Matbaatü’l-İlmiyye, 1311/1894), c. VI, s. 310; Fetâvâ-yı Ankaravî, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1281/1864, c. I, s. 54 (kenarda). Metinlerin gücü ve fetâvâ kitaplarına üstünlüğü hakkında bkz. İbn Âbidîn, Şerhu Ukûdi resmi’l-müftî (Mecmûatü Resâil içinde), Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, ts., c. I, s. 36-37. 270 Fetâvâ-yı Ankaravî, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1281/1864, c. I, s. 53 ve 54 (kenarda). 271 Düzdağ, Fetâvâ-yı Ebussu’ûd Efendi, s. 125 (nr. 316), 136 (nr. 349 ve 350), 166 (nr. 458), 311 (nr. 974), 312 (nr. 976). 272 Düzdağ, A.g.e., s. 152 (nr. 408); ayrıca bkz. s. 293 (nr. 923); Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. IV, 112-113. 273 Taşköprülüzâde, Miftâhu’s-seâde, c. II, s. 601-604; ayrıca bkz. c. II, s. 263-284. Taşköprülüzâde Hanefî fukahasını ve muteber kitaplarını ele aldığı bölümde, “fıkıh konusunda çok yetkin olan müteahhirîn ulemasından” diye niteleyerek Osmanlı ulemasından sadece Şeyh Bedreddin’e yer verir. Bkz. A.g.e., c. II, s. 287-289.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
339
dan daha kapsamlı olduğunu ve bir bakıma, fetvaya kaynaklık eden eserlerin bu kategoride değerlendirildiğini de göstermektedir. Osmanlı uleması, yukarıda gelişim süreci kısaca anlatılan geleneği takip ederek bir çok fetva mecmuası derlemiş veya mevcut derlemeler üzerinde muhtelif tasarruflarda bulunmuştur. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde de bu tür bazı çalışmalara rastlanmaktaysa da, menkûl fetva derleme çalışmalarının XVI. yüzyıldan itibaren sayılarının oldukça arttığı görülmektedir. Bu yüzyılda, resmî görevlilerin talepleriyle bazı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Nitekim Muslihuddin Musa b. Musa el-Amasî (ö. 938/1531),274 II. Bâyezid döneminde şeyhülislâmın emriyle275 yazdığı Mahzenü’l-fıkh276 adlı eserinde, -mukaddimede belirttiği üzere- el-Vikâye’yi esas alarak ve ona Mecmau‘u’l-bahreyn, el-Muhtâr, el-Kenz, el-Uyûn, Gurerü’l-ahkâm, etTekmile, Letâifü’l-işârât, en-Nukâye ve el-Hidâye’nin meselelerini ilâve edip tekrarları çıkartmak suretiyle, bu 10 kitabın meselelerini içeren bir kitap hazırlamış ve meseleleri hangi kitaptan aldığını göstermek amacıyla, her bir kitab için bir harfi rumuz olarak belirlemiştir. Bu en muteber sayılan Hanefî fıkıh metinlerindeki meseleler, fetva kitaplarında sıralanan meseleler yanında oldukça sınırlı kalmaktaydı. Ancak bu 10 muteber kitaptan bir metin hazırlama teşebbüsü, kuşkusuz, Hanefî mezhebinin resmî görüşlerinin uygulamada esas alınmasıyla ilişkilidir. Burada sözü edilen literatürde; herhangi bir mecmuayı meydana getiren şahsın, mevcut metinlerden birini tercih etme dışında, çoğu zaman kes-yapıştır yapmaktan öte bir fonksiyon icra etmediği görülmektedir. Bu yöntemle klasik Arapça muteber fıkıh ve fetva kaynaklarına dayalı fetva mecmuaları oluşturma geleneğinin, Osmanlı özelinde çok önemli bir 274 Biyografisi içn bkz. Taşköprülüzâde, eş-Şekâik, s. 420. İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi nüshası metninin girişinde, müellifin adı, Mustafa b. Musa el-Amâsî olarak geçmekle birlikte; eş-Şekâik’daki ve eş-Şekâik’dan naklen kitabın baş tarafında yazılan biyografisinde ve diğer kütüphane kayıtlarında -meselâ TSMK Medine Kitapları bölümü nr. 350’de mevcut nüshasında da- müellif ismi Musa olarak verilmektedir. Bkz. Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu, İstanbul, 1964, c. II, s. 563. Burada Musa el-Amâsî’nin I. Selim’in (918-926 / 15121520) hâfız-ı kütübü olduğu belirtiliyor. 275 Karatay, Musa el-Amâsî’nin I. Selim’in (918-926 / 1512-1520) hâfız-ı kütübü olduğunu belirtiyor (bkz. Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 563). Kitabın kapak sayfasında verilen bir kayda göre, on kitabı bir araya getirme işine İbn Kemal Paşa’nın emriyle girişmiş olduğu ifade edilmektedir. Taşköprülüzâde’nin verdiği biyografideki; Amasî’nin, Efdalzâde’nin hizmetine girdiğini, daha sonra tasavvuf yolunu seçerek Amasya’da emekliliğe çekildiği bilgisi dikkate alınacak olursa, söz konusu şeyhülislâmın Efdalzâde olması daha muhtemel gözükmektedir. 276 Yazmaları için bkz. İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 297, 1b-352b vr., istinsâh tarihi: Zilkade sonu 974 (Eylül 1557), müst. Efdalzade Mescidi imamı Ali b. Hasan; Nuruosmaniye Ktp., nr. 1821, 1822; Kütahya Vahid Paşa İl Halk Ktp., nr. 126.
340
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
fonksiyonu bulunmaktadır. Zira bu tür literatürün yaygın hale gelmesinin; Osmanlı kadılarının “eimme-i Hanefiyye indinde muteber olan akvâle göre hüküm vermeleri”277 zorunluluğunun bulunmasıyla ilgili olduğu açıktır. XVI. yüzılda, kadıların Hanefî mezhebinde en sahih olan görüşe göre hüküm vermeleri kanunla umumî prensip haline getirilmiş ve bu durum, kadı berâtlarında belirtilmiştir.278 Bu sebeple Hanefî mezhebinde muteber olan görüşlerin belirlenmesi ve uygulayıcılar tarafından bilinmesi bir zaruret haline gelmişti. Muteber görüşü belirleme yetkinliğine sahip olmayan kadıların verdikleri kararlar, bozulma riski taşımaktaydı. Nitekim Ebussuûd Efendi’nin, hakimin lüzumuna hükmedip imza eylediği bir vakıfnâmenin geçersizliğini beyan ederken “nâmeşrû idüğü kütüb-i fetâvâda mestûr iken, anı bilmemeğe binâen yazılmıştır ve imzâ olunmuştur” açıklaması;279 mezhebin muteber görüşlerini kadılık makamına ulaşanların dahi bilemedikleri durumların olduğunu göstermektedir. Böyle bir yetkinliğe sahip olmayan kadılar; verecekleri kararda, Hanefî mezhebinin muteber görüşünü öğrenmek üzere sık sık şeyhülislâmlara ve müftülere baş vurmakta ve onların iş yükünü artırmaktaydılar. Ebussuûd’a sorulan bir başka fetvada; kadıların, beratlarında memur oldukları şekilde fıkıh kitaplarını araştırıp en sahih görüşü bularak hüküm vermeleri beklenirken, bazılarının muhtasar fıkıh metinlerinde evveliyattan olan meseleleri bulup çıkarmaya bile güç yetirememeleri sebebiyle davayı, fetâvâya (yani kararı şeyhülislâmdan veya müftüden gelecek cevaba) talik ettiklerinden bahsedilmekte ve bu nedenle de, pek çok baş sıkıntıya sebep olduklarından şikayet edilmektedir.280 Bu sebeple, Ebussuûd Efendi; bir kâdının Beyzâvî Tefsiri okut277 “Esahh-ı akvâl ile amel eyleyesin deyû berâtında mukayyed olan Zeyd-i kâdî kavl-i zaîf ile amel eylese hükmü nâfiz olur mu? el-Cevâb: Gâyet zaîf olıcak olmaz. Ebussuûd.” Bkz. Veli b. Yusuf el-İskilibî, Mecma‘u’l-fetâvâ, vr. 157a-b. 278 Fatih Sultan Mehmed zamanında 884’te (1479) Ankara kadılığına atanan Bahaüddin Efendi’ye verilen beratta, sadece “iktidâ-i ictihâd-ı eimme” (imamların ictihadlarına uymak) emredilirken Kanunî’nin, Budin kadılığına atanan Mevlânâ Bedreddin’e Rebîülevvel 953 (Mayıs 1546) başlarında verdiği beratta “eimme-i Hanefiyye’den akvâli muhtelife olan mesâilde kemâ-yenbegî tetebbu edib esahh-ı akvâli bulub anınla amel eyleye” (Hanefî mezhebi imamlarından farklı görüşler bulunan meselelerde gerektiği gibi araştırmada bulunarak en sahih görüşü bulup onunla amel eyle) denilmektedir. Bkz. Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 113, 114. “Kanun-ı kadîm bu minvâl üzere muharrerdir” diye başlayan 998 (1590) tarihli bir kadı beratında da aynı cümle kaydedilmekte ve beratın sonunda “bu minval üzere 991 (1583) senesinde kanunı mukarrerdir” cümlesi yer almaktadır. Bkz. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 85-86. Osmanlı’da resmi mezhep konusu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 90-94. 279 Düzdağ, Fetâvâ-yı Ebussu’ûd Efendi, s. 165-166 (nr. 458). 280 Veli b. Yusuf el-İskilibî, Mecma‘u’l-fetâvâ, İsmihan Sultan, nr. 223, vr. 157a.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
341
masındansa, fetâvâ kitapları okumaya müdavim olmasının evlâ olduğunu belirtir.281 Bu tür literatürün bir başka pratik faydası da, müftülere yönelikti. Kenar (taşra) müftüleri denilen vilayet, sancak ve kaza müftüleri, fetvalarına nukûl yazmakla görevli idiler.282 Zira bu müftüler; verdikleri fetvaların üstüne (cevabın altına), nerenin müftüsü olduklarını beyan ederek imza attıktan yahut mühür bastıktan sonra, verdikleri fetvanın Arapça metni ile bunu hangi fetva kitabından aldıklarını zikrederlerdi.283 Bunun kanunî bir zorunluluk olarak ne zaman başladığına dair kesin bir bilgiye ulaşılamadı ise de, Bostanzâde Mehmed Efendi’nin (ö. 1006/1598)284 konuyla ilgili verdiği iki fetvadan285 hareketle, XVI. yüzyıl sonlarında böyle bir zorunluluğun mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Şeyhülislâm olmak hasebiyle nakil yazmak mecburiyetinde olmadığı halde, Ebussuûd Efendi bile; zaman zaman, verdiği fetvalarda genel ifadelerle “Kütüb-i fetâvâda mestûrdur” veya “meşâhir-i kütüb-i fetâvâda fetva bunun üzerinedir” şeklinde umumî olarak286 ve zaman zaman da, Fetâvâ-yı Kâdîhân ve Fetâvâ-yı Bezzâziyye gibi isim vererek muteber fetva kitaplarına referanslarda bulunmaktadır. Arapça olarak hazırlanan derleme fetva kitaplarının bir benzeri de, nukûl olarak adlandırılan literatürdür. Taşra müftülerinin kendi fetvalarına veya şeyhülislâmlık makamına bağlı memurların (bilhassa fetva emînlerinin) şeyhülislâmların fetvalarına hazırladıkları nukûl; mahiyet itibariyle ve meselelerin kaynaklarıyla birlikte nakli bakımından menkûl fetva kitaplarıyla 281 Veli b. Yusuf el-İskilibî, a.g.e., vr. 156b. 282 Hezarfen Hüseyin Efendi şeyhülislâmların kenar müftüleri gibi nukûl yazmayıp, ancak şâirin dediği gibi, cevaplarında “Olur, olmaz yazar, Allâhu a‘lem” yazdıklarını belirtir. Bkz. Telhîsü’l-beyân, s. 200. Burada kastedilen şâir Ârifî Hüseyin Çelebi’nin Kemalpaşazâde hakkında söylediği, “İmâm-ı dîn ü millet a‘nî müftî / Ki yokdur ana benzer ehl-i âdem / Şu denlü ihtisâr eyler cevâbı / ‘Olur’, ‘olmaz’ yazar Allâhu a‘lem.” dörtlüğüdür. Dörtlük için bkz. Latîfî, Tezkiretü’ş-şu‘arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ, Rıdvan Canım (nşr.), Ankara, 2000, s. 381. 283 Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 174 (dipnot: 1). 284 Bostanzâde Mehmed Efendi 3.4.1589-10.5.1592 ve 11.7.1593-1.4.1598 tarihleri arasında iki kez şeyhülislâmlık makamında bulunmuştur. Biyografisi için bkz. Mehmet İpşirli, “Bostanzâde Mehmed Efendi”, DİA, c. VI, s. 311. 285 Fetvaların metinleri şöyledir: “Kenar müftîleri nakl yazmak ile me’mûrlar iken bazısı müftî-yi zamân hazretlerine taklîden ‘Olur’, ‘Olmaz’ yazub nakl yazmasa, taleb olundukda, ‘Ben re’yimle iftâ itdim’ dise şer‘an müftîye ne lâzım olur? el-Cevâb: Azil ve hacr lâzım olur. Merhûm Bostanzâde Mehmed Efendi min hattih. Bu sûretde hasım nakl talebine şer‘an kâdir olur mu? el-Cevâb: Olur. Merhûm Bostanzâde Mehmed Efendi min hattih.” Bu iki fetva [Fındık] Mustafa İbnü’ş-Şeyh Muhammed’in (Mehmed) Nukûlü’l-fetâvâ adlı mecmuasının başındaki sayfalardan birine kaydedilmiştir (Süleymaniye Ktp., Yozgat, nr. 325, vr. +VIIb). 286 Düzdağ, Fetâvâ-yı Ebussu’ûd Efendi, s. 125 (nr. 316), 136 (nr. 349 ve 350), 166 (nr. 458), 311 (nr. 974), 312 (nr. 976).
342
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
benzeşir. Fakat aralarındaki esas fark; nukûlün bir soruya karşılık olarak verilen fetvanın dayanağını gösterir olmasına karşın, Arapça derlemelerde bir araya getirilen meseleler, Osmanlı toplumunda ortaya çıkan veya çıkması muhtemel sorulara bire bir karşılık olarak verilen cevaplar olmaması, benzer bir soruyla veya dava ile karşılaşıldığında soruya veya davaya muhatap olan görevlinin (müftü veya kadı) nasıl cevap vereceğine dair önceden hazırlanmış prototip olayların cevaplarından ibarettir. Nukûl; genelde, Türkçe olan fetvaların ardından kaydedilirken, Arapça fetva mecmualarında meseleler, doğrudan doğruya bir fıkıh kitabı sistematiğinde bir araya getirilir. Nukûl; şeyhülislâmlar tarafından hazırlanmaz, genellikle, onların fetva emînleri veya daha sonraki bir âlim tarafından hazırlanır. Altında nakli yazılı olan fetvanın güvenilirliği nakil sayesinde pekiştirilmiş olmaktadır.287 Arapça derleme fetva mecmuaları, daima, bir çok kaynaktan derlenen meselelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmaktadır. Bu tür fetva kitaplarını hazırlayanlar; eserlerinin girişlerinde umumiyetle “cema‘tü” (topladım, derledim) ifadesini kullanmakta ve derlemeyi yapanlar için de, literatürde genellikle müellif ve musannif kelimeleri yerine “câmi‘“ (derleyici) ifadesi kullanılmaktadır.288 Menkûl fetva kitabı yazarlarının özgün düşüncelerini açık biçimde ifade etmemekle beraber, muhtelif görüşler arasından belli birinin tercih edilerek mecmuaya alınmış olması hasebiyle, zımnen bir görüşün dile getirildiği de düşünülebilir. Hatta bunlar, gerçek hâdiselerle de ilişkili olabilmektedir. Nitekim Rumeli kadıaskerliği yapan Ahîzâde Abdülhalîm Efendi’nin (ö. 1013/1604) Fetâvâ’sının baş taraflarına 287 Ali Rıza Sağman, “Ebu-s-Suûd fetvâları, bu işlerin uzmanlarınca makbûl ve muteber değildir. Kendileri ile ihticâc edilmez, amel olunmaz, hükme medâr tutulmaz” tezini ileri sürerken, buna delil olarak da, “Fetvâhâne Ebu-s-Suûd fetvâları ile amel etmezdi” diyor ve ekliyor: “Fetvâhâne, bu mecmûada yazılı fetvâların Ebu-s-Suûd Efendi’ye nisbetinin sıhhatinde şüphe ediyordu. Bundan başka, Ebu-s-Suûd fetvâlarında “Nakl” yoktur. Bu da onun kıymetten düşmesine sebep oluyor. Ali Efendi Fetâvâsı böyle değildir. O, “Nakl” (hangi kitaptan alındığını) gösterir. Onun için de ulema arasında muteberdir.” Bkz. Sağman, İstanbul’un Fethi Hakkında Enteresan Bir Fetva (Fâtih, İstanbul’u Nasıl Aldı?), İstanbul: Ahmet Sait Matbaası, 1957, s. 4. Fetvahânenin muteber saydığı ve sıkça kullandığı fetva mecmuaları arasında Ebussuûd Efendi’nin Fetâvâ’sının bulunmadığı bir gerçektir. Ancak bu durum Ebussuûd fetvalarına güvensizliğin bir sonucu olarak algılanabilir mi? Buna sebep olarak da, sırf naklin bulunmaması gösterilebilir mi? Aslında Ebussuûd Efendi, Kemalpaşazâde, Zekeriyazâde Yahya Efendi, Esad Efendi gibi ünlü şeyhülislâmların fetvalarına asırlar boyunca yapılan referansların haddi hesabı bulunmadığı gibi, ilgili (hatta bazen ilgisiz) literatürün başlarına, sonlarına, sayfa kenarlarına yazılarak yaygınlaştırıldığı da bir gerçektir. Öte yandan, çoğunlukla Ebussuûd’un fetvalarını derleyen Veli b. Yegan mecmûasında bölümlerin başlarında veya konu aralarındaki “nakil” başlığı altında nakillere sıkça yer verilmiştir. 288 Biz bu yazımızda, müellif kelimesini pek çok durumda derleyen anlamında kullandık.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
343
düşülen bir notta, Ahîzâde’nin görevde iken vukua gelen hâdiselerle ilgili olarak, sayfa kenarlarına kendi el yazısıyla naklettiği meseleler olduğu ifade edilmektedir.289 Eserler 1. Binyetü’l-Gunye fi’l-fetâvâ: Zeynüddin Abdülmü’min b. Ramazan b. Muhammed el-Kâbî290, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 349, 1b-247b. Müellifin –mukaddimede- belirttiğine göre; daha önce de, Hanefî âlimlerinin (eimmetü’l-hüdâ) verdikleri fetvâların çoğunluğunu kapsayan Gunyetü’l-müftî adlı bir eser kaleme almıştır. Ancak bu eserin çok uzun olması dolayısıyla, talebeye kolaylık sağlamak amacıyla, adı geçen çalışmasının 12 kısım, 40 kitâb ve 60 fasıldan oluşan kısmını Binyetü’lGunye adlı bu eserinde özetlemiştir. Şeyhülislâm Çivizâde, müellif hakkında “Sanırım Tokatlıdır” demektedir.291 2. ed-Dürerü’l-mensûre fi’l-fürû‘ (Risâletü’d-Dürer fi’l-fıkh): Hacı Şemseddin Şadgeldi Paşa Amasî (ö. 782/1380), Adana İl Halk Ktp., nr. 468, ist. 1475, 53 vr.; Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., nr. 196, 21b-31b vr. Bursalı Mehmed Tâhir; Şadgeldi Paşa’nın biyografisinde, “Vâkıât ve fetâvâdan mesâil-i garîbe-i fıkhiyyeyi hâvî ed-Dürerü’l-mensûre isminde eser-i kebîri vardır” demektedir.292 3. Kitâbü’l-Hâdî fi’l-fetâvâ: Hamîdüddin İsrail b. Demrek [Dümrük] el-Hanefî (ö. VIII./XIV. yüzyıl),293 Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2773, müs. Abdülbâkî, ist. 21 Receb 1080 (15.12.1669), 1b-140a vr. 289 Fetâvâ-yı Ahîzâde Abdülhalîm, İstanbul Ün. Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 631. 290 Kâbi: Trabzon’un Canik nahiyesi. Bkz. Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, s. 84. Eserin kapak sayfasında el-Kâbî şeklinde yazılmış olmasına rağmen Keşfü’z-zunûn’da el-Kâmî şeklinde yazılmıştır. 291 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1212. Nüshanın üzerinde, Rebîülevvel 768 (Kasım 1366) tarihli bir temellük kaydı bulunmaktadır. Ayrıca Yusuf b. Ahmed es-Sicistânî’nin de Gunyetü’l-müftî (İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 197) adlı bir kitab mevcuttur. 292 OM, c. I, s. 331 ve c. II, s. 64. 293 Kütüphane katalogunda ‘Dümrük’ şeklinde kaydedilen isim, yazmanın üzerinde ‘Demrek’ olarak harekelenmiştir. Kâtib Çelebi, müellifin ve kitabın ismini yukarıdaki gibi kaydeder (Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 2026); ancak vefat tarihini vermez. Mehmed Kâmî el-Edirnevî baba adını Derrâk olarak kaydeder (bkz. Mehâmmü’l-fukahâ, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 422, vr. 145b). Bağdatlı İsmail Paşa ise el-Hâdî fi’l-fetâvâ’nın müellifinin Mahmûd’un (Şeyh Bedreddin’in) babası ve Simav kadısı olduğunu belirtir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 204. Ancak Taşköprülüzâde, İsrâîl’in babasının adını Abdülaziz olarak vermekte ve Selçuklu sultanı Alâaddin’in kardeşi olduğunu ileri sürmektedir. Murad Hüdâvendigâr zamanında Osmanlılar Simavna’yı aldığında İsrâîl buranın komutanı idi. Osmanlılar tarafından fethinden sonra; 2
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
344
-Müellifin mukaddimede verdiği bilgiye göre- bu kitap; Kudûrî’nin elMuhtasar, Ömer en-Nesefî’nin Manzûmetü’l-hilâfiyyât, Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed er-Râzî’nin et-Tekmile adlı eserleri ile -ez-Ziyâdât, el-Câmi‘u’l-kebîr, el-Câmi‘u’s-sagîr, en-Nevâdir, ez-Zahîre, el-Mebsût, el-Muhît gibi- fetâvâ kitaplarında zikredilen bazı vâkıât meselelerini ihtiva etmektedir. Bol mesele içeren kitapta, meseleler delillerden arındırılmış biçimde kısa ve özlü ifadelerle sıralanmaktadır. Müftü ve kadılar için bir el kitabı olması hedeflenen eserde; ihtilâflı konularda, farklı ulemadan nakdedilen görüşler, Ebû Yusuf (S), Muhammed (M), Züfer (Z), İmam Mâlik (K) ve İmam Şâfiî (A) rumuzlarıyla gösterilmiştir. İmam Ebû Hanîfe’nin görüşünün bulunmadığı konularda; eğer İmâmeyn arasında görüş ayrılığı bulunuyorsa, Ebû Yusuf’un görüşünün tercih edildiği –önce, onun görüşü verilmek suretiyle-ifade edilmiştir. 4. Câmi‘u’l-Fusûleyn (Kahire: el-Matbaatü’l-Ezheriyye, 1300; Bulak 1301): Şeyh Bedreddin Simâvî Mahmûd b. İsmâîl (ö. 823/1420).294 Musa Çelebi’nin kazaskeri iken kaleme aldığı ve -müellifin mukaddimede verdiği bilgiye göre- Cemâziyelevvel 813 – 28 Safer 814 (Eylül 1410 – 21.6.1411) arasında on aydan daha az bir sürede tamamladığı eser; “fetâvâya dair yazılan eserlerin en önemlileri ve yargılama hukukuyla ilgili olarak hazırlanan kitapların en faydalıları arasında” yer aldığını söylediği295 Mecdüddîn Muhammed b. Mahmûd el-Usrûşenî’nin (632/1235) el-Fusûl’ü ile Cemâleddin b. İmâdüddin’in (yahut Ebü’lFeth Zeynüddin Abdürrahim b. Ebû Bekir b. Abdülcelil el-Mergînânî esSemerkandî [670/1271])’nin296 Fusûlü’l-ihkâm fî usûli’l-ahkâm’ının bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Mükerrer konular ve Ferâiz-i Sirâciyye yeterli görülerek, Fusûli’l-ihkâm’daki “ferâiz” bölümü esere alınmamıştır. Ayrıca bu iki esere el-Hülâsâ, el-Kâfî, kendi eseri Letâifu’l-işâburaya hem komutan, hem vali ve hem de kadı olarak atandı. Bkz. eş-Şekâi’ku’nNu‘mânîye fî ‘ulemâ’i’d-devleti’l-‘Osmânîye, s. 50; a.mlf., Miftâhu’s-seâde, c. II, s. 287288; Mecdî Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şekâik, Abdülkadir Özcan (nşr.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989, s. 71; krş. Bilal Dindar, “Bedreddin Simâvî”, DİA, c. V, s. 331-332. Eğer el-Hâdî fi’l-fetâvâ’nın yazarı gerçekten Şeyh Bedreddin’in babası ise, babasının isminin Abdülaziz, lâkabının ise Demrek olduğu söylenebilir. 294 Bilal Dindar, “Bedreddin Simâvî”, DİA, c. V, s. 331-334. Eser hakkında bkz. Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 566-567; Ali Bardakoğlu, “Câmiu’l-fusûleyn”, DİA, c. VII, s. 108-109. 295 Câmi‘u’l-Fusûleyn kendisinden sonraki bir çok nakil fetva derlemelerinin kaynakları arasında yer aldığı gibi, bu esere Fetâvâ Câmi‘i’l-Fusûleyn adıyla referansta bulunulmuş (meselâ bkz. Ömer b. Ahmed el-Kâhirî, Mecmûatü’l-mesaili’l-fıkhiyye, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 918, vr. 88b) ve Bursalı Mehmed Tahir de fetva kitapları arasında saymıştır (OM, c. II, s. 62). 296 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1270-1271.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
345
rât gibi konuyla ilgili başka eserlerden de bazı ilâveler yapmış ve usul ve kavâide dayanarak ulaştığı bazı sonuçları eklemiştir. 40 fasıldan meydana gelen eserin ilk 16 faslı; kaza ve muhâkemeye, geriye kalanı muâmelâta dairdir. Kâtib Çelebi; bu eserin sadece muâmelâta dair olması dolayısıyla, hakimlerin ve müftülerin el kitabı olduğunu belirtir.297 Eserde parantez içinde gösterilen 204 kadar kaynağa işaret için kullanılan rumuzların, hangi kitap isimlerine karşılık geldikleri birinci cildin baş tarafına konan alfabetik olarak sıralanmış cetvelde gösterilmiştir. Zeynüddin İbn Nüceym Hâşiye (Ta‘lîka) alâ Câmi‘i’l-Fusûleyn298 (Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 610; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 766; Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 247), Ahîzâde Abdülhalîm (ö. 1013/1604) Hâşiye-i Câmi‘i’l-Fusûleyn,299 Hayreddin er-Remlî (ö. 1081/1671) Câmiu’l-Fusûleyn’e el-Leâli’d-dürriyye fi’l-fevâidi’l-Hayriyye (Kahire, 1300; Bulak, 1301, Câmi‘u’l-Fusûleyn ile birlikte) adlarıyla birer hâşiye yazmışlardır. Müştemilü’l-ahkâm sahibi Fahreddin er-Rûmî300 ile Süleyman b. Ali el-Karamânî (ö. 924/1518);301 Şeyh Bedreddin’in Câmi‘u’lFusûleyn’de fukahâya yönelttiği itirazlara cevap vermişlerdir. Nişancızâde Muhyiddin Mehmed b. Ahmed (ö. 1031/1622);302 kadılık görevine atandığında, bu kitabı, kadılar için en yararlı ve dava meselelerini en kapsayıcı bir fetva kitabı olarak görmektedir. Fakat hakimlerin işlerini kolaylaştırmak amacıyla, eserde karşılaştığı bazı eksiklikleri ve kusurları; çıkarmalar ve ilâveler yapmak, müdafaa ve eleştirilerde bulunmak ve 297 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 566. 298 İbn Nüceym’in oğlu Ahmed, bu eseri on kadar fasikülde (kürrâse) yenilediğini belirtir. Bkz. Resâilü İbn Nüceym, s. 55-56. Küçük hacimli bir eserdir. Mukaddimesinde üstadı ve babası olan Zeyn b. Nüceym el-Hanefî’nin Câmi‘u’l-Fusûleyn üzerine kendi hattıyla yazdığı hâşiyeleri (sayfa kenarındaki notlarını) bir araya getirerek ayrı bir kitap yaptığını söyler. İbn Nüceym bir çok yerde Şeyh Bedreddin’in görüşlerini eleştirmektedir. 299 OM, c. I, s. 228. 300 Cici, Fahreddin er-Rûmî’nin Ferâidü’l-leâlî adlı eserini Şeyh Bedreddin’in itirazlarına cevap amacıyla kaleme aldığını, eserinin mukaddimesinde belirttiğini ifade ediyorsa da (bkz. Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları, s. 104 ve 166) söz konusu eserin mukaddimesinde Ferâidü’l-leâlî’yi Sadruşşerîa’nın Şerhu’l-Vikâye’sine yazdığı hâşiyeden, Müştemilü’l-ahkâm’dan ve Câmi‘u’l-Fusûleyn’in itirazlarına cevap (Ecvibe) yazdıktan sonra kaleme aldığını açık biçimde ifade etmektedir. Dolayısıyla itirazlara cevap olarak kaleme alınan eser, daha önceden yazılmış olandan tamamen farklı bir eserdir. Krş. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1244. 301 Süleyman b. Ali el-Karamanî’nin el-Es’ile ve’l-ecvibetü’l-müteallika bi-Câmi‘i’l-Fusûleyn adını taşıyan eserinin bir nüshası için bkz. Süleymaniye Ktp., Turhan Valide Sultan, nr. 97, 101 vr. Kâtib Çelebi, Karamânî’nin cevaplarının sayısının 380 olduğunu belirtir. bkz. Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 566. 302 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 648-650.
346
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
itirazlarına cevaplar vermek suretiyle, kitabın meselelerini Nûru’l-‘ayn fî ıslâhı Câmi‘i’l-Fusûleyn adıyla yeniden düzenlemiştir. Ayrıca kitabın 40. faslını oluşturan elfâz-ı küfür bahsini yetersiz bulmuş ve bu bölüme, aynı konuda daha önce yazmış olduğu bir mukaddime, 10 bâb ve bir hâtimeden303 oluşan Tenvîru’l-cenân fî beyâni hıfzı’l-lisân adlı risâlesini kaydetmiştir (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 127, müellif hattı; Hekimoğlu, nr. 392; Süleymaniye, nr. 627). Kâtib Çelebi; bütün bu kusurlarına rağmen, kitabın aslının başvuru kaynağı olarak kullanılmaya devam ettiğini belirtir.304 Gerçekten de Câmi‘u’l-fusûleyn, bilhassa, Osmanlı muhitinde kaleme alınan fetva derlemelerinde en çok iktibas yapılan eserlerin başında gelmektedir. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi katalogunda (nr. 156, vr. 109) Mesâilü’l-fetâvâ adıyla Molla Fenârî Şemseddin Muhammed b. Hamza’ya (ö. 834/1431) bir eser nispet edilmektedir. 5. Zübdetü’l-fetâvâ: Kara Pîrî lâkablı Pîr Muhammed b. Yusuf el-Karamanî el-Ereğlî el-Ankaravî (ö. 866/1461-62 veya 886/1481),305 Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1451, ist. 9 Safer 1094 (7.2.1683), Konya, 566 vr.306 Kâtib Çelebi’nin -müellifini belirtmeksizin- sadece ismini vererek kaydettiği307 bu Arapça eserin sonunda verilen bilgiye göre; müellif, eserini 964 yılı Cemâziyelâhir sonlarında (26.4.1557) Pazartesi günü tamamlamıştır. Bu nüshayı; Konya kadısı Ahmed b. İdris, Azmzâde (Kemükoğlu) lâkablı Derviş Muhammed b. Hacı Muhammed’e yazdırmıştır. Öğrencilerin hacimli eserleri inceleme konusunda isteksiz davrandıkları ve daha çok muhtasar eserlere yöneldiklerini gören ve kendi döneminde sıkça karşılaşılan hâdiselere çözüm içeren olmazsa olmaz mühim meseleleri kuşatan muhtasar bir eser kalame almayı tasarlayan müellif; 303 Hâtimede, Ehl-i Sünnet akâidini özetlemiştir. Müellif bu özetin sonunda hiçbir akaid ve kelâm kitabında bu şekilde bir hülâsa görmediğini ve bunun kitabın hususiyetlerinden biri olduğunu vurgular. 304 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 566-567, c. II, s. 1244. Karamânî’nin el-Es’ile ve’l-ecvibetü’lmüte‘allika bi-Câmi‘i’l-fusûleyn adını taşıyan eserinin yazma nüshası için bkz. Süleymaniye Ktp., Turhan Valide Sultan, nr. 97. Ömer b. Ahmed el-Kâhirî ise, Muhtasaru Câmi‘i’l-Fusûleyn adlı bir eserden iktibaslarda bulunmaktadır. Bkz. Mecmûatü’lmesaili’l-fıkhiyye, Esad Efendi, nr. 918, vr. 340a-b, 352a-b. 305 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 213; OM, c. I, s. 260. 306 Kataloglara göre diğer bazı nüshaları: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 708; Hamidiye, nr. 588; Reisülküttab, nr. 410; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 333; Nuruosmaniye Ktp., nr. 1981; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 980, 1029, 1030; İzmir Milli Ktp., nr. 708. 307 Bkz. Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 952.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
347
bu gibi meseleleri, el-Münye, el-Kınye, el-Hizâne, Mecma‘u’l-fetâvâ, elFetâva’l-kübrâ, el-Fetâva’s-suğrâ, el-Hâniyye, el-Bezzâziyye, el-Hulâsa, Câmi‘u’l-fusûleyn, Câmi‘u’l-fetâvâ, Cevâhiru’l-fetâvâ, Tuhfetü’l-fukahâ, Müştemilü’l-ahkâm, el-Hidâye ve şerhleri, el-Vikâye ve şerhleri, el-Kenz ve şerhleri, el-Muhtâr ve şerhi el-İhtiyâr, el-Islâh ve şerhi el-Îzâh, el-Gurer ve şerhi ed-Dürer gibi ulema arasında çok kullanılan güvenilir fetva kitaplarından, muteber metin ve şerhlerden derlemiştir. 6. Câmi‘u’l-fetâvâ: Kırk Emre Mehmed b. Mustafa el-Hamîdî (ö. 880/1475), Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2286, 1b-108b, müs. Abdürrahim b. Ali, ist. Rebîülevvel 913 (Temmuz 1507); Çelebi Abdullah, nr. 406, 92b-293a, müs. Hüseyin b. Şeyh Mustafa, ist. 11 Ramazan 1109 (23.3.1698). Müellif; özellikle kendi döneminde engellerin ve olayların artması sebebiyle, insanların uzun eserlere rağbet etmeyip muhtasar eserlere yöneldiklerini belirttikten sonra, önem arzeden meseleleri el-Münye, elGunye, el-Kınye, et-Tuhfe, Câmi‘u’l-Fusûleyn, el-Fetâva’l-Bezzâzî, elVâkıât gibi muteber fetva kitaplarından ve diğer meşhur şerhlerden yararlanarak derlemek suretiyle bu eseri hazırladığını ifade eder. Ardından el-Münye, el-Kinye, el-Hâniyye (Fetâvâ Kâdîhân), el-Gunye, et-Tuhfe, el-Fetâva’l-Bezzâzî, el-Fetâva’l-Hâssî ve el-Vâkıât adlı eserlerin meselelerini bir araya getirdiği için Câmi‘ul-fetâvâ adını verdiğini belirtir. Ancak Kâtib Çelebi; eserin, ismi kadar muteber olmadığını ileri sürmektedir.308 Kütüphanelerde bu eserin 60 civarında yazması bulunması309 ve daha sonraki derleme eserlerde kaynak olarak kullanılması dikkate alındığında bu hükmün aşırıya kaçtığı söylenebilir. Şeyh Abdülmecîd b. Nasûh el-Amâsî (ö. 960/1553); bu eserden seçmeler yapmak suretiyle, Cemâziyelâhir 957’de (Haziran 1550) tamamladığı Tuhfetü’l-ahbâb adlı –her bâbın on fasıldan ve her fasılın da on meseleden oluştuğu- on bâblık özet bir eser meydana getirmiştir.310 Recep Cici ve Mustafa Şahin; katalogda, Câmi‘u’l-fetâvâ’nın bir nüshasının (Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 400, müs. Mustafa b. Ahmed b. Himmet, ist. 1114/1702), Şeyh Bedreddin’e nispet edilmesi nedeniyle, 308 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 565-566. 309 Meselâ bkz. Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2656; Veliyüddin Efendi, nr. 1424, 1425; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1528-1530; Kadızade Mehmed, nr. 248-250; Yeni Cami, nr. 599, 600. 310 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 566; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 620. Bursalı Mehmed Tahir Kırk Emer el-Hamîdî’nin Telhîsu Câmii’l-fetâvâ adıyla İsrâfîlzâde Abdülmecîd b. Nasûh el-Amâsî’ye nispet ettiği eserle Tuhfetü’l-ahbâb’ın aynı eser olduğunu ifade etmekle birlikte; vefat tarihini, 887 (1482) olarak vermektedir (bkz. OM, c. I, s. 354, c. II, s. 62). Bu tarih, eserin telif tarihinden çok öncedir.
348
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
bu nüshanın ona ait olduğunu ileri sürmüşlerdir.311 Oysa; katalog kaydı dışında, söz konusu nüshanın üzerinde eserin Şeyh Bedreddin’e aidiyetini gösterir hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Bizim gerek bu nüsha, gerekse Kırk Emre’nin aynı adlı eserinin birkaç nüshası üzerinde yaptığımız incelemeler neticesinde; her iki eserin de aynı olduğu anlaşılmıştır. Nitekim bu iki âlime nispet edilen nüshaların başlangıçları; Kâtib Çelebi’nin -Câmi‘u’l-fetâvâ maddesinde- Kırk Emre’ye nispet ettiği eserin başlangıç cümlesiyle ve eser hakkında verdiği bilgilerle aynıdır. Ayrıca bu eserin muteber kaynakları arasında, Şeyh Bedreddin’in Câmi‘u’l-Fusûleyn’i de zikredilmektedir; yani müellif, eserinin muteberliği için yine kendi eserini kaynak olarak kullanmaktadır. Bir eserin muteberliğinin; yazarın kendi şahsî düşüncesine değil, ilim camiası tarafından onaylanmasına bağlı olması gibi hususlar da hatırlandığında, eserin şeyhe aidiyeti tartışmalı hale gelmektedir. İsmail Paşa’nın da Şeyh Bedreddin’e nispet ettiği Câmiu’l-fetâvâ,312 muhtemelen, kütüphane kataloğundan bakılarak kaydedilmiştir. Zira başta Taşköprîzâde313 olmak üzere, hem şeyhin fıkıh eserlerinden toplu olarak bahseden eski kaynaklarda ve hem de Keşfu’z-zunûn’daki ilgili maddede böyle bir eserden söz edilmemektedir. Nüshalar arasında bulunan bazı farklar ise; eserin, bizzat müellifinin zaman içerisinde bazı tasarruflarda bulunmuş olmasından veya müstensihlerden kaynaklanıyor olmalıdır. 7-8. Müştemilü’l-ahkâm (fi’l-fetâva’l-Hanefîyye): Fahreddîn Yahya b. Abdullah el-Mudurnî er-Rûmî (ö. 890/1485’ten sonra).314 Mudurnî; aynı adla biri büyük, diğeri küçük iki eser kaleme almıştır.315 Birinci nüsha: En yaygın olanı küçük (sagîr) olanıdır (İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 211; Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3669). Kâtib Çelebi’nin verdiği bilgiye göre; Fatih Sultan Mehmed adına telif edilen bu eser, 879’da (1474) Edirne’de tamamlanmıştır. Müellif; eserinin girişinde, bu mecmuayı şehirlerde yaygın bulunan Hanefî mezhebi kitapların311 Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları, s. 106-108; Şahin, İslâm Hukukunda Fetva, s. 53. Her iki araştırmacı da, aslında, Kırk Emre el-Hamîdî’nin (Cici, el-Humeydî olarak zikrediyor) eserinden haberdardır. 312 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 410. 313 Miftâhu’s-seâde, c. II, s. 289. 314 Taşköprülüzâde, eş-Şakâik, s. 47-48; Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1692; OM, c. I, s. 139; Ayrıca bkz. GAL, c. II, s. 290, Suppl., c. II, s. 314. Kâtib Çelebi, Fahreddin Yahya’nın vefatını 864 (1460) olarak vermesine karşın kitabın telif tarihini 879 (1474) olarak kaydeder. Ancak müellifin Ferâidü’l-leâlî adlı eserinin sonundaki kayıttan, 890’da (1485) hayatta olduğu anlaşılmaktadır. 315 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1692.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
349
dan derlediğini ve kadı ve hakimlere mahsus olması sebebiyle Müştemilü’l-ahkâm adını verdiğini belirtir. Kadılar için el kitabı olarak düşünüldüğünden olsa gerek, kitap, ibadetlere yer verilmeksizin doğrudan nikâh meseleleriyle başlamaktadır. Meselelerin sonlarında Arapça kaynak adları zikredilmektedir. Birgili Mehmed Efendi; bu eserin, yaygın olmakla beraber zayıf görüşler ihtiva ettiğini ileri sürmüştür.316 İkinci nüsha (Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2474; H. Hüsnü Paşa, nr. 339; Murad Çelebi, nr. 90; Bağdatlı Vehbi, nr. 516): Kâtib Çelebi’nin verdiği bilgiye göre; bu eser (kebîr), Cemâziyelâhir 879’da (Ekim 1474) Edirne’de tamamlanmıştır. Ancak Murad Çelebi nüshasının 873 (1468) yılına ait istinsah kaydı;317 Kâtib Çelebi’nin verdiği tarihin yanlış olma ihtimalini ve söz konusu tarihin, küçük nüsha ile ilgili olduğu ya da müellifin bu ikinci eseri daha sonra gözden geçirerek son şeklini verdiği ihtimalini de dikkate almayı gerekli kılmaktadır. Müellifin, mukaddimede belirttiğine göre; el-Hidâye esas alınarak çok kullanılan metinlerden Mecma‘u’l-bahreyn, el-Vikâye, el-Kenz ve el-Muhtâr’da mevcut ilâve meselelerin tamamını, fetava ve şerhlerde zikredilen çok vukua gelen önemli meseleleri nakilde bulunduğu kitapların ibarelerini -istisnâî durumlar hariç- aynen aktararak yazmış ve Mecma‘u’l-bahreyn’de rümuzla zikredilen muhalif görüş sahibinin ismini açıkça belirtmiştir. Adı geçen metinlerin rivayetlerini ve daha başka kaynaklardaki pek çok faydalı hususu kapsaması dolayısıyla da, bu çalışmaya Müştemilü’l-ahkâm adını vermiş ve aslı (el-Hidâye) gibi 57 bölümden oluşturmuştur. Küçük nüshanın aksine, Kitâbü’t-Tahâre bölümüyle başlar ve bütün fıkıh bâblarını içerir. 9. Ferâidü’l-leâlî: Fahreddin Yahya b. Abdullah el-Mudurnî er-Rûmî (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizade, nr. 177, ist. 891/1486, 1b-146a vr.; Burdur İl Halk Kkp., nr. 1958, 107 vr.) Fahreddin er-Rûmî; eserinin mukaddimesinde, fetva kitapları ve şerhlerden yaptığı bu derlemeyi, elem veren hastalıkları ve yaralarına rağmen senenin en uzun gecesinde tamamlayıp Ferâidü’l-leâlî adını verdiğini belirtir ve bu çalışmasını, Sadruşşerîa’nın Şerhu’l-Vikâye’sine yazdığı hâşiyeden, Müştemilü’l-ahkâm’dan ve Câmi‘u’l-Fusûleyn’in itirazlarına cevap (Ecvibe) yazdıktan sonra318 kaleme aldığını ifade eder. Eser, 47 316 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1692. 317 Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları, s. 165. Kâtib Çelebi Müştemilü’lahkâm’ın biri büyük, diğeri küçük iki ayrı nüshasından söz ettiği halde; Cici, aynı adı taşıyan iki ayrı eserin varlığından söz etmeksizin, yalnızca, büyük olan nüsha ile ilgili bilgi vermekle yetinmiştir.
350
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
bölümden oluşmakta ve “Edebü’l-müftî” bölümüyle son bulmaktadır. Karaçelebizâde nüshasının sonunda, eserin telif tarihi; Muharrem 890 (Ocak 1485) ve bu nüshanın istinsâhı da Zilhicce 891 (Kasım 1486) olarak verilmiştir. Mukaddimede senenin en uzun gecelerinden birinde tamamladığını söylemesi de, metnin sonunda verilen telif tarihini doğrulamaktadır. Bu kayıttan müellifin 890’da henüz hayatta ve oldukça hasta (muhtemelen de çok yaşlı) olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, bu nüshanın kapak sayfasındaki “Te’lîfü Mevlânâ Yahyâ halîfeti’l-kâdî” ibaresinden, onun kadı vekili (yahut yardımcısı) olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. 10. Câmi‘ Rûmî:319 Fahreddin Yahya b. Abdullah el-Mudurnî er-Rûmî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 580, 1b-230a vr., müs. Hüseyin Monla, ist. 1135/1722-23, Yusuf Efendi Medresesi) Eserin kapak sayfasında, IX. yüzyıl ulemasından Fahreddin er-Rûmî’nin Fetâvâ’sı olduğu belirtilmektedir. Müellif –mukaddimede-; bu muhtasar eseri, ulema arasında kabul gören kitaplardaki vâkıât, nevâzil ve fetva meselelerini -ifadeleri kolaylaştırmak suretiyle- ilme yeni başlayan öğrenciler ve ihtiyaç duyanlar için derlediğini belirtir. Âlim dostlarının isteği üzerine derlemeye başladığı bu eserin, yaygın ve çok sık meydana gelen meselelere hasredildiğini kaydetmektedir. Esere Câmi‘ Rûmî adını veren de kendisidir. 11. Fetâvâ-yı Korkudhâniyye Sultan II. Bâyezid’in oğlu Şehzâde Korkudhan320 (ö. 918/1513) tarafından derlenmiştir.321 Sehî Bey, “Fetâvâdan Korkûdiyye adlu bir kitâb te’lîf idüb mevâlî-yi izâm ve ahâlî-yi kirâm huzûr-ı şerîflerinde makbûl ve mergûb vâki‘ olmuşdur” demektedir.322 12. Mecma‘u’l-müntehabât: Mustafa b. İsa el-Ankaravî (XVI. yüzyılın ilk yarısı), Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 333, 2b-405b vr.; Süleymaniye, nr. 597. Mukaddimede; Sultan II. Bâyezîd döneminde muteber fetva kitaplarını 318 Krş. Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları, s. 104, 166-167. 319 Cici, a.g.e., s. 167-169. 320 Hallü işkâli’l-efkâr fî hılli emvâli’l-küffâr (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1142, 58 vr.), Kitâb fi’t-tasavvuf ve’l-kelâm (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1763, 257 vr.) ve Cevâb-ı Safi Ez Berâ-yı Suâl-i Hakîm Ez Çi Sebeb-i Nâtıka (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4024, 6-13 vr.) adlarında eserleri bulunan Şehzâde Korkud’un birinci eserdeki ifadelerinden, Şâfiî mezhebinden olduğu anlaşılmaktadır. Biyografisi için bkz. OM, c. II, s. 382-384; Feridun Emecen, “Korkut, Şehzade”, DİA, c. XXVI, s. 205-207. 321 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1228. 322 Sehî, Tezkire (Heşt Bihişt), Günay Kut (nşr.), Harvard Üniversitesi Basımevi, 1978, s. 107.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
351
araştırarak mühim ve vâki olmuş meseleleri derlediğini, eseri sultana ithaf ettiğini ve Mecma‘u’l-müntehabât adını verdiğini belirtmekte ve eseri, “hacmi küçük, ama faydaları çok” bir eser olarak nitelemektedir.323 Kitap temizlik, abdest ve namaz bahisleriyle başlamakta ve hemen ardından elfâz-ı küfür meseleleri (vr. 11a) ve ardından da Kitâbü’n-Nikâh bölümü (vr. 13b) gelmektedir. Dolayısıyla, eserde ibadetlerden oruç, hac ve zekâtla ilgili bölümler yer almamaktadır. Meselelerin nakledildiği kaynaklar mesele sonlarında verilmektedir. 13. Muhtârât li’l-fetvâ (fi’l-fetvâ, mine’l-fetâvâ):324 Şeyhülislâm Zenbilli Alâeddin Ali b. Ahmed el-Cemâlî (ö. 932/1525). el-İhtiyârât adıyla da anılan eserde el-Hidâye ve daha başka kitaplardan tercih ettiği meseleleri derlemiştir. Mühim meseleleri içeren bu muhtasar eser; kapalı kalan yerlerini açmak suretiyle Kitâbü’n-Nükâye’yi de kapsamaktadır. Atâî, bu eserden Muhtârâtü’l-mesâil adıyla söz eder ve Zenbilli’nin daha sonra bu eseri şerhettiğini, ancak şerhin meşhur olmadığını belirtir.325 Katalog kayıtlarında Şerhu’l-İhtiyârât evi’l-Muhtârât (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 991, 244 vr.) adıyla gözüken eser, Atâî’nin sözünü ettiği bu şerh olabilir. Mehmet Ali Sarı tarafından Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edilen ve İbrahim Ural tarafından sadeleştirilen eser el-Muhtarat minel fetava: Seçme Fetvalar (İstanbul: Fey Vakfı, 1996) adıyla yayımlanmıştır. Zenbilli Ali Efendi hakimlik ve müftülük yapanların yararlanmaları için hazırladığı Muhtârâtü’l-Hidâye326 adlı bir başka eserinde de meselelerin delillerine bakarak el-Hidâye’de esahh, aleyhi’l-fetvâ yahut bihî yüftâ diye açıkça ifade edilenleri seçmiş ve Hanefî mezhebi imamlarından hangisi olursa olsun delili daha güçlü olanın görüşünü tercih etmiştir. 14. Mecmuatü’l-mesâil (Mecmûa-i Müeyyedzâde, el-Fetâvâ): Şeyhülislâm Müeyyedzâde Abdurrahman b. Ali el-Amasî (ö. 922/1516).327 Kâtib Çelebi’nin Mecmûatü İbni’l-Müeyyed ve Mecmûatü’l-fetâvâ baş323 Bu eserin bir yazma nüshası da, Sarayova Gazi Hüsrev-Begova Kütüphanesi’nde (nr. 266) bulunmaktadır. Bkz. Kasım Dobraca, Katalog Arapskih, Turskih i Perzijskih Rukopisa, Saraybosna, 1979, c. II, s. 750-751. 324 Yazma nüshaları: Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2339; Veliyüddin Efendi, nr. 1358, 1359, ist. 931/1524; Süleymaniye Ktp., A-Tekelioğlu, nr. 371; Esad Efendi, nr. 644; Serez, nr. 1051. 325 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 277. 326 Keşfü’z-zunûn c. II, m. 1624. Yazma nüshaları: İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 203; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Arapça, nr. 2461; Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 387; İzmir, nr. 270; Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 241. 327 Müeyyedzâde hakkında bkz. Sehî, Tezkire, s. 125-127; OM, c. I, s. 355.
352
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
lıkları altında iki kez zikrettiği328 bu -Arapça kaynaklardan- derleme fetva mecmuası; pek çok yazma nüshası bulunan,329 Osmanlı tarihi boyunca en çok başvurulan ve daha sonraki literatürde de en çok kaynak gösterilen fetva mecmuaları arasında yer alan oldukça muteber bir eserdir. Mecmûada mukaddime bulunmaz ve doğrudan el-mesâilü’lmüteallika bi’t-tahâre, (...) bi’s-salât, (...) bi’z-zekât diye başlayıp meseleler nakledildikten sonra kaynakları verilmektedir.330 15. Mühimmâtü’l-fetâvâ (Mühimmâtü’l-müftî, el-Mühimmât fî furûi’l-Hanefiyye):331 Kemalpaşazâde Şemseddin Ahmed b. Süleyman (ö. 940/ 1534).332 Fıkıh kitapları sistematiğine göre telif edilen ve meselelerin sonlarında kaynakları verilen bu eser, Arapça fetva kitaplarından fetvaların derlenmesi suretiyle kaleme alınmıştır. Mecdî; eserle ilgili olarak, “Fetâvâdan bî-nihâye mesâil-i müşkile cem‘ idüb Mühimmât deyü tesmiye eyledi” der.333 Birgivî ise, onun için, “ortada dolaşan boş şeyler cümlesindendir” ifadesini kullanır.334 Daha sonraki bir çok mecmuada kaynak ola328 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1606-1607. 329 Nüshalarından bazıları: İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 225, 230, 236, 396; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1594; Damad İbrahim, nr. 624, 653, 718; Esad Efendi, nr. 1109, 947; Nazif Efendi, nr. 16; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 2412, 2520; Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Ktp., Şişli, nr. 160. 330 Câmiu’l-fetâvâ adıyla Muhammed b. Eflâtûn el-Bursevî’ye nispet edilen mecmua (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 5365, 192b vr. müs. Mustafa b. Receb, ist. 21 Şevval 1059), Müeyyedzâde Mecmûa’sının bir başka nüshasından ibarettir. Bu nüshanın baş kısmındaki fihristin üstünde, “Hâzâ fihrisü kitâbi Müeyyedzâde” (Müeyyedzâde’nin kitabının fihristi) ibaresi bulunmakla beraber; fihristten önceki sayfada, Arapça olarak, “Hâzâ kitâbü Câmii’l-fetâvâ li-Muhammed b. Eflâtûn el-Burûsâvî küllü mesâile fîhi alâ kavli’l-fetvâ” ibaresi ve bu ibarenin üstünde de, Kutbeddin adlı biri tarafından kaleme alınmış “Tercemetü’l-müellif” başlığı altında, Eflâtûnzâde Mehmed el-Bursevî’nin biyografisi verilmektedir. Bu biyografide verilen bilgiye göre; Eflâtûnzâde, Molla Hüsrev’in öğrencilerindendir. Fıkhî bilgisinden dolayı Bursa’ya atanan her kadı, kendisini naip atamış ve bir ara İstanbul’da da kadı naipliği yapmış ise de tekrar Bursa’ya dönmüştür. 40 sene naiplik yapan Eflâtûnzâde, çok vukua gelen meseleleri içeren bir derleme hazırlamış ve bir de mahâdır ve sicillâta dair bir kitap kaleme almıştır. 937’de vefat etmiştir. 331 Mecmuanın bazı yazmaları: Süleymaniye Ktp., Çorlulu Ali Paşa, nr. 280, 1b-211b vr.; Kılıç Ali Paşa, nr. 464; Karaçelebizade, nr. 204, 208, 209; Mesih Paşa, nr. 18; Yeni Cami, nr. 688; Millet Ktp., Feyzullah Ef., nr. 1078; Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 694. Ayrıca bkz. Nihal Atsız, Kemalpaşa-oğlu’nun Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, 1966, sy. 6, İstanbul, s. 95. 332 Ş. Turan, Ş. Özen, İ. Çelebi ve M. A.Y. Saraç , “Kemalpaşazâde”, DİA, c. XXV, s. 238-247. 333 Mecdî Mehmed Efendi, Hadaiku’ş-Şakaik, s. 385. 334 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 1916.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
353
rak kullanılması ve İbn Âbidîn gibi bazı önde gelen âlimler tarafından referans verilmesi,335 bu iddianın abartılı olduğunu göstermektedir. Her şeye rağmen bu eser, müftülerin kullanımı için pratik bir değer taşımaktadır. Fetâvâ (er-Risâle min mesâili’l-fetâvâ) adıyla Kemalpaşazâde’ye nispet edilen ve aynı türden olmakla birlikte daha kısa olan bir eser, kölenin firarı (ibâk) meseleleriyle başlamakta ve her bir hukuk problemi, “mes’ele” başlığı altında verilip meselenin son kısmında da, alınan kaynağın ismi zikredilmektedir (Süleymaniye Ktp., Yeni Cami nr. 685, vr. 185b-264b, ist. 951). 16. Mecma‘u’l-ahkâm: Masdar Muslihuddin Mustafa b. İdris el-Bursevî (ö. 944/1538’den sonra),336 Süleymaniye Ktp., Yusuf Ağa, nr. 250, 111 vr.; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1541; Isparta Halil Hamit Paşa Ktp., nr. 1501; Manisa İl Halk Ktp., nr. 745. Fıkıh kitapları sistematiğine göre, Arapça kaynaklardan derleme suretiyle oluşturulmuş bir eserdir. Manisa’da müderris iken yazmış ve Receb 944’te (Aralık 1537), Mekke’de temize çekmiştir.337 17. Mecmûatü’l-fetâvâ (Tahrîrât): Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi (ö. 954/1547),338 Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 496, ist. 1 Muharrem 1124 (9.2.1712), müs. Ömer b. Şâbân el-Bolevî, 1b-368a vr.; Esad Efendi, nr. 958; Murat Molla Ktp., Murad Molla, nr. 1182; Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 690; Nuruosmaniye Ktp., nr. 2060, 2061. Kitap, Fetâvâ adıyla da bilinmektedir.339 Bu eser, Çivizâde’nin bizzat kendisinin verdiği fetvalar değildir. Geçmiş ulemanın verdiği fetvaların bir derlemesi ve bu fetvaların bir kısmına ilişkin olarak da, kendisinin ilmî mütalaalarıdır. Meselelerin nakledildiği kaynaklar, mesele sonların335 İbn Âbidîn, el-Ukûdü’d-dürriyye fî tenkîhi’l-Fetâvâ’l-Hâmidiyye, Kahire, 1310, c. II, s. 368; Netîcetü’l-fetâvâ, s. 462 (Müntehabu Mühimmâti’l-müftî li-Kemalpaşazâde adıyla). 336 Masdar Muslihuddin diye bilinen Mustafa b. İdris (ö. 944/1537’ten sonra), bir imamın oğlu olarak Bursa’da dünyaya gelmiş ve dönemin ünlü sûfîlerinden Ali b. Meymûn el-Magribî’nin (ö. 917/1511) müridlerinden olup 943 (1536) yılında, İstanbul’da Sahn-ı Semân müderrisi iken Halep ve ardından da Mekke kadılığına atanarak emekli olup döndükten sonra Üsküdar’da vefat etmiştir. Bkz. Taşköprülüzâde, eş-Şakâik, s. 495-496; Mecdî, Hadâiku’ş-Şakâik, s. 489; Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 47; İbnü’lHanbelî, Radiyyüddîn Mahmûd b. İbrâhîm b. Yûsuf el-Halebî, Dürrü’l-habeb fî târîhi a‘yâni Haleb, Mahmûd Muhammed el-Fâhûrî ve Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre (nşr.), Dımaşk, 1972, c. II/I, s. 493; OM, c. I, s. 218. 337 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1596. 338 Mehmet İpşirli, “Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi”, DİA, c. VIII, s. 348-349. 339 Îzâhu’l-meknûn, c. II, s. 439.
354
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
da verilmektedir. Eserin sonunda -Şeyhülislâm Ebü’l-Meyâmin Mustafa Efendi tarafından- verilen bilgiye göre; bu kitap, Çivizâde Mehmed b. İlyas Efendi’nin şeyhülislâmlığı sırasında, kendi el yazısıyla kaleme aldığı vâkıâtü’l-fetvâdır. Müellif, eserini tamamlayamadan vefat etmiş ve 21 Ocak 1582’de şeyhülislamlık makamına geçen oğlu Mevlânâ Mehmed Efendi (ö. 995/1587),340 babasının çalışmasını tamamlama arzusuyla cevaplarının yazılmasını istemiş ve eseri, aynı üslup üzere derlemiştir. Ancak o da, eseri tamamlayamadan vefat etti ve dolayısıyla da, çalışma eksik kaldı (vr. 368a). Verilen bu bilgiler; kitabın içinde, Ebussuûd’un tefsirinden ve İbn Nüceym’in el-Bahru’r-râik ile el-Eşbâh ve’n-nezâir adlı eserlerinden yapılan bolca iktibasın ve 958 (1551) yılında vuku bulan hâdisenin (vr. 132a) nasıl var olabildiğini açıklamaktadır. Nitekim daha kısa olan bazı nüshalar, sadece, Çivizâde’nin kendi çalışmasını içermektedir. 18. Fetâvâ: Mehmed Bey el-Abbâdî (ö. 961/1554), TSMK, Ahmed III Kit., nr. 884, 481 vr. Karatay; eserin, Kanuni Sultan Süleyman’a ithaf edilmiş olduğunu, ancak sahibi Mehmed Bey hakkında bir malumat elde edemediğini belirtir.341 Bursalı Mehmed Tahir, müellifin ismini, Âbâdî Mehmed Çelebi olarak zikreder ve Amasya’nın Mahmudâbâd-Hakala köyünden olduğunu kaydeder. Onun verdiği bilgiye göre; Mehmed Çelebi, Kemalpaşazâde’nin öğrencilerinden fakih bir zâttır. Tahsilini İstanbul’da tamamladıktan sonra fetva emîni oldu. 961 yılında vefat etmiş342 ve üstadı civarına defnolunmuştur.343 Bursalı M. Tahir’in muhtemelen yukarıda zikredilen mecmuanın bir başka nüshası olup Mecmûa-i Fetâvâ adıyla Ayasofya Kütüphanesi’nde mevcut olduğunu belirttiği nüshayı ise, tespit edemedik. 19. Fevâidu’l-fetâvâ (Fevâidü’l-fukahâ): Manisa İl Halk Ktp., nr. 4634, müst. Mehmed b. Mustafa el-İstanbulî; Sarayova Gazi Hüsrev Begova Ktp., nr. 2703. Yukarıda zikredilen nüshaların ilk cümlelerinin karşılaştırılmasından bunların aynı eserin farklı nüshaları oldukları anlaşılmaktadır. Eser 962 340 Mehmet İpşirli, “Çivizâde Mehmed Efendi”, DİA, c. VIII, s. 347-348. 341 Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 582-583. 342 Metinde “vefat eden” deniliyor. Ancak Kemalpaşazâde’nin 940’ta vefat ettiği kesin olduğuna göre, bu kelime yanlış yazılmış olmalıdır. 343 OM, c. I, s. 211 ve c. II, s. 64. Ayrıca krş. Taşköprülüzâde, eş-Şakâik, s. 498-499.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
355
(1554) yılında tamamlanmıştır.344 Kâtib Çelebi bu mecmuanın müellifini zikretmeksizin sadece adını kaydeder.345 20. Vâkıât-ı Karaçelebi (Vâkıât fi’l-fetâvâ, Fetâvâ, Mecmûa fi’l-Fıkh): İstanbul kadısı Muhyiddin Mehmed Hicrî b. Hüsâmeddin Abdullah (ö. 965/1558),346 Serez, 1103, 1+1b-123a, ist. 24 Zilhicce 1034 (26.9.1625), müs. Siroz kadısı Ziyaeddin Hüseyin; Esad Efendi, nr. 950; İsmihan Sultan, nr. 201. Mukaddime bulunmayan nüsha; kısa bir hamdele ve salvele, ardından da doğrudan Kitâbü’t-Tahâre ile başlanmaktadır. Bu eser; muhtelif Arapça kitaplardan iktibaslar yapılmak suretiyle derlenmiş bir kitaptır. Nitekim Mecdî, “Fetâvâdan Vâkıât adlu bir kitab cem‘ idüb anda bî-nihâye mesâil-i latîfe derc eyledi” demektedir.347 21. Câmi‘u’l-mesâil (=Ümmü’l-fetâvâ): Muslihuddin Mustafa b. Şemsüddin Ahmed el-Karahisari el-Ahterî (ö. 968/1560-61),348 Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2471, 1b-348b vr.; Kılıç Ali Paşa, nr. 339; Yazma Bağışlar, nr. 993. Mukaddimede, geçmiş ulemanın eserlerinde bulunan ve sıklıkla meydana gelen meseleleri derlediğini ve eserin hacmini küçük tutmak amacıyla, meselelerin delillerine yer vermediğini belirtir.349 Fıkıh sistematiğine göre önemli konuları içeren bir eserdir. Bir çok yerde “mes’ele” başlığı altında konular sıralanmakla beraber genel hatlarıyla diğer mecmuaların özelliklerini göstermektedir. 21. Fetâvâ-yı Dede Cöngi: Dede Cöngi (Kara Dede) Kemâleddin İbrahim b. Bahşi (ö. 975/1567), İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir EserlerArapça, nr. 2564, 1b-123a vr. Eserin kapak sayfalarında ismi Fetvâ Kara Cönk ve Kara Cönk Fetvâsı şeklinde yazılmıştır. Mukaddimesi bulunmayan eser, Kitâbü’t-Tahâret’ten başlamakta ve meseleler zikredildikten sonra kaynak ismi veril344 Bkz. www.yazmalar.org; krş. Kasım Dobraca, Katalog Arapskih, Turskih i Perzijskih Rukopisa, Saraybosna, 1979, c. II, s. 759-760. Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Kütüphanesi’nde (nr. 573, 1208/1793-94, 139 vr.) Fevâidü’l-fetâvâ adlı anonim bir eser bulunmaktadır. 345 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1300. 346 Mecdî, Hadâiku’ş-Şakâik, s. 495-496; Atâî, Hadâdiku’l-hakâik, s. 48 (indeks); Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 246; OM, c. II, s. 62. 347 Mecdî, a.g.e., s. 496. Kara Çelebi’ye Sefînetü’d-Dürer adıyla bir eser daha nispet edilmektedir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 789, 243 vr.). 348 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 434-435; OM, c. I, s. 224-225; Hulusi Kılıç, “Ahterî”, DİA, c. II, s. 184-185. 349 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 574.
356
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
mektedir. Müeyyedzâde Mecmûası ve el-Eşbâh ve’n-Nezâir gibi kendi dönemine yakın kaynaklardan da iktibaslar yapmaktadır. 23. el-Fetâva’l-adliye: Hacı Resûl b. Sâlih el-Aydınî (ö. 978/1570),350 Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 457, 1 Şaban 1095 (14.7.1684), müs. Kadı Seyyid Abdurrahman b. Ömer el-Hüseynî, İstanbul, 1b-10b vr.351 Saruhan [Aydın] vilayetine bağlı Marmara’da kadı iken; Kanunî Sultan Süleyman’ın (kadılara) esah olanla amel etmeyi buyurması üzerine, 966 (1558-59) yılında yazmaya başlamış ve kısa sürede bitirmiştir. Hanefî mezhebinin mütedavil kitaplarından muhtâr olan görüşleri özetlemiş ve kendisinin ifadesine göre şer‘î rivayetlerin en sahihlerini içermesi sebebiyle el-Fetâva’l-adliye adını vermiştir. Arapça olan eser, nikâh bölümüyle başlamaktadır. Eserde, kadılara yönelik bir eser olarak tasarlandığından ötürü, ibadetler bölümü yer almamaktadır. 24.Mecmûatü’l-fetâvâ (el-Fetâva’l-Hâmidiyye): Şeyhülislâm Hâmid b. Mehmed b. Durûz el-Konevî (985/1577),352 Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 953; Kılıç Ali Paşa, nr. 496; Molla Çelebi, nr. 104, 105. Mecmûanın başında, fürû kitaplarından Sadruşşerîa’nın (el-Vikâye) tertibi üzere, Hâmid Efendi tarafından derlenen pek çok meseleyi içeren bir eser olduğu kaydedilir. Fakat eser, temize çekilmemiş olup müsvedde haldedir. Meseleler de tasnif edilmiş değildir. Fıkıh kitaplarından iktibas edilen meseleler zikredildikten sonra, kaynak ismi kaydedilmektedir. Kâtib Çelebi el-Fetâvâ’l-Hâmidiyye’nin dört cilt olduğunu söylemektedir.353 Molla Çelebi (nr. 104) nüshasının başında, torunu tarafından yazılmış –eserin, Şeyhülislâm Hâmid Efendi’nin kendi el yazısıyla olduğunu gösteren- “Mecmûa bi-hatti’l-ceddi’l-mâcidi’l-Mevlâ’lmerhûm Şeyhülislâm Hâmid aleyhi rahmeti’l-Meliki’l-Vâhid” ibaresi 350 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1226; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 368; OM, c. I, s. 313. 351 Diğer bazı yazma nüshaları: Süleymaniye Ktp., Giresun Yazmalar, nr. 121, 1063; Esad Efendi, nr. 1063; Hafid Efendi, nr. 101; Hamidiye, nr. 598; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 192, 194; Millet Ktp., Ali Emiri Arabi, nr. 854; TSMK Emanet Hazinesi, nr. 813. 352 1574’te Ebussuûd Efendi vefat edince onun yerine şeyhülislâm oldu ve bu görevde iken vefat etti. Biyografisi için bkz. Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 242-243; Cahit Baltacı, “Hâmid Efendi, Çivizâde Damadı”, DİA, c. XV, s. 460-461. Not: Baltacı’nın, Şeyhülislâm Hâmid Efendi’ye nispet ettiği Kitâbü Bâbi’l-Hîtân min Fetâva’l-Hâmidiyye (Esad Efendi, nr. 554, vr. 1b-62b, müs. es-Seyyid Mehmed Halil el-Muhâsibî, ist. 24 Ramazan 1240 / 12.5.1825) adlı eser, Şam müftüsü Hâmid Efendi’nin Fetâvâ’sının bir bölümüdür. 353 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1222. Atâî de, “Dört kıta vâkıât-ı mesâil mecma‘ eylemişlerdir; Fetâvâ-yı Hâmidiyye dimekle meşhurdur” demektedir. Bkz. Hadâiku’l-hakâik, s. 243.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
357
bulunmaktadır. Bu mecmua, muhtelif eserlerden Arapça nakillerini içeren bir müsveddedir. Sayfa aralarında küçük kağıtlarda da notlar yazılıdır. 25. el-Muhtârât: Mevlâ Ömer el-Konevî (ö. 985/1577). Budin müftüsü iken fıkhî meselelere dair derlediği bu eser ile ilgili olarak Atâî “Mühim meseleleri kapsayan faydalı bir mecmuadır” demektedir.354 26. Fetâvâ Abdülganî (el-Mecmûatü’ş-şer‘iyye fi’l-mesâili’l-fıkhiyye): Abdülganî Efendi b. Emîrşâh b. Mahmud el-Geredevî (ö. 995/1587),355 Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 645, 1b-150a vr.; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 719, 126 vr. Kadıasker Mevlânâ Abdülganî Efendi tarafından muteber fıkhî meselelerden derlenmiş bir mecmûa olduğu kaydedilen nüshanın mukaddimesi bulunmaktadır. Eser, fıkıh sistematiğine göre tertib edilmiştir. Kapak sayfasında, kitabın 50 kaynağının isimleri sıralanmaktadır. Kâtib Çelebi Müeyyedzâde’nin Mecmûa’sından daha küçük hacimli olan bu eserin mütedâvil olduğunu kaydeder.356 27. Fetâvâ Kadızâde: Şeyhülislâm Kadızâde Şemseddin Ahmed b. Mahmûd (ö. 988/1580).357 Bağdatlı İsmail Paşa’nın Mecmûatü’l-mesâil fi’l-fetâvâ adıyla zikredip yedi bin mesele içerdiğini kaydettiği Kadızâde-i Rûmî’ye ait eserle aynı olmalıdır.358 28. Mecmûatü’l-fetâvâ (Mecmûa fî mesâili’l-fıkh):359 Rumeli kazaskeri Karaçelebizâde Hüsâmeddin Hüseyin b. Mehmed el-Kütâhî (ö. 1007/1598). 29. Mecma‘u’l-fetâvâ: Ali b. Abdullah el-Arabî el-Antâkî (ö. 1008/1599).360 354 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 244; Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1624. 355 İleri gelen kadılardan Bolulu Emîrşâh Efendi’nin oğludur. Çeşitli medreselerde müderrislikten sonra Şam, Mısır, İstanbul kadılıklarında ve Anadolu kazaskerliğinde bulundu. Biyografisi için bkz. Nev’îzâde Atâî, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şakâik, s. 294-295; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 590; OM, c. I, s. 358. 356 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1607. 357 Bursalı Mehmed Tâhir, OM, c. II, s. 61. Biyografisi için bkz. Mehmet İpşirli, “Kadızâde Ahmed Şemseddin”, DİA, c. XXIV, s. 96-97. 358 Îzâhu’l-meknûn, c. I, s. 439. 359 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 321; Îzâhu’l-meknûn, c. I, s. 439. Karaçelebizâde Hüsâmeddin Hüseyin Efendi, Zuhûrî mahlasıyla şiirler yazan Rumeli kazaskeri Karaçelebizâde Mehmed Efendi (ö. 1042/1632) ile Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin babasıdır.
358
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
30. Fetâvâ-ı Ahîzâde Abdülhalîm (ö. 1013/1604),361 İstanbul Ün. Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 631, 1b-152b. Kitabın üzerinde Fetâvâ-ı Ahîzâde Abdülhalîm, kapak sayfasında ise Ahizâde Abdülhalim Efendi Fetâvâ-yı Abdürrahîm yazılıdır. Nüshanın başındaki fihristin ikinci sayfasının kenarında, “Merhûm Rumeli kadıaskerliğinden mazûl iken vefat iden Ahîzâde Abdülhalîm Efendi’nin zaman-ı hükûmetinde vâkıa olan vekâyiin dürer ve gureri hevâmişine kendü kalemleriyle nakl eyledikleri mesâildir ki kendü hatlarından tahrîr olunmuşdur” ibaresi bulunmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla; bu eserde zikredilen nakiller asıl itibariyle Abdülhalim Efendi’nin verdiği kararların mesnetlerini oluşturmakta ve dolayısıyla da, onun hangi konular hakkında hüküm verdiğinin bir göstergesi olmaktadır. Arapça kaynaklardan yapılan nakiller, naklin sonuna kaynak adı zikredilmek suretiyle fıkıh bâblarına göre tertib edilmiştir. İlk sayfalarda “kavluhû” ile başlayan açıklamalar bulunmaktadır. Bazı sayfa kenarlarında ise, Arapça nakiller ile İbn Kemal ve Ebussuûd’dan fetvalar ve ayrıca Abdülhalim Efendi’nin bazı açıklamaları yer almaktadır. Bu nüshanın üzerinde seretıbbâ-ı hâssa Kâtibzâde Mehmed Refî‘ ve Kâdı es-Seyyid Mehmed Râşid’in (13 Receb 1181 [5.12.1767] tarihli) temellük kayıtları bulunmaktadır. 31. el-Kavlü’l-hasen fî cevâbi’l-kavli li-men: Nev‘îzâde Atâî [Ataullah] b. Yahya (ö. 1045/1635), Atıf Efendi Ktp., Atıf Efendi, nr. 1165, 153 vr.; Manisa İl Halk Ktp., nr. 797. Mukaddimesinde verilen bilgiye göre; mahkemelerde davacı ve davalının ettikleri yemin veya sırf iddiaları durumunda hangisinin sözünün esas alınacağına dair meselelerle ilgili hakimlere yardımcı bir eser olarak hazırlanmıştır. Bir ciltlik bu derlemeyi, Nev‘îzâde Mizistre kadısı iken Zilhicce 1038’de (Temmuz 1634) tamamlamıştır.362 32. el-Kavlü li-men ve tezyîlühâ bi’l-mülhakât: Süleymaniye Ktp., Amcaza360 Müderrislik, müftülük ve şeyülislâmlıkta fetva mukabeleciliği yapmış ve kendisine padişah tarafından bilâd-ı selâse dışında bütün Osmanlı ülkesinde fetva verme yetkisi tanınmış bir âlimdir. Bkz. Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 439-440; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 751. Atâî “Bu hakîr, hattı ile bir Mecma‘u’l-fetâvâ nüshasına mâlik oldum. Hevâmişinde müfîd kelimâtı ve tetebbu-i ihâtadan nâşî tahkîkâtı vardır” demektedir. Bu ifade Antakî’nin Mecma‘u’l-fetâvâ’nın yazarı olduğuna değil, müstensihi olduğuna daha muhtemel gözükmektedir. Zira ikinci cümlede Atâî, Antakî’nin faydalı bilgiler içeren açıklamalarını, bu eserin sayfa kenarlarına yazmış olduğunu belirtmektedir. İsmail Paşa ise, bu eseri, doğrudan Antakî’ye nispet eder. 361 Atâî, s. 484; Hasan Güleç, “Ahîzâde Abdülhalim Efendi”, DİA, c. I, s. 548. 362 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1363. Atâî’nin biyografisi için bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 4-6. Keşfü’z-zunûn’da Atâî’nin kadılık yaptığı yerin adı, Ministre şeklinde kaydedidlmiştir.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
359
de Hüseyin Paşa, nr. 241/16, 259-262b, ist. Safer 1050 (Mayıs 1640). Katalogda Risâle fi’l-fıkh adıyla zikredilen eserin363 ismi verilmeyen müellifi; İstanbul’da mahkeme kâtipliği yaptığı sırada önüne gelen davalara ilişkin olarak çoğunluğunu el-Hulâsa, el-Bezzâziyye ve Müeyyezâde (Mecmûası), bir kısmını da Kâdîhân, el-Münye, el-Kenz ve Bedreddin el-Aynî’nin Şerhu’l-Kenz’i gibi muteber kitaplardan önemli bilgileri (fevâid) derlediği eserine el-Kavlü li-men ve tezyîlühâ bi’l-mülhakât adını verdiğini belirtir. Eserde; davacı ve davalıdan hangisinin sözünün geçerli olduğu, “mes’ele” başlıkları altında sıralanmaktadır. Nüshanın son kısmı eksiktir. 33. Mecmûatü’l-mesâili’l-fıkhiyye fi’l-fetâvâ (el-Mecmûatü’l-fıkhiyye, Mecmûa-i Necatizâde) Necatizâde Mehmed Efendi (ö. Safer 1067 / Kasım 1656), Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 9046, 1b-319b. Nüshanın baş kısmında “Necatizâde diye bilinen ve (Sultan) Murad’ın fethinde ilk Bağdat kadısı olan mevlânın derlediği el-Mecmûatü’l-fıkhiyye. Sene 1112” kaydı dışında müellifin kimliği konusunda bir açıklama bulunmamaktadır. Ancak Şeyhî Mehmed Efendi; Sultan İbrahim’in cülusunda (1049/1640) Bağdat kadısı olan Tezkireci Mûsâ Efendi yerine Zilka‘de 1050’de (Şubat 1641) Bağdat kadısı olarak Sahn Medresesi müderrisi Necâtîzâde Mehmed Efendi’nin atandığını ve Safer 1053’te (Nisan 1643) de bu görevden ayrıldığını belirtir,364 ardından da bu zâtın biyografisine yer verir.365 Bağdat’ın IV. Murad tarafından alınışı 1048 (1638) olduğuna göre; fetihten sonraki ilk kadı olduğu bilgisinin doğru olmadığı ve açıklamanın devamında yer alan 1112 (1700) tarihinin de notun yazıldığı tarih olduğu söylenebilir. Fıkıh bâblarına göre tertib edilen eser, muteber kaynaklardan Arapça nakillerle oluşturulmuş bir mecmuadır. Kapak sayfasında, kitabın, Necatizâde’nin kendi el yazısıyla olduğu kaydının bulunuşu ve eserin notlar şeklinde düzenlenmiş ol363 Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu: İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, İsmet Parmaksızoğlu (der.); Servet Bayoğlu ve diğerleri (haz.), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 1987, c. III, s. 138-139. 364 Şeyhî Mehmed Efendi, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 163. Şeyhî; bir başka yerde ise, Sultan Murad’ın cülusunda Bağdat’ın Acem şahı Abbas’ın elinde bulunduğunu ve fetihten sonra Şaban 1048’de (Aralık 1638) Şahkulu Medresesi müderrisi Tezkireci Mûsâ Efendi’nin kadı atandığını belirtir (c. I, s. 81-82). 365 Aslen Kastamonulu olan Necatizâde Mehmed Efendi ilmî tahsilini tamamlayıp çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Bağdat, Mekke (Muharrem 1056-Muharrem 1057 / Şubat 1646-Şubat 1647), Edirne (Cemâziyelâhir 1059-Şaban 1060 / Haziran 1649-Temmuz 1650) ve İstanbul (Recep 1065-Şevval 1065 / Mayıs 1655Ağustos 1655) kadılığı yaptıktan sonra Safer 1067’de (Kasım 1656) vefat etti. Bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 243.
360
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ması; müellifin, bu nüshayı, görev yaptığı zamanda bir el kitabı olarak hazırladığını düşündürmektedir. 34. Tebâletü’l-fetâvâ366 (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1479, ist. Rebîlüevvel 1103 [Aralık 1691], 1b-253b vr.) Kâtip Çelebi; bu eserin, Osmanlı âlimlerinden eser telifine kalkışan biri tarafından derlendiğini belirtir.367 İnceleme fırsatı bulduğumuz tek yazma nüshasının üzerinde de müellif ismi bulunmamaktadır. Mukaddimesinde müellifinin muteber metinlerden ve meşhur şerhlerden mühim meseleleri seçerek oluşturduğunu ve Tebâletü’l-fetâvâ adını verdiğini belirttiği eser ibâdetler, nikâh, talâk, köle azat etme, hacir, vakıf ve vasiyetlerle ilgili bölümlerden oluşan bir mecmuadır. 35. Recmü’r-racîm bi’s-sîn ve’l-cîm (fi’l-fetâvâ):368 Kâtib Çelebi. Garip ve acayip fıkıh meselelerine dair fetvaların toplandığı eser; 1064-1065 (1654-1655), yıllarında şeyhülislâmlar için derlenmiştir. Müellifin Mîzânü’l-hak adlı eserinde ve Şeyhî’nin Vekâyiü’l-fudalâ’sında adı geçen eserin, herhangi bir yazma nüshası bilinmemektedir.369 36. Mîzânü’l-fetâvâ (Bâlîzâde Mecmûası): Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa b. Bâlî b. Süleyman (21.11.1656- 23.5.1657, ö. 1073/1662),370 Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 675, 1b-700b; Konya Karatay Yusufağa Ktp., nr. 5369. Şeyhülislâm es-Seyyid Feyzullah Efendi’nin 1112 (1700) yılına ait temellük kaydı bulunan (1a) nüshanın kapak sayfasında; kitabın isminden sonra -Arapça olarak- “Bununla müftâ bih görüşler bilinir” (yu‘rafu bîhi’l-müftâ bih) ibaresi yer almaktadır. Fıkıh bâblarına göre tertib edilen ve Arapça olan fetâvâda müellif; kadılık yaptığı sırada sahih, esah, mâ bihî yüftâ, râcih, muhtâr, mâ aleyhi’l-fetvâ olan fetvaları derlediğini belirtir. Mukaddimede mefhûmü’l-muhâlefe ile ilgili tartışmalara yer verir. Kitabın sayfa kenarlarında bir çok hâmiş bulunmaktadır. Kemal366 Kapak sayfasında bir yerde şeddeli olarak Tebbâletü’l-fetâvâ yazıyorsa da sonundaki bir Türkçe beyitten (Tamam oldu Fetâvâ-yı Tebâlet / Vire kullarına Allah selâmet) anlaşılacağı üzere şeddesiz olmalıdır. 367 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 336. 368 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 440. 369 Orhan Şaik Gökyay, “Kâtib Çelebi”, DİA, c. XXV, s. 39. 370 Çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Medine (1 Muharrem 1042- Muharrem 1045), Üsküdar (Muharrem 1049-RI 1051), Galata (RI 1057-Şevval 1057) kadısı, Rumeli kazaskeri (RI 1058-CII 1058), Anadolu kazaskeri (Ramazan 1062-Muharrem 1063) oldu. Biyografisi için bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 297-298; OM, c. I, s. 258. Bursalı Mehmed Tahir, Bâlîzâde’nin vefat tarihini 1069 olarak vermektedir.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
361
paşazâde’nin el-Mühimmât adlı eserinden çok sayıda nakle yer verilmiştir. Eser, daha sonraki literatürde önem verilen kaynaklar arasında yer almıştır.371 Bâlîzâde Mustafa Efendi es-Seyfü’l-meslûl fî şer‘i’r-Rasûl (TSMK, Medine Gel. Kit., nr. 376, 436 vr.) adlı eserinde de, Hanefî fıkhına dair mühim fetvaları derlemiş;372 el-Ahkâmü’s-samediyye fî şerîati’lMuhammediyye alâ mezhebi’n-Nu‘mâniyye (Murad Molla, nr. 725, 277a vr. ist. 1 Cemâziyelevvel 1126 (15.5.1714), müst. Celeb Musa Efendizâde Karaferye kadısı Abdülkâdir) adlı Arapça eserinde de kitabın mukaddimesinde Hanefî mezhebi meşâyihinin rivayetlerinin zabt ve ihsârdan hariç ve kavillerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu belirttikten sonra, bu muhtasar metinde sahîh, esahh, akvâ, râcih, muhtâr, mâ-bihi’l-fetvâ olanları naklettiğini belirtir. 37. el-Mesâilü’l-fıkhiyyetü’l-mürettebe: Muhammed Mukîm b. Ahmed erRodosî (TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 717, müellif hattı, 515 vr.) 1079 (1668) yılı civarında muhtelif fıkıh kitap ve risâlelerinden toplanmış ve sıraya konmuş meseleleri içeren bir mecmuadır.373 38. Hadîkatü’l-fukahâ (fi’l-fetâvâ): Kütahyalı Bülbülzâde Hibrî Ali Efendi b. Mustafa b. Pîr Mehmed (ö. 1083/1672),374 Gazi Hüsrev-Begova Biblioteka, Sarayevo, nr. 2118, 1112/1700, 265 vr. Müellifin mukaddimede belirttiğine göre; el-Hidâye’nin önemli meselelerini derlemek suretiyle bu eseri meydana getirmiş ve el-Vikâye, elKenz, el-Muhtâr ve Mecma‘u’l-bahreyn adlı metinlerin bütün meselelerini de ilâve etmiştir.375 1052 (1642) yılında Kızılhisar’da iken bu esere Telhîsu’l-fetâvâ ve’ş-şurûh (el-Evfâ fî telhîsu’l-fetâvâ) adıyla bir şerh yazmıştır. Bursalı Mehmed Tâhir, bu şerhin beş cilt halindeki bir nüshasının Manastır Kütüphanesi’nde bulunduğunu kaydeder.376 39. Vâkı‘âtü’l-mütfîn (Fetâvâ-yı Kadrî = el-Fetâva’l-Kâdiriyye, Mecmûatü’l371 Bâlîzâde Mecmâsı’ndan (Mîzânü’l-fetâvâ) nakiller için bkz. Gedûsî, Netîcetü’l-fetâvâ, s. 25-28, 144, 147, 150, 200, 528, 631-636, 638-639. Ayrıca Fetâvâ-yı Abdürrahîm’in sayfa kenarlarında da, bu eserden iktibaslar yer almaktadır. Bkz. a.g.e., c. I, s. 45, 46, 48, 49, 50, 52 . 372 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1018; OM, c. I, s. 258; Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 598. 373 Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 598. 374 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 760; OM, c. I, s. 279, c. II, s. 62; M. Sait Özervarlı, “Hibrî, Ali Efendi”, DİA, c. XVII, s. 428. 375 Dobraca, Katalog, c. II, s. 583-584. 376 OM, c. I, s. 279. Ayrıca bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 760.
362
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
fetâvâ): Kadri Efendi, Abdülkâdir b. Sinâneddin Yûsuf b. Şeyh Mehmed (ö. 1084/1674),377 Bulak, 1301/1884. Öğrenimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik, bazı şehirlerde kadılık yapan, daha sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerlikleri görevlerinde bulunan Kadri Efendi; şeyhülislâmlardan Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi, Ebûsaid Mehmed Efendi ve Muîd Ahmed Efendi zamanlarında da fetva müsevvidliği, mübeyyizliği, mukabaleciliği ve emînliği görevlerinde bulunmuş ve bu sırada muteber fıkıh ve fetva kitaplarından derlediği meseleleri Vâkı‘âtü’l-mütfîn adlı Arapça eserinde -fıkıh sistematiğine uygun olarak- bir araya getirmiştir. Aradan bir müddet geçince, karşılaştırma kolaylığı sağlamak için, her meseleyi kaynağı ile karşılaştırarak bâb ve faslını zikretmiş, mükerrerleri çıkarmış, muteber eserlerden bazı yeni önemli meseleler eklemiştir. Daha sonra ikinci bir karşılaştırma yaparak, yine ekleme ve çıkarmalarda bulunmuştur. Böylece eserin üç ayrı nüshası ortaya çıkmış olduğu için müellif; birinci ve ikinci nüshalara sahip olanların kendi nüshalarını, bu üçüncü nüshaya göre tashih etmelerini rica etmektedir. Matbu olan nüsha, işte bu üçüncü nüshadır. Meseleler arası, bir işaretle ayırt edilmiştir. Ancak, kaynak isimlerine işaret eden rumuzların nelere karşılık geldiğini gösteren bir cetvel veya açıklama konulmamıştır. Şeyhî Mehmed Efendi, bu eser için, “şimdi kadı ve hakimlerin başvuru kaynağı olan güzel bir eserdir” demektedir.378 40. Fetâvâ Hisâlî, el-Mecmûatü’l-menkûle: es-Seyyid Abdurrahman b. Eyyûb b. Süleyman es-Saruhânî el-Hisâlî (ö. 1087/1676),379 Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 957, ist. 18 Zilkade 1108 (8.6.1697), müs. Yahya Sa‘dî b. Mehmed el-Kavalavî, 1b-165b vr.; Atıf Efendi Ktp., Atıf Efendi, nr. 1128. Hanefî fıkhının muteber kaynaklarından derlenmiş meseleleri ihtiva eden bir fetva koleksiyonudur. Meselenin bulunduğu kaynak ismi ve kaynaktaki bölümü itibasların sonlarında zikredilmektedir. Bu nüshanın sonuna eklenen çizelgede, müellifin faydalandığı doksan dört eserin adı kaydedilmektedir. Kaynaklar arasında; Osmanlı ulemasından Molla Hüsrev’in ed-Dürer ve’l-Gurer, İbrahim el-Halebî’nin el-Mültekâ, Pîr Muhammed Kara Pîrî’nin Zübdetü’l-fetâvâ, Koçhisârî’nin Şerhu’lHidâye, Fahreddin Yahya el-Mudurnî’nin Müştemilü’l-ahkâm, Müey377 Şeyhî, Vekâyiu’l-fudalâ, c. I, s. 403-405; Ahmet Özel, “Kadri Efendi”, DİA, c. XXIV, s. 140-141. 378 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 404. 379 Cengiz Kallek, “Hisâlî Abdurrahman Çelebi”, DİA, c. XVIII, s. 125-126.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
363
yedzâde Mecmûası, Ahî Çelebi, İbrahim Çelebi’nin Müntehabu Tâtârhâniyye, Kemalpaşazâde’nin el-Islâh ve’l-Îzâh ve Resûl b. Sâlih el-Aydınî’nin el-Fetâva’l-adliyye adlı eserleri de yer almaktadır. 41. er-Ruchân inde teâruzi’l-burhân (Tercîhu’l-beyyinât): es-Seyyid Abdurrahman b. Süleyman Hisâlî, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1048/2, 170b-173b, ist. Ramazan 1098 / Temmuz 1687; Nafiz Paşa, nr. 311, vr. 251b-263b; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 289, 33b-45a. Müellif; bu risâleyi, muteber kitaplardan yararlanarak ve mümkün olduğunca kısa tutarak hazırlamaya çalıştığını belirtir. Kitâbü’n-Nikâh ile başlayan eserde; ayrıca mehr, talâk, nafaka, radâ, ıtâk, vakf, büyû, şüf‘a, icâre, hibe, âriye, vedia, gasb, cinâyât, ikrâr, sulh, rehin, müzâraa, mudârabe, kısmet, dâva, şehâdet, sirkat, hacr, me’zûn konuları ile ilgili davalarda delillerin çatışması halinde nasıl bir yol izleneceğine dair kaynaklarda yer alan meseleleri verir ve her bir mesele ardından kaynak adını zikreder. 42. Mecmûa-i Fetâvâ: Esîrî Mehmed Efendi (ö. 1092/1681) ve Şumnulu Sarı Abdullah Efendi (ö. 1071/1660),380 Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1064, 1b-285b; Yeni Cami, nr. 678, 15-159 vr. Şehid Ali Paşa nüshasının ön kapağının arkasında, “Asrına şeyhülislâm olan merhûm Esîrî Mehmed Efendi’nin mecmûa-ı mergûbesiyle merhûmun fetvâ emîni olan Sarı Abdullah Efendi nam fakîhin mecmuasıdır” ibaresi yer almaktadır. Bu eser; Arapça muteber fetva kitaplarından -fıkıh bâblarına göre- yapılan nakilleri içermektedir. Nakillerin sonlarında kaynaklar verilmektedir. Aralarda boş yapraklar bırakılmış ve bazı sayfaların kısmen doldurulmuş olması muhtemelen eserin tamamlanmamış olduğunun göstergesidir. Şeyhî Mehmed Efendi; fıkıh ilmine son derece sıkı ilgisi bulunduğu için, aralarında Esîrî Mehmed Efendi’nin de yer aldığı bir çok şeyhülislâm zamanında fetva emînliği yapmış olan Sarı Abdullah Efendi’nin biyografisinin sonunda “Fıkhî meselelere dair meşhur mecmuaları vardır. Fasıl ve bâblar haline getirerek süslemişlerdir. Hoş bir eserdir” demektedir. Mecmuanın üzerinde; eserin, Esîrî Mehmed Efendi ile müşterek hazırlandığının ifade edilmesi, muhtemelen eserin, onun döneminde hazırlanmış olmasından kaynaklanmıştır. 43. Fetâvâ-yı Krebneşî (Mecmûatü’l-fıkhiyye): Mustafa b. Ahmed er-Rûmî el-Krebneşî (ö. 1093/1682), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 185, ist. Receb 1102 (Nisan 1691), müs. Ali b. Hüseyin, vr. 313b; Süleymaniye Ktp., Ha380 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. 1, s. 277-279.
364
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
midiye, nr. 609, ist. 23 Zilhicce 1136 (11.9.1724), müs. Hacı İbrahim b. Ali, 1b-313a; Carullah, nr. 958; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 72. Kütüphanelerin kataloglarında, bu zatın nisbesi; Kerenbişî, Kiranebşî, Kirnîşî,381 Kernişî, Karanbişî, Karabaştî, Gerebenişî ve Gerbenişî şekillerinde muhtelif tarzlarda kaydedilmiştir. Karatay; müellifin nisbesini, Gerebeneşî şeklinde okur ve Gerebeneş’in Muş vilayetinin bir köyü olduğunu söyler.382 Oysa Krebneş, Rumeli’de bir kasabadır.383 Nuri Akbayar’ın hazırladığı Osmanlı Yer Adları Sözlüğü’nde bu isim, Kerpeniş olarak okunmuş ve İnebahtı sancağının bir kazası olduğu belirtilmiştir.384 Mustafa Efendi, Minkârîzâde Yahya Efendi’nin (1662-1674) şeyhülislâmlığının sonlarında ve Çatalcalı Ali Efendi’nin (1674-1686) şeyhülislâmlığının başlarında fetvâ emâneti görevinde bulunmuştur. Şeyhî Mehmed Efendi; Mecmûa-i Fıkhiyye adıyla andığı bu eser hakkında, “şimdi erbabı arasında sevilen ve aranan bir eserdir” ifadesini kullanır. Vefat tarihini, Receb 1093 (Haziran 1682) olarak verir.385 Mustafa Krebneşî; mecmuanın sonunda meselelerin suretleri ve cevaplarını içeren derlemesini, Şeyhülislâm Ali Efendi’nin zamanında tamamladığını belirtir. Arapça kaynaklardan nakil yoluyla oluşturulan mecmuada, bazı Türkçe fetvalar da bulunmaktadır (meselâ ikrâh bölümünün sonunda Ebussuûd’un üç Türkçe fetvasına yer verilmiştir). 44. Fetâvâ-yı Ankaravî: Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Emin Efendi (1098/1687),386 c. I-II, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1281/1864; Bulak: Dârü’t-Tıbâati’l-Mısriyye, 1281/1864. Arapça fetva kitaplarından kadı ve müftüler için bir müracaat kitabı olarak hazırlanan derlemeler serisinden biri olan ve Osmanlı döneminde kadı ve müftüler tarafından, başvuru kaynağı olarak yaygın biçimde kullanılan bu eser; Akgündüz’ün ileri sürdüğü üzere, Mehmed Emin Efendi’nin özellikle şeyhülislâmlık döneminde vermiş olduğu fetvaların bir araya getirilmesinden387 oluşmamaktadır. Nitekim kendilerinin de ifade ettikleri üzere, eserdeki fetvalar, alışılagelen fetva mecmualarından farklı olarak soru—cevap şeklinde kaleme alınmamıştır. Çok sık 381 Bağdatlı İsmail Paşa da Kirnîşî olarak kaydeder ve Mısır kadısı olduğunu belirtir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 441. 382 Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 599. 383 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 496. 384 Nuri Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2. baskı, 2003, s. 97. 385 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. I, s. 497. 386 Tahsin Özcan, “Mehmed Emin Efendi, Ankaravî”, DİA, c. XXVIII, s. 461-462. 387 Ahmet Akgündüz, “Fetâvâ-yı Ankaravî”, DİA, c. XII, s. 438-439.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
365
karşılaşılan fıkhî meselelerin cevapları, herhangi bir soru zikredilmeksizin, Hanefî mezhebinin muteber fıkıh ve fetva kitaplarından derlenmiş ve sonunda da alınan kaynak belirtilmiştir. Derleme, aynı konuyla ilgili olarak Hanefî mezhebi içindeki pek çok görüşten Ankaravî’nin tercih ettiği görüşü yansıtıyor olması bakımından önem taşır. Öte yandan sayfa kenarlarında Ebussuûd Efendi, Yahya Efendi gibi Osmanlı şeyhülislâmlarının yapılan bazı fetva nakilleri ve Ankaravî’nin metin içinde geçen bazı hususlarla ilgili açıklama ve değerlendirmeleri (meselâ bkz. c, I, 29, 42, 50, 188, 233-236; c. II, 135, 144-145) içermesi, kitabın özgün yönü olarak değerlendirilebilir. Oldukça hacimli olan eserde bazı telif zaafları da bulunmaktadır.388 45. Fevâidü’l-aliyye fi’ş-şeriyyeti’l-celîle (Fetva Kitabı): Rumeli Kazaskesi Hâmid Efendi b. Mustafa el-Aksarâyî (ö. 1098/1687), 389 Türk Tarih Kurumu Ktp., nr. 745. 46. Surretü’l-fetâvâ:390 Sâdık Muhammed b. Ali es-Sakızî (ö. 1099/1688), Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2762, ist. Cemâziyeâhir 1093 (Haziran 1682), 1b-460b vr.; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 314, ist. 1 Zilkade 1117 (15.2.1706), 1b-371a vr. Kitabın sonunda bulunan müellifin kaydına göre; eser, 1 Zilkade 1059’da (6.11.1649) tamamlamıştır. Müellif; mukaddimede, gençlik yıllarında fıkıhla meşgul olurken mahkemelerde sık karşılaşılan müftâ bih meseleleri derleyip hakimlere kolaylık sağlaması ve halka yararlı olması için, eserini, fıkıh sistematiğine uygun olarak düzenlediğini belirtmektedir. Kütüphanelerde bu mecmuanın pek çok yazmasının bulunmasından ve daha sonra yapılan derlemelerde ve şeyhülislâmların fetvalarının nakillerinde kaynak eser olarak gösterilmesinden, oldukça muteber bir derleme olduğu anlaşılmaktadır. Eserde, eski fetva kaynaklarından derlemeler esas olmakla birlikte, zaman zaman Osmanlı şeyhülislâmları ve kenar müftülerinin fetvaları da (Türkçe olanlar Arapça’ya tercüme edilerek) verilmiştir.391 Sakızî Kütahya’da kadı iken Ebussuûd Efendi’nin kendi hattıyla yazılmış bulunan, vakıf konusunda şöh388 Aynı yerde. 389 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. 1, s. 536-537. 390 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1078. 391 Meselâ Molla Hüsrev, Kemalpaşazâde, Sa‘dî Çelebi, Çivizâde, Ebussuûd Efendi, Hâmid Efendi, Zekeriyazâde Yahya Efendi, Hoca Sâdedin Efendi, Mehmed Bahâî Efendi, Abdürrahim Efendi gibi şeyhülislâmlar yanında Gelibolu müftüsü Şeyh Mahmud, Gelibolu müftüsü Şeyh Mehmed el-Buhârî, Kudüs müftüsü Hayreddin, Şam Müftüsü Abdurrahman el-İmâdî, Gazze müftüsü Salih, Mısır müftüsü Nureddin Ali b. Ali el-Makdisî ve Remle müftüsü Hayreddin er-Remlî gibi kenar müftülerinin fetvalarına da yer verilmiştir.
366
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
retle şehâdete dair bir fetvasını orada medfun bulunan Germiyan sultanının vakfının mütevellisinden aldığını söyler (İstanbul Müftülüğü nüshası, vr. 322b). 47. Mecmûatü’l-fetâvâ: Mevlûd Efendi, Koca Ragıp Paşa Ktp., nr. 636, ist. Bahçesaray Rebîülevvel 1108 (Ekim 1696), müst. Ebu Bekr el-Akkirmanî, 154 vr. (Çârûb) Mevlûd Efendi Mecmûası (Kara Cönk) diye de anılan eser; Hacı Selim Giray Han b. Bahadır Murâd Han asrında, Ebû Bekir el-Ferahkirmânî tarafından istinsâh edilmiştir. Arapça olan kitap, meseleleri, fıkıh bâblarına göre içermektedir. Sayfa kenarlarında, bilhassa Kadri Efendi mecmûasından bir çok nakil bulunmaktadır. 48. Mecmûa-i Atâiyye (Fetâvâ-yı Atâullah Efendi): Şeyhülislam Atâullah Mehmed Efendi (ö. 1127/1715), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 88, 506 vr.; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 920,392 müs. Ali b. Yahya, ist. 12 Rebîülevvel 1140 (28.10.1727), 1b-454a; Esad Efendi, nr. 1096, Receb 1148 (Kasım 1735), müs. İbrahim b. Muhammed b. Osman b. Muhammed elGaznevî al-Hâlidî el-Hanefî el-Kâdirî ed-Dımaşkî, vr. 1b-698a; Hamîdiyye, nr. 599, ist. 23 Zilhicce 1147 (16.5.1735), müs. Sâbık Mostar kadısı Yahya b. Abdullah b. Mahmûd Efendi el-Bosnevî, vr. 0b-532a. Atâullah Efendi; şeyhülislâmların fetva (emînliği) hizmetini ifa ettiği sırada, vaktinin büyük çoğunluğunu, fetâvâ (kitaplarını) incelemeye sarfedip insanlar arasında yaygın olan meseleleri derleyerek bu eseri meydana getirdiğini belirtir. Müracaat kolay olsun diye, fıkıh kitaplarının sistematiğine göre tasnif edilmiş olan eserde; her kitâb, fasıl ve bâb başlarında yer alan terimin sözlük anlamı ve fıkıhtaki anlamı verilmekte, o konu ile ilgili bir âyet ve bir hadis nakledilmektedir. Fetva kitapları derleyicilerinin çoğunluğunun yaptığı gibi bir-iki kitaba bakınmakla yetinmediğini, her meseleyi yanında bulunan kitaplardan araştırdığını, müteahhir âlimlerin selefin ibarelerini çok kısaltmış olmaları dolayısıyla onların eserleriyle yetinmeyip Serahsî’nin el-Mebsût’u, el-Muhîtü’lBurhânî, Hassâf’ın kitabı, Kadıhan, Zahîriyye gibi selefin muteber fetva eserlerine ve Tahâvî’nin el-Muhtasar’ı, Kerhî’nin el-Muhtasar’ı, İsbîcâbî, el-Hidâye, Bedâ’i‘u’s-sanâ’i‘, el-İhtiyâr gibi metin ve şerhlere müracaat ettiğini belirtir. İktibas edilen meselenin yer aldığı kitap ve kitabın bölüm adı zikredilmiştir. Sayfa kenarlarında “Bihî eftâ (yahut eftâ bihî) meşâyihunâ”, “Ve bihî yüftâ”, “Bihî üftiye”, “Bihî yüftâ”, “mâ hüve’lme’hûzü mine’l-akvâl”, “Hâzihi’l-mes’eletü el-müftâ bihâ”, “Bihî Efetâ 392 DİA’daki (c. IV, s. 47) ilgili maddede; bu mecmuanın Esad Efendi nr. 920 ve 1096 nüshaları, yanlışlıkla Topal Atâullah Mehmed Efendi’ye (1760-1811) nispet edilmiştir.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
367
Ebusssuûd”, “Eftâ el-merhûm Minkârîzâde” gibi tercih ifadeleri yer almaktadır. Ayrıca sayfa kenarlarında meselelerin içeriklerini ifade eden kısa açıklamalar bulunmaktadır. 49. Mecmûa-i Mesâil-i Fıkhiyye: Sunullah b. Ali b. Halil el-Hanefî (ö. 1137/1724),393 Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 403, 1b-252a vr. Müellif; kitabın mukaddimesinde, kadılık görevi yaptığı sırada kendisine yardımcı bir kaynak olması için muteber fıkıh kitaplarından fetvaları (el-vekâiu’l-hâdise) derlemeyi düşündüğünü, sonra elde edebildiklerini kadılık ve müderrislik yaptığı, araştırmalarda bulunduğu sırada yazıya geçirdiğini ve 1127 (1715) yılında kitaplaştırdığını belirtir. Fıkıh kitapları sistematiğine uygun olarak tertib edilen ve yapılan iktibasların sonlarında kaynakları zikredilen bu eserin, daha sonra telif edilen eserlere kaynaklık ettiği görülmektedir.394 50. Mecmûatü’l-fetâvâ: Şeyhülislâm Ebû İshâk İsmail Naîm b. İbrahim elAlâiyyevî (ö. 1137/1724).395 51. Kurâsatü’l-fıkhiyye ve fükâhetü’r-Rıfkiyye (fi’l-fetâvâ): Şeyh Hüsrevzâde Mustafa Rıfkı b. İbrahim (ö. 1145/1732 civarı), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 290, ist. Cemâziyelevvel 1143 (Kasım 1730), 1b-266a vr. Müellif; mukaddimede, ismini Şeyh Hüsrevzâde diye meşhur Mustafa Rıfkı b. İbrahim olarak verir ve aklî ve naklî ilmleri, devrin en önemli âlimlerinden Kayseri müftüsü Ali en-Nisârî’den tahsil ettiğini ve daha sonra, hocasının izniyle, kısa süreliğine Kayseri Mahkemesi’nde kâtiplik görevine getirildiğini ancak bu sürenin eseri yazdığı sırada 35 yılı bulduğunu belirtir.396 Bu süre içinde öğrencilere ders verme yerine 1134 (1722) yılına kadar halkın işleriyle uğraştığını, müşkil davalarla 393 IV. Mehmed dönemi ulemasından Alâiyeli Ali Efendi’nin (1078/1668) oğlu olup 1060 (1650) yılında dünyaya geldi. Öğrenimini tamamladıktan sonra uzun süre, Mahmud Paşa Mahkemesi’nde katiplik, sonra naiplik, ardından şeriyyât ve bâb nâibliği görevlerinde bulunduktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Yenişehir (1118/1706), Edirne (1123/1711), Ordu (1128/Mart 1716) ve İstanbul (1130/1718) kadılığı, evkâf-ı selâtîn müfettişliği (1128/Ocak 1716) görevlerinde bulundu ve ikinci İstanbul kadılığı döneminde vefat etti. Fıkıh ve usûl ilimleriyle çok ilgilendiği kaydedilmektedir. Biyografisi için bkz. Şeyhî, Vekâyiu’l-fudalâ, c. I, s. 343, c. II-III, s. 579-581. 394 Sunullah Efendi Mecmûa’sından yapılan nakiller için bkz. Gedûsî, Neticetü’l-fetâvâ, s. 37, 144. 395 Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 220. Biyografisi için bkz. Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, s. 116. 396 Bağdatlı İsmail Paşa, bir yerde, eserin müellifi hakkında “meşhur Molla Hüsrev’in torunlarından olup 1000 (1592) yılında Trablusşam kadılığından dönerken yolda, Akşehir’de vefat eden Hüsrevzâde Mustafa Rıfkı b. İbrahim” derken (Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 437), bir başka yerde ise, “Kayseri müftüsü Rıfkî el-Kayserî Mustafa b. Şeyh Hüsrev (ö. 1145/1732 civarı)” demektedir (Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 445).
368
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
karşılaştığında Hanefî kitaplarını derinlemesine araştırdığını ve bulduğu müftâ bih meseleleri tatbik edip gereği ile amel ettikten sonra kaydettiğini ve dostlarının talebi üzerine, bu çalışmalar zayi olmasın diye, bir mecmua içinde derlemeye karar verdiğini, kâtiplik ve nâyiplik görevi sırasında günbegün meydana gelen hâdiselerle ilgili müdevven kaynaklardan alınan nakilleri bir araya getirdiğini, mürettep olmayan mecmualardan veya mecmuaların hâmişlerindeki ve kapak sayfalarındaki asıl kaynağından alınıp alınmadığı şüpheli nakilleri kaydetmediğini, fıkıh kitapları sistematiğine uygun biçimde yazdığını, ileride meydana gelecek meselelerin yazılması için de her bölümün sonunda boş sayfa bıraktığını ifade eder. Eser Kitâbü’t-Tahâret ile başlamaktadır. 52. Fetâvâ-yı Velizâde: Hacı Mustafa b. Veliyüddin b. Murad el-Hanefî elHanyevî, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 213, 1b-254b vr. Müellif; eserin mukaddimesinde, Şeyhülislâm [Feyzullahefendizâde] Seyyid Mustafa Efendi (13.4.1736-4.3.1745) tarafından 1149 (1736) yılında müftü olarak atandığı zamandan itibaren karşılaştığı ve cevaplamak için kaynaklara müracaat durumunda kaldığı bütün şer‘î meselelerin cevaplarını, Hanefî imamların sözlerinden alıp yazmak suretiyle derleyip bir mecmûa meydana getirmeyi düşündüğünü ve neticede bu eseri hazırladığını, eserine de Fetâvâ-yı Velizâde adını verdiğini belirtir. Fıkıh kitapları sistematiğine göre tertib edilen mecmûada, meselelerin sonlarında kaynak ve bölüm adları üzerleri çizilerek zikredilmektedir. Klasik Hanefî fetva kaynakları yanında Fetâvâ-yı Atâiyye (Arapça), Surretü’l-fetâvâ, Fetâvâ-yı Üskübî, Mülteka’l-ebhur, Fetâvâ-yı Ankaravî, Fetâvâ-yı Ebussuûd gibi Osmanlı fetva mecmûlarından da nakiller bulunmaktadır. 53. Mîzânü’l-müddeiyeyn fî ikâmeti’l-beyyineteyn:397 Esîrizâde Abdülbâkî,398 İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 289, 1b-31b vr., müs. Kadı yardımcısı (Mevlâ hilâfeten) Dâribzâde Mehmed Salih el-İslâmbolî, ist. Rebîülevvel sonu 1198 (24.4.1784).399 Eserin yazımına Şevval 1156’da (Kasım 1743) başlanmış ve aynı yılın so397 Bursalı Mehmed Tahir Fetâvâ-yı Mîzânü’l-müddeîn adlı eseri, Mehmed Hilmi-i Sirozî’ye (ö. 1300/1882-83) nispet etmektedir. Bkz. OM, c. II, s. 62. 398 Bağdatlı İsmail Paşa ve Bursalı Mehmed Tahir; Abdülbâkî Efendi’yi, Şeyhülislâm Esîrî Mehmed Efendi’nin (ö. 1092/1681) oğlu olarak göstermekte, ancak vefat tarihini vermemektedirler. Bkz. Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 497; OM, c. I, s. 231. 399 Nüshaları: İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 183; nr. 2508; Nadir Eserler- Türkçe, nr. 857, 1279, 1780; Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2748, 2731; Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 484; Esad Efendi, nr. 974, 1026, 3695; H. Hüsnü Paşa, nr. 389; Hacı Mahmud Ef., nr. 1026, 1137, 1225, 1231,1244, 6307; Reşid Efendi, nr. 255; Serez, nr. 1102;Yazma Bağışlar, nr. 586; Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., nr. 207.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
369
nunda tamamlanmıştır. Kitap Arapça olmakla birlikte, Türkçe olarak kaleme alınan mukaddimesinde müellif; muteber fıkıh kitaplarından davacı ve davalıların dava konusu hakkında ileri sürdükleri delillerin birinin diğerine nasıl tercih edileceğine dair meseleler bazında ortaya konmuş açıklamaları derlediğini belirtmektedir. Bu tür literatürün vücut bulmasının sebebini çok güzel açıklayan bir mukaddime olması sebebiyle burada anlatılanları özetlemek istiyoruz: Muhtelif meseleler ve müşkil suretleri içeren imamların farklı görüşleri ve müelliflerin ibarelerindeki değişiklikleri muhtevi konuların çokça vuku bulmaları ve muhtelif kısımlara ayrılmalarından kaynaklanan ayrıntıları birbirinden ayırt etmenin güçlüğü, söz konusu görüş ayrılıkları ve şekil değişimlerinin yanlış anlaşılmalara meydan verdiği için dava konusu olan husus, bu tür konularla ilgili olduğunda hakimler açık nakille kesin yargıya varmada ve şeriatın gereği olanı açıklamada zorluklarla karşılaşmaktadır. Oysa zikredilen meselelerin önceden bilinmesi ve istikrarı aslî ve zarurî ihtiyaçlar zümresindendir. Bütün ihtimalleriyle hükümlere hemen vâkıf olmak, her birinin şeklini nakline uyarlamak ve muhtelif kısımları araştırıp inceleyerek sonuçlandırmaya bağlı olduğu için zikredilen meselelerin her birini ihtiyaç halinde pek çok sayıdaki kitaba müracaat gerekir. Meselelerin ihtilâfları üzerinde dikkat ile durmak elzemdir. Bütün bu zorunlulukların; zihin dağınıklığına, kişinin yorulmasına ve zaman kaybına neden olduğu açıktır. Bütün bu sebeplerle; meselelerin temel ilkelerini ve konuların özünü açık biçimde anlatmak suretiyle derleyip yazmak ve şekillerini tasvir etmek, ihtiyaç olduğunda bilgiye hemen ulaşmak için işleri kolaylaştırmak niyetiyle bütün bu zikredilen meselelerin çerçevesini çizen bir risâle yazmaya azmedilmiştir. Ancak zikredilen meselelerin kısımları oldukça çok, ihtimalleri ve ayrıntıları da bol miktarda olduğundan hepsini tamamen kuşatıp sınırlarını çizmek mümkün değildir. Sonuçta, imkân ölçüsünce zikredilen konunun doksan altı kısma ayrılan mütedavil ve lâzım meselelerini, tamamen kuşatılıp sınırları çizilenlere katmak ve mukaddimeler yazmak mümkün olabilmiştir. 54. el-Mecmûatü’l-Aliyye fi’l-fıkhi’l-Hanefiyye: Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi, Şerifzâde Seyyid Mehmed (der.), İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 137-139 (Birinci nüsha [Alanya: 1286/1869, 411 vr.] ilk ve son sayfasında bu mecmûanın Şerîfzâde es-Seyyid Mehmed Efendi’nin kızı Şerîfe Fâtıma Hanım bt. Hadîce Hanım tarafından 1178 [1764] tarihinde fetvahâneye vakfedildiği kaydı bulunmaktadır); Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2704; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça,
370
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
nr. 30; Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1153; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 718; Amasya Bayezid İl Halk Ktp., nr. 270. Eserin giriş kısmında şöyle denilmektedir: “İstanbul kadısı ve nakîbüleşrâf Şerîfzâde es-Seyyid Mehmed (ö. 1193/1779)400 der ki: Annemin babası olan dedem merhum şeyhülislâm Ali Efendi, bir müddet şeyhülislâmlık makamında bulundu ve meselelerin tecrid ve tehzibi, en güzel üslup ve tertible sunumu konusunda aşırı titizlik gösterdi, öyle ki Fetâvâ’sı düstûru’l-amel oldu, kâmil halefler ona itimad ettiler ve şeyhülislâmların umdesi, kadı ve hâkimlerin müstenedleri oldu. Şeyhülislâmlığı sırasında Hanefî fukahasının muteber ve muhtâr kaynaklarından pek çok mesele derledi. Ancak tertib ve tehzib edemeden ve temize çekemeden vefat etti. Şimdi bu işi yapmaya Allah beni muvaffak kıldı. elMecmûatü’l-Aliyye fi’l-fıkhi’l-Hanefiyye adını verdim.”401 Eser, fıkıh bâblarına göre ve Arapça kaynaklardan yapılan iktibaslar şeklindedir. Sayfa kenarlarında başka Arapça iktibaslar da bulunmaktadır. Ayrıca Ebussuûd Efendi, Minkârîzâde Yahya Efendi, Esad Efendi gibi Osmanlı şeyhülislâmlarının Türkçe fetvalarına da yer verilmiştir. Arapça mecmûanın bitiminden itibaren, 486b-498b arasında çoğunluğu Yahya Efendi ve Ebussuûd Efendi’ye ait Türkçe fetvalar bulunmaktadır. 55. ed-Dürretü’l-beyzâ fî beyâni ahkâmi’ş-şerî‘ati’l-garrâ: Şeyhülislâm Dürrî Mehmed Efendi (ö. 1149/1736),402 Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 215, 1b-718b vr.403 Şeyhülislâm Dürrî Mehmed Efendi’nin oğlu olan eserin mürettibi Şey400 1 Cemâziyelâhir 1187 – 15 Zilhicce 1187 (20.8.1773-27.2.1774) tarihleri arasında şeyhülislâmlık yapan Şerifzâde es-Seyyid Mehmed Efendi, bu eseri temize çektiği sırada, kendisini, İstanbul kadısı (1170/1756) ve nakibüleşrâf olarak andığına ve Muharrem 1180 (Haziran 1766) yılında Anadolu kazaskeri olduğuna göre; eserin temize çekme işlemini, bu iki görevi arasında bir tarihte gerçekleştirmiş olmalıdır. Biyografisi için bkz. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Devhatü’l-meşâyih, İstanbul, 1978, s. 104-105; İlmiyye Salnâmesi, s. 541; Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, s. 147. 401 Osmanlı Müellifleri’nde [c. II, s. 61] Şeyhülislâm Şerîfzâde Mehmed Efendi’ye nispet edilen Fetâvâ-yı Şerîfzâde, muhtemelen onun tertiblediği bu eserle aynı olmalıdır. 402 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 453; Mehmet İpşirli, “Dürrî Mehmed Efendi”, DİA, c. X, s. 35. Her iki kaynakta da ed-Dürretü’l-beyzâ doğrudan Mustafa Efendi’ye nispet edilmiştir. 403 ed-Dürretü’l-beyzâ’nın diğer yazmaları: Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 1440; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 685; Halet Efendi, nr. 125; Reşid Efendi, nr. 262; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 31-43 (ellişer varaklık fasiküller halinde 13 cilt); İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 330; Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe Halk Ktp., nr. 780; Isparta Halil Hamit Paşa Ktp., nr. 1637.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
371
hülislâm Dürrîzâde Mustafa Efendi’nin (ö. 1188/1775)404 yazdığı mukaddimede belirttiğine göre; aynı zamanda, hocası da olan babası, kadılık yapıp daha sonra şeyhülislâmlık makamına tayin edilince, kendisine sorulan fetvaları cevaplama durumunda kalmış ve fıkıh alanında yazılan eserleri inceleyip Ebû Hanîfe mezhebine göre rivayet edilen meseleleri araştırmış. Ömrünün yarısını kısa-uzun eserlerden derlemeler yaparak geçirdi. Neticede müşkil ve zor meseleleri açıklayan, fetvaya esas teşkil edecek seçme bir mecelle meydana getirdi. Ancak işlerinin yoğunluğu sebebiyle temize çekemediği için eser, fasıl ve bölümlere göre düzenlenmemişti. Dostlarının ısrarları üzerine oğlu, Mergînânî’nin el-Hidâye’sini esas alarak eseri tertib etti. Meselelerin sonlarında kaynak ve bölüm isimleri zikredilmektedir. 56. Fetâvâ keşfi ayni’l-kudât: Selman [Süleyman] b. Ahmed b. Abdülcelil, Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 746, 1b-283b vr. müst. Muhammed Râşid Hamdi b. Ahmed b. Hacı Mübeşşir Ağa b. İbrahim Ağa el-Fîlorînevî, ist. 13 Şaban 1285 (29.11.1868). Müellif; bir müddet üzerinde çalıştığı fıkıh kitaplarında bulunan meselelerin sayıya ve hesaba gelmediğini görünce, imkân nisbetinde her insanın ihtiyaç duyduğu meseleleri içeren bir kitap yazmayı tasarladığını ve bu amacını gerçekleştirmek üzere Hanefî mezhebi imamları arasında makbul tutulan pek çok kitaptan derlemelerde bulunduğunu ve esere, her kitapta bulunmayan meseleler ilâve ettiğini kaydeder. Hükmü Kur’ân nassıyla sabit olan meselelerin bölüm başlıklarında “kitâb”, hadis nassıyla sabit olan meselelerin başlıklarında “bâb” ve icmâ ile sabit olanların bölüm başlıklarında da “fasıl” kelimelerini kullandığını belirtir. Yargılama sırasında hükmü ortaya koyması sebebiyle, eserine Fetâvâ keşfi ayni’l-kudât ismini verdiğini ifade eder. Kaynakları arasında diğer klasik fetva kitapları yanında Osmanlı âlimlerinden Şeyh Bedreddin’in Câmiu’l-fusûleyn, Molla Hüsrev’in ed-Dürer ve’l-Gurer, Kemalpaşazâde’nin el-Islâh ve’l-Îzâh, Fahreddin Yahya el-Mudurnî’nin Müştemilü’l-ahkâm adlı eserleri de bulunmaktadır. Ebussûd Efendi’nin Tefsîr’inden ve Fetâvâ’sından da nakiller yer almaktadır (vr. 48b, 135a-b). 57. Fetâva’l-kifâye (Hulâsatü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye): Bahâeddin b. Yusuf, Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıd, nr. 2721, 1b-166b. İlmihal konularını içeren geniş kapsamlı bir eserdir. Müellif; mukaddimede, uzun zaman öğrenci dostları için namaz, zekât, oruç ve bunlara ilişkin meseleleri kapsayan fıkha dair muhtasar bir kitap yazmayı tasar404 Mehmet İpşirli, “Dürrîzâde Mustafa Efendi”, DİA, c. X, s. 38. Burada ed-Dürretü’l-beyzâ, doğrudan Mustafa Efendi’ye nispet edilmiştir.
372
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ladığını ve bu düşüncesini el-Hidâye’nin rivayetini dikkate alarak gerçekleştirdiğini, eserinde sık vukua gelen mühim meseleleri bir araya getirdiğini, buna fetâvâ ve vâkıâtta yer alan önemli meseleleri ve bazı ihtiyaç duyulan ihtilâfları ilâve ettiğini ve esere Hulâsatü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye ve Fetâva’l-kifâye isimlerini verdiğini belirtir. Meselelerin Kitap, Sünnet gibi delillerine de yer verilmektedir. 58. Mecmûatü’l-fetâvâ: Şeyhülislâm Kadızâde Mehmed Tâhir b. Kadı Ömer et-Tokadî el-İstanbulî (ö. 1254/1838).405 59. Cevâhirü’l-ahkâm ve mu‘înü’l-kudât ve’l-hükkâm406: Muhyiddin Muhammed b. Mahmûd el-Muğlavî el-Vefâî (ö. 963/1555-56). 930 (1523-24) yılında kadılık mesleğine geçince hâkimlere yardımcı kitap olarak telif etmiştir.407 60. el-Fevâidü’l-imâmiyye: Lokmacızâde Şeyh Ahmed el-Celvetî, TSMK, Ahmed III Kitaplığı, nr. 1085, 197 vr. Kitabın üzerindeki kayda göre Eyüp Camii imamı olan Lokmaçızâde tarafından 1112 (1700) tarihinde yazılmış bir fetva kitabıdır.408 61. Mecmûatü’d-damânât: TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 807, 73 vr. Kimin tarafından toplandığı bilinmeyen eser tazminat hukukuna dair bir çok kaynaktan toplanmış fetvaları içeren bir risâledir.409 62. el-Metâlibü’s-sâire: Anadolu kazaskeri [Müfettiş] İbrahim b. Abdülhay (ö. 1099/1688), TSMK, Hazine Kitaplığı, nr. 149, 104 vr. Fetva ve vâkıâtı içeren bu eser Mehmed Kâmî el-Edirnevî (ö. 1136/1723) tarafından derlenmiştir.410 Müderris ve Kayseri kadısı Kassabbaşızâde İbrahim Efendi el-Burse405 Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 370. Kâdızâde Mehmed Tahir Efendi’nin Mısır Hanefî ulemasının Hanbelî mezhebine dayanarak vakıf istibdâllerinin cevazına fetva vermesini eleştirdiği el-Akvâlü’l-mardıyye fî fetâva’l-aktâri’l-Mısriyye adlı bir risâlesi bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Ef., nr. 1073, ist. 1209, 4-7 vr.). 406 Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, 1428, ist. 1104/1692, 227 vr.; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 737, 234 vr. 407 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 612. Tahsilini tamamladıktan sonra bazı medreselerde müderrislik ve bazı şehirlerde kadılık yaptı. Gazzî, Muhyiddin el-Vefâî’nin İstanbul kadılığından emekli olduğunu kaydeder. Biyografisi için bk. Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâire, c. II, s. 58-59; Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 234. İsmail Paşa, Vefâî’nin vefat tarihini 940 olarak vermektedir. 408 Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 603. 409 Aynı yer. 410 Karatay, Arapça Yazmalar Kataloğu, c. II, s. 605. Müfettiş İbrahim Efendi’nin biyografisi için bkz. Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. II-III, s. 9-10.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
373
vî’nin (ö. 1029/1619),411 bazı kaynaklarda fetâvâ kitabı olduğu kaydedilen Sefînetü’l-mesâil (Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 792, ist. 1229/1814, 1b-200a vr.) adlı eseri fetva kitabı olmayıp ağırlıklı olarak kelâm kavramları olmak üzere kavramların tanıtımına dair bir eserdir. Klasik Fetva Kitapları Üzerine Osmanlı Çalışmaları Osmanlı âlimlerinin en çok başvurduğu fetva kitapları Tahir el-Buhârî’nin (ö. 542/11477) Hülâsatü’l-Fetâvâ’sı (el-Hulâsa), Fahreddîn Hasan b. Mansûr el-Özcendî el-Fergânî’nin (ö. 592/1196) Fetâvâ Kâdîhân ya da sadece Kâdîhân diye tanınan el-Fetâva’l-Hâniyye, Âlim b. el-Alâ’nın (ö. 786/1384) el-Fetâva’t-Tatarhâniyye ve Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed el-Kerderî el-Bezzâzî’nin (ö. 827/1423) el-Fetâva’l-Bezzâziyye adlı eseridir. Bunlardan bazıları üzerinde muhtelif çalışmalar yapmışlardır. Osmanlı âlimleri nezdinde büyük bir itibar görmüş olan Fetâvâ-yı Kâdîhân Ahi Çelebi diye tanınan Molla Yusuf b. Cüneyd et-Tokâdî (ö. 902/1496 veya 905/1499) tarafından bir ciltte ihtisar edilerek Sultan Bâyezid’e ithaf edilmiştir.412 Kâtib Çelebi’nin kaydına göre Osmanlı âlimlerinden Mehmed b. Mustafa b. Hacı Mehmed Efendi es-Sûfî, Şeyhülislâm Çivizâde Mehmed Efendi’nin işaretiyle 995 (1587) yılında Fetâvâ-yı Kâdîhân’ın meselelerini tertib etmiş ve bu düzenlemesine ebced hesabıyla tertib tarihini gösteren Vehhâc-ı Şerîat adını vermiştir.413 Vehhâcü’ş-şerîa adıyla Edirne Selimiye Kütüphanesi’nde (nr. 931) kayıtlı fıkıh eseri bu olsa gerektir. Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde (nr. 1959) Çivizâde Mehmed Efendi’ye (ö. 995/1587) atfedilen Zübdetü Fetâvâ Kâdîhân’ın ona aidiyeti ise Kâtib Çelebi’nin verdiği yukarıdaki bilgi ve eserde, bunun Çivizâde Mehmed b. Şeyhülislâm Mehmed’in isteği üzerine yapıldığı şeklindeki bilgi göz önüne alındığında doğru olmalıdır.414 Şeyhülislâm Ebü’l-Meyâmin Mustafa b. Ali (ö. 1015/1606), Tertîbu mesâili Fetâvâ Kâdîhân415 (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 610) ve Rumeli kazaskeri Kâfzâde 411 Bağdatlı İsmail Paşa müellif ismini İbnü’l-Kassâb (Kassâbzâde) Mehmed b. İbrahim er-Rûmî (ö. 1055/1645) olarak vermektedir. Hediyyetü’l-ârifîn, c. II, s. 282; Îzâhu’lmeknûn, c. II, s. 18; krş. Ataî, Hadâiku’l-hakâik, s. 637-638; Hediyyetü’l-ârifîn, c. I, s. 29. 412 Cici, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları, s. 269-270; Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1227. 413 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1227. 414 İpşirli, “Çivizâde Mehmed Efendi”, DİA, c. VIII, s. 347-348. Çivizâde Mehmed Efendi’ye Hâşiye alâ Fetâvâ Kâdîhân (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir EserlerArapça, nr. 610) adıyla bir eser daha nispet edilmektedir. 415 Atâî, Hadâiku’l-hakâik, s. 511-513. Katalogda, Tertîbu Fetâvâ Kâdîhân adıyla Cerrahzâde’ye nispet edilen bir eser bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Kasidecizade, nr. 296).
374
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Feyzullah b. Ahmed (ö. 1020/1611) Fihristü Fetâvâ Kâdîhân (Muhtasaru [Müntehabu] Kâdîhân) adıyla bir eser meydana getirerek, istidrâd yoluyla mahalli dışında zikrolunan meselelere işaret ve mahalline yazarak mufassal açık bir fihrist meydana getirmiştir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1235). Atâî, Kâdîhân Fetâvâ’sından istifâde için, oldukça yararlı bir çalışma olduğunu belirtir.416 Muhibbî-zâde Feyzullah b. Receb el-Ankaravî (öl. 1162/1749) Risâle fî hakkı ta’lîki’t-talâk min Fetâvâ Kâdîhân417 (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Arapça, nr. 918, vr. 77b-80b; Süleymaniye Ktp, Kasidecizade, nr. 672, 119-122 vr.) ve Niksar Kadısı Mahmud’un Risâle fî halli mes’eletin fî Fetâvâ Kâdîhân (Süleymaniye Ktp, Şehid Ali Paşa, nr. 2744, 54-59 vr.) adıyla adı geçen eserdeki bazı konulara ilişkin risâleler kaleme almışlardır. Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed el-Kerderî el-Bezzâzî’nin (ö. 827/1423),418 çeşitli kitaplardaki fetâvâ ve vâkıât meselelerini özetlediği ve 812’de (1409-10) tamamladığı asıl adı el-Câmi‘u’l-vecîz olan, ancak el-Fetâva’l-Bezzâziyye veya kısaca el-Bezzâziyye diye de tanınan eser,419 Osmanlı hukukçuları tarafından kaleme alınan bir çok çalışmaya kaynaklık etmiştir. el-Bezzâziyye, Osmanlı’da o kadar değer verilen bir fetva kitabı haline gelmişti ki, Ebussuûd Efendi’ye niçin önemli meseleleri derleyen bir eser meydana getirmediği sorulunca “el-Bezzâziyye sahibinin kitabı dururken, böyle bir şey yapmaya kalkışmaktan haya ederim. Çünkü onun eseri mühim meseleleri gerektiği gibi derlemiş değerli bir mecmuadır” diye cevap vermiştir.420 Ebussuûd Efendi; Bezzâziyye sahibinin sözüne itimat edip görüşünü uygulamaya esas almanın câiz olup olmadığına dair kendisine sorulan bir soru üzerine verdiği fetvada, diğer kitaplarda aksine bir görüş olmaması halinde câiz olacağını söylemiştir.421 Ayrıca bu eser üzerine Osmanlı uleması tarafından bazı çalışmalar yapılmıştır. Fukahâdan adı bilinmeyen birisi tarafından el-Bezzâziyye’den namaz, boşama, elfâz-ı küfür ve 416 Atâî, a.g.e., s. 541. Katalogda, Fihrisü mesâili fetâvâ Kâdîhân, Feyzullah Efendi’nin oğlu Kâfzâde Abdülhay Fâizî’ye (ö. 1031/1622) nispet edilmektedir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1082). 417 Aynı konuyla ilgili olarak, Mekke müftüsü Ebü’l-Vicâhe Abdurrahman b. İsa b. Mürşid el-Mürşidî el-Ömerî’nin (ö. 1037/1628) el-Cevâbü’l-mekin an mes’eleti: İn Kâne Allahü yü’azzibü’l-müşrikîn adlı bir risâlesi bulunmaktadır (Beyazıt Devlet Ktp. Veliyüddin Efendi, nr. 1550, 549a-553b vr.; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3631, 339345 vr.). 418 Taşköprülüzâde, eş-Şakâik, s. 29; Mecdî, a.g.e., s. 53-54. 419 Bkz. Ahmet Özel, “Bezzâzî”, DİA, c. VI, s. 114. 420 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 242. 421 Düzdağ, Fetâvâ-yı Ebussu’ûd Efendi, s. 293 (nr. 923). Bu fetvada, Câmi‘u’l-Fusûleyn ve ed-Dürer ve’l-Gurer adlı eserler için de aynı cevap verilmiştir.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
375
kerâhiyye-istihsân konularını ele alan altı bölümlük el-Hulâsa (Hülâsâtü’lBezzâziyye) adında bir seçme (müntehab) meydana getirilmiştir (Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 417). Ayrıca el-Bezzâziyye’yi Sirâceddin İbn Tabîb es-Sonyecevî (Sulucevî ?) 893 (1487) yılında ihtisar etmiştir. Hüsâmeddin et-Tokadî ise bu eserde ele alınan sûfilerin devranı ve onların tekfir edilmeleri meselesi hakkında bir risâle yazmıştır (Risâle alâ mes’eleti devrâni’s-sûfiyye ve tekfîrihim).422 Sivas âlimlerinden Şeyh Ahmed b. Mûsa es-Sivâsî (ö. 1073) el-Bezzâziyye’yi Türkçe’ye tercüme etmiştir.423 İbrahim el-Halebî (ö. 956/1549) Âlim b. el-Alâ’nın; el-Muhîtu’l-Burhânî, ez-Zahîre, el-Fatâva’l-Hâniyye ve el-Fetâva’z-Zahîriyye adlı eserlerdeki meseleleri, Mergînânî’nin el-Hidâye’sinin sistematiğine uygun olarak derlemiş olduğu el-Fetâvâ’t-Tâtârhâniyye’si, ilginç veya çok vuku bulduğu halde yaygın olarak kullanılan eserlerde yer almayan meseleleri bir cilt halinde özetlemiştir.424 (Müntehabü’l-Fetâvâ’t-Tâtârhâniyye, el-Fevâidü’l-müntehabe mine’l-Fetâva’t-Tâtârhâniyye, Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah, nr. 162; Çorlulu Ali Paşa, nr. 730, 731; Yeni Cami, nr. 669). Muhammed b. Ali el-Hucendî el-Kâ‘idî’ye ait –çoğunluğu Farsça olanel-Fetâva’l-Kâ‘idiyye’nin;425 Şeyhülislâm Ebûsaidzâde Feyzullah Efendi tarafından Arapça’ya çevrilmeye başlanmış, onun ölümü üzerine müderris, fetva emînliği ve Mısır kadılığı yapmış olan Mehmed Kâmî b. İbrahim elEdirnevî (ö. 1136/1723) tarafından tamamlanmış ve Tercüme-i Fetâvâ-yı Kâ‘idiyye (el-Müterâcimü’l-Feyziyye li’l-Fetâva’l-Kâidiyye) adı verilmiştir426 (Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 916). Değerlendirme Hicrî IV. yüzyıldan itibaren klasik fıkıh ilmi literatürü içerisinde, ayrı bir tür olarak gelişen fetva literatürü; bilhassa, dinî ve hukukî alanda uygulamaya esas alınan mezheplerin mensupları tarafından dikkatli bir şekilde tutulan notların kümülatif biçimde bir araya getirilmesiyle ciddî bir ilgi alanı haline gelmiştir. Bu literatürün uygulayıcılara, fazla tetkike gerek kalmaksızın işlerini rahatlıkla görme imkânı sunması, özellikle Osmanlı örneğinde oldu422 Keşfü’z-zunûn, c. I, m. 242. 423 OM, c. I, s. 292, c. II, s. 62. 424 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1221. 425 Keşfü’z-zunûn, c. II, m. 1228. 426 Şeyhî, Vekayiü’l-fudalâ, c. II-III, s. 569; Edirneli Mehmed Kâmî, Mehâmmü’l-fukahâ (Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi, nr. 422, eserin sonunda [vr. 147b-148b] verilen biyografisi); OM, c. II, s. 62; Gülgün Yazıcı, “Kâmî”, DİA, c. XXIV, 279-280. Mehâmmü’l-fukahâ’nın sonunda verilen biyografisinde, Vâkıât Mecmûa’sı bulunduğu belirtilmektedir.
376
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
ğu gibi uymak zorunda oldukları Hanefî mezhebi içerisindeki bir çok görüş arasında muteber olan görüşlere kolaylıkla ulaşılmasını sağlaması, bu alanda oldukça zengin bir literatürün vücut bulmasına yol açmıştır. Ayrıca fetvalar üzerinde muhtelif tarzda literatür ortaya çıkmıştır. Evvelâ devrin ilmî otoritelerine sorulan fetvalar öğrencilerinin veya resmî memurların gayretleriyle toplanıp çeşitli şekillerde tertib edilerek mecmualar oluşturulmuştur. Kimi zaman bir tek şeyhülislâm veya müftünün, kimi zaman birden çok şeyhülislâmın fetvalarının bir araya getirildiği bu mecmualarda yer alan şeyhülislâmların fetvalarına mesnet teşkil eden klasik fıkıh kitaplarındaki hükümleri (nakil, ç. nukûl) tespit ayrı bir çalışma alanı olmuştur. Ayrıca fetvaların hukukî normlar şeklinde özetlendiği fihristler meydana getirilmiştir. Osmanlı toplumunda XV.-XVII. yüzyıllarda Arapça muteber fıkıh ve fetva kitaplarından derlemeler, ulemanın yöneldiği önemli bir çalışma alanı haline gelmiştir. XVI. yüzyıldan itibaren giderek artan bir şekilde Osmanlı şeyhülislâm ve müftülerinin Türkçe fetvalarının derlenip tertib edilmesi ve bunların farklı biçimlerde, örneğin konularına göre bir ya da daha fazla şeyhülislâmın fetvasının derlenmesi gibi alanlarda çalışmalar yoğunluk kazanmış ve müteakip dönemlerde Fetâvâ-yı Ali Efendi, Fetâvâ-yı Feyziyye, Behcetü’l-Fetâvâ, Netîcetü’l-Fetâvâ gibi eserler en muteber kaynaklar olarak öne çıkmışlardır. Bu da; önceleri Arapça fetva literatürünün Osmanlı uygulamasında daha etkin olduğunu, son yüzyıllarda ise Türkçe literatürün daha etkin hale geldiğini göstermektedir. Gerçekten bu durum; Türk hukuk tarihi açısından üzerinde çalışılması gereken oldukça önemli bir sürecin ip uçlarını vermesi bakımından dikkate değer bir husustur. Bu yerli fetvalara yönelişin arka planında, belki, resmi ulemanın -istisnalar olmakla birlikte- genel olarak, ilk yüzyıllarda olduğu ölçüde, temel kaynakları okuyup anlayarak tatbik edebilme yeteneklerinin azalması gibi bir problemin varlığından söz edilebilir. Bu çalışma; 160’ı aşkın fetva mecmuasının tanıtımını yapmakla, şimdiye kadar Osmanlı fetvalarına dair verilen listelerin en kapsamlısını ortaya koymuş olsa da başta da belirttiğimiz üzere konuyu tüketmiş değildir. Zira katalog taramalarımızda katalogları bulunan sadece Türkiye Kütüphaneleri’nde üç yüze yakın müellifi belirtilmeyen fetva mecmuası tespit ettik. Bunlar arasında kuşkusuz Osmanlı öncesi fetva kitaplarının bilinmeyen nüshaları olabileceği gibi Osmanlı dönemi fetva kitaplarından henüz ilim âleminin tanımadığı yeni literatüre ulaşma potansiyeli de mevcuttur. Ancak bu çalışmada daha önce literatüre geçmemiş olan Molla Arab, Hoca Sâdeddin Efendi ve daha başka şeyhülislâm ve âlimlerin fetâvâları tanıtılmış ve ilim camiasına duyurulmuş olmakla bir katkı sağlanmış olması bizim için bir mutluluktur.
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü
377
Fatawa Literature in the Ottoman Period fiükrü ÖZEN Abstract This study aims to unearth the amount of existing Ottoman fatawa collections. To determine the names of the collections and the collectors, we used catalogues both published materials and online sources, namely, of the Centre for Islamic Studies’ (ISAM) Database of Turkey’s Libraries and of the National Library of Turkey’s Database Search (www.yazmalar.org). Then we checked at least one copy of each book in the libraries of Istanbul, where they are stored overwhelmingly as manuscripts. The primary aims of this article neither examine the concept, function and emergence of fatwa, nor bringing together information of all the manuscripts. Rather it gives emphasis on to dig out the authors of the fatawa books. In addition, I wanted to show, in the article, the shortcomings of contemporary literature. Fatawa literature differs from each other not only in terms of the content and the form of the books but also in terms of the positions of scholars. Some collections included the fatwas issued by the Ottoman Grand Muftis (Sheikh al-Islams) whereas the other some by scholars such as provincial muftis, lecturers at Madrasas (mudarris), judges, and fatwa scribes. Furthermore, while some of these collections are comprised of the actual questions and responses, the other some are the compilation of quotations from the Arabic classical fatawa books. Therefore, within the scope of my article, I tried to classify the books from the perspectives mentioned above. I tried to examine and explore about 160 fatawa collections in this work. I think, It has been the most comprehensive list, among the existing studies, of these collections. However, it does not mean that this article covered all of the Ottoman fatawa books. It should be evaluated just a contribution to the literature for the further studies. Keywords: Fatwa/Fatawa, Ottomans, naql/nuqul, fiqh, Islam, Law
Osmanl› Dönemi Fetva Literatürü fiükrü ÖZEN Özet Bu araştırma Osmanlı döneminde fetâvâ diye adlandırılan literatürü tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. Biz bu çalışmada yayımlanmış çeşitli malzeme yanında İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Türkiye Kütüphaneleri Veri Tabanı, Milli
378
TAL‹D, 3(5), 2005, fi. Özen
Kütüphane Türkiye Yazmaları Toplu Katalogu (www.yazmalar.org) ve çeşitli kütüphane kataloglarından yaptığımız genel taramalardan elde ettiğimiz verileri dikkate alarak, kütüphanelerdeki yazma fetva mecmualarından imkân ölçüsünde en az birini görmek suretiyle, fetâvâ literatürünü tanıtmaya çalıştık. Ayrıca modern çalışmalarda söz konusu literatür ile ilgili yapılan eksiklik ve yanlışlıklara da işaret ettik. Çalışmamızda ne fetva kavramı, fetvanın işlevi ve bir fetva metninin oluşumu gibi konuların incelenmesi hedeflenmiş ne de eserlerin bütün yazma nüshalarını tespit etme amacı güdülmüştür. Sadece yazarlarına nispetinin sıhhati gösterilmeye çalışılmış ve içerikleri dikkate alınarak literatür hakkında genel bir fikir verilmek istenmiştir. Zira bu literatür içerik, şekil ve müelliflerinin statüleri bakımından birbirinden çok farklı bir görünüm arz etmektedir. Bazı mecmualarda şeyhülislâmlara, bazılarında müftü, müderris, kadı ve fetva kâtibi gibi âlimlere ait fetvalar; bazılarında ise Arapça eski literatürdeki fetva meseleleri derlenmiştir. Bu çalışma; 160’ı aşkın fetva mecmuasının tanıtımını yapmaktadır. Bu haliyle, şimdiye kadar Osmanlı fetvalarına dair verilen listelerin de en kapsamlısı ortaya konulmuş olmaktadır. Ne var ki bu makale, konuyu tüketmekten ziyade sonraki çalışmalara ışık tutmayı hedeflemektedir. Anahtar kelimeler: Fetva, Osmanlı, fıkıh, nakil, hukuk.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
379
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 379-416
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar› * Süleyman KAYA**
Giriş İSLAM TOPLUMLARINDA daha ilk dönemlerden itibaren mahkemelerde hukukî ihtilafların çözülmesi ve hukukî ilişkilerin kayda geçirilmesi işlemlerine önem verildiği görülmektedir. Bu çerçevede, bu işlemlerin teorisini ortaya koyan muhakeme usulüne dair bölüm başlıklarına fıkıh kitaplarında yer verildiği gibi konuyla ilgili müstakil eserler de kaleme alınmıştır.1 Yine hukukî ilişkilerin kayda geçirilmesinin tüm kadılar tarafından eksiksiz ve sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için, her bir konuya dair düzenlenecek belgede yer verilmesi gereken unsurların belli bir tertiple ele alındığı şurut kitapları yazılmıştır.2 Yine kadıların hüküm verirken başvuracakları kaynak olarak fıkıh kitaplarının yanı sıra fetva kitaplarının telif edildiği görülmektedir. Fetva kitaplarının, kadıların karşılaşabilecekleri meseleler hakkında bire bir cevap içermeleri hasebiyle kadılar için önemli bir kaynak olmalarının yanı sıra, hayatın akışı içinde ortaya çıkan yeni meseleleri de ele almalarıyla, adeta, İslam hukukunun hayatiyetini asırlarca sürdürmesini sağladıkları söylenebilir. Bu geleneklerin, Osmanlı toplumunda da şartların değişmesine paralel bazı değişikliklerle sürdürüldüğü görülmektedir. Bir çok fetva kitabının yanı sıra, Risaletün fi haleli’l-mehadiri ve’s-sicillat (Mahmud el-Hamzavi), Muinü’l-hük* Sakk mecmualarını tanımamıza vesile olarak bizi böyle bir çalışma yapmaya sevk eden ve konu hakkındaki bilgilerini bizimle paylaşan değerli hocalarım Prof. Dr. Mehmet İpşirli ve Prof. Dr. M. Akif Aydın Beylere teşekkürü bir borç bilirim. ** Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Anabilim Dalı doktora öğrencisi. 1 İbn Semaa (h. 233), Hassaf (h. 261) ve Ebu Hazim’in (h. 292) Edebu’l-kâdî isimli eserleri örnek olarak verilebilir. 2 Bu tür eserlere örnek olarak da Bekkar b. Kuteybe’nin (h. 270) Kitabu’ş-şurut, Hassaf (h. 261) ve Tahavi’nin (h. 321) Şurutu’s-sağir ve Şurutu’l-kebir isimli eserleri zikredilebilir.
380
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
kam (Atıf Efendi Ktp. 1172) gibi muhakeme usulüne dair eserler ile Muinü’l-kudat (Abdurrahman b. Ali el-Amasi), Levazimu’l-kudat ve’l-hükkam (Mustafa b. Mehmed es-Sirozi), Ravzatü’l-kudat (Ebubekir et-Tokadi), Hediyyetü’l-kudat (Halil Niyazi) gibi fıkıh ve fetva kitaplarında yer alan hükümlerin kadıların daha kolay müracaat edebilecekleri tarzda sunulduğu, hatta bazılarında mahkemede tarafların ileri sürebilecekleri iddiaların değerlendirildiği eserlerin kaleme alındığı görülmektedir. Bu tür eserler, kadının herhangi bir mesele hakkında vereceği hükmü bulmasına yardımcı olduğu gibi, aynı mesele hakkında tüm mahkemelerde ortak hüküm verilmesini de sağlamaktadır. Bunların yanı sıra, kadının hakkında hüküm verdiği meseleyi nasıl yazıya geçireceği, hangi ibareleri hangi tertiple yazacağı hususunda yardımcı olmak üzere, muhtelif meselelere dair mahkemelerde tutulan kayıtların numunelerini içeren eserler de telif edilmiştir, ki bunlara sakk mecmuaları denilmektedir. Bu mecmualar, büyük çoğunlukla şer‘iye sicillerinde yer alan belgelerden titizlikle seçilmiş olmaları hasebiyle, şer‘iye sicillerinin kaynak olarak kullanıldığı -başta hukuk tarihi olmak üzere- hemen her tarih çalışması için önemli birer kaynak konumundadır. Ancak bugüne kadar bu mecmualar hakkında yeterli çalışma yapılmadığı3 ve bu mecmuaların hukuk tarihi çalışmalarında iki üç tanesi hariç pek kullanılmadığı görülmektedir. Sakk mecmualarını şer‘iye sicillerinden ayıran özellik, çoğunlukla belgelerin tekrar gözden geçirilmiş ve daha üst düzey ilmiye mensuplarının tashihinden geçmiş olmalarıdır. Ayrıca sakk mecmualarında genellikle şahıs adları yerine filan b. filan denildiği ve tarihlerin yazılmadığı görülmektedir. Bu çalışmada sakk mecmuaları çeşitli açılardan tanıtılmaya çalışılacaktır. Önce şurut kitaplarıyla başlayan sürece ana hatlarıyla değinilip sonra sakk mecmuaları hakkında XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar içerik, belge çeşitleri, belgelerin uzunluğu, dil vb. açılardan meydana gelen değişimlere de değinilerek genel bilgiler verilecek ve son olarak da tespit edilebilen mecmuaların her biri hakkında tarih sırasına göre bilgi verilecektir. Şer‘iye sicillerine dayanarak yapılacak herhangi bir hukuk tarihi çalışmasından önce konuyla ilgili olarak sakk mecmuaları üzerinde araştırma yapmak bir çok açıdan fayda sağlayacaktır. Her şeyden önce konunun yer aldığı belge türleri tespit edilebilecek, konuyla ilgili sicillerde geçen kavramlar matbu ya da sicillere oranla çok daha açık ve net bir yazıda görülmüş olacak ve bu kavramların ilgili belgelerin hangi kısmında geçtiği tespit edilmiş olacaktır. Yine konunun sicillerde hangi yüzyıllarda ne oranda yer aldığı ve sicillerden konuyla ilgi3 Tespit edilebilen tek çalışma için bkz.: Halit Ünal, “Şurut-Sukuk: İslam Hukukunda Belge Tanzimi”, Diyanet Dergisi, 1986, c. XXII, sy. 3.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
381
li elde edilebilecek malzeme hakkında ana hatlarıyla da olsa önbilgi elde edilebilecektir. Ayrıca bu ön araştırma esnasında konuyla ilgili cevaplandırılması gereken bazı sorular da ortaya çıkabilecektir, ki bu sorularla araştırmanın başında karşılaşılmış olması çalışmayı daha verimli hale getirebilir. 1. Sakk, İlm-i Sakk ve Sakk Mecmuaları Sakk kelimesi lügatte “vurmak, kilitlemek ve yazılan şey” anlamlarına gelmektedir. Çoğulu sukuk, sıkak, esuk şekillerinde gelir. Kelimenin aslı Farsça “çek” kelimesi olup Arapça’ya sakk olarak geçmiştir. Kimilerine göre ise kelimenin aslı Arapça olup “sakke” fiilinin mefulü anlamındadır.4 Sakkin ıstılahî manası ise bazı eserlerde şu şekilde verilmiştir: Sakk, hakimin dava edilen hadiseye ve bu husustaki hükmüne dair tanzim etmiş olduğu vesikadır.5 Hakim tarafından tanzim olunan ilam ve hüccetlerin lafız ve ibarelerine sakk denir.6 Şer‘î mahkemelerin sicil defterlerine kaydedip taraflara verdiği hüccet, ilam, temessük vs. belgelerin yazılış usulüne sakk-i şer‘î denir.7 Ebussuud Efendi ve Pîr Mehmed’in dibacede sakk ilmini iyi bilmeyen kadıların yazdıkları sakklerin geçerli olmayacağını söylerken sakk terimini kullanmaları, bu kavramın mahkemelerce düzenlenen hüccet ve ilam anlamına geldiğini gösterir. Yine Ebussuud Efendi’nin “kadının hükmü bulunan ve bulunmayan sakkler” ayrımı da sakk kavramının mahkemelerde düzenlenen hüccet ve ilamlar hakkında kullanıldığını gösterir. Mahmud el-Hamzavî ise, mahdar ve sicillere dair yazdığı risalesinde sicil, sakk, hüccet, vesika, mahdar gibi kavramlar hakkında bilgi verirken; hücceti üzerinde kadının tasdik yazısı bulunan belge, sakki ise tasdik yazısı bulunmayan belge olarak takdim ederek sakkin daha teknik anlamına işaret etmektedir.8 Süleyman Şeyhi’nin eserinin dibacesinde yer alan tanım ise daha farklıdır: Murafaa esnasında davacı ve davalının ifadelerini şer’e tatbik ederek yazmaya sakk denir. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yazılan bazı eserlerde ise sakk kavramının tatbikat ve tatbikata dair numune anlamında kullanıldığı görülmektedir.9 4 Asım Efendi, “Sakk”, Kamus, İstanbul: Bahriye Matbaası, 1888, c. III, s. 1094. 5 Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuki İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul: Bilmen Yayınevi, ty., c. VIII, s. 205 6 Ali Himmet Berki, “Sakk, Sebk”, Istılah ve Tabirler, Ankara: Doğuş Matbaası, 1966. 7 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara: TTK Basımevi, 1965, s. 116. 8 Mahmud Efendi el-Hamzavi, Risaletün fi haleli’l-mehadiri ve’s-sicillati, Şam: Matbaati Maarif, 1303, s. 2 9 Şevki, Sakk-i Adlî Hukukî, İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1327, s. 5; M. Nuri Okçuoğlu, Ceza Tatbikatı (Sakki Adli), Ankara: Akın Matbaası, 1949. Resmi yazışmaların nasıl olacağına dair numunelerin yer aldığı esere de Sakk-i Şehbenderi denilmektedir, ki sakk kavramının burada da numune, tatbikat anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
382
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
Görüldüğü üzere sakk kavramı, mahkemelerde belgelerin yazılma işlemi ve belgelerin yazılma usulü anlamlarına geldiği gibi, mahkemelerde yazılan ilam ve hüccet gibi belgeler için de kullanılmaktadır. Ama teknik anlamda sakkin, mahkemelerde yazılıp kadının tasdik yazısını içermeyen belge olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu tür belgelerin bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan eserlere de sakk mecmuası denilmektedir. Bu mecmualarda yer alan belgeler, mahkemelerde belge düzenleyecek olanlar için birer numune vazifesi görmektedir. Mahkemelerde yazılan belgeler ve bunların yazılma usulünü konu edinen ilme ise, ilm-i sakk denilmektedir. Hacibzade ilm-i sakke dair ayrıntılı bilgi verdiği eserinin mukaddimesinde bu ilmin konusunu, “mahdar ve sicillere yazılan şeylerden bahseder”, gayesini ise “en güzel terkiplerle yazmayı öğretme” olarak belirtir.10 Çavuşzade Mehmed Aziz’in “belge yazma ince bir anlayış gerektiren güzel bir sanattır” ifadesi, Osmanlıların bu ilme bakışını veciz bir şekilde yansıtmaktadır. Bazı sakk müellifleri,11 eserlerinin dibacesinde mahkemelerde görev yapanların ilm-i sakki bilmelerinin zorunlu olduğunu, aksi taktirde yazılan belgelerin hata ve eksiklik içereceğini, şer‘e uygun olmayacağını ve dolayısıyla kabul görmeyeceğini vurgular. Sakk kavramıyla ilgili olarak dikkat çeken bir diğer husus, sakkin şer‘î ve adî [kanunî] olarak ikiye ayrılmasıdır. Şer‘e mutabık olan sakklere sakk-i şer‘î denirken, hakkında belge düzenlenmesi adet haline gelip şeran fasid olan akitlere dair belgelere ise sakk-i adî veya sakk-i kanunî denilmektedir. Bu tür belgelerin düzenlenebileceğine dair emr-i şerif sadır olduğu anlaşılmaktadır.12 Mahkemelerde kayda geçirilecek belgelerin önce katip tarafından müsveddesinin yazıldığı ve bu müsveddenin hakim tarafından onaylanmasından sonra temize çekildiği bilinmektedir. İşte bu müsveddelerin katip, naib ya da kadılar tarafından toplandığı sakk müelliflerinin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bu müsveddeleri toplayan kimselerin bir kısmının, daha sonra bunlar arasından seçtikleri belgeleri temize çekme fırsatı bulup belli bir tertiple bir araya getirmek suretiyle sakk mecmualarını oluşturdukları görülmektedir. Ancak bazılarının temize çekme fırsatı bulamadıkları anlaşılmaktadır. Temize çekme işleminin basit bir tashihden ibaret olmadığı, konuyla ilgili fıkıh ve fetva kitaplarında yer alan hükümlerin gözden geçirildiği, hatta daha önce yazılan sakk mecmualarıyla mukayese yapıldığı, ibarelerin yeniden ele alındığı yine müelliflerin kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bazı müelliflerin emekli olduktan ya da azlolunduktan sonra ancak temize çekme fırsatı bulabildiklerini söylemeleri, Mustafa b. Şeyh Mehmed’in ikinci cildi ancak yirmi yıl 10 Hacibzade, Bidaatü’l-hükkam, vr. 2a, Süleymaniye, Fatih 2341. 11 Ebussuud Efendi, Pîr Mehmed. 12 Ebussuud, Bidaatü’l-kâdî, Süleymaniye, Laleli 3711, vr. 31a; Hacibzade, Bidaatü’l-hükkam, Süleymaniye, Mihrişah Sultan 440, vr. 77a.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
383
sonra temize çekebildiğini ifade etmesi de bu işin zorluğunu, gösterilen titizliği ortaya koymaktadır. Azami derecede gösterilen titizliğin; belgelerin, her türlü hakkın korunması, anlaşmazlıkların giderilmesi, huzurun sağlanması gibi çok önemli gayelere matuf olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Belgede bulunacak bir eksiklik, ilgili hakkın tamamen ya da kısmen kaybedilmesine sebebiyet verebilir. Bundan dolayı belgelerin ilgili hukukî olayı tam olarak aktarmasına dikkat edildiği görülmektedir. Ancak manayı tam olarak aktarma amacıyla belgelerin uzun tutulması da hoş görülmemiş, manayı tam olarak aktaran en kısa ifadeleri tercih etme gayreti içinde olunmuştur. Bu durum, belgenin yazılışında zaman ve kağıttan tasarruf anlamına geldiği gibi daha sonra ilgili belgeyi okumak zorunda kalan kadı için de önemli ölçüde kolaylık sağlamaktadır. Nitekim Pîr Mehmed, eserinin dibacesinde bir belgenin uzun yazılmasının yazanlar için de, okuyanlar için de zorluk taşıdığını ifade ederken, Ebussuud Efendi belgenin kısa yazılmasının hem yazanın, hem de okuyanın işini kolaylaştırdığına işaret etmektedir. Dikkat edilen bir diğer husus, formüle edilmiş ifadelerin belli bir sıraya göre dizilmesidir. Bu durumun da herhangi bir şeyin atlanmasına engel olduğu ve yazılan müsveddeleri onaylamak üzere okuyan kadının en ufak bir eksikliği derhal fark etmesini sağladığı düşünülebilir. Ayrıca bu formüle etme ve belli bir tertibi gözetmenin, farklı mahkemelerde kayda geçirilen belgeler arasında hukuk dili ve hukukî yaklaşım açılarından birlik sağladığı da söylenebilir.13 Bu sayede bugün şer‘iye sicilleri üzerine çalışma yapan bir tarihçi, aradığı bilgi ilgili belgelerin hangi kısmında yer alıyorsa, sadece o kısımları taramakla yetinebilmektedir. Mesela Bey‘, Bey‘ bi’l-vefa, hibe, icare gibi bir akit arayacak olan kimse belgelerin ortasında yer alan mülkiyet kaydından sonraki ifadelere; tazir, hapis gibi cezaları tarayacak olan kimse belgenin son kısmına bakmakla aradığı belgelere önemli ölçüde ulaşabilir. Sakk mecmualarını kaleme alan müelliflerin uzun yıllar mahkemelerde görev yapmış, ilim ehli kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Bir kısmının kadılık görevinde bulundukları bilinmekte, bir kısmının ise eserlerinin dibacelerinde yer alan ifadelerinden çoğunlukla mahkemelerde naib ve katip olarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Halbuki aynı ifadelere yer veren Hacibzade’nin Üsküdar mollalığına kadar yükseldiği, Baldırzade’nin kadılık yaptığı görülmektedir. Buradan hareketle katip ya da naib iken topladıkları müsveddeleri ileriki yıllarda kadılık yaparken temize çektikleri düşünülebilir. Sakk mecmualarının önemini 13 Mehmet İpşirli, “Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Şeriye Sicilleri”, Tarih ve Sosyoloji Semineri, 28-29 Mayıs 1990 Bildiriler, İstanbul: Edebiyat Fak. Basımevi, 1991, s. 161-162; Abdülaziz Bayındır, İslam Muhakeme Hukuku Osmanlı Devri Uygulaması, İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı, 1986.
384
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
artıran bir diğer husus, bu mecmuaların genellikle daha üst rütbeye sahip ilmiye mensupları tarafından tashih edilmiş olmasıdır. 2. İlm-i Şuruttan İlm-i Sakke Sakk Mecmuaları Osmanlı müelliflerinin hukukî belgeleri kayda geçirme geleneğini çok gerilere götürdükleri görülmektedir. Hacibzâde, Sadru’ş-şeria’nın Hassaf şerhine atıfla Abdullah b. Şübrüme’nin h. 120’de Kufe kadısı olduğunda sicil ve vesikaları kayda geçirme geleneğini başlattığını, bu geleneğin onun sünnet-i seniyyesi olduğunu, Ebu Hanife ve diğer mezhep imamlarının bu sünneti ondan aldıklarını ve bütün ümmetin sicillere yazılan belgelerle amel edileceği hususunda icma ettiklerini ifade etmektedir.14 Hatta bu ilim sayesinde hakların korunacağı, münazaaya engel olunacağı ve şüphelerin izale edileceğinden bahsederek bu ilmin ilimler arasındaki yüksek derecesine işaret ettikten sonra, Bakara Suresi 282. âyeti delil olarak göstermek suretiyle adeta bu ilmin kökenini Kur’an’a dayandırmaktadır. Süleyman Şeyhi’nin eserinin dibacesinde “(…) evvelen Hz. Ali kerremallahu vechehu hazretleri abd-i memlukü Kamber’i azat eylediklerinde tahrir buyurdukları itaknâme’yi teberrüken beyân ve saniyen sair suveri (…)” diyerek eserine Hz. Ali tarafından yazıldığını beyân ettiği itaknâme ve dolayısıyla itak bölümü ile başlaması da sakk geleneğinin dayandırıldığı köken hakkında bilgi vermektedir.15 Hacibzâde, “mahdar ve sicillere yazılan şeylerden bahseder” şeklinde konusunu belirlediği bu ilmin çeşitli adlarını zikreder: Eş-şurut, el-kitâb, el-hucce, el-vesika, es-sakk.16 Yani ilm-i sakkin, ilm-i şurutla aynı anlama geldiğini ifade etmektedir. Buradan hareketle bu ilmin tarihi süreçte çeşitli adlarla anıldığı, Osmanlı öncesinde genellikle “şurut” tabiri kullanılırken Osmanlı döneminde bunun yerini “sakk” tabirinin aldığı söylenebilir. Bu eserlerin tarihi süreçte isim değişikliğinin yanı sıra birçok açıdan değişikliğe uğradığı da görülmektedir. Bu başlık altında, ana hatlarıyla da olsa şuruttan sakke geçiş süreci hakkında bilgi vermek üzere h. 321’de vefat eden Tahâvi’nin eş-Şurûtu’s-sağîr adlı eseri, h. 752’de istinsah edilen eş-Şurût adlı eser17 ve tespit edilebilen ilk sakk mecmuası olan Ebussuud Efendi’ye ait Bidaatü’l-kâdî isimli eserler mukayese edi14 Hacibzâde, Bidaatü’l-hukkâm, yy: yazma, 1187, vr. 2a, 2b, Süleymaniye, Fatih 2341. 15 Süleyman Şeyhî, Sakk-i Süleyman Şeyhî, yy: yazma, 1196, vr. 1b., İstanbul Üniversitesi Merkez, T3133. 16 Hacibzâde, a.g.e., vr. 2a. 17 Süleymaniye Kütüphanesi, Mahmut Paşa, 251 numarada yer alan eserin müellifi kesin olarak tespit edilememiş olup Zahriye’de eş-Şurutu’l-Arabî ve Şurût-i Dânî şeklinde not düşüldüğü görülmektedir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
385
lecektir. Sakk mecmualarının Ebussuud Efendi’den XIX. yüzyıl sonlarına kadar geçirdiği süreç ise bundan sonraki bölümlerde ele alınacaktır. Eş-Şurutu’s-sağîr’de ibadetler hariç fıkıh kitaplarında yer alan bölüm başlıklarının önemli bir kısmına Büyu‘ bölümünden başlanarak yer verilmiştir. Konulara genellikle “şöyle şöyle olduğunda ve taraflar bunu yazıya geçirmek istediklerinde şöyle yazılır” diye başlanıldığı görülmektedir. İlgili belgenin tanziminde yazılacak bir iki cümle zikredildikten sonra konuyla ilgili açıklamalara, tarafların hukukî durum ve haklarına, yer yer Hanefi mezhebi imamlarının görüşlerine yer verilmekte ve “sonra şöyle yazılır (…)” denilerek devam edilmektedir. Bu şekilde her bir konuyla ilgili belgelerin mahkemelerde nasıl düzenleneceği, belgelerde yer alması gereken bilgiler, tarafların hukukî durumu ve konuyla ilgili mezhep imamlarının görüşleri zikredilmiş olmaktadır. Ancak mahkeme tarafından düzenlenmiş herhangi bir örnek belgeye yer verilmediği görülmektedir. Şurut isimli eser, ibadetler hariç fıkıh kitaplarında yer alan birçok bölüm başlığına yer verilmesi Büyu‘ bölümüyle başlaması açılarından Şurutu’s-sağîr’le paralellik arz etmektedir. Ancak her bir bölümde konu ile ilgili örnek bir belge yer almakta, açıklamalara ve mezhep imamlarının görüşlerine yer verilmemektedir. Belgelerin çoğu hüccet olup, az bir kısmı ilamdır. Belgelerin genellikle uzun olduğu, meselelerin etraflıca anlatıldığı görülmektedir. Bidaatü’l-kâdî’de ise ibadetlerin yanı sıra, şirket, mudarebe, kefalet, havale vb. konulara da yer verilmediği, eserin benzer konuların bir araya getirilmesi suretiyle on bölüme ayrıldığı görülmektedir. Açıklama ve mezhep imamlarının görüşlerine yer verilmediği gibi, belgelerin mümkün mertebe kısa tutulduğu da görülmektedir. Zaten Ebussuud Efendi, eserinin dibacesinde; geçmişte birçok faydalı eser yazıldığını, ancak bunların gereksiz, zaid kelimeler içerdiğini, kendisinin en az ifadeyle manayı tam olarak ortaya koyma gayreti içerisinde olacağını belirtmektedir. Çoğu hüccet olan belgelerin az bir kısmı ilamdır. Tamamının Arapça olması, fıkıh kitaplarındaki tertibe uyulmaması,18 ibadetlerle sayd, zebaih gibi konulara yer verilmemiş olması her üç eserin ortak özelliği olarak kaydedilebilir. 3. Dil Ebussuud Efendi, eserinin dibâcesinde, mahkemelerde yazılan sakklerin çoğunun Arapça olması hasebiyle hakimlerin Arapça’yı iyi bilmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Bu ifadeden XVI. yüzyılın ortalarına kadar mahkemelerde 18 Her üç kitabın tertibi de farklıdır. 19 Ekrem Tak, “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Üsküdar’da Sosyal ve İktisadi Hayatın Göstergeleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2002, s. 218.
386
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
tutulan kayıtların önemli ölçüde Arapça olduğu anlaşılabilir. Halbuki 919-955 yıllarını kapsayan, yani XVI. yüzyılın ilk yarısına ait Üsküdar kadılığınca tutulan ilk on dört şer‘iye sicil defterinde yer alan yaklaşık (10)000 belgenin sadece 698’inin Arapça olduğu görülmektedir.19 Buradan hareketle en azından Üsküdar’da XVI. yüzyılın başlarından itibaren belgelerin yazımında Arapça’dan Türkçe’ye önemli ölçüde geçilmiş olduğu söylenebilir. Aynı yüzyılın ortalarında Ebussuud Efendinin yanı sıra sakk mecmuası telif eden Pîr Mehmed b. Musâ ve Derviş Mehmed b. Mevlânâ Eflâtun da, eserlerinde sadece Arapça belgelere yer vermişlerdir. Dolayısıyla, sicillerde kullanılan dilde meydana gelen bu değişimin, sakk mecmualarına daha sonra yansıdığı düşünülebilir. Nitekim, bu dönemden sonra, mahkemelerde belgelerin Türkçe tanzim edilmesine paralel olarak, sakk mecmualarının da Türkçe telif edilmeye başlandığı görülmektedir. XVI. yüzyılın sonlarına doğru önce belgelerin çoğunun Arapça, bir kısmının Türkçe olduğu Kitabu’s-sakk ile karşılaşılıyor. Daha sonra Sukûk-i Şem‘î’de belgelerin yaklaşık olarak yarısının Türkçe olduğu görülüyor. Sakk-i Timurtâşîzâde’de ise Türkçe belgeler çoğunluğu teşkil etmektedir. XVI. yüzyılın sonlarına ait olduğu anlaşılan Kitabu’s-sukûk’ta ise dil tamamen Türkçe’dir. XVII. yüzyıl başlarında Baldırzâde Şeyh Mehmed, eserinin dibâcesinde mecmuasını Arapça ya da Türkçe yazma hususunda tereddüt ettiğini, ancak Arapça’nın artık nadiren kullanılır olması ve Türkçe’nin yaygınlaşmış olması dolayısıyla Türkçe’yi tercih ettiğini ifade etmektedir. Hemen akabinde Sâni-i Edirnevî de, daha önce yazılan muteber Sakk kitaplarının Arapça olması hasebiyle, Türkçe belge tanzim edecek kadı ve katiplerin zorluk çekmelerine binaen Türkçe sakkleri toplayarak mecmuasını oluşturduğunu belirtmektedir. Bu tarihten sonra, yani XVII. yüzyılın başından itibaren en azından Anadolu ve Rumeli topraklarında artık Arapça sakk mecmuası yazılmadığı görülmektedir. Tespit edilen XVII. yüzyıla ait mecmualar arasında sadece Mustafa b. Şeyh Mehmed’in Ravzatu’l-kudat’ı ile Hacibzâde’nin Bidâatü’l-hukkâm’ında az sayıda Arapça belgenin bulunduğu görülmektedir. 4. İçerik Sakk mecmualarında belgelerin, genel olarak fıkıh kitaplarında yer alan bölüm başlıkları altında sunulduğu görülmektedir. Bazı mecmualarda bu başlıkların az bir kısmı kullanılırken, bazılarında önemli bir kısmı kullanılmıştır. Fıkıh kitaplarında kullanılmayan bazı başlıklara yer verildiği gibi, fıkıh kitaplarında yer alan bazı başlıklar da bu eserlerde hiç yer almamaktadır. Özellikle zebaih, udhiye, eşribe, sayd, hünsa gibi pek dava konusu olmayan konu başlıklarına sakk mecmualarında rastlanmamaktadır. Müdayenat, nasb-ı vasi, nakl-i
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
387
şehâdet, vürûd-i nakl, farz-ı nafaka, istihkak, gabn-i fâhiş, hıyârât, vekayi beyne’l-verese, sübût-i deyn, ikrar-ı deyn, isbat-ı hürriyet gibi sakk mecmualarında yer alan bazı bölüm başlıklarının fıkıh kitaplarında daha ziyade alt başlık olarak ya da ilgili konu içerisinde ele alındığı görülmektedir. Yine uygulamada ortaya çıkıp sakk mecmualarında yer alan tevcih-i cihât, tevcih-i imamet, tefviz-i arazi, izn-i şer’î, keşif, tercih-i beyyinât gibi başlıklar fıkıh kitaplarında başlık olarak yer almamakla birlikte konu olarak kısmen de olsa bulundukları görülmektedir. Bunların yanı sıra, Bey‘ bi’l-istiğlal örneğinde olduğu gibi, Osmanlı döneminde ortaya çıkmış olması hasebiyle fıkıh kitaplarında bulunmayıp fetva ve sakk mecmualarında yer alan konular da vardır. Hanefi fıkıh kitaplarında farklı tertiplerle karşılaşılmaktadır. Fıkıh kitaplarında yer alıp yaklaşık 50-60 kadar olan bölüm başlıkları; ibâdât, münâkehât, muâmelât, ukûbât ve usûl-i muhâkeme üst başlıkları altında düşünüldüğünde, bazı tertiplerin ana hatlarıyla şöyle olduğu görülür: (1) İbâdât, münâkehât, ukûbât, muâmelât, usûl-i muhâkeme, muâmelât, ukûbât;20 (2) İbâdât, münâkehât, muâmelât, usul-i muhâkeme, ukûbât;21 (3) İbâdât, münâkehât, ukûbât, muâmelât, usûl-i muhâkeme.22 2. ve 3. tertipte dikkat çeken husus, şirket üst başlığı altında toplanabilecek şirket, mudârebe, müsâkât, müzâraa bölümlerinin ve ukûbât başlığı altında toplanabilecek cinâyât, diyât, hudûd bölümlerinin peşpeşe bulunmasıdır. Bu bölümlerin birinci tertipte farklı yerlerde bulunduğu görülmektedir. Ancak birinci tertibin daha yaygın olduğu ve Osmanlı döneminde kaleme alınan fıkıh kitaplarında da çoğunlukla bu tertibin kullanıldığı görülmektedir.23 Osmanlı döneminde telif edilen fetva kitaplarının önemli bir kısmının da, hemen tüm bölüm başlıkları birinci tertibe göre yazılan fıkıh kitaplarıyla paralellik arz ederken,24 bazılarında ana hatlarıyla bu tertibe uyulmakla beraber bir çok bölüm başlığının yer değiştirdiği görülmektedir.25 Sakk mecmualarında ise, büyük çoğunlukla, fıkıh ve fetva kitaplarında yer alan tasnife genel olarak uyulmadığı görülmektedir. Hatta sakk mecmualarının kendi aralarında bile tertip yönünden benzer olmadıkları, bir çoğunun ayrı bir tertiple yazıldığı müşahede edilmektedir. Bununla beraber, birbiriyle aynı tertipte yazılmış bazı mecmualar da vardır.26 20 Merğinani (1197), Hidaye; Mevsıli (1284), İhtiyar. 21 Tâcü’ş-Şerîa (XIV. yüzyıl başları), Vikâye. 22 Molla Hüsrev (1480), Dürerü’l-hukkâm. 23 Halebi (1594)’nin Mülteka’l-ebhur isimli eserinin yanı sıra, Osmanlı fıkıh literatüründe önemli yer tutan Timurtaşi’nin Tenviru’l-ebsar isimli eserine yazılan şerh ve haşiyeler örnek olarak verilebilir. 24 Fetâvâyı Ali Efendi, Fetâvâyı Feyziyye, Behcetü’l-Fetâvâ. 25 Fetâvâyı Abdürrahim. 26 Meselâ Pîr Mehmed ile Şem‘î’nin aynı tertibi kullandıkları görülmektedir.
388
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
Sakk mecmualarında, özellikle XVI. ve XVII. yüzyılın başlarında, birbirine yakın konuların tek bir bölüm başlığı altında toplandığı görülmektedir. Daha sonraki dönemde ise tıpkı fıkıh ve fetva kitaplarında olduğu gibi, her bir konu ayrı bir bölüm başlığı altında ele alınmıştır. Bölüm başlıklarının azaltıldığı eserlerde aşere-i mübeşşereye telmihen 10 bölüm başlığına yer verilmesi dikkat çekmektedir. Bunların yanı sıra 7, 9, 15 bölüm başlığı bulunan eserler de vardır. Yukarıda zikredilen fıkıh kitaplarındaki tertibe göre yazılan ilk eserin Şânîzâde’nin Bedâyiu’s-sukûk’u olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra da Çavuşzâde Mehmed Aziz’in bu tertibi kullanıldığı görülmektedir. Bu iki müellifle Yusuf Ziyaeddin’in, eserlerinde ibadetlere de yer vermeleri ve ibâdât konularıyla başlamaları, fıkıh kitaplarıyla paralellik arz eden bir diğer husustur. İbadetlere yer veren bu üç eserin dışında kalan diğer eserlerin hemen tamamının münâkehâta dair konulara eserlerinin başında yer vermeleri de kendi aralarındaki ortak bir özellik olarak zikredilebilir. Yine birbirine yakın konuların tek bir başlık altında toplandığı eserlerde hemen hemen aynı konuların aynı başlık altında toplanması da ortak bir özellik olarak kaydedilebilir. Sakk mecmualarının fetva kitaplarıyla paralellik arz eden bir diğer yönü de, belli bir dönemden sonra bazı mecmualarda nükûle yer verilmesidir. Nükûl nakil kelimesinin çoğulu olup, ilgili konuda verilen hükmün dayandığı kaynağın nakledilmesi anlamında kullanılmaktadır. Yani bazı fetva kitaplarıyla sakk mecmualarında ilgili belge ya da fetvanın altında veya hamişinde yazılıp o konuda verilen hükmün kaynağını teşkil eden daha önceki dönemlerde yazılmış fıkıh ve fetva kitaplarından yapılan alıntılara nükûl denmektedir.27 Sakk mecmualarında nükûle ilk olarak XVII. yüzyılın sonlarında, Hızır b. Osman tarafından yazılan mecmuada karşılaşılmaktadır. Bundan önceki mecmualarda nükûle yer verilmezken, bundan sonra yazılan sadece dört mecmuada nükûle yer verilmiştir: Bedâiu’s-sukûk, Tuhfetü’s-sukûk, Dürru’s-sukûk, Câmiu envâri’s-sukûk. Bu son dört eser aynı zamanda matbu olan dört sakk mecmuasıdır. 5. Belge Çeşitleri Sakk mecmualarında karşılaşılan belge çeşitleri şu şekilde sıralanabilir: Hüccet, ilam, maruz, emir ve ferman, mahdar, murasele, mekâtib, nakil, kitabu’l-kâdî ile’l-kâdî, tevcih-i cihât, tezkire, dibace, imza, elkâb. 27 Nakil, hukukî bir delil veya olayın bir kadı tarafından diğer bir kadıya yazılı belge ile bildirilmesi anlamına da gelmektedir. İlgili yazıya da nakil denir. Sakk mecmualarında bu konuda yer alan örnek belgelerin nakil ya da nükûl başlığı altında toplandığı görülmektedir. Her iki nükûl arasında bir karışıklığa meydan vermemek için kadının kadıya yazdığı belge için nakil veya çoğulu olarak nakiller kelimeleri kullanılırken fıkıh veya fetva kitaplarından yapılan alıntı anlamında nükûl kelimesi kullanılmıştır.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
389
Bu listede yer alan bazı isimlerin, eş anlamlı ya da bir diğerini de içeren anlama sahip olmaları mümkün olmakla beraber, tarihî süreçte her bir kavram için anlam daralması veya genişlemesi söz konusu olabileceğinden hareketle, bu kavramların içeriklerine dair bir açıklama yapılmaksızın her bir müellif, eserine aldığı belgeleri ne şekilde isimlendirdiyse o isim aynen aktarılmıştır. Bu kavramların içeriklerine dair yapılacak araştırmada sakk mecmualarının önemli bir kaynak olacağı aşikardır. Aslında bir belge çeşidi olmayıp belgelerin içinde yer alan kısımlardan olan dibace, elkâb ve imzâlara da bazı sakk mecmualarında müstakil olarak yer verildiği görülmektedir. Özellikle vakfiyelerin baş tarafına yazılan giriş kısmına dibace denildiği görülmektedir. Belgelerde adı geçen devlet memurlarıyla birlikte, bulundukları makama göre sahip oldukları lakaplara da yer verilmektedir. Bu lakaplara dair örnekler de sakk mecmularında müstakil olarak yer almaktadır. Yine kadıların ilgili belgeyi tasdik ettiğini gösteren formüle imza denilmektedir,28 ki bu formüllere de müstakillen yer verilmiştir. XVI. yüzyılda yazılan eserlerin önemli ölçüde hüccetlerden oluştuğu, bunun yanı sıra ilam ve nakillere de yer verildiği görülmektedir. Sadece yüzyılın sonunda yazılan Kitabu’s-sukuk’ta hüccet ve ilamların yanı sıra maruzlara da yer verilmiştir. XVII. yüzyılın başlarında Timurtaşîzade ve Mustafa b. Şeyh Mehmed gibi sadece hüccet, ilam ve nakillere yer veren müellifler olduğu gibi, Baldırzade gibi bunların yanı sıra muraselelere, Sani-i Edirnevi gibi tevcih-i cihata yer verenlere de rastlanmaktadır. XVII. yüzyılın ortalarında ise Ahmed Vehbi’nin imza, elkab ve dibacelere de yer verdiği görülmektedir. Yüzyıl sonlarında Hacibzade’nin eserinde hemen her türlü belge yer almaktadır. Bu tarihten sonra yazılan mecmuaların belge çeşidi açısından genellikle zengin olduğu görülmektedir. Hüccet, ilam ve nakillerin dışındaki belgelere Hacibzade, Baldırzade gibi müellifler mukaddimede yer verirken Süleyman Şeyhi, Şanizade, Debbağzade gibi müellifler diğer bölüm başlıkları gibi ayrı birer başlık olarak ele almışlardır. 6. Belgelerin Uzunluğu XVI. yüzyılda büyük çoğunlukla kısa hüccetlerden oluşan eserlerin, XVII. yüzyılda yerlerini önemli ölçüde uzun ilamlardan oluşan eserlere terk etmiş olması dikkat çekmektedir. Bu yüzyıldan sonra da sakk mecmularında genellikle ilamların daha fazla yer aldığı görülmektedir. Tuhfetu’s-sukuk ve Dürru’s-sukuk gibi ilam ve hüccetler arasında dengenin sağlandığı eserlerin yanı sıra neredeyse belgelerin tamamı ilam olan Sakk-i Kayseriye gibi eserler de vardır. 28 Mehmet İpşirli, “İlmiye Mensuplarının İmza ve Tasdik Formülleri”, Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri, 1986, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi: 1988, s. 177-178.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
390
İlamların tarafların delillerine yer verilmesi hasebiyle genelde hüccetlerden daha uzun olmasının yanı sıra, bir belgede genellikle birden fazla hukukî ilişkiye yer verilmiş olması da belgelerin uzun olmasının sebepleri arasında sayılabilir. Mesela bir Bey‘ bi’l-vefa ilamında aynı zamanda vekalet, kefalet, sulh gibi ilişkilere de yer verilebilmektedir. İlamların artmasıyla ortalama belge uzunluğunun artmış olmasının yanı sıra, hüccet ve ilamların her birinin de XVI. yüzyıldan itibaren uzadığı görülmektedir.29 İlk uzamanın Arapça’dan Türkçe’ye geçişte ortaya çıktığı söylenebilir. Bu durum, bir çok konuda aynı belgenin hem Arapça, hem de Türkçe’sine yer verilen Sukuk-i Şemî’de açıkça görülmektedir.30 Arapça’dan Türkçe’ye geçişte adeta Arapça belgelerin tercümeleri verilirken, zamanla, Türkçe hukuk dilinde değişmeler olduğu, yeni kavram ve terkiplerin ilave edildiği, buna paralel olarak da belgelerin biraz daha uzadığı görülmektedir. Farklı yüzyıllara ait eserlerde yer alan Bey‘ bi’l-vefa hüccetleri mukayese edildiğinde31 görülen şudur: XVI. ve XVII. yüzyıl ile XVIII. yüzyıl başlarında belgenin kaydedildiği meclis hakkında “meclis-i şer‘-i şerifte” veya “mahfeli kazada” ifadeleri kullanılırken, XVIII. yüzyıl sonlarıyla XIX. yüzyılda “meclis-i şer‘-i şerif-i enverde” veya “meclis-i şer‘-i kavim-i lazimu’t-ta’zimde” denilmektedir. Mülkiyet kaydı zikredilirken, XVI. yüzyılda “mülk menzilimi” ifadesiyle yetinilirken, XVII. yüzyılda önce “cemi-i tevabi’ ve levahikiyle” ilave edildiği, sonra “silk-i mülk-i sahihamda olup (…) mülk menzilimi kaffe-i hukukiyle” denildiği görülmektedir. XVIII. yüzyılda; Sakk-i Musazade’de “yedimde mülk ve hakkım olup (…) mülk menzilimi” denirken Bedaiu’s-sukuk’ta XVI. yüzyıl sadeliğiyle sadece “mülk menzilimi” denildiği görülmektedir. Tuhfetu’s-sukuk’ta ise “silk-i mülk-i sahihamda münselik olup (…) menzilimi” ifadesi yer almaktadır. 29 Faroqhi, şer‘iye sicilleri üzerinde yaptığı mukayesede, belgelerin XVII. yüzyılda, XVI. yüzyıldan daha uzun olduğunu tespit etmiştir. Suraiya Faroqhi, “Onaltıncı ve Onyedinci Yüzyıl Kadı Sicillerinde Kaydolunan Ev Satışlarıyla İlgili Belgelerin Şekil Açısından Değişimi”, Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri, s. 203-207 30 Mesela vr. 46b’de yer alan muhalaa hüccetlerinden Arapça olan 3 satır, 52 kelimeyken Türkçe olan 4 satır ve 72 kelimeden (Türkçe hüccette ilave olarak zikredilen kısımda yer alan 11 kelime çıkarıldıktan sonra) oluşmaktadır. 31 Mukayesede şu on eser kullanılmıştır: XVI. yüzyıl: Sukuk-i Şem‘î, İstanbul Üniversitesi Merkez T7129, vr. 59a; Kitabu’s-sukuk, Süleymaniye, Reşid Efendi 281, vr. 27b XVII. yüzyıl: Sakk-i Baldırzade, Süleymaniye, Esad Ef. 933, vr. 14b; Sakk-i Sani-i Edirnevî, Süleymaniye, İzmir 774, vr. 47b; Sakk-i Timurtaşîzade, Süleymaniye, Esad Ef. 3612, vr. 214b; Sakk-i Ahmed Vehbi, Süleymaniye, Hacı Mahmud 941, vr. 43a. XVIII. yüzyıl: Tuhfetu’l-kitab, Beyazıd Devlet, Beyazıd 2796, vr. 25b; Bedaiu’s-sukuk, s. 279, 280; Tuhfetu’s-sukuk, s. 113. XIX. yüzyıl: Dürru’s-sukuk, c. II, s. 29, 30.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
391
XIX. yüzyılda Dürru’s-sukuk’ta yer alan ifade ise şöyledir: “müstakillen malım ve mülküm olan (…) mülk menzilimi cemi-i tevabi‘ ve levahikiyle.”32 Yine, süre belirtilirken XVI. yüzyılda, “sene tamamına değin” veya “bir sene vade ile” ifadelerine yer verilirken, XVII. yüzyılda “bir sene tamamına değin müeccel olmak üzere”33 denildiği görülmektedir. Aynı ilave XVIII. yüzyılda Sakk-i Musazade ve Tuhfetu’s-sukuk’ta yer alırken Şanizade, mülkiyet kaydında olduğu gibi XVI. yüzyıla paralel olarak kısaca ifade etmeyi tercih etmiştir. Dürru’s-sukuk’ta ise aynı ilaveye “mevud” kelimesi de eklenmiştir. Kavram ve terkiplerin ilave edilmesinin yanı sıra tertipte de değişiklik ve yeni ilavelerin olduğu görülmektedir. Mukayesede kullanılan on adet Bey‘ bi’lvefa hüccetinin tamamında bayi, meclis, müşteri, mebi, mülkiyet kaydı ve süre aynı sırayla zikredilmektedir. Sonra Sakk-i Şemî, Kitabu’s-sukuk ve Sakk-i Baldırzade’de sırasıyla; bayiin, mebii, Bey‘ bi’l-vefa ile sattığı, semeni aldığı, mebii teslim ettiği ve -Sakk-i Şemî hariç- müşterinin tasdik ettiği ifade edilmektedir. Sakk-i Sani-i Edirnevî de, aynı tertibe sahip olup Bey‘ bi’l-vefa ile sattığı belirtildikten sonra, ayrıca, müşterinin satın aldığı ilave edilmiştir. Bundan sonraki mecmualarda, yani XVII. yüzyılın ortasından itibaren yine sırasıyla; bayiin, mebii, Bey‘ bi’l-vefa ile satıp teslim ettiği, müşterinin satın alıp teslim aldığı, bayiin semeni aldığı ve -Sakk-i Musazade hariç- tasdik edildiği ifade edilmektedir. Ayrıca Sakk-i Şanizade’de bayiin sattığı belirtilirken “redd-i mebi ve kabz-ı semen etmek üzere” ifadesi, Dürru’s-sukuk’ta ise mebii teslim ettiği belirtilirken “ba’de’t-tahliye” ifadesi eklenmiştir. Yaklaşık olarak aynı döneme ait olup aynı tertibe sahip olan eserlerde bile kavramlarda, terkiplerde farklar bulunduğunu da belirtmek gerekir. Mesela, Sakk-i Şemî’de “kabz-ı semen ve ikbaz-ı müsemmen” olarak ifade edilen kısım Kitabu’s-sukuk’ta ve Sakk-i Baldırzade’de “kabz-ı semen ve teslim-i mebi”, Sakk-i Sani-i Edirnevî’de “kabz-ı semen-i madud ve teslim-i mebi-i mahdud” şeklinde yer almıştır. Yani herhangi bir dönemde kadı ve katiplerin uyması gereken standart bir formülün söz konusu olmadığı söylenebilir. Nitekim bir çok sakk mecmuasında “suretün uhra” denilerek aynı konuda farklı suretlere yer verildiği görülmektedir. Hatta aynı kadının aynı sicilde yer alan tasdik ve imzalarında bile değişiklikler yaptığı bilinmektedir.34
32 Dürru’s-sukuk’ta; “silk-i mülk-i sahihamda olan” ifadesi yerine “ müstakillen malım ve mülküm olan” ibaresinin kullanılmış olması, yine daha önceki mecmualarda yer alan “bi’t-tamam ve’l-kemal” ifadesi yerine “kamilen ve tamamen” ifadesinin tercih edilmesi, daha sade bir Türkçe kullanılmaya gayret edildiği şeklinde yorumlanabilir. 33 Sadece Sakk-i Sani-i Edirnevî’de “iki ay tecil ile” ifadesiyle yetinilmiştir. 34 İpşirli, “İlmiye Mensuplarının İmza ve Tasdik Formülleri”, Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri, 1986, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi: 1988, s. 186.
392
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
7. Şer‘iye Sicilleri ve Sakk Mecmuaları Sakk mecmualarının tamamının Arapça yazıldığı XVI. yüzyıl ortalarında mahkemelerde, sicillerin önemli ölçüde Türkçe tutulmaya başlanmış olması ve ilk olarak Türkçe sakk mecmuası yazan müelliflerin, artık belgelerin önemli ölçüde Türkçe tutuluyor olması hasebiyle Türkçe’yi tercih ettiklerini ifade etmelerinden hareketle, sakk mecmualarının şer‘iye sicillerini takip ettikleri söylenebilir. Zaten bu mecmuların, daha önce sicillere kaydedilen belgelerden seçilip belli bir müddet sonra temize çekilen belgelerden oluşturulmuş olması da zaman itibariyle şer‘iye sicillerinden sonra geldiklerine delil olarak gösterilebilir. Faroqhi’nin, sicillerde kaydedilen belgelerde üslup, terkip ve tertip açısından İstanbul’dan taşraya, büyük kentlerden küçüklere doğru yayılan bir modelden söz edilebileceği35 tespiti de göz önünde bulundurularak; İstanbul, Bursa ve Edirne gibi kentlerde kadı ve katiplerin katkılarıyla Türkçe hukuk dilinin süreç içinde oluşup gelişmesine paralel olarak sicillere kaydedilen belgelerde meydana gelen değişimlerin zamanla önce sakk mecmualarına ve bu mecmualar vasıtasıyla da taşra ve küçük kentlere yayıldığı söylenebilir. 8. Literatür Tespit edilen sakk mecmualarının bir kısmının, belli bir müellif tarafından belli bir tasnif ve tertiple, baş tarafına dibace yazılarak telif edildiği görülmektedir. Ancak diğer bir kısmının belli bir tasnif ve tertip söz konusu olmaksızın bir araya getirilen sakklerden oluştuğu görülmektedir, ki genelde müellifleri belli olmadığı için bunlara anonim sakk mecmuası denilebilir. Anonim mecmuayı derleyen kişi belli olsa bile, onun aynı zamanda belgelerin müellifi olduğu kesin olarak söylenemez. Anonim mecmualar; mahkemelerde kaleme alınan müsveddelerin katip, naib veya kadılar tarafından toplanması ve bunların herhangi bir eleme ve temize çekme işlemine tabi tutulmaksızın peş peşe yazılmaları sonucu oluşabileceği gibi, katip, naib ya da kadılık görevine yeni tayin edilen bir kimsenin muteber sakk mecmualarından ya da anonim mecmualardan kendisi için bazı belgeleri derlemesi sonucu da ortaya çıkmış olabilir. Bu literatür çalışmasında, belli bir tasnif ve tertiple belli bir müellif tarafından yazılan eserler, yazıldıkları yüzyıllar itibariyle tasnif edilerek yazılış tarihi sırasına göre verildikten sonra, anonim sakkler ayrıca tek bir başlık altında ve35 Faroqhi, a.g.m., s. 208.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
393
rilmiştir. Yazılış tarihi ya da müellifinin vefat tarihi tespit edilemeyen eserlerin hangi döneme ait olduğunun tespitinde ilgili eserin tasnifi, dili, üslûbu, içerdiği belgelerin çeşidi ve uzunluğu gibi hususlar göz önünde bulundurulmuştur. Ayrıca bazı eserlerde daha önce yazılan eserlere işaret edilmiş olması da yol gösterici olmuştur. Her bir eserle ilgili olarak önce müellif adı [kalın olarak], eser adı [italik olarak] ve yazılış tarihi verilmiştir. Müellif tarafından esere verilen adın yanı sıra, müstensihlerin dibace veya fihristin başına yazdıkları ya da kataloglara yazılan farklı adlara rastlanmaktadır. Müstensihlerin genellikle eseri, müellife nispet ederek “sakk-i fülan” diye adlandırmayı tercih ettikleri görülmektedir. Debbağzade Numan Efendi’nin eserini telifte yararlandığı mecmuaları “Hacibzade, Hızırzade, Musazade ve Şanizade sakkleri” şeklinde zikretmesi de bu mecmuaların yazarlarına nispetle anıldığını gösterir. Müellif ya da müstensih tarafından koyulan herhangi bir adın tespit edilemediği durumlarda, aynı tercihten hareketle eser müellife nispet edilerek adlandırıldı. Müellif adı da tespit edilemeyen XVI. yüzyıla ait olduğu düşünülen iki esere ise, Kitabu’s-sakk ve Kitabu’s-sukuk isimleri verildi. Karışıklığı gidermek üzere müelliflerin kendi verdikleri ad dışındaki tüm adlar köşeli parantez içine alındı. Eserin yazılış tarihi tespit edilebilmişse, bu tarih eser adından sonra kalın olarak yazıldı. Her bir nüshayla ilgili bilgi verilirken yazılan tarihler ise istinsah tarihini göstermektedir. Sonra tespit edilebildiyse müellif hakkında kısaca bilgi verilip, eserde yer alan belge çeşitleri, belgelerin uzunluğu, eserin dili, bölüm başlıkları ve nükûle yer verilip verilmediği konularında bilgi verilmiştir. Şayet varsa eserin ayırt edici önemli özelliklerine de işaret edilmiştir. Son olarak eserin Süleymaniye, İstanbul Üniversitesi Merkez, Beyazıd Devlet, Millet, Atıf Efendi, Hacı Selim Ağa, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi kütüphanelerinde tespit edilebilen nüshaları hakkında her biri bizatihi görülerek elde edilen bilgilere yer verilmiştir. Nüshalar, istinsah tarihlerine göre sırayla verilmiş olup her bir nüshadan sonra parantez içinde ilgili nüshaya dair önemli görülen bazı bilgiler zikredilmiştir. Bazı nüshaların başında ya da sonunda, farklı delillerle ispat edilen hukukî durumlardan hangisinin tercih edileceğini gösteren “tercih-i beyyinat” başlığı altında kaleme alınan yazılar bulunmaktadır, ki bunlara da bu kısımda işaret edilmiştir. Yine, nüshalarda yer alan eksikliklere de işaret edilmiş olup, herhangi bir eksikliğe işaret edilmemesi nüshanın tam olduğu anlamına gelmektedir.
394
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
XV. Yüzyıl Mehmed b. İshak, Ravzatü’l-kâdîn, 865. Eseri, Fatih Sultan Mehmed’e atfeden müellif, sakk kelimesini hiç kullanmayıp bunun yerine şurut kelimesini kullanmaktadır. Dolayısıyla, eser, şurut geleneğinin son halkasında kabul edilebilir. Ancak, Osmanlı coğrafyasında yazılıp tespit edilebilen ilk eser olması hasebiyle sakk mecmualarıyla ilgili literatürde bu esere de yer verildi. Genelde kısa hüccetlerden oluşan eserin özellikle dava bölümünde uzun ilamların da yer aldığı görülmektedir. Tamamı Arapça olan eserde nükûle yer verilmemiştir. Fıkıh kitaplarında yer alan 37 bölüm başlığı altında ibadetler hariç muamelat, münakehat, ukubat, usul-i muhakeme konularına, fıkıh kitaplarından farklı bir tertiple yer verildiği görülmektedir. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 51; yy: yazma, 1005, 33 (145-177) vr. XVI. Yüzyıl Ebussuud b. Mehmed el-İskilibî, Bidaatü’l-kâdî li ihtiyacihi fi’l-müstakbeli ve’l-mazi36 1545-1574 yılları arasında 28 yıl Şeyhülislamlık yapan Ebussuud Efendi’nin Osmanlı hukukunda çok önemli bir yeri olduğu bilinmektedir.37 Eserde tamamı Arapça yaklaşık 60 belge yer almaktadır. Belgelerin çok büyük bir bölümünün hüccet olduğu görülmektedir ki bu belgeler genellikle “ekarra fülan b. fülan (...)” şeklinde başlamaktadır. Dokuzuncu bölümde ilam ve nakillere yer verilen eserin onuncu bölümünde de ilam vardır. Dibacede de belirtildiği üzere her bir meseleyle ilgili hukukî durum asgarî sayıda kelimeyle ortaya konmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra genellikle her bir belgede tek bir hukukî ilişkiye yer verilmesi de belgelerin kısa olmasını sağlamıştır. Eserde nükûle yer verilmediği gibi şirket, mudarebe, kefalet, havale vb. fıkıh kitaplarında yer alan bir çok konuyla ilgili belgelere de yer verilmediği görülmektedir. 10 bölümden oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Beyanü’ssakk;38 (2) Vakıf; (3) Nikah, talak, nafaka; (4) Nasb-ı vasi, vasiyet; (5) İcare, hibe; (6) İtak, tedbir, mükateb; (7) Bey‘, deyn; (8) Sulh, ibra, teslim, eda; (9) Nakl-i şehadet, şahitlerin şehadetini inkar eden kimse huzurunda hükmün sabit olması; (10) Diyet, kısas. 36 Bir nüshanın başına (Kasidecizade, 682) “sınaatü’l-kâdî” şeklinde bir not düşüldüğü için katalogda da eser adı böyle yazılmış olmakla beraber aynı nüshanın dibacesinde de görüldüğü gibi müellifin esere verdiği isim bu şekildedir. 37 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Abdullah Demir, “Ebussuud Efendi’nin Osmanlı Hukukundaki Yeri”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004. 38 Bu bölümde sakke dair bilgiler verilmektedir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
395
Gerek isim benzerliği, gerek aynı dönemde yazılmış olması ve gerekse de dibacede yer alan ifadelerin önemli ölçüde benzerlik taşımaları hasebiyle bu mecmua Pîr Mehmed b. Musa’nın mecmuasıyla karıştırılabilmektedir. Nitekim bir nüshada [Laleli 3711] aynı eserin Keşfü’z-zunun’da hem Mehmed b. Musa’ya, hem de Ebussuud Efendi’ye nispet edildiği şeklinde hamişe not düşülmüştür. a. Atıf Efendi 2582; yy: yazma, 997, 8 (21-28) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) b. Süleymaniye, Laleli 3711; yy: yazma, 1123,39 10 (30-39) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, onuncu bölüm eksik.) c. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 6314; yy: yazma, tz., 13 (31-43) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) d. Süleymaniye, Kasidecizade 682; yy: yazma, tz., 8 (21-28) vr. (dibacede bölüm başlıkları var) Pîr Mehmed b. Musa b. Mehmed el-Bursevî, Bidaatü’l-kâdî li ihtiyacihi ileyh fi’l-müstakbeli ve’l-mazi Müellif dibacede, mahkemelerde görev yaptığını ve ömrünün önemli bir kısmını kadıların bilmesi gereken ilimlere tahsis ettiğini ifade etmektedir. Eser, belgelerin çoğunun hüccet olması, hüccetlerin çoğunlukla “ekarra fülan b. fülan (...)” diye başlaması, az da olsa nakil ve ilamlara yer verilmesi, belgelerin kısa olması, nükûle yer verilmemesi, dilin Arapça olması açılarından Ebussuud Efendi’nin mecmuasıyla paralellik arz etmektedir. Ancak özellikle dördüncü bölümde Bey‘ bi’l-vefa, Bey‘ bi’l-istiğlal, havale, kefalet gibi konularla ilgili belgelere yer verilmiş olması hasebiyle bu eserin Ebussuud Efendi’nin eserine nazaran daha şümullü olduğu söylenebilir. 9 bölümden oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Unvan-ı sukuk; (2) Nikah, nafaka, talak, nasb-ı vasi; (3) İtak, tedbir, mükateb; (4) İkrar, Bey‘, düyûn, sulh, ibra, icare, hibe; (5) Şahitlerin şehadetini inkar edenin huzurunda sabit olan hüküm; (6) Nakl-i şehadet; (7) Vakıf, istibdal; (8) Diyet, kısas; (9) Çeşitli suretler. a. Süleymaniye, Laleli 1097; yy: yazma, 961, 16 vr. (Dibacenin ikinci sayfası eksik olduğu için fihrist yok, sadece 4 ve (7) bölümün bir kısmı ile 8 ve (9) bölümün tamamı mevcut.) b. Süleymaniye, İsmihan Sultan 216; yy: yazma, 970, 20 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) c. Süleymaniye, M. Arif ve M. Murad 15; yy: yazma, 983, 49 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) 39 Birden fazla eserin yer aldığı bu nüshada, istinsah kaydı sondaki eserin bitiminde yer almaktadır.
396
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
d. Süleymaniye, Fatih 2274; yy: yazma, 991, 21 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) e. Süleymaniye, Denizli 166; yy: yazma, tz., 18 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, sadece ilk üç bölüm ve 4. bölümün bir kısmı mevcut.) Hamza Karahisarî, Mühimmatü’l-kudat li ihtiyacihim ileyh fi külli’lmühimmat Mahkemelerde görev yapan müellif, eseri telif ederken az sözle manayı tam olarak ifade etmeye çalıştığını ifade etmektedir. Çoğu hüccet, bir kısmı ilam ve nakil olan belgelerin büyük ölçüde kısa olduğu görülmektedir. Nükûle yer verilmeyen eserde dil Arapça olmakla beraber, istisnaî de olsa özellikle hatime kısmında Türkçe belgelere de yer verilmiştir. Bir mukaddime, on bölüm ve bir hatimeden oluşan eserde konu başlıkları şöyledir: (1) Nikah, talak, rada‘; (2) İtak, tedbir, kitabet; (3) Bey‘, hibe, icare; (4) Deava, sulh, ibra; (5) İkrar, şahitlerin şehadetini inkar eden huzurunda hükmün sabit olması; (6) Kefalet, vekalet, mudarebe, havale; (7) Cinayat, diyat; (8) Müzaraa, müsakat, şirket; (9) Nakl-i şehadet (kitabu’l-kâdî ile’l-kâdî); (10) Vakıf, vesaya. Mukaddime, “fi beyani’s-sakk ve unvanuhu” başlığını taşırken hatimede çeşitli belgelere yer verildiği görülmektedir. a. İstanbul Üniversitesi Merkez A6393; yy: yazma, 994,40 51 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) b. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 51; yy: yazma, 1005,41 80 (53-132) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) Derviş Mehmed b. Mevlana Eflatun, [Sakk-i Derviş Mehmed, Sakk-i Arabi, Sukuku’ş-Şeriyye] Hüccet, nakil ve ilamlardan oluşan eserde belgeler genelde kısadır. Nükûle yer verilmeyen eserin dili Arapça’dır. Veliyüddin Ef. 2697 nolu nüshada metin içerisine yazılmış olan bölüm başlıkları şöyledir: (1) Büyu‘; (2) İcare; (3) Şirket; (4) Mudarebe; (5) İkrar; (6) Hibe; (7) Müzaraa, müsakat, ihya-i mevat;42 (8) Vekalet; (9) Kefalet, havale, iflas; (10) Sulh, ibra; (11) Nikah; (12) Talak; (13) Nafaka; (14) İtak; (15) Nakiller. a. Süleymaniye, Reşid Ef. 374; yy: yazma, tz., 24 (89-112) vr. (Fihrist yok, son kısmı biraz eksik) b. Beyazıd Devlet, Veliyüddin Ef. 2697; yy: yazma, tz., 24 (121-144) vr. (Fihrist yok, nüshada dibace olmaması hasebiyle müellif ismi yer almadığı için, katalogda sadece eser adı olarak “sukuk” yazılmış olmakla beraber istinsah kaydında eserin Eflatunzade’ye ait olduğuna dair not mevcuttur.) 40 Devamında yer alan diğer eserin sonundaki istinsah tarihi. 41 Devamında yer alan diğer eserin sonundaki istinsah tarihi. 42 İhya-i mevat başlığına sadece bu eserde rastlanmıştır.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
397
[Kitabu’s-sakk],43 998 44 Eser, başında Baldırzade Mehmed Efendi’ye ait mecmuanın dibacesinin ilk sayfası yer aldığından, katalogda Baldırzade’ye nispet edilmiştir. Halbuki eser Baldırzade’nin mecmuasından farklıdır. Aralarında birinin Türkçe [Baldırzade] diğerinin büyük ölçüde Arapça olması gibi temel farklar mevcuttur. Bu eserde çok az sayıda Türkçe belge yer almaktadır. Bölüm başlıklarının hemen hemen aynı olması, Baldırzade’nin önce Arapça, sonra Türkçe mecmua yazmış olabileceğini hatıra getirse de, vefat tarihinin 1060 olması bu ihtimali zayıflatmaktadır. İlam ve hüccetlerden oluşan eserde nükûle yer verilmemiştir. Eserin ilk iki bölümü ve üçüncü bölümünün bir kısmı eksiktir. Üçüncü bölümün Büyu‘ olduğu anlaşılmakta olup diğer bölüm başlıkları şöyledir: (4) Deava; (5) İkrar, şahitlerin şehadetini inkar edenin huzurunda hükmün sabit olması; (6) Kefalet, vekalet, mudarebe, havale; (7) Cinayet, diyet; (8) Müzaraa, müsakat, şirket; (10) Vakıf. Daha sonra çeşitli belgelere yer verilmiştir. Beyazıd Devlet, Veliyüddin Ef. 1456; yy: yazma, 999, 111 vr. (Fihrist yok.) Tuhfetu’l-kudat, [Sukuk-i Şem’î] 45 Belgelerin önemli bir kısmının hem Arapça, hem de Türkçe’sinin bulunduğu eserde bazı konularda sadece Arapça, bazı konularda ise sadece Türkçe belgelere yer verilmiştir. Belgeler hüccet, ilam ve nakillerden oluşmuştur. Nükûle yer verilmeyen eserde belgelerin genellikle kısa olduğu görülmektedir. Dokuz bölümden oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Unvan-ı sukuk; (2) Nikah, farz-ı nafaka, talak, nasb-ı vasi; (3) İtak, tedbir, mükateb; (4) İkrar, Bey‘, deyn, ibra, icare, hibe; (5) Enva-i nakil; (6) Şahitlerin şehadetini inkar edenin huzurunda sabit olan hüküm; (7) Vakıf, istibdal; (8) Diyet, kısas; (9) Çeşitli suretler. Bölüm başlıklarının Pîr Mehmed b. Musa’nın mecmuasıyla aynı olduğu görülmektedir.46 İstanbul Üniversitesi Merkez T7129; yy: yazma, tz., 20 (44-63) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) 43 Eserin baş kısmı eksik olduğundan ne eser adı, ne de müellif adı tespit edilememiştir. 44 Eserin sonunda ferağ ya da istinsah kaydı yer almamakla birlikte, eserdeki bazı belgelerin 996-998 tarihli olması ve devamında yer alan fetva mecmuasının istinsah tarihinin 999 olması hasebiyle, eserin 998 ya da 999 tarihinde yazıldığı söylenebilir. İlki müellifin yazdığı tarih, ikincisi ise istinsah tarihi olabileceği gibi, eser müellif nüshası da olabilir ki bu durumda tarih ikisinden biri olabilir. 45 Dibacenin üst tarafında yazılan bu ad, muhtemelen müstensih tarafından yazılmış olmalıdır. Muhtemelen buradaki Şem‘î ifadesinden hareketle, eser, katalogda Şemullah Perzerinli Şem‘î (ö. 1000/1592)’ye nispet edilmiştir. Eserin yazılış tarihi hakkında da bilgi sahibi olmadığımız için kesin bir şey söylemek mümkün görünmese de eserde yer alan belgelerin yaklaşık yarısının Arapça olması ve tasnifi, eserin XVI. yüzyıl sonlarına ait olduğuna delil olarak kabul edilebilir ki bu da nispetin doğru olabileceğini göstermektedir. 46 Sadece 5. ve 6. bölümler yer değiştirmiştir.
398
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
[Kitabu’s-sukuk] Dibacede uzun müddet mahkemelerde görev yaptığını ve sakk ilmine vakıf olduğunu belirten müellifin, “bu abd-i hakir” demekle yetinerek, ne kendi adı ne de eser adına dair bir şey yazmadığı görülmektedir. Eserin, tespit edilebilen diğer mecmualardan ayrı müstakil bir mecmua olduğu anlaşılmaktadır. Aşağı yukarı her konuyla ilgili birer belge yer alan eserde, belgelerin büyük çoğu hüccet olup az bir kısmı ilamdır. Ayrıca son bölüm maruzlara ayrılmış ve üçüncü bölümde nakillere yer verilmiştir. Eser, tespit edilebilen mecmualar arasında tamamı Türkçe olan ve maruzlara yer verilen ilk eser olması hasebiyle dikkat çekmektedir. Nükûle yer verilmeyen eserdeki belgelerin genelde kısa olduğu, az da olsa orta uzunlukta belgelerin de bulunduğu görülmektedir. Yedi bölümden oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Nikah, talak, hul‘, farz-i nafaka, nasb-i vasi; (2) İtak, kitabet, tedbir; (3) Enva-i nakl-i şehadet, kaziyeyi münkir mahdarında sabit olanı yazma; (4) Diyet, kısas; (5) Mubayeat, muamelat, hibe; (6) Vakıf; (7) Maruz yazmayı bildirir. a. Süleymaniye, Süleymaniye 1063; yy: yazma, 1006, 35 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, katalogda eser adı “Mecmuatu’s-sukuk ve’l-hücec” şeklinde verilmiş, devamında imza ve hüccetler var.) b. Millet, Ali Emiri Şer‘iye 471; yy: yazma, 1084, 13 vr. (Dibace yok, bölüm başlıkları var.) c. Süleymaniye, Reşid Efendi 281; yy: yazma, tz.,47 18 (17-34) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, yedinci bölüm yok, hamişte sonradan yazılmış farklı belgeler var.) d. Hacı Selim Ağa, Kemankeş 524; yy: yazma, tz., 12 (35-46) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, katalogda eser adı “Sukuk Risalesi” olarak yazılmış, altıncı bölümün tamamı, beşinci bölümün son kısmı ve yedinci bölümün baş tarafı yok.) XVII. Yüzyıl Baldırzade Şeyh Mehmed el-Bursevi (ö. 1060/1650), [Sakk-i Baldırzade, Kitabü’s-sakk]48 Bursa ahalisinden olan müellif, uzun zaman mahkemelerde naib ve katip olarak görev yaptığını, bu esnada bir çok vakıayı kayda geçirdiğini ve bu suret47 Katalogda, eserin Edirne’de, 1003 tarihinde yazıldığı belirtilmektedir. Bu bilgi aynı kitapta bu mecmuadan sonra istinsah edilmiş başka bir esere aittir. Buradan hareketle bu mecmuanın da 1003 yılında ya da daha önce istinsah edildiği söylenebilir. 48 Eserin müellif tarafından kaleme alındığı tarih tespit edilememiştir. Tespit edilebilen nüshalar içerisinde istinsah tarihi en eski olan 1027 tarihlidir. Ahmed Vehbi el-Bursevî eserinin dibacesinde önce Baldırzade’nin daha sonra Sani-i Edirnevî’nin mecmua tertip ettiklerini ifade etmektedir ki, Sani-i Edirnevî’nin eserini 1024 yılında yazmış olmasına binaen Baldırzade’nin eseri bu tarihten önce kaleme aldığı söylenebilir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
399
lerin zamanla unutulup gitmemesi için bir mecmua tertip etmeye karar verdiğini ifade etmektedir. Vefeyatname, Haşiyetü’l-eşbah gibi eserleri de bulunan müellifin daha sonraki yıllarda kadılık yaptığı bilinmektedir.49 Bir müddet mecmua Arapça mı, Türkçe mi olsun diye tereddüt geçirdiği anlaşılan müellifin, belge yazımında artık Arapça’nın nadiren kullanılır olması ve Türkçe’nin yaygınlaşmış olması hasebiyle Türkçe’yi tercih ettiği, dolayısıyla elinde bulunan suretlerden Türkçe olanlarını bir araya getirerek bu mecmuayı oluşturduğu anlaşılmaktadır. Eser, tespit edilen mecmular arasında ilam, hüccet, maruz ve nakillerin yanı sıra mukaddimede de olsa muraselelere yer veren ilk eser olması hasebiyle dikkat çekmektedir. Nükûle yer verilmeyen eserde, kısa ve orta uzunlukta belgeler bulunmaktadır. Bir mukaddime, on bölüm ve bir hatimeden oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Nikah, talak, rada‘, takdir-i nafaka; (2) İtak, tedbir, kitabet; (3) Bey‘, hibe, icare; (4) İkrar-ı deyn; (5) Dava, sulh, ibra; (6) Kefalet, vekalet, mudarebe, havale; (7) Cinayat, diyat; (8) Müzaraa, müsakat, şirket; (9) Nakl-i şehadet, vürûd-i nakil; (10) Vakıf, istibdal, vesaya, Hatime: Münaseha, iflas sübutu ve bazı keşif suretleri. a. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 1033; yy: yazma, 1027, 37 vr. (Fihrist yok.) b. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 3936; yy: yazma, 1030, 42 (37-78) vr. (Hatime yok, fihrist yok.) c. Beyazıd Devlet, Veliyüddin Ef. 1420; yy: yazma, 1146, 19 (36-54) vr. (Fihrist yok, 10. bölüm ve hatime eksik, devamında emir ve ferman suretleri var, nüshanın başında ise fıkıh bablarına ayrılmış olarak üç sayfalık tercih-i beyyinat var.) d. Süleymaniye, Esad Ef. 933; yy: yazma, tz., 42 vr. (Dibacenin sonunda bölüm başlıkarı var.) e. İstanbul Üniversitesi Merkez T1313; yy: yazma, tz., 37 (89-125) vr. (İkinci ve onuncu bölümlerin tamamı, birinci ve üçüncü bölümün bir kısmı yok, fihrist yok.) f. İstanbul Belediye Ktp., M. Cevdet K105; yy: yazma, tz., 32 (175-206) vr. (Fihrist yok, sadece ilk dört bölüm ve beşinci bölümün bir kısmı var.) Mehmed b. Derviş Mehmed es-Sani el-Edirnevî, [Sakk-i Sani-i Edirnevî], 1024 Mahkemelerde görev yaptığını ve ilm-i sakke vâkıf olduğunu belirten müellif, daha önce yazılan muteber sakk kitaplarının Arapça olduğunu ve kimsenin Türkçe sakk kitabı yazmadığını ifade etmektedir. Ona göre bu durum, Türkçe belge tanzim edecek kadı ve katipler için büyük bir zorluk meydana getiriyor49 Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen, (yay. haz.), İstanbul: Meral Yayınevi, tz., c. I, s. 288.
400
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
du. Bunun için Türkçe sakkleri toplayarak bir mecmua yazmaya karar verdiğini söylemektedir. Eser; hüccet, ilam, maruz, nakil, tevcih-i cihat gibi belgelerden oluşmaktadır. Belgelerin kısa ve orta uzunlukta olduğu görülmektedir. Eserde nükûle yer verilmemiştir.50 Bölüm başlıkları: (1) Nikah, talak, hul‘, rada‘; (2) İtak, tedbir, kitabet; (3) Nasb-ı vasi, farz-ı nafaka; (4) Mübayeat, muamelat, hibe, rehin, vedia, ariyet, icare; (5) Vekalet, kefalet, havale, mudarebe; (6) İkrar, dava, şehadet, şirket, müzaraa, müsakat, sulh, ibra; (7) Diyet, kısas; (8) Keşif, meremmet; (9) Nakl-i şehadet, vürud-i nakil, üslub-i zahriye; (10) Vakıf, istibdal, tevcih-i cihat. a. Süleymaniye, Esad Ef. 810; yy: yazma, 1024, 149 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) b. Süleymaniye, İzmir 774; müst. Mehmed b. Ahmed Yazıcızade, yy: yazma, 1038, 191 vr. (Dibacede bölüm başlıkları var, satır aralarındaki tashihler İstanbul kadısı Abdülhalim b. Mehmed’e ait.) c. İstanbul Belediye Ktp., Muallim Cevdet K74; müst. Süleyman b. Osman el-Boluvî, yy: yazma, 1114, 180; (81-260) vr. (Fihrist yok, öncesinde Hacibzade’ye ait mecmuanın mukaddimesi var.) d. İstanbul Belediye Ktp., Muallim Cevdet K427; yy: yazma, tz., 51 vr. (Yedinci bölüme kadar var, yedinci bölüm de eksik.) e. Süleymaniye, İzmir 284; yy: yazma, tz., 135 vr. (Fihrist yok, hamişe “Sakki Şanizade” şeklinde düşülen notun doğru olmadığı görülmektedir.) f. İstanbul Üniversitesi Merkez T3179; yy: yazma, ty., 98; (13-110) vr. (Fihrist yok.) g. İstanbul Üniversitesi Merkez T1313; yy: yazma, ty., 1-88 ve 126-129 vr. (Fihrist yok, hamişte tashihler ve aynı konuyla ilgili farklı belgeler var, eser dağılmış, sonradan toplanırken sıraya riayet edilmemiş, onuncu bölüm ortalara, dördüncü bölüm sonlara kaymış, araya Baldırzade’nin mecmuası girmiş ve bu halden sonra varak numaraları yazılmış.) h. Milli Kütüphane, 03 Gedik 17378/3; yy: yazma, tz., 68; (52-119) vr. (Üç, dört, beş ve altıncı bölümler mevcut.)51 Mustafa b. Şeyh Mehmed, Ravzatü’l-kudat fi’l-mehadiri ve’s-sicillat, [Sakk-i Fındıkzade]52 30 yıl mahkemelerde görev yaptığını, dolayısıyla bu ilimde maharet sahibi olduğunu ifade eden müellif, görevi esnasında kendisi için bazı belgeleri top50 Diğer nüshalarda nükûl bulunmazken sadece İstanbul Üniversitesi Merkez T3179 numaralı nüshada yer alan nükûlün sonradan ilave edilmiş olması muhtemeldir. 51 Eserin fotoğraflarını gösteren Yunus Uğur’a teşekkür ederim. 52 Bazı nüshaların hamişinde veya istinsah kaydında bu şekilde ya da “Sukuk-i Fındık Efendi” gibi kayıtlar bulunmaktadır.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
401
ladığını ve belgeler yeterli sayıya ulaştıktan sonra bunları belli bir tertiple bir araya getirmek istediğini belirtmektedir. Çoğunlukla uzun ilamlardan oluşan eserde, hüccet ve nakillere de yer verilmiştir. Müellif, bu sahada kitap ve risalelerin yazıldığını, ancak bu eserlerin yazıldığı dilin Bilâd-ı Rûm’da kullanılmayan Arapça olduğunu, bundan ötürü eserinde yer verdiği belgelerin bir kısmının Türkçe, bir kısmının da Arapça olduğunu ifade etmektedir. Ancak Arapça belge sayısının az olduğu görülmektedir. Eserde nükûle yer verilmemiş olmakla birlikte Atıf Efendi 1114 ve Beyazıd 2669 nolu nüshalarda neredeyse metin kadar nükûle yer verilmiştir ki bu kısmın sonradan ilave edilmiş olması muhtemeldir. Eser iki ciltten oluşmaktadır. Ancak müellif ikinci cildi yirmi sene aradan sonra temize çekme fırsatı bulduğunu belirtmektedir. Ki bu durum, tespit edilebilen nüshaların çoğunun sadece ilk cilde ait olmasının sebebi olabilir. Bölüm başlıkları şöyledir: Cilt I: (1) Nikah; (2) Talak, hul‘; (3) İtak, tedbir, kitabet; (4) Kefalet; (5) Havale; (6) Vekalet; (7) Müzaraa, müsakat, selem, şufa; (8) Hibe; (9) İkrar, rehin, istiğlal; (10) İcare; (11) Çeşitli belgeler. Cilt II: (12) Vesaya; (13) Nakl-i şehadet; (14) Büyu‘; (15) Sulh; (16) Vakıf. Bu tertipte; cinayat başlığının, altıncı bölümde vekalet üst başlığı altında; şirket mudarebe, bidaa başlığının on birinci bölümün devamı olarak ikinci cildin başında ele alınması gibi anlamlandırmada güçlük çekilen durumlar vardır. Cinayat başlığının sadece Atıf Efendi nüshasında bölüm başlığı olarak yazıldığı, böylece bu nüshada birinci cildin on iki bölümden oluştuğu görülmektedir. Bu durum başlıklandırmanın müellif tarafından değil, müstensihler tarafından yapılmış olabileceği ihtimalini gündeme getirmektedir. Hatta belge adlarının da tıpatıp aynı olmaması bu ihtimali güçlendirmektedir. a. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 4716; yy: yazma, 1091, 270 vr. (Sadece birinci cilt mevcut, fihrist yok.) b. Süleymaniye, Esad Ef. 806; yy: yazma, 1091, 135 vr. (Sadece ilk yedi bölüm mevcut, fihrist yok.) c. Süleymaniye, Laleli 1096; yy: yazma, 1136, V+176 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var, hamişte tashihler ve aynı konuyla ilgili farklı belgeler var, sadece birinci cilt mevcut.) d. Atıf Efendi 1114; yy: yazma, ty., 323 vr. (Baş taraf eksik olduğu için dibace ve fihrist yok, nüsha 44. varaktan başlıyor, ama başına sonradan eklenen başka bir mecmuaya ait on bir varaklık parça, muhtemelen bu mecmuanın baş kısmı zannedilerek, kurşun kalemle on ikiden başlanarak yeniden numaralandırılmış olmakla beraber, ilk numaralandırmanın doğru olduğu anlaşılmaktadır.)
402
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
e. Süleymaniye, Amcazade Hüseyin Paşa 192; yy: yazma, tz., 1. cilt 194 vr., 2. cilt 189 (195-393) vr. (Bölüm başlıklarından oluşan fihrist var.) f. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 1016; yy: yazma, 1273, 215 sayfa (Ayrıntılı fihrist var, eser uzun bir aradan sonra belgelerin bir kısmına yer verilmek suretiyle istinsah edilmiş.) g. Atıf Ef. 1168; yy: yazma, ty., 1-30, 77-88 vr. (Eser dağıldıktan sonra düzensiz olarak ciltlenmiş, araya farklı mecmualar girmiş, sadece ilk dört bölüm var.) h. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2669; yy: yazma, tz., VI+176 vr. (Ayrıntılı fihrist var, sadece birinci cilt mevcut.) Timurtaşîzade Derviş Şemseddin,53 [Sakk-i Timurtaşîzade]54 Rumeli vilayetinde İpsala ahalisinden olan müellifin, ömrünün önemli bir kısmında mahkemelerde görev yaptığı anlaşılmaktadır. Müellif, eserin dibacesinde, ilm-i sakke vakıf olduğunu ve bu mecmuayı görevi esnasında kayda geçirdiği belgelerden oluşturduğunu ifade etmektedir. Eserde yer alan belgeler hüccet, nakil ve ilamlardan oluşmaktadır. Belgeler uzunluk açısından da faklılık arz etmekte; uzun, kısa ve orta uzunlukta belgeler bulunmaktadır. Belgelerin çoğu Türkçe olmakla beraber az da olsa Arapça belge de mevcuttur. Nükûle yer verilmemiştir. Bölüm başlıkları: (1) Nikah, talak, hul‘, rada‘; (2) İtak, tedbir, kitabet; (3) Nasb-ı vasi, farz-ı nafaka; (4) Mübayaat, muamelat, hibe, rehin, vedia, ariyet, icare, ıskat, şufa, ikale, bey bi’l-vefa ve istiğlal; (5) Vekalet, kefalet, havale, mudarebe; (6) İkrar, şehadet, şirket, müzaraa, müsakat, sulh, ibra; (7) Diyet, kısas, keşif; (8) Keşf-i meremmet; (9) Nakl-i şehadet, üslub-i zahriye, miras; (10) Vakfiye çeşitleri, istibdal, vakıf, tevcih-i cihat, uslub-i mekatib ve bazı suretler. Süleymaniye, Esad Ef. 3612; müst. Halil, yy: yazma, 1084, 80 (176-255) vr. (Dibacede bölüm başlıkları var.) Ahmed Vehbi b. Mustafa el-Bursevî, [Sakk-i Ahmed Vehbi, Sukuk Mecmuası] Bursa’da kadılık yaptığı anlaşılan müellif, görevi esnasında kayda geçirilen bazı belgelerin müsveddelerini toplayıp, daha sonra bunları belli bir tertiple bir araya getirmek suretiyle bu mecmuayı hazırladığını ifade etmektedir. 53 Katalogda müellif adı meşhur Hanefi fakihi Şemseddin Mehmed b. Abdullah et-Temurtaşî (ö. 1004/1596) şeklinde verilmiş olmakla beraber eserin dibacesinde müellifin Rumeli vilayetinde İpsala ahalisinden olduğu ifade edilmektedir. Halbuki Hanefi fakih Timurtaşî, Gazze ve Kahire’de yaşamıştır. 54 Eserin yazıldığı tarih tespit edilememiştir. Az da olsa Arapça belge içermesi, on bölümden oluşması XVII. yüzyıl başlarına ait olabileceğini gösterse de, belgelerdeki terkipler ve kullanılan üslup, eserin Sakk-i Baldırzade ve Sakk-i Sani-i Edirnevî’den sonra yazılmış olabileceğini göstermektedir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
403
Eserde hüccet, ilam, maruz, murasele, nakil, imza, elkab ve dibacelere yer verilmiştir. Tespit edilen eserler arasında imza, elkab, ve dibacelere yer veren ilk mecmua olması dikkat çekmektedir. Belgelerin genellikle uzun olduğu görülmektedir. Nükûle yer verilmeyen eserin dili Türkçe’dir. Bölüm başlıkları: (1) Nikah; (2) Talak; (3) Muhalaa; (4) İtak; (5) Kitabet; (6) İbak; (7) Şirket; (8) Büyu‘; (9) Dava; (10) Hibe; (11) Vakıf; (12) Vesaya; (13) İcare; (14) Kısmet; (15) Diyat; (16) İkrar; (17) Şehadet; (18) Yemin; (19) Vekalet; (20) Mudarebe; (21) Havale; (22) Kefalet; (23) Sulh; (24) Vedia; (25) Ariyet; (26) Rehin; (27) Nükul (nakiller); (28) Murasele; (29) Vurud; (30) Uruz (maruzlar); (31) İmza suretleri; (32) Elkab. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 941; müst. Mehmed, yy: yazma, 1125, 145 vr. (Bölüm başlıklarını içeren fihrist var, hamişe sonradan başka belgeler yazılmış.) Hacibzade Mehmed b. Mustafa b. Mahmud el-İstanbulî (ö. 1100/1689), Bidaatü’l-hükkam fi ihkami’l-ahkam, [Sakk-i Hacibzade, Sakk-i Revî], 1092 Üsküdar Mollalığına kadar yükselen müellifin, fıkıh ilminde ihtisas sahibi olduğu bilinmektedir.55 Müellif, 1064 ile 1081 yılları arasında topladığı müsveddeleri, 1090 yılında görevden ayrıldıktan sonra 1092’ye kadar, temize çekmek suretiyle bu mecmuayı oluşturduğunu ifade etmektedir. Hüccet, ilam, murasele, nakil, kitabu’l-kâdî ile’l-kâdî, dibace, elkab ve maruzlara yer verilen eserde, kısa ve orta uzunlukta belgeler de yer almakla birlikte, belgelerin önemli bir kısmının uzun olması dikkat çekmektedir. Nükûle yer verilmeyen eserde belgelerin çoğu Türkçe olmakla beraber, az da olsa Arapça belge de mevcuttur. Eser bir mukaddime, 23 bölüm, bir teznib ve bir hatimeden oluşmaktadır. Yedi kısımdan oluşan mukaddimenin; birinci kısmında ilm-i şuruta, ikinci kısmında bu ilmin muhtelif isimleri, rükünleri, şurut, ahkam, sünnet ve müstehaplarına, üçüncü kısmında hakikatü’l-kada, hükmü’l-kada, hikmetü’l-kada, edebü’l-kâdî, edebu istima-i dava, edebu istima-i şehadet ve benzeri meselelere, dördüncü kısmında sakklerde kullanılan lakablara, beşinci kısmında maruz nevilerine, altıncı kısmında murasele nevilerine, yedinci kısmında imza suretlerine dair bilgi ve örnekler verilmektedir. Teznibde çeşitli suretlere yer veren müellif hatimede ilm-i inşa hakkında bilgi vermektedir. Eserin bölüm başlıkları ise şöyledir: (1) Nikah; (2) Talak; (3) İtak, tedbir; (4) Şirket; (5) Müsakat; (6) Vakıf; (7) Bey‘; (8) Kefalet; (9) Havale; (10) Şehadet; (11) Kitabü’l-kâdî ile’l-kâdî; (12) Vekalet; (13) Dava; (14) İkrar; (15) Sulh; (16) Mudarebe; (17) Vedia; (18) Hibe; (19) İcare; (20) Kısmet; (21) Rehin; (22) Diyat ve cinayat; (23) Vesaya. 55 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani, Nuri Akbayar, (yay. haz.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, c. I, s. 327.
404
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
a. Atıf Efendi 1111; yy: yazma, 1107, iii+189 vr. (Varak numaraları verilmeksizin her bir belgenin adının yer aldığı fihrist var.) b. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp. Şişli 141; müst. Seyyid Salih b. Musa, yy: yazma, 1122, 244 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) c. Süleymaniye, Fatih 2273; yy: yazma, 1124, iv+191 vr. (Ayrıntılı fihrist ve eserin bitiminde tercih-i beyyinat var.) d. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 942; müst. Mehmed b. Ahmed İmamzade, yy: yazma 1125, 116 vr. (Fihrist yok, devamında tercih-i beyyinat var.) e. Süleymaniye, Antalya Tekelioğlu 352; yy: yazma, 1150, 132 vr. (Eserin kenarları böcekler tarafından yenmiş.) f. Süleymaniye, Serez 989; müst. El-Hac Mehmed el-Kâdî, yy: yazma, 1153, 114 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) g. İstanbul Üniversitesi Merkez 6245; müst. Mehmed Akîl b. Hacı Mehmed Hayrullah, yy: yazma, 1155, V+156 vr. (Ayrıntılı fihrist var, hatime kısmı yok.) h. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 993; müst. Derviş Feyzullah Kadızade, yy: yazma, 1160, II+135 vr. (Bölüm başlıklarını havi fihrist var, hatime yok.) i. Millet, Ali Emiri Şer‘iye 470; müst. Mehmed el-kâdî, yy: yazma 1177, 115 vr. j. Süleymaniye, Fatih 2341; yy: yazma, 118756, 95 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) k. Süleymaniye, Mihrişah Sultan 440; yy: yazma, ty., 12 (68-79) vr. (Sadece mukaddimenin bir bölümü mevcut.) l. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 3874; yy: yazma, tz., iv+136 vr. (Ayrıntılı fihrist var, son bölüm, teznib ve hatime yok.) m. Süleymaniye, Yozgat 695; müst. Ahmed b. Mustafa, yy: yazma, tz., vii+ 224 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) n. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 933; yy: yazma, tz., iv+173 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) o. Süleymaniye, Fatih 2337; yy: yazma, tz., iii+150 vr. (Ayrıntılı fihrist var, devamında para ve ölçü birimleriyle bunların birbirine çevrilmesi ve alan hesaplamalarına dair misallere yer verilmiştir.) p. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2754; yy: yazma, ty., 123 vr. (Nüshanın başında tüm belge isimleri varak numarası verilmeksizin sıralanmış.) q. İstanbul Üniversitesi Merkez T6269; yy: yazma, tz., iii+111 vr. (Tüm belgelerin yer aldığı fihristte sadece başlıklarının sayfa numaraları mevcut, hatime yok.) r. İstanbul Üniversitesi Merkez T3106; yy: yazma, tz., iv+176 vr. (Tüm belgelerin yer aldığı fihristte sadece başlıklarının sayfa numaraları mevcut, hamişte imza suretleri var.) 56 1163 tarihli nüshadan istinsah edilmiş.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
405
s. İstanbul Üniversitesi Merkez A5371;57 yy: yazma, tz., 207 vr. (Dibace öncesinde sayfa numaraları verilmeksizin belge adları sıralanmış.) t. İstanbul Üniversitesi Merkez T2595; yy: yazma, tz., iv+129 vr. (Tüm belgelerin yer aldığı fihristte sadece başlıklarının sayfa numaraları mevcut.) u. İstanbul Üniversitesi Merkez T845; yy: yazma, tz., 105 vr. (İlk yedi varakta sayfa numarası olmaksızın belge adlarını havi fihrist var, sadece mukaddime ve ilk dört bölüm mevcut.) v. İstanbul Belediye Ktp., M. Cevdet K74; yy: yazma, tz., 41 (41-81) vr. (Sadece mukaddime mevcut.) w. Atıf Ef. 1168; yy: yazma, tz., 32(101-132) vr. (Sadece mukaddime ile nikah bölümü var, eser dağılmış olan farklı mecmualardan bölümler ihtiva etmektedir.) [Sakk-i Edirnevî] 58 Tamamı Türkçe olan eserde ilam, hüccet, imza, mekatib ve muraselat yer almaktadır. Nükûle yer verilmeyen eserde kısa, uzun ve orta uzunlukta belgelere yer verildiği görülmektedir. Fıkıh kitaplarındaki gibi ayrıntılı bölümlendirmenin tercih edildiği görülen eserin bölüm başlıkları şöyledir: (1) Nikah; (2) Talak; (3) Muhalaa; (4) İtak; (5) Tedbir-i mukayyed; (6) Tedbir-i mutlak; (7) Kitabet; (8) Hürriyet; (9) İstihkak; (10) Vesayet; (11) Vesaya; (12) Hidane; (13) Büyu‘; (14) Hıyarat; (15) Bey bi’l-vefa; (16) Gabn-i fahiş; (17) İkale; (18) Şufa; (19) İsbat-ı veraset; (20) Emin-i beyti’l-mal; (21) Havale; (22) Vekayi’ beyne’l-verese; (23) Rehin; (24) Vedia; (25) Hibe; (26) Vekalet; (27) Kefalet; (28) İkrar; (29) Diyat; (30) Keşif; (31) Kısas; (32) Abd-i abık; (33) Netac; (34) Şirket; (35) Lakît; (36) Ariyet; (37) Mudarebe; (38) İcare; (39) Zahriye; (40) Çeşitli suretler; (41) Vakfiye; (42) İmza nevileri; (43) Mektub nevileri ve muraseleler. Beyazıd Devlet; Beyazıd 2756; yy: yazma, tz., vi+101 vr. (Ayrıntılı fihrist var, son iki bölüm yok.) Hızır b. Osman, [Sakk-i Hızır 59] 60 Kadılık yapan müellif, Rumeli kazaskeri Beyazizade Ahmed Efendi’nin (ö. 1098/1686) katibi iken kaleme aldığı belgelerin müsveddelerini toplayarak, 57 Eser Türkçe olmasına rağmen kütüphane tasnifinde Arapça eserler arasında yer almaktadır. 58 Tek nüshası tespit edilebilen bu mecmuanın ne eser adı, ne de müellif adı tespit edilememiştir. Katalogda sadece eser adına “Sak mecmuası” olarak yer verilmiş olmakla beraber, belgelerin Edirne’de tanzim edilmiş olmasından hareketle Sakk-i Edirnevî isminin daha açıklayıcı olduğu düşünülebilir. Eserin yazıldığı tarih de tespit edilememiştir. Eserin devamında, sonradan eklenmiş belgelerin bir kısmının 1063 tarihli olduğu görülmektedir. Belgelerin sonradan eklenmiş olması hasebiyle eser bu tarihten önce yazılmış olabileceği gibi, çok sonraki bir tarihte de yazılmış olabilir. Eserin dili, içerdiği belgeler ve tasnifinden hareketle XVIII. yüzyıla ait olduğu tahmin edilebilir. . 59 Müellif tarafından bir ad verilmemiş olması hasebiyle eserin kataloglarda farklı adlarla 2
406
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
belli bir tertiple bu mecmuayı oluşturduğunu ifade etmektedir. Müellif, kendi zamanında vaki olmayan bazı mühim meselelere dair belgeleri de ilgili bölümü tamamlamak için mecmuaya ilave ettiğini belirtmektedir. Müellif ayrıca, eseri yazarken fıkıh kitaplarını yeniden gözden geçirerek, bilhassa gafletten ötürü artık kullanılmayan kavramları mecmuasında kullandığına ve yanlış kullanılıp adeten yazıla gelen kavramları da mecmuasından çıkardığına dikkat çekmektedir. Belgelerin çoğu ilam olup ayrıca hüccet, dibace ve nakillere de yer verilmiştir. Belgelerin genelde uzun olduğu görülmektedir. Müellif, sadece Türkçe belgelere yer vermesini yaşadığı asırda belgelerin artık Türkçe tanzim ediliyor olmasına bağlamaktadır. Eserin hamişinde nükûle yer verilmiştir. Bölüm başlıkları: Nikah, talak, hul‘, nafaka, itak, tedbir, mükateb, sübut-ı neseb, vesaya, hudud, diyet, Büyu‘, ikale, şufa, selem, vekalet, kefalet, havale, şirket, vakıf, nakl-i şehadet, dava, sulh, ikrar, rehin, hibe, gasb, daman, kısmet, keşif, müteferrik. a. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2751; yy: yazma, 1130, 126 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) b. Atıf Efendi 1112; yy: yazma, 1133, iii+175 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) c. Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 939; müst. Mustafa b. Hac Mahmud, yy: yazma, 1150, 143 vr. (Bölüm başlıklarını içeren fihrist var, zahriyede Rumeli kazaskeri Veliyüddin Efendizade Mehmed Emin’in mutalaa kaydı var.) d. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2755; yy: yazma, 1150, 22 vr. (Sadece nikah ve talak bölümleri mevcut.) e. Süleymaniye, Aşir Ef. 131; yy: yazma, 1160, iii+185 vr. (Bölüm ve alt başlıkları içeren fihrist var.) f. Millet, Ali Emiri Şer‘iye 468; müst. Abdussamed b. Ataullah el- Yanyevi, yy: yazma, 1160, 176 vr. (Tüm belgeleri içeren ayrıntılı fihrist var.) g. Süleymaniye, Lala İsmail 93; yy: yazma, 1187, 126 vr. (Fihrist yok, dibacenin üst tarafında kırmızı kalemle “Sakk-i Beyazizade Ahmed Efendi” diye yazılı olduğundan katalogda da eser adı bu şekilde verilmiş olmakla beraber, dibacede, eserin Beyazizade Ahmed Efendinin katibi Hızır b. Osman’a ait olduğu açıkça ifade edilmektedir.) h. Süleymaniye, Denizli 168; yy: yazma, tz., vi+196 vr. (Eserin sonunda ayrıntılı fihrist var.) anıldığı görülmektedir: İlm-i sakk, Kitabu’s-sakk, Kitabu’s-sukuk, Sukuk, Sukuk mecmuası, Sak mecmuası. 60 Eserin yazıldığı tarih tespit edilememiş olup istinsah tarihi en eski nüsha 1130 tarihlidir. Ancak müellifin Rumeli Kazaskeri Beyazizade Ahmed Efendinin katibiyken topladığı belgelerden eserini oluşturmuş olmasına binaen eser, XVII. yüzyıl eserleri arasında değerlendirilmiştir
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
407
i. Süleymaniye, Fatih 2341; müst. İsmail b. Ali el-Boluvi, yy: yazma, 1193, 114 (101-214) vr. (Fihrist yok, eserin devamında “tercih-i beyyinat” var.) j. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 1009; yy: yazma, tz., 152 vr, (Ayrıntılı fihrist var.) k. Beyazıd Devlet, Beyazıd, 2765; yy: yazma, tz., 143 vr. (Bölüm başlıklarını içeren fihrist var.) Süleyman Şeyhi, [Sakk-i Süleyman Şeyhi] 61 Mahkemelerde görev yaptığı esnada kayda geçirilen belgelerin suretini toplayarak bu mecmuayı oluşturan müellifin, halkın Arapça bilmemesinden ötürü belgeleri Türkçe tertip ettiği anlaşılmaktadır. Müellif esere, Hz. Ali’nin kölesini azad eylediğinde yazdığı itaknameyle başlamıştır. İlam, hüccet, maruz, murasele, tezkire, mahdar, imza, mekatib ve elkabdan oluşan eserde belgelerin genelde uzun olması dikkat çekmektedir. Eserde nükûle yer verilmemiştir. Bölüm başlıkları: (1) Talak, hul‘, nafaka, nasb-ı vasi; (2) Davanın envaı, sulh, ibra, hıyar-ı büluğla fesh-i nikah, şufa, tahmil-i şehadet ile sübut-i deyn; (3) Bey‘, hibe, ikale, tefviz-i arazi, dekakin ve menzil, mukayada, Bey‘bi’l-vefa, istiğlal; (4) Vekalet, kefalet, havale, ikrar-ı deyn, taksit, tecil, iflas, sair ikrarlar; (5) Keşif, icare, tevcih-i imamet, tevcih-i vakıf menzil; (6) Nakil ve vürud-ı nakil; (7) Vakıf, istibdal; (8) Maruzat, mülazemet tezkireleri, izinname, muraselat, mahdar, imzalar, elkab, mektub. İstanbul Üniversitesi Merkez 3133; müst. Hafız İsmail Şaranizade, yy: yazma 1196, 190 vr. (Tüm belgelerin yer aldığı ayrıntılı fihrist var.) XVIII. Yüzyıl Hızırzade, [Sakk-i Hızırzade, Sakk-i Kudat] 62 Bir nüshası tespit edilebilen eserin katalogda “Hızırzade, Sakkü’l-kudat” olarak takdim edilmesinin, eserin baş tarafında not edilen “haza Sakk-i Kudat Hızırzade” ibaresinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar dibacede Hızır b. Osman’dan bahsedilse de bu mecmuanın, Hızır b. Osman’ın mecmuasından farklı olduğu görülmektedir. Zaten, bazı belgelerin 1171 tarihli olması, eserin Hızır b. Osman’a ait olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Debbağza61Eser, kütüphane katalogunda Mollazade Süleyman Şeyhi Efendi Köstendili (ö. 1335/1917)’ye nispet edilmekle beraber, eserin 1196’da istinsah edildiği göz önünde bulundurulduğunda bu nispetin yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Gazi Hüsrev Bey kütüphanesi katalogunda da orada bulunan nüshanın 1118’de istinsah edilmiş olduğu belirtilmekle beraber müellifin 1232’de vefat eden Süleyman b. Hasan Köstendili olduğu ifade edilmektedir. 62 Eserin yazıldığı tarih tespit edilememekle birlikte, bazı belgelerin 1171 tarihli olması ve istinsah tarihinin 1186 olmasından hareketle, eserin bu tarihler arasında yazıldığı söylenebilir.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
408
de Numan Efendi’nin mecmuasını yazarken Hacibzade, Hızırzade, Musazade ve Şanizade sakklerinden yararlandığını ifade etmesi, Hızırzade isimli müellife ait bir sakk mecmuası olduğunu göstermektedir. Bu nüshanın dışında Hızırzade isimli müellife ait bir mecmua tespit edilemediğinden kesin bir şey söylemek mümkün olmasa da, eserin muhtemelen Hızırzade’ye ait olduğu söylenebilir. Eserin üslup, dil, belge çeşitleri vb. açılardan Numan Efendi’nin istifade ettiği mecmualarla paralellik arz etmesi de bu ihtimali güçlendirmektedir. Eserde bölüm başlıkları yer almamakla birlikte çok düzenli olmasa da zımnen bir bölümlendirilmeye gidildiği söylenebilir. Sulh, ibra ve nakl-i şehadet bölümlerinin çok fazla yer tuttuğu görülmektedir. Adeta bu bölümler esas alınarak hemen her konuyla ilgili sulh ve nakl-i şehadet, her türlü borç ilişkisiyle ilgili ibra örnekleri sunulmaktadır. Belgelerin çoğu uzun ilamlardan oluşmaktadır. Bunların yanı sıra hüccet, nakil, dibace, murasele, imza, maruz, emir ve ferman suretleri de yer almaktadır. Tamamı Türkçe olan eserde nükûle yer verilmemiştir. İstanbul Üniversitesi Merkez, T6267; müst. Kadızade Ali el-İstanbulî, yy: yazma, 1186, 138 vr. (Fihrist yok.) Mehmed b. Abdullah Musazade, Tuhfetu’l-kitab,63 [Sakk-i Musazade] Babasının muhtelif sakkleri topladığını ancak bunları düzenleyip temize çekemeden vefat ettiğini söyleyen müellif, şeyhülislam Pirizade Mehmed’in katibi olunca kendisinin de bazı suretleri topladığını ve bunları babasının topladıklarıyla birleştirerek bu mecmuayı oluşturduğunu ifade etmektedir. Kendi topladığı suretleri şeyhülislama arz ettiğini ve onun tarafından tashih edildiğini de kaydetmektedir. Çoğunlukla uzun ilamlardan oluşan eserde ayrıca hüccet, maruz, murasele, dibace ve imzalara da yer verilmiştir. Belgelerin tamamı Türkçe’dir. Nükûle yer verilmemiştir. Bölüm başlıkları yazılmamış olmakla birlikte eserin şu tertip üzere yazıldığı görülmektedir: Nikah, hul‘, talak, itk, tedbir, kitabet, Büyu‘, kefalet, havale, iflas, mefkud, ikrar, sulh, ibra, kısas, hükûmet-i adl, diyet, kasame, hudud, vakıf, keşif, nasb-ı vasi, İslama girme, isbat-ı hilal, ikrar, dava, isbat. Dava bölümünün çok geniş tutulduğu, hemen her konuyla ilgili davalara yer verildiği görülmektedir. a. Atıf Ef. 1115; müst. Hafız Mahmud b. Ahmed, yy: yazma, 1123,64 264 vr. (Fihrist yok.) 63 Bu isim bazı nüshaların dibacesinde yer alırken bazı nüshalarda bulunmamaktadır. 64 Diğer nüshalar 1190-1218 arasında istinsah edildiği halde bu nüshanın çok daha erken bir tarihe ait olması dikkat çekmektedir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
409
b. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2796; yy: yazma, 1190, 141 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) c. İstanbul Üniversitesi Merkez T 3148; müst. Abdullah el-Ferras [?], yy: yazma 1193, ix+241 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var, hamişte tashihler var.) d. Süleymaniye, İzmir 782; yy: yazma, 1199, xii+316 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) e. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2674; yy: yazma, 1202, 194 vr. (Fihrist yok.) f. İstanbul Üniversitesi Merkez T 3175; müst. Ali b. Abdullah, yy: yazma, 1209, VI+240 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) g. İstanbul Üniversitesi Merkez T6250; müst. Ataullah b. Hafız Mehmed, yy: yazma, 1218, xiii+225 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) h. Süleymaniye, Reşid Ef. 265; müst. Ebubekir b. Ömer, yy: yazma, tz., 248 vr. i. Süleymaniye, A. Nihat Tarlan 64; yy: yazma, tz. 168 vr. (Fihrist yok.) j. Süleymaniye, Fatih 2339; yy: yazma, tz., v+174 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) k. Süleymaniye, Fatih 2340; yy: yazma, tz., 235 (7-241) vr. (Fihrist yok, hamişte fetva kitabı var, eserin son kısmı eksik.) l. Süleymaniye, Kasidecizade 295; yy: yazma, tz., vi+225 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) m. Millet, Ali Emiri Şer‘iye 467; yy: yazma, tz., 338 vr. (Fihrist yok.) [Sakk Mecmuası] Dibacesi bulunmayan eserin adı ve müellifi tespit edilememekle birlikte müstakil bir mecmua olduğu anlaşılmaktadır. İlam ve hüccetlerden oluşan eserde ayrıca maruz ve imzalara da yer verilmiştir. Uzun, kısa ve orta uzunlukta belgelerden oluşan eserde nükûle yer verilmemiştir. Bölüm başlıkları şöyledir: Nikah, talak, hul’, rada’, itak, tedbir, kitabet, nasb-ı vasi, nafaka, mübayaat, istiğlal, hibe, vedia, rehin, kefalet, havale, ikrar-ı deyn, dava, vekalet, imza, iflas, sulh, şirket, taksit, nasb-ı mütevelli, isbat-ı hürriyet, isbat-ı veraset, muhayee, istihkak, şehadet, keşif, tahmil-i şehadet, istifa, şufa, uruz. İstanbul Belediye, M. Cevdet K158; yy: yazma, ty., 218 (17-234) vr. (Bölüm başlıklarından oluşan fihrist var.) Halil b. Ahmed Veliyüddinzade, [Sakk], 1185 Kanuni döneminde hazırlanan kanunnamenin bulunduğu eserin içinde65 bir sayfa dibace yer almaktadır. Dibacenin, kadılık yapan Halil b. Ahmed tarafından 1185 yılında yazılan Sakke ait olduğu görülmektedir. Ancak bu sayfanın dışında bu esere dair herhangi bir şey mevcut değildir. Süleymaniye, A. Tekelioğlu 862; yy: yazma, tz. 65 75b, sondan üçüncü varak.
410
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
Mehmed Sadık b. Mustafa Şanizade,66 Bedayiu’s-sukuk, [Sakk-i Şanizade], 1205 Medine kadılığı yapan müellif, muhtelif kişiler tarafından toplanan sakk müsveddelerini eserine aldığını söylemektedir. En çok yararlandığı kişinin Mahmut Paşa mahkemesi birinci katibi olan- babası olduğu anlaşılmaktadır. Müellif, ayrıca nadiren meydana gelen bazı vakalara dair kendi kaleme aldığı suretlere de yer verdiğini belirtmektedir. Bir çok belgenin sonunda nükûle yer verilen eserde belgelerin çoğunlukla uzun ve orta uzunlukta ilamlardan oluştuğu görülmektedir. İlamların yanı sıra hüccet, maruz, dibace, imza ve elkaba da yer verilmiştir. Dil Türkçe’dir. İbadetler de dahil fıkıh kitaplarındaki hemen hemen tüm bölümlere yer verilmiş olması dikkat çekmektedir. Namaz bölümünde daha ziyade imamlarla ilgili meselelerle bayram ve belirli günlerin belirlenmesine dair ilamlara; oruç bölümünde hilalin görülmesi ve Ramazan ayının başlamış olmasına dair ilamlara yer verilmiştir. Bölüm başlıkları: Taharet, salat, savm, hac, nikah, talak, itak, eyman, hadd-i kazf, tazir, kat-ı tarik, mürted, lakît, âbik, mefkud, vakıf, Büyu‘, sarf, müdayenat, kefalet, havale, kada, şehadet, tercih-i beyyinat, vekalet, dava, ikrar, sulh, vedia, hibe, icare, ikrah, gasb ve daman, şufa, kısmet, muhayee, haytân, el-hazru ve’libaha, rehin, cinayat, diyat, kasame, vesaya, feraiz, elkab, imza suretleri. Eser 1284 yılında Camiu envari’s-sukuk’un hamişinde 539 sayfa olarak basılmıştır.67 Eserin bazı yazma nüshaları ise şunlardır: a. Beyazıd Devlet, Beyazıd 2675; yy: yazma, 1205, 212 vr. (Bölüm başlıklarından oluşan fihrist var, hamişte tashihler var, bu tashihlerin matbu metinde esas alındığı görülmektedir, Mihrişah Sultan 131 nolu nüshada eserin 1205 tarihinde yazıldığı ifade ediliyor olmasına binaen bu nüshanın müellif nüshası olduğu düşünülebilir.) b. Atıf Efendi 1113; müst. Mehmed Emin, yy: yazma, 1207, xv+266vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) c. Süleymaniye, Mihrişah Sultan 131; yy: yazma, 1208, 168 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) d. İstanbul Üniversitesi Merkez T296; müst. Seyyid Hafız Hüseyin el-Hulusi, yy: yazma, 1208, 195 vr. (Tüm belge adlarının yer aldığı fihrist var.) e. Süleymaniye, Fatih 2338; müst. Ali b. Ahmed, yy: yazma, 1212, 168 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) 66 Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan her üç nüsha da, katalogda Mehmed Sadık b. Ali esSakızi’ye (ö. 1099) nispet edilmiş olup bu nispetin yanlış olduğu görülmektedir. Eserin bazı kataloglarda da müellifin oğlu Tarih-i Şanizade müellifi Mehmed Ataullah Efendi’ye nispet edildiği görülmektedir. 67 Matbu nüshaların yer aldığı bazı kütüphaneler, sonraki sayfalarda Camiu envari’s-sukuk’la ilgili kısımda verilmiştir.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
411
f. İstanbul Üniversitesi Merkez T3103; müst. Seyyid Mehmed Emin, yy: yazma, 1235, 143 vr. (Bölüm başlıklarından oluşan fihrist var.) g. İstanbul Üniversitesi Merkez T3113; müst. Balizade Hasan, yy: yazma, 1240, 192 sayfa (Bölüm ve alt başlıklarından oluşan fihrist var.) h. İstanbul Üniversitesi Merkez T3131; yy: yazma, tz., 170 vr. (Bölüm başlıklarından oluşan fihrist var.) i. İstanbul Üniversitesi Merkez T52; müst. Seyyid Hasan Esad, yy: yazma, tz., 165 vr. (Bölüm ve alt başlıklarından oluşan fihrist var, hamişte tashihler var.) j. Süleymaniye, Esad Ef. 841; yy: yazma, tz., 205 vr. (Ayrıntılı fihrist var.) Debbağzade Numan Efendi, Tuhfetu’s-sukuk, 1214 Şeyhülislam Debbağzadenin torunu olan müellif, Mısır Mollalığına kadar yükselmiştir. Fıkıh ilminde ihtisas sahibi olup Fetava-i Numaniye isimli fetva mecmuası vardır.68 Müellif, eserin hatimesinde bu mecmuayı; Hacibzade, Hızırzade, Musazade ve Şanizade sakkleri başta olmak üzere çeşitli sakk mecmualarından, bazı dostlarının mecmualarından ve kadılık yaptığı dönemde yazılan bazı müsveddelerle temize çekilen sicillerden seçtikleriyle oluşturduğunu belirtmektedir. Eserde kısa, uzun ve orta uzunlukta belgeler bulunmaktadır. Dil Türkçe olup eserin hamişinde nükûle yer verilmiştir.69 Eserin belge çeşitleri esas alınarak tasnif edilmiş olması dikkat çekmektedir. Bölüm başlıkları şöyledir: (A) Hüccet Nevileri ve Vakfiyeler [nikah, talak, muhalaa, nikahın feshi, mehir, nafaka, hidane, nasb-ı vasi, isbat-ı veraset, itak, tedbir, kitabet, isbat-ı hürriyet, izn-i şeri, büyu‘, şufa, hibe, vedia, rehin, istihkak, ikrar-ı deyn, şehadet, kefalet, havale, şirket, mudarebe, icare, vekalet, keşif, kısas, diyet, sulh, ibra, müteferrik hüccetler, vakfiye suretleri]; (B) İlam Nevileri [ikrar-ı deyn, isbat-ı deyn, tahlif, tecil, kefalet, havale, istihkak, muhayyerlikler, isbat-ı hürriyet, tazmin, icare, vakıf, eşler, tazir, hudud, su-i hal, keşf-i bina, keşf-i maktul, diyet, kısas, İslama girme, irtidad, sulh, Ramazan’ın başlaması, müteferrik ilamlar]; (C) Maruz Nevileri [hüsn-i hal, su-i hal, cihad-ı mahlule, cihad-ı mefruğa, cihad-ı merfua, ihbar-ı vusul-ı evamir, maruzatü’l-ulemai li ecli’l-mülazimîn, müteferrik maruzlar]; (D) Muraselat Nevileri [mahkemeye davete dair, emir ve temessüklerin gereğinin yapılmasına dair, niyabet, müteferrik]; (E) İmza ve Dibace Nevileri [hüccetlerde yer alan imzalar, vakfiyelerde yer alan imzalar, sicillerde yer alan dibaceler, defterlerde yer alan dibaceler, mahdarlarda yer alan dibaceler]. 68 Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 300 69 Matbu nüshanın 32. sayfasında eserde yer verilen nükûlün alındığı kaynak eserlerin listesi verilmiştir.
412
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
Önce 1248’de Matbaa-i Amire, sonra 1259’da Darü’t-Tıbaati’l-Âliye tarafından basılan eserin, ilk matbu sakk mecmuası olduğu görülmektedir. Başında her belge adının yer aldığı 31 sayfa fihrist bulunan her iki baskı da 417 sayfadır. Tıpa tıp aynı olan bu baskıların bulunduğu bazı kütüphaneler şöyledir: Beyazıd Devlet, Veliyüddin Ef. 3574; Süleymaniye, Hüsrev Paşa 111, Esad Ef. 802, Fatih 2280, Pertev Paşa 160, Nafiz Paşa 245, Serez 878; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp. Gen.1046. Tespit edilebilen yazma nüshalar ise şöyledir: a. Süleymaniye, Yazma bağışlar 3344; yy: yazma, 1214, 169 vr. (Müellif nüshası olduğu anlaşılmaktadır.) b. Beyazıd Devlet, Beyazıd 9052; yy: yazma 1214, 152 vr. (Her bir belgenin yer aldığı fihrist mevcut.) c. Süleymaniye, Hafid Ef. 112; müst. Seyyid Ahmed Raşid b. İsmail, yy: yazma, 1237, 241 vr. (Bölüm ve alt başlıkları havi fihrist var.) d. İstanbul Üniversitesi Merkez T1249; müst. İbrahim Hamdi b. Seyyid Mustafa, yy: yazma, 1240, 161 vr. (Fihrist yok.) e. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp. Yazmalar 113; müst. Seyyid İbrahim Hamdi b. Mustafa, yy: yazma, 1242, 162 vr. (2-9 varaklar eksik, fihrist yok.) f. İstanbul Üniversitesi Merkez T3146; müst. Abdullah b. Abdurrahim Müftizade, yy: yazma, 1243, xii+127 vr. (Her bir belgenin yer aldığı fihrist mevcut.) g. Beyazıd Devlet, Beyazıd 9053; müst. Ahmed b. Hasan, yy: yazma, tz., 202 vr. (Her bir belgenin yer aldığı fihrist mevcut.) XIX. Yüzyıl Cevahiru’s-Sukuk Eserin müellifi ve yazıldığı tarih hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. Ancak 36. sayfadaki bir belgede Selimiye kışlasından bahsediliyor olması hasebiyle eserin bu dönemden sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Belgeler diğer mecmualarda olduğu gibi konu konu tasnif edilmiş olmasına rağmen başlıklandırma yapılmamıştır. İlam, hüccet ve maruzlardan oluşan eserde münakehat, muamelat, ukubat ve usul-i muhakemeye dair çeşitli konularda belgeler yer almaktadır. Tamamı Türkçe olan belgelerin genel olarak uzun olduğu görülmektedir. Eserde nükûle yer verilmemiştir. İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K23; yy: yazma, tz., 166 sayfa70 (Tüm belge adlarını içeren fihrist var.) 70 Numaralandırma sayfa sayfa yapılmış.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
413
[Sakk-i Kayseriye] Eserin müellifi ve yazıldığı tarih tespit edilemedi. Ancak 1302’de istinsah edilmiş ve sayfa sayfa numaralandırılmış olması, belge çeşitleri ve belgelerin uzun oluşu dikkate alındığında eserin son dönmelere ait olduğu düşünülebilir. Diğer mecmualar gibi belli konulara göre tertip edilmiş olmasına rağmen tespit edilebilen tek nüshada herhangi bir başlıklandırma yapılmamıştır. Sadece sayfa 86’ya kadar belgelerin üst kısmına belge adları yazılmış ve bu belge adları fihrist olarak baş tarafa kaydedilmiştir. Bu işlemin, başlıklandırma da yapılarak eserin sonuna kadar devam ettirilmesi eserden faydalanma açısından önem arz etmektedir. Çok büyük bölümü uzun ilamlardan oluşan eserde az da olsa hüccet vardır. Nükûle yer verilmeyen eserin dili Türkçe’dir. Süleymaniye, Yazma bağışlar 1658; müst. Hafız Mehmed b. Ali,71 yy: yazma, 1302, 221 sayfa (Mehmed Yusuf tarafından tashih edilmiş.) Çavuşzade Mehmed Aziz, Dürru’s-Sukuk, 1277/1860 Eser, kadılık yapan Çavuşzade Mehmed Aziz tarafından, Şeyhülislam Mehmed Arif Efendi’nin emir ve arzusu üzerine hazırlanmıştır. Müellif, geçmiş dönemlerde mükemmel sakk mecmualarının yazıldığını, ancak zamanın değişmesi, Tanzimat’la beraber adlî sahada yapılan düzenlemeler gereği hukukî vesika ve ilamlara daha güzel yeni ibareler dercetmenin gerekli olduğunu ifade etmektedir. Bu minval üzere kadılık yaptığı dönemde bizzat kendisi tarafından mühürlenip imzalanan hüccet ve ilam suretlerini muteber sakk kitaplarıyla karşılaştırıp üstadlarının tashihinden sonra teker teker temize çekerek bu eseri hazırladığını belirtmektedir. Kısa belgelerin çok az yer aldığı eserde, genelde uzun ve orta uzunlukta belgeler yer almaktadır. Türkçe olan eserin hamişinde nükûle yer verilmiştir. İlam, hüccet, murasele, dibace ve maruzlardan oluşan eserin bölüm başlıkları şöyledir: Cilt I: Taharet, salat, zekat, savm, hac, nikah, talak, itak, hudud, sirkat, lukata, lakit, abik, mefkud, şirket, vakıf. Cilt II: Büyu‘, sarf, müdayenat ve’l-kuruz, kefalet, havale, kaza, şehadet, vekalet, dava, sulh, mudarebe, vedia, hibe, icare, ikrah, hacir, gasb, daman, şufa, kısmet, müzaraa ve’l-müsakat, el-hazru ve’libaha, şirb, haytan, rehin, cinayet, diyet, vesaya. Yazma nüshası tespit edilemeyen eser, Matbaa-i Amire’de ilki 1277, diğeri 1288 tarihlerinde iki kere basılmıştır. İki cilt halinde basılmış olup birinci cilt, xii+228, ikinci cilt xi+253 sayfadır. Eserde ayrıntılı fihrist mevcuttur. Eserin yer aldığı bazı kütüphaneler şunlardır: Süleymaniye, H. Hüsnü Paşa 896, Pertevniyal 331, Tırnovalı 747; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp. genel 4265, genel 15428, Hakses 538; Atıf Ef. 39; Millet Ktp. Ali Emiri 460; İSAM, 297.5 Çav.D. 71 Bu isim, katalogda müellif adı olarak yer alsa da, müstensih adı olma ihtimali daha yüksek görülmektedir.
414
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
Yusuf Ziyaeddin b. Hac Yakub b. Ali el-İstanbuli, Camiu envari’s-sukuk ve lamiu’z-ziyai li zevi’ş-şukuk, [Sakk-i Cedid], 1284/1867 Ahi Çelebi mahkemesinde katib-i evvel olan müellif, görevi esnasında topladığı sakkleri fıkıh kitaplarındaki tertip üzere bir araya getirerek bu mecmuayı oluşturduğunu ifade etmektedir. Nükûle yer verilen eserde, hemen her bölümün başında, konuyla ilgili Seyyid Şerif Cürcani’nin Tarifat’ından tanım verilmiştir. Türkçe olan eser ilam, hüccet, maruz, dibace, elkab, murasele, tezkire ve imzalardan oluşmuştur. Belgelerin çoğunlukla uzun ve orta uzunlukta ilamlardan oluştuğu görülmektedir. Bölüm başlıkları şöyledir: Salat, savm, hac, nikah, rada‘, talak, itak, vela, hudud, cinayat, vakıf, siyer, lukata, mefkud, şirket, hacr, vedia, hibe, rehin, ikrar, sulh, ikrah, icare, Büyu‘, şufa, müdayenat, kefalet, havale, vekalet, kada, şehadet, dava, gasb ve daman, vesaya, feraiz, hatime (arazi), müteferrik ilamlar, elkab, mureselat, tezakir, imzalar. Eser, Matbaa-i Amire tarafından hamişinde Sakk-i Şanizade olduğu halde 1284 yılında basılmıştır.72 Ayrıntılı fihristin yer aldığı eser 525 sayfadır. Eserin bulunduğu bazı kütüphaneler şöyle sıralanabilir: Süleymaniye, Nafiz Paşa 246, Pertevniyal 329; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp. Hakses 454, Elmalı 47; Millet Ktp. Ali Emiri 469. Ahmed er-Raci, el-Mecmuu’l-müsevvidat, 1283 Çoğunlukla ilamlardan oluşan eserde hüccetlere de yer verilmiştir. Ayrıca daha önce yazılan mecmualarda yer almayan “maliyeden mübadele senedi sureti”, “ilmuhaber sureti” gibi belgeler dikkat çekmektedir. Belgelerin neredeyse tamamının uzun olduğu görülmektedir. Dibace ve fihrist bulunmayan eserde, herhangi bir tertibe riayet edildiği de söylenememektedir. Eser tamamen Türkçe olup nükûle yer verilmemiştir. İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K329; yy: yazma, 1283, 150 vr. (Müellif nüshası olabilir.) Anonim Sakk Mecmuaları Süleymaniye, Esad Ef. 933, 63-194 vr. Süleymaniye, Fatih 2341, 287-312 vr.(1194’te istinsah edildiği anlaşılıyor) Atıf Efendi 1111, 194-227 vr. (1107’de istinsah edildiği anlaşılıyor, ilk sayfada “Galata başkatibi Yusuf Efendinin sukukudur” şeklinde bir not yer almaktadır.) Süleymaniye, Yazma Bağışlar 4230, 32 vr. (Bazı belgeler 1228 tarihlidir.) 72 Seyfettin Özege katalogunda, eserin daha sonra Ahmed Kamil matbaası tarafından 1329/1913 yılında yeniden basıldığı kaydedilmekle beraber bu baskı bulunamadı. Bkz.: M. Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, İstanbul: Fatih Yayınevi, 1971, c. I, s. 189.
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar›
415
Süleymaniye, Hacı Mahmud Ef. 6329, 90 vr. (Bazı belgeler 1165-1223 tarihlidir.) Süleymaniye, Hüsrev Paşa 750, 170 vr. İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K74, 41 vr. (Devamında yer alan mecmuanın istinsah tarihi 1114.) İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K105, 81-175 vr. (1160-1177 tarihli belgeler var.) İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K407, 193 vr. (1063-1070 yıllarına ait Sakız kadılığınca tutulmuş ilam ve hüccetler.) Atıf Efendi 2852, 70-91 vr. (Aralarda fetvalar var.) Atıf Efendi 1114, 11 vr. (Bir mecmuanın parçası olabilir.) Süleymaniye, H. Hüsnü Paşa 583, 199-205 vr. (İkisi vekalet, gerisi vesayetle ilgili 19 tane Arapça belge var.) Beyazıd Devlet, Beyazıd 2756, 30 varak (vr. 102’den başlıyor, devamında varak numarası yok.) Millet, Ali Emiri Trh. 1024, 56 vr. Süleymaniye, Yazma Bağışlar 3346, 115 vr. (Aralarda nizamnameler var.) İstanbul Belediye Ktp. M. Cevdet K173, 131 (10-140) vr. (1259-1261 yıllarına ait Vidin kadılığınca tutulan belgeler.)
The Manuals for the Registration of Judicial Affairs, the Sakk Mecmuas Süleyman KAYA Abstract The registration of judicial affairs was of great significance in the Islamic societies and there had been specific books written on how registration should be made. Although in the pre-Ottoman period “şurût” was the term used for these works, “sakk” was the term used during the Ottoman Period. Apart from the change in their names that occurred during the transition from şurût to sakk, in the period from the 16th to the 19th century there appeared considerable modifications in the contents and forms of the sakk mecmuas. While formerly the periodicals were comprised of works that contained hüccet and ilams, later they came to include also maruz, emir (imperial decrees), firman, murasele, mahdar, elkab, dibace and forms of signitures. Similarly, there was a shift from short hüccets to long ilams. Furthermore, the works formerly contained exemplary cases only on particular topics, but later the exemplary cases were exten-
416
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Kaya
ded so as to embrace considerable parts of the topics that are mentioned in the fıkh books. Lastly, Ottoman Turkish, instead of Arabic, came to be used. This article not only reviews the sakk periodicals in the historical timeline from 16th to 19th century, but also compares them with şurût, fıkh and fetwa books. Finally, the literature on sakk periodicals that are located by the author is presented at the end of the article. Keywords: Sakk, Sakk Periodicals, şer’iyye sicilleri, şurût
Mahkeme Kay›tlar›n›n K›lavuzu: Sakk Mecmualar› Süleyman KAYA Özet İslam toplumlarında hukukî ilişkilerin mahkemelerde kayda geçirilmesine önem verilmiş ve bu kayıt işleminin ne şekilde yapılacağına dair eserler yazılmıştır. Bu eserler, Osmanlı öncesinde “şurut” diye isimlendirilirken Osmanlı’da sakk kavramının öne çıktığı görülmektedir. Bu isim değişikliğinin yanı sıra gerek şuruttan sakke geçiştex gerekse XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar sakk mecmualarında bazı değişiklikler dikkat çekmektedir. Sakk mecmualarında; hüccet ve ilamlardan oluşan eserlerden bunların yanı sıra maruz, emir ve ferman, murasele, mahdar, elkab, dibace ve imza suretleri içeren eserlere; kısa hüccetlerin çoğunlukta olduğu eserlerden uzun ilamların çoğunluğu teşkil ettiği eserlere; belli konulara dair numuneler içeren eserlerden fıkıh kitaplarında yer alan bölüm başlıklarının önemli bir kısmına dair numuneler içeren eserlere; Arapça’dan Türkçe’ye geçildiği görülmektedir. Bu yazıda sakk mecmuaları; XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla tarihi süreç içerisinde tanıtılmaya çalışıldığı gibi şurut, fıkıh ve fetva kitaplarıyla da mukayese edilmeye çalışıldı. Ayrıca yazının sonunda tespit edilebilen sakk mecmualarına dair bir literatür sunuldu. Anahtar kelimeler: sakk, sakk mecmuaları, şurût, şer’iyye sicilleri
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
417
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 417-439
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü Ekrem Bu¤ra EK‹NC‹*
Giriş OSMANLI TARİHİNİ umumiyetle iki devre ayırmak âdet olmuştur: Beş asırdan fazla bir zamanı ihtiva eden klasik devir ve öte yanda bir asrı bulmayan, ancak en az önceki kadar mühim hâdiselerin cereyan ettiği Tanzimat devri. Hayli uzunca olan ilk devirde mahkemeler teşkilatı ufak tefek istisnalarla beraber hep bir yeknesaklık arz eder. Ancak ilkine göre oldukça kısa olan ikinci devir boyunca adliye teşkilatında çok mühim reformlar yapılmış, imparatorluğun sonuna kadar hükümetin mahkemeler teşkilatı üzerinde tasarrufu devam etmiştir. Hukuk tarihi açısından, Tanzimat Devri, Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nun ilan edildiği 1839 tarihinden birkaç sene öncesinden başlar ve Cumhuriyetin hukuk inkılabının yapıldığı 1924-1926 yıllarına kadar devam eder. Eski hukukumuzda monarşiyle yönetilen devletlerin hepsinde olduğu gibi yasama, yürütme ve yargı fonksiyonları, adı ne olursa olsun (halife, sultan, emir, padişah vs.) devlet başkanının uhdesindeydi. Ancak devlet başkanı bu fonksiyonlarını vekilleri vasıtasıyla kullanır; yargı fonksiyonunu da devlet başkanı adına onun tayin ettiği hâkimler yerine getirirdi. İslâm dünyasında kadı adı verilen hâkimleri belli yargı çevrelerinde dava görüp çözümlemek üzere devlet başkanı tayin ederdi. Hz. Peygamber bizzat dava dinleyip hüküm verdiği gibi, kadılar da tayin etmiş, ondan sonraki halifeler de bu yolda hareket etmişlerdi. Abbasîler zamanında kâdiyülkudatlık diye bir makam ihdas edilerek İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin gözde öğrencisi, büyük hukukçu Ebû Yusuf bu makama getirilmişti. Günümüzdeki adalet bakanlığı ile temyiz mahkemesi ve yüksek idare mahkemesi başkanlıkları gibi görevlere kar* Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Kürsüsü.
418
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
şılık gelen bu makam artık kadıları tayin etmeye ve halifenin yargı yetkisini onun adına kullanmaya başladı. Osmanlı Devleti’nde de ilk olarak Osman Gâzi tarafından kadı tâyin edilmiş; Sultan I. Murad zamanında da önceki İslâm devletlerindeki kâdiyülkudatlığın benzeri kazaskerlik kurumu ihdâs edilmiş ve kadıları artık fiilen bu makam tâyin etmeye başlamıştır. Daha sonra bu makam, Rumeli ve Anadolu kazaskerliği olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bunlar Osmanlı Devleti’nde ilmiye sınıfı adı verilen ve kaza, fetva ve öğretim işleriyle uğraşan sınıfın başıydı. Osmanlı ülkesi kaza adını taşıyan yargı çevrelerine taksim edilmişti. Bunların her birine medreselerin yüksek sınıflarından mezun olmuş üstün ahlâk ve ilmî ehliyet sahibi kimselerden kadılar iki yıllığına tayin edilirdi. Mekke, Medine gibi mutena yerlerde bu süre bir yıldı. -Günümüzde noterlikte olduğu gibi- sırada bekleyen herkesin göreve tâyin edilebilmesi ve kadıların gittikleri yerlerde halkla içli-dışlı olmalarına yol açmamak gibi maksatlarla tespit edilen bu bir veya iki yıllık sürenin bitiminde, kadılar merkeze gelerek yeni bir göreve atanmalarını beklerlerdi. Bu bekleme süresinde de medreselerde müderrislik yaparak nazarî bilgilerini geliştirebilirlerdi. Kadıları önceleri bulundukları bölgelere göre kazaskerler tayin ederken, XVI. asırdan sonra giderek kazaskerliğin önüne geçerek ilmiye sınıfının başı durumuna gelen şeyhülislâmlık makamı birtakım üst rütbeli kadıları tayin etme yetkisini kazanmıştır. İşleri yoğun olan yerlerde kadılar kendilerine kadılık vasıflarını haiz kimselerden vekiller seçebilirlerdi. Bunlara nâib denirdi. Kimi zaman uzak yerlere tayin edilen kadılar görev yerlerine gitmeyerek merkezde kalır ve yerlerine nâib tayin ederlerdi. Önceleri kadıların muayyen maaşları yoktu, vakıf veya mahkeme gelirleriyle geçinirler, yanlarındaki nâib, kâtib, muhzır ve mübâşir gibi görevlilerin maaşlarını da kendileri karşılarlardı. Kadılar, dava görmenin yanı sıra, bulundukları yerin idare, maliye ve belediye işleriyle de görevliydiler O devirde muayyen mahkeme binaları yoktu. Kadılar ya evlerinde veya camilerde dava dinlerlerdi. Hatta bazen yolda giderken bile kadıya başvurup davasını arz edenler olur, hemen ayak üzeri dava görülüp karar verildiği olurdu. Kadılar birbirlerinden rütbe ve gelir bakımından ayrılırlardı. Bunun dışında, aralarında bir hiyerarşi söz konusu değildi. Mülkî âmirlerin de kadılar üzerinde denetim yetkisi bulunmuyordu. Kadılar merkezden tayin edilir ve yazışmalarını doğrudan merkezle yürütürlerdi. Mahkemelerde İslâm hukuku uygulanır ve verilen hükümler derhal kolluk görevlileri -merkezde çavuşbaşı, taşrada subaşı- tarafından yerine getirilirdi. Verilen karara itirazı olan, bunu başkentte bulunan Divan-ı Hümâyun’a götürebilirdi. Divan hükmü inceler, hukuka aykırılık görürse davayı yeniden görülmek üzere ya hükmü veren mahkemeye ya da başka bir mahkemeye gönderir veya davaya bizzat kendisi bakarak neticelendirirdi. Divan’ın kararına karşı da herkesin padişaha başvurma hakkı vardı. İdam cezası gibi bedenî cezaların merkezde temyiz edilmeden icrası mümkün değildi.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
419
Bu devirde Osmanlı Devleti’nde her kaza çevresinde bulunan ve kadıların başkanlık ettiği şer‘iyye mahkemeleri dışında merkezde bulunan Divan-ı Hümâyun, Veziriâzam Divanları ile kazaskerlerin, ayrıca esnaf üzerinde lonca ve benzeri meslek teşekkülleri kethüdası ile muhtesiblerin, mâlî konularda defterdarların, askerler üzerinde Yeniçeri Ağası ve Kaptan-ı Derya’nın, tarikat mensupları üzerinde şeyhlerin, Hz. Muhammed soyundan gelenler üzerinde nakîbüleşrafların, öte yandan taşralarda beylerbeyi ve sancakbeyleri divanlarının da birtakım yargı yetkileri vardı. Gayrımüslim teb‘a, İslâm hukuku tarafından tanınmış bir otonomi çerçevesinde, ahvâl-i şahsiyye denilen şahıs, âile ve miras hukukuyla ilgili dâvâlarını kendi ruhânî meclislerine götürebildikleri gibi; isterlerse Osmanlı mahkemelerine de gidebilirlerdi. Osmanlı ülkesinde izinle geçici olarak bulunan ecnebîler de, kendi aralarındaki ihtilafları konsolosluklarında çözerlerdi. Ecnebîlerin bu statüsü de, Osmanlı Devleti’nin tek taraflı olarak tanıdığı imtiyazların gereğidir. Bu devirde Osmanlı teb‘ası ile kendilerine ticaret için hükümetçe izin verilen -XIX. asır başlarında kendilerine beratlı Avrupa tüccarı denilen- ecnebiler arasındaki davalara -tercüman hazır bulunduğu bir halde- kadılar bakar, konusu dört bin akçeden fazla olan davalar Arz Odası’nda sadrazam huzurunda görülürdü. Klasik devirde gerek Divan-ı Hümayun ve taşralarda paşa divanları, gerekse kadılar birer idare mahkemesi olarak halkın idareden şikâyetlerine bakmaktaydı. Ordu mensuplarının davalarına yine ordu mensupları tarafından özel kanunları uyarınca bakılır ve hükümler yine burada yerine getirilirdi. Osmanlı Devleti uzun yüzyıllar dünyanın en güçlü devleti olarak yaşamıştır. Bunun arkasında askerî ve siyasî güç [gaza ruhu] yanında, devlet kurumlarının sağlamlık ve zamana göre mükemmelliği yatıyordu. Gerçekten Osmanlı adlî sistemi devrinin en üstünüydü. Öyle ki Avrupa devletlerinin bile -sözgelimi VIII. Henry yönetimindeki İngiltere’nin- zaman zaman bu sistemi inceleyerek örnek aldıkları biliniyor.1 Ancak devletin zamanla askerî, siyasî ve malî bakımdan güç kaybetmesine paralel olarak sosyal alanda da çözülmeler başlamış, bu çözülme adlî sisteme de sirayet etmiştir. Klasik devirde uzun yıllar çok iyi işleyen yargı fonksiyonu ve adliye teşkilatı, devletin bütün unsurlarındaki bozulmayla beraber zayıflamıştı. Buna, son asırlardaki ticarî gelişmeler, Avrupa’nın baskısı, merkezî otoriteyi güçlendirme endişesi de eklenince, adliye teşkilatında bir ıslahata ihtiyaç duyulmuştur. Tanzimat reformcuları bu ıslahatı, mevcut adliye teşkilatı üzerinde icra etmek yerine, eskisinin yanında, modern ihtiyaçları bir nebze olsun karşılayacak, görev ve yetki sahası farklı yeni bir adliye teşkilatı kurmayı tercih etmiştir. Böylece Osmanlı adliyesinde bir düalite meydana gelmiştir. Bu arada, mevcut hukuk kaidelerine [İslâm hukukuna] riayet edildiği için esaslı bir meşruiyet problemi doğmamıştır. Adliye ıslahatın1 Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, trc: Enis Behiç Koryürek, İstanbul, 1975, s. 101.
420
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
da, Osmanlı Devleti’nin öteden beri müttefiki olan ve kendi kültürünü dünyaya dayatma çabasında bulunan Fransa model alınmıştır. Kaldı ki, Osmanlı ıslahatını gerçekleştirenlerin hemen hepsi otoriter bir bürokrat hâkimiyetinin bulunduğu Fransa’da yetiştiği için, bu kültüre aşina ve hayrandı. XIX. yüzyıl başlarında sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupa’nın ucuz ve bol malları Osmanlı ülkesini bir pazar durumuna getirmiş, dış ticaret çok gelişmişti. Bu sebeple pek çok Avrupalı tüccar Osmanlı ülkesine gelip gitmeye, hatta yerleşmeye başlamıştı. Bunlar, Osmanlı teb‘asıyla aralarında doğan ihtilaflarını bu alandaki baş döndürücü gelişmeyi takip edemeyen ve dolayısıyla ticarî örfleri pek bilemeyen kadı mahkemeleri önüne götürmek yerine tüccar hakemlere havale etmekteydiler. Devlet, bu işi düzene sokmak ve en azından kontrol etmek zorunda kalarak ticaret davalarına bakan ve üyeleri arasında yabancıların da bulunduğu yargı meclisleri kurmaya mecbur oldu. Böylece ilk defa olarak kadı mahkemelerinin yetkileri sınırlandırılmış oluyordu.2 Bu mahkemeler daha sonra ticaret meclisi ve sonra da ticaret mahkemesi adını almıştır.3 Buna paralel olarak 1840 tarihinde kabul edilen ceza kanununun uygulanması maksadıyla, merkez ve taşrada, memurlarla Müslüman ve gayrımüslim halktan ileri gelenlerin katıldığı ve belde kadısının de üye olarak yer aldığı meclisler kurulmuştur. Bunlardan taşradakilerin verdiği yargı kararları, merkezde Divan-ı Hümâyun’un yerini alan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’de temyizen incelenirdi. Bu meclisler zamanla Nizamiye Mahkemeleri adını almış ve faaliyet sahası giderek genişlemiştir. Birisi gayrımüslim üç kişiden oluşan bu mahkemelere, ülkede hâkimlik yapacak başka hukukçu bulunmadığı için, kadılardan reis tayin edilmiştir. 1879 yılından itibaren savcılık kurumu getirilmiş, modern anlamda avukatlık ve noterlik kurulmuştur. Cumhuriyetten sonra 1924 yılında şer‘iyye mahkemeleri kaldırılarak Nizamiye Mahkemeleri ülkenin yegâne genel mahkemeleri olmuştur. Merkezdeki temyiz mercii olan ve Meclis-i Vâlâ’nın yerine kurulan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye de Yargıtay adını almıştır. Bu arada şer‘iyye mahkemelerinde de kadılar muayyen davalara bakmaya devam etmiştir. Kadılarda sadece adlî salâhiyetler bırakılarak mahkemeler şeyhülislâmlığa bağlanmıştır. Kadı mahkemeleri 1917 yılında bir ara Nizamiye Mahkemeleri gibi Adliye Nezâreti’ne bağlandı. Ancak şer‘iyye mahkemelerini kaldırmak, böylece ilmiye sınıfının nüfuzunu kırmak ve hukuku laikleştirmek yolunda bir teşebbüs olarak görülen bu durum üç sene sürebildi. İttihad ve Terakki Fırkası düştükten sonra hemen eski duruma dönüldü. Cumhuriyetten sonra laik hukuk sistemine geçilmiş ve dolayısıyla artık kendilerine ihtiyaç duyulmayan şer‘iyye mahkemeleri 1924 yılında bütünüyle kaldırılmıştır. 2 Sabit, Usul-i Muhakeme-i Hukukiye, İstanbul, 1302, s. 159–160; Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir: 1-12, s. 62-63. 3 Halil Cemaleddin ve Herand Asador, Ecânibin Memâlik-i Osmaniyyede Hâiz Bulundukları İmtiyazât-ı Adliyye, İstanbul, 1331, s. 430 vd.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
421
Zimmîler, yani gayrımüslim Osmanlı teb‘ası, Tanzimat devrinde de eskiden olduğu gibi ahvâl-i şahsiyye denilen şahıs, aile ve miras dâvâlarını kendi ruhanî temsilcileri huzuruna götürebilirdi. 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile cemaat mahkemeleri tümüyle kaldırılarak görevleri şer‘iyye mahkemelerine verilmişse de büyük tepkilerin doğması üzerine 1919 yılında eski duruma dönülmüştür. Lozan Antlaşması ile cemaat mahkemeleri kaldırılmış, ancak cemaatlerin hukukî imtiyazlarının süreceği kabul edilmişti. Türk hükümeti Batı hukukunu toptan iktibas edince cemaatler bu imtiyazlarından vazgeçmişlerdir. İki tarafın da ecnebi olduğu davalar, Tanzimat devrinde de, eskiden olduğu gibi konsolosluk mahkemelerinde görülmektedir. Bu devirde idarî yargı da Fransız örneğine göre düzenlenmiş, merkez ve taşrada kurulan meclisler, gerek memur yargılaması ve gerekse idare ile şahıslar arasındaki davalara bakılması için görevlendirilmiştir. İdare ile şahıslar arasındaki ihtilafların çözümü işi -İngiltere’de olduğu gibi- I. Meşrutiyet’ten sonra bir ara Nizamiye Mahkemelerine verilmiş, idare mahkemelerinde yalnızca memur muhakemesi işi kalmıştır. Merkezdeki Şûrâ-yı Devlet, Cumhuriyetten sonra Danıştay adını almıştır. Tanzimat devrinde Fransız örneğine göre yeni askerî ceza kanunları çıkarılmış, bununla ilgili davalara bidâyeten bakma görevi divan-ı harplere, bunların kararlarını temyizen inceleme görevi de sonradan divan-ı temyiz adını alan divan-ı tecessüse verilmiştir. Osmanlı Kadısı ve Mahkemeleri Hakkında Bir Literatür Değerlendirmesi İslâm hukukunda kadılık hakkında Mahkemeler ve adliye teşkilatı, bir ülkede hukukun tezahürü demektir. Bunların tarihî seyri de hukuk tarihinin en mühim ve cazip konuları arasındadır. Bununla beraber Osmanlı mahkemeleri ve kadılar hakkında yazılmış müstakil bir esere rastlamak çok zordur. Bu konuyla alâkalı bilgiler hep dolaylı kaynaklarda yer alır. Buna mukabil, İslâm adliye teşkilatı üzerine bilhassa Arapça’da çok eser vardır. Klasık fıkıh kitaplarında edebü’l-kâdi başlığı altında kadıların taşıması gereken vasıflar ve hareket tarzları hükme bağlanmıştır. Yine bu başlık altındaki imamet, vekâlet gibi bahislerde, mahkemelere dair bilgiler dağınık biçimde serpiştirilmiştir. Bu konuda Hassâf’ın Edebü’l-kâdi, İbn Ferhun’un Tabsıratü’l-Hükkâm, Tarablusî’nin Muînü’l-Hükkâm kitapları gibi müstakil eserler de vardır. Ferra ve Maverdî’nin el-Ahkâmü’s-Sultaniyye adındaki eserleri İslâm hükümet nizamını anlatırken, kazaya ve kadılara bir fasıl ayırmıştır. Veki’in Ahbârü’l-Kudat kitabı gibi, İslâm tarihindeki kadıları ve verdikleri hükümleri tetkik eden eserler, adliye teşkilatını tanımakta mühim bir kaynaktır. Osmanlı devrini de yaşamış hukukçulardan Ali Himmet Berki’nin İs-
422
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
lâm’da Kazâ ve Tevâbii adlı 90 sayfalık eseri bu konuda derli toplu bilgiler vermektedir. Fahreddin Atar’ın İslâm Adliye Teşkilatı başlıklı eseri de, konuyu sistematik olarak ele alan mühim bir çalışmadır. İslam adliye teşkilatı hakkında Arap dünyasında yazılmış çok sayıda eser vardır. Bunlar ekseriya ders kitabı mahiyetindedir ve birbirinin tekrarı gibidir. Bu konuda Avrupa dillerinde yayınlanan -Ghulam Murtaza Azad’ın Judicial System of Islam adlı çalışması gibi- eserler ise umumiyetle ikinci el kaynaklardan hazırlanmıştır ve fazla bir orijinalitesi bulunmamaktadır. İslam Ansiklopedisi’nin İngilizce baskısındaki “kadı” maddesini yazan Emil Tyan’ın Historie de l’Organisation Judiciaire en Pays d’Islam adlı kitabı, İslâm adliye teşkilatı hakkında bilhassa Arapça bilmeyen araştırmacıların başlıca referansı olmuştur. H. A. R. Gibb ve Harold Bowen’ın Islamic Society and the West adlı eserinin ilk cildinde, “The Ulema” [s. 81-113] başlığı altında, Osmanlı kadıları ve adliye teşkilatı hakkında değerli bilgi ve alaka çekici tespitler yer almaktadır. Müsteşrikler, böyle enteresan tespitlerde bulunmakla beraber, bazen çok basit hususlarda hataya düşebilmekte veya sübjektif değerlendirmelerden kurtulamamaktadırlar. Osmanlı kadısı (Klasik devir) Osmanlı adliye teşkilatı da büyük ölçüde kendisinden önce kurulmuş İslâm devletlerindeki adliye teşkilatının bir devamı sayılır. Ancak Osmanlılarda bu sistem yeni bir şekil almış; zamana göre geliştirilmiştir. O halde Osmanlı adliyesi başlı başına incelenecek bir konudur. Ne yazık ki, Osmanlı Devleti’nde kadılara dair eldeki bilgiler hep sathî ve bu konudaki yazılar birbirinin devamı mahiyetindedir. Bugün çoğu, Ankara’daki Millî Kütüphane’de, İstanbul’a ait olanları da İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde muhafaza edilen şer‘iyye sicilleri, şüphesiz Osmanlı Devleti’nde kadılık ve mahkeme için mühim tarihî kaynaklardır. Ancak mahkeme sicilleri mahiyeti gereği sadece görülen davaların bir hülasasını vermekten öteye geçmediği için, bunlardan Osmanlı mahkemelerinde bir davanın safahatına ve hükmün infazına dair teferruatlı bilgi edinilemediği gibi; kadılar ve kadılıkla alâkalı ipuçları edinmek de mümkün değildir. Tarihçi, ilahiyatçı ve hukukçular, zaman zaman bir sicil defterini alarak Latin harflerine çevirmiş ve bunu müktesebatına göre akademik olarak değerlendirmişlerdir. Bunların çoğu “muayyen bir asırda bir yerin sosyal durumu” adıyla basılmıştır. Sicillerden kadıların ne tür davalara baktığı öğrenilebilir. Mufassal tapu tahrir defterleri ve Divanı Hümayun kararlarının toplandığı mühimme defterleri ile ahkâm/şikâyet defterleri üzerinde de böyle kısmî çalışmalar yapılmıştır. Bunlar da kadıların vazifeleri ve çalışma usulleri hakkında aydınlatıcı bilgiler verebilmektedir. Mekteb-i Hukuk mezunlarından İsmail Sem‘î Bey’in yazdığı Usul-i Muhakemenin Tarihçesi gibi eski harflerle kaleme alınmış eserlerde kadılık ve kadı-
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
423
larla alakalı bölük pörçük bilgilere ulaşmak mümkündür. Bu eserde, İslâmiyet’in başlangıcından, kitabın yazıldığı zamana (1324/1906) kadar olan İslâm ve Osmanlı adliye teşkilatının inkişafı ele alınmaktadır. 52 sayfalık kitap tabiatıyla oldukça muhtasar ama derli topludur. Şeyhülislâmlığın 1334/1915 senesinde neşrettiği 736 sayfalık İlmiyye Salnamesi kaliteli baskısıyla göz doldurmakla beraber, eserde, hâlihazırdaki Meşihat dairesinde çalışanların ve taşradaki kadıların isimleri sayıldıktan, “Meşihat-i İslâmiyyenin Tarihçesi” serlevhası altında şeyhülislâmlık makamının kısa tarihçesi anlatıldıktan sonra, o zamana kadar gelmiş geçmiş şeyhülislâmların tercüme-i halleri verilmiş; kitabın sonuna doğru “Tarihçe-i Kitab-ı Tedris” serlevhası altında ise ilmiye sınıfının nasıl tedrisat gördüğü anlatılarak bununla alâkalı mer‘î mevzuat zikredilmiştir. Osman Nuri Bey’in Mecelle-i Umur-i Belediye adlı ansiklopedik eserinin ilk cildinde, bir zamanlar belediye reisi fonksiyonu görmesi itibariyle kadılık müessesesi de ele alınmış, uzun ve faydalı malumat verilmiştir. Osmanlı hukukçularının hayatlarını anlatan, bu arada mühim ve meşhur davalardan bahseden, Osmanlı adalet hayatıyla alâkalı ipuçlarıyla dolu kitaplar kaleme alınmıştır. Şakâyıkü’n-Nu’maniyye fi Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye bunların başında gelir. Taşköprüzâde Ahmed İsâmeddin Efendi’nin XIV., XV. ve XVI. asır Osmanlı ulemâsının hal tercümelerini anlatan bu Arapça eseri, Edirneli Mecdi Efendi tarafından Hadâikü’l-Şakâyık fi Tercemeti’ş-Şekâik adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiş ve 1269 tarihinde Matbaa-yı Âmire’de iki cilt olarak basılmıştır. Bunun zeyli mahiyetindeki Hadâikü’l-Hakâik fi Tekmileti’ş-Şakaik, Nev’îzade Atâî’nin olup Matbaa-yı Âmire’de 1268 tarihinde tek cilt olarak basılmıştır. XVIII. asra kadar Osmanlı şeyhülislâmlarının hal tercümelerini anlatan Müstekimzâde Süleyman Saadeddin Efendi’nin Devhatü’l-Meşâyih adlı bir ciltlik eseri ve buna Ahmed Rifat Efendi’nin sonraki asır şeyhülislâmlarını anlattığı zeyli de, Osmanlı adliye teşkilatı bakımından mühimdir. Bu eser, 1978 yılında İstanbul’da ofset tekniğiyle yeniden basılmıştır. Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân adlı eseri de faydalıdır. Bu da Latin harfleriyle basılmıştır. Kadılık ve kadılarla alâkalı yeni yazıyla basılmış eserlerin sayısı ve ehemmiyeti, eski harflerle basılanlardan daha yüksek değildir. İslam Ansiklopedisi’nde konuyla ilgili maddelerden “Kadı” maddesini Ebulûlâ Mardin yazmıştır. İslam Ansiklopedisi’nin muhtevasıyla pek mütenasip olmayacak kadar kısadır ve Osmanlı kadısı ile alakalı bilgiler çok azdır. Osmanlı Devleti’nden önceki devri Joseph Schacht’ın, Osmanlı devrini Halil İnalcık’ın kaleme aldığı “Mahkeme” maddesi de “Kadı” maddesinden çok farklı değildir. Burada hakikatle pek uyuşmayan bilgilere de rastlanmaktadır.4 “Kazasker” maddesini Clement Huart 4 Nitekim misal olarak, kadıların dâvâlının istediği mezhebe göre hükmettiği yazılıdır ki işin aslı böyle değildir. Taraflar hangi mezhebde olursa olsun, kadı kendi mezhebiyle veya hükümdarın emrettiği mezhebe göre hükmederdi.
424
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
yazmıştır ve son derece kısadır. Buna mukabil Kramers’in kaleme aldığı “Şeyhülislam” maddesi bunun neredeyse sekiz katı uzunluktadır. Türkiye Diyanet Vakfı’nın neşrettiği İslâm Ansiklopedisi’ndeki konuyla alâkalı maddeler, sistematik ve etraflı olmakla beraber, bilinen literatürün dışına çıkmış değildir. Mehmed Zeki Pakalın’ın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’ndeki konu ile ilgili maddelerin durumu da farklı değildir. Osmanlı kadısı hakkında bildiğimiz kadarıyla ilk akademik çalışma Ahmet Refik Gür’ün İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde hazırladığı “Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Müessesesi” başlıklı doktora tezidir (No. 18). Mahkeme sicillerinin de değerlendirildiği görülen tezde, kadılıkla alâkalı bilgiler derli toplu olarak verilmiş; ama ortaya çok da yeni bir şey konulabilmiş değildir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilâtı, Osmanlı Devleti’nin klasik devrinde, kadılık ve mahkemelere dair en etraflı ve ilmî bilgileri veren eserdir. Ancak müellifin velûd bir tarihçi olması, kimi zaman mevzuları derinlemesine tetkik etmeye vakit bulamadan üstünkörü geçmesine sebebiyet vermektedir. Eser, bilhassa İslâm hukuku nosyonu bakımından tenkide açıktır. Meselâ, Osmanlı hukuk tarihindeki toprak kadıları, devlet merkezî ve taşralarda tahkiki icap eden işleri teftiş eden seyyar kadılar olarak zannedilmiştir.5 Oysa, arşiv vesikalarından da anlaşıldığı üzere, toprak kadısı mahallî kadı demektir. Yine de İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın bu eseri hâlâ aşılabilmiş değildir. Yusuf Halacoğlu’nun, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı adlı eseri de Uzunçarşılı’nın bu konudaki eserlerinin ancak bir hülasasıdır. İlber Ortaylı’nın kadı hakkında peş peşe neşrettiği üç makale de zikre değer. Bunlardan birincisi “Osmanlı Kadısı” adını taşır ve kadılık müessesesinin tarihî gelişimini inceler. “Osmanlı Kadısının Taşra Yönetimindeki Rolü Üzerine” ve “Osmanlı Şehirlerinde Mahkeme” adlarını taşıyan bu üç makale, 1994 yılında Turan Yayınevi tarafından Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’nde Kadı adıyla 82 sayfadan müteşekkil tek bir kitap olarak neşredilmiştir. Böylelikle eser, münhasıran Osmanlı kadısının ele alındığı neredeyse ilk kitap olma şerefini kazanmıştır. Yer yer Avrupa tarihî tatbikatıyla kıyaslamalar yapılması, kitabı oldukça faydalı kılmaktadır. Ne var ki İslam-Osmanlı hukuku mütehassısı olmayan müelliflerin kaleme aldıkları kaynaklarda yeralan, gerçeklerle uyuşmayan bazı ifadeler, bu kitapta da tekrarlanmıştır. Meselâ, Emil Tyan’dan naklen, İslam hukukunda mahkemenin sadece bir hâkimden kurulması gerektiği, yargının bir hâkimler kurulunca yapılmasının yasak olduğu iddiası doğru değildir. Monist prensip yaygındır, ama mecburî değildir. Nitekim Mecelle’nin buna dair açık maddesi vardır. [Madde 1802: Bir dâvâyı ma‘an istima‘ ve hükmet5 M. Zeki Pakalın da nereden aldıysa almış, her halde isme bakarak toprak kadılarının toprağa, yani arâziye ilişkin dâvâlara baktıklarını söylemektedir.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
425
mek üzre nasbolunan iki hâkimden yalnız birisi ol dâvâyı istima‘ ve hükmedemez, ederse hükmü nâfiz olmaz.] Yine Halil İnalcık’tan naklen kadının tarafların talep ettiği mezhebe göre hükmedeceği iddiası da böyledir. Kadı, tarafların mezhebine göre değil, kendi mezhebine veya hükümdarın emrettiği mezhebe göre hükmeder. Davalının yemine zorlanması diye bir şey de İslâm hukukunda söz konusu değildir. Yine de, kitabın bu sahada oldukça mühim ve faydalı bir yeri vardır ve bu haliyle aşılabilmiş de değildir. Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslâm Ansiklopedisi’nde 8 sayfalık “Kadı” maddesinin Osmanlı öncesini Fahreddin Atar, Osmanlı sonrasını ise İlber Ortaylı yazmıştır. Bu maddede o zamana kadar bilinen hususlar yer almaktadır. Abdülaziz Bayındır’ın İslâm Muhakeme Usulü: Osmanlı Devri Uygulaması adlı 288 sayfalık eser, adına bakıldığında çok şey vaad etmekle beraber, esasen “Şer‘iyye Sicilleri Işığında Osmanlılarda Muhakeme Usulleri” unvanlı doktora tezinin genişletilmiş halidir. Eserin ilk 50 sayfası şer‘iyye sicilleri ve hukukun kaynaklarına ait bir giriş mahiyetindedir. Geri kalan kısım ise, neredeyse bütünüyle İslam muhakeme hukukunu teorik olarak anlatmaktadır. Mefhum olarak hâkim, dava, hüküm ele alınmakta; son bölümde ise ispat vasıtaları incelenmektedir. Binaenaleyh kitabın başlığındaki “Osmanlı Devri Uygulaması” sözü, gölgede kalmaktadır. Çünkü kitapta Osmanlı mahkemeleri ve kadısı hakkında pek bilgi yoktur. Halit Ongan’ın Ankara’nın 1 Numaralı Şer‘iye Sicili adlı eserinin girişinde, “Şer‘iye Mahkemelerine Dair Kısa Bir Tarihçe” başlığı altında, 20 sayfalık derli toplu bir izahat verilmiştir ki faydadan hâli değildir. Aydoğan Demir’in “Osmanlı Devleti’nde Nâiplik” adında 17 sayfalık bir makalesi de kayda değer. İslâm-Osmanlı hukukunda kadıların ekseriya nâib tayin edebilme yetkisi vardı. Nâibler, kadıların vekilleridir. Ancak zamanla nâib sözü kadı için kullanılmaya başlanmıştır. Bu sebeple makale, yer yer nâiplerle beraber kadılar üzerinde de söz söylemek mecburiyetinde kalmıştır. Verilen bilgiler umumî ve muhtasar olmakla beraber derli-topluluğu açısından faydadan hâli değildir. Yılmaz Öztuna da, Hayat Tarih Mecmuası’nda “Klasik Osmanlı Düzeninde Kadı ve Mahkeme” başlığı altında bir dizi yazı neşretmiştir. Popüler bir üslupla kaleme alınan bu yazılar, konuya merak duyan herkese tarih perspektifinden ilgi çekici bilgiler vermektedir. Eski hâkimlerden Hasan Basri Erk’in kaleme aldığı Meşhur Türk Hukukçuları başlıklı 672 sayfalık eser bir antoloji hüviyetindedir. Biraz gayrı muntazam da olsa bir hayli Osmanlı hukukçusunun tercümei halleri verilmiştir; bu bakımdan kıymetli bir çalışmadır. Kitabın 549. sayfasından itibaren 636. sayfaya kadar, “İzahlar” başlığı altında, İslâm hukukunun hususiyetlerinden bahsedilmektedir. Kadı, kazasker gibi Osmanlı adliyesinin unsurları hakkında bilgi verilmektedir.
426
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
Osmanlı ilmiye teşkilatı üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Mehmed İpşirli’nin doçentlik tezinden hareketle hazırladığı “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik” başlıklı uzun makalesi, kazaskerlik üzerine yapılmış en etraflı çalışmalardandır. Makalede kazaskerlik müessesesi daha ziyade tarihçi gözüyle ele alınmaktadır. Kazaskerliğin hukukî yönü üzerinde Mustafa Şentop’un “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik Kurumu” başlıklı bir doktora tezi de vardır. Mısır, Osmanlı Devleti’nin sıradan eyaletlerinden birisi olmakla beraber, gerek klasik devirde, gerekse Tanzimat sonrasında farklı bir adlî teşkilata sahip olmuştur. Bunda Mısır’da yaşayan halkın Anadolu ve Rumeli’dekinden farklı mezheplerde oluşu ve burada köklü bir devlet geleneğinin bulunmasının mühim rolü vardır. Eyyûbî ve Memlûkler devrinde kökleşmiş adliye geleneğini Osmanlılar neredeyse ibka etmiş; burada Hanefî kadısının riyasetinde diğer üç mezhepten de kadı bulundurmuştu. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın valiliğine kadar böyle devam etti. Bu tarihten sonra, Mısır’da, Anadolu ve Rumeli gibi Hanefi mezhebi resmi mezhep oldu ve yalnızca bu mezhepten kadı tayin edilmeye başlandı. Seyyid Muhammed es-Seyyid Mahmud’un XVI. Asırda Mısır Eyâleti adlı eserinin 241-261. sayfaları arasında yer alan beşinci bölüm “Mısır Eyaletinin Adli Teşkilatı” başlığını taşır ve teşkilatın klasik devirdeki vaziyetini anlatır. Mısır adliye tarihi hakkında Mısır’da hayli kitap neşredilmiştir. Misal olarak; Muhammed Zeyd Ebyânî Bey’in Muhtasar Kitâbu Mebâhisi’l-Mürâfa’âti’şŞer’iyye ve İbrahim Necib Muhammed Ivad’ın el-Kadâ fi’l-İslâm adlı kitapları verilebilir. Subhî Mahmasânî’nin el-Evda’u’t-Teşri’iyye fî’d-Düveli’l-Arabiyye adlı kitabında da, Mısır ve diğer Arap ülkelerindeki adliye teşkilatı hakkında derli toplu malumat bulmak mümkündür. Osmanlı Kadısı (Tanzimat Devri) Tanzimat devri ve bu devirde gerçekleştirilen reformlar hakkında hayli eser kaleme alınmıştır. Ancak hukukî reformlar böylesine önemli olmasına rağmen her nedense şimdiye kadar üzerinde fazla durulmuş değildir. Kanunlaştırma hareketi bu bakımdan daha şanslıdır. İlânının yüzüncü yıldönümünde Tanzimat’ın çeşitli yönleriyle incelendiği ünlü derlemede Mustafa Reşit Belgesay’ın “Tanzimat ve Adliye Teşkilâtı” adlı makalesi sahasında tek olmakla beraber, kısa ve hayli eksiktir. On sayfa bile tutmayan bu makale, sonraki çalışmalarda hep referans alınmış ve buradaki bilgiler tekrarlanmıştır. Hâlbuki Tanzimat sonrası Osmanlı adliyesi burada son derece sathî bir biçimde incelenmiş ve bu sebeple birtakım noksanlıklar, hatta hatalara düşülmüştür. Tanzimat devri adliye teşkilâtı üzerinde çalışmak her nedense ihmal edildiği için, ne yazık ki konuyla ilgili bilgiler, tek tük, bölük pörçük, öte yandan eksik ve hatalı değerlendirmelerden ibaret kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, bu satırların yazarı Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri adlı kitabı kaleme alma zaruretini his-
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
427
setmiştir. Burada Tanzimat devrinde adliye sahasında yapılan reformlar ele alındıktan sonra, bu devirdeki mahkemeler beş başlık altında etraflıca tetkik edilmiştir. Gerek klasik devirde, gerekse Tanzimat sonrası Osmanlı adliyesi hakkında Osmanlı ülkesinde bulunan seyyah ve diplomatların faydadan hâli olmayan müşahedeleri vardır. Klasik devirde Avusturya sefiri Ogier Busbecq, İngiliz sefaret kâtibi Paul Ricaut, İsveç sefaret kâtibi Ignace de Mouradgeau d’Ohsson ile Fransız seyyah Jean Baptiste Tavernier’nin kaleme aldıkları hatıra/seyahatname türü eserler buna misaldir. Bunlar bizzat şahit olduklarından ziyade, işittikleri her türlü malumatı yazmış olmakla beraber, alternatifleri fazla olmadığı için muteber tutulmuştur. Tanzimat sonrasında ise, Fransız asıllı diplomat Jean Henri Ubicini ve İngiliz sefiri Charles Eliot ile Robert Mantran ve Roderic Davison gibi müelliflerin eserleri de ehemmiyet arz eder. Kadı ve mahkemeler hakkında son devir Osmanlı müelliflerinin eski harflerle basılmış kitap ve makaleleri de hayli çoktur. Adliye teşkilatı üzerine Tanzimat devri için elde geniş bir mevzuat külliyatı bulunmaktadır. Tanzimat ismi de zaten bu kanunlaştırma hareketini sembolize eder. Ancak her zaman teori ile pratiğin aynı olmadığını göz önünde tutmak gerekir. Nitekim meselâ Nizamiye Mahkemelerinde heyet halinde hüküm vermek kanun gereği iken, birtakım imkânsızlıklarla çoğu yerde mahkemeler tek hâkimle çalışmıştır. Yine meselâ Tanzimat’tan sonra kadıların maaş ile çalışması esası kanunla kabul edildiği halde, bütçe zaruretleri sebebiyle uzunca bir müddet çoğu kadılık hâsılat usulüyle çalışmaya devam etmiştir. Sonuç Kadı ve mahkeme, bir yerde hukukun tezahürü demektir. Sosyal tarihin en mühim konusudur. Hal böyle ise de, Osmanlı kadısı ve mahkemeleri hakkında müstakil çalışma yok denecek kadar azdır. Bölük pörçük çalışmalar ise meseleyi hakkıyla ortaya koymaktan çok uzaktır. Arşiv vesikalarının tamamıyla tasnife açılmış olmamasının, klasik devrin üzerindeki belirsizlik bir yana, kadılarla alakalı çalışmaların esaslı bir alt yapıyı ve bu arada İslâm hukukunu ve Osmanlıca’yı hakkıyla bilmeyi icap ettirmesinin, araştırmacıları bu konudan uzak tutmuş olduğu anlaşılmaktadır. Şer‘iyye sicillerinin yaygın bir şekilde Latin harflerine çevrilerek kritik edilmesi bu sahada dikkate değer çalışmalar olarak göze çarpmaktadır. Bu zor, ama faydalı çalışmalar yayıldıkça, klasik devir Osmanlı kadısı ve bilhassa fonksiyonu hakkında daha etraflı ve sahih bilgiler elde etmek mümkün olacaktır. Ancak sadece Anadolu şehirlerine ait olanlar değil, bugün sınırlarımız dışında kalmış olan eski Osmanlı ülkelerindeki sicilleri de değerlendirmek zarurîdir.
428
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
Bunların epeyce bir miktarı, elverişli ortamlarda saklanmakta ve mikrofilme alınarak araştırmacılara arz edilmektedir. Osmanlı arşivlerindeki vesikalar da tasnif edildikçe, bugün muttali olmadığımız pek çok yeni husus, şüphesiz gün yüzüne çıkmış olacaktır. Gerek hukuk, gerekse tarih ve ilahiyat fakültelerinde, hatta iktisat tarihi bölümlerinde, kadılık ve kadılarla ilgili lisansüstü çalışmaların yapılması elzemdir. Araştırmacıları bu sahaya yönlendirmek yerinde olacaktır. Bu arada kadı ve kadılıkla ilgili çalışmalar yapan araştırmacılara yardımcı olacak bazı teşebbüslerde bulunmak da icap ediyor. Osmanlı hukukunu her yönüyle ele alan derli toplu eserler neşredilmeli, bu hukukun ıstılahları doğru ve etraflı bir şekilde toplanmalı ve araştırmacıların hizmetine sunulmalıdır. Osmanlı adliye tarihi tam manasıyla aydınlatılmadan, Osmanlı tarihi ve müesseselerini, hatta dünya tarihini anlamak zor olacaktır.
Osmanlı Mahkemeleri Hakkında Seçilmiş Bibliyografya Abdurrahman Âdil; Mevadd-ı Hukukiyyede Kâbiliyet-i Temyiz, Kostantiniyye, 1312. Abdurrahman Âdil; Mahkeme-i Temyiz, Kostantiniyye, 1312. Abdurrahman Âdil; Mevadd-ı Cezaiyyede Kâbiliyet-i Temyiz, Kostantiniyye, 1313. Abdurrahman Âdil; Mevadd-ı İştikâiyye ve Kâbiliyet-i Temyiz, Kostantiniyye, 1313. Abdurrahman Şeref; Tarih Musahabeleri, Ankara, 1985. Abdülhakîm bin Muhammed; el-Mürâfa’âtu’ş-Şer’iyye, Kâhire, 1329. Abdülhâlık; Usûl-i Muhâkemat-ı Cezaiyye, 2 Cilt, İstanbul, 1323-1324. “Adliye Nâzırı Beyefendiye!”; Muhamat, 11 Şevval 1330/10 Eylül 1328, sy. 15. “Adliye Nezâreti Celîlesine!”; Muhamat, 8 Şaban 1330/10 Temmuz 1328, sy. 13. A. Haydar; “Mehâkim-i Nizâmiyenin Vezâifinin Takyidi”, Ceride-i Ahkâm-ı Adliye, 1325, c. I, sy. 1, s. 25–27. Ahmed Cevdet Paşa; Maruzat, Yusuf Halaçoğlu, (haz.), İstanbul, 1980. Ahmed Cevdet Paşa; Tezâkir, 1-12, Cavid Baysun, (haz.), 3. Baskı, Ankara, 1991; 40-Tetimme, 2. Baskı, Ankara, 1986. Ahmed Lûtfî; Mir’at-ı Adalet, İstanbul, 1304. Ahmed Lûtfî Efendi; Tarih-i Lûtfî, c. VI, İstanbul, 1303. Ahmed Lûtfî Efendi; Vak’a-nüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, Münir Aktepe, (haz.), c. XIXII, Ankara, 1989. Ahmed Lûtfî Efendi; Tarih-i Ahmed Lûtfî, c. I-VI, Derseadet, 1303. Ahmed Lûtfî Efendi; Vekayi’nâme, Münir Aktepe, (haz.), c. IX, İstanbul, 1984; c. XI, 1989; c. XII, 1989; c. XIII, 1990; c. XIV, 1991; c. XV, 1993. Ahmed Midhat; Üss-i İnkılâb, İstanbul, 1294. Ahmed Ziya; Usul-i Muhakeme-i Hukukiye Kanunu Şerhi, 3. Baskı, İstanbul, 1339-1341. Akdağ, Mustafa; Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celâlî İsyanları, Ankara, 1975.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
429
Akdağ, Mustafa; Türkiye’nin İktisâdî ve İçtimâî Tarihi, 2 Cilt, İstanbul, 1974. Akgündüz, Ahmed; “Arşiv Belgeleri Işığında Şûrâ-yı Devlet’ten Danıştay’a İdarî Yargı Teşkilâtı”, II. Ulusal İdare Hukuku Kongresi- İdari Yargının Dünyada Bugünkü Yeri, Ankara, 1993. Akgündüz, Ahmed; “1274/1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnâmesinin Hukuki Kaynakları, Tatbik Şekli ve Men’-i İrtikab Kanunnâmesi”, Belleten, 1988, c. LI. Akgündüz, Ahmed; “İslâm ve Osmanlı Hukukunda Gıyapta Muhakeme Müessesesi”, Belleten, Nisan 1986, c. L, sy. 196, s. 169-200. Akgündüz, Ahmed; Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır, 1986. Akgündüz, Ahmed; Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, İstanbul, 1990; c. IV, İstanbul 1992; c. VI, İstanbul, 1993. Akgündüz, Ahmed; Şer’iye Sicilleri, c. I, İstanbul, 1988. Akman, Mehmet; Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, İstanbul, 2004. Akyıldız, Ali; Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, İstanbul, 1991. Akyüz, Vecdi; İslam Hukukunda Yüksek Yargı ve Denetim: Divan-ı Mezalim, İstanbul, 1995. Ali Haydar Efendi; Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, İstanbul, 1330. Ali Rıza ve Mehmed Galib; Onüçüncü Asr-ı Hicrîde Osmanlı Ricâli, İstanbul, 1977. Ali Şehbaz; Usul-i Cezaiyye, İstanbul, 1310. Altındağ, Selami; “Osmanlı Kadılarının Salahiyet ve Vazifeleri Hakkında”, VI. Türk Tarih Kongresi (20-26 Ekim 1961), Ankara, 1967. Anıl, Yaşar Şahin; Osmanlı’da Kadılık, İstanbul, 1993. Aral, Rüştü; “Yargı Yönünden Danıştayın Gelişimi”, Yüzyıl Boyunca Danıştay, 2. Baskı, Ankara, 1986. Arık, Feda Şamil; “Osmanlılar’da Kadılık Müessesesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), Ankara, 1997, sy. 8. Aslan, Nâsi; İslâm Yargılama Hukukunda Şühûdü’l Hal, Jüri, Osmanlı Devri Uygulaması, İstanbul, 1999. Atâî, Nev’îzâde; Hadâikü’l-Hakâik fî Tekmileti’ş-Şakâik, İstanbul, 1268. Atar, Fahreddin; İslâm Adliye Teşkilâtı, 3. Baskı, Ankara, 1991. Atar, Fahreddin ve Ortaylı, İlber; “Kadı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XXIV, s. 66-73. Atar, Fahreddin ve Fethi Gedikli; “Kaza”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XV, s. 113-119. Atçıl, Abdurrahman; “Procedure in the Otoman Court and the Duties of Kadis”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Aydın, M. Akif; “Divan-ı Ahkam-ı Adliye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. IX, s. 387-388. Aydın, M. Akif; “Osmanlı’da Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), c. I, İstanbul, 1994, s. 373–438. Aydın, M. Akif; Türk Hukuk Tarihi, 4. Baskı, İstanbul, 2001. Azad, Ghulam Murtaza; Judicial System of Islam, İslamabad, 1987. Baltacı, Cahid; “Kadi-asker Ruz-namçeleri’nin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, İslam Medeniyeti Mecmuası, Temmuz 1979, c. IV, sy. 1.
430
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
Baltacı, Cahid; XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976. Barthold, W. ve Köprülü, Fuad; İslâm Medeniyeti Tarihi, 2. Baskı, Ankara, 1963. Bayındır, Abdülaziz; İslâm Muhakeme Hukuku-Osmanlı Devri Uygulaması, İstanbul, 1986. Bayındır, Abdülaziz; “Osmanlı’da Yargının İşleyişi”, Osmanlı, c. I, Ocak-Şubat 2000. Bedrosyan, M.; Rehber-i Mesâlih-i Adliye, İstanbul, 1301. Behiy, Ahmed Abdülmün’im; Tarihü’l-Kadâ fi’l-İslâm, Kâhire, 1965. Bekir Behlül; “Islahat-ı Adliyye”, Mizanü’l-Hukuk, 1325, c. I, sy. 44; 1326, c. II, sy. 1, s. 8-16. Belgesay, M. Reşit; “Tanzimat ve Adliye Teşkilâtı”, Tanzimat I, İstanbul, 1940, s. 211-220. Berkes, Niyazi; Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978. Berki, Ali Himmet; İslâmda Kazâ ve Tevâbii, Ankara, 1962. Bilge, Mustafa; İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984. Bilge, Necip; “Karar Düzeltmenin İslâm Hukukundaki Dayanağı”, K. Fikret Arık’a Armağan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1973, s. 63–79. Bilgen, Pertev; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Hukuk Devleti Fikri ve 3 Mayıs 1840 Tarihli Ceza Kanunnâme-i Hümâyunu”, Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, Eylül 1991, sy. 2. Bilici, Faruk; “İmparatorluktan Cumhuriyete Geçiş Döneminde Osmanlı Ulemâsı”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Ankara, 1990. Bilmen, Ömer Nasuhi; Hukuk-ı İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1985. Bilsel, Cemil; Lozan, c. II, İstanbul, 1933. Bingöl, Sedat; “Tanzimat Sonrası Taşra ve Merkezde Yargı Reformu”, Osmanlı, c. I, OcakŞubat 2000 s. 751-763. Bolat, Cahide; “Tanzimat Döneminde Kadılık Kurumu 1839–1876”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993. Bozkurt, Gülnihal; “A.B.D.Vatandaşlığı İddiasında Bulunan Osmanlı Vatandaşlarına Dâir Bazı Amerikan Belgeleri”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Jale G. Akipek’e Armağan, Konya, 1991. Bozkurt, Gülnihal; Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996. Bozkurt, Gülnihal; Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, Ankara, 1989. Bozkurt, Gülnihal; “İslâm Hukukunda Zimmîler”, Dokuz Eylül Ü. Hukuk F. D. Kudret Ayiter’e Armağan, c. III, sy. 1-4, 1987. Bozkurt, Gülnihal; “Türkiye’de Hukuk Eğitiminin Tarihçesi”, Hukuk Öğretimi Sempozyumu, 13-14 Mayıs 1993, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Adnan Güriz, (ed.), Ankara, 1993. Busbecq, Ogier Ghiselin de; Türkiyeyi Böyle Gördüm, Aysel Kurutluoğlu, (haz.), tz., Tercüman 1001 Temel Eser. Celâl Nuri; “Havâic-i Kanuniyyemiz”, İctihad, 02.05.1329, sy. 64. Ceride-i İlmiyye. Ceride-i Mehâkim. Cin, Halil; “Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku ve Muhakeme Usulleri”, 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız, (ed.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1992, s. 11-32.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
431
Cin, Halil ve Akgündüz, Ahmet; Türk Hukuk Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, 1995. Cin, Halil ve Akyılmaz, Gül; Türk Hukuk Tarihi, Konya, 2003. Çadırcı, Musa; “Osmanlı İmparatorluğunda Eyâlet ve Sancaklarda Meclislerin Oluşumu”, Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur Armağanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1985. Çadırcı, Musa; Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, 2. Baskı, Ankara, 1997. Çadırcı, Musa; “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, Ağustos 1988, c. LII, sy. 203. Çadırcı, Musa; “Tanzimat’ın Îlânı Sıralarında Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Kurumu ve 1838 Tarihli Tarîk-i İlmiyye’ye Dâir Ceza Kânunnâmesi”, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi. 1982, c. XIV, sy. 25. Çiçek, Kemal; “Interpreters of the Court in the Ottoman Empire as seen from the Sharia Court Records of Cyprus”, Islamic Law and Society, 2002, c. IX, sy. 1. Çoker, Fahri; “Tanzimat’ın Hukuk Kurumları”, Tarih ve Toplum, Kasım 1989, c. XII, sy. 70. Davison, Roderic; Osmanlı İmparatorluğunda Reform, 2 Cilt, trc.: O. Akınhay, İstanbul, 1997. Demir, Aydoğan; “Osmanlı Devleti’nde Naiplik”, Tarih ve Toplum, Aralık 1994, sy. 132, s. 41–58. Downey, Fairfax; Kanuni Sultan Süleyman, trc.: Enis Behiç Koryürek, İstanbul, 1975. Düstur; Birinci Tertib. Düzdağ, M. Ertuğrul; Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin Fetvâları, 2. Baskı, İstanbul, 1983. Ebyânî Bey, Muhammed Zeyd; Muhtasar Kitâbu Mebâhisi’l-Mürâfa’âti’ş-Şer’iyye, Kâhire, 1332/1914. “Ecnebi hâkimler müstemlekelerde olur!”, Sebîlü’r-Reşâd, 1334, c. XV, sy. 384. Ekinci, Ekrem Buğra; Ateş İstidası, İslâm-Osmanlı Hukukunda Mahkeme Kararlarının Kontrolü, İstanbul, 2001. Ekinci, Ekrem Buğra; “Konya Hukuk Mektebi ve Osmanlılar’da Hukuk Öğrenimi”, Tarih ve Medeniyet, sy. 58, Ocak 1999, s. 50–52. Ekinci, Ekrem Buğra; “Mecelle’de Kanun Yolları”, Marmara Üniversitesi Hukuk FakültesiArgumentum, Ocak-Aralık 2000, c. IX-XI, sy. 58, s. 483–488. Ekinci, Ekrem Buğra; Osmanlı Mahkemeleri, İstanbul, 2004. Ekinci, Ekrem Buğra; “Tanzimat Devri Osmanlı Mahkemeleri”, Osmanlı, c. I, Ocak-Şubat 2000. Eliot, Sir Charles; Avrupa’daki Türkiye, trc.: A. Sınar ve Ş. S. Türet, İstanbul, tz. Elöve, Mustafa E.; “Yüzyıl Boyunca Danıştay”, İstanbul Barosu Dergisi, 1968, c. XLII, sy. 7-8. Emecen, Feridun; “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme”, XVIII. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, Tülay Artan, (ed.), İstanbul, 1998. Emin Hacı; “Fatımî Mısır’ında Adalet Kurumları”, trc.: Fethi Gedikli, İslâm Hukuku, Aziz el-Azme, (ed.), İstanbul, 1992, s. 249-270. Emin Vedad; Cumhuriyet ve Cumhuriyette Adliye, Ankara, 1340. Engelhardt, Edouard P.; Tanzimat, trc. A. Düz, İstanbul, 1976. Eren, Cevat; “Tanzimat”, İslam Ansiklopedisi, c. XI, s.709-765.
432
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
Ergene, Bogac; Local Court, Provincial Society and Justice in the Ottoman Empire: Legal Practice and Dispute Resolution in Cankiri and Kastamonu (1652–1744), Boston ve Leiden: Brill Academic Publishers, 2003. Ergene, Bogac; “On Ottoman Justice: Interpretations in Conflict (1600–1800)”, Islamic Law and Society, 2001, c. VIII, sy. 1, s. 52–87. Ergin, Osman Nuri; Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977. Eryılmaz, Bilal; Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, İstanbul, 1992. Esad Efendi; Osmanlılarda Töre ve Törenler: Teşrifat-ı Kadîme, İstanbul, 1979. Evâmir ve Mukarrerât-ı Şer’iyye Mecmuası, Dersaadet, 1300. Fatma Aliye; Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı, İstanbul, 1995. Fendoğlu, Hasan Tahsin; “Osmanlıda Kadılık Kurumu ve Yargı Bağımsızlığı”, Osmanlı, c. IV, s. 453–469. Fendoğlu, Hasan Tahsin; Türk Anayasa Tarihinde Yargı Bağımsızlığı, İstanbul, 1996. Fendoğlu, Hasan Tahsin; Türk Hukuk Tarihi, İstanbul, 2000. Ferrâ, Ebû Ya’lâ; el-Ahkâmü’s-Sultaniyye, 2. Baskı, Kâhire, 1386/1966. Findley, Carter V.; Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, trc.: L. Boyacı ve İ. Akyol, İstanbul, 1994. Gerber, Häim; “Osmanlı Hukukunda Şeriat, Kanun, Örf: XVII.Yüzyıl Bursa’sı Mahkeme Kayıtları”, trc.: Mehmet Akman, Hukuk Araştırmaları, İstanbul, 1994, c. VIII, sy. 1–3, s. 265-291. Gibb, H. A. R. ve Bowen, Harold; Islamic Society and the West, c. I, Kısım: II, Londra: Oxford University Pres, 1969. Gökbilgin, Tayyib; “Tanzimat Hareketinin Osmanlı Müesseselerine ve Teşkilâtına Etkisi”, Belleten, 1967, c. XXXI. Gökcen, Ahmet; “Adliye Teşkilatımızın Tarihi Gelişimi ve 1879 Tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatı”, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul, 1999, s. 343–400. Göreli, İ. Hakkı; Bizde Şurayı Devlet ve İdarenin Kazâi Murakabesi, İstanbul, 1937. Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu ve Onu Ta’kîben Neşr Olunan Kavânîn ve Nizâmât, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi, 3236 numaralı yazma. Gündüz, Aslan; “Adli İmtiyazlar: Lozan ve Sonrası”, Mahmut R. Belik’e Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1993. Gür, Ahmet Refik; “Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Müessesesi”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, No. 18. Hacı Reşid Paşa; Ruhu’l-Mecelle, c.VIII, Dersaadet, 1328. Halaçoğlu, Yusuf; XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, Ankara, 1991. Halil Cemaleddin ve Hırand Asador; Ecânibin Memâlik-i Osmaniyye’de Hâiz Bulundukları İmtiyazat-ı Adliyye, İstanbul, 1331. Hamidullah, Muhammed; “Halîfe Hz. Ömer Devrinde Adli Teşkilât”, trc.: Fahrettin Atar, İlim ve Sanat, Ocak-Şubat 1989, sy. 23, s. 45–53. Hassaf, Ebû Bekr; Edebü’l-Kâdi, Beyrut, 1994. Heyd, Uriel; “Eski Osmanlı Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: Selahaddin Eroğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1983, sy. 26, s. 633–652.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
433
Heyd, Uriel; “Some Aspects of the Ottoman Fetvâ”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 1969, c. XXXII, Kısım I, s. 35–56. Heyd, Uriel; Studies in the Old Ottoman Criminal Law, Oxford, 1973. Hezarfen Hüseyin Efendi; Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân, Sevim İlgürel, (haz.), Ankara, 1998. Hırzü’l-Mülûk (Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Kaynaklar), Yaşar Yücel, (nşr.), Ankara, 1988. Huart, Clement; “Kazasker”, İslam Ansiklopesi, c. VI, s. 522. “Hükkâm-ı Şer‘ ve Memurîn-i Şer‘iyye Kanun-ı Muvakkati Esbâb-ı Mucibe Lâyihası”, Beyânü’l-Hak, 1328/1326, c. II, sy. 59, s. 1197-1200; c. III, sy. 60, s. 1215-1218; c. III, sy. 61, s. 1230-1234. Hüseyn Avni; Askerî Ceza Kanunu Şerhi, Mihran, (nşr.). Ivad, İbrahim Necib Muhammed; el-Kadâü fi’l-İslâm, Kâhire, 1395/1975. İbni Ferhun; Tabsıratü’l-Hükkâm, (Şeyh Uleyş’in Fethü’l-Aliyyi’l-Mâlik kitabı kenarında basılmış), 2 Cilt, Kâhire, 1378/1958. İbni Haldun; Mukaddime, trc.: Zâkir Kadiri Ugan, İstanbul, 1989. İbni Kayyım el-Cevziyye; İ’lâmu’l-Muvakki’în, Kâhire, 1388/1968. İbnüssalih Ahmed Refik; “Devlet-i Osmaniye ile Akvam-ı Kadime ve Hükûmat-ı Muhtelifede Müddeî-yi Umumîliğin Suret-i Zuhur ve Tekemmülü ve Hukuk-ı Umumiyye Dâvâsının İkâmesindeki Suver-i Erbea”, Ceride-i Adliye, 20.03.1330, c. IV, sy. 104, s. 5674-5678; sy. 105, s. 5721-5729. İbrahim Edhem; “Islahat-ı Adliyye”, Mizanü’l-Hukuk, 1325, c. I, sy. 43, s. 499-501. İbrahim Hakkı Paşa; Hukuk-ı İdare, İstanbul, 1328. İlgürel, Mücteba; “Subaşılık Müessesesi”, Journal of Turkish Studies, 1983, sy. 7, s. 251261. İlmiyye Salnâmesi, İstanbul, 1334. İnal, İbnülemin Mahmud Kemal; Son Sadrazamlar, 3. Baskı, İstanbul, 1982. İnalcık, Halil; “Mahkeme”, İslam Ansiklopedisi, c. VII, s. 149-151. İnalcık, Halil; “Şikayet Hakkı: Arz-ı Hal ve Arz-ı Mahzarlar”, Osmanlı Araştırmaları, 1988, sy. 7-8, 1988, s. 33-45. İpşirli, Mehmet; “Anadolu Kazaskeri Sinan Efendi Hakkında Yapılan Tahkikat ve bunun İlmiye Teşkilâtı Bakımından Önemi” İslâm Tetkikleri Dergisi, 1984, c. VIII, Cüz: 1-4, s. 205-218. İpşirli, Mehmet; “Arzuhal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. III, s. 447-448. İpşirli, Mehmet; “Bâb Mahkemesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. IV, s. 362. İpşirli, Mehmet; “Bilâd-ı Selâse”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İpşirli, Mehmet; “Cellâd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İpşirli, Mehmet; “Cuma Selamlığı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İpşirli, Mehmet; “Ehl-i Örf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İpşirli, Mehmet; “Huzur Murafaası”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İpşirli, Mehmet; “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik”, Belleten, Aralık 1998, c. LXI, sy. 232, s. 597-669. İpşirli, Mehmet; “Osmanlı İlmiye Teşkilatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi , Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), c. I, İstanbul, 1994, s. 247-279.
434
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
İpşirli, Mehmet; “Osmanlı İlmiye Teşkilatında Mülazemet Sisteminin Önemi ve Rumeli Kadıaskeri Mehmed Efendi Zamanına Ait Mülazemet Kayıtları”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 1981-1982, sy. 10-11. İsmail Sem‘î; Usul-i Muhakemenin Tarihçesi, İstanbul, 1324. İzmirli İsmail Hakkı; Kitabu’l-İftâ ve’l-Kadâ, Evkaf Matbaası, 1326/1328. Jennings, Ronald C.; “Kadı, Court and Legal Procedure in 17th C. Otoman Kayseri”, Stvdia Islamica, 1978, sy. 48. Jennings, Ronald C.; “Limitations of The Judical Powers of The Kadı in 17th C. Ottoman Kayseri”, Stvdia Islamica, 1979, sy. 50. Jennings, Ronald C.; “The Office of Vekil (Wakil) in 17th century Ottoman Sharia Courts”, Stvdia Islamica, 1976, sy. 42. Jennings, Ronald C.; “The Use of oaths at an Ottoman Sharia Court Lefkoşa (Nicosia), (1580-1640)”, Journal of Turkish Studies, 1996, sy. 20. Kamali, Muhammad Hashim; “Appellate Review and Judicial Independence in Islamic Law”, Islam and Public Law, Chibli Mallat, (ed.), Londra, 1993, s. 49-83. Karadeniz, Feriha; “Complaints Against the Kadis and Abuses of Their Authority”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi, 1996. Karakaçan, Mukadder; “Osmanlı Devleti’nde Kadıların İdari Görevleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. Kasbaryan, Arisdakis; İ’lâmat Torbası yahud Tefsir-i Usul-i Muhakeme-i Hukukiye, İstanbul, 1316. Kazanlı Halîm Sâbit; “İslâmiyyetde Ruhâniyyet, Cismâniyyet Var mı?”, Sırat-ı Müstakîm, 1324, sy. 23, s. 359–361. Kettânî, M. Abdülhay; et-Terâtibü’s-siyasiyye, trc.: Ahmed Özel, İstanbul, 1991. Khadduri, Majid; The Islamic Conception of Justice, Baltimore, 1984. Kitâbu Mesâlihi’l-Müslimîn ve Menâfi’i’l-Mü’minîn; Yaşar Yücel, (nşr.), Ankara, 1988. Kitâb-ı Müstetâb; Yaşar Yücel, (nşr.), Ankara, 1988. Koçi Bey Risâlesi; Zuhuri Danışman, (haz.), Ankara, 1985. Koçu, Reşat Ekrem; “Ateş İstidâsı”, Tarihimizde Garip Vakalar, 2. Baskı, İstanbul, 1958. Koçu, Reşat Ekrem; “Başa Hasır Yakmak”, İstanbul Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul, 1960. Kumo, Suleiman; “The Rule of Law and Independence of the Judiciary Under the Sharia”, Journal of Islamic Comperative Law, 1978, sy. 7, s. 100-106. Küçük Hamdi; “İslâmiyyet ve Hilâfet ve Meşîhat-i İslâmiyye”, Beyânü’l-Hak, 1327/1324, c. I, sy. 22, s. 511-514. Layish, Aaron; “Qadis and Shari’a in Israel”, Asian and African Studies, 1971, sy. 7, s. 237272. Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, trc.: M. Kıratlı, Ankara, 1993. Lybyer, Albert Howe; Kanunî Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğunun Yönetimi, trc.: Seçkin Cılızoğlu, İstanbul, 1987. “Mahkeme-i Şer’iyyeler Kalıyor mu?”; Sebîlü’r-Reşâd, 1339, c. XXII, sy. 571-572. Mahmasânî, Subhi; el-Evda’u-t-Teşriyye fi’d-Düveli’l-Arabiyye, 2. Baskı, Beyrut 1962. Mahmud Esad; Usul-i Muhakeme-i Hukukiyye, İstanbul, 1306. Mantran, Robert; XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, trc.: M. Ali Kılıçbay ve Enver Özcan, Ankara, 1990.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
435
Maoz, Moshe; Ottoman Reform in Syria and Palestine 1840-1861, Oxford, 1968. Mardinîzâde Ebû’l-ûlâ; “Muhtelit Mahkemeler”, Sırat-ı Müstakîm, 1324, sy. 10, s. 165170; sy. 12. Mardin, Ebulula; “Kadı”, İslam Ansiklopedisi, c. VI, s. 42-46. Mardin, Ebulula; Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa, İstanbul, 1946. Mardin, Şerif; “Mecelle’nin Kaynakları Üzerine Açıklayıcı Notlar”, Türk Modernleşmesi, İstanbul, 1991. Mâverdî, Ebû’l-Hasen; el-Ahkâmü’s-Sultaniyye, 3. Baskı, Kâhire, 1393/1973. Mâverdî, Ebû’l-Hasen; Edebü’l-Kâdî, 2 Cilt, Bağdat, 1391/1971. Mazhar ve Tal’at; Esbâb-ı Nakziyye-i Temyiziyye, İstanbul, 1328. Mehmed Şevki, Cabirzâde; Tâyin-i Merci, İstanbul, 1322. Mesud Efendi; Mir’at-ı Mecelle, İstanbul, 1299. Mumcu, Ahmet; “Hukukçu Gözüyle Mustafa Reşid Paşa”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri (13-14 Mart 1985), 2. Baskı, Ankara, 1994. Mumcu, Ahmet; Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümâyun, Ankara, 1976. Mumcu, Ahmet; Osmanlı Devletinde Rüşvet, Ankara, 1969. Mumcu, Ahmet; Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara, 1963. Mumcu, Ahmet; Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, Ankara, 1972. Mustafa Reşid, “Mehâkim-i İsti’nâfiyye Teşkilâtına Dair”, Ceride-i Ahkâm-ı Adliyye, 13391340, c. II, sy. 16-17-18, s. 696-701. Müstekimzâde Süleyman Saadeddin Efendi; Devhatü’l Meşâyih (Ahmed Rifat Efendi Zeyli İle Beraber), İstanbul, 1978. Nahal, Galal H.; The Judicial Administration of Ottoman Egypt in the Seventeeth Century, Chicago, 1979. Nebhan, Faruk; İslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, trc.: S. Armağan, İstanbul, 1980. Nev’îzade Atâî; Hadaikü’l-Hakaik fi Tekmileti’ş-Şakaik, Matbaa-yı Âmire, 1268. Nizamülmülk; Siyasetnâme, trc.: M. Şerif Çavdaroğlu, İstanbul, 1954. d’Ohsson, Mouradgeau; Tableau General de L’Empire Otoman, Paris, 1788-1824. Onar, S. Sami; İdare Hukukunun Umumi Esasları, c. I, 3. Baskı, İstanbul, 1966. Ongan, Halit; Ankara’nın 1 Numaralı Şer’iye Sicili, Ankara, 1958. Ongan, Halit; Ankara’nın 2 Numaralı Şer’iye Sicili, Ankara, 1974. Ortaylı, İlber; Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’nde Kadı, Ankara, 1994. Ortaylı, İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. Baskı, İstanbul, 1995. Ortaylı, İlber; “Osmanlı Devletinde Lâiklik Hareketleri Üzerine”, Ümit Yaşar Doğanay’ın Anısına Armağan, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1982. Ortaylı, İlber; “Osmanlı Kadısı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1975, c. XXX, sy. 1-4, s. 117-128. Ortaylı, İlber; “Osmanlı Kadısının Taşra Yönetimindeki Rolü Üzerine”, Amme İdaresi Dergisi, 1976, c. IX, sy. 1, s. 95-107. Ortaylı, İlber; “Osmanlı Şehirlerinde Mahkeme”, Bülent Nuri Esen Armağanı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, s. 245-264.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
436
Ortaylı, İlber; Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler, Ankara, 1974. Ortaylı, İlber; Türkiye İdare Tarihi, Ankara, 1979 Osman Nuri; Mecelle-i Umur-i Belediye, İstanbul, 1337. Ostrorog, Dr. Count Léon; Ankara Reformu, trc.: Y. Ziya Kavakçı, İstanbul, 1972. Ömer Hilmi; Mi’yar-ı Adalet, İstanbul, 1301. Özarpat, M. Hilmi; Askeri Ceza Yargılama Usulü Hukuku, 2. Baskı, Ankara, 1950. Özcan, Abdülkadir; “Dergâh-ı Âlî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. IX, s. 174. Özcan, M. Tevfik; “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Kurumlaşmasının Tarihçesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 2003, c. LXI, sy. 1-2, s. 85174. Özdeş, Orhan; “Danıştayın Tarihçesi”, Yüzyıl Boyunca Danıştay, 2. Baskı, Ankara, 1986. Özel, Ahmed; İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul, 1982. Özer, Y. Ziya; “Adalet Teşkilâtının Tarihi Tekâmülü”, Adliye Ceridesi, 1936. Özergin, M. Kemal; Rumeli Kadılıkları’nda 1078 Düzenlemesi. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara, 1976, s. 251-309. Özkaya, Yücel; “XVIII. Yüzyılda Çıkarılan Adalet-nâmelere göre Türkiye’nin İç Durumu”, Belleten, 1974, c. XXXVIII, sy. 151, s. 445-491. Özkaya, Yücel; XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı, Ankara, 1985. Öztuna, Yılmaz; “Kadılar”, Tarih ve Medeniyet, Ocak 1995, sy. 11, s. 26-30. Öztuna, Yılmaz; “Klasik Osmanlı Düzeninde Kadı ve Mahkeme”, Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1977, sy. 5, s. 9–12; Haziran 1977, sy. 6, s. 4–7; Temmuz 1977, sy. 7, s. 4–8. Pakalın, M. Zeki; “Avrupa Tüccarı”, “Evkaf-ı Hümâyun Müfettişliği”, “Haremeyn Nezâreti”, “Hayriye Tüccarı”, “Huzur Mürâfaaları”, “Kadı”, “Kazasker” Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983. Peirce, Leslie; Morality Tales, Law and Gender in the Ottoman Court of Aintab, The University of California Press, 2003. Repp, R. C.; The Mufti of Istanbul, Londra, 1986. Ricaut, Paul; Türklerin Siyasî Düsturları, M. Reşat Uzmen, (haz.), Tercüman 1001 Temel Eser, tz. Sâbit; Usul-i Muhakeme-i Hukukiyye, İstanbul, 1302. Said; Mehâkim, Dersaadet, 1306. Said Halim Paşa; Buhranlarımız, Tercüman 1001 Temel Eser, tz. Said Paşa; Hâtırat, Dersaadet, 1328. Sakaoğlu, Necdet; “Bâb Naibliği”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. I, s. 513-514. Schacht, Joseph; An Introduction to Islamic Law, 2. Baskı, Oxford, 1966. Schacht, Joseph; “Mahkeme”, İslam Ansiklopedisi, c. VII, s. 146-149. Seçkin, Recai; Yargıtay, Ankara, 1967. Selle, Friedrich; Prozessrecht des 16. Jahrhunderts im Osmanischen Reich, Wiesbaden, 1962. Seviğ, Vasfi Raşid; Askeri Adalet, Birinci Kısım, Ankara, 1955.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
437
Seyitdanlıoğlu, Mehmet; Tanzimat Döneminde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Ankara, 1994. Seyyid Hasen Sıdkı; Vezâifü’l-Kudat, İstanbul, 1291. Seyyid Hâşim; “Tevhid-i Kazâ Mes’elesi”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, EylülTeşrinievvel 1333/1917, Sene: 2, sy. 10, s. 787–792. Seyyid Muhammed es-Seyyid Mahmud; XVI. Asırda Mısır Eyâleti, İstanbul, 1990. Shapiro, Martin; Courts: A Comparative and Political Analysis, 1986. Shapiro, Martin; “Islam and Appeal”, California Law Review, 1980, c. LXVIII, s. 350–381. Shaw, Ezel Kural; “Tanzimat Provincial Reform As Compared With European Models”, 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız, (ed.), Ankara, 1992. Shaw, Stanford J.; “Local Administrations in the Tanzimat”, 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız, (ed.), Ankara, 1992. Shaw, Stanford J.; “Merkezi Yasama Meclisleri”, trc.: Püren Özgören, Tarih ve Toplum, 1990, sy. 76. Shaw, Stanford J. ve Shaw, Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, trc.: M. Harmancı, İstanbul, 1983. Singer, Amy; Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler, trc.: Sema Bulutsuz, İstanbul, 1996. Sivrikaya, İbrahim; “Osmanlı Devletinde Hukuk Kaidelerinin Gelişimi ve Tanzimattan Sonraki Uygulanışı”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 1972, sy, 1. Sungu, İhsan; “Yeni Osmanlılar”, Tanzimat I, İstanbul, 1940. Şentop, Mustafa; “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik Kurumu”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. Şentop, Mustafa; “Şer’iyye Mahkemelerinde İstinaf ve Temyiz”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. Şentop, Mustafa; Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku, İstanbul, 2004. Takvim-i Vekayi‘. Tal’at; Zeyl-i Sakk ve Usul-i Muhakeme-i Hukukiye Şerhi, İstanbul, 1302. Taneri, Aydın; Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Döneminde Vezîr-i a’zamlık, 2. Baskı, İzmir, 1997. Taneri, Aydın; Türk Devlet Geleneği, 2. Baskı, İstanbul, 1993. Tarhan, Nuri; “Ahmet Cevdet Paşa”, Yargıtayın Yüzüncü Yıldönümü Armağanı, İstanbul, 1968. Tarîk-i İlmiyeye Dâir Ceza Kanunnâmesi; Dârü’t-tabaati’l-Âmire, Rebiülevvel 1254. Taşkın, Rifat; Askeri Ceza Kanunu-Şerh, 7. Baskı, Ankara, 1944. Taşköprüzâde Ahmed İsâmeddin Efendi; Şakâyıkü’n -Nu’maniyye fi Ulemâi’d-Devleti’lOsmâniye, [Türkçesi: Hadâikü’l-Şakâyık fi Tercemeti’ş-Şekâik, trc.: Edirneli Mecdi Efendi], 2 cilt, Matbaa-yı Âmire, 1269. Tavernier, Jean Baptiste; XVII. Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a Seyahat, trc.: Ertuğrul Gültekin, İstanbul, 1980. Tevfik Târık; Usul-i Muhakemat-ı Hukukiyye ve Mevadd-ı Müzeyyele ve İzahnâmesi, İstanbul, 1327-1329. Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi; Millî Tetebbu’lar Mecmuası, 1331, c. I, sy. 3, s. 497-544.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
438
Timur, Hıfzı; “Metternich’den İstanbul’da Baron Von Stürmer’e: Türkiye’de Abdülmecid’in Islahatı Hakkında”, (Tercüme), Tanzimat I, İstanbul, 1940. Tönük, Vecihi; Türkiye’de İdare Teşkilâtının Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durum, Ankara, 1945. Ubicini, M. A.; Türkiye:1850, trc.: Cemal Karaağaçlı, İstanbul, tz. Ubicini, M. A.; 1855’de Türkiye, trc.: Ayda Düz, İstanbul, 1977. Uluskan, Murat; “Divan-ı Hümayun Çavuşbaşılığı (XVI-XVII Yüzyıllar)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 1998. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilâtı, 3. Baskı, Ankara, 1988. Üçok, Coşkun, “İslâm Hukukunun Temel Kurallarından İçtihatla İçtihat Nakzedilmez”, İmran Öktem’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1970, s. 39–46 Üçok, Coşkun, “Savcılıkların Avrupa Hukukunda Gelişmesi ve Türkiye’de Kuruluşu”, Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay’ın Hatırasına Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1964. Üçok, Coşkun - Mumcu, Ahmet ve Bozkurt, Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, 8. Baskı, Ankara, 1996. Veldet, Hıfzı, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul, 1940, s. 139–209. Velidedeoğlu, H. Veldet; “Türk Hukuk Hayatındaki Düalizm ve Şer‘î Hukuktan Laik Hukuka Geçiş”, Yargıtay Yüzüncü Yıldönümü Armağanı, İstanbul, 1968. Yaman, Talat Mümtaz; Osmanlı İmparatorluğunun Mülki İdaresinde Avrupalılaşma Hakkında Bir Kalem Denemesi, İstanbul, 1940. Yavuz, Hulûsi, “Adliye Nezâreti: Kuruluşu, Teşkilât ve İşleyişi”, Osmanlı Devleti ve İslâmiyet, İstanbul, 1991. Yavuz, Hulûsi, “Mecelle’nin Tedvîni ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri”, Ahmed Cevdet Paşa Semineri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1986, s. 56–57. Yenisey, Feridun; “Ceza Yargılamasında ve Adli Teşkilâtta Cumhuriyet Öncesi Durum ve Cumhuriyetten Sonraki Gelişmeler”, Doğumunun 100.Yılında Atatürk Sempozyumu, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1983. Yorgaki; Teşkilât-ı Mehâkim Kanunu, İstanbul, 1325. Yorgaki ve Şevket, Usul-i Muhakeme-i Hukukiye Kanun-ı Muvakkati Şerhi, Kostantiniyye, 1304. Yurdakul, İlhami; “Osmanlı Devleti’nde Şer‘î Temyîz Kurumları”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996. Yurdakul, Necdet; Osmanlı Devleti’nde Ticaret Antlaşmaları ve Kapitülasyonlar, İstanbul, 1981. Yücel, Yaşar; “Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dâir Genel Gözlemler”, Belleten, 1974, c. XXXVIII, sy. 152. Zeydan, Abdülkerim; Nizamu’l-Kadâ, Bağdat, 1404/1984. Zeydan, Corci; Medeniyyet-i İslâmiyye Tarihi, trc.: Zeki Megamiz, İstanbul, 1971. Ziya Gökalp, “Diyanet ve Kazâ”, İslâm Mecmuası, 1331, c. II, sy. 35, s. 756–760. Zürcher, Erik Jan; Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, 1996.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü
439
On the Literature of Ottoman Courts and the Qadi Ekrem Bu¤ra EK‹NC‹ Abstract The judge and the court mean the manifestation of the law in any place. It is the most important topic of the social history. Nevertheless there are only a few separate studies concerning Ottoman qadis and courts. As for the studies in bits, they are insufficient in order to bring the matter to light properly. It appears that the researchers have been restrained away from this topic because of the archive documents have not been completely opened to classification, and apart from the uncertainity over the classic period, the studies concerning qadis are required basic, in addition, to know the Islamic law and Ottoman language sufficiently. Unless the Ottoman court system history has been clarified thoroughly, it would have been difficult to understand the Ottoman history and its institutions, and even the world history. Keywords: Ottoman qadi, Ottoman court, Islamic law, court, qadi.
Osmanl› Devleti’nde Mahkemeler ve Kad›l›k Müessesesi Literatürü Ekrem Bu¤ra EK‹NC‹ Özet Kadı ve mahkeme, bir yerde hukukun tezahürü demektir. Sosyal tarihin en mühim konusudur. Hal böyle ise de, Osmanlı kadısı ve mahkemeleri hakkında müstakil çalışma yok denecek kadar azdır. Bölük pörçük çalışmalar ise meseleyi hakkıyla ortaya koymaktan çok uzaktır. Arşiv vesikalarının tamamıyla tasnife açılmış olmamasının, klasik devrin üzerindeki belirsizlik bir yana, kadılarla alakalı çalışmaların esaslı bir alt yapıyı ve bu arada İslâm hukukunu ve Osmanlıca’yı hakkıyla bilmeyi icap ettirmesinin, araştırmacıları bu konudan uzak tutmuş olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı adliye tarihi tam manasıyla aydınlatılmadan, Osmanlı tarihi ve müesseselerini, hatta dünya tarihini anlamak zor olacaktır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı kadısı, Osmanlı Mahkemesi, İslam Hukuku, Mahkeme, Kadı
440
TAL‹D, 3(5), 2005, E. B. Ekinci
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
441
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 441-475
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme Pehlul DÜZENL‹1
I. Biyografisi
Adı Muhammed,2 Ahmed,3 İmâdüddîn,4 İbnü’ş-Şeyh Muhyiddin5 b. Muhammed b. Mustafa el-İskilîbî,6 el-İmâdî”,7 el-Hanefî8 olarak kaydedilen Ebussuûd Efendi’nin biyografisi hakkında farklı tespitler bulunmaktadır. Baysun,9 Aydemir,10 Imber,11 Akgündüz,12 Demir13 ve Bostan14 bu tespitlerle ilgili çeşitli 1 Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Öğrencisi. 2 İbnü’l İmâd el Hanbelî, Şuzurâtü’z-Zeheb, c. VIII, s. 398 400; Muhammed Abdülhayy el Leknevî, el Fevâdiü’l-Behiyye fi Terâcimi’l-Hanefiyye, Mısır, 1324, s. 82. 3 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Arifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, İstanbul, 1956, c. II, s. 253; Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul, 1306, c. I, s. 722. 4 Murat Uraz, Türk Edip ve Şairleri, İstanbul, 1939, c. I, s. 75. 5 Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi, Devhetü’l-Meşâyih, İstanbul, 1978, s. 23-24; Şemseddin Sâmî, Kâmûs, c. I, s. 722. 6 İbnü’l İmâd el Hanbelî, Şuzurâtü’z-Zeheb, c. VIII, s. 398-400; el-Leknevî, el Fevâdiü’l-Behiyye, s. 82. 7 Müstakimzâde, Devha, s. 23-24. 8 İbnü’l İmâd el Hanbelî, Şuzurâtü’z-Zeheb, c. VIII, s. 398-400; el-Leknevî, el Fevâdiü’l Behiyye, s. 82. 9 M. Cavid Baysun, “Ebussuûd”, İA, İstanbul, 1993, c. IV, s. 92-99. 10 Abdullah Aydemir, Büyük Türk Bilgini Ebussuûd Efendi ve Tefsir’deki Metodu, Ankara, tz. 11 Colin Imber, Şeriattan Kanuna, Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk, trc.: Murteza Bedir, İstanbul, 2004, s. 13-14. 12 Ahmed Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, İstanbul, 1994, c. X, s. 365.
2
442
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
yorumlar yapmışlardır. Bu tartışmalara temel teşkil eden bilgileri; icâzetnâme,15 vakfiye,16 şeyhülislâmlık beratı,17 mektupları,18 yazma eser kütüphanelerinde bulunan çeşitli kayıtlar,19 fetvâ mecmûaları, sakkler20 ile tarih kaynaklarında bulmak mümkündür. Fetvâ mecmûalarındaki en sağlıklı bilgiler fetvâ şukkaları21 ile fetvâlarının derlendiği mecmûaların mukaddimelerinde22 yer almaktadır. Ebussuûd Efendi’nin, yaygın olarak kullanılan ismi Ebussuûd’dur. Ancak Arapça kökenli23 olmakla beraber, Osmanlılar arasında da kullanıldığı görülen24 bu kelimenin, Ebussuûd Efendi’ye kim tarafından verildiği, isim, lakap ya da künye olarak hangi amaçla kullanıldığı hakkında kaynaklarda yeterli bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu bir saygı ünvanı da olabilir. Babası Şeyh Yavsi, II. Bayezid’e intisabı dolayısıyla da hünkâr şeyhi diye tanınan Muhyiddin Muhammed el-İskilîbi, dedesi Mustafa el-İmâdüddin, annesi Sultan Hatun’dur. Sultan Hatun, Ayderûsî ve Mecdî Efendi’nin kaydettiğine göre Ali Kuşçu’nun kardeşi, Atâî ve Âlî’nin kaydettiğine göre de kızıdır.25 Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Müeyyedzâde’nin kızı Zeyneb Hatun ile evlenmiştir.26 13 Abdullah Demir, “Ebussuûd Efendi’nin Osmanlı Hukukundaki Yeri”, Doktora Tezi, İstanbul: M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. 14 Nimet Bostan, “Ebussuûd Efendi (Ecdadı, Evladı ve Akrabaları)”, Bitirme Tezi, İstanbul: İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 1949-1950. 15 İcâzetnâme olarak, öğrencisi Abdurrahman b. Cemâlü’l-millet-i ve’d Din’e / Cemalüddin el Merzifonî (ö. 971/1563)’ye verdiği icâzetnâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3441, vr. 240b-241a. 16 Vakfiye (977/1569 tarihli), Vakıflar Genel Müdürlüğü: 571. Vakfiye defteri, sh. 266, sıra: 94; (973/1565 tarihli) 633 nolu vakfiye defteri, sh. 286, sıra: 101. 17 Şeyhzâde Mehmed Esad Ef., Mecmûatü’l-Fevâid, Esad Ef., 3856/3, vr. 167b-168b. 18 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3797, vr. 75b ve Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3812, vr. 150a. 19 İbadet Hayatı: Mecmûa, Esad, Ef, 3335, vr. 130a; 3790, vr. 99b; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 1017, vr. 6b; Siyasî Hayatı: Mecmûa-yı Münşeat, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3719, vr. 47a; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3760, vr. 94b; Ticarî Hayatı: Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3752, vr. 14a; hakkındaki medhiyeler: Kaside fi Medhi el Allame Ebussuûd el Müfti, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3787, vr. 160b162b; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3815, vr. 1a. 20 Örnek olarak, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3760, vr. 85a-86a’da, adı belirtilmeyen bir mahkeme kâtibinin verdiği bilgiler. 21 Fetvâ şukkaları, Ebussuûd Efendi’nin isminin tespiti açısından önem arz etmektedir. Görülen şukkalarda Ebussuûd Efendi, imzasında “Ebussuûd el-Hakir” adını kullanmaktadır. Bkz.: Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 1072, 2867 ve 2868; Fatih, 2349 ve 2419 nolu nüshalar. 22 Velî b. Yusuf, Mecmûatü’l-Fetâvâ, İstanbul Mft. Ktp., 178, vr. 1a; Bozanzâde Mahmud Efendi, Mecmûatü’l-Fetâvâ, Sultan Ahmed, no: 95, vr. 1a; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları, İstanbul, 1972, s. 25-26. 23 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut, tz., “S-A’-D” maddesi. 24 Aydemir, Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, s. 19-20. 25 Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, İstanbul, 1994, c. X, s. 365. 26 Nev’îzâde Atâî, Hadâiku’l-Hadâik fî tekmileti’ş-Şekâik, İstanbul, 1989, c. II, s. 184; Müstakimzâde, Devha, s. 24; Baysun, a.g.m., İA, c.IV, s. 97.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
443
Doğum yeri hakkında, İskilip, İstanbul Metris köyü, İstanbul Sultan Selim civarında babası adına yapılan sonraları Sîvâsî adını alan tekke ile Âmid üzerinde durulmuştur.27 Âlî ve Peçevî İbrahim Efendi gibi müverrihler O’nu kürdî’l-asl28 olarak tanıtmışlarsa29 da, Baysun, Aydemir, Imber, Akgündüz ve Demir, başta vakfiyeler olmak üzere çeşitli deliller ileri sürerek bu tespitin doğru olmadığını belirtmişlerdir.30 Doğum tarihi olarak 17 Safer 896/30 Aralık 1490,31 19 Safer 897/01 Ocak 149132 ve 898/149233 tarihleri üzerinde durulmaktadır. Mehmed, Mahmud, Şemseddin Ahmed ve Mustafa adında dört oğlu ile Hatice ve Kerime adlı iki kızı34 olan Ebussuûd Efendi ailesinin, XIX. asrın ortalarına kadar 10 batın halinde hepsi ilmiye mesleğinden olmuştur.35 Ebussuûd Efendi tahsilini babasından,36 Sadru’l-İfâde Müeyyedzâde’den ve Anadolu Sadrı Seyyidî Efendi’den (Karamânî) tamamlamıştır.37 İbn Kemal’den ders aldığı da rivayet edilmektedir.38 Görev tayin silsilesine göre 922/1516 senesinden 939/1532 yılına kadar 17 sene müderrislik;39 939/1532-944/1537 yılları arasında 6 sene kadılık yaptıktan sonra, 944/1537 senesinde Muhyiddin Efendi yerine Sadr-ı Ulemâi’r-Rûm [Rumeli Kazaskeri] olmuştur.40 Sekiz sene Kazaskerlik görevinde bulunduktan sonra, 952/1545 yılında Muhyiddin Efendi yerine Şeyhülislâm oldu.41 Bu gö27 Atâî, Hadâik, c. II, s. 183; Müstakimzâde, Devha, s. 24; Sâmî, Kâmûs, c. I, s. 722; Peçevî, Tarih, Ankara, 1999, c. I, s. 56; İsmail Hami Danişmend, Osmanlı Devlet Erkanı, İstanbul, 1971, c. V, s. 114; Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, c. X, s. 365; Baysun, a.g.e., c. IV, s. 92; Ziriklî, el A’lâm, Beyrut, 1999, c. V, s. 59; Mustafa b. Carullah Beyânî, Tezkiretü’ş-Şuarâ, nşr.: İbrahim Kutluk, Ankara, 1997, s. 87. 28 Peçevî, Tarih, c. I, s. 59. 29 Baysun, “Ebussuûd”, İA, c. IV, s. 92 30 Baysun, “Ebussuûd”, İA, c. IV, s. 92; Aydemir, Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, s. 3-4; Colin Imber, Şeriattan Kanuna, Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk, s. 13-14; Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, c. X, s. 365. 31 Şemseddin Sâmî, Kâmûs, c. I, s. 722. 32 Müstakimzâde, Devha, s. 24; Atâî, Hadâik, c. II, s. 183; Ahmet Lütfî Efendi, Vekâyi’nâme, M. Münir Aktepe, (haz.), Ankara, 1991, s. 72. 33 Baysun, “Ebussuûd”, İA, c. IV, s. 92. 34 Baysun, a.g.m, İA, c. IV, s. 97. 35 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3812, vr. 150a; Atâî, Hadâik, c. II, s. 32-33, 4243, 154, 182, 410, 428; Peçevî, Tarih, c. I, s. 56, 70-71; Baysun, a.g.m., İA, c. IV, s. 97-98. 36 Atâî, Hadâik, c. II, 83, 183; Müstakimzâde, Devha, s. 24. 37 Atâî, Hadâik, c. II, 184; Müstakimzâde, Devha, s. 24. 38 Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, c. X, s. 365. 39 Atâî, Hadâik, c. II, s. 184; Müstakimzâde, Devha, s. 24; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722. 40 Atâî, Hadâik, c. II, s. 184; Müstakimzâde, Devha, s. 24; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722; Kınalızâde, Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, Ankara, 1989, c. I, s. 348-349. 41 Ahmet Lütfi Efendi, Vekâyi’nâme, s. 72.
444
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
revde kalış süresinin otuz sene,42 otuz dört sene,43 yirmi sekiz sene on bir ay olduğu44 yönünde farklı tespitler bulunmaktadır. Ebussuûd Efendi’nin Şeyhülislâmlığının 21 senesinin Kanunî Sultan Süleyman ve 7 sene 11 ayının da II. Selim devrinde olduğu kaydedilmektedir.45 Peçevî’nin nakline göre, Çivîzâde Şeyhülislâm iken, Ebussuûd Rumeli Kazaskeri idi. Fetvâlarından kimilerini şeriat hükümlerine aykırı olduğunu ileri sürerek reddetti. Bunun üzerine Rüstem Paşa, Padişaha durumu anlatınca, fetvâ görevi Ebussuûd Efendi’ye, kazaskerlik görevi de Çivizâde’ye verildi.46 II-Etkinlikleri Ebussuûd Efendi’nin yaşadığı Kanuni dönemi, Osmanlı medeniyetinin en yüksek seviyesini yakaladığı bir döneme rast gelmektedir. Bu devre ilim ve sanatta olduğu gibi siyasal ilişkilerde de Osmanlı’nın kendisini dünyaya kabul ettirdiği bir dönemdir.47 Ebussuûd Efendi’nin Kanuni dönemindeki etkinliği daha müderrisliği döneminde başlamış, Kazaskerliği döneminde kendini iyice hissettirir olmuştur. Kanuni ile olan beraberliği 944/1537-974/1566 yılları arasında Kazaskerlik dönemi de dahil olmak üzere otuz yılı bulmaktadır. Ebussuûd Efendi, Kara Boğdan, Estergon ve Budin seferlerinde Padişah’ın yanında olmuş, Budin’in fethinden sonra şehirde ilk Cuma namazı onun tarafından kıldırılmıştır.48 Yeni fethedilen Budin’in toprak hukuku Ebussuûd Efendi tarafından tanzim edilmiştir.49 Sultan II. Selim zamanındaki Kıbrıs’ın fethi de Ebussuûd Efendi fetvasıyla gerçekleştiği50 gibi “Gaza-i ekber ve şehadet-i azime”51 olarak telâkki ettiği Osmanlı-Safevî savaşları için de gerekli fetvâlar yine onun tarafından verilmiştir. Verdiği fetvâlar ve kullandığı ifadelerle Osmanlı hanedanının, Sünnî İslâm’ın en yüksek başkanı, koruyucusu ve yayıcısı olduğu52 düşüncesinin hakim olmasında da rol oynamıştır. Yaşadığı dönemin siyasî-idarî olaylarında etkin olan Ebussuûd Efendi, döneminin hukuk sistemine Kanunnâme ve Ma’rûzâtları ile katkıda bulunmuş, 42 Atâî, Hadâik, c. II, s. 184-185; Müstakimzâde, Devha, s. 24-25; Hazerfan Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osman, Sevim İlgürel, (haz.), Ankara, 1998, s. 192; Peçevî, Tarih, c. I, s. 57; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722. 43 Ahmet Lütfi Efendi, Vekâyi’nâme, s. 72. 44 Danişmend, Osmanlı Devlet Erkanı, c. V, s. 115. 45 Danişmend, a.g.e., c. V, s. 115. 46 Peçevî, Tarih, c. I, s. 53. 47 Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 108-109. 48 Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, c. X, s. 365. 49 Bkz.: Albayrak, Budin Kanunnâmesi, İstanbul, tz. 50 Baysun, a.g.m., İA, c. IV, s. 93. 51 Düzdağ, Ebussuûd Efendi Fetvaları, s. 109. 52 Örnek olarak bk. Albayrak, Budin Kanunnamesi mukaddimesinde yer alan ifadeler., s. 103.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
445
fetvâları ile de yön vermiştir. Osmanlı coğrafyasındaki çeşitli tasavvufî düşünce ve uygulamaların genelde şekillendiği bu dönemde, tasavvuf alanında verdiği fetvâları ile dikkati çekmiş, sonraki dönem tasavvuf tartışmalarında da en çok başvurulan bir şahsiyet olma özelliğine sahip olmuştur.53 İbn Arabi,54 raks ve deveran55 ve idamlar56 gibi önemli konularda verdiği fetvâların her biri hukuk tarihinin inceleme konuları arasında yer almıştır. Osmanlı iktisat ve eğlence dünyasının önemli örneklerinden biri sayılan kahve içilmesinin yanında, Kur’an tilaveti, öğretimi ve genel dinî hizmetlerden ücret alma gibi dinî-iktisadî konular ile, para vakıfları, tımar sistemi, vergi sistemi gibi toplumun hemen her kesimini yakından ilgilendiren siyasî-iktisadî olaylar hakkında asırlar boyu tartışma ve uygulamalara kaynaklık eden fetvâları günümüzde bile güncelliğini korumaktadır. Ebussuûd Efendi, döneminin dini kurumlarında da etkili olmuştur. Örneğin fetvâ kurumunda Fetvâ Eminliği, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi döneminde ihdas edilmiş;57 Ebussuûd Efendi zamanına kadar müftülerin maaşı 200 akçe iken, onun döneminde 500 akçeye çıkarıldığı kaynaklarda nakledilmiştir.58 Medreselerde mülazemet defterinin tutulması ve ulemanın her sınıfına mülazemet tahsisi ve 7 senede bir nöbet uygulaması yine Ebussuûd Efendi’nin gayretleriyle olmuştur.59 Yine Dârulhadisler ile Tıp medreseleri ilk olarak Ebussuûd döneminde medreseye ilave edilmiş,60 Ebussuûd Efendi, medrese sistemi ve ilmi çalışmalara fetvâları ile katkıda bulunmuştur.61 53 Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf – Anadolu’da Sufiler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul, 2003; “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Tasavvufi Anlayış”, XV. ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değerler Sempozyumu, İstanbul: İSAV, 1997. 54 Tenkitler ve savunmalar için bkz.: Gelibolulu Muhammed b. Salih el-Katib, Şerh-u Fusûsi’lHikem Mukaddimesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 1751, vr. 1a-2a; Abdülgani Nablusi’nin görüşleri Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 1677/2, s. 102 188; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3487, vr. 74a. ; Millet, Feyzullah, 1048, vr. 72’de yapıştırma varak. 55 Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 380-384; Pehlul Düzenli, “Osmanlı Alim ve Mutasavvıflarının Gözüyle Müzik”, Bitirme Tezi, İstanbul: DİB, Haseki Eğitim Merkezi, 2002, s. 110-118. 56 Danişmend, Osmanlı Tarihi, c. II, s. 125-126; Ahmet Yaşar Ocak, “İbn Kemâl’in Yaşadığı XV. ve XVI. Asırlar Türkiye’sinde İlim ve Fikir Hayatı”, İbn Kemal Sempozyumu, s. 29-35; Necdet Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İstanbul 1993, s. 34; İsmail Metin, Osmanlı’nın Kanlı Tarihi, İstanbul, 1996. 57 Ali Himmet Berki, İslam’da Kaza, Hüküm, Hakimlik ve Tevâbiî, Ankara, 1962, s. 83. 58 Atâî, Hadâik, c. II, s. 277; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı, Ankara, 1988, s. 176-177. 59 Müstakimzâde, Devha, s. 26; Hazerfan Hüseyin Efendi, Telhîsu’l-Beyân, s. 203; Baysun, “Ebussuûd”, İA, c. IV, s. 93; Akgündüz, “Ebussuûd”, DİA, c. X, s. 365. 60 Baltacı, a.g.e., s. 48; Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde Eğitim, İstanbul, 1997, c. I, s. 36-37. 61 Düzdağ, Ebussuûd Efendi Fetvâları, s. 151 ve 182-184; Ma’rûzât, İÜ İFK ktp. no: 01, vr. 97b; Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 551, vr. 121b-122a; 569, vr. 78b; Velî b. Yusuf, Mecmûatü’l Fetâvâ, İstanbul Mft. Ktp. 178, vr. 87a; Milli Tetebbu’lar Mecmûası, s. 347; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 585, vr. 254b; 3665, vr. 132a.
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
446 III- Eserleri A. Tefsir
Ebussuûd Efendi’yi kendi dönemi başta olmak üzere sonraki dönemlerde de meşhur eden eserleri onun tefsiri ve fetvâları olmuştur. Bunlardan tefsiri basılarak ilim dünyasının hizmetine sunulmuş; dolayısıyla onun, daha büyük kitleler tarafından tanınmasına vesile olmuştur. Tefsiri ile aynı seviyede hatta ondan daha etkin olmasına rağmen fetvâları bugüne kadar bir bütün halinde derlenmemiş, kütüphanelerde dağınık halde kalmaya devam etmiştir. Ebussuûd Efendi’nin tefsir alanındaki önemli eseri İrşadü’l-akli’s-selim ilâ mezâyâ’l-Kur’âni’l-Azîm’dir. Bu eser Abdullah Aydemir tarafından doktora tezi olarak incelenmiştir.62 Ebussuûd Efendi, Kur’an-ı Kerim’i bir bütün halinde tefsirin yanında, çeşitli tefsir ve sureler üzerine de bazı çalışmalar yapmıştır. Bunlardan tespit edilebilenler şunlardır: Haşiye ale’l-Keşşâf (Fetih sûresinden ibaret),63 Mekâ’idu’t-tırâf fî evvel-i sûreti’l-Feth mine’l-Keşşâf,64 Tefsîr-ü sûreti’l-Mülk,65 Tefsîr-ü sûreti’l-Bakara,66 Tefsîrü’l-Kehf,67 Risâletün fi tefsîr-i kavlihî teâlâ: ____ __ ___ _____ __ ____
. Bu eserin serlevhasında “Li Mevlana İmam Muham-
med el-Gazzâlî” kaydı; ferağ kaydında ise “Temme tahrîr-i hâzihi’r-Risâleti’şŞerife lil merhum el-Mebrur eş-Şeyhülislam ve’l-Müfti’l-Enam Ebussuûd (…) sene Erbaa ve tis’în ve tis’amietin (…)” kaydı bulunmaktadır. Başlangıç ibaresi ise ___ _____ ______ _____ ______ _____ ___ _______ __ ____ ___
____”___”__ _____
___ ____ ____ __ ____ __ şeklindedir. Bu başlık, eserin Ebussu-
ûd Efendi’den ziyade İmam Gazzali’ye ait olduğunu göstermektedir.68 B. Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh Ebussuûd Efendi’nin fıkıhçılığı, fıkıhla ilgili eserlerinden çok, fetvâları ile öne çıkmıştır. Gerek fıkıh ve gerekse fetvâlarındaki fıkıhçılığını inceleyen yeterli bir çalışma bulunmamakla beraber, tabakât kitaplarında Ebussuûd Efendi’nin ashâb-ı tercîh [beşinci tabaka],69 meselelerde ictihad edip, tahric ve de62 Abdullah Aydemir, Büyük Türk Bilgini Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara, tz. 63 Atâî, Hadâiku’l-Hakâik, c. II, s. 186; Müstakimzâde, Devha, s. 25; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722. 64 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. II, 1480-1481. 65 Brockelmann, Tarihu’t-Türâsi’l-Arabî, c. IX, s. 363. 66 Aynı yerde. 67 Aynı yerde. 68 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3796, vr. 58a-b. 69 Muhammed Amîm el İhsân el-Müceddidî, Kavâidü’l-Fıkıh, Karaçi, 1986, s. 569.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
447
lilleri tercih ettiğini70 ifade edenlerin yanında, müctehid olup, tercîh, tahrîc ve mesâilde ictihatlarının bulunduğunu71 kaydedenler de olmuştur. Ebussuûd Efendi, müstakil bir fıkıh kitabı oluşturacak çapta fıkhın bütün konularıyla ilgili fetvâlar vermiş olmakla beraber, özel bir fıkıh kitabı yazmamıştır. Sebep olarak da, “Fetâvâ-yı Bezzâziye gibi bir eser varken, fıkıh kitabı yazmaktan haya ederim”72 dediği nakledilmiştir. Bununla beraber, fıkhın çeşitli konularında müstakil risâleler ve bazı eserlere haşiye ve talikleri olmuştur. Bunlardan tespit edilebilenler şunlardır: 1. Haşiye ale’l-Hidaye.73 Ta’lîka ale’l-Hidâye.74 Merğînânî’nin el-Hidaye’sinin “Kitabu’l-Bey’”ine yazılmış bir haşiyesidir. 2. Kelimât alâ Şerhi’l-Hidâye,75 Havâşi alâ Şerhi’l-Hidâye li Ekmeleddin elBaberti,76 Ta’lika alâ Şerhi’l-Hidâye li İbn-i Kemal,77 Risâle alâ evveli Kitabi’s-Siyer.78 Risâletü’l-müteallika bi’l-furû’ mine’l-cihad,79 er-Risâletü’ş-şerîfe alâ kitâbi’s-siyer.80 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., koleksiyonunda yer alan ve serlevhada Ebussuûd Efendi’ye nispet edilen bu risâlede, Ebussuûd Efendi, el-Merğînânî’nin el-Hidâye’sinde kitâbu’s-siyer konusunun kitâbu’l-hudûd’dan sonra ele alınmasının gerekçesi ile ilgili el-İnâye ve en-Nihaye’nin yorumlarını naklederek değerlendirmiş. Risâlenin sonu eksiktir. 3. Tehâfütü’l-emcâd fî evvel-i Kitabi’l-Cihâd.81 El-Merğînânî (ö. 593/1196)’nin el-Hidâye’sinin “Kitabu’l-Cihâd”ı üzerine bir haşiyedir. 4. Gamazâtü’l-melîh fî evvel-i Kasri’l-Âm mine’t-Telvîh.82 Sadruşşerîa Ubeydullah (ö. 747/1346)’ın Tenkîhu’l-Usûl adlı fıkıh usûlü eserinin “Kasr-ı 70 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiye ve Istılâhât ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, tz., c. I, s. 357. 71 Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İstanbul, 1989, s. 303. 72 Fetâvâ-yı Bezzâziye. Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed b. Şihâb, İbnü’l Bezzâz el Kürdî (ö. 827/1424) tarafından hazırlanmış bir eserdir. Eserin adı el-Câmiu’l-Vecîz’dir, Fetâvâ’lKerderî diye de bilinir. Çeşitli baskıları yapılmıştır. El-Fetâvâ’l-Hindiyye’nin kenarında da yayınlanmıştır. Beyrut, 1986, c. IV-VI. (Keşfüzzunûn, c. I, s. 242, Ahmed Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara, 1990, s. 92). 73 Hadâiku’l Hakâik, c. II, s. 186; Müstakimzâde, Devhatü’l-Meşayih, s. 25; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722. 74 Laleli, 876, vr. 67b-196b. 75 Bayezid, 8025, vr. 20-155. 76 Hacı Selim Ağa, s. 299. 77 Bayezid Devlet Ktp., 8025, vr. 27b-154b. 78 Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi, c. IX, s. 364. 79 Süleymaniye Kütüphanesi, Rağıp Paşa, 1460, vr. 153b-156a. 80 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3767, vr. 25a-25b. 81 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. II, 2040. 82 Kâtip Çelebî, a.g.e., c. I, s. 498; Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 402b405b.
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
448
âm” bahsine yazılmış bir ta’likdir. “Kâle/kultü-ekûlü” sistemiyle telif edilen eserde “kâle el-muhaşşî”, “kâle eş-şârih” ve “kâle el-musannif” başlığı ile üç ayrı kaynağa talikler düşülmüş, muhaşşî olarak Hasan Çelebi83 ve el-Mevlâ Hüsrev’in84 isimlerine yer verilmiştir. 5. Nevâkibü’l-enzâr fî evâil-i Kitâbi’l-Menâr.85 Ebu’l-Berakât en-Nesefî (ö. 710/1310)’nin Menâru’l-Envâr adlı fıkıh usûlünün ilk kısımlarına yazılmış bir talikdir.86 Eser, Ebussuûd Efendi’nin Molla Ciyûn (ö. 1130/1717)’un Menâr şerhi Nûru’l-envâr’ı87 üzerine çalışırken dikkatini çeken bazı hususlara “kâle/ekûlu–kultü” sistemiyle düştüğü çeşitli taliklerden oluşmuştur. Bu arada Ebu’l-Berakât en-Nesefî’nin yine Menar şerhi Keşfü’l-esrâr’ına88 da bazı talikler düşmüştür. 6. Risaleler. Ebussuûd Efendi’nin fıkıh ile ilgili bu çalışmalarının yanında, özel konularda telif ettiği bazı risaleleri de bulunmaktadır. Bu risalelerin bir çoğu esasen fetvâ metinleridir. Arazi ile ilgili risale kayıtları89 genelde bu türden risalelerdir. Risalelerinden tespit edilebilenler şöyledir: a. Risale fi’l-mesh-i ale’l-huffeyn.90 Hasmü’l-hilâf fi’l-mesh-i ale’l-hifâf.91 Bu eserin, Çivîzâde (ö. 954/1547)’nin “meshde eimme-i Hanefiyyeden nakl-i sahih vaki olmamışdır” şeklindeki bir fetvâsının Kanuni tarafından duyulması ve padişahın üzülmesi üzerine kış günlerinde halkı güçlüklerden kurtarmak için Kanuni’nin buyruğu ile yazıldığı92 ve oğlu Mustafa için kaleme alındığı93 şeklinde tespitler bulunmakla beraber, risâlenin mukaddimesinde yer alan bilgiye göre, çoha [has ipekten yapılan bez] ve kirbas [normal bez] üzerine giyilen mest üzerine mesh yapmanın caiz olup olmadığı hususu tartışma konusu olmuş, tartışmalar Padişah’a kadar ulaşmış ve Padişah’ın emri ile94 948/1541 yılında95 bu risâle kaleme alınmıştır. Görülen iki nüshada eser ismi ve83 Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 402b. 84 vr. 402b-403a. 85 Kâtip Çelebî, a.g.e., c. II, s. 1826; Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 306b402a. 86 Kâtip Çelebî, a.g.e., c. I, s. 526; c. II, s. 1826; Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 306b. 87 Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 306b. 88 a.g.e., vr. 307a. 89 Süleymaniye Kütüphanesi, Raşid Efendi, 1036, vr. 41b-42b; 1036, vr. 33b-37b; Pertev Paşa, 615; Millet Ktp., Ali Emiri, Şry, 468, vr. 1-45. 90 Ziriklî, el-A’lâm, c. V, s. 59. 91 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. I, s. 665. 92 Lütfi Paşa, Tevârîh i Âl i Osman, Kayhan Atik, (haz.), Ankara, 2001, s. 295; Atsız, Ebussuûd Bibliyografyası, s. 59. 93 Keşfuzzunûn, c. I, s. 665. 94 Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 936, vr. 2a-3a. 95 Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 936, vr. 21a.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
449
rilmemiştir. Risalelerin Şehit Ali Paşa 2795/95b-97b’de kayıtlı nüshası Türkçe, yine Şehit Ali Paşa 936/1b-21a’daki nüsha ise Arapça olarak kaleme alınmıştır. Her iki nüshada da çoha ve kirbas üzerine giyilen mestler üzerine meshin caiz olup olmadığı konusu incelenmiştir. Adı geçen nüshalarda konunun işleniş biçimi ve kaynakları birbirinden farklıdır. Türkçe nüshada konunun tarihî arka planına da yer verilmiştir. Türkçe nüshanın Ebussuûd Efendi’ye aidiyeti serlevha kaydına, Arapça nüshanın aidiyeti ise ferağ kaydı notuna dayanmaktadır. Meseleye, Ebussuûd Efendi fetvâlarında da yer verilmiştir.96 b. Vakıf ile ilgili risaleleri: Mevkifu’l-ukûl fî vakfi’l-menkûl;97 Risale fi vakfi’n-nukûd;98 Risale fi mesâili’l-vukûf;99 Risâle fî bey’i’l-bâtıl ve’l-vakfi’l-lâzım;100 Risâle fî tescîli’l-evkâf;101 Risâle fî vakfi’t-tavâhîn ale’lerâzi’l-mevkûfe li’l-gayr.102 Vakıf uygulaması olarak Kazasker iken verdiği vakf-ı nükûd hüccetleri.103 Ebussuûd Efendi’nin para vakıfları ile ilgili risalesi, Risâletün fî cevâz-i vakfi’n-nukûd adıyla, Ebu’l-Eşbâl Sağîr Ahmed Şağaf el-Bakistânî tarafından tahkik edilerek dipnotlu olarak yayımlanmıştır.104 Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi döneminin önemli tartışma konularından birisi, şüphesiz, para vakıfları konusu olmuştur. Kaynaklarda konu ağırlıklı olarak Ebussuûd Efendi’ye nispet edilerek incelenmekte ise de, bu konudaki ilk risalenin105 İbn Kemal’e ait106 olması ve ayrıca, Ebussuûd Efendi’nin kazaskerlik döneminde böyle bir vakıfla ilgili hüccet vermesi,107 esasen meselenin daha eskiye dayandığını göstermektedir. c. Bidâatü’l-kâdî fi’s-sukûk / Sınâatü’l-kâdî108 / Kitâbu’s-sakk şeklinde de kayıtlıdır.109 Hızır Efendi’ye nispet edilen bir Kitabu’s-sakk’da Ebussu96 Velî b. Yusuf, Mecmûatü’l-Fetâvâ, İstanbul Mft. Ktp., no: 178, vr. 5a. 97 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. II, 1910. 98 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 94a-b. 99 Ziriklî, a.g.e., c. V, s. 59. 100 İsmihan Sultan, 226, vr. 269a-270a. Vakfın tescili ve vakıf kurma işleminin bağlayıcılığı ilgili Türkçe bir risaledir. 101 Ziriklî, el-A’lâm, c. V, s. 59; Laleli, 835, vr. 7a-17b. 102 Yeni Cami, 376/4, vr. 155-165. 103 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 93b-94a; 3783, vr. 51b; 93b-94a (İstinsah tarihi: 944). 104 Beyrut, 1997. 105 Demir, Ebussuûd Efendi’nin Osmanlı Hukukundaki Yeri, s. 164 106 Risâle fi Vakfi’d Derâhim, Süleymaniye Kütüphanesi, Süleymaniye, n. 708, vr. 107 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 93b-94a. 108 Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 3711, vr. 30-39; Atıf Efendi, 2582, vr. 21a-28a; Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. I, s. 247. 109 Süleymaniye Kütüphanesi, Giresun, 3648, vr. 186b-196b.
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
450
ûd Efendi’ye atfen “___ _______ _________ _______ __ ___...” şeklinde bir alıntıya yer verilmiştir.110 d. Risale Müteallika bi’l-Usûl111. Eser Sadedin Taftazani’nin usul ile igili bir eserinde usul ilminin konusu ile ilgili _______ ___ __ _____ ______ ___ ______ _______ ___ ___ ____ __ _______ ... şeklinde yaptığı tespitlerine, “ve kâle ba’zu’l-efâzıl”, “kâle’l-fâzılu’ş-şerîf, “kâle’l-muhakkık edDevvânî”nin diyerek yorumları naklettikden sonra “ekulü” diyerek yaptığı yorumlardan oluşmuştur. Ebussuud’a adiyeti fihrist kaydına göredir. e. Fetvâ katiplerine tenbîh.112 Fetva yazım kuralları ile ilgili bir eser. f. Muhtelif hüccetler: Bey‘ hücceti,113 Itknâme,114 vakıf hücceti (Haseki Sultan Vakfiyesi).115 g. Şurûtu’s-salât / Tuhfetü’l-musallî.116 Namaz ile ilgili kavram ve meselelerin ele alındığı, ilmihal türü, Türkçe bir eser. Sultan Süleyman zamanında yazıldığı belirtilen117 eserin istinsah tarihi 998/1589’dir. Ebussuûd Efendi’ye aidiyeti, serlevha kaydına dayanmaktadır. h. Süknâ ve Girdâr (Gedik Risâlesi).118 i. Kânûnu’l-Muâmelât.119 j. Risâle fi’t-Teğannî.120 Bu risalenin, İmam Birgivî’nin, teğanni konusunda kendisine gönderdiği bir mektuba cevap olduğu kaydedilmiştir.121 k. Mes’eletün müteallikatün bi’l-Kazâ-i beyne’l-İbâd.122 Kadılık mesleğinin hükmü ile ilgili, fetvâ formatında bir risale. C. Akaid-Kelam Risâle-i Ebussuûd.123 Mes’eletü’l-kazâ ve’l-kader, li’l-Mevlâ Hoca Çelebî adıy110 Bayezid, 2765, vr. 1b. 111- S.K. Rağıp Paşa, 1460, vr. 151b- 153a. 112 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 1017, vr. 95b-96b. 113 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 52b-53a; 114 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 53a. 115 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 100b-101a (sene 958). 116 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3782, vr. 145b-152b. (Eserin adı serlevhada Şurûtu’s-Salât olarak, mukaddimede ise Tuhfetü’l Musallî olarak kaydedilmiş; serlevhada Ebussuûd Efendi’ye nispet edilmiş. İstinsah tarihi: 998.) 117 a.g.e., vr. 145b. 118 Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 223, vr. 133b-136a. Bu Risale, Ahmed Akgündüz, tarafından “Osmanlı Hukukunda Gedik Hakkının Menşei ve Gedik Hakkıyla İlgili Ebussuûd’un Bir Risalesi” başlığı ile yayımlanmıştır. Osmanlı Kanunnâmeleri, s. 105-121. 119 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, c. II, s. 254. 120 Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 466, vr. 48-49. 121 Hâdimî, Berîka-i Mahmhudiyye fî Şerhi Tarîkat-i Muhammediyye, Kahire, 1348, c. I, s. 212. 122 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3809, vr. 181b-182b. Eserin Ebussuûd’a adiyeti, ferağ kaydı notuna göredir. 123 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3772, vr. 246a-248b.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
451
la da kayıtlıdır.124 Her iki eser de aynı konuya ait ve soru-cevap fetvâ formatındadır. Kader konusunda soru-cevaplı bir eserdir. Ayrı bir risale gibi gösterilen bu eser, temelde Ebussuûd Efendi’nin fetvâ mecmûalarında geçen, fetvâ formatlı bir şekilde de nakledilen bir fetvâ meselesidir. Eser Risale fî Beyâni’l-Kazâ-i ve’l-Kader li Mevlânâ Ebussuûd adıyla yayınlanmıştır.125 D. Tasavvuf Risâle fî hakk-i deverân-ı sofiyye.126 E. Lugat 1. Risâletün fî ma’nâ Çeleb. İbn Kemal127 ve Hasan Kâfî el-Akhisârî (ö. 1030)’nin de bu isimde eserlerinin olduğundan söz edilmektedir.128 2. Galatâtü’l-avâm.129 Risale fî tashîhi’l-elfâzil-mütedâvile beyne’n-nâs130 olarak da bilinir. Bu eser yanlış kullanılan bazı kelimelerin tashihine dair küçük Türkçe bir risaledir. Baysun, İstanbul Ünv. Ktp., Mecmûa 1486, vr. 139b-142a’da bu risalenin, Abdurrahman Efendi adında birisi tarafından hurûf-i hecâ sırasına konulmuş bir nüshasını gördüğünü kaydeder.131 Ebussuûd Efendi’nin bu eseri, Mustafa Şevket Şehri tarafından şerhedilerek, Risale fi şerh-i risâletin harrarahâ el-müftî el-meşhûr bi Ebissuud li beyân-i’l-galatât bi’l-ibâreti’t-Türkiyye adıyla,132 Hayati Develi tarafından da Kemalpaşazâde ve Ebussuûd’un Galatât Defterleri adıyla yayımlanmıştır.133 F. Arap Edebiyatı Risâle müteallika bi bahsi’l-izâfe fî Kâfiyeti’bni’l-Hâcib.134 Risâlenin Ebussuûd Efendi’ye aidiyeti serlevha kaydına göredir. Bunun dışında bir kayda rastlanmamıştır. Risâlede, İbn Hacib’in el-Kâfiye’sinde “izâfet” tarifi ile bu tarif üzerinde Mevlânâ Câmî ve diğer şârihlerin yorumlarını değerlendirmeye tabi tutmuştur. Risâle târif ve târif ile ilgili yorumlardan ibarettir. 124 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3809, vr., 178b-181a. 125 İstanbul, 1264, s. 19 28. İrade-i-Cüz’iyye ve diğer risaleler ile beraber. 126 Hacı Selim Ağa, Nurbanu, 153. 127 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3772, vr. 199a. 128 Keşfuzzunûn, c. I, 113-114; c. II, 1102, 1143, 1802. 129 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, c. II, s. 254. 130 Süleymaniye Kütüphanesi, Tırnovalı, 1865. 131 Baysun, a.g.m., İA, c. IV, s. 99. 132 İstanbul, 1318, s. 30-39. Mecmûatü’l-fevâid adıyla Arapça risaleler ile birlikte. 133 İlmi Araştırmalar, İstanbul, 1997, sy. 9, s. 99-125. 134 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3675, vr. 157a-159b.
452
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
G. Çeşitli Eserlere Takrizleri Şemsi Paşa’nın, Manzum Vikaye metnini Türkçe’ye tercümesine,135 er-Risâletü’n-nisebi’l-kâlûbî ve ucâletü’l-hasebi’l-artakî136 adlı bir eser ile İbn-i Nüceym’in el-Eşbah ve’n-Nezâir’ine takrizlerine137 rastlanmaktadır. H. Kıssalar Kıssat-ı Harût ve Marût138. Baysun, böyle bir eserden söz ederek, Kılıç Ali Paşa, no 1528’i adres görtermişse139 de, yapılan araştırmada verilen adreste böyle bir esere rastlanmamıştır. Aydemir ise bu eserin, Ebussuûd Efendi’nin tefsirinden bir alıntı olduğunu kaydetmiştir140. I. Münzara Tuhfetü’t-Tullâb.141 İ. Şiirleri Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi şiir alanında da ün yapmış bir şahsiyettir. Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ’sında142 ona özel bölüm ayırdığı gibi, Riyâzî Efendi de yine Tezkiretü’ş-Şuarâ’sında143 ondan özel olarak bahsetmiştir. Ebussuûd Efendi, Arapça, Farsça ve Türkçe’yi çok güzel yazar ve konuşurdu. Her üç dilde de şiirleri olmakla beraber onun en yüksek sanat ve ruh taşıyan şiirleri Arapça yazdıklarıdır. Bunların en meşhuru da kasîde-i Mîmiyye’dir.144 Kasîde-i Mîmiyye Prof. Dr. Süleyman Ateş tarafından,145 diğer bir Kasîdesi olan Bedîi’yye de Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren tarafından146 yayımlanmıştır. Ebussuûd Efendi’nin hayatına yer veren hemen bütün kaynaklarda, şiirlerine yer verdikleri görülmektedir. 135 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3847, vr. 52a; 3755, vr. 5a. 136 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3724, vr. 45a. Takriz yazılan eserin adı vr. 28a’da geçmektedir. 137 İbn Nüceym, el-Eşbah ve’n-Nezâir, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 520, zahriyye kaydı; Tahrîrü’l-Mesâil ve Takrîrü’d-Delâil, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 521, vikaye kaydı. 138 Ziriklî, el- A’lâm, Beyrut, 1999, V, s. 59; Kılıç Ali Paşa, nr. 1528. 139 Baysun, a.g.md., İA, IV, s. 99. 140 Aydemir, a.g.e., s. 28. 141 Ziriklî, a.g.e., c. V, s. 59; Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi, c. IX, s. 364. 142 Bk. Tezkiretü’ş-Şuarâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3869, vr. 106a-107a. 722. 143 Bk. Tezkiretü’ş-Şuarâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3871, vr. 11a-12a. 144 Atâî, Hadâik, c. II, s. 187; Şemseddin Sâmî, Kamûs, c. I, s. 722. 145 İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 39-77. Ateş, bu makalesinde Ebussuûd Efendi’nin diğer bazı şiirlerine de yer vermiştir. Kasîde-i Mîmiyye üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunların bir listesi için bkz.: Brockelmann, Tarîhu’l-Edebi’l-Arabî, c. IX, s. 364. 146 EKEV Akademi Dergisi, Kış 2003, Yıl: 7; sy. 14, s. 221 228.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
453
J. Mektupları Kütüphanelerde Ebussuûd Efendi’nin çeşitli mektupları bulunmaktadır. Bunlardan kimilerinin muhatabı belirli iken, kimilerinin muhatabı belirtilmemiştir.147 Ebussuûd Efendi’nin mektuplarından Türkçe olanlar Abdülkadir Dağlar tarafından “Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin Türkçe Mektupları” adıyla Yüksek Lisans tezi olarak çalışılmıştır.148 K. Duâları ve Duânâmesi İlmî eserlerinin yanında Ebussuûd Efendi’nin duaları ile de meşhur olduğu anlaşılmaktadır. Duânâmesi, Duânâme ya da Risale fi’l-ed’iyyeti’l-me’sûra adı ile kayıtlı olup yayımlanmıştır.149 Baysun, bu matbu nüshanın, yazmaya göre nispeten değişikliğe uğradığını kaydeder.150 Ebussuûd Efendi’nin duânâmesinin Osmanlı ilim dünyasında itibar gördüğü anlaşılmaktadır. Çeşitli kaynaklarda onun duânâmesine atıfta bulunulması ya da doğrudan duâlarının nakledilmesi bunu göstermektedir.151 L. Muhtelif Eserleri 1. Risale fi beyân-i kat’i’l-ilm.152 2. Münşeât.153 Zahriyye kaydında “min münşeât-ı Hazret-i Şeyhülislâm Mevlâna Ebussuûd el-merhûm” kaydı bulunan eserde, vr. 1b-4a’ya kadar olan bölümde yazıların serlevha ve ferağ kaydında Ebussuûd adı verilmiş, bundan sonra ki yazışmaların ise yalnızca konu başlıkları verildikten sonra mecmûanın ferağ kaydında tekrar “temme münşeât-ü Şeyhülislâm ve müftî’l-enâm Hazret-i Mevlânâ Ebussuûd aleyh-i rahmetü’lMeliki’l-Vedûd” kaydı düşülmüştür. Eserde Kanuni Sultan Süleyman dönemi ile ilgili çeşitli devlet erkanı ya da çeşitli siyasi-idari konular ile ilgili yazışmalar kaydedilmiştir. 3. Nasihatleri.154. 147 Bunlardan bazıları için bkz.: Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 32b, 53b, 74b, 170a; 3752, vr. 108a, 116b, 147b-148a; 3335, vr. 56a; 3341, vr. 164; 3751, vr. 125b126a; 3857, vr. 102a; 933, vr. 74b-75a; 3784, vr. 33a 34a; 3713, vr. 191b-192b. 148 Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2001. 149 Mecmûa-i Da’avât, İstanbul, 1341. 150 Baysun, a.g.m. İA, c. IV, s. 99. 151 Mecmûa-i Şehzâde, Esad Efendi, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3855, vr. 1a; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3802, vr. 16b; 3739, 3713, vr. 126b; 3809, vr. 81a; 3792, vr. 241a; 3802, vr. 16b; 3808, vr. 181a; 3792, vr. 240a-241a. 152 Ziriklî, el-A’lâm, c. V, s. 59. 153 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 3291. 154 Mecmûatü’r-Resâil, “Ebussuûd Efendi’nin Nasihatı”, Sadberk Hanım Müzesi Yazma Eser Kataloğu, Hüseyin Kocabaş Koleksiyonu, Yaz., 18, vr. 31a-33b.
454
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
4. el-Kavlü’l-vasît beyne’l-ifrât-i ve’t-tefrît veya Risâletün fî ihtimâm-i emriddîn155 adıyla da kayıtlıdır. Birgivî Bibliyografyası’nda156 Ebussuûd Efendi’ye de nispet edilen bu eserin, Birgivî’ye ait olması ihtimali daha kuvvetlidir.157 Hâdimî’nin de Ebussuûd Efendi’ye nispet ettiği risâle ile aynı dibaceye sahip olan eserin, derkenarında Risâle’nin Birgivî’ye ait olduğu kaydedildiği gibi, ferağ kaydında da Birgivî’ye nispet edilmiştir. Ayrıca bu risâle İmam Birgivî’ye ait risalelerden oluşan mecmûada yer almaktadır. Birgivî, bu risaleyi Osman Efendi adında bir kişiye cevap olarak yazmış. Osman Efendi teğannî, raks ve deveran ile zikir yapmanın haram, bunları helal sayanları da küfre nispet eden bir risale yazmış; eserini, riyâ, el-istihfâf-u bi’d-din, el-cehr-u bi’z-zikr, et-teğannî ve el-lahn başlıkları ile tasnif etmiş. İmam Birgivî de, eserde yer alan aşırılıkları dengelemek için bu eserinin kaleme almış.158 5. Risâle-i tahkîkiyye-i Hazret-i Seyyid Sinan.159 6. İbretnümâ.160 7. Lübbü’l-ahzâb li cem’i’l-ihvân ve’l-ahbâb.161 8. Risâle fî’l-fıkh162. Merğînânî’nin el-Hidaye’sinin Kitabu’l-Bey’ bahsine yazılmış bir haşiyesidir. 9. Risâle der beyân-i ayyârât.163 10. Risâle-i bezirgan.164 11. Baytarnâme,165 12. Risâletün fî’l-fark-i beyne’l-makâm-i ve’l-mukâm.166 Serlevha’da risale olarak kaydedilen eser, “eftinâ” kelimesiyle sorulmuş bir fetvâ maddesidir. Nitekim, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 3783, vr. 164a; 3713, vr. 2a; 3729, vr. 51a metin kayıtlarında Ebussuûd Efendi’ye ait bir fetvâ kaydı olarak nakledilmiştir. Makâm ve Mukâm kelimelerinin filolojik yapısı hakkında bir fetvâdır. 155 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 615, vr. 107b-110a. 156 Atsız, Birgivi Bibliyografyası, s. 60. 157 Arslan, Ahmet Turan, İmam Birgivi, Hayatı, Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul, 1992, s. 90-91. 158 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 615, vr. 107b, der kenar. 159 Milli Kütüphane, Yz. A3316. 160 Milli Kütüphane, Yz. A2320/A. 161 Nşr: Sadık Vicdânî Ebu Rıdvân [Kayıkcıoğlu], İstanbul, tz. 162- Atıf Ef., 2831, vr. 89- 116. Bey’ konusunun başından, Hıyâru’l- ayb konusunun sonuna kadar. 163 Antalya Akseki, 255, vr. 225b-229b. 164 Adana İlk Halk Kütüphanesi, 639, vr. 80b-91b. 165 Mehmet Emin Agar, Ebussuûd Efendi’ye Atfedilen Bir Baytarnâme, İstanbul, tz. 166 Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 2859, vr. 38a-b.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
455
Bunların yanında Ebussuûd Efendi adına ithafen eserler de telif edilmiştir. Şeyh Muhammed b. Muhammed el-Mağûş [?] (ö. 947/1537), telif ettiği Risâletün fi’l-kimya adlı eserini Ebussuûd Efendi’ye ithaf etmiştir.167 IV. Fetvâları A. Fetvâları Kütüphanelerde Ebussuûd Efendi’ye nispet edilen yüzlerce mecmûa ve dağınık halde binlerce fetva kaydı bulunmaktadır. Atâî, Ebussuûd Efendi’nin fetvâlarının önemini, “Elsine-i selâsede fetvâları müsellem, âdil, düstûru’l-amel-i Rum u Arab u Acem, manzûm ve mensûr suâle muvâfık cevab-ı metîn ve muhkem tercüme-i kitap vaki olmişidi. (…) Her cevâb habl-i metîn ve faslü’l-hitâb olub, üftâde-i câh-i evhâma urve-i vüskâ ve câhil-i nâdâna zencîr-i cünûndur. Heman Hoca Çelebi lakabının te’siridir ki, asırlarında üstâd-ı ebnâ-i zaman oldukları gibi, fetvâları ile mesele âmûz her asr-ı evândır”168 ifadeleri ile dile getirmiştir. Ebussuûd Efendi fetvâlarının kaynaklarını, yazma eser kütüphaneleri, şer‘iyye sicilleri, arşivler, fıkıh, tasavvuf ve tarih kaynakları olarak sıralamak mümkündür. Şer‘iyye sicillerinde yargı kararlarında fetvâlara yer verilmesi,169 Peçevî’nin, Celâlzâde Mustafa Çelebî’nin Kanunnâme’sinden söz ederken, kanunnâmelerin Ruûs kaleminde saklandığını170 ifade etmesi, fıkıh kaynaklarının çeşitli konularında fetvâ ve ma’ruzatlara atıflarda bulunulması,171 tasavvuf kaynaklarında özellikle raks ve deverân meselelerinde fetvâların önemli bir yer işgal etmesi,172 ve tarih kaynaklarında özellikle savaş ve idamlar söz konusu olduğunda fetvâlara yer verilmesi173 bu kaynakları fetvâ tarihi açısından önemli kılmaktadır. Bunlardan arşiv kaynaklarındaki kayıtlarda görülen hassasiyet ve ilmî disiplinin diğer kaynaklarda bulunması oldukça zordur. Çünkü bu kaynaklarda fetvâlara genelde tercüme, alıntı ya da yorum şeklinde yer verilmektedir. Bu çeşit bilgilerde ise tahrif her zaman imkan dahilindedir. Yazma eser kütüphanelerinde yüzlerce fetvâ mecmûası ve binlerce fetvâ kaydı bulunmaktadır. Bu mecmûa ve fetvaları şekil bakımından genel olarak dört 167 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. I, 887. 168 Atâî, Hadâik, c. II, s. 185. 169 Örnek olarak bkz.: İstanbul Mft. Şer. Sicl. Arşv., Kasımpaşa Mahkemesi, 58,v., 4b. 170 Peçevî, Tarih, c. I, s. 46. 171 Örnek olarak bkz.: el-Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, Beyrut, 1386, c. III, s. 20; c. IV, s. 157, İbn Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, c. IV, s. 214, 215, 293, 388. 172 Pehlul Düzenli, Osmanlı Ulema ve Meşayihinin Gözüyle Müzik, s. 110-118. 173 Peçevî, Tarih, c. I, s. 466-467.
456
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
kısımda tasnif etmek mümkündür: Şukkalar, müstakil mecmûalar, çeşitli mecmûaların kenar kayıtları, fıkıh ve tarih gibi muhtelif kaynaklarda yapılan atıflar. 1. Şukkalar Şukkalar, özel hazırlanmış fetva soru formlarıdır. Bu formun üst tarafında soru başlığı, altında soru, onun devamında el-Cevab faslı ve en son olarak da müftünün imzası yer alır. Kütüphanelerde bu çeşit şukkalardan az da olsa bulunmaktadır. Bunların bir kısmı derlenerek özel koleksiyon haline getirilmiş, diğer bir kısmı da çeşitli mecmûaların arasında dağınık halde bulunmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bu koleksiyonlardan beş adet tespit edilebilmiştir. Bunlar Şehid Ali Paşa, 1072, 2867 ve 2868 nolu nüshalar ile Fatih, 2349 ve 2419 nolu nüshalar. Bu mecmûalardan, Şehid Ali Paşa, 1072 nolu nüshada Ebussuûd Efendi’ye ait 29 adet, 2868 nolu nüshada 282 adet, 2867 nolu nüshada 308 adet; Fatih 2419 nolu nüshada 13 adet adet fetvâ tespit edildi. Bunların yanında muhtelif mecmûaların arasında dağınık halde birçok şukkaya bulunmaktadır. 2. Müstakil Mecmûalar Müstakil mecmûalar farklı özelliklere sahiptirler. Bunları da şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: a. Mukaddimesiz olanlar. Bunlar farklı şekillerde tasnif edilmişlerdir. Kimi mecmûalar, mukaddime bilgisi vermeksizin doğrudan fetvâları nakletmek ve her fetvânın sonunda “ketebehû Ebussuûd” gibi yalnızca fetvânın kime ait olduğunu belirtme yöntemini uygulamaktadır. Bu tip mecmûlarda, “Ketebe” kayıtlarında fetvânın bazı özelliklerine de dikkat çekilmektedir. Bunların başında da “ketebehû (...) min hattihî” [Bu fetvâ ...’nin bizzat kendi yazısından nakledilmiştir] şeklindeki kayıtlar gelmektedir. Bu grupta yer alan fetvâlar, genelde “Ebussuûd min hattihî” şeklinde geçmektedir. Bunun dışındaki kayıt tarzlarından tespit edilebilenler şöyledir: “Nukile min hattihî”, “bi aynihâ mestûrdur”174 ve “leallehû mimmâ nukile min hattihî.”175 b. Mukaddimesiz mecmûaların bir diğer şekli de, mecmûanın zahriyye, vikâye, serlevha, dış alt ya da üst kenarları gibi herhangi bir yerinde bir müftüye nispet edilenlerdir. Bu tip mecmûaların özel olarak incelenip, mukabele edilmeğe ihtiyaçları olduğu açıktır. c. Mukaddimeli olanlar. Bunlar mukaddimelerinde, mecmûa ve mürettip hakkında bilgilerin verildiği, fetvâların kimlere ait olduğu ve nereden derlendiği belirtilen mecmûalardır. Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin 174 Velî b. Yusuf, Mecmûatü’l-Fetâvâ, İstanbul Mft. Ktp., no: 178, vr. 91b. 175 Mecmûa, Esad Efendi, 692/3, vr. 8a.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
457
fetvâları ile ilgili birçok müstakil mecmûa tespit edilmiştir. Bunlardan üç tanesinin mürettibinin mecmûaların mukaddimelerinde belirtildiği görülmüştür. Bunlar, Veli Yegan Efendi, Muhammed b. Kadı Bozan, Sinan b. Ramazan el-Cevherî veya Çorlulu Sinan b. Ramazan’dır. Bunların yanında Muhammed b. Ahmed Revîsezâde (?)176 ve Şeyhî Kâkülleri Perişan (ö. 1010/1698)’ın da177 Ebussuûd Efendi’nin fetvâlarıyla ilgili derlemelerinin olduğu kaydedilmektedir, ancak bunlarla ilgili herhangi bir esere rastlanmamıştır. Ebussuûd Efendi fetvâlarından tespit edilebilen en eski nüshalar şunlardır: 1. Kanunnâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Karaçelebizâde Hüsameddin, no: 204, istinsâh tarihi: 957/1550. 2. Fetâvâ, (Müstensih: Kemal b. Nurullah), Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 223, istinsâh tarihi: 983/1575. 3. Fetâvâ Ebussuûd, Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 241, istinsâh tarihi: 988/1580. 4. Fetâvâ Ebussuûd, Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, no: 1114, istinsâh tarihi: 994/1585. 5. Fetâvâ Ebussuûd, (Bozanzade tertibi), Süleymaniye Kütüphanesi, Sultan Ahmed, no: 95, istinsâh tarihi: 997/1588. 6. Fetâvâ Ebussuûd, (Bozanzade tertibi), Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 1028. İstinsâh tarihi: 996 Ebussuûd Efendi’nin fetvaları ile ilgili bugüne kadar çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan tespit edilebilenler şunlardır: 1. Sinan b. Ramazan el-Cevheri / Çorlulu’nun derlemesi, Ertuğrul Düzdağ tarafından Ebussuûd Efendi Fetvâları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı adıyla yayımlanmıştır.178 Düzdağ, bu çalışmasını, birisi Millet Ktp. Ali Emiri, Şry. 80 numarada kayıtlı ve 1041/1634 istinsâh tarihli bir nüsha ile, Bayezid, 2757 numarada kayıtlı ve istinsâh tarihi tespit edilemeyen bir nüshayı esas alarak oluşturmuştur. 2. Prof. Dr. Zahit Aksu’nun “Ebussuûd Efendi’nin Cezâî Fetvâları”179 başlığı altında hazırladığı doktora tezi. Bu çalışma Ebussuûd Efendi’nin ceza hukuku ile ilgili fetvâlarıyla sınırlıdır. 3. Abdullah Demir, “Ebussuûd Efendi ve Osmanlı Hukukundaki Yeri” adlı doktora tezinde söz konusu fetvaları konu edinmiştir.180 Demir bu çalış176 Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. II, 1219. 177 Atâî, Hadâik, c. II, s. 451. 178 İstanbul, 1983. 179 Zahid Aksu, Le Şeyhülislâm Ebussuud Efendi et Ses Fatwa’s en Droit, Panel, 1971. 180 “Ebussuûd Efendi’nin Osmanlı Hukukundaki Yeri”, Doktora tezi, İstanbul: M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004.
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
458
masında, arazi ve vergi hukuku, yargılama hukuku ve vakıf kurumu konularını hukuk tarihi kaynakları, Ebussuûd Efendi’nin fetvâları, ma’rûzâtı, kanunnâmesi ve ilgili risâlelerinden istifade ederek incelemiştir. 4. Friedrich Selle’nin hazırladığı “Prozessrecht des XVI. Jahrunderts Im Osmanishen Reich”181 başlıklı doktora tezi ise, hemen hemen bütünüyle Ebussuûd Efendi fetvâlarına istinaden hazırlanmıştır. 5. Colin Imber, Ebussuûd The Islamic Legal Tradition182 adlı eserinde Ebussuûd Efendi fetvâlarının Veli b. Yusuf derlemesi ve Ertuğrul Düzdağ neşri ile Kânûn-i Cedîd’in Milli Tetebbular Mecmûası neşrini esas almıştır. Colin Imber’in bu eseri, vatandaşlık, vakıf, aile hukuku [talak] ve ceza hukukunun bazı konularıyla sınırlı olmuştur. Colin Imber’in bu çalışması, Murtezâ Bedir tarafından tercüme edilmiş,183 Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın tarafından da hakkında bir değerlendirme kaleme alınmıştır.184 6. Ebussuûd Efendi’nin İltizam ile ilgili fetvâları, Kürşad Urungu Akpınar tarafından Yüksek Lisans tezine konu edinilmiştir.185 7. Yargı hukukunda İspat ve Şehâdet ile fetvâları, M. Tayyib Gökbilgin tarafından Ebussuûd Fetvâlarında ve XVI. Asır Şeriyye Sicillâtında İspat ve Şehâdet186 başlığı ile değerlendirilmiştir. 3. Kenar ya da Metin Kayıtlar Bunlar, “ketebehu Ebussuûd” ya da “Ketebehu Ebussuûd min hattihi” şeklinde, mecmûaların kenar notlarında, doğrudan nakil ya da metinde yer alan bir meseleye delil olmak üzere kaydedilen fetvâlardır. Yazma eser kütüphanelerindeki fetvâ mecmûaları, bu çeşit fetvâ kayıtları açısından, incelenmesi gereken önemli kaynaklardır. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad, Ef. No: 1068’de yer alan Fetâvâ-yı Alî Efendi ile Esad Ef. 924 numarada Nücûmu’l-Fetâvâ adıyla kayıtlı fetvâ mecmûası bu tip mecmûalardandırlar. 4. Fıkıh-Fetvâ, Ma’rûzât, Kanunnâme ve Tarih Kaynaklarındaki Atıflar Fetvâlarını nakleden ve fetvâ formatıyla yakından ilgisi bulunan önemli kaynaklardan birisi de ma’rûzât ve kanunnâmelerdir. Önceden de ifade edildiği gibi, ma’rûzâtlar, bilinen fetvâ formatından nispeten farklı metinlerdir. Ancak, ma’rûzât nüshalarında, ma’rûzât formatına uy181 Weisbaden, 1962. 182 Edinburg, 1997. 183 Şeriattan Kanuna, Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk, trc.: Murteza Bedir, İstanbul, 2004. 184 M. Akif Aydın, “Colin Imber, Ebussuûd: The İslamic Legal Tradition…”, Osmanlı Araştırmaları, İstanbul, 2000, sy. 20. 185 Kürşad Urungu Akpınar, “Osmanlı Şeyhülislâm Fetvâlarında İltizâm”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. 186 İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1960, c. III, sy. 1-2, s. 117 132.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
459
mayan, dolayısıyla ma’rûzât metni olmaktan çok, fetvâ metni olduğu anlaşılan birçok meseleye de rastlanmaktadır. Bu da, ma’rûzâtları, fetvâ araştırmasında önemli hale getirmektedir. Esasen vergi ve toprak hukukunu düzenleyen kanunnâmeler de, ma’rûzâtlar gibi fetvâ formatından nispeten farklı metinler olmakla birlikte, ma’rûzât nüshalarında görülen özelliklerinden dolayı bunlar da fetvâ kaynakları arasında sayılmalıdır. Kanuni dönemi sosyal, siyasal, iktisadî, dinî, kültürel vb. konularından söz eden hemen bütün tarih kaynaklarında Ebussuûd Efendi’ye bir atıfta bulunulmuş, bu atıflar genelde onun fetvâları bağlamında olmuştur. Örneğin Kıbrıs’ın fethi187 ve XVI. asır tasavvuf tarihinden söz eden hemen bütün kaynaklarda188 Ebussuûd Efendi’nin fetvâlarına atıflarda bulunulmaktadır. Bu bakımdan tarih kaynakları da Ebussuûd Efendi fetvâları açısından birer kaynak olma özelliği taşımaktadır. Fıkıh metinlerine gelince, Ebussuûd Efendi kendi dönemi başta olmak üzere, sonraki fıkıhçılar tarafından da ciddiye alınmış, fetvâları değerlendirmelere tabi tutulmuş ve kendisine atıflar yapılmıştır. Örneğin, vakıfla ilgili bir fetvâsını189 Kınalızâde Ali Efendi eleştirmiş, Şah Efendi ise savunmuştur.190 Bedel hac ile ilgili bir fetvâsına Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi bir reddiyye191 kaleme almıştır. Ebussuûd Efendi’nin fetvâları ve fıkhî görüşleriyle en fazla ilgilenen şahsiyetin İmam Birgivî olduğu görülmektedir. Nitekim o, Padişah vasiyyetinin tenfizi ile fakirlere vakıf konusunda verdiği fetvalar,192 Kanuni ve annesinin Ravza-i Mutahhara’ya vakfettikleri kıymetli eşya;193 para vakıfları ve dinî ibadetlerin ücretle yapılması ile ilgili reddiyeleri,194 teğannî konusu ile ilgili yazışması195 ve diğer eser ve reddiyyeleri ile196 Ebussuûd Efendi’yi adeta bir gölge gibi izlemiştir. Ebussuûd Efendi, vefatından sonra da tartışmalara konu olduğu gibi, kaynak olmaya da devam etmiştir. Özellikle Osmanlı fetvâ makamında mürâcaat 187 Örnek olarak bkz.: Peçevî, Tarih, c. I, s. 466-467; Hammer, Osmanlı Tarihi, İstanbul, tz., c. IV, s. 7 8. 188 Örnek olarak bkz.: Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, Anadolu’da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ, s. 348-354; Necdet Yılmaz, “XVII. Asır’da Anadolu’ta Tasavvuf”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000, s. 412-416. 189 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef, 3713, vr. 71b. 190 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef, 3713, 71b-72a. 191 Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3756, vr. 60a-77a. 192 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3699, vr. 128a-132a. 193 Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 1269, vr. 225b-231b. Birgivî’nin bu eseri, Ahmet Turan Arslan tarafından “İmam Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Bir Mektubu” başlığı ile yayınlanmıştır. Bkz.: İlmî Araştırmalar Dergisi, 1997, sy. 5, s. 61 74. 194 Arslan, İmam Birgivî: Hayatı, Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, s. 56-62. 195 Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 466, vr. 48-49; Hâdimî, Berîka-i Mahmudiyye, c. I, s. 212.
460
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
kaynağı olarak kullanılan çeşitli mecmûalarda, fıkhî görüşler arasındaki tartışma ve tercihlerde Ebussuûd Efendi ayrı bir yer işgal etmiştir. Mürettib, müstensih ya da eseri mütâlaa edenler tarafından mecmûaların metin ya da kenarlarına konan –ki en yaygın olan kenar not şeklindedir- bu çeşit kayıtların yer aldığı bazı eserler şöyledir: Fetâvâ-yı Ankaravî,197 Fetâvâ-yı Abdullah,198 Fetâvâyı Kadrî Efendi,199 Fetâvâ-yı Minkarîzade Yahya Efendi,200 Fetâvâ-yı Adliye,201 Fetâvâ-yı Ali Efendi,202 Fetâvâ-yı Atâullah,203 Mecmûa-yı Şerife,204 Mecmûatü’lFetâvâ,205 Cerîde-i İlmiyye.206 196 İmam Birgivî’nin sorup Ebussuûd Efendi’nin cevaplamadığı diğer bazı konular için bkz.: Beyân u sûreti fetvâ li Mehmed Çelebî b. Pîr Ali el Müderris fi Dâri’l Hadîs fi Kasabat i Birgî ile’l Müftî Ebissuûd ve hüve lâ yücîbühü, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 915, vr. 40b-41a. 197 Şeyhülislâm Ankaravî Mehmed Efendi (ö. 1099/1687) tarafından derlenmiştir. Fetvâ kaynakları, fıkıh metin ve şerhlerinden fetvâda kaynak olmak üzere hazırlanmış bir eserdir. Bu eserin bir çok nüshasında mürettipler, Ankaravî’nin derlediği meseleler hakkında tahliller yapmış, Osmanlı müftüleri tarafından tercih edilen fetvâlara özel olarak işaret etmişlerdir ki, Ebussuûd Efendi’nin fetvâları ile mukayese, bunlar arasında özel bir yere sahiptir. Bu Mecmûanın nüshalarında, Ebussuûd Efendi’ye yer verdiği tespit edilenlerden bazıları ve varak numaraları şöyledir: Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Ef, 134, vr. 340a; Fatih, no: 2358, vr. 10b, 24b, 66b, 77a, 97a, 135b, 153a, 153b, 191b, 214a, 251a, 257b, 301a, 301b, 356a, 364b, 373a, 394b, 395a, 398b, 398b, 400a, 400a, 402a, 403b, 404b, 404b, 442a; H. Hüsnü paşa, no: 343, vr. 11a, 18a, 33a, 38b, 25b, 47b, 60a, 64b, 69b, 71a, 72b, 92a, 99b, 115a, 117a, 127a, 134b, 135b, 186a, 357a, 385a, 439a b; H. Hüsnü Paşa, no: 439, vr. 34a b, 63b, 67a, 83a, 86b, 106a, 123a, 142b, 145a, 163a, 163a, 325a, 343a b, 348a, 366b, 367a, 379a, 410b, 431a, 455b, 468b, 502b, 510a, 525b; Hacı Beşir Ağa, no: 315, vr. 74a, 76a, 95a, 110b, 111a, 120a, 138b, 155b, 176a, 192a, 237a, 268b, 290a, 316, 316, 316, 316, 316, 358a, 374b, 376b, 376a, 395b, 444a, 487a; Hacı Beşir Ağa, no: 316, vr. 18b, 50a, 73a, 79a, 81a, 100a, 156a, 125a, 105a, 116a, 130a, 263a, 269a, 271b, 307b, 315a b, 329b, 332b, 340a, 364a, 439a; Hacı Beşir Ağa, no: 343, vr. 81a, 92a, 316, vr. 58a; Hamidiye, no: 591, vr. 56a, 60a, 62a, 78b, 82b, 82b, 94b, 100b, 114b, 124a, 141b, 148b, 155b, 156a, 281b, 291a, 296b, 302b, 313a, 313b, 319a, 332a, 335a, 350b, 354b, 358a, 374b, 383b, 390a, 4321a, 18a, 422b, 437a; Hamidiye, no: 592, vr. 350b; Hamidiye, no: 592, vr. 292a; Yazma Bağışlar, no: 686, vr. 61a, 67b, 165b, 521a; Hamidiye, no: 592, vr. 8a, 65a, 67b, 82b, 89b, 91b, 210a, 228a, 296a, 298a, 316a, 353b, 358a; YazmaBağışlar, no: 686, vr. 35a, 66b, 102a, 107b, 140b, 150b, 165b, 169a, 176a, 175b, 184b, 217a, 324b, 326b, 347b, 364a, 391b, 398b, 447a, 474b, 480a, 486a, 486a, 487b, 524b, 526a, 526a, 526a, 542a, 546a. 198 Fetvâlar hakkında değerlendirmelerin yer aldığı bu eserin müellif ve müstensihi hakkında bir bilgiye rastlanmamıştır. Bayezid, Veliyyüddin, no: 1502, vr. 51b. 199 Abdulkadir b. Yusuf el Kâdirî (öl. 1085/1674) tarafından, fetvâda el kitabı olmak üzere, fıkıh kaynaklarından derlenerek hazırlanmış bir eserdir. Vâkıâtü’l-Müftîn olarak meşhurdur. Süleymaniye Kütüphanesi, Hkm. no: 417, vr. 47a. 200 Atâullah Muhammed Hızır tarafından Şeyhülislâm Minkarîzâde Yahya Efendi (ö. 1088/1677)’nin fetvâlarını derlemek üzere hazırlanmış bir eserdir. Fetvâların yanında, fıkıh kaynaklarından nakillerde de bulunulmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 2129, vr. 153b; Şehit Ali Paşa, no: 1055, vr. 14a. 201 Resul b. Salih el Aydînî (ö. 978/1570) tarafından yargıda el kitabı olmak üzere, fıkıh ve fetvâ kaynaklarından derlenerek hazırlanmış bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, no: 1043, vr. 156b, 155a, 118a. 202 Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi (ö. 1040/1630)’nin fetvâlarının derlenmesinden oluşmuş bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, no: 2389, vr. 47b, 71a; Hamidiye, 603, vr. 48b, 99b, 150a, 204a, 226a; Hamidiye, no: 609, vr. 37b, 85b, 168b. 2
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
461
Fıkıh kaynaklarında da tenkit, tercih ya da kaynak olarak Ebussuûd Efendi’nin fetvâlarına müracaat edildiği görülmektedir. Örneğin, Dâmâd adıyla meşhur Şehzâde Abdurrahman b. Şeyh Muhammed b. Süleyman (ö. 1078/1667)’ın, İbrahim Halebî (ö. 956/1549)’nin Mülteka’l-Ebhur adlı eserine yazdığı şerhi olan Mecmau’l-Enhur’da Ebussuûd Efendi’nin Ma’rûzât’ına atıfta bulunduğu207 gibi, İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr’ının bir çok yerinde,208 Ali Haydar Efendi (ö. 1355/1936) Mecelle şerhi olan Dürerü’lHükkâm’ın209 ana kaynakları arasında yer almıştır. B. Ma’rûzât Esasen Türkçe bir tabir olan “Ma’rûzât” kelimesi, Türkçe’de “Mevki veya yaş bakımından büyük birine bildirilen, sunulan şeyler, dilek ve bilgi”210 manasına geldiği gibi, Osmanlı döneminde, Tanzimat’tan sonra, Sadrazamlar tarafından Mabeyn’e yazılan arizalar [kağıtlar] ile ilgili özel bir tabir haline gelmiştir.211 Tanzimat öncesinde ise, ma’rûzât metinlerinin mukaddimesinden anlaşıldığına göre Şeyhülislâmlar tarafından, Padişaha sunularak onaylattırılan fetvâlar için kullanılmıştır.212 Başta ma’rûzât metinlerinin dîbâceleri olmak üzere ilgili kaynaklarda yer alan bilgilere göre, ma’rûzâtların ortaya çıkışının temel sebebi, fiilî uygulamada, uygulanan mezhep içerisindeki farklı görüşlerin çeşitli kesimlerde tartışmalara konu olmasıdır. Şeyhülislâmlık bu tartışmalara son verebilmek ve hukukî prob203 Atâullah Muhammed (ö. ?) tarafından fetvâda el kitabı olmak üzere, fıkıh kaynaklarından derlenerek hazırlanmış bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, no: 594, vr. 100b, 101a, 112a, 120a, 126a, 129b, 131a, 132a, 147b, 169b, 197a, 209a, 267b, 272a, 288b, 365a, 373a, 433a, 435a, 519a, 524b, 532a, 537b, 569b; Hamidiye, no: 599, Vr. 12a, 18a, 90a, 170a, 253a, 264a, 265a, 332a, 382b, 447a, 451a, 455a. 204 Muhammed b. Ahmed el Üsküdârî (ö.?) tarafından 1137/1724 tarihinde istinsah edilmiş, fıkıh kaynaklarından derleme, fetvâda el kitabı olarak hazırlanmış bir mecmûadır. Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, no: 2359, vr. 68b, 69a, 86b, 98b, 112a, 115a, 119a, 129b, 130a, 151b, 168a, 168b, 318b, 362a, 368a, 370b, 392b, 393a, 413a, 437b, 493b, 498b, 499a, 499a, 501b, 517a. 205 Müellif ve müstensihi tespit edilemeyen ve 1175/1761 yılında istinsah edilen, Türkçe, imzasız fetvâ derlemelerinden oluşmuş bir fetvâ mecmûasıdır. Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 2390, vr. 115a. 206 Cerîde-i İlmiyye, c. I, s. 437. 207 Mecmau’l-Enhur, İstanbul, 1070, c. I, s. 618. 208 Haşiyetü Reddi’l-Muhtâr. Örnek olarak bkz.: c. I, s. 536; c. III, 19; c. IV, s. 215 ve 420; c. V, s. 206; c. VI, s. 141; c. VII, s. 190; c. VIII, s. 24 vd. 209 İstanbul, 1330. 210 Heyet, Örnekleriyle Türkçe Sözlük, İstanbul, 2002, c. III, s. 1908. 211 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1993, c. II, s. 410. 212 Örnek olarak bk., Fetâvâ-yı Ali Efendi Maa’n-Nukûl, Millet Ktp. Ali Emiri, Şry. 104, vr. 122a; Fetâvâ yı Yahyâ b. Zekeriyyâ b. Bayram, Millet Ktp. Ali Emiri, Şry. 87, vr. 527a; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3809, vr. 130a-132a (sene: 957, altı madde).
462
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
lemlere sağlıklı bir çözüm bulmak için fetvalar arasından tercihte bulunup, tezkire213 ile Padişah,214 Dîvân-ı Âlî,215 Dîvân-ı Hümâyûn’a216 arz edip, Padişahın onayını alarak, ilgili makamlara gönderme yöntemini uygulamıştır.217 Bu dîbâcelerde, Baysun’un, ma’rûzâtların Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile yazıldığı218 şeklindeki tespitini doğrulayacak herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Ma’rûzâtların temel özelliği, fetvâ metninin içerisinde Padişah’a sunulduğunu ifade eden “Atebe-i Ulyâ’ya arz olundu”, “i’lâm olundu”, “zikr olundu” ya da “(…) ferman sâdır oldu” gibi tabirlerin bulunmasıdır. Bu temel özellik dikkate alındığında, bu özelliği taşıyıp da ma’rûzât metinlerinin dışında yer alan meselelerin de ma’rûzât maddelerinden sayılması gerekmektedir. Toprak hukuku ve vergilerle ilgili meseleleri kapsayan mecmûalar, bu prensibin dışındadır. Çünkü bu gibi meseleler özel olarak kânunnâme başlığı altında toplanmıştır. Böyle olunca, ma’rûzât metinlerinde yer aldığı halde, bu özelliği taşımayan maddelerin ma’rûzât’dan sayılmaması gerekmektedir. Ma’rûzatların ana konularını, nüshalar arasında farklılık arz etmekle beraber, genelde namaz, zekat, nikah, cihad, âbık, mefkûd, vakf, bey‘, edebü’l-kâdî, şehâdet, da‘vâ, gasb, kısmet, icâre, şettâ [İstanbul’un fethi ve kiliseler ile medreselerdeki ders ücretleri] konularının oluşturduğu görülmektedir. Ma’rûzâtlar, müstakil metinler halinde derlendiği gibi, fetvâ mecmûaları ve kânûnnâmelerde219 de dağınık halde nakledilmiştir. Fetvâ mecmûalarında olduğu rahatça anlaşılabilen bu meseleler, kânûnnâmelerde birbirinden ayırt edilemeyecek kadar girift ve iç içedir. Başta Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere, diğer yazma eser kütüphanelerinde yapılan araştırmada, ma’rûzâtların müellif nüshalarına rastlanmadı. Görülen yazmaların genelinde istinsâh tarihi bulunmamakta, bulunanların tarihleri de Ebussuûd döneminden uzak tarihlerden oluşmaktadır. Bunlardan Ebussuûd Efendi’ye en yakın olanlar şunlardır: Ma’rûzât, Köprülü, III Kısım, 99/1, vr. 1b-16b, istinsâh tarihi: 1086/1675. Ma’rûzât, Bayezid, Veliyyüddin, 1547/4, vr. 126a-135b, istinsâh tarihi: 1090/1679. 213 Milli Tetebbular Mecmûası, s. 342; İÜİFK, no: 01, vr. 92b; BV 1, vr. 69a; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 585, vr. 247a; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 892, vr. 287b; YB 1, vr. 4a. 214 Milli Tetebbular Mecmûası, s. 342; İÜİFK, no: 01, vr. 92b; BV 1, vr. 69a; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 585, vr. 247a; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 892, vr. 287b; YB 1, vr. 4a. 215 Milli Tetebbular Mecmûası, s. 343; BV 1; vr. 70a. 216 İÜİFK, Ktp., 01, VR. 93a. 217 Ma’rûzât-ı Abdullah Efendi, Bağdatlı Vehbi, 2054, vr. 19b; Ma’rûzât, İstanbul Mft. Ktp., 186, vr. 223a. 218 Baysun, “Ebussuûd”, İA, c. IV, s. 99. 219 Örnek olarak bkz.: Kanunnâme, başlık ve giriş yok. (Erâziye müteallik meseleler), Müstensih: Ahmed b. Atâullah el Yanyâvî, istinsah tarihi yok, dili Türkçe, Millet Ktp. Ali Emiri, Şry. 468/1, vr. 8a.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
463
Bunların dışında istinsâh tarihleri bulunmamakla birlikte, mukaddime ve serlehvalarında yer alan kayıtlar bakımından önem arz eden diğer nüshalar, Bayezid, Veliyyüddin, 3216, vr. 70a-73a’da yer alan nüsha. Bu nüshanın mukaddimesi şöyledir: “Hoca Çelebi, “Nizâm-ı âleme evfak olduğiçün hususuna hükm-i şerif inâyet olunub padişah-ı âlempenâh Hoca Çelebi Efendi arz eylediği mesâil sûretidir, zikr olunur, sûret-i evvel budur”. Millet, Ali Emiri, Şry, 337, vr. 2b-5a’da yer alan nüshalardır. Bu nüshanın mukaddimesindeki kayıt da şöyledir: “Merhum ve Mağfûrun leh Ebussuûd Efendi birkaç maddeler ki cevâbları Padişah Hazretlerinin tayinlerine muhtac olmağın arz ettikde Padişah Hazretleri buyurdukları cevablarıdır ki, bilâ ziyâde velâ noksan nakl olundu.” Kayıtlardan anlaşıldığına göre Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi döneminde başlayan bu uygulama sonraki Şeyhülislâmlar tarafından da devam ettirilmiştir. Şeyhülislâm Muîd Ahmed Efendi (ö. 1057/1647) imzalı bir fetva220 ile Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi (ö.1156/1743)’ye ait olduğu kaydedilen bir ma’rûzât metninde221 bu husus açıkça ifade edilmiştir. Yazma Bağışlar 4550 numarada kayıtlı olan bir ma’rûzât metninin zahriyyesinde ise Ebussuûd Efendi döneminde kabul edilen ma’rûzât maddelerinden yedi tanesinin yürürlükten kaldırıldığı ifade edilmiştir.”222 Milli Tetebbular Mecmûası’nda223 eksik bir nüshası neşredilen ma’rûzât’ın tam bir nüshası Almanca tercümesiyle birlikte Poul Horster224 ve Ahmet Akgündüz225 tarafından yayımlanmıştır. Ma’rûzâtların da fetvâlar gibi, Ebussuûd Efendi’den sonra fıkıh ve fetvâ çalışmalarında kaynak olarak müracaat edildiği görülmektedir. Örneğin, el-Haskefî (ö. 1088/1677), ed-Dürrü’l-Muhtâr’ında,226 İbn Abidin Haşiye’sinde227 maruzatlara atıflarda bulundukları gibi, modern dönem hukuk çalışmalarında da müracaat kaynağı olma özelliğini korumaktadır.228 Ayrıca, Macmau’l-Fıkhi’lİslâmî’nin 14-19 Şubat 1998 tarihinde akdettiği oturumda, fetvâ kitaplarının güncelleştirilmesi konusu tartışılmış, müzâkere bölümünde Şeyh Abdüssettâr Ebu Gudde, Ebussuûd Efendi’nin Ma’rûzât’ının önemine dikkat çekmiş,229 95 220 Mecmûatü’l-Fıkıh, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. no: 949, vr. 41a. 221 Ma’rûzât-ı Abdullah Efendi, Bağdatlı Vehbi, 2054, vr. 19b. 222 Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 4550, vr. 1a. 223 Milli Tetebbular Mecmûası, c. II, s. 337-348. 224 Zur Anwendung des islamischen Rechts im 16. Jahrhundert, Stuttgart, 1935. 225 Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, c. IV, s. 35-37. 226 Ed-Dürrü’l-Muhtar, c. III, s. 20; c. 4, s. 157, 209, 215, 235, 288, 293, 295, 344, 364, 388, 396, 398, 448, 457; c. V, s. 58, 167, 233, 356, 420, 658; c. VI, s. 141, 635, 757. 227 Hâşiyetü Reddi’l-Muhtar, c. IV, s. 214, 215, 293, 388. 228 Mahmesânî, İslam Hukukunun Tedvini, trc.: İbrahim Kafi Dönmez, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1985, c. III, s. 321. 229 Mecellet-ü Macmai’l-Fıkhi’l-İslâmî, 1998, sy. 11, cüz: 2; s. 669.
464
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
(11/7) nolu kararında da Ma’rûzât vb. fetvâ mecmûaların yeniden gün yüzüne çıkarılması konusu kararlaştırılmıştır.230 C. Kanunnâme Kanunnâme başlığı ile nakledilen fetvaların genelde toprak hukuku ve vergilerle ilgili konulardan oluştuğu görülmektedir. Peçevî, Ebussuûd Efendi’nin toprak sorunlarına ilişkin fetvaları ile herkesin karşılaştığı güçlükleri çözdüğünü kaydetmiştir.231 Peçevî, Celâlzâde Mustafa Çelebî’nin Kanunnâme’sinden söz ederken kanunnâmelerin Ruûs kaleminde saklandığını kaydeder.232 Demir, Padişahlara ait Kanunnâmeler ile şeyhülislâmların hazırladıkları fetvâ formatındaki kanunnâmeler arasındaki farka dikkat çektikten sonra, Ebussuûd Efendi’nin Budin,233 Üsküp ve Selânik234 ile ilgili kanunnâmeleri hakkında bilgi vermektedir.235 Özellikle Rumeli toprakları236 ve hangi bölge ile ilgili olduğu ifade edilmeksizin, öşür ve haraç arazisi ile ilgili fevâların237 yanında, Arâzî-yi Harâciyye ve Öşriyye Hakkında Kanun ve Fetvâlar, Kânunnâme, Kânûnu’l-Muâmelât olarak da anılan metinlerin bazıları Prof. Dr. Ahmet Akgündüz tarafından neşredilmiştir.238 Kanunnâme denilince daha çok Ebussuûd Efendi gündeme gelmesine karşın, kanunnâme metinlerinde farklı Şeyhülislâm ve müftülerin imzalarının bulunması, bu uygulamanın Osmanlı Devleti’nin diğer devirlerinde de uygulandığını ve bir gelenek halini aldığını göstermektedir.”239 Kanunnâmeler hususunda da, fetvâlar gibi, özel olarak derleme çalışması yapıldığı görülmektedir. Kanunnâmeler, kendilerinden sonraki dönemler için de kaynak olma özelliği taşımışlardır.240 Nitekim Pîr Mehmed Efendi b. Hasan elÜskûbî, bu çeşit fetvâları derlemiş ve “Kavânîn-i Osmaniyede işbu risâle-yi cem edüb” ifadesinden sonra eserine Zahîru’l-kudât adını verdiğini kaydetmiştir.241 230 Mecellet-ü Macmai’l-Fıkhi’l-İslâmî, 1998, sy. 11, cüz: 2; s. 694. 231 Peçevî, Tarih, c. I, s. 57. 232 Peçevî, Tarih, c. I, s. 46. 233 Millet Ktp., Ali Emiri, Şry, 468/, vr. 1a 43b. 234 Millet, Ali Emiri, Şry, 80/2, vr. 278a 292a. Mukaddime eserin, Sultan Selim b. Süleyman zamanında yazıldığı ifade edilmiş. 235 Demir, Ebussuûd Efendi’nin Osmanlı Hukukundaki Yeri, s. 219-230. 236 Düzdağ, Ebussuûd Efendi Fetvaları, s. 167; Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3341, vr. 166a; 3729, vr. 120b-121a. 237 Velî 1, vr. 30a b; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3341, vr. 168b, 170b; 3762, vr. 5a; 3729, vr. 121a; Hazerfan Hüseyin Çelebî, Telhîsu’l-Beyan, s. 108-111. 238 Akgündüz, Osmanlı kanunnâmeleri, c. IV, s. 78-91. 239 Millet Ktp. Ali Emiri, Şry., 468/1, vr. 1a 43b; Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi, 277, 1a 48b. 240 Meşreb Efendi Hafidi, Câmiu’l-İcâreteyn, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 614, vr. 49a, 79b (kenar kayıt), 100a; İbn Abidin, Hâşiye, c. V, s. 420. 241 Kânûn-ı Üskûbî, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail, 106, vr. 113b.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
465
Kütüphane kayıtlarında rastlanan en eski kanunnâme metinlerinden bazıları şöyledir: Kanunname, Süleymaniye Kütüphanesi, Hüdâî, 760, vr. 1b-49a. İstinsâh tarihi: 1084/1673. Kanunname, Köprülü, III. Kısım, 99/1, vr. 1b-16b. İstinsâh tarihi: 1086/1675. Kanunname, Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir, 816/3, vr. 34b-70b. İstinsâh tarihi: 1107/1695. Kanunname, Atıf Ef., 1163/4, vr. 58b-86a. İstinsâh tarihi: 1136/1723. Kanunname, Millet, Şry. 135/2, vr. 49b-63a. İstinsâh tarihi: 1140/1727. Bu kayıtlar, Kanunnâmelerin çok sonraki dönemlerde derlendiği gibi bir izlenim oluştursa da, metinlerde geçen çeşitli kanun maddelerinin Ebussuûd Efendi gibi, eski dönem müftülerinin fetvâlarının arasında da geçmesi,242 bunların ilk zamanlarda fetvâ metni şeklinde değerlendirildiği, kanun maddesi halinde ele alınışının ise daha sonraları ortaya çıktığına işaret olabilir. V. Bibliyografya Esasen Ebussuûd Efendi’nin hayatına biyografi, bibliyografya, Osmanlı siyasî, iktisadî, hukuk, kültür, sosyal ve özellikle de tasavvuf tarihinden söz eden hemen bütün kaynaklarda rastlamak mümkündür. Yine bunların yanında Fıkıh ve Tefsir kaynaklarında da Ebussuûd Efendi ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Özellikle de Hanefi alimlerinin biyografilerinden söz eden hemen bütün kaynaklarda Ebussuûd Efendi’ye özel olarak yer verildiği görülmektedir.
Genel Bibliyografya Kitaplar Mecmûa; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 3335, vr. 130a; 3790, vr. 99b; 1017, vr. 6b; 3752, vr. 14a. Agar, Mehmet Emin; Ebussuûd Efendi’ye Atfedilen Bir Baytarnâme, İstanbul, tz. Akgündüz, Ahmet; Osmanlı Kanunnâmeleri, İstanbul, 1990, c. I; 1992, c. IV ve V; 1993, c. VI. Akgündüz, Murat; Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık, İstanbul, 2002. Albayrak, Sadık; Budin Kanunnâmesi, İstanbul, tz. Altunsu, Abdülkadir; Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara, 1972. Arabul, Muzaffer; Duânâme, İstanbul, 1978. 242 Örnek olarak bkz.: Düzdağ, Ebussuûd Efendi Fetvaları, s. 167; Velî b. Yusuf, Mecmûatü’l-Fetâvâ, İstanbul Mft. Ktp., 178, vr. 30a-b Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3341, vr. 166a, 168b, 170b; 3729, vr. 120b-121a.
466
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
Atsız; İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuûd Bibliyografyası, İstanbul, 1967. Ayaşlı, Münevver; XIX. Asır Teşrin-i Sânî ve Ötesi Kıbrıs ve Fetvâsı, İstanbul, 1971. Aydemir, Abdullah; Ebussuûd Efendi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1989. Çizakça, Murat; Risk Sermayesi: Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İstanbul, 1993. Ertan, Veli; Meşhur Şeyhülislâmlar, İstanbul, 1969. Ettore, Rossi; “Çelebi” Kelimesi Hakkında Ebussuûd’a Atfedilen Bir Fetvâ, Ankara, 1954. Ebussuûd; Ahvâl-i kıyâmet, Kayseri Raşit Ef. Ktp., no: 685, vr. 9a-17b. Ebussuûd; Akâid, Konya Belediyesi İzzet Koyunoğlu Şehit Müzesi Ktp., 13242. Ebussuûd; Baytarnâme, Mehmet Emin Agar, (nşr.), Ebussuûd Efendi’ye Atfedilen Bir Baytarnâme, İstanbul, tz. Ebussuûd; Bey’ hücceti, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 52b-53a. Ebussuûd; Beyân-u sûret-i fetvâ li Mehmed Çelebî b. Pîr Ali el-Müderris fi Dâri’l-Hadîs fi Kasabat-i Birgî ile’l-Müftî Ebissuûd ve hüve lâ yücîbühü”, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 915, vr. 40b-41a. Ebussuûd; Bidâatü’l-kâdî fi’s-sukûk / Sınâatü’l-kâdî / Kitâbu’s-sak, Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 3711, vr. 30-39; Giresun, 3648, vr. 186b-196b; Atıf Efendi, 2582, vr. 21a-28a Ebussuûd; Duânâme / Risale fi’l-ed’iyyeti’l-me’sûra, Mecmûa-i Da’avât, İstanbul, 1341. Ebussuûd; ed-Dürrü’l-manzûm ve’l-cevâhiru’l-meknûn, İ. Ü. Merkez Ktp. Arapça, no: 1974. Ebussuûd; Fetâvâ Ebussuûd, Süleymaniye Kütüphanesi, Sultan Ahmed, no: 95, (istinsâh tarihi: 997/1588); Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 1028 (İstinsâh tarihi: 996/1587), Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, no: 1114, (istinsâh tarihi: 994/1585); Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 241, (istinsâh tarihi: 988/1580); Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 223, (istinsâh tarihi: 983/1575); Mecmûatü’l-Fetâvâ, İst. Mft. Ktp., 178. Ebussuûd; Fetâvâ. (Şukkalar), Şehid Ali Paşa, 1072, 2867 ve 2868; Fatih, 2349 ve 2419. Ebussuûd; Fetvâ katiplerine tenbîh, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef, 1017, vr. 95b96b. Ebussuûd; Gamazâtü’l-melîh fî evvel-i Kasri’l-Âm mine’t-Telvîh, Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 37b-40b. Ebussuûd; Hasmü’l-hilâf fi’l-mesh-i ale’l-hifâf / Risâle-i şerîfe, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 2795, vr. 95b-97b. Ebussuûd; Haşiye ale’l-Hidaye / Ta’lîka ale’l-Hidâye, Laleli, 876, vr. 67b-196b. Ebussuûd; Hâşiye ale’l-Keşşâf, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 5374, vr. 146a-154b. Ebussuûd; Havâşi alâ Şerhi’l-Hidâye li Ekmeleddin el-Baberti., Hacı Selim Ağa, 299. Ebussuûd; Itknâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 53a. Ebussuûd; İbretnümâ, Milli Kütüphane, Yz. A 2320/A, vr. 46b-48b. Ebussuûd; İcâzetnâme, (Abdurrahman b. Cemâlü’l-millet-i ve’d-Din / Cemalüddin elMerzifonî) (ö. 971/1563), Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3441, vr. 240b241a. Ebussuûd; İrşadü’l-akli’s-selim ilâ mezâyâ’l-Kur’âni’l-Azîm, thk.: Abdullatif Abdurrahman, Beyrut, 1999. Ebussuûd; Kanunnâme, Atıf Ef., 1163/4, vr. 58b-86a, (istinsâh tarihi: 1136/1723); Köprülü, III. Kısım, 99/1, vr. 1b-16b, (istinsâh tarihi: 1086/1675); Millet, Şry. 135/2, vr.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
467
49b-63a, (istinsâh tarihi: 1140/1727); Süleymaniye Kütüphanesi, Karaçelebizâde Hüsameddin, no: 204, (istinsâh tarihi: 957/1550); Süleymaniye Kütüphanesi, Hüdâî, 760, vr. 1b-49a, (istinsâh tarihi: 1084/1673); Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir, 816/3, vr. 34b-70b, (istinsâh tarihi: 1107/1695). Ebussuûd; Kasîde fi medhi el-Allame Ebussuûd el-Müfti, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3787, vr. 160b-162b Ebussuûd; Kasîde fî risâi’s-Sultan Süleyman, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3507/2; Hacı Beşir Ağa, 676/3. Ebussuûd; Kasîde-i mîmiyye. Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 3725; Şehit Ali Paşa, 1390/11. Ebussuûd; el-Kasîdetü’l-Arabiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3741/9; Halet Ef. 799/29. Ebussuûd; el-Kavlü’l-vasît beyne’l-ifrât-i ve’t-tefrît / Risâletün fî ihtimâm-i emriddîn. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 615, vr. 107b-110a. Ebussuûd; Kelimât alâ Şerhi’l-Hidâye. Bayezid Devlet Kütüphanesi, 8025, vr. 20-155. Ebussuûd; Lübbü’l-ahzâb li cem’i’l-ihvân ve’l-ahbâb. nşr: Sadık Vicdânî Ebu Rıdvân (Kayıkcıoğlu), İstanbul, tz. Ebussuûd; Marûzât: Bayezid, Veliyyüddin, 1547/4, vr. 126a-135b, (istinsâh tarihi: 1090/1679); 3216, vr. 70a-73a; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 103; 892, vr. 285b-289b; 3425, vr. 182b-183a; 3487, 74a; 3715; 85b; 3809, 137a-141a; 585, 225b-233b; 952, 286a; 3612, 272b-278b; Bağdatlı Vehbi, 569, vr. 65b-79a; 551, 41b-122a; Yazma Bağışlar, 4550, 1b-8b; Köprülü Ktp. 3/99, vr. 1b-17b; 99/1, vr. 1b-16b, (istinsâh tarihi: 1086/1675); Milli Tetebbular Mecmuası, İstanbul, tz., s. 337-348; İst. Ünv. İlh. Fkt. Ktp. 01, vr. 88b-98b; Selçuk Ünv. İlh. Fkt. Ktp. 1762, vr. 1b-17a; Millet, Ali Emiri, Şry, 337, vr. 2b-5a. Ebussuûd; Meâkidu’t-tarrâf fî evvel-i sûreti’l-Feth mine’l-Keşşâf / Risâletün müteallikatün ale’l-Keşşâf fî sûreti’l-Feth, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 5374, vr. 146a154b. (İstinsah tarihi 975.) Ebussuûd; Mektuplar. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 32b, 53b, 74b, 170a; 3752, vr. 108a, 116b, 147b-148a; 3335, vr. 56a; 3341, vr. 164; 3751, vr. 125b-126a; 3857, vr. 102a; 933, vr. 74b-75a; 3784, vr. 33a-34a; 3713, vr. 191b-192b. Ebussuûd; Mes’eletün müteallikatün bi’l-kazâ-i beyne’l-ibâd, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3809, vr. 181b-182b. Ebussuûd; Mevkifu’l-ukûl fî vakfi’l-menkûl. (Kâtip Çelebî, Keşfuzzunûn, c. II, 1910) Ebussuûd; Münşeât, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3291. Ebussuûd; Nasihatı, Mecmûatü’r-Resâil, Sadberk Hanım Müzesi Yazma Eser Kataloğu, Hüseyin Kocabaş Koleksiyonu Yaz., 18, vr. 31a-33b. Ebussuûd; Nevâkibü’l-enzâr fî evâil-i Kitâbi’l-Menâr. Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 31b-37a. Ebussuûd; er-Radd-ü alâ fetâvâ Birgivî. Antalya-Akseki, no: 852, vr. 97b-112b. Ebussuûd; Risâle der beyân-i ayyârât. Antalya-Akseki, 255, vr. 225b-229b. Ebussuûd; Risâle fî bey’i’l-bâtıl ve’l-vakfi’l-lâzım. Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, 226, vr. 269a-270a. Ebussuûd; Risale fi beyân-i kat’i’l-ilm. (Ziriklî, el-A’lâm, V, s. 59) Ebussuûd; Risâle fî fıkh. Atıf Ef., 2831, vr. 89-116.
468
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
Ebussuûd; Risâle fî hakk-i deverân-ı sofiye, Hacı Selim Ağa, Nurbanu, 153. Ebussuûd; Risale fî tashîhi’l-elfâzil-mütedâvile beyne’n-nas / Galatâtü’l-avâm / Sakatâtü’l-avâm. Süleymaniye Kütüphanesi, Tırnovalı, 1865. Ebussuûd; Risâle fî vakfi’t-tavâhîn ale’l-erâzi’l-mevkûfe li’l-gayr. Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Cami, 376/4, vr. 155-165. Ebussuûd; Risale fi’l-mesh-i ale’l-huffeyn. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 936, vr. 1b-21a. Ebussuûd; Risâle fi’t-teğannî. Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, 466, vr. 48-49. Ebussuûd; Risâle müteallika bi bahsi’l-izâfe fî Kâfiyeti’bni’l-Hâcib. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3675, vr. 1157a-159b. Ebussuûd; Risâle-i bezirgan. Adana İlk Halk Kütüphanesi, 639, vr. 80b-91b. Ebussuûd; Risâle-i Ebissuûd / Mes’eletü’l-Kaza ve’l-Kader, li’l-Mevlâ Hoca Çelebî. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3772, vr. 246a-248b; 3809, vr., 178b-181a. Ebussuûd; Risâle-i imâniyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hayri, Hoca Abdullah, 187. Ebussuûd; Risâle-i tahkîkiyye-i Hazret-i Seyyid Sinan. Milli Kütüphane, Yz. A3316, vr. 57. Ebussuûd; er-Risâletü’l-habîbiyye fi’ş-şehâdeti’l-hasbiyye. Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma bağışlar, 2009. Ebussuûd; Risâletü’l-i’râbi’l-erbaa. Antalya-Elmalı, 2814, vr. 173b-175b. Ebussuûd; Risâletü’l-imtihân, Antalya-Elmalı, 2568. Ebussuûd; Risâletü’l-iştikâkiyye, Antalya-Elmalı, 2759, vr. 155b-167b. Ebussuûd; Hâşiye alâ evâil-i Kitâbi’s-Siyer mine’l-Hidâye, Süleymaniye Kütüphanesi, Ragıp Paşa, 1460, vr. 153b-156a. Ebussuûd; Risâletün fi’l-benci ve’l-haşîş-i ve tahrîmuhumâ, (Şahhât Muhammed Abdurrahman, “Min a’lâmi’t-tefsîri’l-beyânî Ebussuûd el-Imâdî, hayâtuhû, menhecuhû fi’t-tefsîr”, Mecelletü’l-Ezher, Kahire, 1984, yıl: 57, sy. 2, s. 185.) Ebussuûd; Risâletün fî ma’nâ Çeleb, Atıf Ef. 1144, vr. 64a-65b. Ebussuûd; Risâletün fî sakki’ş-şâri’ (Bidâ’atü’l-kâdî), Atıf Ef. 2582, vr. 21a-28b. Ebussuûd; Risâletün fî tahkîk-i lafz-ı çeleb ve çelebî, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Ef. 985. Ebussuûd; Risâletün fî’l-fark-i beyne’l-makâm-i ve’l-mukâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 2859, vr. 38a-b. Ebussuûd; Risâletün müteallikatün bi’l-usûl, Ragıp Paşa, 1460, vr. 152a-154b. Ebussuûd; Risâletün tetealleku bi kavl-i sâhibi’l-İnâye fî Kitâbi’s-Savm, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttap, 1197. Ebussuûd; Sapık Mezhepler, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail, 706, vr. 232b-233a. Ebussuûd; Süknâ ve Girdâr (Gedik Risâlesi), Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, no: 223, vr. 133b-136a. Ebussuûd; Şerh-u beyt-i “zî deryâ-yı şehâdet”, Süleymaniye Kütüphanesi, Ragıp Paşa, 1460, vr. 238a-239b. Ebussuûd; Şurûtu’s-salât / Tuhfetü’l-musallî , Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3782, vr. 145b-152b. Ebussuûd; Ta’lika alâ Şehri’l-Hidâye li İbn-i Kemal, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3767, vr. 25a-25b; Bayezid Devlet Ktp., 8025, vr. 27b-154b. Ebussuûd; Takrizler, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3847, vr. 52a; 3/755, vr. 5a; 3724,
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
469
vr. 45a; 520, zahriyye kaydı. Ebussuûd; Tefsîr-u esmâi’l-hüsnâ, Milli Kütüphane. Yz. A 3089/4, 584/1, 2422/2. Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-Bakara, (Brockelmann, Tarihu’t-Türâsi’l-Arabî, c. IX, s. 363) Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-Fâtiha, Süleymaniye Kütüphanesi, Kılıç Ali Paşa, 146/3, vr. 69; Şehit Ali Paşa, 2725/5, vr. 7-16) Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-Furkân, Süleymaniye Kütüphanesi, Süleymaniye, 1026, vr. 20a-49b. Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-İhlâs, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, 2830, vr. 68. Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-Mülk, (Brockelmann, Tarihu’t-Türâsi’l-Arabî, c. IX, s. 363) Ebussuûd; Tefsîr-u sûreti’l-Mü’minûn, Süleymaniye Kütüphanesi, Süleymaniye, 1026/4, vr. 50-83. Ebussuûd; Tefsîru’l-Kehf. (Brockelmann, Tarihu’t-Türâsi’l-Arabî, IX, 363) Ebussuûd; Tehâfütü’l-emcâd fî evvel-i Kitabi’l-Cihâd. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3767, vr. 25a-25b. Ebussuûd; Tuhfetü’t-tullâb fi’l-munâzara. (Ziriklî, el-A’lâm., V, s. 59; Brokelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi, IX, s. 364) Ebussuûd; el-Urcûze, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, 3973, vr. 283a-286b. Ebussuûd; Vakf-ı nükûd Hüccetleri. Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 93b-95a; İstinsah tarihi: 944). Ebussuûd; Vakfiye, (977/1569 tarihli), Vakıflar Genel Müdürlüğü: 571. Vakfiye defteri, sh. 266, sıra: 94; (973/1565 tarihli) 633 nolu vakfiye defteri, sh. 286, sıra: 101. Ebussuûd; Vakıf hücceti (Haseki Sultan Vakfiyesi). Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3783, vr. 100b-101a (sene 958). Gerçek, Selim Nüzhet; Türk Temaşası, Meddah, Karagöz Oyunu, İstanbul, 1994. Gültepe, Necati; Ebussuûd Efendi, İstanbul, 1984. Gündüz, İrfan; Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul, 1989. Gündüz, İrfan; Ebussuûd Efendi Hakkında Methiyeler, Mecmûa, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef. 3815, vr. 1a. Johansen, Baber; The Islamic Law of Tax and Rent, Londra: Croom Helm, 1988. Kayagil, Nureddin; Açıklamalı Dua Mecmûası (Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi), İstanbul, 1977. Menâkıbnâme-i Şeyh Muhammed Nasûhî el-Halvetî el-Üsküdârî, Millet Ktp. Ali Emiri, Şry. 1104/4, vr. 60b). Müstakimzâde Süleyman Sadedin; Devhatü’l-Meşâyih, İstanbul, 1978. Nâzım Raşîd; “Şeyhülislâm Ebussuûd, Kebîr-ü Müfessiri’l-Kur’ani’l-Kerim fi’l-Karni’lÂşir”, Âfâku’s-Sekâfe ve’t-Türâs, Dubai, 2002, c. IX, sy. 36, s. 29-38. Nev’îzâde Atâî; Hadâiku’l-Hakâik, Abdülkadir Özcan, (haz.), İstanbul, 1989. Ocak, A. Yaşar; Babaîler İsyanı, İstanbul, 1996. Ocak, A. Yaşar; Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik: Kalenderiler (XIV.-XVII.Yüzyıllar), Ankara: TTK. Yayınları, 1992. Ocak, A. Yaşar; Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıl), İstanbul, 1998. Öngören, Reşat; Osmanlılarda Tasavvuf, İstanbul, 2003, s. 380-384. Özcan, Tahsin; Fetvâlar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul, 2003.
470
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
Refik, Ahmet; On Altıncı Asırda Rafızilik ve Bektaşîlik, İstanbul, 1932. Refik, Ahmet; Osmanlı’da Hoca Nüfuzu, İstanbul, 1997. Refik, Ahmet; X. Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul, 1988. Repp, Richard Cooper; The Müfti of Istanbul, Oxford, 1986. Tuncer, Hadiye Tuncer; Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak Hukuku, Arazi Kanunları ve Kanun Açıklamaları, Ankara, 1962. Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler, Ankara, 1988.
Ansiklopedi Maddeleri “Ebussuûd”; Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, 2003, c. III, s. 239-241. Akgündüz, Ahmet; “Ebussuûd”, DİA, İstanbul, 1994, c. X, s. 365-371. Atar, Fahrettin; “Fetvâ”, DİA, İstanbul, 1995, c. XII, s. 486-496. Barkan, Ö. Lütfi; “Kanunnâme”, İA, İstanbul, 1993, c. VI, s. 185-196. Baysun, M. Câvid; “Ebussuûd Efendi”, İA, İstanbul, 1993, c. IV, s. 92-99. Diyanet, Ali Ekber; “Ebussuûd”, Dâiretü’l-Meârif-i Büzürg-i İslâmî, Tahran, 1372, c. V, s. 519-521. İnalcık, Halil; “Kanunnâme”, DİA, İstanbul, 2001, c. XIV, s. 333-337. Kramers, J. H.; “Şeyhülislâm”, İA, İstanbul, 1993, c. XI, s. 645-646. Mardin, Ebu’l-Ulâ; “Fetvâ”, İA, İstanbul, 1993, c. IV, s. 582-584. Mardin, Ebu’l-Ulâ; “Kadı”, İA, İstanbul, 1993, c. VI, s. 42-46. Pakalın, M. Zeki; “Maruzât”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1993, c. II, s. 410-412.
Makaleler Abu Jaber, K. S.; “The Millet System in the Nineteenth Century Ottoman Empire”, The Muslim World, 1967, c. XXXVII, sy. 3. Akarlı, Engin Deniz; “Colin Imber: Ebussuûd The Islamic Legal Tradition”, Islamic Law and Society, Haziran, 1999, c. VI, sy. 2. Akıncı, Sırrı; “Üç Mezar Taşı, Üç İlim Adamı”, Hayat Tarih Mecmuası, 1970, c. VI, sy. 2, s. 76. Aksu, Zahit; “Osmanlı Rejimi ve Kanun Tatbikatı Üzerine Birkaç Söz”, EAİFD, 1979, sy. 3, s. 97-102. Algül, Hüseyin; “Ebussuûd Efendi’nin Kıbrıs Seferiyle İlgili Fetvâsına Tahlili Bir Bakış”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler, Ankara, 1998, s. 304-319. Algül, Hüseyin; “Osmanlılar Devrinde Kıbrıs Seferinin Manevi Cephesi ve Ebussuûd Efendi’nin Seferle İlgili Fetvası”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, sy. 2, s. 37-42. Ali Emiri; “Meşihat-ı İslamiyye Tarihçesi”, İlmiye Salnamesi, İstanbul, 1334, s. 304-320; Diyanet İlmi Dergi, 1963, c. II, sy. 8-9, s. 19-24; sy. 10, s. 19-22; c. III, sy. 11, s. 21-23. Altınbaş, Vamık Şükrü; “Fetvâ Eminleri”, Diyanet Dergisi, 1963-1970, c.II, sy. 10, s. 23-26; sy. 11, s. 24-25; sy. 12, s. 17; c. III, sy. 2-3, s. 61; sy. 4, s. 123; sy. 5, s. 155; sy. 6-7, s. 187; sy. 8-9, s. 220; s,. 10-11, s. 251; sy. 12, s. 279; c. IV, sy. 3-4, s. 58; sy. 5-6, s. 93; sy. 7-8, s. 123; sy. 9, s. 158; sy. 10-11; s. 188; c.V, sy. 1-2, s. 28-29; sy. 5, s. 112-113; sy. 10, s. 283-284; c. VI, sy. 3, s. 78; c. VII, sy. 70-71, s. 83-85; sy. 77, s. 252; c. IX, sy.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
471
92-93, s. 41-42, sy. 94-95, s. 119; sy. 96-97, s. 187-188; sy. 98-99, s. 253. Arı, M. Salih; “Osmanlılarda Şeyhülislâmlık Müessesesi”, YÜİFD, 1994, sy. 1, s. 170-178. Arslan, Ahmet Turan; “İmam Birgivî’nin Bir Mektubu”, İlmi Araştırmalar Dergisi, 1997, sy. 9, s. 61-74. Ateş, Süleyman; “Ebussuûd Efendi”, Kur’an Mesajı, 1998, sy. 9, s. 3-13. Aydemir, Abdullah; “Ebussuûd Efendi”, Diyanet İlmi Dergi, 1973, c. XII, sy. 2, s. 97-104; c. XII, sy. 3, s. 136-144; c. XII, sy. 5, s. 283-295. Aydın, M. Akif; “Colin Imber: Ebussuûd The Islamic Legal Tradition…”, Osmanlı Araştırmaları, İstanbul, 2000, sy. 20. Bacquè-Grammont, Jean-Louis, “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlılar ve Safeviler”, Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, 1991. Bardakçı, Murat; “Uğruna Tazminat Ödediğimiz Kıbrıs’ı Şarapları İçin Fetva Çıkartıp Almıştık”, Hürriyet, 22.06.2003. Berki, Ali Himmet; “Osmanlı Türklerinde İftâ Makamı”, Diyanet İlmi Dergi, 1970, c. IX, sy. 102-103; s. 423-427. Binatlı, Yusuf Ziya; “Osmanlı Döneminin İktisadi ve Hukuki Bir Müessesesi: Gedikler”, Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi Dergisi, 1980, c. I, sy. 1, s. 1-28. Boyacığolu, Ramazan; “Tarihi Açıdan Şeyhülislâmlık, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1996, sy. 1, s. 161-171. Cerrahoğlu, İsmail; “Ebussuûd ve Tefsiri”, Diyanet Dergisi, 1974, c. XIII, sy. 4, s. 195-204. Dalkıran, Sayın; “Rafızilerle İlgili Ebussuûd Efendi’ye Nispet Edilen Bir Risâleye Tahlili Bakış”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, sy. 25, s. 161-179. Develi, Hayati; “Kemalpaşazâde ve Ebussuûd’un Galatât Defterleri”, İlmi Araştırmalar, İstanbul, 1997, sy. 9, s. 99-125. Erünsal, İsmail; “Osmanlı Şeyhülislâmları”, Diyanet İlmi Dergi, 1972, c. II, sy. 5, s. 316320. Gedikli, Fethi; “İstanbul’da Para Vakıfları ve Mudarebe”, Hak-İş Dergisi, Ankara, 1999, sy. 51. Gedikli, Fethi; “Osmanlı’da İltizâm ve Mukâtaa”, Çerçeve, İstanbul, 1995. Goffman, Daniel; “Ottoman Millets in the Early Seventeenth Century”, New Perspectives on Turkey, 1994, sy. 11. Gökbilgin, M. Tayyib; “Ebussuûd Fetvâlarında ve 16. Asır Şer’iyye Sicillerinde İsbat ve Şehadet”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1959-1960, c. III, sy. 1-2, s. 117-132. Güngören, Reşat; “Şeriatın Kestiği Parmak: Kânûnî Sultan Süleyman Devrinde İdam Edilen Tarikat Şeyhleri”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 1996, c. I, sy. 1. Heyd, Uriel; “Osmanlı’da Fetvâ Müessesesinin Bazı Tezahürleri”, trc.: Fethi Gedikli, Hukuk Araştırmaları, 1995, c. IX, sy. 1-3, s. 287-314. Heyd, Uriel; “Eski Osmanlı Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: Selahattin Eroğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1983, sy. 26, s. 633-652. Imber, Colin; “Four Letters of Ebussuûd”, el-Mecelletü’t-Tarihiyyetü’l-Arabiyye li’d-Dirâsâti’l-Osmâniyye, 1997, sy. 15-16, s. 177-183. İnalcık, Halil; “İslâm Arazi ve Vergi Sisteminin Teşekkülü ve Osmanlı Devletindeki Şekil-
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
472 lerle Mukâyesesi”, AÜ İİFD, 1959, sy. 1, s. 29-46.
İnalcık, Halil; “Suleiman The Lawgiver and Ottoman Law”, Archivum Ottomanicum, 1969, c. I. İpşirli, Mehmet; “Osmanlı İlmiye Teşkilatında Mülâzemet Sisteminin Önemi”, Güneydoğu Araştırmaları Dergisi, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, 1982, sy. 10-11. İpşirli, Mehmet; “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezası İle İlgili Hükümler”, İÜ EFTED, Prof. Dr. Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı, İstanbul, 1982, sy. 12. İpşirli, Mehmet; İnsan Hakları ve Sosyal Hayat Açısından Osmanlı Fetvâları, (Ayrı basım) İstanbul, tz. Kaydu, Ekrem; “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, EAÜİFD, 1977, sy. 2, s. 201-222. Kazıcı, Ziya; “Osmanlı Şeyhülislâmlık Müessesesi”, Diyanet İlmi Dergi, 1979, c. XVIII, sy. 5, s. 292-299. Kermeli, Eugenia; “Ebussuûd Definitions of Church Vakfs: Teory and Practice in Ottoman Law”, Islamic Law, Teory and Practice, R. Gleave ve E. Kemreli, (eds.), New York, 1997. Kılıcı, Ali; “İskilipdeki Vakıflar ve Ebussuûd Efendi Vakfı”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler, Ankara, 1988, s. 77-108. Mandaville, John E.; “Usurious Piety: The Cash Waqf Cantroversy in the Ottoman Empire”, International Journal of Middle Eastern Studies, 1979, sy. 10, s. 289-308. Mèlikoff, Irène; “Kızılbaş Problemi”, Uyur İdik Uyardılar: Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları, trc.: Turan Alptekin, İstanbul, 1993. Mert, Hamdi; “Osmanlı İdaresinde Şeyhülislâmlık Müessesesi ve Önemi”, Diyanet İlmi Dergi, 1989, s. 97-103. Ocak, A. Yaşar; “Düşünce Hayatı, (XIV.-XVII. Yüzyıllar)”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), İstanbul, 1999, c. I, s. 175, 184. Ocak, A. Yaşar; “Din ve Düşünce”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), İstanbul, 1999, c. I, s. 109-193. Ocak, A. Yaşar; “Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Bir Osmanlı Heretiği: Şeyh Muhyiddin-i Karamani”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, 1991. Ocak, A. Yaşar; “Osmanlı İmparatorluğu ve İslam: Problemler, Hipotezler ve Bir Perspektif Denemesi”, Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, 07-09 Nisan 1999 Bildirileri, Konya, 2000. Ocak, A. Yaşar; “Türk Heterodoks Tarihinde ‘Zındık’, ‘Harici’, ‘Rafızî’, ‘Mülhid’ ve ‘Ehl-i Bid’at’ Terimlerine Dair Bazı Düşünceler”, İÜ EFTED Prof. Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı, 1982, sy. 12. Ocak, A. Yaşar; “XVI. Yüzyıl Osmanlı Anadolusu’nda Mesiyanik Hareketlerin Bir Tahlil Denemesi”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, (Tebliğler), Ankara, 1991. Ocak, A. Yaşar; “XV.-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Resmi İdeolojisi ve Buna Muhalefet Problemi”, İslami Araştırmalar, 1990, c. IV, sy. 3. Okiç, M. Tayyib; “Bir Tenkidin Tenkidi”, AÜ İFD, 1993, c. II, sy. 2-3, s. 219-290. Ortaylı, İlber; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Nizamı”, Hamide Topçuoğlu’na Armağan, AÜHF yay., 1995, no: 798. Ortaylı, İlber; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
473
Ansiklopedisi, 1986, c. IV, sy. 32. Öngören, Reşad; “Ebussuûd Efendi’nin Tasavvufi Yönü”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler, Ankara, 1988, s. 290-303. Özcan, Tahsin; “Para Vakıflarıyla İlgili Önemli Bir Belge”, İLAM Araştırma Dergisi, 1998, c. III, sy. 2, s. 107-112. Pixley, Micheal M.; “Süleyman’s Şeyhüsilâm”, The Turkish Studies Association Bulletin, Bloomington, 1982, c. VI, sy. 2. Refik, Ahmet; “Osmanlı Şeyhülislâmları”, İlmiye Sâlnâmesi, İstanbul, 1334, s. 322-640. Refik, Ahmet; “Osmanlı Şeyhülislâmlarının Terâcim-i Ahvâli-IX”, Diyanet İlmi Dergi, 1964, c. III, sy. 4, s. 277-278. Repp, Richard Cooper; “Osmanlı Bağlamında Kanun ve Şeriat”, Sosyal ve Tarihi Bağlamı İçinde İslâm Hukuku, Aziz el-Azme, (ed.), trc.: Fethi Gedikli, İstanbul, 1992. Sakaoğlu, Necdet; “Toplum Tarihi İçin Zengin Bir Kaynak: Fetvâ Mecmûaları”, Toplumsal Tarih, 1994, c. I, sy. 4, s. 47-48. Sarıkçıoğlu, Ekrem; “Şeyhülislâmlık Makamı”, Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1982, sy.5, s. 197-218. Savaş, Saim; “XVI. Asırda Safeviler’in Anadolu’daki Faaliyetleri ve Osmanlı Devleti’nin Buna Karşı Aldığı Tedbirler”, Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi Bildirileri, 07-09 Nisan 1999 Bildirileri, Konya, 2000. Şehhât Muhammed Abdurrahman; “Min A’lâmi’t-Tefsîri’l-Beyânî: Ebussuûd el-İmâdî, Hayâtuhû ve Menhecühû fi’t-Tefsîr”, Mecelletü’l-Ezher, 1984, Yıl: 57, sy. 2, s: 181190. Şimşek, Mehmet; “Osmanlı Cemiyetinde Para Vakıfları Üzerinde Münakaşalar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1985, c. XXVII, s. 207-220. Tabakoğlu, Ahmet; “Osmanlı Devletinin Mali Yapısı”, XV.-XVI. Asrı Türk Asrı Yapan Değerler, İstanbul, 1997. Tahralı, Mustafa; “Muhyiddin İbn-i Arabi ve Türkiye Tesirleri”, Kubbealtı Akademi Mecmûası, 1994, sy. 1, s. 26-35. Turan, Fikret; “Şeyhülislâm Ebussuûd’un İmlâ Kuralları: XVI. Yüzyılda Osmanlı İmlasında Yerlileşme Eğilimleri ve Bir Tepki”, İlmî Araştırmalar Dergisi, İstanbul, 2000, sy. 9, s. 221-238. Turgut, Ali; “Devlet Kültür Bütünleşmesi ve Ebussuûd Efendi”, Milli Kültür Dergisi, Aralık 1987, İstanbul, sy. 59, s. 24-26. Uğur, Müctebâ; “Ebussuûd Efendi ve Eserleri”, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 1974, c. XIII, sy. 4, s. 204-208. Unan, Fahri; “XV. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Yönetim Kademesi İçerisinde Ebussuûd Efendi Ailesi”, Türk Yurdu, 1991, c. IX, sy. 50, s. 25-29. Williams, Ann; “Meditarranaean Conflict”, Süleyman and Magnifican and His Age, M. Kunt ve C. Wodhead, (eds.), Singapore, 1995. Yakıt, İsmail; “Osmanlı İlmiye Teşkilatı ve Şeyhülislâmlar”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1999, sy. 6, s, 19-48. Yörükan, Yusuf Ziya; “Bir Fetvâ Münâsebeti İle Fetvâ Müessesesi, Ebussuûd Efendi ve Sarı Saltuk”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1952, c. I, sy. 2-3, s. 137160.
474
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
Tezler Akpınar, Kürşad Urungu, “Osmanlı Şeyhülislâm Fetvâlarında İltizâm”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Aksu, Zahid; “Le Şeyhülislâm Ebussuud Efendi et Ses Fatwa’s en Droit”, Panel, 1971. Allouche, Adel; “The Orıgıns and Development of The Ottoman-Safavid Confıct (906962/1500-1555)”, Doktora Tezi, The University of Utah, 1980. Bostan, Nimet; “Ebussuûd Efendi (Ecdadı, Evladı ve Akrabaları)”, Bitirme Tezi, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 1949-1950. Carleton, Alford; “The Millet System: For The Government of Minorities in the Ottoman Empire”, Doktora Tezi, Hartford Seminary, 1937. Dağlar, Abdülkadir; “Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin Türkçe Mektupları”, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. Düzenli, Pehlul; “İstanbul Müftülüğü Kütüphanesinde Bulunan Meşihat Fetvâları”, Yüksek Lisan Tezi, İstanbul: M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. Düzenli, Pehlul; “Osmanlı Alim ve Mutasavvıflarının Gözüyle Müzik”, Bitirme Tezi, DİB, Haseki Eğitim Merkezi, İstanbul, 2002. Epsteın, Mark Alan; “The Ottoman Jewish Communities and Their Role in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, Doktora Tezi, University of Washington, 1979. Imber, Colin, “Ebussuûd The Islamic Legal Tradition”, Edinburgh University, 1997 [Türkçesi için bkz.: Şeriattan Kanuna, Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk, trc.: Murteza Bedir, İstanbul, 2004]. Şahin, Mustafa; “İslam Hukukunda Fetvâ ve Osmanlılar Dönemi Fetvâ”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000. Üstün, İsmail Safa; “Heresy and Legitimacy in the Ottoman Empire in the Sixteenth Century”, Doktora Tezi, Manchester: University of Manchester, 1991.
A Bibliographical Approach to fieyhülislâm Ebussuûd Efendi Pehlul DÜZENL‹ Abstract Serving as müderris (17 years), kadı (6 years), kadıasker (8 years) and şeyhülislam (more than 30 years) during the reigns of Selim I and Süleyman the Magnificent, Ebussuûd Efendi came to be a very outstanding figure in the intellectual, cultural and legal history of the Ottoman Empire. He became famous mostly with his tafsîr and fetvas. His fetvas and comments were very influential until the late Ottoman history and they have kept their significance even today. Except his tafsîr, his works were usually in fetva and risâle formats. His fetvas can be found dispersed in various works on fiqkh-mysticism, anonymous historical chronicles, archival sources and manuscript libraries. For his risâles, one can get an opinion based on bibliographical sources and library catalogues, but these sources should be scrutinized in terms of titles, names and isnâd. Among his works, his tafsîr and fatvas have been studied in academic and popular
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme
475
works. His tafsîr was not only re-published, but a doctoral study was also made on it. On the other hand, although his fetvas were studied selectively in various articles, symposium papers and theses, no holistic and comprehensive study on his legal comments in the light of his fetvas have yet been done. This article aims to focus on the life of Ebussuûd Efendi and his works. In the light of the sources and records of manuscript libraries, the paper ends by presenting some concluding remarks. Keywords: Ebussuud, fetva, kanunname, maruzat, fetva journals.
fieyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir De¤erlendirme Pehlul DÜZENL‹ Özet Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Sultan Selim ve Sultan Süleyman zamanlarında, on yedi sene müderrislik, altı sene kadılık, sekiz sene kazaskerlik otuz küsur sene şeyhülislâmlık yapmış, dolayısıyla altmış küsur yıl Osmanlı ilim, kültür ve hukuk hayatında etkin rol oynamış bir şahsiyettir. Daha çok tefsir ve fetvâları ile ünlenmiş, verdiği fetvâlar ve yaptığı dinî-hukûkî yorumlar Osmanlının son dönemlerine kadar etkin olmuş, günümüzde de önemini korumuştur. Ebussuûd Efendi’nin ilmi eserleri Tefsir’inin dışında genelde fetvâ ve risâleler halindedir. Fetvâları anonim tarih kaynakları, çeşitli fıkhî-tasavvufî eserler, arşiv kaynakları ve yazma eser kütüphanelerinde dağınık halde bulunmaktadır. Risaleler konusunda ise, bibliyografik kaynaklar ile kütüphane katalog kayıtlarına dayalı tespitler yapılmaktadır. Ancak bu tespitlerin, gerek isimlendirme ve gerekse isnatları açısından, özel olarak tahkik edilmeye ihtiyaçları vardır. Ebussuûd Efendi’nin bu çalışmalarından Tefsir’i ve fetvâları akademik ve popüler araştırmalara konu olmuş; Tefsir’i bütün olarak yayınlanmasının yanında akademik olarak da doktora seviyesinde incelenmiştir. Fetvâları ise tez, tebliğ ve makale seviyesinde çalışmalara konu olmuşsa da, bu çalışmalar genelde parçacı bir yöntemle gerçekleşmiş ve Ebussuûd Efendi’nin fetvâları dolayısıyla da hukûkî görüşleri bir bütün halinde ve derinlemesine incelenme imkanına erişememiştir. Bu çalışmada, Ebussuûd Efendi’nin hayatı ve eserleri hakkında, kaynaklar ve yazma eser kütüphane kayıtları ışığında bazı tespitler yapılmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Ebussuud, fetva, kanunname, maruzat, fetva mecmuası.
476
TAL‹D, 3(5), 2005, P. Düzenli
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
477
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 477-488
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
Hocam biz şöyle düşündük. Önce zat-ı alinizin hayatı ve akademik çalışmalarının seyri ile giriş yapmak istiyoruz. Daha sonra da hukuk tarihi hakkında fikirlerinizi almak istiyoruz. Sonrasında ise genel olarak Osmanlı tarihinin siyasi ve kültürel tarihi hakkındaki gidişat ile ilgili fikirlerinizi alarak sohbetimizi bitirmek istiyoruz. Önce hayat hikayenizle başlayalım isterseniz. İstanbul’da Kızıltoprak’ta doğdum. Son araştırmalarla doğum tarihimin 26 Mayıs 1916 değil, 7 Eylül 1917 olduğu tespit edildi. Babam genç yaşta İstanbul’a göç eden bir Kırım Türkü’dür: Seyid Osman Nuri. Annem bahriye binbaşısı Seyyid Mehmed Efendi’nin kızı Ayşe Bahriye hanım. Babam işadamıydı. Ailecek 1925’de Ankara’ya taşınıp yerleştik. Burada Gazi İlkmektebi’ni bitirdim. Daha sonra Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’nden 1935 yılında mezun olup, yeni açılan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne yatılı öğrenci olarak kaydoldum. Tarih bölümünde eğitimimi tamamladım ve “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” adlı tezle 1941’de doktora derecesi aldım. 1943’de bu tez basıldı. Fuad Köprülü’nün desteğiyle aynı fakültede asistan olarak kaldım ve 1943’de doçent, 1952’de Yeniçağ kürsüsünde Osmanlı tarihi profesörü oldum. 1956’da aynı zamanda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “İdari Teşkilat Tarihi” derslerini okutmaya başladım. 1972’de her iki görevde iken emekli oldum. O yıl Chicago Üniversitesi’nden aldığım bir davet üzerine bu üniversitede tarih bölümüne ayrıcalıklı statüde davet edildim. 1986’ya kadar Chicago’da Osmanlı tarihi okuttum. Oradaki öğrencilerimden 15’i, bugün çeşitli Amerikan üniversitelerinde Osmanlı veya Yakındoğu tarihi okutuyorlar. Türkiye’de de çok sayıda profesör olmuş eski öğrencim var. 1992’de, Bilkent Üniversitesi’nde tarih bölümünü kurmak üzere davet aldım. Bu görevde halen tarih profesörü olarak devam ediyorum. Akademik hayatım boyunca bugüne kadar 7 defa fahrî doktora payesi tevcih edildi. Türkiye’de Boğaziçi, Selçuk ve Uludağ üniversiteleri, yurtdışında ise Bükreş, Atina, Kudüs (Hebrew) ve Sofya üniversiteleri fahrî doktora payeleri
478
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
verdiler. Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliği’ne seçildim. Daha önceki yıllarda ise Sırbistan Bilimler Akademisi ile Amerikan ve İngiliz akademileri aslî veya muhabir üyeliklere seçtiler. Uluslararası Türkiye Ekonomik ve Sosyal Tarih Derneği’ni kurdum. Bu dernek 3 senede bir dünyanın çeşitli merkezlerinde toplanan kongreler düzenliyor. Bunların dokuzuncusu, geçtiğimiz yıl Dubrovnik’te toplandı. Bu kongrelere dünyanın her tarafından katılan bilim adamları, Türk-Osmanlı tarihine büyük katkılarda bulunuyorlar. Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi, beni 20. yüzyıl sona ererken sosyal bilimler sahasında dünyadaki 2000 bilim adamı arasında gösterdi. Yayımlanmış 300 civarında makalem, 20’yi aşkın kitabım var. Yayınlarımın listesi Yapı Kredi Yayınları tarafından Türkçe olarak yayımlanan Klasik Çağ kitabımda var. Genel olarak Türk hukuk tarihi ile ilgili değerlendirmelerinize geçebiliriz şimdi isterseniz. Osmanlı hukukunun yorumunda, siz de çok iyi biliyorsunuz, iki akım var bugün. Bir taraftan deniyor ki, Türk-İslam devletlerinde bir tek hukuk var, o da İslam hukukudur, Şeriat’tır. İslam’ın temel inancına göre, devlet, toplum ve bireylerin hayatı ve davranışları hakkındaki tüm kurallar Tanrı buyruğu ile belirlenmiştir. Tanrı dışında şâri‘, bir kural koyucu olamaz. Öbür taraftan bazı ulema diyor ki, Şeriat’ın uygulanması için bir otoritenin yol göstermesi zorunludur, çünkü, bilgisiz insanların saptırmaları söz konusu olabilir. Ulema, bunun yolunu da gösteriyor. Şeriat’ın tatbikâtını sağlamak için bir otorite, ulü’l-emr lazım. Bu noktayı Tursun Bey, Tarîh-i Ebu’l-feth mukaddimesinde çok güzel anlatıyor. XIV. asır başlarında Delhi Sultanlığı’nda başka bir Türk, Ziyaüddin Barnî de aynı şeyleri söylüyor. Diyor ki, Şeriat’ın dışında Müslümanlar için başka bir kanun olamaz söylüyor. Fakat Şeriat’ın uygulanması için mutlaka bir otoriteye ihtiyaç vardır. İşte İslâm’da devletin gerekliliği fikri buradan geliyor. Öte taraftan devletin doğrudan doğruya koyduğu bazı kurallar da vardır. Bunlar Şeriat’ı aşmaz. Şeriat’tan çıkarılır. Çünkü muâmelat alanında, toplumda yeni durumlar ortaya çıkabilir. Böylece bir devlet hukuku ortaya çıkar. Türk devletlerinde devlet hukuku niçin ortaya çıktı? Bunun ayrı bir devlet hukuku, törü [türe] vardır. Bunun kaynağı İslam dünyasına Türklerin hakim olduğu döneme gider. Özellikle Selçuklulardan Sultan Tuğrul, Bağdat’a geldi ve Halîfe’ye “Din işleri senin gözetimindedir, dünya işleri bize havale edilmiştir” dedi. Prof. Ali Sevim, bu ifadenin -Arap kaynaklarından yararlanarak- tam mealini yayımladı. Evet. Belgeler’de derli toplu yayımlandı. Peki, kanun fikri nasıl ortaya çıktı? Şimdi Türk devletleri İslam dünyasına hakim olunca, Türk türe geleneğini devam ettirdiler. Devlet idaresinde hakanın mutlak egemenliği prensibini muhafaza ettiler. Böylece İslam dünyasına yeni bir devlet ve egemenlik kavramı getirdiler. Devlet yorumuna dayandırdılar. Şeriat’ın tatbiki için hükümdarın mut-
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
479
lak otoritesine ihtiyaç olduğunu ifade ettiler. Yani Şeriat dışında bir devlet kanunu, yasa, töre uygulamasını getirdiler. İslam geldikten sonra, İslam’dan önceki siyaset kavramları ve müesseselerinin artık hükümsüz kaldığı söylenebilir. İslam’da akâid değişmez, fakat muamelât, yani dünya işlerini, insanlar arasındaki ilişkileri tanzim için ayrı bir kurallar sistemi vardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu kuralların icrası veya yorumu için bir otoriteye/hükümdara ihtiyaç vardır. Tursun Bey ve Ziyaüddin Barnî gibi bürokratlar bu nokta üzerinde durmaktadırlar. İslâm’dan önce Orta Asya’da devlet kurucu büyük hakanlar, kabileler konfederasyonunu kurdukları zaman, bir törü koyarlardı. Orhun abidelerinde, kağan açıkça “törümü düzdüm” diyor. Cengiz Han 1206 yılında imparatorluğunu ilan ettiğinde, yasasını ilân etti. Osmanlı’da Fatih Mehmed İstanbul’u alıp imparatorluğu kurunca, Türk geleneğine göre bir devlet kanunnâmesi koydu. Bu kanunnâme hiçbir şekilde Şerîat’a dayandırılmaz, Fâtih “benim kanunumdur” diye açıklar. Devlet kanunu fikri, Orta Asya’dan gelmiştir. Orada, Cengiz yasasına da atıf var zaten. Evet var. Malumunuz, Osmanlılar’da -Ebussuud’a gelinceye kadar- Şeriat’tan ayrı, fakat Şeriat’a karşı olmayan, bu dünya ve devlet işlerini tanzim için bir Kanun-i Osmânî fikri hâkimdi. Ama ceza kanunnamesinde örfî ve şer‘î kurallar bir arada yer alır. Günümüzde bazıları “İslâm devletinde Şeriat dışında bir kanun olamayacağını” söylüyorlar. Ama fiiliyatta Kanun-i Osmânî denen bir şey var. Sancak kanunnâmeleri nasıl yok farz edilebilir? Fâtih’in iki kanunnâmesi, devlet teşkilât kanunu ve Şerîat dışında kanunnâmelerdir. Şimdi eski rivayetlere bakalım: Aşık Paşazâde ve öteki kaynaklarda sık sık istimâletten söz edilir. İstimâlet, hükümdarın gayr-ı müslim tebaayı kazanmak ve devlet işlerini düzenlemek için kendi iradesiyle koyduğu nizam ve politikadır. İstimâlet, Osman Gazi’den beri izlenen değişmez prensiptir. Osmanlı devletini imparatorluk haline getiren nizamın temeli Kanun-i Osmânî’dir. O, birçok bakımdan Şeriat’ın temel prensiplerinden ilham alıyor. Mesela ahidnâmelerle teslim olan gayr-i müslimlere bir takım muâfiyetler tanıyor. İslam hukukuna göre gayr-i müslim cemaata eman veriyor, onların canları malları için, dinlerini serbestçe icra edebilmeleri için güvenceler veriyor. Eman belgesi İslâmî bir belgedir, fakat sayılan güvencelerde bir takım idarî ‘örfî hükümler var. Bunun yanında bir de, tarihî ve ‘örfî hükümler içeren Osmanlı kanun külliyatı var. Fethedilen memleketlerdeki halkı bağlamak için, onların fetih öncesi vergilerini değiştirmiyor. Mesela cizyeyi alın. Şer‘an cizye, yetişkin şahıslardan alınır. Rumeli ve Macaristan’da eski baş vergisi hane üzerinden alındığı için Osmanlı da cizyeyi hane başına alıyor. Ama yine yerli bir baş vergisi olan ispençe [jupanitsa] baş vergisi olarak muhafaza olunuyor. Böyle esnek bir politika güdülmüş olmasaydı imparatorluk kurulamazdı. Osmanlılar cizyeyi şahıs başına almakta ısrar etseydi, Hıristiyan teb‘a Osmanlı egemenliğini kolay kabul etmezdi. İşte burada Şeriat ötesi istimâlet uygulanmış oluyor.
480
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
“Ottoman Methods of Conquest” makalenizde bu konuyu gayet iyi açıklıyorsunuz zaten. Eksik olmayın sizler okuyorsunuz. Bu noktada bir şey sormak istiyorum. Gerçekten çok güzel ifade ettiniz, Türklerin İslamiyet’ten sonra özellikle bir İslam hukuku, bir Roma hukuku gibi müstakil hukukları yok. Yani kendi hukukları yok, ama bir devlet anlayışları var ve bu devlet anlayışları da hukuka ister istemez, işte kanun kurumunda olduğu gibi yansıyor. Bu sadece Osmanlılara has bir şey de değil, Hint dünyasında da var bu. Hatta Memlüklerde de var. Memlük devletini kuranlar da Deşt-i Kıpçak Türkleridir zaten. Onun için söylüyorum zaten; yani Türklerin Orta Asya’daki merkezî devlet anlayışı İslam sonrasına da önemli ölçüde aksetmiştir. Evet, evet. Yani Şeriat’ı karşısına almıyor, Şeriat’a karşı değil, fakat bu dünya ve devlet işleri için bir müstakil kanun gerekir. Örfî devlet hukuku, Şerîat’ın temel inançlarının yanında dünya işlerini tanzim etmek için gerekli ikinci bir çerçeve gibi düşünülüyor. Dr. Anhegger ile yayımladığımız kanun mecmuasının “Kanûnnâme-i Sultânî ber Mûceb-i ‘Örf-i Osmanî” şeklindeki başlığı tüm söylediklerimi özetlemektedir aslında. Rumeli’de cizye misaline tekrar döneceğim. Eğer Osmanlılar ısrar etselerdi, fetihler kolay olmayacaktı; isyanlar çıkabilirdi ve sonuçta İslam yayılmayacaktı. Osmanlı yerleştikten sonra Rumeli’de yüz binlerce insan Müslüman oldu. Bu siyaseti Osmanlı uleması kabulleniyor aslında. Hocam, kaldığımız yerden devam edersek Ebussuud ile birlikte ne değişiyor? Ebussuud, Ebu Yusuf’un Kitabü’l-Harac’ta koyduğu “harac-ı muvazzaf”, “harac-ı mukâseme” gibi prensipleri benimseyerek Bizans’tan gelen çift-resmi sistemini ve yerli adetlerden gelen örfî kanunları yeniden tefsire çalışıyor. Bu konuyla ilgili kanaatlerimi içeren “Islamization of Ottoman Laws on Land and Taxation”1 başlıklı makalem Almanya’da [Matuz Festschrift] yayımlandı. Ebussuud’un bu tadilleri fetvalarından alınmıştır. Ebussuud Efendi orada mevcut uygulamaya İslamî bir yorum getiriyor anlaşılan. Tamamıyla öyle. I. Ahmed’in Kanunname-i Cedîd’inde kanunnamelerin içinde fetvalar hakimdir. Eski örfî kanun maddeleri şimdi fetvâ ile şer‘î kurallar şeklinde yorumlanıyor.
1 Halil İnalcık, “Islamization of Ottoman Laws on Land and Taxation”, Festgabe an Josef Matuz: Osmanistik-Turkologie-Diplomatie, Christa Fragner ve Klaus Schwarz, (haz.), Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1992, s. 100-116.
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
481
Hocam yalnız Ebussuud Efendi başka bir şey de yapıyor, malumunuz. Maruzât’ta Türk İslam hukuku alanına giren bazı konularda da hakanı/hükümdarı devreye sokarak, hukuku yeni şartlara uydurmak için onun rolünden ve konumundan istifade ediyor; böylelikle de, bir takım farklı hükümleri padişahın hükmüne bağlayarak mecburî uygulanan bir kanun hukuku haline getiriyor. Bir taraftan kanunu Şer‘îleştirirken Şer‘î hukuku da bir anlamda kanunlaştırıyor. Güzel belirttiniz. Zaten Kanun-ı Osmânî’de adalet mefhumu hâkimdir, itaat eden gayr-i Müslim’e İslam bir takım haklar tanımıştır. Bu örfî Osmanlı rejimine uygun bir sistemdir. Demek ki yeni dönemde Osmanlı, siyâsî olarak aldığı hukukî tedbirleri, Şeriat’ın te’yîdiyle, sanksiyonuyla sunuyor şimdi. Benim üzerinde durduğum nokta, Türklerin İslam dünyasına hakim olmasıyla birlikte müstakil ve mutlak bir devlet kavramının geldiğidir. Bunun tabii neticesi olarak bu hükümdarların mutlak kararlarını ifade eden bir Kanun-ı Osmânî yerleşti. Şimdi efendim, başka bir noktaya dönelim. İslam’ın dışında bazı durumlar, bid‘atler var. Devletler, hükümdarlar kendi kanunları, İslâmî kurallara aykırı bir takım bid‘atleri de kanunlaştırıyorlar. Buna karşı medrese İslamı harekete geçiyor. Ben tarihçi olarak konuşuyorum ve tarihî-fiilî durumu tespite çalışıyorum. Şu veya bu tarafı haklı gösterme çabasında değilim. Mahalli kültürlerden İslam hukukçuları belli ölçüde etkilenmişler şüphesiz. Ama İslam’ın asıl bakış açısını pek kaybetmemeye çalışmışlardır. İslam hukuku, inanç ve akâid bir tarafa, muamelatta yerli âdetleri benimsiyor. İslam Suriye’de Doğu Roma’nın, Irak ve İran’da ise Sasanîlerin yerine geçiyor. Bir taraftan şehirleşme ilerliyor. Osmanlı, Hıristiyan dünyasıyla karşılaştığında ona üstün gelmek için, -top örneğinde olduğu gibi- onlardan bir takım pratik şeyleri alıyor. Demek istediğim, İslam’ın bir tarihî gelişimi vardır. Bu, bizzat İslam’ın, bizzat Şeriat hukukundaki gelişimin bir neticesidir. Din hukukunda temelleri koymuş. Büyük imamlar oradan kıyas ve diğer yollarla istidlaller yapıyorlar. Aşırı görüşler de ortaya çıkıyor. Meselâ Mu’tezile. Bu bakış farkı Kur’an tefsiri noktasındaki farklılıklara kadar geliyor. Razi’nin tefsirini ele alalım örneğin. Ne kadar farklı. Demek ki İslam’ın bir tarihî gelişimi var. Bu tarihî yaklaşım her şeyi izah ediyor. Mesela bugün, İslam çok korkunç bir mücadelenin içine düştü. El-Kaide’yi kastediyorum. Dünya, İslam adına hareket eden bu anlayışa karşı birleşti. Terörle İslam’ı aynı kefeye koyuyorlar. Evet. Neden? Tarihî İslam bu tutumu açıklıyor. Hasan Sabbah vardı İslâm tarihinde. Bir mücadeleci Şiî akımı vardı, değil mi? İslâm’daki bu hareketleri biz tarihle açıklamaya çalışıyoruz. Bu teröristler, Vahhabîlerin tevhîd prensibini al-
482
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
dılar ve İslam’daki gazayı bütün diğer prensiplerin üzerine koyarak tevhid temel prensibini İslam’ın temel prensibi olarak aldılar. Hocam az önceki konuya tekrar dönecek olursak, belki şöyle bir yanlış anlama var, yani İslam hukukunun bütün prensipleri Kur’an’dan ve hadisten çıkmış gibi bir yanlış anlayış var. Halbuki burada bir takım temel esaslar ve özellikler var, ama hukukçular her dönemin sosyal kültürel şartları ışığında bunları yorumlayarak bir hukuk sistemi ortaya koymuşlardır. Evet. Ama bunlar son ve değişmez kurallar mıdır? Hayır, tabii ki değil. Ben de oraya gelmek istiyorum. Burada İslam hukukunun, - aynı şey Yahudi hukukunda da söz konusu; bir Babil’de yapılan yorumlar var, bir de Filistin’de yapılan yorumlar var ve bunların arasında belli farklar var- bölgelerin ve devletlerin içinde yaşanılan şartlardan etkilenmiş olduğu söylenebilir mi? Çünkü, din hayatı tanzim ediyor. Hayat değişken olduğuna göre bir takım detayların değişmesi kaçınılmaz. Şimdi, Emeviler ve Abbasiler döneminde, sanırım Emevi ve Abbasilerin bir köklü devlet geleneğinden gelmemeleri nedeniyle kamu hukuku alanında bir boşluk doğdu. Yani, İslam öncesi kabile hayatı dolayısıyla bir büyük yerleşik devlet yok. Yemen’de falan böyle bir gelenek var, ama merkezî Arabistan’da yok. Türkler bu boşluğu bence doğru değerlendirdiler. İslam hukukuna aykırı da değil, çünkü hukukun uygulanmasında devletin önemli rolü var. Durum böyleyken onun oluşumunda devlete hiç rol vermemek de çok gerçekçi değil. Zannediyorum Türkler bu merkezî devlet kurmanın getirdiği bir tecrübeyle… Ama bazı bid‘atler de bu yolla girmiş. Mutlaka. İslam devletine bu bidatler girmiş. Şimdi, işte tevhîd hareketi, bizdeki Kadızadeliler bu bid‘atleri gerçek İslam’a aykırı buluyorlar ve mücadele ilân ediyorlar. Çok güzel söylediniz. Aynı şeyi söylüyoruz aslında. Bir tarihî İslam var. Hatta ben, Atatürk’ü tarihî İslam içinde izah ediyorum. Çünkü tasavvur edin. Atatürk çıkmasaydı bugün Batı Anadolu’da Yunanistan ve Rumlar, Güney’de Ermeniler olacaktı? Yani Atatürk ortaya çıktığı zaman, Anadolu halkı şöyle düşündü: “Bu adam bizim dinimizi, şerefimizi kurtardı.” “Halâskâr” diyorlardı onun için, yani “kurtarıcı”. Onu gazi olarak bağırlarına bastılar. Atatürk’ün bağımsızlık hareketi tarihî İslam içinde açıklanabilir. Ne olacaktık? O gelmeseydi Müslüman Anadolu yok olacaktı. Curzon öyle diyor Lozan’da. “Türkler”, diyor, “göçebedir, harpten ve öldürmekten başka bir şey bilmezler; bunları Anadolu’dan atmak lazım.”
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
483
Hocam Tanzimatla başlayan, Osmanlı hukukunda çok önemli bir dönüm noktası var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ama bakın, dikkat edin. Tanzimat kanunları da Şeriat’a karşı olan kanunlar değil. Diyor ki, “muhafaza-i mevcudiyet” için, yani bu dünyada var olmak için “bu kanunları alacağız”. Vilayet kanunnamesini Fransızca’dan tercüme edip kabul ettiler. Ama vilayet idaresi için de, vilayet meclisleri kurdular. Halkı iştirak ettirdiler. Hatta İstanbul’da bu nizamnâmelerle cemaat meclisleri ortaya çıktı. Bütün bunlar pratik şeyler. İnançla, İslam’la, İslam’ın temel akaidiyle çelişki halinde olmayan tedbirler. XIX. asır sonunda, Meşrutiyet’te bir takım çok radikal görüşler ortaya çıktı. Malumunuz Avrupa; Aydınlanma çağına kadar, Voltaire ve Montesqieu’ya gelinceye kadar, Katolik dindar bir toplumdu. Mesela Aydınlanma çağında o meşhur rahibin Hıristiyan dinine karşı, Hıristiyan dinini tenkit eden bir yazısı vardır; onu Meşrutiyet zamanında tercüme ettiler. Şimdi, fikir hayatında muhakkak böyle sapmalar oluyor. Fakat sonunda tarihî İslam’ı kabul ederseniz, bunları da İslam kendi bünyesinde eritiyor. İslam gelişiyor. Nasıl ki Şafii zamanında gelişti ise, şimdi de aynı şey oluyor. Anlatabiliyor muyum? Bu tarihî İslam mefhumunu kabul etmek lazım. İslam’ın da zaten temel kaynak olarak aldığı Kur’an ve Hadisten sonra gelen icma ve kıyas var. Beşincisi de örf. Belki örf ’e de şimdi gireceğiz. Bir de istihsan var. Evet, bir de istihsan, mesalih-i mürsele var. Böyle toplumsal gelişmeleri ve toplumsal mutabakatları da içine alan bir açık kapısı var. Hatta malumunuz Hz. Ömer zamanında, İran fethedildiği zaman bakıyorlar ki, kurulu bir düzen ve teşkilat var. “Ne yapacağız?” diye soruyor. Orada toplanan şura, “İslam’a aykırı taraflar ayıklanacak, geriye kalanlardan yararlı olanlar alınabilir” diyor. İslam Ansiklopedisi’ne en son yazdığınız kanunname maddenizde çok güzel belirttiğiniz gibi, Osmanlı Balkanlarda bir takım yerleri aldığı zaman oradaki mevcut uygulamayı dercediyor kendi bünyesine, ama bunların hiç birisi aslında İslam’a aykırı değil; çünkü örf, istihsan, mesalihi mürsele var. Hocam, tekrar Tanzimat dönemine dönersek, bu dönemdeki hukukî reform hareketlerinin iç ve dış çeşitli etkileri var şüphesiz. Acaba siz bu hareketlerin başarılı olduğunu düşünüyor musunuz? Problemleri varsa, bunlar nelerdir? Avrupa’nın taassubu olmasaydı Tanzimat başarılı olacaktı. Nitekim bir dereceye kadar, Modern Türkiye’nin ortaya çıkışında başarılı olmuştur. Yunanistan, 1830’da bağımsızlığını kazandıktan sonra Bulgaristan 1878’e kadar Osmanlı idaresi altında kaldı. 1878’de ayrıldığında ekonomik, sosyal durumu Yunanistan’dan çok daha ileriydi. Midhat Paşa idaresinde Bulgaristan hızlı bir
484
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
ilerleme gösterdi. Doktora tezime esas olan Osmanlı raporları, müfettişlerin gidip durumu ayrıntılarıyla tespit ettiklerini, meselenin toprak ve vergi meselesi olduğunu fark etmiş olduklarını gösteriyor. Onları “modern görüş sahibi bürokratlar” olarak görebilirsiniz. Onlar, kabiliyetli, bilgili ve namuslu bürokratlardı. Tanzimat bürokratları ile ilgili bir fıkra vardır: Reşit Paşa, rüşvet alınmasın diye maaşları yükseltiyor. Hiç rüşvet almayan bir paşa varmış. Bir gün büyük bir rüşvet almış. Sormuşlar sebebini. O da “benim namusum 10 bin altına kadardır” demiş. Tanzimat başarılıydı. Âli ve Fuad paşalar Batı’yı taklitte biraz ifrata gittiler şüphesiz. 93 felaketi gelince, halk ve beraberindeki aydınlar Batı’ya verdiğimiz tavizlerin hiçbir şey kurtarmadığını gördüler. İmparatorluk 1878 antlaşmasıyla parçalandı. Akabinde Abdülhamit rejimi bir reaksiyon olarak geldi. Bu, Abdülhamid’ten çok, Müslüman halkın tepkisidir. Ahmed Midhat’ın Üss-i İnkılab kitabında çok iyi görürsünüz bunu. Bugün de benzer bir süreç var. Ermeni meselesi ile AB’nin hiçbir alakası olmamasına rağmen, Prodi, Ermeni meselesinde tavizler vermemiz gerektiğini söyleyebiliyor. Yunanistan, arka planda Türkiye’ye karşı AB’yi kullanıyor. Avrupa tekrar aynı hatayı yapıyor ve baskılar yakınlarda Batı’ya karşı tepkiyi artırdı. Başbakan’ın “Biz Türküz, burası Türkiye” gibi açıklamaları bu tepkinin belirtisidir. Güney Kıbrıs’ı, haksız bir şekilde AB’ye alıyorlar. EOKA liderinin sözüyle bize gelip her konuda buyruklarda bulunuyorlar. Tanzimat dönemi geri gelmiş gibi. Osmanlı o zaman da her şeyi yaptı: Gayr-i Müslimlere eşitlik ve azınlık meclisleri kurma izni verdik. Ermenilerin, Rumların ayrı meclisleri vardı. Fazlasıyla liberal davrandık. Bugün de benzer şekilde, radikal reformlar yapıyoruz; ama Batı’nın istek ve baskısının nihayeti yok. Yunanistan’ın politikaları AB’yi yönlendiriyor. Yunanistan “AB’ye girdik ya, Bizans’ı da canlandırabiliriz” diye düşünüyor. Herkes tarihten gelen dürtülerle hareket edip politikalar üretirken, Türkiye’deki politikacıların tarih körlüğü inanılmaz bir şekilde sürüyor. Peki alternatif ne? Amerika mı, Avrasyacılık mı? Her şeyden önce ekonomik ve askerî bakımdan güçlü olmak gerekiyor. Ekonomi çok önemli. Orta Asya’ya ekonomik yardım yapamadığımız için nüfûzumuz geriledi. Hocam Türk hukuk tarihi araştırmalarını nasıl buluyorsunuz Türkiye’de, yeterli mi acaba? Çok çok ümitliyim. Güzel neşriyat yapılıyor. Tercümeler yapılıyor. İslam ve Osmanlı kaynakları yeni baştan neşrediliyor. Fakat aramızda müfsitler de var. Erdoğan Aydın’ın Fatih ve Fetih Gerçekleri diye bir kitabı var. Onu gerçek bir Türk yazamaz. Türk tarihinin gerçeklerini, safsata ile yerin dibine geçiriyor. Aramızda aydın, liberal geçinen bazı profesörler, soykırımı niye kabul etmiyorsunuz diye düşmanla ağızbirliği yapıyor. Türkiye tam bir kimlik krizi içinde.
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
485
Neşriyatlarda kullanılan usulü nasıl değerlendiriyorsunuz? O konuda bazı problemler var. Benim hermenötik2 ile ilgili makalemi görmüşsünüzdür. Metin tenkidi usûlüne dikkat etmek gerek. Mesela birisi Tevârih-i Al-i Osman’ı neşretti, bu bakımdan tatmin etmiyor. Edebiyat, İslam Hukuku, Ceza Hukuku, Tanzimat ile ilgili çokça neşriyat var. Avrupa’yı Avrupa yapan hermenötiktir, eleştirel yorumdur. Şu sırada, I. Murad dönemini yazıyorum. Aşıkpaşazâde, Neşri ve sair metinleri kullanırken hermenötik kurallarına dikkat olunursa, nasıl yepyeni gerçeklerin ortaya çıkabildiğini görüyorum. Metin tenkidi metotları bizde henüz hakkiyle yerleşmedi. Meselâ, Aşıkpaşazâde, I. Murad’ın Polunya’ya bir seferinden söz eder. Burada Polunya kelimesini aldım. Apolunya’dan bozma. Apolunya nerede? Appolunya bizim Süzebolu’dur. Haçlı kumandanı Amedeo’un gelip zaptettiği kale. Karadeniz’de. Ne zaman geldi Amedeo? 1366’da. O zaman gördüm ki, I. Murad’ın “Polunya” seferi 1366’dadır. Murad 1366 baharında Rumeli’ye geçmiş. Ahi Musa’ya Malkara’da verdiği beratın tarihi de 1366 baharı. O tarihte Rumeli’ye geçip Bizans üzerine yürümüş. Amedeon da haçlı seferi için gelmişti. O zaman Büyükçekmece’deki hisarları, İnceğiz’i filan almış ve oradan “Polunya” üzerine yürümüş. Bu da 1366’da olmuş. Bakın bir kelimeden biz bütün bir tarihi yeni baştan inşa edebiliyoruz. İşte hermenötik yorum budur. Başka bir misal, Osman Gazi’nin Bizans’a karşı askeri harekâtında hedefi İznik’i almaktır. Hiçbir tarihimiz bundan bahsetmez. Bizde hümanistlerin, Batı filolojisinin metin eleştirisi ile neşriyat metotları hakkıyla yerleşmedi. Arada bazı işe yarar edebî ve dinî metin tahlilleri çıkıyor. Güzel, ama genel olarak problemler var. Yerleşmiş Türkçe terk olundu. İlim anlamı kesin biçimde yerleşmiş bir dil ister. Dilimiz bir kargaşa dönemi yaşıyor. Reisülküttab maddesinde çok güzel anlatıyorsunuz bu hususu. Evet. Eski metinleri anlamak için üç dilin filolojisi, fakültelerde zorunlu olmalı. İnşa dili başka türlü çözülemez. Modern Farsça bilenler bunları anlamayabiliyor. Almanya’daki Şarkiyat bölümlerinde hala Arapça, Farsça ve Türkçe okutuluyor. Bu şarttır. Biz eski metinleri çözmek, anlam vermek, yorum yapmak için filolojiye başvurmak zorundayız. Bu dönüşümü yapmamız lazım. Biz hâlâ siyasetin etkisinden kurtulamıyoruz anlaşılan, tabular var. Kesinlikle. Saadeddin’in Tacü’t-Tevârih’ini alın. Farsça Heşt Bihişt’in tercümesidir. Dolayısıyla büyük münşî İdris’in eseriyle başlamak gerek. İdris, II. Bayezid zamanında yazmış, öbürü XVI. yüzyıl sonlarında tercüme etmiş. Hoca Saadedin, kendisi de büyük bir münşî. Onun yazdığını da sıradan halk anlayamıyor. Bu sefer de Solakzâde, XVII. yüzyılda, Saadeddin’i sade Türkçeye çevirmiş. Solakzâde, Hammer’in ana kaynağını yeniden yazmış. Yani, son ikisi ter2 Halil İnalcık, “Hermenötik, Oryantalizm, Türkoloji” Doğu Batı, 2002, sy. 20/1, s. 13-40.
486
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
cüme. O zaman İdris-i Bitlisî esastır. Ama İdris, yüksek inşa dili kullanır. İdris’i anlamak için bu dili esaslı bir biçimde öğrenmek gerek. Bizim tarihçiler birbirini eleştiri süzgecinden geçirmeden kopya eder. “Müslümanın Müslümana yalan söylüyor gözüyle bakması doğru olmaz” diye düşünülür. Uzunçarşılı rahmetli, Aşıkpaşazâde’yi kullanırken, ne diyorsa aynen alır. Mesela, Lala Şahin ile ilgili olarak Aşıkpaşazâde’ye bakın. Edirne’nin fethinde bulunan Lala Şahin ile Aşıkpaşazâde’nin 1388 tarihinde zikrettiği Lala Şahin aynı adam mıdır? Aşıkpaşazâde’nin bahsettiği ikinci Şahin’in asıl adı Kavala Şahin’dir. Öteki Lala Şahin. Bir Anonim’de Kavala yazıyor. Kavala kelimesi nereden geliyor? Kefalya’dan geliyor; Rumca’da “kefalya”, subaşı demek. Sonradan bu adam meşhur Rumeli beylerbeyi Şehabeddin Paşa oluyor. Demek istediğim, bize gelen metni sıkı bir eleştiriye ve etraflı analize tâbi tutmazsanız yanlışlar sürer gider. Neşriyatla ilgili olarak, metin tenkidi üzerinde durmak gerek. Alman Şarkiyatçı Goldziher’in hadis isnad zincirlerinde yer alan kişilerle ilgili bulduğu hatalar da hep bu filolojik metotla olmuştur. Metin analizi için yalnız filoloji değil, tüm yardımcı ilimlere başvurmalı. İlk Osmanlı rivâyetlerindeki önemli kayıtları toponomi ve yer adları üzerindeki araştırmalarımla değerlendirmek mümkün oldu. Hocam, Osmanlı gerçekten zor bir coğrafyada altı asır hayat sürmüş. Bu uzun ömürlülüğünde hukukun bir rolü var mı sizce? Tabii ki. Üzerinde konuştuğumuz Kanun-ı Osmânî yani Osmanlı’nın yarattığı hukuk olmasaydı imparatorluk olmazdı. Bazıları, Osmanlı’nın bu halkları neden asimile etmediğini soruyorlar. Kanun-ı Osmânî buna karşıdır ve imparatorluk bu sayede kurulabilmiştir. Örfî-şer‘î hukuk ile ilgili ayırım, gündemden biraz düştü ama biz yine de bu meseleyi sizin nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyoruz. Bu ayrım üzerinde Köprülü ve müteakiben de Barkan durmuşlar ve ortaya bu iki hukukun birbirinden bütünüyle ayrı olduğuna dair bir iddia koyuyorlar. Osmanlı’nın örfî hukuka dayandığı söyleniyor. Bunu temellendirmek için de bir tane örnek üzerinde duruyorlar: Vakıf paralarının faiz ile çalıştırılması. Bu durum, acaba biraz söz konusu tarihçilerimizin yaşadığı dönemin ideolojisi ile mi ilgili? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben tarihçiyim, tarihteki her şeyi tarihî faktörlerle açıklamaya çalışıyorum. Osmanlı ayrı bir devlet hukuku, örfî hukuk yaratmasaydı çeşitli din ve kültürleri kendi egemenlik şemsiyesi altında tutamazdı. Türkler Hanefî fıkhının geniş prensipleri dairesinde hareketle devlet hukukunu icma‘-ı ümmet kavramı dahilinde meşrulaştırma imkânını bulmuşlardır. Şimdi tarih bölümünde olan birinden Osmanlı hukuku çalışmasını beklemek de çok zor oluyor. Ne hukuk formasyonu var, ne de İslamî ilimler ya da
Halil ‹nalc›k ile Türk Hukuk Tarihi Üzerine
487
İslam hukuku formasyonu. Dil konusunda dediğiniz gibi diğer alanlarda da müfredat ile ilgili problemler çok fazla. Kesinlikle. Hocam şimdi de biraz genel olarak Osmanlı tarihinden konuşsak. Mesela merak edilen bir şey “Klasik Çağ” adlandırmanız. 1600’de ne oluyor da yeni bir dönem başlıyor? Çok şey. Osmanlı, 1600’den sonra temelinden değişiyor. Yani, örfî kanun-ı Osmanîsi ile, timar rejimi vb. kurumlarıyla klasik bir Osmanlı rejimi var. 1600’lerden sonra, mesela timarlı sipahi önemini kaybediyor. Yeniçeri 12.000’den 40.000’e çıkıyor. I. Ahmed’in Kanunnâme-i Cedîd’inde eski kurumlar ulema fetvalarıyla açıklanıyor vs. Bu değişim üzerinde bir makalemiz var: “Transformation” makalesini3 okursanız neden oraya klasik dediğim anlaşılır sanırım. Osmanlılara sizce İmparatorluk demek doğru mu? Şimdi imparatorluk terimini, Batı Roma İmparatorluğu geleneğinde anlarsanız, Osmanlı’ya imparatorluk demek pek doğru olmaz. İmparatorluk çeşitli halkları ve kültürleri sinesinde toplayıp idare eden devlet tipi anlamında yerleşmiş bir terimdir. Çeşitli milletleri ve medeniyetleri kendi şemsiyesi altında toplayan bir devlet manasında kullanılıyor. Osmanlılar kendi devletlerini nasıl ifade ediyorlar: “Devlet-i Aliyye”. Bunun tercümesi kelime olarak “yüce devlet” demek, yani imparatorluk. Osmanlı tarihinin dünya tarihi içerisindeki yeri konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizin 1970’lerde, Kemal Karpat’ın hazırladığı kitapta da bir makaleniz var. O günden bugüne bir şeyler değişti mi? Başka bir yazım daha var. “Osmanlı tarihi en çok çarptırılmış tarihtir” diye yazdım Cogito4 dergisinde. Osmanlı’nın ne dünya tarihi içindeki önemi, ne de Osmanlı’nın kendi yapısı iyi anlaşılmıştır. Tabiî Osmanlı, bir Orta Çağ devleti, yani tutup da idealize etmek gereksiz. Mesela, Osmanlı’da insan haklarının var olduğundan söz ediyorlar. Bunlar saçma şeyler. İkincisi, bu bir hanedan devleti. Devlet demek, hanedan demek. Bu soru ile ilgili olarak son Osmanlı Uygarlığı5 kitabında Avrupa’yla siyasî, ekonomik ve kültür etkileşimi meseleleri incelenmiştir. Avrupa tarihi, Osmanlı tarihi iyi bilinmeden anlaşılamaz. Fakat hiçbir Avrupa tarihçisi bu gerçeği kâle almaz. Osmanlı’yı, uzakta, geri bir şark devleti olarak görür. Doğru bir düşünce, doğru bir hareket noktası değil bu. Avru3 Halil İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire, 1600-1700,” Archivum Ottomanicum, 1980, sy. 4, s. 283-337. 4 “Halil İnalcık ile Söyleşi”, Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, 1999, sy. 19, s. 25-40. 5 Halil İnalcık ve Günsel Renda, Osmanlı Uygarlığı, Ankara: Kültür Bakanlığı, 2003.
488
TAL‹D, 3(5), 2005, Röportaj
pa tarihinde bir devletler sistemi var. XVI. yüzyılda bu devletler sisteminin bir üyesi oluyor Osmanlı. Fransa 1525’ten itibaren Osmanlı himayesine giriyor (1525-1560). İkincisi, Protestanlık Osmanlı sayesinde yerleşebiliyor. Osmanlı baskısı sonucu İmparator Şarlken askerî yardım almak için Protestan prensleri tanımak zorunda kalıyor. Önemli bir Osmanlı etkisi de, Avrupa’da kapitalizmin gelişmesindeki önemli katkısıdır. Osmanlı kapitülasyonlar garantisiyle Avrupa ile çok zengin bir ticaret geliştirmiş. Avrupa’da ilk büyük ticaret kumpanyaları, Levant kumpanyalarıdır. Fransa ticaretinin yarısı Osmanlı ile ticaretten geliyordu. Osmanlılar Erdel’i bir Protestan kalesi haline getirmişlerdi. Osmanlılar, İslam tarihinde de, dünya tarihinde de çok önemlidir. Osmanlı, Arap memleketlerini himaye altına almasaydı XVI. yüzyılda Kuzey Afrika’da İspanyollar yerleşecekti. Portekizliler Kızıldeniz’e girip Cidde’ye kadar gelmişlerdi. Osmanlı tarihi üzerine çalışan yabancı tarihçilerin sayısı ve onların gün geçtikçe artan çalışmaları, belki de Osmanlı tarihi ile diğer ülke tarihleri arasında bir irtibat kurulmasını sağlayacak. Bu noktada bir şey sormak istiyorum. Siz çok fazla içiçe oldunuz. Acaba yabancıların Osmanlı kültürüne nüfuzu nasıl? Yabancılardan Osmanlı tarihiyle uğraşanlar çok tabii ki. Bir kongrede, “Türk tarihini ve Türk kültürünü anlamak için bir ölçütüm var” dedim. “Nedir o?” dediler. “Dede Efendi’yi hiç dinlediniz mi? Zevk alır mısınız?” dedim. Klasik müziği çok sever misiniz? Bayılırım. Fakat şimdi gençliğin tercihi, pop müziği diye bir tam tam müziği. Her yerde o. Yapı Kredi her makamdan bir CD çıkardı. Sonra Kubbealtı Cemiyeti çıkardı. İstanbul Belediyesi ve sair. Hayli güzel şeyler. Osmanlı yüksek bir kültürü temsil ediyordu. O büyülü medeniyet yavaş yavaş geliyor. İş dönüp dolaşıp sizin Özal’a dediğinize geliyor hocam. Osmanlı artık bitti, bir daha gelmez; ama Osmanlı kültür ve medeniyeti yaşatılabilir. Kültürün devamı olarak. Elbette. Hat, musiki, mimari, çini her yerde rağbet görüyor şimdi. Çok hoş bir sohbet oldu. Çok teşekkür ederiz hocam.
Düzenleme : Prof. Dr. M. Akif Aydın, Prof. Dr. Mehmet İpşirli, Abdülhamit Kırmızı, Yunus Uğur
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
489
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 489-512
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal Mehmet AKMAN*
OSMANLI CEZA HUKUKU, şer’î ve örfî ceza hukukunun bütününden oluşur. Şer’î ceza hukuku, fıkıh kitaplarındaki ukûbât bölümlerinde ifadesini bulurken, örfî ceza hukuku, İslâm hukukunun devlet başkanına tanıdığı ta’zîr suç ve cezaları ihdas etme yetkisinden doğmakta ve ceza kanunnâmelerinde tecessüm etmektedir. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere örfî ceza hukuku, şer’î hukuka zıt ve ona rağmen değildir. Şer’î hukuk ilkelerinin zaman zaman ihlal edildiği vâki ise de, Osmanlı ceza hukukunun İslâm hukukunu bertaraf ettiği veya ondan bağımsız bir hukuk oluşturduğu söylenemez. Günümüze kadar gelebilen en eski Osmanlı ceza kanunnâmesi, Fatih Kanunnâmesi’dir. Kanunnâme’nin ilk üç faslı ceza hukukuna ilişkindir. Birinci fasıl zina, ikinci fasıl adam öldürme ve yaralama, üçüncü fasıl da şarap içme, hırsızlık ve iftira suçlarını ele almaktadır. İkinci kanunnâme, II. Bayezid döneminde çıkarılmıştır. Kanunnâme’nin ilk bölümü suç ve cezalara ayrılmış olup dört fasıldan ibarettir. Birinci fasıl zina, ikinci fasıl adam öldürme ve müessir fiiller, üçüncü fasıl şarap içme, hırsızlık, gasp ve teaddî, dördüncü fasıl siyaset suç ve cezalarına ayrılmıştır. II. Bayezid Kanunnâmesi’nin ilkinden en önemli farkı siyaset suç ve cezalarının düzenlenmiş olmasıdır. I. Selim döneminde çıkarılan ceza kanunnâmesinde, bazı cezaların, öncekilere oranla ağırlaştırıldığı görülmektedir. I. Süleyman döneminde çıkarılan ceza kanunnâmesi üç fasıldan ibarettir. Birinci fasıl zina, ikinci fasıl adam öldürme ve müessir fiiller, üçüncü fasıl şarap içme, hırsızlık, gasp, cürüm ve siyasete ilişkindir. Tanzimat’tan önce çıkarılan son ceza kanunnâmesi XVII. yüzyılın ortalarında meydana getirilmiştir. XVIII. yüzyıldan Tanzimat’a kadar ceza hukuku alanında genel bir düzenlemeye rastlanmaz. Tanzimat’tan sonra üç ceza kanunnâmesi kabul edilmiştir. * Doç. Dr., MÜ Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Öğretim Üyesi.
490
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
1256/1840, 1267/1851 ve 1274/1858 tarihli ceza kanunnâmelerinin ilk ikisi millî niteliklidir. Sonuncusu ise 1810 tarihli Fransız ceza kanunu ile yerli hükümlerin terkibinden ibarettir.1 Bu zengin sayılabilecek mevzuata, fıkıh birikimine ve şer’iye sicillerine rağmen, Osmanlı ceza hukuku, Heyd’e kadar çok az dikkat çekmiştir. Çalışmamızda, yukarıda kısaca mahiyet ve kapsamı belirtilen Osmanlı ceza hukuku üzerinde yapılan incelemelere kısmen tarihî sıra takip edilerek kimlerin öncülük ettiği, bugün bu çalışmaların hangi noktada bulunduğu ve benzeri hususlar ele alınacaktır. Osmanlı ceza hukuku alanının önderleri arasında Uriel Heyd’in2 özel bir yeri vardır. Heyd’in en önemli eseri hiç kuşkusuz ki Studies in Old Ottoman Criminal Law adlı çalışmasıdır.3 Bir ömre sığdıramadığı bu eser, ölümünden sonra V. L. Ménage tarafından yayımlanmıştır.4 Eserde Kanunî dönemi ceza kanunnâmesi ve Dülkadiroğlu ceza kanunnâmesi neşredilmiş, ayrıca Osmanlı ceza hukukunun bazı sahaları ele alınmıştır. Yazar, Osmanlı ceza hukukuna ilişkin yargılara varırken, birinci derece kaynak olarak kanunnâmeleri ve büyük oranda Bursa şer’iye sicillerini kullanmıştır. Ayrıntılar üzerinde fazlaca durulan eser, muhteva ve sistematik itibariyle bir Osmanlı ceza hukuku el kitabı olmaktan uzaktır. Heyd’in Studies ile Türk hukuk tarihine yaptığı katkının başında, Osmanlı kanunnâmelerinin neşrinin nasıl yapılması gerektiğini göstermesi ve kanunnâme neşri hususunda üst seviyede bir kalite tutturmasıdır. Kendisinden önce ve sonra yapılan neşirlerin bir çoğu onun tutturduğu bu seviyenin çok altındadır. Burada onun başlıca eserleri hakkında içeriğe yönelik bilgi verilmektense çalışmalarına hakim olan bakış açısı irdelenmeye çalışılacaktır. Her şeyden önce Heyd’in eserlerinde oryantalist bir bakış açısı bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Heyd, “şeriatin maddi hukukunun oldukça yetersiz olduğunu, tayin edilmiş cezaların sadece mahdut suçlar için konulduğunu ve bir çok suçun hiç bahis 1 Geniş bilgi için bkz.: M. Âkif Aydın, “Ceza”, DİA, c. VII, s. 478-482. 2 1913’de Köln’de doğan Uriel Heyd, önde gelen Alman üniversitelerinde beş yıl hukuk ve iktisat öğrenimi gördü. Buna rağmen eserleri arasında tek bir Almanca çalışma bulunmaması mânidardır. Heyd’in hayatı ve eserleri konusunda bkz.: Ferhat Koca, “Uriel Heyd’in Hayatı ve Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine Görüşleri”, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine, Ferhat Koca, (hzr.), Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002 içinde, s. 11-44; ayrıca bkz.: Jacob M. Landau, “Heyd, Uriel”, DİA, c. XVII, s. 285-296. 3 Uriel Heyd, Studies in Old Ottoman Criminal Law, V. L. Ménage, (hzr.), Oxford: Oxford University Press, 1973. 4 Kitap hakkında bir tanıtım yazısı için bkz.: Halil İnalcık, “Studies in Old Ottoman Criminal Law”, BSOAS, 1974, sy. 37, s. 696-698; ayrıca bkz.: Fethi Gedikli, “On the Studies in Old Ottoman Criminal Law”, Argumentum, 1991, sy. 15, s. 234-236.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
491
konusu edilmediğini” ileri sürmüştür.5 Bilindiği gibi had suçları, hukukçuların bazı suçlardaki görüş ayrılıkları bir kenara bırakılacak olursa, zina, zina iftirası, dinden dönme, şarap içme-sarhoşluk, isyan, yol kesme ve hırsızlık olmak üzere yedi adettir. Kısas suçları ise adam öldürme ve müessir fiil olmak üzere iki adettir. İşte bu dokuz suç tipinin dışında kalan suçlara ta‘zir suçları adı verilir. Ta‘zir suçları ve bu suçlara terettüp edecek cezalar kanun koyucu tarafından tespit edilir. Sadece dokuz suçun şer’i hukuk tarafından tespit ve tayin olunması, Heyd’in iddia ettiğinin aksine bir eksiklik değil, bu hukukun bilinçli bir tercihidir. “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat” adlı makaledeki bu görüş, yazarın Studies in Old Ottoman Criminal Law kitabının önsözüne de taşınmıştır.6 Bu tekrarda Heyd’in dahlinin olmadığı belirtilmelidir. Kitabın editörü V. L. Ménage, Heyd’in kitabına bir önsöz yazmaması nedeniyle bahsi geçen makalenin ilk paragraflarını Studies’e giriş olarak almıştır. Son yapılan araştırmalar Heyd’in iddiasının aksine en azından XV. ve XVI. yüzyıllarda şer’iye mahkemesi kararlarında kanuna dayanan cezalardan neredeyse hiç bahsedilmediğini göstermektedir. Gerber, buradan yola çıkarak Heyd’in söylediğinin tam aksini iddia etmektedir: Çıkarılan ceza kanunları kadılar tarafından çok az tatbik edilmiş, neredeyse hiç uygulanmamıştır.7 Bu meselenin ayrıca ele alınması gerekliliği açıktır. Heyd, Osmanlıların, lâik hukuk kurallarının da şeriye mahkemelerinde uygulanmasına karar verdiklerini belirtir.8 İslâm hukukunun devlet başkanına tanıdığı sınırlı yasama yetkisi sonucu çıkarılan kanunnâmelerin uygulanma mercii elbetteki kadı mahkemeleri olacaktı. Zira kanun hukuku bu anlamda İslâm hukuk dairesi dışında bir aksaklığı deyimlemiyordu. Üstelik, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’a gelene kadar görülen yegâne olağan mahkeme, şeriye mahkemesi idi. Heyd, Osmanlı sultanlarının ihtilaflı hukuki konularda kadılara hangi kuralı tatbik etmeleri gerektiğine karar verecek kadar ileri gittiklerini iddia eder.9 Bu işleyiş bir ileri gitme değil belki olması gereken bir süreçtir. Fukahanın ihtilaf ettiği hususlarda devlet başkanının belirleyici olması yine İslâm hukukunun bir yöntemidir. 5 Uriel Heyd, “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: Selahaddin Eroğlu, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine içinde, s. 45. Benzer iddiaların hâlâ gündeme getirilmesi hayret vericidir. Mesela bkz.: Colin Imber, The Ottoman Empire, 1300-1650, The Structure of Power, New York: Palgrave Macmillan, 2002, s. 223. 6 Heyd, Studies, s. 1. 7 Haim Gerber, State, Society and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective, Albany: State University of New York, 1994, Bölüm 2. Ayrıca bkz.: a.mlf., “Ottoman Civil Society and Modern Turkish Democracy”, Ottoman Past and Today’s Turkey, Kemal H. Karpat, (der.), Leiden: Brill, 2000, s. 142. 8 Heyd, “Kanun ve şeriat”, s. 53. 9 Heyd, “Kanun ve şeriat”, s. 53.
492
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Heyd’e göre, ceza kanunnâmelerinin şer’i hukuktan ayrıldığı en önemli nokta, ceza usul hukukunda şer’i hukukun sınırlarının aşılması ve neredeyse kuralsız bir ceza yargılaması öngörülmesidir. Öte yandan kanunnâmeler sadece toplumu suçlulardan korumak amacıyla değil, belki ondan daha fazla halkı ehl-i örfün ve tımar sahiplerinin baskısından korumak amacıyla çıkarılmıştır.10 Halil İnalcık, Türk hukuk tarihi çalışmalarının önde gelen simalarından biridir. Doğrudan Osmanlı ceza hukukuna ilişkin bir çalışması olmamasına rağmen, muhtelif eserlerinde konuya ilişkin önemli tespit ve değerlendirmelerin sahibidir. İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş: Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları” isimli makalesinde, vergi kanunlarının her sancağa göre değiştiğini buna mukabil ceza kanunnâmesinin tek ve genel olduğunun altını çizmiştir. Aynı ceza kanunnâmesi, Rumeli ve Anadolu’da olduğu gibi Mısır’da da yürürlükte olmuştur.11 Ceza kanunnâmelerindeki örfî düzenlemelerin Osmanlılardan daha eski müşterek bir kaynağa götürülebileceğini ifade eden İnalcık, sonuç olarak ceza hukuku sahasının örfî-sultanî hukukun özel olarak gelişmesine mazhar olmuş bir hukuk sahası olduğunu söyler.12 Müste’menlerin Osmanlı Devleti’nde yargılanmaları konusunu “Imtiyazat” maddesinde işlemiştir.13 İnalcık diğer bir çalışmasında şikayet, şikayete cevap olarak padişahın gönderdiği hüküm ve hükmün kayda geçirildiği şikâyât defteri kayıtlarını ve bu prosedürü ele almıştır.14 Majer’in çalışmasında15 da görüldüğü üzere, bu şikayetlerin tamamı ceza hukuku sahasına girmese de önemli bir kısmı ceza hukukuyla bağlantılıdır. Coşkun Üçok, Osmanlı ceza hukuku araştırmalarına ilk başlayan yazarlardan biridir. “Osmanlı Kanunnamelerinde İslâm Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler” başlığıyla Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi’nde üç makale yayımlamıştır. Toplam altmış dört sayfadan ibaret olan bu üç makale serisi, İslâm ceza hukukunun bir özeti mahiyetindedir. Konuya kısmen değinilen üçüncü makalede, İslâm ceza hukukunda ta‘zir suç ve cezaları genel olarak anlatıldıktan sonra Osmanlı ceza kanunnâmelerindeki ceza hükümlerinin ve Alaüddevle Bey Kanunnâmesinin metni verilmiştir. Yazarın aykırılık olarak dile getirdiği hususlar, had suçlarındaki unsur eksikliği veya kesin ispat unsurlarının yerine getiril10 Uriel Heyd, “Djaza (Ottoman Penal Law)”, EI2, c. II, s. 519. 11 Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş: Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, AÜSBFD, 1958, c. XIII, sy. 2, s. 121. 12 İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş”, s. 122. 13 Halil İnalcık, “Imtiyazat”, EI2, c. III, s. 1180-1181. Müellifin bu maddesinin daha muhtasar bir hâli için bkz.: “İmtiyâzât”, DİA, c. XXII, s. 245-252. 14 Halil İnalcık, “Şikâyet Hakkı: Arz-i Hâl ve Arz-i Mahzarlar”, Osmanlı Araştırmaları, 1988, sy. 7-8, s. 33-54. 15 Hans Georg Majer, Das Osmanische Registerbuch der Beschwerden (Şikâyet Defteri) vom Jahre 1675, Viyana: Österreichisches Akademie der Wissenschaften, 1984.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
493
memesi sonucu cezanın ta‘zire dönüşmesi örnekleridir.16 Üçok’un savcılık kurumunun Türkiye’de kuruluşu ile ilgili çalışması, bu kurumun Fransa ve Almanya’da ortaya çıkışını ve gelişimini öne çıkaran ve nihayet özet halinde kurumun Türkiye’ye ilk olarak 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile girdiğini ve 1879 tarihli Mehakimi-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatası ile Batılı anlamda yerleştiğini tasvir eden bir çalışmadır.17 Ahmet Mumcu, çalışmalarını daha ziyade örfi ceza hukuku alanında teksif etmiştir. Osmanlı Devleti’nde siyaseten katl kurumunu incelediği çalışma, yazarın doktora tezidir.18 Osmanlı Devleti’nde Rüşvet19 ve Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı20 yazarın bu alanla ilgili diğer iki kitabıdır. Yazar zulüm kavramıyla, şer’î hukuk tarafından tanınmamış çeşitli bidatlerin kamu hizmetlileri tarafından reayaya konulmasıyla işlenen türlü suçları kastettiğini ifade etmektedir (s. 9). Mumcu’nun eserlerinde kuvvetli bir sistematik endişesi ve geniş bir bibliyografya yelpazesi göze çarpmaktadır. Bununla birlikte İslâm hukukunun temel eserlerine doğrudan ulaşmada zorluk çekildiği görülmektedir. Ahmet Akgündüz, son dönem hukuk tarihçilerimiz içinde en çok eser verenlerdendir. Dokuz ciltlik Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri isimli kanunnâme derlemesi bazı okuma hataları olmasına rağmen, netice itibariyle, son derece önemli bir çalışmadır. Osmanlı ceza hukuku alanında çalışacakların ilk başvuracağı temel kaynaklardan birisidir. Eserin ilk cildinde, Osmanlı kanunnâmelerinin ceza hukuku hükümlerinin şer’î tahlili başlığı altında bir bölüm yer almaktadır. Bu başlık altında genel olarak İslâm ceza hukukunun ana konuları işlenmektedir.21 Halil Cin’le birlikte kaleme aldıkları Türk Hukuk Tarihi adlı ders kitabının birinci cildinde yine ceza hukuku ayrı bir bahis halinde ele alınmıştır.22 Akgündüz’ün 1858 tarihli Ceza Kanunnâmesiyle ilgili makalesine de değinilmelidir. Bu makalede yazar 1274/1858 tarihli Osmanlı Ceza Kanunnâmesi’nin salt 1810 tarihli Fransız ceza yasasının bir tercümesinden 16 Coşkun Üçok, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. III, sy. 1, s. 125-146; c. III, sy. 2-4 , s. 365-383; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1947, c. IV, sy. 1-4, s. 48-73. 17 Coşkun Üçok, “Savcılıkların Avrupa Hukukunda Gelişmesi ve Türkiye’de Kuruluşu”, Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay’ın Hatırasına Armağan, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1964, s. 46-48. 18 Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 2. baskı, 1995. 19 Ahmet Mumcu, Tarih İçindeki Genel Gelişimi ile Birlikte Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adlî Rüşvet), İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2. baskı, 1985. 20 Ahmet Mumcu, Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, Ankara: Birey ve Toplum Yayıncılık, 2. baskı, 1985. 21 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul: FEY Vakfı Yayını, 1990, c. I, s. 105-135. 22 Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c. I, İstanbul: Timaş Yayınları, 3. baskı, 1995.
494
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
ibaret bulunmadığını, daha önce hazırlanmış bulunan Men’-i İrtikâb Kanunnâmesi’nden ve önceki ceza kanunnâmelerinden ve ayrıca şeyhülislamlık makamının tavsiyelerinden de yararlanıldığını ortaya koymuştur.23 Yazarın zamanaşımını konu alan makalesinde ceza hukukunda zamanaşımı mevzuu lehte ve aleyhteki görüşlerle birlikte değerlendirilmiş ve zamanaşımı sürelerine yer verilmiştir.24 Yazarın diğer bir çalışması da İslâm ceza hukukundaki iştirak kurumu hakkındadır.25 Mehmet Âkif Aydın, çalışmalarını başlangıçta daha çok özel hukuk alanında yoğunlaştırmış bir hukuk tarihçimizdir. Sonraki çalışmaları bir bütün olarak Osmanlı hukukunun yapısı ve işleyişi üzerinedir. Tanzimat dönemi kanunlaştırma hareketleri de yazarın özel ilgi alanlarından biridir. Osmanlı ceza hukukuyla ilgili olarak bir ansiklopedi maddesi çerçevesinde şer’î ve örfî ceza hukukunun alanı, suçlar, cezalar, cezaî yargı, cezaların uygulanması ve Osmanlı ceza kanunnâmeleri hakkında temel bilgiler vermektedir.26 Yazar, Türk Hukuk Tarihi isimli ders kitabında konuyu daha geniş olarak ele almış had ve kısas suçlarını tek tek incelemiş ve ta‘zir suçlarının Osmanlı Devleti’nde düzenleniş biçimini irdelemiştir.27 Yazar bir diğer çalışmasında da kanunnâmelerin Osmanlı hukukunun işleyişindeki rolü üzerinde durmuştur.28 Ceza hukukçusu kimliğiyle Osmanlı ceza hukuku alanında üretim yapan ve çalışmalarının neredeyse tamamını bu alana hasreden Mustafa Avcı’nın özellikle yeni çıkan kitabı üzerinde durulmalıdır.29 Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar isimli kitap, bir İslâm-Osmanlı ceza özel hukuku araştırması niteliğindedir. Modern bir sistematik içinde had ve kısas suçlarının tek tek ele alınarak incelenmesiyle oluşturulan kitap üç bölümden ibarettir. Birinci bölüm, kişilere karşı suçlar başlığını taşımakta ve adam öldürme ve yaralamayla çocuk düşürme ve düşürtme suçlarını içermektedir. Had suçları başlıklı ikinci bölümde; zina, kazf, hırsızlık, şarap içme-sarhoşluk suçları ele alınmıştır. Örgütlü suçlar 23 Ahmet Akgündüz, “1274-1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesinin Hukuki Kaynakları, Tatbik Şekli ve Men’-i İrtikâb Kanunnamesi”, Belleten, 1987, sy. 199, s. 153-191. Zuhûl eseri olan bir yanlışlığa burada not düşülmelidir. Makalenin ilk dipnotunda şöyle bir kaynağa rastlanmaktadır: Ahmed Selahattin, “Tarih-i Kanun-ı Ceza”, İstişare Ceridesi, 1324, sy. 27, s. 75. Anılan yazı, Ahmed Selahaddin’e değil, İbrahim İhsan’a aittir. Ayrıca mevkûtenin adında ceride ibaresi yoktur, sadece İstişâre şeklinde geçmektedir. 24 Ahmet Akgündüz, “İslâm ve Osmanlı Hukukunda Müruruzaman”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1988, sy. 1, s. 84-88. 25 Ahmet Akgündüz, “İştirak”, DİA, c. XXIII, s. 442-444. 26 M. Âkif Aydın, “Ceza”, DİA, c. VII, s. 478-482. 27 M. Âkif Aydın Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Beta, 4. baskı, 2001, s. 159-213; a. mlf., “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), İstanbul: IRCICA, 1994, c. I, s. 375-438. 28 M. Âkif Aydın, “Kanunnâmeler ve Osmanlı Hukuku’nun İşleyişindeki Yeri”, Osmanlı Araştırmaları, 2004, sy. 24, s. 37-46. 29 Mustafa Avcı, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, İstanbul: Gökkubbe, 2004.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
495
başlığını taşıyan üçüncü bölümde ise; yol kesme, isyan ve irtidat suçları işlenmiştir. Suç tiplerinin adlandırılması ve ele alınış sırası yazar tarafından da peşinen kabul edildiği üzere bir anakronizm örneği olarak ileri sürülebilirse de yazar bunun sorumluluğunu kabul etmektedir (s. 21). Avcı’nın diğer çalışmaları için bibliyografya kısmına bakılmalıdır. Osmanlı toplum ve iktisat tarihi ile igili çalışmalarıyla tanınan Suraiya Faroqhi’nin bazı çalışmaları Osmanlı ceza hukukuyla ilgilidir. 11 makaleden oluşan Coping with the State adlı kitabındaki “Counterfeiting in Ankara” ve “The Life and Death of Outlaws in Çorum” adlı iki makalede Ankara ve Çorum şer’iye sicillerine dayanarak buralarda işlenen suçlar ve suçlular hakkında somut örnekler verilmektedir.30 Harem kitabıyla tanıdığımız Leslie Peirce’in yeni kitabı, Antep şer’iye mahkemesine ait iki sicil defterinde geçen olaylara dayanmaktadır. Dört bölümden oluşan kitabın 3. ve 4. bölümleri özellikle zina ve benzeri cinsel suçlarla ilgilidir. Üç kadının başından geçenler şeklinde kurgulanan kitap Eylül 1540-Ekim 1541 arasında geçen bir yıllık süreyi kapsamaktadır.31 R. C. Jennings, şer‘iye sicili temelli bir çok makalesinde ceza hukukuna ilişkin mevzulara değinmiştir. Ateşli silahlar ve bunların kontrolüne ilişkin çalışması burada özellikle bahsedilmeye değer niteliktedir.32 Ayrıca kitabı da belirtilmelidir.33 Nahal’in XVII. yüzyılda Mısır’da Osmanlı yargısının işleyişini konu ettiği kitabının beşinci bölümü ceza hukukuna ayrılmıştır. Şer‘iye sicilleri örneklemeleriyle davacı, tahkikat ve yargılama başlıkları altında ceza yargılamasının seyrine ışık tutulmuştur.34 Tanzimat dönemi ve sonrası için yapılan ceza hukuku çalışmaları arasında Mustafa Şentop’un kitabı dikkati çekmektedir.35 Kitap ceza kanunlarını, bu kanunlarda gerçekleştirilen değişiklikleri ve ana hatlarıyla ceza hukukunun uygulanmasını ele almaktadır. Eserin önemini arttıran bir nokta da, 1325/1910 tari30 Suraiya Faroqhi, Coping with the State: Political Conflict and Crime in the Ottoman Empire 1550-1720, İstanbul: The Isis Press, 1995, s. 133-143 ve 145-161. 31 Leslie Peirce, Morality Tales: Law and Gender in the Ottoman Court of Aintab, Berkeley: University of California Press, 2003. 32 R. C. Jennings, “Firearms, Bandits and Gun-Control: Some Evidence on Ottoman Policy toward Firearms in the Possession of Re‘aya from Judicial Records of Kayseri, 1600-1627”, Archivum Ottomanicum, 1980, sy. 6, s. 339-358. 33 R. C. Jennings, Studies on Ottoman Social History in the Sixteenth and Seventeenth Centuries: Women, Zimmis and Sharia Courts in Kayseri, Cyprus and Trabzon, İstanbul: The Isis Press, 1999. 34 Galal H. Nahal, The Judicial Administration of Ottoman Egypt in the Seventeenth Century, Chicago: Bibliotheca Islamica, 1979, s. 25-35. 35 Mustafa Şentop, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku: Kanunlar, Tadiller, Layihalar, Uygulama, İstanbul: Yaylacık Matbaası, 2004.
496
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
hinde hazırlanan Ceza Kanunu Layihası üzerinde durulmasıdır. 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nun tercümesinden oluşan bu layiha, Adliye Nezareti tarafından hazırlatılmış ve Meclis’e sunulmuştur. Bu metnin 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu’nun temel metni olduğu ve hatta yeni bir tercüme yapılmadan sözü edilen bu eski metnin benimsendiği anlaşılmaktadır. Bu konuda Miller tarafından yapılan doktora tezi de belirtilmelidir.36 Batı ceza kanunlarının etkisi ve iktibası üzerinde Baer’in Osmanlı ve Mısır tecrübeleri hakkındaki çalışmaları kıymetlidir.37 Halid Fehmi’nin adlî tıp ve polis teşkilatı üzerindeki incelemeleri, uygulamadan örnekler yansıtması açısından da ilgi çekicidir.38 Ginio’nun XVIII. yüzyılda Selanik merkezli şer‘iye sicillerine dayanan çalışması kayda değerdir.39 Abdul-Karim Rafeq’in Şam Şer‘iye mahkemesinin 1137-1173/1724-1760 yılları arasındaki 36 yılına ait 115 defterini incelediği çalışmasında tablolar halinde suçluların sayısı, cinsiyeti, evli olup olmadığı ve benzeri hususlar etkileyici bir tarzda sergilenmiştir.40 İmamoviç’in Arap ülkelerinde ve Balkanlarda Osmanlı ceza hukuku başlıklı makalesi ismine uygun olmayan bir içeriğe sahiptir. Makale Heyd’in Studies’inin bir tanıtımından ibarettir.41 İstanbul şer‘iye sicilleri arşivine dayanılarak Osmanlı hukukunda hırsızlık suçu ve cezası hakkında Ömer Menekşe tarafından yapılan doktora tezi, el kesme cezası konusunda iz sürmesi açısından önemlidir. Çalışmanın bazı eksik kısımlarının ikmal edilip yayımlanması gerekir.42 Tekin, hazırladığı yüksek lisans 36 Ruth A. Miller, “From Fıkh to Fascism: The Turkish Republican Adoption of Mussolini’s Criminal Code in the Context of Late Ottoman Legal Reform”, Yayınlanmamş Doktora tezi, Princeton: Princeton University, 2003. 37 Gabriel Baer, “The Transition from Traditional to Western Criminal Law in Turkey and Egypt”, Studia Islamica, 1977, sy. 45, s. 139-158; a.mlf., “Tanzimat in Egypt: The Penal Code”, G. Baer, (ed.), Studies in the Social History of Modern Egypt, Chicago: 1969 içinde, s. 109-133. 38 Khaled Fahmy, “The Anatomy of Justice: Forensic Medicine and Criminal Law in Nineteenth-Century Egypt”, Islamic Law and Society, 1999, c. VI, sy. 2, s. 224-271; a.mlf., “The Police and the People in Nineteenth-Century Egypt”, Die Welt des Islams, 1999, c. XXXIX, sy. 3, s. 340-377. 39 Eyal Ginio, “The Administration of Criminal Justice in Ottoman Selanik (Salonica) during the Eighteenth Century”, Turcica, 1998, sy. 30, s. 185-210. 40 Abdul-Karim Rafeq, “Public Morality in 18th Century Ottoman Damascus”, Revue du Monde Musulman et de la Méditerranée, Villes au Levant, Hommage à André Raymond, 1990, sy. 55-56, s. 180-196. 41 Mustafa İmamoviç, “The Ottoman Criminal Law: Arab Countries and in the Balkans”, TürkArap İlişkileri: Geçmişte, Bugün ve Gelecekte, I. Uluslararası Konferansı Bildirileri, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Türkiye ve Ortadoğu Araştırma Enstitüsü, 1980, s. 233-245. 42 Ömer Menekşe, “XVII. ve XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Hırsızlık Suçu ve Cezası”, Yayınlanmamş Doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1998.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
497
tezinde XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ndeki ta‘zir suç ve cezalarını ele almıştır.43 Yurtseven’in bu konudaki çalışması da belirtilmelidir.44 Imber’in Osmanlı hukukunda zina adlı çalışması, Kanunî dönemi ceza kanunnâmesinin zinayla ilgili bölümünün fıkıh kitaplarıyla mukayesesi üzerine kurulmuştur. Yazarın amacı, bu alanda şer‘î hukukun örfî hukuk üzerindeki etkisini incelemektir. Yazar, sonuç olarak en azından zina konusunda şer‘î hukukun baskın olduğunu ifade etmektedir. Makalenin sonunda Kemalpaşazâde, Çivizâde ve Ebussuûd Efendi’nin zinayla ilgili fetvalarına da yer verilmiştir.45 Imber, diğer bir çalışmasında da adam öldürme suçu hakkında Hanefi mezhebindeki farklı içtihatları ele almıştır.46 Genel olarak İslâm ceza hukuku ve özel olarak Osmanlı dönemi Mısır ceza hukuku üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Rudolph Peters, birikimini bir kitap halinde toplamıştır. 2005 yılı içinde yayımlanacağı duyurulan kitap, İslâm ceza hukukunda suçlar ve cezalarla ilgilidir.47 Peters’in Osmanlı dönemi Mısır ceza hukukuyla ilgili makaleleri için bibliyografyaya bakılmalıdır. Osmanlı ceza hukuku alanının sorunları, Türk hukuk tarihinin sorunlarından çok farklı değildir. Hukuk kökenli hukuk tarihçilerimiz yeterli tarih formasyonları olmadığı için, tarih yöntem biliminin usullerini tam olarak kullanamamakta, ortaya konulan çalışmaların bir kısmı İslâm hukuku çalışmasından farklı olmamaktadır. Kimi zaman anakronik tarih yazımına rastlanmakta daha vahimi bunun muteber bir tarih yazımı olduğu sanılmaktadır. Sıkça söylenen belge fetişizmi meselesine gelince, elbette belgeleri alt alta sıralamak anlamlı bir bütün oluşturmaz. Ancak belgesiz hukuk tarihçiliği de yapılamaz. Belgeleri bağlamında bir sistem dahilinde kullanmak amaçlanmalıdır. Hukuk kökenli olmayan tarihçiler de hukukî meselelerin tahlilinde eksik kalmaktadırlar. Hukuk tarihi, bünyesinde böyle bir zorluğu barındırmaktadır. Bununla birlikte bu sahada yapılan çalışmaların artması sevindiricidir. Uzun bir ihmal döneminden sonra, önce niceliğin, ardından da niteliğin artması ve belli bir seviye tutturulabilmesi umulmaktadır. 43 Yaşar Tekin, “Şer‘iyye Sicilleri Işığında Osmanlı Devleti’nde Ta‘zir Suç ve Cezaları (1179/1765)”, Yayınlanmamş Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1995. 44 Yılmaz Yurtseven, “Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Tazir Suç ve Cezaları”, Yaynlanmamş Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2001. 45 Colin Imber, “Zina in Ottoman Law”, Contributions à l’Histoire Sociale et Économique de l’Empire Ottoman, Louvain: 1981, s. 59-92; a.mlf., Studies in Ottoman History and Law, İstanbul: The Isis Press, 1996, s. 175-206. 46 Colin Imber, “Why You Should Poison Your Husband: A Note on Liability in Hanafi Law in the Ottoman Period”, Islamic Law and Society, 1994, c. I, sy. 2, s. 206-216. 47 Rudolph Peters, Crime and Punishment in Islamic Law, Cambridge: Cambridge University Press, 2005 (baskıda).
498
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Osmanlı Ceza Hukuku Bibliyografyası Bibliyografya, bu alanda yapılmış tüm çalışmaları kapsayıcı nitelikte değildir. Klâsik İslâm hukuku eserlerine yer verilmemiştir. İslâm ceza hukuku kaynaklarının aynı zamanda Osmanlı ceza hukukunun da kaynakları olduğu ve Osmanlı ceza hukuku sahasında çalışacak araştırmacıların bu kaynakları da kullanması gerekeceği düşünülerek İslâm ceza hukuku alanında yapılmış modern çalışmaların “seçilerek” bibliyografyaya dahil edilmesi faydalı görülmüştür. Karayalçın ve Mumcu’nun ortak çalışmalarında48 yer verilen eserlerin büyük bir kısmı Tanzimat sonrasında Batı’dan iktibas edilen kanunların şerhi mahiyetinde oldukları için bibliyografyada yer almamıştır. Abacı, Nurcan, Bursa Şehri’nde Osmanlı Hukuku’nun Uygulanması (17. Yüzyıl), Ankara: Kültür Bakanlığı, 2001. Abdülhâdî, Muhammed, Fıkhü’s-sücûn ve’l-mu’tekalât, Kahire: Darü’l-İ‘tisam, 1993. Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (eds.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari‘a, Londra: I. B. Tauris, 2003. Abdelhalim, Muhammad, “Compensation for Homicide in Islamic Shari‘a”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (eds.), Criminal Justice in Islam, içinde, s. 97-108. Abou el-Fadl, Khaled, Rebellion and Violence in Islamic Law, Cambridge: Cambridge University Press, 2001. Acar, İsmail, “Osmanlı Kanunnameleri ve İslam Ceza Hukuku (I)”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, c. XIV, s. 53-68. Acar, İsmail, “Osmanlılarda Zina Suçu ve Cezası”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. X, s. 83-90. Acar, İsmail, “İslâm Hukukunda Zina Suçu ve Cezası Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, 1999. Adıyeke, A. Nükhet, “XVII. Yüzyıl Girit (Resmo) Kadı Sicillerinde Zımmî Davaları”, Pax Ottomana, Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç, Kemal Çiçek, (ed.), Haarlem-Ankara: SOTA-Yeni Türkiye, 2001 içinde, s. 77-95. Affan Osman, “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’de Hukuk-ı Cezanın Esasıyla Terakkiyat-ı Tedriciyyesi”, Muhâmât, 1328, sy. 11, s. 321-329, sy. 12, s. 355-357. Ahmed Lütfi, Mir’ât-ı Adalet yahud Tarihçe-i Adliyye-i Devlet-i Aliyye, İstanbul: Nişan, 1304 [Osmanlı Adalet Düzeni, Erdinç Beylem, (sadeleştiren ve nşr.), İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1979. Ahmed Refik İbnüssalih, “Devlet-i Osmaniye ile Akvâm-ı Kadîme ve Hükûmât-ı Muhtelifede Müddei Umumiliğin Suret-i Zuhur ve Tekemmülü ve Hukuk-ı Umumiyye Davasının İkamesindeki Suver-i Erbaa”, Ceride-i Adliye, 1330, sy. 104, s. 56745678; sy. 105, s. 5721-5729. Akdağ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Celali İsyanları, İstanbul: Cem Yayınevi, 1995. 48 Yaşar Karayalçın, Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Bibliyografyası (1727-1928), Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1972.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
499
Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, c. I-IX, İstanbul: FEY Vakfı ve OSAV Yayını, 1990-1996. Akgündüz, Ahmet ve diğerleri, Şer‘iye Sicilleri: Mahiyeti, Toplu Kataloğu ve Seçme Hükümler, 2 cilt, İstanbul: TDAV Yayınları, 1988-1989. Akgündüz, Ahmet, “1274-1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesinin Hukuki Kaynakları, Tatbik Şekli ve Men’-i İrtikâb Kanunnamesi”, Belleten, 1987, sy. 199, s. 153-191. Akgündüz, Ahmet, “İslâm ve Osmanlı Hukukunda Müruruzaman”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1988, sy. 1, s. 43-90. Akgündüz, Ahmet, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1986. Akgündüz, Ahmet, “İştirak”, DİA, c. XXIII, s. 442-444. Akman, Mehmet, Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2004. Akman, Mehmet, Osmanlı Devletinde Kardeş Katli, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1997. Akman Mehmet, “Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu”, Hukuk Araştırmaları, 1995, c. IX, sy. 1-3, s. 203-222. Akman, Mehmet, “Osmanlı Ceza Muhakemesi Hukukuna Hakim Olan İlkeler”, Osmanlı, c. VI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 470-477. Akman, Mehmet, “Şeyh Bedreddin Hadisesine Hukukî Bir Yaklaşım Denemesi”, Hukuk Araştırmaları, 1996, c. X, sy. 1-3, s. 149-169. Akman, Mehmet, “Osmanlı Hukukunda Kasâme” Türkler, c. XIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 789-794. Akman, Mehmet, “Bir Ceza Yargılaması Aracı Olarak Kişiye Kefalet: Osmanlı Örneği”, Prof. Dr. Baki Kuru Armağanı, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayını, 2004, s. 11-16. Akşit, M. Cevat, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, İstanbul: Kültür Basın Yayın Birliği, Aktan, Hamza, “Âkıle”, DİA, c. II, s. 248-249. Aktan, Hamza, “Kazf”, DİA, c. XXV, s. 148-149. Akyüz, Vecdi, İslam Hukukunda Yüksek Yargı ve Denetim, Divan-ı Mezalim, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1995. Alvânî, Tâhâ C., “İslâm’da Sanık hakları (I)”, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, c. III, sy. 1, s. 85-100. Alvânî, Tâhâ C., “İslâm’da Sanık Hakları (II)”, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, c. III, sy. 2, s. 81-94. Âmir, Abdülaziz, et-Ta‘zîr fi’ş-şerîati’l islâmiyye, Kahire: Darü’l-Fikri’l-Arabi, 4. baskı, 1969. And, Metin, “XVI. Yüzyılda Osmanlılarda Cezalar”, Hayat Tarih Mecmuası, 1969, c. I, sy. 3, s. 29-33; c. I, sy. 4, s. 24-29. Anhegger, R. ve İnalcık, Halil, Kânunnâme-i Sultânî Ber-Mûceb-i Örf-i Osmanî: II. Mehmed ve II. Bayezid Devirlerine Ait Yasaknâme ve Kânûnnâmeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1956. Anıl, Y. Şahin, Osmanlı Döneminde İki Dava: Şeyh Bedreddin ve Mithat Paşa Davaları, İstanbul: Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, 1995. Ansay, S. Şakir, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 3. baskı, 1958. Apaydın, H. Yunus, “Kefalet”, DİA, c. XXV, s. 168-177. Arkoun, Mohammad, “The Death Penalty and Torture in Islamic Thought”, The Death Penalty and Torture, F. Bockle ve J. Pohier, (eds.), New York: Seabury Press, 1979, s. 75-82.
500
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Artuk, Emin, “Atatürk ve 1926 Tarihli Türk Ceza Kanununun Hazırlanması”, Hukuk Araştırmaları, 1988, c. III, sy. 3, s. 73-81. Aslan, Nâsi, İslâm Yargılama Hukukunda Şühudü’l-Hal, Jüri, Osmanlı Devri Uygulaması, İstanbul: Beyan Yayınları, 1999. Atar, Fahrettin, İslâm Adliye Teşkilâtı (Ortaya Çıkışı ve İşleyişi), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 3. baskı, 1991. Atar, Fahrettin, İslam İcra ve İflas Hukuku, İstanbul: Yıldız Matbaacılık ve Gazetecilik, 1990. Atar, Fahrettin, “Af”, DİA, c. I, s. 395-396. Atar, Fahrettin, “Avukat”, DİA, c. IV, s. 166-167. Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, c. XII, s. 486-496. Avcı, Mustafa, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, İstanbul: Gökkubbe, 2004. Avcı, Mustafa, “Hukuk Tarihimizde Hapis Kurumu”, Doçentlik Tezi, Dicle Üniversitesi, 2000. Avcı, Mustafa, “Ceza Yargılaması Hukuku Tarihimizde Koruma Tedbirlerinden Tutuklama”, Kamu Hukuku Arşivi, 1988, sy. 1, s. 27-43. Avcı, Mustafa, “Önceki Hukukumuzda Para Cezaları”, Kamu Hukuku Arşivi, 2000, sy. 2-3, s. 118-143; a.mlf.,“Osmanlı Hukukunda Para Cezaları”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. X, s. 91-106. Avcı, Mustafa, “Osmanlı Hukukunda Hapis Cezası”, Kamu Hukuku Arşivi, Mart 2002, s. 19-35. Avcı, Mustafa, “Osmanlı Uygulamasında İnfazı Özellik Gösteren Hapis Türleri: Kalebentlik, Kürek ve Prangabentlik”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 2003, sy. 1, www.e-sosder.com. Avvâ, Muhammed Selim (el-), Fî Usûli’n-nizâmi’l-cinâiyyi’l-islâmî, Kahire: Darü’l-Maarif, 1983. Avvâ, Muhammed Selîm (el-), “el-Aslü berâetü’l-müttehem”, el-Müttehem ve hukukuhu fi’ş-şerî’ati’l-İslâmiyye, Riyad: el-Merkezü’l-Arabiyye li’d-Dirase, 1986, c. I, s. 243-265. Awa, Mohamed Selim (el-), “Confession and Other Methods of Evidence in Islamic Procedural Jurisprudence”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (eds.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari’a, içinde, s. 111-129. Awad, Awad M., “The Rights of the Accused Under Islamic CriminalProcedure”, The Islamic Criminal Justice System, M. Cherif Bassiouni, (ed.), Londra: Oceana Publications, 1982, s. 91-107. Aydın, Hakkı, İslam ve Modern Hukukta İşkence, İstanbul: Beyan Yayınları, 1997. Aydın, M. Âkif, Türk Hukuk Tarihi, 4. baskı, İstanbul: Beta, 2001. Aydın, M. Âkif, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Ekmeleddin İhsanoğlu, (ed.), İstanbul: IRCICA, 1994, c. I, s. 375-438. Aydın, M. Âkif, “Kanunnâmeler ve Osmanlı Hukuku’nun İşleyişindeki Yeri”, Osmanlı Araştırmaları, 2004, sy. 24, s. 37-46. Aydın, M. Âkif, “Ceza”, DİA, c. VII, s. 478-482. Aydın, M. Âkif, “Liân”, DİA, c. XXVII, s. 172-173. Aydın, M. Âkif, “Mahkeme”, DİA, c. XXVII, s. 341-344.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
501
Aydın, M. Âkif, “Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye”, DİA, c. IX, s. 387-388. Aydın, M. Âkif, “Batılılaşma”, DİA, c. V, s. 162-167. Baer, Gabriel, “The Transition from Traditional to Western Criminal Law in Turkey and Egypt”, Studia Islamica, 1977, sy. 45, s. 139-158. Baer, Gabriel, “Tanzimat in Egypt: The Penal Code”, Studies in the Social History of Modern Egypt, William Roe Polk, (ed.), Chicago: The University of Chicago Press, 1969 içinde, s. 109-133. Bardakoğlu, Ali, “Hırsızlık”, DİA, c. XVII, s. 384-396. Bardakoğlu, Ali, “Ceza”, DİA, c. VII, s. 472-478. Bardakoğlu, Ali, “Diyet”, DİA, c. IX, s. 473-479. Bardakoğlu, Ali, “Eşkıya”, DİA, c. XI, s. 463-466. Bardakoğlu, Ali, “Had”, DİA, c. XIV, s. 547-551. Bardakoğlu, Ali, “Hapis”, DİA, c. XVI, s. 54-64. Bardakoğlu, Ali, “Garâmet”, DİA, c. XIII, s. 359-361. Bardakoğlu, Ali, “Beyyine”, DİA, c. VI, s. 97-98. Bardakoğlu, Ali, “Kasâme”, DİA, c. XXIV, s. 528-530. Bardakoğlu, Ali, “Katl”, DİA, c. XXV, s. 45-48. Barkan, Ö. Lütfi, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Kanunlar (Tıpkı Basım), İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 2001. Barkan, Ö. Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler (I)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, 1949-1950, c. XI, sy. 1-4, s. 524-569. Barkan, Ö. Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler (II)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, 1951-1952, c. XIII, sy. 1-4, s. 56-78. Barkan, Ö. Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler (III)”, İktisat Fakültesi Mecmuası, 1953-1954, c. XV, sy. 1-4, s. 209-237. Barkey, Karen, Eşkiyalar ve Devlet, Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, trc.: Zeynep Altok, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. Bassiouni, M. Cherif, “Sources of Islamic Law and the Protection of Human Rights in the Islamic Criminal Justice System”, The Islamic Criminal Justice System içinde, 1982, s. 3-43. Batmaz, Etfal Şükrü, “Osmanlı Devleti’nde Kale Teşkilatına Genel Bir Bakış”, OTAM, 1996, sy. 7, s. 1-10. Bayat, Ali Haydar, “Şer‘iye Sicilleri ve Tıp Tarihimiz –I- Rıza Senetleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, 1992, sy. 79, s. 9-19. Bayındır, Abdülaziz, İslâm Muhakeme Hukuku (Osmanlı Devri Uygulaması), İstanbul: İslamî İlimler Araştırma Vakfı, 1986. Bayındır, Abdülaziz, “Osmanlı’da Yargının İşleyişi”, Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. VI, s. 429-446. Bayındır, Abdülaziz, “Örneklerle Osmanlı’da Ceza Yargılaması”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. X, s. 69-82. Bayındır, Abdülaziz, “Eyüp Mahkemesi”, Eyüp: Dün/Bugün, Tülay Artan, (haz.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994. Baysun, M. Cavid, “Musadere”, İA, c. VIII, s. 669.
502
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Behnesî, Ahmed Fethî, el-Husûme fi’l-fıkhi’l-cinâiyyi’l-islâmî, Beyrut: Daru’ş-Şuruk, 1987. Behnesî, Ahmed Fethi, el-Hudûd fi’l İslâm, Kahire: el-Müessesetü’l-Matbuatü’l-İslami, 3. baskı, 1987. Behnesî, Ahmed Fethî, Nazariyyat fi’l-fıkhi’l-cinaiyyi’l-islami, Kahire: Müessesetü’l-Halebi, 1988. Behnesî, Ahmed Fethi, el-Mesûliyyetü’l-cinaiyye fi’l-fıkhi’l-islami, Beyrut: Darü’ş-Şuruk, 3. baskı, 1984. Behnesî, Ahmed Fethî, es-Siyasetü’l-cinaiyye fi’ş-şeriati’l-islamiyye, Kahire: Darü’ş-Şuruk, 1988. Behnesî, Ahmed Fethî, Nazariyyetü’l-isbat fi’l-fıkhi’l-cinaiyyi’l-islami, Kahire: Darü’ş-Şuruk, 1989. Belgesay, M. Reşit, “Tanzimat ve Adliye Teşkilatı”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Vekaleti, 1940, s. 210-220. Beydilli, Kemal, “Kabakçı İsyanı Akabinde Hazırlanan Hüccet-i Şer’iyye”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 4, s. 33-48. Beyyûmî, Semîre Seyyid Süleyman, el-Habs fi’ş-şerî’ati’l-islâmiyye, Kahire: Darü’t-Tıbaati’l-Muhammediyye, 1988. Beyyûmî, Semîre Seyyid Süleyman, el-Kasâme ve ahkâmühâ fi’ş-şerîati’l-islâmiyye, Kahire: Darü’t-Tıbaati’l-Muhammediyye, 1990. Bilgen, Pertev, “Osmanlı İmparatorluğunda Hukuk Devleti Fikri ve 3 Mayıs 1840 Tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu”, Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, 1991, sy. 2, s. 63-76. Bingöl, Sedat, Hırsova Kaza Deâvî Meclisi Tutanakları: Nizamiye Mahkemeleri Tutanaklarından bir Örnek, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 2002. Bingöl, Sedat, Tanzimat Devrinde Osmanlı’da Yargı Reformu (Nizâmiyye Mahkemeleri’nin Kuruluşu ve İşleyişi 1840-1876), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 2004. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. III, İstanbul: Bilmen Yayınevi, ts. Cemil, Abdullah, Haşim, “İslam Hukukunda Yargı Kararlarının Temyizi”, trc.: H. Yunus Apaydın, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, 1989, sy. 3, s. 383-400; 1990, sy. 4, s. 385-412. Cebeci, İsmail, “Ceride-i İlmiyye’de Yer Alan Fetvalar”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2001. Cerîde-i Adliyye, 1909-1930. Cerîde-i İlmiyye, 1914-1922. Cerîde-i Mehâkim, 1873-1908. Ceza Kanunname-i Hümayunu, İstanbul: Takvimhane-i Âmire, 1274. Cin, Halil ve Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, c. I, İstanbul: Timaş Yayınları, 3. baskı, 1995. Cin, Halil, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku ve Muhakeme Usulleri”, 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız, (ed.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1992, s. 11-32. Crone, Patricia, “Jahili and Jewish Law: The Qasama”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, 1984, sy. 4, s. 153-201.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
503
Cündî, Hüsnî (el-), Usûlü’l-icrââti’l-cezâiyye fi’l-islâm, [yy.: yy.], 1991. Çadırcı, Musa, “Tanzimatın İlanı Sırasında Kadılık Kurumu ve 1838 Tarihli Tarîk-i İlmiyye’ye Dair Ceza Kanunnamesi”, AÜ DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 1982, c. XIV, sy. 25. Çiçek, Kemal, “Osmanlı Devleti’nde Asayiş ve Emniyet Hizmetleri”, Kemal Çiçek ve Abdullah Saydam, (eds.), Kıbrıs’tan Kafkasya’ya Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet ve Raiyyet, Trabzon: Derya Kitabevi, 1998 içinde, s. 163-171. Çiçek, Kemal (ed.), Pax Ottomana, Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç, Haarlem-Ankara: SOTA-Yeni Türkiye, 2001. Çolak, Abdullah, “İslam Ceza Hukukunda Meşrû Müdafaa”, Ekev Akademi Dergisi, 2004, c. VIII, sy. 19, s. 135-156. Dağcı, Şamil, İslam Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1996. Dağcı, Şamil, “Hükûmet-i Adl”, DİA, c. XVIII, s. 463-464. Dağcı, Şamil, “Kısas”, DİA, c. XXV, s. 488-495. Dağcı, Şamil, “İşkence”, DİA, c. XXIII, s. 429-433. Dakkak, M. Shokry, “Genocide from the Perspectives of International and Islamic Law”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (ed.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari’a içinde, s. 131-145. Dalgın, Nihat, “İslam Ceza Hukukunda Mahkeme Kararı Sonrası Cezaların Düşmesi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, sy. 10, s. 171-206. Dalgın, Nihat, “Cezai Sorumlulukta Kasıt”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, sy. 10, s. 207-247. Dönmez, İ. Kâfi, “Cünûn”, DİA, c. VIII, s. 125-129. Dönmez, İ. Kâfi, “Cehâlet”, DİA, c. VII, s. 219-222. Dönmez, İ. Kâfi, “Meşrû Müdafaa”, DİA, c. XXIX, s. 383-387. Düzdağ, M. Ertuğrul, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 2. baskı, 1983. Düzenli, Pehlül, “İstanbul Müftülüğü Kütüphanesinde Bulunan Meşihat Fetvaları”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1995. Ebû Gudde, Hasan, Ahkâmü’s-sicn ve muameletü’s-secnâ fi’l-islâm, Kuveyt: Mektebetü’lMenâr, 1987. Ebû Zehre, Muhammed, el-Cerîme: el-Cerîme ve’l-ukûbe fi’l-fıkhi’l-islâmî, Kahire: Darü’l-Fikri’l-Arabi, 1976. Ebû Zehre, Muhammed, el-Ukûbe: el-Cerîme ve’l-ukûbe fi’l-fıkhi’l-islâmî, Kahire: Darü’lFikri’l-Arabi, ts. Ebû Zehre, Muhammed, İslam Hukukunda Suç ve Ceza, trc.: İbrahim Tüfekçi, c. I-II, İstanbul: Kitabevi, 1994. Ekinci, Ekrem B., Osmanlı Mahkemeleri (Tanzimat ve Sonrası), İstanbul: Arı Sanat, 2004. Erbay, Celâl, İslâm Ceza Muhakemesi Hukukunda İspat Vasıtaları, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1999. Eren, Hüseyin, “İslam Hukukunda Mali Cezalar”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1996. Ergene, Boğaç A., Local Court Provincial Society and Justice in the Ottoman Empire: Legal Practice and Dispute Resolution in Çankırı and Kastamonu (1652-1744), Leiden: E. J. Brill, 2003.
504
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Erim, Neşe, “Osmanlı İmparatorluğunda Kalebendlik Cezası ve Suçların Sınıflandırılması Üzerine Bir Deneme”, Osmanlı Araştırmaları, 1984, sy. 4, s. 79-88. Erturhan, Sabri, İslam Ceza Hukukunda İçtima, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2002. Erturhan, Sabri, “İslam Hukukunda Cezası İnfaz Edilen Bir Suçun Uhrevî Boyutu”, İslam Hukuku Araştırmaları, 2003, sy. 1, s. 197-216. Esen, Hüseyin, “İslam Hukukunda Mali Cezalar”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1996. Fahmy, Khaled, “The Anatomy of Justice: Forensic Medicine and Criminal Law in Nineteenth-Century Egypt”, Islamic Law and Society, 1999, c. VI, sy. 2, s. 224-271. Fahmy, Khaled, “The Police and the People in Nineteenth-Century Egypt”, Die Welt des Islams, 1999, c. XXXIX, sy. 3, s. 340-377. Faroqhi, Suraiya, Coping with the State: Political Conflict and Crime in the Ottoman Empire 1550-1720, İstanbul: The Isis Press, 1995. Faroqhi, Suraiya, “Crime, Women and Wealth in the Eigteenth-Century Anatolian Countryside”, Women in the Ottoman Empire. Middle Eastern Women in the Early Modern Era, Madeline C. Zilfi, (ed.), Leiden: E. J. Brill, 1997, s. 6-27. Fâyed, A. M., el-Hırâbe fi’l fıkhi’l islâmî, Kahire: 1987. Fendoğlu, Hasan T., “Beraber Yaşama Sorunu: İslam ve Osmanlı Ceza Hukukunun Esasları”, Bilgi ve Hikmet, 1994, sy. 7, s. 141-163. Gedikli, Fethi, “Kaza”, DİA, c. XXV, s. 117-119. Gedikli, Fethi, “Osmanlı’da Çevreyi Kirletme Suçu ve Salb Cezası”, Türkler, c. X, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 611-615. Gedikli, Fethi, “XVII. Asırda Galata Tacirlerinin Karşılaştığı Hırsızlık Olayları” Çerçeve, 1998, sy. 22, s. 132-134. Gelişken, Ahmet, “İslam Ceza Hukuku Prensipleri ve Ta‘zir Cezaları”, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 1993. Gerber, Haim, Islamic Law and Culture 1600-1840, Leiden: E. J. Brill, 1999. Gerber Haim, State, Society and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective, Albany: State University of New York, 1994. Gerber, Haim, “Osmanlı Hukukunda Şeriat Kanun ve Örf 17. Yüzyıl Bursa’sı Mahkeme Kayıtları”, trc.: Mehmet Akman, Hukuk Araştırmaları, 1994, c. VIII, sy. 1-3, s. 265-291. Ginio, Eyal, “The Administration of Criminal Justice in Ottoman Selanik (Salonica) during the Eighteenth Century”, Turcica, 1998, sy. 30, s. 185-210. Gökcen, Ahmet, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri, İstanbul: [y.y.], 1989. Gökcen, Ahmet, “1296 (1879) tarihli Usulü Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu Muvakkatı”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1994, c. IV, sy. 1-2, s. 203. Gökcen, Ahmet, “Adliye Teşkilatımızın Tarihi Gelişimi ve 1879 Tarihli Mehakim-i Nizamiye’nin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatı”, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul: İÜ Hukuk Fakültesi Eğitim, Öğretim ve Yardımlaşma Vakfı Yayını, 1999, s. 343400. Gökmenoğlu, H. Tekin, “Kur’an-ı Kerim’de Olmayan ve Onunla Çelişen Ceza: Recm”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2003, sy. 2, s. 117-129. Göyünç, Nejat, “Osmanlı Ceza Hukuku ile İlgili Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1967, c. I, sy. 3, s. 40-42.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
505
Halil Cemaleddin/Hirant Asador, Ecânibin Memâlik-i Osmaniyye’de Hâiz Oldukları İmtiyazât-ı Adliyye, İstanbul: Hukuk Matbaası, 1913. Heyd, Uriel, Studies in Old Ottoman Criminal Law, V. L. Ménage, (hzr.), Oxford: Oxford University Press, 1973. Heyd, Uriel, “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: Selahaddin Eroğlu, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine Makaleler, Ferhat Koca (haz.), Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002, s.45-65. Heyd, Uriel, “Djurm”, EI2, c. II, s. 604. Heyd, Uriel, “Djaza”, EI2, c. II, s. 518-519. Hıra, Ayhan, “İslam Hukukunda Meşru Müdafaa”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2000. Hussein, Gamil Muhammed, “Basic Guarantees in the Islamic Criminal Justice System”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (ed.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari’a içinde, s. 35-53. Hülagu, Metin, İslam Hukukunda Hapis Cezası, Kayseri: Rey Yayıncılık, 1996. Ibrahim, Saeed Hasan, “Basic Principles of Criminal Procedure under Islamic Shari’a”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (ed.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari’a, içinde, s. 17-34. Imber, Colin, “Zina in Ottoman Law”, Contributions à l’Histoire Sociale et Économique de l’Empire Ottoman, Louvain: 1981, s. 59-92; ayrıca bk., Colin Imber, Studies in Ottoman History and Law, İstanbul: The Isis Press, 1996, s. 175-206. Imber, Colin, “Why You Should Poison Your Husband: A Note on Liability in Hanafi Law in the Ottoman Period”, Islamic Law and Society, 1994, c. I, sy. 2, s. 206-216. İbrahim İhsan, “Tarih-i Kanun-i Ceza”, İstişâre, 1324, sy. 27, s. 75-80. İlgürel, Mücteba, “Subaşılık Müessesesi”, Journal of Turkish Studies, 1983, sy. 7, s. 251261. İlgürel, Mücteba, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer’iyye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, c. II, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1981, s. 1275-1281. İlgürel, Mücteba, “Eşkıya”, DİA, c. XI, s. 466-469. İlmiye Salnâmesi, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1334. İmamoviç, Mustafa, “The Ottoman Criminal Law: Arab Countries and in the Balkans”, Türk-Arap İlişkileri: Geçmişte, Bugün ve Gelecekte, I. Uluslararası Konferansı Bildirileri, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Türkiye ve Ortadoğu Araştırma Enstitüsü, 1980, s. 233-245. İnalcık, Halil, The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600, Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1973 [Türkçesi için bkz.: Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), trc.: Ruşen Sezer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003]. İnalcık, Halil, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2000. İnalcık, Halil, “Osmanlı Hukukuna Giriş, Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, AÜ SBFD, 1958, c. XIII, sy. 2, s. 102-126. İnalcık, Halil, “Şikâyet Hakkı: Arz-i Hâl ve Arz-i Mahzarlar”, Osmanlı Araştırmaları, 1988, sy. 7-8, s. 33-54. İnalcık, Halil, “İmtiyâzât”, DİA, c. XXII, s. 245-252. İnalcık, Halil, “Imtiyazat”, EI2, c. III, s. 1179-1189. İnalcık, Halil, “Kanun”, DİA, c. XXIV, s. 324-327.
506
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
İnalcık, Halil, “Kanunname”, DİA, c. XXIV, s. 333-337. İnalcık, Halil, “Adaletnameler”, TTK Belgeler, 1967, c. II, sy. 3-4, s. 49-145. İnalcık, Halil, “Adâletnâme”, DİA, c. I, s. 346-347. İnalcık, Halil, “Kanun”, EI2, c. IV, s. 558-562. İnalcık, Halil, “Kanunname”, EI2, c. IV, s. 562-566. İnalcık, Halil, “Mahkeme”, İA, c. VII, s. 149-151. İnalcık, Halil, “Mahkama”, EI2, c. VI, s. 3-5. İpşirli, Mehmet, “Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik”, Belleten, 1998, sy. 232. İpşirli, Mehmet, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezası ile İlgili Hükümler”, TED, 1982, sy. 12, s. 203-248. İpşirli, Mehmet, “Cellât”, DİA, c. VII, s. 270-271. İpşirli, Mehmet, “Ehl-i örf”, DİA, c. X, s. 519-520. İpşirli, Mehmet, “Mahzar”, DİA, c. XXVII, s. 398-401. Jennings, R. C., Studies on Ottoman Social History in the Sixteenth and Seventeenth Centuries: Women, Zimmis and Sharia Courts in Kayseri, Cyprus and Trabzon, İstanbul: The Isis Press, 1999. Jennings, R. C., “Firearms, Bandits and Gun-Control: Some Evidence on Ottoman Policy toward Firearms in the Possession of Re’aya from Judicial Records of Kayseri, 1600-1627”, Archivum Ottomanicum, 1980, sy. 6, s. 339-358. Jennings, R. C., “The Use of Oaths at an Ottoman Sharia Court Lefkoşa (Nicosia) (15801640)”, Journal of Turkish Studies, 1996, sy. 20, s. 13-23. Jennings, R. C., “Kadı Court and Legal Procedure in 17th c. Ottoman Kayseri”, Studia Islamica, 1978, sy. 48, s. 133-172. Kahraman, Abdullah, “İslam Hukukunda Şahsa (Nefse) Kefâlet Müessesesi ve Türk Ceza Muhakemeleri Hukukundaki Teminatla Salıverme Müessesesi ile Mukayesesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 1998, sy. 2, s. 301-328. Kamali, Mohammad Hashim, “The Right to Personal Safety (Haqq al-Amn) and the Principle of Legality in Islamic Shari’a”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (ed.), Criminal Justice in Islam, Judicial Procedure in the Shari’a içinde, s. 57-96. Kankal, Ahmet, “ Osmanlı Ceza Hukukuyla Alâkalı İlginç Bir Belge”, OTAM, 1993, sy. 4 , s. 197-203. “Kanun-i Cezamızın Edvâr-ı Tekâmülü”, Cerîde-i Adliyye, 1332-1334, sy. 152, s. 249-261; sy.153, s. 318-335; sy. 154-155, s. 416-427; sy. 156, s. 480-496; sy. 157, s. 588-596; sy. 158, s. 684-693; sy. 159, s. 780-790; sy. 163-167, s. 1152-1174; sy. 168-170, s. 1332-1336. Karakoç, Sarkis, Külliyât-ı Kavânîn, Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde yazma. Karaman, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, c. I, İstanbul: İz Yayıncılık, 2001. Kazıcı, Ziya, “Hisbe”, DİA, c. XVIII, s. 143-145. Kenanoğlu, M. Macit, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, İstanbul: Klasik, 2004. Koca, Ferhat, “İtiraf”, DİA, c. XXIII, s. 461-462. Köse, Saffet, İslam Hukukunda Kanuna Karşı Hile: Hile-i Şer’iyye, İstanbul: Birleşik Yayıncılık, ts. Köse, Saffet, “Osmanlı’da Şeri Cezalar”, İslamiyat, 1999, c. II, sy. 4, s. 23-32.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
507
Kuzu, Burhan, 1876 Kanun-u Esasisinde Suç Muhakemesine İlişkin Hükümlerin Sonraki Anayasalarımızla Karşılaştırmalı Olarak Açıklanması, [İstanbul]: Bayrak Matbaacılık, 1988. Lippman, Matthew, McConville, Sean ve Yerushalmi, Mordechai, Islamic Criminal Law and Procedure, an Introduction, New York: Praeger, 1988. Majer, Hans Georg, Das Osmanische Registerbuch der Beschwerden (Şikâyet Defteri) vom Jahre 1675, Viyana: Österreichisches Akademie der Wissenschaften, 1984. Malekian, Farhad, The Concept of Islamic International Criminal Law, Londra: GrahamTrotman, 1994. Menekşe, Ömer, “XVII ve XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Hırsızlık Suçu ve Cezası”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1998. Messick, Brinkley, “Evidence: From Memory to Archive”, Islamic Law and Society, 2002, c. IX, sy. 2, s. 231-270. Miller, Ruth A., “From Fıkh to Fascism: The Turkish Republican Adoption of Mussolini’s Criminal Code in the Context of Late Ottoman Legal Reform”, Doktora Tezi, Princeton: Princeton University, 2003. Mohahannadi, Hassan L., “The Victim’s Role in the Islamic Justice: A Comparative Study”, Doktora Tezi, Southampton: Southampton Üniversitesi, 1999. Mumcu, Ahmet, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, Ankara: Birey ve Toplum Yayıncılık, 2. baskı, 1986. Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara: Birey ve Toplum Yayıncılık, 2. baskı, 1995. Mumcu, Ahmet, Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, Ankara: Birey ve Toplum Yayıncılık, 2. baskı, 1985. Mumcu, Ahmet, Tarih İçindeki Genel Gelişimi ile Birlikte Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adlî Rüşvet), İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2. baskı, 1985. Nahal, Galal H., The Judicial Administration of Ottoman Egypt in the Seventeenth Century, Chicago: Bibliotheca Islamica, 1979. Nord, Erich, Das Türkische Strafgesetzbuch vom 28 Zilhidje 1274 (9 Ağustos 1858), Berlin 1912. Ocak, A. Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. Oğuz, Mustafa, “Hüccetlerin Diplomatik Yönden Tahlili: XVII. Yüzyıl”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1988. Oğuz, Mustafa ve Akgündüz, Ahmet: “Hüccet”, DİA, c. XVIII, s. 446-450 Okka, Sevinç, “İslam Hukuku ve Osmanlı Uygulamasında Devlete İsyan Suçu”, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 1997. Ortaylı, İlber, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Ankara: Turhan Kitabevi, 1994. Ortaylı, İlber, “Kadı”, DİA, c. XXIV, s. 69-73. “Osmanlı Toplum Yaşayışıyla İlgili Belgeler-Bilgiler: Suçlar ve Cezalar”, Tarih ve Toplum, 1984, sy. 7, s. 28-35; sy. 8, s. 8-12; sy. 9, s. 8-11; sy. 10, s. 30-35. Öğün, Tuncay, “Osmanlı Devleti’nde Müsadere Uygulamaları”, Osmanlı, Ankara, 1999, c. VI, s. 371-383.
508
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Ömer Azmi ibn Mehmed Samsunî, İzahü’l-cinâyât fi ahkâmi’l-kısas ve’d-diyât, İstanbul: 1328. Ömer Hilmi, Mi’yâr-ı Adâlet, İstanbul: Hacı Muharrem Efendi Matbaası, 1301. Öngören, Reşat, “Şeriat’ın Kestiği Parmak: Kânûnî Sultan Süleyman Devrinde İdam Edilen Tarikat Şeyhleri”, İLAM Araştırma Dergisi, 1996, c. I, sy. 1, s. 123-140. Özcan, Abdülkadir, Kanunname-i Âl-i Osman: Tahlil ve Karşılaştırmalı Metin, İstanbul: Kitabevi, 2003. Özcan, Abdülkadir, “Asesbaşı”, DİA, c. III, s. 464. Özcan, Abdülkadir, “Baba Câfer Zindanı”, DİA, c. IV, s. 366-367. Özcan, Abdülkadir, “Böcekbaşı”, DİA, c. VI, s. 323. Özcan, Abdülkadir, “Karakol”, DİA, c. XXIV, s. 430-431. Özcan, Abdülkadir, “Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi ve Nizam-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, İÜEF Tarih Dergisi, 1982, sy. 33, s. 7-56. Özcan, Abdülkadir, “Osmanlı Devleti’nde Kolluk Hizmetleri ve Modern Anlamda İlk Karakol Teşkilatının Kurulması”, VIII. Türk Tarih Kongresine Sunulan Bildiriler, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999. Özçelik, Selahattin, “Osmanlı İç Hukukunda Zorunlu Bir Tehir (Mürted Maddesi), OTAM, 2000, sy. 11, s. 347-438. Özel, Ahmet, İslam Hukukunda Ülke Kavramı: Darulislam-Darulharb, İstanbul: İz Yayıncılık, 1998. Özel, Ahmet, “Dârülbağy”, DİA, c. VIII, s. 514-515. Özen, Şükrü, “İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî’nin İdamının Fıkhîliği”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2001, sy. 6, s. 17-62. Özen, Şükrü, “Molla Lutfî’nin İdamına Karşı Çıkan Efdalzâde Hamîdüddin Efendi’nin Ahkâmü’z-zındîk Risalesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2000, sy. 4, s. 7-16. Özen, Şükrü, “İnfaz”, DİA, c. XXII, s. 290-292. Özkaya, Mustafa, “İslam Ceza Hukukunda Pişmanlık ve Cezalara Etkisi”, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 1997. Özkaya, Yücel, “XVIII. Yüzyılda Çıkarılan Adalet-Namelere Göre Türkiye’nin İç Durumu” Belleten, 1974, sy. 151, s. 445-491. Özkaya, Yücel, Osmanlı İmparatorluğunda Dağlı İsyanları (1791-1908), Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, 1983. Öztürk, Mustafa, “Osmanlı Döneminde İskât-ı Cenînin Yeri ve Hükmü”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), 1988, sy. 1, s. 199-208. Pay, Salih, “1069-1070/1659-1660 Tarihli Bursa Şer‘iyye Sicili: Analiz ve Değerlendirme”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, 1987. Peirce, Leslie, Morality Tales: Law and Gender in the Ottoman Court of Aintab, Berkeley: University of California Press, 2003. Peters, Rudolph, Crime and Punishment in Islamic Law, Cambridge: Cambridge University Press, 2005 (baskıda). Peters, Rudolph, “For His Correction and as a Deterrent Example for Others: Mehmed Ali’s First Criminal Legislation (1829-1830)”, Islamic Law and Society, 1999, c. VI, sy. 2, s. 164192.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
509
Peters, Rudolph, “Islamic and Secular Criminal Law in 19th Century Egypt: The Role and Function of the Qadi”, Islamic Law and Society, 1997, c. IV, sy. 1, s. 70-90. Peters, Rudolph, “Murder on the Nile: Homicide Trials in 19th Century Egyptian Shari’a Courts”, Die Welt des Islams, 1990, sy. 30, s. 98-116. Peters, Rudolph, “Murder in Khaybar: Some Thoughts on the Origins of the Qasama Procedure in Islamic Law”, Islamic Law and Society, 2002, c. IX, sy. 2, s. 132-167. Peters, Rudolph, “The Codification of Criminal Law in 19th Century Egypt: Tradition or Modernization?”, Law, Society and National Identity in Africa, J. M. Abun-Nasr (ed.), Hamburg: Buske, 1990 içinde, s. 211-225. Rafeq, Abdul-Karim, “Public Morality in 18th Century Ottoman Damascus”, Revue du Monde Musulman et de la Méditerranée, Villes au Levant, Hommage à André Raymond, 1990, sy. 55-56, s. 180-196. Sahillioğlu, Halil, “Bolu Subaşılığı”, 1966, Çele, s. 33-35. Sa’îd, Muhammed Re’fet, el-Müttehem ve hukukuhu fi’ş-şerî’ati’l-islâmiyye, Ta’vîzü’lmüttehem, ez-Zerka: Mektebetü’l-Menar, 1983. Salama, Ma’amoun M., “General Principles of Criminal Evidence in Islamic Jurisprudence”, The Islamic Criminal Justice System içinde, s. 109-123. Salameh, Khadr, “Aspects of the Sijills of the Shari’a Court in Jerusalem”, Ottoman Jerusalem: The Living City 1517-1917, c. I, Londra: Altajir World of Islam Trust, 2000, s. 103-144. Saleh, Osman Abd-el-Malek (al-), “The Right of the Individual to Personal Security in Islam”, The Islamic Criminal Justice System içinde, s. 55-89. Salim, Atıyye, “Rucû’u’l-müttehem ani’l-ikrari’s-sâdır minhu”, el-Müttehem ve hukukuhu fi’ş şerî’ati’l-İslâmiyye, c. II, Riyad: el-Merkezü’l-Arabiyye li’d-Dirase, 1986, s. 129-170. Schneider, Irene, “Imprisonment in Pre-Classical and Classical Islamic Law”, Islamic Law and Society, 1995, sy. 2, s.157-173. Selle, Friedrich, Prozessrecht des 16. Jahrhunderts im Osmanischen Reich, Wiesbaden: Otto Harrassowitz, 1962. Semerdjian, Vivian E., “Off the Straight Path: Gender, Public Morality and Legal Administration in Ottoman Aleppo, Syria”, Doktora tezi, Georgetown Üniversitesi 2002. Shaban, Fekri M. E. M., “İslam Hukukunda Hirabe (Eşkiyalık) Suçu”, Doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2002. Sherif, Adel Omar, “Generalities on Criminal Procedure under Islamic Shari’a”, Abdelhalim, Muhammad; Sherif, Adel Omar ve Daniels, Kate (ed.), Criminal Justice in Islam içinde, s. 3-16. Şafak, Ali, Mezheblerarası Mukayeseli İslâm Ceza Hukuku, Erzurum: Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 1977. Şafak, Ali, “Bağy”, DİA, c. IV, s. 451-452. Şazeli, Hasan Ali, “Cinayet”, DİA, c. VIII, s. 14-15. Şekerci, Osman, İslam Ceza Hukukunda Ta‘zir Suçları ve Cezaları, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, ts.
510
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
Şensoy, Naci, “Eski Devirlerde ve İslam’da Hırsızlık Suçu”, Muammer Raşit Sevig’e Armağan, İstanbul: İÜ Hukuk Fakültesi Yayını, 1956, s. 161-164. Şensoy, Naci, “Osmanlı İmparatorluğunun Sıkıyönetime Müteallik Mevzuatı Üzerinde Sentetik Bir Deneme”, İÜ Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1947, c. XIII, sy. 1, s. 95114. Şentop, Mustafa, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku: Kanunlar, Tadiller, Layihalar, Uygulama, İstanbul: Yaylacık Matbaası, 2004. Şentürk, Ö. Faruk, “İslam Ceza Hukukunda Rüşvet”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, ts. Şimşek, Özcan, “İslam Hukukunda Hırsızlık Suçu ve Cezası (Seküler Hukukla Karşılaştırmalı)”, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 1998. Şimşir, Nahide, “Karesi Hapishanesi”, Nahide Şimşir, Osmanlı Araştırmaları (MakalelerI), İstanbul: IQ Yayıncılık, 2004 içinde, s. 168-175. Şişman, Cengiz, “Osmanlı Milletlerinin Girift İlişkileri: 17. Yüzyıl Hasköy Şer’iyye Sicillerinde Kaydedilen Bir Cinayet Öyküsü”, Osmanlı Araştırmaları, 2000, sy. XX, s. 385-399. Taner, Tahir, “Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Vekaleti, 1940, s. 221-232. Taş, Kenan Ziya, “1760-1817 Tarihli Eğin Şeriyye Sicilindeki Asayişle İlgili Belgelerin Değerlendirilmesi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 1990, sy. 5, s. 273-277. Tekin, Yaşar, “Şer‘iyye Sicilleri Işığında Osmanlı Devleti’nde Ta‘zir Suç ve Cezaları (1179/1765)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1995. Toledano, Ehud R., “The Legislative Process in the Ottoman Empire in the Early Tanzimat Period: A Footnote”, International Journal of Turkish Studies, 1980, c. I, sy. 2, s. 99-106. Tüfekçi, İbrahim, “Şer’iyye Sicilleri Işığında İslam Yargılama Hukukunda Bilirkişilik”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2000. Tyan, Emile, L’Histoire de l’Organisation Judiciaire en Pays d’Islam, Leiden: E. J. Brill, 2. baskı, 1960. Ûdeh, Abdulkadir, et-Teşrîu’l-cinâiyyi’l-islâmî mukarenen li-kanuni’l-vad’i, c. I-II, Kahire: Darü’t-Türas, 3. baskı, 1977. Uğur, Yunus, “Mahkeme Kayıtları (Şer‘iye Sicilleri): Literatür Değerlendirmesi ve Bibliyografya”, TALİD, Türk İktisat Tarihi, 2003, c. I, sy. 1, s. 305-344. Ukaz, Fikri Ahmed, Felsefetü’l-ukûbe fi’ş-şeriati’l-islamiyye ve’l-kanun, Cidde: Mektebetü Ukaz, 1982. Uluçay, M. Çağatay, XVII. Asırda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul: Manisa Halkevi, 1944. Uluçay, M. Çağatay, 18. ve 19.Yüzyıllarda Saruhan’da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul: Berksoy Matbaası, 1955. Üçok, Coşkun, Mumcu, Ahmet ve Bozkurt, Gülnihâl, Türk Hukuk Tarihi, Ankara: Savaş Yayınları, 8. baskı, 1996. Üçok, Coşkun, “Savcılıkların Avrupa Hukukunda Gelişmesi ve Türkiye’de Kuruluşu”, Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay’ın Hatırasına Armağan, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1964, s. 35-48.
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal
511
Üçok, Coşkun, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler,” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. III, sy. 1, s. 125-146; c. III, sy. 2-4 , s. 365-383; 1947, c. IV, sy. 1-4, s. 48-73. Ünal, M. Ali, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müsadere”, Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 49, s. 95-111. Ünalan, Abdülkerim, İslam Ceza Hukukunda Kısas, Diyarbakır: [y.y.], 2002. [Velidedeoğlu], Hıfzı Veldet, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Vekaleti, 1940, s. 139-209. Vogel, F. E., “Salb”, EI2, c. VIII, s. 935-936. Yaprak, Emin, “İslam Hukukunda İsyan”, Yüksek Lisans Tezi, Urfa: Harran Üniversitesi, t.y. Yaşar, Ahmet, İslam Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren Suçlar, İstanbul: Beyan Yayınları, 1995. Yavuz, Cevdet, “Dâva”, DİA, c. IX, s. 12-16. Yaylalı, Davut, İslam Hukukunda Sulh, İstanbul: Taştan Matbaacılık, 1993. Yeniçeri, Celal, “Mezâlim”, DİA, c. XXIX, s. 515-518. Yenisey, Feridun, “Ceza Yargılamasında ve Adli Teşkilatta Cumhuriyet Öncesi Durum ve Cumhuriyetten Sonraki Gelişmeler”, Doğumunun 100.Yılında Atatürk Sempozyumu, Atatürk İlkeleri ve Ceza Hukuku, İstanbul: Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1993, s. 39-65. Yiğit, Yaşar, “İslam Ceza Hukukunda Cezaların Yürürlüğü”, Doktora Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, 1998. Yiğit, Yaşar, “İslâm Ceza Hukuku Hükümlerine Etkisi Açısından Zamanaşımı”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2004, sy. 3, s. 155-166. Yiğit, Yaşar, “İnsanlık Onur ve Şerefinin Korunması Açısından Kazf Suçu ve Cezasının Değerlendirilmesi”, Diyanet İlmi Dergi, 2004, c. XL, sy. 4, s. 131-144. Yurdaydın, Hüseyin Gazi, “XVIII. Yüzyıla Ait İlginç Bir Mahkeme Hükmü”, Belleten, 1984, sy. 189-190, s. 257-270. Yurtseven, Yılmaz, “Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Ta‘zir Suç ve Cezaları”, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2001. Yücel, Yaşar ve Pulaha, Selami, (hzr.), I. Selim Kanunnamesi: 1512-1520 ve XVI. Yüzyılın İkinci Yarısı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Yücel, Yaşar, “Osmanlı Devleti’nde Güvenlik Meselesi”, Kamu Hizmeti, 1990, sy. 25-26, s. 3-4. Zegbi, Ferid, el-Mevsûatü’l-cinâiyye, c. I-XVI, Beyrut: Daru Sadır, 1995. Zerka, Mustafa Ahmed, el-Fıkhü’l-islamî fi sevbihi’l-cedîd el-medhalü’l-fıkhiyyi’l-âm, c. I-III, Şam: Darü’l-Fikr, 1968. Zeydân, Abdülkerim, Ahkâmü’z-zimmiyyîn ve’l-müste’menîn, Beyrut: Mektebetü’l-Kudüs, 1982. Ziadeh, Farhat J., “Compelling Defendant’s Appearance at Court in Islamic Law”, Islamic Law and Society, 1996, sy. 3, s. 305-315. Zuhaylî, M. Mustafa, Vesâilü’l-isbât fi’ş-şerî’ati’l-islâmiyye, Şam: 1982. Zuhaylî, M. Mustafa, Usûlü’l-muhakemâti’ş-şer’iyye ve’l-medeniyye, Şam: 1993. Zuhaylî, Vehbe, el-Fıkhü’l-islâmî ve edilletuhu, c. I-VIII, Şam: Darü’l-Fikr, 1985.
512
TAL‹D, 3(5), 2005, M. Akman
A Critical Examination of the Literature on Ottoman Penal Law Mehmet AKMAN Abstract In this essay, literature on Ottoman penal law is critically examined. As it is known Mehmet the conqueror was the first sultan who laid down a great penal code. After that in the reign of Bayezid II, Selim I and Suleyman the lawgiver three general penal codes were promulgated. After Tanzimat Firman, the Penal Law of 1840, 1851 and 1858 were enacted. In this context one might expect that lots of works have been done. But with the exception of some attempts, no serious study was undertaken until 1970s. Thanks to the great efforts of the late Uriel Heyd, Ottoman penal law was drawn attention. There is a growing literature on this long-ignored topic since then. This article aims to review these studies and focuses on the main problems in the field. This study gives a detailed bibliography of the existing literature on Ottoman and Islamic penal law written mainly in Turkish, English and Arabic. Keywords: Ottoman penal law, shari’a, Uriel Heyd
Osmanl› Ceza Hukuku Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹cmal Mehmet AKMAN Özet Bu çalışmada Osmanlı ceza hukuku literatürü ele alınmıştır. Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet umumi ceza kanunu ısdar eden ilk padişahtır. Bundan sonra, II. Bayezid, I. Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde üç umumi ceza kanunu daha çıkarılmıştır. Tanzimat döneminde ise 1840, 1851 ve 1858 tarihinde olmak üzere üç ceza kanunu kabul edilmiştir. Bu sahada bir çok çalışma yapılmış olduğu düşünülebilir. Ancak bazı çabaların dışında 1970’lere kadar kayda değer bir esere rastlanmaz. Heyd’in çalışmaları sayesinde Osmanlı ceza hukuku dikkati çekmeye başlamıştır. Uzun süre ihmal edilen bu alanda o tarihten itibaren artan bir literatür gözlemlenmektedir. Bu çalışma söz konusu literatürü eleştirel bir nazarla taramayı ve alanın önemli sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada son olarak çoğunlukla Türkçe, İngilizce ve Arapça yazılan Osmanlı ve İslam ceza hukuku sahasındaki literatüre ait ayrıntılı bir bibliyografya verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı ceza hukuku, ukûbât, Uriel Heyd
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
513
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 513-552
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar› Tahsin ÖZCAN*
VAKIFLAR Osmanlı kimliği ile özdeşleşmiş bir kurum olarak sosyal ve iktisadî hayatın her veçhesi açısından önemle üzerinde durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda yapılan sayısız çalışma da bunun bir göstergesidir. Vakıf hukuku açısından bakıldığında da durum farklı değildir. Vakıf hukukunun ana hatlarıyla Osmanlı öncesinde şekillenmiş olması gerçeğine karşılık, bu alanda Osmanlı döneminde de önemli gelişmeler sağlanmış, uygulama ile paralel olarak İslâm vakıf hukuku çeşitli açılardan geliştirilmiş, önceki dönemlerde mevcut olmayan birtakım yeni uygulamalarla da zenginleştirilerek ayrıntılı bir yapıya ulaşmıştır. Osmanlı vakıf hukuku, ağırlıklı olarak, bir anlamda Osmanlı merkezî idaresinin resmi mezhebi mahiyetindeki Hanefî mezhebinin görüşleri etrafında şekillenmiş, uygulama ile bağlantılı olarak ortaya çıkan tartışmalar da yine bu çerçevede bir çözüme kavuşturulmuştur. Vakıf kurumunun çok yönlü oluşu ve Osmanlı toplumundaki istisnaî yeri nedeniyle bu konudaki literatür de bir hayli zengindir. Günümüzde, özellikle Batı’da sivil toplum kuruluşları [STK] veya hükümet dışı organizasyonlar [NonGovermental Organizations; NGOs], kâr amacı gütmeyen kuruluşlar gibi hususların son yıllarda ön plana çıkmasıyla birlikte, bizde de benzer çalışmalara olan ilginin arttığı, bu çerçevede vakıflarla ilgili yayınların sayısında da artış olduğu görülmektedir. Bu artışa paralel olarak vakıf hukuku ve geçmişteki uygulamalara yönelik araştırmaların da ehemmiyet kazandığı söylenebilir. Ancak, bu çalışmalar daha çok konunun tarihî, sosyal ve iktisadî yönü ile ilgilidir. Osmanlı tarihçilerinin yanında, Osmanlı tarihi ile bir şekilde ilgili olan hemen her sosyal bilimcinin, hukuk ve iktisat tarihçisinin, ilahiyatçının, hatta * Doç, Dr., Osmanlı kurumları ve medeniyet tarihçisi.
514
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
şehir tarihi, sanat tarihi ve mimarî tarih çalışan bilim adamının şu veya bu açıdan vakıf konusunu inceleyen bir veya daha fazla çalışması mevcuttur. Bu durum yabancı araştırmacılar için de aynı şekilde geçerlidir. Oryantalist, İslâm veya Ortadoğu uzmanı olarak tanımlayabileceğimiz hemen her Batılı araştırmacının genel olarak veya bir yönüyle vakıf konusunu inceleyen çalışmaları mevcuttur. Bu açıdan, bütün bu çalışmaları kapsayıcı bir literatür oluşturmak ve değerlendirmesini yapmak oldukça zordur. Kaynaklar açısından bakıldığında da, şu veya bu şekilde vakıfla ilgili olan her türlü belge veya kaynak, geniş anlamda düşünüldüğünde, aynı zamanda hukukî bir belge hüviyetindedir. Arşivlerimizde yer alan binlerce vakfiye, vakıfların muhasebe kayıtları, şer‘iyye sicillerindeki kayıtların önemli bir bölümünü oluşturan vakıflarla ilgili her türlü kayıt bu çerçevede değerlendirilebilir. Bütün bunlar, tarihi belge olmasının yanında, aynı zamanda hukuki belge niteliğine de haizdir. Hal böyle olunca, vakıf hukukuna yönelik bir literatür çalışmasının bütün bu kaynaklar üzerine yapılan çalışmaları da kapsaması gerektiği düşünülebilir. Ancak, böyle bir çalışmayı bir makale çerçevesine sığdırabilmek neredeyse imkânsız gibidir. Konunun sadece hukuki yönünü ele alan çalışmaları incelemek bile tek başına bu çalışmanın sınırlarını aşacak mahiyettedir. Dolayısıyla, bu makalede, oldukça sınırlı bir alanda kalacak şekilde doğrudan ve müstakil olarak Osmanlı vakıf hukukunu ele alan eserler ile bunlar üzerine yapılan çalışmaların değerlendirilmesi tercih edilmiş, buna ilaveten araştırmacılara yardımcı olmak üzere efradını cami, ağyarını mani olmaktan oldukça uzak, seçilmiş çalışmalardan oluşan, genel mahiyette ve özet bir literatür verilerek bu alanda Türkçe, İngilizce ve kısmen de Arapça dillerinde yapılan belli başlı çalışmalara ve yayınlara işaret edilmiştir. Vakıf hukuku ile ilgili hususlar genellikle fıkıh kitaplarında ayrı bir başlık altında yer almaktadır. Osmanlı döneminde kaleme alınan Mültekâ, Hidâye, Dürer, Gurer gibi fıkıh kitaplarında ve şerhlerinde de aynı yolun izlendiğini ve vakıf konusundaki ahkâmın müstakil bir veya birkaç başlık altında ele alındığını görüyoruz. Ayrıca, konunun miras, vasiyet ve arazî hukuku ile ilgisi açısından bu başlıklar altında da vakıf konusuyla ilgili muhtelif hüküm ve değerlendirmeler bulunabilmektedir. Klasik fıkıh kaynakları daha çok Osmanlı öncesine ait ahkâmı nakletmekte, Osmanlı döneminde vakıflarla ilgili olarak ortaya çıkan birtakım yeni uygulamalara ise çok fazla yer verilmemektedir. Örnek olarak, para vakıfları konusunda uygulama örnekleri Fatih Sultan Mehmet dönemine, hatta daha öncesine kadar götürüldüğü ve XVI. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan tartışmalar esnasında konuyla ilgili risaleler kaleme alındığı halde, bu konudaki ahkâmın klasik metinlerde kendine yer bulamadığı görülmektedir. Bunda, para vakıfla-
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
515
rı ve gedik gibi bazı uygulamaların meşruiyetinin tartışmalı olması ve özellikle marsad, hukr gibi uygulamaların örfî olarak görülmesinin de tesiri olmuştur.1 Klasik fıkıh metinlerinin dışında, müstakil olarak vakıf konusunu ele alan eserlerin sayısı ise sınırlıdır. Bu alanda yaygın olarak bilinen üç esere işaret etmekle yetinelim. Bunlardan Hilâl b. Yahyâ’nın (ö.245/860) Ahkâmü’l-Vakf2 ve Hassâf’ın (ö. 261/875) Ahkâmü’l-Evkâf veya Ahkâmü’l-Vakf3 isimli eserleri Hanefi fıkhı çerçevesinde vakıf hukukunun en temel eserleri olmuştur. Bu iki eser üzerinde Abdullah b. Hüseyin Nâsıhî tarafından el-Cem‘ beyne vakfeyi’l-Hilâl ve’l-Hassâf adıyla ve Cemâleddin el-Konevî tarafından el-Müntehâb min vakfeyi’l-Hilâl ve’l-Hassâf adıyla muhtelif çalışmalar yapılmış, daha sonra Burhâneddin et-Trablusî (ö. 992/1516), bu iki eseri bir araya getirerek ihtisar, cem ve ilavelerle el-İs’âf fî ahkâmi’l-evkâf4 isimli eseri kaleme almıştır.5 Fransızca çevirisi de6 yapılan eserde, vakfın kuruluşu, işletilmesi, vakıfla ilgili şartlar, vakıftan kimlerin faydalanabileceği gibi konularda Hanefi mezhebine ait ahkâm nakledilmektedir. Zikredilen eserlere Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed b. Hanbel’in vakıfla ilgili rivayet ve görüşlerinin toplandığı ve öğrencilerinden Ahmed b. Muhammed b. Harun el-Hallâl (ö. 311 H.) tarafından derlenen eseri de ilave etmek gerekir.7 Osmanlı döneminde XIX. yüzyıla kadar genel olarak vakıf hukukunu inceleyen müstakil eserlerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan yaygın olarak bilinen bir eser, XV. yüzyılın sonlarında vefat eden Yusuf b. Hüseyin Kirmastî (ö. 900/1494) tarafından kaleme alınan Kitâbü’l-vakf veya Ahkâmü’l-vakf isimli risaledir.8 Risalenin girişinde vakıfların öneminden bahisle zenginlerin hayır işlerinde yeterli gayreti göstermediği ve vakıfların teşvik edilmesi gerektiği vur1 Ali Haydar Efendi, bu konuda ahkâm-ı şer‘iyye-i vakfiyye ile âdât ve kavânîni ayırmaktadır. Osmanlı döneminde uygulama alanı bulan birtakım usullere ait ahkâmın klasik fıkıh kaynaklarında yer edinemeyişinin bir nedeni de bu anlayış olsa gerektir. Bkz.: Ali Haydar Efendi, Tertîb, s. 3. 2 Haydarabad, 1355/1936. 3 Kahire, 1904. 4 Veya Kitâbü’-l-İs’âf fî ahkâmi’l-vukûf, Bulak, 1292; Kahire, 1320; Mekke, Mektebetü’t-Tâlib el-Câmi’î, 1406 [?] H. 5 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Cengiz Kallek, “Hilâl b. Yahyâ”, DİA, c. XVIII, s. 21. 6 B. Adda, E. D. Ghalioungui, Le Wakf, İskenderiye, 1893. 7 Eserin muhtelif baskıları mevcuttur. Bkz.: Ahmed b. Muhammed b. El-Hallâl, el-Vukûf ve’tTeraccül, Tahkik: Seyyid Küsrevî Hasan, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994; Ahmed b. Muhammed b. Harun el-Hallâl, Kitâbü’l-Vukûf min Mesâili’l-İmâm Ahmed b. Hanbel eşŞeybânî, 2 Cilt, dirâse ve tahkik: Abdullah b. Ahmed b. Ali ez-Zeyd, Riyad, Mektebetü’l-Maarif, 1989. 8 Yazma nüshaları için bkz.: Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 835; Serez, nr. 981.
516
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
gulanmaktadır. Bu konuda zikredilmesi gereken bir diğer eser de, Kınalızâde Ali Çelebi’nin (ö. 979/1572) Risâle fî ba’di ahkâmi’l-evkâf isimli risalesidir.9 Osmanlı döneminde vakıf hukuku ile ilgili ayrıntılı bilgi ve ahkâm müstakil olarak belli konulara tahsis edilmiş risaleler ile fetva mecmuaları gibi doğrudan uygulamayla irtibatlı hukuk metinlerinde yer almaktadır. Özellikle Osmanlılara özgü kurumlar olarak görülen icareteyn, gedik, para vakıfları gibi konulardaki tartışmalar doğrudan vakıf hukuku ile ilgilidir. Ayrıca, vasiyet yoluyla yapılan vakıflar, evlatlık vakıflar gibi konularda da son derece spesifik meselelerin tartışıldığını ve bunlara dair çok sayıda risalenin kaleme alındığını görüyoruz. Bütün bu tartışmalar çerçevesinde önemli bir risale külliyatı oluşmuştur. Ancak, bunların çok azı üzerinde çalışıldığı gibi, henüz derli toplu bir envanterinin bile çıkarılmamış olması oldukça manidardır. Bunlardan ancak para vakıflarıyla ilgili olanları üzerinde kısmen çalışma yapıldığını ve metinlerden bir kısmının neşredildiğini görüyoruz.10 Bunda para vakıfları ile günümüzdeki İslâm bankacılığı ya da özel finans kurumları arasında kurulan benzerliğin de etkisi olduğunu söyleyebiliriz.11 Vakıfla ilgili benzer tartışmalara konu olan icare, vasiyet, evlatlık vakıflar, gedik gibi konularda da neredeyse tamamı yazma halde bulunan çok sayıda risalenin mevcudiyeti bilinmektedir.12 Nazariyat ile tatbikat arasındaki geçişi sağlayan fetvaların toplandığı fetva mecmualarında da, başta zikredilen tartışma konuları olmak üzere, vakıf hukukunun her yönü ile ilgili fetvalar bulmak mümkündür. Bu çerçevede, hem klasik fıkıh kaynaklarında yer alan konuların uygulamaya dönük yönü, hem de Os9 Yazma nüshası için bkz.: Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, nr. 785, 39 varak. Kayıtlara göre, Kınalızade Ali Çelebi vakıf konusunda birkaç risale kaleme almıştır. Bkz.: Hasan Aksoy, “Kınalızâde Ali Efendi”, DİA, c. XXV, s. 416-417. 10 Bkz.: Tahsin Özcan, “Para Vakıflarıyla İlgili Önemli Bir Belge”, İLAM Araştırma Dergisi, Temmuz-Aralık 1998, c. III, sy. 2, s. 107-112; a.mlf., “Sofyalı Bali Efendi’nin Para Vakıflarıyla İlgili Mektupları”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 1999, sy. 3, s. 125-155; a.mlf., “İbn Kemâl’in Para Vakıflarına Dair Risalesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2000, sy. 4, s. 31-41. Ebüssuûd Efendi, “Risâle fî Vakfi’l-Menkûl”, (Birgivî Mehmed Efendi, Cilâu’l-Kulûb, taşbasma, İstanbul, 1280 içinde), s. 162-181; Birgivî Mehmed Efendi, “Risâle li İbtâl-i Vakfi’nNukûd (Seyfun Sârimun fî Adem-i Cevâz-ı Vakfi’d-Derâhim ve’d-Denânîr)” (Cilâu’l-Kulûb, taşbasma, İstanbul, 1280 içinde), s. 182-218. Ayrıca Ebussuûd Efendi’nin risalesinin oldukça geç tarihli ve hatalarla dolu bir yazma nüshasından hareketle yapılan bir neşri de mevcuttur. Bkz.: Ebussuûd Mehmed b. Mehmed b. Mustafa el-İmâdî Efendi, Risâle fî cevâz-ı vakfi’n-nukûd, tahkik ve ta’lîk: Ebu’l-Eşbâl Sağîr Ahmed Şâğif el-Bâkistânî, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 1997. 11 Bkz.: Murat Çizakça, Risk Sermayesi: Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İstanbul: İlmî Neşriyat, 1993; Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları Kanuni Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003, s. 90 vd. Para vakfı tartışmaları ile ilgili metinlerin bir kısmını neşreden Özcan, diğer metinlerin neşri için de çalışmalarını sürdürmektedir. 12 Bu risalelerin bir envanterinin çıkarılması ve metinlerinin neşri vakıf hukukunun gelişimini izlemek açısından önemli bir katkı olacaktır. Bunun yapılması ayrı bir çalışma olacağından, burada ayrıntıya girilmemiş, sadece örnek olması açısından para vakfı tartışmaları ile ilgili metinler hakkında kısmen bilgi verilmiştir.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
517
manlı döneminde tartışılan ve geliştirilen yeni uygulama alanlarıyla ilgili oldukça zengin bir birikim mevcuttur. Ancak, fetva mecmualarındaki malzemenin günümüzde ne tarihçiler, ne de hukuk ve İslâm hukuku tarihçileri tarafından yeterince ele alınıp değerlendirildiğini söylememiz mümkün değildir. Bunda, ideolojik yaklaşımların yanında, fetva mecmualarının günümüz anlayışına uygun bir şekilde akademik camianın kullanımına sunulmamış olması da önemli bir etkendir. Birkaçı dışında halen yazma halinde bulunan fetva mecmuaları sosyal tarih, iktisat ve hukuk tarihi çalışmaları açısından oldukça önemli kaynaklardır. Son zamanlarda yapılmış olan fetvaları konu alan veya fetvaların neşrine yönelik çalışmalar ise henüz bu birikimin akademik çevrelerde hak ettiği yeri bulabilmesini sağlayacak seviyeye ulaşmamıştır. Bu meyanda, vakıflarla ilgili fetvaların da aynı ihmalin kurbanı olduğunu söyleyebiliriz.13 Osmanlı arşivlerinde doğrudan vakıflarla ilgili belgeler de önemli bir yekûn tutmaktadır. Vakıflarla ilgili her türlü işlemin kayda alınması ve bu kayıtların muhafazası hukuki açıdan bir gereklilik olduğu için arşiv belgeleri içinde vakıflarla ilgili olanların oranı oldukça yüksektir. Özellikle şer‘iyye sicillerindeki kayıtlarda vakıflarla ilgili olanların üçte bir ilâ yarıya yakın bir oranı teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Başta vakfiyeler, vasiyetnameler ve muhasebe kayıtları olmak üzere bu alanda sayılabilecek her türden arşiv malzemesi, aynı zamanda hukukî bir metin niteliğindedir. Ayrıca, mühimme defterleri, ahkâm defterleri vb. arşiv kaynaklarında farklı konularla ilgili kayıtların yanında vakıfları ilgilendiren kayıtlar da mevcuttur. Arşivlerde yer alan bu materyallerin daha çok sosyal ve iktisadî tarih çalışan araştırmacıların dikkatini çektiği ve bu alanlarda araştırmalar yapıldığı görülmektedir. Hukuk tarihi açısından bu tür belgeleri inceleyen çalışmalar ise yeterli düzeyde değildir. Sosyal tarih ve şehircilik tarihi açısından arşiv belgelerini ve tahrir kayıtlarını inceleyen çalışmalarda ise, vakıfların hukukî yönünden ziyade sosyal hayatın bir parçası olması açısından diğer kurumlarla birlikte tahlile tabi tutulduğunu görüyoruz.14 Vakıf konusundaki çalışmaların zenginliğine ve çeşitliliğine karşılık, konunun hukukî yönü ile ilgili çalışmalara bakıldığında durum pek de öyle gözük13 Fetvalar konusunda örnek çalışmalar için bkz.: M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1972; Tahsin Özcan, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul: Kitabevi, 2003. 14 Bu konuda örnek olarak zikredilebilecek çalışmalardan birinin Bahaeddin Yediyıldız’ın aynı zamanda doktora tezi de olan Institution Du Vaqf Au XVIII e Siecle En Turquie-etude Socio-Historique (Ankara, Imprimerie’ de la Societe d’Historie Turque, 1985) isimli eseri olduğunu söyleyebiliriz. Eserin Türkçesi için bkz.: XVIII. Yüzyılda Vakıf Müessesesi: Bir Sosyal Tarih İncelemesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003. Ayrıca bkz.: Ahmet Tabakoğlu, Ahmet Kal’a ve diğerleri, İstanbul Ahkâm Defterleri İstanbul Vakıf Tarihi I (1742-1764), İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı İstanbul Araştırmaları Merkezi, 1998. Bu çalışmaların vakıf tarihi açısından önemli katkıları olmakla birlikte doğrudan hukuki yönüyle ilgili olmadığı için sadece isimlerini zikretmekle yetiniyoruz.
518
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
memektedir. Aslında, bu durum kısmen vakıf konusundaki çalışmaların geneli için de doğrudur. Vakıflar konusundaki çalışmalar sayı olarak fazla görünmekle birlikte, muhteva açısından bakıldığında bununla mütenasip bir seviyenin yakalanamadığını söyleyebiliriz. Mevcut çalışmalara genel olarak bakıldığında, ciltler dolusu bir külliyat oluşturacak mahiyetteki kitap, makale, tez, tebliğ vb. çalışmada, farklı belgelerin neşri gibi faydalı bir yön istisna edildiğinde, benzer bilgileri tekrarlamanın ötesine gidilemediği müşahede edilmektedir. Bu çalışmalarda, hamaset ve edebiyat seviyesinden ciddi akademik değerlendirmelere zemin teşkil edecek muhteva tahlillerine uygun bilgi ve belgelerin derlenemediğini söylemek pek de abartılı bir iddia olmayacaktır. Ancak, özellikle son yıllarda üniversitelerde artan bir şekilde vakıf konusuyla ilgili yaptırılan çalışmaların ve kaleme alınan yüksek lisans ve doktora tezlerinin kısmen de olsa bunun dışına çıkabildiğini ve sağlıklı değerlendirmelere zemin teşkil edebilecek bir bilgi birikimi oluşturmaya yönelik bir çabanın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu çerçevede, özellikle Murat Çizakça ve Bahaeddin Yediyıldız’ın bizzat gerçekleştirdikleri veya öğrencileri vasıtasıyla yaptırdıkları çalışmaların bu alandaki araştırmaların düzeyini yükselterek daha verimli bir araştırma ortamı oluşturduğu söylenebilir.15 Hukuk tarihi alanında ise, Hüseyin Hatemi ve Ahmet Akgündüz gibi akademisyenler ile avukatlık, Danıştay üyeliği gibi bizzat pratik hayatın içinde olan kişilerin –aşağıda ayrıntılı olarak değerlendireceğimiz- çalışmaları mevcuttur. Ayrıca hukuk tarihi ile ilgili genel mahiyetteki eserlerde de, bir bölüm olarak vakıfların ele alındığı görülmektedir.16 Tekrar Osmanlı vakıf hukuku ile ilgili çalışmalara dönecek olursak, spesifik konuları işleyen risaleleri istisna ettiğimizde, bu alanda genel olarak vakıf hukukunu inceleyen kapsamlı ve müstakil eserlerin kaleme alınmasının XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarına tesadüf ettiği görülmektedir. Konuyla ilgili derli toplu birer çalışma mahiyetindeki bu eserleri ana hatlarıyla iki grupta mütalaa edebiliriz. Birinci grupta yer alanlar, Osmanlılarda Mecelle ile başlayan İslâm hukukunun kodifikasyonuna yönelik çalışmaların vakıf hukukuna bir yansıması olarak görülebilir. Bunun belli başlı örnekleri, Ömer Hilmi Efendi ile Ali Haydar Efendi’nin kaleme aldığı eserlerdir. İkinci gruptakiler ise, Osmanlı’nın son döneminde kurulan yüksek dereceli eğitim kurumlarında müstakil bir ders olarak okutulan ahkâm-ı evkâf [vakıf hukuku] ile ilgili ders notlarından oluşmaktadır. Buna örnek olarak da Elmalılı Hamdi Yazır ile tarih olarak Cumhuriyet’in ilk yıllarına tesadüf eden Ebu’l-Ulâ Mardin’in eserleri ilk akla gelen çalışmalardır. Her iki grupta yer alan eserler, şekil olarak bazı farklılık15 Konumuz sadece vakfın hukukî yönü ile ilgili çalışmalar olduğu için burada ayrıntıya girilmemiştir. Ayrıntılı bilgi ve örnekler için Murat Çizakça ve Bahaeddin Yediyıldız’ın ekli listede verilen çalışmalarına bakılabilir. 16 Örnek olarak bkz.: Mehmet Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayım, 2001, s. 253-270.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
519
lar arz etse bile, hemen hemen benzer muhteva ve tasnif ile kaleme alınmış olup Osmanlı vakıf hukukunun birer özeti mahiyetindedir. Bu makalede, diğer çalışmalardan sarf-ı nazarla özellikle bu tür eserler tanıtılmakta ve bunlar üzerinde yapılan çalışmalar değerlendirilmektedir. Zikredilenlere ilaveten, yine bu dönemlerde kaleme alınan ve konuyla ilgili diğer eserler de yeri geldikçe tanıtılmaktadır. I. Ömer Hilmi Efendi ve İthâfu’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkâf Mecelle’yi hazırlayan heyetin içinde yer alan ve özellikle son dört kitabının hazırlanmasında önemli hizmetleri bulunan Ömer Hilmi Efendi’nin yine Mecelle tarzında maddeler halinde kaleme aldığı İthâfü’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkâf isimli eseri, konuyla ilgili en temel başvuru kitabı mahiyetindedir. Mecelle’nin ikmal ve tadil çalışmaları esnasında vakıf konusundaki hazırlığın yapılması görevi, Mecelle Cemiyeti’nin üyeleri arasında yer alan Ömer Hilmi Efendi’ye verilmiştir. İthâfü’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkâf isimli eser, bu çalışmanın bir ürünüdür. Her ne kadar Mecelle gibi bir resmiyet kazanmamışsa da, eserin vakıfla ilgili hukukî meselelerin çözümünde yaygın bir şekilde temel referans kitabı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Eserde, vakfa dair ıstılâhât-ı fıhkiyye ve ıstılâhât-ı kanuniyyenin yer aldığı mukaddimeden sonra 21 bâb başlığı altında ve fasıllar halinde vakıf hukuku ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Evkâf-ı Hümâyun müsteşarlığı, evkâf müfettişliği gibi görevlerde de bulunan Ömer Hilmi Efendi, son olarak Mahkeme-i Temyîz Reisi olmuş ve 1307/1890 yılında vefat etmiştir. Eseri vefatından sonra ve aynı yıl içinde Mekteb-i Hukûk-ı Şahâne tarafından yayımlanmıştır.17 “İfade-i Mahsusa” başlığı altında, bizzat müellifin ifadesine göre eser, “evkâfın kavânîn-i kadîmesini ve sonradan zuhûr eden örf ve teâmülleri (…) evkâfa dâir kütüb-i fıkhiyyede mestûr olan mesâilden müftâ bih ve muâmelât-ı evkâftan el-yevm ma’mûlün bih olanlarını cem‘ ve tahrîr ederek hem mesâil-i fıkhiyyeyi ve hem de kavânîn ve teâmülü câmi bir kitâb” olmuştur. Gerçekten de, konuyla ilgili en yaygın kullanıma sahip olan eser Ömer Hilmi Efendi’nin kitabıdır. Bunda, eserin kısa ve özlü, fakat kapsamlı oluşunun yanında Mecelle tarzında ve ona ek olmak üzere hazırlanmış olması da etkili olmuştur. Ömer Hilmi Efendi’nin ilk baskısı 1307/1890’da yapılan eserinin 1895 yılında yayımlanmış bir de Fransızca çevirisi mevcuttur.18 Eserin İngiliz hakimler tarafından mahkemelerde kullanılmak üzere yaptırılan İngilizce çevirisi ise 17 Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1307. 18 Bkz.: C. G. Stavrides ve Simon Dahdah, Lois Régissant les Propriétés dédiées (Awkafs), Marsilya, 1895. Önsöz’de verilen bilgilerden, eserin çevirisini yapan C. G. Stavrides’in İstanbul’da İngiltere Büyükelçiliği tercümanı ve Simon Dahdah’ın da avukat olduğu anlaşılmaktadır.
520
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Kıbrıs’ta neşredilmiştir.19 Eserin, Arapça’ya da çevrildiği kaydedilmekle birlikte bu çeviri hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.20 Ömer Hilmi Efendi’nin eserinin günümüz Türkçesi ile üç ayrı neşrinin yapıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir.21 Özellikle, personelin faydalanması amacıyla ve Arşiv ve Yayın Dairesi Başkanı İbrahim Ateş’in teklifiyle yayımlandığı belirtilen eserin kim tarafından neşre hazırlandığına dair bir bilgi mevcut değildir. Sadece metin transkripsiyonundan ibaret olan eserin sonuna bir de sözlük ilave edilmiştir. Ömer Hilmi Efendi’nin eserinin bir başka neşri İsmet Sungurbey tarafından yapılmıştır. Eski Vakıfların Temel Kitabı22 adıyla yayınlanan eserin giriş kısmında Ömer Hilmi Efendi hakkında yapılan tanıtımdan sonra birinci bölümde İthâfü’l-ahlâf fî Ahkâmi’l-evkaf başlığı altında eserin transkripsiyonlu metni verilmektedir. Bu bölümde, dipnotlarda zaman zaman verilen bilgiler oldukça kıymetlidir. İsmet Sungurbey’in eserinin ikinci bölümü vakıflar kanunu ve ilgili mevzuata ayrılmıştır. Burada vakıfların idaresi, kontrolü, hukukî ehliyeti, vakıf mallar, mütevelliler, mukataalı ve icareteynli vakıf mallar gibi konular işlenmekte ve II. Meşrutiyet’te çıkarılan muvakkat kanunlar hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca, vakıflarla ilgili nizamname ve Yargıtay ve Danıştay kararları örneklerine de yer verilmiştir. Birinci Bölüm’de yer alan metin transkripsiyonunun bazı eksikler olmakla birlikte genel olarak ilmi kurallara uyularak yapıldığı söylenebilir. Bu açıdan, Ömer Hilmi Efendi’nin eserinin mevcut neşirleri içinde istifadeye en elverişli olanı Sungurbey’in neşridir. Ayrıca, eserin İkinci Bölümü’nde verilen bilgilerin de konuyla ilgili mevzuatın tespiti açısından önemli olduğunu belirtmek gerekir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Eski Hukuk Müşaviri ve Emekli Danıştay Üyesi Aydın Tuncay tarafından Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar23 adıyla yayınlanan eserin ilk iki bölümünde vakıf müessesesinin tarihi, menşei gibi hususlar ile vakıf ve İslâm’da miras, zekat ve arazi gibi konular işlenmektedir. Üçüncü bölüm, Ahkâmü’l-evkâf başlığıyla Ömer Hilmi Efendi’nin eserinden oluşmaktadır. Dördüncü Bölüm’de ise, vakıfla dernek arasındaki farklar konusu ele alınarak medenî kanunda eski vakıfların yeni bir statüye kavuşturulması sorunu üzerinde durulmakta, bu konudaki çalışmalar19 Bkz.: Ömer Hilmi Efendi, A Gift to Posterity on the Laws of Evqaf, İng. trc.: C. R. Tyser ve D. G. Demetriades, 2. Baskı, gözden geçiren: Sir Charles Tyser ve Ahmed Faik Efendi, Kıbrıs: Government Printing Office, Nicosia, 1922. 20 Ali Himmet Berki, “İslâm’da Vakıf Sahîh ve Gayr-i Sahîh Nev’ileri I”, Ankara Üniversitesi İlahiyât Fakültesi Dergisi, 1957, sy. 1-4, s.19-26. 21 Bkz.: Ömer Hilmi Efendi, İthafü’l-Ahlaf fî Ahkâmi’l-Evkaf, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1977 [?]. 22 Karînâbâdîzâde Ömer Hilmi ve İsmet Sungurbey, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1978. 23 İstanbul: Yıldız Sarayı Vakfı Yayınları, 1984.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
521
dan bahisle hükümet teşkilatı içinde vakıf müessesesine verilecek yerin tespiti için 1964 yılında oluşturulan komisyonun çalışmaları aktarılmaktadır. Ömer Hilmi Efendi’nin eserinin yer aldığı bölümde, eserin metin transkripsiyonu yapılmış ve hemen hemen her kelimenin günümüz diliyle karşılığı parantez içinde verilmiştir. Eski dile aşinalığı olmayanların istifadesini kolaylaştırmakla birlikte, bunda oldukça aşırıya kaçıldığını belirtmek gerekir. Transkripsiyonda da genel kabul görmüş birtakım prensiplere riayet edilmeyişi, metnin anlaşılmasını zorlaştırdığı gibi, zaman zaman birtakım anlam kaymalarına da yol açabilmektedir. Eserde incelenen diğer konular da, planlı ve derli toplu olmaktan ziyade dağınık bir görünüm sergilemektedir. Boyabâdî Hafız Halil Şükrü’nün Ahkâmü’l-evkâf adlı kitabının24 Ömer Hilmi Efendi’nin Ahkâmü’l-evkâf’ını aynen ve harfiyen hatta önsözüne varıncaya kadar çaldığı büyük bir hırsızlık ve yüzsüzlük örneği olduğu belirtilmektedir.25 Gerçekten de eser, neredeyse kelime kelime Ömer Hilmi Efendi’nin eserinin tekrarından ibarettir. Kitabın sonunda yer alan nâşire ait şu ifadeler ise tam bir ibret vesikasıdır: “Bu kitabın muharrir ve câmi-i İstanbul müderrislerinden ve mağdûrîn-i siyasiyeden sâbıkâ Yalova nâibi olup li-garazin cahildir nâmıyla da tensîkan mağdûrlardan ve esbakan dahî Hâssa Sekizinci Alay Müftüsü olup istibdâden bu memuriyeti de zaleme-i sâbıka tarafından gasp edilen Mevlânâ Boyâbâdî Hafız Halil Şükrî Efendi hazretleridir. Sene [1]330. (Nâşir-i kitâbMehmed Şemsüddîn).”26 II. Elmalılı Hamdi Yazır: Ahkâm-ı evkâf ve/veya İrşâdü’l-ahlâf fî Ahkâmi’l-evkâf Elmalılı Hamdi Yazır’ın vakıf ahkâmına dair üç ayrı eseri mevcuttur. Bunlardan ilk ikisi Dârü’l-Fünûn’da Mekteb-i Mülkiye’de verdiği Ahkâm-ı Evkâf dersine ait ders notlarından oluşmaktadır. Bu notlar ilk olarak 1326-1327 ders yılı için 56 sayfa ve taşbasma olarak yayınlanmıştır.27 Ertesi yıl eserin genişletilerek 192 sayfa halinde ve yine taşbasma şeklinde neşredildiğini görmekteyiz.28 Daha sonra, Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu konuda müstakil bir eser telifine başladığı ve fasiküller halinde neşredilen eserin 11 fasikül ve 192 sayfasının yayımlanabildiği, devamının ise tamamlanamadığı anlaşılmaktadır.29 24 Naşiri: Terakkî Kütüphanesi Sahibi Mehmed Şemsüddîn, İstanbul, 1329. 25 Bkz.: İsmet Sungurbey, Eski Vakıfların Temel Kitabı, s. xxiv, 3 numaralı dipnot. 26 Bkz.: Boyabâdî Hafız Halil Şükrü, Ahkâmü’l-evkâf, s. 235. 27 Hamdi Efendi, Ahkâm-ı Evkâf, Mekteb-i Mülkiye, Sene-i tedrisiye 1326-1327. Tâbı’î: Ahmed Hâlid. 28 Muhammed Hamdi Efendi, Ahkâm-ı Evkâf, Mekteb-i Mülkiye Derslerinden, Tâbı’î: Mehmed Şükrü, sene: 1327. 29 Bkz.: Muhammed Hamdi, İrşâdü’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkâf, Matbaa-i Ahmed Kamil, İstanbul 1330, s.19; Ayrıca bkz.: Nazif Öztürk, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 6.
522
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Nazif Öztürk bu metinleri bir araya getirerek Elmalılı Hamdi Yazır’ın yarım bıraktığı eserini tamamlamaya çalışmıştır. Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar30 adıyla yapılan bu çalışmada matbu üç metin tek bir metin haline getirilmiş, tekrarlar çıkarılmak ve yeniden düzenlenmek suretiyle müstakil bir metin elde edilmiştir. Metnin bu haliyle Hamdi Yazır’ın tasavvur ettiği eser ile ne kadar örtüştüğü hususunu bir kenara bırakacak olursak, Öztürk’ün çalışmasının konuyla ilgili müstakil bir eser meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Eserin birinci kısmında vakfın mahiyeti ve kuruluşu, vakfın dini hükmü ve Asr-ı Saadet’te kurulan vakıflar konuları işlenirken ikinci kısımda vakıfların çeşitleri, idaresi, murakabe ve bütçe gibi konular ele alınmaktadır. Ustalıklı bir şekilde yapılan sadeleştirme, metne, günümüz okuyucusu açısından daha anlaşılır ve akıcı bir üslup kazandırmıştır. Ayrıca, metin içinde orijinal metinlere atıf yapılması ve Hamdi Yazır’a ait matbu nüshaların tıpkı basımının da ilaveten verilmesi araştırmacılar açısından oldukça faydalıdır. Böylece, eserin bütünlüğü sağlanarak derli toplu bir metin haline geldiği gibi, araştırmacıların da orijinal nüshalara ulaşmasına imkân verilmiştir. Eserde son olarak verilen terimler ve deyimler sözlüğü de okuyucunun istifadesi açısından önemlidir. Klasik dinî bilimlerin yanında İslâm düşüncesi ve Batı felsefesi alanlarında da derin bir birikime sahip olan Hamdi Yazır’ın, eserinde tarihî bilgi ve ahkâmı nakletmenin yanında, konuyla ilgili düşüncelerini de sosyolojik metot ve felsefî bir üslupla ve kendine mahsus ifadelerle aktardığı görülmektedir. Bu açıdan eserin diğer çalışmalardan farklılık arz ettiği, zaman zaman muasır düşünce akımlarına da atıf yapılarak konuların değerlendirildiği, bunun da anlatıma ayrı bir derinlik ve zenginlik kazandırdığı söylenebilir. III. Ali Haydar Efendi ve Tertîbü’s-sunûf fî ahkâmi’l-vukûf Osmanlı vakıf ahkâmına dair en geniş ve kapsamlı eserin Ali Haydar Efendi’ye ait olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda Mecelle üzerine bir şerh de kaleme almış olan Ali Haydar Efendi’nin Tertîbü’s-sunûf fî ahkâmi’l-vukûf isimli eseri31 tertip olarak Mecelle tarzında kaleme alınmıştır. Mukaddime, altmış bir fasıl ve bir hâtimeden oluşan kitapta, vakıf konusundaki ahkâm, 1776 madde halinde düzenlenmiştir. Hükümlerin sonunda ilgili kaynaklara da işaret edilmektedir. Bu yönüyle kaynaklara ulaşma açısından oldukça faydalıdır. Zikredilen kaynaklar arasında Hanefî fıkhına ait Hâniye, Mecme‘u’l-enhur, Hindiyye, Redd-i Muhtâr, Dürr-ü Müntekâ, Fethu’l-Mu’în gibi klasik fıkıh metinlerinin yanı sıra Feyziyye, Ankaravî gibi Osmanlı şeyhülislâmlarına ait fetva mecmuaları da bulunmaktadır. 30 Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995. 31 Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul, 1337 (1340 H.).
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
523
Ali Haydar Efendi, kendisinden önce Ömer Hilmi Efendi’nin kaleme aldığı eserden bahsederek, müellifin eserini tamamlayamadan vefat ettiğini ve eserin veresesi tarafından bastırıldığını zikretmekte ve ilmî kıymetini teslim etmekle birlikte eserde bazı hataların mevcut olduğunu belirtmektedir. Daha sonra icâreteyn hakkındaki kanunların değiştiğinden ve eserdeki pek çok ahkâmın uygulamadan kaldırıldığından, bu nedenle vakıf ahkâmının yeniden kaleme alınması zaruretinin ortaya çıktığından bahsetmektedir. Eserini bu nedenle kaleme aldığını, fetva emini olduğu esnada fetvâhânedeki kaynaklardan da istifade ederek topladığı ahkâmı değerlendirmek suretiyle eserini te’lif ettiğini belirtmektedir.32 Ali Haydar Efendi’nin eseri, kendisinin de ifade ettiği gibi, bu alanda ortaya konan çalışmalar içinde en kapsamlısıdır. Hacim itibariyle, Ömer Hilmi Efendi’nin eseri 231 sayfa ve 482 mes’eleden oluşurken Ali Haydar Efendi’ninki, 790 sayfa ve 1776 maddeyi ihtiva etmektedir. Konular daha ayrıntılı ele alındığı gibi, diğer eserlerde bulunmayan birtakım hususlar da yer almakta ve bu konulardaki ahkâm tartışılmaktadır. Eserde, vakfın meşruiyeti, tarifi, kısımları, vakıfla ilgili lafızlar, vakfın şartları, arazi konusundaki hükümler ve arazinin vakfı, vakfın kuruluşu, tescili, idaresi, vakıftan istifade edenlerle ilgili ahkâm, icare ve ilgili ahkâm, vakıf görevlileri, vakıf binaların tamir ve bakımları, vakfın istibdâli ve sair konular ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Ali Haydar Efendi, hükümleri nakletmenin yanında zaman zaman o hükümlere mesned teşkil eden usulle ilgili tartışmalardan da bahsederek konuya derinlik kazandırmaktadır. Ayrıntılı ve kapsamlı olmasına karşılık, eserin ilmî kıymeti ile mütenasip bir ilgi gördüğünü söyleyemeyiz. Anlaşılmaz bir şekilde unutulmaya terk edilen Tertîbü’s-sunûf’un vakıf konusunda araştırma yapan çoğu genç araştırmacı tarafından fark edilmemesi veya göz ardı edilmesi oldukça ilginçtir. Bunun sebepleri arasında kullanılan dilin ağır olmasının etkili olduğu hususu sayılabilirse de bu durum aynı konuda kaleme alınan diğer eserler için de geçerlidir. Eserin Arapça çevirisi yapılarak yayınlandığı halde33 günümüz Türkçesi ile yapılmış bir neşri mevcut olmadığı gibi, Osmanlıca nüshaları da kütüphanelerde nadir olarak bulunabilmekte, dolayısıyla araştırmacıların istifade imkanları sınırlı kalmaktadır. Bazı araştırmacıların eserin orijinali mevcut olduğu halde Arapça çeviriyi kullanması ise akademik camia açısından tam bir garabet örneğidir. IV. Osmanlı Dönemi’nde Telif Edilen Diğer Eserler Bu kısımda özellikle zikretmeden geçemeyeceğimiz bir eser Mısır’da Adliye Nazırı olan Muhammed Kadri Paşa’nın, uygulamada Mecelle yerine geçmek 32 Bkz.: Ali Haydar, Tertîb, s. 3-4. 33 Bkz.: Ali Haydar, Tertîbü’s-Sunûf fî Ahkâmi’l-Vukûf, c. I, Arapça trc.: Ekrem Abdülcebbar, Muhammed Ahmet el-Ömer, Bağdat: Matbaatu Bağdat, 1950.
524
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
üzere hazırladığı eserlerden biri olan Kitâbu’l-adl ve’l-insâf li (fî) hall-i müşkilâti’l-evkâf34 isimli eseridir. Vakıf konusundaki ahkâmın yer aldığı eser 646 maddeden ibarettir. Fransızca’ya da çevrilen bu çalışma, resmiyet kazanmamakla birlikte mahkemelerde kaynak olarak kullanılmıştır.35 Osmanlı dönemi için zikredilmesi gereken bir diğer eser Evkâf Nezâreti müsteşarlarından Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Ahkâm-ı Evkâf veya el-İhsâf fî ahkâmil’l-evkâf36 isimleriyle kaydedilen eseridir.37 Burada zikredilmesi gereken bir başka müellif Mümeyyiz Sıdkı’dır. Defter-i Hâkânî Nezâreti Senedât-ı Umûmiye İdaresi Dersaâdet Kısmı Mümeyyiz-i Evveli olan Sıdkı’nın konuyla ilgili iki küçük eseri mevcuttur. Bunlardan Hatırât38 isimli eserde, müellifin Osmanlı ülkesindeki vakıflarla ilgili bazı görüşleri yer almaktadır. Gedikler39 isimli diğer eser ise, daha çok esnaf ve ticarî hayatı ilgilendiren gedik konusuyla ilgilidir. Ancak, gediklere konu olan gayrimenkullerin mülkiyetinin daha çok vakıflara ait olması, konunun vakıflar açısından ele alınmasını gerektirmektedir. Sıdkı, gediklerin vakıflar için zararlı olduğu tespitini yapmakta ve kaldırılması teklifinde bulunmaktadır. Bu teklif paralelinde gediklerin 22 Rebiülevvel 1331 tarihli bir kanunla ilga edildiklerini görüyoruz.40 V. Cumhuriyet Döneminde Yapılan Çalışmalar Cumhuriyet döneminde Osmanlı vakıf hukuku alanında yapılan çalışmaları çok belirgin bir ayrım olmasa da kabaca üç grupta mütalaa edebiliriz. Birinci gruptaki çalışmalar, daha çok Osmanlı dönemindeki mevzuat ve hukuku inceleyen eserlerden oluşmaktadır ki, bunları Osmanlı döneminde yapılan çalışmaların bir devamı olarak düşünebiliriz. Bu çerçevede Ebu’l-Ûlâ Mardin, Ali Himmet Berki ve M. Fuad Köprülü sayılabilir. İkinci gruptaki çalışmalar ise, pozitif hukuk çerçevesinde mevzuatta meydana gelen değişmelerle birlikte, vakıf hukuku alanındaki gelişme ve değişmeleri, medenî kanuna bağlı olarak yapı34 Bulak, 1892-1893; Bulak, 1320 (1902). Eseri görme imkanı olmadığı için ayrıntılı değerlendirme yapılamamıştır. 35 Bkz.: Hayreddin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul: İrfan Yayınları, 1974, s. 191. Eserin Abdülaziz Kâhil Bey tarafından yapılan Fransızca çevirisi Du Wakf (Kahire, 1896) adıyla yayınlanmıştır. 36 Taşbasma, Matbaatü’l-Alem, İstanbul, 1310. 37 İstanbul, 1311. Eserin nüshası için bkz.: Süleymaniye Kütüphanesi, İzmirli İsmail Hakkı, nr. 692. Aynı yerde 693 numarada ise eserin yazma nüshası mevcuttur. Ayrıca, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde 3784 numarada kayıtlı nüsha için sehven Arapça kaydı düşülmüştür. Eser Osmanlıca’dır. 38 Hatırât: Memâlik-i Osmâniyede Kâin Evkâfın Suret-i İdaresi Hakkında Bazı Mütâlaâtı Hâvîdir, Dersaadet, 1324. 39 Dersaadet: Tanin Matbaası, 1325. 40 Bkz.: Hüseyin Hatemi, Vakıf Kurma Muamelesi, s. 323-325.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
525
lan hukukî düzenleme ve uygulamaları konu edinen çalışmalardır. Bu grupta değerlendirebileceğimiz kişiler Hüseyin Hatemi ile İsmet Sungurbey’dir. Üçüncü grup çalışmalar ise, daha çok vakıf hukukunun tarihine yönelik yapılan araştırmalardır ki, bu çerçevede, Ahmet Akgündüz ile Nazif Öztürk sayılabilir. Bunlara ayrıca, Osmanlı dönemi müelliflerinin eserlerinin yeniden yapılan neşirlerini de ilave edebiliriz. Cumhuriyet döneminde vakıf hukuku alanında yapılan çalışmalar elbette ki bunlarla sınırlı değildir. Ancak, konuyu Osmanlı vakıf hukuku ile sınırlandırdığımız için bunun dışında kalan ve doğrudan Cumhuriyet döneminde ve pozitif hukuk alanında yapılan çalışmalar değerlendirmeye tabi tutulmamış, bunlardan belli başlılarına işaret edilmekle yetinilmiştir. Cumhuriyet döneminde, akademisyenlerin yanında avukat, Yargıtay veya Danıştay üyeleri tarafından da vakıf hukuku alanında çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Bu durumun teori ile pratiğin bir arada yürümesine yardımcı olduğu söylenebilir. Bu dönemdeki çalışmalar ayrı bir araştırmayı gerektireceğinden, ayrıntıya girilmemiş, sadece bazı örnekler verilmek suretiyle kısmen değinilmiştir. A. Ebu’l-Ûlâ Mardin Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e intikal eden değerli bir hukukçu olan Ebu’l-Ûlâ Mardin’in vakıf konusuyla ilgili ders notu olarak kaleme alınmış bir eseri olduğu görülmektedir. Eser, Evkâf Notları Hukuk Medresesi Doktora Sınıfı Talebelerine 1337-1338 Seneleri Zarfında Vukû Bulan Takrirlerin Zabıtlarıdır41 başlığıyla tab‘ edilmiştir. El yazısı şeklinde tab‘ edilen bu notların vakıf hukukuyla ilgili temel konuları incelediği, ancak, konuların dağınık kaldığı ve yeterince tahlil edilemediği müşahede edilmektedir. Kıymetli bir hukukçu olan Mardin’in vakıf hukuku alanındaki katkısı önemli olmakla birlikte bunun ders notu seviyesinde kalması bu alan için ciddi bir kayıptır. Mardin’in ayrıca, vakıflar hakkında kaleme aldığı yayımlanmamış bir raporunun da bulunduğu anlaşılmaktadır.42 B. Ali Himmet Berki Ali Himmet Berki’nin eseri Vakıflar adıyla ve Vakıf Müessesesi İnsanların Düşünebildikleri Hukukî Müesseselerin En Hayırlısıdır alt başlığıyla yayınlanmıştır.43 Eserin, vakıf hukuku konusunda müracaat edilen Ömer Hilmi Efendi 41 Taşbasma, İstanbul, 1338/1922. İsmet Sungurbey tarafından verilen bilgiye göre, Ahkâm-ı Evkâf adıyla İstanbul’da 1340’ta basılan bu eser 267 sayfadır. Bkz.: Ebül’Ulâ Mardin, Huzûr Dersleri II-III, İsmet Sungurbey’in yazdığı “Önsöz”, s. xxvii. 42 “Vakıflar ve Vakıflar İdaresinin İstikbali Hakkında Mütalaâname” Vakıflar Genel Müdürlüğüne Sunulan Rapor (VGM/HUK, MD/I, 1-10). Bkz.: Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, s. 596. 43 İstanbul, 1940; yeni baskısı için bkz.: İstanbul: Aydınlık Basımevi, 1976.
526
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
ile Ali Haydar Efendi’nin eserlerinin vakıflara dair ahkâmdaki değişiklikler nedeniyle ihtiyacı karşılamaz hale geldiğinden bahisle eski ve yeni meseleler ile kanun ve nizamları bir araya getirmek maksadıyla kaleme alındığı belirtilmektedir. İki kısım olarak planlanan kitabın birinci kısmı İslâm’da vakıf konusuna ayrılmıştır. Mukaddime ile birlikte bâb ve fasıllar halinde tasnif edilmiş olan eserde ayrıntılı bir şekilde İslâm vakıf hukuku anlatılmaktadır. Berki, kitabının başında eserin eski mevzuatla iştigal etmeyen genç hukukçular için yazıldığını belirtmekle birlikte, bunun günümüz açısından artık bir geçerliliği kalmamıştır. Kitabın sonunda ise okuyucuların istifadesi için kısa bir lügat ilave edildiği, ayrıca bir vakfiye örneği verildiği görülmektedir. Müellif, vakıf konusuyla ilgilenenler için tabir ve ıstılahların anlaşılmasındaki zorluğu dikkate alarak bu alandaki ihtiyacı karşılamak üzere daha sonra müstakil bir eser de kaleme almıştır.44 Kitabın ilk kısmından on yıl sonra basılan ikinci kısmında ise medenî kanuna göre tesis ve vakıflara ait kanun ve nizamlar konusu ele alınmaktadır.45 İki kısım halinde kaleme alınan bu cildin birinci kısmında medenî kanuna göre vakıf mevzusu incelenmekte, ikinci kısımda ise vakıf kanunlarına ve nizamlarına göre vakıf konusu işlenmektedir. Konular, ilgili kanun maddelerine atıf yapılarak ve önceki hukukla olan benzerlik veya farklılıklara da işaret edilmek suretiyle tahlil edilmektedir. Kolay anlaşılmasını sağlamak için medenî kanunun tertibinin takip edilmeyerek özel bir tasnife tabi tutulduğu belirtilen eserde konuların bâb ve fasıllar halinde incelendiği görülmektedir. Vakıflarla ilgili mevzuat anlatılırken uygulamadan da örnekler verildiği gibi, eserde, tesis senedinin nasıl olması gerektiğine dair numuneler de yer almaktadır. Kitapta son olarak 1935 yılında kabul edilen Vakıflar Kanunu ile birlikte, daha sonra yapılan kanunî değişiklikler ve vakıflar nizamnamesi verilmektedir. Yine Ali Himmet Berki tarafından kaleme alınan Vasiyet ve Ölüme Bağlı Tasarruflar46 isimli eser de dolaylı bir şekilde vakıf hukuku ile ilgili olarak değerlendirilebilir. C. M. Fuad Köprülü Vakıf hukuku alanında çalışmaları olan bir diğer kişi M. Fuad Köprülü’dür. Köprülü’nün bu alandaki çalışmaları daha çok makale halinde yayımlanmıştır. Daha sonra, hukuk tarihi ve vakıf müessesesi konusundaki makaleleri Orhan F. Köprülü tarafından önsöz ve bazı notlar ve ilavelerle birlikte İslâm ve Türk Hu44 Bkz.: Ali Himmet Berki, Vakfa Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tabirler, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1976. Eser doğrudan hukukla ilgili olmasa da vakıflar konusuyla ilgilenenler için önemli bir müracaat eseri mahiyetindedir. 45 Bkz.: Ali Himmet Berki, Vakıflar İkinci Kitap Medeni Kanunda “Tesis” ve Vakıflar Kanunu Hükümleri, Ankara: Nur Matbaası, 1950. 46 Ankara: Ege Matbaası, 1961.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
527
kuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi47 adıyla neşredilmiştir. Eserde, Fuad Köprülü’nün hukuk tarihine ait makalelerinin yanında vakıf konusunda daha önce Vakıflar Dergisi’nin muhtelif sayılarında yayımlanmış olan “Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihî Ehemmiyeti”, “Vakfa Ait Tarihi Istılahlar Meselesi”, “Vakfa Ait Tarihî Istılahlar: Ribât”, “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mâhiyeti ve Tarihî Tekâmülü”, “Sultan Baybars’a İsnâd Edilen Bir Vakfiye” başlıklı makaleleri yer almaktadır.48 Eserin sonuna eklenen indeks de istifadeyi kolaylaştırması açısından önemlidir. Zikredilen makaleler bir tanesi dışında doğrudan vakıf hukuku ile ilgili olmasa da kendi dönemi için önemli bir şahsiyet olan Fuad Köprülü’nün bu alandaki birikimini ve bakış açısını yansıtması, buna ilaveten kendinden sonraki araştırmalara yön vermesi açısından dikkate alınması gereken çalışmalardır. “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihi Tekâmülü” başlıklı makalede vakıf kurumunun menşei konusundaki tartışmaların değerlendirildiği kısım [s. 356 vd.] oldukça önemlidir. D. Hüseyin Hatemi Hüseyin Hatemi’nin Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi49 isimli eserinde vakıf kurma muamelesi merkeze alınmak suretiyle vakıf kurumu ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Eserde, konu ana hatlarıyla iki kısımda ele alınmakta, Medenî Kanun’dan önceki devre ile Türk Medenî Hukuku’nda vakıf kurma muamelesi gözden geçirilmektedir. Bununla birlikte, konunun sosyal ve tarihî yönleriyle ilgili de ayrıntılı bilgiler verilmekte ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Eserin hem hukuk tekniği, hem de özellikle dipnotlarda verilen bilgi ve yapılan değerlendirmeler açısından konuyla ilgili en kapsamlı çalışma olduğu söylenebilir. Ancak, zaman zaman gereğinden fazla ayrıntıya girilmiş ve konuyla doğrudan ilgili olmayan tali konularda [ mesela, asya tipi üretim tarzı için s. 142 ve devamındaki dipnotlarda olduğu gibi] birkaç satırlık metin için sayfalar dolusu dipnot verilmiştir. Bu durum, müellifin ilmî ihatasını yansıtmasının yanında konuyla ilgilenecek olanlara zengin bir kaynakça vererek kitaba zenginlik kazandırmakla birlikte gereksiz bir mübalağaya gidildiğini de belirtmek gerekir. Hüseyin Hatemi’nin konuyla ilgili bir diğer eseri Medenî Hukuk Tüzelkişileri başlığını taşımaktadır. Eserin I. cildi giriş, tarihî gelişim ve eski vakıflar konularına ayrılmıştır.50 Eserde tüzelkişilik kavramı ve bu kavramın Türk hukukunda gelişmesine ilişkin bir tarihçeden sonra vakıf konusu ayrıntılı bir şekilde ele 47 İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1983. 48 Makaleler, sırasıyla, Vakıflar Dergisi’nin şu sayılarında yer almaktadır: 1938, sy. 1, s. 1-6 ve s.131-138; 1942, sy. 2, s. 1-35 ve 267-278; 1962, sy. 5, s. 1-8. 49 İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1969. 50 Bkz.: Hüseyin Hatemi, Medenî Hukuk Tüzelkişileri cilt:1 Giriş Tarihi Gelişim ve Eski Vakıflar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1979.
528
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
alınmaktadır. Batılılaşma süreci içinde vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye Vakıflar Bankası gibi konular incelendikten sonra eski vakıfların mallarının hukukî durumu hakkında ayrıntılı bilgi ve tahlillere yer verilmektedir. Hatemi, ilmî ihatasını bu eserinde de ortaya koyarak dipnotlarda başka yerde bulunması zor olan, son derece kıymetli ve ayrıntılı bilgiler vermektedir. İlaveten, vakıf konusuyla bağlantılı olarak sosyal, iktisadî ve idarî pek çok konuda tartışmalar ve görüşler nakledilmektedir. Bu açıdan özellikle eserin dipnotları oldukça zengin bir bilgi dağarcığı oluşturmaktadır. Eserin sunuşunda ikinci ciltte de Medenî Kanun’a göre kurulan dernek ve vakıflar konusunun işleneceği ifade edilmektedir. E. İsmet Sungurbey İsmet Sungurbey’in, yukarıda incelenen, kendi değerlendirmeleriyle birlikte Ömer Hilmi Efendi’nin eserini neşrettiği Eski Vakıfların Temel Kitabı’nın yanında konuyla ilgili yayınlarını sürdürdüğü görülmektedir. Eski Vakıfların Yeni Sorunları (Yazarın Bundan Önceki Kitaplarına Kimi Eklerle)51 isimli eseri yine vakıflarla ilgili muhtelif çalışmalarını ihtiva etmektedir. Eser iki kısımdan oluşmaktadır. Daha önce Eski Vakıfların Temel Kitabı adıyla yayımlanan eserin tamamlayıcısı olarak takdim edilen birinci kısım, eski vakıfların yeni sorunları başlığını taşımaktadır. Yazarın değişik eserlerinde dağınık halde bulunan vakıflarla ilgili çalışmaları ile daha önce yayımlanmamış çalışmalarının toplandığı bu kısımda sahih vakıflar, tahsis ve irsâd kabîlinden gayr-i sahih vakıflar, cemaat vakıfları ve Türkiye’de “Yabancı” din, öğretim, sağlık ve hayır kurumlarının hukukî durumu ve gayrimenkul tasarrufu gibi başlıklar altında vakıflarla ilgili çeşitli sorunlar ele alınmakta, bu konudaki uygulamalar tartışılmaktadır. Eserin ikinci bölümü ise yine benzer konulardaki Yargıtay kararlarına ayrılmıştır. “Yazarın Bundan Önceki Kitaplarına Kimi Ekler” başlığı altında yer alan kısımda ise, yazarın çeşitli konulardaki yazılarına yer verilmektedir. F. Ahmet Akgündüz Ahmet Akgündüz’ün İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi52 isimli eseri, vakıf hukukunun tarihine yönelik oldukça kapsamlı bir çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Eserin ilk kısmında, İslâm hukukunda vakfın ortaya çıkışı, hukukî dayanağı gibi konular incelendikten sonra İslâm ve Osmanlı hukukunda vakıf hukuku ile ilgili hükümler, vakıf muamelesinin geçerlilik şartları ve vakıfların vakfiyelerinde beyan ettikleri şartlar, vakfın idaresi, 51 İstanbul: Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 2001. 52 Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. Gözden Geçirilmiş 2. Baskı: İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 1996.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
529
mütevellinin tasarrufları, vakıf davaları gibi konular ele alınmaktadır. İkinci kısımda “Vakıf Hukukunun İstisnaları” başlığı altında daha çok Osmanlı döneminde yaygınlık kazanan icâreteyn, mukataa, gedik, girdar, örfübelde, hulüvv, marsad ve tahsisat kabilinden [irsâdî] vakıflar gibi konular işlenmektedir. Eserin hazırlanmasında, hukuk metinlerinin yanında, benzer çalışmalardan farklı olarak arşiv belgelerinin de kullanılması önemli bir farklılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Eser, yayınlandığı günlerde yapılan birtakım spekülatif değerlendirmelerin gölgesinde kalmakla birlikte, konuyla ilgili çalışma yapacaklar için oldukça geniş ve faydalı malumatı ihtiva etmektedir. Eserin önsözünde, Akgündüz’ün hazır halde bulunduğunu söylediği Arşiv Belgeleri Işığında Vakıf Hukuku Tarihi ve Mevzuâtı isimli çalışma ile tasarı halinde olduğunu söylediği Cumhuriyet Devrinde Vakıf Müessesesi ve Mes’eleleri adlı çalışmalarının henüz ilim âleminin istifadesine sunulamamış olması akademik camia açısından önemli bir kayıptır. G. Nazif Öztürk Nazif Öztürk’ün, yukarıda değerlendirmesi yapılan Elmalılı Hamdi Yazır’ın eseri ile ilgili çalışmasının yanında vakıf konusunda yaptığı diğer çalışmaları daha çok vakıfların tarihi yönü ve yönetimi ile ilgilidir.53 Ancak, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi54 isimli eserini burada özellikle ele almak gerekir. Zira, eserde Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinde vakıflar konusunda yapılan idarî ve hukukî düzenlemeler ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Yenileşme kavramı çerçevesinde ele alınan vakıf kurumu hakkında mevcut çalışmaların en kapsamlısı diyebileceğimiz eserin hazırlanmasında arşiv kaynaklarından geniş bir şekilde istifade edildiği anlaşılmaktadır. “Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi” başlıklı giriş bölümünden sonra, birinci kısımda “XIX. Asırda Vakıf Müessesesi” incelenmekte, bu çerçevede vakıf kavramı, vakıfların yönetiminde merkeziyetçilik, merkezî idarenin ekonomik faaliyetleri, merkezî idarenin gerçekleştirdiği hizmetler gibi konular etrafında vakıf konusu işlenmektedir. Eserin ikinci kısmında ise “Vakıf Müessesesinde Gözlenen Çözülme” başlığı altında vakıflarda çözülme, azınlık vakıfları, vakıf hizmet ve faaliyetlerinde tasfiye eğilimleri, camilerin tasnifi ve satışı gibi konular ele alınmaktadır. Eser, doğrudan vakıf hukukuna yönelik bir çalışma olmamakla 53 Öztürk incelenen çalışmalarına ilaveten vakfın menşe’i ve tarihi ile ilgili olarak Menşe’i ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar (Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1983) isimli eseri neşretmiştir. Ayrıca, İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve Hüseyin Hüsameddin tarafından kaleme alınan Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nin Tarihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzârın Terâcîm-i Ahvâli (İstanbul: Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, 1916) isimli eser de Öztürk tarafından sadeleştirilerek “Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin Kuruluş Tarihi ve Nazırların Hal Tercümeleri” başlığıyla bir seri makale şeklinde neşredilmiştir. Bkz.: Vakıflar Dergisi, 1982, sy. 15, s. 89-99; 1982, sy. 16, s. 31-42; 1983, sy. 17, s. 61-78; 1984, sy. 18, s. 43-59; 1985, sy. 19, s. 61-89. 54 Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995.
530
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
birlikte, konuyla ilgili hukukî düzenlemelere, kanun, nizamname, talimat ve yönetmeliklere, meclis zabıtlarına, yargı kararlarına ve idarî kararlara uygulamayla bağlantılı bir şekilde ve ayrıntılı olarak atıf yapılmaktadır. Bu yönüyle eser, özellikle Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında vakıfların geçirdiği idarî ve hukukî dönüşümler hakkında verdiği malumatla araştırmacılar için geniş bir istifade imkânı sağlamaktadır. Nazif Öztürk’ün konuyla ilgili zikredilmesi gereken son çalışması ise, azınlık vakıfları ile ilgilidir.55 Eserin birinci bölümünde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde vakıflar konusu genel olarak ele alındıktan sonra, ikinci bölümünde azınlık hakları ve üçüncü bölümde azınlık vakıfları incelenmektedir. Konu, arşiv kaynakları, kanun, nizamname, talimat ve yönetmeliklerden oluşan hukukî düzenlemeler ve diğer çalışmalardan istifade edilerek hazırlanmıştır. Azınlık vakıflarının, başta Lozan Antlaşması olmak üzere uluslararası anlaşmalarda nasıl yer aldığı konusu da izah edilerek konuyla ilgili istatistikî bilgilere yer verilmektedir. H. Ömer Nasuhi Bilmen Bilmen’in doğrudan vakıfla ilgili müstakil bir eseri bulunmamakla birlikte, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu56 isimli eserinin IV. cildinin 12. kitabı [s. 155-372] vakıfların ahkâmına ayrılmıştır. Bilmen, diğer konularda olduğu gibi, vakıf ahkâmına da ıstılahları izah ederek başlamaktadır. Bu bölümde 97 ıstılahın izahı yapıldıktan sonra vakıflara dair umumî malûmat verilmekte, daha sonra meşrûtun lehler, vakfedilen arazi, akar ve nükûd hakkında bilgi verilmektedir. Vakıflara ait tamirat ve inşaat, mütevelliler ve vakıflara ait davalar gibi konular da ayrıntılı bir şekilde ele alınmakta ve son olarak bir vakfiye sureti verilmektedir. Eserin vasiyet ve miras konularına ayrılmış olan sonraki bölümlerinde de zaman zaman vakıf konusuyla bağlantılı hususlarda bilgi verilmektedir. Bilmen, vakıf ahkâmını maddeler halinde sıralamakta ve hemen her maddenin sonunda o hükmün kaynağını vermektedir. Bu kaynaklar arasında klasik fıkıh kaynaklarının yanında, şeyhülislâmlara ait fetva mecmuaları ve vakıf konusunda telif edilen müstakil eserler de görülmektedir. I. Vakıflar Dergisi Cumhuriyet Dönemi’nde vakıf konusunda özellikle zikredilmesi gereken önemli bir yayın da Vakıflar Dergisi’dir. İlk sayısı 1938’de Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından neşredilen ve standart bir periyodu olmayan derginin son olarak 2004 yılında 28. sayısı yayınlanmıştır. Daha çok sanat tarihi ağırlıklı olmak üzere vakıfların tarihî, kültürel, sosyal ve iktisadî yönü, vakıf belgeler, va55 Bkz.: Nazif Öztürk, Azınlık Vakıfları, Ankara: Altınküre Yayınları, 2003. 56 2. Baskı: İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1949-1951, 6 cilt.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
531
kıf eserlerin tanıtımı ve mimarî yönü gibi konularda makalelerin yer aldığı dergide, özellikle ilk sayılarda vakıf hukuku alanında da oldukça kıymetli makaleler yayınlanmıştır. Konuyla ilgili olarak M. Fuad Köprülü’nün derginin muhtelif sayılarında yer alan ve yukarıda bahsedilen makalelerinin yanında, Ali Himmet Berki,57 Şakir Berki,58 Hasan Güneri,59 Ömür Bakırer,60 Neşet Çağatay,61 Ruşen Balta62 ve Ahmet Akgündüz63 gibi şahısların da makaleleri yer almaktadır. Ancak, makalelerin birkaçı dışında, vakıf hukuku ile ilgili bir tartışma zemini oluşturduğunu ve vakıf hukukunun gelişimine katkıda bulunduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Zikredilen makalelerin daha çok birkaç sayfadan ibaret olduğu ve muhteva açısından konuyla ilgili bilinen mevzuatı nakletmenin ötesine geçemediği görülmektedir. Bu açıdan, Vakıflar Dergisi’nin özellikle sanat tarihçileri ve sosyal tarihçiler için zengin malzeme içermekle birlikte vakıf hukuku alanında aynı katkıyı yapamadığı değerlendirmesinde bulunmak pek de yanlış olmayacaktır. VI. Cumhuriyet Döneminde Yapılan Diğer Çalışmalar Bu çalışmada, yukarıda da ifade edildiği gibi, öncelikli olarak Osmanlı dönemi ile ilgili çalışmaların bir değerlendirmesi hedeflenmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet dönemi için zikredilen çalışmalar da, bir şekilde Osmanlı vakıf hukuku ile ilgili olanlardır. Bunların dışında da, Cumhuriyet dönemi vakıf hukuku ve uygulamaları ile ilgili muhtelif eserler telif edilmiştir. Ancak, bunların tespit ve değerlendirmesi bu makalenin sınırlarını aşan müstakil bir çalışma olacağı için burada ayrıntıya girilmemiş, sadece bir fikir vermesi açısından bazı örneklerin verilmesinin faydalı olacağı düşünülerek konuya farklı açılardan yaklaşan birkaç eserin kısaca tanıtımı yapılmıştır. 57 “Hukukî ve İçtimaî Bakımdan Vakıf”, 1962, sy. 5, s. 9-13; “Vakıfların Hukuk ve Tarih Bakımından Kıymeti”, 1965, sy. 6, s. 5-7; “Vakıflarda Şartlara Riayet Meselesi”, 1968, sy. 7, s.13-16; “Müstağn-en’ Anh Vakıflar”, 1968, sy. 7, s. 17-18; “Vakıflar ve Vakıfların Maruz Kaldığı Tecavüz ve İhmâller”, 1969, sy. 8, s. 335-340; “903 Sayılı Vakıflar Kanun ve Nizamnamesine Göre Vakıflar İdare Uzuvlarının Vazife ve Mes’uliyetleri”, 1973, sy. 10, s. 63-65; “Vakıf Nasıl Yapılır”, 1973, sy. 10, s. 66-70. 58 “Türkiye’de İmparatorluk ve Cumhuriyet Devrinde Vakıf Çeşitleri”, 1971, sy. 9, s. 1-12; “İmparatorluk ve Cumhuriyet Vakıf Hukukunda Vakıf Şartları”, 1973, sy. 10, s. 71-78. 59 “Azınlık Vakıflarının İncelenmesi”, 1973, sy. 10, s. 79-108; “Vakıflarda Metrukiyet ve Mahlûliyet Müesseselerinin Hukukî Mahiyeti”, 1976, sy. 11, s. 19-24; “Vakıf İşletmeleri”, 1976, sy. 11, s. 25-47. 60 “Vakfiyelerde Binaların Tamiratı ile İlgili Şartlar ve Bunlara Uyulması, 1973, sy. 10, s. 113126. 61 “İslâm’da Vakıf Kurumunun Miras Hukukuna Etkisi”, 1976, sy. 11, s. 1-6. 62 “Türk Medeni Kanununa Göre Kurulan Vakıflar”, 1988, sy. 20, s. 385-387. 63 “Osmanlı Hukukunda Tahsisat Kabilinden Vakıflar ve Konuyla İlgili Kanunî’ye Takdim Edilen Bir Risale”, 1990, sy. 21, s. 5-21.
532
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Aşağıda verilen bu eserlerin bir kısmı hukuk fakültelerinde ders veya yardımcı ders kitabı olarak düşünülmüş ve kaleme alınmış eserler olduğu gibi, bazıları da uygulamaya yönelik pratik ihtiyaçları karşılamak amacıyla telif edilmiş olan eserlerdir. Cumhuriyet dönemi uygulamaları da, eski vakıflar nedeniyle kısmen de olsa Osmanlı vakıf hukuku ile ilgilidir. Dolayısıyla, bu eserlerde de Osmanlı vakıf hukukundan vâreste kalınamamış, şu veya bu şekilde geçmiş dönem mevzuat ve uygulamalarına atıfta bulunulmuştur. Ayrıca, vakıf kurumu yerine ikame edilen “tesis” uygulaması ve “tesis” uygulamasından vazgeçilmesinden sonraki gelişmelerle ilgili düzenleme ve ahkâm da bu kitaplarda yer almaktadır. İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk ve İktisat Fakülteleri’nde Medenî Hukuk hocası olan Ferit H. Saymen, Medeni Hukukumuzda Hükmi Şahıslar (CemiyetVakıf-Tesis)64 isimli eserinde umumî olarak hükmî şahısları ele aldıktan sonra, cemiyetlerle birlikte vakıflar ve tesisler konusunu tahlil etmektedir. Eserde, vakıf konusunda tarihî bilginin yanında geçiş dönemi uygulamaları hakkında da bilgi verilmekte ve tesisin kuruluşu, nevileri, teşkilatı, murakabesi ve sona ermesi gibi konulara yer verilmektedir. Ahmet İşeri ve arkadaşları tarafından kaleme alınan Türkiye’de Medeni Kanuna Göre Kurulmuş Vakıflar ve Sorunları65 isimli eserde, 1926-1973 yıllarını kapsayan dönemde medenî kanuna göre kurulmuş olan vakıfların [tesislerin] durumları ve karşılaştıkları sorunlar incelenmektedir. Hasan Güneri’nin Türk Medeni Kanunu Açısından Vakıfta Amaç Kavramı ve Amacına Göre Vakıf Türleri66 isimli eserinde, amaç kavramı incelenmekte ve vakıflar amaçları açısından tasnife tabi tutularak ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmektedir. A. Mümin Kavalalı’nın miras hukukunu inceleyen kitabında67 konuyla ilgisi açısından yer yer vakıf konusuna da değinilmektedir. Ergün Özsunay tarafından kaleme alınan Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler: Tüzel Kişilerin Genel Teorisi Dernekler,Vakıflar68 isimli eserde genel olarak tüzel kişilik ve dernekler konuları incelendikten sonra, üçüncü bölümde vakıflarla ilgili konular değerlendirilmektedir. Vakıf kavramı, vakıflar ile dernekler arasındaki ayrılıklar ve vakfın çeşitleri, kuruluşu, örgütü, organları, organların görev ve yetkileri, vakıftan yararlananların ve alacaklıların hukukî durumu, vakfın denetlenmesi, vakfın sona ermesi gibi başlıklar altında vakıf hukuku ay64 İstanbul: Üniversite Kitabevi, 1944. 65 Ahmet İşeri, Teoman Akünal, Adnan Tezel ve Feridun Bayrakeri, Türkiye’de Medeni Kanuna Göre Kurulmuş Vakıflar ve Sorunları, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları, 1975. 66 Ankara: Sevinç Matbaası, 1976. 67 Sistematik ve Uygulamalı Feraiz Arazi Vakıflar Hukuku Bu Günkü Statüleri ve Yeni Miras Hukuku, Miras Hukuku: Feraiz, Arazi, Vakıflar, Ankara: Mute Basımevi, 1978. 68 Gözden geçirilmiş 5. baskı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1982.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
533
rıntılı olarak incelenmektedir. İstanbul Üniversitesi’nde medenî hukuk ve karşılaştırmalı hukuk profesörü olan ve farklı konularda çok sayıda esere imza atan Özsunay’ın bu eseri de oldukça kapsamlı bir çalışma mahiyetindedir. Konuların ayrıntıya boğulmadan kısa ve anlaşılır bir dille anlatılması da ayrıca zikredilmesi gereken bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Suat Ballar’ın ilk baskısı 1987’de yapılan Yeni Vakıflar Hukuku69 isimli eseri, ayrıntılı bir şekilde yürürlükteki yasalar ve sair mevzuatı incelemektedir. Vakıf hukuku ile ilgili oldukça kapsamlı bir çalışma mahiyetindedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri Okan Saydam ile Mustafa Ekici’nin kaleme aldığı Türk Medeni Kanununa Göre ‘Vakıf ’ (Yeni Vakıflar)70 isimli eserde, ilgili mevzuat çerçevesinde yapılan son değişikliklerle birlikte vakıfların kuruluşu, hukukî yapısı, vakıflara vergi muafiyeti tanınması, vakıf iktisadî işletmeleri, vakıfların vergi mevzuatı karşısındaki durumu ve muhasebe düzeni gibi konular ele alınmaktadır. Hamdi Döndüren’in İslâm Hukûkuna Göre Günümüzde Vakıf Meseleleri71 isimli eserinde, yazarın vakıf konusundaki bazı yazıları yer almaktadır. Bu yazılar, Döndüren’in daha çok vakıfların günlük işleyişi ile ilgili olarak kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Cemaat vakıfları hakkında, Yuda Reyna ve Ester Moreno Zonana tarafından kaleme alınan Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları72 isimli eserde, Lozan Antlaşması, vakıflar kanunu ve Avrupa Birliği sürecinde yapılan sözleşmeler çerçevesinde cemaat vakıfları ile ilgili sorunlar ve ilgili mevzuat ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. VII. Genel Değerlendirme Osmanlı döneminde vakıf hukuku alanında müstakil olarak kaleme alınan eserler nispeten geç dönemdedir. Özellikle Mecelle’nin etkisiyle farklı alanlarda görülen kanunlaştırma çalışmaları vakıf hukuku alanında da etkisini göstermiş, Mecelle örnek alınarak vakıf hukuku alanında müstakil eserler telif edilmiştir. Vakıf hukuku ile ilgili müstakil eser sahibi olan Ali Haydar Efendi ve Ali Himmet Berki’nin aynı zamanda birer Mecelle uzmanı olduklarını biliyoruz. Ömer Hilmi Efendi’nin eseri ise Mecelle’ye ek olmak üzere hazırlanmıştır. Vakıf hukuku ile ilgili eserlerin yazılmasına etki eden bir diğer alan, medreseler dışında oluşturulan yüksek dereceli eğitim kurumlarıdır. Bunlardan özellikle hukuk fakültesinde [Mekteb-i Hukuk-ı Şahane’de] okutulan ahkâm-ı evkâf dersleri nedeniyle ve ders notu şeklinde eserler yazılmıştır. Bunun bir örneği 69 2. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayım, 1991. 70 2. Baskı, İstanbul: Sev Matbaacılık, 1998. 71 İstanbul: Erkam Yayınları, 1998. 72 İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın, 2003.
534
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
olarak zikredebileceğimiz Elmalılı Hamdi Yazır’ın ders notları halinde yazdığı eserin birkaç farklı baskısının yapıldığı ve her baskıda birtakım değişikliklerin yapılarak farklı konuların ele alındığını görüyoruz. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde tanıtımı yapılan Osmanlı müelliflerinin eserleri, muhteva açısından bakıldığında, tali meselelerdeki farklı görüş ve izahların dışında hemen hemen aynı konuları içermekte ve birbirini tekrar etmektedir. Başvurulan kaynaklar açısından da önemli benzerlikler görülmektedir. Söz konusu eserlerde, genellikle Hanefi fıkhına ait temel eserler ve Osmanlı döneminde yaygın olarak kullanılan fıkıh metinleri referans olarak zikredilmektedir. Bunlar arasında doğrudan vakıf konusuyla ilgili olan eserler bulunduğu gibi fıkıh kitapları ve Osmanlı şeyhülislâmlarına ait fetva mecmuaları da yer almaktadır. Günümüzde bu gibi eserlerin yeniden neşrine yönelik birtakım çalışmalar görülmektedir. Bu eserler üzerine yapılan çalışma ve neşirler, genel olarak iyi niyetli gayretlerle, ancak daha çok amatör bir araştırma ruhuyla yapılmıştır. Bu nedenle akademik derinliğe sahip, ciddi emek mahsulü olmadıklarını söylemek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır. Yapılan çalışmalar ve neşirler, dil ve üslûp olarak günümüz insanına hitap etmekten uzak olduğu gibi, metin neşirlerinde, transkripsiyon esnasında ciddi anlam kaymalarına yol açabilecek hatalara da sıkça rastlanabilmektedir. Ayrıca, yapılan incelemelerde, konunun sosyal, hukukî, iktisadî boyutu gibi farklı yönlerinin ayrıntılı tahlilinden ziyade tarihî bilgilerin tasvirinin tercih edildiği müşahede edilmektedir. Osmanlı çalışmalarının revaçta olduğu günümüzde, Osmanlı toplumu için en önemli kurumlardan biri olarak görülen vakıfların hukukî yönü hakkındaki çalışmaların yetersizliği ve Osmanlı vakıf hukuku alanındaki eserlerin ciddi akademik neşirlerinin yapılamamış olması oldukça manidardır. Bu alandaki en ciddi araştırma ürünü eserlerin, başta İngilizce olmak üzere Türkçe dışındaki dillerde yapılması ve Batılı akademik çevrelerin konuya yakın ilgisi ise dikkat çekici boyuttadır.73 Uygulama açısından bakıldığında, vakıf hukuku alanında Osmanlı döneminde görülen gelişmenin devam ettirilemediğini, vakıfların maruz kaldığı tahribatla birlikte bu alanla ilgili hukukun da ihmale uğradığını ve günümüz şartlarına uygun bir gelişme gösteremediğini söyleyebiliriz. Halbuki, Batı’da yaygın bir uygulama alanı bulan sivil toplum kuruluşları ve vakıflar alanındaki gelişmeler, tarihî birikimle birlikte ele alınarak bu alanda farklı açılımlar sağlanabilir, vakıfların hukukî altyapısı çok daha sağlıklı bir zemine oturtularak faaliyet alanları genişletilebilirdi. Aksine, uygulamada bunun tersi bir yola girilerek vakıfların faaliyet sahaları son derece daraltılmıştır. Ayrıca, özellikle kamu kurumları ve birtakım şirketlerin bünyesinde oluşturulan vakıflar ile, ilgili ka73 Makalenin sonunda verilen seçilmiş kaynaklar listesinde özellikle İngilizce’de konuyla ilgili yapılan yayınlardan bazı örnekler verilmiştir.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
535
mu kuruluşunun potansiyeli ve vakıf hukukunun sağladığı vergi muafiyeti gibi imkanlar kullanılarak vakıfların amacından uzaklaşmasına ve birtakım sapmalara ve istismarlara yol açılmıştır.74 Uluslararası camiada, vakıf konusundaki araştırmaların artışında Haziran 1979’da Kudüs’te yapılan uluslararası seminerin önemli bir etki oluşturduğu değerlendirmesi yapılmaktadır.75 Bunun Türkiye’deki çalışmalara ne kadar etki ettiğini tespit etmek zordur. Ancak ülkemizde de benzer bir gelişme göze çarpmaktadır. Osmanlı müelliflerine ait eserlerin neşirleri daha çok 1970’li yılların sonlarında yoğunlaşmaktadır. Bunun sebepleri olarak vakıf kurumu yerine ikame edilen “tesis” uygulamasından vazgeçilmesi üzerine ortaya çıkan arayışın yanında, akademik faaliyetlerin artışı ve buna bağlı olarak tarihe duyulan ilgideki yükseliş sayılabilir. Vakıf hukuku konusundaki çalışmaları devrelere ayırmanın, her devrenin karakteristik özelliğini tespit açısından bakıldığında hayli zor olduğu görülmektedir. Bu anlamda uygulamada bir süreklilik görüldüğü gibi, telif edilen eserlerin de önceki mevzuatı esas alarak vücuda getirildiğini söyleyebiliriz. Ancak, uygulamada vakıf yerine tesisin ikame edilmeye çalışıldığı yıllar bunun istisnası olarak kabul edilebilir.76 Uygulamada vakıf hukuku alanında Batı’daki örneklerin yeterince değerlendirilemediği ve önceki birikimin revizyona tabi tutularak gelişen ve değişen şartlara uygun hale getirilemediği bir gerçektir. Bunun neticesinde, vakıf hukukunda son derece dağınık bir görünüm ortaya çıkmış, neredeyse her vakıf türünün tabi olduğu ayrı bir mevzuat oluşmuştur. Bu mevzuat karmaşası içinde vakıfların uygulamada pek çok sorunla karşılaşması mukadder olduğu gibi, vakıf hukuku alanındaki telifat da benzer bir kaderi paylaşmış, yalın, anlaşılır bir vakıf hukuku oluşturulamamıştır. Ülkemizde gerek Osmanlı, gerek Cumhuriyet döneminde yapılan vakıf hukuku ile ilgili çalışmalar, genellikle Hanefî ahkâmı çerçevesinde kalmıştır. Bunun bir nedeni, Osmanlı uygulaması ile buna bağlı olarak halen devam eden uygulamaların genel olarak Hanefî mezhebi içinde oluşan vakıf hukukuna dayanmasıdır. Bunun bir istisnası olarak, Ahmet Akgündüz’ün diğer mezheplerdeki ahkâma da değinmiş olmasını zikredebiliriz. İslâm dünyasında da, bu anlamda her ülkede ve bölgede, yaygın olan mezhebe göre konunun ele alınarak işlendiğini söyleyebiliriz. Batılı araştırmacıların ise, konuyu daha geniş bir 74 Bkz.: Ali Akyıldız, “Vakfın Kuruluşunda Amaç ve Malvarlığı Denetimi ile Vakıflarda Dernekleşme Eğilimi Problemi”, Vakıflar Dergisi, 1997, sy. 26, s. 401-420. 75 Bkz.: Miriam Hoexter, “Waqf Studies in the Twentieth Century: The State of the Art”, JESHO, c. XLI, sy. 4, Kasım 1998, s. 474-495. 76 Bkz.: Ahmed Aydın Bolak, “Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Vakıfların Yeniden Doğuşu”, Faruk Bilici, Le Waqf dans le Monde Musulman Contemporain (XIXe-XXe Siecles) Fonctions Socials, Economiques et Politiques, Actes de la Table Ronde d’Istanbul 13-14 Novembre 1992, s. 85-88.
536
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
perspektiften ele alarak ve mukayeseli bir şekilde diğer mezheplerin ahkâm ve uygulamalarıyla birlikte incelediklerini görmekteyiz. Ayrıca Batılı araştırmacıların vakıf konusundaki çalışmalarının daha çok sömürgeleştirilen İslâm ülkelerinde yürütülen müstemleke siyasetiyle paralellik arz ettiği, bu açıdan idarî ve adlî alanlarda uygulamada karşılaşılan problemler ve pratik ihtiyaçlara yönelik araştırmaların ön plana çıktığı söylenebilir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda ise akademik kaygılar daha belirgin bir hal almıştır. Son olarak, vakıf hukuku alanında bundan sonra yapılabilecekler hakkında da bazı tespitlerde bulunmak gerekirse, ilk planda düşünülebilecek hususları şöyle sıralayabiliriz: Osmanlı vakıf mevzuatının ve uygulamasının yeniden tespitine yönelik çalışmalara öncelik verilmelidir. Yukarıda değerlendirmesi yapılan ve bir kısmı ders notlarından ibaret olan metinlerin altı asırlık bir uygulamayı ve tabi olduğu mevzuatı tam olarak aktardığını söylemek mümkün değildir. Bu anlamda, Osmanlı vakıf hukukunun henüz tam olarak telif edilmediği değerlendirmesinde bulunabiliriz. Dolayısıyla, konuyla ilgili her türlü eser ve arşiv belgesi değerlendirilmek suretiyle vakıf hukukunun ayrıntılı bir şekilde yeniden yazılması gerekmektedir. Bu çerçevede, yapılacak çalışmalar için bir zemin teşkil etmek üzere, henüz bir kısmı üzerinde hiçbir çalışma yapılmamış olan Osmanlı müelliflerine ait mevcut metinlerin de yeniden ele alınması ve günümüz dili ile ve akademik üsluba uygun bir şekilde istifadeye sunulması elzemdir. Yapılan çalışmalar neticesinde vakıf konusunda tespit edilen farklı uygulamaların günümüz açısından uygulanabilirliği meselesi ciddi anlamda etüt edilmelidir. Bir örnek olması açısından, Murat Çizakça tarafından gündeme getirilen para vakıflarının özel finans kurumları veya mikro finans uygulamaları için örnek teşkil edebileceği tezi önemlidir. Bu tür tekliflerin tarihi uygulamalarla test edilerek değerlendirilmesi neticesinde, günümüzde de uygulanabilir birtakım modellerin geliştirilmesi imkan dahilindedir. Vakıf hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi için kaynak oluşturulması ve bu kaynakların verimli olarak işletilmesi hususunda örnek olarak alınabilecek uygulamalar ve mevzuatın tespiti de önemlidir. Vakıf idaresi ile ilgili mevzuattan günümüz şartlarında istifade imkânlarının da araştırılması gerekir. Vakfiyelerde mütevelliler ile ilgili zikredilen şartlar içinde en başta geleni, vakıf ahkâmını ve muamelelerini bilmeleridir. Bu ve benzeri şartlar günümüz açısından da geçerliliğini korumaktadır. Genel olarak düşünüldüğünde, hayır hizmetleri, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, sosyal güvenlik gibi alanlar için, avarız vakıfları, esnaf vakıfları, yeniçerilerin orta sandıkları gibi farklı vakıf uygulamalarının incelenmesi, bu alanlarda daha verimli bir hizmet altyapısının oluşturulmasına katkıda bulunacaktır.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
537
Vakıflar ve vakıf hukuku alanında yapılan çalışmaları kurumsal olarak destekleyecek ve sahiplenecek bir yapı mevcut değildir. Bu alanda acilen gündeme alınması gereken önemli bir husus, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de bir şekilde ilişkili olacağı bir veya birkaç enstitü veya araştırma merkezi kurulması ve bu merkezlerde başta hukukî, tarihî, sosyal ve ekonomik yönü olmak üzere vakıf kurumunun her yönüyle araştırılacağı projelerin geliştirilmesi olmalıdır. Bu şekilde yapılacak araştırmaların ulaşacağı sonuçlar, uygulamaya da ışık tutacaktır.
Osmanlı Vakıf Hukuku Alanında Araştırma Yapacaklar İçin Seçilmiş Literatür Osmanlı vakıf hukukunda yapılan çalışmaları değerlendiren makaleye ek olarak verilen bu bölümde, vakıf hukuku ve daha genel olarak Osmanlı vakıfları konusunda yapılan araştırmalarla ilgili örnek bir literatür listesi verilmektedir. Bu çerçevede, özellikle Türkçe, İngilizce ve Arapça dillerinde yapılan çalışmalar dikkate alınmıştır. Verilen liste bu alandaki bütün çalışmaları kapsamamakta, daha ziyade seçilen farklı örneklerin araştırmacıların dikkatine sunulması hedeflenmektedir. Listede yer verilen çalışmalardan özellikle makale ve tezlerin hukukla ilgili olmasına dikkat edilmiş, ancak kitaplar belirlenirken vakıf hukuk alanındaki çalışmalara ilaveten daha geniş anlamda vakıf konusuyla ilgili araştırmalara da yer verilmiştir. 20. Cumhuriyet Yılında Vakıflar, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1942. Cumhuriyetin 50. Yılında Vakıflar, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1973. Cumhuriyetten Önce ve Sonra Vakıflar: Tarih Kongresi ve Sergisi Münasebetile Türk Tarih Kurumuna Takdim Olunan Rapor, İstanbul: Vakıflar Umum Müdürlüğü, 1937. Evkaf Umum Müdürlüğünün Cumhuriyetin İlk On Senesindeki İşleri Hakkında Rapordur, Ankara: Evkaf Umum Müdürlüğü, 1933. Kavânînü’l-Vakf ve’l-Kavânînü’l-Müteallika Bihâ, Mısır: Vezâretü’l-Evkâf, Matbaatü Vezâretü’l-Evkâf, 1964 [?]. Mecmûatü’l-Kavânîn ve’l-Enzimeti ve’t-Ta’lîmâti’l-Hassa bi’l-Evkâf, Bağdat, 1972. Vakıflar ve Vakıf Hizmetlerimiz, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1978. 5 Haziran 1935 gün ve 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu. 13 Temmuz 1967 gün ve 903 Sayılı Vakıflar Kanunu. Acun, Ramazan; “Tarih Araştırmalarında Bilgisayar Metod Ve Bir Uygulama Denemesi [Vakıflar Veri Tabanı]”, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Rıfat Önsoy, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988. Ahmad, Furqan; “Background of the Mussalman Waqf Validating Act, 1913: Shibli Nu’mânî’s Contribution”, Islamic and Comparative Law Quarterly, 1986, c. VI, s. 191-198.
538
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Ahmad, Ziauddin; “Waqf as an Instrument of Perpetuity: An Assesment” Islamic Studies, İslamabad, 1987, c. XXVI, sy. 2, s. 123-142. Akgündüz, Ahmet; İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. Akın, Zeki; “Vakıf ve Tesis Müesseselerinin Genel Olarak Bünyeleri, Hukukî Hüküm ve Neticeleri”, Adalet Dergisi, 1953, c. XLIV, sy. 1-2, s. 51-67 ve 182-203. Akipek, Jale G.; Vakıflar (Türk Medeni Hukuku Birinci Cildin İkinci Cüzüne Ek), 2. Baskı, Ankara, 1970, [1. Baskı: Ankara, 1966]. Akipek, Şebnem ve Hüseyin Atlaş; “Vakıflarda Evladiye Davaları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1998, c. XLVII, sy. 1-4, s. 145-151. Aksüyek, Sabri; Medenî Kanun Hükümlerine Göre Kanunî Mirasçılar ve Eski Kanun Hükümlerine Nazaran Millî Arazi ve Musakkafat ve Müstegallatı Vakfiyenin Sureti İntikaline Dair Esaslar, Adana: Türksözü Basımevi, 1947. Akyıldız, Ali; “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İlginç Bir Uygulaması: Vakıf Olarak Kurulan Millî Şirketler”, Uluslararası Osmanlı Tarihi Sempozyumu (8-10 Nisan 1999) Bildirileri, İzmir: Türk Ocakları İzmir Şubesi Yayını, 2000, s. 511-523. Akyıldız, Ali; “Türk Hukukunda Vakıflar Üzerinde Devlet Denetimi”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Süheyl Batum, 1997. Akyıldız, Ali; “Vakfın Kuruluşunda ‘Amaç’ ve ‘Mal Varlığı’ Denetimi ile ‘Vakıflarda Dernekleşme Eğilimi’ Problemi”, Vakıflar Dergisi, 1997, sy. 26, s. 411-426. Ali Haydar Efendi; Tertîbü’s-Sunûf Fî Ahkâmi’l-Vukûf, İstanbul, 1338-1340. Ali Haydar; Tertîbü’s-Sunûf fî Ahkâmi’l-Vukûf, c. I, Arapça’ya trc.: Ekrem Abdülcebbar ve Muhammed Ahmet el-Ömer, Bağdat: Matbaatu Bağdat, 1950. Alioğlu, Işıl Eren; “Türk Medeni Kanununa Tâbi Vakıfların Sona Ermesi”, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Cevdet Yavuz, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, İstanbul, 2001. Altun, Cevdet; “Yargıtay İçtihatlarına Göre Vakıf”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 1977, sy. 13, s. 18-20. Arsebük, Esat; “Mameleke İstinad Eden Şahsiyet: Vakıf”, Adliye Cerîdesi, 1937, Yıl: 8, sy. 12, s. 1130-1170. Aşirefendizâde, Mustafa Kâmî; Evkâf Nedir, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1339 [1923]. Ateş, İbrahim; Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Vakıflar, Ankara: Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı Yayınları, 1994. Athar Hussain, S. ve S. K. Rashid; Waqf Laws and Administration in India, Lucknow: Eastern Book Co., 1968. Atıf, M.; “Kanunu Medeni Karşısında Evkaf”, İdare-i Dahiliye Vekaletinin Aylık Mecmuası, 1929, c. XVI, s. 964-994. Ayanoğlu, Ejder; “Vakıflarda Vergi Muafiyeti ve Şartları”, Vergi Dünyası, 1996, c. XV, sy. 183, s. 14-21. Aydın, Tuncay; Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar, İstanbul: Yıldız Sarayı Vakfı Yayınları, 1984. [Ömer Hilmi Efendi’nin İthâfü’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkâf isimli eserinin neşri ile birlikte.]
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
539
Baer, Gabriel; “Women and Waqf: an Analysis of the Istanbul Tahrîr of 1546”, Studies in Islamic Society Contributions in Memory of Gabriel Baer, Gabriel R. Warburg ve Gad G. Gilbar, (eds.), Hayfa: Haifa University, 1984, s. 9-27. Baer, Gabriel; “The Dismemberment of Awqâf in Early Nineteenth-Century Jerusalem”, Ottoman Palestine 1800-1914: Studies in Economic and Social History, G. G. Gilbar, (ed.), Leiden: Brill, 1990, s. 299-319. Baer, Gabriel; “The Waqf as a Prop for the Social System (Sixteenth-Twentieth Centuries)”, Islamic Law and Society, 1997, c. IV, sy. 3, s. 264-297. Baer, Gabriel; “Waqf Reform in Egypt”, St. Anthony’s Papers, 1958, c. IV, s. 61-76. Bakar, Diran; “Cemaat Vakıfları”, Eski Vakıfların Günümüze Ulaşan Uygulamaları, Sorunları ve Çözümleri Semineri 7-8 Aralık 1999, Suat Ballar, (ed.), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 2001, s. 6-17. Ballar, Suat; (ed.), Eski Vakıfların Günümüze Ulaşan Uygulamaları, Sorunları ve Çözümleri Semineri 7-8 Aralık 1999, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2001. Ballar, Suat; “Medeni, Ticari ve Mali Hukuk Yönünden Dernek ve Vakıfların İktisadi İşletmeleri”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, 1990, c. XV, sy. 3, s. 105-122. Ballar, Suat; “Şirketlerin Vakıf Kurabilme Ehliyetleri”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi, 1989, c. XXIV, sy. 285, s. 47-49. Ballar, Suat; Yeni Vakıflar Hukuku, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım, 1991. Baloğlu, Zekâi; (ed.), The Foundations of Turkey, İstanbul: TÜSEV, 1996. Balta, Ruşen; “Türk Medeni Kanununa Göre Kurulan Vakıflar”, Vakıflar Dergisi, 1988, sy. 20, s. 385-387. Barkan, Ömer Lütfi; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler-I: İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler”, Vakıflar Dergisi, 1942, sy. 2, s. 279-386. Barkan, Ömer Lütfi ve Enver Meriçli; Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. Barkan, Ömer Lütfi ve Ekrem Hakkı Ayverdi; İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Tarihli, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Neşriyatı, 1970. Barkan, Ömer Lütfi; “İslâm-Türk Mülkiyet Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller-I: Şer‘î Miras Hukuku ve Evlâtlık Vakıflar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1940, c. VI, sy. 1, s. 156-181. Barkan, Ömer Lütfi; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak Vakıflarının İdari-Mali Muhtariyeti Meselesi”, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, 1944, c. I, s. 11-25. Barkan, Ömer Lütfi;“İslam-Türk Mülkiyet Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller-III: İmparatorluk Devrinde Toprak Mülk ve Vakıflarının Hususiyetleri”, Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1941, c. VII, sy. 4, s. 906-942. Barnes, John Robert; “Evkaf-ı Humayun: Vakıf Administration Under the Ottoman Ministry for Imperial Religious Foundations 1839 to 1875”, Doktora Tezi, University of California, 1980. Barnes, John Robert; An Introduction to Religious Foundations in the Ottoman Empire, Leiden: E. J. Brill, 1986. Başer, Haşmet; Management and Development of Awqaf Properties Proceedings of the Seminar Held on 07 to 19 Dhul Qada, 1404 H. (04-16 August, 1984), Jeddah, Saudi
540
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Arabia: Islamic Research and Training Institute, 1407 H./1987. Eserde, seminerde vakıf mallarının yönetimi ve geliştirilmesi konusu çerçevesinde verilen tebliğlerin yanında ülkeler bazında vakıflar hakkında yapılan alan araştırmalarının sonuçları yer almaktadır. Bayram, Sadi; “Sultan Reşad Devrinde Evkaf Bankası Kurulma Çalışmaları”, V. Vakıf Haftası, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, s. 215-220. Belgesay, M. Reşid; “Vakıf”, İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi, İstanbul, 1954, c. X, s. 131. Berki, Ali Himmet; “İcare-i Vahideli, Mukataalı, İcareteynli Vakıflar ve Bunlara Ait Tapu Şekilleri”, Adalet Dergisi, 1971, c. LXI, sy. 12, s. 745-749. Berki, Ali Himmet; “İslâm’da Vakıf Sahîh ve Gayr-i Sahîh Nev’ileri-I”, Ankara Üniversitesi İlahiyât Fakültesi Dergisi, 1957, c. VI, sy. 1-4, s. 19-26. Berki, Ali Himmet; “İslâm’da Vakıf Sahîh ve Gayr-i Sahîh Nev’ileri-II”, Ankara Üniversitesi İlahiyât Fakültesi Dergisi, 1958-1959, c. VII, s. 1-10. Berki, Ali Himmet; “İslam’da Vakıf”, Vakıflar Dergisi, 1956, sy. 4, s. 19-37. Berki, Ali Himmet; “Medeni Kanunda Tesis Vakıf”, Mukayeseli Hukuk Dergisi, 1959, c. IV, sy. 6, s. 286-289. Berki, Ali Himmet; “Vakıflardan Galle ve Galle Fazlasından İstihkak Davaları”, Adalet Dergisi, 1972, c. LXIII, sy. 8-9, s. 544-546. Berki, Ali Himmet; “Vakıfların Hukuk ve Tarih Bakımından Kıymeti”, Vakıflar Dergisi, 1965, sy. VI, s. 5-7. Berki, Ali Himmet; “Vakıfların Tarihi, Mahiyeti, İnkişafı ve Tekamülü, Cemiyet ve Fertlere Sağladığı Faideler”, Vakıflar Dergisi, 1965, sy. 6, s. 9-13. Berki, Ali Himmet; Vakfa Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tâbirler, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1966. Berki, Ali Himmet; Vakıflar, İstanbul: Cihan Kütüphanesi, 1940 [2. Baskı, İstanbul: Aydınlık Basımevi, 1976]. Berki, Ali Himmet; Vakıflar: Medeni Kanunda Tesis ve Vakıflar Kanunu Hükümleri, 2. Cilt, Ankara: Nur Matbaası, 1950. Berki, Şakir; “Vakıflar”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1981, c. XXVIII, sy. 14, s. 133-164. Berkil, İsmet; Eski ve Yeni Hukuka Göre Vakıf ve Tesis, Ankara: Ulus Basımevi, 1937. Bilici, Faruk; “Les Waqfs Monètaires à l’Èpoque Ottomane: Droit Hanèfite et Pratique”, Revue des Mondes Musulmans et de la Mèditerranèe, 1997, sy. 79-80, s. 73-88. Bilici, Faruk; Le Waqf dans le Monde Musulman Contemporain (XIXe-XXe Siecles) Fonctions Sociales, Economiques et Politiques, Actes de la Table Ronde d’Istanbul 13-14 Novembre 1992, İstanbul: Institut Français d’Etudes Anatoliennes [Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü], 1994. Eserde Osmanlı Devleti ve Türkiye’de, Arap dünyası ve İsrail’de, Balkanlarda ve İslâm dünyasının bunun dışında kalan bölgelerindeki vakıflarla ilgili 18 tebliğ metni yer almaktadır. Bilici, Faruk; “Bilan des Etudes sur les Waqfs Ottomans et Perspectives a la Fin du XXe Siecle”, Archivum Ottomanicum, 2000, sy. 18, s. 105-126. Bilmen, Ömer Nasuhi; Hukukı İslâmiye ve Istılâhâtı Fıkhiyye Kamusu, c. IV-VI, İstanbul: Bilmen Yayınevi, ts.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
541
Birgivî, Takıyuddîn Mehmet; Risale li İbtâl-i Vakfi’n-Nukûd (Seyfun Sârimun fî Adem-i Cevâz-ı Vakfi’d-Derâhim ve’d-Denânîr), (Cilâu’l-Kulûb, taşbasma, İstanbul, 1280 içinde), s. 182-218. Boyabâdî, Hafız Halil Şükrü Efendi; Kitabu Ahkâmi’l-Evkâf, İstanbul, 1329. Büker, Semih; Aydın, Semih; Sağlam, Necdet; Son Değişikliklere Göre Vakıflar, Kuruluşu, Yönetimi ve Muhasebesi, Eskişehir, 1998. Canatar, Mehmet; (haz.), İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri: 1009 (1600) Tarihli, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 2004. Cattan, Henry; “The Law of Waqf”, Law in the Middle East: Origin and Development of Islamic Law I, Majid Khadduri ve Herbert J. Liebesny, (eds.), Washington D.C: The Middle East Institute, 1955, s. 203-222. Cevdet, M.; “Avrupa’da Vakıf Paralar ve Teşvikât-ı İlmiyye”, Muallimler Mecmuası, 1924, sy. 17-18, s. 377-383. Çağatay, Neşet; “Osmanlı İmparatorluğunda Riba-Faiz Konusu Para Vakıfları ve Bankacılık”, Vakıflar Dergisi, 1971, sy. 9, s. 39-56. Çataltepe, Sipahi; İslâm-Türk Medeniyetinde Vakıflar, İstanbul: Türkiye Milli Kültür Vakfı Yayınları, 1991. Çaycık, Bülend; “Vakıf Müessesesi ile İlgili Olarak Getirilen Yeni Esaslar ve Vergi Muafiyetleri”, İktisat ve Maliye, 1967, c. XIV, sy. 6, s. 231-236. Çiftçioğlu, Ayşe; “Türk Sosyal Güvenlik Sistemi İçinde Tamamlayıcı Sosyal Güvenlik Kurumları (Vakıf Statüsündeki Sandıklar)”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Yusuf Alper, 1997. Çizakça, Murat; “Cash Waqfs of Bursa, 1555-1823”, JESHO, 1995, c. XXXVIII, sy. 3, s. 313353. Çizakça, Murat; “Changing Values and the Contribution of the Cash Endowments (Awqâf al-Nuqûd) to the Social Life in Ottoman Bursa 1585-1823”, Le Waqf Dans le Monde Musulman Contemporain (XIXe-XXe Siecles): Fonctıons Socıales, Economiques et Politiques, s. 61-70. Çizakça, Murat; “Rise of Islamic Banks and the Potential for Venture Capital in the Middle East”, Özel Finans Kurumları ve Türkiye Uygulaması Sempozyumu, İstanbul: Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslâm Ülkeleri Araştırma Merkezi, 1988, s. 182-203. Çizakça, Murat; “Towards a Comparative Economic History of the Waqf System”, Al-Shajarah: Journal of the International Institute of Islamic Thought and Civilization [ISTAC], 1997, c. II, sy. 1, s. 63-102. Çizakça, Murat; A Comparative Evolution of Business Partnerships The Islamic World and Europe, with Specific Reference to the Ottoman Archives, Leiden: E. J. Brill, 1996. Çizakça, Murat; A History of Philanthropic Foundations: The Islamic World From the Seventh Century to the Present, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yay., 2000. Murat Çizakça, vakıf konusunu ekonomik yönü, sistemin işleyişi ve hukukî problemler, para vakıfları, vakıf sisteminin merkezileşmesi gibi başlıklar altında ve tarihî gelişimiyle birlikte, mukayeseli bir şekilde ele almaktadır.
542
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Çizakça, Murat; Risk Sermayesi: Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İstanbul: İlmî Neşriyat, 1993. Dalamanlı, Lütfi; Eski-Yeni Vakıf Davaları, Ankara, 1986. Deguilhem, Randi; (ed.), Le Waqf dans l’Espace Islamique: Outil de Pouvoir Sociopolitique -el-Vakf fi’l-Âlemi’l-İslâmî, Şam: L’Institut Français d’Etudes Arabes de Damas, 1995. Demirel, Sedat; “Vakıf ve Bağlı İktisadi İşletmelerinde Muhasebe Sistemi Ve Vergilendirme”, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Tuğrul Tüfekçioğlu, 1995. Dinç, Süleyman; Yeni Vakıflar Mevzuatı ve Muhasebesi, İstanbul: Çocuk Vakfı Yayınları, 1994. Döndüren, Hamdi; “İslâm’da Para Vakfı ve Finansman Olarak Kullanma Yöntemleri”, Altınoluk, Temmuz 1990-Mayıs 1991, sy. 53-63. Döndüren, Hamdi; İslâm Hukukuna Göre Günümüzde Vakıf Meseleleri, İstanbul: Erkam Yayınları, 1998. Dönmez, Ali Rıza; “Cumhuriyet Devrinde Vakıflar”, Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Azmi Süslü, Ankara, 1991. Duran, Tülây; (ed.), Tarihimizde Vakıf Kuran Kadınlar: Hanım Sultan Vakfiyeleri, İstanbul: Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı İstanbul Araştırma Merkezi, 1990. Durgun, Hanefi; “Kitab-ı Ahkam-ı Evkaf (Boyabadi Hafız Halil Şükrü Efendi)”, Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1987. Ebu Zehra, Muhammed; Muhadarât fi’l-Vakf, Kahire: Dârü’l-Fikri’l-Arabî, 1972. Ebu’l-Ulâ Mardin; “Vakıf Müessesesi”, İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi, 1954, c. X, s. 133. Ebu’l-Ulâ Mardin; Hukuk Medresesi Doktora Sınıfı Talebelerine Verdiği Evkâf Ders Notları, (Taşbasma), İstanbul, 1337-1338. Ebu’l-Ulâ, Mardin; “Mukataa-i Kadîmeli Vakıfların Suret-i Tevârüs ve İntikali”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1922, sy. 11, s. 40-53. Ebussuud Efendi, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa İmâdî; Risâle fî Cevâz-ı Vakfi’nNukûd, tahkik: Ebu’l-Eşbal Sağîr Bâkistânî, Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1417/1997. Ebussuûd Efendi; Risale fî Vakfi’l-Menkûl, Takıyuddin Mehmet Birgivî,, Cilâu’l-Kulûb, taşbasma, İstanbul, 1280 içinde, s. 162-181. Ekrem, Cemal; Vakıflar, İstanbul: Cihan Kütüphanesi, 1935. el-Eşgar, Muhammed Süleyman; (tahkik), Mecmû’ fi’l-Münâkale ve’l-İstibdâl fi’l-Evkâf, Kuveyt: Vezâretü’l-Evkâf, 1989. [Vakıfta münâkale ve istibdale dair Hanbeli fakihlerinin kaleme aldığı üç risaleyi muhtevidir.] el-Hallâl, Ebu Bekr Ahmet b. Muhammed b. Harun (ö. 311/923); Kitab el-Vukûf min Mesâil el-İmâm Ahmet b. Hanbel el-Şeybânî II, dirâse ve tahkîk: Abdullah b. Ahmet b. Ali el-Zeyd) Riyad: Mektebetü’l-Maarif, 1990. el-Hallâl, Ebu Bekr Ahmet b. Muhammed b. Harun; el-Vukûf ve’t-Teraccül min el-Câmi’ li Mesâil-i Ahmet b. Hanbel, (tahkik: Seyyid Küsrevî Hasan), Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
543
El-Hassâf, Ebu Bekr Ahmet b. Ömer eş-Şeybânî, (ö. 261/874), Kitabu Ahkâmi’l-Evkâf, Kahire, 1904; 1322/1922. El-Karadâğî, Ali Muhyiddin; “Tenmiyetü Mevâridi’l-Vakf ve’l-Huffâz Aleyhâ (Dirâse Fıkhiyye Mukârane)”, Evkâf, Şevval 1425-Kasım 2004, c. IV, sy. 7, s. 13-60. El-Kubeysî, Muhammed Abdullah; Ahkâmü’l-Vakf fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, 2 Cilt, Bağdat: Matbaatü’l-İrşâd, 1397 (1977). Herhangi bir mezhebe bağlı olmaksızın vakıf konusundaki ahkâm mezheplere göre incelenmektedir. Eminoğlu, Muharrem; “Osmanlı Tatbikatında Nakid Para Vakıfları ve Günümüz Ekonomisinde Uygulanabilirliği”, Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Yrd. Doç. Dr. İsmail Özsoy, 1996. Engin Ural, Vakıflar, Ankara, 1977. Eren, Halit, “Batı Trakya Türk Cemaat ve Vakıf İdareleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Cevdet Küçük. Ergin, Osman Nuri; Türk İmar Tarihinde Vakıflar, Belediyeler, Patrikhaneler, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1937; İstanbul, 1944. Ergin, Osman Nuri; Türkiye’de Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1936. Erkilet, Şaban; Vergi Hukuku Muhasebe ve Bütçe İlkeleri Açısından Vakıflar ve Derneklerin Vergilendirilmesi, Ankara, 1991. Ertem, Adnan; “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Vakıflarla İlgili Uygulamalar”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Danışman: Toktamış Ateş, 1990. Ertem, Adnan; “Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde Sosyal Bütünleşme Açısından Vakıflar”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı Sosyal Değişme Anabilim Dalı, Danışman: Mehmet Fikret Gezgin, İstanbul, 1997. Eskicioğlu, Osman; “İmam Birgivî’nin Para Vakıfları Hakkındaki Bazı Görüşleri”, (22-23 Kasım 1991’de yapılan İmam Birgivî Sempozyumu’na sunulan tebliğ, Mehmet Şeker, (haz.), İmam Birgivî, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994, s. 78-82. Et-Tabatabâî, Muhammed Abdurrezzâk es-Seyyid İbrahim; “Erkânü’l-Vakf fi’l-Fıkhi’l-İslâmî (Dirâse Fıkhiyye Mukârane)”, Evkâf, Şaban 1424/Ekim 2003, c. III, sy. 5, s. 91-134. Ez-Zerka, Mustafa Ahmed; Ahkâmü’l-Evkâf, Şam, 1366/1947. ez-Zuhaylî, Vehbe; el-Vesâyâ ve’l-Vakf fi’l-Fıkhi’l-İslâmî, Şam: Dârü’l-Fikr, 1987. Ez-Zuraykî, Cem’a Mahmud; “Müstakbelü’l-Müessesâti’l-Vakfiyye fî Nıtâki’s-Sâbit ve’lMüteğayyir li-Nizâmi’l-Vakfi’l-İslâmî”, Evkâf, Şevval 1425/Kasım 2004, c. IV, sy. 7 s. 61-81. Faroqhi, Suraiya; “Osmanlı Sultanlarının Hususi Şahıslar Tarafından Tesis Edilen Vakıflara Çeşitli Müdahaleleri”, I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi: Tebliğler: I Türk Tarihi, İstanbul, 15-20 Ekim 1973, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü Yayını, 1979, s. 50-56.
544
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Fay, Mary Ann; “Women and Waqf: Toward a Reconsideration of Women’s Place in the Mamluk Household”, International Journal of Middle East Studies, 1997, c. XXIX, s. 33-51. Fratcher, William F.; “The Islamic Waqf”, The Missouri Law Review, 1971, c. XXXVI, s. 153166. Gaudiosi, Monica M.; “The Influence of the Islamic Law of Waqf on the Development of the Trust in England: The Case of Merton College”, University of Pennsylvania Law Review, Nisan 1988, c. CXXXVI, sy. 4, s. 1231-1261. Gerber, Haim; “The Vaqf Institution in Early Ottoman Edirne”, Asian and African Studies, Hayfa, 1983, c. XVII, s. 29-45. Gökbilgin, M. Tayyib; XV.-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1952. Gökçen, İbrahim; Manisa Tarihinde Vakıflar ve Hayırlar (H.954-1060), Kitap: I, İstanbul: Manisa Halkevi, 1946. Gönencan, Zahit; “Bankalar, Sigorta ve Reasürans Şirketleri, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Borsalar ve Bunların Teşkil Ettikleri Birlikler Personeli Sosyal Sigorta Sandıkları Vakıflarının Kuruluşu ve Sorunları Çözüm Önerileri”, XI.Vakıf Haftası Kitabı, (6-8 Aralık 1993, Ankara), Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1994, s. 105-109. Gözübenli, Beşir; “Türk Hukuk Tarihinde Vakıf Mallarının Faizli İşletilmesi Hakkında Tahlili Bir Değerlendirme”, XI. Vakıf Haftası Kitabı, (6-8 Aralık 1993, Ankara), s. 51-72. Gülensoy, Tuncer; “Vakıf Kültür Varlıklarımız ve Unutulan Vakfiye Hükümleri”, XI. Vakıf Haftası Kitabı, (6-8 Aralık 1993, Ankara), s. 167-171. Güneri, Hasan; “Çeşitli Vakıf Emval Hakkında Eski ve Yeni Mevzuatımızdaki Zamanaşımı Hükümleri”, Ankara Barosu Dergisi, 1969, c. XXVI, sy. 6, s. 1019-1030. Güneri, Hasan; Türk Medeni Kanunu Açısından Vakıfta Amaç Kavramı ve Amacına Göre Vakıf Türleri, Ankara, Sevinç Matbaası, 1976. Güneri, Hasan; “Azınlık Vakıfları’nın İncelenmesi”, Vakıflar Dergisi, 1973, sy. 10, s. 79-108. Güvenç, Fikret; “Ölüme Bağlı Tasarrufla Vakıf Kurma”, İstanbul Barosu Dergisi, 1983, c. LVII, sy. 4-6, s. 146-154. Güvenç, Fikret; “Son Değişikliklerle Medeni Hukuk Vakıflarının Kuruluşu ve Şartları”, İstanbul Barosu Dergisi, 1973, c. XLVII, sy. 11-12, s. 1190-1200. Hallâf, Abdülvehhâb; Ahkâmü’l-Vakf, Mısır, 1370/1951. Hammadezade, Halil Hamdi Paşa; Evkaf Nazırı Hammadezade Halil Hamdi Paşa Tarafından Evkaf Hakkında Sadarete Takdim Edilen Layiha Suretidir, 13251327/1907-1909. Hatemi, Hüseyin; “Hukuki Açıdan Eski Vakıfların Yönetimi”, Sevk ve İdare Dergisi, 1978, c. XIII, sy. 118, s. 9-22. Hatemi, Hüseyin; “Osmanlılarda Toprak Düzeni ve Vakıf Kurumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, c. V, İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 201-225. Hatemi, Hüseyin; “Önceki Hukukumuzda ve Türk Medeni Hukukunda Vakıf Kurumuna İlişkin Bazı Sorunlar ve Düşünceler”, Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1977, c. XI, sy. 14, s. 69-92.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
545
Hatemi, Hüseyin; “Önceki Hukukumuzda ve Türk Medeni Hukukunda Vakıf Kurumuna İlişkin Bazı Sorunlar ve Düşünceler”, İ.Ü. Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1977, yıl: XI, sy. 14, s. 69-91. Hatemi, Hüseyin; “Vakıf Kurumuna Hukuk Tarihi Açısından Bir Bakış”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl’a Armağan Sayısı, 1997, c. LV, sy. 4, s. 111-128. Hatemi, Hüseyin; Medeni Hukuk Tüzel Kişileri: Giriş, Tarihi Gelişim, Eski Vakıflar, c. I, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1979. Hatemi, Hüseyin; Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi: Önceki ve Bugünkü, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1969. Hennigan, Peter C.; “The Birth of a Legal Institution: The Formation of the Waqf in Third Century A. H. Hanafi Legal Discourse”, Doktora Tezi, Cornell University, 1999. Hilâlü’r-Re’y, Hilâl b. Yahya (ö. 245/859); Vakfu Hilâl (İs’âf), Haydarabad, 1355. Hoexter, Miriam; “Huqûq Allâh and Huqûq al-‘Ibâd as Reflected in the Waqf Institution”, JSAI, Kudüs, 1995, c. XIX, s. 133-156. Hoexter, Miriam; “Waqf Studies in the Twentieth Century: The State of the Art”, JESHO, Kasım 1998, c. XLI, sy. 4, s. 474-495. Bu makalede vakıf konusundaki çalışmaların genel bir değerlendirmesi yapılmakta ve sonunda geniş bir bibliyografyaya yer verilmektedir. Batı dillerinde yapılan çalışmaları görmek açısından önemli bir derleme olduğu söylenebilir. Husain, Sh. Aftab; “Classification and Condition of Auqâf” Hamdard Islamicus, 1989, c. XII, sy. 3, s. 3-28. Hüseyin Hüsnü; el-İhsâf fî Ahkâmi’l-Evkâf (Taşbasma), İstanbul, 1310-1311. Hüseyin, Ahmed Ferrac; Ahkâmü’l-Vesâyâ ve’l-Evkâf fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Beyrut: edDârü’l-Câmiiyye, 1989. Islamic Law and Society, Ekim 1997, c. IV, sy. 3. [“İslam Vakıflarının Sosyal ve Ekonomik Yönleri” başlığını taşıyan özel sayı.] İbnülemîn Mahmut Kemal, Hüseyin Hüsameddin; Evkâf-ı Hümâyun Nezâretinin Tarihçe-i Teşkilatı ve Nüzzârın Terâcim-i Ahvâli, Dârü’l-Hılâfeti’l-Aliyye (İstanbul): Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, 1335. İmre, Zahit; “Medeni Kanunun Vakıflara Ait Hükümlerini Değiştiren 13 Temmuz 1967 Tarihli ve 903 Sayılı Kanunun Miras Hukuku Kaidelerinde Yaptığı Önemli Değişiklikler Üzerinde Düşünceler”, Adalet Dergisi, 1968, c. LIX, sy. 3-4, s. 123-141. İnan, Atilla; “Vakıflar Hukuku Alanında Tebliğlerle Yapılan Yeni Düzenlemeler”, İller ve Belediyeler Dergisi, 1998, c. LIII, sy. 633-634, s. 428-432. İpşirli, Mehmet; “Avârız Vakfı” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], c. IV, s. 109. İpşirli, Mehmet ve Muhammed Davud et-Temîmî, Evkâf ve Emlâkü’l-Müslimîn fî Filistîn (The Muslim Pious Foundations and Real Estates in Palestine), İstanbul: IRCICA, 1982. İşeri, Ahmet; “Vakıflar: Medeni Kanun’dan Önceki ve Sonraki Vakıf Nev’ileri ve Hukuki Mahiyetleri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1964, c. XXI, sy. 1-4, s. 199-280.
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
546
İşeri, Ahmet ve diğerleri; Türkiye’de Medeni Kanuna Göre Kurulmuş Vakıflar ve Sorunları, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları, 1975. Jennings, Ronald C.; “Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, 1565-1640”, JESHO, Ekim 1990, c. XXXIII, sy. 3, s. 271-336. Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO), Ağustos 1995, c. XXXVIII, sy. 3 [Çağdaş Açıdan Vakıflar ve Diğer Dinî/Hayrî Müesseseler Konulu Özel Sayı]. Kadri Paşa, Muhammed; Kanunü’l-Adl ve’l-İnsâf li-Kadâ Müşkilâti’l-Evkâf, Mısır 1311/1892-1893, Bulak, 1320 H. Kavalalı, A. Mümin; Miras Hukuku: Feraiz Arazi Vakıflar, Ankara: Mute Basımevi, 1978. Kayaoğlu, İsmet; “Vakfın Menşei Hakkında Görüşler”, Vakıflar Dergisi, 1976, sy. 11, s. 4955. Kazıcı, Ziya; İslami ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul: Marifet Yayınları, 1985. Kazıcı, Ziya; Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul: Bilge Yayıncılık, 2003. Kermeli, Eugenia; “Ebû’s Su’ûd’s Definitions of Church vakfs: Theory and Practice in Ottoman Law”, Islamic Law: Theory and Practice, Robert Glave, (ed.), Londra, 1997, s. 141-156. Keskioğlu, Osman; “Bulgaristan’da Türk Vakıfları ve Bâlî Efendi’nin Vakıf Paralar Hakkında Bir Mektubu”, Vakıflar Dergisi, 1971, sy. 11, s. 81-94. Kozak, İbrahim Erol; Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, İstanbul, 1985. Kozlowski, Gregory C.; “Imperial Authority, Benefactions and Endowments (Awqâf) in Mughal India”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, 1995, c. XXXVIII, sy. 3, s. 355-370. Kozlowski, Gregory C.; Muslim Endowments and Society in British India, Cambridge: Cambridge University Press, 1985. Köprülü, Bülent; “Evvelki Hukukumuzda Vakıf Nev’iyyetleri ve İcâreteynli Vakıflar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1951, c. XVII, sy. 3-4, s. 685-717; 1952, c. XVIII, sy. 1-2, s. 216-257. Köprülü, Bülent; “İcareteynli Vakıfların Mutasarrıflarının Medeni Kanunun 639. Maddesinin 2. Fıkrasında Yer Alan İlk Durumunda Addolunamayacakları”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1960, c. XXV, sy. 1-4, s. 387-409. Köprülü, Bülent; “Tarihte Vakıflar”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1951, c. VIII, sy. 3-4, s. 479-518. Köprülü, Bülent; “Yeni ve Eski Hukukumuzda Vakfın Mahiyeti ve Kendilerinde Tedavül Kabiliyeti Bulunan Mukataalı ve İcâreteynli Vakıfların Arzettiği Hususiyetler”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1952. Köprülü, M. Bülent; “Evvelki Hukukumuzda Vakıf Nev’iyetleri ve İcareteynli Vakıflar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1951, c. XVII, sy. 3-4, s. 685-716; 1952, c. XVIII, sy. 1-2, s. 215-257. Köprülü, F.; “Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihî Ehemmiyeti”, Vakıflar Dergisi, 1942, sy. 1, s. 1-6. Köprülü, Fuat; “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, 1942, sy. 2, s. 1-36.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
547
Köprülü, Mehmed Fuad; İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müesseseleri, Orhan Fuad Köprülü, (haz.), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1983. Kunter, Halim Baki; “Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri Üzerine Mücmel Bir Etüd”, Vakıflar Dergisi, 1938, sy. 1, s. 103-129. Kurt, İsmail; “İstanbul Para Vakıfları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Nisan 1996, sy. 101, s. 65-96. Kurt, İsmail; “Muhasebe Defterlerine Göre Para Vakıfları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Nisan 1997, sy. 107 s. 175-230. Kurt, İsmail; “Nazari ve Tatbiki Olarak Para Vakıfları”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Özdeğer, 1994. Kurt, İsmail; Para Vakıfları: Nazariyat ve Tatbikat, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1996. Kuruca, Nazım; “XVI. Yüzyılda Kastamonu Sancağı Vakıf Tahrir Defteri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Türk İktisat Tarihi Anabilim Dalı, Danışman: Hüseyin Özdeğer, 1995. Kürkçüoğlu, Kemal Edip; Süleymaniye Vakfiyesi, Ankara, 1962. Layish, Aharon; “The Druze Testamentary Waqf”, Studia Islamica, 1990, c. LXXI, s. 127154. Layish, Aharon; “The Family Waqf and the Shar’i Law of Succession in Modern Times.” Islamic Law and Society, 1997, c. IV, sy. 3, s. 352-388. Layish, Aharon; “The Maliki family waqf according to wills and waqfiyyât” Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, 1983, c. XLVI, s. 132. Maghniyyah, Allâmah Muhammad Jawâd; “Waqf, According to Five Schools of Islamic Law Part 1”, al-Tawhid, Tahran, 1990, c. VII, sy. 4, s. 83-98. Maghniyyah, Allâmah Muhammad Jawâd; “Waqf, According to Five Schools of Islamic Law Part 2”, al-Tawhid, Tahran,1990, c. VIII, sy. 1, s. 61-67. Maghniyyah, Allâmah Muhammad Jawâd; “Waqf, According to Five Schools of Islamic Law Part 3”, al-Tawhid, Tahran, 1990-1991, c. VIII, sy. 2, s. 91-102. Mahmood, Tahir; “Islamic Family Waqf in Twentieth Century Legislation: A Comparative Perspective”, Islamic and Comparative Law Quarterly, 1988, c. VIII, s. 1-20. Majid, Syed A.; “Waqf as Family Settlement Among the Mohammedans”, Journal of the Society of Comparative Legislation, 1908, c. IX, s. 122-141. Mandaville, Jon E.; “Usurious Piety: Cash Waqf Controversy in the Ottoman Empire”, IJMES, 1979, c. X, s. 289-308. Mandaville, Jon E.; “Faizli Dindarlık: Osmanlı İmparatorluğunda Para Vakfı Tartışması”, trc.: Fethi Gedikli, Türkiye Günlüğü, Yaz 1998, sy. 51, s. 129-144. Medkûr, Muhammed Selâm; El-Vakf mine’n-Nâhiyeti’l-Fıkhiyye ve’t-Tatbîkiyye, Kahire, tz. Namık Şakir Bey; Evkaf İdaresine Dair Bir Risale, Dersaadet, 1338/1922. Ömer Hilmi Efendi (ö.1307/1889); İthaf-ül Ahlâf fi Ahkâm-il Evkaf, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1977. Ömer Hilmi Efendi; İthâfü’l-Ahlâf Fî Ahkâmi’l-Evkâf, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1307/1889, 231 s.
548
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Ömer Hilmi Efendi; Lois: Regissant les Proprietes Dedices (Awkafs), trc.: Simon Dahdah ve C. G. Stavrides, Marsilya: Imprimerie L. Sauvion, 1895. Ömer, Ergün; “Danıştay İçtihatlarında Eski Vakıfların Konumu”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümü, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Hatemi. Örgeevren, Ayhan; “İcareteynli Vakıflarda İktisadi Zaman Aşımı İşler mi? Temyiz Mahkemesi Kararı”, Ankara Barosu Dergisi, 1958, c. XV, sy. 6, s. 343-348. Öz, Tahsin; Fatih Vakfiyeleri, İstanbul, 1938. Öz, Tahsin; Zwei Stiftungsurkunden des Sultan Mehmed II Fâtih, İstanbul, 1935. Özcan, Tahsin; “Para Vakıflarıyla İlgili Önemli Bir Belge”, İLAM Araştırma Dergisi, Temmuz-Aralık 1998, c. III, sy. 2, s. 107-112. Özcan, Tahsin; “Sofyalı Bâlî Efendi’nin Para Vakıflarıyla İlgili Mektupları”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 1999, sy. 3, s. 125-155. Özcan, Tahsin; “(Klasik Dönem) Osmanlı İmaret Sisteminin İktisadî İşleyişi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Tarihi Anabilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu, 1991. Özcan, Tahsin; “İbn Kemal’in Para Vakıflarına Dair Risalesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2000, sy. 4, s. 31-41. Özcan, Tahsin; “Kanuni Dönemi (M. 1520-1566/H. 926-974) Üsküdar Para Vakıfları”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı İktisat Tarihi Bilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu, 1997. Özcan, Tahsin; Osmanlı Para Vakıfları: Kanuni Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003. Özdemir, Rıfat; “Ankara Hatuni Mahallesi Nakit Avarız Vakfının Kredi Kaynağı Açısından Önemi (1785-1802)”, (V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul, 2125 Ağustos 1989, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990, s. 733-754. Özden, T. Murat; “Türkiye’de Vakıflar ve Vergi Muafiyeti Uygulaması”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 1989, c. V, sy. 1-2, s. 193-213. Özden, T. Murat; “Türkiye’de Vakıflara Vergi Muafiyeti Uygulaması”, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Sadık Kırbaş, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988. Özkan, Cemali; Tüm Yönleriyle Dernekler ve Vakıflar, Ankara: Yaklaşım Yayınları, 2000. Özsunay, Ergun; Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler: Tüzel Kişiler Genel Teorisi Dernekler Vakıflar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1982. Öztürk, Nazif; “Batılılaşma Döneminde Vakıfların Çözülmesine Yol Açan Uygulamalar”, Vakıflar Dergisi, 1994, sy. 23, s. 297-309. Öztürk, Nazif; “XIX. Asır Osmanlı Yönetiminde Yaşanan Batılılaşma Hareketlerinin Vakıflar Üzerindeki Etkileri”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Kış 1995, c. VIII, sy. 1, s. 13-33. Öztürk, Nazif; “Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi”, Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Danışman: Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız, 1991. Öztürk, Nazif; Azınlık Vakıfları, Ankara: Altınküre Yayınları, 2003.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
549
Öztürk, Nazif; Elmalılı Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar (Ahkamü’l-Evkâf), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995. Öztürk, Nazif; Menşe’i ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1983. Öztürk, Nazif; Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995. Palabıyık, Mehmet; “Kitab-ı Ahkam-ı Evkaf (Boyabadi Hafız Halil Şükrü Efendi)”, Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1987. Pembeçiçek, Fuat; “Türk Hukukunda Ticari İşletme Kavramı Ve Ticari İşletme İşleten Vakıflar”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. Roded, R.; “Quantitative Analysis of Waqf Endowment Deeds: A Pilot Project”, Osmanlı Araştırmaları Journal of Ottoman Studies, 1989, c. IX, s. 51-76. Ruben, W.; “Buddhist Vakıfları Hakkında”, Vakıflar Dergisi, 1974, sy. 2, s. 173-181. Saraç, Mehmet; “Vakıflarda Muhasebe Düzeni ve Türkiye Uygulaması”, Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. Saran, M. Ulvi; “Vakıfların Tarihi Gelişimi ve Türk Hukuk Sisteminde Vakıf Statüsü”, Türk İdare Dergisi, 1997, c. LXIX, sy. 414, s. 125-136. Saydam, Okan ve Mustafa Ekici; Türk Medeni Kanunu’na Göre ‘Vakıf ’: (Yeni Vakıflar), İstanbul: Pan Matbaacılık, 1998. Saymen, Ferit H.; Medeni Hukukumuzda Hükmi Şahıslar: (Cemiyet-Vakıf-Tesis), İstanbul: Üniversite Kitabevi, 1944. Schacht, Joseph; “Early Doctrines on Waqf”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı (Melanges Fuad Köprülü), Ankara: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1953, s. 443-452. Sıdkı, İsmail, Gedikler, Dersaadet, 1325. Sıdkı, İsmail; Hatırat: Memalik-i Osmaniyede Kâin Evkâfın Suret-i İdaresi Hakkında Bazı Mütâlaâtı Hâvîdir, Dersaadet: Selanik Matbaası, 1324/1906. Suçeska, Avdo; “Sarayova’da XVI. Asırda Vakıf Kredileri”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, MÜ Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul, 21-25 Ağustos 1989, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990, s. 721-726. Suhrawardy, ‘Abd Allah al-Ma’mun; “The Waqf of Moveables”, Journal and Proceedings of the Asiatic Society of Bengal, 1911, c. VII, s. 323-340. Sungurbey, İsmet; “İçtihadları Birleştirme Kararı: İcareteynli Vakıfların Yıllanmayla (Mürur-ı Zamanla) Kazanılması”, İstanbul Barosu Dergisi, 1961, c. XXXV, sy. 5-7, s. 174-187. Sungurbey, İsmet; Eski Vakıfların Temel Kitabı: Ömer Hilmi Efendi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1978. Sungurbey, İsmet; Eski Vakıfların Yeni Sorunları Yazarın Bundan Önceki Kitaplarına Kimi Eklerle, İstanbul: Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 2001. Şaban, Zekiyyüddin ve Ahmed Gundur; Ahkâmü’l-Vasiyye ve’l-Miras ve’l-Vakf fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, 2. Baskı, Kuveyt: Mektebetü’l-Felah, 1989. Şanlı, Üzeyir; “Günümüz Vakıflarının İslâm Hukuku Açısından Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi [İlâhiyat Fakültesi] Temel İslâm Bi-
550
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
limleri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, Danışman: Yrd. Doç. Dr. M. Özgü Aras, 1994. Şelebi, Muhammed Mustafa; Ahkâmü’l-Vesâyâ ve’l-Evkâf, 4. Baskı, Beyrut: ed-Dârü’lCâmiiyye, 1982. Şener, Esat; “Ölüme Bağlı Tasarruf veya Resmi Senetle Vakıf”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 1977, sy. 13, s. 1-4. Şimşek, Mehmet; “Osmanlı Cemiyetinde Para Vakıfları Üzerinde Münakaşalar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1985, c. XXVII, s. 207-220. Tabakoğlu, Ahmet, Ahmet Kal’a ve diğerleri; İstanbul Ahkam Defterleri İstanbul Vakıf Tarihi (1742-1764), c. I, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı İstanbul Araştırmaları Merkezi, 1998. Tekinalp, Ünal; “İşçi ve Müstahdemler Yararına Yardım Akçeleri ve Yardım Vakıfları”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, 1968, c. IV, sy. 3, s. 420-447. Trablusî, Burhanüddin İbrahim b. Musa (922 H.); Kitâbü’l-İs’âf fî Ahkâmi’l-Evkâf, Mısır, 1292; Mekke: Mektebetu Tâlibi’l-Câmii, 1986. Tuncay, Aydın; Eski Vakıf Hükümlerimiz (Ömer Hilmi Efendi) ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar, İstanbul: Yıldız Sarayı Vakfı Yayınları, 1984. Tuncer, Yakup; “Mahkeme Sicillerine Göre XV. Yüzyıl Bursa Vakıfları”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa Uludağ Üniversitesi [İlâhiyat Fakültesi] İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, Danışman: Osman Çetin, 1992. Uslu, İbrahim; “Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kâr Gütmeyen Kuruluşlar: ABD Örneği”, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999. Ülken, Hilmi Ziya; “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciliği”, Vakıflar Dergisi, 1971, sy. 9, s. 13-37. Yediyıldız, Bahaeddin; “Müessese-Toplum Münasebetleri Çerçevesinde XVIII. Asır Türk Toplumu ve Vakıf Müessesesi”, Vakıflar Dergisi, 1982, sy. 15, s. 23-53. Yediyıldız, Bahaeddin; “Türk Vakıf Kurucularının Sosyal Tabakalaşmadaki Yeri 17001800”, Osmanlı Araştırmaları - The Journal of Ottoman Studies, 1982, c. III, s. 143-164. Yediyıldız, Bahaeddin; “Vakıf Müessesesinin XVIII. Asır Türk Toplumundaki Rolü”, Vakıflar Dergisi, 1982, sy. 14, s. 1-27. Yediyıldız, Bahaeddin; “XVIII. Asırda Türk Vakıf Teşkilatı”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 1981-1982, sy. 12, s. 171-190. Yediyıldız, Bahaeddin; “Hayrat Kavramı Üzerinde Bazı Düşünceler” Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. İsmail Ercüment Kuran’a Armağan, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1989, s. 277-284. Yediyıldız, Bahaeddin; “Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri”, Vakıflar Dergisi, 1988, sy. 20, s. 403-408. Yediyıldız, Bahaeddin; “Vakıf Istılahları Lügatçesi”, Vakıflar Dergisi, 1983, sy. 17, s. 55-60. Yediyıldız, Bahaeddin; “Vakıf”, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, c. XIII, 1986, s. 153-172. Yediyıldız, Bahaeddin; “XVIII. Asır Türk Vakıflarının İktisâdî Boyutu”, Vakıflar Dergisi, 1984, sy. 18, s. 5-41. Yediyıldız, Bahaeddin; Institution Du Vaqf Au XVIII e Siecle En Turquie-etude Socio-Historique, Ankara: Imprimerie’ de la Societe d’Historie Turque, 1985. Yediyıldız, Bahaeddin; XVIII. Yüzyıl Türkiye’de Vakıf Müessesesi: Bir Sosyal Tarih İncelemesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003.
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar›
551
Yediyıldız, Bahattin; “Vakıf Müessesesinin XVIII. Asırda Kültür Üzerindeki Etkileri”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), Osman Okyar ve Halil İnalcık, (eds.), Ankara, 1980, s. 157-161. Yegen, Zühdü; Ahkâmü’l-Vakf, Beyrut: el-Matbaatü’l-Mısriyye, tz. Yeğen, Zühdü; el-Vakf fi’ş-Şerîati ve’l-Kanun, Beyrut, 1388 H. Yener, M. Serhat; Dernekler-Vakıflar Kanunu ve İlgili Mevzuat, Ankara, 2001. Yener, M. Serhat; “Türk Yargı Sisteminin Yeniden Yapılanma Süreci İçinde Vakıf Hukuku Davaları İçin İhtisas Mahkemeleri Kurulması Üzerine Bir Düşünce”, Vakıf ve Kültür, 1998, c. I, sy. 3, s. 58-59. Yıldız, İ. Hüseyin; “Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflara Vergi Muafiyeti Tanınmasına İlişkin Şartlar, Usul ve Esaslar”, Vergi Dünyası, 1990, c. VIII, sy. 104, s. 18-43. Yıldız, İ. Hüseyin; “Vakıflara İlişkin Hukuki Düzenlemeler”, Vergi Dünyası, 1987, c. VI, sy. 69, s. 54-71; sy. 70, s. 59-69. Yüksel, Hasan; “Kafkas Göçmen Vakıfları”, OTAM [Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi] Dergisi, Ocak 1994, c. V, s. 475-490. Yüksel, Hasan; “Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü Üzerine Bir Araştırma (1585-1683)”, Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Anabilim Dalı, Danışman: Özer Ergenç Ankara, 1991. Yüksel, Hasan; Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (1585-1683), Sivas, 1998.
An Assesment of the Studies on Ottoman Law of Pious Foundations (Waqfs) Tahsin ÖZCAN Abstract This paper analysis the studies on Ottoman Law of Foundations. In this context, the formation and development of the law of foundations and its sources analysed in general and the studies in Ottoman and Republican periods were analysed in detail. Studies in the Ottoman period can be divided into two categories which one took Mejelle as a model, and the other was the textbooks written for the higher education institutions. The studies in the Republican period has been grouped as the studies analysing Ottoman period, modern period and history of the law of the foundations. Finally, a selected literature of books, articles, papers and thesis was given in order to give a base for the researchers. Generally speaking, although there is an increasing interest in the field, the studies on Ottoman law of foundations has not yet reached to transmit the accumulated knowledge of Ottomans to the benefit of today’s academicians and jurists. Keywords: Ottomans, Foundations, Law, Ottoman Law, Ottoman Law of Foundations
552
TAL‹D, 3(5), 2005, T. Özcan
Osmanl› Vak›f Hukuku Çal›flmalar› Tahsin ÖZCAN Özet Bu makalede Osmanlı Vakıf Hukuku üzerine yapılan çalışmalar değerlendirilmektedir. Bu çerçevede genel olarak vakıf hukukunun oluşumu ve gelişimi ile kaynakları incelenmekte, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde bu alanda yapılan çalışmaların tanıtımı yapılmaktadır. Vakıf hukuku ile ilgili olarak Osmanlı döneminde yapılan çalışmalar ana hatlarıyla iki kısımda incelenmektedir. Birinci kısım, Mecelle’yi örnek alarak yapılan ve vakıf hukukunun kodifikasyonunu hedefleyen çalışmalardan oluşmaktadır. İkinci kısım ise özellikle yüksek dereceli eğitim kurumlarında okutulan ahkam-ı evkaf gibi dersler için yazılmış olan ders notları ve kitaplardan oluşan çalışmalardır. Cumhuriyet döneminde yapılan çalışmalar ise, Osmanlı dönemi hukukunu ve uygulamalarını tahlil eden çalışmalar, modern döneme ait çalışmalar ve hukuk tarihi ile ilgili çalışmalar olarak tasnif edilerek incelenmektedir. Son olarak, araştırmacılara yardımcı olmak amacıyla konuyla ilgili olarak kaleme alınan tebliğ, makale, tez, kitap vb. çalışmaların yer aldığı özet ve seçme bir literatür verilmektedir. Konuya olan ilgi gün geçtikçe artmakla birlikte, Osmanlı vakıf hukuku alanındaki çalışmaların Osmanlı dönemindeki birikimi akademisyenlerin ve hukukçuların istifadesine sunma açısından henüz yeterli seviyeye ulaşmadığı söylenebilir. Anahtar kelimeler: Osmanlı, Vakıf, Hukuk, Osmanlı Hukuku, Osmanlı Vakıf Hukuku.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
553
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 553-574
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler M. Macit KENANO⁄LU*
TARİHTE İLK DEFA İslam devletlerinin idaresi altında, sadece muktedir olanın bir ihsan veya bağışı olarak değil, hukukî anlamda kurallı ve esasları belirlenmiş gerçek bir korumadan istifade edebildikleri bir statüye kavuşturulmuş olan ve ehl-i zimmet veya kısaca zimmî olarak adlandırılan toplulukların statüleri, ilmî alanda büyük bir ilgiye mazhar olmuştur. Bu alanda neşredilen eserlerin sayısı bu ilgiyi açıkça gösterir. İlgi sadece eser sayısının artmasına değil, ileri sürülen görüşlerin de son derece geniş bir yelpazede bir uçtan diğerine çeşitlenmesine neden olmuştur. Gayrımüslimler üzerine çalışma yaparken dikkatli olmak gerekir. Konuyu ele alanın yaklaşım biçimine göre farklı manzaraların sunulması bir yana, hemen herkesin hakkında konuşmaya kendisini ehil gördüğü bu konu, ne yazık ki ya bir saldırı veya savunmanın, ya bir övgü veya yerginin ya da bir ifrat veya tefritin kurbanı olmuştur. Gerek Osmanlı Devleti, gerekse daha önceki İslam devletleri kendi tebaaları olan gayrımüslimlerle ilişkilerini düzenlerken İslam hukukunun zimmîlere ilişkin prensiplerini esas almışlardır. Bu ilişkiler gerek Doğulu, gerekse Batılı müelliflerce değişik bakış açılarıyla ele alınıp incelenmiştir. Müslüman devletler içerisinde yaşayan gayrımüslimler üzerine bugüne kadar yapılan araştırmalarda, konu değişik açılardan ele alınıp değerlendirilmiştir. Gündelik ve toplumsal hayat, adet ve gelenekler, belirli bir meslek ve zanaât, siyasî mülahazalar veya belirli bir bölgedeki olaylar çerçevesinde bir hayli çalışma yapılmıştır. İlginç olan bir nokta, kendilerini teminatlı bir yapıya kavuşturan bir hukuk sistemi içerisinde yaşayan bu grupların durumlarının tayininde öncelikle dikkate alınması gereken hukukî bakış açısının, literatürde her nedense büyük bir ihmale uğramış olmasıdır. Statüyü tayinde en etkili role sa* Dr., Fatih Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi.
554
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
hip olan hukukî yönün ihmali dikkate şayandır. Bunda modern dönem hukukçularının hukuk tarihi alanına çok fazla ilgi duymamaları da etken olmuştur. Bu da gayrımüslimlerle ilgili meselelerde hukukî yönden ziyade sosyal, kültürel veya siyasî yönün öne çıkmasına sebep olmuştur. Gayrımüslimlerle ilgili literatürü tek tek ele alarak değerlendirmek mümkün değildir. Alanı daraltmak adına, burada sadece hukuk tarihi ile ilgili olanlar hakkında bilgi vermek daha doğru olur. O nedenle, Türk hukuk tarihi açısından önem taşıyan eserlerin değerlendirileceği bu yazıda, sadece hukukî açıdan meseleyi ele alan kitaplar üzerinde durulacaktır. Bunun dışında diğer bakış açılarına göre yazılmış eserlerden önemli görülenlere de işaret edilecektir. Bibliyografya kısmında ise sadece hukukî açıdan önem taşıdığı düşünülen eserlere yer verilecektir. Gayrımüslimlerin özellikle Osmanlı devleti içerisindeki hukukî durumunun hakkıyla değerlendirilebilmesi için, hukuk tarihi açısından da önem taşıyan ve gayrımüslimlere ilişkin İslam hukuku esaslarını değerlendiren, klasik sayılabilecek bazı eserlere de kısmen temas etmek gerekir. Özellikle belge değerlendirmesi açısından önem taşıyan Hamidullah’ın Mecmuatü’l-Vesâiki’s-Siyasiyye adlı eseri bunların başında gelir. İbn-i Kayyım el-Cevziyye’nin Ahkâmü Ehli’z-Zimme adlı eseri de böyledir. Modern dönemde yazılmış olan Abdülkerim Zeydan’ın Ahkamü’z-Zimmiyyîn ve’l-Müste’menîn, Fayda’nın Hz. Ömer Zamanında Gayrımüslimler, Özel’in Dârü’l-Harp Dârü’l-İslam adlı eserleri de önemli eserlerdir. Aşağıda bu eserlerin önemi hakkında kısa bilgiler verilecektir. Ancak bu konuya ilişkin olarak hukukî açıdan yazılan eserleri de çeşitli açılardan tasnif etmek gerekir. Açıkça ifade etmek gerekirse günümüze kadar yazılmış eserler içerisinde, İslam devletlerinin başlangıcından bugüne kadar geçen süreçte gayrımüslimlerin durumunu hukukî açıdan derli toplu biçimde ele almış bir eser adeta yok gibidir. Mevcut eserler, ya sadece teorik esasları izah eden, ya belli bir dönemdeki ve belli bir bölgedeki uygulamaları esas alan ya da belli bir bakış açısıyla konuyu inceleyen eserlerdir. Öncelikle yapılması gereken, gayrımüslimlerin hukukî statülerine teorik açıdan yaklaşan eserlerle pratik uygulamaları ele alıp inceleyen eserler arasında bir ayrım yapmaktır. Bu hususta mutlak bir ayrım elbetteki mümkün değildir. Ancak yazılmış eserlerin taşıdığı ağırlığa göre böyle bir ayrım mümkündür. Herşeyden önce İslam devletlerinin gayrımüslimlere yönelik uygulamalarını layıkıyla değerlendirebilmek için bu alanda sağlam bir İslam hukuku bilgisinin edinilmiş olması gerekir. Bu bilgi pratik uygulamaların değerlendirilmesini daha isabetli bir şekle çevirir. Aksi takdirde, olaylar değerlendirilirken, o uygulamayı yapanların gütmedikleri bir amacı onlara mal etme veya yanlış ve eksik yorumların yapılması söz konusu olacaktır. Örneğin, İslam hukukuna göre bir yerin savaş veya sulh yoluyla fethedilmiş olmasına göre hukukî sonuçların
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
555
farklılaştığı bilinmediği için, bu konuyla ilgili literatürde bolca karşımıza çıktığı gibi, bir devletin değişik gayrımüslim gruplara yaptığı uygulamalar ya keyfi, ya ayrımcı ya da İslam hukukuna aykırı uygulamalar olarak kabul edilip yansıtılmaktadır. Bu eksiklik sebebiyle özellikle devlet başkanının inisiyatifine bırakılmış birçok hususta yapılan uygulamalar, sanki İslam hukukuna aykırı imiş gibi yansıtılmaktadır. İkinci önemli husus; özellikle büyük coğrafî alanlarda kurulmuş İslam devletlerinin uygulamalarını değerlendirirken zaman zaman bir kısım görevlilerce yapılmış suistimalleri alt alta sıralayarak, farklı zamanlarda ve farklı bölgelerdeki uygulamaların sanki genel bir uygulama karakteri taşıyormuş gibi gösterilmesi de, İslam hukukunun ve İslam devletlerinin bu uygulamaları tasvip ediyormuş gibi bir sonuç doğurmasına yol açmaktadır. Yeri geldiğinde bu eserlere temas edilecektir. A. Klasik Sayılabilecek Eserler Yukarıda da belirtildiği gibi, İslam devletlerinin ehl-i zimmet gayrımüslimler hakkındaki uygulamalarının isabetli şekilde değerlendirilebilmesi için, öncelikle İslam hukukunun teorik esaslarının bilinmesi elzemdir. Bu noktada dikkate değer birkaç eser değerlendirmeye alınmıştır. Hukukî açıdan gayrımüslimlere ilişkin yazılmış eserleri tasnif ederken, özellikle İbn-i Kayyım el-Cevziyye’nin Ahkamü Ehli’z-Zimme adlı eserinin üzerinde durmak gerekir. Bu eserde yer verilen temel bilgiler, daha sonraki uygulamaları aydınlatıcı mahiyettedir. Eserde sonraki dönemlerde pek de bilinmeyen kavram ve uygulamaların esasları hakkında önemli bilgiler yer almaktadır.1 Örneğin, Osmanlı Devleti’nde kulebend etme cezasının anlaşılmasında bu eserdeki bazı açıklamalar büyük öneme sahiptir. Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı eseri de hususen zikredilmelidir.2 Özellikle Müslümanlarla gayrımüslimlerin ilk olarak münasebetlerinin nasıl başladığı, ne gibi bir seyir takip ettiği ve bu münasebetler çerçevesinde ortaya çıkan hukukî metinlerin yorumu konusunda istifade edilebilecek nadir eserlerden birisidir. Hamidullah’ın bu alandaki çalışmaları birçok noktanın aydınlığa kavuşmasına yardımcı olmuştur. Keza, Mecmuatü’lVesaiki’s-Siyasiyye3 adıyla neşredilen eserinde Hamidullah, müslümanlarla gayrımüslimler arasında tanzim edilmiş birçok hukukî belgeyi hem sıhhat noktasında değerlendirmeye tabi tutmuş, özellikle literatürde kendisinden sıkça bahsedilen Hz. Ömer ahidnamesinin uydurma olduğunu ispat etmiş, hem de 1 İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Ahkâmü Ehli’z-Zimme I-II, Beyrut, 1995. 2 Muhammed Hamidullah, İslam Peygameberi I (çev. S. Mutlu, İstanbul, 1967) ve II (çev. S. Mutlu-S.Tuğ, İstanbul, 1969). 3 Muhammed Hamidullah, Mecmûatü’l-Vesâiki’s-Siyasiyye, li’l-Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilafeti’rRaşide, Beyrut 1987.
556
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Hz. Peygamber dönemi ile Hulafa-yı Raşidîn dönemindeki önemli anlaşmaları ortaya koymak suretiyle meselenin hukukî temellerinin sağlıklı bir biçimde ortaya konulmasında büyük emek harcamıştır. Modern dönem hukukçularından Abdülkerim Zeydan’ın yine bu alanda yazdığı Ahkâmü’z-Zimmiyyîn ve’l-Müste’menîn adlı eser, İslam hukukçularının gayrımüslimlere ilişkin farklı görüşlerinin yer aldığı en derli toplu ve içeriği en zengin eserdir.4 Özellikle farklı mezheplere ait teorik görüşleri bir arada zikrederek, bunlar hakkında yapmış olduğu değerlendirmelerle, hem klasik dönemi aktarması itibarıyla, hem de bugünkü problemler hakkında içerdiği yorumlar itibarıyla önem taşır. Ayrıca bu eserde, İslam hukukuna ait kavramların modern kavramlarla birlikte ele alınması söz konusudur. Bu alanda yapılmış çalışmalar içerisinde, Türkçe olarak yazılmış eserler arasında Ahmet Özel’in İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı adlı eseri meseleyi yorumlamadaki metodu açısından dikkat çekmekte ve teorik olarak yazılanlar arasında ileri sürülen görüşler içerisinde hangisinin daha dikkate alınmaya ve ihtiyacı karşılamaya elverişli olduğunu belirtmesi açısından önem taşımaktadır.5 Bu eser, konuyu devletler hukuku temelinde alan değerli bir eserdir. Öte yandan Mustafa Fayda’nın Hz. Ömer Zamanında Gayrımüslimler adlı eseri de, özellikle İslam hukukunun gayrımüslimlere ilişkin uygulamalarının şekillenmesinde ayrı bir yeri olan Hz. Ömer döneminde, gayrımüslimlerle münasebetleri ele alması itibarıyla önem taşır. Eleştirel bir metotla bir çok ihtilaflı noktayı açıklığa kavuşturması itibarıyla da dikkat çeken bir eserdir.6 Bir de tarafgir ve olumsuz bir bakış açısıyla, zimmet kurumunun gerçek mahiyeti yerine yazarın kendi düşüncesine göre yazılmış bazı eserlere de rastlanır. Örneğin The Dhimmi adıyla Bat Ye’or tarafından yazılmış kapsamlı eserin önsözünde yer alan ifadeler, peşin hükümlü ve meselenin en basit planda bile anlaşılmadığını gösteren ifadelerdir. “Zimmi bir çok bakımdan ortaçağın serfleriyle karşılaştırılabilir. Tarihî şartlar değişince kölelik statüsü ortadan kalkmış fakat zimmilerin statüsünde bir iyileşme olmamıştır. Zimmilerin statüsü daha çok müslümanların dünyaya bakış açısı ile ilgili olup bu kavram gerçekte koruma, korunan kimse anlamına gelir. Peki ama bu yabancı İslam ülkesinde yaşadığına göre kime karşı korunmuş? Tabii ki müslümanlara karşı. Zimmet antlaşması eşit olmayan keyfi bir antlaşmaydı. Antlaşmayı garanti eden neyi ihsan edeceğini de belirlemektedir”7 Bat Ye’or bu eserde bazı suistimalleri ve olum4 Abdülkerim Zeydan, Ahkâmü’z-Zimmiyyîn ve’l-Müste’menîn fi Dari’l-İslam, Beyrut, 1982. 5 Ahmet Özel, İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul, 1982. 6 Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayrımüslimler, İstanbul, 1989. 7 Bat Ye’or, The Dhimmi, Jews and Christians under Islam, Rutherford, 1985.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
557
suz örnekleri bir araya toplamak suretiyle, İslam hukukunun öngördüğü statü yerine kendi bakış açısı ve açıklama metoduna göre vermek istediği manzarayı ortaya koymaya çalışmaktadır. Hukukî olmaktan ziyade siyasî amaçla yazıldığı açıkça görülmektedir. Zimmet akdinin yapılmasındaki esas maksat, onun ifade ettiği gibi mal ve para toplayarak zenginleşme veya gayrımüslimlere zulmetme ya da onları Araplaştırma [Arabization/ta’rib] değildir. Zimmet kurumunun ırkî bir amacı yoktur. İslam hukukçularından Nevevi, “raiyet” kavramını ifade ederken ulemânın bu kavramı açıklarken, “râi kelimesinin taht-ı nezaretinde olanları koruyan, emniyetini sağlayan ve onların salahını üstlenen kimseyi ifade ettiği ve bunun şümulüne dinî ve dünyevî işlerde ve bunlara ilişkin her şeyde adil davranma talebinin girdiğini” söylediğini ifade etmektedir.8 Goitein’in açıklamaları da bu tür kafa karışıklığının çokça görüldüğü eserlerdendir. Bir taraftan Hıristiyan ve Yahudilerin İslam devletinin vatandaşı olmadığını hatta ikinci sınıf vatandaş bile sayılmadığını, aşağılayıcı kanunlara tabi olduklarını söyleyen Goitein, aynı eserinde Ortaçağ boyunca İslam hâkimiyeti altında yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerin sadece devlet içinde devlet değil aynı zamanda devletin ötesinde bir devlet oluşturduklarını söylemek suretiyle çelişkili açıklamalarda bulunmaktadır.9 Bu arada klasik olmasa bile İslam’da insan hakları açısından yazılmış eserler de göz önüne alınabilir. Genel anlamda hakların izahını yapan bu gibi eserler yanında,10 İslamiyet’in ilk dönemlerinde Hıristiyanların durumunu izah eden eserler de bilgi verici mahiyettedir.11 B. Osmanlı Devletinin Gayrımüslimlerle İlgili Uygulamalarına İlişkin Literatür İslam dünyası içerisinde gayrımüslimlerle müslümanlar arasındaki ilişkiler açısından özellikle Osmanlı uygulaması dikkat çeker. Bu alanda yazılmış çok sayıda eser vardır ve bunlardan herbiri değişik noktalardan meseleyi ele alan ve değişik bakış açılarıyla konuyu değerlendiren eserlerdir. Ancak hukukî açıdan konuyu derinlemesine ele alan eser yok mesabesindedir. Son zamanlarda hukukî açıdan ve bütün gayrımüslim grupları kapsayan araştırmalar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle öncelikle değişik açılardan gayrımüslimleri inceleyen eserlere ve ele aldıkları konulara kısaca değinilip ondan sonra hukukî anlamda önemli gördüğümüz eserler incelenecektir. 8 Zeydan, a.g.e., s. 205; Özel, “Gayrımüslim”, DİA, c. XIII, s. 418-427. 9 S. D. Goitein, “Minority Selfrule and Government Control in Islam”, Studia Islamica, 1970, sy. 31, s. 103-110. 10 Ali Abdel Wahid Wafi, “Human Rights in Islam”, The Islamic Quarterly, 1967, c. XI, sy. 1-2. 11 A. L. Tibawi, “Christians Under Muhammad and His First Two Caliphs”, The Islamic Quarterly, 1961, c. VI, sy. 1-2.
558
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
I. Değişik Açılardan Gayrımüslimleri Ele Alan Eserler Gayrımüslimler üzerine yazılmış eserler hukukî olmaktan ziyade değişik alanlarda gayrımüslimlerin faaliyetlerini dikkate alan, sosyal hayattaki davranış ve ilişkilere ağırlık veren, belirli bir bölge veya mezhebe yönelik çalışmalar şeklindedir. Yazılmış eserlerin bir çoğu genel bilgiler verir. Augustinos’un The Greeks of Asia Minor adlı eseri, meseleyi sadece Rumlar açısından ve tarihî ve kültürel yönüyle ele alan ve bu arada da hukukî noktalara, sadece millet sistemi kavramı etrafında kısaca değinen, bir eserdir. Detaya girmeyen genel ifadeler çerçevesinde kalmaktadır.12 Azarya’nın belirli bir bölgedeki Ermenileri ele alan The Armenian Quarter of Jerusalem adlı incelemesinde de tarihî, sosyal, kültürel, eğitim ve benzeri konular çerçevesinde yapılmış değerlendirmeler öne çıkmaktadır. Hukukî açıdan önem taşımayan eser tarafgir bir yaklaşımla temayüz etmektedir.13 Bazı eserler belirli açılardan gayrımüslimlerle münasebetleri ele almıştır. Mesela, Robert W. Olson’un 1740’ta İstanbul’da bir isyan vesilesiyle Yahudileri ele alan ve müslim-gayrımüslim ilişkilerine kısaca değinilen makalesinde bunu görebilmekteyiz.14 Ya da Goffman’ın maktu sistemle Yahudiler arasındaki bağlantıyı irdelediği makalesi bunun bir örneğini teşkil eder.15 Bir de bazı önemli tarihî olayların gayrımüslimlerin statüleri üzerinde yaptığı etkiyi ele alıp inceleyen tezler vardır. Örneğin Karmi’nin tezi bunlar arasında sayılabilir.16 Shmuelevitz’in Hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki ilişkileri belli bir noktadan irdeleyen makalesi de buna örnek olarak gösterilebilir.17 Ermenilerin Yahudilerle olan ilişkilerine –Yahudi karşıtı hareketler gibi- belirli bir açıdan yaklaşan değerlendirmeleri içeren bu makale de kapsayıcı olmaktan uzaktır. 12 Gerasimos Augustinos, The Greeks of Asia Minor, Ohio, 1992. Editörlüğünü Ester Juhasz’ın yaptığı bir eserde de bunun örnekleri görülür. Bkz.: Ester Juhasz, (ed.), Sephardi Jews in the Ottoman Empire, New York, 1990. 13 Victor Azarya, The Armenian Quarter of Jerusalem, California, 1984. 14 Robert W. Olson, “Jews, Janissaries, Esnaf and The Revolt of 1740 in Istanbul”, JESHO, 1977, c. XX. 15 Daniel S. Goffman, “The Maktu System and The Jewish Community of Sixteenth Century Safed: A Study of Two Documents from the Ottoman Archives”, Osmanlı Araştırmaları III, İstanbul, 1982. Diğer örnekler hakkında bkz.: Jacob Landau, “Some Comments on the Askhenazi Community in Istanbul During the Last Generation of the Ottoman Empire”, Osmanlı Araştırmaları XIII, İstanbul, 1993; Albert E. Kalderon, “Turkish Jews of Istanbul and Missionary Activities During the Reign of Mahmut II (1808-1839)”, Turcica, 1992, sy. 29. 16 Ilan Karmi, “The Tanzimat and the Non-Muslims: 1839-1878, The Implications of The Reforms in 19th Century Ottoman Empire on The Legal, Political, Economic and Social Status of Non-Muslims”, Yüksek Lisans Tezi, University of Wisconsin-Madison, 1986. Adı geçen müellifin Yahudilere ilişkin bilgilerin yer aldığı bir başka eseri için bkz.: Ilan Karmi, Jewish Sites of Istanbul, İstanbul, 1992. 17 Aryeh Shmuelevitz, “Relations Between Jews and Christians in the Ottoman Empire: The Armenian Case”, XI. TTK Kongresi, (Ankara, 5-9 Eylül), c. V, Ankara, 1994.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
559
Bir kısım eserlerde de gayrımüslimlerin teşkilat ve yapılanmaları hakkında, mensup oldukları mezhepler ve patriklikler ile bunların ortaya çıkış tarihleri, isyanlar, eşitlik, vatandaşlık, meslek ve benzeri hususlar üzerinde durulmuştur.18 Yahudi cemaati içindeki ilişkileri yansıtmaya çalışan bir makalede cemaat bütçesi ve vergiler hakkında bazı bilgiler yer almaktadır.19 Kiliseler arası çekişmeyi ele alan,20 arşiv kayıtlarına göre Türkiyede katolik propagandasını irdeleyen,21 Osmanlı Devleti içerisinde gayrımüslimlerin ayaklanması ve bağımsızlık hareketlerini değerlendiren,22 belli bir bölgedeki ve belli bir dönemdeki sosyal yapıyı inceleyen23 eserler yanında, bir kısım devlet adamının belli bölgelerde gerçekleştirdikleri faaliyetlerin gayrımüslimler üzerindeki yansımaları,24 Osmanlı içerisindeki Hıristiyanların Yahudilere karşı anti-semitik hareketleri,25 bir cemaatin belli bir dönemdeki durumu26 gibi çok farklı açılardan gayrımüslimleri değerlendirmeye tabi tutan çalışmalar da görülür. 18 Bu tür yazılar için bkz.: Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c. IV, s. 994-1024 Burada İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğunda Millet”; Stanford Shaw, “Osmanlı İmparatorluğunda Azınlıklar Sorunu”; Cevdet Küçük, “Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”; Taha Toros, “Osmanlı İmparatorluğunda Gayrımüslim Azınlıklar” adlı makaleler yer almaktadır. Ayrıca bkz.: İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğunda Millet Nizamı”, AÜHF Hamide Topçuoğlu’na Armağan, sy. 498, Ankara 1995; Mesrob K. Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire 1860-1908, Londra, 1977; Haim Gerber, “Jewish Tax-Farmers in the Ottoman Empire in the 16th and 17th Centuries”, Journal of Turkish Studies, 1986, c. X. 19 Avner Levi, “Şavat Aniim: Sefarad Cemaatinde Sosyal Bölünme, Sınıf Savaşı ve Önderlik 1847 İzmir Vakası”, trc.: Rıfat N. Bali, Kebikeç, 1996, sy. 4. 20 Musa Kâzım, “Osmanlı İmparatorluğunda Fener Patrikhanesi ve Bulgar Kilisesi”, TTEM, 1341, sy. 8 [85]. 21 Ahmet Refik, “Türkiyede Katolik Propagandası”, TTEM, 1340, sy. 5 [82]. 22 Hristo A Hristov, “The Russo-Turkish War of 1877-1878 and Bulgaria’s Liberation from Ottoman Yoke”, Bulgarian Historical Review, 1988, sy. 3; Philip Shashko, “The Bulgarian Massacres of 1876 Reconsidered: Reaction to the April Uprising or Premediated Attack?”, Etudes Balkaniques, 1986, sy. 4; Nikolaj Todorov, “The Bulgarian National Revolution and the Revolutionary Movements in the Balkans”, Etudes Balkaniques, 1977, sy. 2; Antonina Zeljazkova, “The Balkan Nations’ Armed Resistance Against the Ottomans at the end of XVII Century and Its Place in the History of the Empire and the Subordinate European Provinces”, Etudes Balkaniques, 1989, sy. 3; Varban Todorov, “Greek Politics in the 70’s of the 19th Century and the Idea of a Balkan Federation”, Etudes Balkaniques, 1993, sy. 3. 23 Nikolaj Todorov, “Social Structures in the Balkans During the Eighteenth and Nineteenth Centuries”, Etudes Balkaniques, 1985, sy. 4. 24 Yaron Harel, “Midhat Pasha and the Jewish Community of Damascus: Two New Documents”, Turcica, 1996, sy. 28; David Kushner, “The District of Jerusalem in the Eyes of Three Ottoman Governors at the End of the Hamidian Period”, Middle Eastern Studies, 1999, c. XXXV, sy. 2. 25 Stanford J. Shaw, “Christian Anti-Semitism in the Ottoman Empire”, Belleten, 1990, c. LIV, sy. 211. 26 Stephané Yerasimos, “La Communauté Juive D’Istanbul a La Fin du XVIe Siècle”, Turcica, 1995, sy. 27.
560
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
Bu tür çalışmalarda Kudüs’ün özel bir inceleme konusu olduğu görülür. Dror Ze’evi’nin An Ottoman Century, The District of Jerusalem in the 1600s adlı eserinde şehir ve çevresi, mahalli hanedanlar, şehirdeki soylular, timarlar, toprak tasarrufları, iltizamlar, ziraî ilişkiler, ticaret, dış ticaret gibi konular üzerinde durulmaktadır.27 Avigdor Levy ise Osmanlı’daki Sefarad Yahudileri üzerine detaylı bir çalışma yapmıştır. Levy, eserinde Yahudilerin Osmanlı ülkesine gelişinden başlayarak İmparatorluğun sonuna kadar geçen süreci ele alarak Yahudilerin sosyo-ekonomik ve siyasî pozisyonları üzerinde durmakta, millet sistemi, XV. ve XVI. yüzyıldaki Yahudi cemaat yapısı, Sabatay Sevi problemi, XVIII. ve XIX. yüzyıldaki Yahudilerin durumunu incelemektedir.28 Yine Yahudiler hakkında editörlüğünü Stanford Shaw’ın yaptığı The Jews of Ottoman Empire adlı eserde, değişik yazarlar tarafından yazılmış makaleler çerçevesinde Yahudilerin durumu hakkında bilgiler verilmektedir.29 Benzer şekilde Osmanlı Devleti’nin belli bir bölgesindeki Ermenileri ele alıp inceleyen eserler de vardır.30 Gayrımüslimleri toplu olarak değil de sadece belli bir dinî grup açısından ve daha çok kurumsal teşkilat ve mezhep yapılanmaları yönüyle ele alan bir eser Fener Patrikhanesi adıyla yayınlanmıştır.31 Ortodoks mezhebi içerisinde yer alan değişik patriklikler hakkında yer verilen tarihî bilgilerin ağırlık taşıdığı bu eserde hukukî bir bilgi yer almaz. Öte yandan spesifik bir konu olarak patriklikler arası ilişkileri irdeleyen makaleler de karşımıza çıkar.32 Bütün bunların yanında Bulgar eksarhlığı hakkında,33 nüfus yapısı, evlenme biçimleri, aile yapısı,34 tolerans ve toleranssızlık,35 cizye gibi konularda36 yazılmış eserler de mevcuttur. 27 Dror Ze’evi, An Ottoman Century: The District of Jerusalem in the 1600s, Albany: State University of New York, 1996. 28 Avigdor Levy, The Sephardim in the Ottoman Empire, Princeton, 1992. 29 Stanford Shaw, The Jews of the Ottoman Empire, Princeton, 1992. 30 Avedis K. Sanjian, The Armenian Communities in Syria under Ottoman Dominion, Cambridge, 1965. 31 Yorgo Benlisoy ve Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ankara, 1996. 32 Athanasios Angelopoulos, “The Relations Between the Ecumenical Patriarchate and the Church of Serbia During the Period 1885-1912”, Balkan Studies, 1972, c. XIII. 33 Zina Markova, “Bulgarian Exarchate 1870-1879”, Bulgarian Historical Review, 1988, sy. 4; Jordan Kolev, “The Bulgarian Exarchate as a National Institution and the Position of the Clergy (1878-1912)”, Etudes Balkaniques, 1991, sy. 2. 34 Maria Todorova, “Population Structure, Marriage Patterns, Family and Household (According to Ottoman Documentary Material from North-Eastern Bulgaria in the 60s of the 19th Century)”, Etudes Balkaniques, 1983, sy. 1. 35 Mariana Jovevska, “Tolérance et Intolérance”, Etudes Balkaniques, 1995, sy. 2. 36 Machiel Kiel, “Remarks on the Administration of the Poll Tax (Cizye) in the Ottoman Balkans and Value of Poll Tax Registers for Demographic Research”, Etudes Balkaniques, 1990, sy. 4.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
561
II. Hukukî Açıdan Önem Taşıyan Eserler Kendilerine geniş bir dinî hürriyet alanı bulan gayrımüslimlerin Osmanlı devletindeki hukukî statüleri üzerine yazılmış eserler içerisinde temel önem taşıyan birkaç eser vardır. Bunlar arasında İnalcık’ın konuyla ilgili makaleleri önemlidir. Öte yandan Pantazapoulos’un eseri ayrı bir ehemmiyet taşır. Şimdiye kadar yazılmış eserler içerisinde kurum ve kavramları derinlemesine ele alıp inceleyen nadir eserlere aşağıda değinilmeye çalışılacaktır. Bu konudaki literatürü değerlendirirken akılda tutulması gereken önemli bir nokta, gayrımüslimler hakkında yazılmış birçok eserdeki bilgilerin dikkatli kullanılması gerektiğidir. Örneğin Engelhard’ın eserinde, Rum Patrikhanesi hakkında değerlendirme yaparken patrikhanenin hükümet içinde hükümet olduğu şeklindeki ifade yanıltıcıdır.37 Rum Ortodoks kilisesinin Osmanlı yönetimi altındaki durumunu anlatan bir eserde Osmanlı yönetiminin toleranslı değil, hayal kırıklığı doğuracak bir nitelik taşıdığını söyleyen Timothy Ware’in eseri de bu tür eserler arasında yer alır.38 Bunlardan birisi de Abu Jaber’in bir makalesinde ileri sürdüğü “Osmanlı devletinin kendi tebaası olan gayrımüslimleri yabancı uluslarmış gibi kabul ettiği”ne ilişkin gerçeğe aykırı iddiadır.39 Yazarın bu iddiasını delillendirmek üzere ileri sürdüğü “gayrımüslim cemaatlerin işlerinin Hariciye Nezareti tarafından görülmesi”nin anlamı, onun yorumladığı gibi olmayıp, aksine devletin bu konudaki idarî teşkilatlanmasından kaynaklanmaktaydı. Nitekim Ortaylı, bu yanlış yorumlamaya mukabil meselenin esasını izah etmektedir. Ortaylı’nın ifadelerine göre Divan-ı Hümayun Kalemi ile Mezahib-i Gayrımüslim Dairesi iki eski Sadaret ofisi olup, Reisülküttab eskiden Sadaretle bu gibi ilişkileri yürüttüğü için bu daireler, Hariciye Nezareti bünyesinde yer almıştı. Yoksa, azınlıklarla ilgili konularda Hariciye Nazırının büyük devletlerle olan sorunları ve ilişkileri yüzünden bu nezaret bünyesine konulmuş değillerdi.40 Benzer bir hata Giannakis’in ifadelerinde de görülür. Giannakis’e göre “patrik’e verilen berat bir exequatur, yani bir devletin diğer devletin konsolosunu tanıdığını gösterir bir belge idi. Konsolosluk beratlarından farkı, konsolosluk beratlarının uluslararası bir anlaşmaya dayanmasına mukabil patrik beratının Osmanlı hukukundan kaynaklanmasıydı.”41 Giannakis’in patriklik beratlarının mahiyeti hakkın37 Edouard P. Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, Devlet-i Osmaniyenin Tarih-i Islahatı, trc.: Ali Reşad, İstanbul, 1328, s. 119. 38 Timothy Ware, Eustratios Argenti, A Study of the Greek Church under Turkish Rule, Middlessex, 1964. 39 K. S. Abu Jaber, “The Millet System in the Nineteenth Century Ottoman Empire”, The Muslim World, 1967, c. LVII, sy. 3, s. 212-216. 40 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. baskı, İstanbul, 1995, s. 112-113. 41 Basil S. Giannakis, International Status of the Ecumenical Patriarchate, Massachusetts, 1959, s. 6, 13 nolu dipnot.
562
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
daki bu değerlendirmesi hakikatle bağdaşmaz, hukukî açıdan mesnetsiz ve çelişkili ifadelerdir. Steven Runciman’ın The Great Church in Captivity adlı eserinde de sıradan bilgiler yer almakta olup dikkatli olmayı gerektiren hususlara rastlanır. Örneğin Fatih’in Gennadios’a imzalı bir ferman verdiğini söyleyen Runciman, fermanın yandığı yolundaki iddiaların doğru olduğunu ve bu iddiaların ispat edildiğini söylese de rivayetten başka bir delil ve mesnedi olmayıp, böyle bir ispatın ne zaman ve kim tarafından yapıldığını ifade etmemektedir.42 Yazar ayrıca yine gerçeğe uymayan bir biçimde “patrikhanenin ruhbanlar üzerinde cezaî yargılama yetkisine sahip ve vekâlet, vasiyet, vesayet konularında da tam yetkili olduğu, ayrıca patriğin izni olmadan hiçbir Türk makamının piskoposluk rütbesine sahip kimseyi tutuklayıp yargılayamadığı” gibi asılsız görüşlere de eserinde yer vermektedir.43 Bu konuda özellikle Papadopoullos’un eserinde verilen bilgiler Runciman’ınkine göre daha objektiftir. Papadopoullos, Fatih tarafından verildiği iddia edilen imtiyazların sözlü mü yoksa yazılı mı olduğunun izah edilemeyen meselelerden birisi olduğunu, 1519’lu yılların başına kadar bu konuda herhangi bir belge olmadığı gibi bir şüphe de uyanmadığını ifade etmektedir.44 Bu alanda önemli makalelerin yer aldığı bir çalışma, Benjamin Braude ile Bernard Lewis’in editörlüğünde yayımlanmış olan Christians and Jews in the Ottoman Empire adlı eserdir. Bu eser içerisinde yer alan makaleler arasında Braude, Bardakcıyan, İnalcık, Hacker, Cohen, Karpat ve Clogg’un makaleleri konuyla ilgilenenler açısından önem taşıyan yazılardır.45 Örneğin Hacker, hahambaşının ne Divan-ı Hümayun’un geçici veya sürekli bir üyesi, ne de bir vergi toplayıcısı olduğunu, XV. ve XVI. yüzyıla ait Türkçe ve İbranice kaynakların bunun aksini gösterdiğini ifade etmektedir.46 Ayrıca İnalcık’ın aynı eserde yer alan makalesinde, piskopos mukataacılığı üzerine verdiği bilgiler de gayrımüslimlerin Osmanlı idarî sistemi içerisindeki yerlerini yorumlama konusunda önemli ipuçları vermektedir.47 Ancak bu eserde yer alan bazı makalelerde ileri sürülen görüşler arasında gerçeğe uymayan bazı iddia ve açıklamalar da 42 Steven Runciman, The Great Church in Captivity, Cambridge University Press, 1968, s. 170172. 43 Runciman, a.g.e., s. 167-172. 44 Theodore H. Papadopoullos, Studies and Documents Relating to the History of the Greek Church under Turkish Domination, Brüksel, 1952, s. 4. 45 B. Braude ve B. Lewis, (eds.), Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society, 2 cilt, New York, 1982. 46 Joseph R Hacker, “Ottoman Policy Towards the Jews and Jewish Attitudes Towards the Ottomans During the Fifteenth Century”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society, B. Braude ve B. Lewis, (eds.), New York 1982, c. I, s. 119. 47 Halil İnalcık, “Ottoman Archival Materials on Millets”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society, c. I, s. 441.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
563
yer almaktadır. Özellikle Braude’nin millet sistemine yönelik eleştirilerinde kendi meramını anlatmak için kullandığı deliller ile Bardakcıyan’ın İstanbul Ermeni Patriğinin yetki alanı hakkında yapmış olduğu açıklamalar bunlar arasındadır.48 İnalcık’ın bu alana ilişkin yazdığı makaleler arasında özellikle “The Status of the Greek Patriarch” başlıklı makalesi, konuya ilişkin yazılmış nadir ciddi eserlerden birisidir. İnalcık’ın bu makalesinde hususen patrik ve kilisenin hukukî statüsü hakkında yaptığı açıklamalar önem taşımaktadır. Örneğin bu açıklamalar arasında; patriğin pozisyonunun bir esnaf kethüdasınınkine benzediği, patrik ve kilisenin hukukî statüsünün -desentralizasyonun ağır bastığı XVIII. yüzyılda bile- değişmediği, İpek Patriği’nin beratı yenilenmediği için sadaka toplayamadığı, Osmanlı hükümetinin hukukî açıdan ruhban tarafından toplanan bütün vergilerin devlete ait olarak gördüğü ve ruhbanları birer mültezim olarak kabul ettiği vb. bilgiler çok önemlidir.49 İnalcık’ın bu alandaki diğer önemli makalesi de, özellikle anveten [savaş yoluyla] fethedilen şehirlerde kiliselerin hukukî durumu hakkında 1538 yılında ortaya çıkan tartışmalar hakkında bilgiler verdiği makaledir.50 Rum Patrikhanesinin Osmanlı öncesi dönemde sahip olduğu yetkileri bilmek, patrikhanenin daha sonraki statüsünü ve yapısını anlama ve daha isabetli yorumlar yapmanın da temel şartıdır. Bu açıdan bir el kitapçığı ölçüsünde dahi olsa Istavridis’in eseri ve Hussey’in bu konudaki çalışması önemli bilgiler içerir. 51 Pantazopoulos’un Church and Law adlı eseri de hukukî açıdan önemli eserler arasındadır. Bu eserde özellikle kilisenin kullandığı hukukî metinlerin neler olduğu, örneğin XVIII. yüzyılın ortalarına kadar Malaxos’un Nomokanon adlı eserinin uygulamada hakim olduğu ifade edilmektedir. Pantazopoulos; Ege adalarındaki piskoposluk mahkemelerinin yetki alanlarını, “karine usulü” veya “yetkili oldukları varsayımı” ile sözleşme ve mülkiyetle ilgili alanları içine alacak şekilde genişlettiğini ve hatta Paronaxia piskoposluk mahkemesinin XVIII. yüzyılın tüm ikinci yarısında gayrımenkul ve diğer sivil uyuşmazlıklarda yetkili olduğunu beyan ettiğini, patrikin nüfuzunu Türk otoritelerinin tolerans veya izni ile kullanmış olsa da “ehliyet karinesi” [presumption of competency] yo48 Braude ve Bardakjian’ın eleştirileri için bkz.: M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, İstanbul: Klasik Yay., 2004. 49 Halil İnalcık, “The Status of the Greek Patriarch under the Ottomans”, Turcica, 1991, sy. 2123, s. 419-423. 50 Halil İnalcık, “The Policy of Mehmed II Toward the Greek Population of Istanbul and the Byzantine Buildings of the City”, An Offprint from Dumbarton Oaks Papers, The Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies, 1969-1970, sy. 23-24, s. 248-249. 51 Vasil T. Istavridis, Prerogatives of the Byzantine Patriarchate in Relation with the Other Oriental Patriarchates, Roma, ts.; J. M. Hussey, The Orthodox Church in the Byzantine Empire, New York, 1991.
564
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
luyla bu nüfuzunu tedricî olarak genişletmeyi başardığını ifade etmektedir.52 Pantazopoulos’un bu ifadelerini dikkatli değerlendirmek gerekir. Çünkü onun “yetkili olduğu karinesi” ile kilisenin yetkilerini genişlettiği görüşü kabul edilebilir bir görüş değildir. Aksine burada söz konusu olan “yetki gaspı”dır. Pantazopoulos’un ifade ettiğinin aksine devletin buna müsaade ettiğini gösteren somut deliller ortada yoktur. Pantazopolos’un kitabında, özellikle patrikhaneye bırakılmış olan evlenme-boşanma yetkisi çerçevesinde drahoma ve bununla ilgili konularda patrikhane tarafından yayınlanmış talimatlara ilişkin örnek belgeler yer almaktadır.53 Hukukî açıdan mirasla ilgili konularda bir problem çıktığında kilisenin iddialarının tamamen kabul gördüğü iddiasını ileri süren Papadopoullos ve Giannakis’e mukabil,54 miras meselelerinin kilise hukukuna tabi olmadığını ifade eden Bertram ve Young’ın görüşleri daha tercihe şayandır.55 Literatürde gayrımüslimlerin miras meselelerinde neden İslam mahkemelerine başvurduklarını açıklamak için çabalayan bir kısım yazarların, çeşitli ihtimallerden bahsedip açıklamalarını bu ihtimallere dayandırmalarında mirasla ilgili meselelerin şer‘î hukuka tabi olduğu ve problemlerin ancak şer‘î mahkemeler vasıtasıyla çözülebileceği konusundaki bilgi eksikliğinin büyük payı vardır.56 Objektif sıfatını hak eden araştırma ve incelemeleri ile tanınan Jennings, yaptığı bir çok inceleme sonucunda şer‘iyye sicillerinde gayrımüslimlerin hangi konularda ve hangi oranda kadı mahkemelerine müracaat ettiğini tesbite çalışarak kadıların gayrımüslimlere müslümanlarla eşit standartta adalet dağıttığını, -millet sistemi gayrımüslimler için ayrı özel mahkemeler faraziyesine dayansa da- gayrımüslimlerin şer‘î mahkemelere sıkça başvurduğunu, hatta daha da ilginci rahiplerin şer‘î mahkemeleri çok sık kullandığını ifade etmektedir.57 Jennings’e göre gayrımüslim zımmiler kendi mahalle, köy hatta aile içi meselelerini halletmek için şer‘î mahkemeleri çok sık kullanmışlardır. Jennings’in ifadesiyle gayrımüslimler şer‘î mahkemelere o kadar çok sık gidiyor52 N. Pantazopoulos, Church and Law in the Balkan Peninsula During the Ottoman Rule, Selanik, 1967, s. 6 ve s. 45-54; a.mlf., “Community Laws and Customs of Western Macedonia under Ottoman Rule”, Balkan Studies, 1961, c. II, sy. 1, s. 6. 53 Pantazopoulos, a.g.e., s. 56-58. 54 Papadopoullos, a.g.e., s.37; Giannakis, a.g.e., s.6. 55 A. Bertram ve J. W. A. Young, The Orthodox Patriarchate of Jerusalem, Londra, 1926, s. 203204. 56 Mesela bkz.: Najwa Al-Kattan, “Dhimmis in the Muslim Court: Legal Autonomy and Religious Discrimination”, IJMES, 1999, sy. 31, s. 429-444. 57 Ronald Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640, New York, 1993, s. 132-133; a.mlf., “Loans and Credit in Early 17th Century Ottoman Judicial Records, the Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, c. XVI, sy. 2-3, s. 181. Ayrıca bkz.: E. Zachariadou, “The Worrisome Wealth of the Celnik Radic”, Studies in Ottoman History, C. Heywood ve C. Imber, (eds.), İstanbul, 1994, s. 383-389.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
565
lardı ki bu durum cemaatlerinin hiçbir adlî mekanizmaya sahip olmadığı ya da bu mekanizmanın çok zayıf olduğu imajını veriyordu.58 Jennings’in yine şer‘iyye sicilleri çerçevesinde gayrımüslim vakıfları hakkında verdiği bilgiler de hukukî açıdan önem taşımaktadır.59 Hukukî açıdan gayrımüslimler hakkında yazılan eserler arasında Gradeva’nın makaleleri önem taşır. Bunlardan biri de Ottoman Policy Towards Christian Church Buildings adlı makalesidir.60 Bu makalede, Osmanlıların gayrımüslimlere ait mabedlere karşı tavrı ve bu konudaki uygulamaları ele alınır. Gradeva’nın özellikle Balkanlardaki uygulamalar ve mahkeme pratikleri hakkında yaptığı araştırmalar önemlidir. Gradeva Sofya ve diğer Balkan şehirlerindeki şer‘iyye sicillerine ve Hıristiyan ortodoks kilise otoriteleri tarafından XVI. ila XVIII. yüzyıllar arasında yayımlanan belgelere dayanarak, Hıristiyanların şer‘î mahkemeler karşısındaki tutumlarını incelemektedir. Yazara göre Hıristiyanlar birçok davada, Hıristiyan din adamlarının muhalefetine, hatta açık düşmanlığına rağmen şer‘î mahkemelere başvurmaktan kaçınmıyorlardı.61 Epstein ve Shaw’ın Yahudiler hakkında yazdıkları eserlerde de cemaat yapılanması ve hahambaşılıklar hakkında önemli açıklamalar yer almaktadır.62 Cohen’in Jewish Life under Islam isimli eseri de içerdiği hukukî bilgiler itibarıyla dikkate alınması gereken bir eserdir. Özellikle Yahudi cemaatinin işleyişi ve iç ilişkileri açısından çok önemli bilgiler verilmektedir. Bu eserde yer alan ve Yahudilerin kendi aralarındaki ödünç verme-alma işlemlerinin şer‘î mahkemelerde kaydedildiği bilgisi önemlidir. Eserde cemaatin borçlarından cemaatbaşının sorumlu tutulduğu, bunu ödemeyen cemaatbaşıların kadılar tarafından tutuklandığı, Yahudi cemaatine mensup şahısların şeyhülyehûd denen idarecilerin baskılarına karşı kadılara şikâyet yoluna gittikleri, Yahudi hukukî kurumlarının cezaların icrası noktasındaki statülerinin moral otorite ötesinde bir anlamı olmadığı, özellikle aforoz korkusunun cemaat üzerinde etkili olduğu gibi önemli bilgiler yer alır.63 Bununla beraber bu eserde, dikkatlice değerlendirilmesi gereken bilgiler de yer almaktadır. Örneğin, Yahudilerin Müslü58 Ronald Jennings, “Zimmis (Non-Muslims) in Early 17th Century Ottoman Judicial Records”, JESHO, c. XX, sy. III, s. 271-278. 59 Ronald Jennings, “Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, 1565-1640”, JESHO, c. XXXIII, s. 274 ve 309. 60 Rossitsa Gradeva, “Ottoman Policy Towards Christian Church Buildings”, Etudes Balkaniques, sy. 4, 1994. 61 Rossitsa Gradeva, “Orthodox Christians in the Kadi Courts: The Practice of the Sofia Sheriat Court, Seventeenth Century”, Islamic law and Society, 1997, c. IV, sy. I, s. 37-41. 62 Mark A. Epstein, “The Leadership of the Ottoman Jews in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society, c. I; Stanford J. Shaw, The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic, Hong Kong, 1991. 63 A. Cohen, Jewish Life under Islam, Londra, 1984, s. 63-126.
566
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
man mahkemelerine başvurmasında özellikle rüşvetin bu mahkemelerde yaygın olduğu şeklinde meseleyi açıklamada kolaycılığa kaçıldığını gösteren ifadelere de rastlanır.64 Emecen ise, Yahudilerin İslam mahkemelerine sık sık başvurmalarının sebebinin kadının güvenilir bir merci olması ile ilgili olduğunu ifade etmektedir.65 Gayrımüslimlerin şer‘î mahkemelere başvurma sebeplerini değişik saiklerle açıklamaya çalışan bu görüşlerden hiçbiri durumu izah açısından yeterli değildir. Burada bizce gerçek sebep başvurulacak başka bir merciin olmamasıdır. Özellikle Yahudi cemaati içerisinde hahamların, cemaat mensuplarının hukukî konularda İslam mahkemelerine başvuruları konusundaki tavırları açısından Goodblatt’ın Cohen’in aforoz tehdidi konusunda yukarıda kısaca ifade ettiğimiz görüşlerini destekleyici nitelikteki ifadeleri önemlidir. Goodblatt, hahamların Yahudilerin davalarını Müslüman mahkemelerine götürmeleri durumunda, bunun İslam hukukunun Tevrat’tan üstün olduğunu kabul ettikleri anlamına geleceği gerekçesiyle bu tür tavır gösterenleri aforozla tehdit ettiklerini söylemektedir.66 Goodblatt’ın eseri belirli bir bölgenin veya grubun ele alındığı eserlerden olması ve Yahudi cemaati hakkında, haham Samule De Medina’nın responsaları çerçevesinde yazılmış bir eser olması itibarıyla ilginç olup cemaatin iç yapısı ve işleyişi hakkında bilgi vermektedir. Arnakis’in hukukî konularla ilgili yanıltıcı ve yüzeysel açıklamaları bu alanda bilgi kirliliğinin artmasına sebep olan açıklamalardan birisidir. Örneğin Arnakis, devletin patriğin başvurusu olmadan piskopos ve rahipleri tutuklama, kovma, sürgün etme yetkisi olmadığını, mahkûmların patrikhane hapishanesinde cezalandırıldığını, düşük rütbeli rahipler için bile celpnamenin patrikhane veya metropolitlikler vasıtasıyla gönderildiğini söylemektedir.67 Bu bilgiler bir yönüyle temelsiz, bir yönüyle de durumun nasıl yorumlanması gerektiği problemi ile ilgilidir. Arnakis’in bazı bilgileri yorumlama tarzı hukukî açıdan var olmayan durumları varmış gibi yansıtmakta olup realitenin saptırılması anlamına gelmektedir. Fener Patrikhanesi hakkında yazılmış önemli eserlerden biri, Süreyya Şahin’in Fener Patrikhanesi ve Türkiye adlı esasen bir doktora çalışması olarak hazırlanmış olan eseridir. Eser, arşiv belgelerine de yer verilmiş olması itibarıyla önemlidir. Burada da tarihî bilgiler verilmekte ancak yapılan yorumların, 64 Cohen, a.g.e., s.126. 65 Feridun Emecen, Unutulmuş Bir Cemaat: Manisa Yahudileri, İstanbul, 1997, s. 53. 66 M. S. Goodblatt, Jewish Life in the Turkey in the 16th Century, New York, 1952, s. 87-89. Yahudilerin uyguladığı Herem ve Ban cezaları için bkz.: Victor H. Weissberg, “Jewish Life in Seventeenth Century Turkey as Reflected in the Responsa of Rabbi Jacob Alfandri and Rabbi Joseph Katzavi”, Doktora Tezi, Ohio: Hebrew Union College Jewish Institute of Religion, 1970. 67 G. G. Arnakis, “The Greek Church of Constantinople and the Ottoman Empire”, The Journal of Modern History, 1952, c. XXIV, sy. 3, s. 242-243.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
567
özellikle Fener patrikhanesinin Osmanlı devleti içerisindeki konumu hakkında yapılan değerlendirmelerin isabetli olduğu söylenemez. Şahin’in eserinde zaman zaman mesnetsiz iddialara da yer verilmektedir. Örneğin patrikhane mahkemesine yalnızca Rumların değil, Rumlardan davacı olan Ermenilerin hatta Türklerin bile başvurduğu şeklinde yazarın belli bir kaynağa ve delile istinat ettiremediği ifadeler bunlardan bazılarıdır.68 Eser kilise tarihi ve teşkilatı ile patrikhanenin siyasî faaliyetleri hakkında bilgiler de vermektedir. Hukukî açıdan meseleyi yeterli ölçüde değerlendiren bir eser değildir. Bilal Eryılmaz’ın Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teb’anın Yönetimi adlı eseri de dikkatle kullanılması gereken eserlerdendir.69 Kaynak olarak literatürdeki diğer eserleri esas alması itibarıyla yanıltma payı büyük olup, millet sistemi çerçevesinde bir izaha dayalı olması bir yana, bazı belgelerde geçen ifadelerin yanlış aktarılması sonucu bu bilgilere dayalı yorum yapan kişilerin de yanıldığı görülmektedir. Eser daha çok XIX. yüzyıldaki gelişmeleri dikkate almaktadır. Meseleyi hukukî açıdan ele alan Osmanlı İmparatorluğunda Gayrimüslimler adlı eserde, gayrımüslimlerin Osmanlı devleti içerisindeki hukukî statüsünün daha çok teorik çerçevede ele alındığı görülür. İslam hukukunun bazı temel kavramlarının izahının ardından Osmanlı’da gayrımüslim tebaaya uygulanan hukuk konusunda Osmanlı uygulamasını yansıtacak yeterli bilgi yoktur. Mesele sadece Osmanlı hukukunda klasik sayılabilecek bir iki fıkıh kitabı ve konuya hakkında daha önce yazılmış eserlerden istifade edilerek yapılmış bir derleme mahiyetinde olup orijinal bir nitelik taşımaz.70 Gayrımüslimlerle ilgili olarak yapılmış tezler de önemli bilgiler içerir. Bunların bir kısmı belirli bir konuyu ele alıp inceleyen tezlerdir. Örneğin Grunhaus’un İzmir’deki Yahudi cemaatinin vergilendirme sistemini ele aldığı tezi bunun iyi bir misalidir.71 Buradan sadece Osmanlı uygulamalarını değil aynı zamanda cemaat içi ilişkileri tesbit imkânı da doğmaktadır. Esasen bu alanda yapılan çalışmaların azlığı bu çalışmayı önemli kılmaktadır. Çünkü cemaat içi bakış açısı veya algılamayı göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Öte yandan eser incelediği döneme ilişkin Yahudi kaynaklarına yer vermesi itibarıyla da önem taşır. Hukukî açıdan önem taşıyan eserlerden birisi de, Haim Gerber’in Ottoman Rule in Jerusalem adlı eseridir.72 Gerber’in bu önemli eseri, ancak sınırlı bir za68 M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul, 1980, s. 75. 69 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teb’anın Yönetimi, İstanbul, 1990. 70 T. Tankut Soykan, Osmanlı İmparatorluğunda Gayrimüslimler, İstanbul, 2000. 71 Nechama Grunhaus, “The Taxation System of The Jewish Community of Izmir in the Seventeenth Through the Nineteenth Centuries”, Doktora Tezi, New York: Hebrew and Judaic Studies, New York University, 1995. 72 Haim Gerber, Ottoman Rule in Jerusalem 1890-1914, Berlin, 1985.
568
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
man dilimini ve belli bir bölgeyi ele alıp incelemektedir. Özellikle idarî ve adlî reformlar konusunda bilgilerin yer aldığı eserde sınırlı bir dönemin ele alınması bir olumsuzluk olarak görülmektedir. Ancak yine de ele aldığı döneme ilişkin olarak verdiği bilgiler araştırmacılar açısından dikkate alınmaya değerdir. Ayrıca, eser sadece gayrımüslimlerle ilgili olmadığı için daha sınırlı bir yararlanma imkânını karşımıza çıkarır. Heyd’in Ottoman Documents on Palestine adlı eseri de içerdiği mahkeme kayıtlarıyla önemli bilgiler sunmakta ve bazı açıklamalarıyla da uygulamada karşılaşılan bazı hususların anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Bunlar arasında özellikle kulebend etme cezası hakkında Osmanlı uygulamasının temelini teşkil eden izahları Heyd’in kitabında bulmak mümkündür. Ercan’ın gayrımüslimler üzerine yazdığı makalelerde ise, bir yandan İslam hukukunun orijinalliğinden söz ederken öbür yandan İslam hukukunun bazı konularda aldatmaca yoluna gittiği şeklindeki görüşleri yüzeyseldir. Ayrıca makalesine koyduğu başlık, gayrımüslimlerin durumunun hukukî açıdan değerlendirileceği intibaını vermesine karşın, sunulan bilgilerin derinlemesine incelemelerden kaynaklanmadığı ve daha çok genel ayrımlar çerçevesinde kaldığı görülmektedir. Bazı kanunnâmelerdeki cezalar ve bazı hükümlerdeki kılık-kıyafete ilişkin düzenlemeler dışında yeterli izah yoktur. Patriklerin ölüm cezası verme yetkilerinin olmadığının belirtilmesi ilginçtir.73 Ercan’ın hukukî izahlar yapmaya çalışırken işi daha da karıştırdığı görülmektedir. Örneğin İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin İslam hukukuna aykırı olarak kurdurulduğuna ilişkin açıklamaları bu çerçevede ele alınması gereken izahlardır.74 Bir de belge yayınlamak suretiyle literatüre katkıda bulunanlar vardır. Bunlar arasında özellikle Ahmet Refik’i zikretmek gerekir. Ahmet Refik, mühimme defterlerinden çıkardığı hükümlerle bu alanda araştırma yapanların eline oldukça değerli malzemeler vermiştir. Birinci el kaynak olması itibarıyla da ayrı bir öneme sahiptir.75 Belge neşri konusunda E. Zachariadou’nun bu alanda neşrettiği belgelerin hukukî açıdan ehemmiyetli olduğu söylenebilirse de, bu belgelerin bazılarının otantik olmadığı açıktır. Manastırlardan alınarak neşredilen bu belgelerin dikkatli kullanılması gerekir. Mesela Zachariadou tarafından yayımlanan ve Patrik Simeon’a verildiği iddia edilen beratın düzenleniş biçimi ve içerdiği ifadeler bu belgenin otantik olmadığının açık delilidir.76 73 Yavuz Ercan, “Türkiyede XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrımüslimlerin Hukukî, İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, 1984, c. XLVII, sy. 188. 74 Ercan, a.g.m., s.1134. 75 Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul, 1998; a.mlf., Onbirinci Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul, 1988; a.mlf., Onikinci Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1689-1785), İstanbul, 1988; a.mlf., Onüçüncü Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1786-1882), İstanbul, 1988; a.mlf., Türk İdaresinde Bulgaristan, İstanbul, 1933. 76 E. Zachariadou, Ten Turkish Documents Concerning the Great Church (1483-1567), Atina, 1996, s. 160-162. Zachariadou’nun eleştirisi için bkz.: M. Macit Kenanoğlu, a.g.e.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
569
Belge neşri konusunda fetvaların ayrı bir yeri olup gayrımüslimlere ait değişik konularda şeyhülislamlarca verilen bazı fetvalar da neşredilmiştir.77 Gülnihal Bozkurt’un Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu adlı çalışması, hukukî açıdan farklılık taşıyan ve Osmanlı devleti içindeki gayrımüslimleri dışarıdan bir bakış açısıyla değerlendiren önemli bir eserdir.78 Bozkurt’un eseri, XIX. yüzyılın ikinci yarısını ele almış olsa da özellikle yabancıların gözüyle gayrımüslimlerin nasıl değerlendirildiğini göstermesi açısından önem taşır. Gayrımüslimlerin hukukî statülerinde, sözü edilen dönemde klasik dönemdeki duruma kıyasla oluşan farklılıklarda yabancı müdahalesinin bir rolünün bulunup bulunmadığı ya da söz konusu etkinin boyutları hakkında bu eserden bilgi edinmek mümkündür. Son olarak, tarafımızdan kaleme alınmış olan ve hukukî açıdan gayrımüslimlerin durumlarını Osmanlı klasik döneminden başlayarak Islahat Fermanı’nın ilan edildiği tarihe kadar ele alan esere de değinmek gerekir. Burada gayrımüslimlerin hukukî açıdan nasıl bir uygulamaya tabi tutulduğu, bütün gayrımüslim cemaatleri içine alacak şekilde hukukî kavram ve kurumların içerik ve yapısı detaylı bir biçimde ele alınmaya ve bu alanda yapılmış çalışmaların tamamına yakını gözden geçirilerek değerlendirilmeye çalışılmıştır.79 C. Sonuç Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Türk hukuk tarihi açısından gayrımüslimlerin hukukî statülerinin gerçek anlamıyla tesbiti için yapılması gereken çok şey vardır. Bunların başında şer‘iyye sicillerine dayalı kapsamlı bir çalışmanın yapılması gereği acilen kendisini hissettirmektedir. Bugüne kadar bazı bölgelere ait şer‘iyye sicilleri üzerinde yapılmış kısmî çalışmalar olmakla birlikte bunların yeterli olduğu söylenemez. Özellikle bu konuda bütün bölgelere ve dönemlere ait kapsamlı çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Öte yandan gayrımüslim cemaatlerin bakış açılarını [cemaat içi bakışı] yansıtacak çalışmaların yapılması da gerekmektedir. Ne yazık ki bu konuda çalışmalar yok denecek seviyededir. Türkiye’de azınlıkların kullandığı lisanı öğretecek resmî bir eğitimin olmaması bir yana, bu dilleri öğrenmek için özel gayret gösterilse bile bunları öğrenme imkânlarının da çok sınırlı olduğu aşikârdır. Ermenice, Rumca ve İbranice’nin bu alanda araştırma yapanlar tarafından öğrenilmesi en azından bu dillerle yapılmış neşriyatın değerlendirilmesi açısından 77 Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul, 1972. 78 Gülnihal Bozkurt, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara: TTK Yay., 1996. 79 M. Macit Kenanoğlu, a.g.e.
570
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
gereklidir. Hatta Slav ve Balkan dillerinin de bu gruba dahil edilmesinde büyük fayda vardır. Buna dayalı çalışmalar aynı zamanda gayrımüslimlerin kendilerine yönelik uygulamaları nasıl algıladığını ve değerlendirdiğini de gösterecektir. Türkiyede mevcut gayrımüslim cemaatlerin ellerinde var olan bilgi ve belgeleri paylaşmama konusundaki çekingenlikleri de bir başka problemdir. Özellikle patrikhanelerin kayıtlarında var olan ve resmi yazışma veya cemaat içi ilişkilerin mahiyetini ortaya koyma açısından büyük önem taşıyan bu arşiv ve belgelerin de artık açılma zamanı gelmiştir. Türkiye’de henüz geçmişe ait kaynakların tümüyle tesbit ve tetkik edilememiş olması da bu alanda araştırma yapanların karşılaştığı zorluklardan birisidir. Bu alanda gün yüzüne çıkmamış birçok belge ve kaynağın varlığı, bilgi eksikliklerinin tamamlanmasını engellemektedir. Ayrıca, değişik araştırma merkezlerinin araştırmacılara çıkardığı zorlukları ve bir kısım kütüphane ve arşiv görevlilerinin kendilerini devletin yerine koyarak bazı belgelerin siyasî açıdan verilmesinin uygun olmadığı şeklindeki engellemeleri bu zorlukları katmerleştirmektedir.
Bibliyografya Abu Jaber, K. S.; “The Millet System in the Nineteenth Century Ottoman Empire”, The Muslim World, 1967, c. LVII, sy. 3. Ahmet Refik; Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul, 1998. Ahmet Refik; Onbirinci Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul, 1988. Ahmet Refik; Onikinci Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1689-1785), İstanbul, 1988. Ahmet Refik; Onüçüncü Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1786-1882), İstanbul, 1988. Ahmet Refik; Türk İdaresinde Bulgaristan, İstanbul 1933. Al-Kattan, Najwa; “Dhimmis in the Muslim Court: Legal Autonomy and Religious Discrimination”, IJMES, 1999, sy. 31. Arnakis, G. G.; “The Greek Church of Constantinople and the Ottoman Empire”, The Journal of Modern History, 1952, c. XXIV, sy. 3. Bat Ye’or; The Dhimmi: Jews and Christians under Islam, Rutherford, 1985. Bertram, A. ve J. W. A. Young; The Orthodox Patriarchate of Jerusalem, Londra, 1926. Bozkurt, Gülnihal; Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (18391914), Ankara: TTK Yay., 1996. Braude, B. ve B. Lewis (ed.); Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society I-II, New York, 1982. Cohen, Amnon; Jewish Life under Islam, Londra, 1984. Düzdağ, Ertuğrul; Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul, 1972. Emecen, Feridun; Unutulmuş Bir Cemaat Manisa Yahudileri, İstanbul, 1997.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
571
Engelhardt, Edouard P.; Türkiye ve Tanzimat, Devlet-i Osmaniyenin Tarih-i Islahatı, çev. Ali Reşad, İstanbul, 1328. Epstein, Mark A.; “The Leadership of the Ottoman Jews in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society I, B. Braude ve B. Lewis, New York, 1982. Ercan, Yavuz; “Türkiye’de XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrımüslimlerin Hukukî, İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, 1984, c. XLVII, sy. 188. Eryılmaz, Bilal; Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teb’anın Yönetimi, İstanbul, 1990. Fayda, Mustafa; Hz. Ömer Zamanında Gayrımüslimler, İstanbul, 1989. Gerber, Haim; Ottoman Rule in Jerusalem 1890-1914, Berlin, 1985. Giannakis, Basil S.; International Status of the Ecumenical Patriarchate, Massachusetts, 1959. Goitein, S. D.; “Minority Selfrule and Government Control in Islam”, Studia Islamica, 1970, sy. 31. Goodblatt, M. S.; Jewish Life in the Turkey in the 16th Century, New York, 1952. Gradeva, Rossitsa; “Ottoman Policy Towards Christian Church Buildings”, Etudes Balkaniques, 1994, sy. 4. Gradeva, Rossitsa; “Orthodox Christians in the Kadi Courts: The Practice of the Sofia Sheriat Court, Seventeenth Century”, Islamic Law and Society,1997, c. IV, sy. 1. Grunhaus, Nechama, “The Taxation System of The Jewish Community of Izmir in the Seventeenth Through the Nineteenth Centuries”, Doktora Tezi, New York University, 1995. Hacker, Joseph R.; “Ottoman Policy Towards the Jews and Jewish Attitudes Towards the Ottomans During the Fifteenth Century”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society I, B. Braude ve B. Lewis (ed.), New York, 1982. Hamidullah, Muhammed; İslam Peygameberi I, çev. S. Mutlu, İstanbul, 1967. Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi II, çev. S. Mutlu ve S. Tuğ, İstanbul, 1969. Hamidullah, Muhammed; Mecmûatü’l-Vesâiki’s-Siyasiyye, li’l-Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilafeti’r-Raşide, Beyrut, 1987. Istavridis, Vasil T.; Prerogatives of the Byzantine Patriarchate in Relation with the Other Oriental Patriarchates, Roma, ts. Hussey, J. M.; The Orthodox Church in the Byzantine Empire, New York, 1991. İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Ahkâmü Ehli’z-Zimme I-II, Beyrut, 1995. İnalcık, Halil; “Ottoman Archival Materials on Millets”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, the Functioning of a Plural Society I, B. Braude ve B. Lewis (ed.), New York, 1982. İnalcık, Halil; “The Status of the Greek Patriarch under the Ottomans”, Turcica, 1991, sy. 21-23. İnalcık, Halil; “The Policy of Mehmed II Toward the Greek Population of Istanbul and the Byzantine Buildings of the City”, 1969-1970, The Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
572
Jennings, Ronald; “Zimmis (non-Muslims) in Early 17th Century Ottoman Judicial Records”, JESHO, c. XX, sy. 3. Jennings, Ronald; “Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, 1565-1640”, JESHO, c. XXXIII. Jennings, Ronald, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640, New York, 1993. Jennings, Ronald; “Loans and Credit in Early 17th Century Ottoman Judicial Records, the Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, c. XVI, sy. 2-3. Kenanoğlu, M. Macit; Osmanlı Millet Sistemi, Mit ve Gerçek, İstanbul: Klasik Yay., 2004. Ortaylı, İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. baskı, İstanbul, 1995. Özel, Ahmet; İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul, 1982. Özel, Ahmet; “Gayrımüslim” DİA, c. XIII, s. 418-427. Pantazopoulos, N.; Church and Law in the Balkan Peninsula During the Ottoman Rule, Selanik, 1967. Pantazopoulos, N.; “Community Laws and Customs of Western Macedonia under Ottoman Rule”, Balkan Studies, 1961, c. II, sy. 1. Papadopoullos, Theodore H.; Studies and Documents Relating to the History of the Greek Church under Turkish Domination, Brüksel, 1952. Runciman, Steven; The Great Church in Captivity, Cambridge University Press, 1968. Shaw, Stanford; The Jews of the Ottoman Empire, Princeton, 1992. Soykan, T. Tankut; Osmanlı İmparatorluğunda Gayrimüslimler, İstanbul, 2000. Şahin, M. Süreyya; Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul, 1980. Tibawi, A. L.; “Christians Under Muhammad and His First Two Caliphs”, The Islamic Quarterly, 1961, c. VI, sy. 1-2. Wafi, Ali Abdel Wahid; “Human Rights in Islam”, The Islamic Quarterly, 1967, c. XI, sy. 12. Ware, Timothy; Eustratios Argenti: A Study of the Greek Church under Turkish Rule, Middlessex, 1964. Weissberg, Victor H.; “Jewish Life in Seventeenth Century Turkey as Reflected in the Responsa of Rabbi Jacob Alfandri and Rabbi Joseph Katzavi”, Doktora Tezi, Hebrew Union College Jewish Institute of Religion, Ohio, 1970. Zachariadou, E.; Ten Turkish Documents Concerning the Great Church (1483-1567), Atina, 1996. Zachariadou, E.; “The Worrisome Wealth of the Celnik Radic”, Studies in Ottoman History, C. Heywood ve C. Imber (ed.), İstanbul, 1994. Zeydan, Abdülkerim; Ahkâmü’z-Zimmiyyîn ve’l-Müste’menîn fi Dari’l-İslam, Beyrut, 1982.
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler
573
Non-Muslims (Zimmis) in Islamic-Ottoman Law M. Macit KENANO⁄LU Abstract This article mainly seeks to examine and criticize the sources written about the legal status of nonmuslims. Another goal of this paper is to try to clarify and find an answer the question of the reality about the position of ahl-al-kitab and other nonmuslim groups lived in Islamic states especially in the Ottoman Empire. There are lots of sources written from historical and sociological points of view, but from legal points of view are rare. Clarifying the legal conditions is important and necesarry for a better understanding of the sources and the applications of the Islamic states. Some of the leading scholars’ works such as Hamidullah, İnalcık, Pantazapoulos, Cohen, Hacker are really important. They contain lots of important knowledge about the legal status of the non muslims in the Ottoman Empire. Some of the books are written from ideological perspectives. Some of these books are classical. It is necessary to take into consideration these sources to understand the real situation of ahidname-i Omar and some important concepts such as “kulebend” and the legal situation of churchs, sinagogs and individual rights. It is also important to fix the reality of the limitations about riding horses. Even these books contains important informations about archieval materials and documents. The author especially insists on legal perspectives of the subject. Keywords: Ottoman Empire, Dhimmi, Nonmuslim, Churches, Freedom of Religion
‹slam-Osmanl› Hukukunda Zimmîler M. Macit KENANO⁄LU Özet Bu makalede gayrımüslimlere ilişkin önemli kitap ve makaleler gözden geçirilmeye çalışılmıştır. Makale özellikle gayrımüslimlerin hukuki statüleri hakkındaki eserleri ele almaya ve eleştirel açıdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu makalenin bir diğer amacı İslam devletlerinde özellikle de Osmanlı Devletinde yaşayan ehl-i kitap ve diğer gayrımüslim grupların gerçek pozisyonu hakkındaki sorulara doyurucu cevaplar bulmaktır. Konuya ilişkin tarihi ve sosyolojik açıdan yapılmış bir çok kaynağın varlığına karşın hukuki bakış açısıyla yapılmış araştırmalar son derece nadirdir. Hukuki şartların açıkça ortaya konması kaynakların ve İslam devletlerinin uygulamalarının daha iyi anlaşılabilmesi için önemli ve gereklidir. Hamidullah, İnalcık, Pantazapoulos, Cohen ve Hacker gibi araştırmacıların eserleri büyük önem taşımaktadır. Bu eserlerde gayrımüslimlerin hukuki statülerine dair önemli açıklamalar bulmak mümkündür. Bu kaynakların gözden geçirilmesi bazı temel hususların anlaşılması açısından (örne-
574
TAL‹D, 3(5), 2005, M. M. Kenano¤lu
ğin “Ahidname-i Ömer adıyla meşhur belgenin gerçek olup olmadığı, kulebend kavramının içeriği, ibadet yerlerinin hukuki statüsü ve ferdi haklar) bu eserlerin gözden geçirilmesi gerekir. Bu eserlerde arşiv malzemeleri ve belgelere ilişkin önemli bilgiler de vardır. Bazı eserler ise ideolojik bir bakış açısıyla yazılmıştır. Yazar burada daha çok konunun hukuki yönüne vurgu yapmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Zimmî, Gayrimüslim, Mezhep, Din Hürriyeti
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
575
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 575-621
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n Betül ‹Pfi‹RL‹ ARGIT*
BİR ARAŞTIRMA ALANI olarak kadın tarihi, 1960’ların sonlarında başladı ve 1970’lerde hız kazandı. Araştırmacıların en önemli amacı, kadınlara görünürlülük sağlamak ve kadınların toplum içindeki yerlerini ve rollerini görmekti. Bu tür bir tarih yazımı, kadınların tecrübelerini görmek üzere olayların tekrar değerlendirilmesi manasına geliyordu. Bu çalışma, Osmanlı kadını ile alakalı daha fazla konuyu kapsamak adına, hukuk kaynaklarına dayalı olarak yapılan Osmanlı kadını hakkındaki muhtelif çalışmaların bir değerlendirmesi mahiyetindedir. Böyle bir başlık; doğrudan kadın konusunu ele almayan, fakat kadını da bir şekilde meseleye dahil eden çalışmaları da kapsar ve kadınların farklı tecrübelerinin görülmesi ve kaynakların nasıl verimli bir şekilde kullanılabileceği hakkında bir fikir verir. Ayrıca bu tür çalışmaların çoğu Osmanlı kadını ve hukuk ilişkisi hakkında da bilgiler vermektedir. Osmanlı kadını hakkında yapılan çalışmalar genel olarak değerlendirildiğinde, dikkati çeken bir nokta, yabancı dilde yapılan çalışmaların Türkçe yapılan çalışmalara kıyasla sayıca daha fazla ve zengin çeşitliliğe sahip olmasıdır. Makalede ağırlıklı olarak yabancı dilde yayımlanan çalışmaların konu edilmesinin nedeni budur. Türkçe çalışmalar genel olarak metin neşri veya kaynaklardaki mevcut malzemelerin belli konu başlıkları altında toparlanması şeklinde görünmektedir. Diğer taraftan yabancı yayınlar; kaynakları belli bir sorunsal çerçevesinde kullanarak kaynaklara farklı yaklaşımlar, farklı konular ve sorular ile yaklaşıp görünmeyeni görme eğilimini taşımaktadırlar. Kadın meselesini pederşahî aile, cinsiyetler arası ilişkiler ve mal ve güç ilişkisi gibi farklı problematikler ışığında değerlendirmektedirler. * Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi. Eleştiri ve yardımları için Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’a, Doç. Dr. Tufan Buzpınar’a ve Gülçin Tunalı Koç’a teşekkür ederim.
576
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Bu makalede, Osmanlı kadını hakkında hukuk kaynaklarına dayanarak hazırlanan belli başlı çalışmalar, kronolojik ve kısmen de tematik bir yaklaşımla değerlendirilecektir. Osmanlı kadını hakkında yapılan ilk çalışmalar ve 1980 sonrası gelişmeler değerlendirildikten sonra, 1990 sonrası kadın tarihi çalışmalarında görülen yoğun gelişmeler, aile hukuku ile alakalı çalışmalar, kadınların adalet arayışı, kadın ve vakıf ilişkisi, gayrimüslimler, aile tarihi çalışmaları, tereke kullanımına dayalı çalışmalar, mekan kullanımı ve dil analizi, kadın ve hukuk ilişkisi üstüne çalışmalar gibi muhtelif farklı başlıklar altında incelenecektir. Bu çalışmalar genel olarak Osmanlı kadınlarının farklı yaşam tecrübelerini, aile ve toplum içindeki pozisyonlarını ve cinsiyetler arası ilişkileri görmek ve kadın ve hukuk ilişkisini yansıtmak üzere hazırlanmışlardır ve çoğunlukla da makale düzeyindeki çalışmalardır. Hukuk kaynaklarına dayalı yapılan çalışmaların çoğu şer‘iyye sicilleri üzerine kurulmuştur. Şer‘iyye sicilleri sosyal, malî, iktisadî ve ticarî hayata ışık tutan hükümler içermesi hasebiyle kadın çalışmalarında değerli bir kaynak niteliğindedir. Kadılar, kadınların farklı yaşam tecrübeleri hakkında fikir veren tereke ve taksim işlerini yürütür, nikah, talak, veraset ve vesayet gibi aile hukuku ile ilgili meseleler ile ilgilenir, emlak alım satımlarına nezaret eder ve vakıflara ait han, hamam, dükkan gibi akarları kiraya vermek, -bugün noterlerce yapılan- kefalet, vekalet, mukavele, borçlanma gibi akidleri yapmak, köle ve cariye azad etmek gibi konular ile meşgul olurlardı. İkinci sırada sıklıkla kullanılan kaynak fetvalardır ve sicil üstüne yapılan çalışmaları tamamlayıcı niteliktedir. Bunun dışında ahkam defterleri, şikayet defterleri ve vakıf defterleri kadın ve hukuk ilişkisini kurmak adına çalışmalarda kullanılmaktadır. Orta Doğu ve Osmanlı İmparatorluğu için kadın tarihi çalışmaları, özellikle İslam’ın ilk dönemleri ile XX. yüzyıl arası dönem için oldukça geç başlamıştır. Osmanlı kadını üstüne yapılan çalışmalar, kadınların yaşamlarındaki farklı tecrübeleri ve toplum içindeki yerlerini görmeye çalışır. Osmanlı kadını üstüne özellikle yabancı dilde yapılan çalışmaların çoğu, kadınlar hakkında iddia edilen önyargıları reddeder ve kadınların toplum içinde güç ve rol sahibi olduklarını ve hareketlerinin bilinçli olduğunu vurgular. Kadınların sosyal, ekonomik ve politik güçlerinin olduğu ve mahkemeleri sıkça kullandıkları belirtilir. Bu çalışmalar genelde Batılıların geliştirdiği erkek egemenliği altında ezilen, pasif, güçsüz, ikincil statüye sahip Müslüman kadın portresini yalanlamaya çalışan savunmacı bir üsluba sahiptir.1 Mevcut literatür genel olarak kadınların erkeklerin kontrolü altında olmasını talep eden bir cinsiyet sisteminde, kadınlara 1 Fatma Müge Göçek ve Shiva Balaghi’nin editörlüğünü yaptığı kitap, Batılıların Ortadoğu kadınını nasıl gördüğü sorusu üstünde durur. Fatma Müge Göçek ve Shiva Balaghi, (haz.), Reconstructing Gender in the Middle East, New York, 1994.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
577
mahsus bir çok hareket alanının mevcut olduğunu gösterip kadınların statüsünü ve cinsiyet sistemi içindeki yerlerini tekrar değerlendirirler. Osmanlı Kadını Hakkındaki İlk Çalışmalar Sicillerden hareketle yapılan Osmanlı kadınına dair çalışmalar, 1970’li yıllarda Jennings ile başlar ve 1980’li yılların başlarında Haim Gerber, Abraham Marcus, Afif Marsot, Judith Tucker ve Suraiya Faroqhi ile devam eder. Bu çalışmalar Osmanlı kadınının sahip olduğu farklı tecrübeleri yansıtan ilk örneklerdir. Sicillerin sosyal ve ekonomik tarih açısından önemi ilk kez Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık tarafından vurgulanmıştır. Barkan ve İnalcık’ın çalışmaları doğrudan kadın üzerine olmamakla birlikte kadından da bahsetmektedirler.2 Ancak Jennings’in 1970’li yıllarda yayınladığı makaleleri sicillere dayalı kadın çalışmalarının ilk örnekleri olup daha sonraki çalışmalara temel oluşturacak neticelere ulaşır.3 Jennings’in, sicillerin sosyal tarih ve kadın tarihi için taşıdığı önemi fark etmesi, sicillerin kadın tarihi çalışmalarında kaynak olarak kullanımının yolunu açmıştır. Jennings, sicillerin diğer resmi kaynaklara kıyasla daha fazla kadını yansıttığını dile getirerek, Anadolu kadınının aktif bir yaşamı olduğu fikrini ortaya koyar. Çalışmalarında sicillere bakarak kadınların hukukî pozisyonunu araştıran Jennings, Kayseri’ye ait yaklaşık 10000 adet sicil taramış ve bunların 1800 tanesinde, kadınların taraf olduklarını ve mahkemeye düzenli ve sıkça başvurduklarını belirtmiştir. Jennings sicillerde görülen kadın portresinin Batı’nın empoze ettiği erkek egemenliği altında ezilen, pasif Müslüman kadın portresine ters düştüğünü ve kadınların hem davalı, hem davacı, hem kefil ve hem de şahit olarak göründüklerini belirtmektedir. Ayrıca, daha sonra sicil çalışarak kadın tarihini inceleyen bir çok araştırmacının tekrarladığı gibi, kadınların kendi ve aile bireylerinin hukukî haklarının farkında olduklarını, bunu bilinçli bir şekilde kullandıklarını ve haklarını korumak için komşularını, akrabalarını ve hatta kocalarını dava ettikleri gerçeğini de ortaya koymuştur. Jennings’in çalıştığı belgeler, kadınların hukuk sistemi ile olan ilişkileri hakkında bilgiler verir. Kadınların mahkemede bir çok açıdan erkek ile aynı pozisyonda bulunduğunu ve mahkemeyi kullanma açısından erkekler ile aynı şartlara sahip olduklarını yazar. 4 2 Halil İnalcık, “XV. Asır Türkiye İktisadî Tarihi Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1953-1954, sy. 15, s. 50-75; Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler, 1966, c. III, sy. 5-6, s. 1-479. 3 Ronald Jennings’in hayatı ve çalışmaları için bkz.: Mehmet Akif Erdoğdu, “Prof. Dr. Ronald Jennings (1942-1996)”, OTAM, 1997, sy. 8, s. 479-482. 4 Ronald Jennings, “Women in Early Seventeenth Century Ottoman Judicial Records: The Sharia Courts of Anatolian Kayseri”, JESHO, 1975, c. XVIII, sy. 1, s. 53-114.
578
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Jennings, Kayseri mahkeme kayıtlarına bakarak, o dönem için yeni olan bir çok gerçeği açığa çıkartmış ve ev kadınlarının mehir, miras ve diğer başka yollar ile mal mülk sahibi olduklarını, ticaret ile uğraştıklarını, borç alıp verdiklerini, vakıf kurduklarını, miras alıp miras bıraktıklarını, ev, arsa, bağ, bahçe alıp sattıklarını ve hatta evlilikleri çekilmez olduğunda boşanmak için her türlü hukukî yolu denediklerini de dile getirmiştir. 5 Jennings, ayrıca, kadının mahkemeyi kullanış şekillerine bakarak bunun ekonomik ve sosyal ve hukukî düzen açısından ne ifade ettiğini de sorgular. Sicilleri inceleyerek, kadınların sosyal ve ekonomik hayatta aktif rol aldıklarını belirtir ve bu durumu mahkemelerin İslam hukuku tarafından kadınlara verilen hukukî hakları korumaları ile alakalandırır.6 Jennings’in bu yaklaşımı ve tespitleri daha sonra bir çok araştırmacı tarafından temel alınıp üstüne yeni bilgiler inşa edilmiştir. Jennings, kadınların genel olarak evlenme, boşanma, çocuklara vasi tayini, miras ve mal ile alakalı meseleler sebebiyle haklarını aramak amacıyla mahkemelere baş vurduklarını tespit eder. Ayrı ayrı bu meselelerde kadının mahkemede nasıl yer aldığını, problemin ne olduğunu ve mahkemenin çözümüne dair örnekler sunar.7 Bu tür, daha sonra sicillere dayalı yapılan bir çok lisans, yüksek lisans ve doktora tezlerine de model oluşturur. Jennings’in sicil kaynaklı kadın çalışmaları Gerber ve Marcus tarafından takip edilir.8 Gerber, kadınların hukuk sistemi ile ilişkisine bakarak Jennings’in Kayseri kadını için belirttiği gibi Bursa kadınlarının da sosyal ve ekonomik hayatta aktif yer aldıklarını dile getirir.9 Gerber, tekstil ticareti ile uğraşan ve tekstil dükkanına sahip olan kadın örneği ile Osmanlı kadınlarının sahip olduğu farklı rollere değinen ilk araştırmacılardandır. Benzer şekilde Abraham Marcus, Halep sicillerine dayanarak hazırladığı makalesinde, Jennings ve Gerber’in 5 Ronald Jennings, “Loans and Credit in Early Sevententh Century Judicial Records: The Sharia Court Records of Ottoman Kayseri”, JESHO, c. XVI, sy. 2-3, s. 168-216. Jennings bu makalesinde Anadolu kentlerinde yaşayan halkın -kadınlar da dahil olmak üzere- faizle borç alıp verdiklerini, bunu mahkemede ilan ettiklerini ve gizlemek için hiçbir neden görmediklerini dile getirir. 6 Ronald Jennings, “The Legal Position of Women in Kayseri, A Large Ottoman City, 15901630”, International Journal of Women’s Studies, 1980, c. III, s. 559-582. 7 Jennings yakın zamanda hazırladığı bir çalışmasında Kıbrıslı Osmanlı kadını üstüne yaptığı çalışmaları özetlemiştir. Bkz.: Ronald Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York, 1993, s. 14-39. 8 Haim Gerber, “Social and Economic Position of Women in an Ottoman City, Bursa, 16001700”, IJMES, 1980, c. XII, s. 231-244; Abraham Marcus, “Men, Women, and Property: Dealers in Real Estate in 18th Century Aleppo”, JESHO, 1983, c. XXVI, sy.2, s. 137-163. 9 Ayrıca bkz.: Haim Gerber, Economy and Society in an Ottoman City, Bursa, 1600-1700, Kudüs, 1988 , s. 144-145. Kadınların ekonomik aktiviteleri hakkında detaylı malumat vermekte ve o dönem kadınlarının zanaat ile uğraştıklarını ve esnaf teşkilatları ile bağlantı içinde olduklarını belirtmektedir.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
579
bulgularını farklı bir coğrafyanın kadınları için tekrarlar ve daha ziyade kadınların mal mülk sahibi olma meselesi üstünde durur.10 Zaman içinde Jennings’in geliştirdiği sicillere dayalı kadınların sosyal ve ekonomik rollerini anlamaya ve kadınların sicillerde nasıl yer aldığını görmeye yönelik makaleler yayımlanmaya devam etmiştir.11 Bu tür çalışmalar kadınların mahkemede hangi meseleler nedeniyle ve ne şekillerde davalı veya davacı olarak bulunduklarını örnekler ile açıklayıp bilinen birtakım gerçekleri kendi çalıştığı bölge ve zaman dilimi için tekrarlar. Örneğin, Dror Ze’evi ve Yvonne Seng, seyahatnameleri ve sicilleri mukayeseli kullanarak XVI. ve XVII. yüzyılların sosyal, ekonomik ve politik ortamında Osmanlı kadınını görmeğe çalışırlar.12 Ze’evi ve Seng, kadınların Batılı seyyahların bahsettiği gibi eğitimsiz, vakitlerini evde geçiren, haklarının farkında olmayan bilinçsiz insanlar olmadıklarını belirtirler. Aksine sicillere yansıdığı kadarıyla ve benzer çalışmaların vurguladığı gibi kadınların şehrin sosyal ve ekonomik hayatına aktif olarak katıldıklarını, haklarının farkında olduklarını, kadınların peçe takmalarının onların borç alıp vermelerine, ticaret yapmalarına, mal alıp satmalarına ya da vakıf kurmalarına mani olmadığını belirtirler. Seng, dine ve statüye dayalı farklılıkların -dönemin seyyahı Dernschwam’ın belirttiği kadar- keskin olmadığını bir çok gayrimüslim kadının kadı mahkemelerini sıklıkla kullandıklarını belirtir. 1980 Sonrası Gelişmeler 1980’lerden itibaren sicillere dayalı geniş kapsamlı çalışmalar hazırlanmaya başlanmıştır. Bu çalışmalar doğrudan kadın üzerine yoğunlaşmamakla birlikte kadı sicillerini kaynak olarak kullandıkları için kadını da bir şekilde meseleye dahil eder ve kadınların farklı tecrübelerini anlamaya çalışırlar. Bu dönemde hazırlanan çalışmalar, Osmanlı kadınına dair yaygın bazı bilgilerin daha derinlemesine araştırılması niteliğini taşır. Abraham Marcus’un, kadı sicil10 Abraham Marcus, “Men, Women and Property: Dealers in Real Estate in 18th Century Aleppo”, JESHO, 1983, c. XXVI, sy. 2, s. 137-163. Marcus, Halep kadınlarının ev almaktan ziyade ev sattıklarını belirtir. 11 XVII. yüzyıl Balkan şehri Yenişehir sicillerine dayalı yapılan çalışma, bu gruba bir örnektir. Bkz.: Georgios Salakides, “Women in the Kadı Sicilleri of Yenişehir [Larissa] in the Middle of the Seventeenth Century”, Arts, Women and Scholars: Studies in Ottoman Society and Culture, Festschrift Hans Georg Majer, c. I. İstanbul, 2002, s. 209-228. Saladikes, kadı sicillerini kullanarak, kadınların mahkemede ne şekilde ve hangi konular için bulundukları meselesine bakmıştır. 12 Dror Ze’evi, “Women in the Seventeenth Century Jerusalem”, IJMES, 1995, sy. 27, s. 157173; Yvonne Seng, “Invisible Women Residents of Early Sixteenth Century Istanbul”, Women in the Medieval Islamic World, C. Hambly, (ed.), New York, 1998.
580
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
lerine dayanarak hazırladığı XVIII. yüzyıl Halep tarihi, bu gruba bir örnektir.13 Marcus, şehrin sosyal, ekonomik ve kültür tarihini bir çok açıdan değerlendirir. Günlük yaşamın unsurlarını oluşturan aile yaşamı, sağlık şartları, tıp, ölüm, popüler kültür, okur yazarlık, eğitim, hukuk sistemi, ekonomik hayat, komşuluk yaşamı gibi başlıklar altında Halep şehrini inceler. Bu tür çalışmaların ana amacı kadın değildir, ancak şehri sicillere dayanarak bütünüyle anlama eğilimi, -Müslüman ve gayrimüslim- kadınları da konunun kaçınılmaz bir parçası haline getirir. Marcus, kadının mahkemede davalı ve davacı olarak görünmesi ve mahkemeyi kullanım şekillerinden yola çıkarak kadının şehir yaşamında, aile içinde, sosyal, kültürel, ekonomik hayatta ve günlük yaşamdaki yerini tespit etmeye çalışır.14 Marcus’un kadını ilgilendiren bölümlerde ulaştığı sonuçlar, genelde bilinen mevcut bilgilerin tekrarı mahiyetindedir: Kadınların ev alım ve satımlarında aktif bir rol oynadığı, hukukî dezavantajlarına rağmen bir çoğunun kocalarından boşanabildiği, boşandıktan sonra tekrar evlenmenin yaygın oluşu ve bir çok kadının ekonomik hayatta yer alması vb. gibi.15 Fakat Marcus kapsamı geniş tutarak günlük yaşamın farklı açıları olan hastalık, büyü gibi meselelerde de Osmanlı kadınının tecrübesini yansıtmaya çalışır. Faroqhi’nin çalışması sicil kullanımına dayalı olan ve kadını da bir şekilde meseleye dahil eden çalışmalara diğer bir örnek mahiyetindedir.16 Ankara ve Kayseri kadı sicillerine dayalı hazırladığı çalışmasında, XVII. yüzyılda Ankara ve Kayseri şehirlerinde mal sahipliği meselesine bakar ve bir yüzyıl boyunca ev sahipliği meselesindeki değişiklikleri kaydederek, şehrin sosyal tarihini anlamaya çalışır. Faroqhi’nin çalışması sadece kadınlar üzerinde olmamakla beraber evleri ve ev sahiplerini kapsadığı için, kadınları da çalışmanın ayrılmaz bir 13 Abraham Marcus, The Middle East on the Eve of Modernity, Aleppo in the Eighteenth Century, New York, 1989. Bu tür yapılan benzer çalışmalara örnek olarak bkz.: Mahmoud Yazbak, Haifa in the Late Ottoman Empire, 1864-1914: A. Muslim Town in Transition, Leiden, 1989. Yazbak 1864 yılındaki Osmanlı Vilayet Nizamnemesi ile I. Dünya Savaşı arasındaki dönemi çalışır ve bir bölümde kadı sicillerine dayanarak, kadınların, Haifa ekonomik hayatında ve gelişiminde oynadıkları rolü anlatır. Bir diğer örnek için bkz.: Amon Cohen, Economic Life in Jerusalem, Cambridge, 1989. Cohen, Kudüs şehrinin tarihini anlatırken kadınların ekonomik hayatta oynadıkları rolleri de ihmal etmez. 14 Dror Ze’evi, sicillere dayalı çalışmaları kantitatif tarih, anlatı tarihi ve mikro tarih olarak üç gruba ayırır. Bkz.: Dror Ze’evi, “The Use of Ottoman Shari’a Court Records as a Source for the Middle Eastern Social History: A Reappraisal”, Islamic Law and Society, 1998, c. V, sy. 1, s. 35-56. Kaynaklarda bulunan malzemenin istatistikî bir analizi manasına gelen kantitatif tarihe örnek olarak Abraham Marcus’un çalışması verilebilir. Marcus evlilik kayıtlarına bakıp, ödenen mehri, gelin ve damadın nereli olduğu, statülerinin ne olduğu gibi sorular sorarak toplumda sosyal farklılaşmaları ve hareketi görmeye çalışmaktadır. Bkz.: Marcus, a.g.e., s. 203-207. 15 Marcus, a.g.e., s. 202-208. 16 Suraiya Faroqhi, Men of Modest Substance: House Owners and House Property in Seventeenth Century Ankara and Kayseri, New York, 1987.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
581
parçası olarak meseleye dahil eder. Sicillerde yer alan bilgiler evlerin değerini, tarifini, yerini, sahibinin kim olduğu ve servet durumu hakkında bilgi verir ve Faroqhi çalışmasını bu bilgiler üstüne inşa eder. Faroqhi ev sahipliği meselesinden yola çıkarak, kadınların Ankara ve Kayseri toplumu içindeki yerlerini görmeye çalışır.17 Ev alan ve satan erkeklerin kadınlardan daha fazla olduğunu belirtir ve kadınların ev almaktan ziyade ev sattıkları gerçeğini vurgular. Ancak XVII. yüzyıl boyunca ev alan kadınların sayısında bir artış olduğunu ve bunun genelde zengin kadınlar olduğunu belirtir. Bu gerçeği dönemin şartları içinde değerlendiren Faroqhi, XVII. yüzyıla atfedilen ekonomik çöküşün gerçeği yansıtmadığını belirtir.18 Jennings ve Gerber’in kadınların yaygın bir şekilde mal sahibi oldukları şeklindeki iddiaları göz önünde tutulacak olursa, sicillerde görüldüğü kadarıyla ev sahibi olan kadınların fazla olmadığını belirtir. Fakat Faroqhi, gerçekte kaydedilenden daha fazla kadının ev sahibi olma ihtimalinin yüksek olduğunu, ancak kadınların az tanınmışlığı nedeni ile kayıtlarda daha nadir bahsedilmiş olabilecekleri ihtimali üstünde durmaktadır.19 Judith Tucker da, benzer şekilde, Mısır sicillerine dayanarak hazırladığı çalışmasında kadın tarihi çalışmalarına farklı bir yön kazandırır. Şehirli ve taşralı alt sınıf kadınların tarihini incelediği çalışmasında, kadın tarihini sosyal ve ekonomik tarih içinde değerlendirmesi açısından yeni ve yol açıcı başarılı bir örnektir.20 Tucker kadın tarihini çalışırken kadınları etkileyen ve kadınlar tarafından etkilenen tarihî süreçlerin de değerlendirilmesi gerektiğini belirtir ve mesela Mısır’ın 1800-1914 dönemleri arasında Avrupa ekonomisine geçişi ve bunu takip eden politik alanda boyun eğme döneminde kadınların aile ve toplum içinde değişen statüsünü görmeye çalışır. Yazar, Mısır’ın XIX. yüzyılın sonunda değişen şartlarının köylü ve şehirli alt sınıfları olumsuz etkilediğini ve pederşahî aile yapısının en hassas üyesi olan kadınların birtakım haklarının kısıtlandığını belirtir. Sicillere dayanarak hazırladığı çalışmasında kadın ve hukuk ilişkisini de görmeye çalışan Tucker, kadı mahkemelerinin bu duruma iki farklı şekilde cevap verdiğini belirtir. Mahkemeler bir taraftan kadınların mal sahibi olma ve evlilik haklarını savunurken, diğer taraftan da kadınların birtakım haklardan yoksun bırakılması fikrini destekler. Diğer bölümde ise yazar, Mısır’ın değişen iktisadî şartlarının, Mısır kadınını ekonomik anlamda daha özgür kıldığını ve para kazanıyor olmalarının, kadınların mal ve miras haklarını mahkemelerde aramaları konusunda kadınlara cesaret verdiğini belirtir. Tucker, çalışmasında, daha evvel Gerber’in Osmanlı kadınının farklı rolleri olduğunu belirttiği gibi, Mısır’daki fakir kadınların çoğunun sadece çocuk doğur17 A.g.e., s. 19-20. 18 A.g.e., s. 159-160. 19 A.g.e., s. 176. 20 Judith Tucker, Women in Nineteenth Century Egypt, Cambridge, 1985.
582
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
mak ile meşgul olmayıp ailenin geçimine katkıda bulunmak için farklı işlerde çalıştıklarını da belirtir.21 Kadın tarihinin değişen sosyal ve ekonomik şartlar içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan çalışmalardan bir diğeri de Afaf Marsot’un Mısır sicillerine dayanarak hazırladığı çalışmasıdır.22 XVIII. yüzyılın sonlarını çalışan Marsot, endüstrileşme öncesi toplumların, kadınların ev ekonomisine katkıda bulunma haklarını kabul ettiğini ve kadınların oldukça faal olduklarını belirtir. Fakat XIX. yüzyılda merkezileşen devlet yapısı ile birlikte erkeklerin evin geçimini sağlayan en önemli figür olarak belirdiğini ve böylece aile yapısının değiştiğini ve bu durumun, kadınları sosyal ve ekonomik olarak daha pasif kıldığını belirtir. Marsot, Mısırda değişen cinsiyetler arası ilişkiler üzerinde de durur. Mısır örneğinden yola çıkarak bazı dönemlerde kadınların aile ve toplum içinde güçlerinin arttığını ve daha az bağımlı olduklarını, bazı dönemlerde ise tam aksi bir durum yaşanabileceğini belirtir. Marsot, ayrıca, kadınlara bazı eşit imkanlar sunmanın ve sosyal ve ekonomik hayatta yer almalarının, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini değiştirmediğini belirtir. 23 Tucker ve Marsot’un çalışmaları 1980 sonrası kadın çalışmalarında yaşanan değişimlerin bir yansıması gibidir. 1980’lerde kadın tarihi çalışmalarında cinsiyete dayalı yaklaşım daha önem kazanmıştır. Bu yaklaşım, kadınları erkeklerden soyutlayarak çalışmanın yetersiz olacağı ve tarihî birtakım yanlışlıklarla neticelenebileceğini savunan görüşün yaygınlaşması, kadınların erkekler ile bağlantılı incelenmesi gerektiği gerçeğinin savunulmaya başlamasına sebep olmuştur.24 Tucker ve Marsot’un çalışmaları sicilleri kullanarak alt sınıf kadınının dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak aile ve toplum içindeki pozisyonlarını ve statülerini görmeye çalışmaları açısından önemlidir ve sonraki çalışmalara yön verici mahiyettedirler. Türkçe Tez Çalışmaları 1990’lardan itibaren yaygınlaşmaya başlayan sicillere dayalı yapılan Türkçe tezler, sicil kaynaklı çalışmaların başka bir grubunu oluşturmaktadır. Şer‘iyye sicilleri üzerine yapılan Türkçe tezler genelde belli bir şehre ve semte ait sicillerin metin transkripsiyonu ve sicillerin muhteviyatlarının genel bir sınıflandı21 A.g.e., s. 330-331. 22 Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, Women and Men in the Late Eighteenth Century Egypt, Austin, 1990. 23 A.g.e., s. 68. 24 Joan Wallach Scott, “Gender: A Useful Category of Historical Analysis”, Gender and the Politics of History, New York, 1988, s. 28-50.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
583
rılması ve değerlendirilmesi niteliğindedir.25 Bu tür çalışmaların, genel olarak, herhangi bir metodoloji izlemeden ve belli bir soru olmadan metinlerin neşri ve belli başlıklar altında değerlendirilmelerinden oluştuğu görülmektedir. Sicillere dayalı bir çok tezde ilgilenilen dönemin sicilleri değerlendirildiği için kadın ile alakalı olanlar da dahil edilir. Yapılan tezlerde genelde kadınların sicillerde nasıl yer aldıklarını, kadınlarla ilgili meselelerin neler olduğu ve hangi meselenin hangi oranda sicillerde yer aldığı hakkında bilgiler mevcuttur. Bu tezler spesifik bir konu üzerine durmayıp genel olarak metinlerin transkripsiyonu şeklinde yapıldığı için, kadınların davalı ve davacı olarak sicillerde hangi konularda nasıl yer aldıklarını görmek açısından önemlidir.26 Sicillerde kadınların ne şekilde yer aldığının belirtilmesi, sicillere dayalı Osmanlı kadını hakkındaki çalışmaların hammaddesini görmek açısından önemlidir. Örneğin, evlenme konulu hüccetlerde çoğunlukla evlenecek olan kişilerin isimleri ve mehir miktarları verilir. Genelde nikah akitleri mahkemeye bir dava konusu olarak intikal etmediğinden çoğunlukla hulle ve cariye köle evlilikleri ile ilgili kayıtlara rastlanır. Boşanma ile ilgili hüccetler, tarafların mahkemeye başvurup boşanmalarını beyan ettikleri durumlarda ve kadının talebi üzerine nikahın feshi, kadının bedel karşılığı kocasından boşanması ile ilgili örneklerden oluşur. Nafaka ile mehir hüccetleri, bir boşanma veya ölüm hadisesinden sonra mahkemeye intikal eden bir şikayet veya nafaka talebi ile açılan dava sonucu sicillere kayıt edilen hükümleri içerir. Diğer bir tür ise dava konusu olmayıp kadına kocası tarafından verilmesi kararlaştırılan nafaka miktarının kaydı şeklinde sicillerde görülür. Ayrıca kadınların nafaka ve mehir alacaklarından feragat etmeleri nedeniyle de mahkeme kayıtlarına işlenir. 25 Sicillere dayalı yapılan Türkçe tezlerin büyük çoğunluğu sicillerdeki mevcut bilgilerin metne aktarılmasıdır. Bazı tez çalışmaları Dror Ze’evi’nin sicillere dayalı çalışmalar için birinci grup olarak belirttiği ve istatistikî değerlendirmeye dayanan kantitatif tarih yazımına örnek teşkil etmektedir. Dror Ze’evi, ‘The Use of Ottoman Shari‘a Court Records…”. Bir sorunun sicillere dayanarak yazılması olan anlatı tarih veya bir meselenin çok ince detaylara dalarak teferruatlı bir şekilde incelenmesi manasına gelen mikro tarih çalışmalarına pek rastlanmamaktadır. 26 Bu gruba giren birkaç tez çalışması için bkz.: Osman Özsoy, “Şer‘iye Sicillerinin Türk Kültür Tarihindeki Yeri ve Konunun 1342 Tarihli İstanbul Kadılığına Ait Bir Defterde Analiz ve Değerlendirmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, 1990; Salih Pay, “10691070/1659-1660 Tarihli Bursa Şer‘iyye Sicili (Analiz ve Değerlendirme)”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, 1987; Ekrem Tak, “Üsküdar Kadılığı 1 Numaralı Şer‘iyye Sicili (H. 919-927/ M. 1513-1520)”, Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1999; Gökçe Özkan, “İstanbul Bab Mahkemesi 149 no’lu Şer‘iyye Sicili Defterine göre İstanbul’da Sosyal Hayat”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2003. Daha geniş bibliyografya için bkz.: Yunus Uğur, “Mahkeme Kayıtları (Şer‘iye Sicilleri): Literatür Değerlendirmesi ve Bibliyografya”, TALİD, 2003, c. I, sy. 1, s. 305-344.
584
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Vasiyet konulu hüccetler, şahısların kendi ölümlerinden ve boşanmalarından sonra kendileri, çocukları veya bıraktıkları malları hakkında vasiyetlerini kayıt altına aldırmak için mahkemeye müracaat etmeleri ile oluşan hüccetlerdir. Vasiyet hüccetleri, veraset mallarının paylaşımı, köle ve cariye azad etme ve vakıflara para ile mülk bağışlama gibi konuları ihtiva eder. Vasi tayini ile ilgili hüccetler, küçük yaşta yetim kalan çocukların veraset malları kendilerine verilmediği için çocuklar buluğ çağına erene kadar onlara vasi tayin edilmesi ve veraset mallarının bu vasilere teslim edilmesi ile ilgili hüccetleri içerir. Veraset konulu hüccetlerde, kişinin ölümünden sonra varislerinin veraset malları ile ilgili olarak mahkemeye başvurmalarına dair bilgiler mevcuttur. Bu durum ile ilgili örnekler üç başlıkta toplanabilir: (1) Varisler veraset mallarını bölüşerek kayıt altına almak için mahkemeye müracaat ederler; (2) varisler aralarında anlaşmazlık veya paylaşıma sadık kalmayarak mahkemeye şikayette bulunurlar ya da (3) bir kişinin veraset malından istifade edebilmek için mahkemeye başvururlar. Ceza hukuku ile alakalı olarak, kaçkın köle ve cariyelere dair örneklere ve zina konulu hüccetlere rastlanır. Ticaret hukuku ile alakalı olarak, köle ve cariyeler ile ilgili hüccetlerde kölelerin satılması, kitabete kesilmesi, azad edilmesi, köle ve cariyelerin evlenmeleri ve mal sahibi olmaları konularına dair örneklere rastlanır. Ayrıca gayri menkuller ile ilgili hüccetlerde malın alınıp satılması, kiraya verilmesi, mukataa yolu ile işletilmesi hakkında hükümler yer alır. Gayri menkullerin satış muamelesi ve müşterek kullanılan mülklerde hisse sahipleri arasında anlaşmazlıklar ve mülkiyet haklarının ihtilaflı olması gibi durumlar da mahkeme kayıtlarına kaydedilir. 1990 Sonrası Gelişmeler 1990’lardan itibaren yaygınlaşmaya başlayan sicil kaynaklı Türkçe tez çalışmalarına paralel olarak, Osmanlı kadınını konu edinen -özellikle yabancı dilde hazırlanan ve daha ziyade makale nitelikli- çalışmalarda belirgin bir artış gözlenmiştir. Sicillerde kadınların en sık hangi meseleler ile alakalı olarak yer aldıkları, Osmanlı kadını hakkında yapılan çalışmaların konularını belirleyici mahiyettedir. Bu dönemde yayımlanan Madeline Zilfi ve Amira Sonbol’un editörlüğünü yaptığı iki çalışmada yer alan makaleler, Osmanlı kadın tarihi araştırmalarında büyük bir boşluğu doldurmaktadır.27 Makaleler, Osmanlı kadınının aynı olmadığı, farklı sosyo-ekonomik şartlara sahip kadınların farklı tecrübelere sahip oldukları fikrini vurgulamaları açısından önemlidir. Bu dönemde yazılan makaleler, Osmanlı kadını hakkında ilk 27 Madeline Zilfi, (haz.), Women in the Ottoman Empire, New York, 1997; Amira Sonbol, (haz.), Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, Syracuse, 1996.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
585
araştırmalardan olan Jennings ve Gerber’in çalışmalarının bir tekrarı ve devamı niteliğinde olup bu temel üstüne farklı coğrafyalarda yaşayan kadınların tecrübelerini anlayabilmek için yeni yaklaşımlar geliştirirler ve farklı meseleleri anlayabilmek için çeşitli kaynakları daha yaratıcı şekilde kullanırlar. Bilinen gerçeklerin üstüne kaynaklarına yeni sorular sorarlar ve örneğin dil ve mekan kullanımı ile alakalı birtakım sosyolojik teorileri kaynaklarına uygularlar. Osmanlı kadını üstüne yapılan bu çalışmalar; siciller, fetvalar, şikayet defterleri, ahkam defterleri, vakıf defterleri gibi muhtelif hukuk kaynaklarını kullanarak Osmanlı kadınının mal sahipliği, çocuk vasiliği, hukuk sisteminden istifade etme, ekonomik, sosyal ve aile hayatındaki yeri, evlilik, boşanma ve özel ve kamu alanının kullanımı gibi farklı yaşam tecrübelerini görmeye çalışırken kadınların aile içindeki pozisyonlarını, hukukî statülerini, cinsiyetler arası ilişkileri ve Osmanlı kadını ve hukuk ilişkisini de yakalamaya çalışırlar. Bu bölümde 1990 sonrası yoğunlukta olmak üzere hukuk kaynaklarına dayalı Osmanlı kadını hakkındaki çalışmalar muhtelif konu başlıkları altında incelenecektir. A. Aile Hukuku ile Alakalı Çalışmalar Osmanlı kadını ile ilgili çalışmaların büyük çoğunluğu aile hukuku kapsamına giren meseleler ile alakalıdır. Makale düzeyinde hazırlanan bazı çalışmalarda, sicillerde ve fetvalarda evlilik ve boşanma ile ilgili olan nişan, nikah, talak, nafaka, mehir, velayet, vesayet, veraset gibi konularda mevcut belgelerin belli kategoriler altında neşredilmesinin yaygın olduğu görülmektedir.28 Bu tür çalışmaların daha gelişmiş şekli; sicillerde ve fetvalarda boşanma ve evlenme ile alakalı örneklere bakarak Osmanlı toplumunda nişan, nikah ve boşanma uygulamasını görebilmek maksadıyla hazırlanmış çalışmalardır ve mevcut örneklere dayanarak nişanda verilen hediyeler, nişanlı kalma süresi, nişandan vazgeçme hadisesi, boşanma çeşitleri, boşanma sebepleri gibi meseleleri inşa ederler.29 İlber Ortaylı’nın Osmanlı aile yapısını, farklı dini kesimleri de göz önünde bulundurarak inşa etmeye çalıştığı kitabı; Osmanlı ailesini -kaynaklarını geniş 28 Muhiddin Taş, Adnan Gürbüz ve Ömer Demirel, “Osmanlı Ailesi ile İlgili Şer‘iyye Sicillerinden Seçilen Örnek Belgeler”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. III, s. 849-875; Hasan Yüksel ve Saim Savaş, “Osmanlı Aile Hayatına İlişkin Fetvalar”, SosyoKültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. III, s. 876-897; Hasan Yücel, “Osmanlılar Döneminde Taşra Müftülerince Aile Konusunda Verilmiş Bazı Müstakil Fetvalar”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. III, s. 898-905. 29 Saim Savaş, “Fetva ve Şer‘iye Sicillerine Göre Ailenin Teşekkülü ve Dağılması”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, c. II, Ankara, 1992, s. 504-547; Abdurrahman Kurt, Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi (1839-1876), Bursa, 1998. Kurt, terimlerin fıkhî açıklamalarını ve olayların fıkhî hükümlerini belirtip Bursa sicillerinden örnekler verir. Ayrıca bkz.: Rıfat Özdemir, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu 2-6 Temmuz 1986, Ankara, 1987; a.mlf., “Kırşehir’de Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1880-1906)”, Osmanlı Araştırmaları, 1989, sy. 9.
586
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
tutarak- ailenin hukukî yapısı ve ailenin günlük yaşamı gibi farklı açılardan değerlendirmesi açısından önceki çalışmaların bir devamı niteliğindedir. Ayrıca Ortaylı, araştırmasında, aile hukuku kapsamına giren meselelerde, şer‘î hukuk ile birlikte örfî hukukun da yerel öğelerde mevcut bulunduğunu dile getirir.30 Aile hukuku ile ilgili meselelerin İslam hukukundaki yerini ve Osmanlı hukuku içindeki uygulamasını görmeyi amaçlayan çalışmalar, Osmanlı kadını üstüne yapılan incelemelerin başka bir türüdür. Bu tür çalışmalar -Türkçe tezlerde olduğu gibi- doğrudan kadın ile alakalı olmamakla birlikte aile hukuku ile ilgilendiği için kadını da araştırmaya dahil eder. Halil Cin ve Mehmet Akif Aydın’ın çalışmaları bu gruba örnek teşkil etmektedirler. Yazarlar aile hukuku sınırları içine giren evlilik, boşanma ve nafaka gibi meselelerin İslam hukukundaki ve Osmanlı’daki uygulanışını aktarırlar.31 Aydın, makale düzeyindeki diğer çalışmalarında da, aile hukukunu, İslam hukuku ve Osmanlı’daki uygulanışı içinde değerlendirir. Osmanlı aile hukukunun İslam aile hukukunun ilkelerine göre kurulmuş olduğunu belirtir ve Tanzimat sonrası Osmanlı aile hukukunda meydana gelen birtakım değişiklikleri de çalışmasına dahil eder.32 Aydın, diğer bir makalesinde Eyüp Sicillerinde yer alan muhtelif konular hakkında yer alan örnekleri verir ve meselenin İslam ve Osmanlı hukuku açısından değerlendirmesini ve geniş fıkhî açıklamasını yapar.33 Aydın, tez çalışmalarında olduğu gibi aile hukuku ile alakalı sicillerde yer alan, vasilik tayini, erkeğin kadına olan mehir borcu, boşanma, alım satım, vasiyet gibi kadınları yakından ilgilendiren konularda, çalıştığı defterlerden muhtelif örnekler sunar, meselenin derin fıkhî teferruatına değinir ve örneklendirir. Nitekim boşanma meselesinde, bu meselenin sicillerde hangi şekillerde yer aldığını -borç kaydı, nafaka, mehir talebi, sadece talak kaydı vs.- belirttikten sonra, mesela şartlı talaka dair misaller verir ve meselenin fıkhî boyutu ile de ilgilendiği için kimi zaman Hanbelî, kimi zaman Malikî mezheplerine başvurulduğunu belirtir. 34 30 İlber Ortaylı. Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul, 2000. 31 Halil Cin, İslam ve Osmanlı Aile Hukukunda Evlenme, Konya, 1988; Akif Aydın, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul, 1985. 32 Mehmet Akif Aydın, “Osmanlılarda Aile Hukukunun Tarihi Tekamülü”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. II, Ankara, 1992, s. 434-455. İlber Ortaylı aynı kitapta yer alan çalışmasında Şer‘iyye sicillerindeki hükümlere bakarak İslam aile hukuku ile birlikte bu ilkelere ters düşmeyen bazı örf ve adetlerin de Osmanlı aile hukukunda belirleyici rol oynadığını belirtir. Bkz.: İlber Ortaylı, “Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf”, SosyoKültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. II, s. 456-467. 33 Mehmet Akif Aydın, “Eyüp Şer’iyye Sicillerinden 184, 185 ve 188 No’lu Defterlerin Hukuki Tahlili”, 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, Tülay Artan (haz.), İstanbul, 1998, s. 65-72. 34 Mehmet Akif Aydın, kadın ve hukuk sistemi arasındaki ilişki ile ilgilenmediği için, bu durumu, Tucker veya Peirce gibi kadılar kadınların haklarını korumak için başka mezheplere başvururlardı şeklinde açıklamaz. Judith Tucker, In the House of Law, Gender and Islamic Law in Ottoman Syria and Palestine, New York, 1998; Leslie Peirce, Morality Tales, California, 2003.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
587
Aile hukuku kapsamında yer alan evlilik ve boşanma ile ilgili spesifik makaleler değerlendirilecek olursa, “kadınların zorla evlendirildiği ve boşanma konusunda hiçbir söz hakları bulunmadığı” gibi genel kanaatleri geçersiz kılacak niteliktedir.35 Çalışmalar, İslam hukukunun kadınlara tanıdığı belli hakların ve ayrıcalıkların bulunduğunu belirtir ve kadınların boşanma konusunda söz sahibi olduklarını ve zannedildiği kadar mağdur ve çaresiz olmadıklarını vurgular. Yapılan çalışmalar genel olarak evlenme, boşanma, mehir, nafaka, vasilik ve zina ile ilgili meseleleri, kadınların aile içindeki pozisyonlarını, hukukî statülerini, cinsiyetler arası ilişkileri ve Osmanlı kadını ve hukuk ilişkisini görmek üzere değerlendirirler. Nitekim, Tucker, İslam hukukunda boşanma konusunda erkeklerin daha avantajlı olduğunu ve boşanmanın daha ziyade erkeğin kontrolü altında bulunduğunu belirtir. Bunun en belirgin delili olarak da erkeklerin kadınları haberdar etmeden talak ile onları boşayabilmelerini gösterir.36 Ancak Tucker çalışmasında boşanmanın bütün çeşitlerini kadınlar açısından değerlendirmekte ve Jennings’den bu yana savunulan kadınların erkeklerin karşısında çok da aciz ve çaresiz olmadıkları izlenimini vermeye çalışmaktadır. Mesela, talak ile boşanmanın kadınlara getirdiği olumsuzlukları görmek yerine, Tucker, bazı kadınların talak yolu ile boşanmayı hul yolu ile boşanmaya kıyasla bir avantaj ve boşanma konusunda belli oranda kontrole sahip olma şeklinde gördüklerini belirtir.37 Madeline Zilfi muhalaa ile ilgili makalesinde, bilinen gerçekleri dönemin değişen şartlarını göz önünde bulundurarak tekrarlar. Zilfi, çalışmasının temel aldığı XVIII. yüzyılda, muhalaa şeklinde boşanmanın önceki dönemlere kıyasla çok yaygınlaştığını ve her kesimden insanın bu yola başvurduğunu belirtir.38 35 Ronald Jennings, “Women in Early 17th Century Ottoman Judicial Records- The Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, 1975, sy.18, sy.1, s. 53-114; a.g.y., “Divorce in the Ottoman Sharia Court of Cyprus, 1580-1640”, Studia Islamica, 1993, sy.78, s.155-167; Haim Gerber, “Social and Economic Position of Women in an Ottoman City, Bursa, 1600-1700”, IJMES, 1980, sy. 12, s. 231-244. 36 Judith Tucker, In the House of Law: Gender and Islamic Law in Ottoman Syria and Palestine, Berkeley, 1998, s.97. 37 Bu konuda yapılan benzer çalışmalar için bkz.: Abdal-Rehim Abdal-Rahman Abdal–Rehim, “The Family and Gender Laws in Egypt during the Ottoman Period”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, Amira Sonbol, (ed.), Syracuse, 1996, s. 96-112. AbdalRahman, nikah akidlerine bakarak kadının hukukî ve ekonomik haklarını ve pozisyonunu, cinsiyet ilişkilerini ve evlenme ve boşanma meselelerinin Mısır’daki uygulamasını görmeye çalışır. Svetlana Ivanova benzer bir çalışmayı XVIII. yüzyıla ait Bulgaristan sicillerini kullanarak yapar. Evlilik ve boşanma ile alakalı örnekleri inceleyerek Bulgaristan’daki Müslüman aile yapısını görmeye çalışır. Bkz.: Svetlana Ivanova, “The Divorce Between Zubaida Hatun and Esseid Osman Ağa: Women in the Eighteenth-Century Shari‘a Court of Rumeli”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 112-126. 38 Madeline Zilfi, “We Don’t Get Along”, Women in the Early Modern Era, s. 264-297; a.mlf., “Women and Society in Tulip Era”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 264-297.
588
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Muhalaa tarzında boşanma şeklini, -İslam hukukunda yaygın görülen ve erkeğe ayrıcalık tanıyan boşanma şeklinin aksine- kadına söz hakkı veren bir sistem olarak değerlendiren Zilfi’ye göre, XVIII. yüzyılda kadınların muhalaa talebindeki artış, kadınların aile ve toplum içinde güçlenen pozisyonları ve değişen cinsiyetler arası ilişkiler ile alakalıdır. Zilfi, görüşünü Lale devri tarihçisi Şemdanizade ile destekler. Şemdanizade XVIII. yüzyılda, kadınların güçlerinin arttığını ve kadınların ahlakî davranışlarında bir bozulma olduğunu ve bu durumun da kadın-erkek ilişkilerini olumsuz etkilediğini gözlemlemektedir. Zilfi, ayrıca, bu dönemlerde kadıların ve müftülerin verdikleri kararların, değişen cinsiyetler arası ilişkilere paralel olduğunu ve kadıların ve müftülerin kadınların taleplerini daha kolaylıkla kabul ettiklerini belirtir.39 Boşanma meselesini cinsiyetler arası ilişkiler açısından değerlendiren Zilfi, hul ve fesih yolu ile boşanmanın kadına boşanma meselesinde birtakım haklar tanımasına rağmen, boşanma konusunda eşitsizliğin söz konusu olduğunu ve erkeğin her durumda daha avantajlı olduğunu belirtir. Zilfi’ye göre hul şeklinde boşanma, kadına istenmeyen bir evliliğe son verme hakkını verse bile, kontrolün tamamen kadınların elinde olmadığını çünkü erkeğin muhalaa ile boşanmaya razı olması gerektiğini belirtir.40 Colin Imber, evlilik ve boşanma ile alakalı bir konu olan mehir meselesi üstünde durur. Mehir ile alakalı kadınların müftülere sordukları sorulara bakarak cinsiyetler arası ilişkileri ve kadınların hukukî statülerini görmeye çalışır.41 Imber’in çalışmaları fetvalara dayalı yapılan Osmanlı kadını hakkındaki çalışmaların ilk örneklerindendir.42 Sicillere kıyasla fetvaların daha mahrem konuları 39 Şemdanizade’den örnek veren Zilfi, o dönemde kadıların da kadınların lehinde karar verdiklerini ve cinsiyet ilişkilerini düzenlemede rol oynadıklarını belirtir. Şemdanizade’nin belirttiğine göre, bu dönemde kadılar erkekler ile adeta alay ederek, “karı karılığı ile seni istemeyecek, sen erliğin ile anı ister misin” diyerek sanki boşanma hakkı kadın’ın elinde imiş gibi kocaları karılarını talak ile boşamaya yönlendirir (s. 275). Tucker, In the House of Law adlı çalışmasında evlilik ve boşanma meselesini kadılar ve müftüler açısından değerlendirir (s. 39-115). 40 Ayrıca hul meselesini her zaman boşanmanın kadınların inisiyatifi altında bulunan hali olarak değerlendirmek doğru olmayabilir. Örneğin, Şikayet Defterlerini inceleyen Shahr, bazı durumlarda kadınların kocaları tarafından hul ile boşanmaya zorlandıklarına dair örnekler verir. Şikayet defterinde yer alan bir örnekte kadın, Divan-ı Hümayun’a başvurur ve kocasının mehir zorunluluğundan kurtulmak için kendisini hul ile boşamaya zorladığını yazar ve mehrini talep eder: Şikayet Defterleri 35: 1485/1114- Temmuz 1702. Aktaran Fariba Zarinebaf-Shahr, “Women, Law and Imperial Justice in the Ottoman Istanbul in the late Seventeenth Century”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 92. 41 Colin Imber, “Women, Marriage and Property: Mahr in the Behcetu’l Fetava of Yenişehirli Abdullah”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, M. Zilfi, (ed.), New York, 1997, s. 81-105. 42 Kadınların fetva mekanizmasını kullanmaları, kadın ve hukuk ilişkisi hakkında bir fikir verir. Sicillerde kadınların kendi iddialarını güçlendirmek için müftüden fetva aldıkları ve bunu mahkemede kullandıklarına dair örnekler vardır. Örneğin boşanma talebinde bulunan kişi, müftüden, küfür sebebiyle boşanma konusunda “bir insanın dine küfür etmesinin 2
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
589
içerdiği görülür. Dolayısıyla kadın ve hukuk ilişkisi konusunda fetvalara dayalı yapılan çalışmalar, sicillere dayalı çalışmaları tamamlayıcı mahiyettedir. Imber, makalesinde genel olarak çizilmeye çalışılan pozitif Osmanlı kadını portresinin aksine, kadınların erkeklere bağımlı ve erkeklerin kadınlara kıyasla daha üstün bir pozisyona sahip oldukları fikrini vurgular. Cinsiyetler arası ilişkileri göz önünde bulunduran Imber, kaynaklarda mehr ile alakalı hükümleri değerlendirerek İslam hukukunun kadına erkeğin yarısı kadar değer verdiğini ve bu hükümlerin kadınların hukukî anlamda erkeklere tabi olduklarının isbatı olduğunu belirtir. İslam hukukunda evlenme ve boşanma ile ilgili hükümlerin kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliği vurguladığına işaret eder ve mevcut kuralları bu görüşü destekleyecek şekilde sunar. Örneğin, erkek tarafından kadına nafaka ödenmesini kadına verilen bir ayrıcalık olarak değil, kadının kocasının boyunduruğu altında olmasının bir uzantısı olarak görür. Imber, kadına evlilik ve boşanma esnasında mehr ve nafaka ödenmesinin kadını bir eşya pozisyonuna soktuğunu ve bunların ödenmesi ile erkeğin kadının cinselliğini satın aldığı fikrini savunur. Imber’in kimi durumlarda sadece teoriyi verip, Osmanlı toplumundaki alternatif uygulamaları görmemesi ile kadınların hukukî statüleri açısından mevcut çalışmalardan farklı bir tablo çizmektedir. Örneğin Imber, teoride kocası tarafından terk edilen kadınların kocalarından boşanmalarının mümkün olmadığını ve Hanefi hukukunun bu duruma izin vermediğini belirtir. Fakat sicillere dayalı araştırmalarda kadınların böyle durumlarda Şafî hukukunu referans alarak, terk edildikleri kocalarından boşandıklarına dair örnekler mevcuttur.43 Amira Sonbol, evlilik ve boşanma ile alakalı meseleleri incelediği çalışmalarında, İslam hukuku ve modern hukuku karşılaştırarak meseleye farklı bir boyut katar. Sonbol, editörlüğünü yaptığı kitabın giriş kısmında, modernleşmenin katı İslam hukuk sistemini gevşeterek kadının statüsünü -iddia edildiği gibi- yüceltmediğini belirtir.44 Sonbol’a göre, tam aksine, XIX. yüzyıl öncesi İslam hukuku, insanların müzakere edebileceği bir çerçeve oluşturuyordu. Modernleşen devletin kontrolü saplantı haline getirmesi, İslam hukukunun daha katı uygulanmasına ve çoğu zaman kadınların aleyhine karar verilmesine neden olboşanma sebebi” olduğuna dair bir fetva alır. Bu fetva üzerine kadı boşanma kararı verir. Aktaran Svetlana Ivanova, “The Divorce Between Zubaida Hatun and Esseid Osman Ağa…”, s. 119. Meriwether, çalışmasında üst sınıf ailelerde evlilik müessesesinin sosyal, ekonomik ve politik birlikler tesis ettiğini belirtir. Halep sicillerinde evlilik ve evlilik ile alakalı boşanma, mehir ve çok eşlilik gibi meseleleri inceleyerek Halep ayan aile yapısını ve aile ilişkilerini görmeye çalışır. Bkz.: Margaret Meriwether, The Kin Who Count: Family and Society in Ottoman Aleppo 1770-1840, New York, 1999. 43 Ronald Jennings, “Divorce in the Ottoman Sharia Court of Cyprus, 1580-1640”, s. 155-167. 44 Amira Sonbol, “Introduction”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 123.
590
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
muştur.45 Sonbol zina konusunda teorinin ve meselenin mahkemelerdeki uygulamasının birbirinden farklı olduğunu ve kadıların verdikleri kararlarda kadınları koruduklarını belirtir.46 Zina hukuku ile ilgili hükümlerin yoruma açık olduğunu ve bu konu ile ilgili yeni metotların geliştirildiğini belirterek, zina hukukunun sürekli gelişen ve değişen bir sistem olduğunu vurgular. Zina konusunda modern hukuk ile İslam hukukunun bir mukayesesini yapan Sonbol, Fransız hukukunun uygulanışından önce kadınların mahkemeyi kullanma konusunda daha serbest olduklarını ve modern hukukun sınıf ve cinsiyet ayrımını pekiştirdiği fikrini savunur. 45 XX. yüzyıl kadını üstüne yapılmış bir çok çalışma mevcuttur. Ancak bu makale Osmanlı dönemi kadını üstüne yapılan çalışmalara değindiği için bu çalışmaların sadece dipnotta zikredilmesi uygun görüldü. Genelde çalışmalar, hukukî kurallar ile sosyal pratikler arasındaki farklılıklar ve ilişkiler üstüne yoğunlaşır. XX. yüzyıldaki sosyo-ekonomik değişiklikler pederşahî aile yapısını sarsıyor gibi görünse de kadınların dezavantajlı pozisyonda göründüğü bu alt yapı uzun yıllar sarsılmadı. XX. yüzyıl üzerine yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Léon Buskens, “In the Interim: Civil Society, the Shar‘i Judiciary and Palestinian Personal Status Law in the Transitional Period”, Islamic Law and Society, 2003, c. X, sy. 1, s. 70132; Aharon Layish, “Bequests as an Instrument for Accommodating Inheritance Rules: Israel as a Case Study”, Islamic Law and Society, 1995, c. II, sy. 3, s. 282-320. Layish 1965 yılında gerçekleşen yeni düzenleme ile vasiyetin, babadan intikal eden malların dağılmasını engellemek ve erkeklerin elinde muhafaza etmek için kullanıldığını iddia eder. Bkz.: Chibli Mallat ve Jane Connors, (eds.), Islamic Family Law, Londra, 1993. Kitaptaki makaleler, 1980 sonrası değişen ve yeniden şekillenen İslam aile hukukunun farklı coğrafyalardaki tezahürlerine bakar. Mir-Hosseini, İran’ın devrim sonrası ve bugünü üzerine çalışır ve İslam aile hukukunun pederşahî aile modelini duruma ve şartlara göre değiştirebilme kapasitesini sorgular. Bkz.: Ziba Mir-Hosseini, Marriage on Trial: A Study of Islamic Family Law, Londra, 1993. Moors, Nablus sicillerine dayanarak kadınların miras, mehir ve maaşlı iş meseleleri üstüne durur. Bkz.: Annelies Moors, “Women and Power Property in the Twentieth Century Palestine: The Case of Jabal Nablus”, Islamic Law and Society, 1994, c. I, sy. 3, s. 300-31; a.mlf., Women, Property and Islam: Palestinian Experiences, 1920-1990, Cambridge, 1995. Yitzhak Reiter, aile vakıflarının üç özelliğini, yani (1) kadınların kendi vakıflarını bir sonraki nesle aktarabilme hakları, (2) erkeklere ve kadınlara muamele ve (3) yetim çocukların vakıfları meselelerini sorgular. Bkz.: Yitzhak Reiter, “Family Waqf Entitlements in British Palestine (1917-1948)”, Islamic Law and Society, 1995, c. II, sy. 2, s. 174-194. Shaham, belirtilen dönem içince aile hukukunun kadılar ve mahkemeler tarafından uygulanışı konusunu çalışır. Bkz.: Ron Shaham, “Judicial Divorce at the Wife’s Initiative: The Sharia Courts of Egypt, 1920-1925”, Islamic Law and Society, 1994, c. I, sy. 2, s. 217-57; a.mlf., “Custom, Islamic Law and Statutory Legislation: Marriage Registration and Minimum Age at Marriage in the Egyptian Shari’a Courts”, Islamic Law and Society, 1995, c. II, sy. 3, s. 258282; a.mlf., Family and the Courts in Modern Egypt: A Study Based on Decisions by the Shari‘a Courts, 1900-1955, Leiden, 1997. El Alami, İslam hukukunun Mısır ve Fas ortamında uygulanışını inceler. Bkz.: Dawoud El Alami, The Marriage Contract in Islamic Law in the Shari’ah and Personal Status Laws of Egypt and Morocco, Londra, 1992. Charrad, devletin oluşumu ile aile hukuku arasındaki bağlantıları inceler. Bkz.: Mounira Charrad, States and Women’s Rights, The Making of Postcolonial Tunisia, Algeria and Morocco, California, 2001. 46 Amira Sonbol, “Rape and Law in Ottoman and Modern Egypt”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 14-232. Kadıların ve müftülerin cinsiyete dayalı farklılıkları yumuşatmadaki rolleri için bkz.: Judith Tucker, In the House of Law.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
591
Evlilik ile ilgili çalışmasında Sonbol, Mısırda XIX. yüzyıl öncesi ve modernleşme sonrası hukuk sistemine bakarak, kızların ve genç kadınların, kimlerle evlenebileceğine kimler tarafından karar verildiği sorusu üstünde durur. Sonbol, XIX. yüzyıl öncesinde Mısır’daki karmaşık hukukî yapının, çoğu zaman kadınların lehine dönüşebilecek bir esnekliğe sahip olduğunu belirtir ve hukukun homojen bir karaktere dönüşmesin babaların ve erkek gücünün pekişmesine neden olduğunu belirtir.47 Amira Sonbol, aynı kitap içinde yer alan diğer bir makalesinde kadınların boşanma meselesini yine, XIX. ve XX. yüzyıl mukayesesi yaparak inceler. XIX. yüzyılda kadınların, mahkemede fiziksel zarar ve maddi imkanların yokluğu gibi nedenlerle boşanmak için kadının huzuruna çıktıklarını ve genelde olumlu netice aldıklarını dile getiren Sonbol, XX. yüzyıla gelindiğinde, mahkemelerin her türlü şart altında kadınların itaati konusunda daha ısrarlı olduklarını dile getirir.48 Vasilik meselesi, aile hukuku kapsamına giren diğer bir konudur. Bu konuda yapılan çalışmalar, kadınların vasilik konusunda zannedildiği kadar dezavantajlı olmadığının vurgulanması şeklindedir. Örneğin Tucker, makalesinde, Osmanlı döneminde ve İslam hukukunda boşanma, tekrar evlilik veya ölüm gibi nedenlerle evliliğin neticelenmesi üzerine çocukların durumun ne olacağı konusunu irdeler.49 Fetvaları ve sicilleri kullanarak kadıların ve müftülerin, ebeveynlerin -ayrılık sonrasında- çocuklarına karşı sorumluluklarını nasıl belirlediğini görmeye çalışır. İslam hukukuna göre çocuklar küçükken çocukların vasiliğini anneler yapabilirlerken, çocukların yetişmiş oldukları dönemlerde bu iş için babalar daha uygun görülmektedir. Fakat Tucker, çocuk vasiliği ile ilgili konuda mahkemeden çıkan kararlara bakarak mahkemenin çocukların menfaati söz konusu olduğunda anneliğin sınırlarında değişiklik yapabildiklerini belirtir.50 Benzer şekilde Margaret Meriwether, Halep sicillerine bakarak ölüm veya boşanma sonrası baba tarafının vasi olmasını destekleyen sisteme rağmen, çoğu zaman kadınların ve özellikle de annelerin vasi olduğu gerçeğini vurgular ve cinsiyetten ziyade yakınlığın vasi tayininde etkili olduğunu belirtir.51 Tucker ve Meriwether, kadıların, mevcut hukuku, kadınların lehine karar 47 Amira Sonbol, “Adults and Minors in Ottoman Shari‘a Courts and Modern Law”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 236-259. 48 Amira Sonbol, “Law and Gender Violence in Ottoman and Modern Egypt”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 277-290. 49 Judith Tucker, “The Fullness of Affection: Mothering in the Islamic Law of Ottoman Syria and Palestine”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 232-253. 50 Tucker, benzer görüşleri kitabında detaylı olarak örneklendirir. Bkz.: In the House of Law, s. 101-115. 51 Margaret Meriwether, “The Rights of Children and the Responsibilities of Women: Women as Wasis in Ottoman Aleppo, 1770-1840”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 219-236.
592
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
verecek ve kadınların pozisyonunu güçlendirecek şekilde tekrar değerlendirdiklerini belirtirler.52 B. Kadınların Adalet Arayışı Kadınların haklarının bilincinde olduğu, hukuk sistemine başvurarak kendi ve aile bireylerinin haklarını aradıkları ve İslam hukukunun kadınların haklarını korudukları gerçeği, özellikle Jennings’den bu yana dile getirilen bir mesele idi. Bu konuda mevcut çalışmalar kadınların aile ve toplum içindeki statülerini ve cinsiyetler arası ilişkileri anlamak üzere hazırlanmıştır. Örneğin Seng, kadınların mahkemeye sıkça müracatlarının ne anlama gelebileceği meselesi üstünde durur.53 Seng kadınların mahkemeleri kullanmasına bakarak, Osmanlı kadınının statüsü, örtünme ve güç ilişkileri gibi konularda tespitlerde bulunur. Kadının örtünmesinin ve evde oturmasının ideal davranış biçimleri olduğu bir dönemde, kadınların mahkemeyi sıkça kullanmaları birbirine zıt görünür. Seng, bu durumu kadının erkek egemen hukukî ve sosyal yapıyı tekrar gözden geçirme girişimi olarak değerlendirir. Aile içinde veya yakınlar arasında çözülemeyen meseleler, kadın tarafından mahkemeye aktarılır ve böylece kadınlar mahkemenin de desteğini alarak kendi pozisyonlarını ortaya koyar. Sicillerin yanı sıra diğer bazı kaynaklar da Osmanlı kadınının adalet aramasına dair bazı bilgiler verir. Taşradan merkezî idareye ulaşan şikayetlere verilen cevapları ihtiva eden Vilayet ahkam defterlerini kullanan Suraiya Faroqhi, XVIXVII. yüzyılda Kayseri’de gerçekleşen bir cinayet hadisesi üstünde durur.54 Bu olayın özelliği; hem kurbanın, hem de suçlanan kişinin kadın olmasıdır. Faroqhi’nin üzerinde çalıştığı gayrimüslim kadın karakterler, ailelerinin menfaatlerini korumak için yerel mahkemeyi aşıp meseleyi resmi bir yol ile İstanbul’a taşıyacak kadar cesaret göstermektedirler. Faroqhi, makalesinde, kadın ve hukuk ilişkisine bakarak, taşradaki kadınların hareket alanlarını ve toplum ve aile içindeki rollerini ve sahip oldukları gücü anlamaya çalışmaktadır. Faroqhi, Vilayet ahkam defterlerini kullanarak hazırladığı diğer bir makalesinde, benzer örnekler sunarak kadınların, aile üyelerinin menfaatlerini koru52 Tucker, kitabında, özellikle bu son nokta üzerinde durur ve evlilik, boşanma, vasilik gibi konularda kadıların ve müftülerin inisiyatiflerini göstermeye çalışır. Bkz.: In the House of Law, s. 1-37. 53 Yvonne Seng. “Standing at the Gates of Justice: Women in the Law Courts of Early-Sixteenth-Century Üsküdar, Istanbul”, Contested States, Law, Hegemony and Resistance, Mindie Lazarus-Black ve Susan Hirsch, (eds.), New York, 1994, s. 184-206. 54 Suraiya Faroqhi, “Crime, Women and Wealth in the Eighteenth Century Anatolian Countryside”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 628.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
593
mak üzere gösterdikleri gayreti aktarır.55 Faroqhi, kadınların erkek akrabalarının desteği olmadan, aile üyelerinin haklarını gerek mahkemede, gerekse bürokratlar yolu ile İstanbul’da temsil edebildiklerini gösterir. Fariba Zarinebaf-Shahr, makalesinde, sicillere ilaveten başka bir hukukî kaynak olan şikayet defterlerini kullanarak kadınların adalet aramaları meselesi üstünde durur.56 Yazar, Jennings’den beri vurgulanan ‘kadınlar, haklarının bilincinde idiler’ gerçeğini bir kez daha vurgular ve hatta kadınların adalet aramak için kadı mahkemelerinden memnun kalmadıklarında Divan-ı Hümayuna başvurduklarını belirtir. Osmanlı kadınının, mahkemelerin hukukî işlemlerinde aktif olarak yer aldığı gerçeğini tekrarlar ve Mısır ve Şam’da yaşayan kadınların bile karşılaştıkları meseleleri ve idarecilerin yanlış uygulamalarını sultana nasıl şikayet ettiklerini konu edinir. Shahr, alternatif bir kaynak olan şikayet defterleri kullanarak kadınların sosyo-ekonomik pozisyonlarını güçlendirmek adına mevcut hukukî sınırları ne derece kontrol ettiklerini göstermeye çalışır. Yazar ayrıca şikayet defterlerinde bulunan problemleri ve neticeleri değerlendirerek kadınların aile ve toplum içindeki sosyal, ekonomik ve hukukî haklarını ve pozisyonlarını anlamaya çalışır. XVIII. yüzyılda şikayet defterlerini inceleyen Shahr, bu dönemde Osmanlı kadınının Divan-ı Hümayun’da önemli bir hukukî pozisyon elde ettiklerini ve aynı dönemde kadınların hukukî hakları konusunda daha da bilinçlendiklerini belirtir. Shahr, bu durumun, XVII. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı kadınına hukukî ve resmî otoritelerle muhatap olma şansını verdiğini belirtir. Yazar, makalesinde, kadınların Divan-ı Hümayun’a ilettikleri şikayetlerin mahiyeti hakkında, hangi oranlarda ve hangi şehirlerden gelindiği vb. gibi istatistiki bilgi verir. Adalet dağıtma ve özellikle kadınlara karşı yapılan hukukî haksızlıkları düzeltmede mahkemelerin ve divan’ın rollerini mukayese eder. Kadınlar evlilik, boşanma, vasilik, miras ve mal transferi gibi konularda haklarını çiğneyen kadı, memurlar ve diğer aile bireylerini şikayet ederler.57 Shahr’ın verdiği bir örnekte, annesi tarafından intikal eden malına babası tarafından el konan Afife, Divan’a şikayette bulunmaktadır. 55 Suraiya Faroqhi, “Women as Representatives, Defending the interests of Ottoman Families in the mid-Eighteenth Century”, Stories of Men and Women, İstanbul, 2002, s. 179-195. 56 Fariba Zarinebaf-Shahr, “Ottoman Women and the Tradition of Seeking Justice in the Eighteenth Century”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 253-264. 57 Fariba Zarinabef-Shahr, diğer bir makalesinde, aynı şekilde kadınların davacı olarak XVII. yüzyılda Divan mahkemesine başvurmalarını anlatır. Shahr, kadınların erkeklere oranlar az ama yine de küçünsenmeyecek sıklıkta mahkemeye başvurduklarını belirtir. Yazara göre özellikle dul ve yetim kadınlar, kadılar meseleye çözüm bulamadıklarında ve idareciler ve akrabaları tarafından suistimal edildiklerinde en son çare olarak Divan’a başvururlardı. Fariba Zarinebaf-Shahr, “Women, Law, and Imperial Justice in the Ottoman Istanbul in the Late Seventeenth Century”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 81-95.
594
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
C. Kadın ve Vakıf İlişkisi Hukuk kaynaklarına dayalı Osmanlı kadını hakkında yapılan diğer bir çalışmanın konusu vakıflardır. Osmanlı’da vakıflar üzerine yapılan araştırmalar bir şekilde kadınları da meseleye dahil eder. Bu tür çalışmalar genellikle sicillerde mevcut bilgilerin gün ışığına çıkarılması şeklindedir. Sicillere bakarak kadınların da vakıf kurdukları gerçeğini tekrarlar ve metinlerin istatistikî değerlendirmesini yaparak, çalışmanın konusu olan dönemde ve coğrafyada vakıf kuran kadınların oranları, mensup oldukları aileler, vakıfların türleri gibi konularda bilgi verirler. Bu tür çalışmalar, sicillerdeki veya vakıflarla ilgili resmî kaynaklardaki mevcut bilgilerin gün ışığına çıkarılması şeklindedir. Bu çalışmalarda herhangi bir sorunun temel alınarak açıklanmasına veya kaynaklarda yazmayanı görebilme gibi bir yaklaşıma nadiren yer verilmektedir.58 Vakıf müessesesi üstünde duran ve kadınları dolaylı olarak meseleye dahil eden diğer bir çalışma, vakfiyeleri kullanarak insanların kendilerine tanınan miras intikali, vasiyet gibi hakları neden kullanmayıp aile vakıfları kurdukları meselesi üstünde durur. Hasan Yüksel’in vurguladığı gibi, mallarının beytü’lmale gitmesini engellemek, müsadereden kaçmak ve şer‘î miras hukukunu istedikleri gibi değiştirmek ve kız çocuklarına eşit hisse vermek için böyle bir yola başvurdukları sıklıkla ifade edilir.59 Bunun dışında vakıf meselesi üstünde duran çalışmalardaki genel temayül, kadın ve vakıf ilişkisini inceleyerek kadınların sosyo-ekonomik ve hukukî statülerini ve cinsiyetler arası ilişkileri anlamaya yöneliktir. Osmanlı kadını ve vakıf ilişkisini inceleyen yabancı dilde yayımlanan makalelerde, Osmanlı kadınlarının vakıf kurucusu olarak oynadıkları role değinilmektedir.60 Vakıf müessesi ile mal arasında, hukukî ve iktisadî ilişkinin mevcut olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, kadın ve vakıf meselesi, Osmanlı kadının mal mülk ile olan ilişkisi açısından değerlendirilir. Bu çalışmaların çoğu, kadınların vakıf kurmalarını, vakıflardan istifade etmelerini ve herhangi bir müdahale söz konusu olduğunda mahkemeye başvurarak haklarını aramalarını, kadınların sahip oldukları malları koruma gayretleri ile açıklar ve dolayısıyla kadınların zannedildiğinden 58 Yakup Tuncer, Mahkeme Sicillerine Göre XV. Yüzyıl Bursa Vakıfları, Bursa, 1992. 59 Hasan Yüksel, “Vakfiyelere Göre Osmanlı Toplumunda Aile”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. II, s. 468-503. 60 Suraiya Faroqhi, Men of Modest Substance: House Owners and House Property in Seventeenth Century Ankara and Kayseri, Cambridge, 1987, s. 95-99; Haim Gerber, “Social and Economic Position of Women in an Ottoman City, Bursa, 1600-1700”, IJMES, 1980, sy. 12, s. 238; a.mlf., “The Waqf Institution in Early Ottoman Edirne”, Asian and African Studies, 1983, sy. 17, s. 37; Ronald Jennings, “Women in Early 17th Century Ottoman Judicial Records: The Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, 1975, sy. 18, s. 105-107; Abraham Marcus, The Middle East on the Eve of Modernity, New York, 1989, s. 210-11; Judith Tucker, Women in Nineteenth Century Egypt, s. 95-96.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
595
daha fazla ekonomik güce sahip olduğu vurgulanır.61 Kaynaklarda görülen kadınların ekonomik aktiviteleri, genel kanı olan kadınların ekonomik güce ve özerkliğe sahip olmadıkları, erkeklere bağlı oldukları ve evden dışarı çıkmadıkları fikrine aykırı bir fikirdir. Ayrıca mahkemelerin kadınların hukukî haklarını koruduğu ve ekonomik aktivitelerini desteklediği fikri de vurgulanır. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Halep’te kadın ve vakıf ilişkisini inceleyen Margaret Meriwether, Gabriel Baer’in XVI. yüzyıl İstanbul vakıfları üzerine yapmış olduğu değerlendirmeleri Halep ile mukayese eder.62 Barkan ve Ayverdi’nin çalışmalarından seçtiği beş yüz vakfa dayanarak kadın ve vakıf ilişkisi üzerinde duran Gabriel Baer’in çalışması bu konudaki ilk örneklerdendir.63 Kadınların İstanbul’da XVI. yüzyılda vakıf kuranların üçte birini oluşturduklarını, vakıfları yönettiklerini ve vakıflardan istifade ettiklerini belirtir.64 Kadınların kurmuş oldukları vakıfları erkekler tarafından kurulan vakıflarla kıyaslayan Baer, birinci tür vakıfların daha küçük ölçekli ve türlerinin farklı olduğunu belirtir. Kadınların erkeklere kıyasla daha nadir vakıfları kontrol ettiklerini ve böylece miras veya diğer başka yollarla kadına düşen malların zaman içinde vakıf yolu ile erkeklerin ellerine geçtiği sonucuna varır. Baer, dolayısıyla, vakıfların kadınların ekonomik durumunu uzun vadede zayıflattığını belirtir.65 Meriwether vakfiyeleri ve sicilleri kullanarak Halep’te kadın ve vakıf ilişkisini, vakıf kurucu kadınlar, vakıflardan istifade edenler ve vakıf mütevellileri gibi başlıklar altında incelemeye çalışır. İstatistiğe dayalı analiz yapan Meriwether, kadınların bu dönemde ne tür vakıflar kurduklarını ve bunların büyüklüğünü 61 Hanedana mensup kadınların kurdukları vakıflar hakkındaki çalışmalar için bkz.: Leslie Peirce, Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, New York, 1993; a.mlf., “Gender and Sexual Propriety in Ottoman Royal Women’s Patronage”, Women, Patronage, and Self-Representation in Islamic Societies, Fairchild Ruggles, (ed.), New York, 2000; Amy Singer, Constructing Ottoman Beneficience: An Imperial Soup Kitchen in Jerusalem, New York, 2002. 62 Margaret Meriwether, “Women and Waqf Revisited: The Case of Aleppo, 1770-1840”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 128-153 ve a.mlf., The Kin Who Count: Family and Society in Ottoman Aleppo 1770-1840, s. 69-111. Meriwether kitabında kadınların vakıf kurmalarının ve idare etmelerinin aile içindeki pozisyonlarını ve aile ilişkilerini etkilediği belirtir. 63 Gabriel Baer, “Women and Waqf: An Analysis of the Istanbul Tahrir of 1546”, Asian and African Studies, 1983, sy. 17, s. 9-27. Vakıf konusunda Ömer Lütfi Barkan ve Ekrem Hakkı Ayverdi’nin İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri adlı çalışmaları geniş kapsamlı istatistikî analize dayalı ilk çalışmalardandır. Tahrir defterlerinde kaydedilen bütün vakıfların kurucularının isimlerini, kârlarını, gelirlerini ve harcamalarını, vakıfdan istifade edenlerin ve vakfı idare edenlerin isimlerini kaydederler. Ömer Lütfi Barkan ve Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli, İstanbul, 1970. 64 Edirne tahrir defterlerine dayanarak Edirne vakıfları üzerinde çalışan Haim Garber, vakıfların beşte birinin kadınlar tarafından kurulduğunu belirtir. Bkz.: Haim Gerber, “The Waqf Institution in Early Ottoman Edirne”, s. 29-45. 65 Baer, “Women and Waqf”, s. 11-13.
596
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
inceler. Ayrıca da, erkek vakıfları ile kıyaslamalar yapar. Meriwether, Baer’in vakıfların kadınların ekonomik pozisyonunun zaman içinde zayıflattığı şeklindeki görüşünün aksine, Halep’te kadınların vakıf kurması, finans ile ilgili meseleleri idare etmeleri, vekil kullanmayıp bizzat kendilerinin mütevelli olmaları ve diğer kadınları vakıflarından istifade edici olarak seçmelerinden dolayı, Halep’te vakıfların kadınların ekonomik gücünü artırdığı neticesine ulaşır. Kadınların erkeklere boyun eğmesini gerektiren bir sistemde kadınların nadiren kocalarını kendi vakıflarından istifade ettirdiklerini belirtir. Ancak kadınların mal sahibi olmalarının ve vakıfları idare etmelerinin, toplum yapısının pederşahî olduğu ve vakıfların çoğunun erkekler tarafından idare edildiği gerçeğini değiştirmediğini de vurgular. Benzer şekilde Mary Ann Fay, cinsiyete dayalı bir bakış açısı benimsediği için kadınların ekonomik aktivitelerini, Mısır’ın ekonomisi içinde ve hatta erkeklerin –özellikle de tüccarların- ekonomik faaliyetlerini göz önünde bulundurarak değerlendirir. Kadınların vakıflarını erkeklerin vakıfları ile mukayese ederek, kadınların mallarının korunması ve işletilmesi konusunda oldukça bilinçli olduklarını, dönemin ekonomik şartlarından haberdar olduklarını ve gelir getirecek şekilde yatırım yaptıklarını belirtir.66 Mary Ann Fay, XVIII. yüzyıl Mısırında vakıf ve kadın ilişkisini incelediği diğer bir makalesinde, vakfiyeler gibi önemli bir hukuk kaynağını kullanarak Mısır’daki Memluk hanedanına mensup elit kadınların sosyal, ekonomik ve politik rolünü ve gücünü anlamaya çalışır.67 Yazar, Mısır’ın Osmanlı dönemi üzerine çalışanların kadınları ihmal ettiğine değinirken, kadınların da sistemin ve Memluk hanesinin bir parçası olduğu gerçeğini de vurgular. Fay o dönemde yaşamış Memluk elit kadınının tecrübesini anlamak için kadınların tecrübelerini tek başına erkeklerden ayrı olarak değerlendirmenin sağlıklı olmadığını savunan cinsiyete dayalı perspektifi benimser ve böyle bir görüşü benimsemenin, kadınları tarihî süreç içinde daha iyi anlayabilmemize vesile olduğunu belirtir. Cinsiyete dayalı bir teori, kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi ele aldığı için Memluk sisteminin sadece erkek bakış açısından görülmesini engeller ve özellikle Memluk politikasının tam olarak anlaşılmasına önemli katkı sağlar. O dönemde kadınların sahip oldukları ekonomik gücün ve hakların ve hane içinde evlilik ve cariyelik yolu ile geliştirilen ilişkilerin, kadınları politika alanında güçlü kıldığını belirtir. Ona göre Memluk sisteminde ölen amirin yerine geçen ki66 Mary Ann Fay, “The Ties That Bound: Women and Households in Eighteenth Century Egypt”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 155-173. Yazar, bu dönemde kurulan vakıfların yüzde 25’inin kadınlar tarafından kurulduğunu belirtir. Fay, vakfiyelere bakarak kadınların kimlerle ve ne türden vakıflar kurduklarını yazar. 67 Mary Ann Fay, “Women and Waqf: Property, Power and the Domain of Gender in Eighteenth Century Egypt”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 28-48.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
597
şinin, amirin dul karısı ile evlenme alışkanlığı ve ölen amirlerin miraslarının kadınlara devredilmesi ve kadınların bu mallar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olmaları nedenleriyle kadınlar Memluk hane yapısının devamında önemli role sahiptirler.68 D. Gayrimüslimler Osmanlı kadını hakkında yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde, gayrimüslim kadınları dahil etmemek mümkün değildir. Gayrimüslimler hakkında sicillere dayalı yapılan çalışmalar, bir şekilde, kadını da araştırma kapsamına dahil eder ve daha ziyade gayrimüslimlerin sosyo-ekonomik ve hukukî durumları üzerinde durur. Örneğin Jennings, makalesinde, zımmilerin Kayseri kadı mahkemelerini nasıl kullandıkları meselesini inceler.69 Jennings’in çalışması sicillerde zımmiler hakkında yer alan örneklerin belli konu başlıkları altında aktarılması şeklinde olup daha sonraki bir çok çalışmaya temel oluşturacak mahiyettedir. Jennings Müslüman kadınların mahkemeyi kullanmaları ile alakalı ulaştığı tespitleri zımmi kadınlar için de tekrarlar ve mahkemeye başvuran zımmilerin hukukî statüleri olduğunu ve haklarının korunduğunu belirtir. Mesela zımmi kadınlar aile hukuku ve vakıf kurulması ve idaresi ile alakalı meselelerde Müslüman kadınlar gibi mahkemeye başvururlar ve bu durumda İslam hukukunun ilkeleri benimsenir.70 Zımmi kadınların mahkemeye fetva ile geldiklerine, Divan-ı Hümayuna şikayette bulunduklarına ve zımmilerin zımmileri muhtelif konularda dava ettiklerine dair örnekler sunar.71 Zımmiler ve Müslümanlar arasında mal transferi olur, birbirlerine mal alıp satarlar.72 Ayrıca din değiştiren kadınlar kimi zaman bunu mahkemede kaydettirirler veya din değiştirdikten sonra karşılaşılan problemler ile ilgili olarak mahkemeye başvururlar.73 Jennings, çalışmasında, Müslüman ve zımmilerin mahkemeyi kullanmaları ile ilgili birtakım mukayeseler yapar. XVII. yüzyıl Kayseri sicillerinin değerlendirmesini yapan Jennings, zaman içinde Müslüman kadınlarda olduğu gibi, mahkemeye başvuran zımmi kadınların sayısında da bir artış olduğunu belirtir.74 Ayrıca Jennings, sicillerde yer alan bilgilerden, zımmilerin yaşamlarına dair bilgilere ulaşır. Zımmilerin Müslümanlar ile aynı mahallede yaşadıklarını, ev alıp sattıklarını belirtir. 68 Fay, diğer bir makalesinde Memlük kadınlarının vakıf yoluyla sahip oldukları ekonomik gücün politik güce tesirini gösterir. Mary Ann Fay, “Women and Waqf: Toward a Reconsideration of Women’s Place in the Mamluk Household”, IJMES, 1997, sy. 29, s.33-51. 69 Ronald Jennings, “Zımmis (Non-Muslims) in Early 17th Century Ottoman Judicial Records, The Sharia Court of Anatolian Kayseri”, JESHO, 1978, c. XXI, sy. 3, s. 347-412. 70 A.g.m., s. 393 vd. 71 A.g.m., s. 380-388. 72 A.g.m., s. 365-369. 73 A.g.m., s. 361-362. 74 A.g.m., s. 370.
598
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Zaman içinde sicillere dayalı hazırlanan bir çok çalışma, zımmi statüsündeki gayrimüslimlerin hayatını inşa etmek üzere yazılmıştır. Bu çalışmalar dolaylı olarak gayrimüslim kadınları da meseleye dahil eder. Nitekim Amnon Cohen ve Simon Elishava, Kudüs sicillerini kullanarak XVI. yüzyılda Kudüs’te yaşayan Yahudilerin yaşamını bir çok açıdan değerlendirirler.75 Yavuz Ercan siciller, şikayet defterleri, ahkam defterleri ve diğer zengin arşiv kaynaklarından istifade ederek hazırladığı çalışmasında, gayrimüslimlerin sosyal, ekonomik ve hukukî durumunu geniş bir dönem çerçevesinde anlamaya çalışır.76 “Osmanlı İmparatorluğu’nda Zımmilik Durumunun Hukukî Esasları” başlıklı bölümde, zımmi kadınlar ile ilgili meseleler bulunmaktadır.77 Ercan, gayrimüslimlerin hukukî durumları ile alakalı konuları daha geniş bir döneme ait zengin arşiv belgeleri kullanarak geniş bir perspektiften incelemiştir. Ayrca, Jennings’in yaptığı gibi, sadece gayrimüslimlerin kadı mahkemelerini nasıl kullandıkları ile ilgilenmediği ve gayrimüslim cemaatlerine ait defterlerden de istifade ettiği için örneğin aile hukuku gibi bir konuyu daha geniş bir açıdan görebilmiştir.78 Ercan’ın kimi durumlarda gayrimüslim cemaatlerinin hukuku ile sicillere yansıdığı kadarıyla İslam hukukunun hükümlerini mukayeseli olarak sunması, gayrimüslimlerin kadı mahkemelerini kullanma tercihleri hakkında da fikir verir.79 Najwa al-Qattan, Şam sicillerini kullanarak gayrimüslimler hakkında metin analizine dayalı orijinal bir çalışma yapmıştır. Şam sicillerinde gayrimüslimler 75 Amnon Cohen ve Simon Elisheva, Jews in the Muslim Religious Court: Society, Economy and Communal Organization in the Sixteenth Century, Documents from Ottoman Jerusalem, New York, 1993. Amnon Cohen’in gayrimüslimler üzerine muhtelif çalışmaları mevcuttur. Bkz.: A. Cohen, Ottoman Documents on the Jewish Community of Jerusalem in the Sixteenth Century, Kudüs, 1976; a.mlf., “On the Realities of the Millet System, Jerusalem in the Sixteenth Century”, Christians and Jews in the Ottoman Empire, B. Braude ve B. Lewis, (eds.), New York, c. II, s. 7-17; a.mlf., Jewish Life Under Islam-Jerusalem in the Sixteenth Century, Cambridge, 1984; a.mlf., Economic Life in Ottoman Jerusalem, Cambridge, 1989. Ayrıca bkz.: Fatma Müge Göçek, “Ottoman Archival Information on Jews, The Inheritance Register of the Chief Rabbi of Galata (1770)”, The Jews of the Ottoman Empire, Princeton, 1994, s. 705-716. 76 Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları, Ankara, 2001. 77 A.g.e., s. 173-250. 78 A.g.e., s. 203-206. 79 Benzer şekilde Gülnihal Bozkurt da, 1839-1914 dönemleri arasında gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının hukukî durumu incelediği çalışmasında, dönemin siyasî gelişmeleri ışığında gayrimüslimlerin statülerindeki değişimleri aktarır. Reform öncesi dönemi kapsayan bölümde, aile hukuku, miras hukuku ve ceza hukuku, ikametleri ve giyimleri gibi kadınları da ilgilendiren konu başlıkları altında gayrimüslümlerin hukukî statülerini incelemiştir. Bkz.: Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839-1914), Ankara, 1989.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
599
ve kadınlar için kullanılan ifadelere bakar ve Şam toplumundaki statülerini anlamaya çalışır. Evlilik, boşanma, mal satışı ve kiralanması ve başka meselelerin çözümü için kullanılan mahkemelerin, Müslümanlar kadar Şam’da yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından da kullanıldığını belirtir. Al-Qattan, sicillere yansıdığı kadarıyla mahkemede kadın ve zımmi olmanın bir dezavantaj olarak görülmediğini, örneğin Müslüman kadınlar için kullanılan saygı ifadelerinin gayrimüslim kadınlar için kullanılmadığını belirtir.80 Al-Qattan, sicillerde zımmi erkek ve zımmi kadın için kullanılan ifadelerin birbirinden farklı olmadığını vurgular. Dikkatli incelendiğinde, sicillerde, dine dayalı farklılığın cinsiyete dayalı farklılıktan daha yoğun bir şekilde vurgulandığını belirtir.81 E. Aile Tarihi Çalışmaları Son dönemlerde giderek sayısı artmaya başlayan aile tarihi çalışmaları, hukuk kaynaklarına dayalı Osmanlı kadını hakkında yapılan çalışmaların bir parçası mahiyetindedir. Bu çalışmaların asıl vurguları kadın olmamakla birlikte, ailenin bir parçası olması nedeniyle kadınlar da meseleye dahil edilmektedir. Osmanlı’da aile üstüne yabancı dilde yapılan çalışmalar, genelde, aile yapılarının incelenmesi neticesinde, aile ilişkilerini, cinsiyetler arası ilişkileri ve kadının aile içindeki yerini, pederşahî aile yapısı perspektifinden bakarak anlamaya yöneliktir. Genelde aile yapısı ne derece pederşahî ise kadının aile içinde o derece erkeğe bağımlı ve erkeğin idaresi altında olduğuna inanılır. Kadınların erkeklere bağımlı olduğu fikri genelde kabul edilmesine rağmen, kadınların da aile içinde azda olsa güce ve otoriteye sahip olduğuna inanılır.82 Osmanlı İmparatorluğunda aile üstüne yapılan çalışmalar, tek model bir aile yapısından bahsetmenin yanlış olduğu fikri ile başlar. Aile yapısının farklı bölgelerde ve farklı zamanlarda değişiklikler gösterdikleri belirtilir. Judith Tucker, Arap ailesinin birbirinin aynı ve değişmez olduğunu iddia eden Batılı görüşü reddeder ve sicillerde yer alan nikah akidlerinin detaylarını inceleyerek 80 Najwa al-Qattan, “Textual Differentiation in the Damascus Sijill, Religious Discrimination or Politics of Gender”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 191-202. 81 Benzer şekilde Galata sicillerini inceleyen Fatma Müge Göçek ve Mark Baer, mahkemede Müslümanlar ve gayrimüslimler için kullanılan dilin ve benimsenen tavrın birbirinden farklı olduğunu belirtirler. Bkz.: Fatma Müge Göçek ve Mark Baer, “Social Boundaries of Ottoman Women’s Experience in Eighteenth Century Galata Court Records”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 48-66. 82 Bu çalışmaların bir kısmı, kendilerine referans olarak Deniz Kandiyoti’nin çalışmasını alırlar. Bkz.: Deniz Kandiyoti, “Islam and Patriarchy: A Comparative Perspective”, Women in Middle Eastern History, Nikki Keddie ve B. Baron, (eds.), New York, 1991, s. 23-45. Kandiyoti aile içindeki cinsiyet ilişkilerinin belirlenmesinde aile yapılarının belirleyici rol oynadığını belirtir. Pederşahî aile yapısının erkeklerin hakimiyeti ve kadınların erkekler tarafından idare edilmesi ile neticelendiği belirtilir. Fakat Kandiyoti, kadınların geliştirdikleri birtakım mekanizmalarla aile içindeki güçlerini ve hareket alanlarını artırdıklarını belirtir.
600
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Arap ailesine atfedilen özellikleri test eder.83 Tucker, Arap ailelerine atfedilen özellikleri şöyle sıralar: Evlilik kararları eşler arasında değil, ailelerin öncelikleri düşünülerek verilir. Namus meselesine çok önem verildiği için bu durum, erken evlilikler ve akraba evlilikleri ile neticelenir. Ayrıca Arap ve Müslüman ailelerinde kadın güçsüzdür ve erkeğin egemenliği ve kontrolü altındadır. Tucker, farklı sınıflara mensup insanların farklı aile yapılarına sahip olduğunu belirtir. Alt sınıfa mensup aile yapılarındaki kadınların bu özellikleri pek taşımadığı, evlilikte daha fazla söz sahibi olduğu, daha geç evlendiği, aile baskısını daha az hissettiği, mahkemede daha fazla yer aldığı ve daha fazla görünür olduğu belirtilir. Üst sınıf aile yapılarının yukarıda bahsedilen özelliklere daha fazla uymasına rağmen, kadınların ekonomik hayatı, politik güçleri düşünülecek olursa üst sınıf ailelerin de bu kritere tam olarak uymadığı görülür. Tucker, üst sınıf kadınının zannedildiği kadar erkeklerin kontrolü ve baskısı altında olmadığını, daha az görünür olmalarının kadınları güçsüz yapmadığını ve bir çok aktivitede bulunduklarını belirtir. Tucker, farklı sınıfların farklı sosyal, ekonomik ve politik ortamlarda bulunduklarını ve bu durumun farklı aile yapıları ve farklı cinsiyetler arası ilişkiler ile neticelendiğini belirtir. Tucker, diğer bir makalesinde, XVIII. ve XIX. yüzyıl Nablus sicillerini inceleyerek, pederşahî aile yapısının bu bölgede çok ciddi bir şekilde uygulanmadığını belirtir.84 Kadınların mehirlerini kontrol etmeleri ve kendi aile üyeleri ile devam eden ilişkileri, erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrolünü ve üstünlüğünü hafifletmiş olduğunu ifade eder. Benzer şekilde Iris Agmon da Filistin sicillerine dayanarak, farklı aile yapılarının farklı cinsiyetler arası ilişkiler doğurduğunu ve cinsiyet ilişkilerinin değişmez ve aynı olmayıp farklı zamanlarda ve farklı bölgelerde değişiklikler gösterdiğini belirtir.85 Aile ilişkilerini ve kadınların aile içindeki tecrübelerini görmek isteyen Agmon, kadınların sicillerde kaydedilen söylemlerinden yola çıkarak, kadınların pederşahî aile yapısının baskısından kurtulmak ve aile içindeki pozisyonlarını güçlendirmek için birtakım stratejiler geliştirdiklerini belirtir. Nelly Hanna, modernleşmenin daha pederşahî bir aile yapısına neden olduğu görüşünden yola çıkarak, hane yapılarının oluşumu ve işleyişi meselesi üstünde durur.86 Hanna, devlet ve aile arasındaki ilişkiyi göz önünde tutar ve 83 Judith Tucker, “The Arab Family in History ‘Otherness’ and the Study of the Family”, Arab Women, Old Boundaries New Frontiers, Judith Tucker, (ed.), Indiana, 1993. 84 Judith Tucker, “Ties That Bound. Women and Family in Eighteenth and Nineteenth Century Nablus”, Women in the Middle Eastern History, s. 233-254. Tucker’ın çalışması, sicillere dayalı kantitatif tarih yazımına örnek teşkil etmektedir. Tucker, 107 adet evlilik kaydını istatistikî bir incelemeye tabi tutarak çalışmasını hazırlamıştır. 85 Iris Agmon, “Women, Class, and Gender: Muslim Jaffa and Haifa at the Turn of the 20th Century”, IJMES, 1998, sy. 30, s. 477-500. 86 Nelly Hanna, “Marriage Among Merchant Families in Seventeenth Century Cairo”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 143-155.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
601
eğer XIX. ve XX. yüzyıllar pederşahî aile yapısının gelişmesine neden oldu ise devlet yapısının güçsüz olduğu XVII. yüzyılda durumun nasıl olduğu sorusu üstünde durur.87 Hanna pederşahî aile yapısının en yoğun hissedildiği iddia edilen üst sınıf tüccar aileleri üstünde durarak, XVII. yüzyılda Mısır’daki aile yapısını inceler. Hanna nikah akidlerinde yer alan şartlara bakarak aile yapısını ve kadının aile, hane ve toplum içindeki yerini görmeye çalışır ve zenginlik, yaş ve daha önceki evlilik tecrübesinin kadını ailede daha güçlü bir pozisyona getirdiğini savunur. Hanna netice olarak, pederşahî aile yapısına en yakın olması beklenen tüccar aileleri arasında dahi birden fazla model olabileceğini, bazıları pederşahî aile modeline daha yakın iken diğerlerinin bu düzeni kısmen kırdıklarını belirtir. Margaret Meriwether de, benzer şekilde, Halep sicillerinden yararlanarak ele aldığı ayan aileleri hakkındaki kitabında, ailenin sabit ve değişmez olduğu görüşünü reddeder ve aynı sınıf içinde dahi farklı aile yapılarının dolayısıyla farklı cinsiyetler arası ilişkilerin mevcut olabileceğini belirtir.88 Meriwether, Halep aile tarihini yazarken, ‘aile inşası’ ve ‘tarihsel etnografya’ adlı tekniklerden istifade eder. Birinci teknik ailenin büyüklüğünü tespit edip böylece hane yapısı, miras gibi detayları görmeye yardımcı olur iken ‘tarihsel etnografya’ tekniği, ailenin sınırlarını görmek için aile bireylerinin davranışlarını ve hareket alanlarını tespit etmeye yardımcı olur. Meriwether pederşahî aile yapısı modelini göz önünde bulundurarak, hane yapısı, miras, vakıf ve evlilik gibi farklı açılardan bakarak aile yapısı ve aile bireyleri arasındaki ilişkiyi görmeye çalışır. Örneğin, hane yapısını inceleyerek aynı evde ne kadar süre ile kimlerin yaşadığına bakar ve aile yapısını ve ilişkileri anlamaya çalışır. Yazar mevcut hane yapısının, kadının aile içindeki pozisyonu ve ailedeki cinsiyetler arası ilişkiler hakkında fikir verdiğini belirtir. Bazı durumlarda yaş hiyerarşisinin cinsiyete dayalı hiyerarşi kadar önemli olduğunu belirtip, aile içinde cinsiyetler arası ilişkilere farkı bir bakış açısı getirir.89 Kadınların ekonomik hayat ile olan bağlantılarının, örneğin kadınların vakıfları kontrol etmelerinin ve vakıf kaynaklarından istifade etmelerinin aile içindeki pozisyonlarını ve aile ilişkilerini etkilediğini belirtir.90 87 XIX. yüzyıl sonu XX. yüzyıl başında Mısır’da yaşayan orta ve üst sınıfa mensup kişilerin evlilik pratiklerini değerlendiren Beth Baron, değişen sosyal ve ekonomik şartların evlilik şekillerini değiştirdiğini belirtir. Pederşahî aile yapısından çiftlerin önceliklerine dayalı evlilik yapısına geçiş yaşandığını, evlilik yaşının yükseldiğini ve kadınların boşanmalarının kolaylaştığını belirtir. Baron evlilik ve boşanma meselelerinde yapılan reformlar öncesinde pederşahî aile yapısının çok daha yaygın olduğunu belirtir ve zaman içinde çiftlerin tercihine dayalı evlilik tipinin arttığını söyler. Beth Baron, “The Making and Breaking of Marital Bonds in Modern Egypt”, Women in the Middle Eastern History, s. 275-292. 88 Margaret Meriwether, The Kin Who Count. 89 A.g.e., s. 69-111. 90 A.g.e., s. 178-207.
602
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Son zamanlarda, Osmanlı şehir merkezlerinde yönetici grubun hane yapısını ve haneye mensup kadınların rollerini inceleyen çalışmaların sayısında bir artış gözlenmektedir. Jane Hathaway, Mısır’da yaşayan elit kadının hane içindeki rolünü ve fonksiyonlarını anlamaya çalışır ve bu kadınların askerî ve politik hanelerde ciddi otorite ve güce sahip olduğunu belirtir.91 Bu sistemde kadınlar evlilik ve cariyelik yolu ile askeri haneye dahil olurlar. Hathaway evlilikler neticesinde kadınların kocalarının yardımcıları olarak çalıştıklarını ve bazı kadınların kocalarının ölümünden sonra hanenin başı olduğunu belirtir. Bu hanelere mensup kadınlar iki hane arasında bağ kurdukları, kocalarının mallarını korudukları ve hanenin bir nevi başı gibi oldukları için bir otorite kaynağı gibi durmaktadırlar. Benzer şekilde Mary Ann Fay, Memluk hanesinin XVIII. yüzyıldaki politik sistemini ve elit kadınların bu sistem içindeki pozisyonunu ve rollerini anlamaya çalışır. Fay, hukukî bir kaynak olan vakfiye defterlerini kullanarak aile ve hane yapılarını inceler. Kadınların evlilik yolu ile sahip oldukları ekonomik güç ve kurdukları patronaj sistemi sayesinde politik sistemin bir parçası olduğunu belirtir. Amir ölünce yerine geçen kişinin, ölenin dul karısı ile evlenmek zorunda olması veya kadının dünyaya getirdiği erkek çocuğun babasının yerine geçmesi ve kadının ölen kocasının mallarına sahip olması gerçeği kadınların Memluk politik sisteminin devamında önemli rol oynamalarına ve söz sahibi olmalarına neden olmuştur.92 Yakın zamanda Beshara Doumani tarafından hazırlanan kitap, aile tarihi konusunda en son gelişmeleri ve yaklaşımları toparlayıcı mahiyettedir.93 Kitabın içindeki makaleler, “aile ve hane yapısı”, “aile ve mal”, “aile ve İslam hukuku” ve “yöntem olarak aile” adlı başlıklardan oluşur. Bu makaleler genel olarak kadın ile ilgilenmeyip aile kurumu üzerinde yoğunlaştığı ve tamamı Osmanlı dönemi ailesini ele almadığı için, bu çalışmada sadece Beshara Doumani ve Iris Agmon’ın makalelerinden bahsedilecektir. Beshara Doumani ve Iris Agmon aile bireyleri arasındaki tartışmaları kaydeden siciller üstünde durmakta94 ve aile bireylerinin ve mahkemelerin bu tür problemler ile nasıl başa çıktıklarını görmeye çalışmaktadırlar. Iris Agmon, metinlerin kritik bir okumasını yapar ve tarihçilerin okudukları metinlerin, sadece mahkemede geçenlerin bir özeti mahiyetinde olmasın91 Jane Hathaway, “Marriage Alliances Among the Military Household of Ottoman Egypt”, Annales Islamologiques, 1995, sy. 29, s. 133-149. 92 Mary Ann Fay, “The Ties That Bound”, s. 155-173. 93 Beshara Doumani, (ed.), Family History in the Middle East: Household, Property and Gender, New York, 2003. 94 Araştırmacılara göre aile içi tartışmalar genelde kadının kocasından nafaka talebi, aile üyeleri arasında miras bölüşümü ve vakıfların yasa dışı kullanımı ile alakalı görünmektedir.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
603
dan dolayı ortaya çıkabilecek problemler üstüne durur.95 Agmon, Hayfa sicillerinin Tanzimat dönemi sonrasına ait olanları içinden münasebetleri kötüye giden çiftler arasındaki davaları ele almıştır ve mahkemenin aile ilişkilerini düzenleme ve özellikle kadınlar için mümkün olan faaliyet alanlarını belirlemedeki rolünü belirtir. Agmon, bunu davacıların mahkeme prosedürleri ile nasıl başa çıktıklarına ve geliştirdikleri stratejilere bakarak anlamaya çalışır. Dolayısıyla hukuk ve kadın ilişkisini hem kişiler açısından, hem de mahkemeler açısından yakalamaya çalışır. Agmon’un bu çalışması doğrudan kadını ele almayıp aile üzerine yoğunlaşmış olsa da kadını yakından ilgilendirir. Agmon, liman şehirlerindeki şehirleşme koşullarının, özellikle alt ve orta-alt sınıf için geniş aile yapısını olumsuz etkilediğini belirtir. Ancak Agmon’a göre bu grup insan arasında mahkemede ailenin hukukî yapısı ile alakalı hadiseler, pederşahî aile yapısının güçlenmesine katkıda bulunmuş ve mahkemenin tavrı da bu gelişime destek olmuştur.96 Beshara Doumani aynı kitap içinde yer alan makalesinde, XVIII. ve XIX. yüzyılların başlarında Nablus ve Trablus sicillerine bakarak mahkeme ve aile ilişkisini inceler.97 Doumani’nin ulaştığı neticeye göre kadılar akrabalar arası ilişkileri düzenleyecek kıstasları belirler ve mahkemeler, aile ilişkilerinin ve hane yapılarının tekrar şekillenmesinde belirleyici bir alan olarak yer alır. Bakıldığında aile tarihi üstüne yapılan çalışmalarında iki eğilim görülmektedir. Birinci grup, yukarıda örnekleri verildiği gibi, daha ziyade aile ilişkileri ve cinsiyetler arası ilişkiler meselesi üstüne yoğunlaşırken, ikinci grup, hane yapıları ve oluşumları üstüne durur.98 İkinci grup çalışmalar, ilk grup kadar kadın meselesi ile doğrudan alakalı değildir. Örneğin Irini Renieri, sicilleri kullanarak XIX. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Hıristiyan cemaatlerin hane yapılarını inceler. Yazar, çalışmasını, geniş hane yapısının pederşahî aile yapısının işleyişine 95 Iris Agmon, “Text, Court and Family in Late Nineteenth Century Palestine”, Family History in the Middle East: Household, Property and Gender, Beshara Doumani, (ed.), New York, 2003, s. 201-229. Ayrıca bkz.: Iris Agmon, “The Family and the Ability to Nogotiate”, Islamic Law and Society, 1995, c. II, sy. 3, s. 320-340. 96 Nelly Hanna kadıların mahkemede verdikleri kararların kadınların aleyhine olan pederşahî aile yapısını zayıflatır mahiyette olduğunu belirtir. Bkz.: Nelly Hanna, “Marriage Among Merchant Families in Seventeenth Century Cairo”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 143-155. 97 Beshara Doumani, “Adjudicating Family: The Islamic Court and Disputes between Kin in Greater Syria, 1700-1860”, Family History in the Middle East: Household, Property and Gender, s. 173-201. 98 XX. yüzyıl İstanbul haneleri üzerine yapılan çalışmalara bir örnek için bkz.: Alan Duben ve Cem Behar, Istanbul Households, Marriage, Family and Fertility 1880-1940, Cambridge, 1991. Yazarlar, demografik tarihi yöntemlerini uygulayarak ve nüfus sayımlarını kullanarak, İstanbul’da ailenin tarihini yazmışlardır. XIX. yüzyıl İstanbul’unda ailenin küçük olduğunu, evlilik yaşının geç olduğunu ve aile planlamasının yaygın olduğunu belirtirler.
604
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
daha uygun olduğu görüşü üstüne kurar.99 Çalıştığı bölgede geniş aile yapılarının yaygın olduğunu ve evli çiftlerin erkeğin ailesi ile birlikte yaşamaları gibi pederşahî aile sisteminin özelliklerinin bu bölgede hüküm sürdüğünü vurgular. Kenneth Cuno’nun Mısır’ın taşralı ayan aileleri hakkındaki incelemesi de benzer nitelikte bir çalışmadır. Fetva kitaplarındaki miras hukuku ile alakalı hükümlere bakarak hane yapısını gözler önüne sermeye çalışır. Cuno, bu grubun XIX. yüzyılda ekonomik ve politik güçlerini artırmak için geniş aile yapılarını tercih ettiklerini100 ve mevcut hane yapısının kadının aile içindeki pozisyonu ve aile içindeki cinsiyetler arası ilişkiler hakkında fikir verdiğini belirtir. Türkçe yayımlanan bazı çalışmalar da benzer şekilde tereke defterlerini kullanarak Osmanlı ailesini demografik açıdan değerlendirirler.101 Bu çalışmalar, aile yapısı üzerine yoğunlaşmakla birlikte kaçınılmaz olarak kadın terekelerini de çalışma kapsamına dahil ederler. İstatistikî analize dayanan bu çalışmalar, ailenin nüfus yapısını görmek için mevcut bilgileri eş sayısı, çocuk sayısı, çocukların yaş ve cinsiyetleri gibi kriterler ışığında değerlendirmektedirler.102 Bu çalışmalar, İngilizce yayınlarda olduğu gibi mevcut verileri cinsiyetler arası ilişkileri veya kadınların aile içindeki pozisyonları gibi soruları anlamak için kullanmazlar. F. Tereke Kullanımına Dayalı Çalışmalar Hukuk kaynaklarına dayalı Osmanlı kadını hakkında yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde, terekelere dayalı çalışmalar ayrı bir grup oluşturur. Tereke defterlerine dayanan çalışmalar kadınların sosyal, kültürel, ekonomik ve özel yaşamları hakkında zengin bilgiler sunması açısından ayrı bir bölümde bahsedilmeye uygun görülmüştür. Tereke defterlerinin en tipik kullanımı, mevcut bilgilerin belli birtakım kategoriler altında sınıflandırılıp istatistikî olarak değerlendirilmesi şeklindedir. Bu çalışmaların bazıları doğrudan kadın üstüne olmamakla birlikte kadınları da araştırma kapsamına dahil etmektedirler. Tereke kayıtlarının sosyal ve ekonomik tarik için paha biçilmez bir değere sahip olduğunu ilk keşfeden ve bu 99 Irini Renieri, “Household Formation in 19th Century Anatolia: A Case Study of a Turkish Speaking Orthodox Christian Community”, IJMES, 2002, sy.34, s. 495-517. 100 Kenneth Cuno, “Joint Family Households and Rural Notables in Nineteenth Century Egypt”. IJMES, 1995, sy.25, s. 485-502. 101 Ömer Demirel, Adnan Gürbüz ve Muhittin Tuş, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, c. I, s. 97-161; Ömer Demirel, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, Belleten, c. LIV, sy. 211, s. 945961. Ayrıca dolaylı da olsa bkz.: Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul, 1988 ve Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, T.T.K. Belgeler, 1966, sy. 5-6, s. 1-472. 102 Çalışmalar, Osmanlı’da çok eşliliğin yaygın olmadığını, çocuk sayısının fazla olmadığını ve Osmanlı aile yapısının çekirdek aile tipinde olduğunu belirtirler.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
605
konuda örnek çalışmalar ortaya koyan Ömer Lütfi Barkan olmuştur.103 Hüseyin Özdeğer’in, terekeleri inceleyerek 1463-1640 yılları arasında Bursa halkının farklılıklarını ortaya koyduğu eseri benzer nitelikteki bir çalışmadır. Özdeğer, birinci bölümde, tereke sahiplerinin içtimaî, medenî ve ailevî durumlarını incelerken, ikinci bölümde tereke sahiplerinin eşyaları, gayri menkulleri, alacak ve borçları, sahip oldukları cariye sayıları ve servet durumları üstünde durur.104 Özdeğer, tereke sahiplerini, evli, dul, bekar, Müslüman, gayrimüslim, hür ve köle gibi başlıklar altında gruplandırarak istatistikî ölçümler yapar. Kimlerin kimlerle evlendiklerini, eş sayısı, çocuk sayısı ve çocukların cinsiyeti gibi aile ile alakalı bilgilere ulaşır. Erkeklerin ölüm oranlarının kadınlardan daha fazla olduğunu belirtir.105 Ayrıca Özdeğer tereke kayıtlarını tahrir defterleri ile paralel kullanarak ölen kişiler hakkında daha geniş bir bilgiye sahip olmuştur. Tereke defterleri üstüne benzer bir çalışma Said Öztürk tarafından yapılmıştır.106 Said Öztürk XVII. yüzyılda Askerî Kassam’a ait İstanbul tereke defterlerini incelediği çalışmasında, askerî sınıf mensuplarının sosyo-ekonomik konumlarını anlamaya çalışmıştır. Mevcut terekeleri, sahiplerinin cinsiyetlerine, medeni hallerine, varis sayısına, eş sayısına, çocuk sayısına, meslek gruplarına, vefat ediş, yer, tarih ve şekillerine, servet dağılımlarına göre teferruatlı ve istatistikî bir şekilde incelemiştir. Ayrıca Öztürk, serveti oluşturan mal gruplarını inceleyerek, askerî sınıf mensuplarının menkul ve gayri menkul mal tercihlerini ve sahip olunan bu malların birbirleri ile oranlarını görmeye çalışır.107 Öztürk bütün bu kriterleri kadın ve erkek için ayrı ayrı ve kimi zaman mukayeseli bir şekilde belirtmektedir. Örneğin kadınların servet miktarının erkeklere kıyasla daha az olduğunu, kadınlarda ziynet eşyası bulunurken erkeklerde silahın bulunduğu vs. gibi tespitlerde bulunur.108 Mehir ve nafaka bahsinde, Öztürk, kadınların mehir miktarlarını, düşük ve yüksek mehir sahibi kadınların özellikleri ve kimlerle evli oldukları gibi istatistikî değerlendirmeler yapar.109 Barkan, Özdeğer ve Öztürk’ün çalışmaları teferruatlı istatistikî çalışmalar niteliğinde olup mevcut neticelerin –örneğin tek eşlilik yaygındı, çocuk sayısı fazla değildi gibi- bir aktarımı şeklindedir. Diğer bazı tereke kaynaklı çalışmalar, terekeleri daha yaratıcı ve eleştirel bir gözle kullanarak belgede okunmayanı görme eğilimindedir. 103 Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659).” 104 Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri. 105 A.g.e., s. 19. 106 Said Öztürk, Askeri Kasssama Ait XVII. Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul, 1994. 107 A.g.e., s. 144-235. Öztürk, kadınların servetlerini oluşturan nakit, alacak ve diğer emtia ile borç, harcama ve net bakiyenin miktar ve oranını değerlendirmekte ve erkek ve kadınlar için mevcut verileri her bir grup için mukayese etmektedir. 108 A.g.e., s. 138-144. 109 A.g.e., s. 220-235.
606
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Örneğin Yvonne Seng, Üsküdar halkının günlük hayatını anlamak üzere Üsküdar sicillerinde yer alan terekeleri inceleyerek sosyo-ekonomik ilişkileri yakalamaya çalışır.110 Seng’in doktora çalışması, sicillerde yer alan hükümlerin transkripsiyonu ve sınıflandırılması şeklinde yapılan tez çalışmalarından farklılaşan ilk tezlerden biri olup, sicillerin ve özellikle terekelerin belli bir soru etrafında ve yaratıcı bir şekilde kullanılabileceğini gösteren ilk başarılı örneklerden biri gibi durmaktadır. Seng, günlük hayatı anlamak için, sosyal ilişkiler, mal sahipliği, ekonomik muameleler, sosyal statü, cinsiyet gibi belli bazı konularda değerlendirmelerde bulunur. İncelediği insanları, askerî sınıf, semtin sakinleri, seyyahlar ve kadınlar şeklinde farklı gruplara ayırır ve gruplar arası ilişkilere bakar. Tereke analizinin, kadınların günlük hayatlarına ilişkin olarak, sicil kayıtlarında bulunandan daha fazla bilgi içerdiğini belirtir. Kadınların diğer insanlar ile olan ilişkilerine, sosyal ve ekonomik pozisyonlarına bakan Seng, kadınların mahkemeye başvurmalarının bu sürece dahil olmalarını sağladığını belirtir. Terekelerde yer alan eşyalar, insanların maddî kültürleri, günlük yaşamları ve ekonomik durumları hakkında bilgi verir. Hangi eşyanın hangi gruba ait olduğu, bir toplumda zengin ve fakir olmanın anlamının ne olduğu veya ailenin kaç kişiden oluştuğu vb. gibi sorular terekelerin dikkatli analizleri neticesinde cevaplanabilir. Kadınları düşük gelirliler ve orta gelirliler diye iki sınıfa ayırır ve mukayese eder. Bu sınıflara mensup kadınların sahip oldukları eşyalara bakarak –örneğin, fakir kadının ne sahibi olabileceği ve yaşam standardının ne olabileceği gibi- belli soruların cevabını arar. Seng’e göre bir kadın çiftçi karısı olabilir, fakat fakir değildir. Seng, ayrıca mal sahipliği meselesi gibi farklı konular üzerinde durur. O dönem toplumunda ev sahibi olmanın çok büyük bir şey olmadığını, çobanın karısının bile ev sahibi olabildiğini belirtir. Böylece Seng, sosyal ve ekonomik sınıflandırmalar arası sorgulamalarda bulunur ve bilinen kalıpları tekrar değerlendirir.111 Seng, terekelere bakarak, kadın ve mahkemeler arasındaki yakın ilişkiyi bir kez daha Üsküdar merkezinde vurgular. Seng’in çalışması Jennings ile birlikte savunulmaya başlayan görüşlerin bir uzantısı niteliğinde değerlendirilebilir. Kadınların hukuk ve geleneğin kurbanları oldukları yolundaki söylemin doğru olmadığını belirten Seng, mahkemelerin kadınların haklarını korudukları ve kadınların mahkemeleri kullanma konusunda oldukça bilinçli oldukları şeklindeki bilinen birtakım iddiaları kendi tezinde tekrarlar. Benzer şekilde Tülay Artan, Eyüp sicillerinde yer alan terekelere bakarak, İstanbul’un belli bir bölgesinde statü, meslek, gelir düzeyleri ve yaşam mekanla110 Yvonne Seng, “The Üsküdar Estates (Tereke) As Records of Everyday Life in an Ottoman Town, 1521-1524”, Doktora Tezi, Chicago: The University of Chicago, 1991. 111 A.g.t., s. 230-273.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
607
rı ile bir tüketim grubu tanımlamak ister.112 Artan’ın çalışması, Seng’in tezi gibi sicillerde yer alan terekelerin belli bir soruyu cevaplamak üzere kullanılması şeklindedir. Mevcut malzemeyi, kaynakta görünmeyen, okunmayan bir meseleyi anlamak için kullanan Artan, kadınların terekelerinde yer alan eşyaların hanedan üyelerinin terekeleri ve çeyizleri ile mukayese ederek, hangi eşyalar lüks olduğu ya da tüketimin yaygın olup olmadığı türünden sorular üstünde durur. Tereke kullanımına dayalı özgün çalışmalardan biri de Colette Establet ve Jean Paul Pascual’ın XVIII. yüzyıl başında Şam’da yaşayan kadınların ve erkeklerin sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarını tahlile çalışan araştırmasıdır.113 Terekeleri cinsiyet perspektifinden inceleyen yazarlar, kadın ve erkek terekelerini mukayeseli bir bakış açısı ile değerlendirirler. Mirasın varisler arasında nasıl paylaşıldığını, cinsiyet ve sosyal sınıf gibi kriterleri göz önünde tutarak incelerler. Establet ve Pascual, kadınlara erkeklere kıyasla babalarından daha az miras intikal ettiğini, kadınların erkeklere kıyasla daha fakir olduklarını belirtir ve bu durumu eşitsizlik olarak değerlendirirler. Toplumun fakir kesimi söz konusu olduğunda, kadın ve erkek arasında daha fazla eşitlik görünüyor olmasına rağmen, zengin kesimde kadınlar erkeklerden on kat daha fakir görünmektedir.114 Bu durum miras söz konusu olduğunda sosyal statünün cinsiyetten daha belirleyici bir rol oynadığı şeklinde neticelenir. Establet ve Pascual, terekelerde yer alan eşyaları cinsiyet ve statü açısında değerlendirir ve kadınların erkeklere kıyasla daha fazla, ancak daha az değerli eşyaya sahip olduklarını belirtir. Ayrıca yazarlar mevcut eşyalara bakarak kadınların günlük yaşamları hakkında da fikir yürütürler ve kişilerin sosyal statülerinin sahip oldukları eşyalarda belirleyici rol oynadığını vurgularlar. Kadınların erkeklere kıyasla daha az kıyafete sahip olmasını, kadınların kamu alanında daha az bulunmaları ile açıklarlar. Ayrıca terekeleri sınıf ve cinsiyet bazında inceleyen yazarlar, Şam’da sosyal statüye dayalı ayrımın çok belirgin olduğunu, örneğin fakir erkeklerin fakir kadınlar ile evlendiklerini belirtirler.115 112 Tülay Artan”, Terekeler Işığında XVIII. Yüzyıl Başlarında Eyüp’te Yaşam Tarzı ve Standartlarına Bir Bakış”, XVIII. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, Tülay Artan, (ed.), İstanbul, 1998, s. 49-64. 113 Colette Establet ve Jean Paul Pascual, “Women in the Damascene Families Around 1700”, JESHO, 2002, c. XLV, sy. 3, s. 301-319. Establet ve Pascual, terekeleri kullanarak iki çalışma daha yapmışlardır. Bkz.: Colette Establet ve Jean Paul Pascual, Families et Fortunes a Damas, 450 Foyers Damascains en 1700, Şam, 1994 ve a.mlf., Ultime Voyage pour la Mecque, Les inventaires apres deces de pelerins morts a Damas vers 1700, Şam, 1998. Şam sicillerinde yeralan 628 terekeyi kullanarak ve otuz yıllık bir dönemi tarayarak hazırladıkları ilk çalışmalarının giriş kısmında, tereke kullanımı ile alakalı problemlere değinmektedirler. Bkz.: Dror Ze’evi, “The Use of Ottoman Shari’a Court Records as a Source for the Middle Eastern Social History: A Reappraisal’, s. 44. 114 A.g.e., s. 304. 115 A.g.e., s. 306.
608
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Tereke kullanımına dayalı benzer bir çalışma Abdul-Karim Rafeq tarafından Şam sicillerine dayanarak yapılmıştır.116 Yazar, iki farklı döneme ait terekeleri inceleyerek, Şamlı kadınların statülerindeki değişiklikleri ve devamlılıkları görmeye çalışır. Farklı zaman dilimlerinde aile yaşamını görmeye ve kadınları tanımaya çalışan yazar, zaman içinde ailenin küçüldüğünü, çocuk sayısının azaldığını ve dul kadın sayısının arttığını belirtir. Ayrıca, ikinci dönemde kadınların mehir miktarlarında görülen artışı, kadınların daha bilinçlenmiş olma ihtimali ile açıklar.117 Rafeq, Establet ve Pascual gibi, kadın ve erkek terekelerini mukayeseli bir şekilde kullanır ve kadın ve erkeklerin sahip oldukları eşyaları karşılaştırarak kadınların ve erkeklerin rollerini anlamaya çalışır. Nitekim, erkeklerde daha fazla kıyafet eşyası bulunurken, kadınlarda daha ziyade yatak takımlarının bulunmasının kadınların erkeklere kıyasla daha fazla evde vakit geçirmeleri ile alakalı olduğunu belirtir.118 Faroqhi’nin kadın terekelerine dayanarak kaleme aldığı makaleleri, Osmanlı kadınının materyal dünyasını ve aile yaşamını farklı açılardan görmeye çalışır. Faroqhi, tereke defterlerini kadınların XV. yüzyıl kıyafetleri ve giyim alışkanlıkları hakkında bilgi almak için kullanır.119 Zengin kadınların ne tür kıyafetlere sahip oldukları sorusu üzerinde durur ve zengin kadınların bile çok geniş bir gardıroba sahip olmadıklarını belirtir.120 Faroqhi, kıyafet söz konusu olduğunda XVIII. yüzyılda yaşayan zengin kadınların, XV. yüzyılda yaşayan kadınlara kıyasla daha fazla kıyafete sahip olduklarını belirtir.121 Faroqhi, diğer bir makalesinde, XIX. yüzyılda yaşayan iki zengin taşralı kadının terekelerini inceleyerek kadınların sahip oldukları mal varlıklarının değerlendirmesini yapar.122 Kadınların ticarî yatırımlarını, şehirdeki ve kırsal kesimdeki gayri menkullerini, ev eşyalarını ve borçlarını birbiri ile oranlayarak kadınların nasıl bir aileye mensup olduklarını ve bu durumun kadınların tercihlerini ve yaşamlarını nasıl etkilediğini tespit etmeye çalışır. G. Yeni Açılımlar: Mekan Kullanımı ve Dil Analizi Hukuk kaynakları verimli bir şekilde kullanıldığında Osmanlı kadınının farklı yaşam tecrübelerinin görülebileceğini gösteren konulardan biri, Osman116 Abdul-Karim Rafeq, “Damascene Women in Probate Inventories, Two Samples; 1169 A.H./1755-56-1258/1842-43”, Arts, Women and Scholars: Studies in Ottoman Society and Culture, Festschrift Hans Georg Majer, c. I, İstanbul, 2002. s. 265-279. 117 A.g.e., s. 273. 118 Aynı yerde. 119 Suraiya Faroqhi, “Female Costumes in Late Fifteenth-Century Bursa”, Stories of Men and Women, s. 63-74. 120 A.g.e., s. 71. 121 A.g.e., s. 72. 122 Suraiya Faroqhi, “Two Women of Substance”, Stories of Men and Women, s. 151-166.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
609
lı kadınlarının mekan kullanımı üzerine yapılan çalışmalardır. Kadın çalışmalarının; her sınıfa mensup kadınların aynı oranda mahkemeleri kullanmadıklarını, üst sınıfın daha az görünürlülüğe sahip olduğunu vurgulaması, farklı sınıf kadınların farklı mekan algılarına sahip olduğu fikrinin gelişmesine neden olmuştur.123 Dina Rızk Khoury, sicilleri ve alternatif diğer kaynakları kullanarak XVIII. yüzyıl Musul’unda farklı sınıflara mensup kadınların kamu ve özel alan kullanımı meselesine bakar.124 Kamu alanı kullanımında bir hiyerarşi olduğunu ve kamu alanı sınırlarının farklı sınıflara mensup kadınlar için farklı anlamlar ifade ettiğini belirtir. Khoury, üst sınıf kadınının vaktini geniş evinde geçirdiğini, orta sınıf kadınının kendisini mahalle ile ifade ettiğini, aşağı sınıf kadınının ise kamu alanında en fazla hareket alanına sahip olduğunu belirtmektedir.125 Aynı şekilde kadı mahkemelerini kullanmak farklı sınıflara mensup kadınlar için farklılıklar göstermektedir. Genelde üst sınıf kadın, problemlerini, ya gayri resmi yollarla, ya vekil göndererek, ya da mahkemenin görevlendirdiği ve evleri ziyaret eden görevliler yolu ile çözümlemektedir. Bu durumda mahkemeler daha ziyade orta sınıf ve mahkeme masraflarını karşılayabilen alt sınıf tarafından kullanılıyor gibi görünmektedir.126 Fatma Müge Göçek ve Mark Baer, XVIII. yüzyıl Galata sicillerini kullanarak kadınların maddi kültürleri ve Galata’daki mekan kullanımı konusunda yazarlar.127 Sıradan bir kadının sosyal sınırlarının nasıl çizileceği sorusu üzerinde dururlar. Fakat yazarlar, kadınların hareket alanlarını çizerken, yaygın olan ‘özel’ ve ‘kamu’ ayrımını yeterli bulmayıp ‘kadınların tecrübeleri’ olarak adlandırdıkları alternatif bir model benimserler. Kadınların aktivitelerinin ve hareket alanlarının hukukî alan [kadı mahkemelerini veya gayrimüslim mahkemelerini kullanmaları], fiziksel alan [Galata mahallesi] ve insanların geçmişleri [dinî ve etnik yapıları] gibi faktörlerden beslendiğini düşünürler. 123 Yvonne Seng, “Standing at the Gates of Justice: Women in the Law Courts of Early-Sixteenth-Century Üsküdar, Istanbul”, s. 184-206. Seng, çalışmasında, evinden çıkmayan kadın portresinin üst grup kadını daha fazla temsil ettiğini belirtir. 124 Dina Rizk Khoury, “Slippers at the Entrance or Behind Closed Doors: Domestic and Public Spaces for Mosuli Women”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 105-128; a.mlf., “Drawing Boundaries and Defining Spaces: Women and Space in Ottoman Iraq”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 173-191. 125 Örneğin Mary Ann Fay, Mısır elit kadını için kamu ve özel alan ayrımının bulunmadığını, hepsinin aynı çatı altında toplandığını belirtir. Bkz.: Mary Ann Fay, “Women and Waqf: Property, Power, and the Domain of Gender in Eighteenth Century Egypt”, s. 28-48. 126 Fariba Shahr, genel olarak orta sınıfa mensub kadınların mahkemelere başvurduklarını belirtir. Bkz.: “Ottoman Women and the Tradition of Seeking Justice in the Eighteenth Century”, s. 253-264. 127 Fatma Müge Göçek ve Mark Baer, “Social Boundaries of Ottoman Women’s Experience in Eighteenth Century Galata Court Records”, s. 48-66.
610
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Benzer şekilde Leslie Peirce’in sicillerde dil ve terminolojiyi incelediği makalesi, hukuk kaynaklarının, verimli kullanıldıkları takdirde, kadın yaşamı hakkında neler söyleyebileceğini gösteren başarılı bir diğer örnektir.128 Leslie Peirce, hukuk kaynaklarında kadınlar ve erkekler için kullanılan ifadeleri inceleyerek, Osmanlı toplumunun, yaşamlarının farklı dönemlerinde insanları nasıl gördüğünü inceleyen terminoloji analizine dayalı farklı ve orijinal bir çalışma yapar. Kanunnamelere ve Antep Şer‘iyye sicillerine dayanarak hazırladığı çalışmasında Peirce, hukuk terimlerinin insanların yaşı büyüdükçe değişmesinden hareketle, terimlerin değiştiği dönemlerin insanların toplum içindeki pozisyonlarının değişimini yansıttığı görüşünü savunur. Cinsiyet ayrımına göre düzenlenmiş düzeni anlayabilmek için kelimelere bakar ve cinsiyete dair kuralların kimi zaman açıkça belirtilmediğini, fakat dil yolu ile ifade edildiğini belirtir. Farklı dönemlerde kadın ve erkek için uygun görülen rollerin ve ilişkilerin değişmesine paralel olarak, kadın ve erkek için kullanılan kelimelerin de farklılık gösterdiğini vurgular. Peirce, ayrıca, kadınlar için kullanılan kelimelerin, sınıfsal bir tarafı olduğunu da belirtir. Örneğin hatun kelimesinin genelde üst sınıf prestijli kadın için kullanıldığını iddia eder. Göçek ve Baer de, benzer şekilde sosyal hiyerarşi içinde kadınların statüsünü anlamak için dili incelediler.129 Kadınların toplum içinde bazı hakları olmasına rağmen, mahkeme dilinin erkekleri kadınlara ve Müslümanları gayrimüslimlere üstün kıldığını vurgularlar. H. Son Gelişmeler: Kadın ve Hukuk ilişkisi Üstüne Çalışmalar Hukuk kaynaklarını temel alarak yapılan Osmanlı kadınına dair çalışmalar değerlendirilecek olursa, Tucker ve Peirce’ın kadın ve hukuk ilişkisini sorguladıkları kitapları, bu konuda gelinen en son noktadır.130 Tucker ve Peirce, kadın ve hukuk ilişkisini, hem kadınlar ve hem de hukuk sistemi açısından değerlendirirler ve insanların ve hukuk sisteminin birbiri ile sürekli iletişim ve etkileşim içinde oldukları gerçeği üstünde dururlar. Tucker ve Peirce’ın kitapları son dönem yayımlanan makalelerde belirtilmeye başlanan kadı ve müftülerin kararlarının şartlara, kişiye ve olaya göre değişebildiğini ve kadıların cinsiyetler arası ilişkileri ve kadınların aile ve toplum içindeki rollerini, kadınların lehine şekillendirme de rol oynadıklarını belirten çalışmaların detaylandırılmış son noktası gibidir. Örneğin Madeline Zilfi, Lale devrinde kadınların artan boşanma taleplerini incelediği makalesinde, Şemdanizade’den örnek vererek dönemin şartlarının 128 Leslie Peirce, “Seniority, Sexuality and Social Order, The Vocabulary of Gender in Early Modern Ottoman Society”, Women in the Ottoman Empire, Middle Eastern Women in the Early Modern Era, 1997. 129 Fatma Müge Göçek ve Mark Baer, a.g.m., s. 48-66. 130 Judith Tucker, In the House of Law; Leslie Peirce, Morality Tales: Laws and Gender in the Ottoman Court of Aintab, California, 2003.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
611
kadın ve erkek olmanın tarifini değiştirdiğini ve davaların, şaşırtıcı bir şekilde kadıların kadınlar lehine karar vermesi ile neticelendiğini belirtir.131 Benzer şekilde Iris Agmon da, XX. yüzyılın başlarında Filistin sicillerine bakarak boşanma meselesini inceler. Agmon verdiği bir örnekte, kadının muhatap olduğu kadınları kollamak için mevcut kuralları değiştirdiğini gösterir ve Agmon olayın izini sürerek bu kişinin ünlü bir liderin yakını olduğunu keşfeder.132 Fariba Zarinebaf-Shahr zina ile alakalı sicillerde yer alan örneklere bakarak, kadınların XVIII. yüzyılda mahkemeleri daha rahatlıkla kullandıklarını ve kadıların kararlarının da dönemin şartlarına uygun olarak daha esnek olduğunu belirtir. Yazar, Zilfi gibi dönemin değişen şartlarının, kadınların toplum içindeki pozisyonu ve hukuk sistemi tarafından nasıl görüldükleri meselesinde belirleyici olduğunu belirtir. Zina ile ilgili hükümlere bakarak Kanunnameler ile sicillerin bir mukayesesini yapar ve kanunnamelerde yer alan katı kurallara karşın, insanların mahkemeleri sıkça kullanmaları nedeniyle zina konusunda mahkeme kararlarının daha esnek göründüğünü belirtir.133 Tucker, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Kudüs, Şam ve Nablus şehirlerinin sicillerine ve üç Filistinli ve Suriyeli müftünün fetvalarına bakarak İslam aile hukuku işleyişini ve bu işleyişin kadınlar üstündeki etkisini anlamaya çalışır. Tucker, İslam hukukunun manevra yapılabilir karakterini incelerken, sadece kadıların ve müftülerin değil, aynı zamanda bu sürece katkıda bulunan toplumun bireylerini de işin içine dahil eder. Çünkü toplumun bireylerinin yaşanmış tecrübelerinin ve mahkemede geliştirdikleri stratejilerin, kadıların ve müftülerin kararlarını etkilediğini ve bu durumun hukukî düşüncenin şekillenmesine katkıda bulunduğunu belirtir.134 Böylelikle Tucker, müftülerin ve kadıların kararlarında muhatap oldukları kişilerin belirleyici rol oynayabildiği fikrini dile getirir. Bu iki yetkilinin kararlarının ve hukukî düşüncenin insanların zaman içinde geliştirdiği stratejilere bağlı olarak geliştiğini kabul eder. 131 Madeline Zilfi, “We Don’t Get Along”, s. 264-297. 132 Iris Agmon, “Muslim Women in Court according to the Sijill of Late Jaffa and Haifa: Some Methodological Problems”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 126143. 133 Fariba Zarinebaf-Shahr, “Women and the Public Eye in Eighteenth Century Istanbul”, Women in the Medieval Islamic World, C. Hambly, (ed.), s. 301-325. Makale boyutlarındaki benzer çalışmalar için bkz.: Iris Agmon, “Text, Court, and Family in Late Nineteenth Century Palestine”, Family History in the Middle East: Household, Property and Gender, s. 201229; Judith Tucker, “The Fullness of Affection: Mothering in the Islamic Law of Ottoman Syria and Palestine”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 232-253; a.mlf., “The Rights of Children and the Responsibilities of Women: Women as Wasis in Ottoman Aleppo, 1770-1840”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 219-236; Amira Sonbol, “Rape and Law in Ottoman and Modern Egypt”, Women in the Ottoman Empire: Middle Eastern Women in the Early Modern Era, s. 14-232. 134 Judith Tucker, In the House of Law, s. 1-11.
612
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Tucker’ın bu görüşleri, Leslie Peirce tarafından da belirtilir. Peirce, kadınların erkeklere kıyasla haklarını korumak için daha fazla uğraşmak zorunda kaldıklarını, fakat bu durumun, farklı stratejilerin oluşumu ile neticelendiğini belirtir. Leslie Peirce, kitabını -çocuk gelin İne’nin yaşadığı çıkmazı, Haciye Sabah’ın sapkın mezhep mahkemesi ve hamile olan köylü kızı Fatma’nın hikayeleri gibi- üç kadının üç farklı hikayesi üstüne kurarak, kadınların kendi kişisel problemlerini çözmek için hukukî alanda geliştirdikleri yollar ve stratejiler hakkında bilgi verir. Örneğin insanların mahkemede nasıl konuştukları meselesi üstünde durarak, neden bazı konularda erkek ve kadınların konuşmalarının birbirinden farklılaştığını ve bazı konularda aynı olduğu sorusu üzerinde durur. Yazar, mevcut hukukî probleme göre, mahkemede kullanılan dilin değiştiğini belirtir. Örneğin, boşanma ve mal gibi resmî hukukun sınırlarını net bir şekilde çizdiği konularda kadın ve erkek sesleri birbirine benzer bir şekilde kaydedilir. Ancak kadın-erkek arasındaki problemli ilişkiler veya namus ile alakalı konular gibi resmi hukukta sınırları net çizilmemiş olan meselelerde kadın ve erkek seslerinin birbirinden farklılaştığı ve kadın ve erkeklerin mahkemede farklı stratejiler geliştirdikleri görülür.135 Tucker ve Peirce’ın bahsettiği kadınların mahkemede geliştirdikleri stratejiler konusunda Iris Agmon’un çalışmaları, bu konuda hazırlanan ilk örneklerdendir. Agmon, doktora çalışmasında, kadınların mahkemede avantajlı duruma geçebilmek için geliştirdikleri stratejilerden bahseder. Agmon, kadın ve hukuk ilişkisini anlamak için kadınların açısından, onların kimliğini ve potansiyel niyetlerini göz önünde bulundurarak olayı görmeye çalışır. Ayrıca olayları değerlendirirken -mahkemede geçen hadiseler, özel alandaki olaylar ve olayın geçtiği dönemin şartlarından oluşan- üç faktörün göz önünde tutulması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca Iris Agmon, başka bir çalışmasında, kaynaklara kritik yaklaşım meselesi üstünde durur. Hayfa ve Yafa şehri kadınlarını konu edinen eserinde Agmon, sicillerde yazılanlar ile gerçeğin kimi zaman farklı olabileceğini ve mahkemede birtakım stratejiler geliştirilebileceğini belirtir. Örneğin mahkemede mehir miktarı olarak kaydedilen miktarın, kişilerin sosyal statülerini tam olarak belirtmeyebileceğini, İslam hukukunda aranan kadın-erkek denkliği ilkesini yakalamak üzere böyle davranılmış olabileceğini belirtir.136 Ayrıca Agmon, diğer bir çalışmasında boşanma gibi hukuken karışık bir konuda davacının yaşının, ırkının, sosyal ve ekonomik statüsünün, mesleğinin, eğitiminin, akrabalık bağlarının ve hatta gizlediği birtakım niyetlerin onun mah135 Leslie Peirce, Morality Tales, s. 11. 136 Iris Agmon, “Woman and Society Muslim Women: The Shar’i Court and the Society of Jaffa and Haifa under Late Ottoman Rule (1900-1914)”, Doktora Tezi, Hebrew Üniversitesi, 1994, s. 107-110.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
613
kemedeki duruşu, söylemleri ve hatta geliştirebileceği gizli stratejiler hakkında bilgi verebileceğini belirtir.137 Peirce’ın kitabında mahkemeyi kullanan insanların yeri Tucker’ın kitabına kıyasla daha fazladır. Peirce, asıl olarak XVI. yüzyıl Antep sicillerini kullanarak, o dönemde yaşayan kadın ve erkeklerin kişisel, ailevî ve toplum ile alakalı problemlerini çözmek için yerel mahkemeleri nasıl kullandıklarına bakar. 1540-1541 senesine ait Antep sicillerini inceleyen Peirce, Tucker gibi, insanların mahkemede geliştirdikleri davranışların ve farklı uzlaşma yöntemlerinin, kadıların kararlarını etkilediğini belirtir. Böylece Peirce, kadın ve erkek Antep halkının hukuk sisteminin gelişmesinde ve yorumlanmasında oynadıkları rolü vurgular. Bazı konularda yerel mahkemelerin resmi hukuktan farklı hükümler içermesi ve farklı kararlar vermesi, insan öğesinin hukukun gelişimine ve tekrar yorumlanmasına yaptığı etkinin yansıması olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Peirce, mahkeme alanında geçen hadiseleri, yerel birtakım öğeleri düşünerek değerlendirir. Böylece, kişilerin Antep toplumunda tutunabilmelerinin, iyi tanınmaları ile doğrudan alakalı olduğu düşünülecek olursa, yazarın çalıştığı kadın karakterlerin mahkemede kadıyı haklı oldukları konusunda ikna etmek veya suçlu oldukları halde buna meşru bir kılıf uydurma girişimleri -hamile kalan genç kız Fatma örneğinde olduğu gibi- daha anlaşılabilir olmaktadır. Dolayısıyla yazar, insan öğesinin hukukun gelişimi ve yorumlanmasındaki katkısını Tucker’dan daha baskın bir biçimde vurgular. Tucker, meseleyi hem kadınlar ve hem de İslam hukuku açısından değerlendirir ve kadıların ve müftülerin; hem İslam hukukunun gelişiminde ve değişiminde, hem de toplum içindeki kadın-erkek ilişkilerinin tekrar değerlendirilmesinde önemli rol oynadıklarını belirtir.138 Tucker’a göre, cinslere göre ayırımın çok yoğun yaşandığı bir toplumda, müftüler bu görevleri ve hakları tas137 Iris Agmon, “Muslim Women in Court According to the Sijill of Late Jaffa and Haifa: Some Methodological Problems”, Women, the Family and Divorce Laws in Islamic History, s. 126143. Benzer şekilde Mahmoud Yazbak, Tucker gibi XIX. yüzyıl Filistin sicillerini ve fetvalarını kullanarak kadınların, durumu kendi lehlerine çevirebilmek için geliştirdikleri stratejileri inceler. Yazbak, çocuk evliliklerini ve ergenlik çağı seçimi manasına gelen hıyâr el-bulûğ meselesini tartışır. Eğer çocuk evlilikleri, evlenen çocuğun velisi tarafından gerçekleşmiş ise evlenen çocuk evliliği hemen iptal edemez. Çocuk iken evlenen kız, eğer boşanmak istiyor ise, biyolojik olgunluğa eriştikten sonra mahkemeye başvurur ve ancak baba ve dede dışındaki veli tarafından evlendirilmiş ise evliliği fesh edebilir. Bu durumda kız, belli bir olgunluğa erişince, kendisine verilen hıyâr el-bulûğ hakkını kullanır fakat ilk adet dönemini şahitler huzurunda belirtmek durumundadır. Yazar bunu pederşahî bir toplum yapısında, kadınların kendi haklarını savunmak için zaten mevcut olan mekanizmaları kullanmaları şeklinde değerlendirir. Mahmoud Yazbak, “Minor Marriages and Khiyar al-Bulugh in Ottoman Palestine: A Note on Women’s Strategies in a Patriarchal Society”, Islamic Law and Society, 2002, c. IX, sy. 3, s. 386-410. 138 Judith Tucker, In the House of Law, s. 4.
614
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
vir eden bir rol oynayarak cinsiyet konusunda bilinçli bir İslam hukuku metodu geliştirirler.139 Tucker, çalışmasında bilinenin aksine, İslam’ın kadınları nasıl algıladığı ile alakalı yanlış düşünceleri değiştirir mahiyette farklı bir müftü portresi çizer. Tucker’a göre müftüler, her ne kadar pederşahî geleneğe bağlı olsalar ve İslam hukukuyla belirlenmiş olan cinsiyetler arası ilişkilerin eşit olmayan yapısını değiştiremeseler de, erkek ve kadınların karşılıklı haklarını ve sorumluluklarını tekrar değerlendirerek, erkek hegemonyasına ve gücüne karşı kadın haklarını korur bir pozisyona girerler.140 Tucker, XVIII. yüzyılda, Filistin’de ve Kudüs’te yaşayan Müslüman kadınının evlilik, boşanma, nafaka, ebeveynlerin rolleri, cinsellik ve üreme gibi aile hukukunun bir çok yönünü hukukî açıdan değerlendirerek, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda hukukî metodun kadın-erkek ilişkilerini nasıl inşa ettiğine bakar. Örneğin, müftülerin kadınların mehirlerini almaları hakkında gösterdikleri ciddi tavrın, kadınlar üzerindeki pederşahî kontrolü yumuşatmak ve kadınların evliliğe güçlü bir şekilde girmelerini sağlamak için olduğunu belirtir.141 Ayrıca Tucker, müftülerin kadınların bekaretini test etme hakkını veren geleneği sorguladıklarını da dile getirir. Ebeveynlerin ayrılık ve boşanma sonrası çocuklarına karşı hak ve sorumluluklarını incelediği bölümde Tucker, pederşahî aile yapısının anneleri görece güçsüz kıldığını ve müftülerin ve kadıların verdikleri kararlarda ebeveynlerin rolleri ve mesuliyetleri hakkındaki görüşlerinin cinsiyet ayrımına dayalı olduğunu belirtir. Ancak kadınların otoritelerinin hukukî sınırların dışına çıkabildiğini gösteren örnekler sunar ve çocukların ve toplumun yararı söz konusu olduğunda müftülerin ve kadıların ebeveynlerin rollerinde birtakım değişiklikler yaparak örneğin anneyi çocuğun hukukî vasisi kabul edebildiklerini belirtir. 142 Boşanma konusunda Tucker’ın verdiği örnekler, İslam hukukunda boşanmanın erkek egemenliğini vurgulamasına rağmen, kadıların ve müftülerin başarılı bir şekilde bunu değiştirebildiklerine işaret eder. Boşanmanın adil olmayan ve cinsiyet ayrımına dayalı yapısı değişmemiştir, ancak kadıların ve müftülerin kadınlara verilen hakları tekrar gözden geçirerek ve kadınlara birtakım inisiyatifler vererek cinsiyete dayalı ayrımı yumuşatmaya çalıştıklarını belir139 A.g.e., s. 80. 140 A.g.e., s. 1-36. 141 A.g.e., s. 37-70. 142 A.g.e., s. 101-115. Imber de, Tucker gibi, müftülerin kararlarına bakarak, onların kadınların lehine karar vermek için başvurdukları sıradışı mekanizmalara bir örnek sunar. İslam hukukunda bir kişiyi zehirleyerek öldürme kaidesindeki birtakım ince detaylardan hareket eden müftülerin, bu kaideyi, Osmanlı toplumunda eski kocanın boşanmış olduğu karısı ile zina hadisesini örtbas etmek için, önceki eşin, herhangi bir mesuliyeti olmadan kocasını zehirleyebileceğini belirtirler. Bkz.: Colin Imber, “Why You Should Poison Your Husband: A Note on Liability in Hanafi Law in the Ottoman Period”, Islamic Law and Society, 1994, c. I, sy. 1, s. 206-216.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
615
tir.143 Fakat bütün bunlar, kadıların ve müftülerin her zaman kadınlar lehinde karar verdiği manasına gelmez ve kimi zaman kadı ve müftüler kendi aralarında uzlaşamaz ve aynı dönemde yaşamış iki müftü aynı konuda farklı da düşünebilir. Tucker, kadı ve müftülerin kararlarının zamana, mekana ve insanların ihtiyaçlarına göre değiştiğini vurgulamaktadır..144 Benzer şekilde Peirce da, bir yandan, İslam hukuku ve Osmanlı kanunnamelerinin, hiyerarşik bir toplumda kadınların erkeklere bağımlı oldukları gerçeğini hala vurguladıklarını belirtirken, öte yandan, kadınların haklarını korumaya çalıştıklarını da dile getirir. Ayrıca Peirce, hukuk, resmi kuralların tatbiki olarak değil de bir süreç olarak değerlendirildiğinde, yerel mahkemelerdeki uygulamanın, resmi hukuka kıyasla kadın-erkek farklılıklarını daha az vurgulayan bir yapıya dönüştüğünü vurgulayıp, hukuk sisteminin esnek yapısına da dikkat çekmektedir. Leslie Peirce, diğer bir çalışmasında, İslam hukukunda kadın üzerinde en negatif etkiye sahip olduğu düşünülen boşanma meselesini anlamak için XVII. yüzyılda Antep’te mahkemelerin, sözlü şahitliği nasıl yazılı metne çevirdiğine bakar. Peirce, hukukî prosedürü değerlendirerek bu sürecin mahkemelerin rolleri konusunda ne anlama geldiğini ve ne derecede kadınları kolladığını sorgular.146 Peirce’a göre mahkemeler, sözlü dialogları yazılı metne aktarma sürecinde kişilerin ve toplumun iyiliğini gözetmektedir.147 143 Özellikle kocaların kayıp olduğu veya buluğ çağına ermiş kadınların evliliği fesh etmesi ile ilgili durumlarda, kadıların ve müftülerin inisiyatifi daha yoğun görülmektedir. Tucker, “Hanefi hukukuna göre, eğer koca karısını geçindiremiyor ise Hanefi kadılar evliliği fesh edemez, fakat bu durumda kadılar Şafi ve Hanbeli hukukuna başvurarak evliliği fesh edebilirler” der. Tucker, Kudüs’te geçen benzer başka bir örnek daha sunar. Bu örnekte, büyükanne torununun ödenmemiş mehrini alabilmek için mahkemeye başvurur ve evliliği bitirmesi için mahkemeden Şafi kadı taleb eder. Tucker, kadıların ve müftülerin Şafi ve Hanbeli mezheplerine başvurmalarının kadınları korumak amacıyla olduğunu belirtiyor. Bkz.: Judith Tucker, In the House of Law, s. 112. 144 Örneğin, Anadolu’nun her bölgesinin Şafi uygulamasını kabul etmediğini ve bu durumda kadının evliliğini fesh edemediğini belirtir. Bkz.: A.g.e., s. 17. 145 Leslie Peirce, “She is Trouble and I Will Divorce Her: Orality, Honor, and Divorce in the Ottoman Court of ‘Aintab”, Women in the Medieval Islamic World: Power, Patronage, Piety, s. 269-300. 146 XV. yüzyıl Memlük toplumu için yapılan benzer bir çalışma için bkz.: Carl Petry, “Conjugal Rights versus Class Prerogatives, A Divorce case in Mamluk Cairo”, Women in the Medieval Islamic World, s. 226-240. Petry, genç bir kadının evlilik ile alakalı hakları ihlal ettiği gerekçesi ile Memlük üst sınıfına mensup kocasından boşanmak için mahkemeye başvurmasını ve hakimin hukukî haklar ve sınıf farklılıkları arasındaki gerginliği nasıl hallettiği meselesi üstünde durur. 147 Peirce, çalışmasında, dil meselesinde kadıların inisiyatifini görmeye çalışır. Dror Ze’evi, sicillerin kaydı esnasında doğal olarak gerçekleşebilecek problemlere değinir. Dror Ze’evi’nin sicillerin dili konusundaki eleştirisi için bkz.: Dror Ze’evi, “The Use of Shari’a Court Records”, Islamic Law and Society, 1998, s. 51-52. Ze’evi kelimelerin söylendiği an ile yazıldığı an arasında zaman farkı olduğunu, dolayısıyla söylenen ile yazılan arasında fark olabileceğini belirtir. Ayrıca konuşma dilinden yazı diline geçerken birtakım kayıplar yaşanabilmesinin ihtimal dahilinde olduğunu ifade eder.
616
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Tucker’a göre hukukî doktrin üzerinde oynanabilmesi, cinsiyete bağlı sosyal rollerin tarifinde bir esneklik sağlamaktadır. Kadılar ve müftüler bazı durumlarda kadın ve erkek arasındaki dengesizliği azaltmak için kendi inisiyatiflerini kullanarak resmi hukukun öngördüğünden daha esnek kararlara varırlar. Tucker, verdiği örnekler ile müftülerin değişen ihtiyaçlara göre yeni hukukî prosedürler geliştirdiklerini belirtir ve böylece ‘IX. yüzyıldan bu yana ictihad kapısı kapalı ve İslam hukuku statik idi’ şeklindeki fikri reddeden bir tavır sergiler. Tucker’a göre Hanefi İslam hukukunun kadın-erkek ilişkileri konusunda geliştirdiği metot, belli bir coğrafyada vuku bulan canlı örneklere bir cevap niteliği taşır. Tucker, kitabında değişimlere uyum sağlamanın hukukta da gözlendiğini belirtir ve bunun fetva mekanizması yolu ile gerçekleştiğini belirtir. Böylece, bütün kitap boyunca Tucker, müftülerin kendi mezheplerinin hukukî görüşlerini farklı durumlara göre tekrar değerlendirme gayretlerini sergiler. Imber, Tucker’a getirdiği eleştirisinde, Tucker’ın XVII. ve XVIII. yüzyıl Filistini ve Suriyesi için verdiği İslam hukuku ile ilgili örneklerin, o coğrafyaya ve o döneme mahsus olmadığını, farklı dönemlerde ve farklı bölgelerde de benzer uygulamalara rastlandığını belirtir.148 Tucker, İslam hukukunun dinamik bir işleyişe sahip olduğu görüşünü savunur iken, Imber, Tucker’ın verdiği örnekleri farklı bir neticeye ulaşmak için kullanır ve zannedildiği kadar müftülerin yeni hukukî prosedürler geliştirmediğini belirtip hukukun statik olduğunu vurgular. Imber’e göre Tucker, verdiği örnekler ile farkında olmadan hukukun statik olduğunu göstermiştir. Imber, meseleye farklı bir perspektiften bakar. Örneğin Imber, “eğer İslam hukuku statik olmasa idi, müftüler şimdiye kadar tecavüz konusunda net bir hukukî prosedür geliştirmiş olurlardı” der.149 Peirce’ın adaleti bir yapı olarak değil, bir süreç olarak değerlendirmesi; hukuku, kullanıcılar ve adalet sağlayanlar arasında bir müzakere alanı olarak gör148 Colin Imber, “Reviews”, JESHO, 2000, c. XLIII, sy. 2, s. 207-209. 149 Imber, zina ilgili bir makalesinde benzer görüşleri tekrarlamaktadır. Zina konusunda Kemal Paşazade, Çivizade ve Ebussuud Efendilerin fetvalarını inceleyen Imber, verdiği bir örnekte, Kemalpaşazade’nin evliliği kurtarmak için İslam hukukunun bir hükmünü gözardı ettiğini belirtir. Imber ve Tucker, müftülerin bazı durumlarda İslam hukukuna daha bağlı olduklarını, kimi zamanlarda ise daha esnek davrandıklarını belirtmeleri noktasında benzer sonuçlara ulaşırlar. Ancak Imber, genel olarak müftülerin İslam hukukunun belirlediği çerçevenin dışına çıktıklarına dair bir örnek bulunmadığını, müftülerin alternatif görüşler geliştirmediklerini ve bunun mevcut terminolojinin ve kavramların yetersizliğinde açıkça görüldüğünü belirtir. Colin Imber, “Zina in Ottoman Law”, Contributions a l’histoire économique et sociale de l’Empire Ottoman, Jean-Louis Bacqué-Gramont ve Paul Dumont, (eds.), Belgium, 1983, s. 59-92. Imber, diğer bir makalesinde, üç şeyhülislamın evliliğin feshi ile alakalı verdiği fetvaları inceler. Tucker, müftülerin kararlarına, kadın ve cinsiyet ilişkilerini nasıl gördüklerini anlamak üzere bakarken, Imber, meselenin kadın boyutu üzerinde durmayıp, hukukî boyutunu değerlendirmeye çalışır. Imber, fetvalarını incelediği ayrı dönemlerde yaşayan üç müftünün aynı durumlarda farklı hükümler verebildiğine, daha sert veya esnek olabildiklerine dair örnekler verir ve iki dönem arasındaki tavır farklılıklarını Osmanlı idaresinin bu dönemdeki politikası ile açıklar. Bkz.: Colin Imber, “Involuntary Annulment of Marriage and its Solutions in Ottoman Law”, Turcica, 1993, sy. 25, s. 39-73.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
617
mesi ve dolayısıyla hukukun esnekliğini ve çeşitliliğini vurgulaması açısından Tucker’ın çalışmasına paralel bir yaklaşıma sahiptir. Ancak Peirce’ın çalışmasını Tucker’ın çalışmasından ayıran bir nokta, Peirce’ın, Osmanlı hukuk sistemini derinlemesine incelemeye çalışmasıdır. Peirce, işlediği hikayeler aracılığı ile adalet, toplum ve imparatorluk gibi daha geniş meseleler üzerinde durur. Osmanlı hukuk sistemi ve uyguladığı kanunlar ile ilgilenmekle birlikte, yerel bir mahkemeyi bir çok açıdan tanımak ve anlamak asıl amacı gibi durmaktadır. Kitabı diğer sicillerden hareketle yapılan çalışmalardan ayıran en önemli özellik, yazarın giriş kısmında belirttiği gibi, bir çok çalışmanın, sicilleri yerel sosyal uygulamaları anlamak için kullanmasına karşın, kendisinin bu malzemeyi, bizzat mahkemenin çalışmasını ve işleyişini anlamak üzere kullanmasıdır.150 Bu noktada Peirce, İslam hukukunun ve Osmanlı kanunnamelerinin, Antep’deki hukuk sisteminde önemli olduğunu belirtse de sadece yerel yorumlamalar ve uygulamalar göz önünde tutulduğunda resmi kuralların bir anlam ve hayat kazandığını yazar.151 Fakat yine de ihtiyatlı davranıp, mahkemeyi hukuken özerk bir müessese görmekten ziyade geniş hukuk ağının önemli bir parçası olarak görmenin daha doğru olduğu gerçeğini vurgular. Peirce, hukukî kuralların ancak yerel yorumlamalar göz önüne alındığında bir anlam kazandığını savunur.152 Yazarın, hukukî işleyişin kanunnamelerde veya İslam hukukunda yer alan şekilden daha canlı ve sürprizlerle dolu olduğunu görmesi, Peirce’ı, hukukun yerel uygulanışına ve yerel halkın ulaşabildikleri hukukî kaynakları nasıl kullandıklarını, mahkemede ne tür stratejiler geliştirdiklerini ve hukuk sistemindeki birtakım değişikliklerin ve esnekliklerin insanların yaşamlarını nasıl etkilediğini görmek istemeye itmiştir. Peirce’ın çalışması bu noktada Tucker’ın çalışmasından ayrılır. Tucker daha ziyade sicilleri ve fetvaları kullanarak, kadıların ve müftülerin kadınları ve kadın-erkek ilişkilerini nasıl gördükleri sorusu ile ilgilenir. Peirce’ın kitabının bir başka özelliği, genel eğilim olan uzun bir dönemde belli bir bölgeyi çalışma şeklinin aksine, Eylül 1540-Ekim 1541 dönemini kapsamasıdır. Peirce, seçiminin tesadüfî olmadığını, bu dönemde Antep’in İmparatorluğun idarî ve hukukî ağına dahil olmaya başladığını belirtir.153 Bu detay, Osmanlı yerel hukuk sistemini genel hukuk sistemi içinde görmeye ve bunun insanlar üzerindeki etkisini değerlendirmeye çalışan Peirce için oldukça önemli bir özellik gibi durmaktadır. Yazar, yönetici rejimin Antep’teki tesirinin çok büyük olabileceği bir dönemde, yerel öğelerin hala oldukça belirleyici olduğunu göstermesi ile de bu tarihleri seçme nedenine ilişkin ipuçları vermektedir. 150 Leslie Peirce, Morality Tales, s. 1-19. 151 Judith Tucker, In the House of Law, s. 1 152 Bu noktada, Dror Ze’evi’nin sicil kullanımı ile ilgili makalesinde belirttiği, her mahkemenin kendi içinde ayrı değerlendirmeye tabi tutulması gerektiği görüşü Peirce’ın çalışmasında başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Bkz.: Dror Ze’evi, “The Use of Ottoman Shari’a Court Records”, s. 53. 153 Leslie Peirce, Morality Tales, s. 3.
618
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Peirce, kitabını üzerine kurduğu üç suçlu kadının, mahkemelerin tavrı neticesinde tekrar toplumun sosyal düzenine dahil olmalarının şaşırtıcı olmadığını belirtir ve bu durumu sosyal düzenin muhafazasını amaçlayan mahkemelerin politikası ile açıklar. Dolayısıyla, hukuk sisteminin yapısı ile mahkemede kadınların nasıl görüldüğü ve kadın-erkek ilişkileri meselesini nasıl değerlendirildiği arasında yakın bir ilişki vardır. Peirce, Jennings’den bu yana vurgulanan, kadınların mahkemeleri rahatlıkla ve sıklıkla kullandıkları gerçeğini mahkemelerin ve hukuk sisteminin yapısı ve işleyiş mantığı ile anlamlandırmaya çalışır. Tucker, çalışmasını aile hukuku ile alakalı meselelerinin değerlendirilmesi şeklinde geliştirirken, Peirce yerel mahkemenin insanlar ile ilişkisini görmek, kadın ve erkek ilişkilerini hukuk aracılığı ile anlamak ve Antep mahkemesini Osmanlı ortamında tanımak gibi amaçlarından dolayı üç kadın karakter üzerine kitabını kurmuştur.154 Yazar, birinci bölümde, Antep şehrini ve Antep mahkemesinin işleyişini zaman ve coğrafya faktörünü dikkate alarak anlatır.155 İkinci bölümde, sosyal sınıf, ahlak ve mal mülk gibi konulara bakarak, cinsiyet meselesini ve hukuk ile muhatap olmaları esnasında kadın-erkek tecrübeleri arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri görmeye çalışır.156 Hukuk ve kadın ilişkisini geliştirmeye çalışan yazar, resmi hukuk ve yerel uygulamayı düşünerek, insanların farklı hukukî metotların hiyerarşik ve cinsiyet ayırımına dayalı yapısı karşısında nasıl davrandıklarını görmeye çalışır. Yazar, bu bölümde, malın ve ona bağlı gelişen insan ilişkilerinin kadınları birey olarak aile içinde ve Osmanlı rejiminin vergilendirme ve mülkiyet sistemi içinde nasıl etkilediği ile ilgilenir. Çocuk yaşta evlilik yapan İne örneğini verdiği bu bölümde, cinsiyet ve adalet mefhumları üzerinde durur. Yazar, farklı öğeleri göz önünde bulundurarak Antep gibi küçük bir şehirde bile adalet kavramının farklılıklar gösterebildiğini belirtir. Bu durum hukuk sisteminin yerel ortamın ve yerel öğelerin etkisi altında gösterdiği esneklik ile alakalıdır. Üçüncü bölümde, Antep mahkemesi, İmparatorluktaki hakim sistem kapsamında değerlendirilir.157 Bu bölüm daha ziyade Antep mahkemesinin işleyişi ile ilgilidir. Haciye Sabah’ın ‘sapkın mezhep’ hikayesi ile başlayan bölüm, Antep mahkemesinin, Antep’in imparatorluğa dahil olduğu bir dönemde oynadığı rolü anlatır. Bu bölüm, yönetici rejim ve insanlar arası politik ilişkiye ve bu 154 Peirce’ın kitabının en önemli özelliği başarılı bir mikro tarih örneği olmasıdır. Peirce, sicillerden eleştirel bir gözle yararlanır ve sicillerin bir olayın geçmişini ve arkasındaki motivasyonu yansıtmadığı gerçeğini göz önünde bulundurarak mahkemenin arka planında dönmesi muhtemel entrikaları ve planları göz önünde bulundurmak suretiyle başarılı bir mikro tarih çalışması gerçekleştirir. Mikro tarih yazımı hakkında detaylı bilgiler için bkz.: Dror Ze’evi, “The Use of Ottoman Shari’a Court Records”, s. 47-56. 155 A.g.e., s. 19-129. 156 A.g.e., s. 129-251. 157 A.g.e., s. 251-351.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
619
ilişkiyi düzenlemede mahkemelerin oynadığı rol üzerinde durması hasebiyle, insan ve hukuk ilişkisi meselesinin bir uzantısı mahiyetindedir. Hamile kalan köylü kız Fatma’nın hikayesinin anlatıldığı son bölüm ise, önceki üç bölümde görülen temaları toparlayıcı mahiyettedir. Yazar, Fatma’nın durumunu dönemin değişen sosyo-ekonomik ve hukukî şartlarının insanlar üzerindeki etkilerini ve Antep mahkeme kültüründe yaptığı birtakım değişiklikleri göz önünde bulundurarak açıklar.158 Dolayısıyla yazar, mahkeme, insan ve hukuk ilişkisini hem birbirleri ile alakalı, birbirinden etkilenen ve hem de birbirlerinden bağımsız olarak incelemeye çalışır. Fatma örneğinden yola çıkarak, köylü bir kızın mahkemeleri nasıl kullandığına, hukukî kuralları nasıl değerlendirdiğine bakar ve XVI. yüzyıl hukuk kültürünü anlamaya çalışır. Farklı sosyal, ekonomik, hukukî ve yerel şartların kadıların farklı kararları ile neticelenebileceğini belirtir. Yazar, yeni tayin edilen kadı ile birlikte Antep’teki hukukî yaşamın değiştiğini ve kadın-erkek arasındaki sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde ve hatta kadınların mahkemeye getirdikleri davalarda bile farklılıkların görülmeye başladığını belirtir ve böylece, hukuk sisteminin esnekliği ve mahkemeleri tek başına diğer faktörleri görmeden incelemenin eksik olacağı vurgular.159 Sonuç Osmanlı tarihinde kadın konusu üzerine yapılan çalışmalar oldukça geç bir dönemde başlamıştır. Bu literatür değerlendirmesinde genel olarak çalışmaların, 1970’li yıllarda, Jennings’in Osmanlı kadınının sosyal, ekonomik ve hukukî durumuna ilişkin tespitlerinin üstüne inşa edildiği görülmektedir. Hukuk kaynaklarına dayalı Osmanlı kadını hakkındaki araştırmalarda gelinen nihaî noktaya bakılacak olursa, karşımıza, farklı kaynakların kullanılıp, kadınların yaşamlarına farklı açılardan ve yeni sorularla bakılıp değerlendirildiği şeklindeki bir tablo çıkar. 1990 sonrası yaşanan yeni açılımlar ve farklı sorulara farklı yöntemlerle yaklaşılması, Osmanlı kadını hakkındaki çalışmalara bir derinlik kazandırmakla birlikte üzerinde durulması gereken belli sorunlar hâlâ mevcuttur. Örneğin gayrimüslim kadınların kendi cemaatlerine ait muhtelif kaynakların incelenmesi suretiyle çalışılması, onların farklı yaşam tecrübelerini yakalayabilmek açısından faydalı olacaktır. 1990 sonrasında kaleme alınan -özellikle de makale boyutlarındaki- çalışmalarda, farklı sosyo-ekonomik statüye sahip kadınların farklı tecrübelere sahip oldukları, dolayısıyla Osmanlı kadınını bir bütün olarak görmenin yanlış olduğu vurgulanmıştır. Hukuk kaynaklarını temel alarak yapılan Osmanlı kadınına dair çalışmalar, genel olarak orta ve kıs158 Benzer şekilde Agmon da, olayları değerlendirirken üç faktörün, mahkemede geçen hadiselerin, özel alandaki olayların ve olayın geçtiği dönemin şartlarının göz önünde tutulması gerektiğini belirtiyor. Bkz.: Iris Agmon, “Women and Society, Muslim Women, The Shar‘i Court and the Society of Jaffa and Haifa under Late Ottoman Rule (1900-1914)”, s. 107-110. 159 A.g.e., s. 351-371.
620
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
men de alt gruba ve ayan ailesine mensup kadınlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Örneğin, Osmanlı’da köle statüsünde olan kadınlar ve köylü kadınlar hakkında yapılan çalışmalar son derece yetersiz sayıdadır. Ayrıca muhtelif kaynakların mukayeseli bir şekilde kullanılması, Osmanlı kadınını bir çok açıdan görebilmemizi sağlayacaktır. Osmanlı tarihinde kadın konusunu ele alan Türkçe yayınlar, yabancı dilde hazırlanan yayınlar kadar zengin ve çeşitli olmayıp, bir çoğu da kaynakların belli konu başlıkları altında sınıflandırılıp değerlendirilmesinden ibarettir. Dolayısıyla Türkçe yayınlar, yabancı dilde hazırlanan çalışmaların seviyesini yakalamak zorundadır. Osmanlı kadını üstüne özellikle yabancı dilde yapılan çalışmaların çoğu, Batılıların geliştirdiği erkek egemenliği altında ezilen, pasif, güçsüz, ikincil statüye sahip Müslüman kadın portresini yalanlamaya çalışan savunmacı bir üsluba sahiptir. Kadınların erkeklerin boyunduruğu altında olmasını talep eden bir cinsiyet sisteminde, kadınlara mahsus bir çok hareket alanının mevcut olduğunu gösterip, kadınların aile ve toplum içindeki statüsünü ve rollerini, cinsiyetler arası ilişkiler bağlamında tekrar değerlendirmektedirler. Ancak çalışmaların çoğu, her ne kadar kadınların hukukî hakları korunup, kadılar ve müftüler tarafından kadınlara belli haklar ve ayrıcalıklar tanındığını belirtse de, cinsiyet ayırımına dayalı bir yaklaşımın devam ettiğini de kabul ederler. Batılıların Batılı kadını tanımak üzere geliştirdikleri teorilerin, Osmanlı kadınını anlamak için kullanılmalarının ne derece doğru olduğu da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka meseledir. Ancak, Osmanlı kadının doğru anlaşılmasına yarayacak alternatif modeller geliştirebilmek için bu teorilerin bilgisine sahip olmak da bir zorunluluktur.
Women in Ottoman Legal Sources Betül ‹Pfi‹RL‹ ARGIT Abstract The field of the history of Ottoman women has emerged in a rather late and gradual fashion. The studies on the experiences of women in the Ottoman period started in the late 1970s and gained a modest momentum in the early 1980s. The study of women and gender among the scholars of the Ottoman Empire began to assume a central place in the mid-1980s. This article is an attempt to review the literature on Ottoman women based on the legal sources and it largely covers the literature produced in English. To achieve this objective, the article considers the early developments in the history of Ottoman women together with the subsequent developments in the
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n
621
1980s. It proceeds with the increasing literature appeared in the 1990s, which are classified under several subtitles: the studies dealing with the issues related to the family law, women who seek justice, women and waqf relations, non-Muslim women, family history, works based on estate records, women’s use of space and the recent developments focusing on the mutual relations between women and law. These studies aim to unveil the different aspects of the Ottoman women’s lives, to reflect their positions in family and in society by considering the gender relations and to uncover the women’s relation to law. In the process, they bring into light the wide range of action that was available to women, despite the inherited gender system that prescribed women’s subordination to men. In the conclusion part, the problematic and the shortcomings of studies focusing on the history of Ottoman women are discussed. Keywords: Ottoman women, gender relations, women’s experience, women’s relation to law, legal sources.
Osmanl› Hukuk Çal›flmalar›nda Kad›n Betül ‹Pfi‹RL‹ ARGIT Abstract Osmanlı tarihinde kadın konusu üzerine yapılan çalışmalar oldukça geç bir dönem sayılabilecek 1970’li yıllarda başladı ve 1980’li yılların başlarında hız kazandı. 1980’li yılların ortalarında ise Osmanlı tarihçileri, kadın ve cinsiyete dayalı bir yaklaşımın yer aldığı çalışmalar hazırladılar. Bu makale, Osmanlı kadını hakkında hukuk kaynaklarına dayalı yapılan muhtelif çalışmaların bir değerlendirmesi mahiyetindedir ve ağırlıklı olarak İngilizce hazırlanan çalışmaları kapsamaktadır. Makalede Osmanlı kadını hakkındaki ilk çalışmalar, 1980’li yıllarda yaşanan gelişmeler ile birlikte aktarılacaktır. Ardından 1990’lı yıllarda sayıları artmaya başlayan ve yeni açılımlara sahip çalışmalar; aile hukuku ile alakalı yapılan çalışmalar, kadınların adalet arayışı, kadın ve vakıf ilişkisi, gayrimüslim kadınlar, aile tarihi çalışmaları, tereke kullanımına dayalı çalışmalar, yeni açılımlar: mekan kullanımı, dil analizi, son gelişmeler: kadın ve hukuk ilişkisi üstüne yapılan çalışmalar gibi farklı başlıklar altında değerlendirilecektir. Bu çalışmalar Osmanlı kadınlarının yaşamlarını farkı açılardan değerlendirebilmek, cinsiyetler arası ilişkilere bakarak kadınların aile ve toplum içindeki pozisyonlarını görmek ve kadın ve hukuk ilişkisini açıklamak amacını taşırlar. Kadınların erkeklerin boyunduruğu altında olmasını talep eden cinsiyet sistemine rağmen kadınlara mahsus olan bir çok hareket alanın mevcut olduğunu gösterirler. Sonuç bölümünde ise Osmanlı tarihinde kadın konusu üzerine yapılan çalışmaların eksikliklerinden ve problemlerinden bahsedilmektedir. Anahtar kelimeler: Osmanlı kadını, cinsiyetler arası ilişkiler, kadınların tecrübeleri, kadın ve hukuk ilişkisi, hukuk kaynakları.
622
TAL‹D, 3(5), 2005, B. ‹pflirli Arg›t
Meflrutiyet Öncesi Osmanl› Literatürü
623
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 623-646
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü Ayhan CEYLAN*
Giriş GEREK BATI’DA ve gerekse Doğu’da, yakın döneme kadar, toplumun bütününe yönelik karar alma ve uygulama yetkisi, diğer bir ifadeyle siyasal iktidar, tek kişinin elinde toplanmıştır. Bununla birlikte hükümdarlar; iktidarlarına meşruiyet sağlayabilmek, alacakları ve uygulayacakları kararları topluma benimsetebilmek, sorumluluğu paylaşabilmek ve en doğru karara ulaşabilmek düşünceleriyle bir kurula danışma gereği de duymuşlardır. Zamanla, bu ihtiyârî danışma ve istişâre, özellikle Batı’da bir mücadelenin sonucunda, hükümdara, bu kurulların kararlarını onaylama ve bu kararlarla bağlı olma zorunluluğunu getirmiş, hatta giderek, iktidarın denetlenmesini ve sınırlandırılmasını sağlayan yapıları ortaya çıkarmıştır. Böylelikle -siyasal iktidarın henüz kurumsallaşmadığı ve devlet organlarının bugünkü anlamda şekillenmediği dönemlerde- hükümdarın, önemli devlet işlerini görmede tek başına hareket etmemesi ve bir kurulun da görüşünü alması anlamında bir “karar alma” yöntemi olarak, “danışma” uygulaması yerleşik bir hal almış ve ayrıca, danışılan ve istişâre edilen bir kurulun “karar alma” mekanizmasına “katılımı” da söz konusu olabilmiştir. Bu yönüyle danışma kurulları, modern anlamdaki karar organlarının ve yasama meclislerinin ilk şekillerini oluşturmuşlardır. Batı’da bu türden kurullara ilk başlangıç olarak eski Yunan ve Roma, asıl başlangıç olarak da Orta Çağ kıta Avrupasındaki Krallık Meclisleri örnek gösterilmektedir.1 * Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı. 1 Bu kurulların Batı’daki gelişimiyle ilgili olarak bkz.: İlhan Arsel, Anayasa Hukukunun Umumi Esasları, Ankara, 1955, s. 109 vd.; Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 5. baskı, İstanbul: Beta, 1989, s. 442 vd.; Esat Çam, Devlet Sistemleri, İstanbul: Der Yayınları, 1987, s. 16 vd.; Ersin Kalaycıoğlu, “Türk Yasama Sistemi ve Siyasal Temsil”, Türk Siyasal Hayatının Gelişimi, Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay (ed.), İstanbul: Beta, 1986, s. 313.
624
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Hunlardan itibaren hemen her Türk devletinde; adı, yapısı, katılanları ve yetkileri farklı olabilen benzer kurullar yer almıştır. İslam öncesi dönemde toy, kurultay şeklinde görülen uygulama, Türklerin İslamı kabulüyle birlikte İslamiyet’teki “istişâre/şûrâ” düşüncesi ile bağdaşıp güç kazanmış, Selçuklular ve Osmanlılarda “Divan” şekline bürünmüş ve XVII. yüzyıldan itibaren Divan-ı Hümayun’un etkisinin azalmasıyla birlikte, “Meşveret”e, XVIII. yüzyılda da “Meclis-i Meşveret”e dönüşmüştür. Tanzimat ile birlikte, yapılması düşünülen düzenlemeler için, “sürekli bir meclis” fikri benimsenmiş ve Meşveret Meclisi sürekli yasama meclisleri görünümünü almıştır. Tanzimat döneminde hız kazanan Batılılaşma düşüncesi meşrutî yönetim tarzına yönelişi güçlendirmiş, geleneksel meşveret düşüncesi bu yönetim tarzına ulaşmada “fikri meşruiyet” kaynağını oluşturmuştur. Parlamenter sisteme geçişte aydınların hareket noktası, “geleneksel anlamı”ndan kısmen sapma gösterse de, yine meşveret fikri olmuştur. Batı’da, Doğu’da ve gerekse Türk hukuk tarihinde bahsi geçen bu kurullar, ilgili araştırmalarda, ortak bir ad altında toplanmışlar ve “danışma kurulları” olarak vasıflandırılmışlardır. Görüldüğü kadarıyla bu kurullar, parlamento öncesi döneme işaret ve özellikle de, “istişârî” bir organ olarak düşünülerek, “karar organı” olan parlamentoya nispet ve ondan ayırdedebilmek düşüncesiyle “danışma kurulu” şeklinde nitelendirilmişlerdir. İktidarın tek kişinin elinde toplandığı ve devlet yetkilerini kullanacak organların hukukî olarak belirlenmediği parlamento öncesi dönemde -Türk kamu hukuku tarihinde görüldüğü üzere- bu meclisler, devlet başkanını seçen, denetleyen ve gerektiğinde görevden alabilen, önemli devlet işlerinde kendilerine danışılan, yasama ve bazı örneklerinde yargı yetkisi bulunan, aynı zamanda idârî, mâlî ve askerî yetkilere de sahip konumdadırlar. Dolayısıyla, bu kurulları “danışma kurulu” olarak isimlendirmek, tanımlamada eksiklik içerdiğinden, isabetli gözükmemektedir. Bununla birlikte, kavram literatürde yerleşik bir kullanıma da sahip durumdadır. Türk hukuk tarihinin, belirgin özelliklerle birbirinden ayrılabilen dönemlerinin her birinde; farklı sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik ve dinsel faktörler, bu meclislerin şekillenmesinde etkili olmuş, ancak genel olarak bu meclislerde temsîlî bir oluşum söz konusu olamamıştır. Bu çalışmada, parlamento öncesi dönem merkezî yönetim içinde bulunan meclisler ele alınacaktır. Bu meclisler, kuvvetler ayrılığı ilkesinin devlet yapısında belirginleşmediği dönemde, devlet başkanı yanında en yüksek karar organı olarak yasama nitelikleriyle öne çıkan, iktidarı sınırlandırıcı nitelikte ve Osmanlı parlamento uygulamasına kaynaklık edici özelliğe sahiptirler. Bu çerçevedeki meclisler, İslam öncesi dönemde, toy ve kurultay, Osmanlı klasik döneminde Divan-ı Hümayun ve Meclis-i Meşveret/Meclis-i Şûrâ ve Tanzimat Dönemi merkez meclisleri olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Meclis-i Âlî-i Umûmi, Meclis-i
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
625
Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet olarak tespit edilmiştir. Merkezî yönetim yapısı içerisinde bulunmakla beraber, Tanzimat öncesi ve sonrası dönemde dışişleri alanında bir ihtisas meclisi konumunda olan Meclis-i Mükâleme, Tanzimat döneminde nezaretler arasında koordinasyon sağlayan ve yürütme özelliği öne çıkan Meclis-i Vükelâ, Meclis-i Vâlâ’nın altında kurulmuş olan Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâlî ve Meclis-i Vâlâ’nın kararlarını kontrol eden ve nezâret içi ihtisas meclisleri durumundaki Nezâret Meclisleri ile ilgili kaynaklar incelemeye tâbi tutulmamıştır. I. Merkezî Meclisler ile İlgili Kitap ve Makaleler 1. Meclisleri Bir Bütün Olarak Ele Alan Çalışmalar Merkezî meclislerin tümünü tek bir çalışmada ele alan eserlerin sayısı oldukça azdır. Bernard Lewis’in “Meşveret” adlı makalesi,2 bu konuda ilk ve belli başlı araştırmalardan birisidir. Makalede, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde belli kesimlerce sıkça kullanılan meşveret/danışma kavramının esasında Osmanlı ve İslam tarihinde yeni bir kavram olmadığı, kökenlerinin İslam’ın gelişine kadar gittiği, hatta Türklerin daha da öncesinden bu tür meclislere sahip olduğu fikrinden hareketle, çeşitli devletlerdeki tarihsel gelişim ele alınır. Danışma meclislerinin İslam öncesi ve sonrası Arap devletlerindeki gelişimine değinilir. Moğollar ve ardından Türklerde bu tür kurulların varlığına işaret edilir ve kuruluşuna böyle bir kurulun vücut verdiği Osmanlı Devleti ile birlikte meşveretin çarpıcı bir şekilde uygulama imkanı bulduğuna vurgu yapılır. Divan-ı Hümayun ve o dönemde toplanan meşveretler, III. Selim dönemi ile birlikte sıkça toplanmaya başlayan meşveret meclisleri, bu uygulamanın bir yansıması olarak kısaca değerlendirilir. Şanizâde ile başlayan ve Osmanlı aydınlarınca sürdürülen süreçte, meşveret kavramının Batılı meclisler gözönüne alınarak tekrar yorumlandığına işaret edilir. Merkezî meclisleri bir bütün olarak inceleyen diğer bir çalışma, Ayhan Ceylan’a ait “Türk Hukuk Tarihinde Meşveret Düşüncesi ve Uygulaması” adlı doktora tezidir.3 Tezde esas olarak, danışma/istişâre yöntemi ve bu yöntem üzere karar alan kurullar ele alınmıştır. Giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşan tezde, ilk bölümde, Osmanlı öncesi dönemde bu tür meclisler ve gelişimi irdelenmiştir. Bu çerçevede, İslam öncesi dönem Türk hukukunda mevcut toy ve kurultay, İslam hukukunda şûrâ/meşveret, Selçuklular ve Anadolu Beylikleri’ndeki divan kurumu üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde, Divan-ı Hümayun ve onun ortadan kalkmaya başladığı dönemde sıkça toplanmaya başlayan ve I. Abdülhamit dönemi ile birlikte kurumsallaşmaya başlayan Meşveret/Şûrâ Meclisleri incelen2 Bernard Lewis, “Meşveret”, Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1982, sy. 12, s. 775-782. 3 Ayhan Ceylan, “Türk Hukuk Tarihinde Meşveret Düşüncesi ve Uygulaması”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 1998.
626
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
miştir. Meşveretin, hem bir yöntem, hem de bir kurul ismi olarak Osmanlı terminolojisinde yerleşik bir kavram halini aldığı vurgulanmıştır. Siyasetnameler de meşveret yönüyle değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde, Tanzimat ile birlikte görülen yapılanmaya paralel olarak, meşveret anlayışının da değişime uğradığı ve meclis ağırlıklı bir uygulamaya dönüştüğü belirtilmiştir. Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Meclis-i Âlî-i Umûmî, Meclis-i Âlî-i Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet bu uygulama çerçevesinde ele alınmıştır. Yeni Osmanlılar’la birlikte kavramın nasıl bir fikrî mücadele aracı haline dönüştürüldüğü, Meşrutiyet üzerindeki etkileri ve Kanun-i Esasi’nin meşveretle ilişkisi, yine bu son bölümde incelenmiştir. Sonuç bölümünde genel bir değerlendirmeye gidilmiş, Türk hukuk tarihinde görülen bu yapıların danışma yanında karar organı nitelikleri, iktidarın sınırlandırılmasında oynadıkları rol, Türk kamu hukukunda kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve parlamentonun ortaya çıkışlarındaki belirleyiciliği vurgulanmıştır. Bu konuda genel nitelikli bir diğer inceleme, Ali Galip Gezgin’in, “Türk-İslam Devletlerinde Şûrâ” isimli makalesidir.4 Burada İslam öncesi Türk devletlerinde, İslam’da ve -Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklu Devleti gibi- ilk Müslüman Türk devletlerinde şûra kavramına ve uygulamasına yer verilmiş, Osmanlı uygulamasına ise değinilmemiştir. 2. Toy/Kurultay İslam öncesi dönemde, toplumda yerleşik danışma usulü devlet geleneği halinde de devam ettirilmişti. Eski Türkler, danışmak ve devlet işlerini kararlaştırmak amacıyla yapılan toplantı ve yeri belirtmek üzere çeşitli terimler kullanmışlardır. Bunlar içerisinde toy ve kurultay öne çıkmaktadır. Ancak kurultay, toya nazaran daha çok, seçkin kişilerin katıldığı bir meclis görünümündedir. Bu meclislere, İslam öncesi döneme ilişkin eserler veren araştırmacıların müstakil makale çalışmalarında ya da bu döneme ait devlet teşkilatı ele alınırken değinilmiştir. İbrahim Kafesoğlu, “Devlet Meclisi (Toy)” başlığı altında konuyu incelemiştir.5 Yazar, toy kelimesinin etimolojik incelemesini yaptığı çalışmasında, kelimenin ‘meclis ve toplantı’ anlamına geldiğini ifade eder. Önemli devlet işlerinin müzakere edildiği, bu meclisle aynı işleve sahip, farklı isimlerde pek çok meclisin Türk devletlerinde yer aldığını belirtir ve Toy’a katılma hakkına sahip olanlara “toygun” denildiğini tespit eder. “Devlet Meclisi ve Kurultay” isimli makale, Bahaeddin Ögel tarafından kaleme alınmıştır.6 Kafesoğlu, devlet meclisi karşılığında ‘toy’ kelimesini kullan4 Ali Galip Gezgin, “Türk-İslâm Devletlerinde Şûrâ”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. V, s. 203-209. 5 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1995, s. 246-250. 6 Bahaeddin Ögel, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. II, s. 874-887.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
627
mayı tercih ederken; Ögel, ‘kurultay’ sözcüğünü kullanır. Bununla birlikte Ögel, bu meclislere ‘toy’, ‘kengeş’, ‘dernek’, ‘derim’ gibi isimler de verildiğini ifade eder. Töre yapılmasını, göçe ve barışa karar verilmesini kurultay yapılmasını gerektiren sebepler arasında sıralar. Kurultayın yapılış şekli ve katılanları hakkında bilgiler verir. Bu konudaki Özkan İzgi’ye ait “Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’da Geleneksel Festival ve Eğlenceler” adı makale,7 Çin kaynaklarından hareketle eski Türkler’deki geleneksel festivaller hakkında açıklamalar yapar. Bunlar içerisinde, ilkbaharda yapılan festivalde, hem dini tören yapıldığı hem de devlet işlerinin görüşüldüğü belirtilerek, esasında toy meclisine atıfta bulunulur. 3. Şûrâ/Meşveret Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte, danışma ve danışmanın yapıldığı yeri belirten yeni terimler de kullanılmaya başlamıştır. Toy ve kurultay yerine ‘şûrâ’, ‘istişâre’, ‘divan’ ve ‘meşveret’ tabirleri literatüre yerleşmiştir. Emevi ve Abbasi imparatorlukları döneminde şûrâ kurumsallaşamamış, ancak tamamen de terkedilmemiştir. Devlet işlerini çözüme kavuşturmada bir yöntem olarak sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu uygulama, Osmanlı klasik döneminde divan, meşveret, meclis-i meşveret ve meclis-i şûrâ adları altında; Tanzimat döneminde ise, sürekli meclis yapıları içerisinde sürdürülmüştür. İslâm kökenli bu kavramlar, İslam hukukunun Türk hukukuna etkisine paralel olarak uzun dönem yaygın bir kullanıma sahne olduğundan, İslam kamu hukuku ve siyaset bilimindeki şûrâ ile ilgili kaynak ve eserler, Osmanlı Devleti’ndeki bu kavramlar ve kurullar ile alakalı uygulamanın anlaşılmasında ve değerlendirilmesinde öncelikli başvuru kaynaklarıdır. Bu bakımdan münferit olarak meclislerin incelendiği bu bölümde, kronolojik yönü de düşünerek, toy ve kurultaydan hemen sonra ve divan uygulamasından önce şûrâ/meşveret ile ilgili literatüre yer verdik. Şûra, Kuran-ı Kerim ve hadislerle sabit bir ilke olduğundan, tefsir ve hadis kitapları ve uygalamaya yer vermesi bakımından da İslam tarihi ile ilgili eserler ilk kaynaklardır. Müstakil olarak bu konuyu ele alan Arapça kitap ve makale sayısı oldukça fazladır. Burada, önemli gördüklerimizi zikredeceğiz. Ürdün’ün başşehri Amman’da bulunan Krallık İslam Medeniyetini Araştırma Akademisi editörlüğünde hazırlanan eş-Şûrâ fi’l-İslam isimli 3 ciltlik inceleme,8 şûrâ prensibini her yönüyle ele alan kıymetli bir çalışmadır. Konunun uzmanlarınca yazılan makaleler, sırasıyla şu başlıklar altında toplanmıştır: 7 Özkan İzgi, “Hunlar, Göktürkler ve Uygurlarda Geleneksel Festival ve Eğlenceler”, İ.Ü. Tarih Dergisi, İstanbul 1977, sy. 31, s. 29-36. 8 eş-Şûrâ fi’l-İslâm, c. I-III, el-Mecmeu’l-Melekiyyü li-Buhûsi’l-Hadâreti’l-İslâmiyye (der.), Amman, 1989.
628
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
I. Cilt: Kabile Örfünde Şûrâ, Kuran-ı Kerim’de Şûrâ, Şûra ile İlgili Hadisler, Hulefâ-i Râşidin Döneminde Şûrâ, Emeviler’de Şûrâ, Endülüs ve Mağrip’te Şûrâ. II. Cilt: Fikir ve Uygulama Yönüyle Abbasiler’de Şûrâ, Bağdat’ın Düşüşü ve Osmanlı Hilafetinin Doğuşu Arasında İslam Aleminde Şûrâ, Şûrâ’nın Özellikleri ve Unsurları, Ev İşlerinde ve Yönetimde Şûrâ, Şûrâ ve Bağlayıcılığı. III. Cilt: İslam’da Askerî Şûrâ, Şurâ’nın Fetva ve Toplu İçtihad Meselesiyle Bağlantısı, İslam Anayasa ve Siyaset Düşüncesinde Ehlü’l-Hal ve’l-Akd Kurumu, Kadının Şûrâ Kurumuna Katılımına İslam’ın Bakışı, Şûrâ Kurumuna Gayrımüslimlerin Katılımı ve Günümüzde Şûrâ’nın İslam Esasına Göre Tanzimi. Bu konuda, Tevfik eş-Şâvî tarafından yazılan Fıkhü’ş-Şûrâ ve’l-İstişâre adlı eser9, kapsamlı bir monografi niteliğindedir. Kitapta, şûrânın nazarî ve hukukî temelleri üzerinde durulmuş, uygulamasına değinilmiş, çağdaş sistemlerle karşılaştırılması yapılmış ve geleceği hakkında düşünceler ifade edilmiştir. Muhammed Ebu Fâris’in kaleme aldığı Hükmü’ş-Şûrâ fi’l-İslam ve Netîcetühâ,10 Türkçe’ye farklı bir baskısının çevirisi de yapılan11 Mahmud Bâbilli’ye ait eş-Şûrâ fi’l-İslam12 ve İzzeddîn Temîmî tarafından telif edilen eş-Şûrâ13 adlı Arapça monografiler de bu sahadaki diğer incelemeler arasındadır. Encyclopaedia of Islam’daki “Shura” maddesi14 de, İslam tarihinin ilk döneminde, Endülüs’te ve modern Arap dünyasında kavramın gelişiminden bahseder. Abidin Sönmez’in Şûrâ isimli kitabı15, Türkçe yazılan neredeyse tek müstakil araştırmadır. Eserde, şûrâ ve meşveret kavramları, İslam’dan önce meşveret, Şûrâ’nın kaynakları; konusu, üyeleri, çeşitleri ve hükmü ile Peygamberin hayatındaki tatbik şekli incelenmiştir. İslâmî Yönetimin Temeli: Şûrâ16 başlıklı derleme de, konuyu çeşitli yönleriyle ele almakta olup, bu konudaki pek az çalışma arasında zikredilebilir. 4. Divan/Divan-ı Hümayun Osmanlı Devleti’ndeki kullanımında divan tabiri, Farsça ve Arapça’dan da ileri bir şekilde “toplantı, kurul” anlamındadır. Zamanla, “hem toplantının kendisi, hem de toplanılan yer” manasında, devlet yönetiminde yetkili dairele9 Tevfîk eş-Şâvî, Fıkhu’ş-Şûrâ ve’l-İstişâre, 2. baskı, Mensûra: Dârü’l-Vefâ, 1992. 10 Muhammed Abdülkâdir Ebu Fâris, Hükmü’ş-Şûrâ fi’l-İslâm ve Neticetüha, Amman: Dârü’l-Fürkan, 1988. 11 Mahmud Babilli, İslamda Şûrâ, çev. Nihat Armağan ve Kemal Çobanbeyli, İstanbul: Fikir Yayınları, 1985. 12 Mahmud Bâbillî, eş-Şûrâ fi’l-İslâm, Riyad: Dârü’l-Hânî, 1996. 13 İzzeddîn et-Temîmî, eş-Şûrâ, Amman: Dârü’l-Beşîr, 1985. 14 “Shura”, Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1997, c. IX, s. 504-506. 15 Âbidin Sönmez, Şûrâ ve Rasûlullahın Müşâveresi, İstanbul: İnkılâb Yayınları, 1984. 16 İslâmî Yönetimin Temeli: Şûrâ, İstanbul: Vefa Yayıncılık, 1992.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
629
ri tanımlamada kullanılmıştır. Divan, Osmanlı Devleti’ndeki Divan-ı Hümayun ile, uygulamasının zirvesine ulaşmıştır. Ancak Osmanlı Divan-ı Hümayunu’nun temelleri; selefleri olan Emeviler, Abbasiler ve Selçuklulara dayandığından, bu devletlerin divan sistemleriyle ilgili bilgiler önemlidir. Emeviler’in kuruluş döneminde İslam kamu hukukunun gelişimini incelediği Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi başlıklı eserinde17 Vecdi Akyüz, merkezî teşkilatı incelediği bölümde, Emevi divanları hakkında bilgiler verir. Mehmet Aykaç tarafından yapılan Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilatında Dîvânlar adlı araştırma,18 Abbasi divanlarını idarî, askerî ve mâlî divanlar olmak üzere üç başlıkta inceler. Eserde, divanlar hakkındaki genişçe açıklamaların yanı sıra Araplar, Fârisiler ve Türklerin siyasî konumları hakkında satır aralarında önemli bilgiler verilir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından kaleme alınan ve alanında bir başvuru kaynağı olan Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal’de, Osmanlı devlet teşkilatının oluşumunda etkili olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Selçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri, İlhanîler, Karakoyunlu ve Akkoyunlu ile Memlûklu devletlerindeki teşkilat ele alınırken, divan teşkilatına genişçe yer verilir. Teşkilat bütünlüğü içerisinde konunun incelenmesi, divânın devlet teşkilatındaki konumunu ve diğer kurumlarla ilişkilerini tespit bakımından da oldukça yararlı olmuştur. Vezâret kurumunun ele alındığı Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması19 isimli Refik Turan’a ait çalışmanın bir bölümü, Divan-ı Hümayun’un selefi olan ve büyük ölçüde benzerlikler taşıdığı Anadolu Selçuklu Büyük Divan’ı ile ilgilidir. Burada, Anadolu Selçuklu Devleti’nin divan ve hükümet teşkilatını Büyük Selçuklu Devletinden aldığı, ancak ihtiyaca göre geliştirdiği ortaya konarak divan üyeleri belirtilip açıklanmış ve divanın çalışma esaslarına yer verilmiştir. Ahmet Mumcu tarafından yapılan Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun isimli monografik çalışma20, artık klasikleşen bir başvuru eseridir. Araştırma, başta arşiv belgeleri ve kronikler olmak üzere çeşitli türdeki kaynaklar değerlendirilerek hazırlanmıştır. Eser; bir giriş bölümü, “Divan-ı Hümayun’un Tarihsel Gelişimi”, “Divan-ı Hümayun’un Yapısı”, “Divan-ı Hümayun’un Yetkileri ve Çalışması”, “Divan-ı Hümayun’un Denetlenmesi”, “Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun’dan Başka Kurul ve Organlar” başlıklarını 17 Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991. 18 Mehmet Aykaç, Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîvânlar (132-232/750847), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997. 19 Refik Turan, Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması, İstanbul: MEB Yayınları, 1995. 20 Ahmet Mumcu, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, 2. baskı, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1986.
630
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
içeren 5 temel bölüm ve “Genel Değerlendirme ve Sonuç” bölümlerinden oluşmaktadır. Bir hukuk tarihçisi gözüyle Mumcu, Divan-ı Hümayun’u; yüksek bir danışma kurulu olmanın yanında, kollektif şekilde karar alan bir “karar organı” olarak nitelerken, burada, siyasî, hukukî ve idarî devlet işlerinin görüldüğünü belirtir. Divan-ı Hümayun’u çeşitli yönleriyle, benzerleri olan çağdaş Fransız, İngiliz ve Alman kurullarıyla karşılaştırır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı adlı eserinde,21 Divan-ı Hümayun’a oldukça geniş bir yer ayırmıştır. Klasikleşen bu çalışmada; Divan-ı Hümayun’un toplantı günleri, toplantı yeri, üyeleri, toplantıları, arz günleri ve bürokratik yapısı hakkında malumat verilir. Recep Ahıshalı, “Divan-ı Hümayun Teşkilatı”22 adlı makalesinde divan konusunu incelemiştir. Diğer bir müstakil inceleme, Gülgün Üçel-Aybet tarafından kaleme alınan “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması (1570-1699)” başlıklı makaledir.23 Birinci makale, Divan-ı Hümayun hakkında klasik bilgilerin tekrarı mahiyetindedir. İkincisi ise, yaygın olarak bilinen hususlar yanında yabancı gözlemcilerin izlenimleriyle zenginleştirilmiştir. 5. Meşveret/Meşveret Meclisi/Şûrâ Meclisi Divan-ı Hümayun’un mevcut olduğu dönemde zaman zaman oluşturulan meşveretler -Divan toplantılarının ortadan kalkmasıyla birlikte- onun yerini almış ve daha sık toplanmıştır. Meşveret toplantıları, I. Abdülhamit dönemi ile birlikte başlayan ve III. Selim ve II. Mahmud dönemi ile devam eden süreçte kurumlaşmıştır. Meşveret ve meclis-i meşverete nazaran meclis-i şûrâ ya da şûrâ meclisi tabirlerinin II. Mahmud döneminde daha çok kullanıldığı görülür. Meclislerin müzakere ve kararları mazbata şeklinde düzenlenmiş, düzenlenen bu mazbatalar padişaha sunulmuştur.24 Osmanlılar, yabancı devlet elçileriyle yaptıkları müzakereleri “mükâleme”, kendi aralarındaki devlet meselelerini görüşmeyi ise meşveret olarak nitelendirmek hususunda hassasiyet göstermişlerdir. Bunun gerekçesi, şûrâyla ilgili İslâmî hükmün, meşveretin gayrımüslimlerle yapılamıyacağı şeklinde yorumlanmasıyla alâkalı olmalıdır. Üzerinde fazla çalışılmayan meşveret toplantılarıyla ilgili az sayıdaki Türkçe araştırmaların öncülüğü de Ahmet Mumcu’ya aittir. Divan-ı Hümayun adlı 21 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, 3. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. 22 Recep Ahıshalı, “Divan-ı Hümâyûn Teşkilatı”, Osmanlı, Güler Eren (ed.), Ankara, 1999, c. VI, s. 24-33. 23 Gülgün Üçel Aybet, “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı, sy. 4, Temmuz-Ağustos 2000, sy. 34, s. 35-41. 24 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili, 2. baskı, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1998, s. 326-327.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
631
çalışmasında konuyu inceleyen Mumcu, daha sonra 6-8 Kasım tarihleri arasında Ankara’da yapılan Türkiye Demokrasi Hareketleri Konferansı’na sunduğu “Osmanlı Devleti’nde Meşveret Yöntemi Demokratik Bir Gelişme Sağlayabilir miydi?” başlıklı tebliğiyle25 de, meşveret üzerine genel bir değerlendirmede bulunmuştur. Bu incelemelerde; Osmanlı padişahlarınca meşveret yönteminin öncelikle savaş zamanlarında uygulandığı, giderek mâlî ve diğer konuların da bu toplantıların gündemini oluşturduğu belirtilir ve meşveretlerin tasnifi, katılanları ve yapılış şekilleri hakkında bilgi verilir. Meşveret meclisleri ile Divan-ı Hümayun’un karşılaştırılması yapılarak daha geniş temsil imkanının olduğu, tartışma özgürlüğünün bulunduğu ve kararlarına padişahın uyduğu meşveretlerin Divan-ı Hümayun’a göre daha demokratik yapılar olduğuna dikkat çekilir. Bununla beraber, Batılı benzer kurullar ile karşılaştırıldığında, temsilin olmadığı veya çok kısıtlı olduğu meşveret meclisleriyle demokratik bir sürecin başlatılamadığı sonucuna ulaşılır. Yenileşme dönemi ile ilgili çalışmalar arttıkça, meşveret meclisleri de artan oranda ele alınmaya başlanmıştır. Bu döneme ilişkin araştırmalarıyla tanınan Ali Akyıldız, “Osmanlı’da İdarî Sorumluluğun Paylaşımı ve Meşruiyet Zemini Olarak Meclis-i Meşveret” isimli makalesinde26 konuyu incelemektedir. Bu meclislerin sıklıkla toplanmasını, XVIII. yüzyılın son çeyreğinde devletin varlığını tehdit eden siyasî kargaşa ve sorunların çözümünde karar ve sorumluluğu yayma, paylaşma ve geniş mutabakata dayandırarak halkın gözünde meşrulaştırma sebeplerine dayandırır. Meclisin yetkileri, katılacak kişiler, toplanma şekilleri, toplandığı yerler ve konuyu ele alma usulleri hakkında bilgiler verir. Osmanlı tarihlerine dayanan ve yer yer arşiv belgelerinin de kullanıldığı araştırmadan, bu dönem ile birlikte meclislerin artık kurumlaşmaya başladığı kanaatine ulaşılabilir. “Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı” adlıyla esasen doktora tezi olarak hazırladığı araştırmasında27 Ahmet Cihan, meşveret meclislerini geniş bir şekilde incelemiştir. Eserde, 1770-1830 arası dönemde, meşveretlerin sıklıkla toplanması ve ülke yönetimindeki ağırlıklarının artması ile birlikte, bu meclislere artan oranda katılan ve toplantılarda etkili olan ilmiye sınıfının da yönetim üzerindeki belirleyiciliğinin arttığı, 1830-1876 yılları arasındaki dönemde meşveret meclislerinin yetkilerinin yeni kurulan meclis-i vükelâ ve organize meclislere geçtiği ve dolayısıyla etkinliğinin azaldığı, azalan meşveretlerle birlikte 25 Ahmet Mumcu, “Osmanlı Devleti’nde Meşveret Yöntemi Demokratik Bir Gelişme Sağlayabilir Miydi?”, Türkiye Demokrasi Hareketleri Konferansı 6-8 Kasım 1985, Ankara, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1986, c. IV, sy. 1, s. 3-23. 26 Ali Akyıldız, “Osmanlı’da İdarî Sorumluluğun Paylaşımı ve Meşruiyet Zemini Olarak Meclis-i Meşveret”, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004, s. 31-44. 27 Ahmet Cihan, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul: Birey Yayıncılık, 2004.
632
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
ilmiye mensuplarının da yönetimdeki etkinliğinin sınırlandığı ve bu dönemde kuruldaki üyelerin sayısının azalmasının ilmiyenin etkisizliğini iyice arttırdığı kanaati ortaya konmaktadır. Eserde, işbölümü ve uzmanlaşmaya duyulan ihtiyaç ile modernleşmenin getirdiği sekülerleşmenin de, bu sınıfın geri plana itilmesinde etkili olduğu vurgulanmıştır. Çalışmada, ilmiye mensuplarının meşveretlerdeki varlığı ve etkinliği, toplum üzerindeki ağırlıkları dolayısıyla, alınan kararlara meşruiyet sağlanması ve sorumluluğun daha genel bir çerçevede paylaşılması ihtiyacına bağlanmıştır. Encyclopaedia of Islam’da, Findley tarafından kaleme alınan “Madjlis alShura” maddesi meclisleri ele alan ilk çalışmalardandır.28 Meşveret meclisi ve meclis-i şûrâ, meşveretin Tanzimat dönemindeki uygulanışı ve İslam dünyasında aynı dönemdeki benzer kurullar madde içerisinde değerlendirilmiştir. 6. Tanzimat Dönemi Merkezî Meclisleri Divan-ı Hümayun’un etkisizleşmesiyle birlikte “divan” kelimesi de yerini “meclis” kelimesine bırakmaya ve “devlet işlerini görüşmek üzere bir araya gelmiş topluluk” anlamında sıkça kullanılmaya başlanmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren batılaşmanın getirdiği sosyal ve siyasî gelişmelere paralel olarak, klasik Osmanlı kullanımındaki anlamını aşarak parlamento karşılığında da kullanılmıştır. Tanzimat dönemi merkezî meclislerini Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Meclis-i Âlî-i Umûmî, Meclis-i Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet olarak sıralayabiliriz. Tanzimat döneminin sürekli meclislerini bir bütün halinde ilk değerlendiren Stanford Shaw olmuştur. “XIX. Yüzyıl Osmanlı Reform Hareketinde 1876 Öncesi Merkezî Yasama Meclisleri” adlı makalede29 Meclis-i Vâlâ, Meclis-i Tanzimat, Meclis-i Ahkâm-ı Adliye ve Şûrâ-yı Devlet’i incelemiştir. Makale, arşiv belgeleri yoğunluklu ve diğer kaynaklara başvurulmak suretiyle hazırlanmıştır. Girişte, Divan-ı Hümayun’dan Tanzimat’a uzanan süreçte, meşveret meclisleri temelinde merkezî teşkilat yapısı tenkitçi bir gözle değerlendirilmiştir. Eserde, Tanzimat Fermanı öncesi yeni idarî yapılanmaya kısaca değinilir. Meclis-i Vâlâ’nın, Ferman öncesinde başarılı olamamasının nedenleri üzerinde durulur. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun da yetkilendirmesiyle, Meclis-i Vâlâ’nın artık bir yasama meclisi haline geldiği belirtilir. Çalışmada; meclisin çalışma günleri, toplanma ve müzakere usulü –meclisin nizamnâmeleri ışığında- ele alınır ve 28 Carter V. Findley, “Madjlis al-Shura”, Encyclopaedia of Islam, 2. baskı, Leiden, 1986, c. V, s. 1082-1086. 29 Stanford J. Shaw, “19. Yüzyıl Osmanlı Reform Hareketinde 1876 Öncesi Merkezi Yasama Meclisleri I-II”, çev. Püren Özgören, Tarih ve Toplum Dergisi, Nisan 1990, sy. 76, s. 11-16; Mayıs 1990, sy. 77, s. 40-47.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
633
yargı yetkisine vurgu yapılır. Meclis-i Tanzimat bölümünde, meclisin kuruluşu ve yetkileri üzerinde durulur. Dönemin siyasî çekişmelerinin meclisi de etkilediği ifade edilir. Meclis-i Vükelâ ile yetkileri karşılaştırılmak suretiyle mevcut durum, yasama yürütme ayrılığına gidiş olarak tespit edilir. Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Tanzimat’ın 1861 yılında birleşmesinden oluşan Meclis-i Ahkâm-ı Adliye, yapısal olarak ele alınır ve padişahın yıllık taht konuşmalarını yaptığı yer olarak, Vekiller Heyetine oranla inisiyatifin kendisinde toplandığı bir Meclis olarak değerlendirilir. Şûrâ-yı Devlet, Avrupa’dan gelen bir değişim modeli olarak görülür. Nizamnâmeleri ışığında meclisin yetkileri, yapısı ve merkezî sistemdeki yeri ele alınır. Meclislere ilişkin bağımsız bir eser olmamakla birlikte, Tanzimat dönemi Osmanlı merkez teşkilatını incelerken meclislere bütün olarak geniş yer ayıran bir diğer çalışma Ali Akyıldız’ca yapılmıştır. Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform30 başlıklı eserde, arşiv belgelerine dayanarak ve merkez teşkilatını bir bütün olarak görebilmenin avantajıyla meclislere daha isabetli bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Sadâret ve nezâretler ile birlikte meclisler konusunun aynı çalışmada incelenmesi sonucu verilen bilgiler, merkez teşkilatı içindeki bu yapıların birbirleriyle ilişkilerini ve sistem içindeki konumlarını değerlendirmede kesin bir kanaat oluşturmamakla birlikte, önemli ipuçları sağlayıcı niteliktedir. Yürütme organının öncüsü sayılabilecek Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’yı derli toplu olarak ele alan ilk araştırmalardan biridir. Döneme ilişkin birçok araştırmada gözden kaçırılan, bir üst meclis niteliğindeki Meclis-i Âlî-i Umûmi ayrı bir başlık altında incelenmiştir. Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye ve Meclis-i Tanzimat yer verilen diğer merkezî meclislerdir. Çalışma, 1836-1856 yıllarını kapsadığından Şûrâ-yı Devlet incelenmemiştir. Bu çerçevede, önemli bir araştırma da, Mehmet Seyitdanlıoğlu’na ait olan Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868) adlı monografik çalışmadır.31 Arşiv kaynaklarına dayalı olarak gerçekleştirilen araştırma, 6 bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm “Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’yi Hazırlayan Şartlar”, ikinci bölüm “Meclis-i Ahkâm-ı Adliye”, üçüncü bölüm “Meclis-i Âlî-i Umûmî”, dördüncü bölüm “Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’nin Bürokratik Yapısı ve İşleyişi”, beşinci bölüm “Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’nin Yetkileri” ve altıncı bölüm “Osmanlı Devlet Teşkilatı İçerisinde Meclis-i Vâlâ’nın Yeri” başlıklarını taşımaktadır. İkinci bölüm içerisinde, Meclis-i Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet de kısaca incelenmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Seyitdanlıoğlu; tartışmaya açık olmakla birlikte, Meclis-i Vâlâ-yı ana gövde olarak ele almakta, 1854’te kurulan 30 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1993. 31 Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1994.
634
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Meclis-i Tanzimat’ı Meclis-i Vâlâ’nın ikiye ayrılmasının bir sonucu ve dolayısıyla bu meclisin bir parçası, Şûrâ-yı Devlet’i de bu meclisin gelişmiş şekli olarak nitelemektedir. Başka bir deyişle, diğer merkezî meclisler Meclis-i Vâlâ’nın şartlara göre dağılmış, birleşmiş ve gelişmiş şekilleri olarak değerlendirilmiştir. Eserde, Meclis-i Vâlâ, Batı’daki ve Mısır’daki örnekleriyle karşılaştırılmış, yetkiler bölümünde siyasî ve yasama, yargı ve idarî bakımdan olmak üzere de hukukî yetkileriyle ele alınmıştır. Belirtilen bu üç çalışma, orjinal kaynaklara dayanmaları ve meclislere bütün olarak yer vermeleri ve değerlendirmeleriyle önemli bir boşluğu doldurmuşlardır. Bunlara ilaveten meclisleri tek tek, bütün olarak veya ilgili olduğu ölçüde inceleyen az sayıdaki çalışmaya da rastlamak mümkündür. Abdülmecit Mutaf’in “Şûrâ-yı Devlet (1868-1922)”,32 Fahri Çoker’in “Tanzimat’ın Getirdiği Hukuk Kurumları ve İşlevleri”33 ve Mustafa Elöve’nin “Yüz Yıl Boyunca Danıştay”34 başlıklı makaleleriyle, İsmail Hakkı Göreli’nin “Devlet Şûrâsı” adlı kitabı35 bunlar arasında sayılabilir. II. Kaynaklar ve Diğer Araştırmalar İslam öncesi dönem devlet yapısı ile ilgili kaynaklar sınırlı olunca, Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Kitabı ve Divan-ı Lügati’t-Türk gibi dil ve edebî kaynakların toy ve kurultay meclislerine ilişkin verdikleri çok kısmî bilgiler önemli olabilmektedir. İbni Batuta Seyahatnâmesi gibi kaynaklarda da meclislerle alakalı gözlemler aktarılmıştır. Eski Türk devlet teşkilatını inceleyen kimi eserler de, merkezî sistemin bir parçası olarak meclisleri ele almıştır. Ahmet Taşağıl’ın “Göktürkler”36 ve Salim Koca’nın “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”37 başlıklı çalışmaları bu türdendir. Moğol toplum ve teşkilat yapısıyla ilgili araştırmaların da bu meclisleri açıklayıcı olacağı düşünülebilir. Nazarî ve uygulama bakımından konuyu ele alan Mâverdî ve Ferrâ’nın Ahkâmu’s-Sultaniye türü çalışmalarıyla, İbni Teymiyye’nin Siyasetü’ş-Şeriyye’si İslam’da yönetim yapısı ve hususen şûra konusunda klasik olmuş çalışmalardır. Son dönemlerde, İslam’daki yönetim anlayışını nazarî ve kurumsal bakımdan inceleyen, başta Arapça olmak üzere çok sayıda modern çalışma yayımlan32 Abdülmecit Mutaf, , “Şûra-yı Devlet (1868-1922)”, Türkler, c. XIII, s. 599-609. 33 Fahri Çoker, “Tanzimat’ın Getirdiği Hukuk Kurumları ve İşlevleri”, Tarih ve Toplum, İstanbul, 1989, s. 71, s. 16-20. 34 Mustafa E. Elöve, “Yüz Yıl Boyunca Danıştay”, İstanbul Barosu Dergisi, 1968, c. XLII, sy. 78, s. 410-429. 35 İsmail Hakkı Göreli, Devlet Şûrâsı, Ankara, 1953. 36 Ahmet Taşağıl, “Göktürkler, Türkler, c. II, 15-48. 37 Salim Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilat”, Türkler, c. II, s. 823-844.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
635
makta ve şûra konusuna yer verilmektedir. Türkçe’de az sayıdaki bu tür eserler arasında Vecdi Akyüz’ün Hilafetin Saltanata Dönüşmesi adlı çalışması, Emevi yönetim sistemini incelerken, şûrânın İslam yönetim uygulamasında kurumlaşamamasını ele almasıyla da dikkat çekicidir. Reşat Genç’in “Karahanlı Devlet Teşkilatı”, İbrahim Kafesoğlu’nun “Selçuklu Tarihi”, Osman Turan’ın Selçuklular ile ilgili çalışmaları, İbni Bibi’nin El Evamirü’l-Ala’iye’si ve Aksarayî’nin Müsâmeretü’l-Ahbâr’ı, Osmanlı öncesi dönemde divan kurumuna yer veren müslüman Türk devletlerindeki örneklere işaret etmektedirler. Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi’ni de unutmamak gerekir. Divan-ı Hümayun’un verdiği kararları ihtiva eden ve birinci derece kaynaklar arasında yer alan mühimme defterleri, Divan-ı Hümayun’un yetkilerini tespitte oldukça yararlı olmakla beraber, Divan’ı yapısal ve karar alış şekli bakımından aydınlatmada yeterli değildirler. Bu yönüyle Divan, öncelikle hukuksal belgelerde düzenlenmiştir. Gerçekten, Kanunnâme-i Âl-i Osman ve Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnamesi, Divan teşkilatı hakkında en temel bilgileri verirler. Buna ilaveten, resmi ve özel Osmanlı tarihleri arasında yer alan Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Neşrî Tarihi, Peçevî Tarihi, Selânikî Tarihi, Naima Tarihi, Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa Tarihi, Zübde-i Vekayiât ve Netâyicü’l-Vukuât sadece Divan-ı Hümayun hakkında bilgi vermekle yetinmezler ve meşveret toplantılarına da yer verirler. İdris-i Bitlisî, Lütfi Paşa, Defterdâr Sarı Mehmet Paşa ve Koçi Bey başta olmak üzere, tecrübeli devlet adamları ve ulema tarafından kaleme alınan siyasetnâme türü eserler de, divan ve meşveret hakkında, tenkitçi bir bakışı da içeren faydalı malumat vermektedirler. Osmanlı devlet teşkilatını inceleme konusu yapan, Aydın Taneri’nin “Veziriazamlık”, Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık’ın konuyu ele alan kitap, makale ve yorumları, Yusuf Halaçoğlu’nun Osmanlılar’da Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, İlber Ortaylı’nın Türkiye İdare Tarihi, Mehmet Ünal’ın Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Mehmet İpşirli’nin E. İhsanoğlu editörlüğünde 2 cilt halinde hazırlanmış olan Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi adlı eser içerisinde yer alan “Merkez Teşkilatı” başlıklı incelemesi ve Mustafa Akdağ’ın Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi isimli araştırmaları da teşkilat yapısı içerisinde Divan-ı Hümayun’u değerlendirmişlerdir. Meşveret/şûrâ meclisleri hakkında Osmanlı Arşivinde azımsanmayacak sayıda belge bulunmakta ve bunlar içerisinde az sayıda da olsa mazbata örneklerine rastlanmaktadır. Meclislerin sıkça toplandığı ve ön plana çıktığı dönemde Vâsıf Tarihi, Mustafa Kesbî’nin İbretnümâ-yı Devlet’i, Tarih-i Cevdet, Câbî Tarihi, Abdi Tarihi, Hadîka-i Vekâyi, Şânizâde Tarihi gibi dönemin Osmanlı tarihleri, kimi zaman ayrıntılı olmak üzere, pek çok meşveret toplantısına yer vermişlerdir. Bu kaynaklar çerçevesinde meşveret meclislerini, Divan-ı Hümayun’dan farklı olarak, çok yönlü tanımak mümkün olabilmiştir. Bu dönemle alakalı ola-
636
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
rak yapılan araştırmalarda da meşveret meclislerine değinilmiştir. Enver Ziya Karal, III. Selim’in hatt-ı hümayunlarını konu edinen çalışmalarında pek çok meşveret meclisi kararı yayınlamıştır. Osmanlı Tarihi’nin V. cildinde, bu meclislere ilaveten Tanzimat dönemi merkez meclislerini de kısaca açıklamıştır. Musa Çadırcı da Tanzimat öncesi dönem yönetim yapısını ele aldığı çalışmalarında bu meclislere yer verir. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform adlı dönemi de kapsayan çalışmasında meşveret meclislerini konu edinir. Fikret Sarıcaoğlu’nun Sultan I. Abdülhamit ve Recep Ahıshalı’nın Reisülküttablık başlığını taşıyan yenileşme dönemiyle ilgili araştırmalarında da kısmen meclislere değinilir. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma başlıklı eserinde meşveret meclislerinden bahseder. Döneme tanıklık eden Olivier gibi kimi yabancılar da, meşveret toplantıları hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. Arşivde, yakın dönem olmanın, korunmuşluğun ve işlevselliklerinin de getirdiği özelliklerle, Tanzimat dönemi merkez meclisleri hakkında, meşveret meclislerine nazaran çok daha fazla belge bulunmaktadır. Takvim-i Vekayi ve Düstûr gibi yayınlar, kanunlar ve nizamnâmeler meclislerin hem kuruluşu, hem de yetkileri, çalışma ve karar alma esasları hakkında birinci derece kaynaklardır. Cevdet Paşa, Ahmed Lütfi Efendi ve Abdurrahman Şeref Efendi gibi dönem tarihçileri de eserlerinde meclisleri ele almışlardır. Reşat Kaynar, Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat adlı çalışmasında belgeler ışığında meclislere yer vermiştir. Engelhardt, kısmî de olsa meclisleri değerlendirir. İlber Ortaylı ve Bilal Eryılmaz, Tanzimat dönemini ele aldıkları çalışmalarında meclislerle ilgili bilgiler vermişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu tarihini ele alan modern tarih çalışmalarında da meclisler incelenmiştir. III. Genel Türk Hukuk Tarihi Çalışmaları Öncelikle hukuk ve siyaset bilimi tarihiyle ilgili bu meclisleri, hukuk tarihçileri, kamu hukukçuları ve siyaset bilimciler de eserlerinde genel olarak ele almışlardır. Hukuk tarihçileri, konuyu, Türk hukuk tarihi ders kitaplarında işlemişlerdir. Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk adlı Orta Asya dönemi Türk hukukunu ele aldığı kitabında, bu dönemde mevcut olan kurultaya değinir. Coşkun Üçok, Ahmet Mumcu ve Gülnihal Bozkurt, Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, M. Âkif Aydın, H. Tahsin Fendoğlu ve son olarak da Halil Cin ve Gül Akyılmaz tarafından kaleme alınan Türk hukuk tarihi ders kitaplarında, İslam öncesinden Osmanlı’nın sonuna kadar olan dönemde, ilgili olduğu devlet teşkilatı içerisindeki yerleriyle meclisler, hukuk tarihçilerince de değerlendirilmişlerdir. Kamu hukukçuları, anayasa hukukçuları ve idare hukuçuları da Türk devlet teşkilatını ve idarî yapısını inceleme konusu yaptıkları eserlerinde konuya eğilmişlerdir. Bu çerçevede, Ali Fuad Başgil, Hüseyin Nail Kubalı, Selçuk Öz-
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
637
çelik, Bülent Tanör gibi anayasa hukukçuları, Recai Galip Okandan ve Tarık Zafer Tunaya gibi kamu hukukçuları ve idare hukukçusu Sıddık Sami Onar’ın ismini zikredebiliriz. Türk kamu hukuku tarihini incelerken Okandan, Türk anayasal gelişmelerini ele alırken Tanör, meşveret ve özellikle de Meclis-i Vâlâ ve Şûrâ-yı Devlet üzerinde yoğunlaşmışlardır. Şükrü Karatepe, Osmanlı Siyasi Kurumları adlı çalışmasında Divan-ı Hümayun ve şûrâya yer vermiştir. Sonuç Hukuk tarihi hem hukuk, hem de tarihle ilişkisi olan bir bilim dalıdır. Esas olarak, tarih biliminin kaynaklarından geniş ölçüde yararlanır. Bazen hukukî belgeler tarih bilimince de kullanılır. İki alan, özellikle, teşkilat ve siyasî tarih çalışmalarında daha yakın ve içiçedir. Tarihçi, vakıayı sebep-sonuç ilişkisiyle ortaya koyarken; hukuk tarihçisi, bu işlem ve aşamayı bazen bizzat kendisi yapabileceği gibi, genellikle de, tarihçi tarafından şekillendirilen bu vakıayı hukukî bir ilişki ve bakışla değerlendirir. Bununla birlikte, bu literatür incelemesinde de görüleceği üzere, genel olarak Türk kamu hukuku tarihi ve özel olarak da merkezî meclislerle ilgili yapılmış çalışmaların sayısı oldukça azdır. Kimi zaman hatalı “hukukî” genellemelerin de görülebildiği bu az sayıdaki tarihî araştırmanın çoğu da hukukî bir bakışla değerlendirilememiştir. Yeni araştırmalar yapılması beklentisiyle beraber, hukuk tarihçilerinin en azından konuyla ilgili mevcut tarihî malzemeyi hukukî yönden değerlendirmesi hukuk literatürüne katkı sağlayacaktır.
Bibliyografya* Abdi Tarihi, 2. baskı, Faik Reşit Unat (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999. Abdüllatif (Harputî), “Meşrutiyet, Meşveret”, Beyanü’l-Hak, 1324, c. I, sy. 5, s. 82-84. Ahıshalı, Recep, “Divan-ı Hümâyûn Teşkilatı”, Osmanlı, Güler Eren (ed.), Ankara, 1999, c. VI, s. 24-33. Ahıshalı, Recep, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Ahmed Câvid, Hadîka-i Vekayi, Adnan Baycar (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998. Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. I-XII, İstanbul, 1309. Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, Cavid Baysun (yay.), 3. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1991. * Meşveret-meclis-parlamento eksenindeki çalışmalar yanısıra, bu kapsamdaki genel nitelikli eserler de bibliyografyaya ilave edilmiştir.
638
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, İstanbul, c. V, 1302; c. VI, 1303. Ahmed Mahir, “İslamiyet, Esas-ı Hükümet”, Mucizat-ı Kur’aniye, İstanbul, 1328. Ahmed Mahir, İslamiyet, Meşveret, İstanbul, 1328. Ahmed Midhat, Üss-i İnkılâb, Kısm-ı Sânî, İstanbul, 1295. Ahmed Tevhid, “Divan”, İstişâre Mecmuası, Şubat 1324, sy. 23, s.1057-1061. Ahmed Vâsıf, Mehâsinü’l-Âsâr ve Hakâikü’l-Ahbâr, Mücteba İlgürel (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1994. Ahmed Vâsıf Efendi, Tarih-i Vasıf (1752-1774 Yılları), c. I-II, İstanbul, 1219. Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2 cilt, Ankara: Barış Kitabevi, 1999. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri, 9 cilt, İstanbul, 1990-1996. Akyıldız, Ali, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1993. Akyıldız, Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004. Akyüz, Vecdi, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991. Akyüz, Vecdi, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, İstanbul: Kitabevi, 1998. Ali Haydar Emin, “Delâil-ü Meşveret”, Sırat-ı Müstakim, İstanbul 1324, c. I, sy. 2, s. 26-27. Altundağ, Şinasi, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’de Hakimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, 1944, c. VIII, sy. 30, s. 231-243. Arıkan, Zeki, “Divan-ı Hümayun”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Mezuniyet Tezi, İstanbul, 1966. Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, 2. baskı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1992. Arsal, Sadri Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk I, İstanbul: Hukuk Fakültesi Yayını, 1947. Âşıkpaşazâde Tarihi, İstanbul, 1332. Avzî, Ahmet el-, el-Hukuku’s-Siyasiyye li’r-Raıyyeti’ş-Şerîati’l-İslâmiyye Mukâreneten bi’n-Nuzumi’l-Vad’ıyye, Mûte: Müessesetü Râm li’t-Teknolecya ve’l-Kombîtür, 1995. Aybet, Gülgün Üçel, “Osmanlı Devletçiliği ve Divan’ın Çalışması”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı IV, Ankara, Temmuz-Ağustos 2000, sy. 34, s. 35-41. Aydın, A. Arslan, “İslamda Şûrâ’nın Manası, Yeri ve Önemi”, İslamî Yönetimin Temeli: Şûrâ, İstanbul: Vefa Yayıncılık, 1992. Aydın, M. Âkif, Türk Hukuk Tarihi, 3. baskı, İstanbul: Beta Basım, 1999. Aykaç, Mehmet, Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîvânlar (132-232/750847), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997. Babaoğlu, Orhan Münir, Türk Hukukunda Devlet Fikri, İstanbul, 1936. Babillî, Mahmud Muhammed, eş-Şûrâ fi’l-İslâm, Riyad: Dârü’l-Hânî, 1996. Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1927. Başbakanlık Merkez Teşkilâtı (Tarihçe ve Mevzuat) I, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1995. Başgil, A. Fuad, “1959 Kilyos Semineri”, (Bahri Savcı’nın Tutanaklarıyla), Kanun-i Esasi’nin 100. Yılı Armağanı, Ankara, 1978. Başgil, A. Fuad, Türkiye Siyasi Rejim ve Anayasa Prensipleri, c. I, İstanbul, 1957. Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
639
Bosworth, C. E., “Shura”, Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1997, c. IX, s. 504-505. Busbesq, Türk Mektupları, çev. Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul, 1939. Câbî Tarihi, c. I-II, Mehmet Ali Bayhan (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2003. Ceylan, Ayhan, “Türk Hukuk Tarihinde Meşveret Düşüncesi ve Uygulaması”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul, 1998. Ceylan, Ayhan, “Bir Danışma Kurumu Olarak Divan-ı Hümayun, İslam’da Şûrâ ve Divanı Hümayun’un ‘Şûrâ Meclisi’ Niteliği”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı I, Ankara, Ocak-Şubat 2000, sy. 31, s. 400-417. Cihan, Ahmet, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul: Birey Yayıncılık, 2004. Cin, Halil ve Akgündüz, Ahmet, Türk-İslam Hukuk Tarihi, 2 cilt, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990. Cin, Halil ve Akyılmaz, Gül, Türk Hukuk Tarihi, Konya: Sayram Yayınları, 2003. Çadırcı, Musa, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim (1839-1856)”, Belleten, 1988, c. LII, sy. 203, s. 601-626. Çadırcı, Musa, “Tanzimat’ın İlanı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826-1839)”, Belleten, 1987, c. LI, sy. 201, s. 1215-1240. Çam, Esat, Devlet Sistemleri, İstanbul: Der yayınları, 1987. Çelik, Hüseyin, Ali Suavi ve Dönemi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. Çelik, Hüseyin, “Usûl-i Meşveret Demokrasi Midir?”, Türkiye Günlüğü, Ankara, KasımAralık 1994, sy. 31, s. 97-101. Çetin, Atilla, Tunuslu Hayreddin Paşa, Ankara, 1988. Çoker, Fahri, “Tanzimat’ın Getirdiği Hukuk Kurumları ve İşlevleri”, Tarih ve Toplum, İstanbul, 1989, s. 71, s. 16-20. Danişmend, İsmail Hami, Garp Menbalarına Göre Eski Türk Demokrasisi, İstanbul, 1964. Dede Korkut Kitabı, Muharrem Ergin (nşr.), İstanbul, 1969. Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Zübde-i Vekayiât, Abdülkadir Özcan, (nşr.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995. Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, çev. Hüseyin Ragıp Uğural, İzmir 1990. Demici, Abdullah b. Ömer ed-, El-İmâmetü’l-Uzma: İslamda Devlet Başkanlığı, çev. İbrahim Cücük, İstanbul: Ravza Yayınları, 1996. “Divan”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Diyanet Vakfı, 1994, c. IX, s. 377-387. “Diwan”, Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1991, c. II, s. 323-337. Doğan, Muzaffer, “Divân-ı Hümâyun’dan Bâbıâli’ye Geçiş”, Osmanlı, Güler Eren (ed.), Ankara, 1999, c. VI, s. 199-210. D’ohsson, M., “Divan Toplantıları”, çev. Ayda Düz, Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1973, c. I, sy. 4, s. 74-80. Ebu Fâris, Muhammed Abdülkâdir, en-Nizâmü’s-Siyâsî fi’l-İslâm, 2. baskı, Amman: Dârü’l-Furkan, 1986. Ebu Fâris, Muhammed Abdülkâdir, Hükmü’ş-Şûrâ fi’l-İslâm ve Neticetüha, Amman: Dârü’l-Fürkan, 1988. Ebu Iyd, Arif Halil, Nizâmü’l-Hükm fi’l-İslâm, Amman: Dârü’n-Nefâis, 1996. Ekinci, Ekrem Buğra, Ateş İstidası İslâm-Osmanlı Hukukunda Mahkeme Kararlarının Kontrolü, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2001.
640
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Ekşioğlu, Naci, “Danıştay”, A. Recai Seçkin’e Armağan, Ankara, 1974. Elöve, Mustafa E., “Yüz Yıl Boyunca Danıştay”, İstanbul Barosu Dergisi, 1968, c. XLII, sy. 7-8, s. 410-429. Emil, Birol, “Ziya Paşa’da İslamiyet ve Meşveret Fikri”, I. Milli Türkoloji Kongresi Tebliğler, İstanbul, 6-9 Şubat 1978, İstanbul, 1980. Erkut, Celal, “Fransa’da Conseil d’Etat’nın Sosyolojik ve Tarihsel Açıdan Gelişimi”, İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, İstanbul, 1985, c. IV, sy. 1-3, s. 43-50. Eryarsoy, M. Beşir, İslam Devlet Yapısı, 3. baskı, İstanbul: Buruc Yayınları, 1995. Eryılmaz, Bilal, Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. Esad Efendi, Vak’a-nüvis Esad Efendi Tarihi, Ziya Yılmazer (haz.), İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2000. eş-Şûrâ fi’l-İslâm, 3 cilt, Amman: el-Mecmeu’l-Melekiyyü li-Buhûsi’l-Hadâreti’l-İslâmiyye, 1989. Fazlurrahman, “İslam’da Şûrâ İlkesi ve Ümmetin Rolü”, İslami Siyaset Teorisi ve Sorunlar, Mümtaz Ahmet (ed.), çev. Halim Sırçancı, İstanbul: Ekin Yayınları, 1997. Fehmi Efendi, Mevaizi Diniye, 1. Kısım, İstanbul 1328. Fendoğlu, H. Tahsin, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000. Ferrâ, Ebu Ya’la el-, el-Ahkâmu’s-Sultaniye, M. Ali Ebu el-Abbas (talik), Kahire: Mektebetü’l-Kur’an, ts. Findley, Carter V., “Madjlis al-Shura”, Encyclopaedia of Islam, 2. baskı, Leiden, 1986, c. V, s. 1082-1086. Findley, Carter V., Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, çev. Latif Boyacı ve İzzet Akyol, İstanbul: İz Yayıncılık, 1994. Garaybe, Ruhayyil Muhammed, el-Hukûk ve’l-Hürriyyâtü’s-Siyâsiyye fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Amman: Dârü’l-Menâr, 2000. Gencer, Ali İhsan, “Bahriye Meclisi’nin Kuruluşu ve Önemi”, Türk Denizcilik Tarihi Araştırmaları, İstanbul: Türkiye Denizciler Sendikası, 1986, s. 102-113. Genç, Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2002. Gezgin, Ali Galip, “Türk-İslâm Devletlerinde Şûrâ”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. V, s. 203-209. Gordlevski, V., Anadolu Selçuklu Devleti, çev. Azer Yaren, Ankara, 1988. Gökbilgin, M. Tayyib, “Tanzimat Hareketinin Osmanlı Müesseselerine ve Teşkilatına Etkileri”, Belleten, 1967, c. XXXI, sy. 121, s. 93-111. Göreli, İsmail Hakkı, Devlet Şûrâsı, Ankara, 1953. Göze, Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 5. baskı, İstanbul, 1989. Gültepe, Necati, “Osmanlılarda Bürokrasi: Merkezin Yönetimi”, Osmanlı, Güler Eren(ed.), Ankara, 1999, c. VI, s. 241-255. Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998. Hamidullah, Muhammed, İslama Giriş, 2. baskı, çev. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1965. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, c. II, 4. baskı, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980. Hayreddin Paşa, Mukaddime-i Akvemü’l-Mesalik fi Marifeti Ahvali’l-Memalik, çev. Abdurrahman Efendi, İstanbul, 1296.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
641
Hüseyin Hazmi, “Meşveret”, Beyanü’l-Hak, 1324, c. I, sy. 1, s. 7-9. İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name), 2 cilt, Mürsel Öztürk (haz.), Ankara: Kültür Bakanlığı, 1996. İbn Fazlân Seyahatnâmesi, Ramazan Şeşen (haz.), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1995. İbn-i Teymiye, es-Siyasetü’ş-Şeriyyetü fî Islâhı’r-Râî ve’r-Raiyyeti, Beyrut: Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, ts. İmam-ı Gazali, Devlet Başkanlarına -Nasihatü’l-Müluk-, çev. Osman Şekerci, İstanbul, 1969. İnalcık, Halil, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, Belleten, 1964, c. XXVIII, sy. 112, s. 623-649. İpşirli, Mehmet, “Klasik Dönem Osmanlı Devlet Teşkilatı: Merkez Teşkilatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, c. I, Ekmeleddin İhsanoğlu (ed.), İstanbul: Feza Gazetecilik, 1999. İsmail Hakkı (Bereketzâde), “İslam ve Usul-i Meşveret”, Sırat-ı Müstakim, 1324, c. I, sy. 5, s. 70-73. İzgi, Özkan, “Hunlar, Göktürkler ve Uygurlarda Geleneksel Festival ve Eğlenceler”, İ.Ü. Tarih Dergisi, İstanbul, 1977, sy. 31, s. 29-36. Kadri, Hüseyin Kazım, “Divan”, Türk Lügatı, c. II, 1928. Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları, 1992. Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1995. Kalaycıoğlu, Ersin ve Sarıbay, Ali Yaşar, “Tanzimat: Modernleşme Arayışı ve Siyasal Değişme”, Türk Siyasal Hayatının Gelişimi, E. Kalaycıoğlu ve A. Y. Sarıbay (ed.), İstanbul, 1986, s. 9-29. Kamîha, Câbir, el-Muârada fi’l-İslâm Beyne’n-Nazariyyetü ve’t-Tatbîk, 2. baskı, Mısır: edDârü’l-Mısrıyyetü’l-Lübnaniyye, 1998. Kanunname-i Âli Osman, M. Arif (neş.), Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası İlavesi, İstanbul, 1330. Kara, İsmail, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul: İz Yayıncılık, 1994. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. V, 4. baskı, Ankara: Türk tarih Kurumu, 1988. Karal, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Humayunları, 2. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999. Karal, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları –Nizam-ı Cedit-1789-1807, 2. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, c. I, İstanbul: Nesil Yayınları, 1991. Karatepe, Şükrü, Osmanlı Siyasi Kurumları: “Klasik Dönem”, 2. baskı, İstanbul: İşaret Yayınları, 1990. Karpat, Kemal H., Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1967. Kaynar, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, 2. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1985. Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, çev. Mürsel Öztürk, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2000. Keylânî, Abdullah İbrahim Zeyd el-, el-Kuyûdü’l-Vâride ala’s-Sultati’d-Devle fi’l-İslâm ve Damânatühâ, Amman: Dârü’l-Beşîr, 1997.
642
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Koca, Salim, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilat”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. II, s. 823844. Koçi Bey Risalesi, Zuhuri Danışman (sad.), İstanbul: MEB Yayınları, 1993. Koçu, Reşat Ekrem, “Ayak Divanı”, Hayat Tarih Mecmuası, Aralık 1973, c. II, sy. 12, s. 31-37. Kolcalı Abdülaziz, Kuran-ı Kerim ve Kanun-i Esasi, İstanbul, 1326. Köprülü, M. Fuad, “Başlangıç, İzah ve Düzeltmeler Kısmı”, 3. baskı, İslam Türk Medeniyeti Tarihi, Ankara, 1973. Köprülü, M. Fuad, “Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri”, Belleten, 1938, c. II, sy. 5-6, s. 39-72. Kösoğlu, Nevzat, Devlet (Eski Türklerde-İslamda ve Osmanlıda), İstanbul, 1997. Kubalı, Hüseyin Nail, Türk Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, İstanbul, 1960. Kurat, Nimet Akdes, Peçenekler, İstanbul, 1937. Küçük, Raşit, “İslamî Bir Toplumun Oluşmasında İstişarenin Yeri”, İslami Yönetimin Temeli: Şûrâ, İstanbul: Vefa Yayıncılık, 1992. Kütükoğlu, Mübahat S., Osmanlı Belgelerinin Dili, 2. baskı, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1998. Lewis, Bernard, “Meşveret”, Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1982, sy. 12, s. 775-782. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1991. Lütfi Paşa, Âsafnâme, İstanbul 1326. “Madjlis”, Encyclopaedia of Islam, 2. baskı, Leiden, 1986, c. V, s. 1031-1037. Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895-1908), 5. baskı, İstanbul, İletişim, 1994. Mardin, Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev. Mümtaz’er Türköne, Fahri Unan ve İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim, 1996. Mâverdî, Ebu’l-Hasan el-, el-Ahkâmu’s-Sultaniye, Semîr Mustafa Rebâb (tahkik), Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 2000. Mehmed Neşri, Neşri Tarihi, 2 cilt, 3. baskı, Faik Reşit Unat ve Mehmet Altay Köymen (yay.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995. Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1993. Mevdudi, Ebu’l-A’la, İslamda Hükümet, çev. Ali Genceli, Ankara, ts. Mumcu, Ahmet, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, 2. baskı, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1986. Mumcu, Ahmet, “Osmanlı Devleti’nde Meşveret Yöntemi Demokratik Bir Gelişme Sağlayabilir Miydi?”, Türkiye Demokrasi Hareketleri Konferansı 6-8 Kasım 1985, Ankara, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1986, c. IV, sy.1, s. 3-23. Musa Kazım, İslamda Usul-i Meşveret ve Hürriyet, İstanbul 1324. Mustafa Kesbî, İbretnümâ-yı Devlet, Ahmet Öğreten (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2002. Mustafa Naima, Tarih-i Naimâ, c. I-VI, İstanbul, 1283. Mustafa, Nevin A., İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul: İz Yayıncılık, 1990. Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, c. I-IV, İstanbul 1327.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
643
Mutaf, Abdülmecit, “Şûra-yı Devlet (1868-1922)”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. XIII, s. 599-609. Namık Kemal, Makalat-ı Siyasiye ve Edebiye, Külliyat-ı Kemal Birinci Tertib-III, İstanbul, 1327. Nebhan, Muhammed Faruk, İslam Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, çev. Servet Armağan, İstanbul, 1980. Nizamülmülk, Siyasetnâme, 2. baskı, Nurettin Bayburtlugil (haz.), İstanbul:Dergâh Yayınları, 1987. Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi Tercüme ve Tahlili, A.Zeki Velidi Togan (haz.), İstanbul, 1972. Oğuz Kağan Destanı, İstanbul: MEB Basımı, 1970. Okandan, Recai Galip, Amme Hukukumuzun Anahatları, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1977. Oktay, Cemil, “Hum” Zamirinin Serencamı, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1991. Olivier, Türkiye Seyahatnamesi, çev. Oğuz Gökmen, Ankara, 1977. Onar, Sıddık Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul: Marifet Basımevi, 1952. Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. baskı, İstanbul, Hil Yayınları, 1995. Ortaylı, İlber, “Tanzimat Devri ve Sonrası İdari Teşkilat: Tanzimat Devrinde İdari Yapı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, c. I, Ekmeleddin İhsanoğlu (ed.), İstanbul: Feza Gazetecilik, 1999. Ortaylı, İlber, Türkiye İdare Tarihi, Ankara, 1979. Osman, Fethi, “İmam’a Biat: İslam Devleti Başkanı’nın Atanması”, İslami Siyaset Teorisi ve Sorunlar, Mümtaz Ahmet (ed.), çev. Halim Sırçancı, İstanbul: Ekin Yayınları, 1997. Ögel, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 2 cilt, İstanbul: MEB Yayınları, 1997. Ögel, Bahaeddin, “Devlet Meclisi ve Kurultay”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. II, s. 874-887. Özcan, Abdülkadir, “Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi”, İÜEF Tarih Dergisi, 1982, sy. 23. Özçelik, Selçuk, “İslamda Devlet Müessesesinin İnkışafı”, İÜHFM, 1954, c. XX, sy. 1, s. 3-9. Özçelik, Selçuk, “İslam Hukukuna Göre, Fert ve Devlet Münasebetleri”, A. Samim Gönensay’a Armağan, İstanbul, 1955, s. 533-556. Özçelik, Selçuk, “İslam Hukukuna Göre Hükümdarın Hukuki Durumu”, Tahir Taner’e Armağan, İstanbul, 1956, s. 143-165. Özdeş, Orhan, Yüzyıl Boyunca Danıştay, Ankara, 1968. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3 cilt, İstanbul: MEB Yayınları, 1993, c. I, s. 462-465. Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, 2 cilt, İstanbul, 1283. Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları, M. Reşat Uzmen (haz.), İstanbul, ts. Salih, Subhi, İslam Kurumları, çev. İbrahim Sarmış, Ankara: Fecr Yayınları, 1999. Sarıcaoğlu, Fikret, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi Sultan I. Abdülhamit, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Seyitdanlıoğlu, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1994.
644
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
Shaw, Stanford J., “XIX. Yüzyıl Osmanlı Reform Hareketinde 1876 Öncesi Merkezi Yasama Meclisleri I-II”, Tarih ve Toplum Dergisi, Nisan 1990, sy. 76, s. 11-16; Mayıs 1990, sy. 77, s. 40-47. Shaw, Stanford J., Between Old and New, The Ottoman Empire Under Sultan Selim III, 1789-1807, Cambridge, Massachusetts, 1971. Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Silahtar Tarihi, 2 cilt, Ahmed Refik (nşr.), İstanbul, 1928. Sönmez, Âbidin, Şûrâ ve Rasûlullahın Müşâveresi, İstanbul: İnkılâb Yayınları, 1984. Spuler, Berthold, İran Moğolları, 2. baskı, Cemal Köprülü(çev.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1987. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler), 2. baskı, Ankara: A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1972. Şahinoğlu, M. Nazif, “Şûrâ’ya Bir Bakış”, İslamî Yönetimin Temeli: Şûrâ, İstanbul: Vefa Yayıncılık, 1992. Şânizâde Ataullah Efendi, Şânizâde Tarihi, 4 cilt, İstanbul, 1299. Şapolyo, Enver Behnan, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat Devri Tarihi, İstanbul, 1945. Şâvî, Tevfîk eş-, Fıkhu’ş-Şûrâ ve’l-İstişâre, 2. baskı, Mensûra: Dârü’l-Vefâ, 1992. Şen, Adil, Osmanlıda Dönüm Noktası (III. Selim Hayatı ve Islahatları), Ankara: Fecr Yayınları, 2003. Şirvani, Harun Han, İslamda Siyasi Düşünce ve İdare, çev. Kemal Kuşçu, İstanbul, 1965. Tancî, Muhammed et-, İbni Batûta Seyahatnâmesi, Mümin Çevik (sad.), 2 cilt, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1993. Taneri, Aydın, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Döneminde Vezîr-i A’zamlık (12991453), 2. baskı, İzmir: Akademi Kitabevi, 1997. Tanör, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul: Der Yayınları, 1992. Tarih-i Selânikî, 2 cilt, 2. baskı, Mehmet İpşirli (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999. Taşağıl, Ahmet, “Göktürkler”, Türkler, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. II, s. 15-48. Tekin, Yusuf, “Osmanlı’da Demokrasi Tartışmalarının Miladı Olarak Meşrutiyet Öncesi Tartışma Platformu”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 2000, c. LV, sy. 3, s. 145-173. Temîmî, İzzeddîn et-, eş-Şûrâ, Amman: Dârü’l-Beşîr, 1985. “Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnamesi”, Milli Tetebbular Mecmuası, 1331, c. I, sy. 3, s. 497-544. Thevenot, Jean, 1655-1656’da Türkiye, çev. Nuray Yıldız, İstanbul, 1978. Tönük, Vecihi, Türkiye İdare Teşkilatının Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durumu, Ankara, 1945. Tunaya, Tarık Zafer, “İlk Osmanlı Anayasa Kitabı: Hükümet-i Meşruta”, TCTA, İstanbul, 1985, c. I, s. 34-35. Tunaya, Tarık Zafer, “Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyetin Siyasi Tefekküründe “İslamcılık” Cereyanı”, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1954, c. XIX, sy. 34, s. 631-670. Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, c. I, 11. baskı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü
645
Turan, Refik, Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması, İstanbul: MEB Yayınları, 1995. Türköne, Mümtaz’er, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. Ubicini, M. A., Türkiye 1850, çev. Cemal Karaağaçlı, c. I, İstanbul, ts. Uğur, Ahmet, Osmanlı Siyâset-Nâmeleri, İstanbul: MEB Yayınları, 2001. Ünal, Mehmet Ali, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, 2. baskı, Isparta: Kardelen Kitabevi, 1998. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, 3. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. I, 6. baskı, Ankara, 1994. Üçok, Coşkun, Mumcu, Ahmet ve Bozkurt, Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, 8. baskı, Ankara: Savaş Yayınevi, 1996. Vak’a-Nüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, M. Münir Aktepe (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988, c. X; 1989, c. XI; 1989, c. XII; 1990, c. XIII; 1991, c. XIV; 1993, c. XV. Vladimirtsov, B. Y., Moğolların İçtimai Teşkilatı, 3. baskı, çev. Abdülkadir İnan, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995. Yınanç, Mükremin Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I, İstanbul, 1944. Yücel, Yaşar, Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Yücekök, Ahmet N., Siyaset Sosyolojisi Açısından Türkiye’de Parlamentonun Evrimi, Ankara, 1983. Zeydan, Abdülkerim, İslam Hukukunda Fert ve Devlet, çev. Cemal Arzu, İstanbul, 1969.
Central Assemblies Before the Constitutional Regime in the History of Turkish Law: A Literature Ayhan CEYLAN Abtract This article aims to assert the literature on central assemblies before Parliament in the history of Turkish Law. Generally, these assemblies are named as “councils of consultation” both in the West and Turkish history researches. In fact, these assemblies had legislative, executive, fiscal and judicial competence beside being a council of consultation. Thus, it is not appropriate to call them only as consultative councils because of their qualification is more than that. We can determine those councils in these shapes: Toy and Kurultay in pre-Islamic period; Divan-ı Hümayun and Meclis-i Meşveret/Meclis-i Şura in Classical period of Ot-
646
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Ceylan
tomans; Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye, Meclis-i Ali-i Umumi, Meclis-i Tanzimat ve Şura-yı Devlet which are the central councils of Tanzimat era. Recently, number of studies on central assemblies increased a bit, but they are still quiet little. Those limited studies had been performed by historicians. Those councils as a subject of History of Public Law in the first place must be studied by scholars of History of Law. Keywords: Toy, Divan-ı Hümayun, Meşveret, Meclis-i Meşveret, Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye
Osmanl›’da Meflrutiyet Öncesi Merkezî Meclisler Literatürü Ayhan CEYLAN Özet Parlamentoların ortaya çıkışından önce, devlet başkanının şahsında temsil edilen siyasal iktidara katılım, şartların da zorlamasıyla, merkezî meclislerin karar alma mekanizmasına dahil edilmeleriyle gerçekleşmiştir. Karar oluşum sürecine katılma, belli ölçüde, iktidarın denetimi ve sınırlandırılmasını da beraberinde getirmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulamaya yansımadığı dönemde, bu meclisler; danışma, yasama, bazı örneklerinde yargı, hatta idârî ve mâlî yetkilere sahiptirler. Bu bakımdan, literatürde yerleşik bir kullanıma sahip olsa da, istişârî olmanın yanında pek çok yetkilere sahip bu meclisleri “danışma kurulu” olarak adlandırmak isabetli gözükmemektedir. Bu çalışma, Türk hukuk tarihinde parlamento öncesi dönem merkezî meclislerle ilgili literatürü ele almayı hedeflediğinden, bu çerçevedeki meclisler, İslam öncesi dönemde, toy ve kurultay, Osmanlı klasik döneminde Divan-ı Hümayun ve Meclis-i Meşveret/Meclis-i Şûrâ ve Tanzimat Dönemi merkez meclisleri olan; Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Meclis-i Âlî-i Umûmi, Meclis-i Tanzimat ve Şûrâ-yı Devlet olarak tespit edilmiştir. Parlamento öncesinde görülmelerinin yanında, adı geçen meclisler, farklı yetkilere de sahip olmakla birlikte, “karar organı” olma yönleriyle öne çıkmaktadırlar. Nitekim, merkezî meclisler, Türk kamu hukukunda parlamentoyu ortaya çıkaran yerli dinamiklerin başında gelmektedirler. Son yıllarda, merkezî meclislerle ilgili yayın sayısında artma olmakla birlikte, sayı, normal düzeyin oldukça altındadır. Mevcut çalışmaların tümü de, henüz “hukukî” boyutla değerlendirilmemiştir. Anahtar Kelimeler: Toy, Divan-ı Hümayun, Meşveret, Meclis-i Meşveret, Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
647
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 647-672
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü Mustafa fiENTOP*
Giriş TANZİMAT, düzenleme, nizam verme anlamına gelen “tanzim” kelimesinin çoğuludur. Bir devri ifade için kullanılan bu kelime, daha çok hukuk faaliyetlerini çağrıştırır niteliktedir. Nitekim bazı Batılı yazarlar tarafından Tanzimat kelimesi, “legislation” olarak karşılanmış ve bu dönem öyle anılmıştır. Bu sebeple Tanzimat’ın en önemli yönünün hukukî yönü olduğu söylenebilir. Tanzimat’la aynı kökten gelen kelimelerin önceki yüzyıl ıslahatlarında ve layihalarında da kullanıldığı görülmektedir. “Nizam-ı Cedid”, hatta Koçi Bey risalesinde sözü edilen “nizam bozukluğu” gibi ifadeler, aynı kökten gelen kelimelerin uzun zamandır kullanıldığını göstermektedir. Tanzimat dönemini başlatan Hatt-ı Humayun’da, çeşitli izah ve değerlendirmelerden sonra, devletin gerileme sebepleri arasında hukuk hayatındaki bozukluk zikredilmekte, yeni hukukî düzenlemelerin yapılması zaruretinden söz edilmektedir. Nitekim kısa bir süre içinde kanunlaştırma faaliyetleri başlatılmıştır. Kanun; lügata göre, yasama organı tarafından, muayyen şekillere uyularak düzenlenen ve yürürlüğe girdikten sonra uyulması mecburi olan, genel, soyut ve sürekli kuraldır.1 Genellik, soyutluk ve süreklilik bütün kanunlarda bulunmayabilir. Yetkili organ tarafından, öngörülen usullerle konulan müeyyideli kurallar, bu nitelikleri taşımasa da kanun adını almaktadır. O halde kanun için asgari şartlar; yetkili organ tarafından, belli usullerle konulma ve müeyyide içermedir. Yetkili organ yasama organıdır, ancak bu organın her zaman halk tarafından seçilmiş bir meclis olması gerekmez. Kral veya diktatörler tarafından konulan, yukarıdaki niteliklere sahip kurallar da kanun adını alabilir. * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. 1 Türk Hukuk Lügatı, Ankara, 1998, s.184.
648
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Kanunlaştırma, XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Avrupa’da başlatılan bir hukuk hareketidir. Daha önce de hukuk kurallarının derlenmesi, toplanması ve düzenlenmesine dair çeşitli ülkelerde çalışmalar yapılmıştır. Roma İmparatorluğu’nda “12 Levha Kanunu” olarak bilinen düzenleme oldukça eski tarihlidir. Osmanlı Devleti’nde de, ilk dönemlerden itibaren, yazılı metin halinde bazı hukuk kurallarının bir araya getirildiğini biliyoruz. Ancak bunları teknik anlamıyla “kanunlaştırma” olarak kabul etmek doğru değildir. Kanunlaştırma hareketi, belli bir tarihî dönemde ortaya çıkmıştır ve belli bir hukuk anlayışına dayanmaktadır. Böyle bir faaliyetin kendisi bizatihi olumlu veya olumsuz olarak nitelendirilemez, mevcut olmadığı durumlarda da bir eksikliğin veya geriliğin göstergesi olarak kabul edilemez. Osmanlı Devleti’nde görülen kanunname geleneği ise farklı bir şekilde ele alınmalıdır. Osmanlı hukuk sistemi esas itibarıyla İslam hukukuna dayanmaktaydı. Hukukun bütün alanlarında İslam hukuku uygulanmıştır. Ancak İslam hukukunda devlet başkanının düzenlemesi için çok geniş bir alan bırakıldığı bilinmektedir. Bu alan Osmanlılarda geneli örfî hukuk diye adlandırılan düzenlemelerle doldurulmuştur. Eski Türklerden gelen yazılı kural koyma usulü İslam hukukunda tanınan bu yasama yetkisiyle birleştirilmiş ve kanunname geleneği ortaya çıkmıştır. Tanzimat dönemi kanunlaştırmaları bu genel hukuk anlayışı içinde bir yer bulmaktadır. İki koldan süren kanunlaştırma faaliyeti, devlet başkanının yasama yetkisi içinde mütalaa edilmiştir. Mesela ceza hukuku alanında hazırlanan üç kanun ve bir tasarı, sadece tazir suç ve cezalarına inhisar ettirilmiştir. 1909 tarihinde hazırlanan ve 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nun uyarlanmış bir tercümesi olan “layiha”nın başında, İslam hukukunda suçların tasnifine işaret edilmekte, yeni kanunun tazir suçlarını düzenlemek için çıkartıldığı, kısasla ilgili diğer hakları bertaraf etmediği belirtilmektedir. Bu sebeple Tanzimat dönemi kanunlaştırma faaliyetinin -özellikle iktibas edilen kanunlar bakımından-, Osmanlı Devleti’ndeki genel hukuk anlayışına dayandırılmaya çalışıldığını belirtmek gerekir. Kanunlaştırma faaliyetinin teorik seviyede ve şeklen, İslam hukukunun genel çevresine uygun gözükmesi, muhteva bakımından da aynı uyumun sağlandığını göstermemektedir. Gerçekte, ilk dönemlerde İslam hukukuna muhteva bakımından da uygunluk ehemmiyetle ele alınmış ve değerlendirilmiştir. 1256 tarihli ceza kanunu Kanun-ı Cedid’deki düzenlemeler böyle bir hassasiyeti göstermektedir. Yine 1274 tarihli Ceza Kanunname-i Humayunu hazırlanırken yapılan müzakerelerde Osmanlı hukukunun genel yapısı dikkate alınmış ve Osmanlı hukuk yapısıyla uyuşmayan hususlar tartışılmıştır.2 Kanunu hazırlayan komisyonda görev yapan Cevdet Paşa da, Fransız Ceza Kanunu’nda bulunan 2 “Kanun-ı Cezamızın Edvar-ı Tekamülü-IV”, Ceride-i Adliye, sy. 156, s. 481.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
649
bazı düzenlemelerin çeşitli mülahazalarla kabul edilmediğini ifade etmektedir.3 Ancak bu hassasiyetin zaman içinde azaldığını, XX. yüzyıl başlarında ise artık kaybolduğunu, sadece şekli bir uyumun yeterli bulunduğunu söylemek mümkündür. 1909 tarihli layiha bunu açıkça göstermektedir. Layiha sistematik bir ceza kanunu öngörmekte, başında had ve kısas cezalarıyla ilgili esasların yürürlükte olacağı belirtilmekteyse de, getirilen sistem içinde bunun bir yer bulamayacağı ortaya çıkmaktadır. I. Tanzimat Dönemindeki Kanunlaştırma Hareketlerini Hazırlayan Sebepler Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti’nde ciddi değişikliklerin yaşandığı, hukuk alanında da yeni bir dönem olarak değerlendirilebilecek gelişmelerin olduğu muhakkaktır. Bu sebeple, Osmanlı tarihini Tanzimat öncesi ve sonrası şeklinde ayırmak nasıl mümkün ve hatta gerekliyse, hukuk tarihi bakımından da Tanzimat’ı bir dönüm noktası olarak belirlemek gerekmektedir. Bu dönemin başlangıcı kabul edilen Tanzimat Fermanı, pek çok hususta olduğu gibi, hukuk alanında da yeni dönemin istikametlerini ortaya koymaktadır. Tanzimat döneminde kanunlaştırma hareketleri birtakım tesirler ve bazı zaruretler altında ortaya çıkmıştır. Aşağıda bu tesirler ve zaruretlerin neler olduğu üzerinde kısaca durulmaya çalışılacaktır. Tanzimat’ın Batılı ülkelerin tesiriyle ortaya çıktığı ve bu tesir altında sürdüğü genel kabul görmektedir. Ama sadece bu tesir, uzun bir dönemi izah için yeterli değildir. Sosyal bilimlerde tek bir sebebe irca edilen izahlar yanıltıcıdır. Elbette olmazsa olmaz bir veya birkaç sebep vardır, ama mümkün olduğu kadar bütün sebepleri bir arada değerlendirmek ve tabloyu bir bütün olarak görmeye çalışmak gerekir. Tanzimat’a gelindiğinde, uzun bir süredir Osmanlı Devleti’nin “gerileme” içinde bulunduğu, her alanda sorunlar yaşandığı kabul edilmektedir. Yüzyıldan fazla bir zamandır adaletnamelerde, layihalarda ve çeşitli eserlerde sorunlar dile getirilmektedir. Şu halde, Batı’nın tesir ve baskısının ötesinde, devletin de yeni düzenlemelere ihtiyacı bulunmaktadır. Bu husus dikkate alındığında Tanzimat dönemindeki hukuk hareketlerini hazırlayan sebepleri iki başlık altında toplamak mümkündür. A. İç Sebepler Hukukun uygulanmasında üç unsur devreye girmektedir: Uygulayıcı [hakim], uygulanan kural [mevzuat] ve yargılama teşkilatı. Hukukun uygulanması veya daha geniş anlamda bir hukuk probleminden söz ediyorsak, sorunları bu sacayağını oluşturan unsurlarda aramak gerekir. 3 Ebul’ula Mardin, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul, 1946, s. 45-46.
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
650
Osmanlı devletinde hakimler medreselerden yetişirdi. Zaten medreselerin hukuk öğretimi için kurulduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı medreselerinin devletin kuruluşundan itibaren çeşitli aşamalardan geçtiği, özellikle Fatih ve Kanuni zamanlarında parlak dönemler yaşadığı bilinmektedir. Devletin gerilemesiyle birlikte, bütün kurumlarda olduğu gibi, hatta daha da çok, öğretim sisteminde sorunların yaşanması tabiidir. Nitekim, kimi dönemlerde padişahlara sunulan layiha ve risalelerde, devletin gerileme sebepleri içinde -hatta başında- adliye teşkilatı ve bununla bağlantılı olarak ilmiye sınıfı ve medreseler zikredilmektedir. Tanzimat’ın hemen öncesinde, medreselere dair bütün bu şikayetler tekrar dile getirilmiş, sorunları gidermek üzere Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanunnamesi hazırlanmıştır.4 Bu metinde, ağırlıklı olarak rüşvet üzerinde durulmuş, rüşvetle hüküm verme, kadıları atama, kadıları görevden alma, naib atama gibi hususlar ayrı ayrı düzenlenmiş ve bu alanlarda işlenecek suçlar için cezalar tertip edilmiştir. Kadıların atanması sırasında riayet edilecek kurallar, imtihan ve usulü hakkında da ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır. Kısaca değindiğimiz bütün bu şikayet ve düzenlemeler, hukukun uygulayıcısı olan hakimlerin bilgi ve meslek ahlakı bakımdan genel bir gerileme içinde olduğunu göstermektedir. Kanunların hazırlandığı dönemde, hukuk kuralları ve bunlara ulaşma bakımından da sorunlar yaşanmaktadır. Bilindiği üzere, Osmanlı hukuk mevzuatı fıkıh kitaplarıyla kanunnamelerden oluşmaktadır. Kanunnameler, Fatih döneminden itibaren çıkartılmış ve bir müddet, tahta çıkan her padişah tarafından yenilenmiştir. Kanuni döneminden itibaren, padişah tarafından yeni kanunname hazırlanmadığı, mevcut kanunnamelere bazı ilaveler ve para miktarlarının değiştirilmesi dışında kapsamlı düzenlemeler yapılmadığı görülmektedir.5 Tanzimat’a gelindiği sıralarda, Osmanlı hukukunun önemli bir kısmını düzenleyen kanunnameler, yani mevzuat bakımından da bir eksiklik ve yetersizlik söz konusuydu. Hem kanunnamelerde, hem de fıkıh kitaplarında mevcut hukuk kurallarını okuyup anlama bakımından, hakimlerin sorunlar yaşandığı da görülmektedir. Nitekim Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Mazbatası’nda bu durum açık bir şekilde ifade dilmektedir: Ulum-ı şer‘iyyede meharetli zevata nedret geldiğinden mehakim-i nizamiyede lede’l-icab kütüb-i fıkhıyyeye müracaatla hall-i şüphe edebilecek aza bulundurmak şöyle dursun, memalik-i mahrusada kain bu kadar mehakim-i şer’iyyeye kafi kudat bulmak müşkil olmuştur.6 4 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlanı Sıralarında Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Kurumu ve 1838 Tarihli ‘Tarik-i İlmiyye’ye Dair Ceza Kanunnamesi’”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 1981-1982, c. XIV, sy. 25, s. 139-143. 5 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, c. I, İstanbul, 1990, s. 129-130. 6 Mecelle-i Ahkam-ı Adliye, İstanbul, 1305, s. 6.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
651
Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, hukuk alanında yeni düzenlemelere, ülke içinde de ihtiyaç bulunduğunu kabul etmek gerekecektir. B. Dış Sebepler Tanzimat dönemindeki reformlarda en etkili unsur, Batılı devletlerin baskısıdır. Osmanlı Devleti, hükümran olduğu coğrafyanın genişliği, ülkenin sahip olduğu merkezî ve stratejik önem ile nüfusu göz önüne alındığında Batı ülkeleri nazarında önemli yerini hala korumaktaydı. Bir çok ülke için Osmanlı, hem bir pazar, hem de bir müttefik olarak önemli olduğu gibi, bir başka devletin yanında yer almasına imkan vermemek gibi tersinden bir politikanın da zeminini teşkil etmekteydi. Bu yüzden, Osmanlı Devleti’nin dış politikasında olduğu gibi iç politikalarında da etkili olmak, bütün Batılı devletlerin hedefiydi. Bu hedefi gerçekleştirmek için, mümkün olan bütün araçları kullanmaya çalışmaktaydılar. Bunlardan en önemli ikisi, Osmanlı yönetiminde yaşayan gayrimüslim teb‘a ile Batılı ülkelerle yakın temasta bulunan yöneticilerdi. Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerin XIX. yüzyıl başlarına kadar devletle ciddi sorunları olmamıştır. Münferit olaylar dışında, “cemaat”lerin toplu taleplerine ve mevcut durumlarına dair şikayetlerine rastlanmamaktadır. Son yüzyılda ise, hem devletin zayıflaması, hem de Fransız ihtilali gibi ulusçuluk fikirlerini tahrik eden önemli hadiselerin etkisiyle, Osmanlı teb‘ası olan gayrimüslimlerin bağımsızlık talepleriyle ayaklandığını görmekteyiz.7 Bu tür ayrılıkçı teşebbüslerin, Batı ülkeleri tarafından desteklendiğini, Osmanlı yönetimi üzerinde hem bir baskı unsuru, hem de bir zayıflatma aracı olarak düşünüldüğünü görmekteyiz. Öte yandan Batılı devletlerin iktisadî ve ticarî hayattaki gelişmeleri, Osmanlı ülkesi ile de ticarî ilişkilerin artmasına yol açmış; bu ticarî faaliyetlerin ise gayrimüslim teb‘a eliyle yürütülmesi tercih edilmiştir. Böylece, her bakımdan, gayrimüslim teb‘anın korunması ve desteklenmesi, rahat bir şekilde faaliyet sürdürmeleri ve yönetim üzerinde etkili olmaları arzu edilmiştir. Mısır hidivi Mehmed Ali Paşa isyanı karşısında Batı ülkelerinden yardım temin etme niyetinin de Tanzimat’ı -en azından- hızlandıran bir husus olduğunu belirtmek gerekir.8 Yapılan ilk hukukî düzenlemelerin, Batı ile ilişkilerin yoğun olduğu ticaret hukuku gibi alanlarda gerçekleştirilmesi, bu bakımdan önem taşımaktadır. Ceza hukuku alanında da Batılı ülkelerin, Osmanlı-İslam hukukundaki mevcut 7 Ortaylı, Balkan ülkelerinin bağımsızlık hareketlerinde, Fransız ihtilalinden ziyade, daha önceden mevcut olan etnik bilincin tesirli olduğunu düşünmektedir. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 1995, s. 52. 8 Cavid Baysun, “Mustafa Reşit Paşa”, Tanzimat I, İstanbul, 1940, s. 734.
652
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
bazı hükümlerin uygulanmaması ve özellikle de Osmanlı’nın gayrimüslim vatandaşlarının ceza hukuku alanında imtiyazlı muamelelere tabi tutulması yönünde telkinlerde bulundukları bilinmektedir. Osmanlı mahkemelerinde gayrimüslimlerin şahitliklerinin dinlenmesi ve irtidadın suç olmaktan çıkartılması için dönemin yöneticilerine baskılar yapılmıştır.9 Tanzimat Fermanı’nda çıkartılması taahhüt edilen10 kanunun, ceza kanunnamesi olması ve fermanın İstanbul’da bulunan bütün sefirlere resmen bildirilmesine dair ifadeler de dikkat çekicidir.11 Türkiye’nin uluslararası dengeleri gözeterek, iç hukukuna istikamet vermeye başlaması Tanzimat sonrasında ortaya çıkmıştır. II. Tanzimat Döneminde Kanunlaştırma Faaliyeti ve Hazırlanan Kanunlar Kanunlaştırmada ana hatlarıyla iki yolun takip edildiği görülmektedir. Bunlardan biri, Osmanlı hukukundaki uygulamaların kanun metni haline getirilmesi suretiyle hazırlanan kanunlar [tedvin] olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğeri ise, Avrupa kanunlarından tamamen veya kısmen iktibas edilmek suretiyle kanunlar hazırlanmasıdır. Bu iki kanunlaştırma tarzının bir arada yürüdüğü ve belli alanlarda çatıştıkları, belli alanlarda ise uzlaştıkları söylenebilir. Çalışmamız kanunlaştırma hareketlerinden çok, konuyla ilgili literatür üzerine yoğunlaştığından, hazırlanan temel kanunlar üzerinde burada kısaca durulacaktır. A. Tedvinler 1. 1840 Tarihli Ceza Kanunu Tanzimat’ın ilanından yedi ay kadar sonra, 3 Mayıs 1840 tarihinde, yeni hazırlanan bu ceza kanunu yürürlüğe girdi. 1256/1840 Tarihli Ceza Kanunu Tanzimat’tan sonra hazırlanan ilk kanundur.12 Hazırlanması sırasında çeşitli kaynaklardan, özellikle Batı’da hazırlanmış kanunlardan istifade edildiği tahmin 9 Akgündüz, Kanunnameler, c. I, s. 275; Ed. Engelhard, Türkiye ve Tanzimat Devlet-i Osmaniye’nin Tarih-i Islahatı 1826 – 1882, çev. Ali Reşad, İstanbul, 1328, s. 115-116. 10 “… her kim olur ise olsun kavanin-i şer‘iyyeye muhalif hareket edenlerin kabahat-ı sabitelerine göre tedibat-ı layıkalarının hiç rütbeye ve hatır ve gönüle bakılmayarak icrası zımnında mahsusen ceza kanunnamesi dahi tanzim ettirilsin (…).” Düstur, (Birinci Tertib), c. I, s. 7. 11 “(…) keyfiyet-i meşruha usul-i atikayı bütün bütün tagyir ve tecdit demek olacağından işbu irade-i şahanemiz Dersaadet ve bilcümle memalik-i mahrusemiz ahalisine ilan ve işaa olunacağı misillü düvel-i mütehabe dahi bu usulün inşaallahü teala ilelebed bekasına şahit olmak üzere Dersaadetimizde mukim bilcümle süferaya dahi resmen bildirilsin (…).” Düstur, (Birinci Tertib), c. I, s. 7. 12 Kanun ve değişiklikler için bkz.: Ceza Kanunname-i Hümayunu ve İlaveleri, İstanbul, 1256. Ayrıca bkz.: Ahmed Lütfi, Mir‘at-ı Adalet, İstanbul, 1304; Serkiz Karakoç, Külliyat-ı Kavanin, Dosya: 5, No: 992; “Kanun-ı Cezamızın Edvar-ı Tekamülü”, Ceride-i Adliye, sy. 152, yedinci sene, Teşrinisani 1332, s. 251 vd.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
653
edilmekle birlikte, muhteva bakımından “yerli” bir kanundur.13 1256 tarihli ceza kanununun, pek çok suçu düzenlemediği anlaşılmaktadır. Nitekim, aynı sene içinde kanuna çeşitli ilaveler yapılmıştır.14 Bu kanun, Osmanlı kanunname geleneğine daha yakın, biraz acele hazırlanmış ve sistematik olarak başarısız bir kanundur. 2. 1851 Tarihli Ceza Kanunu: Kanun-ı Cedid İlk kanundan 11 sene sonra hazırlanan yeni ceza kanunu içerik bakımından önemli farklılıklar taşımamaktadır. Yeni bir kanun hazırlamak yerine, ilk kanunda değişiklikler yapma yolunun neden tercih edilmediğini bilemiyoruz. 1274/1858 Tarihli Ceza Kanunu’nun aksine, Kanun-ı Cedid yeni bir anlayış ve sistem farklılığı getirmemektedir. Maddeleri değerlendirildiğinde, önceki kanuna göre daha sistemli olduğu, İslam hukuku hükümlerine uyum konusunda daha fazla titizlik gösterildiği dikkati çekmektedir. 3. Arazi Kanunnamesi 23 Şevval 1274/1858 tarihli bu kanun, içerik olarak tamamen yerlidir. Şekil bakımından Batı kanunlarına benzemektedir. Daha önceki kanunlar, özellikle 1840 ve 1851 tarihli ceza kanunları göz önüne alınırsa, sistematik ve madde teselsülü bakımından yerli kanunlarda bulunmayan hususlar bu kanunda dikkati çekmektedir. Kanun, Osmanlı hukukunda araziye dair uygulanagelen hükümleri bir araya getirmiştir. Bu kanunun araziye dair hükümlerin bütününü düzenlemeyip, mülk arazi ile ilgili kısmını fıkıh kitaplarına havale etmesi, örfî–şer‘î hukuk ayrımının ve klasik Osmanlı hukuku anlayışının halen mevcut olduğunu göstermektedir. Ayrıca buradan hareketle, bir süre sonra Mecelle ile teşebbüs edilecek olan İslam hukukunun tedvini meselesinin henüz tam olarak kararlaştırılmadığını düşünebiliriz. Kanunun Türk Medeni Kanunu ile çelişmeyen hükümlerinin yürürlüğünü halen sürdürdüğü de sürülmektedir.15 4. Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Tanzimat dönemi kanunlaştırma hareketlerinin en önemli eseri Mecelle’dir. Mecelle, İslam hukukunun eşya, borçlar ve yargılama ile ilgili hükümlerinin tedvini suretiyle meydana getirilmiştir. Daha önce de medenî hukuk alanında Metn-i Metin adıyla bir tedvin teşebbüsü olmuş ancak gerçekleştirilememiştir. Mecelle’nin hazırlanmaya başladığı sıralarda ceza hukuku ve ticaret hukukun13 Aydın, “Ceza” DİA, 1993, c. VII, s. 478-482; Hıfzı Veldet [Velidedeoğlu], “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat – I, İstanbul, 1940, s. 176. 14 22 Rebiülevvel 1256’da, kanunun 1., 5. ve 6. fasıllarına ilaveler yapılırken, metne 14. fasıl eklenmiştir. 15 M. Akif Aydın, “Arazi Kanunnamesi”, DİA, 1991, c. III, s. 346-347.
654
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
da olduğu gibi medeni hukuk alanında da yabancı bir kanunun iktibas edilmesi fikri gündeme getirilmiş, zamanın meşhur kanunu olan Fransız Medeni Kanunu’nun kabulü için çalışmalar yapılmıştır. Mecelle’yi hazırlayan komisyonun başkanı Cevdet Paşa’nın üstün gayretleriyle bu alanda iktibasın önüne geçilmiş ve yerli, orijinal bir kanun ortaya çıkarılmıştır. Toplam 16 kitap halinde hazırlanan Mecelle bir bütün olarak hazırlanıp yürürlüğe konulmamış, her kitap tamamlandıkça peyderpey yürürlüğe girmiştir. O dönemin çeşitli tartışmaları dikkate alındığında bu çalışmanın akamete uğraması ihtimalinin böylece önlenmeye çalışıldığı söylenebilir.16 5. Hukuk-ı Aile Kararnamesi 25 Ekim 1917 tarihinde muvakkat kanun olarak yürürlüğe giren bu düzenleme esas olarak İslam hukukunun aile hukukuna dair kısmının tedvini mahiyetindedir. Mecelle ile medenî hukukun önemli bir kısmı düzenlendiği halde aile hukuku dışarıda bırakılmıştı. Kararname, öncelikle bu eksikliği gidermek üzere hazırlanmıştır. Ayrıca, çeşitli savaşlar ve Batı etkisiyle değişen toplum yapısının ortaya çıkarttığı yeni ihtiyaçlar da böyle bir düzenlemeyi gerekli kılmıştır. Önceki yıllarda, bu zaruretler sebebiyle, bazı hususların fetvalarla düzenlendiği bilinmektedir. Kanunun önemli birkaç özelliği vardır. Bunlardan ilki, İslam hukukunda takip edilen Hanefi mezhebinden ilk kez ayrılarak başka mezheplerin görüşlerinden de yararlanılması, yani telfikçi bir usulün benimsenmesidir. Mecelle’nin hazırlandığı sırada Hanefi mezhebi dışından görüş almak bir yana, mezhep içinde tercih edilen görüş dışındaki görüşlerin bile benimsenmesinin hoş karşılanmadığı dikkate alınınca yaklaşık elli sene içinde nasıl bir değişimin yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Kanunun başka bir özelliği, Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerle ilgili farklı hükümlerin aynı metinde düzenlenmesidir; kanun Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler için ayrı ayrı hükümler getirmektedir. Ayrıca cemaat mahkemelerinin yargı yetkisi bu kanunla kaldırılmıştır. Yaklaşık 21 ay tatbik edilen bu kanun, içerde ve dışarıda muhalefetin etkili olması sebebiyle yürürlükten kaldırılmıştır.17 6. Usul-i Muhakeme-i Şer’iyye Nizamnamesi Tanzimat’tan sonra mahkemelerin ana hatlarıyla ikiye ayrıldığı, yargılama usullerinde de bazı farklılıklara gidildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde asli ve tek mahkemesi olan şer‘iyye mahkemelerinin yargıla16 Bu konuyla ilgili olarak bkz.: M. Akif Aydın, “Mecelle’nin Hazırlanışı”, Osmanlı Araştırmaları, 1989, c. IX, s. 31-50. 17 Bu kanunla ilgili geniş bilgi için bkz.: M. Akif Aydın, İslam–Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul, 1985, s. 125 vd. Ayrıca bkz.: Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya, 1988, s. 292-305.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
655
ma usulü, Tanzimat’tan sonra, Mecelle’de yer alan hükümlerle birlikte çeşitli hukukî belgelerde düzenlenmekteydi. Dağınık ve karmaşık bir yekun oluşturan bu düzenlemeler, 2 Rebiülevvel 1336/1917 tarihinde bir araya getirilmiş ve Usul-i Muhakeme-i Şer‘iyye Kararnamesi çıkartılmıştır.18 Bu düzenlemede pek çok hükümde Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanunu’na atıflar yapılmakta, bir paralellik temin edilmeye çalışılmaktadır. B. İktibas Suretiyle Benimsenen Kanunlar 1. Kanunname-i Ticaret Özel hukuk alanında ilk kapsamlı iktibas [resepsiyon] bu kanunla gerçekleştirilmiştir. 18 Ramazan 1266/1850 tarihli bu kanunla 1807 tarihli Fransız Ticaret Kanunu’nun önemli bir kısmı aynen iktibas edilmiştir.19 Kanunun mukaddimesinde bu duruma hiç temas edilmemekte, sadece, “(…) kavanin-i mütedavile-i ticaretten tertib (…)” ettirilerek hazırlandığı belirtilmektedir. Mukaddimede verilen bilgilerde “mezkur mecmua” denilerek Fransız Ticaret Kanunu tarif edilmektedir. Elde bulunan metnin dört kısma ayrıldığı, birinci kısmın genel olarak ticarî muamele, şirket akdi ve poliçe, ikinci kısmın deniz ticareti, üçüncü kısmın iflas ve dördüncü kısmın ise ticaret mahkemelerinin teşkilatına dair olduğu belirtilmekte, bu kısımlardan dördüncü kısmın “usul-i haliye ve dahiliye-i Devlet-i Aliye’ye tevafuk etmediği cihetle icrası gayri kabil olmak” sebebiyle terk edildiği, ikinci kısım olan deniz ticaretiyle ilgili hükümlerin, diğer iki kısım kadar ehemmiyetli ve acil olmadığı ve daha sonra ilave edileceği ifade edilmektedir. Buna göre, dört kısımdan oluşan Fransız Ticaret Kanunu’nun genel hükümler içeren birinci ve iflasla ilgili hükümler içeren üçüncü kısımları Kanunname-i Ticaret olarak düzenlenmiştir.20 Deniz ticaretiyle ilgili üçüncü kitaptan, daha sonra, ayrı bir kanun hazırlanırken istifade edilmiştir. Ticaret mahkemelerinin teşkilatına dair dördüncü kitap ise, yaklaşık on sene sonra, 1276/1860’da Ticaret Kanunname-i Humayununa Zeyl olarak kabul edilmiştir. 18 Geniş bilgi için bkz.: Ahmet Akman, “Usul-i Muhakeme-i Şer‘iyye Kararnamesi‘, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1989. 19 Düstur, Birinci Tertib, c. I, s. 375-445. 20 Bozkurt, birinci ve üçüncü kitapların 1850 yılında yayımlandığını, 1855 yılında ise İflas Kanunnamesi adıyla ikinci kitabın yayımlandığını ifade etmektedir. Bkz.: Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996, s. 151. Ancak iflasla ilgili düzenlemelerin üçüncü kitapta olduğu ve 1850 tarihli kanunda yer aldığı, ikinci kitabın ise deniz ticaretine dair hükümler içerdiği kanunun mukaddimesinde açıkça ifade edilmektedir. Nitekim Bozkurt da, başka bir yerde “ikinci cildin” deniz ticaretine dair olduğunu belirtmektedir (s. 152). O halde “İflas Kanunnamesi” hakkındaki değerlendirme ve yürürlük tarihi sorunlu gözükmektedir.
656
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Halbuki ilk kanunun mukaddimesinde bu kısmın Osmanlı hukuk sistemine uygun olmadığı için tatbik kabiliyeti bulunmadığı belirtilmiştir. Bu kanunda İslam hukukuna ve Osmanlı uygulamasına uyum meselesi dikkate alınmamış, ticaret hukuku ayrı bir teknik alan gibi düşünülmüştür. Daha sonra, Mecelle’nin ticaret hukukuyla ilgili düzenlemelerinin yürürlüğe girmesiyle birlikte uygulamada ne tür sorunların yaşandığını şimdilik bilemiyoruz. Ticaret Kanunu’nun ticaret mahkemelerinde, Mecelle’nin ise nizamiye mahkemelerinde uygulandığı farz edilse de21, bu alanda tamamen bağımsız iki işleyişin ne derecede mümkün olduğu düşünülmelidir. 2. Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi Yukarıda değindiğimiz üzere, Kanunname-i Ticaret kabul edilirken Fransız kanununda yer alan deniz ticaretiyle ilgili ikinci kısım daha sonra düzenlenmek üzere ertelenmiştir. İşte bu düzenleme 6 Rebiulevvel 1280/1863’te Ticareti Bahriye Kanunnamesi’nin kabulüyle gerçekleştirilmiştir.22 Ancak bu kanunun sadece Fransız Ticaret Kanunu’nun ikinci kısmından iktibas edilmediği, İtalya’daki Sardunya ve Sicilya gibi küçük devletlerle, Hollanda, Belçika, İspanya ve Prusya’nın deniz ticaret kanunlarından da yararlanıldığı ifade edilmektedir.23 3. Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi 10 Rebiülahir 1278/1861 tarihli bu düzenleme24 Fransız ticarî usul kanunundan iktibas edilmiştir. Fransız ticaret kanunu da kısa bir süre önce iktibas edildiğinden, yargılama usulüyle ilgili düzenlemeyi de oradan almak münasip görülmüştür. Bu kanunun önemi, şer‘î yargılama usulünden ayrılan ilk düzenleme olmasındadır. Gıyabî yargılama usulü gibi bazı konularda İslam hukukundan farklı hükümlerin benimsendiği görülmektedir. Bu düzenlemenin 1880 tarihinde Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanunu’nun yürürlüğüne kadar, ticaret mahkemeleriyle birlikte nizamiye mahkemelerinde de tatbik olunduğu ifade edilmektedir.25 Mecelle’nin yargılama usulüne dair “Dava”, “Beyyinat ve’tTahlif” ve “Kaza” kitaplarının 1293/1876 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate alınırsa, bu bilgiyi ihtiyatla karşılamak gerekir. En azından Mecelle’nin sözü geçen kitaplarının yürürlüğe girmesinden sonra, nizamiye mahkemelerinde Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi uygulanmamış olmalıdır. 21 Bkz.: Şevket Mehmedali Bilgişin, Türk Ticaret Hukuku Prensipleri, Ankara, 1936, s. 33. 22 Düstur, Birinci Tertib, c. I, s. 466-536. 23 Vayani Kostaki, Mücmel Ticaret-i Bahriye Kanunu Şerhi, İstanbul, 1313, s. 30. 24 Düstur, Birinci Tertib, c. I, s. 780-810. 25 Yorgaki, Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanunu Şerhi, İstanbul, 1329, s. 5; Velidedeoğlu, s. 198.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
657
4. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu 5 Receb 1296/1879 tarihli bu kanun26, 1808 tarihli Fransız Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan, çok az değişiklikle aynen alınmıştır. Bu kanun hazırlanırken Osmanlı hukukunun genel yapısına ve şer‘î hukuka uygunluk konusunda bir titizlik gösterilmemiştir. Hukuk usulü ile ilgili yaklaşık aynı tarihlerde yürürlüğe giren kanunda gözetilen hassasiyetin, ceza usulünde görülmemesinin sebepleri olmalıdır. Bunlardan ilki, aşağıda değineceğimiz üzere, hukuk usulüyle ilgili kanunun yürürlüğe giriş tarihinden yaklaşık on sene kadar önce müsvedde olarak hazırlanmış ve Mecelle Cemiyeti’nin elinden geçmiş olmasıdır. 1858 tarihli ceza kanununda da görüldüğü üzere, o tarihlerde şer‘î hukukla uyum meselesi daha fazla önemsenmekte ve değerlendirilmekteydi. Zamanla bu hassasiyette bir azalma olduğu diğer kanunlaştırma faaliyetlerinden de anlaşılmaktadır. Ayrıca, Mecelle yürürlükteki bir kanun olarak usul hükümleri de içermekte olduğundan, aynı alanda düzenleme yapan yeni kanunun yürürlükteki bu kanunla uyumunun gözetilmesi tabii karşılanmalıdır. Her ne kadar Mecelle’nin yargılama konusunda genel hükümler içerdiği söylenebilirse de, ceza usulüyle ilgili olarak özel bir düzenlemenin mevcut olmadığı kabul edilmelidir. Son olarak, İslam hukuku eserlerinde de ceza usulü alanında hukuk usulüne nispetle daha az detay bulunduğu da belirtmek gerekir.27 C. Karma Usulle Benimsenen Kanunlar 1. 1876 Kanun-ı Esâsîsi Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası 1876 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bu anayasanın Fransa ve Belçika anayasalarından yararlanılarak hazırlandığı belirtilmektedir.28 1851 Tarihli Prusya Anayasası’ndan istifade edildiğini belirten yazarlar da vardır.29 Ama her halükarda Osmanlı Devleti’nin süregelen siyasî ve hukukî yapısının temel esaslarıyla korunduğu, yeni bazı kural ve kurumların ise ilave edildiği belirtilmelidir. Bu haliyle anayasanın karma usulle hazırlandığını söyleyebiliriz. 1909 senesinde ise anayasada önemli değişiklikler yapılmıştır. 2. 1858 Tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu 1274 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayun’u Osmanlı Devleti’nde uzun yıllar yürürlükte kalmış bir kanundur. Hazırlanışı ve yürürlüğe girişinde olduğu 26 Düstur, Birinci Tertib, c. IV, s. 131-224. 27 Klasik dönem Osmanlı ceza yargılaması için bkz.: Mehmet Akman, Osmanlı Devleti’nde Ceza Yargılaması, İstanbul, 2004. 28 Recai G. Okandan, Amme Hukukumuzun Anahatları, Birinci Kitap, İstanbul, 1959, s. 141. 29 Bozkurt, s. 69.
658
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
gibi, zaman içinde geçirdiği değişikliklerle de dikkati çekmektedir. İkinci Meşrutiyet dönemine kadar süren 52 yıllık dönemde 19 irade-i seniyye ile kanunun 15 maddesi değiştirilmiş, 26 maddesine ise ilaveler yapılmıştır. II. Meşrutiyet’ten sonra yapılan değişikliklerle, kanunun toplam 101 maddesi değiştirilmiş, bir madde eklenmiş, bir faslına ve bir bâbına ilave yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da, kanunda, biri oldukça kapsamlı, dört değişiklik yapılmıştır. Ceza Kanunname-i Hümayunu, İslam hukukuna uygunluğu bakımından tartışılan bir kanundur. 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun hatalar içeren bir tercümesi olduğunu, tamamen bu kanuna dayandığını söyleyen hukukçular olduğu gibi,30 İslam hukukuna açıkça aykırı hükümler içeremeyecek nitelikte bir kanun olduğunu ileri süren hukukçular da vardır.31 Kanunun esaslarının Fransa’dan alındığı, ancak çok büyük değişiklik ve ilavelerin yapıldığı şeklinde orta bir görüşü savunan hukukçular da vardır.32 Belirtmek gerekir ki, bu kanun hazırlanılırken Batı ülkelerindeki kanunlardan istifade edilmiştir. Bu husus, hazırlık komisyonunda bulunan Ahmet Cevdet Paşa tarafından bizzat belirtilmektedir.33 Kanunun bazı bölümlerinin çok büyük ölçüde Fransız kanunundan alındığı gerçeğine rağmen,34 hazırlanan müsvedde metin üzerinde çalışıldığı, çok değişik görüşlerin alındığı ve değerlendirildiği görülmektedir.35 Ceza 30 Bkz.: Yusuf Ziya, “Kanun-ı Ceza Layihasının Hutut-ı Asliyesi”, Ceride-i Adliye, Birinci Sene, sy. 4, 17 Kanunusani 1325, s. 138; Bozkurt, “1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun hemen hemen aynen tercümesinden ibaret” olduğunu ifade eder (s. 100). 31 Ahmet Akgündüz, “1274/1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesinin Hukuki Kaynakları, Tatbik Şekli ve Men‘-i İrtikab Kanunnamesi”, Belleten, c. LI, sy. 199, s. 157-158; Cin ve Akgündüz, s. 288. 32 Hıfzı Veldet, s. 198; Aydın, “Ceza”, DİA, 1993, c. VII, s. 478-482.; a.mlf., “Batılılaşma”, DİA, 1992, c. V, s. 162-167. 33 Bkz.: Ebul’ula Mardin, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul, 1946, s. 45-46. 34 Gabriel Baer, “The Transition From Traditional to Western Criminal Law in Turkey and Egypt”, Studia Islamica, 1977, sy. 45, s. 145. 35 Mesela, teşebbüsle ilgili Fransız Ceza Kanunu’nda yer alan hükmün alınmadığı, bu hususta bir tartışma ve değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Kanunda 3 Cemaziyelahir 1277/1860 tarihinde ilk değişiklik yapılırken, buna dair Meclis-i Ali-i Tanzimat mazbatasında genel esaslar konusuna değinilmekte ve şöyle denilmektedir: “Bir kimse bir cinayetin icrasını teammüd ve tasmim edib de yed-i ihtiyarında olmayan esbab-ı mania hayiluliyetile ol cinayet fi‘le çıkmamış olur ise ol cinayeti işlemiş hükmünde olduğu Fransa kanununda münderic ise de sü-i istimalatdan ihtirazen bu madde müstekıllen kanunnameye derc edilmeyerek icab eden maddelere kayd ve şart olarak birleştirilmiş idi. Cebren fi‘li şeni icrasına tesaddi edenler hakkında dahi bu kaidenin icrası emr-i tabii olmasıyla 198. maddeye böyle bir fıkra ilavesine lüzum görülmüşdür.” Bu kısa açıklamadan anlaşılacağı üzere, kanunun hazırlandığı sırada, Fransız Ceza Kanununda bulunan genel esaslarla ilgili hükümler değerlendirilmiş, bunların kanun metnine işlenip işlenmeyeceği tartışılmıştır. Ancak, teşebbüsün nerede başlayıp nerede bittiği ve neyin teşebbüs sayılacağı hususları açıklığa kavuşturulmuş hususlar olmadığından uygulamada suiistimaller yaşanacağından endişe edilmiştir. Bu sebeple teşebbüsle ilgili genel bir hüküm yerine, çeşitli suçları düzenleyen maddelere ayrı bir fıkra halinde teşebbüse dair hükümler eklenmiştir. Bkz.: “Kanunı Cezamızın Edvar-ı Tekamülü-IV”, Ceride-i Adliye, sy. 156, s. 481.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
659
Kanunname-i Hümayunu’nun ilk halinde Fransız kanunundan büyük ölçüde etkilendiğini, XX. yüzyıl başlarından itibaren ise Alman ve İtalyan kanunlarının etkisiyle bazı düzenlemeler yapıldığını ifade etmeliyiz. 3. Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanun-ı Muvakkatı 1879 senesinde yürürlüğe giren “İlamat-ı Hukukiyenin Tenfizine Dair Kanun”la kısmen de olsa hukuk muhakemesi alanında bazı düzenlemeler yapılmıştı.36 2 Receb 1297/1880 tarihli bu kanun,37 Mecelle Cemiyeti tarafından hazırlanan 301 maddelik bir layiha ile Fransız usul kanununun bazı esaslarının birleştirilmesi suretiyle hazırlanmıştır.38 Velidedeoğlu, bu kanunun esasının 1807 tarihli Fransız hukuk usulü muhakemeleri kanunu olduğunu ifade ediyorsa da, aynı yerde metnini kaydettiği Şura-yı Devlet tarafından hazırlanan esbab-ı mucibe layihasında bu kanaat desteklenmemektedir.39 Buna göre, Şura-yı Devlet’in ilk kurulduğu zamanlarda hazırlanan, ancak yürürlüğe konulmayan usul-i muhakemat kanunu layihası esas alınarak, Mecelle Cemiyeti tarafından 301 maddelik bir yeni layiha tanzim edilmiş, Şura-yı Devlet’te ise Mecelle Cemiyeti tarafından hazırlanan layiha esas alınarak, eski layihaya ve gerektiğinde Fransız kanununa müracaat edilerek metne son şekil verilmiştir. Mecelle’deki usul hükümleriyle paralellikler teşkil eden yönler dikkate alınırsa, bu kanunun sadece “iktibas” olarak değerlendirilmesi doğru olmayacaktır. III. Kanunlaştırma Hareketleri Üzerine Yapılan Çalışmalar Bu bölümde kanunlaştırma hareketi üzerine yapılan çalışmalardan bir kısmını ele almak ve değerlendirmek istiyoruz. Bir sonraki bölümde kaydettiğimiz bibliyografyada bulunan eserlerden bizim için dikkat çekici olan bir kaçını ele alacağız. Eserler bibliyografyada yer aldığından ayrıca dipnotlarda belirtilmemiştir. A. Kanunlaştırma Hareketlerinin Geneli Üzerine Yapılan Çalışmalar Kanunlaştırma hareketlerini genel olarak değerlendiren ilk kapsamlı çalışma Hıfzı Veldet [Velidedeoğlu] tarafından yayımlanmıştır. Maarif Vekaleti’nce Tanzimat’ın yüzüncü yılı münasebetiyle hazırlanan derlemede yayımlanan “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat” başlıklı makale, hukuk hareketleri ve kanunlaştırma üzerine en kapsamlı, derli toplu ve muhtevalı çalışmadır. Müel36 Kanun için bkz.: Düstur, Birinci Tertib, c. IV, s. 225-235. 37 Düstur, Birinci Tertib, c. IV, s. 251-318. 38 Velidedeoğlu, s. 198. 39 Şura-yı Devlet Mazbatası için bkz.: Düstur, Birinci Tertib, c. IV, s. 251-256.
660
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
lif özel hukuk alanında çalışan biri olduğu halde, ceza ve usul kanunlarıyla ilgili olarak da değerli bilgiler vermektedir. Çalışmada, Avrupa’daki önemli kanunlaştırma hareketlerinden Osmanlı kanunnamelerine, Tanzimat sonrası tedvin ve iktibas faaliyetlerinden yeni mahkemelerle ilgili düzenlemelere kadar pek çok konu ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Yazar, değerlendirmelerini birinci elden kaynaklara dayandırmaktadır. Velidedeoğlu’nun çalışmasını bizce önemli kılan bir başka husus ise, oldukça objektif bir tutum ve bakış açısıyla kaleme alınmış olmasıdır. Müellifin çalışmasında şöyle bir değindiği dikkat çekici bir konu ise, Osmanlı hukukunun Kara Avrupası hukuk sisteminden ziyade Anglo–Sakson hukuk sistemine olan benzerliğidir. Bu konu, üzerinde ciddiyetle çalışılmaya değer niteliktedir. Hukukçu olmamakla birlikte, hukuk sosyolojisi alanında çalışmalar yapan ve dersler veren Ziyaeddin Fahri [Fındıkoğlu], İctimaiyat–Hukuk Sosyolojisi isimli eserinde, kanunlaştırma faaliyetlerini büyük bir vukufla incelemekte ve değerlendirmektedir. Kitabın “Tedvin Sosyolojisi” başlıklı kısmında genel olarak tedvin üzerinde durulmakta, daha sonra da “tedvin tarihimiz” incelenmektedir. Fransız Medeni Kanunu’nun tedvini ile Osmanlı Devleti’nde aile hukukunun tedvini ise daha ayrıntılı olarak değerlendirilmektedir. Yabancı kanunların iktibası ile hukuk sisteminin bütün olarak iktibası arasındaki ayrıma işaret eden Ferit Ayiter’in “Yabancı Kanunların Alınması ve Milli Hukuk” başlıklı çalışması dikkat çekicidir. Bu makalede iktibas sorunu ele alınarak, değişik bir perspektif getirilmeye çalışılmaktadır. Genel olarak iktibasın lehinde olanlar, yeni bir hukuk ve dünya görüşü, bir “devrim” nazarıyla konuya baktıkları için, iktibas suretiyle yeni bir hukuk alemine intikal edildiği görüşündedirler. Ayiter ise, kanun iktibasının bir hukuk iktibası olmadığını, hukukun kanundan ibaret bulunmadığını, dolayısıyla kanun iktibasıyla mevcut hukuk anlayış ve görüşünün değişmeyeceğini ileri sürmektedir. Müellifin bir bütün olarak yapılacak iktibasın lehinde olmadığını söyleyebiliriz. Bu sebeple genel hukuk anlayışı çerçevesinde iktibasa bir yer belirlemeye çalışmaktadır. Uygulamanın ortaya çıkarttığı sonuçlarda müellifin görüşünü destekleyen yönler de vardır. İstanbul Hukuk Fakültesi’nin Annales de la Facultè de Droit d’Istanbul adıyla yayımladığı yıllığın 1956 senesine ait 6. sayısı, genel olarak kanunlaştırma ve iktibas faaliyetlerine tahsis edilmiştir. Bildiri özetleri ve makaleler içeren bu çalışma, İngilizce ve Fransızca metinlerden oluşmaktadır. “The Reception of Western Law in Turkey” başlıklı makalesinin sonunda K. Lipstein, Türk hukuk reformu üzerine İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde yazılmış eserlerin bir listesini vermektedir. Yıllıkta yer alan Hıfzı Timur’a ait iki makale önemli kanunlara değinmektedir. Bu makalelerin ilki “Views on the Transition in Turkey from Islamic Law to A Western Legal Set-up”, ikincisi ise, “The Place of Islamic
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
661
Law in Turkish Law Reform” başlığını taşımaktadır. Aynı yerde iktibas çeşitleri hakkında derli toplu bilgi veren Max Rheinstein tarafından yazılmış “Types of Reception” başlıklı makale de önemlidir. Türk Kanunu Medenisi’nin İsviçre’den iktibası hakkında yazan Aytekin Ataay ve Ergun Özsunay, kanunlaştırma hareketlerinin geneli üzerinde durmakta ve bazı sonuçlara varmaktadırlar. Başka pek çok pozitif hukukçunun yaptığı gibi, müellifler de, iktibasın haklılığını ve yerindeliğini ispat etmeye çalışmaktadırlar. Yazılanlarda hakim olan temel anlayışın, “İslam hukukundan kurtulmak için yapılacak her şey doğrudur” anlayışı olduğu görülmektedir. Bu sebeple, kanunun İsviçre’den alınmış olması, bizatihi önemli değildir. Yine de pek çok müellif gibi, İsviçre Medeni Kanunu’nun tercih edilmesinin “makul” sebeplerini sıralamaktadırlar. Ancak bu türden bütün çalışmalarda, İsviçre Medeni Kanunu ile Borçlar Kanunu’nun yıllar önce Osmanlı Türkçesine tercüme edildiği, Ceride-i Adliye’de yayımlandığı, daha sonra da kitap olarak basıldığı hususuna değinilmemektedir. Bir çalışmamızda40 -ceza hukuku bakımından- belirttiğimiz gibi, medeni hukuk ve borçlar hukuku alanında da iktibas edilen kanunların tercihinde temel sebeplerden birinin elde mevcut hazır bir metnin bulunması olduğunu unutmamak gerekir. Bu hususu Dönmezer, ceza kanunu için açık bir şekilde ifade etmektedir.41 Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi isimli eserinde, iktibas yoluyla benimsenen kanunlarla birlikte Tanzimat döneminde hazırlanan diğer kanunları da ele almaktadır. Eserde Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde iktibas [resepsiyon] süreci incelenmektedir. Bu alanda çeşitli çalışmalar yapılmış olmakla beraber, bunların önemli bir kısmı medeni kanunla ilgilidir ve medeni hukuk uzmanları tarafından yazılmıştır. Hem iktibas yapılan bütün alanların incelenmesi, hem de tarihî sürecin ortaya konması bakımından müstakil bir çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bozkurt’un eseri Tanzimat’tan itibaren Batı ülkelerinden alınan kanunları toplu olarak incelemekte ve değerlendirmektedir. Belgelerin sadeleştirilerek verilmesi tartışılabilir olsa da, müellifin arşiv kaynaklarından yararlanmış olması iktibası inceleyen eserlerde pek rastlanmayan olumlu bir tutumdur. Cumhuriyet döneminde iktibas edilen kanunların nasıl seçildiği hususu ise tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Kabul edilen kanunların hepsinin Osmanlı hukuk hayatında tanınan, tercümeleri yapılmış ve tartışılmış metinler olmasının tercih edilmelerinde etkili olup olmadığı hiçbir çalışmada ele alınmamıştır. Kanunlaştırma hareketleri üzerine ilginç bir çalışma ise Tuncer Namlı’nın “Tanzimat ve Sonrası Dönem Kanunlaştırmaları Karşısında İslam Alimlerinin 40 Mustafa Şentop, Tanzimat Sonrası Osmanlı Ceza Hukuku, İstanbul, 2004. 41 Sulhi Dönmezer, Doğumunun 100. Yılında Atatürk Sempozyumu, Atatürk İlkeleri ve Ceza Hukuku (15 – 18 Aralık 1981), İstanbul, 1983, s. 110 ve 115.
662
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Aldığı Tavır ve Bunun Neticeleri” adlı yüksek lisans tezidir. Bu çalışmada kanunlaştırma hareketleri genel olarak değerlendirildikten sonra, benimsenen kanunlardan hareketle ortaya çıkan doktriner hukuk tartışmaları incelenmektedir. Bu türden çalışmaların hukuk kültürü ve perspektifleri bakımından büyük önemi olduğunu ifade etmek gerekir. B. Kamu Hukuku Alanında Yapılan Kanunlaştırmalara Dair Çalışmalar 1876’da yürürlüğe giren Anayasa metni üzerine çeşitli çalışmalar mevcuttur. Ancak anayasanın hazırlanması konusunda ayrıntılı ve birinci elden kaynaklara dayanan bir çalışma bulunmamaktadır. Orhan Aldıkaçtı’nın Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası adlı çalışmasında 1876 Anayasası’na da değinilmekte, hazırlık çalışmaları ve 1909 tarihli değişiklikler hakkında bazı bilgiler verilmektedir. Maarif Vekaleti tarafından hazırlanan Tanzimat-I adlı derlemeye ceza hukukuna dair bir makaleyle katılan Tahir Taner, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişmiş, Lozan Konferansı’nda Türk heyetine hukuk müşavirliği yapmış bir zattır. Bu özellikleri dikkate alındığında hem Osmanlı hukuku hakkında doğrudan bilgi sahibi bulunduğu, hem de iyi bir hukukçu olduğu düşünülmelidir. Ancak müellifin “Tanzimat ve Ceza Hukuku” başlıklı makalesi hem oldukça kısa ve az bilgi içermekte, hem de Osmanlı hukukuyla ilgili yanlış bilgiler barındırmaktadır. Mesela, çok iyi bildiği tahmin edilen bir konuda bile, İslam hukukundaki cezalar hakkında yanlış bilgiler vermektedir. İçinden geldiği uygulamayı, hukuk mantığına da aykırı olacak şekilde okuyucuya sunmaktadır. Taner’in makalesinden hareketle, benzer çalışmaları ve Tanzimat dönemi hukuk hayatına dair bazı önemli noktaları göstermeye çalışalım. Tanzimat döneminin en önemli özelliği hukuk hayatında düalizmdir. Şer‘î hukukla Batı’dan iktibas edilen hukuk, şer‘î mahkemelerle nizamiye mahkemeleri bir arada varlıklarını sürdürmüş ve birlikte işlemiştir. Bu ikiliğin hukuk hayatında birtakım sonuçları olacaktır. Bu sonuçları objektif bir biçimde ele almak, sorunun kaynağının nerede olduğunu tespit etmek ilim adamının görevidir. Bu sebeple en azından vakıaları doğru tespit etmek ve yine en azından ortalama bir mantık zinciri içinde değerlendirmek gerekir. Müellif çalışmasının bir yerinde hukuk hayatındaki ikiliğin sonuçlarını şöyle ifade etmektedir: Filhakika bu ikilikten bazen çok garip ve fakat aynı zamanda, hususiyle adaletin tevzii bakımından, pek çirkin ve içinden çıkılmaz vaziyetler tehaddüs ediyordu. Çok nadir olmakla beraber, bilfarz bir adam öldürme fiilinden dolayı takip edilen bir şahsın – vicdani delil sistemini takip eden- nizamiye mahkemesince beraetine karar verilmiş olduğu halde, maktulün veresesi tarafından vaki müracaat sebebiyle hadiseye elkoyan -ve kanuni delil sistemini tatbik eden- şer‘iyye mahkemesi aynı şahsın kısasen katline hüküm verebiliyordu.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
663
Ceza kanunu bile, 171. maddesinde: ‘Hükmü kanuni hukuku şahsiyeyi iskat edemeyeceğinden maktulün veresesi var ise anların iddiaları üzerine hukuku şahsiye davası muhakemei şer‘iyeye havale olunur’ demek suretiyle müstakil olarak kısas için şer‘iye mahkemesine müracaata hak ve salahiyet vermiştir. Her ne kadar hükümdarın iradesi olmadıkça idam hükmü infaz edilemez ve bu itibarla hükümdar affetmek salahiyetini haiz ise de, şer‘iye mahkemesince kısasına hükmedilmiş ve fakat nizamiye mahkemesince beraetine karar verilmiş olan şahsın, kısas cezasından affı halinde, Ceza Kanununun 172 inci maddesi hükmünden yine kurtulmaması lazım geliyordu. O madde şöyledir: ‘Kısas veya idam cezalarından affolunan katil müebbeden yahut 15 seneden ekall olmamak üzere muvakkaten küreğe konulur.’ Elhasıl neresinden bakılsa mesele karışık ve çetin idi.42
Tahir Taner’in, 1274 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun uygulandığı dönemlerde yaşamış ve hukuk öğrenimi görmüş bir kişi olması hasebiyle, o dönemi daha iyi bilmesi gerektiği halde, buradaki ifadeleri tamamen bir faraziyeye dayanmakta ve yanlışlıklar içermektedir. Mesela, hükümdarın af yetkisi ve “kısas cezasından affı” ile ilgili ifadeler yanlıştır. Kısastan af yetkisi sadece öldürülenin varislerine aittir, hükümdar dahil bir başkasının kısastan affetmesi mümkün değildir. Müellifin İslam hukukundaki bazı suçları saydığı yerde de (s. 221), “şer‘i hükümlere göre, irtidat, şirk, zina ve sirkat gibi hukukullaha taalluk eden (…) fiiller (…)”den söz ederken, “şirk” diye İslam hukukunda suç konusu olmayan bir fiili zikretmesi ilginçtir. Halbuki Taner, incelediğimiz dönemin aydınlatılmasında katkı sağlayacak hukukçulardan biridir. Müellifin, şer‘iyye ve nizamiye mahkemeleri arasında görev karışıklığının yol açtığı sorunlara işaret ederken, “bir şahsın (…) nizamiye mahkemesince beraatine karar verilmiş olduğu halde, maktulün veresesi tarafından vaki müracaat sebebiyle hadiseye elkoyan ve kanuni delil sistemini tatbik eden şer‘iyye mahkemesi, aynı şahsın kısasen katline hüküm verebiliyordu” şeklindeki görüşü de isabetli değildir. Bir başka görüşe göre, bir dava ceza mahkemesinde görüldükten sonra, “verilen hükme rağmen davacı taraf kadıya müracaat ederek verilen hapis cezasını uygulattırmayıp tazminat almakla yetinebilirdi”.43 Halbuki eldeki bilgi ve belgeler, bu tür ihtimallerin söz konusu olamayacağını göstermektedir. Hatta ikinci ihtimal, kanuna göre yargılama yapan nizamiye mahkemelerinde davacının hükmü değiştirme veya affetme yetkisi bulunmadığından, tasavvur bile edilemez. 42 Tahir Taner, “Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku”, Tanzimat-I, İstanbul, 1940, s. 231, dipnot. 43 İlber Ortaylı, “Osmanlı Devletinde Laiklik Hareketleri Üzerine”, Ümit Yaşar Doğanay’ın Anısına Armağan, İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi, 1982, s. 505; a.mlf., “Osmanlı Devletinde Laiklik ve Hukukun Romanizasyonu”, Erdem, Aydın Sayılı Özel Sayısı, Ocak 1997, c. IX, sy. 27, s. 1206.
664
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Katil ve müessir fiiller gibi bazı suçlarda failin hem şer‘iyye, hem de nizamiye mahkemelerinde yargılanıyor olmasına rağmen, hükmün kesinleştirilmesi her iki yargılamanın tamamlanmasına bağlı kılındığından ve üst mahkemede iki ayrı karar bir arada incelendiğinden içinden çıkılmaz bir durumla karşılaşılmamaktadır. Kanunlardaki düzenleme de dikkate alındığında, nizamiye mahkemelerinin, kısas gerektiren suçlarda ceza vermesi, failin kısasla cezalandırılmamasına bağlı olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, “nizamiye mahkemelerinden beraat eden bir şahsın şer‘iyye mahkemesinde kısasına hükmedilmesi” ihtimali asla söz konusu olmaz. Belki tam tersi mümkündür. Şer‘iyye mahkemelerinde, kanunî delil sebebiyle suçun tam sübutu gerçekleşmediği veya varislerin affı sebebiyle, cezalandırılamayan şahsın nizamiye mahkemelerinde cezalandırılması mümkündür, kanun da bunu öngörmektedir. Müellifin ileri sürdüğünün aksine, “kanunî delil” sistemiyle mahkumiyeti gereken bir şahsın “vicdanî delil” sistemiyle beraatı ise mümkün değildir. Kanunî deliller mahkumiyete hükmetmeyi gerektiriyorsa, vicdanî delillerle bundan kaçınılamaz. Belki aksi düşünülebilir: Kanunî delillerle mahkumiyete hükmedilemese de, vicdanî delillerle hükmedilebilir. Vicdanî delillerin -kanunî delilleri içermekle beraber- daha kapsamlı olduğu, ama kanunî delillerin vicdanî delillere dayanmayı güçleştirdiği hususu dikkatten kaçırılmamalıdır. Ehud R. Toledano’nun International Journal of Turkish Studies’de yayımlanan “The Legislative Process in the Ottoman Empire in the Early Tanzimat Period: A Footnote” başlıklı makalesi, ceza hukuku alanında kanunlaştırma faaliyetinin işleyişine ışık tutan kısa ama değerli bir çalışmadır. 1840 tarihli ilk ceza kanununun uygulanması sırasında karşılaşılan bazı sorunlar kanunda değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Bu ilk kanundaki değişikliklerden, Velidedeoğlu dışında, başka bir çalışmada söz edilmemektedir. Toledano’nun çalışması, özellikle kanunlaştırma sürecinin nasıl işlediğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Meclis-i Vala’nın yasama fonksiyonuyla ilgili olarak Seyitdanlıoğlu da kısa bilgiler vermektedir.44 Bu konu üzerinde daha ayrıntılı çalışmalar yapılması; sadece yasama sürecinin anlaşılmasına katkı yapmakla kalmayacak, yabancı kanunların iktibasında izlenen yol ve yöntemleri, kanunlaştırma faaliyetine verilen önem ve değeri, Batılılaşma sürecindeki algılama farklılıklarını da gösterecektir. Tanzimat dönemindeki ceza kanunları ve cezaî müeyyideleri ele alan Ahmet Gökçen’in Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri adlı eseri de, alanında yapılmış ilk çalışma olması bakımından önemlidir. Çalışmada, kanunlarda ve İslam hukukunda bulunan cezalar tespit edilmiş, bu cezaların nasıl uygulandığı izah edilmiştir. Çalışma ekin44 Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vala, Ankara, 1994, s. 102-110.
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
665
de Tanzimat döneminde kabul edilen üç ceza kanununun metinleri de verilmiştir. Ancak, ilk iki kanunda yapılan değişikliklere yer verilmemiştir. 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Humayunu’nun ise 1298/1881 tarihinde yayımlanan matbu metni esas alınmıştır. Halbuki bu tarihten sonra, son kanunda pek çok değişiklik yapılmış, özelikle XX. yüzyılın başlarından itibaren genel sistemi etkileyecek kapsamlı düzenlemeler getirilmiştir. Bu çalışmanın, dönemi toplu olarak incelemesi bakımından ilk ve önemli bir metin olduğu söylenebilir. Tarafımızdan yapılan bir çalışmada ise, Tanzimat döneminde hazırlanan ceza kanunları ve bu kanunlarda yapılan değişiklikler incelenmekte, hukuk ikiliğinden kaynaklanan genel uygulama sorunlarına değinilmektedir. Özellikle İslam hukukundaki cezaların, ceza kanunlarının kabulünden sonra nasıl bir yer bulduğu incelenmektedir. Çalışmada, Cumhuriyet döneminde, 1926’da kabul edilen ceza kanununun, daha önce Osmanlı hükümeti tarafından tercüme ettirilip hazırlandığı, bir tasarı olarak Meclis’e sevk edildiği ama müzakere edilemediği ifade edilmekte ve tasarı metni ekte verilmektedir. Bu çalışmaya göre, 1926 Türk Ceza Kanunu doğrudan İtalyan Ceza Kanunu’nun tercüme edilmesi suretiyle değil, Osmanlı Adliye Nezareti tarafından hazırlanan tercümenin sadeleştirilmesiyle hazırlanmıştır. Bu çalışmada da, 1840 ve 1851 tarihli ceza kanunlarıyla ilgili bilgilerde ve özellikle 1274 tarihli kanunun 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu ile mukayesesi bakımından eksiklikler bulunmaktadır. Şer‘iyye mahkemelerinde yargılama usulüyle ilgili düzenlemeyi inceleyen Ahmet Akman’ın “Usul-i Muhakeme-i Şer‘iyye Kararnamesi” adlı yüksek lisans tezi, usul hukuku alanında ayrıntılı tek çalışmadır. Bu kararname Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanun-ı Muvakkatı’na atıflar yaptığı için, bu çalışmada hukuk usulüyle ilgili düzenlemelere de değinilmektedir. Yukarıda hukuk usulüyle ilgili bu düzenlemenin bütünüyle bir iktibas olmadığını belirtmiş ve önemine değinmiştik. Yargılama usulünün bu temel kanunu ve uygulanması üzerine çalışmalar yapılması gerekmektedir. Halil Cin’in “Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku ve Yargılama Usulleri” başlıklı makalesinde de yargılama usulüyle ilgili düzenlemelere özet olarak değinilmektedir. C. Özel Hukuk Alanında Yapılan Kanunlaştırmalara Dair Çalışmalar Mecelle’nin hazırlanması, yürürlüğe girişi ve tadili çalışmalarını ele alan Osman Kaşıkçı’nın İslam ve Osmanlı Hukukunda Mecelle adlı eseri, kapsamlı son çalışma olması bakımından önemlidir. Daha önce A. Refik Gür’ün Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle adını taşıyan çalışması ile Osman Öztürk’ün Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle adlı çalışması bu konuda daha önce yapılmış önemli çalışmalardır. Yine Sıddık Sami Onar’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam Hukukunun Bir Kısmının Codificationu, Mecelle” başlıklı makalesi, Mecelle ile birlikte kanunlaştırma faaliyetleri hakkında da değerlendir-
666
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
meler içermektedir. M. Akif Aydın’ın “Mecelle’nin Hazırlanışı” başlıklı makalesi ise sadece Mecelle’nin hazırlanması sürecine hasredilmiş önemli bir çalışmadır. Ebülula Mardin’in bir nevi biyografi çalışması olan Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa adlı kapsamlı eseri de Mecelle’nin hazırlanmasına dair önemli bilgiler içermektedir. Mecelle’de düzenlenmeyen aile hukuku hükümleri geç bir dönemde ayrı bir metin halinde kabul edilmiştir. 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesine dair M. Akif Aydın’ın İslam-Osmanlı Aile Hukuku adlı çalışmasında, genel olarak İslam aile hukuku hakkında bilgiler verildikten sonra, Osmanlı uygulaması üzerinde durulmakta, Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin yürürlüğe girişine kadar bu alanda meydana gelen değişiklik ve gelişmeler değerlendirilmektedir. Yine Kararname’nin hazırlanması süreci ve içerdiği hükümler sistematik olarak incelenmektedir. Mehmet Ünal’ın “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna İlişkin Düzenlemeler ve Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi” başlıklı makalesi de Tanzimat sonrası dönemde aile hukuku düzenlemelerini ele alan değerli bir çalışmadır. Arazi Kanunnamesiyle ilgili olarak Ö. Lütfi Barkan’ın “Türk Toprak Hukukunda Tanzimat ve 1274/1858 Tarihli Arazi Kanunnamesi” başlıklı ayrıntılı makalesi bu alandaki temel çalışmadır. Bir kitap hacmindeki bu makalede, kanunnamenin hazırlanışıyla ilgili bilgiler de verilmektedir. Arazi Kanunnamesi’ne dair Halil Cin’in çalışmalarını da zikretmek gerekir. Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülk Haline Dönüşümü, Eski ve Yeni Türk Hukukunda Mer’a, Yaylak ve Kışlaklar, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması adlarını taşıyan eserlerde Cin, Arazi Kanunnamesinin hazırlanması süreci ile içerdiği hükümlerin Tanzimat öncesi dönemdeki uygulamalarla ilişkisine değinmektedir. Aynur Beyazal’ın “Tanzimat Sonrası Türkiye’sinde Medeni Hukuk Sahasında Yapılan Kanunlaştırmalarda Laiklik–Sekülerlik Sorunu” adını taşıyan tez çalışmasında özel hukuk alanında yapılan düzenlemeler, şer‘î hukuk-seküler hukuk bağlamında değerlendirilmektedir. IV. Konuya Dair Bir Bibliyografya Denemesi “Kanun-ı Cezamızın Edvar-ı Tekamülü”, Ceride-i Adliye, 1332-1333, sy. 152, 153, 154-155, 156, 157, 158. Affan Osman; “Devlet-i Aliye-i Osmaniye Hukuk-ı Cezasının Esasıyle Terakkıyat-ı Tedriciyesi”, Muhamat, 6 Cemaziyelahir 1330/10 Mayıs 1328, sy. 11, s. 321-329. Ahmed Lütfi, Mir’at-ı Adalet, İstanbul, 1304. “Ahval-i Şahsiye ve Vacibat Komisyonları Raporları”, Ceride-i Adliye, 1339, 1340-1341, sy. 10-13, 14, 15. Akgündüz, Ahmet; “1274/1858 Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesinin Hukuki Kaynakla-
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
667
rı, Tatbik Şekli ve Men’-i İrtikab Kanunnamesi”, Belleten, c. LI, sy. 199, s. 153191. Akgündüz, Ahmet; “Ahmet Cevdet Paşa ve Kanunlaştırma Hareketleri”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895) Sempozyumu (9-11 Haziran), Ankara, 1997, s. 335-341. Akman, Ahmet; “Usul-i Muhakeme-i Şer’iyye Kararnamesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1989. Aldıkaçtı, Orhan; Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul, 1982. Ansay, S. Şakir; Medeni Kanunumuzun 25. Yıldönümü Münasebetiyle Eski Aile Hukukumuza Bir Nazar, Ankara,1952. Artuk, Emin. “Atatürk ve 1926 Tarihli Türk Ceza Kanununun Hazırlanması”, Hukuk Araştırmaları (Atatürk’ün 50. Ölüm Yılı Özel Sayısı), Eylül-Aralık 1988, c. III, sy. 3, s. 73-81. Arvas, İbrahim; “Halkçıların Müthiş Kanunları Hala Yaşayacak mı?”, Sebilürreşad, 1952, c. VI, sy. 139, s. 217. Ataay, Aytekin; “Neden İsviçre Medeni Kanunu?”, İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Enstitüsü Medeni Kanunun 50. Yılı Sempozyumu Tebliğler – I, İstanbul, 1976, s. 59-72. Atay, Neşet Halil; “Milli Devletin 1923’den Önceki Kanunlarında Cumhuriyetin İbtidai Şekilleri”, 1944, c. II, sy. 23, s. 1-11. Aydın, M. Akif; “Mecelle’nin Hazırlanışı”, Osmanlı Araştırmaları, 1989, c. IX, s. 31-50. Aydın, M. Akif; “Türk Hukukunun Laikleşmesi Sürecinde Lozan’ın Oynadığı Rol”, İslami Araştırmalar, 1995, c. VIII, sy. 3-4, s. 166-172. Aydın, M. Akif; İslam-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul, 1985. Ayiter, Ferit; “The Interpretation of a National Systems of Laws Received From Abroad”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. VI, sy. 6, s. 41-43. Ayiter, Ferit; “Yabancı Kanunların Alınması ve Milli Hukuk”, Medeni Kanunun XV. Yıldönümü İçin, İstanbul, 1944, s. 170-215. Azrak, Ülkü; “Tanzimat’tan Sonra Resepsiyon”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. III, s. 602-606. Baer, Gabriel; “The Transition From Traditional To Western Criminal Law In Turkey and Egypt”, 1977, Studia Islamica, sy. 45, s. 139-158. Belgesay, Mustafa Reşit; “Tanzimat ve Adliye teşkilatı”, Tanzimat – I, İstanbul, 1940, s. 211-220. Belgesay, Mustafa Reşit; “Türkiye’de Yabancı Kanunların Kabulü”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. V, sy. 6, s. 93-98. Beyazal, Aynur; “Tanzimat Sonrası Türkiyesi’nde Medeni Hukuk Sahasında Yapılan Kanunlaştırmalarda Laiklik–Sekülerlik Sorunu”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırma Enstitüsü, İstanbul, 1998. Bilsel, Cemil. “Medeni Kanun ve Lozan Muahedesi”, Medeni Kanunun XV.Yıldönümü, İstanbul, 1944, s. 21-71. Bozkurt, Gülnihal; Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996. Bozkurt, Mahmut Esat; “Türk Medeni Kanunu Nasıl Hazırlandı?”, Medeni Kanunun XV. Yıl Dönümü İçin , İstanbul, 1944, s. 7-20.
668
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Celal Nuri; Havaic-i Kanuniyemiz, İstanbul, 1331. Cevdet Ferid; “Kanun-ı Cezanın Me’hazları”, İstanbul Barosu Mecmuası, Temmuz 1927, sene: 1, sy. 7, s. 404-409. Cin, Halil; “Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı Hukuku ve Yargılama Usulleri”, 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız (haz.), Ankara, 1992, s. 11-32. Cin, Halil; İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara, 1974. Çoker, Fahri; “Tanzimat’ın Getirdiği Hukuk Kurumları ve İşlevleri”, Tarih ve Toplum, Kasım 1989, c. XII, sy. 71, s. 16-20. Davran, Bülent; “Yabancı Kanunların Alınmasına Müteallik Bazı Mülahazalarla Birlikte, Türk Medeni Kanununda Yapılan ve İsviçre Medeni Kanununa Nisbetle Fark İhtiva Eden Değişiklikler Hakkında Rapor”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. V, sy. 6, s. 131-143. Ekinci, Ekrem Buğra; Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, İstanbul, 2004. Engelhard, Ed.; Türkiye ve Tanzimat Devlet-i Osmaniye’nin Tarih-i Islahatı 1826–1882, çev.: Ali Reşad, İstanbul, 1328. Erk, Hasan Basri; “Adli Kanunlarımız Tadil Edilirken Düşündüklerimiz”, Sebilürreşad, c. V, sy. 109, s. 133-134. Erkin, Safa Şevket; “Medeni Kanunumuzun İktibasında Mahmud Esad’ın Rolü”, İş, Felsefe, Ahlak ve İctimaiyat Mecmuası (İş ve Düşünce), 1941, c. X, sy. 1 [37], s. 1118. Erman, Eyüp Sabri; “Türk Hukukunda Aşamalar ve Devrim Kanunları”, Adalet Dergisi, 1973, c. LXIV, sy. 4, s. 209-215. Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri; “Special Aspects of the Turkish Reception of Law”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. V, sy. 6, s. 155-165. Gökçen, Ahmet; Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri, İstanbul, 1989. Gözübenli, Beşir; “Türk Hukuk Tarihinde Kanunlaştırma Faaliyetleri ve Mecelle”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895) Sempozyumu (9-11 Haziran), Ankara, 1997, s. 285-289. Hacıhabiboğlu, Nuri; “Kanunların İktibası ve Hatalar Meselesi”, Ankara Barosu Dergisi, 1949, c. V, sy. 61, s. 25-27. Haçeriyan, Nazaret; “İsviçre Kanun-ı Medenisi”, Ceride-i Adliye, 1330, c. V, sy. 104, s. 5662-5675. Heyd, Uriel; “The Ottoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mahmud II”, Studies in Islamic History and Civilization, Uriel Heyd (ed.), Kudüs, 1961, s, 63-96. “İhzar-ı Kavanin Komisyonu Çalışma Raporları”, Ceride-i Adliye, 1333, Sene: 7, sy. 160, 161, 162. İnalcık, Halil; “Kanun”, DİA, c. XXIV. İnalcık, Halil; “Kanunname”, DİA, c. XXIV. Kanun-ı Cezanın Bazı Mevaddı Makamına Kaim Olmak Üzere Tadilen ve Zeylen Tanzim kılınan Layiha-i Kanuniye ve Esbab-ı Mucibesi, İstanbul, 1326. Kaya, Şükrü; “Kanunların Türkleşmesi”, Yedigün, 1942, c. XIX, sy. 474, s. 5; sy. 476, s. 5. Kunter, Nurullah; “Yirmi Beş Cumhuriyet Yılının Ceza Tarihçesi”, İstanbul Barosu Dergi-
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
669
si, (Cumhuriyetin 25 inci Yıldönümü Fevkalade Nüshası), Ekim 1948, Yıl: XXII, sy. 10, s. 539-584. M. S. E.; “Tanzimat’tan Cumhuriyete Kadar Geçen Devre Ait İl İdaresi ve Teşkilatı Kanunları”, İdare Dergisi, 1951, sy. 211, s. 141-196. Mardin, Ebul’ula; Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul, 1946. Mehmed Talat; “Eski ve Yeni Kanunların Yekdiğeriyle Karşılaştırılması”, Hukuki Bilgiler Mecmuası, 1926, sy. 3, s. 141-145. Milaslı Gad Franko; “Mecelle ve Usul-i Muhakeme Kanunlarının Teşkilat-ı Esasiyeye Muvafakatı”, Hukuki Bilgiler Mecmuası, 1926, sy. 2, s. 61-64. Nadolski, Dora Glidewell; “Ottoman and Secular Civil Law”, International Journal of Middle East Studies, 1977, sy. 8. Namlı, Tuncer; “Tanzimat ve Sonrası Dönem Kanunlaştırmaları Karşısında İslam Alimlerinin Aldığı Tavır ve Bunun Neticeleri”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 1988. Nusret Hilmi; Code Civil yani Fransız Medeni Kanunu yahut Hukuk-ı Adiye Kanunnamesi, İstanbul, 1303. Oktay, Bayülken; “Atatürk’ün Adalet ve Hukuk Siyaseti ve İnkılap Kanunlarımız”, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yıllığı, 1986, sy. 1, s. 194223. Onar, Sıddık Sami; “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam Hukukunun Bir Kısmının Codificationu, Mecelle”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, c. XX, sy. 14, s. 57-85. Ortaylı, İlber; “Osmanlı Devletinde Laiklik ve Hukukun Romanizasyonu”, Erdem, Aydın Sayılı Özel Sayısı, Ocak 1997, c. 9, sy. 27, s. 1201-1208. Önen, Ergun; “Atatürk ve Hukuk İnkılabı”, Hukuk Araştırmaları, c. III, sy. 3, s. 24-29. Özbudun, Ergun; 1921 Anayasası, Ankara, 1992. Özdamar, Seyit Ali; “Osmanlı Bağlamında Mısır’da Aile Hukukunun Kanunlaştırılması ve Tarihi Seyri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırma Enstitüsü, İstanbul, 1998. Özer, Yusuf Ziya. “Adalet Teşkilatının Tarihi Tekamülü”, Adliye Ceridesi, 1936, sy. 20, s. 1401-1412. Özsunay, Ergun; “Yabancı Hukukun Benimsenmesi Yoluyla Bir Çağdaşlaşma Modeli: Kemalist Hukuk Devrimi Üzerine Gözlemler ve Değerlendirmeler”, Mukayeseli Hukuk Araştırma ve Uygulamaları Merkezi, İstanbul, 1983, s. 11-43. Öztürk, Osman; “Osmanlılarda Tanzimat Sonrası Yapılan Adli ve Hukuki Çalışmalar”, İslam Medeniyeti, 1973, yıl: 3, sy. 29, s. 34-35. Öztürk, Osman; “Türkiye’de Milli – Ecnebi Hukuk Mücadelesi”, İslam Medeniyeti, 1973, yıl: 3, sy. 30, s. 25-26 ve 1973, sy. 31, s. 26-27. Postacıoğlu, İlhan E.; “Türk Medeni Kanununun İsviçre’den İktibası ve Bugünkü Tadil Tasarısı”, İstanbul Barosu Mecmuası, 1985, c. XLIX, sy. 10-12, s. 842-866. Rheinstein, Max; “Types of Reception”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. V, sy. 6, s. 31-40. Schacht, Joseph; “Problems of Modern Islamic Legislation”, 1960, Studia Islamica, sy. 12, s. 99-129.
670
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
Schwarz, Andreas B.; “Bugünkü Hususi Hukuk Kanunlaştırmalarında İsviçre Medeni Kanununun Tesiri”, Adalet Dergisi, 1948, sy. 8, s. 963-981. Seyitdanlıoğlu, Mehmet; Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara, 1994. Shaw, Stanford J.; “The Central Legislative Councils in the XIX. Century Otoman Reform Movement Before 1876”, International Middle East Studies, sy. 1, s. 51-84. Şafak, Ali; İslam Hukukunun Tedvini, Erzurum, 1978. Şentop, Mustafa; Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku, İstanbul, 2004. Taner, Tahir; “Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku”, Tanzimat – I, İstanbul, 1940, s. 221-232. Tanör, Bülent; Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul, 1992. Tekinay, Selahattin Sulhi; “Atatürk ve Laik Hukuk Düzenine Geçiş Safhaları”, Hukuk Araştırmaları, c. III, sy. 3, s. 17-20. Timur, Hıfzı; “Views on the Transition in Turkey from Islamic Law to a Western Legal Setup”, Annales de la Facult de Droit d’Istanbul, 1956, c. V, sy. 6, s. 82-88. Toledano, Ehud R.; “The Legislative Process in the Otoman Empire in the Early Tanzimat Period: A Footnote”, International Journal of Turkish Studies,1980, c. I, sy. 2, s. 99-106. Tunçay, Mete; “1293 Kanun-ı Esasisinin Son Tadilleri”, Kanun-ı Esasinin 100. Yılı Armağanı, Ankara, 1978, s. 249-255. Ünal, Mehmet; “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna İlişkin Düzenlemeler ve Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. XXXIV, sy. 1-4, s. 195-231. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet; “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat – I, İstanbul, 1940, s. 139-209. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet; “Türk Hukuk Hayatındaki Düalizm ve Şer’i Hukuktan Laik Hukuka Geçiş”, Yargıtay Yüzüncü Yıldönümü Armağanı, İstanbul, 1968, s. 705724. Yavuz, Cevdet; “Atatürk İnkılapları Çerçevesinde ‘Esbab-ı Mucibe Layihası’ Açısından Türk Medeni Kanununun ve Borçlar Kanununun İktibası Üzerine Düşünceler”, Hukuk Araştırmaları, c. III, sy. 3, s. 54-63. Yusuf Ziya [Özer]; “Kanun-ı Ceza Layihasının Hutut-ı Asliyesi – I ve II”, Ceride-i Adliye, 17 Kanunusani 1325, Birinci Sene, sy. 4, s. 136-142 ve 7 Nisan 1326, sy. 9, s. 362-367. Yüksel, Ali Said; “Tercüme Kanunlar”, Türk Düşüncesi, 1957, c. VIII, sy. 12, s. 16-20. Zajtay, İmre; “Yabancı Hukukun Tüm Olarak İktibası”, çev.: Teoman Akünal, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1972, c. XXXVII, sy. 1-4, s. 309-324.
Sonuç Tanzimat, Osmanlı hukukunda önemli bir dönüm noktasıdır. Ferman’da genel değerlendirmelerden sonra yapılması gerekenler arasında özellikle yeni kanunlar hazırlamaktan söz edilmektedir. Nitekim, bir sene geçmeden ilk ceza kanunu hazırlanmıştır. Arkasından ticaret kanunu ve diğer kanunlar kabul edilmiştir. Tanzimat döneminde kanunlaştırma faaliyeti, tatbik edilen mevcut hukuk kurallarının tedvini [codification] ve başka ülkelerin kanunlarını benimseme
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü
671
[reception] şeklinde iki koldan yürütülmüştür. İlk kanun, bir ceza kanunu olarak, tedvin çalışmasıdır. Bir sonraki ticaret kanunu bir iktibastır. Bu dönemde bir yanda Mecelle gibi gerçekten büyük bir tedvin hareketi gerçekleştirilirken, öte yanda Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu gibi Osmanlı hukuk sistemi dikkate alınmadan alelacele yapılmış iktibaslar yer almaktadır. Ancak, ceza hukuku üzerine yaptığımız çalışmalarda da gördüğümüz üzere, iktibasların önemli bir kısmı üzerinde genel hukuk sistemi bakımından bir itina ve dikkat gösterilmiştir. Ceza Kanunname-i Humayunu hazırlanırken, Fransız Ceza Kanunu’ndaki kurumlar ve hükümler tek tek değerlendirilmiş, Osmanlı hukukunun genel yapısına uygun bir çözüme ulaşılmaya çalışılmıştır. 1909 senesinde tercüme edilen 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’nun da Osmanlı hukuk sistemine uydurulmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu dikkat, sadece Osmanlı hukuk sistemine değil, iktibas edilen kanunlara da vukufiyeti icap ettirmektedir. Daha sonraki iktibas faaliyetlerinde bu itina ve dikkati maalesef göremiyoruz. 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu’nun kabulü sırasında ciddi hatalar yapılmış, bir kısmı düzeltilmiş, bir kısmı ise varlığını sürdürmüştür.45 Kanunlaştırma faaliyetinin önemli bir kısmında, en azından şeklen, İslam hukukuna ve Osmanlı hukukunun genel yapısına uygun davranılmaya dikkat edilmiştir. Ancak zaman içinde hem şer‘iyye mahkemelerinin faaliyet alanının daraltılması, hem de kanunların uygulamada öne çıkmasıyla, İslam hukukundan gelen hükümlerin nisbeten ihmale uğradığını söyleyebiliriz. İlk zamanlarda bir deneme, belki de Batı baskısını azaltacak bir adım olarak görülen hukuk alanındaki düzenlemeler, zaman içinde hem mevzuat, hem de uygulama bakımından ciddi gelişme kaydetmiş ve Türkiye’ye mahsus bir hukuk birikimini oluşturmuştur. Mahkeme kararları incelendiğinde, bugün de kullandığımız pek çok kavram ve yaklaşım tarzının en az yüz sene önce mevcut ve gelişmiş olduğunu görmek ilgi çekicidir. Hukuk alanında Cumhuriyet dönemindeki reformların birdenbire ortaya çıkmadığını, oldukça eskiye dayanan bir “geleneğin” bulunduğunun altını da çizmek gerekir. Tanzimat dönemindeki kanunlaştırma faaliyetleri üzerine yapılan çalışmalar çok yetersizdir. Halbuki yaklaşık yüzyıl devam eden bir hareket söz konusu45 Nurullah Kunter, “Yirmi Beş Cumhuriyet Yılının Ceza Tarihçesi”, İstanbul Barosu Dergisi, (Cumhuriyetin 25 inci Yıldönümü Fevkalade Nüshası), Ekim 1948, Yıl: XXII, sy. 10, s. 546. Kunter, Türk Ceza Kanununu hazırlamak üzere kurulan komisyonun son çalışmasından söz ederken, “(…) Komisyon adına merhum Fahrettin Karaoğlan’ın iştirak ettiği üç kişilik bir komite, İtalyan Kanununun mevcut tercümesini ufak tefek tadillerle kabul etti. Hatta burada da aceleden bir çok maddelerde eskiden mevcut olan cürüm kelimeleri unutuldu ve bunlar Ceza Kanununun tab’ı zamanında vukubulmuş hatalar diye gösterilerek, sonradan kabul olunan 26 Nisan 1926 tarih ve 825 sayılı Mer’iyet Kanununun 39 uncu maddesile tashih olundu” demektedir. Para cezaları ile hapis cezası arasında mevcut olan ve 1909 tercümesinde dikkat edilen nispet ise 1926 kanununda bozulmuş, paraya çevrilen hapis cezalarında ceza zaman aşımı bakımından sorunlar doğurmuştur.
672
TAL‹D, 3(5), 2005, M. fientop
dur. Genel olarak, münferit birkaç kanun üzerinde çalışılmış, özellikle Cumhuriyet sonrası hukuk reformlarını tebcil eden daha çok ideolojik çalışmalar yayımlanmıştır. Genel olarak hukuk kurallarının şerhini yapma usulüne dayanan Türk hukuk öğretimi sistemi, kuralların ortaya çıkışı ve nasıl bir hayat sürdürdüğü meselelerine alaka göstermemiştir, halen de göstermemektedir. Yaklaşık 75 sene yürürlükte kalan medeni kanunun uygulamada neler getirdiği, yerleşen veya uygulama kabiliyeti bulmayan kuralları ve bunun sebepleri üzerine yapılmış bir çalışma yoktur. Kısaca, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e hukuk hareketleri bakir bir alan olarak araştırmacıların alakasını beklemektedir.
On the Literature of Legislation Movements in the Tanzimat Era Mustafa fiENTOP Abstract In the Tanzimat era, legislations can classify in three groups. First are codifications that making rule from old Ottoman law, second is reception of western law, and third are eclectic legislations. Studies on the legislation movements that approximately continued a century are not enough. The some of present studies have included the ideological approaches and the subjective opinions. Studies that detailed and purpose of understanding on the legislation movements are necessary. This article examines the legislation movement in the Tanzimat era and the literature on this subject. Keywords: legislation, reception, codification, civil law, penal law
Tanzimat Dönemi Kanunlaflt›rma Faaliyetleri Literatürü Mustafa fiENTOP Özet Tanzimat döneminde yapılan kanunlaştırma faaliyetlerini ana hatlarıyla üç grupta toplamak mümkündür. Birincisi, klasik dönem Osmanlı hukukunun kanunlaştırılması (kodifikasyon), ikincisi Batıdan iktibas (resepsiyon), üçüncüsü karma sistem. Yaklaşık yüzyıl devam eden kanunlaştırma hareketleri üzerine yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Ayrıntılar üzerinde duran ve kanunlaştırma sürecini inceleyen, tartışan çalışmalar çok azdır. Mevcut çalışmaların önemli bir kısmında ise Batılılaşma amacını tebcil eden bir perspektif hakim olduğu için, objektiflikten uzak değerlendirmeler yer almaktadır. Bu dönem kanunlaştırma hareketleri anlamaya yönelik ayrıntılı çalışmaları beklemektedir. Anahtar Kelimeler: Yasama, kanunlaştırma, kamu hukuku, özel hukuk, ceza hukuku.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
673
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 673-722
Türkçede Mecelle Literatürü Sami ERDEM*
I. Giriş MECELLE, HAZIRLIK SÜRECİNDE ve uygulamaya konulmasından itibaren sürekli ilgi odağı olmuş bir kanunlaştırma faaliyeti olarak dikkat çekmektedir. Borçlar, kısmen eşya ve şahıs hukuku alanlarında İslâm Hukuku’na dayalı ilk kanunlaştırma örneği olarak hem Osmanlı modernleşmesinde, hem de XX. yüzyılda İslâm ülkelerindeki hukukî yenileşme hareketleri üzerinde önemli etkileri görülen bu kanun metni etrafında oluşan literatürün, konunun önemiyle mütenasip bir zenginliğe ve derinliğe sahip olduğunu söylemek zordur. Metin neşri, şerh, tercüme, uyarlama vb. yollar yanında, gerek tarihi ve gerekse muhtevası üzerine kitap, makale, tez, tebliğ gibi türlerde Mecelle etrafında oluşan literatür, henüz etraflı değerlendirmelere konu edilmiş olmadığı gibi, ilgili malzemenin kapsamlı bir envanterinin bile çıkarılmamış olması, yüzyılı aşkın bir maziye sahip olan bu önemli metnin tarihî serüvenini yorumlama açısından büyük bir eksiklik teşkil etmektedir. Kütüphane ve bibliyografik künye kayıtlarının içerdiği problemler, bu konuda yapılacak güvenilir bibliyografya çalışmaları için, ilgili malzemenin mutlaka görülmesini zorunlu kılmaktadır. Özellikle tarihlendirme bakımından, kütüphane ve bibliyografya kayıtlarında, gerek Osmanlıca metinlerin hatalı okunması, gerekse hicrî ve rumî tarihlere ilişkin belirsizliklerden kaynaklanan ciddi bilgi yanlışlıklarına rastlanmaktadır. Ayrıca kütüphanelerimizde bulunan Mecelle metin ve şerhlerinin arşivlenmesiyle ilgili sorunlar,1 pek çok eserin bibliyografyalara ya da araştırmalara hatalı bilgilerle yansımasına yol açmıştır. * Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı. 1 Eksik nüshalar; farklı kitapların isim benzerliği sebebiyle ya da aynı kitabın farklı baskılarının birlikte ciltlenmesi, dış kapakla iç kapak arasında tarih, matbaa vs. açısından farklı bilgiler bulunması; yazar adı, kitap adı, baskı yeri ve tarihi ile ilgili bilgilerin kapak yerine metin içinde ya da eserin sonunda verilmiş olması gibi durumlar sebebiyle bibliyografya ve kütüphane kataloglarında eserlerin yanlış ya da eksik bilgilerle kaydedilmesi çok sık karşılaşılan örneklerdendir.
674
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
1926 yılında yürürlükten kaldırılan Mecelle’nin uygulama alanı kalmadığı için, bu konudaki kaynaklar büyük bir ilgisizliğin kurbanı olmuştur. Mecelle literatürüne dönük ilmi tespit ve değerlendirmeler XX. yüzyılın başlarında yapılabilmiş olsaydı, muhtemelen bugün sözkonusu alanda daha fazla ve daha sıhhatli bilgilere ve malzemelere sahip olabilecektik. Ancak 1908 sonrasında, içeriği bakımından ciddi bir sorgulama ve yetersizlik suçlamasına maruz kalan Mecelle’nin gündemdeki yeri büyük ölçüde zayıflatılmış bulunuyordu. Cumhuriyet dönemi hukuk tarihi çalışmalarının genel seyri açısından da ilgi alanı dışında kalan Mecelle’nin ilmi bir araştırma konusu olarak kendisine tekrar yer bulması uzun bir sürece yayılmıştır. Bu yazıda; yürürlüğe girişinden itibaren günümüze kadar geçen yaklaşık 130 yıllık sürede bu kanun metninin nüshaları, şerh vb. türlerde yapılan açıklayıcı ya da yardımcı çalışmalar, Mecelle’nin hazırlık süreci, mahiyeti ve Türk hukuk tarihindeki yeri çerçevesinde oluşan Türkçe literatüre dair bazı değerlendirmeler yapılacak ve elde edilebilen bibliyografik bilgiler eleştirel bir yaklaşımla ortaya konacaktır. Müstakil birer çalışmayı gerektiren yazma eserler ve yabancı dildeki çalışmalar, bu yazıda ele alınmayacaktır. II. Metinler A. Mecelle Metinleri Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye nazırı Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında oluşturulan Mecelle Cemiyeti tarafından hazırlanan Mecelle, bir mukaddime ile on altı kitap2 halinde 73 bab ve 1851 maddeden oluşmaktadır. Yaklaşık dokuz yıllık bir sürede tamamlanan Mecelle’nin, hazırlığı biten her bir bölümü (kitab) müstakil olarak yürürlüğe girmiştir. Kavâid-i külliyeyi içeren 100 maddelik Mukaddime ile ilk kitap olan Kitabü’l-Büyû‘un Nisan 1869’da yürürlüğe girmesiyle başlayan bu süreç, Eylül 1876’da “Kaza” kitabının kanunlaşmasıyla tamamlanmıştır.3 Peyderpey yürürlüğe girmesinden dolayı Mecelle kitaplarının kanun olarak yayımlanmış ilk nüshaları farklı baskı tarihlerine sahiptir. Ayrıca 1289’da yayımlanmaya başlayan Düstur’un ilk metinleri arasında Mecelle kitapları da bulunmaktadır. İlk sekiz kitap Düstur’un birinci cildinde “Ahkâm-ı Adliyye Mecel2 Mukaddime, 1. Büyû, 2. İcârât, 3. Kefâle, 4. Havâle, 5. Rehin, 6. Emânât, 7. Hibe, 8. Gasb ve İtlâf, 9. Hacr ve İkrah ve Şüf‘a, 10. Şirket, 11. Vekalet, 12. Sulh ve İbrâ, 13. İkrar, 14. Da‘vâ, 15. Beyyinât ve Tahlîf, 16. Kazâ. 3 Mecelle’nin hazırlanış süreci, mahiyeti, etkileri ve belli başlı literatür hakkında, muhtasar olmakla birlikte bu konuda şimdiye kadar oluşan bilgi birikimini veciz biçimde yansıtan bir metin için bkz. M. Âkif Aydın, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”, DİA, c. XXVIII, Ankara, 2003, s. 231-235.
Türkçede Mecelle Literatürü
675
leleri” başlığıyla yayımlanmış,4 dokuz-ondördüncü kitaplar üçüncü ciltte,5 onbeş ve onaltıncı kitaplar ise dördüncü ciltte yayımlanmıştır.6 Tamamlanmasından sonra ise Mecelle kitapları, bütün halinde tek bir kitap olarak pek çok defa yayımlanmıştır. Mecelle’nin bu şekildeki ilk baskılarının kapak sayfalarında, Cevdet Paşa’nın “tertib ve tensîki”ne işaret edilmekte ise de, bu yayınlarda Cevdet Paşa’nın katkısının ne olduğu konusunda elimizde açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır.7 Esasen kanun metninin bir parçası olmayan ve -sonraları “Mecelle Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası” olarak da tanınan- Mukaddime ile birinci kitaba ait mazbatanın, Mecelle metinlerinin baş kısmına, ilk baskılardan itibaren ilave edildiğini görüyoruz.8 Bu muhtasar metin, fıkhî hükümlerin, modern bir kanun formunda hazırlanmasının gerekçelerini ve bu hazırlıkta takip edilen metodu açıklayan içeriğiyle, İslâm hukukuna dayalı yeni kanunlaştırma düşüncesi için meşruiyet çerçevesi çizen bir işleve sahip olmuştur. Mazbata; gerçekten de sonraki Mecelle yorum ve incelemelerinin neredeyse tümünde, Mecelle’nin tarihî önemi ve ortaya koyduğu yeni yaklaşımı yorumlamada başvurulan temel bir metin haline gelmiştir.9 Toplu olarak yayımlanan Mecelle nüshalarının ve Mecelle’nin tamamını ihtiva eden şerh vb. çalışmaların (Mir’ât ve Rehber gibi) sonunda üç adet10 ilave yazı bulunmaktadır: 1. “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitâb-ı Beyyinât Hakkında Bazı Vesâyâyı Şâmil Müzekkere-i Adliyye” (9 Zilkade 1293).11 Bu metin, Mecelle’nin 15. 4 Düstur, c. I, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 1289, s. 19-164. 5 Düstur, c, III, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 1293, s. 38-147. 6 Düstur, c. IV, İstanbul: Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, 1296, s. 97-128. 7 1297 tarihli Mecelle nüshasının kapağındaki metin, sonraki baskılarda da tekrarlanmıştır: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve Maarif Nezaret-i Celilesi ruhsat-ı resmiyesiyle (…) tab‘ u temsîl olundu.” Hulusi Yavuz, bu ilk Mecelle nüshalarına işaret ederken Cevdet Paşa’yı naşir olarak göstermektedir. Bkz. “Mecelle’nin Tedvini ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri, 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986, s. 73, n. 96, 95, n. 174, 101. 8 Buna karşılık diğer kitapların mazbatalarına, ilk münferid baskılar dahil, hiçbir baskıda yer verilmemiştir. Bu mazbatalara ilk dikkati çeken ve yeni yazıyla neşreden Ebü’l-ulâ Mardin olmuştur. Bkz. Medenî Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, (1822-1895) Ölümünün 50nci Yıldönümü Vesilesile, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1946. 9 Mazbatanın, modern dönemde İslam hukuku alanındaki dönüşüm açısından etraflı yorumu için bkz. Sami Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar”, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Anabilim Dalı, 2001, s. 71-73. 10 Bazı şerhlerde sadece birinci ya da birinci ile ikinci yazılar bulunmaktadır. 11 Düstur, c. IV, s. 384-385.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
676
kitabı olan Kitâbü’l-Beyyinât ve’t-Tahlîf’in Şeriye mahkemelerinde olduğu gibi Nizamiye mahkemelerinde de uygulanmasının gerekli ve uygun olduğunu çeşitli gerekçelerle izah etmektedir. Giriş ve sonuç kısmındaki bir iki küçük farklılık dışında 15. kitabın mazbatası12 ile aynı olan bu metnin, kitabın kanun olarak yayımından bir süre sonra tekrar kaleme alınması13 ve bunun Mecelle baskılarının sonuna konması, kanunun ilgili mahkemelerde uygulanmasında ortaya çıkan/çıkabilecek yorum farklılıklarını önlemeyi amaçlamış gözükmektedir. 2. “Bilâbeyyine Mazmûnuyla Amel ve Hüküm Caiz Olabilecek Surette Senedât-ı Şer‘iyyenin Tanzimine Dair Ta‘limât-ı Seniyyedir”, (4 Cumâde’l-Ûlâ, sene 1296).14 3. “Ta‘lîm-i Usûl-i Tahlîf”.15 Bu yazıların mahiyeti ve Mecelle kitabının sonunda bulunuşunun gerekçesiyle ilgili olarak Mecelle metinlerinde ve bu yazıların tamamına ya da bazısına yer veren şerhlerde herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Aynı durum, birinci ve üçüncü metinle ilgili olarak, sonraki dönemde yapılan Mecelle incelemeleri için de genel olarak geçerlidir. Aynı şekilde, Cumhuriyet döneminde yeni harflerle yapılan Mecelle metin neşirlerinde de yukarıdaki üç ilave metne yer verilmemiştir. Mecelle metinlerinin hemen hemen tüm baskıları; ya başta ya da sonda olmak üzere, Mecelle’nin kitab ve bab başlıklarını içeren bir fihristi içermektedir. Farklı boy ve baskılarda Mecelle metinleri bulunmaktadır. Genellikle küçük ve orta boy olarak yayımlanan metinlerin bir kısmının, cep boyunda hazırlan12 Mazbata metni için bkz. Mardin, s. 136-137; Osman Kaşıkçı, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Mecelle, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1997, s. 155-156. 13 Osman Öztürk, bu metnin Düstur, c. IV, s. 384-385’te yayımlandığına işaret etmekle birlikte, metnin içeriği ve anlamı ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapmamaktadır. Bkz. Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul: İslâmi İlimler Araştırma Vakfı Neşriyatı, 1973, s. 80, n. 73. 14 Mecelle Cemiyeti tarafından 1738 ve 1821. maddelerle ilgili olarak hazırlanan bu talimat layihasıyla ilgili mazbata ve tezkereler için bkz. Mardin, s. 147-149; Öztürk, s. 89-91; Kaşıkçı, s. 314-319. Öztürk, talimatname metni için Arşiv dosyası, Düstur, Dürerü’l-Hükkâm ve Mir’ât-ı Mecelle’ye atıf yapmaktadır. Oysa, belirtildiği üzere bu metin, toplu halde basılan ilk nüshalarından itibaren Mecelle metinlerinin son kısmında yer almıştır. Ayrıca bkz. Hulusi Yavuz, “Mecelle’nin Tedvini ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri”, s. 86. Adı geçen layihanın yeni harflerle yayımı için bkz. Ahmet Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1986, s. 775-782. 15 Herhangi bir tarih taşımayan bu metnin sonunda, müddeînin talebi olmaksızın hakim tarafından yemin verilen suretler Mecelle’nin 1746. maddesinde açıklanmış olduğu için metinde sadece müddeînin talebi üzerine verilen yeminlerin hangi lafızlarla ve ne şekilde yapılacağının gösterildiği belirtilmiştir. Kim tarafından hazırlandığı konusunda kaynaklarda bilgi bulunmamakla birlikte, bu metnin Mecelle Cemiyeti’nin bir çalışması olduğu tahmin edilebilir. Mecelle Cemiyeti’nin Mecelle hazırlığı bittikten sonra yaptığı çalışmalar hakkında bilgi veren Mardin ve Kaşıkçı, adı geçen metinden söz etmemektedirler.
Türkçede Mecelle Literatürü
677
dığı görülmektedir. Aynı durum aşağıda ele alacağımız bazı şerh ve yardımcı kitaplarda da sözkonusudur.16 Mecelle metinlerinin baskı sayıları hakkında herhangi bir malumata sahip değiliz. Ancak Mecelle’nin Nüvvab, Mülkiye ve Hukuk mekteplerinde ders olarak okutulması ve hakim ve dava vekili gibi uygulamanın içinde bulunan kesimlerin Mecelle metinlerine olan ihtiyacı dikkate alınınca bu sayının bir hayli fazla olduğu tahmin edilebilir. Nitekim mevcut nüshaların baskı aralıklarındaki sıklık da bunu göstermektedir. Ayrıca Mecelle üzerine yapılan şerh, fihrist ve benzeri kitaplarda da Mecelle maddelerinin metnine yer verilmiştir. 1926 yılında İsviçre Medenî Kanunu’nun iktibasıyla yürürlükten kaldırıldığı için bu tarihten itibaren tarih araştırmalarının bir konusu haline gelen Mecelle’nin, güncel ilgi alanı dışında kalması sebebiyle Cumhuriyet sonrasında genel olarak Mecelle ile ilgili yayınlar için 1940’lı yılları beklemek gerekecektir. Nitekim, Cumhuriyet döneminde yeni harflerle ilk Mecelle metni ancak 1959 yılında yayımlanabilmiştir.
17
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bağlı
Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü tarafından Düstur ve 1314 tarihli (İstanbul: Âlem Matbaası) baskı esas alınarak herhangi bir sadeleştirme yapılmaksızın yeni harflere aktarılan metnin ilk tashihi, Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay tarafından yapılmış ancak kendisinin sıhhî sebeplerle bu işi sürdürememesi sebebiyle metnin nihai kontrolünü Ali Himmet Berki yapmıştır. Kitabın sonuna Berki tarafından hazırlanan 26 sayfalık bir lügatçe konulmuştur. Lügatçede Mecelle metninde tarifi bulunan kelimeler için sadece ilgili madde numarasına işaret edilmiş, diğer kelimelerin ise kısa karşılıkları verilmiştir. Yeni harflerle ikinci yayın, Osman Öztürk18 tarafından Mecelle üzerine Türkçe’de yapılan ilk doktora çalışmasına dayanan bir kitabın parçası (s. 155426) olarak 1973 yılında gerçekleşmiştir. Sadeleştirme yapılmaksızın hazırlanan metinde açıklama ya da sözlük gibi ilave çalışmalar bulunmamaktadır. Yazar, Mazbata’yı Mecelle metninin başında değil, inceleme kısmında ve sadeleştirerek aktarmıştır (s. 33-39). 16 Mesela 1329 (Kostantiniyye, 784+16 s.) tarihli Mecelle böyledir. Terakki Kütüphanesi sahibi Mehmed Şemseddin tarafından neşredilen bu nüshada ihtiyaç görülen bazı noktalarda metin içinde köşeli parantezle birtakım açıklamalar ilave edilmiş ve bu durum kitabın iç kapağında bir notla ifade edilmiştir: “İşbu Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye suret-i müdekkikâne ve hurde-bînânede tashih ve metnin nikât-ı muhtelifesinde tesadüf edilecek müşkilâtı müfessir işârât ve izâhât ile ikmal ve tavzîh edildikten sonra vaz‘-ı destgâh-ı intişar kılınmışır.” Bu yönüyle, sözkonusu metnin, muhtasar bir şerh olarak normal Mecelle metinlerinden ayrı tasnif edilmesi gereklidir. Bkz. Dipnot 163. Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle de, yine cep boyunda basılmış bir Mecelle metni olarak değerlendirilebilir. 17 Mecelle: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Ankara, 1959, s. iv. 18 Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle. Bu çalışmanın inceleme kısmı, aşağıda ayrıca değerlendirme konusu yapılacaktır.
678
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Cumhuriyet dönemindeki Mecelle neşirlerinin üçüncüsü 1978 (İstanbul) tarihlidir ve ilkinde olduğu gibi Ali Himmet Berki’nin katkısını taşımaktadır. Berki’nin 1959 baskısı için hazırladığı lügatçeden farklı olarak bu yayında, sayfa altlarında o sayfadaki metinde yer alan kelime, terkip ve hatta cümle parçacıklarının sözlük anlamı, bölünmüş bir alanda verilmiştir. Metnin sadeleştirilmeksizin yeni harflere çevrilmesi ve sayfa altlarındaki anlam açıklamaları yayınevi tarafından hazırlatılmış, Berki ise metni kontrol ederek Mecelle’yi tanıtan birkaç sayfalık bir takdim yazısı yazmıştır. Ayrıca kitap yayımlandığında vefat etmiş olan Berki hakkında, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yazdığı bir biyografi yazısı da giriş kısmına konmuş, ardından Mazbata’nın Öztürk’ün kitabında yer alan sadeleştirilmiş metni19 yazarın izni belirtilerek iktibas edilmiştir. Aynı yayınevi tarafından birçok kez baskısı yapılmış olan bu eser, günümüzde de yeni harflerle piyasada bulunabilen tek Mecelle metni olma özelliğini korumaktadır. Ahmet Akgündüz tarafından hazırlanan ve büyük bir kısmı kanun metinlerinden oluşan Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı (1986) isimli kitabın çeşitli bölümlerinde de Mecelle maddeleri kitap ya da madde grupları halinde Mecelle ve Türk Hukuku’nun ilgili alanlarını düzenleyen kanun maddelerine atıflarla birlikte yeni harflerle neşredilmiştir. İlk olarak “Hukukun Genel Prensipleri” başlığı altında (s. 89-109) ilk 100 kaidenin metinleri;20 “Şahsın Hukuku” isimli bölümde 941.-949. ve 966.-997. maddeler (s. 132-138); Borçlar ve Eşya Hukuku ile ilgili kısımda (s. 363-675)21 Mecelle’nin önemli bir kısmını teşkil eden 101.-1612. maddeler ve son olarak Usul Hukuku bölümünde (s. 725774) 1613.-1851. maddelere yer verilmiştir. Muhteva ve tertib itibariyle özenli bir yayın olduğu söylenemez. Son olarak 1995 yılında, Sadeleştirilmiş Mecelle adıyla İbrahim Ural ve Salih Özcan tarafından yapılan Mecelle neşrine işaret etmek gerekir. Önsöz’de belirtildiğine göre (s. 9-10) “Süleymaniye Kütüphanesinde kayıtlı bir nüshaya” dayanan eser, Fey Vakfı adına Ahmet Akgündüz tarafından hazırlanan 6 ciltlik Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri adlı serinin yedinci ve son cildi olarak tasarlanmış, ancak müstakil olarak basılmıştır. Genel okuyucu açısından yararlı olması düşünülebilecek olan çalışmanın akademik bakımdan kullanılmaya uygun olmadığı açıktır. Günümüzde internet ortamında da Türkçe ve farklı dillerde çeşitli Mecelle metinleri bulunmaktadır. 19 Öztürk, s. 33-39. 20 Baş tarafta kavâid ve Mecelle kaideleriyle ilgili kısa açıklamalara yer verilmiş, müstakil olarak Mecelle kaideleri üzerine yapılmış olan şerhlere işaret edilmiş, ayrıca Ali Haydar ve Atıf Bey’in şerhleri de dipnotta zikredilmiştir (s. 91-95). 21 Bölümün başında Mecelle ile ilgili bilgiler verilmiş, şerh vb. telifata işaret edilmiş ve Mazbata’nın sadeleştirilmiş metni Öztürk’ün kitabından iktibas edilmiştir. Bkz. Akgündüz, s. 363-377.
Türkçede Mecelle Literatürü
679
B. Mecelle Şerhleri Mecelle, tamamlanmasını takip eden birkaç yıl içinde şerhedilmeye başlanmış, farklı türlerde ve değişik dillerde pek çok şerh çalışmasına konu olmuştur. Kapsamları açısından bakıldığında Mecelle şerhlerini dört grup altında tasnif etmek mümkündür: 1. Mecelle’nin bütün maddelerini kapsayan şerhler: Ali Haydar, Hacı Reşid Paşa ve Türkzâde’nin şerhleri ile Mir’ât-ı Mecelle ve Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle gibi yardımcı açıklayıcı kitaplar bu kapsamdadır. 2. Eksik ya da kısmi şerhler: Bazı şerhler, baştan belli bir yere kadar devam etmiş, ancak çeşitli sebeplerle eksik kalmıştır: Kırımlı Abdüssettar ve Kuyucaklızade Atıf Bey’in şerhleri böyledir. 3. Seçilmiş kitap ya da maddelerin şerhi: Mustafa Fevzi’nin şerhi böyledir. Ayrıca sonraki dönemlerde de Mecelle’nin belli konulardaki maddelerini içeren şerh çalışmaları bulunmaktadır. 4. Kavâid-i külliye şerhleri: Mecelle’nin ilk şârihleri olan Şemsî22 ve Abdüssettar Efendi’den itibaren pek çok kişinin kavâid kısmı üzerine müstakil şerh yazdığı bilinmektedir. Günümüze kadar devam eden bu kavâid şerhleri ileriki sayfalarda ele alınacaktır. Mecelle üzerine yapılan şerh ya da şerh mahiyetinde yardımcı çalışmaların saikleri arasında bazı hususlar öne çıkmaktadır. Her şeyden önce, açık ve akıcı bir Türkçe ile kaleme alınmış olmasına rağmen fıkha dayalı bir kanun metni olarak Mecelle maddelerinin gereği gibi anlaşılabilmesi için Arapça ve fıkıh bilgisine olan ihtiyaç, bu konularda yeterli donanıma sahip olmayan kimseler için çeşitli seviyelerde şerhi gerekli kılıyordu. Ayrıca, aşağıda işaret edilecek olan Ali Haydar’ın şerhinde görüldüğü üzere, Mecelle’nin eksik ya da muğlak bıraktığı düşünülen konularda tamamlayıcı bilgiler verme gayesi de, şerhlere önemli bir alan açmıştır. Nitekim bizzat Mecelle Cemiyeti’nin, Mecelle kitapları tamamlandıktan sonraki mesaisi içinde, Mecelle’nin bazı eksik kalan yönlerini tamamlama ya da muğlaklık taşıyan kısımlarına ilave suretiyle yaptığı çalışma da bu konuda fikir vericidir.23 Hâkim ve dava vekili gibi uygulama içindeki profesyonel hukukçulara, kanunun yorumu ve tatbiki açısından kolaylık sağlamak gayesi, Mecelle üzerine yapılan açıklayıcı çalışmalar için önemli gerekçelerden birisini teşkil etmiştir. Fıkıh kitaplarından farklı olarak Mecelle’de tek bir fıkhî hüküm kanunlaştırılmış bulunduğu için, tercih edilen fıkhî hükmün alındığı fıkıh kaynaklarında bulunan farklı görüş ve açıklamaların, uygulamada karşılaşılabilecek yorum ihtiyacı için katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Mir’ât-ı Mecelle’de, Mecelle’nin fıkhî me’hazlarının Arapça kaynaklarından alınmış orijinal metinlerle gösterilmesi, 22 Mardin’in tanımlamasıyla ilk şerh olarak bilinen Abdüssettar Efendi’nin kavâid şerhinden daha önce yazıldığını tespit ettiğimiz ve Şemsî isimli bir müellife ait olan şerhin Mecelle’nin ilk şerhi olarak tespit edilebileceğini düşünüyoruz. Bu iki şerhle ilgili daha detaylı bilgiler aşağıda verilecektir. 23 Mecelle Cemiyeti’nin sonraki mesaisi hakkında geniş bilgi için bkz. Mardin, s. 140-159; Kaşıkçı, s. 314-342.
680
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
bu düşünüşün bir yansımasıdır. Ayrıca Mecelle’deki hükümlerin ihtiva ettiği fıkhî görüşlerin meşruiyeti bakımından da, Mecelle maddelerine ilişkin yapılan bu açıklamalar, fıkıh kitabından kanun metnine intikal sürecinde yaşanan büyük değişimin kavranmasına ve benimsenmesine katkıda bulunmuştur. Mevcut şerhlerin durumu dikkate alındığında, Abdüssettar, Ali Haydar ve Atıf Efendi gibi yüksek okullarda Mecelle muallimi olan kimselerin şerhlerinin öncelikli hedefinin talebeye ders notu olmakla birlikte, ileriki dönemlerde bu şerhlerin öğrenciler dışında da umumi ilgiye mazhar olduğunu söyleyebiliriz.24 Buna karşılık, özellikle Mecelle maddeleri için indeks, metin içi atıf, ya da konuların fıkhî kaynaklarına dair eserlerin mukaddime ya da takrizlerinde bu tür çalışmaların, talebeler yanında dava vekili, hakim ve hatta sıradan kimselere yardımcı olma gayesinin mevcut olduğunu gösteren bazı ifadeler bulunmaktadır.25 24 Nitekim Ali Haydar, önce talebeye ders notu olarak müsvedde kaydıyla basılan şerhinin yeniden tertib ettiği sonraki baskısında, başlangıçta kendi şahsi mütaalası için bir araya getirdiği metinlerin, kendisinin Mekteb-i Hukuk-ı Şahane Mecelle muallimliğini üstlenmesinden sonra yeniden düzenlenip genişletilerek talebeye takrir edildiğini belirtmektedir. Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm Şerhu’l-Kavâidi’l-Külliyye, cüz 1, kısım 1, Kostantiniyye: Matbaa-i Ebu’z-Ziyâ, 1312 [Dış kapak: İstanbul: Alem Matbaası Ahmed İhsan ve Şürekâsı, 1313), s. 13-14 [2. baskı, İstanbul: A. Asaduryan Şirket-i Mürettibiye Matbaası, İstanbul, 1317, s. 14-15]. Müellif, etraflı bir yeniden düzenlemeyle üçüncü kez büyük boy ve dört cilt olarak basılan aynı şerhin mukaddimesinde ders takririnden hiç bahsetmeksizin yaptığı çalışmanın ilmi bakımdan önemine vurgu yapar. Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm Şerhu’l-Kavâidi’l-Külliyye, cüz 1, kısım 1, 3. baskı, İstanbul: Matbaa-i Tevsî‘-i Tıbâ‘at, 1330, s. 9-10. Ali Haydar’ın Rehin kitabına ilişkin şerhinin sonunda numarasız sayfalarda yer verilen “İfadei Mahsusa”da Ali Haydar’ın Mecelle şerhinin tamamlanan cüzlerinden birisi olan Rehin kitabının öneminden, bu konunun daha fazla açıklamaya ihtiyacı olması sebebiyle fıkıh kitaplarından ilgili bilgilerin derc edildiği bu cildin de diğerleri gibi ehemmiyetinden bahseden kitabın naşiri Kitapçı Arakel, bu tür şerhlerin muhatapları hakkında ipuçları içeren bazı değerlendirmelerde bulunur: “Şerh-i nefîs-i mezkûrun aksâm-ı mütemmemesinden biri bulunan işbu kısmın dahi sairleri misillü memurîn-i şer‘iye ve nizâmiyeye ve erbâb-ı de‘âvî ve ashâb-ı mesâlihe ve dava vekillerine ve hukuka intisabı bulunan bilcümle zevata derece-i lüzum ve ehemmiyeti derkardır. Erbabına malum olduğu üzere muamelâtı nâsta halkın ekser defa gördüğü zarar ziyan ile tesadüf eylediği mevâni ve müşkilâtın çoğu kavânîn ve nizâmât-ı müstahseneye âşina olmamasından neşet edegelmekte olduğu tecarib-i adîde ile müsbet ve mücerrebdir. Binaenaleyh herkes taht-ı tâbiiyetinde bulunduğu devletin kavânîn ve nizamâtına mümkün mertebe vakıf olmak ve muamelâtını ona tatbikan icra eylemek üzre bu misüllü kitapların yalnız müntesibîne değil herkes için dahi mütalaası zaruri hükmünde bulunduğundan min gayri haddin elde etmeleri umuma tavsiye olunur.” Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-A‘lâm: Şerhu’l-Kitabi’l-Hâmis a’nî erRehn, cüz 5, İstanbul: S. Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1303, 196 s. 25 Miftâhü’l-Mecelle’nin yazarı, mukaddimede, eserin hem “ashâb-ı mesalih” hem de dava vekilleri ve hukukşinaslara Mecelle’de aradıkları meseleleri kolayca bulmalarını sağlamak konusunda yardımı olacağını ifade etmektedir. Bkz. Mesud Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, [1. baskı,] Matbaa-i Osmaniye, [İstanbul] 1297 r. /1299 h., s. 2-3. Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle’de muhatap kitlesi, yazar tarafından genel olarak ashab-ı mesalih ve hususen “rüesâ-yı mehâkim ve nüvvâba ve başkaca vükelâ-yı deâvîye suhulet-bahş olacak…” denilerek tanımlanmıştır. Bkz. Mehmed Ali, Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle, Der- 2
Türkçede Mecelle Literatürü
681
Muhtasar ya da mufassal hemen hemen bütün şerhlerde Mecelle maddeleri arasındaki irtibatların gösterilmesine özel bir önem atfedildiğini görüyoruz. Bu yolla, hukukçulara kolaylık sağlama yanında, onların Mecelle’de gözetilmiş olan hukuki bütünlüğe riayeti kolaylaştırılmış oluyordu. Bir kanun metni olarak Mecelle’nin, muhatapları tarafından, kendi hak ve sorumluluklarını öğrenmek için başvuracakları bir referans metin olarak algılanıp algılanmadığı konusunda bilgilere sahip değiliz. Ancak, bazı şerhlerde şarih ya da yayıncıların koyduğu notlarda, şerhlerin “ashab-ı mesalih” olarak adlandırılan ve bu hukukun muhatapları olan kimselerin, hukukî bakımdan ihtiyaç duyacakları durumlar konusunda önceden ve etraflı olarak bilgilenmelerini sağlama konusundaki yeri ve önemi konusunda açıklamalar görmekteyiz. Kapsamlı Mecelle şerhlerinden ayrı olarak sadece kavâidi içeren şerhlerde, kimi zaman klasik kavâid-i fıkhiyye literatürünü hatırlatan, kimi zaman da usul-i fıkıhla furu meseleleri arasında irtibat kuran bir yaklaşım görülmektedir. Ayrıca, özellikle 1908 sonrasından itibaren günümüze kadar gelen sürede bu tür şerhlerin, İslâm hukuku çerçevesinde hukuk felsefesi konularının tartışılması için bir zemin olarak kullanıldığını görüyoruz.26 Mecelle’nin yürürlükte bulunduğu dönemde yapılan şerhlerin en önemli saiklerinden birisi, Mecelle’nin Nüvvab, Mülkiye ve Hukuk Mekteplerinde ders olarak okutuluyor olmasıdır. Sonradan Medresetü’l-Kudat adını alan Mekteb-i Nüvvâbın27 dört senelik programında bütün senelerde beş saatlik Dürer dersi yanında haftada üçer saatlik Mecelle dersleri yer alıyordu.28 Ayrıca Mülkiye saadet: Mahmud Bey Matbaası, 1305, iç kapaktan sonra yer alan numarasız Mukaddime başlıklı kısmın 4-5. sayfası. Kitabın sayfa numarası bulunmayan baş tarafına konulan çok sayıdaki takrizden birisi olan Cevdet Paşa’nın bu kitapla ilgili tezkeresinde de kitabın özellikle mübtedîlere bir rehber olacağı ifade edilmektedir. Cevdet Paşa’nın tezkeresi için ayrıca bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, Cavid Baysun (nşr.), c. I-IV, 2. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1986 (1. baskı, 1953-1957), c. IV, s. 273. 26 Mecelle şerhlerinin saikleri konusunda yapılan bu tespitleri teyid eden örneklere, ileriki sayfalarda söz konusu şerhlerin tanıtımı esnasında işaret edilecektir. 27 Sultan Abdülmecid devrinde 1854’te şeri mahkemelere kadı yetiştirmek üzere tesis edilen üç yıllık Muallimhane-i Nüvvab, 1885’te Mekteb-i Nüvvab ismini almış, 1908’de de Mekteb-i Kudat olarak anılmış ve bir yıl sonra Medresetü’l-Kudat’a dönüşmüştür. Bkz. Mehmet İpşirli, “Medresetü’l-Kudat”, DİA, c. XXVIII, Ankara, 2003, s. 343-344; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, 3. baskı, Ankara: Türk Tarihi Kurumu Yayınları, 1988, s. 268. 28 İlmiyye Salnamesi, İstanbul, 1334, s. 687. Medresetü’l-Kudat Dahili Talimatnamesi’nin 14. maddesinde Mecelle’nin nasıl okutulacağı şöyle ifade edilmiştir: “Mecelle, birinci maddeden bed’ ile tedris edilecek ve Dürer’de olduğu gibi muallim, mevâd ve mesâili murâfaa şeklinde tasvir ve usûl-i fasl u hasmı tarif ve ihtilaf-ı mezâhibi ve sebeb-i tercihi beyan edecektir.” Onbeşinci maddede, “Dürer ve Mecelle muallimleri, talebenin medreseden rü’ûs ahzına kadar sınıfları takib ve Dürer’i ve Mecelle’yi ikmal edeceklerdir” denilerek, hukuk eğitimindeki bütünlüğün öneminin dikkate alındığı gösterilmek istenmiştir. Ayrıca Dürer’le ilgili esasları vaz eden 13. maddede, Dürer okutulurken Mecelle’ye muvafık olan ve olmayan meselelere işaret edilerek müftâ bih olan akvâlin beyan edilmesi istenmekte- 2
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
682
Mektebi programında da Mecelle dersi bulunmaktadır.29 Galatasaray’da açılan Darulfünun-i Sultanî Hukuk Fakültesi’nde (1290/1874)30 usul-i fıkıh ve furu-ı fıkıh dersleri yanında Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye dersi de okutulmaktaydı.31 1296/1878’de açılan Hukuk Mektebi’nde de yine Mecelle dersi bulunmaktaydı.32 Bu okullarda Mecelle dersini okutan hocalar ya kendileri ders malzemesi olarak hazırlık yapmışlar ya da ders takrirleri talebe tarafından not tutularak daha sonra hocaların tashihi ya da izniyle kitap olarak basılmıştır. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse Mecelle şerhlerinin önemli bir kısmı ders notu/kitabı olarak hazırlanmış metinlerdir. Bu sebeple, hazırlanma biçimleri, baskı maksatları, baskı sayıları ve baskı kaliteleri farklılık göstermektedir. Bu durum göze alınarak kütüphanelerde mevcut çeşitli şerhlere ait farklı baskıların dikkatli bir mukayese ve incelemesinin yapılması, bu kaynakların kullanımını daha sağlıklı hale getirecektir. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, Mecelle metinlerini içeren nüshalarda olduğu gibi, birden çok baskıya sahip Mecelle şerhlerinin33 de sonraki incelemelerde herhangi bir kritiğine rastlamış değiliz. dir, bkz. İlmiyye Salnamesi, İstanbul, 1334, s. 684-685. Okulun müdürleri arasında meşhur Mecelle şarihi Atıf Bey (tayin tarihi: 1885) de bulunmaktadır, İlmiyye Salnamesi, s. 688. Nizamname 1914 tarihini taşımakla birlikte, okutulan derslerin geriye doğru mevcudiyetini düşünmemiz mümkündür. Nitekim Ergin, Maarif Nezareti Salnamesinin dördüncü cildine atıfla 1908 öncesinde bu medresede okutulan dersler arasında Mecelle’yi de göstermektedir. Bkz. Osman [Nuri] Ergin, Türkiye Maarif Tarihi [Kapakta: Türk], I-V, İstanbul: Eser Matbaası, 1977 (1. baskı,: 1939-43) c. I-II, s. 159. Ayrıca Dârül-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi Salahaddin-i Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi tedrisat cetvelinde dokuz ve onuncu sınıflarda haftada birer saatlik Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye dersi bulunmaktadır, bkz. İlmiyye Salnamesi, s. 670-673. 29 Ergin, c. I-II, s. 604. Ergin, Ali Kemal’in Ömrüm adlı hatıra kitabından aktararak Mülkiye’de Abdüssettar Efendi’nin Mecelle okuttuğunu, ama talebelerin bu dersten pek istifade etmediklerini, çünkü bu konuları anlamak için yeterli donanımın talebede bulunmadığını aktarıyor. Bkz. A.g.e., c. I-II, s. 609. 30 Ergin, c. III-IV, s. 1090. 31 Ergin, c. III-IV, s. 1104. Ergin başka bir yerde, okulun bir sürelik kapalı bulunuşunun ardından 1878’de tekrar açılışı sırasında Mecelle’nin programa ilave edildiğini belirterek, bu dersi Ahmet Hamdi Efendi ile Rauf Efendi’nin okuttuğunu not eder. Bkz. Türkiye Maarif Tarihi, c. I-II, s. 701. 32 Ebü’l-ulâ [Mardin], “Hukuk Müessesesi Tarihi”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1338 (1925), sene 2, sayı 12, s. 148. Üç sınıfın tamamlandığı 1300/1884 senesinde okutulmuş olan dersler arasında Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye de bulunmaktadır. Bkz. Ergin, c. IIIIV, s. 1104. Ergin, sonraki senelere dair programlarda da Mecelle’yi okutulan dersler arasında göstermektedir. Bkz. A.g.e., s.1104. 1890’lardan 1908‘e kadarki programlarda Mecelle ilk üç senede okutulan dersler arasındadır. Bkz. A.g.e., s. 1111. Bu okulda okutulan Mecelle, Fıkıh ve Usul-i Fıkıh derslerinin medrese kökenli öğrenciler tarafından diğerlerine nisbetle daha rahat anlaşıldığı ama lise tahsili olanların bu dersleri anlamakta güçlük çektikleri söylenmektedir. Bkz. A.g.e., s. 1110. 33 Ali Haydar ve Atıf Bey’in şerhlerine ait nüshaların çeşitliliği bu konuda en güzel örnektir. Bu iki eserle ilgili olarak aşağıda işaret edeceğimiz kaynaklarda verilen literatür bilgileri, mevcut katalog ve kütüphane kayıtlarındaki verileri tam olarak açıklayacak kapsamlılıkta değildir.
Türkçede Mecelle Literatürü
683
Müstakil Mecelle incelemesi olan çalışmalarda ya da ilgili eserleri konu alan ansiklopedi maddelerinde de bu kaynakların tespit ve değerlendirmesine hemen hemen hiç yer ayrılmadığı ya da Özege34 gibi mevcut kataloglara dayalı olarak genel bilgi verildiği görülmektedir. Dolayısıyla, Mecelle literatürünün kaynaklık vasfı bakımından Mecelle’den sonra en önemli başvuru kaynakları arasında görülen şerhlerin mahiyetine ve teknik özelliklerine dair pek çok soru mevcut çalışmalarda henüz karşılığını bulabilmiş değildir. Mecelle şerhlerinin kıymetini artıran önemli bir tarihsel olgu, bu şerhlerin bir kısmının bizzat Mecelle Cemiyeti’nde bulunan kimseler tarafından hazırlanmış olması ya da bazı örneklerde olduğu gibi aralarında Ahmet Cevdet Paşa’nın da bulunduğu Mecelle Cemiyeti üyelerinin muttali olabileceği bir dönemde ve alanında yetkin kimseler tarafından yapılmış olmasıdır. Ayrıca, Mülkiye ve Hukuk Mekteplerindeki Mecelle derslerinin bir kısmı bizzat Mecelle Cemiyeti üyelerince okutulmuştur. Bunlar arasında Mecelle’nin ilk şarihi olarak bilinen Kırımlı Abdüssettar Efendi ile Ömer Hilmi Efendi dikkati çekmektedir.35 Hacı Reşid Paşa da, Mecelle’nin Mekteb-i Hukuk müfredatında bizzat hazırlayıcıları tarafından tedris edilmesinin önemine işaret etmektedir.36 Mecelle’nin, tamamlanmasından kısa süre sonra şerhedildiğini yukarıda belirtmiştik. Mevcut bilgilerimize göre, ilk Türkçe matbu şerh, hakkında bilgi sahibi olamadığımız Şemsî isimli bir zat tarafından kaleme alınmıştır.37 Hicrî 1294 yılında neşredilmiş olan bu mufassal kavâid şerhinin iki cüz halinde başlangıç kısımları bazı kütüphanelerimizde bulunmaktadır. Birkaç satırlık numaralandırılmış “bend”ler halinde, mukaddime kısmında usûl ve kavâidle ilgili ıstılahlar üzerinde durulmuş, ardından “davâbıt-ı umumiye” başlığı altında hukukun çeşitli alanlarına ait müteferrik meseleleri içine alan kurallara yer verilmiş, daha sonra da çeşitli ana başlıklar altında Mecelle’nin ilk dört kavâidinin şerhleri yapılmış, ilgili furu meselelerinden örnekler üzerinde konular açıklanmıştır. 34 M. Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, c. I-V, İstanbul, 19711979. 35 Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, c. III-IV, s. 1105. 36 Hacı Reşid Paşa, Ruhu’l-Mecelle, c. I, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye, 1326, s. 28. 37 [Şerh-i Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye], [İstanbul]: Hakikat Matbaası, 1294 h., 2+55+1. 2. cüz: İstanbul: Ceride-i Askeriye Matbaası, 1298 h. 56-119. İstanbul Belediye Kütüphanesi’nde bulunan nüsha, sadece ilk cüzü içermektedir. Ön kapakta yazarın ismi olarak Şemsî ve “Tab‘ u neşri hukuku müellif-i mûmâ ileyhe aittir” notu yer almakta, arka kapakta ise “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Kavâid-i Külliyesinin Şerhi” ibaresi ile fiyatı bulunmaktadır. Metnin ilk sayfasının başında “Şerh-i Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” başlığı vardır (s. 2). Süleymaniye Kütüphanesi’nde bu ilk cüzün ön ve arka kapağı bulunmayan ve dolayısıyla müellif ismi bilinmeyen bir nüshası yanında, iki cüzün birlikte ciltlendiği ama kapak ve müellif bilgilerinin bulunmadığı ikinci bir nüsha daha bulunmaktadır. İkinci cüze ait verdiğimiz matbaa, müellif ve tarih bilgileri Özege’den (c. IV, s. 1649) alınmıştır.
684
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Abdüssettar Efendi’nin38 şerhi39 iki kısımdan oluşmaktadır: Teşrîhü’l-Kavâidi’l-Külliyye fî Ahkâmi’l-Fer‘iyyeti’l-Ameliyye (1295 h.) başlıklı ilk cüz, kavâid kısmının muhtasar bir şerhini ihtiva etmektedir.40 Mecelle Şerhi Teşrîh (12961301) başlıklı müteakip dört cüzde ise, ilk dört kitabın (Büyû‘, İcâre, Kefâle ve Havâle) şerhi bulunmaktadır.41 İlk 700 maddeyi içeren şerh, muhtemelen müellifin vefatı nedeniyle ikmal edilememiştir. Aynı yıllarda, esasen bildiğimiz anlamda bir şerh olmamakla birlikte, Mecelle’de tercih edilen görüşlerin fıkıh kitaplarındaki kaynaklarını göstermeyi hedefleyen eski Kayseri Müftisi Mesud Efendi’nin42 Mir’ât-ı Mecelle (1297 r./1299 h.) isimli eseri de, Mecelle üzerine yapılan ilk çalışmalardandır. Mecelle’nin bütün kitaplarını kapsayan bu tek ciltlik çalışmada, ilgili Arapça fıkıh metinleri, her bir maddenin Osmanlıca metninin ardından kaynağı belirtilerek aktarılmıştır. Kitabın iç kapağı olarak değerlendirilebilecek kısmında (s. 9), baskı bil38 Kısa biyografisi için bkz. Mardin, s. 166-170; Hulusi Yavuz, “Abdüssettâr Efendi, Kırımlı”, DİA, c. I, İstanbul, 1988, s. 304. 39 Mardin (s. 166), bu şerhin ilk şerh olduğunu belirtir. Ancak, Abdüssettar Efendi’nin biyografisini verirken Osmanlı Müellifleri’nden naklen kavâidle ilgili iki eserinin ismi verir. Birisi burada ele aldığımız Teşrîhu’l-Kavâid isimli şerhtir. Diğeri ise Şerhu Kavâidi’l-Mecelle adını taşımaktadır ki bu esere ait herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Buna karşılık adıgeçen kaynaklarda Abdüssettar Efendi’nin şerhinin ikinci kısmı olan Mecelle Şerhi Teşrîh’e atıf yoktur. Bu iki eserin birbirine karıştırılmış olması muhtemeldir. Şerhin başında Cevdet Paşa’nın takrizi vardır ve bu takrizde Cevdet Paşa, Mecelle’nin de kaynaklarını oluşturan bazı kitap isimlerine sanatlı ifadelerle dolaylı olarak işaret etmiştir. Bkz. Mardin, s. 169-170. 40 Tezâkir’de Abdüssettar Efendi’nin 1304 hicri senesinde Mecelle’nin küllî kaidelerinden on tanesi üzerine “mufassal” bir şerh yazdığı ve bunu Şam Müftüsü Hamzâvî’ye gönderdiği, onun da buna bir takriz yazdığı belirtilmektedir. Bkz. Tezâkir, c. IV, s. 263-264. Ancak bibliyografya ve görebildiğimiz kütüphane kayıtlarında Abdüssettar Efendi’nin böyle bir kitabına rastlamadık. Abdüssettar Efendi aynı yıl vefat etmiş olduğu için belki de kitabın basımı akamete uğramış olabilir. 41 Kaynaklarda bu şerhin üç kitabı kapsadığına ilişkin bilgiler, muhtemelen görülen nüshanın son kısmının eksik olmasından ya da sayfa sayıları müteselsil devam ettiği için içeride perde sayfasıyla ayrılan dördüncü kitabın fark edilmemiş olmasından kaynaklanmış olabilir. Nitekim Türk Hukuk Bibliyografyası’nda Milli Kütüphane’deki nüshaya istinaden verilen bilgiler, muhtemelen son kitabın eksik olduğu bir nüshaya dayanmaktadır. Bkz. Yaşar Karayalçın- Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Bibliyografyası, Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü, 1972, s. 56. Buradaki eksik bilginin sonraki bazı kaynaklarda tekrarlandığı anlaşılmaktadır. Hulusi Yavuz, şerhin ikinci kısmının üç kitabı kapsadığını belirtmektedir. Bkz. “Abdüssettar Efendi, Kırımlı”, s. 304, Osman Öztürk ise, şerhin kapsadığı maddeleri doğru olarak ilk 700 madde olarak vermekte (s. 115) ancak dipnotta eserin sayfa sayısını 255 olarak vermektedir ki bibliyografyada görüleceği üzere kavâid ve ilk dört kitabı içeren şerh, 311 sayfadan müteşekkildir. Öztürk, kitabının başka bir yerinde (s. 31) kavâid şerhi ile ilk dört kitabın şerhlerini ayrı kitaplar olarak vererek ikincinin 700 maddeyi içerdiğini söylemektedir. Oysa kavâid ve sonraki cüzün tamamı 700 maddeyi içermektedir. Özege, şerhin içindeki kitaplardan bahsetmeksizin eserin baskı bilgilerini ve sayfa sayısını doğru olarak tespit etmektedir. Bkz. Özege, c. III, s. 1042. 42 Biyografisi için bkz. Ferhat Koca, “Mesud Efendi”, DİA, c. XXIX, Ankara, 2004, s. 344-345. Kitabın baskıları ve bu konudaki problemler için bibliyografya bölümüne bakınız.
Türkçede Mecelle Literatürü
685
gilerinden önce, kitabın hangi kaynaklardan istifadeyle hazırlandığı belirtilmiştir. İşaret ettiği fıkıh metinleri aracılığıyla ilave bilgi ya da karşılaştırma imkanı vermesi yönüyle bir tür şerh olarak görülmesi mümkündür. Ayrıca Mecelle Cemiyeti’nin incelemesinden geçmiş olması da kitaba özel bir kıymet katmaktadır. Kısa süre içinde eserin üç baskısı yapılmıştır. Aynı ismin Arapça tamlama olarak kullanıldığı Ömer Hilmi’nin Mir’âtü’lMecelle’sinin,43 aşağıda işaret edeceğimiz üzere Ali Haydar’ın eseri olan Mirkâtü’l-Mecelle’den önce Medrese-i Hukuk mecmuasının tefrikası olarak yayımlandığı anlaşılmaktadır. Ancak Mirkâtü’l-Mecelle tefrikalarından 14. kitabın başında, dergi yönetimince kaleme alındığı anlaşılan bir açıklamada, bazı dava vekillerinin yazdıkları mektuplarda “Mir’âtü’l-Mecelle’nin köşe-i nisyandan çıkarılmasını ve hususen (kendi tabirlerince) avukatlara kesretle lazım olan bahislere az zaman içinde gelinmesini” tavsiye ettikleri aktarılıyor. Derginin notundan eserin kavâid-i külliye kısmının tefrika olarak yayımlanmış olduğu ve sonraki kısımlara ait bir miktar hazırlığın da devam ettiği anlaşılıyor. Bu notlarda Mir’atü’l-Mecelle’nin yazarına ait herhangi bir isim atfı bulunmuyor. Amasya Bidayet Mahkemesi zabıt kâtiplerinden Serkiz Orpilyan, Miftâhu’lMecelle (1299h./1298r.) ismiyle, Mecelle için alfabetik olarak kelime düzeyinde bir indeks hazırlamıştır. Aranan meseleyi içeren maddeyi bulmak için konuyla ilgili herhangi bir kelimeden bakıldığında, kelimenin kısa izahı ya da ilgili hüküm ve o meselenin yer aldığı madde numarasına ulaşılmaktadır. Yine eski bir müftü olan Süleyman Hasbî’nin, Tafsîl li Tavzîhi’l-Kavâidi’lFıkhiyye ve’l-Usûliyye fî Evveli’l-Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye isimli eseri de ilk yıllarda yazılmış Türkçe bir kavâid şerhidir (1299h./1297r).44 Mecelle’nin bütününü kapsayan en meşhur ve geniş şerh, yargıdaki üst düzey görevleri yanında Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de Mecelle muallimliği de yapan Hoca Emin Efendizâde Küçük Ali Haydar Efendi tarafından kaleme alınmıştır.45 Önce uygulayıcılar ve bilhassa dava vekilleri için daha çok onların ihtiyacı olan konulara dair kitapları şerheden Ali Haydar, bunların bir kısmını Medrese-i Hukuk mecmuasında tefrika olarak Mirkâtü’l43 Mir’âtü’l-Mecelle, Medrese-i Hukuk 5. kısım, İstanbul: Matbaa-i Mekteb-i Sanayi-i Şâhâne, 1298. Özege, c. III, s. 1165. Refik Gür’ün Ömer Hilmi Efendi’ye nisbet ettiği (Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle, s. 101) Şerhu’l-Mecelle (İstanbul: Mekteb-i Sanayii-i Nefise Matbaası, 1298) bu kitap olsa gerektir. 44 Kitap Türkçe olmakla birlikte, başlık ve yazarın telif tarihini verdiği sondaki paragraf ile baskı yeri ve tarihine ilişkin bilgiler Arapça verilmiştir. Kapakta, yazarın Ayntab Kaymakamlığı’ndan emekli sabık Pravişte müftüsü olduğu belirtilmiştir. Öztürk, yazarın şer‘iye mahkemesi hakimlerinden olduğunu ve kavâid-i külliyenin kaynaklarını âyet ve hadislere istinaden gösterdiğini belirtir. Bkz. Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 115. 45 Yazar sunuşta kitabının, Mecelle’nin bütün maddelerini kapsayan ve Fetvahâne-i Âlî’de çeşitli ulema tarafından tetkik olunmuş tek şerh olduğunu söylüyor. Bkz. Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, 1330, c. I, s. 9.
686
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Mecelle (1298-1299)46 adıyla, bazılarını da Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’lAlâm (1298) başlığıyla müstakil cüzler halinde yayınlamıştır. Hukuk Mektebi’nde Mecelle muallimliği yapmaya başlamasıyla birlikte, bu şerhleri ders notu olarak düzenlemiş ve gözden geçirilen kitaplar Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm (1310-1316) adıyla 16 cüz halinde küçük boy olarak peyderpey yayımlanmıştır. Bu cüzlerin bir kısmının ikinci baskısı da yapılmıştır. Son olarak eser, dört büyük cilt halinde bütün olarak 1330 yılında basılmıştır.47 Genellikle İslâm hukuku araştırmacılarının kullandığı nüsha, Arapça’ya da çevrilmiş olan bu baskıdır. Ali Haydar Efendi, Mecelle maddelerinde ifade edilen hükümleri şerh etmekle kalmamış, bu meselelere kaynaklık eden fıkıh kitaplarına, fetva mecmualarına ve risalelere atıflar yapmış, Mecelle’de ele alınmayan kimi meseleleri de kitabına almıştır. Müellif uygulamaya da işaret ederek zaman zaman Mecelle’ye tenkitler getirmiştir. Meselelerle ilgili olarak fıkıh kitaplarında yer alan hükümleri aktarmış, ihtilaf halinde farklı görüşlere ve Mecelle’nin tercihine işaret etmiş, nadiren Hanefi dışındaki mezhep fukahasının görüşlerini de zikretmiştir. Fıkıh kitaplarında bulunmayan hükümler için mevcut fetvalara işaret etmiş, fetva kitaplarında da bulunmayan kimi hususlar hakkında kendi görüşünü ortaya koymaktan çekinmemiştir. Maddelerin anlaşılması için günün şartlarına uygun örneklere de yer veren müellif, maddelerin daha iyi anlaşılmasına ve bir bütünlük içinde yorumlanmasına katkı sağlamak üzere maddeler arasındaki bağlantılara önemle işaret etmiştir. İlk 100 maddeden oluşan ka46 Tefrika edildikten sonra, tek cilt halinde bir araya getirilen eserin sayfa numarası bulunmayan mukaddimesinde yazar, Mecelle’nin öneminden ve kıymetinden bahsettikten sonra Mecelle’yi hakkıyla anlamak için Arapça ve fıkha gereği gibi aşina olmak gerektiğini belirtir. Kendisinin memuriyetten kalan vakitlerde fıkıh kitaplarıyla meşgul olduğunu ve bu esnada Kitabü’s-Sulh’a dair yazdığı bir risaleyi gören vükeladan ve Mekteb-i Hukuk muallimlerinden bir zatın kendisini bütün kitapları şerhetmek üzere teşvik ettiğini ve kendisinin de böylece Mecelle’yi şerhe giriştiğini anlatır. Mecelle şerhine 11. kitap olan Vekalet’ten başlamasını ise şöyle gerekçelendirir: “(…) muhâkematta en çok lazım ve kesîru’l-vukû‘ Vekalet ve mâba‘di idüğünden oradan ibtidaya mübaderet ettim.” Yazar, mukaddimenin sonunda, takip ettiği usulle ilgili olarak, kitabına aldığı bütün görüşleri en az iki muteber fıkıh kitabında bizzat görmeyi prensip edindiğini vurgulayarak başvurduğu fıkıh ve fetva kitaplarının bir listesini verir. 47 Mecelle şerhleri içinde en kapsamlı ve en güvenilir şerh olarak kabul edilen Dürerü’l-Hükkâm’ın Medrese-i Hukuk dergisinde tefrikasından itibaren farklı tarihlerde, farklı ciltlerinin yayımlanmış olması, bu kitabın gelişim seyrini takip etmeyi zorlaştıracak kadar karmaşıktır. Kütüphanelerde bulunan nüshalar, genellikle farklı baskı ve serilere ait muhtelif cüzleri ihtiva etmektedir. Bu konuda fikir edinebilmek için Özege’deki ilgili kısma bakmak kâfidir (Özege, c. I, s. 310-311). Bu şerhi konu edinen DİA maddesi, kitabın kütüphanelerde ve kataloglarda yer alan farklı nüshalarıyla ilgili yeterli bilgi ihtiva etmemektedir. Bu sebeple, Ali Haydar’ın bu mühim şerhine ait basım serüveni müstakil bir araştırmaya konu teşkil edecek kadar geniş görünmektedir. Bu sebeple, biz de bu kitapla ilgili bibliyografik bilgileri başka bir yazıda ele almak üzere, aşağıdaki bibliyografyada, dört ciltlik son baskıya ilişkin bibliyografik künyeleri vermekle yetineceğiz.
Türkçede Mecelle Literatürü
687
vâid-i külliye şerhi, daha sonraki pek çok şerh çalışmasına ilham kaynağı olmuş, zaman zaman kitabın bütününün ihtiva ettiği kıymetli katkıyı gölgelemiştir. İçerdiği konuların zenginliği ve klasik fıkıh kaynaklarıyla olan bağlantısı sebebiyle bir fıkıh ansiklopedisi mahiyetindeki eser, hak ettiği ölçüde bir ilgiyle kullanılmamıştır.48 Mecelle’nin tamamını kapsamamakla birlikte, Atıf Bey’in49 şerhi de meşhurdur. Uzun süre Meclis-i Tetkikat-ı Şeriyye azalığı ve Mekteb-i Mülkiye’de Mecelle ve Kanun-ı Arazi muallimliği yapan Kuyucaklızade Mehmet Atıf Bey tarafından ders takriri olarak Kitabü’ş-Şirket’in bir kısmına kadar olan maddeler şerhedilmiş, müellifin vefatı üzerine Şirket kitabının son kısmı talebesi Bekir Sami Efendi tarafından tamamlanmıştır.50 İlki 1305 h. yılında olmak üzere farklı baskıları mevcuttur.51 Mecelle üzerine yapılan yardımcı çalışmalardan birisi, Mecelle maddelerinin yine Mecelle maddeleriyle açıklanmasını hedeflemiştir. Belediye müdürü olan Mehmed Ali Bey tarafından hazırlanan Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle (1305)52 küçük cep kitabı boyutundadır. Mecelle metni üzerinde, Mecelle’de açıklaması bulunan fıkhî terim ve konulara atıf maksadıyla ilgili maddelerin numaraları parantez içinde verilmiş, böylece Mecelle maddelerinde geçen terimlerin yine ilgili Mecelle maddelerindeki açıklamaları gösterilmiştir.53 Kitabın pembe ze48 Kitabın hazırlanış süreci ve özellikleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Akgündüz, “Dürerü’l-Hükkâm”, DİA, c. X, İstanbul, 1994, s. 28-29. Yazar, Mecelle’de yer almayan bazı konularla ilgili olarak Ali Haydar’ın yazdığı bir kısım bilgilerin sonraki baskılarda çıkarıldığını belirtmektedir. Bu ve diğer sebeplerle, metnin değişik basımları arasındaki farkların dikkatle takip edilmesi, Ali Haydar’ın Mecelle mesaisine katkılarının boyutunu daha iyi gösterecektir. 49 Atıf Bey’in hayatı hakkında bkz. Hasan Güleç, “Âtıf Mehmed Bey”, DİA, c. IV, İstanbul, 1991, s. 61. Atıf Bey Mekteb-i Mülkiye’de Mecelle ve Kanun-ı Arazi muallimliği yapmıştır. Kitabın kapağında bulunan bu bilgi, adıgeçen ansiklopedi maddesinde bulunmamaktadır. 50 Atıf Efendi’nin oğlu Kemal Atıf, Şirket kitabının baş tarafına koyduğu bir notta, Bekir Sami Efendi tarafından sonraki kitapların da zeyl olarak hocasının üslubunda şerh edildiğini ve yayımlanacağını belirtmekte ise de, bu kitapların yayımlandığına dair bir bilgiye sahip değiliz. 51 Bibliyografyalarda (Özege, c. III, s. 1043) ve ilgili DİA maddelerinde (Güleç, “Atıf Mehmed Bey”, s. 61 ve Aydın, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”, s. 235) ilk baskı için 1311 tarihi verilmektedir. Ancak, bu bilgiden farklı olarak İSAM Kütüphanesi’nde bulunan taşbaskı ders notlarının ilki 1305 h. tarihini taşımaktadır. Bu baskıların detayı için bibliyografya kısmına bakınız. 52 Kitabın ismindeki “Tâlibîn” kelimesi Tezâkir neşrinde “Tâlibân” şeklinde Farsça çoğul olarak yer almaktadır. Cevdet Paşa’nın Rehber yazarına gönderdiği tezkere için bkz. Tezâkir, c. IV, s. 273. Kitabın baş tarafındaki numarasız ve pembe zeminli sayfalarda 10 tane takriz ve kitabın fihristi vardır. 53 Açıklaması için atıf numarası verilen kelime, cümle içindeki normal yerinde paranteze alınmış ve yanına o terimin açıklandığı/ele alındığı madde/lerin numarası yerleştirilmiştir. Ayrıca çift tırnak içine alınan ve muğlak olduğu düşünülen kimi kelime ve ifadeler, kitabın sonuna müellif tarafından konulan bir lügatçede kısaca açıklanmıştır. Mecelle’de maddelerin açıklaması sadedinde yer verilen örneklerin, maddelerin kendisinden ay- 2
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
688
mine basılmış 573-624. sayfaları arası, metinde çift tırnak içinde işaretlenen kelimelerin kısa sözlük anlamlarının açıklamalarına ayrılmıştır. Kitabın muhatap kitlesi, yazarı tarafından genel olarak ashab-ı mesalih ve hususen “rüesa-yı mehakim ve nüvvâba ve başkaca vükela-yı deâvîye suhulet-bahş olacak (…)” denilerek tanımlanmıştır. Kale-i Sultaniyeli Türkzade Hafız Mehmed Ziyaeddin tarafından kaleme alınan şerh (1312) Mecelle’nin bütün maddelerini içeren muhtasar bir çalışmadır. Mecelle’nin farklı maddeleri arasındaki ilişkilere zaman zaman atıf vardır. Ancak maddelerin açıklaması çok kısadır. Dürerü’l-Hükkâm’da olduğu gibi teorik açıklamalar ve fıkıh kaynaklarına atıflara pek rastlanmaz. Müellifin mukaddimedeki ifadelerinden de anlaşıldığı kadarıyla daha ziyade umumun kullanımı için hazırlanmıştır. Mecelle’nin bütününü kapsayan şerhlerden birisi de Mekteb-i Hukuk mezunlarından sabık Musul valisi Hacı Reşid Paşa’nın Ruhu’l-Mecelle (1326-1328) isimli hacimli çalışmasıdır. Toplam sekiz ciltten oluşan şerhin baş tarafında müellif tarafından fıkıh tarihi ve usulüne ilişkin 60 sayfalık muhtasar bir medhal kaleme alınmıştır ki bu, mevcut şerhler içinde ilk ve önemli bir hususiyettir. Bu medhalin “ilm-i fıkhın tarihine dair” olan ilk bölümünde fıkıh tarihine ilişkin herhangi bir tasnif bulunmamakla birlikte mezhebler ve tabakât-ı fukaha, tabakât-ı mesâil gibi konulara dair muhtasar bilgilere yer verilmiştir.54 Yine ilk defa Mecelle’nin hazırlanış süreci, amacı ve önemi gibi konulara doğrudan temas etmesi itibariyle bu giriş dikkat çekicidir. Diğer şerhlerde Kitabın bir parçası olarak baş tarafta iktibas edilen Mazbata, bu mukaddimenin sistematiği içinde Mecelle’nin hazırlık süreci ve içeriği ile ilgili bilgi vermek amacıyla iktibas edilmiştir (c. I, s. 17-26). Keza, Mecelle’yi “Bir cemiyet-i ilmiye marifetiyle tertib olunan” iki “fıkıh kitabı”ndan birisi olarak tanımlayıp, aynı türdeki ikinci kitap olan Fetâvâ-yı Âlemgîriyye hakkında bilgi vermesi de önemlidir (s. 29). Medhalin ikinci kısmında, Mecelle hükümlerinin anlaşılmasında katkısı olacağı düşüncesiyle usul-i fıkhın belli başlı konuları muhtasar olarak anlatılmıştır (s. 30-60).55 rıştırılabilmesi için bu ikisinin arasına küçük yıldız işareti konmuştur. Ayrıca, bazı maddelerin aslı veya fer‘i köşeli parantez içinde verilen madde numaraları ile ve çoğu kere “bakınız” yönlendirmesiyle gösterilmiştir. Böylece umumi bir kaidenin uygulaması durumunda bulunan fer‘î, maddeler ya da fer‘î bir maddenin bağlı bulunduğu prensibi ihtiva eden asıl kaidelere dikkat çekilmiştir. Bu metod özellikle ilk 100 kaidede yoğun olarak kullanılmıştır. Bazı maddelerin şerhi için okuyucu, parantez içi ifadelerle Abdüssettar Efendi’nin şerhine yönlendirilmiştir. Nitekim yazar, mukaddimede Abdüssettar Efendi’nin Teşrîh isimli şerhinin ehemmiyetine işaret ettikten sonra, Mecelle’deki iç atıfların önemli bir ihtiyaç olduğunu ve kendisinin de bu ihtiyacı karşılamak üzere böyle bir kitap hazırladığını vurgular. 54 Hacı Reşid Paşa, Ruhu’l-Mecelle, c. I, s. 5-17. 55 Burada usule ilişkin verilen bilgiler, Öztürk’ün kitabının ilgili kısmında sıkça kullanılan kaynaklar arasındadır. Bkz. Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 2-5.
Türkçede Mecelle Literatürü
689
Mecelle’nin bütününü konu alan şerhler yanında, yukarıda bahsi geçtiği üzere, sadece kavâid-i külliye kısmını şerheden çalışmalar da vardır. Bunların bir kısmı ders takrirlerine dayanmakta, bir kısmı ise Hukuk Mektebi mezunlarının öğrencilikleri sırasında tuttukları notlardan hareketle oluşturulmaktadır. Kavâid-i külliyeye ilişkin şerhlerde, bu kaidelerin fer‘î ya da daha genel asılları konusuna ayrı bir önem atfedilmekte, maddeler arası ilişkilere atıflar yapılmaktadır. Gelibolulu dava vekili Mehmed Rifat Bey’in Tevâfukât-ı Kavâid-i Külliyye (1313) isimli eseri, bu anlamda fer‘i kaideleri küllî kaidelere bağlı olarak ele alan bir örnektir.56 Hamidabad Sancağı Bidayet Mahkemesi müddei umumi muavini Ali Ulvi, Hukuk Mektebindeki öğrencilik yıllarında kendisi için hazırladığı müsveddeden hareketle (s. 3-4) ilk yüz maddeyi içeren Telhîs-i Kavâid-i Külliyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye (1317) isimli muhtasar kavâid şerhini küçük boy bir el kitabı olarak yayınlamıştır. Darülfünun Hukuk Şubesi Mecelle muallimlerinden Cevdet Bey’in yine ilk 100 küllî kaideyi ihtiva eden takrirleri Mecelle Şerhi Kısm-ı Evvel: Kavâid-i Külliyye (1327) başlığıyla yayımlanmıştır. Mecelle üzerine yapılmış çalışmalarda ve ilgili kataloglarda kaydı bulunmayan57 şerhin mukaddimesinde Mecelle’deki hükümlerin Hanefi mezhebine ait olduğu vurgulanarak bunlar içinde zamanın ihtiyaçlarına en uygun olanların seçildiğine işaret edilmiştir. Yine bir Hukuk Mektebi mezunu olan Sivas Mebusu Silistreli Ahmed Şükrü, Mekteb-i Hukukta iken Mecelle mualliminden not ettiği bilgilerle fıkıh kitaplarından aldığı bilgileri kısaca yansıttığı Tevşîh-i Kavâid-i Fıkhiyye (1327) adlı kavâid (1-100. maddeler) şerhinin, havasdan ziyade mübtediler için yararlı olacağını kitabın sunuşunda belirtmektedir. Mansurizade Mehmed Said, Tatbîkât-ı Mecelle (1328)’de, Kitabül-Büyû‘un ıstılahatı içeren mukaddime kısmından sonraki maddeleri (md. 167-403), bağlantılı oldukları küllî kaidelerin baş tarafta büyük harflerle verildiği farklı bölümlerde, aradaki irtibatları gösteren örneklerle açıklamaktadır. Bu açıdan eser, Mecelle içinde maddeler arası bir şerh olarak yorumlanabilir. Mansurizade’nin Darülfünun’daki derslerine ait takrirlerden oluşan eserin sonunda (s. 150), Mecelle’nin diğer kitaplarının da aynı usulle neşredileceği belirtilmektedir.58 Mecelle’nin baş tarafında bulunan kaidelerden bir kısmı, çeşitli kitap ve makalelerde tek ya da grup olarak ele alınıp yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu tür yazılarda sözkonusu kaidelerin pür hukukî şerhlerinden ziyade, 56 Bkz. Öztürk, s. 115. 57 Kütüphanesinde bulunan bu eserden haberdar ederek yararlanmama imkan veren sayın İsmail Kara’ya teşekkür ederim. 58 Türk Hukuk Bibliyografyası’nda (s. 63) Kitabü’l-İcâreye ait kısmın Ceride-i Adliye’de yayımlandığı belirtilmiştir: Mansurizade Said, “Tatbikât-ı Mecelle’nin Kitâbü’l-İcâreye Ait Olan Kısmı”, Ceride-i Adliye, 1326, sene 2, sy. 27, s. 1247-1255.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
690
daha geniş bir değerlendirme yaklaşımının bulunduğu belirtilmelidir. Ayrıca Mecelle’de yer alan bazı konular ya da belli maddeler üzerine yapılmış dar kapsamlı bazı çalışmalar bulunmaktadır ki bunların örneklerine ileriki sayfalarda işaret edilecektir. II. Mecelle İncelemeleri “Bizde Tanzimattan sonra başlıyan kanunlaştırma hareketlerinin şüphesiz ki en büyük eseri Mecelle’dir. Bununla beraber, bu muazzam hukukî eser hakkında şimdiye kadar etraflı bir tetkik neşredilmiş değildir.”59
Mecelle’nin, Tanzimat’tan sonraki kanunlaştırma faaliyetleri içinde en önemli eser olmasına karşın etraflı bir tetkikinin yapılmamış olması hususunda Hıfzı Veldet60 ve Barkan’ın bir kanaatten çok bir gerçeği yansıtan tespitleri halen geçerliliğini koruyor. Hazırlanışından itibaren pek çok tartışmaya neden olmuş, pek çok eleştiriye maruz kalmış ve aynı zamanda önemi ve kıymeti konusunda olağanüstü takdir görmüş olan Mecelle üzerinde Türkçe’de gerek tarihi, gerekse muhtevası itibariyle tatminkar çalışmaların yapılamamış olmasının, bu modern formlu kanun metninin meriyetten kaldırılmış olmasıyla önemli ölçüde irtibatlı olduğu düşünülebilir. Nitekim 1926’dan itibaren uzunca bir süre Mecelle, Türk hukuk tarihi araştırmalarında dikkatlerden uzak kalmıştır. Mecelle ile ilgili telifatın şerh, fihrist vb. gibi örneklerine ilk bölümde işaret edilmişti. Bu kısımda, yürürlüğe girmesinden itibaren Türkçe’de Mecelle hakkında farklı mülahazalarla ortaya çıkan yorum, eleştiri ya da akademik inceleme türü literatürün belirgin unsurları üzerinde kronolojik sırayı gözeten genel bazı değerlendirmeler yapılacaktır. Tanzimat sonrası kanunlaştırma faaliyetlerine dönük genel tartışma ortamında Mecelle’nin hususî bir yerinin olduğu muhakkaktır. Bu sebeple Mecelle gibi fıkha dayalı bir kanunlaştırma örneğinin tarihî ve siyasî gerekçeleri hakkında, dönemin tarihine ilişkin genel nitelikli kitaplar, güncel tartışmaları içeren süreli yayınlar ve hatıratlar yanında genel olarak kanunlaştırma hareketlerini değerlendiren yazı ve eserlerde dağınık da olsa malumat bulmak mümkündür.61 59 Ömer Lütfi Barkan, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat, Dr. Hıfzı Veldet. – Tanzimatın yüzüncü yıl dönümü münasebetile neşredilen kitaptan alınmış ayrı baskı. Maarif matbaası, İstanbul, 1940, sahife 71 (139-209). Fiyatı 25 kuruş.” [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1941, c. VII, sy. 2-3, s. 713. 60 Hıfzı Veldet [Velidedeoğlu], “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Matbaası, 1940, s. 187. 61 Tanzimat dönemiyle ilgili literatür hayli geniş olmakla birlikte, bunlar içinde Mecelle konusunda tatmin edici boyutta doğrudan bilgi içeren kaynak sayısı çok sınırlıdır. Tanzimat’a ilişkin kaynakların geniş çerçeveli bir muhteva değerlendirmesi ve yakın zamana kadar çıkmış olan yayınları da içeren yararlı bir bibliyografya için bkz. Coşkun Çakır, “Türk Aydı- 2
Türkçede Mecelle Literatürü
691
Ahmet Cevdet Paşa’nın kendi notlarını ihtiva eden Tezâkir62 ve Mâ‘rûzât’ta63 Tanzimat’tan sonraki kanunlaştırma düşüncesinin seyri ve Mecelle’nin hazırlanması sürecinde yaşanan siyasî tartışmalar ve Cevdet Paşa’nın Mecelle kitaplarının hazırlığına olan şahsî katkısının boyutları birinci elden anlatılmış ve bu tasvir, konunun sonraki çalışmalarda ele alınış biçimini büyük ölçüde şekillendirmiştir.64 Mecelle ile ilgili ilk değerlendirmeler, Yeni Osmanlılar’ın Tanzimat eleştirileri arasında görülür. Hukukun diğer alanlarında da, Mecelle benzeri şer‘î kaynaklı kanunlaştırmaların yapılabileceği ve yapılması gerektiği düşüncesi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın hukukî konularla ilgili temel yaklaşımı olarak tezahür etmektedir.65 1908’e kadar Mecelle ile ilgili telifatın daha çok şerh ve yardımcı çalışmalar biçiminde ve kitap düzeyinde olduğu söylenebilir. Nüvvâb, Hukuk ve Mülkiye mekteblerinde okutulan Mecelle, daha çok eğitim müfredatının bir malzemesi olarak telifata konu olmuştur. 1908 sonrasında ise Kanun-ı Esasi’nin yürürlüğe konması ve Meclis yasamasına dayalı hukuk düzeninin işlerlik kazanmasından itibaren, mevcut kanunların tadil ve ikmali ile ihtiyaç duyulan yeni hukuki düzenlemeler konusu en önemli tartışma alanı olarak tezahür etmiştir. Bu tartışmanın merkezinde, gerek ihtiva ettiği hükümlerin dinî metinlerle olan güçlü irnının Tanzimat’la İmtihanı: Tanzimat ve Tanzimat Dönemi Siyasi Tarihi Üzerine Yapılan Çalışmalar”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2004, c. II, sy. 1, s. 9-69. Tanzimat sonrası süreçte, Mecelle’nin de önemli bir parçası olduğu hukuk alanındaki gelişmelerin, Osmanlı modernleşme sürecindeki yerine ilişkin bazı değerlendirmeler şu kitaplarda bulunabilir: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, [1978], s. 215222; Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 7. baskı, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 1988, s. 159-178. Bu çerçevede Osman Nuri Ergin’in Türkiye Maarif Tarihi adlı hacimli eserine önemle işaret etmek gerekir. Ergin’in eseri, hukuk eğitimi ve kurumları konusunda verdiği bilgiler yanında, bizzat Mecelle Cemiyeti’ne ve Mecelle’nin yürürlükten kaldırılışı konusuna ayrılmış bölümleriyle, zaman zaman taraflı değerlendirmelerle de olsa, Mecelle’nin 1930’lu yılların sonlarında farklı yönleriyle gündeme taşındığı ilk metinler arasında yer alır. Mecelle ile ilgili kısımları için bibliyografyaya bakınız. 62 İlk defa 1953-1967 yılları arasında neşredilen Tezâkir-i Cevdet hakkında bkz. Tezâkir, c. I, s. ix-xx. 63 İlk defa Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda (c. XIV-XVI, 1924-1925) neşredilen Ma’rûzât’ın yeni harflerle neşri ve muhtevası hakkında bilgi için bkz. Ma’rûzât, Yusuf Halaçoğlu (haz.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1980, s. xi-xv. 64 Hıfzı Veldet, makalesinde Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda yayımlanan kısımlardan istifade etmiş, Mardin ise adıgeçen mecmuadaki kısımlar dışında Tezâkir’in Cevdet Paşa evrakı içinde bulunan yazma nüshalarını yoğun olarak kullanmıştır. 65 Yeni Osmanlılar’ın Tanzimat sonrasında kanunlaştırmalar ve Mecelle ile ilgili değerlendirmeleri ve ilgili yazılara ait künyeler için bkz. İhsan Sungu, “Yeni Osmanlılar”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Matbaası, 1940, s. 800-813. Yeni Osmanlılar’ın genel olarak hukuk ve İslâm hukuku hakkındaki görüşlerinin, siyasî sonuçları bakımından bir incelemesi için bkz. Mümtaz’er Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslâmcılığın Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994, s. 127-143.
692
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
tibatı ve gerekse medenî hukuk alanında eksik bıraktığı konularla tamamlanmamış bir proje olması sebebiyle Mecelle yer alıyordu. Meşrutiyet’i müteakiben yayımlanmaya başlayan pek çok gazete ve dergide, Mecelle’nin tadili ve eksik kısımların tekmili için takip edilmesi gereken yönteme ilişkin tartışmalar, kapsamlı bir ictihad tartışmasına dönüşmüştür. Buna bağlı olarak ortaya konan görüşlerin birçoğunda Mecelle’nin küllî kaideleri, değişmesi gerekli görülen maddeleri, mezhep tercihleri vs. gibi konular dolaylı ya da doğrudan ele alınmıştır.66 Halim Sabit, Ebü’l-ulâ gibi yazarlar, Mecelle Cemiyeti’nin 1908 sonrasında yeniden oluşturulması taleplerinden hareketle kanunlaştırma sürecinde yer alacak kimselerin nitelikleri ve kanunlaştırmanın süreçleri konusunda Sırât-ı Müstakim’de yazılar yazmış; Celal Nuri, Mecelle’nin eski fıkhî hükümlere bağlılığından hareketle Tanzimat uygulamalarına olan eleştirilerini Mecelle ve daha somut olarak Ahmet Cevdet Paşa üzerinden yürütmeyi tercih etmiştir. Celal Nuri, kavâid-i külliyeden bir kısmına çeşitli yazı ve kitaplarında müspet anlamda yer vermiş olmakla birlikte bu kavâidin günün gelişmelerine hizmet etmeyen geleneksel yorum biçiminden hoşnutsuzluğunu en sert biçimiyle ortaya koymuştur. Yine bu dönemde Mecelle’nin çeşitli konulardaki hükümlerini inceleyen, diğer hukuklarla mukayese eden bazı yazılar Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanmıştır. Özellikle “mal” kavramının tanımı gibi, Mecelle’de güncel iktisadî gelişmelere uygun olmadığı düşünülen düzenlemeler hakkında yazılanlar dikkat çekicidir. Seyyid Bey’in “Milk, Mal ve Bey‘in Mâhiyet-i Hukukiyeleri” (1332) makalesi bunun güzel örneklerinden birisidir. Bu tür yayınlara, Cumhuriyet döneminde de özellikle 1940’lı yıllardan itibaren sıkça rastlanmaktadır. Mecelle’ye dönük eleştirilere cevap niteliğindeki yazılar arasında, Küçük Hamdi’nin, Rusya sefaret baştercümanı Mandelstam’ın Mecelle eleştirisine cevaben Beyânü’l-Hak’ta yazdığı 9 sayı süren müdellel yazıları dikkate değerdir. Aşağıda işaret edeceğimiz üzere, Mardin de Mandelstam’ın Mecelle eleştirilerine kitabında uzunca yer vererek kendi görüşlerini ortaya koymuştur. Görüldüğü gibi 1908 sonrası dönemde Mecelle ile ilgili yazıların önemli bir kısmı, pratik kaygılarla Mecelle’nin içerdiği hükümlerin eksikliği, yetersizliği ve bu eksikliğin nasıl giderileceği meselesi üzerinedir. 1916’da fiilen başlatılan tadil çalışmaları ve bu çalışmalarla ilgili tercihler de, matbuatta akis bulmuştur. Keza 1923 ve 1924 yıllarında oluşturulan tadil komisyonlarının çalışmaları da, bu alanda farklı açılardan değerlendirme yazılarına yol açmıştır. Tadillere iliş66 1908 sonrasındaki hukukî tartışmalar içinde Mecelle’nin yeri ve yol açtığı usul tartışmalarının etraflı bir incelemesi için bkz. Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar,” Giriş, Birinci ve İkinci Bölüm. Bu konu, Mecelle üzerine yapılmış çalışmalarda ya hiç ele alınmamış ya da çok sınırlı değerlendirmelere konu edilmiştir.
Türkçede Mecelle Literatürü
693
kin yorumları içeren yazılar dışında tadil çalışmalarını yürüten komisyonların çalışma prensipleri ve bu mesai sonunda elde edilen sonuçlara (kararlar, tadiller) ilişkin zabıtlar da Ceride-i Adliye’de ya da Dârülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası’nda zaman zaman yayımlanmıştır. Ayrıca İstanbul Barosu tarafından çıkarılan Muhâmât dergisi de Mecelle tadillerine ışık tutması amacıyla, uygulamadaki tecrübelerin bu süreçte tartışıldığı bir zemin olma rolünü üstlenmiş, konuyla ilgili toplantılar yapmış ve pek çok yazı neşretmiştir.67 1916, 1923 ve 1924 tadil çalışmaları konusunda, resmi yayınlardaki zabıt vb. yayınlar dışında, 1940’lı yıllardan itibaren medenî hukuk tarihine ilişkin kimi yazılarda da tadil çalışmalarına işaret edilmiştir. Velidedeoğlu’nun bu konuda verdiği bilgiler, genellikle, sonraki çalışmalarda tekrarlanmıştır. Tadillere ilişkin en geniş bilgi, Osman Kaşıkçı’nın aşağıda işaret edilecek olan kitabının Mecelle tadillerine ayrılan son bölümünde (s. 307-384) bulunabilir. Son olarak 1999’da aile hukuku alanındaki tadiller dolayısıyla ilgili komisyonların çalışmalarına ilişkin bilgiler içeren bir yüksek lisans tezi68 de, bu konuda geniş bilgi veren kaynaklar arasında zikredilmelidir.69 Tadil çalışmalarının fiilen başladığı dönemde Muallim Cevdet, Cevdet Paşa üzerine verdiği bir konferansta “bizim kanun-ı medenîmiz” dediği Mecelle vasıtasıyla Cevdet Paşa’nın “fıkh-ı İslâm’ı resmen Türkçeleştirmiş olmak şerefini haiz olduğu”nu belirterek, hukuk dilinin gelişiminde Mecelle’nin önemini vurgular.70 Benzer biçimde, sonraki bazı değerlendirmelerde, millî bir hukuk dili 67 Bütün sayılarını görme imkanı bulamadığımız bu dergide yer alan konuyla ilgili yazıların bir kısmı bibliyografyada gösterilmiştir. Görebildiğimiz kadarıyla, ilk defa Türk Hukuk Bibliyografyası’nda (s. 59-67) işaret edilen bu dergideki ilgili yazılar, Hulusi Yavuz tarafından kullanılmıştır. Bkz. “Mecelle’nin Tedvini ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri”. 68 Abdullah Akdoğan, “Türkiye’de 1919-1926 Yılları Arasında Aile Hukuku Alanındaki Kanunlaştırma Çalışmaları”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Hukuku Bilim Dalı, 1999, vi+134 s. 69 Tadil komisyonlarının çalışmalarıyla ilgili neşriyatın bir kısmı bibliyografyada gösterilmiş olmakla birlikte, bu konudaki resmi kaynak ve belgeler için ayrıca Velidedeoğlu’nun Türk Medenî Hukuku I: Umumi Esaslar (6. baskı, İstanbul: İstanbul Matbaacılık, 1959 [İlk baskı: 1943]) isimli kitabı ile Türk Hukuk Bibliyografyası’na bakılabilir. 70 “(…) Efendiler, adliyemize bir lisân-ı hukukî ve bir kitab-ı müstakil veren Cevdet Paşa’dır diyebiliriz. 1285’ten beri bütün mahkemelerimiz, hakimlerimiz mesâil-i hukukiyede aynı kitaba bakarak dava hallediyorlar.(…) Cevdet Paşa, fıkh-ı İslâm’ı resmen Türkçeleştirmiş olmak şerefini haiz olduğu gibi (…) Paşa, Mecelle meselelerinin evveline 99 tane ana fikir (kavâid-i külliye) ilave eylemiş ve evvela bunların tedrisiyle diğer meselelerin bunlar sayesinde istihrâcını kolaylaştırmıştır. Yani Paşa, 20 senelik medrese tahsili sonunda güç hal ile erişilen bir gayeye, her mektepliyi, her mütetebbii çabucak eriştirecek, hem Türkçe eriştirecek prensipleri fıkıh tedrîsine zamm etmekle düsturların hendesede gördüğü vazifeyi hukuk derslerine daha felsefî, daha cazib tatbik eylemiştir. Her şâkird bu umumî esasât-ı hukukiyeyi belledikten sonra on altı kitabın her birinde geçen mesâili pek iyi ihâta ve tahlil edebilmektedir. Paşa, bu çığır sayesinde Türk gençlerinin müfekkire-i hukukiyesini tanzim etmiştir.” Tedrîsât Mecmuası, 1333, s. 437-438. Görüldüğü üzere bu ifadelerde Mecelle bir kanun kitabından çok, yeni formda yazılmış bir fıkıh ders kitabı gibi telakki edilmektedir. Bu husus Mecelle’nin, fıkha dayalı bir kanun metni olarak dönemi için temsil ettiği yeni konumun zihinlerde meydana getirdiği karışıklığın bariz bir ifadesidir.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
694
oluşmasında ve başka hukuk sistemlerinden iktibas aşamasında ortaya çıkan karşılık bulma arayışında Mecelle gibi bir metnin mevcudiyeti, bir anlamda ıstılahlar ve dil bakımından bir hazırlık gibi görülmüştür.71 1926 yılında yürürlükten kaldırılmasından itibaren 1940’lı yıllara kadar Mecelle üzerinde pek durulmamıştır. 1939 yılında Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’in girişimiyle Tanzimat’ın 100. yıldönümü için, Tanzimat’ı çeşitli yönlerden etraflıca ele alıp değerlendirecek ve “eski ıslahat teşebbüsleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin inkılap hamleleri” arasında mukayeseye imkan verecek bir kitap hazırlanması gündeme getirilmiş ve sözkonusu hacimli çalışma 1940 yılında Tanzimat I adıyla yayımlanmıştır. Cumhuriyet döneminde, Osmanlı tarihinin son dönemlerinin yeni bir yaklaşım içinde ele alınmaya başlamasının habercisi72 olan bu yayın, modernleşme tarihinin siyasî, fikrî, hukukî ve tarihî yönleriyle ilgili etraflı ve kıymetli yazılar içermesi hasebiyle büyük önem taşımaktadır. Bu 71 Örnek olarak bkz. Abdurrahman Adil, “Hukuk-ı Medeniye Tarihinden: Mecelle mi Kod Napolyon mu?”, Hâdisât-ı Hukukiye, ikinci tertib, cüz 13, İstanbul: İkdam Matbaası, Kanun-ı Evvel 1339/1923, s. 182-184. 72 Tarih-i Cevdet üzerine bir incelemenin yazarı olan Neumann, bu dönemi “Cevdet’in yeniden keşfedildiği yıllar” olarak tavsif ederek, Tanzimat I adlı toplu eserin tarihe yaklaşım bakımından yeni bir başlangıç noktası teşkil ettiğini belirtir. Bu gelişmenin arka planını Neumann şöyle açıklar: “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Tanzimat’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu dış güçlere bağımlı kıldığı ve ulusal bir Türk devletinin gelişimini engellediği iddia ediliyordu. Ayrıca devletin dini meşruiyeti de hatalı bir hususiyet olarak algılanıyordu. 1930’ların sonundaki uluslararası gelişmelerin baskısı altında ve özellikle Atatürk’ün ölümünden sonra otoriter Milli Şef döneminde hükümet, devletin laik karakterini kabul etmeye hazır İslâmi çevreleri daha kapsamlı bir şekilde rejimle bütünleştirmeye çalışıyordu.” Bkz. Christoph Neumann, Araç Tarih Amaç Tanzimat: Tarih-i Cevdet’in Siyasi Anlamı, çev. Meltem Arun, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, s. 9. Tanzimat incelemelerindeki sözkonusu yaklaşım farklığı hakkında Tanzimat I kitabı üzerine yazdığı değerlendirme yazısında Barkan da, bu yönde önemli tespit ve eleştirilerini açıklıkla dile getirmektedir. Bkz. Ömer Lütfi Barkan, “Tanzimat Tetkiklerinin Ortaya Koyduğu Bazı Meseleler” (Tanzimatın yüzüncü yıldönümünde İstanbul Üniversitesi tarafından hazırlanan eserin birinci cildi münasebetiyle)”, [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1941, c. II, sy. 2, s. 288-329. Mardin, kitabında Barkan’ın bu yazısının Yeni Osmanlıların hukukla ilgili görüşlerinin ele alındığı “Tarihçi ve Ananeci Bir Hukuk Nizamı Taraftarlığı” başlıklı kısmını, aynı başlık altında iktibas etmiştir (s. 195-202). Kaşıkçı (s. 395), Mardin’in iktibasın sonunda verdiği kaynak bilgisini tahkik etmeksizin, bu yazıyı bibliyografyasında, zikredilen altbaşlıkla Barkan’a nisbet etmiş ve Mardin’in yanlış olarak verdiği künye bilgisini (Mardin, bu yazının yayımlandığı derginin sayısını 1 olarak göstermiştir) tekrar etmiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olarak fakülte yayınları arasında neşredilen Bilmen’in Kamus’una yazdığı takrizde Hüseyin Nail Kubalı, Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerindeki fikrî yönelişlere ve Doğu-Batı etkileşimine dair etraflı bir muhasebe yapmaktadır. Bir anlamda, 1940’lı yıllarda İslâm ve Osmanlı hukuku çalışmalarına yönelişin gerekçelerini ihtiva eden bu yazı, millî ve tarihî devamlılığın hukukî kültür açısından önemine vurgu yapmaktadır. Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, c. I, 1949, s. v-viii [İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1985, c. VIII, s. 291-293].
Türkçede Mecelle Literatürü
695
kitapta hukukun çeşitli alanlarını inceleyen pek çok yazı73 sonraki çalışmalara önemli bir kaynak olmuştur. Bunlar içinde Hıfzı Veldet’in küçük bir kitap hacmindeki “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”74 isimli makalesi, kanunlaştırma faaliyetinin gerekçeleri ve örnekleri üzerine verdiği çerçeve çizici bilgiler ve özellikle Mecelle ile ilgili tespitleriyle, muhteva ve yaklaşım olarak sonraki pek çok çalışmada en temel kaynaklardan birisi olarak sürekli kullanılmıştır.75 Hıfzı Veldet, yazısında önce Mecelle’nin tarihçesine ilişkin Cevdet Paşa’nın Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda yayımlanan notlarından uzun alıntılar yapar (s. 187-189). Yazarın, Mecelle’nin arka planı ve hazırlanış süreci ile ilgili olarak Ahmed Cevdet Paşa’nın doğrudan kendi ifadeleri ile Mazbata’yı kaynak olarak kullanması önemlidir. Sistematik açısından Mecelle’nin bölümleri hakkında bilgi veren yazar, makalenin son kısmında “Mecelle’nin Karakteri” başlığı altında bazı hususlara işaret eder. Buna göre, ihtiva etmediği kısımlar dolayısıyla Mecelle tam bir medenî kanun hüviyeti taşımamaktadır. Mecelle fıkha dayanmakta ve Hanefi mezhebini esas almaktadır. Yazara göre bu özellik; Mecelle’nin muğlak olmasını, dolayısıyla halk ve hatta hukukçular tarafından anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Mecelle’nin başında yer alan umumi kaideler, gerçek anlamda umumi hükümler olmadığı gibi sistemli bir yapıya da sahip değildir. Hıfzı Veldet’e göre, bütün noksanlıklarıyla beraber Mecelle, Osmanlı Devleti’nin o günkü durumuna göre ileri bir aşamayı temsil eder. Zira İslâm hukukunun bir kısmını müdevven hale getirmiş, “ahkâm-ı fıkhiyeyi tedvin ederek bir kanun haline koymakla adeta fıkhın muamelat kısmını şeklen olsun dinden ayırıp devletleştirmiş ve laikleştirmiş ve böylece bu sahalarda hakiki manasında laik kanunlar konulmasına 73 Bunlar arasında, Tanzimat Fermanı’nın tetkiki, din-devlet ilişkisi, amme hukuku, adliye teşkilatı, ceza hukuku, toprak hukuku ve Yeni Osmanlılar hareketi gibi konuları içeren yazılar hukukla doğrudan ilgilidir. Bu kitaptan 50 yıl sonra, Tanzimat’ın 150. yılı münasebetiyle düzenlenen iki sempozyum ve yine aynı vesileyle hazırlanan başka bir derleme çalışmada Mecelle’yi konu alan müstakil bir tebliğ ve makale bulunmamaktadır. Bkz. 150. Yılında Tanzimat, Hakkı Dursun Yıldız (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992; Tanzimatın 150. Yıldönümü Sempozyumu Bildirileri (6-7 Kasım 1989), İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1992; Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyum (31 Ekim-3 Kasım 1989), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994. 74 Tanzimat I, s. 139-209. 75 Ömer Lütfi Barkan’ın bu yazı üzerine yazdığı değerlendirme, Hıfzı Veldet’in yazısının insaflı bir tenkidine ilave olarak Osmanlı hukukunun yapısı, işleyişi ve bu alanda yapılacak araştırmaların metodolojik problemlerine ilişkin önemli tespitler içermektedir. Bkz. “Kanunlaştırma hareketleri ve Tanzimat, Dr. Hıfzı Veldet (…)”, s. 700-717. Barkan’ın XV ve XVIInci Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Birinci Cilt: Kanunlar (İstanbul, 1943) isimli meşhur eserinin giriş kısmında yaptığı değerlendirmeleri kısmen içeren bu eleştiri yazısı, Hıfzı Veldet’in yazısını kullananların dikkatinden kaçmış gibidir. Barkan’ın bu eleştiri yazısından iktibaslar için bkz. Mardin, s. 202-205.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
696
yol açmıştır” (s. 195). Sonraki Mecelle incelemelerinde bu fikirlerin büyük ölçüde tekrarlandığı görülmektedir. Hıfzı Veldet’in yazısı, Mecelle ile ilgili şerh vb. literatüre işaret etmediği gibi, Meşrutiyet dönemindeki tartışmalara ve tadil çalışmalarına ilişkin herhangi bir bilgi de vermemektedir. Buna karşılık yazar, daha sonra kaleme aldığı bir yazıda Türk Medenî Kanunu’nun hazırlık tarihini anlatırken 1916, 1923 ve 1924 tarihli tadil komisyonlarının çalışmaları ve sonuçları hakkında Cerîde-i Adliye nüshalarına atıfla etraflı bilgi verir.76 Türk Medenî Hukuku77 isimli kitabında da “Türk Medenî Kanununun Hazırlanması ve Kabulü” başlığı altında (s. 68-79) tadil bilgilerine yer verir. Sonraki Mecelle incelemelerinde Velidedeoğlu’nun tadillere ilişkin olarak bu kitapta aktardığı bilgiler önemli ölçüde tekrarlanmıştır. Tanzimat’a bakış konusunda yeni yaklaşımların habercisi olan Tanzimat I adlı ortak kitabın yankılarının etkili olduğu bir ortamda Neumann’ın ifadesiyle “(…) dinine bağlı ama tamamıyla ilerici bir devlet adamı olarak” keşfedilmeye başlanan78 Ahmed Cevdet Paşa’nın vefatının 50. yıldönümü (1945) vesilesiyle bir yıl arayla yayımlanan iki kitaptan ikincisi Ebü’l-ulâ Mardin’in Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle’yi konu alan eseridir.79 Cevdet Paşa’nın hayatı ve Mecelle’nin hazırlanış süreci ile ilgili kapsamlı bilgiler içeren bu eserde, Mecelle’nin bütün kitaplarının hazırlanışına dair tarihî malumat yanında her bir kitabın mazbatası ve arz tezkirelerinin metinlerine ilk defa yer verilmiştir. Bu yönüyle, kanunlaştırmaların yapıldığı dönemin fikrî temayülleri hakkında önemli ipuçları sağlayan bu kıymetli eser, Tanzimat döneminin diğer hukukî gelişmeleri 76 Hıfzı Veldet [Velidedeoğlu], “İsviçre Medenî Kanunu Karşısında Türk Medenî Kanunu”, Medenî Kanunun XV. Yıldönümü İçin, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1944, s. 339406 (Mecelle ile ilgili kısım: s. 346-363). 77 Bu kitapta Mecelle hakkında çok özet bilgiler verilmiştir (s. 64-67). 78 Neumann, Araç Tarih Amaç Tanzimat, s. 9. 79 Medenî Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, (1822-1895) Ölümünün 50nci Yıldönümü Vesilesile, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1946. M. Şakir Ülkütaşır’ın kaleme aldığı ilk kitap, Türk Dil ve Hukuk Kurumlarıyle Ankara Halkevi tarafından yayımlanmıştır: Cevdet Paşa: Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri (1822 1895), Ankara: Doğuş Matbaası, 1945, 65 s. (Mecelle’yi Cevdet Paşa’nın eserleri arasında sayarak bir paragraflık bilgi verir s. 38-39). 1945’te Cevdet Paşa’nın vefatının 50. yılı nedeniyle Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığına gönderilen ve Cevdet Paşa’yı çeşitli yönleriyle ele alan bir edisyon kitap hazırlatılmasını talep eden yazı gereğince Mardin, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörler meclisinin kararı üzerine Medenî Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa kitabını yazmıştır. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanacak bir kitaba konulmak üzere aynı muhtevayı muhtasar olarak içeren bir makale yazmış, ancak sözkonusu kitap tasarısı gerçekleşmeyince aynı başlıklı bu makaleyi dört parça olarak 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası’nın 13. cildini oluşturan dört sayıda (c. XIII, sy. 1, s. 115-156; sy. 2, s. 561-597; sy. 3, s. 911-940; sy. 4, s. 1399-1416) yayınlamıştır. Cevdet Paşa ile ilgili kitap hazırlıklarını konu alan resmi yazılar, Mardin’in kitabının başında iktibas edilmiştir (s. 5-6).
Türkçede Mecelle Literatürü
697
yanında özellikle Mecelle ve Ahmed Cevdet Paşa konusunda yapılan müteakip çalışmalarda, ilk kez 1953 yılında yayımlanan Tezâkir’le birlikte en temel kaynaklardan birisi olarak kullanılmış olup halen aşılamamıştır. Toplam 367 sayfalık eserin ilk 226 sayfasında, Ahmet Cevdet Paşa’nın hayatı ve Mecelle konusu kronolojik olarak birlikte ele alınmış, müteakip sayfalarda Cevdet Paşa’nın diğer faaliyetleri incelenmiştir. Ayrıca eserde Mecelle Cemiyeti’nde bulunan zevâta ilave olarak, Cevdet Paşa’nın hayat hikayesinde yeri olan ya da Mecelle ile ilgili telifatta adı geçen pek çok kişinin kısa hal tercümelerine metinde ya da dipnotlarda yer verilmiştir. Mecelle’nin kaynakları, kavâid-i külliyenin Türkçe ve Arapça metinleri yanında yazar, Mecelle ile ilgili yazılmış yerli ve yabancı bazı ansiklopedi maddeleri80 ile makalelerin81 önemli bulduğu kısımlarını iktibas etmiştir. Mecelle ile ilgili kısmın sonunda, Mecelle’ye yapılan itirazlar içinde en kapsamlı olan İstanbul Rus sefareti tercümanı Andre Mandelstam’ın eserinin bir kritiğine yer verilmiştir (s. 213-226).82 Önemle belirtmek gerekir ki bu kitap esasen Cevdet Paşa’nın hayatına bağlı bir muhtevaya sahip olduğu için, Mecelle etrafında oluşan şerh vb. literatüre ve 1908 sonrasında gündeme gelen tadil ve ikmal çalışmalarının seyri ve içeriğine ilişkin bilgiler içermemektedir. Cevdet Paşa’nın hayatının anlatıldığı ilk bölümlerde Tezâkir’in yazma nüshaları ile Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye’nin Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı (1332) isimli eseri yoğun olarak kullanılmıştır. Bunun yanında özellikle Mecelle kitaplarının mazbata ve arz tezkereleri arşiv belgelerinden yeni harflere aktarılmış olarak metin içinde ilgili yerlerde verilmiştir. Mardin’in, Mecelle’nin niteliği ile ilgili değerlendirmeleri, yoğun bilgi yanlışlarına ve ideolojik değerlendirmelere maruz kalmış olan bu kanun metninin daha insaflı bir yaklaşımla değerlendirilmesi için soğukkanlı bir zemin oluşturmuştur. Başta Cevdet Paşa’nın kişiliği ve ilmî donanımı olmak üzere, Mecelle’nin Cevdet Paşa’nın şahsi eseri olmadığı, küllî kaidelerin daha önceden maruf birtakım kavâid kitaplarından derlenmiş ve fıkıh geleneği içinde yeri olan bir yeniden derleme olduğu, Mecelle’nin kuvvetli ve zayıf yönlerinin birlikte ve objektif bir yaklaşımla ele alınması gereği, Mecelle hazırlığında günün siyasî ve sosyolojik özelliklerinin etkisi gibi pek çok konuda önemli işaretler ve değiniler mevcuttur.83 Özet olarak söylemek gerekirse, Mardin, Mecelle üzerine yapıla80 İnönü, İslâm, Alman, İtalyan, Büyük Sovyet ve Yunan ansiklopedilerinin Mecelle’ye ilişkin verdiği bilgilerden kısa iktibaslar yapmıştır (s. 208-213). 81 Bu çerçevede Namık Kemal, Engelhardt, Hıfzı Veldet, Fındıkoğlu, Barkan, Muallim Cevdet ve M. Şakir Ülkütaşır’ın yazılarından iktibaslar yapmıştır (s. 186-207). 82 Mardin, Mandelstam’ın Mecelle eleştirisine kapsamlı bir cevap vermiş olan Küçük Hamdi’nin yazılarına işaret etmemiştir. 83 Yayımlandığı yıl, kitap üzerine yazdığı tanıtım yazısında Barkan, “Mecelle devrini her türlü meselelerile bilfiil yaşamış olan” Mardin’in eserinin Mecelle incelemeleri içindeki önemli yerini vurgulu bir biçimde ortaya koyar: “Sayın hocamızın eseri, bize bu suretle, Mecelleyi firenkçe tefsir ve tercümelerinden okuyup anlamağa çalışan soysuz bir tenkid ve muha- 2
698
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
cak incelemelerde dikkat edilecek hususlara ufuk açıcı bir biçimde işaret etmiş, araştırıcılara yeni sorular oluşturmak için ipuçları vermiştir. Ancak bu yol göstermenin, sonraki Mecelle araştırmalarında yeteri kadar dikkate alınıp alınmadığı değerlendirmeye açıktır. Kitabının yanı sıra, Ebü’l-Ulâ Mardin’in Cumhuriyet döneminde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde verdiği derslerde Mecelle’ye atıflar yaptığı ve bunun pek çok öğrencinin Mecelle ile tanışmasına ve ileride bazılarının bu konuda çalışma yapmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Yakın zamanda kavâid üzerine bir kitap hazırlamış olan Cengiz İlhan, bu öğrencilerden birisidir. 84 1940’lı yıllarda Mecelle’ye ve onunla özdeşleşen Ahmed Cevdet Paşa’ya dair çalışmalardaki artışın gerekçeleri arasında, yukarıda işaret edilen siyasî ilgi yanında, Mecelle’nin yerine ikame edilen Medenî Kanun’un uygulanması ve sonuçları etrafında yapılan değerlendirmelerle gündeme gelen medenî hukuk tarihine ilişkin araştırma ve değerlendirmelerin de etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca, Cumhuriyet öncesinden devralınan hukuk bilgisi birikimini taşıyan kişilerin (üniversite hocaları, eski adliye görevlileri) sayısının azalması da bu yönde bir arayışı hızlandırmıştır.85 Bir başka önemli etken de, hukuk dili konusundaki millî arayışlar olmuştur. Nitekim 1937’de Hukuk İlmini Yayma Kurumu (1941’de Türk Hukuk Kurumu adını almıştır) tarafından bir Türk hukuk kamusu (ansiklopedi) hazırlanması kararlaştırılmış ve bu kamusun bir cildi de İslâm hukukuna ayrılmıştır. Kamusun hazırlık çalışmaları sürerken 1939 yılında, bu kamusun anlaşılmasına yardımcı olmak üzere bir de hukuk lügati hazırlanması tasarlanmıştır. Bu lügatte yer alacak İslâm hukukuna dair ıstılahların toplanması ve yazılması konusunda Ebü’l-ulâ [Mardin] başkanlığında Ali Himmet [Berki], Mehmet [Gönenli], Şevket [Yund] ve Ömer Nasuhi [Bilmen]’den oluşan beş kişilik bir heyet oluştukeme çağının sona erdiğini göstermiş ve şimdiye kadar ağyar elinde gelişi güzel türlü itham ve tenkidlere mevzu teşkil eden bir ilim konusunun erbabı tarafından usul ve adabına uygun bir şekilde tetkikine başlanmasının feyizlerini ortaya koymuştur.” (Vurgu yazarındır). Bkz. Ömer Lütfi Barkan, “Ord. Prof. Ebülûlâ Mardin. – Medenî Hukuk cephesinden Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895). Ölümünün 50 nci yıldönümü münasebetile, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlarından 1946. 368 sahife ve 16 resim. Fiyatı: 384 krş. Satış yeri: Halk Kitabevi” [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. XII, sy. 4, s. 1304-1305. Barkan yazısında genel olarak Mardin’in, ele aldığı konuya olan sempatisine atıf yapmakla birlikte, onun bu müsbet hissiyatının kitabın ilmî bakımdan objektif oluşuna bir tesiri olmadığını da açıklıkla ifade etmektedir. Bu kıymetli tanıtım yazısından beni haberdar eden Dr. Şevket Kamil Akar’a teşekkür ederim. 84 İlhan, kitabının önsözünde bundan açıkça bahseder. Ayrıca aynı kitaba takriz yazan bir başka hukukçu da Mardin’in derslerinden ve Mecelle’den sitayişle bahseder. İsmet Sungurbey de bu öğrenciler arasındadır. 85 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Hüseyin Nail Kubalı’nın bu yöndeki değerlendirmeleri için bkz. Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, c. I (1949), s. v-viii (1985, c. viii, s. 291-293).
Türkçede Mecelle Literatürü
699
rulmuştur. Geniş bir ilim heyetinin katılımıyla Türk Hukuk Kurumu tarafından hazırlanan Türk Hukuku Lügati 1944 yılında Maarif Vekaleti tarafından (Ankara, Maarif Matbaası) neşredilmiştir.86 Ancak Kamus kısmına ilişkin çalışma sonuçlanmamıştır. Sözkonusu kamus projesinin İslâm’la ilgili kısmında “Ceza ahkâmı”nı yazmakla görevli olan Ömer Nasuhi Bilmen de çalışmasını genişleterek kapsamlı bir İslâm hukuku kamusunu tek başına hazırlamıştır. İbâdât kısmını Büyük İslâm İlmihali ismiyle (1947-1948), hukukun diğer alanlarıyla ilgili olarak ise, Cumhuriyet sonrası dönemde kapsamlı ilk Türkçe fıkıh külliyatı niteliğindeki Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye isimli çalışmasını 6 cilt halinde yayımlamıştır (1949-1952).87 Bilmen’in eseri, Mecelle konularının tamamını içermekte, Mecelle’ye benzer biçimde konuların girişinde ilgili ıstılahların tanımlandığı mukaddime kısmı ve alt bölümlerde maddeler halinde fıkhî meseleler anlatılmaktadır. Ayrıca kaynaklar arasında Mecelle’ye de ilgili yerlerde atıflar yapılmıştır. Birinci ciltte Mecelle’nin 2-100. maddelerinde yer alan küllî kaideler Arapça asıllarıyla birlikte kısa kısa şerhedilmiş ve bunlara ilave olarak başka kaynaklardan alınmış 30 civarında kaidenin de kısa şerhleri verilmiştir (1949: s. 259-309; 1985: s. 254-299). 1940’lı yıllardan itibaren Mecelle’yi konu alan bazı makalelerde, Mecelle’deki çeşitli konuların yeni Medenî Kanun’la mukayeseli olarak ele alındığı ve eleştiri konusu yapıldığı görülmektedir. Arslanlı, Yazman, Berkin, Fevzioğlu, Hatemi gibi yazarların, bibliyografyada gösterilen makaleleri bu çerçevededir. 1955 yılında yayımlanan Sıddık Sami Onar’ın “Osmanlı İmparatorluğunda İslâm Hukukunun Bir Kısmının Codification’u: Mecelle” başlıklı makalesi, sonraki dönem literatürü içinde atıf yapılan kaynaklar arasında dikkati çeker.88 Mecelle’nin hazırlanış sürecine ve günün şartlarına ilişkin bir icmalle başlayan yazı, Mecelle’nin kanun olarak kabul edilip edilemeyeceği meselesini tartışır. Muhtevası ve küllî kaideler hakkındaki değerlendirmelerin ardından yazar, akitler, mülkiyet, haksız fiil ve sebepsiz iktisabdan doğan borçlar, 86 Türk hukuk kamusu ve lügati çalışmalarıyla ilgili bilgiler için bkz. Türk Hukuku Lügati, Ankara: Maarif Matbaası, 1944, s. vii-xiii. 87 Bkz. Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, c. I, (1949), s. x-xi (1985, c. I, s. 3-4); Ferhat Koca, “Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu”, DİA, c. XVIII, İstanbul, 1998, s. 319. 88 Yazar, Mecelle incelemelerinin o gün için önemini şöyle açıklar: “Mecelle üzerinde mukayeseli hukuk bakımından yapılacak bir tetkik bir taraftan İslâm hukukunun asılları ve teferruatı içinde yapılan bir codificationun verebileceği neticeler hakkında bir fikir verebileceği gibi bu hukukun ve buna dayanan bir ‘code’un Avrupa medenî hukukundan ayrıldığı esasları göstermek bakımından da faydalı olur.” (s. 58). Ayrıca yazar, Ali Haydar ve Atıf Bey’in şerhleri türünde eserlerin tatbikat ve ictihatlara tesiri olduğu tespitini yaparak, ilk zamanlarda ekseriyetini İstanbul Hukuk Fakültesi mezunlarının teşkil ettiği Suriye ve Irak hakimlerinin karar verirken eski hocaları olan bu alimlerin eserlerini gözönünde bulundurduklarını belirtir (s. 57).
700
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
usul-i muhakemeye müteallik hükümler olarak dört başlık altında Mecelle’nin içeriğini ele alır. Tadil çalışmalarına özetle işaret edilen yazıda hiç bir kaynağa atıf yapılmamıştır. 1940’lı yıllarda Mecelle ile ilgili telifat içinde M. Reşit Belgesay’ın Mecelle’nin küllî kaidelerini; ilgili oldukları konuları esas alan bir tasnifle ve yeni hukuk prensiplerine göre yorumladığı “Mecellenin Küllî Kaideleri ve Yeni Hukuk”89 başlıklı çalışması, bu türdeki ilk örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazarın Kur’an Hükümleri ve Modern Hukuk (1963) adlı kitabında da pekçok yerde Mecelle kaidelerine atıflar vardır. Günümüze kadar süregelen bu yeni tür şerh anlayışı, daha çok kavâid-i külliyenin güncel uygulama ve hukuk kaidelerine uygun biçimde açıklanmasını hedeflemiştir. Bu tür eserlerde, ilk Mecelle şerhlerindeki gibi İslâm hukuku meseleleri açısından kavâidi yorumlayan bir yaklaşım yerine, genel kaidelerden hukuk nosyonu ve birikimi bakımından yararlanmayı hedefleyen bir anlayış sözkonusudur. Yine bu türdeki yayınların ortak bir özelliği, bunları hazırlayanların genellikle hukukçu kesimden olmalarıdır. Bu çerçevede Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi başkanı Ali Himmet Berki’nin Hukuk Mantığı ve Tefsir (1948) isimli eserinin “Tefsir Kaideleri” başlığını taşıyan bölümünde (s. 120-203), önemli bir kısmı Mecelle’den alınma 65 tane küllî kaide ele alınmış ve mer’î hukuktan meseleler üzerinde örneklendirilmiştir. Yine aynı yazar, Hukuk Tarihinden İslâm Hukuku I (1955) isimli eserinin “İslâm Hukukunun Ana Kaideleri” başlığını taşıyan ve kitabın büyük kısmını oluşturan bölümünde (s. 56-144); Mecelle kavâidinin önemli bir kısmını ve diğer bazı genel fıkıh kurallarını, 84 madde altında kısa kısa şerhetmiştir. Bilmen’in yukarıda zikredilen Kamus’unun (1949) birinci cildinde bulunan kavâid şerhi de bu tür eserler arasında tekrar hatırlanmalıdır. Akşehir Asliye Hukuk Hakimi olan A. Refik Gür tarafından hazırlanan Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle: Hukuk Sosyolojisi ve Felsefesi Üzerine Bir Kalem Denemesi, [1951?] başlıklı kitabın bir bölümü, yukarıdaki örneklere benzer biçimde, Mecelle’nin ilk yüz kaidesi üzerine Medenî Kanun maddelerine atıflar ve yeni yorumlar içeren bir şerh denemesine ayrılmıştır (s. 35-72). “Hayatın akışına, hukukun inkişafına tabii mecra vazifesi gören belagat ve fasahat harikası küllî kaideler” başlıklı bölümde yapılan bu yeni yorumlarda, fıkhî karşılıklar ve inceleme düzeyi tamamen terk edilmiş, maddelerin genel anlamlarına dayalı afakî delillendirmelerle birtakım sonuçlar çıkarılmıştır. Belgesay’ın küllî kaidelerle ilgili kitabına ve Mardin’e yoğun atıflar vardır. Kitabın ilk ve son kısımlarında Mecelle üzerine medenî hukukla mukayeseli olarak çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak ilmi bakımdan oldukça zayıftır. Müstakil olarak Mecelle kavâidinin açıklamasını içeren Hilmi Ergüney’in İzahlı ve Mukayeseli Mecelle Küllî Kaideleri (1965) başlıklı kitabı, kavâid-i külli89 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. XII, sy. 2-3, s. 561-608.
Türkçede Mecelle Literatürü
701
yenin Mecelle şerhlerindeki açıklama ve tanımları yanında Berki’nin Hukuk Mantığı ve Tefsir’i ile Bilmen’in Kamus’undan istifadeyle hazırlanmıştır. Kaidelerin fıkhî açıklamaları yanında, mevcut kanun maddelerine atıfla yapılan yorumlarla, bu genel kaidelerin geçerliliği ve önemi ortaya konmak istenmiştir. Yine küllî kaidelere ilişkin yeni neşriyat arasında Mustafa Yıldırım’ın Mecelle’nin Küllî Kaideleri (2001) isimli çalışması, Mecelle kavâidine ilişkin ders notlarından hereketle Türkçe ve Arapça kavâid şerhlerinden yararlanılarak hazırlanmış bir çalışmadır. Bu alanda son olarak 2003 yılında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir avukat olan Cengiz İlhan tarafından Mecelle: Hukukun Doksan Dokuz İlkesi adıyla yapılan yayın, konuya gösterilen ilginin Cumhuriyet dönemi boyunca takip ettiği genel çizginin son örnekleri arasındadır.90 1970’li yıllara kadar Mecelle ile ilgili yayınlar arasında, kavâidle ilgili olanlar dışında, işaret edilebilecek en önemli çalışma, yukarıda Mecelle metinleri kısmında işaret ettiğimiz üzere Ali Himmet Berki’nin kontrolünü üstlendiği yeni harflerle Mecelle neşridir (1959). Bu dönemde, Mecelle literatürüne ilişkin belki de ilk kapsamlı bibliyografyayı içeren Türk Hukuk Bibliyografyası: 1727-1928 (1972) adlı yayına işaret etmek yararlı olacaktır. Yeni harflerle ilk Mecelle metnini neşretmiş olan Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü yayını olarak Yaşar Karayalçın ve Ahmet Mumcu tarafından hazırlanan kitapta; Mecelle ile ilgili literatür, türleri ve konuları itibariyle çeşitli alt başlıklar altında gösterilmiştir (s. 55-67). Şerhler ve yardımcı kitaplarla ilgili eksiklikler bulunmasına rağmen, özellikle 1908 sonrası periyodiklerde çıkan farklı türdeki yazılara ve tadil metinlerine dikkat çekmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. 1970 sonrasındaki Mecelle araştırmalarında kullanılan kaynakların zenginleşmesine önemli bir katkısı olduğunu düşündüğümüz bu yayın, maalesef ciddi okuma yanlışlarıyle malüldür. Yakın dönemde Mecelle üzerindeki akademik nitelikli tarih çalışmalarının habercisi olan Osman Öztürk’ün – yazarın doktora tezine dayanan- kitabı (1973); dönemin siyasî ve fikrî yönelişlerinin etkilerini yansıtan bir biçimde, Mecelle’ye müspet ve hatta bir ölçüde savunmacı bir yaklaşıma sahiptir. Çalışmanın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde bir tarih çalışması ola90 Küllî kaidelerin metinleri “günümüz Türkçesi”ne çevrilmiş, kaidelerin orijinal ifadeleri de ayrıca verilmiştir. Ayrıca bazı maddelerde, konuyla ilgili Roma Hukuku prensiplerinin Latince ve Türkçeleri verilmiştir. Bazı kelime ve hukukî terimlerin açıklaması yanında, bunların Türk Medenî Hukuku’ndaki karşılık ve yorumlarına atıflar yapılmış, yer yer fıkıh ve usul-i fıkıh kaynaklarına ve konuyla ilgili bazı çalışmalara işaret edilmiştir. Son yıllarda yakın tarih üzerine yayınlarıyla dikkat çeken Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı tarafından yayımlanan esere, Niyazi Öktem ve yargıç H. Necati Demirtaş tarafından yazılan takrizlerde “Milli hukuk kültürünün” bir ürünü olarak Mecelle’nin günümüzde de yaşadığı ve Mecelle kavâidinin modern hukukun genel ilkeleriyle olan ortak noktaları vurgulanmaktadır (s. vii-xiv).
702
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
rak Hukuk Fakültesi dışında yapılmış olması da ayrıca önemlidir. Eserin inceleme kısmında, Tanzimat sonrasında Osmanlı hukuk yapısı, Mecelle’nin hazırlık süreci, Mecelle Cemiyeti üyelerinin biyografileri, Mecelle Cemiyeti’nin çalışmaları ve Mecelle kitaplarının her birinin hazırlık ve yürürlüğe girişiyle ilgili mazbata ve diğer resmi yazılar, Mecelle’nin tatbiki, tadilleri, ilgası, kaynakları ve sistemi, Mecelle şerhleri ve Mecelle benzeri çalışmalar gibi konular ele alınmıştır. Ayrıca Mecelle’nin kaynakları ve kavâid-i külliyenin Türkçeleri ile Arapça asıllarına da liste olarak yer verilmiştir. Kitabın sonunda, Mecelle’nin –özelliklerine yukarıda değinmiş olduğumuz- yeni harflerle metni de verilmiştir. Mardin’in kitabında bulunan bilgi ve değerlendirmeler açısından bakıldığında bu çalışmanın, Mecelle konusundaki bilgi birikimine önemli katkılar sağladığı söylenemez. Mecelle tadilleri konusunda Hıfzı Veldet’te bulunan bilgileri sistemli olarak burada da bulmak mümkündür. Benzer biçimde, yazar, Mecelle etrafında özellikle 1908 sonrasında gelişen literatüre ve Mecelle’nin tadil ve ikmali yönündeki yoğun tartışmalara hiç işaret etmemektedir. Aşağıda işaret edeceğimiz üzere, Mecelle üzerine yapılmış ikinci doktora tezinin sahibi olan Kaşıkçı da tadillerin fikrî tartışmasına yer vermez. Her iki yazar için de Mecelle tadilleri, ilgili komisyonların kurulup faaliyete geçtiği 1916 yılından sonra sözkonusudur. Mecelle’nin sıradan bir medenî hukuk kanunlaştırması olarak görülmesi nedeniyle, bu kanun metni etrafında girişilen kapsamlı fıkıh ve usul-i fıkıh tartışmaları ilgi alanına dahil edilmemiştir. Oysa daha önce de işaret ettiğimiz üzere, 1908 sonrası dönemde Mecelle’nin tadil ve ikmaline yönelik düşünceler, kapsamlı bir hukuk felsefesi ve metodolojisi tartışması için ortak zemin olmuştur. 1980 sonrasında Mecelle ile ilgili telifatta hem sayı, hem de nitelik açısından olumlu bir artışın olduğu söylenebilir. Bunda, Osmanlı tarihi araştırmaları alanındaki gelişmelerin yanında bu yıllarda üniversite sisteminde yapılan bazı düzenlemelerin de etkisinin olduğu düşünülebilir. Yüksek İslâm Enstitülerinin İlahiyat Fakültelerine dönüşmesiyle birlikte başlayan İslâm hukuku alanındaki lisans üstü çalışmalarının ve hukuk fakültelerinde Türk hukuk tarihinin bir disiplin olarak yer bulmasının, İslâm-Osmanlı hukuk tarihi araştırmaları içinde Mecelle’yi de ilgilendiren tetkikleri teşvik ettiği söylenebilir. 1979’da İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi’nde (c. VII, cüz 3-4) Ahmed Cevdet Paşa üzerine İngilizce bir makale kaleme almış olan Hulusi Yavuz, 1984 yılında aynı dergide yayınladığı “Events Leading to the Compilation of the First Ottoman Civil Code” başlıklı makalede, Divan-ı Ahkâm-ı Adliyye’nin kuruluşu, Nizamiye mahkemeleri ile ilgili tartışmalar ve Cevdet Paşa’nın Devvânî’nin görüşüne dayanarak yaptığı açıklamalar ve Fransız Medenî Kanunu’nun kabulünü sağlama girişimleri ve nihayet Cevdet Paşa’nın Mecelle girişiminin sonuç vermesi gibi hususları Cevdet Paşa’nın kendi ifadelerinden uzun iktibaslarla
Türkçede Mecelle Literatürü
703
ele alır. Yazar, Mecelle incelemelerini, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Enstitüsü tarafından düzenlenen Ahmed Cevdet Paşa seminerinde sunduğu “Mecelle’nin Tedvîni ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri” başlıklı tebliğle sürdürür. Ertesi yıl yayımlanan sempozyum kitabında yer alan bu uzun makalenin ilk kısmında, Mecelle’yi meydana getiren -Avrupa’da kanunlaştırmalar, siyasî, millî ve iktisadî amiller, Fransız baskısı, dinî sebepler, Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye’nin kurulması vb. gibi- amiller üzerinde durulmuş; ikinci kısımda ise, Cevdet Paşa’nın Mecelle hazırlığına katkıları Ebü’l-ulâ’nın tasnifi esas alınarak dört devre halinde onun kitabından özetle aktarılmıştır. Yazar bu vesileyle Mardin’in eserinin kıymetine dair tespitlerini açıklıkla ortaya koymuş, özellikle Başbakanlık Arşivi ve İstanbul Belediye Kütüphanesi’nde bulunan Cevdet Paşa Evrakı’nın Mardin tarafından sözkonusu kitaba yansıtılmasından sitayişle bahsetmiştir (s. 71). Bu yazıda büyük ölçüde Tezâkir, Ma‘rûzât ve Mardin’in eserinden istifade edilmiş olmakla birlikte müellif, konuyla ilgili pek çok eser ya da makaleye işaret etmekte, bir kısmının değerlendirmesini yapmakta ya da içeriğine ilişkin bilgi vermektedir. Böylece, 1908-1926 arasında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış olup Mecelle ile ilgili farklı mütalaalar içeren pekçok yazı, bir tarihçi gözüyle ilk defa kullanılmıştır. Ayrıca dipnotlarda, Mecelle ile ilgili resmi evraklar ve arşiv belgelerinin arşivdeki yeri konusunda da önemli kaynak bilgilerine işaret edilmiştir. 1985’teki Ahmet Cevdet Paşa Semineri’nde “Bir Hukukçu Olarak Ahmed Cevdet Paşa” başlıklı bir tebliğ sunan Mehmet Akif Aydın, Mecelle ve Ahmed Cevdet Paşa konusuna olan ilgisini bugüne kadar sürdürmüş önemli bir isimdir. İslâm hukuk doktrinine vakıf bir hukuk tarihçisi olarak Aydın, Tanzimat sonrasındaki kanunlaştırmalar ve özellikle Mecelle ile aile hukuku üzerindeki çalışmalarında, ele aldığı konuların İslâm hukuk doktrini içindeki yeri ile tarihsel gelişmeler arasında uyumlu bir telif tarzı izleyerek bu alanda başarılı örnekler ortaya koymuştur. Adıgeçen tebliğde yazar, Tanzimat sonrasındaki kanunlaştırmalar içinde Cevdet Paşa’nın dahil olduğu kanunlaştırma çalışmaları hakkında bilgi verdikten sonra, Mecelle ile ilgili değerlendirmelere ilave olarak, Mecelle’nin kapsadığı hukukî alanın özellikleri ve Osmanlı’da resmi mezhep gibi yeni tartışmalara işaret eder.91 Keza, Aydın’ın 1989’da yayımlanan “Mecelle’nin Hazırlanışı” başlıklı kısa makalesi, özlü bir anlatımla, Mecelle’nin gerekçelerini ve hazırlık sürecini özetler.92 91 Bu konular, yazarın, doktora çalışmasına dayanan eserinde aile hukukunun tedvini ile ilgili tartışmalar zımnında etraflıca işlenmiştir. Bkz. M. Âkif Aydın, İslâm-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1985, s. 57-82, 125-135, 154-180. 92 Aydın’ın Mecelle ile ilgili yazıları, kendisinin İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları (1996) isimli derleme kitabında tekrar yayımlanmıştır. Yine bu kitapta “gasb” ve “itlaf” konularını inceleyen yazılarında, Mecelle’ye özel bir ilgi gösterdiği söylenebilir.
704
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Son olarak M. Âkif Aydın’ın, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde yayımlanan “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” (2003) maddesine değinmekte yarar görüyoruz. Mecelle’nin hazırlanmasını gerekli kılan sebepler üzerinde kısaca durulduktan sonra, Mecelle’nin hazırlanış sürecindeki tartışmalara ve her bir kitabın yayın bilgilerine işaret edilmiştir. Mecelle’nin içerik ve özelliklerine ayrılan kısımda, Mecelle literatüründe dile getirilen ve Mecelle’nin niteliğine ilişkin müspet ve menfi mülahazalar dikkatli bir üslupla özetlenmiş, uygulandığı coğrafyalar, Mecelle’nin eksiklikleri ve 1916’da başlayan tadil çalışmaları hakkında bilgi verilmiş ve son olarak da Mecelle metninin şerh ve tercümelerinin önemlilerine işaret edilmiştir. Maddenin kaynakçası da Mecelle araştırmalarının seyrini özetleyici mahiyettedir.93 Yakın dönem Mecelle çalışmaları içinde işaret edilmesi gereken bir diğer eser, Mecelle üzerine yapılmış ikinci doktora tezine94 dayanmaktadır. Osman Kaşıkçı’nın İslâm ve Osmanlı Hukukunda Mecelle (1997) başlıklı çalışması, giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. “Osmanlı Hukukunda Mecelle” başlığını taşıyan Giriş’te, Osmanlı hukuku ve Mecelle’nin özellikleri üzerinde durulmuştur. Birinci Bölüm’de ise, Mecelle’nin hazırlanışı ve gerekçeleri ele alınmıştır. Burada Mecelle kitaplarının her birine ait mazbata, arz tezkeresi ve irade-i seniyyelerin orijinalleri ile yeni harflere çevrilmiş metinleri yorumsuz sıralanmıştır. Belgelerin asıllarının da sayfa aralarına konulması metnin takibini büyük ölçüde güçleştirmiştir. Ayrıca bu belgelerde yer alan bilgilerin, dönemin hukuki telakkileri bakımından önemi ve Mecelle’nin hazırlık sürecindeki yansımaları konusunda değerlendirme yapılmamış olması bir eksikliktir. Kitabın “Mecelle’nin Hükümlerinin Tahlili” başlığını taşıyan ikinci bölümünde, Hukuka Giriş, Şahsın Hukuku, Eşya Hukuku, Borçlar Hukuku ve Muhakeme Usulü başlıkları altında, Mecelle’nin bu konulara ilişkin hükümleri, fıkıh kitapları ve Mecelle şerhlerine atıf yapılarak detaylandırılmış alt başlıklara göre anlatılmaktadır. Üçüncü ve son bölüm, Mecelle’nin tadili ve ikmali konusundaki çalışmalara ayrılmıştır. Bu kısımda; önce bizzat Mecelle Cemiyeti tarafından bazı konularda yapılan ilave çalışmalara ilişkin arşiv belgelerine yer verilmiş, daha sonra 1916, 1923 ve 1924 tarihli tadil komisyonları ve yaptıkları çalışmalara ilişkin bilgiler aktarılarak değerlendirilmiştir. Eserin genel olarak sistemli bir anlatıma sahip olmadığı söylenebilir. 93 Maddenin dört sayfalık kısa hacmi içine, Mecelle ile ilgili pek çok malumatın veciz bir biçimde yerleştirilmiş olması, karşımıza Mecelle hakkında kısa ve derli toplu bir metin çakırmış olmakla birlikte; konunun, hak ettiği genişlikte ele alınmadığı söylenebilir. Nitekim maddenin kaleme alınmasında Mecelle nüshaları ile şerh ve benzeri telifatın değerlendirmesine, yüksek öğretim müfredatındaki yerine ve ilgili literatürün genel özelliklerine ilişkin konulara hiç temas edilmemiştir. 94 Osman Kaşıkçı, “Mecelle’nin Hazırlanışı, Özellikleri ve Üzerine Yapılan Değişiklik Çalışmaları,” Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995, v+261 s.
Türkçede Mecelle Literatürü
705
Gülnihal Bozkurt, aynı yıllarda yayımlanan Batı Hukukunun Türkiyede Benimsenmesi95 adlı kitabının “Medenî Hukuk Alanındaki Gelişmeler” başlıklı bölümünde; Mecelle hazırlığına giden tarihî süreç, Mecelle’nin muhtevası, sistemi ve genel özellikleri hakkında bilgiler verir. Osmanlı’daki medenî kanun tartışmaları, Batılı medenî kanunlarından yapılan tercümeler, 1916 tadil ve ikmal komisyonlarının çalışmaları gibi konuların da yer aldığı kitap, Cumhuriyet öncesi dönemde çeşitli periyodiklerde çıkan yazıları kullanması ve Batı hukukuna ilişkin tartışmaları içermesi bakımından önemlidir. Mecelle’nin içeriği ile ilgili bilgiler, daha çok, Hıfzı Veldet, Ebü’l-ulâ Mardin, M. Reşit Belgesay, A. Refik Gür ve Sıddık Sami Onar’ın çalışmalarına dayanmaktadır. 80’li yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenmiş olan Ahmed Cevdet Paşa Semineri’nden sonra Mecelle’nin müstakil tebliğlerle ele alındığı ikinci sempozyum, 1995 yılında Ahmet Cevdet Paşa’nın vefatının 100. yılı münasebetiyle Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Ankara’da düzenlenmiştir. “Hukukçu Olarak Ahmed Cevdet Paşa” konulu oturumda 8 tane tebliğ sunulmuştur. Kanunlaştırma faaliyetleri, Mecelle’nin hazırlanması, küllî kaidelerin mahiyeti ve önemi, bu kaidelerin konularına göre yeniden tasnifi gibi meseleleri içeren tebliğlerde, Mecelle incelemelerindeki mevcut birikime yeni katkılar sağlandığını söylemek zor görünmektedir. İdil-Ural bölgesindeki Mecelle hazırlama girişimlerini konu alan bir tebliğ ise, Rusya Türkleri’nin Mecelle hazırlama girişimleri konusunda verdiği bilgilerle Mecelle’nin başka coğrafyalardaki hukukî gelişmeler üzerindeki etkisine dikkat çekmektedir. Son olarak, Mecelle üzerine yapılan incelemeler içinde tezlere dair bazı hususlara işaret etmek istiyoruz. Yukarıda işaret ettiğimiz Öztürk ve Kaşıkçı’nın kitap olarak da yayımlanmış olan doktora tezleri dışında, doğrudan Mecelle’yi konu alan yüksek lisans tezlerinin sayısı birkaç taneyi geçmemektedir.96 Çeşitli İlahiyat fakültelerinde hazırlanan lisans tezleri, umumiyetle bazı şerhlerin kısmî olarak yeni harflere aktarılması tarzındadır. Bunlar arasında farklı bir örnek olarak Mustafa Özgür, “Hasan Sıdkı Efendi’nin Şevâhidü’l-Ecille fî Şerh-i Kavâidi’l-Mecelle” isimli yazma kavâid şerhini yeni harflere aktarmıştır.97 Kütüphane kataloglarında kaydı bulunan yazma halindeki diğer şerhlerin de, bu yolla günyüzüne çıkarılması Mecelle araştırmalarına önemli katkılar sağlayacaktır. Mecelle incelemeleri ile ilgili olarak kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, Mecelle üzerine yapılan sınırlı sayıdaki monografi ve akademik kaygılarla yazılmış onlarca makalede, Mardin’in ortaya koyduğu tarihî bilgi çerçevesine, 95 Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, s. 159-174. 96 Mehmet Akman, “Mecelle’de Ariyet Sözleşmesi” (1989); Temel Şen, “Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle” (1991), Mehmet Malkaç, “Ana Hatlarıyla Mecelle ve Mecelle ile İlgili Bibliyografik Çalışma” (2001). 97 Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2004.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
706
önemli bir katkının henüz sağlanamadığı söylenebilir. Ayrıca, Mecelle’nin içeriği ve sistematiği üzerinde yapılacak değerlendirmeler için gerekli olan detaylı muhteva incelemeleri de çok sınırlı kalmıştır. Bu konunun İslâm hukuku alanında uzmanlığı bulunan hukuk tarihçileri ile tarih araştırmalarına aşina İslâm hukuku uzmanlarınca fıkıh literatürü çerçevesinde ele alınması gerekmektedir. Aksi takdirde, Mecelle övgüleri ve eleştirileri, genellikle içinde bulunulan subjektif ortamların etkileri altında şekillenmekte ve sonuçta modern dönem İslâm hukuk tarihinin bu önemli eseri, sağlıklı bir değerlendirme zemininden uzak kalmaktadır.
IV. Bibliyografya98 A. Mecelle Metinleri99 Ahkâm-ı Adliyye, Bir mukaddime ile kitabı şamildir, [Mukaddime ve Kitâbü’-Büyû‘], [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 15 Rebiu’l-âhir 1286, 2+77 s.100 Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-İcarât, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, Gurre-i Muharremü’l-Haram 1287, 2+48 s.101 Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-Kefâle, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, Gurre-i Rebiu’l-Evvel 1287, 2+15 s.102 Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-Havâle, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 16 Safer 1288, 7 s.103 98 Mecelle metinlerini, şerhlerini ve incelemelerini içeren bu bibliyografyada yer verdiğimiz kaynaklar içinde bizzat görme imkanı bulamadıklarımız, (*) işaretiyle gösterilmiştir. 99 Mecelle metinlerini gösteren bu bibliyografya, basım tarihlerine göre düzenlenmiştir. 100 Mecelle kitaplarının ilk baskıları olduğu anlaşılan müstakil nüshalar, birlikte ciltlenmiş olarak şahsî kütüphanemizde bulunmaktadır. Bazı kitapların baş tarafındaki numarasız sayfalarda, o kitabın fihristi bulunmaktadır. Kapak bilgileri farklılıklar gösterdiği için hepsinin isim, baskı ve tarih bilgileri mümkün olduğunca detaylı biçimde yansıtılmaya çalışılmıştır. Genellikle kitapların irade tarihleri sonda verilmiştir. İrade tarihi bulunmayan nüshalara işaret edilecektir. İlk kitabın başında numarasız iki sayfada fihrist bulunmaktadır. Daha sonra, herhangi bir başlık konulmaksızın mazbata suretine yer verilmiştir (s. 2-9). Kitabın kapak sayfası mazbatadan sonra gelmektedir. Özege, ilk kitap için iki baskı göstermektedir: Haleb Vilayet Matbaası, 1286; İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1289, 2+77 s. (Özege, c. II, s. 902). 101 İrade tarihi verilmemiştir. 102 İrade tarihi verilmemiştir. Başında fihristten sonra hata savab cetveli vardır. 103 Fihristi kapak sayfasındadır. İrade tarihi verilmemiştir. Kaynaklarda bu kitabın irade tarihiyle ilgili farklı bilgiler bulunmaktadır. Düstur’da (c. I, s. 125) bu kitabın irade tarihi verilmemiştir. Mardin, içerdiği bazı ihtilaflardan dolayı tekrar müzakere edilerek kabul edilen bu kitabın irade tarihi olarak 9 Zilkade 1287’yi gösterirken (aynı bilgiler için bkz. Öztürk, s. 55-57; Kaşıkçı, s. 110-117), Mecelle nüshalarında ve DİA maddesinde (Aydın, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”, s. 232) 25 Safer 1288 tarihi verilmektedir. Dolayısıyla bu bilgi göz önüne alındığında irade tarihi ile yayın tarihi arasında bir uyumsuzluk görünmektedir.
Türkçede Mecelle Literatürü
707
[Ahkâm-ı Adliyye] Kitâbü’r-Rehn, y.y, ts., 12 s.104 Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-Emânât, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 25 Safer 1289, 18 s.105 Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-Hibe, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 25 Safer 1289, 10 s. Ahkâm-ı Adliyye Kitâbü’l-Gasb, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 29 Ramazan 1296, 18+1 s.106 Ahkâm-ı Adliyye Dokuzuncu Kitab [Hacr ve İkrah ve Şüf‘a], [İstanbul]: Dâru’t-Tıbâ‘ati’lÂmire, y.y, ts., 24 s.107 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Kitâb-ı Âşir [Şirket], [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 25 Muharrem 1297, 86 s.108 [Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] Kitâb-ı Hâdî Aşer [Vekâlet], [İstanbul]: Dâru’t-Tıbâ‘ati’l-Âmire, 17 S[afer?] sene [12]92, 20 s.109 [Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] Kitâb-ı Sânî Aşer [Sulh ve İbrâ], [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 1297, 32 s.110 [Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] Kitâbü’l-İkrâr [ve Kitâbü’d-Da‘vâ], [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, Gurre-i Receb 1293, 35 s.111 [Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] Beyyinât ve Tahlîf: Onbeşinci Kitab, Matbaa-i Âmire, 15 Şevval 1[2]92, 32 s.112 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Onaltıncı Kitab Kaza Hakkında, [İstanbul]: Matbaa-i Âmire, 20 Şevval 1293, 17 s. “Ahkâm-ı Adliyye Mecelleleri” [1-8. Kitaplar], Düstur, c. I, [İstanbul]:Matbaa-i Âmire, 1289, s. 19-164.113 104 Kapak sayfasında sadece fihrist vardır. İrade tarihi (14 Muharrem 1288) verilmiştir. Özege, yayın tarihini 1288 olarak gösterir (c. II, s. 906). 105 Özege, 1288 tarihini vermektedir ki muhtemelen son sayfada bulunan irade tarihinden (24 Zilhicce 1288) hareket etmiş olmalıdır (c. II, s. 902). 106 Özege iki baskı gösterir: 1289, 1+18 s.; 1296, 18+1 s. (c. II, s. 903). Anlaşıldığı kadarıyla bu kitabın sonunda belirtilmiş olan irade tarihi (23 Rebiül-âhir 1289), baskı tarihi olarak yorumlanmıştır. Kitabın sonunda bir sayfalık fihrist vardır. 107 İrade tarihi verilmemiştir. Düstur’da (c. III, s. 52) irade tarihi 25 Zilkade 1289 olarak verilmiştir. 108 İki sayfalık fihristi sonda ciltlenmiştir. Özege’de (c. II, s. 900, 907) gösterilen nüsha, daha önceki bir tarihi gösteriyor ve farklı sayfa sayısına sahip: 1291, 2+98 s. Şirket kitabının irade tarihi (13 Cumâde’l-Ûlâ 1291) dikkate alındığında bizim elimizdeki nüshanın, sonraki bir baskı olduğu düşünülebilir. 109 Özege, sayfa sayısını 23 olarak göstermektedir (c. II, s. 896, 905). 110 Kitabın sonunda irade tarihi ve “tab‘ u neşri tarihi” ifadesiyle ikinci bir tarih (17 S[afer] sene 92) vardır ki muhtemelen ilk basıma işaret eder. Özege, elimizdeki nüshadan farklı olarak gösterdiği 14 sayfalık nüsha için bu ilk tarihi vermektedir (c. II, s. 900, 906). 111 1-15. sayfalar İkrâr kitabını, 16-35. sayfalar ise Da‘vâ kitabını içerir. Da‘vâ kitabı için kapak yoktur. Numarasız olan arka kapakta matbaa ve tarih bilgisi verilmiştir. Özege, sayfa sayısını 35 olarak gösterir (c. II, s. 897). Özege, aynı kitapla ilgili ikinci bir kayıtta (c. II, s. 901), sayfa sayısını 35+15 olarak göstermektedir ki, bunun yanlışlığı ortadadır. 112 Özege, baskı tarihini 1293 olarak gösteriyor (c. II, s. 895, 902). İrade tarihi (26 Şaban 1293) dikkate alındığında, baskı tarihinde bir hata olduğu düşünülebilir. Zira aynı tarihli iradeye sahip olan bir sonraki Kazâ kitabının yayın tarihi 20 Şevval 1293’tür. 113 İlk iki kitabın iç bölümlerini gösteren fihristler ile ilk kitabın mazbatası da burada yayımlanmıştır.
708
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
[Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] [9-12. Kitaplar], Düstur, c. III, Matbaa-i Âmire, 1293, s. 38147;114 [13-14. Kitaplar], s. 399-425. [Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye] [15-16. Kitaplar], Düstur, c. IV, İstanbul: Dâru’t-Tıbaati’l-Âmire, 1296, s. 97-128. Kitâbü’l-Vedî‘a (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den), İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1288, 1+18 s.115 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297, 14+633 s.116 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1300, 14+633 s.117 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1300, 15+677 s.(*)118 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, 2. baskı, Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1305, 14+633 s.119 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, 3. baskı, Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1308, 14+633 s.120 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, 4. baskı, Dersaadet: Âlem Matbaası Ahmet İhsan ve Şürekası, 1314, 14+633 s.121 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Tâbi‘ ve nâşiri: M. Rifat, İzmir: Ahenk Matbaası, 1315, 468 s.122 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, 1320, 633+14 s.123 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, 1322, 633+14 s.124 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Raşid Efendi Kütübhanesi, 1322, 633+14 s.125 114 Sadece onuncu kitabın fihristi, ilgili kitabın baş tarafında yayımlanmıştır. 115 Özege, c. II, s. 905. Yayımlandıktan sonra toplatılan ve aynı isimle tekrar yürürlüğe girmeyen bu kitapla ilgili geniş bilgi için bkz. M. Âkif Aydın, “Mecelle’nin Yürürlükten Kaldırılan Altıncı Kitabı Kitâbü’l-Vedî‘a”, Osmanlı Araştırmaları, 1993, sy. 13, s. 207-226. 116 Yukarıda açıkladığımız üzere Mecelle metinlerinin sonunda üç adet ilave yazı bulunmaktadır. Sözkonusu baskıda, metinlerin yeri şöyledir: s. 615-617; 618-627; 628-633. Kapak notu: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve Maarif Nezareti celilesi ruhsat-ı resmiyesiyle bâb-ı âlî civarında kâin Mahmud Bey Matbaasında tab‘ u temsil olundu.” 117 Bu baskının kaçıncı olduğu belirtilmemiştir. Kapakta “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve Maarif Nezareti celilesi ruhsat-ı resmiyesiyle bu defa Matbaa-i Osmaniyede tab‘ olunmuştur” kaydı vardır. İkinci ve üçüncü baskıların, sayfa sayısı ve sayfa düzeni aynıdır. Perde sayfasıyla ayrılmış olan her kitabın sonunda irade tarihi verilmiş olup, sonda “Müteferrikat” başlığı ile verilen üç yazının yeri, her üç baskıda da aynıdır. 118 Özege, c. III, s. 1043. Özege, bu nüshanın sayfa sayısını ve yazı boyutlarını ilkinden farklı göstermektedir. 119 Kapak notu: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve maarif nezaret-i celilesi ruhsat-ı resmiyesiyle ikinci defa olarak (...).” 120 Kapak notu: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve Maarif Nezaret-i celilesi ruhsat-ı resmiyesiyle üçüncü defa olarak (…)”. Özege, 3. baskı için ikinci bir nüsha daha gösterir: Yayın yeri ve matbaası yok, 14+633 s. (c. III, s. 1043). 121 Kapak notu: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki ve Maarif Nezareti celilesinin fi 21 Rebiü’l-âhir sene 1313 tarihli ve 413 numerolu ruhsat-ı resmiyesiyle dördüncü defa olarak tab olunmuştur.” 122 Özege, c. III, s. 1043. Nâşir bilgisi, Milli Kütüphane’deki nüshanın kaydında bulunmaktadır. 123 Türkiye Basmaları Toplu Kataloğu, 1267, Milli Kütüphane. 124 Özege, c. III, s. 1043.
Türkçede Mecelle Literatürü
709
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, İstanbul: Matbaa-i Ahmed Kamil (Mahall-i furuhtu: Raşid Efendi Kütüphanesi),126 1329, 627+12 s.127 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Tâbi‘ ve nâşiri: Terakki Kütüphanesi Sahibi Mehmed Şemseddin, Kostantiniyye, 1329, 784+16 s.128 Mecelle: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Metni kontrol eden ve lügatçeyi hazırlayan: Ali Himmet Berki, Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Güzel İstanbul Matbaası, 1959, xxvii+316 s. Öztürk, Osman, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul: İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Neşriyatı, 1973, xxiv+431 s. Açıklamalı Mecelle: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Metni ve açıklamaları kontrol eden: Ali Himmet Berki, İstanbul: Hikmet Yayınları, 1978, 16+422+13 s.; 2. baskı, İstanbul: Hikmet Yayınları, 1979, 16+422+13 s.; 3. baskı, İstanbul: Hikmet Yayınları, 1982, 16+422+13 s. Sadeleştirilmiş Mecelle, İbrahim Ural ve Salih Özcan (sadeleştirenler), İstanbul: Fey Vakfı, 1995, 427 s. B. Mecelle Şerhleri129 Şemsî, [Şerh-i Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye], [İstanbul]: Hakikat Matbaası, 1294 h., 2+55+1. 2. cüz: İstanbul: Cerîde-i Askeriye Matbaası, 1298 h. 56-119.130 Abdüssettâr, Teşrîhü’l-Kavâidi’l-Külliyye fi Ahkâmi’l-Fer‘iyyeti’l-Ameliyye, Sultan Bayezid [İstanbul]: Müzellefzâde Rıza Efendi Basmahanesi, 1295 h., 55+1 s.;131 2. baskı, İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297, 68 s.;132 3. baskı, Teşrîhü’l-Kavâidi’l-Külliyye, Kitapçı Karabet (nşr.), İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1301, 52 s., [yazar adı, bu baskının kapağında yer almıyor]. Abdüssettar, Mecelle Şerhi Teşrîh, cüz 2, İstanbul: Mihran Matbaası, 1296, s. 57-120; 2. baskı, Mecelle Şerhi Teşrîh, cüz 2-3, İstanbul: Mihran Matbaası, 1296, s. 57-120.133 125 Türkiye Basmaları Toplu Kataloğu, 1268. 126 Milli Kütüphane katalog fişinde aynı tarihli bir nüsha için matbaa olarak Raşid Efendi Kütüphanesi gösterilmiştir; oysa bu, nüshanın kapağında da belirtildiği üzere satış mahallidir. 127 Kapak notu: “İşbu Mecelle Adliye Nazırı ve Mecelle Cemiyeti celilesi reisi devletlü Ahmed Cevdet Paşa hazretlerinin tertib ve tensîki vechile tab olunmuştur.” 128 Başında mazbata, sonunda üç adet ek vardır. Özege’de (c. III, s. 1043), aynı tarih ve sayfa sayısına sahip bir nüsha için Hacı Hüseyin Efendi Matbaası kaydı konulmuştur. Bizim gördüğümüz nüshada matbaa ismi bulunmamaktadır. 129 İnceleme kısmında hakkında bilgi verilenlere ilave olarak, burada, çeşitli kaynaklarda yer alan bazı eserlerin isimlerine de yer verilmiştir. Bibliyografyanın bu kısmı alfabetik olmayıp, incelemede gözetilen kronolojik sıraya uygun olarak, şerh literatürünün gelişim seyrini gösterecek biçimde tertip edilmiştir. Ayrıca, ilgili yerlerde de işaret edildiği üzere, şerhten ziyade indeks, kaynak bilgisi vs. gibi Mecelle’nin kullanımına yardımcı olacak çalışmalar da doğrudan Mecelle metinleriyle ilişkili olduğu için şerh gibi mütalaa edilerek bu kısımda gösterilmiştir. 130 Özege, c. IV, s. 1649. 131 Bu baskının sonunda kitabın Mecelle Cemiyeti marifetiyle tab edildiği belirtilmektedir. 132 İkinci baskıya ait bilgiler, Özege’den alınmıştır (c. IV, s. 1843). 133 İkinci ve sonraki cüzler, ilk cüz olan kavâid şerhinin ilk baskısındaki numaraların devamı olarak, -kapakları dahil (sayfa numaraları kapak sayfalarının üst kısmında yazılmıştır)- müteselsilen numaralandırılmıştır. Ayrıca dört kitabın kapakları farklı tarihlere sahip olmakla beraber birbirini takip eden müteselsil sayfalarda basılmış ya da ciltlenmiştir.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
710
Abdüssettar, Mecelle Şerhi Teşrîh Kitâbü’l-İcâre, İstanbul: Mihran Matbaası, 1297, s. 121216; 2. baskı, İstanbul: Mihran Matbaası, 1298, s. 121-216 s. Abdüssettar, Mecelle Şerhi Teşrîh Kitabü’l-Kefâlet, İstanbul: Mihran Matbaası, 1299, s. 217280. Abdüssettar, Mecelle Şerhi Teşrîh cüz 16, 17 [Kitâbü’l-Havâle], İstanbul: Mihran Matbaası, 1301, s. 281-311. Mesud Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, [1. baskı], Matbaa-i Osmaniye, [İstanbul], 1297 r. /1299 h., 12+4+870 s.; tashihli 3. baskı, Dersaadet: Matbaa-i Osmaniye, 1302, 12+ 750 s.134 Ömer Hilmi, Mir’âtü’l-Mecelle, Medrese-i Hukuk 5. kısım, İstanbul: Matbaa-i Mekteb-i Sanayi-i Şâhâne, 1298.135 Süleyman Hasbî, Tafsîl li-Tavzîhi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye ve’l-Usûliyye fî Evveli’l-Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye, İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1299 h./1297 r., 258 s. [kapakta, birinci baskı olduğu belirtilmiştir]. Ali Haydar, Mirkâtü’l-Mecelle, Medrese-i Hukuk tefrika kısmı,136 [İstanbul]: Mekteb-i Sanayi-i Şahane Matbaası, Kitâb-ı Hâdî Aşer, 1298, 95 s.; Kitâb-ı Sânî Aşer, [İstanbul]: 134 Metnin sonunda (s. 740), bu baskının, tashihli üçüncü baskı olduğu ve Rebîül-Âhir 1303 senesinde tab edildiği belirtiliyor. Bu durumda başta ve sonda, baskı yeri ve matbaa bilgisi ile birlikte gösterilen 1302 tarihini rumî olarak kabul etmek gerekecektir. Aynı tarihli başka bir nüshanın, fihristten önceki müteselsil sayfa numaraları taşıyan ilk üç sayfasında, İbrahim Halebî’nin bir eserine yazılmış üç adet Arapça takriz vardır. Bunun matbaada baskı esnasında meydana gelen bir karışıklıktan kaynaklandığı düşünülebilir. Ferhat Koca; Mesud Efendi’nin, adıgeçen kitabı hicri 1298 yılında tamamladığını (Mesud Efendi’nin bu konudaki kendi ifadesi için bkz. Mir’at-ı Mecelle, 1299 h., s. 855) belirttikten sonra, kitabın baskılarını 1290, 1297, 1299, 1302 olarak vermektedir ki, Mecelle’nin son kitabının 1293 tarihli olduğu da dikkate alındığında, ilk baskı için verilen tarihin yanlışlığı ortadadır. Şamil Şahin de, kitap için beş baskı (Matbaa-i Osmaniye: 1290, 1297, 1299, 1300, 1302) göstermektedir. Bkz. Dirâse Mûceze an Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye: Mukaddimetu Meşrû ve Bibliyografiyye Şâmile, Dımaşk: Daru Garhira, 2004/1424, s. 59). Bu çalışmada, hicri ve rumi tarihlerin birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır. Koca ve Şahin tarafından gösterilen 1290 tarihli baskı bilgisi, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Tırnovalı bölümünde bulunan 1297 r./1299 h. tarihli bir nüshanın, katalog fişine yanlış kaydedilmesinden kaynaklanmış ve bu fişe dayalı tarihlendirmelerde de, yanlış olan bu tarih tekrarlanmıştır. Aydın da 1297/1299 r., 1299 ve 1302 tarihlerini vermektedir (“Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”, s. 234) ki, ilk baskının tarihinde hicri ile rumi tarihler yer değiştirmiştir. Özege, ilk baskı için 1297/1299 tarihini vermektedir (c. III, s. 1162). Özege’nin ilk baskı için verdiği sayfa sayısı, eldeki mevcut nüshalardan farklıdır. Kitabın ikinci baskısı ile ilgili kesin bilgi için, bu baskıya ait bir nüshanın görülmesi gerekmektedir. 135 Özege, c. III, s. 1165. Refik Gür’ün, kitabının bibliyografyasında (s. 101), Ömer Hilmi Efendi’ye nisbet ettiği Şerhu’l-Mecelle (İstanbul: Mekteb-i Sanayii-i Nefise Matbaası, 1298), bu kitap olsa gerektir. 136 Kitabın sonunda bulunan “ihtar”da, birlikte ciltlenen bu altı kitap, Mirkâtü’l-Mecelle’nin “cild-i sânî”si olarak belirtilmiş ve tefrika halindeki sayfaların cildinde kolaylık sağlamak üzere şerhin yayımlandığı Medrese-i Hukuk dergisine ait 30 sayının numaraları verilmiştir. Ali Haydar’ın, ondördüncü kitaba ait şerhin baş tarafında, numarasız sayfalarda [s. 4-5] bulunan takdim yazısındaki ifadelerinden, şerhe 11. kitaptan başladığı anlaşılmakla birlikte, buradaki “cild-i sânî” ifadesinin çağrıştırdığı üzere şerhin birinci cildinin bulunup bulunmadığı hakkında bilgi sahibi değiliz. Muhtemelen, önceki kitaplara ilişkin şerhler, yazarın daha sonraki yıllarda müstakil kitaplar olarak yayımlanan şerhleri olmalıdır.
Türkçede Mecelle Literatürü
711
1298, 29 s.; Kitâb-ı Sâlis Aşer, [İstanbul]: 1298, 35 s. ; Kitâb-ı Râbi‘ Aşer, [İstanbul]: 1298, 84 s.; Kitâb-ı Hâmis Aşer, [İstanbul]: 1299, 141 s.; Kitâb-ı Sâdis Aşer, İstanbul: 1299, 61 s.137 Ali Haydar, Hoca Eminefendizade [Küçük], Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, c. I, 3. baskı, İstanbul: Matbaa-i Tevsî‘-i Tıbâ‘at, 1330, 992 s.; c. II, 3. baskı, Kostantiniyye: Matbaa-i Ebüzziya, y.y., ts., 952 s.; c. III, Kostantiniyye: Matbaa-i Ebüzziya, 1330, 989 s.; c. IV, [İstanbul]: Hukuk Matbaası, 1330, 831 s.138 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyyenin Îzâhı, Muharrirleri: Mustafa Mecdüddin - Mehmed Selahaddin, [İstanbul]: Mekteb-i Mülkiye-i Şahâne Destgâhı (Taşbaskı), 1305 h., 150 s.139 Âtıf Bey, Şerh-i Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitabü’l-Büyû‘, Muharriri: Ahmed Fahreddin, [İstanbul]: Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Destgâhı (Taşbaskı), 1305 h., 122 s.140 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Kısm-ı sâlis, Muharriri: Mehmed Selahaddin, [İstanbul: Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Destgahı (Taşbaskı)], 1308 h., 277 s.141 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitabü’l-Kefâle, Müsevvidi: Mehmed Şerif, [İstanbul: Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Destgâhı (Taşbaskı)], 1309-1310, s. 278-459.142 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitabü’l-Havâle, Mübeyyizi: Mehmed Faik, [İstanbul]: Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Destgâhı (Taşbaskı), 1309 h., s. 462-498.143 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitabü’r-Rehin, Mübeyyizi: Mehmed Nuri, [İstanbul: Mekteb-i Mülkiye-i Şahane Destgâhı (Taşbaskı)], 1309 h.-1311 h., s. 499-576.144 Âtıf (Kuyucaklızade), Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyyenin Îzâhı Kitabü’l-Büyû [Şerhi]-Kitabü’l-Hacr vel-İkrâh ve’ş-Şüf ’a [Şerhi]: İstanbul: Mektebi Mülkiye-i Şâhâne Destgâhı (Taşbaskı), 1311-1313 h., 1114 s.145 Âtıf, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Mekâtib-i Mülkiyye Beşinci Sene Talebesine, 2 Cilt, İstanbul: Mekteb-i Mülkiye Destgâhı, 1311-1314, 830 s.146 137 Özege de, aynı bilgileri vermektedir (c. III, s. 1167). Aydın, Küçük Ali Haydar Efendi’nin eserleri arasında, onbirinciden onaltıncıya kadar olan kitapların şerhi olarak Mirkâtü’l-Mecelle (1298-1299)’ye işaret etmektedir. Bkz., M. Âkif Aydın, “Ali Haydar Efendi. Küçük”, DİA, c. II, İstanbul, 1989, s. 397. 138 Dördüncü cildin sonunda, bütün ciltler için bir hata savab cetveli hazırlandığı ve ayrı bir forma olarak ücretsiz dağıtılacağı bilgisi verilmektedir. 139 1-100. maddelerin şerhini içerir. Kapak notu: “Mekteb-i Mülkiye-i Şahane dördüncü sene talebesine mahsus olmak üzere mekteb-i mezkur destgâhında tab‘ u temsîl kılındı.” 140 101-299. maddeleri içerir. 141 300-608. maddeleri içerir. Kapak notu: “Muallim faziletlü Âtıf Beyefendi hazretlerinin beşinci seneye takrir buyurdukları dersleri câmi‘dir.” “Beşinci sene talebesine mahsus ve matbûu mahduddur.” 142 612-672. maddeleri içerir. Kapak notu: “Muallim faziletlü Âtıf Beyefendi hazretlerinin altıncı seneye takrir buyurdukları dersleri câmi‘dir.” 143 Kapak notu: “Mektebi Mülkiye-i Şahane müntehî sınıf talebesine mahsus olarak mekteb-i mezkur litografya destgâhında tab‘ olunmuştur.” 144 761. maddeye kadardır. Kapak notu: “Mektebi Mülkiye-i Şahane müntehî sınıf talebesine mahsus olarak mekteb-i mezkur litografya destgâhında tab‘ olunmuştur.” 145 Özege, c. III, s. 1043. 146 Türkiye Basmaları Toplu Kataloğu, 5115.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
712
Âtıf, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyyenin Îzâhı, İstanbul, 1315, 508 s.147 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyyenin Îzâhı, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 16 +111 s. 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kavâid-i Külliyye Şerhi, İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1327, 16+ 111 s.; 3. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerhi ve Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyyenin Îzâhı, İstanbul: Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, 1339, 16+111 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Büyû‘, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 190 s.; 2. baskı, İstanbul: Tanin Matbaası, 1328, 190 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitâbü’l-İcârât, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 143 s.; 2. baskı, [İstanbul]:Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1330, 143 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Kefâle, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 56 s. 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Kefâle, Dersaadet: Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1332, 56 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Havâle, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 27 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Havâle, Dersaadet: Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1332, 27 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’r-Rehin, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 48 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’r-Rehin, İstanbul: Tanin Matbaası, 1329, 48 s.148 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Emanât, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1319, 68 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Emanât, İstanbul: Tanin Matbaası, 1329, 48 s.149 Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Hibe, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1319, 37 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Hibe, Dersaadet: Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1332, 37 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Gasb ve’l-İtlâf, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1319, 46 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Gasb ve’l-İtlâf, Dersaadet: Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1332, 46 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerh-i Kitabü’l-Hacr ve’l-İkrâh ve’ş-Şüf‘a, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1318, 58 s.; 2. baskı, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’l-Hacr ve’l-İkrah ve’ş-Şüf‘a, Dersaadet: Matbaa-i Hayriyye ve Şürekası, 1332, 58 s. Âtıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Şerh-i Kitabü’ş-Şirket, İstanbul: Tanin Matbaası, 1328, 241 s.150 147 Türkiye Basmaları Toplu Kataloğu, 5118. 148 Özege, c. III, s. 1043. 149 Özege, c. III, s. 1044. 150 Âtıf Efendi’nin oğlu Kemal Atıf’ın -kapağın iç sayfasında bulunan- notuna göre, Âtıf Efendi’nin talebelerinden Bekir Sami Efendi, bu kitabın son kısımları ile müteakip kitapları, hocasının usulüne uygun olarak yazmış ama hocasına atfen onun adını koymuştur. Ancak daha sonra bu isimle başka bir kitap çıkıp çıkmadığını bilmiyoruz. Özege, bu baskıyı 2. baskı olarak kaydetmiş, ancak birinci baskıyı göstermemiştir (c. III, s. 1044).
Türkçede Mecelle Literatürü
713
Ahmed Lütfi, Zübdetü’l-Ecvibe mine’l-Mecelleti’l-Ahkâmi’l-Adliyye, 1. cüz, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1300, 6+33 s.151 Orpilyan, Serkiz, Miftâhu’l-Mecelle, Kasbar (nşr.), İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1299 h./1298 r., 660 s. Mehmed Ali, Rehber-i Tâlibîn-i Mecelle, Dersaadet: Mahmud Bey Matbaası, 1305, 44+624 s. H[afız] M[ehmed] Ziyâeddin (Kale-i Sultaniyeli Türkzâde), Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Şerhi, Dersaadet: Kasbar Matbaası, 1312, 6+1198+10 s.152 Zağralı Fehmi, Zübdetü’l-Mecelle, Dersaadet: Hakkâk Serviçe Matbaası, 1312, 17 s.153 Hacı Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, c. I, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye, 1326, 214+1 s.; c. II, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye: Tercüman-ı Hakikat Matbaası, 1327, 254+2 s.; c. III, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1328, 256 s. ; c. IV, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1328, 212 s.; c. V, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1328, 275 s.; c. VI, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1327, 359 s.; c. VII, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1328, 252 s.; c. VIII, Dersaadet: Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1328, 307 s. Mustafa Fevzi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den, İstanbul: Matbaa-i Hukukiye, 1327-1329. Kitâbü’l-Emânât Şerhi, 153+5 s.; Kitâbü’l-Hibe Şerhi, 160+4 s.(*)154 Mustafa Fevzi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitâbü’ş-Şirket, Mehmed Tahir ve Ahmet Talat (nşr.), İstanbul: Matbaa-i Hukukiyye, 1328, 636 s.155 Mustafa Fevzi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’den Kitâbü’l-Vekâlet, nşr. Mehmed Tahir - Ahmet Talat, İstanbul: Matbaa-i Hukukiyye, 1329, 120 s.156 Mehmed Rifat (Gelibolulu), Tevâfukât-ı Kavâid-i Külliyye, İzmir: İzmir Vilâyet Matbaası, 1313, 112 s.157 Ali Ulvi, Telhîs-i Kavâid-i Külliyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye, İstanbul: A. Asaduryan Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1317, 128 s. Cevdet Bey, Mecelle Şerhi: Kısm-ı Evvel Kavâid-i Külliye, Dersaadet: Ahmet Saki Bey Matbaası, 1327, 310+2 s. 151 Öztürk’ün verdiği bilgiye göre Siroz Ticaret Mahkemesi reisi tarafından yazılan eser, “K.-Büyû‘da geçen bazı meselelerin sual-cevap tarzında izahı mahiyetindedir.” Bkz. Öztürk, s. 115; Özege, c. V, s. 2132. 152 Kitabın başında altı tane Arapça takriz, sonunda Mecelle metinlerinin sonunda bulunan üç ilave metin bulunmaktadır (s. 1186-1198). 153 Mecelle’nin bütün kitaplarını ve kavâid-i külliyeyi büyük boy (40x28 cm.) birer sayfada tablo ve kutucuklar içine yerleştirilmiş maddelerle özetleyen çalışma, herhangi bir şerh içermemekle birlikte, Mecelle metni üzerine yardımcı bir çalışma olarak bu listeye dahil edilmiştir. 154 Özege, c. III, s. 1044. 155 Kapak notu: “Dersaadet Bidayet Mahkemesi Hukuk Reisi ve Darülfünun Hukuk Şubesi üçüncü sene Muallimi Mustafa Fevzi Efendi’nin zabtolunan takrir-i âlîleridir. Muallim-i muhteremin ruhsatıyla tab‘ ettirilen formaların adedi mahduttur.” 156 Kapak notu: “Dersaadet Bidayet Mahkemesi Hukuk Reisi ve Darülfünun Hukuk Şubesi üçüncü sene Muallimi Mustafa Fevzi Efendi’nin zabtolunan takrir-i âlîleridir. Muallim-i muhteremin ruhsatıyla tab‘ ettirilen formaların adedi mahduttur.” 157 Yazarı, dava vekili olan kitap, “Fer‘î kaidelerin kavâid-i külliyeye ircâı mahiyetindedir.” Bkz. Öztürk, s. 115; Özege; c. IV, s. 1845.
714
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Ahmed Şükrü, Tevşîh-i Kavâid-i Fıkhiyye, İstanbul: Necm-i İstikbâl Matbaası, 1327, 67 s.158 Mansurîzâde Mehmed Said, Tatbikât-ı Mecelle, Cüz-i Evvel, Kitâbü’l-Büyû‘, Kostantiniyye: Matbaa-i Ebuzziya, 1328, 150+1 s. Cemal(eddin), Kitâbü’ş-Şirket, Selanik, 1325, (Taşbaskı), 352 s., (tamamlanmıyor).159 Cemaleddin, Kitâbü’d-Da‘vâ, İsmail Hakkı Istrumcalı (not tutan), Selanik, 1326/1327 (1910), (Taşbaskı), 176 s.160 Cemaleddin, Kitâbü’l-Beyyinât ve’t-Tahlîf, İsmail Hakkı Istrumcalı (not tutan), Selanik, 1326-1327 (1910-1911), (Taşbaskı), 215 s.161 Cemal(eddin), Kitâbü’l-Vekâle Şerhi, İsmail Hakkı Istrumcalı (not tutan), Selanik, 1326, (Taşbaskı), 144 s.162 Cemaleddin, Kitâbü’s-Sulh ve’l-İbrâ ve’l-İkrâr, İsmail Hakkı Istrumcalı (not tutan), Selanik, 1327/1329, (Taşbaskı), 190 s.163 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Tâbi‘ ve nâşiri: Terakki Kütüphanesi Sahibi Mehmed Şemseddin, Kostantiniyye, 1329, 784+16 s.164 Ergüney, Hilmi, İzahlı ve Mukayeseli Mecelle Küllî Kaideleri, İstanbul: Yenilik Basımevi, 1965, 144+4 s. Ahmed Ziya Efendi, İslâm Hukukunun Genel İlkeleri: Kavâid-i Külliye Şerhi, A. Osman Koçkuzu (haz.), Konya: Esra Yayınları, 1996, 143 s.165 Yıldırım, Mustafa, Mecelle’nin Küllî Kaideleri, İzmir: İzmir İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2001, 218 s. İlhan, Cengiz, Mecelle: Hukukun Doksan Dokuz İlkesi (Eski Hukukun, Mecelle’nin Doksan Dokuz Genel Kuralının Çevirisi, Yorumu ve Günümüz Hukuku ile Karşılaştırılması), İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2003, 26+86 s. C. Mecelle İncelemeleri166 Abdurrahman Adil, “Mecelle mi Kod Napolyon mu?”, İkdam, 25 Teşrinisani 1923. Abdurrahman Adil, “Hukuk-ı Medeniye Tarihinden: Mecelle mi Kod Napolyon mu?”, Hâdisât-ı Hukukiye, ikinci tertib, cüz 13, İstanbul: İkdam Matbaası, Kanun-ı Evvel 1339/1923, s. 182-184 (yazar, yazının sonlarında Mecelle’nin Türk hukuk diline olan katkısından söz eder). 158 Kitabın sonunda, yazılış tarihi olarak 1308 r./ 1310 h. senesi gösterilmektedir. 159 Özege, c. II, s. 906. 160 Özege, c. II, s. 901. 161 Özege, c. II, s. 902. 162 Özege, c. II, s. 905. 163 Özege, c. II, s. 906. 164 Mecelle nüshası olarak görülen bu eserin, küçük de olsa bazı notlar ve açıklamalar ihtiva etmesi dolayısıyla, bir nevi şerh gibi kabul edilmesi gerektiğine dair yukarıda bilgi verilmişti. Bkz. Dipnot 16. 165 Hazırlayanın verdiği bilgiye göre, yazar, Konya Hukuk Mektebi’nde Kavâid-i Külliye dersinin hocasıdır ve bu şerh, talebeye ders notu olarak verilen 100 sayfalık teksirden ibarettir (s. 6-7). Şerhin ilk yayın tarihine ilişkin bilgi verilmemiştir. Eserin yayını özenli değildir, okuma ve dizgi yanlışları vardır. 166 Türk Hukuk Bibliyografyası’nda, Mecelle ile ilgili bölümde (s. 55-67) yer verilen birçok makale, ancak bu alanda literatür değerlendirmesi yapacak araştırmacıların ilgisini çekecek düzeyde teknik detaylarla ilgili olduğu için, bu listeye dahil edilmemiştir.
Türkçede Mecelle Literatürü
715
Ahmed Cevdet Paşa, Ma‘rûzât, Yusuf Halaçoğlu (nşr.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1980, s. 194238. Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, Cavid Baysun (nşr.), I-IV, Ankara 1953-57 (2. baskı, 1986), c. I, s. 62-64; c. III, s. 239; c. IV, s. 95-97, 120, 126, 131, 135-138, 161, 174, 194-198, 263264, 273. Ahmet Cevdet Paşa Semineri, 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986, vii+230+1 s. Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, xv+400 s. Ahmed Nazîf, “Teceddüd-Tekemmül: Mecelle Meselesi”, Sebîlü’r-Reşâd, 5 Cumâde’l-ûlâ 1342/ 20 Kanûn-i evvel 1339, c. XXIII, sy. 579, s. 99-100. Ahmed Nazîf, “Teceddüd ve Tekemmül: Mecelle Meselesi”, Sebîlü’r-Reşâd, 12 Cumâde’l-ûlâ 1342/ 13 Kanûn-i evvel 1339, c. XXIII, sy. 580, s. 120. Akgündüz, Ahmet, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1986, xxxvi+1000 s. Akgündüz, Ahmet, “Dürerü’l-Hükkâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. X, İstanbul, 1994, s. 28-29. Akman, Mehmet, “Mecelle’de Ariyet Sözleşmesi,” Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Hukuk Tarihi Bilim Dalı, 1989, 99 s. Akyılmaz, Gül, “Mecelle’ye Göre Hakimin Vasıfları”, Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, 1996, sy. 5. Akyol, Taha, Medine’den Lozan’a: Çok Hukuklu Sistemin Tarihteki Deneyleri, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1996, s. 49-56 (“Osmanlı’da Mecelle Reformu”), s. 57-66 (“Mecelle ve Hukuk Birliği”). Ali Haydar (Muhami), “Mecelle’nin Tadili Münasebetiyle (1-9)”, Muhâmât, 1337-1338, sy. 17, 9-10.167 Arslanlı, Halil, “Mecelle’de Hasar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1948, c. XIV, sy. 1-2, s. 248-271. Aydın, M. Akif, “Bir Hukukçu Olarak Ahmed Cevdet Paşa”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri, 2728 Mayıs 1985 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986, s. 21-39 [bu makale, yazarın İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 37-57) adlı kitabında yeniden yayımlanmıştır]. Aydın, M. Âkif, “Mecelle’nin Yürürlükten Kaldırılan Altıncı Kitabı Kitâbü’l-Vedîa”, Osmanlı Araştırmaları, 1993, sy. 13, s. 207-226 [bu makale, yazarın İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 191-219) adlı kitabında yeniden yayımlanmıştır]. Aydın, M. Âkif, “Türk Hukukunun Laikleşme Sürecinde Lozan’ın Oynadığı Rol”, İslâmî Araştırmalar, 1995, c. VIII, sy. 3-4, s. 166-172 [bu makale, yazarın İslâm ve Osmanlı Hu167 Avukat Ali Haydar, 9 yazıdan oluşan bu seride; medenî kanunun önemi, Fransa ve Almanya medenî kanunlarının ve Mecelle’nin tarihçesi gibi konularda bilgi verdikten sonra, medenî kanunun nasıl hazırlanması gerektiğini, şahıs, aile, borçlar ve miras hukuku konularını dikkate alarak tartışmaktadır.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
716
kuku Araştırmaları (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 297-312) adlı kitabında yeniden yayımlanmıştır]. Aydın, M. Âkif, “Kitâbü’l-Vedî‘a ve Ahmet Cevdet Paşa”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 329-334. Aydın, M. Akif, “Mecelle’nin Hazırlanışı”, Osmanlı Araştırmaları, 1989, sy. 9, İstanbul, s. 3150 [bu makale, yazarın İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 59-80) adlı kitabında yeniden yayımlanmıştır]. Aydın, M. Âkif, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, 312 s. Aydın, M. Âkif “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XXVIII, Ankara, 2003, s. 231-235. Aygün, Mustafa Yaşar, “İlk Medenî Kanun Mecelle”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 1998, sy. 100, s. 12-29.(*) Baktır, Mustafa, “Mecelle’nin Küllî Kaideleri ve Ahmet Cevdet Paşa”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 315-321. Barkan, Ömer Lütfi, “Tanzimat Tetkiklerinin Ortaya Koyduğu Bazı Meseleler”, (Tanzimatın yüzüncü yıldönümünde İstanbul Üniversitesi tarafından hazırlanan eserin birinci cildi münasebetiyle)”, [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1941, c. II, sy. 2, s. 288-329. Barkan, Ömer Lütfi, “Kanunlaştırma hareketleri ve Tanzimat, Dr. Hıfzı Veldet. – Tanzimatın yüzüncü yıl dönümü münasebetile neşredilen kitaptan alınmış ayrı baskı. Maarif matbaası, İstanbul, 1940, sahife 71 (139-209). Fiyatı 25 kuruş.” [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1941, c. VII, sy. 2-3, s. 700717. Barkan, Ömer Lütfi, “Ord. Prof. Ebülûlâ Mardin. – Medenî Hukuk cephesinden Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895). Ölümünün 50 nci yıldönümü münasebetile, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlarından 1946. 368 sahife ve 16 resim. Fiyatı: 384 krş. Satış yeri: Halk Kitabevi”, [Kitap Değerlendirmesi], İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. XII, sy. 4, s. 1304-1315. Belgesay, Mustafa Reşit, “Mecelle’nin Küllî Kaideleri ve Yeni Hukuk”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. XII. sy. 2-3, s. 561-608 [Ayrı basım: Belgesay, Mustafa Reşit, Mecelle’nin Küllî Kaideleri ve Yeni Hukuk, İstanbul: İsmail Akgün Matbaası, 1947, 56 s.]. Belgesay, Mustafa Reşit, Kur’an Hükümleri ve Modern Hukuk, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1963. Berki, Ali Himmet, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara: Gaye Matbaacılık ve Gazetecilik T.A.O., 1948, s. 120-203. Berki, Ali Himmet, Hukuk Tarihinden İslâm Hukuku I, Ankara: Diyanet İşleri Reisliği Yayınları, 1955, s. 56-144. Berki, Ali Himmet, “Mecelle”, İslâm Medeniyeti, 1967, c. I, sy. 4, s. 27-29. Berkin, Necmeddin Mümtaz, “Mecellenin Küllî Kaideleri ve Yeni Hukukun Ana Meselesi”, İleri Hukuk, 1947, c. II, sy. 23.(*)
Türkçede Mecelle Literatürü
717
Berkin, Necmeddin Mümtaz, “Mecelle ve Eski Hukukumuzun Kifayetsizliği”, İleri Hukuk, 1947, c. II, sy. 26. Bozkurt, Gülnihal, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, s. 159-174. “Büyük İnkılaplarımız: Mecelle’den-Kanun-ı Medenîye”, Resimli Şark, 1933, sy. 35.(*) Celal Nuri [İleri], “Mecelle Meselesi”, İctihad, 1329, c. IV, sy. 64, s. 1384-1387. Celal Nuri [İleri], Kendi Nokta-i Nazarımdan Hukuk-ı Düvel, İstanbul: Osmanlı Şirketi Matbaası, 1330 h., içinde “İslâm’da Vücub-i Teceddüd”, s. 176-186. Celal Nuri [İleri], Havâic-i Kanuniyemiz, İstanbul: Kütüphane-i İctihad, Matbaa-i İctihad, 1331 h. Celal Nuri [İleri], İttihad-ı İslâm: İslâm’ın Mazisi Hali İstikbali, İstanbul: Yeni Osmanlı Matbaası, 1331 h., s. 48-56. Cemaleddin, “Mukayese-i Kavânîn-i Medeniyye: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye- Fransa Kanun-ı Medenîsi”, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, 1325, sene 1, c. I, s. 22-32. Çeker, Orhan, “Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu”, 1985, İlim ve Sanat, sy. 4, Ankara, s. 5967.(*) Çeker, Orhan, “Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu: Faiz, Sarf ve Karz”, 1994, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 5, s. 99-117. Çeker, Orhan, “Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu: Faiz, Sarf ve Karz”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 343-360. [1994 tarihli yazının aynısıdır.] Dereli, Kazım, “A. Refik Gür, Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle” [Kitap Değerlendirmesi], Adalet Dergisi, 1958, c. XLIX, sy. 7-8, Ankara, s. 478-479. Ekinci, Ekrem Buğra, “Hukuk Tarihimizin Abide Eseri Mecelle”, Tarih ve Medeniyet, 1997, sy. 38, s. 45-48. Erdoğan, Mustafa, “Mecelle’den Günümüze”, İlim, Kültür ve Sanatta Gerçek, 1979, c. I, sy. 11, İstanbul, s. 20-24; c. I. sy. 12, s. 24-28. Ergin, Osman [Nuri], Türkiye Maarif Tarihi [Kapakta: Türk], c. I-V, İstanbul: Eser Matbaası, 1977 (1. baskı, 1939-1943). “Mecelle Cemiyeti”, c. I-II, s. 264-270; “Hukukta İnkılap: Mecelle’nin Terki ve İsviçre Medenî Kanununun Kabulü”, c. V, s. 1804-1821. Erşahin, Seyfettin, “Rusya Türklerinin Mecelle Hazırlama Girişimleri”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 361-369. Fatma Aliye, Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, İstanbul, 1332. Fevzioğlu, Fevzi Necmeddin, “Evvelki Hukukumuzda (Mecelle’de) Şuf‘a Hakkı,” İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1950, c. XVI, sy. 3-4, s. 958-992. Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, “Aile Hukukumuzun Tedvini Meselesi”, Ebü’l-ulâ Mardin Armağanı, İstanbul: Kenan Matbaası, 1944, s. 687-738. Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, İctimaiyat Üçüncü Cilt: Hukuk Sosyolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, 1958, s. 237-245. Gözübenli, Beşir, “Türk Hukuk Tarihinde Kanunlaştırma Faaliyetleri ve Mecelle”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 285-299.
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
718
Gür, A. Refik, Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle, İstanbul: Çeltüt Matbaası, [1951? Fındıkoğlu’nun takrizi bu tarihi taşıyor], 102+6 s. [2. baskı, İstanbul Sebil Yayınevi, 1977; 3. baskı, İstanbul: Sebil Yayınevi, 1993, 207 s.]. Halaçoğlu, Yusuf ve M. Âkif Aydın, “Cevdet Paşa”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. VII, İstanbul, 1993, s. 443-450 (bibliyografyası, Mecelle için de yararlı ve zengindir). Halim Sabit, “Mecelle Cemiyeti Hakkında Bir Muhtıra-i Acizâne [I]”, Sırât-ı Müstakîm, 17 Rebiülevvel 327/26 Mart 325, c. II, sy. 33, s. 102-106. Halim Sabit, “Mecelle Cemiyeti Hakkında Bir Muhtıra-i Acizâne [II]”, Sırât-ı Müstakîm, 16 Rebiülâhir 327/23 Nisan 325, c. II, sy. 35, s. 131-133. Hatemi, Hüseyin, “Eski Hukukumuzda Mülkiyet Kavramı ve Medenî Kanun Dönemi ile Karşılaştırılması”, Medenî Kanunun 50. Yılı Bilimsel Hafta 15-17 Nisan 1976, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1972, s. 201-227. Hüseyin Kazım, “Mecelle ve Usul-i Muhakeme”, Hukuki Bilgiler Mecmuası, 1927, sy. 6, İstanbul, s. 341-342.(*) “İhzâr-ı Kavânîn Komisyonları Kânûn-i Medenî Talî Komisyonunun Lâyihası”, Cerîde-i Adliye, 1333, sene VII, sy. 160-162, s. 863-942. “Kanun-ı Medenî Talî Komisyonu Layihasına Nazaran Mecellemiz”, Ceride-i Adliye, 13331334, sene VII, sy. 163-167, s. 1076-1084. Karakaşyan, Rupen Ohanes, Mecelle Madde 804-832: Ariyetin Milel-i Muhtelife ile Tatbiki, İstanbul: Latürki Matbaası, 1298, 34 s. Karayalçın, Yaşar ve Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Bibliyografyası, Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü, 1972, s. 55-67. Karçiç, Fikret, Bosna-Hersek İslâm Hukuku Tarihi, çev. Mehmet Erdoğan, İstanbul: Balkan İlmî Araştırmalar Merkezi, 1994, 66 s. Kaşıkçı, Osman, “Mecelle’de İstihkak Davası”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1996, c. V, sy. 1-2, s. 481-495. Kaşıkçı, Osman, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Mecelle, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1997, 416 s. Kaşıkçı, Osman, “Osmanlı Medenî Kanunu: Mecelle”, Osmanlı, c. VI, Güler Eren (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 519-532.168 Kaşıkçı, Osman, “Mecelle Örneğinde Türklerin İslâm Özel Hukukuna Katkıları”, Türkler, c. XIII, Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 780-788. Küçük Hamdi [Elmalılı], “Makale-i Mühimme”, Beyânü’l-Hak, 9 Muharrem 1327, sy. 18, s. 399-404 [Yeni harfli neşri için bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Makaleler II, Cüneyd Köksal ve Murat Kaya (haz.), İstanbul: Kitabevi, 1998, s. 20-28].169 Küçük Hamdi [Elmalılı], “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyemize Reva Görülen Muahazeyi Müdafaa”, Beyânü’l-Hak, sy. 48-61 (1328). [Dokuz parçadan oluşan bu yazıların yeni 168 Bu makale, yazarın İslâm ve Osmanlı Hukukunda Mecelle başlıklı kitabının ilgili bölümlerinin özeti mahiyetindedir. Yazar, Mecelle’nin İslâm hukuk tarihinin ilk medenî kanunu olduğu yolundaki düşüncesini vurgulu bir biçimde dile getirmektedir. 169 Mecelle Cemiyeti’nin yeniden tesisi tartışmalarıyla bağlantılı olarak, yeni kanunlaştırmalarda İslâm hukuku içinde takip edilecek usule ilişkin hususları ihtiva eder.
Türkçede Mecelle Literatürü
719
harfli neşri için bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Makaleler II, Cüneyd Köksal ve Murat Kaya (haz.), İstanbul: Kitabevi, 1998, s. 29-72]. M[uallim] Cevdet, “Darü’l-Muallimîn’in Yetmişbirinci Sene-i Devriyesi Vesilesiyle Müessesenin İlk Müdürü Cevdet Paşa’nın Hayat-ı İlmiyesi Üzerine Konferans”, Tedrîsât Mecmuası, Haziran 1333, c. VIII, nu: 39, İstanbul: Matbaa-i Âmire 1335, s. 429-440. Malkaç, Mehmet, “Ana Hatlarıyla Mecelle ve Mecelle ile İlgili Bibliyografik Çalışma,” Yüksek Lisans Tezi, Adapazarı: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, 2001, 131 s.(*) Mandelstam, “Hükûmet-i Ecnebiye ile Münâsebâtında Mehâkim-i Osmâniye”, İlm-i Hukûk ve Mukâyese-i Kavânîn, 30 Teşrîn-i Sânî 325, sy. 9.(*) Mardin, Ebü’l-ulâ, Medenî Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, (1822-1895) Ölümünün 50nci Yıldönümü Vesilesile, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1946, 267+16 s. Mardin, Ebü’l-ulâ, “Mecelle”, Millî Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, c. VII, s. 433-436.170 Mardin, Şerif, “Mecelle’nin Kaynakları Üzerine Açıklayıcı Notlar”, çev. Yusuf Bayraktutan, Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi: Makaleler 4, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, s. 123-141. Mardinîzâde, Ebü’l-ulâ, “Şerî‘ata Hizmet: Mecelle Cemiyeti”, Sırât-ı Müstakîm, 7 Ramazan 327/10 Eylül 325, c. III, sy. 55, s. 42-44. “Mecelle Encümeni’nin Kitâbü’l-Büyû‘a Ait Tetkikatı”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 11, s. 54-64; sy. 12, sy. 82-90; sy. 13, s. 161-199. “Mecelle Encümeni’nin Kitâbü’l-İcâreye Ait Tetkikatı”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 14, s. 302-315. “Mecelle Komisyonunca Kitabü’l-bey‘in Tadilatına Dair İhzar Olunan Layiha-yı Kanuniye ile Esbab-ı Mucibesi”, Ceride-i Adliye, 1922, c. VIII, sy. 2, s. 92-93.(*) “Mecelle Komisyonunca Kitabü’l-bey‘in Tadilatına Dair İhzar Olunan Layiha-yı Kanuniye ile Esbab-ı Mucibesi”, Ceride-i Adliye, 1922, c. VIII, sy. 2, s. 143-144.(*) “Mecelle Komisyonunca Kitabü’l-bey‘in Tadilatına Dair İhzar Olunan Layiha-yı Kanuniye ile Esbâb-ı Mucibesi”, Ceride-i Adliye, 1922, c. VIII, sy. 2, s. 188-189.(*) “Mecelle Komisyonunca Kitabü’l-bey‘in Tadilatına Dair İhzar Olunan Layiha-yı Kanuniye ile Esbab-ı Mucibesi”, Ceride-i Adliye, 1922, c. VIII, sy. 2, s. 286-287.(*) “Mecelle’nin Kitâbü’l-Bey‘ine Ait Ta‘dîlât-ı Mütesavvere”, Muhâmât, 1338, sy. 13, s. 411-416; 1339, sy. 15, s. 465-470; sy. 21, s. 675-680; sy. 22, s. 711-712. “Mecelle’nin Tadili Hakkında Münakaşa-i Hukukiye”, Muhâmât, 1338, sy. 8, s. 240-246.171 Milaslı Gad Franko, “Mecelle ve Usul-i Muhakeme Kanunlarının Teşkilat-ı Esasiyeye Muvafakatı (Fransızca Hülasalarımız)”, Hukuki Bilgiler Mecmuası, 1926, sy. 2, s. 61-64.(*) Milaslı Gad Franko, “Mecelle ve Usul-i Muhakeme, İlmi Faaliyet, Ali Haydar Efendi Hazretleri”, Hukuki Bilgiler Mecmuası, 1927, sy. 5, s. 241-245.(*) 170 Mardin’in kitabının iyi bir özeti sayılabilir. Başlangıçta Mecelle’nin niteliği üzerinde durmuş, daha sonra hazırlık sürecini işlemiştir. Bibliyografyası zayıftır. Sadece kendi kitabı, Hıfzı Veldet’in makalesi, Tezâkir, Ma‘rûzât ve Onar’ın İngilizce bir makalesine işaret edilmiştir. 171 Muhâmât dergisini çıkaran Dersaadet Barosu’nun yıllık toplantısından önce, Mecelle meselesinin konuşulacağı üyelere duyurulmuş ve kuruldan önce bu mesele ele alınmıştır. Katılımın düşük olduğu toplantıda Muhami Ali Haydar, Mustafa Şakir ve David Dermasyon’un görüş ve mütalaaları bu metinde aktarılmıştır.
720
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
“Mukayese-i Kavanin-i Medeniye: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye - Fransa Kanun-ı Medenîsi”, Mizânül Hukuk, 1325, sene 1, sy. 33, s. 384-387; sene 1, sy. 34, s. 398-400.(*) Mustafa Asım, “Mecelle Meselesi”, 1329, İctihad, c. IV, sy. 65, s. 1417-1418; sayı 66, s. 14291430.(*) Okiç, M. Tayyib, “Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, ixvi+432 sayfa,” [Kitap Değerlendirmesi], İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1975, c. VI, cüz 1-2, s. 179-183.172 Onar, Sıddık Sami, “Osmanlı İmparatorluğunda İslâm Hukukunun Bir Kısmının Codification’u: Mecelle”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1955, c. XX, sy. 14, s. 57-85 [Yazının sadeleştirilmiş ve kısaltılmış hali “İslâm Hukuku ve Mecelle” başlığı ile Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi’nde (İstanbul: İletişim Yayınları, 1985, c. III, s. 580-587)173 yayımlanmıştır]. Osman Nuri, “Mecelle ve Usul-i Muhakeme”, 1927, Hukuki Bilgiler, sy. 6, s. 342-343.(*) Ölçen, Ali Nejat, “Mecelle’den Medenî Kanuna”, Atatürkçü Düşünce, 1999, c. VI, sy. 58, Ankara, s. 5-13.(*) Ölmezoğlu, Âlî, “Cevdet Paşa”, Millî Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, c. III, s. 114-123. Ömer Şevki, “Mecelle ve Usul-i Muhakeme”, Hukuki Bilgiler, 1927, sy. 5, s. 259-260.(*) Özege, M. Seyfettin, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, c. I-V, İstanbul, 19711979. Özgür, Mustafa, “Hasan Sıdkı Efendi’nin Şevâhidü’l-Ecille fi Şerh-i Kavâidi’l-Mecelle”, Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, 2004, 7+113 s. Öztürk, Osman, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul: İslâmi İlimler Araştırma Vakfı Neşriyatı, 1973, xxiv+431 s. Öztürk, Osman, “Mecelle ve Temel İnsan Hakları”. 1989, İlim ve Sanat, c. IV, sy. 24, Ankara, s. 18-19. Öztürk, Osman, “Osmanlılarda Tanzimat Sonrası Yapılan Hukuki Çalışmalar ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”, Osmanlı, c. VI, Güler Eren (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 504-518.174 Pakalın, Mehmet Zeki, “Mecelle Cemiyeti”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. II, İstanbul: MEB Basımevi, 1983, s. 427. Pakalın, Mehmet Zeki, “Mecelle”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. II, İstanbul: MEB Basımevi, 1983, s. 425-427. Seyyid [Bey], “İctihad ve Taklid [I-III]”, İslâm Mecmuası, 28 Rebiul-âhir 1332, yıl: I, sy. 4, s. 811; sy. 5 (13 Cumadel-ûla 1332), s. 5-10; sy. 7 (Cumadel-âhir 1332), s. 2-5. Seyyid Bey, “Milk, Mal ve Bey‘in Mâhiyet-i Hukukiyeleri”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, Mayıs 1332, yıl: 1, sy. 2, s. 131-141. 172 Mehmet Begoviç’in yazılarına işaret etmekte, Mecelle’nin Balkanlarda Yugoslavya bölgesinde, Arnavutluk’ta, Bosna Hersek ve Makedonya’da, Kosova’da, Sırbistan ve Karadağ’da uygulanmasına ilişkin bilgiler vermektedir. 173 Bu yazıdaki bir resim yazısında, yanlış bir bilgi olarak, “Diğer mezheplerin ictihadlarına da az da olsa yer verilmiştir” (s. 587) denilmektedir. 174 Öztürk’ün 1973 yılında yayımlanan kitabında yer alan bilgilerin tekrarından ibaret olan yazıda, aradan geçen yaklaşık yirmibeş yıllık zaman içinde Mecelle konusundaki yeni yayınların hiçbirisine atıf yapılmamıştır.
Türkçede Mecelle Literatürü
721
Seyyid Nesib, “Mecelle’nin Islahına Doğru”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1323, sene 1, sy. 4, s. 404-425. Sungu, İhsan, “Yeni Osmanlılar”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Matbaası, 1940, s. 800-813. Şafak, Ali, “Hukukun Temel İlkeleri Açısından Mecelle’ye Bir Bakış”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 263-278. Şen, Temel, “Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle”, Yüksek Lisans Tezi, Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslâm Bilimleri, 1991.(*) “Ta‘dîl-i Kavânîn Komisyonlarını Teşkil Etmesi Tensib Olunan Heyetin Esâmîsi”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 14, s. 316-320. Tanrıöver, Hasan, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”, Fikir ve Sanatta Hareket, 1972, c. VII, sy. 81, İstanbul, s. 48-53. Uçkan, Banu, “Mecelle’de İş Hukuku Düzeni”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1999, c. LIV, sy. 1, s. 159-173.(*) Üçok, Coşkun, “İslâm Hukukunun Temel Kurallarından ‘İctihatla İctihad Nakz Edilmez”, İmran Öktem’e Armağan, Ankara, 1970.(*) [“Vâcibat Komisyonu Zabıtları”], Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 14, s. 321-336. “Vâcibât Komisyonu Zabıtnamesi”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 15, sy. 413-448. “Vâcibât Komisyonu Zabıtnamesi”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, sene 2, sy. 17, sy. 639-654. Vantura, Mişon, “Mecelle ile Hukuk-ı Garbiye Arasında Bazı Mukayesat”, Ceride-i Adliye, 1329, sy. 68.(*) [Velidedeoğlu], Hıfzı Veldet, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, 1940, İstanbul: Maarif Matbaası, s. 139-209. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, Türk Medenî Hukuku I: Umumi Esaslar, 6. baskı, İstanbul: İstanbul Matbaacılık, 1959 [İlk baskı: 1943], s. 61-79. Yavuz, Hulusi, “Events Leading to the Compilation of the First Ottoman Civil Code”, İslâm Tetkikleri Dergisi, 1984, c. VIII, cüz 1-4, s. 89-122. Yavuz, Hulusi, “Mecelle’nin Tedvini ve Cevdet Paşa’nın Hizmetleri”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri, 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986, s. 41-101. Yavuz, Hulusi, “Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle’nin Tedvini”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895): Vefatının 100. Yılına Armağan, Sempozyum: 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997, s. 279-284. Yazman, Aslan Tufan, “Medenî Kanunumuzun Hikayesi, Mecelle’nin Terk Edilişinin Sebebi, Neden İsviçre Hukukunu Aldık”, İktisadi Yürüyüş, 1962, c. XXIII, sy, 407.(*) Yazman, İrfan, “Mecelle Hukukunda Selem Akdi” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1964, c. XXI, sy. 1-4, s. 281-307.(*)
722
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Erdem
Literature on the Mecelle in Turkish Sami ERDEM Abstract The significance of Mecelle lies in that it was a codification project that was an object of interest for many both before and after it was put to practice. The first example of codification, based on Islamic law, in contract law and partially in property and personal law, it has had a significant impact on both the Ottoman modernization and the legal modernization in the wider Muslim world in the 20th century. However, the contemporary literature on this important text is not rich enough and falls short in terms of the intellectual level of studies on it. This article examines studies on Mecelle and commentaries on it, and the literature during the last 130 years since it was first put into effect- in Turkish on the process of its preparation, its features and its place in the history of Turkish law. In addition, an annotated bibliography is listed in the article. The non-Turkish literature and manuscripts, both of which require separate studies, are not included in this examination. Keywords: Mecelle, codification, Islamic law, Ottoman law, Ahmet Cevdet Pasha.
Türkçede Mecelle Literatürü Sami ERDEM Özet Mecelle, hazırlık sürecinde ve uygulamaya konulmasından itibaren sürekli ilgi odağı olmuş bir kanunlaştırma faaliyeti olarak dikkat çekmektedir. Borçlar, kısmen eşya ve şahıs hukuku alanlarında İslâm Hukuku’na dayalı ilk kanunlaştırma örneği olarak hem Osmanlı modernleşmesinde, hem de XX. yüzyılda İslâm ülkelerindeki hukukî yenileşme hareketleri üzerinde önemli etkileri görülen bu kanun metni etrafında oluşan literatürün, konunun önemiyle mütenasip bir zenginliğe ve derinliğe sahip olduğunu söylemek zordur. Bu yazıda; yürürlüğe girişinden itibaren günümüze kadar geçen yaklaşık 130 yıllık sürede bu kanun metninin nüshaları, şerh vb. türlerde yapılan açıklayıcı ya da yardımcı çalışmalar, Mecelle’nin hazırlık süreci, mahiyeti ve Türk hukuk tarihindeki yeri çerçevesinde oluşan Türkçe literatüre dair bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca elde edilebilen bibliyografik bilgiler, çeşitli notlarla birlikte liste olarak verilmiştir. Müstakil birer çalışmayı gerektiren yazma eserler ve Türkçe dışındaki dillerde oluşan literatür, bu yazıda ele alınmamıştır. Anahtar Kelimeler: Mecelle, Kanunlaştırma, İslam Hukuku, Osmanlı Hukuku, Ahmet Cevdet Paşa
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
723
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 723-744
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar E. Attila AYTEK‹N*
A. Giriş
1858’DE ÇIKARILAN Arazi Kanunnamesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat döneminin en tartışmalı gelişmelerinden biridir. Modern kanun tekniğine göre yazılan kanun, imparatorluktaki coğrafi ve kavramsal olarak kapsamlı ilk arazi kanunudur. Kanunname, bu özellikleriyle tarihçilerin ve diğer sosyal bilimcilerin ilgisini çekmiştir. Arazi Kanunnamesi’nin nedenleri, sonuçları, Osmanlı devletinin kanunu yayımlamaktaki niyetleri, hükümlerinin hangi toplumsal gruplara hizmet ettiği, özel mülkiyeti resmen tanıyıp tanımadığı veya özel mülkiyete önayak olup olmadığı gibi konular yoğun biçimde tartışılmıştır. Bu yazının amacı bu önemli hukukî metni değil, o metnin üzerine yapılmış olan incelemeleri değerlendirmektir. Bunu yaparken, araştırmacıların kanunun amaçları ve sonuçları üzerine söylediklerini ayrı ayrı ele alacağım. Aynı biçimde, literatürün geri kalanından şu veya bu nedenle farklı bir yere konmasını gerekli gördüğüm çalışmaları da alternatif yaklaşımlar başlığı altında ayrı olarak tartışacağım. Belirli nedenlerden dolayı tek tek ele alınmalarında fayda gördüğüm çalışmaları da ayrı olarak değerlendireceğim. Daha sonra mevcut literatürün sorunlarını maddeler halinde özetleyeceğim. Son olarak da, gelecekte kanunname üzerine yapılan araştırma ve değerlendirmelerde nelerin göz önünde bulundurulması gerektiğine dair bir kaç noktanın altını çizeceğim. * SUNY Binghamton Tarih Bölümü doktora öğrencisi ve ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü araştırma görevlisi.
724
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
B. Barkan’ın Yaklaşımı Arazi Kanunnamesi’ne dair ilk kapsamlı inceleme Ömer Lütfi Barkan’dan gelmiştir.1 Barkan, bu uzun makalesinde hem kanunnamenin genel özellikleri ve yaklaşımını değerlendirir, hem de kanunun kayda değer maddelerini tek tek tartışır. Barkan, Tanzimat’ın bir halk hareketi veya devrimci bir hareket olmadığının altını çizerek başladığı incelemesinin son bölümünde de, “bu kanuna enerjik ve inkılapçı bir ruh addedilemez, kanun esasen var olan hükümleri tensik etmiştir” görüşünü savunur.2 Fakat buradan Barkan’ın kanunu tamamen muhafazakar bir düzenleme, arazi hukuku açısından verili durumu korumaya yönelik bir çaba olarak gördüğü sonucu çıkarılmamalıdır. Burada önemli olan şudur: Kanun “klasik dönem”de ortaya konan mevcut arazi hukuku hükümlerini mi yoksa XVI. yüzyıldan 1858’e kadar gelişen ve evrilen hukukî normları mı kanunlaştırmıştır? Barkan ikinci görüşe daha yakındır. Ona göre Osmanlı arazi hukukunun Kanuni devrinde kemale erdiğini söylemek mümkün değildir. Arazi hukuku o zamandan 1858’e bir evrim geçirerek gelmiştir. Barkan’a göre, kanun metnini hazırlayan komisyonun mazbatasında da yapılan işin eski hükümleri yeni tabirlerle yazmak değil, yeni bir arazi hukuku devrinin kanun kitabını yapmak olduğu açıkça görülür.3 Barkan ayrıca, Osmanlı arazi hukukunun 1858 kanunnamesinden sonra da gelişmeye devam ettiğinin altını çizer ve bu evrimin yönü konusunda da belirli notlar düşer. Örneğin miri arazi üzerindeki miras hakkı olan hakk-ı intikal, bu süreçte gitgide daha çok mülk arazideki miras hakkına yaklaşmıştır. Arazi Kanunnamesi ise miri ve mülk ayrımını sürdürmekle birlikte miri hukuka ilişkin hükümleri mülk hukukuna iyice yaklaştırmıştır.4 Bu, örfi hukukun aleyhine ve şer‘î hukukun lehine bir gelişmedir. Barkan, hem 1858 öncesi dönemin arazi hukukuna, hem de kanunnameye göre miri toprak sisteminde köylünün haklarının tam mülkiyet haklarından farklı olduğunu belirtse de, fiili durumda bu hakların köylünün toprağın sahibiymiş gibi hareket etmesini engellemediğini de söyler. Devletin miri toprakların sahibi ve köylünün kiracı olması durumunun hukukî bir kurgu olduğunun altını çizer.5 Yine aynı bağlamda, Barkan’a 1 Ömer Lütfi Barkan, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi”, Türkiye’de Toprak Meselesi, İstanbul: Gözlem Yay., 1980, s. 291-375. İlk olarak şurada yayımlanmıştır: Tanzimat I, Istanbul: MEB Yayınları, 1940. Burada yaptığım taramanın kanunname üzerine yazılan tüm eserleri kapsadığı iddiasında değilim. Belirli nedenlerden dolayı ele almadığım önemli çalışmalar da mevcuttur. Örneğin Ebu’l-ula Mardin’in eserleri, özellikle Toprak Hukuku Dersleri adlı çalışması böyledir. Ancak yazıda tercihimi genel olarak hukukî çalışmalardan değil kanunnameyi tarihsel bir bakış açısıyla ele alan çalışmalardan yana kullandım. 2 Barkan, “1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi”, s. 374. 3 A.g.m., s. 333. 4 A.g.m., s. 337. 5 A.g.m., s. 297.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
725
göre, tapu bedelini bir tür kira saymak zor olduğu gibi, devletle toprağın kullanan fiili üreticiler arasında gerçekleştiği varsayılan kiralama işlemi de, toprağı bir kullanıcıdan öbürüne devredilmesi demek olan tefviz işlemine kıyasla hukuken daha zayıftır.6 Barkan, kanunnamenin kapsamının genişliğinin altını çizse de, metnin eksik bıraktığı yerleri de vurgulamaktan geri durmaz. Bu eksiklerden biri de kanunun çiftliklerden ayrıntılı olarak bahsetmemesidir. Metin, çiftliklere kısa biçimde değinmekte, ancak “Osmanlı memleketlerinde oldukça geniş bir saha işgal” eden bu tür arazilerdeki köylü-toprak sahibi ilişkileri konusunda sessiz kalmaktadır.7 Bu sessizlik aşağıda göreceğimiz üzere hiç de önemsiz değildir. Barkan’ın kanunname üzerine kimi görüşleri, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’yla dahil olduğu bir tartışma bağlamında daha iyi görülebilir. Velidedeoğlu, 1940 yılında Tanzimat I adlı kitapta yayımlanan çalışmasında, 1858 Arazi Kanunnamesi’ne de değinir.8 Hem Tanzimat öncesi kanunlaştırma hareketlerini, hem de Tanzimat döneminde çıkarılan önemli kanunları analiz eden yazının sekiz sayfası da kanunnameye ayrılmıştır. Barkan, bir yıl sonra yayımlanan bir makalesinde Velidedeoğlu’nun bu çalışmasını eleştirir.9 İkisinin üç konuda görüş ayrılığı vardır. Velidedeoğlu, kanunnamede Batı kanunları ve ideolojisinin hiç etkisi olmadığı görüşünü savunurken; Barkan, yukarıda da değinilen, miri araziyi mülk araziye yaklaştıran kimi hükümlerin, Batılı “liberalizm cereyanları”ndan etkilenmiş olduğunu savunur.10 İkinci olarak, Velidedeoğlu kanunnamenin köylülere ormandan tarla açma hakkını tanıyan hükümlerinin kanunda yer almasını eleştirirken, Barkan “bu maddeden ormanların gelişigüzel tahribinin teşvik edildiği manası çıkarılamaz” diyerek yine kanunnameyi savunur.11 Bu tartışmadaki daha da önemli bir nokta, kanunnamede mülk araziye dair hükümlerin yer almamasının bir eksiklik sayılıp sayılamayacağıdır. Velidedeoğlu’na göre arazi kanunu adını taşıyan bir kanunun, tüm arazi hukukunu kanunlaştırmaması önemli bir eksikliktir.12 Barkan bu görüşe karşı çıkar. Ona göre mülk topraklara dair hükümler zaten fıkıh kitaplarında tesbit edilmiştir ve miri araziye dair hukuku düzenleme iddiası taşıyan Arazi Kanunnamesi’nde 6 A.g.m., s. 304-305. 7 A.g.m., s. 367-370. 8 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Vekaleti, 1940, s. 139-209. 9 Ömer Lütfi Barkan, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat, Dr. Hıfzı Veldet”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1941, c. VII, sy. 2-3, s. 700-717. 10 A.g.m., s. 712. 11 A.g.m., s. 713. 12 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Gene Tanzimata Dair”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1941, c. VII, sy. 4, s. 1068.
726
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
yer almaları şart değildir.13 Velidedeoğlu-Barkan tartışması, bu noktada kanunnamenin çok önemli bir vechesine işaret etse de, meselenin esasını teğet geçer. Barkan bu noktayı açıklarken, mülk toprakların zaten başka yerlerde düzenlenmiş olduğuna göndermek yapmak yerine, Arazi Kanunnamesi’nin miri toprakları mülk topraklara yaklaştırmış olduğu yolundaki kendi tesbiti üzerinden gitse, kanımca meselenin esasını oluşturan noktaya daha çok yaklaşılmış olurdu. Eğer kanunname, Barkan’ın dediği gibi miri topraklara dair hükümleri mülk arazilere dair hükümlere pek çok açıdan ve belirgin biçimde yaklaştırmışsa, yani ikisi arasındaki ayrımı bulanıklaştırmışsa, kanunnamede mülk arazinin düzenlenmemiş olmasını yine bu mülk arazi miri arazi ayrımı üzerinde açıklamak ne kadar anlamlıdır? Barkan ve Velidedeoğlu arasında yaşanan bu tartışma, kanunnameye dair sorulması gereken bazı kritik soruları gözler önüne sermiştir. Barkan’ın “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi” adlı makalesi de, konuyla ilgili ilk kapsamlı tarihsel incelemelerden biri olması, Osmanlı arazi hukukuna yaklaşımı ve altını çizdiği belirli noktalar nedeniyle çok önemli bir çalışmadır. Ne var ki, aşağıda görülebileceği gibi aradan geçen zaman diliminde verilen pek çok eser, Barkan’ın bu eski tarihli çalışmasını maalesef kayda değer biçimde aşamamıştır. Barkan’ın 1940’lı yıllarda ortaya koyduğu pek çok soru, hala yanıtlarını beklemektedir. C. Kanunname’nin Amaçlarına İlişkin Değerlendirmeler Bu bölümde, Arazi Kanunnamesi’ne değinen bazı çalışmalar üzerine bir tarama yapacağım. Bu taramanın odak noktasıysa araştırmacıların kanunun hazırlanma amaçlarına ilişkin yaklaşım ve değerlendirmeleri olacak. Doreen Warriner, ilk kez 1948’de yayımlanan bir çalışmada kanunnameye değinir. Aslen, çağdaş Ortadoğu’daki toprağa sahip olma yapılarını araştıran bu çalışmasında Warriner, bu yapıların kökenlerini ararken sık sık kanunu tartışır. Warriner burada, kanunun ana amacının her bir toprak parçasını vergilendirmek olduğunu ileri sürer.14 Bunu yapmak içinse tüm toprakların sahipliğinin belirlenmesi gerekmekteydi. Osmanlı Devleti ayrıca, devletle küçük toprak sahibi arasına aracıların girmesini önlemek, yani aşiret reislerine karşı köylülerin toprak sahibi olmasını sağlamak da istiyordu. Ona göre devlet, topraktan maksimum geliri elde edebilmek için çok sayıda küçük üreticinin üzerinde yer alan güçlü bir merkezî hükümet yaratmayı hedefliyordu.15 İşte bu kanunu da, hem 13 Barkan, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat, Dr. Hıfzı Veldet”, s. 712. 14 Doreen Warriner, Land and Poverty in the Middle East, Londra ve New York: Royal Institute of International Affairs, 1948. 15 A.g.e., s. 17.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
727
her bir toprak parçasının sahipliğini kesinleştirerek, hem de aracıların gücünü kırarak bunu sağlama yönünde bir çaba olarak görmek gerekir. Gabriel Baer de, Mısır üzerine kimi çalışmalarında 1858 kanunnamesine değinmiştir. Bir makalesindeyse, Hidiv Said döneminde ve yine 1858’de çıkarılan Mısır Arazi Kanunu’yla Osmanlı kanununu doğrudan doğruya kıyaslar.16 Kanunların arka planı için öncelikle o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Mısır’ın ekonomik ve siyasî durumlarını inceler. Baer’in bu bağlamda gördüğü farklar şöyle özetlenebilir. Tanzimat döneminde, Osmanlı’da, iç ve dış gerginlikler bir reform yapılmasını son derece güçleştirirken, Mısır’da sorunlar bu derece ciddi değildi. Mısır’da, Nil sayesinde iletişim ve ulaşım daha kolayken, Osmanlı İmparatorluğu’nda sorunluydu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu pek çok farklı gruptan oluşmaktaydı. Mısır’da, Mehmet Ali Paşa’nın reformları kısa sürede başarılı olmuş ve durumu yeni reformlara uygun hale getirmişken, Osmanlı’nın reformları hem çok ağır ilerlemiş, hem de direnişle karşılaştığından sık sık yarıda kalmıştı. Bu nedenlerden dolayı, Mısır’ı yönetenler için yeni, modern bir özel mülkiyet sistemi getirmek çok daha kolaydı.17 Mısır’da devlet topraklar üzerinde zaten tatmin edici bir kontrole sahip olduğu ve Mehmet Ali’nin tekellerinin kaldırılmasından sonra hızla gelişmeye başlayan tarımsal özel girişim, toprakla ilgili işlemlerin kolaylaşması ihtiyacını doğurduğu için Mısır kanununun birinci hedefi, toprak sahiplerinin haklarını genişletmek ve mülkiyet haklarını güvenli kılmaktı.18 Baer’in Osmanlı kanunu için çizdiği resimse çok farklıdır: Osmanlı İmparatorluğu’nda feodalizmin kalıntıları hala ayaktaydı, devlet zayıftı ve (...) toprakları üzerindeki hakları yerel güçler tarafından hala sorgulanıyordu. Bu nedenle, Osmanlı kanunu, temel olarak miri toprakları elinde bulunduranlara yönelik ciddi kısıtlamalar getirerek ve onların sahip oldukları (...) tüm hakları tam olarak ve ayrıntılarıyla sıralayarak devletin bu haklarını konsolide etmeyi amaçlamaktaydı.19
Baer’in, Osmanlı kanununu çeşitli yönlerden tehdit altında olan verili durumu korumaya yönelik muhafazakar bir çaba olarak gördüğü açıktır. Yani Mısır’ın arazi kanunu eskiye göre pek çok değişiklik getiren ve toprak kullanımını modernleştirerek tarımsal gelişmenin önünü açmayı gaye edinen bir girişimken; Osmanlı kanunnamesi, Osmanlı Devleti’nin bir nevi savunma hamlesi 16 Gabriel Baer, “The Development of Private Ownership of Land”, Studies in the Social History of Modern Egypt, Chicago: University of Chicago, 1969, s. 62-78. İlk olarak “The Evolution of Private Landownership in Egypt and the Fertile Crescent” adıyla Charles Issawi, (der.), The Economic History of the Middle East, 1800-1914, Chicago: Chicago University Press, 1966, s.80-90’da yayımlanmıştır. 17 A.g.m., s. 62-65. 18 A.g.m., s. 68. 19 A.g.m., 67.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
728
olarak görülebilir. Bu kıyas, aslında Baer’in daha genel kuramsal perspektifinin de ipuçlarını ortaya koyar. Baer, meseleye modernleşme sorunsalı içerisinden bakmakta ve Mısır’ın bu alanda kat ettiği modernleşmenin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun -ve özellikle de “Verimli Hilal”in- kaydedemediği modernleşmenin nedenlerini aramaktadır. Bu da Baer’in Arazi Kanunnamesi’ne bakışını önemli biçimde –ve kanımca olumsuz olarak- etkilemektedir. Denise Jorgens, Baer’den yaklaşık otuz beş yıl sonra, Mısır ve Osmanlı arazi kanunlarını karşılaştırmıştır. Jorgens’in meseleye bakışı daha başından itibaren Baer’inkinden çok farklıdır. O, Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak görür ve iki kanunu bu açıdan ele alır. Mısır’da XIX. yüzyılda gerçekleşen toprak kontrolüne dair reformların Osmanlı’nın genel toprak sistemi prensipleriyle uyumlu olduğunu ileri sürer.20 Yani Baer’in Mısır’ı bağımsız bir coğrafî birim gibi değerlendirmesine de, Mısır kanununun özel mülkiyet haklarını genişletmeye çalıştığı tezine de karşı çıkar. Fakat bizim için asıl önemli olan, iş Osmanlı kanunnamesine geldiğinde neler söylediğidir: [Osmanlı Arazi Kanunnamesi’nin] çıkarılmasından önce, Osmanlı merkezî hükumeti toprağa ve topraktan gelen gelirlere ilişkin haklarını korumak için bir dizi reform gerçekleştirmişti. 1274/1858 Osmanlı Arazi kanunnamesi daha önceki bu yasal düzenlemeleri toprak sahipliği üzerine tek bir kapsamlı yasa içinde derledi. Kanunname pek çok açıdan, tarım arazilerinin devlet sahipliğinde olmasını devam ettirmeye ve aynı zamanda da fiilî üreticilerin toprak üzerindeki haklarını kuvvetlendirmeye çalışan klasik Osmanlı arazi sisteminin bir devamı niteliğindeydi.21
Jorgens’i bu kanıya iten, kanunun pek çok hükmünün önceki yüzyıllara, hatta XV. yüzyıla kadar giden Osmanlı kanunnamelerinden alındığına inanmasıdır. Dahası, hem bu eski kanunnamelerde, hem de 1858 düzenlemesinde tarımsal toprakların devlet sahipliğinde olması ilkesi korunmuştur. Öyleyse Jorgens 1858 kanununu tam bir devamlılık fikri içinde değerlendirmektedir. Tabii akla şu soru gelmektedir: Peki o zaman, bu kanuna neden ihtiyaç duyuldu? Buna iki biçimde yanıt verilebilir: Ya devletin toprak üzerindeki kontrolü ciddi biçimde azalmamıştı ve kanunnamenin amacı derleme ve modernize etmekti –ki bu aşağıda görüleceği gibi Haim Gerber’in konumudur- ya da devlet gitgide kontrolünden çıkmaya başlayan arazi ve arazi gelirlerini kontrol altına almak amacıyla, mevcut bir eğilimi durdurmak için bir kanuna ihtiyaç duymuştu. Jorgens, bu alternatiflerin ikisini de açıkça benimsemez. Bir yandan XV. yüzyıla giden bir devamlılıktan söz ederek birinci fikre yakınlığını sergilerken bir yandan 20 Denise Jorgens, “A Comparative Examination of the Provisions of the Ottoman Land Code and Khedive Said’s Law of 1858”, Roger Owen, (der.), New Perspectives on Property and Land in the Middle East, Cambridge: Harvard University Press, 2000, s. 94. 21 A.g.m., s. 95.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
729
da kanunnamenin amacı “devletin sahip olduğu toprakların (...) sıkı merkezî bürokratik kontrolünü sağlamak”tı22 diyerek ikinci konuma doğru yaklaşmaktadır. Ne var ki Jorgens’in yaklaşımındaki temel sorun bu değildir. Makalesinde asıl sorunlu olan nokta, Osmanlı arazi hukukunu biçimci bir çerçeveden ele almasıdır. Bu tür bir yaklaşımın dezavantajlarını aşağıda tartışacağım. Eugene Rogan ise, imparatorluğun daha sonra modern Ürdün devletini oluşturacak bölgelerini incelediği kitabında kanunnameye de yer verir.23 Aşağıda göreceğimiz gibi, kitabın, kanunun uygulanışını tartıştığı kısımlardaki yaklaşımı olumlu ve dengelidir. Ne var ki, Rogan’ın kanunun arka planına ilişkin açıklaması devletin iktisadî ihtiyaçları ekseninde kurulmuştur. İmparatorluğun içinde bulunduğu iktisadî darboğaz toprak rejiminin rasyonalleştirilmesini gerektirmiş ve kanun da vergi gelirlerini arttırmak için arazi kontrolünü bürokratikleştirerek bunu yapmayı amaçlamıştır.24 Yani yeni toprak rejiminin birincil hedefi, tüm ekilebilir arazileri vergilendirmektir.25 Bu tarihçilerin aksine, Haim Gerber, kanunnamenin amacının devletin tarımsal araziler ve gelirler üzerinde, yerel güçlerce gaspedilmekte olan haklarını geri almak olduğu tezine şiddetle karşı çıkar: Ona göre, imparatorluğun toprak kontrolü biçimlerinde XVI. yüzyıldan bu yana kayda değer bir değişme olmamıştır. Miri toprakların gitgide mülke çevrilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Gerber’e göre bu hatalı tez, modern devlet arazisi nosyonuyla Osmanlı’daki miri arazinin karıştırılmasından kaynaklanmış olabilir. Her halukarda kanunname, “sadece ve sadece, tarımsal meselelere dair klasik XV. ve XVI. yüzyıl Osmanlı kanunlarının bazı küçük değişikliklerle yeniden çıkarılmasından ibarettir.”26 Gerber, aradaki zaman diliminde bazı “küçük değişmeler” olduğunu kabul eder. Örneğin çiftlik kavramının metne girmesi bir yeniliktir ve değişmenin belirtisi olabilir.27 Ama Gerber, bu değişikliklerin gözlenen devamlılığın yanında önemsiz olduğunun altını çizmekten geri durmaz. Buradaki temel sorun şudur: Bu teori, her şey az çok aynıysa kanunnameye neden ihtiyaç duyulduğunu açıklayamaz. Tabii ki arazi hukukundaki değişmeden çok devamlılığı vurgulayan Gerber için bu önemli bir soru olmayabilir. Yine de, ortada bir ger22 A.g.m., s. 108. 23 Eugene L. Rogan, Frontiers of the State in the Late Ottoman Empire: Transjordan, 18501921, Cambridge: Cambridge University Press, 1999. 24 A.g.m., s. 82. 25 A.g.m., s. 83. 26 Haim Gerber, The Social Origins of the Modern Middle East, Boulder, CO ve Londra: Lynne Rienner and Mansell, 1987, s. 68-79. 27 A.g.e., s. 69-71. Gerber’in, kanunnamenin “çiftlik”ten bahsetmesini önemli görüp bir yenilik olarak anarken, Barkan’ın yukarıda tartıştığım makalesinde, metnin çiftliklerden ve oradaki ilişkilerden bahsetmemesinden hayıflanması ilginçtir. Bu durum, iki tarihçinin kanunnameye ve XVI. ve XIX. yüzyıllar arasındaki döneme bakış açıklarındaki farklılığı yansıtır.
730
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
çek vardır ve kanunnamenin neden ortaya çıktığının ve neden o tarihte hazırlandığının açıklanması gereklidir. XIX. yüzyıl ortasına kadar hem coğrafi, hem de kavramsal olarak kısmî düzenlemelerle yetinen Osmanlı devleti neden bu derece kapsamlı, iyi düzenlenmiş ve modern kanun tekniğine uygun bir hukukî metin hazırlama gereğini hissetmiştir? Bu noktaya Gerber’in cevabı şöyledir: “(...) kanunname bazı hukukî yenilikler içeriyordu. Öyle görünüyor ki bunlar, toprakla ilişkili herhangi bir gruba hizmet etmeyip; sadece tüm bu toprak kontrolü meselesini düzenli hale getirmekte ve modernleştirmekteydi.”28 Görüldüğü gibi Gerber, kanunnamenin Osmanlı Devleti’nin toprak sistemini düzenleme ve modernize etme ihtiyacından kaynaklandığını iddia eder. Ne var ki bu cevap da yeterli değildir. Zira, Osmanlı devletinin bu ihtiyacı neden hissettiği sorusu hala orta yerde durmaktadır. Gerber ne düşünürse düşünsün, “modern” her şeyi açıklayan sihirli bir kelime değildir. Gerber’in yaklaşımındaki bir diğer sorun, bizi, Osmanlı İmparatorluğu’nda tam üç yüz elli yıllık bir süre içerisinde arazi kullanımıyla ilgili pek az şeyin değiştiğine inandırmaya çalışmasıdır. Bu iddianın kökleri, “Doğu” toplumunun durağanlığıyla ilgili oryantalist önyargılarda bulunabilir ve bu bakış açısının sorunları ortaya kondukça gitgide daha da az inandırıcı hale gelmektedir. D. Kanunnamenin Sonuçlarına İlişkin Değerlendirmeler Literatürde 1858 Arazi Kanunname’nin amaçları ve nedenlerinden çok sonuçlarının tartışılmış olduğunu söylemek mümkündür. Kanunnamenin tarımsal arazilere sahip olma yapılarını ve onları kullanma biçimlerini değiştirip değiştirmediği sorusu da bu tartışmanın bir parçasıdır. Bu bağlamda en çok sorulan soru, kanunnamenin köylü sahipliğini güçlendirerek köylülerin ve devletin mi, yoksa geniş arazilerin kontrolünü ele almalarını sağlayarak büyük toprak sahiplerinin mi işine yaradığıdır. Örneğin Çağlar Keyder, kanunnamenin toprakla ilgili ilişkileri değiştirmekte etkisiz olduğunu savunur. Keyder’in buradaki amacı, küçük toprak sahipliğinin imparatorluğun mevcut olduğu süre boyunca hakim olduğunu, büyük toprak sahipliği olgusununsa marjinal kaldığını savunmaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrol ettiği topraklar, kapitalistleşme ve çevreselleşme süreçleri sırasında dahi, dünyanın pek çok başka bölgesinde görülen, toprak sahiplerinin kontrolündeki büyük üretim birimlerinin oluşumundan azade kalmıştır. Keyder’e göre, Osmanlı arazi hukukunun gelişimi de bu duruma tanıklık eder. Bir başka deyişle, kanunname de Osmanlı tarımsal yapısındaki mevcut durumu değiştirmemiştir. Bu kanun, toprakta alınır satılır mülkiyeti tanımış, ancak, gerek devlet ve köylüler arasındaki sözleşmenin dayanıklılığı ve gerekse merkezî bürokrasinin bağımsız köylülüğün korun28 A.g.m., s. 72.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
731
ması yönündeki misyonundan vazgeçmemesi yüzünden, kanunnameden sonra dahi köylülerin özel mülkiyeti kabul etmeleri epeyi uzun sürmüştür.29 “Verimli Hilal” diye adlandırılan bölge için konuşan Warriner de, kanunnamenin etkisiz kaldığını savunur: “[Arazi] kaydının askerlik hizmeti çağrısı için bir başlangıç ya da vergilendirme amaçlı olduğundan korkan köylüler, arazilerini ya aşiret reisinin ya da askerliğe ehil olmayan bir aile bireyinin üzerine yaparak işlemleri etkisiz kıldılar.”30 Albertine Jwaideh, konuya Irak’ta Osmanlı yönetiminin başından sonuna kadar süren, Osmanlı hukuku ve yerel hukuk ve gelenek arasındaki gerilim ve çatışma açısından bakar. Ona göre 1858 kanunnamesi bir iki istisna dışında yerel toprak kullanımı biçimleriyle bir uzlaşma aramaması nedeniyle bu durumu sürdürmüştür: Osmanlı’nın Aşağı Irak’taki yerli toprak kullanımı sistemini kanunlaştırma ya da onunla yaşayabilir bir uzlaşma aramayı reddetmesinin yasal, iktisadî ve toplumsal sonuçları olmuştur. Osmanlı Arazi Kanunnamesi’ni başarısızlığa mahkum etmiş ve Osmanlı’nın son dönemlerinde aynı topraklarda iki çatışan ve uyumsuz toprak sisteminin var olmasına ve (...) yol açmıştır.31
Rogan pek çok açıdan bunun tam tersi görüşler ileri sürer. Kanunnamenin temel özelliği esnekliği ve bir bölgeden diğerine uygulama farklılıkları göstermeye elverişli olmasıdır. Örneğin kolektif mülkiyetin yaygın olduğu bölgelerde bireysel tapu, ortak arazinin bir parçası olarak tanımlanmış, bu da uygulamada ortak mülkiyet sisteminin devamına imkan vermiştir.32 Bedevi kabilelerine de, kanunun hükümleri, teşvik ve baskılardan oluşan bir kombinezonla kabul ettirilmiştir. Daha yoksul kabileler ortak mülkiyete doğru evrilirken, daha zengin ve güçlü kabilelerin reisleri büyük arazileri ele geçirmişlerdir.33 Yani kanunnamenin ne tek biçimli bir uygulamasından, ne de homojen sonuçlarından söz edilemez. Ayrıca Rogan, köylülerin kayıt altına alınma korkusu nedeniyle topraklarını aşiret reisleri ya da kentli eşraf adına kaydettirdiği yönündeki ve Warriner’ın da katıldığı yorumun, en azından bu bölgelerde bir temelinin bulunmadığını iddia eder. Öte yandan, kanunnamenın hangi toplumsal gruba hizmet ettiği sorusunun cevabını arayan bazı araştırmacılar, sonucun toprak sahibi eşrafın lehine 29 Çağlar Keyder, “Giriş: Osmanlı İmparatorluğu’nda Büyük Ölçekli Ticari Tarım Var mıydı?”, Çağlar Keyder ve Faruk Tabak, (eds.), Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. 30 Doreen Warriner, Land and Poverty in the Middle East, s. 76. 31 Albertine Jwaideh, “Aspect of Land Tenure and Social Change in Lower Iraq during the Late Ottoman Times”, Tarif Khalidi, (der.), Land Tenure and Social Transformation in the Middle East, Beyrut: American University of Beirut, 1984, s. 343. 32 Eugene L. Rogan, Frontiers of the State in the Late Ottoman Empire, s. 84. 33 A.g.m., s. 88.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
732
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mesela Abdul-Kerim Rafeq “Suriye” için şöyle yazmaktadır: 1858 Osmanlı Arazi Kanunnamesi, toprak sahiplerinin kontrol ettikleri toprakların bireysel sahipliğini kendilerine vererek onların elini daha da güçlendirdi. Kanunun iktisadî, toplumsal ve siyasal hedefleri vardı. Neticedeyse, büyük ölçüde toprağı uzaktan kontrol eden toprak sahiplerinden oluşan bir eşraf sınıfının hem devlet, hem de köylülere karşı gücünü sağlamlaştırmasını sağlayarak onların işine yaradı.34
Irak hakkındaki anıtsal eserinde Hanna Batatu da kanunnameye değinir. Şeyhlerin aşiretler üzerindeki egemenlikleri; XIX. yüzyıla kadar büyük ölçüde etkin biçimde sürerken, XIX. yüzyılda çeşitli yönlerden baskı altına girer. Şeyh hakimiyetini etkileyen faktörlerden biri de kanunnamedir. Burada Osmanlı hükumetinin amacı; şeyhlerin gücünü ciddi biçimde azaltmaktır. Bunun yöntemi de aşiret üyeleri arasından çok sayıda küçük toprak sahibi yaratmaktır.35 Ne var ki kanunun sonuçları paradoksal olur. Bir bakımdan, hem kanunname, hem de diğer Osmanlı uygulamaları aşiret sistemini bozar ve şeyhlerin siyasî ve askerî gücünde ciddi bir zayıflamayı doğurur. Ama öte yandan alt düzeydeki aşiret üyeleri, daha önceden üzerinde hakları olan aşiretin ortak toprakları üzerindeki haklarını kaybederler ve toprak üzerinde kiracı durumuna düşerler.36 Bu toprakları genellikle şeyhler, kendi adlarına kaydettirirler. Yani şeyhlerin siyasî ve askerî gücü azalırken, iktisadî güçleri ve bu gücü daha da arttırma kapasiteleri artar.37 Haim Gerber, kanunun etkilerini imparatorluğun neredeyse tüm bölgeleri için tartışan az sayıdaki tarihçiden biridir. Gerber, kanunnamenin, farkı bölgelerde kayda değer derecede farklı sonuçlara yol açtığını söyler. Örneğin Irak’ta kanun çıktığında aşiret toprakları çoğunlukta olduğundan bireysel arazi kaydı mümkün olmamıştır. Bazen aşiret reisleri, bazen de şehir kökenli girişimciler büyük arazileri kendi adlarına kaydettirmişlerdir. Suriye’deyse büyük toprak sahipliği 1858 öncesinde de yaygın olduğundan kanun muhtemelen onlara hukukî bir güç vermiştir. Hem Filistin’de, hem de Anadolu’daysa gelişme yönü bir34 Abdul-Karim Rafeq, “Land Tenure Problems and Their Social Impact in Syria around the Middle of the Nineteenth Century”, Tarif Khalidi, (der.), Land Tenure and Social Transformation in the Middle East, s. 390. Beshara Doumani de, Nablus bölgesi için benzer bir şey söylemektedir. Burada kanunname büyük toprak sahipliğini teşvik edici etki yapmıştır. Bunun nedenleriyse, toprağın ticari piyasa koşullarına sahip olmasını sağlayacak maddi altyapının kanun çıkmadan çok önce var olması ve tüccarların hakim olduğu bir kentsel sınıfın kanunnameyi kendi lehlerine olacak şekilde kullanmasıdır. Bkz.: Beshara Doumani, Rediscovering Palestine: Merchants and Peasants in Jabal Nablus, Berkeley: University of California Press, 1995, s. 159. 35 Hanna Batatu, The Old Social Classes and the Revolutionary Movements of Iraq, Princeton: Princeton University Press, 1978, s. 75 36 A.g.m., s. 75. 37 A.g.m., s. 77-78.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
733
birine benzer. Kanun buralarda büyük toprak sahipliğini körüklemiştir. Fakat ona göre bu, köylülerin topraklarını ele geçirerek değil, daha önce kullanılmayan arazileri devletten satın olarak olmuştur.38 Onun modelinde, toprak sahipleri, bir köyün topraklarını ele geçirmekten çok, kullanılmayan arazilerde çiftlikler kurmuş ve ücretli işçi çalıştırmışlardır. Eski yerleşim alanlarında küçük toprak sahipliği hakim biçim olmayı sürdürmüştür.39 Makul gibi gözüken bu açıklamanın şu zaafı vardır: Gerber, toprak sahiplerinin ücretli işçileri nereden bulduğunu sormaz. Bu işçiler mülksüzleşme, göçler, tarımda teknolojik gelişme ya da nüfus artışı yoluyla ortaya çıkabilirlerdi. Gerber ilk olasılığı reddeder, diğerlerine değinmez. E. Devlet ve Özel Mülkiyet: İslamoğlu’nun Makalesi Yakın bir tarihte, 1858 Arazi Kanunnamesi’nin kayda değer bir analizini tarihçi Huri İslamoğlu yaptı.40 Onun bu makalesi, kanunnameyi sağlam bir kuramsal çerçeve içerisinde tartışma yönünde ciddi bir çaba olarak görülebilir. Bu özelliğiyle de burada ayrıntılı olarak ele alınması uygun olacaktır. İslamoğlu’nun makalesi iki kısma ayrılabilir: İlk kısımda kavramsal tartışma ve mevcut çalışmaların eleştirisi yer alırken, ikinci kısımda kanunnamenin analizi yer almaktadır. İslamoğlu mevcut literatürü eleştirirken toprakta özel mülkiyetin ortaya çıkmasını ticaretin büyümesiyle açıklayan yaklaşımları, mülkiyet ilişkisini toplumdaki iktidar ilişkileri ağından soyutlayan ve mülkiyeti bir kişiyle bir nesne arasındaki bir ilişki olarak gören liberal bakış açısını, devlet-toplum ayrımını benimseyen ve ikisini de üstyapının bir parçası olarak gören Marksist görüşleri ve konuyu İslam hukuku terimleri içerisinde tartışan çalışmaları eleştirir. Mülkiyete dair genel tezleriyse şöyle özetlenebilir: 1. Mülkiyet hakkının tanımlanması ve özel olarak da mülkiyet hukuku, toplumsal aktörlerin birbirleriyle karşı karşıya geldiği mücadele ve müzakere alanlarıdır. 2. Özel mülkiyet haklarının oluşturulmasının müsebbibi, büyük ölçüde, XIX. yüzyılda gelişen modern, merkezî devletin pratikleridir. Bu haklar, merkezî devletlerin toprak üzerindeki mülkiyet ilişkilerini sıraya koyması, sınıflandırması ve tanımlamasına tekabül eder. 3. Arazi kanunnamesinin -kayıt, tapu senedi verilmesi, kira sözleşmeleri vb. gibi- belirli pratikleri, -miri olmayan- diğer arazilere yayması, bunların 38 Haim Gerber, The Social Origins of the Modern Middle East, s. 82. 39 A.g.m., s. 86. 40 Huri İslamoğlu, “Property as a Contested Domain: A Reevaluation of the Ottoman Land Code of 1858”, Roger Owen, (der.), New Perspectives on Property and Land in the Middle East, Cambridge: Harvard University Press, 2000, s. 3-61.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
734
da devlet kontrolüne tabi olması ve çıkarları eski mülkiyet kategorileriyle belirlenmiş olan grupların kimliklerinin silinmesi anlamına gelir. İslamoğlu’nun yeni mülkiyet rejiminin ortaya çıkışını, yeni bir devlet tipinin ortaya çıkışıyla ilişkilendirmesine katılmamak mümkün değildir. Ancak sorun şudur ki, bu ilişkilendirme bu yeni devlet biçiminin ortaya çıkışını açıklamaya yönelik bir çabayla kolkola yürümemektedir. Yani İslamoğlu; modern, merkezî devleti verili kabul etmektedir. Buradaki itiraz, yazarın makalesinde kullandığı her kavramı ayrıntılı biçimde izah etmesi gerektiği anlamına gelmez. Sorun, İslamoğlu’nun devleti ‘kullanış’ biçiminde yatar. İslamoğlu, bizzat açıklanmaya ihtiyaç duyan bir görüngü olan modern devleti, yeni mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkışını anlamak için bir bağımsız değişken olarak kullanarak yaygın ve ciddi bir metodolojik hatayı yeniden üretir. Bu hata, İslamoğlu’nun mülkiyetin farklı aktörler arasında bir çatışma alanı olduğu şeklindeki haklı tespitini de dayanaksız bırakmaktadır. Zira onun modelinde bu çatışma/çekişme bağımsız ve rasyonel bir aktör olan devlet ile diğer aktörler arasında vuku bulur. Bu makale genel olarak, toplumsal değişmeyi anlamada Osmanlı devletinin merkezi rolüne inanan mevcut akademik konsensüsün ne derece güçlü olduğunu da göstermektedir. Belirli perspektiflerin teorik bir eleştirisini sunan, devleti bağımsız bir aktör olarak görmeyi reddeden çeşitli kaynaklar kullanan ve hatta devlet-merkezli bir yaklaşımı açıkça reddeden İslamoğlu, nihayetinde Osmanlı literatüründeki hakim paradigmayı aşamaz. Analizi, devleti en önemli nedensel aktör olarak tarihsel araştırmanın merkezine yerleştirir.41 F. Hukuk ve Mülkiyet: Kenanoğlu’nun Tezi 2002 yılında Mustafa Macit Kenanoğlu, Ankara Üniversitesi’nde “1858 Arazi Kanunnamesinin Osmanlı Siyasal ve Toplumsal Yapısı Üzerine Etkileri 41 Martha Mundy, İslamoğlu’nun derlediği 2004 tarihli bir kitaptaki makalesinde, bu devletler arası rekabet kuramını ve devletin mülkiyeti oluşturduğu tezini benimser. Aslında Mundy’nin burada daha da ileri gittiği söylenebilir. Zira mülkiyetin kurulması sorununu devlet değil, idare [administration] düzeyinde tartışır. Böylece Mundy, sorunu nihayetinde teknik bir boyuta indirgemiş olur. Ayrıca Mundy’nin yaptığı mülkiyet taşıyıcıları olarak tüzel kişilerin ciddiye alınması çağrısı da sorunludur: “Mülkiyet ilişkilerine taraf olan kişiler sadece o somut elle tutulabilir ilişkilere, özellikle de tarımdaki üretim ilişkilerine taraf olan bireyler değil, devlet organlarının tüzel kişileridir [personae] de. Bugün toplumsal mülkiyet ilişkilerinin merkezinde olan ve yasal yaratılar olarak asla basitçe somut insanî aktöre indirgenemeyecek olan bu [tüzel kişiler] tam da oldukları gibi tanınmalıdır.” Bkz.: Martha Mundy, “The State of Property: Late Ottoman Southern Syria, the Kaza of ‘Ajlun (18751918)”, Huri İslamoğlu, (der.), Constituting Modernity: Private Property in the East and West, Londra and New York: I. B. Tauris, 2004, s. 215. Mundy, bu tezini mülkiyet olgusuna yönelik antropolojik yaklaşımlarla eleştirel bir diyalog içerisinde geliştirmiştir. Bu açıdan çağrısı haklı olabilir. Ama öte yandan, bu çağrıyı yaparken Osmanlı tarihyazımını büyük ölçüde gözardı etmektedir. Mevcut literatürde hukukî kurguları olgu, yasal kategorileri de gerçek insanlar düzeyinde değerlendiren pek çok çalışma varken Mundy’nin çağrısının Osmanlı çalışmalarına ne derece katkı yapacağı şüphelidir.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
735
(1858-1876)” isimli doktora tezini tamamladı. Konumuz üzerine yapılan az sayıdaki kapsamlı ve ayrıntılı çalışmadan biri olduğu için bu tezi nispeten ayrıntılı olarak tartışmak uygun olacaktır. Kenanoğlu, tezinde pek çok tarihçiyi kanunnameye yaklaşımlarından dolayı eleştirmektedir. Örneğin ona göre Stephanos Yerasimos, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık gibi tarihçilerin kanuna yönelttiği eleştiriler kanunun uygulanmadığı izlenimini yaratmaktadır. Oysa ki kanun son derece ciddi biçimde uygulanmıştır.42 Kenanoğlu kanun hükümlerinin “çok teknik” biçimde uygulandığına ilişkin de çeşitli örnekler verir.43 Fakat burada bizim için daha önemli olan, başka iddiaları ve eleştirileri de vardır. En çok karşı çıktığı iddialardan biri, Barkan’ın savunduğu ve Halil Cin’in daha açık biçimde işlediği,44 kanunnameyle birlikte miri arazinin mülke, bu topraklar üzerindeki tasarruf hakkının da özel mülkiyete yaklaştığı iddiasıdır. Kenanoğlu’na göre bu iddiaların nedeni kanunun hukukî yapısının anlaşılmamış olmasıdır. Kanun, bireylerin mülkiyet hakkını tanımamıştır. Toprakların mülkiyetini kesin olarak devlete vermiş ve ancak köylünün tasarruf hakkını ve bu hakkın kullanılma usulünü düzenlemiştir. Devletin mutasarrıflara tapu adıyla bir belge vermesinin, bugünkü anlamıyla mülkiyet hakkıyla ilgisi yoktur.45 Ayrıca bazı tarihçilerin, kanunla birlikte toprak sahiplerinin devletten ucuz fiyatlarla epeyi toprak satın aldıkları ve köylülerin kullandıkları toprakları ele geçirdikleri biçimindeki savları da Kenanoğlu’na göre aynı noktadan kaynaklanmaktadır. “Burada devletten satın alma, mülkiyeti satın alma değil, tasarruf hakkını satın almadır. Yoksa toprağın mülkiyeti yine devlete aittir.”46 Görüldüğü gibi Kenanoğlu, mülk topraklar-miri topraklar ve mülkiyet-tasarruf hakları arasındaki ayrıma büyük önem vermekte, Arazi Kanunnamesi’nin de bu temel üzerine kurulduğunu düşünmektedir. Kanuna yöneltilen eleştirilerden birini de bu minvalde yanıtlar. Barkan’ın kanunun büyük çiftlik sahipleriyle kiracılar/ortakçılar arasındaki ilişkiyi düzenlemediğini söylediğini yukarıda görmüştük. Stephanos Yerasimos da aslında benzer bir eleştiri getirmektedir. Kenanoğlu’ysa buna özel hukuk - kamu hukuku ayrımı temelinde yanıt verir. Kanunname özel hukuk alanını değil, kamu hukukunu ilgilendiren miri toprak kullanımını düzenler. Ortakçılık, kiracılık gibi ilişkilerse özel hukuk alanına ilişkin olduklarından doğal olarak kanun metninin dışında kalmışlardır.47 42 Mustafa M. Kenanoğlu, “1858 Arazi Kanunnamesinin Osmanlı Siyasal ve Toplumsal Yapısı Üzerine Etkileri (1858-1876)”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2002, s. 182 ve 234. 43 Örneğin bkz.: A.g.t., s. 261. 44 Halil Cin, Miri Arazi ve Bu Arazinin Özel Mülkiyete Dönüşümü, 2. Baskı, Konya: Selçuk Üniversitesi, 1987. 45 Mustafa M. Kenanoğlu, “1858 Arazi Kanunnamesi”, s. 180. 46 A.g.t., s. 184. 47 A.g.m., s. 118-119.
736
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
Kenanoğlu’nun yaklaşımı pek çok noktadan eleştirilebilir. Ama burada daha anlamlı olan metodolojik bir değerlendirme olacaktır. Elbette her hukukî metnin iyice analiz edilip, her kelimesinin anlaşılması gerekir. Ama metinlerde öngörülenin gerçeklikte de cereyan ettiğini varsaymak hatalıdır. Bu varsayım, aynı zamanda kanun metinlerindeki hukukî kurguların tespit edilip değerlendirilmesine de izin vermez. Aslında Kenanoğlu’nun yaklaşımı, hukukî kurguların toplumsal gerçekliğe birebir tekabül ettiğini varsayan bir hukuk nosyonunun bir örneğidir. Örneğin, onun için miri topraklarla mülk topraklar arasındaki ayrım mutlak bir ayrımdır. Hukuktaki bu ayrımın toplumsal ilişkilerde de belirleyici olduğunu kabul ettiği için de, bu ayrımın ötesini, yani belirli bir toprak parçasıyla bir toplumsal failin hangi somut biçimlerde ilişkilendiği meselesini göz önüne almaz. Bir toprağı kim işlemektedir? Artık ürünün ne kadarını fiili üreticiler, ne kadarını merkezî devlet ve ne kadarını başka kişi ve gruplar almaktadır? Artık ürüne hangi yollarla el konulmaktadır? Toplumsal failler arasındaki bu ilişkiye, başka hangi ilişki ve yapılar müdahil olmaktadır? Bir toprak parçasına neyin nasıl ekileceği kararını kim vermektedir? Toprak parçası rahatça alınıp satılabilmekte, borca karşılık rehin verilebilmekte ve bunun gibi diğer ticari işlemlerin konusu olabilmekte midir? Diğer bir deyişle tarımsal arazi meta haline gelmiş midir? Bir toprağı işleyen kişi öldüğünde çocukları benzer şartlarla o toprağı kontrol etmekte midir? Kenanoğlu’nun yaklaşımı; bu ve benzeri soruları sormaz ve hukukî metinde yazılı tanımın toplumsal gerçeklikle birebir örtüştüğünü varsayar. Hatta Kenanoğlu daha da ileri giderek, Osmanlı’da asıl biçimlendirici olan unsurun hukuk kuralları olduğunu söyler.48 Yani, toplumsal yapının aldığı biçimi belirleyen toplumsal ilişkiler değil, devlet sistemi kurarken ve sistemden sapmaları önlerken devreye giren hukuktur. G. Literatürdeki Yaklaşımların Sorunları 1. Yukarıda gördüğümüz gibi, tarihçiler arasında 1858 Arazi Kanunnamesi’nin çeşitli veçhelerine ilişkin pek çok farklı görüş vardır. Ancak kanunun amaçları konusunda bir tezin öne çıktığı söylenebilir. Buna göre arazi kanunu, devletin yerel eşraf ve ayanca gitgide artan oranda kontrol edilmeye başlanan tarımsal arazilerdeki kontrolünü yeniden tesis etmek amaçlı bir girişimdir. Osmanlı devleti bu yerel kuvvetlerin büyük ölçekli toprak sahibi olmalarını engelleyip, köylülerin küçük toprak sahipliğini temin etmek istemiştir. Bu konumun ciddi bir metodolojik zaafı vardır. Ya devletin çeşitli faaliyetlerini finanse etme niyetine dayalı iktisadî gereksinimleri ya da taşradaki ayan ve eşrafın gücünü kırma yolundaki siyasal gereksinimleri ve bu gereksinimleri gidermek için yaptığı eylemler merkeze alınmaktadır. Bu, metodolojik olarak devletin kendine ait 48 A.g.t., s. 112.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
737
bir mantığı olan rasyonel bir fail olarak görülmesi demektir. Bu yaklaşımda devlet sorunsallaştırılmaz ve devlet iktidarının kaynakları ciddi biçimde sorgulanmaz. Söz konusu yaklaşım bünyesinde, özellikle kanunnamenin sonuçlarının tartışıldığı yapıtlarda tezahür eden bir başka eğilim, genel olarak devleti ya da bir devlet biçimini verili olarak almak ve bazı gelişmeleri -örneğin toprakta özel mülkiyetin varlığını ya da yokluğunu- açıklamak için devleti bağımsız bir değişken olarak kullanmaktır. Osmanlı Devleti bir kez daha değişmenin faili olarak öne çıkar ve Osmanlı tarihi devletin çıkar, ihtiyaç ve eylemlerine göre yazılır. 2. Diğer bir sorun, mevzu hakkındaki çoğu incelemenin imparatorluğun yalnızca belirli bölgelerini ilgilendirmesidir. Bunun sonucunda bazen çalışmaya konu olan yerlerle ilgili yorum yapılıp imparatorluğun kontrolündeki diğer yerlerle ilgili bir şey söylemekten imtina edilmektedir. Ya da monografik nitelikteki çalışmaların sonuçları, bir nevi aracı görevini görecek kuramsal ve metodolojik çerçeve geliştirilmeden tüm bölgelere teşmil edilmektedir. Hangisi seçilirse seçilsin her iki yol da, aslında Osmanlı arazi hukukuna ya da 1858 kanunnamesine dair bilgilerimizi ciddi anlamda derinleştirmez. 3. Bu coğrafî kompartmantalizasyonun bir başka sonucu daha vardır. Bazı tarihçiler; inceledikleri bölgenin, çalışmalarına konu olan tarihte imparatorluğun bir parçası olduğunu unutarak, sanki o zaman için de bağımsız bir birimden söz ediyormuş gibi sorunsallarını inşa etmektedirler. Ulus-devlet modelinin geçmişe yansıtılmasına dayanan bu anakronizme, özellikle imparatorluğun Arapça konuşulan bölgeleri üzerinde uzmanlaşan tarihçilerde rastlamak mümkündür. “Suriye”, “Irak” gibi modern tabirlerin, bu bölgelerin Osmanlı İmparatorluğu’nun entegre bir parçası olduğu dönemler için de herhangi bir çekince olmadan kullanılması bu durumun bir belirtisidir. 4. Arap ülkelerini çalışan tarihçilerde bu eğilim görülürken, bir başka sorun daha çok Türk tarihçileri ilgilendirir. Bazı Türk tarihçiler Osmanlı İmparatorluğu’ndaki arazi rejimine, özellikle miri arazi sistemine bir tür hayranlık duymaktadırlar.49 Aslında bu sorunun da bir önceki maddede değindiğim sorun gibi ulus-devlet anakronizminden kaynaklandığı söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye ulus-devletiyle gereğinden fazla özdeşleştirilmesi, kendini, zaman zaman, imparatorluğun her kurumuna sahip çıkma, daha iyi işlemiş görünen kurumlarınaysa hayran olma şeklinde göstermektedir. Tarihçilerin eleştirel bakış açısını körelten bu durumun hem 1858 öncesi tarımsal ilişkilerin, hem de kanunnamenin sağlıklı biçimde incelenip tartışılmasını son derece zorlaştırdığı açıktır. 5. Arazi Kanunnamesi’ni konu edinen çalışmaların bazılarında görülen diğer çok önemli bir sorun biçimciliktir. Yukarıda Kenanoğlu örneğinde tartıştı49 Bu hayranlığa yakın tarihli bir örnek için bkz.: Ali Şafak, “Osmanlılar’da Arazi Hukuku Kurallarına Kısa Bir Bakış (Teori ve Pratik)”, Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye, 1999, c. VI, s. 354-370
738
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
ğımız bu yaklaşım, kanunda biçimsel olarak yazılanların toplumsal gerçekliğe tekabül ettiğini varsayar. Buna göre toplum, hukukta yazılı düzenleme ve kuralara göre işler ve toplumsal failler de buna göre davranır. Bu görüşün pek çok sakıncası olsa da, bizim için daha önemli olan hakiki bir tarihsel analize imkan vermemesidir. Şöyle ki, tarihsel analiz, zaman içerisinde değişmeyi konu edinir. Hukukî-biçimci yaklaşımdaysa hukukî metinler değişmedikçe gerçek anlamda bir değişmenin olmadığı varsayılacaktır. Bu ise pek çok zaman, değişmenin gözden kaçırılmasını beraberinde getirir. Toplumsal gerçeklik çoğu toplumsal formasyonda ve tarihsel kesitte, hukuk kurallarının ötesinde ve dışında özellikler gösterir. İşte böylesi durumlarda biçimci bakış açısı, bu özellikleri ve bunların zaman içerisinde ortaya çıkmalarını ve değişme göstermelerini analiz edemez. 6. Literatürde rastlayabileceğimiz diğer bir sorun, 1858 Kanunnamesi’nin ortaya çıkışının Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı uzun bir gerileme süreciyle ilişkilendirilmesidir. Buna göre, özel mülkiyeti tanıyan ya da resmen tanımasa bile tasarruf hakkını mülkiyet hakkına çok yaklaştıran bu kanun, Osmanlı miri toprak düzeninin bozulmasının bir sonucudur. Tımar sistemine dayanan Osmanlı toprak sistemi, XVII. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamış, bunu takip eden süreçte de giderek artan miktarda miri toprak özel şahısların kontrolüne girmiştir.50 Bu süreç, XVIII. yüzyılda ayanların merkezî hükümete karşı elde ettikleri geniş özerklikle hızlanmış ve kanunnamenin işte bu hükümleriyle neticelenmiştir. Bu perspektif çeşitli açılardan eleştirilebilir. Öncelikle, bu bakış açısına göre yüz elli yıllık bir ‘klasik’ dönemi takip eden üç yüz elli yıllık bir süreç, gerileme ve bozulma olarak adlandırılmaktadır. Bu, tarihsel dönemlendirme açısından haklılaştırılması zor bir seçimdir. Dahası, XVII.-XIX. yüzyılların sürekli daha önceki bir döneme kıyasla düşünülmesi, toplumsal dinamiklerin ve bu dinamiklerin işaret ettiği eğilimlerin hakkıyla analiz edilmesini zorlaştıracaktır. H. Bazı Alternatif Görüşler Azınlıkta olmakla birlikte, 1858 Arazi Kanunnamesi’ne dair alternatif konumlar alan çalışmalar da vardır. Bunların aralarında, konuya yaklaşım biçimleri ve çıkardıkları sonuçlar açısından belirli farklar mevcuttur. Fakat aralarındaki bir ortaklıktan da bahsedilebilir. Bu çalışmalar, 1858 Arazi Kanunnamesi’ni ve Osmanlı devletinin diğer uygulamalarını, toprak kontrolü ve kullanımı biçimlerindeki değişmenin ve nihayet aldıkları biçimlerin temel faili olarak 50 1858 Arazi Kanunnamesi’ni ve yeni arazi rejimini bu gerileme bağlamında tartışan erken tarihli bir örnek için bkz.: Halil İnalcık, “Land Problems in Turkish History”, The Ottoman Empire: Conquest, Organization and Economy, Londra: Variorum Reprints, 1978, s. iv ve 221-228. İlk kez 1955’te yayımlanmıştır.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
739
görmezler. Failliği devlette değil; her bölgenin sosyo-ekonomik koşullarında, tarımsal ilişkilerin tarihsel arkaplanında ve tarımsal üretim etrafında bir araya gelen farklı toplumsal grupların aralarındaki ilişkilerin özgüllüğünde arama eğilimdedirler. Örneğin Peter Sluglett ve Marion-Farouk Sluglett, kanunnamenin toprak kontrolü biçimlerinin evriminde kilit önemde olduğu görüşünü eleştirirler.51 Slugglett’ler, kanunnamenin devletin rakabe hakkını kesinleştirmeyi amaçladığı yolundaki yaygın görüşe katılırlar. Ne var ki, makalede bu tezi fazlaca geliştirmezler. Bizim için önemli olan, Osmanlı Suriyesinde XIX. yüzyıl boyunca özel mülkiyete ve özel mülkiyete tabi büyük ölçekli arazilerin yaratılmasına doğru giden bir evrim görmeleridir: Kanunnamenin Suriye ve imparatorluğun diğer yerlerinde XIX. yüzyılın ileriki dönemlerinde var olmaya başlayan büyük ‘özel’ arazilerin yaratılmasında etkili olduğu sık sık ileri sürülür. (...) Öyle görünmektedir ki bu gelişme zaten bir süredir devam etmektedir, her halükarda kanunnameden çok daha fazla, değişen iktisadî koşullar ve kamusal güvenliğin yaygınlaşmasıyla ilgilidir.52
Onlara göre mülk ve miri topraklar arasındaki ayrım, muhtemelen XIX. yüzyılın ortalarında belirsizleşmiştir. XVIII. yüzyılda dahi kentlilerin kırsal kesimde arazi edinmelerini görmek mümkündür. Şam’da, 1858’den çok önce tarım arazisi satışları kaydedilmiştir.53 Donald Quataert, kanunu, XIX. yüzyıl Osmanlı tarımını değerlendirdiği bir yazı içerisinde ele alır. Quataert, önce kanunun literatürde nasıl anlaşıldığını kısaca tartışır. Buradaki yazarların çoğu karşısında eleştirel bir tutum sergiler. Burada bizi ilgilendiren, daha ziyade, kanunname hakkındaki kendi yorumudur. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde toprak kontrolü yapı ve biçimlerine ilişkin kanımız ne olursa olsun, bu durumu araziyle ilgili kanunlara atfetmek hatalıdır. “Bu, nedenle sonucu karıştırmak demektir.”54 Osmanlı toprak kontrolü ve kullanımındaki değişme, bir dizi faktör arasındaki karmaşık etkileşimin bir sonucudur ve tümüyle devletin politikalarına bağlanamaz: “Özetle, 1858 kanunnamesinin belirli eğilimleri başlattığı düşünülmemelidir. Kanun bundan daha çok, başka faktörlerin başlattığı eğilimleri onaylamış, desteklemiş ve bazen de hızlandırmıştır.”55 51 Peter Sluglett ve Marion-Farouk Sluglett, “The Application of the 1858 Land Code in Greater Syria: Some Preliminary Observations”, Tarif Khalidi, (der.), Land Tenure and Social Transformation in the Middle East, Beyrut: American University of Beirut, 1984. 52 A.g.m., s. 413. 53 A.g.m., s. 414. 54 Donald Quataert, “The Age of Reforms, 1812-1914”, Halil Inalcik ve Donald Quataert, (der.), An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, s. 860. 55 A.g.m.
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
740
Loula Belarbi, kanunnameyi, Tanzimat dönemi arazi kullanımı yapılarındaki değişmeyi ele aldığı kısa yazısında tartışır. Belarbi, kanunnamenin belirli formaliteleri korumaya özen göstermekle birlikte, miri topraklar üzerinde özel mülkiyet hakkını tanıdığını savunur. Belarbi’nin makalesi belirli tutarsızlıklar içermekte, zaman zaman da eklektik bir perspektifi yansıtmaktadır. Ne var ki kanunnamenin Tanzimat dönemi tarımsal arazi kontrolü ve kullanımı biçimlerinin oluşmasındaki rolü hakkında söyledikleri dikkate değer ve olumludur. Belarbi; kanunu, yapısal değişiklikleri başlatıcı, tarım arazilerinin sahiplik yapısını dönüştürücü bir girişim olarak görmez. Kanun daha çok toprak üzerindeki mevcut ilişki ve yapıları yasallaştırmaya yönelik bir girişimdir. Belarbi’nin savı, bu haliyle, meselenin modernleşme kuramı çerçevesinde ele alınmasına da dayanak oluşturabilir. Fakat Belarbi bu sorunu ayrıntılarıyla tartışmasa da daha sonra aşağıdaki açıklamayı getirerek, bir tür uyarıda bulunmaktadır: Yine de, Tanzimat’ın araziye dair düzenlemeleri salt Osmanlı hükümetinin mevcut yapıları modernize etme amacıyla dayattığı bir reform olarak anlaşılmamalıdır, daha ziyade arazi yapısında görülen önemli değişmelere yasal bir ifade kazandırma yolundaki acil bir ihtiyaç olarak görülmelidir.56
Samira Haj, Irak üzerine olan çalışmasında yine kanunnameye değinir.57 Haj, Irak’ın belirli bölgelerinde şeyh-ortakçı ilişkisine dayanan bir tarımsal sistemin ortaya çıktığını kabul eder ama bunu Batı kapitalizminin etkisinden ziyade o bölgedeki toplumsal üretim ilişkilerinin karakterinde aramak gerektiğini savunur.58 Gerçekten de, dünya kapitalist piyasasının büyümesi ve Osmanlı’nın merkeziyetçi siyasetleri, aşağı Mezopotamya aşiretlerinin yapısını dönüştürmüştür. Ama bu, son derece karmaşık bir süreç sonucunda olmuştur. Haj, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgesi için bir analiz birimi olarak sıkça kullanılan aşiret kavramını ele alır önce. Ona göre aşiretler, yekpare, hepsi birbirinin aynı toplumsal özellikler gösteren birimler değildirler. Aşiretlerin hepsini aynı kefeye koymak ve salt aşiret olmalarından kaynaklanan sabit, karakteristik bazı özellikleri olduğunu varsaymak oryantalist tarihyazımının mirasıdır.59 Aslında Haj’ın kanunnamenin kökenlerine ilişkin analizi kulağa tanıdık gelir. Artık ürünü daha etkili bir biçimde arayacak bir sistem bulma arayışında 56 Louba Belarbi, “Les Mutations Dans Les Structures Foncières Dans L’Empire Ottoman a L’Epoque du Tanzimat”, Jean-Louis Bacque-Grammont ve Paul Dumont (der.), Economie et Sociétés dans l’Empire Ottoman (Fin du XVIIIe-Debut de XXe siècle), Paris: Editions du CNRS, 1983, s. 251. 57 Samira Haj, The Making of Iraq, 1900-1963: Capital, Power, and Ideology, Albany: State University of New York Press, 1997. 58 A.g.e., s. 10. 59 A.g.e., s. 16.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
741
olan Osmanlı Devleti, vergi toplama işini merkezileştirmek istemiştir. Bu bağlamda kanunnamenin amacı, toprağın filli üreticilerin adına kaydedilmesi yoluyla onların devlete doğrudan vergi ödemelerini sağlamaktı.60 Ancak Haj’ın analizi, konu Osmanlı arazi siyasetinin uygulanması ve sonuçlarına gelince çok daha hassas ve doyurucu hale gelir. Öncelikle Haj bölgesel farklılıkların altını belirgin biçimde çizer. Aynı uluslararası piyasanın gelişmesi gibi Osmanlı siyasetinin de bölgedeki tarımın aldığı biçime kayda değer etkisi olmuştur. Ama ortaya çıkan sonuçları belirleyen farklı bölgelerin sosyo-ekonomik örgütlenme biçimleridir.61 Haj, Osmanlı hükümetinin merkezileşme siyaseti neticesi meydana gelen çalkantı ve çatışmaları, salt bir devlet-aşiret ikiliği üzerinden analiz etmeyi reddeder.62 Evet, genel olarak hane halkına dayanan görece özerk üretimden kiracı ve ortakçıların hakim olduğu bir üretim örgütlenmesine geçiş yaşanmıştır. Ancak, aşiretin sıradan üyelerinin aşiret topraklarında geleneksel olarak kuvvetli haklara sahip olduğu bölgelerde çatışma, esasen şeyhler ve aşiretin diğer üyeleri arasında vuku bulmuşken, aşiret üyelerinin toprağa erişiminin olmadığı bölgelerde çatışma daha çok farklı şeyh aileleri arasında olmuştur. İlk durumda, kiracı ve yarıcılarla şeyhler arasındaki ilişkiler daha az sömürüye dayalı olacak biçimde gelişmişken, ikinci durum en çok sömürüye dayalı ve kiracı ve ortakçıların toprağı kontrol edenlere karşı çok zayıf olduğu biçimleri doğurmuştur.63 Haj’ın bu analizinin dikkat çekici özelliği, kanunnamenin ve diğer Osmanlı siyasetlerinin etkisini kabul etse de, odağı toprak üzerindeki geleneksel hakların ve farklı toplumsal grupların karşılıklı güç dengelerinin de işin içine girdiği karmaşık bir çatışma ve mücadele rejimine kaydırmasıdır. Bu, bir anlamda failliği merkezî hükümetten toplumsal ilişkilere kaydırmak demek olacaktır. I. Sonuç Yerine: Bazı Öneriler Bu bölümde Arazi Kanunnamesi literatürünün değerlendirilmesinden çıkardığım sonuçlar ışığında, bundan sonra konuya ilişkin yapılacak araştırmalar için bazı önerilerde bulunacağım. Bu öneriler aynı zamanda bu yazının sonuçlarını da oluşturacaktır. 1. Elbette kanunnamenin yol açtığı sonuçların araştırılması da gereklidir; fakat tarihyazımının mevcut durumuna bakıldığında, kanunnamenin arka planına, bu kanunun çıkarılmasına yol açan koşullara yoğunlaşılması daha anlamlı olabilir. Bu, kanunun tarihsel bağlamı içerisinde anlaşılmasını daha kolay kılabilir. 1858’den önceki sürecin temel özellikleri ortaya konulursa, kanu60 A.g.e., s. 25. 61 A.g.e., s. 38. 62 A.g.e., s. 24. 63 A.g.e., s. 38.
742
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
nun bazı maddeleri de daha iyi değerlendirilebilir. Kanunnamenin öncesine yoğunlaşılması metodolojik olarak da önemlidir. Devleti toplumsal değişmenin asli faili gören yaklaşım yerine, toplumsal öznelere faillik atfeden ve devletin edimlerini ve devlet biçimlerindeki değişiklikleri neden değil sonuç olarak gören bir yaklaşıma doğru yol alınabilir. 2. Elbette, kanunnamenin neden değil, sonuç olarak görülmesi; ne kanunnamenin hukuk oluşturucu içeriğinin, ne de biçiminin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Hukuk, tarihçilerin ciddiye aldığı bir alan olmalı ve bir nesne, bir şey olarak değil sürekli oluşum halinde olan bir tarihsel süreç olarak görülmelidir. Hukuku kendine özgü bir mantığı olan dışa kapalı bir alan olarak değil, farklı toplumsal grupların birbirleriyle pazarlık, çekişme ve çatışma altına girdiği tarihsel bir mücadele alanı olarak görmek iyi bir başlangıç noktası olabilir.64 Hukukun özü kadar, hukukî biçimler de tarihsel analiz için önemlidir. Örneğin, modern hukukun öznesi evrensel, soyut bireydir. İnsanların hukukun özneleri haline dönüşmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin nesneleri metaya dönüştürmesiyle kolkola ilerler.65 Bu perspektiften, modern hukukta mülkiyet ancak o nesneye -bizim örneğimizde, tarım arazisi- bir meta olarak sahip olunmasıyla mümkün olur. Toprağın meta olabilmesiyse, diğer nesneler gibi, mübadele ilişkisine tabi olmasıyla mümkündür.66 Tekrar kanunnameye dönersek, kanunun toprağın meta haline gelmiş olduğunu kabul edip etmediğini test etmenin -bu perspektiften bakıldığında- en uygun yolu, toprağın mübadeleye tabi olmasının önündeki engelleri kaldırıp kaldırmadığına bakmaktır. 3. Arazi Kanunnamesi’nde yalnızca ne gibi hükümler bulunduğunu değil, nelerin bulunmadığını da tarihsel araştırmanın konusu yapmakta fayda vardır. Bu, kanun maddelerinin satır aralarının okunması ve bunun sonuçlarının tarihsel bağlamı içerisine oturtulmasını gerektirir. Böylece, kanunun hangi konularda sessiz kaldığı daha iyi görülebilir. Örneğin çiftlik konusunda Barkan’ın da değindiği suskunluk kayda değerdir. Çiftlikler etrafında gelişen toplumsal ilişkiler konusunda kanunnamenin suskunluğu, Osmanlı devletinin o dönemki doğası ve karakterine ilişkin önemli ipuçları verebilir. 4. Osmanlı İmparatorluğu’nda tarımsal ilişkiler ve arazi kullanımı üzerine çalışan araştırmacılar, kavramsal netlik konusunda azami çaba harcamalıdır. Örneğin rakabe kavramı, literatürde yüksek mülkiyet, gerçek mülkiyet ya da çıplak mülkiyet olarak farklı biçimlerde tanımlanmaktadır. Çiftlik kavramı için de aynı şey geçerlidir. Bazen çağcıl belgelerde kavramlar bir kaç ayrı olguyu an64 Philip Corrigan ve Derek Sayer, “How the Law Rules: Variations on Some Themes in Karl Marx”, Bob Fryer, Alan Hunt, Doreen McBarnet ve Bert Moorhouse, (der.), Law, State and Society, Londra: Croom Helm, 1981. 65 Evgeni B. Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, İstanbul: Birikim Yay., 2002. 66 A.g.e., s. 124.
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar
743
latacak biçimde kullanıldıklarından tarihsel çalışmaların da bu kavramlarla neyi kastettiklerini netleştirmeleri elzemdir. 5. Kaynakları çeşitlendirmek ve bir arada kullanmaya çalışmak iyi bir strateji olacaktır. Örneğin kanunnameyle ilgili mahkeme kayıtlarına ve hukukî şerhlere dayanan çalışmalar, hukukî olmayan kaynaklarla desteklenmelidir. Şöyle ki, XIX. yüzyılın ortalarında en azından mahkeme kayıtlarında görülen miri ve mülk araziye ait kavramları ayrıştırma ve bunları birbirinin yerine kullanmama çabası, başka tür belgelerde tamamen bir yana bırakılabilmektedir. Miri arazi - mülk arazi ilişkisi kanunnamenin en tartışmalı veçhelerinden biri olduğuna göre bu durumun tespit edilmesi hiç de önemsiz değildir. 6. Osmanlı arazi hukukunda belirli hukukî kurguların mevcut olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu, toplumsal hayatın yasal metinlerde vaz olunduğu üzere vuku bulduğuna savlayan biçimci konumun sorgulanması açısından da gereklidir. Yukarıda gördüğümüz gibi, kanunname üzerine yazan araştırmacılardan en az ikisi, Barkan ve Gerber,67 bu konuya dikkat çekmişlerdir. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarımsal ilişkilerin hakkıyla analiz edilebilmesi ve arazi hukukunun evriminin doğru değerlendirilebilmesi için hukukî kurguların ötesine geçecek bir perspektife ihtiyaç vardır. Bu perspektif, yalnızca bu yazının konusunu oluşturan 1858 Arazi Kanunnamesi’nin değil, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan veçhelerinden biri olan miri arazi sisteminin tam olarak değerlendirilmesi için de gerekli altyapıyı oluşturacaktır.
Law, History, and Historiography: Approaches to Ottoman Land Code of 1858 E. Attila AYTEK‹N Abstract The Land Code of 1858, the first comprehensive and modern land law to be enacted in the Ottoman Empire, has been widely debated among historians and social scientists. The focus of the historiography on the code has been twofold: the purpose of the code and its impact. This article surveys what scholars have argued about the intended purpose of the code and its actual impact on the landholding patterns of the late Ottoman Empire. In addition, some significant works are examined in their own right. After a critique of the historiography, certain works that can form the basis of an alternative approach are discussed. Lastly, this article suggests several points that might 67 Gerber’in kendisinin bu uyarıya ne kadar uyduğu da tartışmalıdır.
744
TAL‹D, 3(5), 2005, E. A. Aytekin
help construct a perspective to the code in particular and Ottoman land law in general that would overcome the problems of the historiography. The more significant ones of these suggestions are: to focus on the background rather than the consequences of the code, to pay attention to legal fictions in law, to take the form as well as the content of law seriously, and to inquire into certain aspects of landholding and land use that seem to be missing from the code as well as what it actually includes. Keywords: Land Code of 1858, Ottoman law, land tenure, historiography,
Hukuk, Tarih ve Tarihyaz›m›: 1858 Osmanl› Arazi Kanunnamesi’ne Yönelik Yaklafl›mlar E. Attila AYTEK‹N Özet Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kapsamlı ve modern arazi kanunu olan 1858 Arazi Kanunnamesi tarihçiler ve sosyal bilimciler arasında pek çok tartışma yaratmıştır. Kanunnameye dair çalışmalar temelde iki konuya odaklanmıştır: kanunnamenin amaçları ve sonuçları. Bu makale ilkin, araştırmacıların kanunun çıkarılma amacı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun arazi kontrolü yapısı üzerindeki somut etkilerine dair söylediklerini ele alıyor ve bazı önemli çalışmaları da ayrıca tartışıyor. Tarihyazımının eleştirisinden sonra, alternatif bir yaklaşımın temelini oluşturabilecek bazı çalışmaları değerlendiriyor. Bu makale son olarak, kanunnameye ve genel olarak Osmanlı arazi hukukuna yönelik daha verimli bir yaklaşımın oluşturulmasına katkıda bulunabilecek bazı öneriler getiriyor. Bu önerilerin bazıları şöyle: kanunnamenın sonuçlarından ziyade nedenlerine ve arkaplanına yoğunlaşmak, kanunnamedeki ve genel olarak hukuktaki hukuki kurgulara dikkat etmek, hukukun sadece içeriğini değil biçimini de ciddiye almak ve toprak sahipliği ile kullanımının önemli vechelerini oluşturan ancak kanunnamenin sessiz kaldığı noktaları da araştırmak. Anahtar kelimeler: Osmanlı hukuku, arazi hukuku, tarihyazımı, 1858 Arazi Kanunnamesi
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
745
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 745-753
Meflihat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye ‹smail CEBEC‹*
A- Cerîde-i İlmiyye’nin Özellikleri Osmanlı Devleti’nde, Bâb-ı Meşihat tarafından, 1914-1922 yılları arasında “Meşîhat-ı Celîle-i İslâmiyye’nin Cerîde-i İlmiyye-i Resmiyyesi’ ibaresi ile neşredilen Cerîde-i İlmiyye, Bâb-ı Meşîhat ile buna bağlı kuruluşlardan Fetvahâne ve şer‘î mahkemelerin dinî meselelerle ilgili fetva, hüküm ve kararlarının, medrese ve tekkelerle Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye gibi dinî kuruluşlara ait talimat, nizamname ve haberlerin duyurulması maksadıyla yayımlanmıştır.1 Cerîde-i İlmiyye, 3 Receb 1332 [28 Mayıs 1914] tarihinde Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri’nin teşebbüsü ile yayın hayatına başlamış2 ve 1 Safer 1341 [23 Eylül 1922] tarihine kadar yayınını sürdürmüştür. İlgili yer ve kurumlara dağıtılan derginin satışa sunulmuş olduğuna dair bilgiler de bulunmakla3 birlikte derginin üzerinde fiyatına dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Tirajı hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, derginin Meşîhat makamına bağlı bütün taşra birimlerine gönderildiği dikkate alınırsa, tirajının azımsanmayacak bir sayıya ulaştığı tahmin edilebilir.4 Dergi, Meşîhat kurumunun resmî dergisi olması hasebiyle meslekî bir dergi olarak yayın hayatını sürdürmüştür. Dergide kullanılan dil Türkçe olmakla birlikte ihtiyaç hissedildiği zaman Arapça, Farsça, Tatarca ve Urduca dilleriyle de yazılar yayımlanmıştır.5 Bu durum özellikle cihad ile ilgili beyanname ve fetvalarda görülmektedir. Ayrıca farklı konulardaki bazı fetvaların soru ve cevap kısımlarının Arapça olarak yayımlanması da dikkat çekicidir.6 Aylık olarak çıkarılan derginin 74-75, 76-77 ve 78-79 numaralı sayıları bir arada yayımlanmış, ayrıca 5. ve 6. sayılar arasında “Islâh-ı Medârise Dair Nüsha-i Fevkalade” * Doktora öğrencisi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 1 Nesimi Yazıcı, “Cerîde-i İlmiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. VII, s. 407. 2 Yazıcı, a.g.m, 407. 3 Yazıcı, a.g.m., 408; Sadık Eraslan, “Şeyhülislamlık Makamı ve Cerîde-i İlmiyye”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1989, s. 176. 4 Eraslan, s. 176. 5 Örnek olarak bakınız: Cİ, sy. 7, s. 440-452 ve 480. 6 Bu durum özellikle Türkçe konuşmayan nüfusun Fetvahane’ye yönelttiği sorularda göze çarpar. Cerîde-i İlmiyye’nin 3. sayısının 103. sayfasında yer alan ve Güney Afrika’dan gönderildiği ifade edilen fetva bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir.
746
TAL‹D, 3(5), 2005, ‹. Cebeci
adını taşıyan özel bir sayı çıkarılmış [20 Zilkade 1332/10 Ekim 1914], ancak bu özel sayıya sıra numarası verilmemiştir. Saltanatın 1 Kasım 1922’de ilgası üzerine istifa eden Tevfik Paşa hükûmetiyle birlikte o dönemde Şeyhülislam Mehmed Nuri Efendi idaresindeki Bâb-ı Meşîhat da ortadan kalkmış ve Cerîde-i İlmiyye, 79. sayısıyla birlikte yayın hayatına son vermiştir.7 Derginin boyutları 16x24 cm. olup,8 sayfa adedi 30 ile 40 arasında değişmektedir. Yazılar genellikle tek sütun halinde olup ders programı, nasb ve tayin listesi, maaş çizelgesi ve istatistik bilgilerinin verildiği bazı bölümlerde tablo ve listeler kullanılmıştır. Derginin basım yeri olarak Matbaa-i Âmire ve Şehzadebaşı Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası zikredilmiştir.9 1918’e kadar “Meşîhat-ı ulyâ mektupçuluğu” tarafından çıkarılan derginin yayını, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’nin10 kurulmasından itibaren bu kurumun baş kitâbeti tarafından yürütülmüştür. Bundan sonra Mehmet Akif, derginin baş kâtipliğine tayin edilmiş, yayın sorumluluğunu üstlenmiş, bu sıfatla Dâru’l-Hikme karar ve beyannamelerini de kaleme almış ve 1920 Mayıs’ına kadar bu görevi sürdürmüştür.11 Cerîde-i İlmiyye yayınlarının Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’ye intikali, derginin yayın politikası ve muhtevası üzerinde de büyük değişiklikler meydana getirmiştir. 41. sayıya kadar ağırlıklı olarak Meşîhat’a bağlı kurumlarla ilgili resmî ve idarî konulardaki yazı ve fetvaları ihtiva eden dergide, bu sayıdan sonra Dâru’l-Hikme’yi ilgilendiren yazılar, ilmî encümenlerin görüşlerini ihtiva eden yazı ve raporlar ve tanınmış ilim adamlarınca kaleme alınmış ilmî ve fikrî makalelere daha fazla yer verililmiştir.12 Bir anlamda derginin, dinî irşad ve tebliğe yönelik yayınları arttırdığı ifade edilebilir. B- Cerîde-i İlmiyye’nin Önemi ve Çıkış Amacı Cerîde-i İlmiyye, Osmanlı devlet teşkilatı içinde önemli bir yere sahip olan Meşîhat Makamı’nın neşrettiği resmi yayın organıdır. Bu anlamda dergi, birinci el bir kaynak olma niteliği ile devlet, cemiyet ve özelde Meşîhat Makamı hakkında çok önemli resmi bilgiler içermektedir. 7 Yazıcı, a.g.m., 408. 8 Hasan Duman, İstanbul Kütüphaneleri Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu 18281928, İstanbul, 1986, s. 60. 9 Bkz.: Cİ, 1. sayı kapağı; Cİ, sy. 63, s. 2028’de yer alan dipnot. Ayrıca bkz.: Duman, s. 60. 10 Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye 12 Ağustos 1334 [25 Ağustos 1918] tarihinde V. Mehmet Reşad ve Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi zamanında, son devirlerde imparatorluk ve İslam aleminde ortaya çıkan birtakım dinî meselelerin halli ve İslam’a yapılan hücumların İslam ahkâmına göre cevaplandırılması için kurulmuştur. Bu teşkilat ayrıca halkın her türlü dinî ihtiyacını ilmî bir metotla karşılamak için her türlü neşriyatı ve beyannameleri ele almak ve halkı iç ve dış tehlikelere karşı aydınlatma misyonu da taşıyordu. Komisyona başvuran yabancı ve Müslümanlara gerekli cevaplar verildiği gibi, basında İslam’a yapılan hücumlar da cevapsız kalmıyordu. Fıkıh, ahlak ve kelâm komisyonlarından oluşan Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye kurulduktan dört sene sonra 1922’de kapatılmıştır. Bkz.: Sadık Albayrak, Son Devrin İslam Akademisi Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye, İstanbul, 1998, s. 9-11. Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’nin kuruluşuna dair kanun ile ilgili olarak bkz.: Cİ, sy. 36, s. 1057. Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye resm-i küşâdı için bkz.: Cİ, sy. 38, s. 1123. 11 Yazıcı, a.g.m., s. 408. 12 Yazıcı, a.g.m., s. 408.
Meflihat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye
747
Bazı devlet kurumlarının işleyiş tarzı ve hiyerarşisi, makamlar ve kişiler arasındaki münasebetler, eğitim ile ilgili zamanın önemli kararları ve ders programları, özellikle fetvalara yansıyan toplum problemleri, insanları bilgilendirmek için yayınlanan fikrî, fıkhî, kelamî ve diğer ilmî içerikli yazılar Cerîde-i İlmiyye’yi modernleşme dönemi Türk hukuk tarihi araştırmacıları için çok değerli bir kaynak haline getiren unsurlardır. Ayrıca 1914-1922 yılları gibi, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi’nin yaşandığı, cemiyetin bilgilendirilmeye, dayanışmaya ve morale daha çok ihtiyacı olduğu zor zamanlarda yayınlanan Cerîde-i İlmiyye bu ihtiyaçları karşılamayı hedeflemiş ve farklı yönleriyle söz konusu dönem içinde önemli bir yer tutmuştur.13 Diğer yandan sosyal, siyasî, kültürel vb. değişimlerin son derece yoğun olduğu bir dönemde çıkmış olması, derginin muhtevasını belirleyici ve zenginleştirici unsurlardan olmuştur. Cerîde-i İlmiyye’nin 1. sayısının hemen başındaki “ifâde-i mahsûsa”, derginin neşredilme amacını çok iyi ifade etmektedir. Burada; İslam Şeriatı’nın yüce hükümlerinin uygulanması hususunda önemli görevleri bulunan Dâire-i Celîle-i İlmiyye’ye dair resmî ve ilmî hususların dile getirecek bir derginin, bütün devlet memurları ile ilim ve marifet erbâbı için çok faydalı olacağı belirtilmiştir. Ayrıca Cerîde-i İlmiyye’de Meşîhat dairesi, şer‘î mahkemeler, medreseler ve diğer dinî kurumları ilgilendiren hususların yanı sıra Fetvahane’nin günlük meselelere dair vermiş olduğu fetvaların yayımlanması da hedeflenmiş, böylece insanların ibâdât ve muamelât alanında öğrenme ihtiyacı hissettikleri müftâ bih meseleleri yaygın olarak öğrenecekleri ve müslümanların dinî ve dünyevî maslahatlarını kolaylaştırmaya hizmet edecek ehil kimselerin de müslümanların bilgi seviyesini yükselteceği düşünülmüştür.14 13 Ayrıca bkz.: Eraslan, s. 177-178. 14 Bu ifadeler Cerîde-i İlmiyye’nin hemen başında şöyle dile getirilmiştir: İfâde-i Mahsûsa Şerî‘at-ı garrâ-yı İslâmiyyenin ahkâm-ı âliyesini tatbîk emrinde vezâif-i mühimme ile mükellef olan Dâire-i Celile-i İlmiyye’ye müte‘allık husûsât-ı resmiyye ve ilmiyyenin ma‘kesi olarak vücûda getirilecek bir mecmû‘a-i mevkûtenin bi’l-umûm me’mûrîn-i devlet ve müntesibîn-i ilm ü ma‘rifet için te’mîn eyleyeceği menâfi‘-i adîde piş-i im‘âna alınıp tevfikât-ı celîle-i Samedâniyyeye istinâd ve rûhâniyyet-i mukaddese-i Nebeviyyeden istimdâd ile işbu Cerîde-i İlmiyye’nin te’sîs ve neşrine ibtidâr olunmuştur. Binâen aleyh Cerîde-i İlmiyye’nin sahâifinde dâire-i Meşîhat ile mehâkim-i şer‘iyye ve medâris-i İslâmiyyeye ve sâir müessesât-ı dîniyyeye ait şuûn-ı resmiyye ve ilmiyye görülebileceği gibi fetvâhâne-i âlîden hâdisât-ı mütevâliye üzerine tahrîr edilen ve umûmun ıttılâ‘ı îcâb eden fetâvâ-yı şerîfe dahi mütâla‘a olunabilecekdir. Şu sûretle fetâvâ-yı şerîfenin fevâidini müsteftîlere mahsûr kalmaktan kurtararak nâsın ibâdât ve mu‘âmelâtta öğrenmeye muhtâc oldukları mesâil-i müftâ bihâyı ta‘mîmen tefhîme ve âmme-i müslimînin mesâlih-i dîniyye ve dünyeviyyelerini teshîle hizmet edecek olan Cerîde-i İlmiyye erbâb-ı fazl u kemâlin makâlât-ı müfîde-i dîniyyeleri ile de tezeyyün ederek seviyye-i irfan-ı ümmetin i‘lâsına gayretinden dahi hâlî kalmayacaktır. Sâha-i mesâîsi ber-vech-i bâlâ bast u beyân olunan Cerîde-i İlmiyye halîfe-i madeletkester Sultan Muhammed Hân-ı Hâmis hazretlerinin ahd-i güzîn-i hilâfet ve devre-i mübeccelei saltanatlarında te’essüs etmiş olmakla mübâhî olunduğu gibi ilk nüshasını mefhar-i mevcûdât aleyhi ekmelü’t-tahiyyât efendimiz hazretlerinin âlem-i vücûda nişâne-bahş-ı mes‘adet oldukları leyle-i Regâib’le pîrâye-dâr-ı kemâl olan yevm-i mes‘ûdda meydân-ı intişâra vaz‘ eylemekle şu tesâdüf-i müteymeni tevfîkât-i sübhâniyyeye mazhariyyet zımnında bir vesîle-i tazarru‘ ittihâz eder. Bkz.: Cİ, sy. 1, s. 1.
748
TAL‹D, 3(5), 2005, ‹. Cebeci
C- Cerîde-i İlmiyye’nin Genel Muhtevası Toplumun genelini hedeflemekle birlikte esas olarak farklı görevlerdeki kişilerden oluşan çok geniş bir kitleye hitap eden Cerîde-i İlmiyye’nin muhtevası, farklı tür ve alanlardaki yazı, makale, resmî karar, fetva vb. bölümlerden oluşmuştur. Derginin içeriği başlıklar altında genel olarak şöyle özetlenebilir:15 Giriş Yazıları Bazı sayılarda yer alan bu yazılar, besmele, hamdele ve salvele ile başlayan dua mahiyetinde yazılardır.16 İfade-i Mahsûsa Çok az yerde karşımıza çıkan bu yazılar; belli bir meseleyi anlatmak, bazı görüşleri dile getirmek ve bazı faaliyetlerin keyfiyetini açıklamak için yazılmış yazılardır. Mesela 1. sayının başındaki ifade-i mahsûsa, derginin çıkış gayesini ve sağlayacağı faydaları konu edinir.17 Hatt-ı Hümâyun Padişah tarafından şeyhülislam tayini ve cihad ilanı gibi önemli vesilelere binaen çıkartılan yazılı emirleri ifade eden hatt-ı hümâyunlara18 dergi içinde fazla rastlanmaz. Bu tür yazılarda padişah isminin yanında padişahın mührü ve tarih de bulunmaktadır. İrâde-i Seniyye Genelde kadıların azil ve tayini ile ilgili olan bu yazıların sonunda, padişah ve şeyhülislamın isimleri ile tarih bulunmaktadır. Bu tür yazılar, padişah tarafından verilen emirlerin daha sonra yazıya geçirilmesi ile meydana gelirler.19 Kavânîn ve Nizâmât Devlet tarafından çıkarılan kanun ve nizamnameleri içine alan bu yazıların sonunda, tarihle birlikte padişah ve ilgili bütün nâzırların isimleri bulunmaktadır. Mevcut kanun ve nizamnameler, sadece Meşîhat makamı ile ilgili olmayıp, kaza, maliye ve muhakeme usulü gibi başka konulara da değinir.20 15 Burada Cerîde-i İlmiyye’nin farklı sayılarında tekerrür eden ve derginin ana bölümlerini teşkil eden başlıklar hakkında bilgi verdiğimizi ifade etmeliyiz. Konu başlıkları hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen araştırmacılar, dergi içinde yayımlanmış olan yıllık fihristlerden istifade edebilirler. 12. sayının sonunda 1. yıl, 21. sayı sonunda 2. yıl, 33. sayı sonunda 3. yıl, 48. sayı sonunda 4. yıl ve 62. sayı sonunda da 5. yıl fihristi bulunmaktadır. Sonraki seneler için fihrist yayımlanmamıştır. 16 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 1. 17 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 1-2. 18 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 2-3. 19 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 3; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 188. 20 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 13, s. 8-15; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 189.
Meflihat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye
749
Usûl-i Muhâkemât-ı Şer‘iyyeye Dair Nizamnâmeler Şer‘î mahkemelerde davaların ne şekilde ve hangi kaidelerle görüleceğini ifade eder. Ayrıca nizamnâmelerde yer alan maddeleri açıklayan yazılar yer alır.21 Fetâvâ-yı Şerîfe Fetvalar Cerîde-i İlmiyye’nin en dikkate değer bölümlerindendir.22 Derginin bir çok sayısında yer alan ve karakteristik özellikleri arasında yer alan fetvalar, günlük hayatın dinî problemleri ve toplumda yeni karşılaşılan meseleler ile ilgili soruları ve bunlara Meşîhat makamı tarafından verilen cevapları ihtiva eder.23 Fetvalar, genelde şeyhülislam imzası taşımakta olup sadece iki sayıda baş müsevvid imzası bulunmaktadır. Derginin toplam 79 sayısı içerisinde yaklaşık 2300 fetva vardır. Fetvalarla ilgili yaklaşık 240 farklı başlık bulunmaktadır. Fetva yoğunluğunun ilk iki seneden sonra ve özellikle ‘Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye Neşriyatı’ üst başlığı taşıyan ilmî yazıların yayımlanmaya başlamasıyla azaldığı gözlenmektedir.24 Fetvalarda genel olarak ibâdât ve muâmelât alanında klasik diyebileceğimiz ve diğer fıkıh ve fetva kitaplarında da rastlayabileceğimiz meseleler dile getirilmekle birlikte resim, banka, çiçek aşısı, kanun-şeriat, şapka ve I. Dünya Savaşı’nın başında tüm müslümanlara hitaben yayımlanan cihad fetvaları gibi devrin özelliklerini yansıtan yeni hususların da zaman zaman fetvalara konu edildiği görülmektedir. Fetvalarda genellikle Hanefi mezhebine bağlı kalınmakla birlikte, diğer mezhep kavillerine binaen hüküm verildiği de variddir. Mesela, mefkûd zevc ile ilgili olarak fesh-i nikah konusunda maslahat ilkesine binaen Hanbeli mezhebinin görüşünün alındığı defalarca ifade edilmektedir.25 Fetvâhâne-i Âlî Kararları Fetvalardan farklı olarak yer alan bu başlık altında, Fetvahane tarafından çeşitli mevzularda alınan kararlar yayınlanmıştır.26 Fetvâhâne-i Âlî’nin Mukarrerât-ı Nakziyyesi 27 Bilindiği üzere fetvahane, mahkemeler üstü bir kurum olup şer‘î mahkemelerin temyiz merciidir. Dolayısıyla şer‘î bir mahkeme tarafından verilen bir karar, usûl ya da 21 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 20-21; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 190. 22 Cerîde-i İlmiyye’de yer alan fetva metinlerinin neşri, konulara göre dağılımı ve bazı fetvalar hakkındaki değerlendirmeler için bkz.: İsmail Cebeci, “Cerîde-i İlmiyye’de Yer Alan Fetvalar”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. 23 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 24-28. 24 Cerîde-i İlmiyye’deki fetvaların bab, konu ve başlıklara göre dağılımı ile ilgili liste ve tablolar için bkz.: Cebeci, a.g.t., s. 71-81. 25 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 21, s. 387. 26 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 22, s. 444. 27 Cerîde-i İlmiyye’deki nakz kararları için bkz.: Saliha Okur, “Cerîde-i İlmiyye’deki Bozma Kararlarının Hukukî Tahlili”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
750
TAL‹D, 3(5), 2005, ‹. Cebeci
gerekçe yönünden uygun görülmediği takdirde fetvahane tarafından bozulabilmekte olup Cerîde-i İlmiyye’de bozulma gerekçeleri açıklanmıştır ve bu gerekçeler, kimi zaman maddeler halinde sıralanmıştır. İşte “Mukarrerât-ı Nakziyye” başlığı altında yayınlanan bu kararların başında “(…) kadısı [ya da kadılığı] tarafından verilen (…) tarihli i‘lâmın esbâb-ı nakziyyesi” ifadesi yer almaktadır.28 Ecvibe-i Şer‘iyye Genellikle resmî kurumları ilgilendiren önemli meselelere verilen cevap ve açıklamaları içeren bu bölümde, suallerin hangi kurum tarafından sorulduğu da çoğu zaman dipnotlarda belirtilir. 29 Teblîğât-ı Umûmiyye Bazı sayılarda yer alan bu başlık altında, şer‘î mahkemelerin faaliyetleri, hakimlerin nasıl davranması gerektiği, mahkeme esnasında yapılması gerekenler, kadılara hitaben tebliğler ve memurlara dair bazı kararlar ve resmi dairelerde yapılacak bazı faaliyetler hakkında verilen bilgiler bulunur.30 Nasb ve Tayin Meşîhat makamı tarafından yapılan kadılık, müftülük vb. atamaları ihtiva eden nasb ve tayin kısmında atanan kişinin adı ve atandığı makam ve yer adı da zikredilir.31 Encümenler Çeşitli konularda bazı kararlar almak ve görevlere iştirak etmek üzere kurulan komisyonlara seçilen azaları bildiren bu tür yazılar, bazı kararlarda komisyonun hangi zamanlarda toplanacağını açıklar.32 Meclis-i Tedkîkât-ı Şer‘iyye Mukarrerâtı Bu meclis, Meşîhat Dairesi’nde kadılarla naiblerin i‘lamlarını temyiz yoluyla tedkik etmek ve 21 Muharrem 1290 [1873] tarihli talimatname ve zeyllerinde yazılı işlere bakmak üzere teşkil olunan heyetin adıdır. Bu meclisin almış olduğu karar sûretleri Cerîde-i İlmiyye’nin bir çok sayısında mevcuttur.33 Talimatnâme Derginin bazı sayılarında yer alan talimatnamelerde Meşîhata bağlı çeşitli kurumlarla ilgili talimatlar bulunmaktadır.34 28 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 28-29. 29 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 28; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 193. 30 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 31; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 195. 31 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 43; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 195. 32 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 1, s. 47. 33 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 7, s. 496-497. 34 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 6, s. 422-423.
Meflihat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye
751
Tezâkir-i Âliyye Tezkire, genel olarak resmi daireler arasında yazışmaların yapıldığı evraka denir. Ancak Cerîde-i İlmiyye’de yer alan bu yazılar, genellikle taşra şer‘î mahkemeleri ile Meşîhat arasında yapılan şer‘î kararların teâtisinde kullanılır.35 Tevcîhât-ı İlmiyye Şekil olarak İrâde-i Seniyye’ye çok benzeyen Tevcîhât-ı İlmiyye, genelde kadıların ve diğer ilmî makam sahiplerinin tayinlerini ihtiva eder. Sonunda padişahın ve şeyhülislamın isimleri bulunmaktadır.36 Dâru’l-Hikmeti’l-İslamiyye Yazıları Dâru’l-Hikmeti’l-İslamiyye’nin kuruluşu ile birlikte Cerîde-i İlmiyye’nin de çehresi 36. sayıdan itibaren bir ölçüde değişmiştir. Bu sayıya kadar resmî duyurular, kararlar ve fetvalar ağırlıkta iken bu sayıdan itibaren bu tür yazılar azalmış, kelamî, ahlakî, ilmî ve irşad amaçlı yazılar çoğalmıştır.37 Ayrıca 41. sayıdan itibaren “Dâru’l-Hikme Mukarrarâtı” ve “Dâru’l-Hikme Neşriyâtı” üst başlıklı yazılar da dergide yer almıştır. Dâru’l-Hikme mukarrarâtı, Dâru’l-Hikme’nin fıkıh, kelam ve ahlak komisyonlarının çeşitli kararlarını ve toplumu ilgilendiren dinî, ahlakî ve sosyal meseleler hakkındaki görüşleri ve devrin yayın organlarında çıkmış yazılara verilmiş cevapları da ihtiva eder.38 Dergide daha çok yer verilen “Dâru’l-Hikme Neşriyâtı”39 başlığı altında ise, ilgili komisyon üyelerinin imzalarını taşıyan ilmî makaleler yer almaktadır. Bu zatlar arasında İzmirli İsmail Hakkı, Eşref Efendîzâde, Şevketî Efendi, Cevdet Efendi, Arapgirli Hüseyin Avni, Ahmed Rasim Avni, Rebî‘î Efendi ve Seyyid Nesîb gibi şahsiyetler bulunmaktadır. Bu şahıslar tarafından yazılan yazılar ağırlıklı olarak dinî-ahlâkî ve ilmî içerikli yazılar olup ‘Din ve Dinsizlik’, ‘Vezâif-i İnsâniyye’, ‘Din Nazarında Hayat’, ‘İlm-i Kelâm’, ‘İlim’, ‘Hikmet-i Edyân’ ve ‘Hikmet-i Teşrî‘’ başlıkları örnek olarak zikredilebilir. Sonraki bazı sayılarda görülen “Neşriyat-ı Husûsiyye” başlıklı yazılarda ise komisyon üyeleri ve diğer ilim adamlarının dinî konularda yazdıkları ilmî ve fikrî yazılar yer almaktadır. İlaveten, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye beyannameleri, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye Taşra Teşkilatı, Dâru’l-Hikme’de müteşekkil ahlak komisyonu mukarrerâtı ve Ferid Efendi’nin Ayasofya vaazlarının hülâsası farklı sayılarda yayımlanmıştır. Bazen de, Dâru’l-Hikme’ye sorulan sorulara verilen cevaplara yer verilmiştir. İzmirli İsmail Hakkı tarafından hazırlanan ve 51. sayıda başlayan ‘İslam Âlimleri ve Mütefekkirleri’ başlıklı yazılar –daha sonraları ‘İslam Mütefekkirleri’ olarak değiştirilmiştir- son sayıya kadar İmam Gazâlî’ye hasredilmiştir. Cerîde-i İlmiyye’de bu genel başlıklar dışında ders program ve çizelgeleri, bazı imtihanlarda başarılı olan öğrencilerin isimleri ve aldıkları notlar, medresetü’l-kudât’a ait duyurular ve ayrıca ‘Kitâbü’l-mehâdır ve’s-sicillât’, ‘Kanun Sûreti’, ‘Meclis-i Tedkî35 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 5, s. 228-233; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 198. 36 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 6, s. 424; ayrıca bkz.: Eraslan, s. 199. 37 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 63, s. 2025; sy. 74-75, s. 2421. 38 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 38, s. 1509-1511. 39 Örneğin bkz.: Cİ, sy. 76-77, s. 2482.
752
TAL‹D, 3(5), 2005, ‹. Cebeci
kât-ı Şer‘iyye Mukarrerâtı’, ‘Evkâf-ı Nezâret Celîlesi Teblîğât-ı Umûmiyyesi’ ve ‘Talimatnâme’ gibi başlıklar da zaman zaman karşımıza çıkmaktadır. Sonuç Cerîde-i İlmiyye, Osmanlı Devleti’nin resmî bir kurumu olan Şeyhülislamlık Müessesesi tarafından yayımlanması, devlet mekanizmaları arasındaki sistemi, dönemin ilmî seviyesini ve halk için yapılan irşad faaliyetlerini göstermesi itibarıyla çok yönlü ve önemli bir kaynaktır. Bu anlamda dergi; din, hukuk, tarih, sosyal tarih, kurumlar tarihi vb. gibi alanları araştıranlar için ihmal edilemez bilgiler içermektedir. Ayrıca, siyasî ve sosyal açıdan yoğun değişimlerin yaşandığı ve savaşların toplum hayatında etkili olduğu bir zamanda neşredilmiş olması, derginin önemini artırmıştır. Fakat bütün bu özellikleri taşımasına rağmen, bugüne kadar Cerîde-i İlmiyye üzerinde yeterli mesai harcandığını söylemek de maalesef zordur.
The Periodical of the fieyhülislam’s Office: The Cerîde-i ‹lmiyye ‹smail CEBEC‹ Abstract Cerîde-i İlmiyye was published between 1914-1922 as the official journal of Bâb-ı Meşîhat. It was published to announce the fatwas, judgements and decisions of Fetvâhane and the religious courts, the news and annoucements of some religious institutions and articles of some effective scholars. While the main language of the journal was Turkish, other languages such as Arabic, Persian and Urdu was being used in case of a certain need. After the acquisition of the journal to ‘Dâru’l-hikmeti’l-Islâmiyye’ some important changes happened in the contents and publishing policy. Beginning from the 41th volume of the journal the writings about ‘Dâru’l-hikme’ and informative articles by important people of that time increased. The journal was published during a time of wars and dramatical changes in political and social life. Thus the journal was in utmost importance for the scholars and people due to the issues which was guiding for this rapidly changing environment. Keywords: Ceride-i İlmiyye, Bâb-ı Meşîhat, Ottoman History, History of Law.
Meflîhat Makam›n›n Dergisi: Ceride-i ‹lmiyye ‹smail CEBEC‹ Özet Osmanlı Devletinde Bâb-ı Meşîhat tarafından 1914-1922 yılları arasında 79 sayı olarak yayınlanmış bir yayın organıdır. Başta Bâb-ı Meşîhat olmak üzere çeşitli dinî ve resmî kuruluşlara ait fetva, hüküm, karar, talimat, nizamname ve haberlerin duyurulması maksadıyla
Meflihat Makam›n›n Dergisi: Cerîde-i ‹lmiyye
753
neşredilen Cerîde-i İlmiyye’nin dili Türkçe olmakla birlikte, bazen Arapça, Farsça, Tatarca ve Urduca dilleri de kullanılmıştır. Cerîde-i İlmiyye, Şeyhülislamlık tarafından yayınlanması ve dönemin ilmî seviyesini, halk için yapılan irşad faaliyetlerini göstermesi itibarıyla çok yönden önemli bir kaynaktır. Derginin 1918’de kurulan Dâru’l-hikmeti’l-İslâmiyye’ye intikal etmesi yayın politikasını ve muhtevasını da değiştirmiş, 41. sayıdan itibaren ağırlıklı olarak Dâru’l-hikme’yi ilgilendiren yazılar, ilmî encümenlerin görüşlerini ihtiva eden yazılar ile tanınmış alimlerce kaleme alınan ilmî ve fikrî makalelere daha fazla yer verilmiş ve derginin irşad ve tebliğe yönelik yayınları artmıştır. Derginin genel muhtevasını yansıtan bazı yazı başlıkları şöyledir: Hatt-ı Hümâyun, İrâde-i Seniyye, Kavânîn ve Nizâmât, Usûl-i Muhâkemât-ı Şer‘iyyeye Dair Nizamnameler, Fetâvâ-yı Şerîfe, Fetvâhâne-i Âlî Kararları, Fetvâhâne-i Âlî’nin Mukarrerât-ı Nakziyyesi, Ecvibe-i Şer‘iyye, Teblîğât-ı Umûmiyye, Nasb ve Tayin, Meclis-i Tedkîkât-ı Şer‘iyye Mukarrerâtı, Dâru’l-Hikmeti’l-İslamiyye Yazıları. Anahtar Kelimeler: Ceride-i İlmiyye, Bâb-ı Meşîhat, Osmanlı Tarihi, Hukuk Tarihi.
754
TAL‹D, 3(5), 2005, ‹. Cebeci
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
755
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 755-765
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas› Fatmagül DEM‹REL*
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan sonra başlayan değişim süreci içerisinde Batı hukukuna geçişte yaşanan sorunlar, imparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir. Bu bağlamda Osmanlı hukuk sisteminde yaşanan sorunlar göz önüne alındığında, hukuk alanındaki süreli yayınlar hem meslekî açıdan hukukçulara rehber olmakta, hem de yaşanan sorunlara çözüm getirmesi açısından önemli bir yer tutmaktadır. Fakat Osmanlı dönemindeki yayınların günümüze ulaşmasının önünde önemli bir engel bulunmaktadır. Bu engel, bu tür yayınların eski harflerle yazılmış olmasıdır. Bundan dolayı, kütüphanelerimizde bulunan eski harfli yayınlar, eski yazı bilmeyen okuyucuya ve araştırmacıya ulaşamamakta, kütüphane rafında okuyucusunu beklemektedir. Bu yayınlar ancak günümüz harflerine çevrildiğinde, eski yazı bilmeyen bir okuyucu için anlam kazanmaktadır. Bu amaçla hazırlanan eski harfli yayınların katalogları, dizinleri, kitap tanıtımları okuyucu ve kitap arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Bu noktadan hareketle incelediğimiz İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası’nın tanıtımının ve dizininin araştırmacılar için rehber olacağını umuyoruz. Türk hukuk tarihiyle ilgili eski harfli yayınların yanı sıra, Ceride-i Mehakim, Düstur, Mecmua-ı Lahika-ı Kavânîn, Hukuk, Hukuk Mecmuası, Ravza-ı Hukuk, Mecmuaı Mukarrerat-ı Temyiziye, Darülfunun Hukuk Mektebi Mecmuası, Şuunat-ı Hukuk, EzMedrese-i Hukuk, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, Kavânîn ve Nizamat Mecmuası, Hadisât-ı Hukukiyye, Muharrerât-ı Umûmiye-i Adliyye, Muhâmat gibi süreli yayınlar da bulunmaktadır. Eski harfli süreli yayınları tespit etmekte kullanılan toplu kataloglar1 ve dizinler, araştırmacılara büyük kolaylık sağlamaktadır. İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası’nın tanıtımı ve dizinine geçmeden önce hukuk tarihiyle yakından ilgilenenlerin sıkça başvurduğu süreli yayınları kısaca tanıtmak yerinde olacaktır. * Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi 1 Başlangıçtan Harf Devrimine Kadar Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyası ve Toplu Kataloğu, Hasan Duman, (haz.), Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı Yayınları, 2000; Eski Harfli Türkçe Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane Yayınları, 1987.
756
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
Bu yayınlar içerisinde Ceride-i Mehakim, Nizamiye Mahkemelerinin ilâmlarını, Adliye Nezareti’nden mahkemelere gönderilen yazıları, nizamnameleri, mahkemelerde görülen dava istatistiklerini, ilanları ve adliyede yapılan terfi ve tayinleri takip etmek açısından hukuk tarihi için önemli bir kaynaktır. 10 Mart 1873 tarihli irade-i seniyye ile yayımlanmasına karar verilen Ceride-i Mehakim’in ilk sayısı, 21 Haziran 1873 tarihlidir. Haftada bir, Pazartesi günleri yayımlanan Ceride-i Mehakim,2 2 Temmuz 1879 tarihli sayısı ile Salı günleri çıkmaya başlamış ve bu tarihten sonraki sayıları yeniden numaralandırılmıştır.3 İlerleyen yıllarda Ceride-i Mehakim’in isim değişikliğine uğradığı görülmektedir. 13 Ekim 1901 yılından sonra haftada iki gün olmak üzere Cumartesi ve Çarşamba günleri Ceride-i Mehakim-i Adliye,4 14 Aralık 1909 tarihli sayısı ile de Ceride-i Adliye olarak yayınlanmaya başlamıştır.5 Ceride-i Adliye yayımlanmaya başladıktan sonra, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası’nın 13 Ocak 1910 tarihli sayısında çıkan “Ceride-i Adliye” başlıklı yazıda, Ceride-i Mehakim-i Adliye’nin adliye mensuplarının ihtiyaçlarına cevap veremediği ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra zorla adliye memurlarına satılması usulünün kaldırılması ile yayınının bir buçuk sene durduğu belirtilmektedir. Ceride-i Adliye’de dikkati çeken bir husus da, Temyiz Mahkemesi kararlarının -özetleriyle birlikte- yayımlanmasıdır. Ceride-i Adliye’nin yayımı 1928 yılına kadar eski harflerle devam etmiş, daha sonra yeni harflerle yayımlanmıştır. Temmuz 1929 tarihli 84. sayısından sonra ismi Adliye Ceridesi olarak değişmiştir.6 Ceride-i Mehakim’in günümüz harfleriyle bir dizini yapılmamasına rağmen, 1884 yılında Dersaadet İstinaf Mahkemesi Hukuk kısmı zabıt katibi Abdurrahman Hakkı tarafından 1–435 sayılarının dizini hazırlanmıştır.7 Yine nizamname ve talimatnamelerin yer aldığı Düstur da8 Türk hukuk tarihi için önemli kaynaklar arasındadır. Fakat Düstur’da yer almayan bazı nizamnamelerin Arisdakis Kasbaryan tarafından hazırlanan Mecmua-ı Lahika-ı Kavânîn,9 ve devamı 2 Sedat Bingöl, Tanzimat Devrinde Osmanlı’da Yargı Reformu (Nizamiye Mahkemelerinin Kuruluşu ve İşleyişi 1840-1876), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 2004, s. 269. 3 Ali Rıza Önder, “Ceride-i Mehakim’den Yargıtay Dergisi’ne”, Yargıtay Dergisi, Ekim 1976, sy. 4, s. 124. 4 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), BEO Adliye Nr. 129797. 5 Ceride-i Adliye, sy. 1, s. 1 Ceride-i Mehakim’in kütüphanelerde bulunan sayıları için bkz.: Başlangıçtan Harf Devrimine Kadar Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyası ve Toplu Kataloğu, s. 200. 6 Ali Rıza Önder, a.g.m., s. 132-137. 7 Abdurrahman Hakkı, Rehber-i Kavanin Lahikası. Ceride-i Mehakim Fihristi, İstanbul, Mihran Matbaası, 1301. 8 Mehmet Akif Aydın, “Düstur”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. X, s. 48-49. Düstur’da yer alan nizamname ve talimatnameler için Ahmet Ziya tarafından hazırlanan dizin, 1924 yılında Rehber adıyla eski harflerle yayımlanmıştır. Kitap, Nuri Onat tarafından Tanzimattan Cumhuriyete Yasalarımız başlığıyla yeni harflere çevrilmiştir. Bkz.: Tanzimattan Cumhuriyete Yasalarımız Dizini (1839-1923), Ahmet Ziya (haz.), yeni harflere çeviren: Nuri Onat, Ankara: Danıştay Matbaası, 1990. 9 Mecmua-ı Lahika-ı Kavânîn, mürettibi Arisdakis Kasbaryan, İstanbul: Şirket-i Mürettibiye Matbaası. 1311. Mecmuada 1884-1893 yılları arasında çıkan nizamnameler bulunmaktadır.
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas›
757
olan Mabad-ı Lahika-ı Kavânîn,10 Zeyl-i Lahika-ı Kavânîn’de11 yer aldığı görülmektedir. Mecmua-ı Lahika-ı Kavânîn 1884-1897 yılları arasında çıkan nizamname ve talimatnameleri kapsamaktadır. Zeyl-i Lahika-ı Kavânîn iki cüz halinde yayımlanmış olup, ikinci cüzün sonunda genel bir dizin verilmiştir. Yine ikinci cüzün sonunda yürürlükten kaldırılan, ilave veya değişiklik yapılan nizamnameleri gösteren bir de cetvel bulunmaktadır. Mecmua-ı Lahika-ı Kavânîn, Düstur’da yer almayan nizamname ve talimatnameleri içermesinden dolayı göz ardı edilmeyecek öneme sahiptir. Ayrıca Düstur’da yayımlanan bazı nizamname tarihlerinin Şûrâ-yı Devlet Mazbatası’nın tarihi olduğu veya irade-i seniyye tarihinden farklı bir tarihin yer aldığı dikkati çekmektedir.12 Esas olan irade-i seniyye tarihini dikkate almaktır. Özellikle Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan Meclis-i Tanzimat ve Nizamat Defterleri irade-i seniyye tarihlerini belirtmesi bakımından oldukça önemlidir. Hukuk tarihi için Düstur ve Ceride-i Mehakim en çok bilinen yayınlar olmasına rağmen, II. Meşrutiyet’ten sonra hukuk alanında yapılan düzenlemeleri ve yaşanan sorunları yansıtması bakımından İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası ayrı bir öneme sahiptir. Mecmua Gümülcine Mebûsu Mehmet Arif tarafından çıkarılmıştır. Hukuk Mektebi mezunu olan Mehmet Arif, Çatalca’da savcı yardımcılığı yaptığı sırada Meclis-i Mebûsan seçimlerine katılmış ve 24 Kasım 1908’de 52 oyla Gümülcine mebusu olmuştur. Ayrıca Meclis-i Mebûsan’da Adliye Encümen-i Mazbata Muharrirliği yapmıştır.13 13 Nisan 1909 tarihinde yayın hayatına başlayan mecmua, 24 sayı çıkmıştır. Mecmua, 12. sayısına kadar her ayın sonunda, 13. sayıdan itibaren ise her ayın başında yayımlanmıştır. Mecmuanın sayıları incelendiğinde Hürriyet, Hilal, Selanik ve Tanin gibi değişik matbaalarda basıldığı görülmektedir. Mecmua’nın ilk sayısında çıkış amacı şöyle açıklanmaktadır: “İlmi Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası İlm-i hukûkun kaffe-i aksamı ile hikmet ve nazariyâtından ve kavânîn-i mevcûdemizle bunların suver-i tatbikiyesi hususunda çekilen müşkilâttan ve bu müşkilâtın önü alınmak için ittihazı icâb eden tedabirden bahsedecektir.” Mecmua’da Hasan Fehmi Paşa, Kont Leon Ostrogog, Ahmed Şuayb, Kirkor Zöhrab, Yanko Vitinos, Agob Babikyan gibi devrin önemli hukukçularının makaleleri bulun10 Mabad-ı Lahika-ı Kavanin yahud Mecmua-ı Lahika-ı Kavâninin ikinci cildi, mürettibi, Arisdakis Kasbaryan, İstanbul: Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1312. 1894 yılında çıkan nizamnameler yer almaktadır. 11 Zeyl-i Lahika-ı Kavânîn yahud Mecuma-ı Lahika-ı Kavaninin üçüncü cildi, mürettibi Arisdakis Kasbaryan, cüz bir, İstanbul, Malûmat Matbaası, 1313. İkinci cüz ise Şirket-i Mürettibiye Matbaası’nda 1315 yılında basılmıştır. Zeyl-i Lahika-ı Kavani’nin birinci cüzünde 1895 yılında, ikinci cüzünde ise 1896-1897 yıllarında çıkan nizamnameler bulunmaktadır. 12 Adliye Nezareti’nin ilk teşkilat nizamnamesi, Düstur’da, 29 Cemaziyelevvel 1296 olarak gösterilmiştir. Bkz.: Düstur, I. Tertip c. IV, s. 131. Oysa bu tarih, nizamnamenin Şurâ-yı Devlet mazbatasının tarihidir. Nizamnamenin irade tarihi ise 11 Cemaziyelahir 1296’dır. Bkz.: BOA, İrade Şûrâ-yı Devlet, Nr. 2471. Mukavelât Muharirleri Nizamnamesi’nin tarihi Düstur’da 15 Şaban 1296 olarak gösterilmiştir. Bkz.: Düstur, I. Tertip c. IV, s. 344. Fakat nizamnamenin irade tarihi 4 Şaban 1296’dır. Bkz.: BOA., İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 2992. 13 Türk Parlamento Tarihi, Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, İhsan Güneş, (haz.), Ankara: TBMM Vakfı Yayınları, 1997, c. II, s. 346.
758
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
maktadır.14 Özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yeniden yapılanma sürecine giren adliye teşkilatında yaşanan sorunlar ve getirilen çözüm önerilerinin İlm-i Hukuk’ta yayımlanan makalelere yansıdığı dikkati çekmektedir. Bu dönemin bir özelliği de yabancı hukukçuların Adliye Nezareti’nde hukuk müşaviri olarak görev almaya başlamasıdır. Bu göreve ilk olarak Kont Leon Ostrogog getirilmiştir. Kont Leon Ostrogog’un görev yaptığı süre içerisinde adliye teşkilatının ıslahı üzerine hazırladığı raporların dikkate alındığı görülmektedir.15 Ostrogog’un, mecmuada “Islahât-ı adliyye” ve “Devr-i sabıkda hürriyet-i şahsiyye” başlıklı iki makalesi bulunmaktadır. “Islahât-ı adliyye” makalesinde hakimlerin ve avukatların durumu hakkında bilgi vermektedir. Makalede kısa bir dilekçe ile davaların açıldığı, Avrupa’da olduğu gibi hakimlerin önüne düzgün bir dava dosyası sunulmamasından dolayı hakimlerin zor durumda kaldığı ve davaların tehir ettiğinden bahsedilmektedir. İlm-i Hukuk Mecmuası’nı yayımlayan Mehmet Arif’in, “Teşkîlât-ı Adliyye” ve “Tensîkat-ı Adliyye: Temyiz Mahkemesi” başlıklı makaleleri, II. Meşrutiyet öncesi adliye teşkilatının durumu ve yeni idare döneminde yapılanlar hakkında bilgi vermektedir. Mehmet Arif, Temyiz Mahkemesi’nin durumunu anlatan makalesinde, Temyiz Mahkemesi’nde verilen kararların birbirini tutmadığını ve bu durumun mahkemelerde karışıklığa yol açtığını belirtmektedir. Mehmet Arif, “Tanzîm-i İlâmât-ı Hukukiyye Basitleştirilmeli” makalesinde ise, Nizamiye Mahkemelerinde verilen hukuk ilamlarının çok uzun olmasını şöyle eleştirmektedir: “İlâmât-ı nizâmîyye bazen yüzlerce sayfa oluyor, okuyanı dinleyeni bıktırıyor, davanın cereyân-ı umûmisini ihtiva ediyor, okuması kelâl olursa acaba onu yazanlar tebyîz edenler ne hale gelirler. Vustâ bir ilam, yirmi otuz sahifeliktir. Bundan dört beş suret tebliği icâb etse yazılması birçok zamana, mesaiye mütevakkıfdır. Bunun içindir ki eshâb-ı mesâlih isbât-ı hak ederek davasını hükme rabt ettirdikten sonra birçok zaman beklemeye mecbur oluyor. Hâlbuki dava ne kadar kolay ve seri hal ve icrâ edilirse mehâkime o kadar emniyet artar eshâb-ı mesâlihde müracaat eder bunun içün mevcûd olan usûl-ı sakk değiştirilmeli ve daha doğrusu mevcûd olmayan tanzîm-i ilâm usulünü tesis ederek mehâkimin umûr-ı tahrîriyyesini ve bu sayede tevzi-i adaletin hüsnü cereyanını basitleştirmeli taht-ı intizâma almalıdır.” Yazar, ayrıca, dava sa14 Hasan Fehmi Paşa, hukuk mektebinde ticaret hukuku ve devletler hukuku derslerini vermiştir. 1881 yılında Adliye Nezareti’ne getirilerek uzun süre nazırlık yapmıştır. Bkz.: Hasan Basri Erk, Meşhur Türk Hukukçuları, 1958, s. 329. Kirkor Zöhrab, hukuk mektebinde ceza hukuku derslerini okutmuş, ayrıca Meclis-i Mebûsan’da İstanbul mebusu olarak yer almıştır. Bkz.: Hasan Basri Erk, a.g.e., s. 327. Eski Sisam Beyi olan Yanko Vitinos ise 5 Mayıs 1904 yılında Şûrâ-yı Devlet azalığına getirilmiştir. Bkz.: Ali Fuat Örenç, “Yakın Dönem Tarihimizde Sisam Adası (1821-1923)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, 1995, s. 132. 15 Fatmagül Demirel, “Adliye Nezareti’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri (1876-1914)”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, 2003, s. 29-30. Leon Ostrogog’un Adliye Nezareti’nde görev alması için Meclis-i Mebûsan’da yapılan görüşmeler oldukça tartışmalı geçmiştir. Yabancı birinin böyle önemli bir göreve getirilmesine bazı mebûslar şiddetle karşı çıkmışlardır. Bkz.: Leon Ostrogog, Pour La Reforme de la Justice Ottomane, M. Andre Mandelstam’ın “Önsöz”üyle, Paris, 1912, s. vii-viii. Kitapta Leon Ostrogog’un adliye teşkilatının yeniden yapılandırılması için hazırladığı raporlar bulunmaktadır.
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas›
759
hiplerinin aylarca mahkeme kapılarında ilam almak için beklediklerini vurgulamakta ve çözüm olarak Avrupa mahkemelerindeki usûl-ı sakk incelenerek uygun bir sakk hukukunun alınması gerektiği üzerinde durmaktadır. Mehmet Arif’in bu makalesi mahkemelerinin durumunu yansıtması açısından oldukça önemlidir. İlm-i Hukuk Mecmuası’nda özellikle Osmanlı adliyesi için adeta kanayan bir yara olan yabancıların adlî ayrıcalıkları16 ve bu ayrıcalıkların kaldırılması için neler yapılması gerektiği sıkça işlenmiştir. Mecmuanın, Hasan Fehmi Paşa’nın “İmtiyâzât-ı Ecnebiyenin Çâre-i İlgâsı” başlıklı makalesi ile yayın hayatına başlaması ve diğer sayılarda da bu konunun ele alınması oldukça dikkat çekicidir. Mecmuanın adından da anlaşılacağı üzere, bazı kanunların Avrupa kanunları ile mukayesesi yapılmıştır. Hukuk Mektebi hocası Cemaleddin “Mukayese-i Kavânîn-i Medeniyye” başlıklı yazısında Mecelle ile Fransa Medeni Kanunu’nun mukayesesini yapmaktadır. Osmanlı Ceza Kanunu ile Fransa Ceza Kanunun mukayesesini ele alan, Agob Babikyan’ın Mukayese-i Kavânîn-i Cezaiyye ve Ahmet Şuayb’ın Hukûk-ı Düvel adlı eserleri de tefrika halinde yayımlanmıştır. Yine mecmuanın yayımlandığı tarihlerde hazırlanan kanunlara ve esbâb-ı mûcibe mazbatalarına da yer verilmiştir. Ayrıca Selanik Hukuk Mektebi hocalarından Osman Sermed Bey’in Hukuk-ı Umumiye-i Düvel, Ali Şehbaz’ın Mufassal Hukuk-ı Düvel, Mehmet Cavid’in İlm-i İktisat ve Hasan Fehmi’nin Telhîs-i Hukuk Düvel adlı kitaplarının tanıtımı yapılarak okuyucularına tavsiye edilmektedir. İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası’nda yayımlanan makaleler ve mecmuanın misyonu incelendiğinde, II. Meşrutiyet dönemi ruhu ön planda tutularak önceki dönemle kıyaslamalar yapılmaktadır. Meslekî bir yayın olan mecmua, Osmanlı hukuk sistemindeki sorunları ele alarak çözüm yollarını dile getirmiştir. Mesleğe yeni başlayanlarla taşrada bulunan hukuk camiası için de rehber olma görevini üstlenmiştir. Bunun yanı sıra devrin hukukçuları, bu dergi sayesinde sorunlarını ve görüşlerini paylaşabilecekleri bir platform bulmuşlardır. İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, iki yıl gibi kısa bir süre yayımlanmasına karşılık, II. Meşrutiyet’ten sonra adliye teşkilatında yapılan düzenlemeleri ve yaşanan sorunları yansıtması açısından önemli bir kaynaktır.
İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânin Mecmuası Dizini Sayı: 1, 31 Mart 1325 Hasan Fehmi, “İmtiyâzât-ı ecnebiyenin çâre-i ilgâsı”, s. 3-8. Rıza Tevfik, “Mücrim hareketinde muhtâr mıdır, muztar mıdır?”, s. 8-13. Mehmed Cemil, “Hâkimiyet-i ebhâr: Karadeniz”, s. 14-21. Cemaleddin, “Mukayese-i kavânîn-i medeniyye”, s. 22-32. 16 Yabancıların adlî ayrıcalıkları için bkz.: Halil Cemaleddin ve Hrand Asador, Ecanibin Memalik-i Osmâniyyede Haiz Oldukları İmtiyâzat-ı Adliyye, Dersaadet, 1331; Yasemin Saner Gönen, “Osmanlı İmparatorluğunda Yabancıların Adli Ayrıcalıkları”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, 1998.
760
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 33-48. Mehmed Arif, “İdam Cezası: Tarihçesi, bizde icrâ edilememesi esbâbı”, s. 49-53. “Serseri kanûnu lâyihası, esbâb-ı mûcibe mazbatası”, s. 54-68. Bedi Nuri, “Tekâmül kanûnu”, s. 69-74. “1325 senesi bütçe lâyihasının adliye kısmı”, s. 75-80.
Sayı: 2, 30 Nisan 1325 “Kanûn-ı Esâsînin lüzûmu tadiline dair olan esbâb-ı mûcibe mazbatası”, s. 81-112. Ahmed Şuayb, “Kara sularındaki sefain üzerinde îkâ edilen cerâim”, s. 113-120. Bedi Nuri, “Tekâmül kanûnu”, s. 121-129. Server Cemal, “Tedrîsât-ı hukûkiyye”, s. 130-134. Osman Nuri, “Mesâil-i cezâiyyede afv”, s. 135- 142. Mehmed Arif, “Tanzîm-i ilâmât-ı hukûkiyye basitleştirilmeli”, s. 143-145. “Müellefât-ı Hukûkiyye: Hukûk-ı umûmiyye-i düvel”, s. 146. “Serseri kanûnu esbâb-ı mûcibe mazbatası”, s. 147-160.
Sayı: 3, 31 Mayıs 1325 Rıza Tevfik, “Felsefe-i cezâiyenin antropoloji ile münâsebâtı ve cânilerde şayân-ı dikkat alaim-i uzviye”, s. 161-167, Kirkor Zöhrab, “Hukûk-ı cezâ ve usûl-ı mücâzâtda inkılâb”, s. 168-176. Kont Ostrogog, “Islahât-ı adliyye”, s. 177-185. Bedi Nuri, “İfşâ-yı sır cürmü”, s. 186-189. Mehmed Arif, “Memleketimizde tebaa-ı yunaniyyenin mevki-i kanûniyyeleri”, s. 190200. “Kanûn-ı Esâsî’nin tadîline dair encümen tarafından tanzîm olunan esbâb-ı mûcibe mazbatası”, s. 201-224. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 225-240.
Sayı: 4, 30 Haziran 1325 Cemaleddin, “Mukayese-i kavânin-i medeniyye”, s. 241-250. Bedi Nuri, “Mes’ûliyyet-i mâliyye”, s. 251-257. Yanko Vitinos, “Afv-ı âlî hakkında kanûn lâyihası şerhi”, s. 258-272. Mehmed Arif, “Teşkîlat-ı adliye, seyyar sulh hakimleri”, s. 273-279. “Serseri ve Mazanne-i sû-ı eşhâs hakkında kanûn”, s. 280-284. “İctimâât-ı umûmiyye lâyiha-ı kanûniyyesi”, 285-286. “İctimâât-ı umûmiyye kanûnu hakkında dahiliye encümeninin esbâb-ı mûcibe lâyihasıdır”, s. 287-289. “Tatil-i eşgâl layiha-ı kanûniyyesi”, s. 290-292. “Tatil-i eşgâl hakkındaki kanûn lâyihasının esbâb-ı mûcibe mazbatasıdır”, s. 292-301. “Devâir ve mehâkimde icrâ edilecek tensîkat ve teşkîlât cihetiyle açıkda kalacak olanlarla evvelce memûriyetlerinden birer suretle infisâl veya infikâk eden memûrîn ve hükkâm ile ketebe hakkında lâyiha-ı kanûniyye”, s. 302-304. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 305-320.
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas›
761
Sayı: 5, 31 Temmuz 1325 Mehmed Cemil, “Mısır meselesi”, s. 321-332. Kont Ostrogog, “Devr-i sabıkda hürriyet-i şahsiyye”, s. 333-341. Köprülüzade Mehmed Fuad, “Tahvîlât-ı cezâiyye”, s. 342-351. Ahmed Ziya, “Musâhabe-i kanûniyye: ıskat-ı cenîn”, s. 352-354. Fahreddin, “Cünha davalarının tehîr-i rü’yetine bâis esbâb”, s. 355-359. “İctimâât-ı umûmiyye hakkında tanzîm ve Meclis-i Mebusan ve Ayanca kabul ve tasdîk edilip irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûkâneye iktirân etmiş olan lâyiha-ı kanûniyye ile kararname sûretidir”, s. 360-362. “Devâir ve mehâkimde icrâ edilecek tensîkat ve teşkîlât cihetiyle açıkda kalacak olanlarla evvelce memûriyetlerinden birer sûretle infisâl veya infikâk eden memûrin ve hükkâm ile ketebe hakkında kanûn”, s. 363-375. “Matbûat kanûnu lâyihası”, s. 376-384. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiye”, s. 385-400.
Sayı: 6, 31 Ağustos 1325 Bedi Nuri, “Tekâmül hukûku, fikr-i muâdelet”, s. 401-406. Ahmed Ziya, “Musâhabe-i kanûniyye: sinn-i mes’ûliyyet”, s. 407-412. Fahreddin, “Cezâda ahkâm-ı gıyabiyye ve itirâz”, s. 413-417. Mehmed Arif, “Teşkîlât-ı adliyye: Anadolu ve Arabistan vilâyâtında”, s. 418-429. “Memûrin-i mülkiyyenin tekaüd ve mazûliyetine dair kararname sûreti ve kanûn”, s. 430-441. Yako Sami, “Mâ-kabline şâmil kavânîn”, s. 442-448. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s.449-480.
Sayı: 7, 30 Eylül 1325 Mehmed Cemil, “Süveyş kanalı”, s. 1-17. Lütfü Bey, “Tasfiye-i Muâmelat-ı Ticâriyye Kanûn-ı Muvakkatının Neşri Münâsebetiyle”, s. 18-27. Mehmed Arif, “Tensîkat-ı adliyye: Temyiz mahkemesi”, s. 28-32. “Matbûat ve Matbaalar Kanûnu”, s. 33-44. Yako Sami, “Mâ-kabline şâmil kavânîn”, s. 45-53. “Adana vilâyetine mahsûs tasfiye-i muâmelât-ı ticâriyye kanûn-ı muvakkatıdır”, s. 54-58. “İstanbul vilâyetinin ve emniyet-i umumiye müdüriyetinin teşkîline dair kanûn sûretidir”, s. 59-60. Mehmed Şerif, “Cezâ hakim ve avukatları”, s. 61-64. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 65-80.
Sayı: 8, 30 Teşrin-i evvel 1325 Cemaleddin, “Mukayese-i kavânîn-i medeniyye: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye- Fransa Kanûn-ı Medeniyyesi”, s. 81-89. Ahmed Ziya, “Musâhabe-i kanûniyye: Bizde heyet-i ithâmiye”, s. 90-96. Mehmed Arif, “Memleketimizde tebaa-ı iraniyenin mevki-i kanunları”, s. 97-102. “İspirtoların meşrubat-ı [mekûliyede] sarf ve istihlâkının men’ine dair kanûn”, s. 103-106.
762
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
“Duyûn-ı gayr-i muntazama hakkında kanûn”, s. 107-110. “Ahz-ı asker kanûn-ı cedîdi mevki-i icrâya vaz‘olununcaya kadar mer‘î olmak üzere anâsır-ı gayrimüslimenin kur‘aları hakkında kanûn-ı hâzırın mevâdd-ı müteallikasını tadîlen tanzîm kılınan kanûn”, s. 111. “Askeri Ceza Kanûnu’nun kırksekizinci maddesine zeyl olmak üzere tanzîm ve Meclis-i Mebûsanca aynen kabul olunup Meclis-i Ayân’ın teklifi üzerine idâre-i örfiyye kararnamesine tezyîl edilen iki madde-i kanûniyye”, s. 112. Mehmed Şerif, “Ceza hakim ve avukatlarına”, s. 113-128. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 129-160.
Sayı: 9, 30 Teşrin-i sani 1325 Bedi Nuri, “Tekâmül hukûku”, s. 161-168. Osman Bedri, “İtalya ceza kanûnu”, s. 169-179. Mehmed Arif, “Hükûmet-i ecnebiyye ile münasebâtında mehâkim-i Osmâniyye”, s. 180-185. “Kanûn-ı Esâsi’nin mevâdd-ı muaddilesi sûretidir”, s. 186-191. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 192-224. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 225-240.
Sayı: 10, 31 Kanun-ı evvel 1325 Ahmed Muhtar, “Kavânîn-i sınâiyye”, s. 241-252. Mehmed Arif, “Meclis-i millî azâsının muâfiyât-ı kanûniyyesi”, s. 253-270. Ahmed Ziya, “Musâhabe-i kanûniyye: Tekerrür-i cürm”, s. 271-276. Yako Sami, “Zemm ü kadh”, s. 277-283. “Asâr-ı Münteşire: Cerîde-i Adliyye”, s. 284-288. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 289-304. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 305-320.
Sayı: 11, 31 Kanun-ı sani 1325 Ahmed Muhtar, “Kavânîn-i sınâiyye”, s. 321-332. Bedi Nuri, “Tekâmül hukuku”, s. 333-340. Mehmed Arif, “Meclis-i millî azâsının muâfiyât-ı kanûniyyesi”, s. 341-357. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 358-368. Mehmed Şerif, “Ceza hakim ve avukatlarına”, s. 369-384. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 385-400.
Sayı: 12, 28 Şubat 1325 Ahmed Muhtar, “Kavânîn-i sınâiyye”, s. 401-411. Mehmed Arif, “Meclis-i millî azâsının muâfiyât-ı kanûniyyesi”, s. 412-420. Mehmed Arif, “Bâbıâli ile sefâret-i ecnebiyye beynindeki ihtilâfât-ı adliyye”, s. 421-430. “Şuûn-ı Hukûkiye: Konya talebe-i hukûk cemiyeti”, s. 431. “Asâr-ı Münteşire: Hukuk-ı umûmiye-i düvel”, s. 432. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 433-437. Mehmed Şerif, “Ceza hakim ve avukatlarına”, s. 438-448. Agob Babikyan, “Mukayese-i kavânîn-i cezâiyye”, s. 449-478.
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas›
763
Sayı: 13 (bu sayıdan itibaren tarih belirtilmemiştir) Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 5-16. Ahmed Muhtar, “Kavânîn ve nizamat-ı sınâiyye”, s. 17-24. Ahmed Şuayb, “İhtirâ beratları”, s. 25-38. Mehmed Arif, “Bâbıâli ile sefâret-i ecnebiyye arasındaki ihtilâfât-ı adliyye”, s. 39-47. Mehmed Şerif, “Ceza hakim ve avukatlarına”, s. 48-58. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 59-80.
Sayı: 14 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 1-12. Bünyamin Ferid, “Sarhoşluk hakkında kavânîn-i medeniyye ve kütüb-i fıkıhiyyeden istihsâl edilmiş bazı mütâlâât-ı kanûniyye”, s. 13-20. Yako Sami, “Yalan şahitliği”, s. 21-30. “Sulh hakimlerine dair lâyihayı kanûniyye”, s. 31-61. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 62-80.
Sayı: 15 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 161-175. Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebûsan ile Ayan Meclisi arasında bir ihtilâf-ı mühim”, s. 176181. Rıfat, “Mukavelât muharrirleri”, s. 182-197. Avukat Thomas, “Tensîkat-ı adliyyeye mütedâir bazı mütâlâât”, s. 198-205. Mehmed Arif, “Avrupa hükûmâtının teşkîlât-ı esâsiyyesinden: İngiltere, Meşrûtiyet-i İdâre”, s. 206-215. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 216-241.
Sayı: 16 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 241-258. H. Akçalı, “Eşhâs-ı kanûniyye”, s. 259-276. Bünyamin Ferid, “İlm-i ta‘zîr, ilm-i ceza hakkında bazı malûmât”, s. 277-292. “Sulh hakimleri ile ilgili Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi’nin mazbatası”, s. 293-296. “Mehakim-i sulhiyye hakkında Adliye Nezareti tarafından tanzim olunan esbâb-ı mûcibe lâyihası”, s. 297-318. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 319-320.
Sayı: 17 Mehmed Arif, “Alem-i hukûkda bir za-yâ-ı mühimm”, s. 321-322. Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 323-338. Mehmed Cemil, “Mekteb-i hukûk programlarına bir nazar”, s. 339-347. Yako Sami, “Hetk-i ırz”, s. 348-361. Osman, “Avrupa hükûmât-ı hazırasının teşkîlat-ı siyasiyyesi: İngiltere, hükümet”, s. 362379 “Konstantin, Devlet-i Osmâniyyede müsâdeme-i hukûk ve Roma kanûnu”, s. 380-390. Ahmed Şuayb, “Hukûk-ı düvel”, s. 391-400.
764
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
Sayı: 18 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 401-413. Mehmed Arif, “Hakk-ı istîzâh- hakk-ı suâl”, s. 414-426. “İdare-i Umûmiye-i Vilâyât Kanûn Lâyihası”, s. 427-478.
Sayı: 19 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 483-496. Bedî Nuri, “Alenî sarhoşluk”, s. 497-504. Yako Sami, “Zinâ”, s. 505-520. Mehmed Arif, “Hakk-ı suâl”, s. 521-536. “Avrupa hükûmât-ı hazırasının teşkîlât-ı siyâsiyyesi: Parlamento”, s. 537-543. “Sûret-i aleniyyede vukû bulan sarhoşluk hakkında İstanbul Mebûsu Zöhrab Efendi’nin teklif-i kanûn lâyihası”, s. 544-554. “Hükûmet-i Osmâniyye ile Bulgaristan beyninde muvakkat ticâret mukâvelenâmesi”, s. 555-559.
Sayı: 20 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 561-576. Mehmed Arif, “Tahkikat-ı teşrîiyye”, s. 577-583. Yako Sami, “Düello”, s. 584-596. Mehmed Arif, “Avrupa hükûmât-ı hazırasının teşkîlât-ı siyâsiyyesi: İngiltere, Avam Kamarası”, s. 597-611. “Meclis-i Mebûsân’ın üçüncü devre ictimâı hülâsa-yı müzâkerât ve mukarrerâtı”, s. 612-640.
Sayı: 21-22 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 641-666. Bünyamin Ferid, “Mücrimlere ceza vermek bir hak mıdır? Yoksa bir mecburiyet midir?”, s. 667-677. Yako Sami, “Zemm ü kadh”, s. 678-684. Konstantin, “Devlet-i Osmâniyye’de müsâdeme-i hukûk ve Roma hukûku”, s. 685-691. Mehmed Arif, “Avrupa hükûmât-ı hazırasının teşkîlât-ı siyâsiyyesi: İngiltere Parlamentosu’nun vezâifi”, s. 692-705. “Kavânîn-i cedîde-i Osmâniyye’den usûl-ı muhâkemât-ı hukûkiyye kanûnu, zeyl”, s. 706-725. “Meclis-i Mebûsan’ın üçüncü devre ictimâı hülâsa-yı müzâkerât ve mukarrerâtı”, s. 726-768.
Sayı: 23-24 Hakkı Paşa, “Kapitülasyonlar”, s. 769-888. Bedi Nuri, “Müddet-i icârın adem-i malûmiyyeti fesâdı intâc eder mi?”, s. 889-901. Konstantin, “Devlet-i Osmâniyye’de müsâdeme-i hukûk ve Roma hukûku”, s. 902-906. Yako Sami, “Rüşvet”, s. 907-911.
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas›
765
On a Library Shelf Wating For Its Reader: The ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas› Fatmagül DEM‹REL Abstract The question of transfer of Western press laws to the Ottoman Empire had continued up to the end of the Empire. To deal with this problem within the Ottoman legal system during this period it needs a legal guide to the profession of the publishing as well as to find a solution for the problems of the printed materials. The magazine we are dealing with is the İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası, which had been published since 13 April 1909 and continued to reach 24th series. After having studied the published series we realized that they dealt with the reformation that had been made during the Second Constitutional Period and the solutions that it had brought to the questions of publishing. Therefore, the İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası is an important reference for the history of Law. Keywords: History of Law, Justice Reforms, Western laws, The Second Constitutional Period Series
Kütüphane Raf›nda Okuyucusunu Bekleyen Bir Yay›n: ‹lm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuas› Fatmagül DEM‹REL Özet Osmanlı Devleti’nde Batı hukukuna geçiş sürecinde yaşanan sorunlar imparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir. Bu süreçte Osmanlı hukuk sisteminde yaşanan sorunlar göz önüne alındığında, hukuk alanındaki süreli yayınlar hem mesleki açıdan hukukçulara rehber olmakta hem de yaşanan sorunlara çözüm getirmesi açısından önemli bir yer tutmaktadır. Çalışmada incelediğimiz İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası 13 Nisan 1909 tarihinde yayınlanmaya başlamış ve 24 sayı çıkmıştır. Mecmuada yayınlanan makaleler incelendiğinde II. Meşrutiyet’ten sonra hukuk alanında yapılan düzenlemeleri ve yaşanan sorunlara çözüm önerileri getirdiği dikkati çekmektedir. Bu açıdan bakıldığında İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavanin Mecmuası hukuk tarihi için önemli bir kaynaktır. Anahtar kelimeler: Hukuk tarihi, adli ıslahat, Batı hukuku, II. Meşrutiyet, Süreli Yayın
766
TAL‹D, 3(5), 2005, F. Demirel
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
767
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 767-779
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu Selim KARAHASANO⁄LU*
Osmanlı hukuk bilginleri dendiğinde, konunun çok geniş bir kapsamı olduğu açıktır. Herhangi bir taşra medresesindeki müderris de müfti, kadı, kazasker ve şeyhülislam da bu kategori içerisindedir. Burada bir tartışma ekseninde bazı meseleleri anlamaya çalışacağım. Tartışma, Osmanlı alim portresinin doğasına odaklanmıştır. Bunu anlamaya çalışırken Osmanlı resmi ideolojisine ve bu resmi ideoloji içerisinde ulemanın konumlanışına referans vereceğim. Osmanlı ilim anlayışını, bu resmi ideolojinin bir bileşeni olarak görüyorum. İşte resmi ideolojinin bir bileşeni olan ilim anlayışının Osmanlı’da nasıl teşekkül ettiğine ve literatürde bu konuda nelerin olduğuna bakacak ve ardından da oluşturulan resmi din anlayışından ne sapmaların meydana gelmiş olduğunu ve bunun Osmanlı hukuk anlayışını nasıl etkilediğini XV. Ve XVI. yüzyıllarda Molla Hüsrev, İbn Kemal, Halebî, Birgivî, Çivizade gibi bazı meşhur Osmanlı hukuk bilginleri üzerinden yapmaya çalışacağım. Bu yazıda Osmanlı hukuk bilginleri literatürünü iki temel kategoride değerlendireceğim. Elbette ki burada bütün literatürü tek tek ele alacak değilim; fakat genel eğilimi bazı örnek çalışmalarla ortaya koymaya çalışacağım. [Okuyucu, literatürü geniş bir biçimde kaynakçamızda bulacaktır.] Birinci kategori, Osmanlı hukuk bilginlerini siyasetin temel bir bileşeni olarak gören yaklaşımdır. İkincisi ise, söz konusu bilginleri, İslam bilimine ve özelde de İslam hukukuna yaptıkları temel katkılar ekseninde değerlendiren yaklaşımdır. Birincisinde Osmanlı hukuk bilgini; devletin bir İslam devleti ve İslam için var olduğunu söyleyen bir devlet olmasından mütevellid, siyasî programını fetvalar ışığında belirlemesine binaen bürokrat kimliği ile öne çıkan bir portredir. Bu bürokrat kimlik de ilmin, özel olarak da fıkhın üretiminde ve fiiliyat safhasına geçmesindeki bütün süreci kaçınılmaz olarak yoğun biçimde etkileyeceği ve dolayısıyla Osmanlı hukuk adamının, alt düzeydeki ulemanın ve üst düzey bürokratlığa varma yolundaki medrese talebesinin kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislamlığa varan yoldaki bütün kariyerini kapsayacak bir genellemeyi içermektedir. O derece içermektedir ki, Osmanlı hukuk bilgini olarak şeyhülislam veya kadının bütün programı, işte bu siyaset adamlığı perspektifinden anlaşılır hale gelmiştir. Bu yaklaşımın çıkış nokta* New York Devlet Üniversitesi, Binghamton Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi.
768
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
sında, ulema sınıfı içerisisindeki sıkı bürokratik hiyerarşik yapı etkilidir. Öyle ki, ilmiye sınıfının kendi içerisinde yaratmış olduğu bu sıkı bürokratik mekanizma ilmî üretim mekanizmalarını tamamıyla etkisi altına almış ve ulema sınıfını derin bir bürokratik hüviyete kavuşturmuştur. Diğer taraftan ikinci yaklaşım, ulema sınıfı içerisindeki bu sıkı bürokratikleşme üzerinde durmayıp meseleyi bu açıdan kavramanın gereğine inanmayan bir tutum içerisinde, Osmanlıların hukuk alanında üretmiş olduğu sayısız eserin vakit kaybetmeksizin neşrine ve tanınmasına ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir. Osmanlı topraklarındaki bu üretimin İslam bilim geleneği içerisinde bir ekol oluşturup oluşturamadığı sorusu ile ilgilenilmez, henüz bunun için çok erken olduğu varsayılır ve bütün gayretimizle bu geniş literatürü ortaya çıkarmanın hayatiyetine işaret edilir.1 Yaklaşık yirmi yıldır Osmanlı ulemasını genel olarak kapsayan tek İngilizce yayın olması münasebetiyle Batı’da neredeyse tek kaynak olarak sürekli referans alan Madeline C. Zilfi’nin eserinin başlığı Dindarlığın Politikaları’dır.2 Başlıktan da anlaşılacağı üzere, Zilfi, Osmanlı’da din ve devlet birlikteliğini yoğun olarak kurar ve siyaseti bu ilişkinin merkezine oturtur. Zilfi’nin analizinde de, Osmanlı hukuk adamının faaliyetleri kaçınılmaz olarak siyasetin uhdesinde olacaktır; zira yegane siyasî otorite olarak Osmanlı Sultanının bütün kategorileri kuşatan muazzam gücü ulema sınıfını da kapsayacaktır. Nitekim aynı yazarın bir başka makalesinin başlığı da “Saray İçin Bir Medrese”dir.3 Huzur derslerini ele alan bu makalede Zilfi, III. Mustafa devrinde sabitleşen dersleri saray için bir medrese olarak görür ve Osmanlı sultanını patron-bilgin [master-scholar] olarak niteleyerek halihazırda dünyevi gücün yegane sahibi olan Sultanı “bilgi”nin de zirvesine yerleştirmiş olur. Zilfi, kitabına temel teşkil eden tez çalışmasını Chicago Üniversitesi’nde Profesör Halil İnalcık ile yapmıştır. İnalcık da, doğrudan Osmanlı ulemasını konu alan tek makalesinde öğrencisinin görüşlerine oldukça yakın görüşler ileri sürer. İnalcık’ın makalesinin de temel kurgusunu katı bürokratik mekanizma oluşturur.4 Ahmet Yaşar Ocak, 1998 yılında yayımladığı Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler isimli eserine “Osmanlı Yüksek Ulema Sınıfı: Bürokratik Yapı, İç Zihniyet” başlıklı bir kısım koymuştur.5 Burada temel olarak Osmanlı ulemasının amatör bilimsel hedeflerden uzaklaşıp devlet politikalarının bir bileşeni konumuna nasıl geldiğini 1 İhsan Fazlıoğlu’nun uzun bir zamandır yayımladığı Osmanlı bilginleri ve eserleri üzerine yazıları tamamen bu alandaki Osmanlı birikimini ortaya çıkarmanın çabasıdır. 2 Madeline C. Zilfi, The Politics of Piety: The Ottoman Ulema in the Post Classical Age (16001800), Minneapolis: Bibliotheca Islamica, 1988. Zilfi’nin üzerinde durduğu periyodun bu yazıda ele aldığımız dönemin daha sonrasını, kendisinin “post-klasik dönem” olarak adlandırdığı dönemi kapsadığını göz ardı ediyor değilim; onun analizinde ilmiye sınıfının dönemsel değişim dinamikleri değil de bir bütün olarak Osmanlı ilmiyesi söz konusu olduğu için bu yazı kapsamında gündeme getirildi. 3 Madeline C. Zilfi, “A Medrese for the Palace: Ottoman Dynastic Legitimation in the Eighteenth Century”, Journal of American Oriental Society, 1993, c. CXIII, sy. 2, s. 184-191. 4 Halil İnalcık, “The Ruznamçe Registers of the Kadiasker of Rumeli as preserved in the Istanbul Müftülük Archives”, Essays in Ottoman History, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1998. 5 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15. ve 17. Yüzyıllar), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s. 106-119.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
769
inceler. Ocak’a göre, Osmanlı hukuk adamının zihniyet dünyası siyaset ve devlet politikalarınca belirlenir. Ocak, Osmanlı ulemasının bilimsel üretimini yadsımaz; onun temel kritiği ulemanın İslamî ilim geleneği içerisinde temel bir ekol veya akım oluşturamaması noktasındadır. Tam da bu noktada Tahsin Görgün, Osmanlı Devleti’nde insanları memnun eder nizam geçerli olduğu sürece yeni bir nizam arayışının söz konusu olmadığı ve buna bağlı olarak da büyük felsefî sistemler geliştirme ihtiyacının Osmanlı düşüncesinin amaçları arasında olmadığını ifade eder. Görgün’e göre büyük sistemler geliştirmek yerine, halihazırdaki düzenin anlaşılması ve bu düzen içerisinde ortaya çıkan meselelerin üzerinde düşünülmesi Osmanlı düşüncesinin en bariz özelliğidir.6 Şüphesiz Profesör Ocak’ın yaklaşımı –ve öğrencilerinde de takip edebileceğimiz tarz- uzun soluklu ve geniş kapsamlı bir çalışma devresinin ürünüdür. Nitekim Ocak’ın çalışmalarında incelediği devrin çok öncelerini kuşatabilen ve zamanın entelektüel ağlarını tespite çalışan bir bakış söz konusudur. Bu bakış, kuşkusuz kişisel formasyonunun ürünüdür. Zira çalışma alanı XIII. ve XIV. yüzyıl Anadolu’suna odaklanıp evvelki ve sonraki periyodlar arasında gidiş-gelişler arzeder. Anadolu’daki ilmî-tasavvufî yapıyı belirlemede söz gelimi Bağdat’a uzanması veya Balkanlarda popüler İslamî anlayışları incelemesi bu yaklaşımın ürünüdür. Zira o, bu entelektüel ağı tespit ederken İslamî ekollerin coğrafyalar arasında taşınmasına referans verir.7 İşte Osmanlı’daki muhtelif hukuk yaklaşımlarının doğması tam da bu muhtelif ekollerin Osmanlı coğrafyasında çarpışmasının ürünü olarak açıklanır. M. Hulusi Lekesiz’in Mehmed Birgivî hakkındaki çalışması,8 pratik hukukî yaklaşımlara açık Fahri Razi ekolünün Osmanlı topraklarındaki derin nüfuzuna işaret ederken Birgivî’nin Ebussuud’a güçlü ve şümullü9 muhalefetinin İbn-i Teymiyye ekolünün açık tesirlerinin ürünü olduğunu ortaya koyar. Elbette ki Osmanlı’da ulemanın muhtelif varyasyonlara bağlılığı ve bu bağlılığın ortaya çıkardığı çatışmanın temelindeki unsurlardan biri ilim seyahatleridir. Son zamanlarda Osmanlı ilmî anlayışını belirlemede bahsi geçen ilim seyahatlerine ve bu seyahat ve göçlerden mütevellid yeni İslam anlayışını ele alan çalışmalar dikkat çekmektedir. Örneğin Ocak, dairenin dışına çıkanların kahir ekseriyetinin Mısır’da yetişen ulemadan olduğunu vurgular. Bir örnek olarak Ekmeleddin Baberti ve öğrencilerinin yoğun olarak isyanlara öncülük yaptıklarını belirtir. Yıldırım Bayezid ve fetret 6 Tahsin Görgün,, “Osmanlı Düşüncesi Nasıl Anlaşılabilir? – Osmanlı Düşüncesi’nin Araştırılmasında Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üzerine-”, Türklük Araştırmaları Dergisi, 2003, sy. 1314, s. 37. 7 Oldukça eski yıllara ait yazılarında bu konuları dile getiren Ahmet Yaşar Ocak’ın görüşleri daha sonra yaptığı çalışmalar ve yönettiği tez çalışmaları ile de desteklenmiştir. Örneğin bkz.: Ahmet Yaşar Ocak, “İbn Kemal’in Yaşadığı XV. ve XVI. Asırlar Türkiyesi’nde İlim ve Fikir Hayatı”, Şeyhülislam İbn Kemal Sempozyumu: Tebliğler ve Tartışmalar, Tokat, 1986, s. 31-40. 8 M. Hulûsi Lekesiz, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci (Püritanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmet Efendi ve Fikirleri”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1997. 9 Osmanlı coğrafyasının sınırlarının çok ötesine geçer Birgivî’nin tesirleri. Bir örnek olarak bugüne kadar üzerinde durulmadığından İdil-Ural Bölgesi’ndeki tesirleri için bkz.: Michael Kemper, Sufis und Gelehrte in Tatarien und Baschkirien, 1789-1889: Der islamische Diskurs unter russischer Herrschaft, Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1998, s. 147-172.
770
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
devrinde büyük kırılmalara yol açan Molla Fenarî de Mısır’da eğitim alan ulemadandır. Şeyh Bedreddin de onlardan biri idi. İlim seyahatleri çerçevesinde erken bir çalışma Hulusi Lekesiz tarafından gerçekleştirilmiştir.10 Şakayık-ı Numaniye’den hareketle ortaya çıkardığı istatistiklerle en başta İran olmak üzere, Suriye, Irak ve Mısır’ın Osmanlı ulemasının eğitim almak üzere gittiği gözde mekanlar olduğu tespitini yapar. Giv Nassiri, ilim seyahatleri ve alimlerin göçleri ekseninde Türk-İran kültürünü ele aldığı kapsamlı çalışmasında Anadolu’dan XV. yüzyılda İran’a seyahat eden alimlerin kazandığı prestije vurgu yapar.11 Farklı ilim anlayışlarının yansıması olan eserlerin geniş okunma alanı bulması veya belli bir mezhep anlayışının baskınlığı ile oluşan tek tipin dışına çıkılmasında şüphesiz ilmî seyahatlerin büyük önemi olsa gerektir. Ahmet Yaşar Ocak’ın Zındıklar ve Mülhidler adlı çalışmasındaki zendeka ve ilhad suçlamasına maruz kalan ve dolayısıyla da, dairenin dışına itilmeye zorlanan zevat, belki de tam da bu tek tipten ayrılışın ürünüdür. Aslı Niyazioğlu, yakın dönemde tamamladığı -XVI. yüzyıl sonu ve XVII. yüzyıl başı Osmanlı ulema-meşayıh münasebetlerini Atai’nin Hadaik’i temelinde ele alançalışmasında Ocak’ın çalışmasını öncü, fakat Osmanlı ulemasını homojen bir grup olarak değerlendirmesi yönüyle eksik bulduğunu ifade eder.12 Halbuki Ocak’ın çalışmasının temel tezinde zaten ulemanın homojen olmayan yapısı temel çıkış noktasını teşkil eder ve çalışmada tam da Niyazioğlu’nun bahsettiği kısmın başlığı “Osmanlı Yüksek Ulema Sınıfı”dır. Dairenin dışına çıkış denen şey zaten homojenliğin dışına çıkışın ifadesidir.13 Ve bu çıkış yahut zendeka-ilhad suçlamasına maruz kalış sadece 10 M. Hulûsi Lekesiz, “Osmanlı İlmi Zihniyetinde Değişme: Teşekkül, Gelişme ve Çözülme (15.-17. Yüzyıllar)”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1989. 11 Giv Nassiri, “Turco-Persian Civilisation and the Role of Scholars’ Travel and Migration in its Elaboration and Continuity”, Doktora Tezi, University of California-Berkeley, 2002. Alimlerin göçlerinin kültürün ve düşüncenin oluşumuna etkileri konusuna eğilen bir diğer yetkin çalışma da Rula Anis Jurdi’ye aittir. Bugünkü Lübnan’ın güneyine karşılık gelen Osmanlı’nın Jabal Amil bölgesinden Safevi İran’ına göç eden ulemayı mercek altına alan Jurdi, Amilî cemaatleri ve hukukçuları arasındaki ilişkiyi incelerken, diğer taraftan da Memluk ve Osmanlı sünni siyasî yapılanmaları arasındaki ilişkilere de temas eder. Ona göre XVI. ve XVII. yüzyılda Jabal Amil’den ulema ailelerini İran’a göçe sevkeden saik, Şiilerin Osmanlı yönetiminde geçirdikleri büyük dönüşümdür. Jurdi, Osmanlı ile Safevi toplumunu kıyasladığında, en azından 1560’lardan 1700’lere kadarki dönem için Osmanlı’da fıkhın yönetici elitin istek ve ihtiyaçlarına göre şekillenmesine karşın Şii toplumunda ulemaya şeriatı daha geniş bir yorumlama ve halka sunma fırsatı verildiğini öne sürer: “Migration and Social Change: The ‘Ulama of Ottoman Jabal ‘Amil in Safavid Iran, 1501-1736”, Doktora Tezi, Yale University, 1998. 12 Aslı Niyazioğlu, “Ottoman Sufi Sheikhs Between This World and the Hereafter: A Study of Nev’îzâde ‘Atâ’i’s (1583-1635) Biographical Dictionary”, Doktora Tezi, Harvard University, 2003, s. 7. 13 Ussama Makdisi’nin “Osmanlı Oryantalizmi” tartışmasının bir boyutunu ve önemli bir boyutunu işte bu Osmanlı’da “dairenin içi” meselesi oluşturur. Heretik, heterodoks veya küffar kimdir? Bu tanımlamalar kimi kimden ayrıştırmaktadır? Makdisi, Oryantalizm üzerine çalışmaların, Batı’nın Doğu’yu betimleyişi şekli ve bu betimlemeye Doğu [Osmanlı ve diğerleri] tarafından gelen bir karşı koyuş veyahut oryantalizmin karşıtı varsayılan Oksidentalizm üzerine odaklandığını ve fakat Batı-dışı toplumların kendi içerisinde yarattıkları “öteki” üzerinde durmadıklarını ifade ederek “Osmanlı Oryantalizmine” dikkat çeker: “Ottoman Orientalism”, The American Historical Review, 2002, c. CVII, sy. 3, s. 768-796.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
771
devletçe yöneltilen bir tanımlama değil, ulemanın kendi içerisinde kendilerini yabancılaştırmalarının bir ürünüdür. Peki kimdir bu klasik, resmi, homojen ve tek tip denen Osmanlı uleması? Osmanlı’nın Sünni-Hanefi geleneğinin oluşumunda köşe taşları olan ve bu düşüncenin oluşumunda temel olan bu kişilere ve eserlerine kısaca değinelim. Böylece bu makalede anlamaya çalıştığımız literatürdeki ikiye bölünmüşlüğü belki daha anlamlı kılabiliriz. Osmanlı Resmi İdeolojisi ve Bu İdeolojinin Oluşumda “Resmi” Hukuk Metinlerinin Önemi Hulusi Lekesiz, Osmanlı Sünni-Hanefi fıkhının oluşumunda ulemanın konumunu tespite çalışırken bahsi geçen probleme ilişkin Osmanlı zihniyetinin nasıl oluştuğunu ve bu zihniyetin oluşumunda köşe taşlarının nasıl konduğunu çok açık ifade eder. Osmanlıların XVI. yüzyıla kadar ekseriyetle Hanefi fıkhını uyguladıklarını ve fakat gerektiği yerde farklı mezheplerin de uygulamalarına yer verdiğini belirten Lekesiz, XVI. yüzyılla birlikte kadı ve müftilerin hüküm ve fetvalarında Hanefi fıkhını uyguladıklarını ifade eder.14 Hanefi fıkhının Osmanlı uygulamasına en güçlü örneklerden biri olarak Halebi’nin (ö. 1549) Mülteka’l-Ebhur’unu15 gösterir. 17.000’den fazla fetvayı kapsayan ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan bu eserin her kadı ve müftinin elinde temel başvuru kitabı niteliğinde olduğunu belirten Lekesiz, bu eserin neredeyse Osmanlıların resmi hukuk metinlerinden biri olduğu tespitini yapar.16 Halep ahalisinden olup Halep ve Kahire’de eğitim aldıktan sonra İstanbul’a gelip vaiz ve müderrislik görevlerinde bulunan bu Arap fıkıhçısının, Osmanlı alimleri arasında furû konusunda meşhur olan bu eseri Şeyhi-zâde’nin şerhleri ile iki kez ve al-Haskafî’nin şerhleri ile üç kez İstanbul’da basılmıştır.17 Yine Halebi’nin Gunyetü’l-Mütemelli fî Şerh-i Münyeti’l-Musallî’sinin18 medreselerde ders kitabı olarak okutulduğuna dikkat çeken Lekesiz, Osmanlıların bir diğer resmi hukuk metni olarak kabul edebileceğimiz eserlerden olarak Molla Hüsrev’in Dürerü’l-Hükkam’ını gösterir.19 Fıkhın 14 Bu noktada İbn-i Kemal’in İslam mezheplerinin sayısının 72 adet olup hepsinin cehennemlik olduğunu sadece “Fırkatu’n-Nâciye” olan “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat”in bunun dışında olduğunu belirten hadis yorumunu hatırlayalım: Sabri Hizmetli, “Mezhepler Tarihi Yönünden Kemal Paşazade’nin Görüşleri”, Süleyman Hayri Bolay, Baheeddin Yediyıldız, Mustafa Sait Yazıcıoğlu (yay. haz.), Şeyhülislam İbn Kemâl Sempozyumu: Tebliğler ve Tartışmalar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1986, s. 126. 15 Al-Kudûrî’nin Muhtasar’ı, al-Buldadjî’nin Muhtâr’ı, Ebu’l Bereket en-Nesefî’nin Kenzu’lDekâik’ini ve Burhaneddin Mahbub el-Mahbûdî’nin Vikâyat er-Rivaye’sini esas alan bu çalışma Hanefi mezhebine göre furû konulu el kitabı mahiyetinde bir çalışmadır. Bkz. Joseph Schacht, “Al-Halabî”, EI2, c. III, s. 90. Ayrıca bkz. Salim Erdem, “İslam Hukuk Tarihinde Halebi ve Mültekadaki Metodu”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1998. 16 M. Hulusi Lekesiz, “Osmanlılarda Sünnî-Hanefî Geleneğin Oluşmasında Ulemanın Rolü”, Osmanlı, c. VIII, ed. Güler Eren, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 84. 17 Carl Brockelmann, “Halebî”, İslam Ansiklopedisi, c. V, s. 122-123. 18 Sadeddin Kaşgari’nin Münyeti’l Musallî’sine şerh olarak kaleme aldığı ibadet adabı ile ilgili soruları konu alan bu çalışması açık ve etkili üslubu ile zamanın gözde eserleri arasına girmiştir: Schacht, a.g.m., s. 90. 19 Lekesiz, a.g.m., s. 84. Ayrıca bkz.: Franz Babinger, “Husrev Mollâ”, İslam Ansiklopedisi, c. V, s. 605-606.
772
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
muamelat kısmı ile ilgili olan bu eserine daha sonra yine kendisinin yazdığı Gurer’i ile birlikte, Gurer ve Dürer olarak anılagelen bu iki eser, Sahn müderrislerinin üzerinde en fazla durdukları eserlerden idi.20 Sahn müderrislerince ve Osmanlı ulemasının tamamınca temel başvuru kaynakları arasında bulunup üzerlerinde çalışmalar yapılan eserlerden İbn Kemâl’in21 Islâh u Îzâh’ını ve Molla Hüsrev’in Mir’âtu’l-Usûl ve Mirkâtu’l-Usûl’ünü zikretmek gerekir.22 İşte Osmanlı’da ulema arasındaki çatışma bu medrese geleneği içerisinde oluşturulmuş “ideal tip”in ürünüdür. Esasen Osmanlı ulemasını ikiye bölen çatışma bugün de ulema üzerine yazan modern bilgini ikiye bölen tartışmadan çok farklı değildir. Ebussuud ve Birgivî çatışmasını Razi mektebi23 ile Birgivî mektebinin bir çatışması olarak gören Lekesiz, Birgivî’nin Sünni-Hanefi anlayışının, Sünni-Hanefi anlayışın kalıplarının zorlanması bir yana herhangi bir yoruma dahi tahammülsüz olduğunu ve bu bakımdan da eşine az rastlanır türden bir alim ve müderris portresi çizdiğini belirtir.24 Akla ve pratiğe önem veren Razi mektebinin Osmanlı’daki öncüleri en çok isim yapmış en şöhretli ulemadandır. İlk Osmanlı şeyhülislamı Molla Fenari ile kurulan bu gelenek, Molla Lütfi’nin talebesi İbn Kemal ve onun talebesi Ebussuud tarafından geliştirilmiştir. Osmanlı medreselerinde yaygın okuma alanı bulan el-Mevâkıf gibi pek çok eserin Razi’nin görüşlerine dayanması gibi hususlar onun Osmanlı ilim zihniyetindeki derin izlerini gösterir.25 Ebussud’un meşhur tefsiri, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ Kitabi’l-Kerîm, Osmanlı uleması arasında Tefsîr-i Kebîr olarak bilinen Fahr-i Râzî’nin Mefâtihu’i-Gayb’ının temsillerle zenginleştirilmiş biçimidir.26 Ocak’a göre Razi’nin gayet açık ve anlaşılır bir tarzı, onu, kendisinden sonra gelen İslam uleması arasında bu kadar popüler yapmıştır.27 Ocak, Razi’nin Osmanlı’daki takipçilerinin Osmanlı dinî bürokrasisinde en yüksek makamlara ulaştıklarını, Osmanlı’da hukuki meselelerin ve dini referansların Razi ekolünün bir ürünü olduğunu iddia eder. İşte bu yüzden XVI. yüzyılda ilk olarak Birgivî ile ardından da XVII. yüzyılda takipçilerinin 20 Fahri Unan, Kuruluşundan Günümüze Fâtih Külliyesi, Ankara: TTK Basımevi, 2003, s. 367. 21 Aşkâl al-Farâ’îz, Islâh al-îzâh, Tağyîr al-tankîh en önemli eserlerindendir. Bkz.: İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl-Paşa-zâde”, İslam Ansiklopedisi, c. VI, s. 561-566 22 Unan, a.g.e., s. 368. Molla Hüsrev’in İslam hukukuna dair adı geçen iki eserine ilaveten ilim adamlarının üzerinde tartıştığı hukuki meseleleri ele alan Nakdu’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr isimli eserindeki görüşleri üzerine bkz. Ali Bardakoğlu, “Molla Hüsrev’in İslam Hukuku’nun Bazı Meselelerine Bakış Tarzı ve Bunun Değerlendirmesi”, Molla Hüsrev Mehmet Efendi (1400-1480), ed. Ahmet Hulûsi Köker, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1985, s. 13-23. 23 Razi üzerine bkz. Süleyman Uludağ, Fahrettin Râzî: Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991; Yasin Ceylan, Theology and Tafsir in the Major Works of Fakhr al-Din al Razi, Kuala Lumpur: ISTAC, 1996. 24 Lekesiz, a.g.m., s. 83. 25 Lekesiz, a.g.m., s. 83. 26 Ahmet Yaşar Ocak, “Religious Sciences and the Ulema”, Ottoman Civilization, Halil İnalcık ve Günsel Renda, (ed.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 2002, c. I, s. 261. Sahn müderrislerinin ilim anlayışında ‘Razi mektebinin etkisi üzerine bkz.: Fahri Unan, a. g. e., s. 333-337. 27 Ocak, a.g.m., s. 263.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
773
oluşturduğu Kadızadeliler grubu ile Osmanlı topraklarında etkisini gördüğümüz İbn Teymiyye ekolünün mensuplarının cami vaizleri ve köylü ulemadan kişilerce Razi mektebi ulemasının resmi pratik uygulamalarına bir reaksiyon oluşturduklarını savunur.28 Birgivi, Ebussuud’a karşı büyük etki sahası yaratan muhalefetini Tarikat-ı Muhammediye29 isimli eseri ile gerçekleştirecektir. Ocak’a göre Birgivî, İbn Teymiye’nin takipçisi olmakla beraber, sistematik olmaması ve çok popüler hale gelip çok basit pratik meseleler üzerine odaklanması nedeniyle onun kadar kaliteli üretim gerçekleştirip teorik bir düzey tutturamamış ve bir anlamda İslam’ın tasfiyeci yorumunun propagandasını yapmıştır.30 Gottfried Hagen da, Birgivî’nin Avrupa’da algılandığı şekliyle dindarlık perspektifiyle yorumlanmasının Birgivî’yi yanlış anlamamıza neden olacağını ifade ederken Ocak’ın püritanizm tartışmasını destekler.31 Tabii Osmanlı ulemasının Sünni-Hanefi ideolojiyi güçlendirme çabalarının bir anlamda Şiiliği Osmanlı’ya karşı kullanan Şah İsmail’e aynı şekilde karşılık vermek anlamında Şiiliği mahkum edip Sünni ideolojiyi güçlendirme faaliyeti olduğunu da hatırlatmak gerekir. Bu konuda İbn Kemal, Ebussuud gibi en şöhretli ulemanın eserleri ve fetvaları ile katkılarını bilmekteyiz.32 Nitekim, İbn Kemal, Şah İsmail’e karşı savaşın farz-ı ayn olduğunu ifade eden Risâle fî Tekfîr el-Ravâfid’in yazarıdır.33 Osmanlı topraklarında dönen tartışmalar işte hep bu klasik Sünni-Hanefi yorumun farklı yorumlanmalarından ortaya çıkar. Para vakıfları ekseninde dönen geniş tartışma bunun en iyi örneklerinden biridir. Yukarıda bahsedilen Razi ekolünün Osmanlı topraklarındaki temsilcisi ulemanın yazdıkları bu konuda cevaz verirken, devrin meşhur fıkıh alimlerinden Çivizade34 bu konuda aksi görüşler ileri sürmektedir. 28 Ocak, a.g.m., s. 263. 29 Eser üzerine bkz. Bernd Radtke, “Birgiwis Tariqa Muhammadiyya Einige Bemerkungen und Überlegungen”, Journal of Turkish Studies, 2002, c. XXVI, sy. 2, s. 159-174. Bu eserinden başka ilmihali Vasiyetnâme ve nahv üzerinde iki eseri İzhâr el-Esrâr ve Avâmil ile de çok tanınmıştır: Kasım Kufralı, “Birgivî”, İslam Ansiklopedisi, c.I, s. 634; Atsız (haz.), İstanbul Kütüphanelerine Göre Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1966, s. 1. Vasiyetnâmenin neşirleri için bkz. A. Faruk Meyân (haz.), Birgivî Vasiyetnamesi (Kadızâde Şerhi), İstanbul: Bedir Yayınevi, 1983; Birgili Muhammed Efendi, Vasiyyet-Name: Dil İncelemesi, Metin, Sözlük, Ekler İndeksi ve Tıpkıbasım, haz. Musa Duman, İstanbul: R Yayınları, 2000. Birgivi’yi pek çok yönü ile ele alan sempozyum tebliğleri için bkz. Mehmet Şeker (yay. haz.), İmam Birgivî, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994. Ayrıca Arapça öğretiminde Birgivi’nin eserlerinin önemi için bkz. Ahmet Turan Arslan, İmam Birgivî: Hayatı-Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul: Seha Neşriyat, 1992. 30 Ocak, a.g.m., s. 265. 31 Gottfried Hagen, “Afterword: Ottoman Understandings of the World in the Seventeenth Century”, Robert Dankoff, An Ottoman Mentality: The World of Evliya Çelebi, Leiden: Brill, 2004, s. 246. 32 Unan, a.g.e., s. 382-383. 33 Victor L. Ménage, “Kemâl Pasha-zâde”, EI2, c. IV, s. 880. 34 Çivizade ile ilgili bkz.: M. Cavid Baysun, “Çivi-zâde”, İslam Ansiklopedisi, c. III, s. 438-439. Ayrıca bkz.: Victor L. Ménage, “Ciwi-zâde”, EI2, c. II, s. 56-57. Ayrıca bkz. Abdullah Özer, “İslam Hukuk Literatüründe Tazir Risaleleri ve Şeyhülislam Muhyiddin Mehmed b. İlyas Çivizade’nin Risale Müteallika bi’t-Teazir Adlı Eseri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000.
774
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
Tahsin Özcan’ın para vakıfları konulu ayrıntılı çalışmasında İbn-i Kemal’in Risale fî Cevâz-ı Vakfi’d-Derâhim ve’d-Denânîr ve Ebussud’un Risale fî Vakfi’l-Menkûl adlı risalelerinde mevzuu caiz olarak sunarlarken, Çivizade’nin bu konudaki reddiyesi ve Birgivî’nin Risale li İbtâl-i Vakfi’n-Nukûd’u ile karşı çıkışı geniş bir biçimde incelenir.35 Temelde yazımız boyunca ele aldığımız iki yaklaşımda da Osmanlı hukuk adamının üretimi kabul edilmekte ve bu üretimin anlaşılmaya layık olduğu ifade edilmektedir; fakat birinci yaklaşım meseleye üstten bakıp bir değerlendirmeye gitmeyi denerken, ikinci yaklaşım bunu henüz çok erken bulmaktadır. Belki de tartışmayı Osmanlı ulemasının İslam ilmine katkısı noktasından ele almak bizi sağlıklı sonuçlara götürmez ve Osmanlı hukuk adamının üretimini bütün verimliliğiyle anlamamıza yardımcı olmaz. Analizimizi Osmanlı hukukçusunun İslam ilmine gerçek bir katkı gerçekleştirip gerçekleştiremediği hususu veya buna tepki olarak ifade edilebilecek karşı görüşten koparıp, yaşayan bir toplum olarak Osmanlı toplumu ve yaşayan alimler olarak Osmanlı hukukçuları ekseninde örgülememiz, Osmanlı ilmi birikimini en doğru ve en yetkin anlama çabası olacaktır.36 Bu çaba iledir ki hukuk adamlarının metinleri dönemin şartları içerisinde yaşayan metinler olarak değerlendirebilir; diğer halde XII.-XIII. yüzyıllardaki metinler tarihsel bağlamından koparılıp anlam ve amaç zenginliği zayıflatılırken XV-XVI. yüzyıllardaki metinler de yaşayan toplumun ihtiyaçlarından bağımsız “ölü” metinler seviyesine indirgenecektir.
Bibliyografya Akgündüz, Ahmed; Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, 9 Cilt, İstanbul: Fey Vakfı Yayınları, 1990. Altınsu, Abdülkadir; Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1972. Arslan, Ahmet Turan; “İmam Birgivî Tasavvufa Karşı Değildi”, İslam, 1988, c. V, sy. 61, s. 54-55. Arslan, Ahmet Turan; İmam Birgivî: Hayatı-Eserleri ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul: Seha Neşriyat, 1992. Atsız, (haz.); İstanbul Kütüphanelerine Göre Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1966. Babinger, Franz; “Husrev Mollâ”, İslam Ansiklopedisi, c. V, s. 605-606. Baysun, M. Cavid; “Çivi-zâde”, İslam Ansiklopedisi, c. III, s. 438-439. Birgili Muhammed Efendi; Vasiyyet-Name: Dil İncelemesi, Metin, Sözlük, Ekler İndeksi ve Tıpkıbasım, Musa Duman, (haz.), İstanbul: R Yayınları, 2000. Bolay, Süleyman Hayri, Yediyıldız Baheeddin ve Yazıcıoğlu Mustafa Sait, (haz.); Şeyhülislam İbn Kemâl Sempozyumu: Tebliğler ve Tartışmalar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1986. Brockelmann, Carl; “Halebî”, İslam Ansiklopedisi, c. V, s. 122-123. 35 Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları: Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2003, s. 28-47; para vakfı eksenindeki ulemanın tartışmaları konusunda ayrıca bkz.: J. E. Mandaville, “Usurious Piety: The Cash Waqf Controversy in the Ottoman Empire”, International Journal of Middle East Studies, 1979, c. X, sy. 3, s. 289-308. 36 Bu yorumuma Rifa’at Ali Abou-El-Haj’ın Osmanlı tarihini genel ele alış tarzı olarak ve özel olarak Osmanlı ulemasını ele alışında da sürekli olarak haklı bir şekilde vurguladığı “yaşayan toplum” bakışının ilham verdiğini belirtmeliyim.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
775
İpşirli, Mehmet; “XVI. Asrın İkinci Yarısında Kürek Cezası İle İlgili Hükümler”, İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, sy. 12, 1982, s. 203-248. İpşirli, Mehmet; “Hasan Kâfi el-Akhisarî ve Devlet Düzenine Ait Eseri Usûlü’l-Hikem fî Nizâmi’l-Âlem”, İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, sy. 10-11, 1981, s. 249-250. Majer, Hans Georg; Das Osmanische “Registerbuch der Beschwerden” (Şikâyet Defteri) vom Jahre 1675, Viyana: Verlag der Österreichischen, Akademie der Wissenschaften, 1984. Beydilli, Kemal; Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Brummett, Palmira; “Classifying Ottoman Mutiny: The Act and Vision of Rebellion”, The Turkish Studies Association Bulletin, Bahar 1982, c. XXII, sy. 2. Dalkıran, Sayın; İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1997. Demirci, Mehmet; “Birgivî ve Tasavvuf”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1993, c. XXII, sy. 4, s. 29-37. Ergene, Boğaç A.; “Courts of Court Usage in Seventeenth and Eighteenth Century Ottoman Anatolia: Court Fees as Recorded in Estate Inventories”, Journal of Economic and Social History of the Orient, 2002, c. XLV, sy. 1. Ergene, Boğaç A.; “On Ottoman Justice: Interpretations in Conflict (1600-1800)”, Islamic Law and Society, 2001, c. VIII, sy. 1. Faroqhi, Suraiya; “Social Mobility among the Ottoman Ulema in the Late Sixteenth Century”, International Journal of Middle East Studies, 1973, c. IV, sy. 2, s. 204-218. Fattah, Hala; “Representations of Self and the Other in Two Iraqi Travelogues of the Ottoman Period”, 1998, c. XXX, sy. 1, s. 51-76. Fleischer, Cornell H.; “Preliminaries to the Study of the Ottoman Bureaucracy”, Journal of Turkish Studies, Raiyyet Rüsûmu: Essays Presented to Halil İnalcık on his Seventieth Birthday by his Colleagues and Students, 1986, sy. 10, s. 135-141. Fleischer, Cornell H.; Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire: The Historian Mustafa Âli (1541-1600), Princeton, 1986. Fleischer, Cornell H.; “Seer to the Sultan: Haydar-i Rammal and Sultan Süleyman”, Cultural Horizons: A Festschrift in Honor of Talat S. Halman, Jayne L. Warner, (ed.), Syracuse University Press-Yapı Kredi Yayınları, 2001. Flemming, Barbara; “Glimpses of Turkish Studies: Another Look at Lami‘i and Ottoman Biographers”, Journal of Turkish Studies, Annemarie Schimmel Festschrift, 1994, sy. 18, s. 59-73. Flemming, Barbara; “Der Câmi‘ül-Meknûnât: Eine Quelle ‘Alîs aus der Zeit Sultan Süleymâns”, Studien zur Geschichte und Kultur des Vorderen Orients: Festschrift für Bertold Spuler zum Siebzigsten Geburtstag, s. 79-92. Flemming, Barbara; “Sâhib-Kırân und Mahdî: Türkische Endzeiterwartungen im Ersten Jahrzehnt der Regierung Süleymâns”, Between the Danube and the Caucasus, György Kara, (ed.), Budapeşte, Akademiai Kiado, 1987, s. 43-62. Flemming, Barbara; “Die Vorwahhabitische Fitna im Osmanischen Kairo 1711”, Festschrift für İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ankara: TTK Yay., 1975, s. 55-65. Gibreel, Gibreel; “The Ulema: Middle Eastern Power Brokers”, The Middle East Quarterly, Kış 2001, c. VIII, sy. 4. Gilliot, Cl.; “Ulama: In the Arab World”, Encyclopedia of Islam: New Edition, P. J. Bearman ve diğerleri, (ed.), c. X.
776
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
Görgün, Tahsin; “Osmanlı Düşüncesi Nasıl Anlaşılabilir? –Osmanlı Düşüncesi’nin Araştırılmasında Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üzerine-”, Türklük Araştırmaları Dergisi, 2003, sy. 13-14, s. 29-46. Hagen, Gottfried; “Afterword: Ottoman Understandings of the World in the Seventeenth Century”, Robert Dankoff, An Ottoman Mentality: The World of Evliya Çelebi, Leiden: Brill, 2004, s. 215-256. Hathaway, Jana; “The Wealth and Influence of an Exiled Ottoman Eunuch in Egypt: The Waqf Inventory of ‘Abbâs Agha”, Journal of Economic and Social History of the Orient, 1994, c. XXXVII. İbn-i Kemâl; Dîvân: Tenkidli Metin, Mustafa Demirel, (haz.), İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1996. İnalcık, Halil; “Şikâyet Hakkı: ‘Arz-ı Hal ve ‘Arz-ı Mahzar’lar”, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adâlet, İstanbul: Eren Yayınları, 2000, s. 49-75. İnalcık, Halil; “The Ruznamçe Registers of the Kadiasker of Rumeli as preserved in the Istanbul Müftülük Archives”, Essays in Ottoman History, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1998. İnalcık, Halil; “Osmanlı Hukukuna Giriş: Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1958, c. XIII, sy. 2, s. 102-126. İnalcık, Halil; “‘Sen Olasan Kaleme İ‘tibar İçün Hâmî’: Fuzûlî ve Patronaj”, Cultural Horizons: A Festschrift in Honor of Talat S. Halman, s. 308-315. İnalcık, Halil; The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600, 3. Baskı, Londra, 1997. İpşirli, Mehmet; “Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi”, İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, 1987, sy. 13, s. 209-256. İzgi, Cevat; Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul: İz Yayıncılık, 1997. Jurdi, Rula Anis; “Migration and Social Change: The ‘Ulama of Ottoman Jabal ‘Amil in Safavid Iran, 1501-1736”, Doktora Tezi, Yale University, 1998. Kahraman, Seyit Ali, Galitekin Ahmed Nezih ve Dadaş Cevdet, (haz.), İlmiyye Sâlnâmesi, İstanbul: İşaret Yayınları, 1998. Karadeniz, Feriha; Complaint Against the Kâdîs and Abuses of Their Authority, Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 1996. Kemper, Michael; Sufis und Gelehrte in Tatarien und Baschkirien, 1789-1889: Der islamische Diskurs unter russischer Herrschaft, Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1998. Khoury, Dina Rizk; “Administrative Practice Between Religious Law (Shari’a) and State Law (Kanun) on the Eastern Frontiers of the Ottoman Empire”, Journal of Early Modern History, 2001, c. V, sy. 4, s. 305-330. Kılıçer, M. Esad; “Kemalpaşazade’nin Aile Hukuku İle İlgili Bazı Fetvaları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1973, sy. 19, s. 83-95. Köker, Ahmet Hulûsi; (ed.); Molla Hüsrev Mehmet Efendi (1400-1480), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1985. Kufralı, Kasım; “Birgivî”, İslam Ansiklopedisi, c. I, s. 634-635. Lekesiz, M. Hulusi; “Osmanlı İlmi Zihniyetinde Değişme: Teşekkül, Gelişme ve Çözülme (15.-17. Yüzyıllar)”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1989. Lekesiz, M. Hulûsi; “XVI. Yüzyıl Osmanlı Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci (Püritanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmet Efendi ve Fikirleri”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü, 1997.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
777
Lekesiz, M. Hulusi; “Osmanlılarda Sünnî-Hanefî Geleneğin Oluşmasında Ulemanın Rolü”, Osmanlı, Güler Eren, (ed.), Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, c. VIII, s. 80-84. Makdisi, Ussama; “Ottoman Orientalism”, The American Historical Review, 2002, c. CVII, sy. 3, s. 768-796. Mandaville, J. E.; “Usurious Piety: The Cash Waqf Controversy in the Ottoman Empire”, International Journal of Middle East Studies, 1979, c. X, sy. 3, s. 289-308. Majer, Hans Georg; Vorstudien zur Geschihte der Ilmiye im Osmanischen Reich, Münih: Dr. Rudolf Trofenik, 1978. Majer, Hans Georg; “Sozialgeschichtliche Probleme um Ulema und Derwische im Osmanischen Reich, I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 1979. Meyân, A. Faruk; (haz.), Birgivî Vasiyetnamesi (Kadızâde Şerhi), İstanbul: Bedir Yayınevi, 1983. Ménage, Victor L.; “Kemâl Pasha-zâde”, EI2, c. IV, s. 879-881. Ménage, Victor L.; “Ciwi-zâde”, EI2, c. II, s. 56-57. Nassiri, Giv; “Turco-Persian Civilisation and the Role of Scholars’ Travel and Migration in its Elaboration and Continuity”, Doktora Tezi, University of California-Berkeley, 2002. Ocak, Ahmet Yaşar; “Religious Sciences and the Ulema”, Ottoman Civilization, Halil İnalcık ve Günsel Renda, (ed.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 2002, c. I, s. 243-265. Ocak, Ahmet Yaşar; “Oppositions au soufisme dans l’empire Ottoman aux quinzieme et seizieme siecles”, Islamic Mysticism Contested: Thirteen Centuries of Controversies of Polemics, F. de Jong ve B. Radtke, (ed.), Leiden : E.J. Brill, 1999. Ocak, Ahmet Yaşar; “Türk Heterodoksi Tarihinde ‘Zındık’, ‘Hâricî’, ‘Râfızî’, ‘Mülhid’ ve ‘Ehl-i Bid’at’ Terimlerine Dair Bazı Düşünceler”, İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, 1982, sy. 12, s. 507-520. Ocak, Ahmet Yaşar; “Klasik Dönem Osmanlı Toplumsal Hayatında Dinî Akımlara Kısa Bir Bakış”, İslâmiyât, Ekim-Aralık 1999, c. II, sy. 4, s. 13-22. Ocak, Ahmet Yaşar; Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. Ocak, Ahmet Yaşar; “Kutb ve İsyan: Osmanlı Mehdici (Mesiyanik) Hareketlerinin İdeolojik Arkaplanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Toplum ve Bilim, 1999-2000, Kış/83, s. 48-56. Ocak, Ahmet Yaşar; “Perspectives on Islam in the Ottoman Empire: Conceptions, Politics, Problems, Transformations”, 26 Şubat 2002 tarihinde, Chicago Üniversitesi’nde düzenlenen From Medieval to Modern in the Islamic World başlıklı seminerde sunulmuş tebliğ. Ocak, Ahmet Yaşar; “XV.-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Resmi İdeolojisi ve Buna Muhalefet Problemi”, XI. Türk Tarih Kongresi, c. V, Ankara, 1994, s. 1201-1210. Ocak, Ahmet Yaşar; “İbn Kemal’in Yaşadığı XV. ve XVI. Asırlar Türkiyesi’nde İlim ve Fikir Hayatı”, Şeyhülislam İbn Kemal Sempozyumu: Tebliğler ve Tartışmalar, Tokat, 1986, s. 31-40. Öçal, Şamil; Kemal Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000. Öngören, Reşat; Osmanlılar’da Tasavvuf: Anadolu’da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul: İz Yayıncılık, 2000. Özcan, Tahsin; Osmanlı Para Vakıfları: Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2003.
778
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
Öztürk, Necdet; “Osmanlı İlim ve Kültür Hayatındaki Önemli Gelişmeler (1421-1512)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 2, s. 49-70. Parmaksızoğlu, İsmet; “Kemâl-Paşa-zâde”, İslam Ansiklopedisi, c. VI, s. 561-566. Peirce, Leslie; “‘She is Trouble… and I will Divorce Her’: Orality, Honor, and Representation in the Ottoman Court of Aintab”, Women in the Medieval Islamic World: Power, Patronage, and Piety, Gavin R. G. Hambly, (ed.), New York: St. Martin’s Press, 1999, s. 269-300. Rebstock, Ulrich; “A Qâdî’s Errors”, Islamic Law and Society, 1999, c. VI, sy. 1, s. 1-37. Repp, Richard C., “‘Ulema-3: In Ottoman Turkey”, Encyclopedia of Islam, New Edition, Leiden, 2000, c. X. Saraç, M. A. Yekta; Şeyhülislam Kemal Paşazade: Hayatı, Şahsiyeti ve Bazı Şiirleri, İstanbul: Risale Basın Yayın Ltd., 1995. Schacht, Joseph; “Al-Halabî”, EI2, c. III, s. 90. Sözen, Kemal; İbn Kemal’de Metafizik, Isparta: Fakülte Kitabevi, 2001. Şeker, Mehmet; (haz.), İmam Birgivî, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994. Şeşen, Ramazan; “İstanbul’un Fethine Kadar Osmanlılar’daki İlmi Durum, İstanbul’un Fethinin Türk İlim ve Kültürüne Katkısı”, Uluslarası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Bildiriler, Konya 2000. Tamari, Steve; “Ottoman Madrasas: The Multiple Lives of Educational Institutions in Eighteenth-Century Syria”, Journal of Early Modern History, c. V, sy. 2, s. 103. Tezcan, Baki; “The Kanunname of Mehmed II: A Different Perspective”, The Great OttomanTurkish Civilisation, Kemal Çiçek, (ed.), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2000, c. III, s. 657-665. Tezcan, Baki; “Ethics as a Domain to Discuss the Political: Kınalızâde Ali Efendi’s Ahlâk-ı Alâî”, International Congress on Learning and Education in the Ottoman World, A. Çaksu, (ed.), İstanbul, 2001, s. 109-120. Uğur, Ahmet; İbn-i Kemal, İzmir: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987. Uğur, Ali; The Ottoman Ulema in the mid-17th Century: An Analysis of the Vakâ’i‘ü’l-Fuzalâ of Mehmed Şeyhi Ef., Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1986. Unan, Fahri; Kuruluşundan Günümüze Fâtih Külliyesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2003. Yılmaz, Necdet; Osmanlı Toplumunda Tasavvuf: Sufiler, Devlet ve Ulemâ (XVII. Yüzyıl), İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2001. Yüksel, Emrullah; “Mehmet Birgivi (929-981/1523-1573)”, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, 1977, sy. 2, s. 175-185. Zaman, Iftikhar ve Akhavi Shahrough; “Ulama”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World, John L. Esposito, (ed.), New York ve Oxford: Oxford University Press, 1995, c. IV, s. 258-265. Ze’evi, Dror; “The Use of Ottoman Sharî‘a Court Records as a Source for Middle Eastern Social History: A Reappraisal”, Islamic Law and Society, 1998, c. V, sy. 1, s. 35-56. Zilfi, Madeline C.; The Politics of Piety: The Ottoman Ulema in the Post Classical Age (16001800), Minneapolis: Bibliotheca Islamica, 1988. Zilfi, Madeline C.; “Vaizan and Ulema in the Kadızadeli Era”, X. Türk Tarih Kongresi, Ankara: TTK Basımevi, 1994. Zilfi, Madeline C.; “The Kadızadelis: Discordant Revivalism in Seventeenth-Century Istanbul”, Journal of Near Eastern Studies, 1986, c. XLV, sy. 4, s. 251-269.
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu
779
Zilfi, Madeline C.; “A Medrese for the Palace: Ottoman Dynastic Legitimation in the Eighteenth Century”, Journal of American Oriental Society, 1993, c. CXIII, sy. 2, s. 184191. Zilfi, Madeline C.; “Bir Müderrisin Günlüğü: Osmanlı Biyografi Çalışmaları İçin Yeni Bir Kaynak”, trc.: Selim Karahasanoğlu, Doğu Batı, 2002, sy. 20, s. 184-194.
Five Ottoman Scholars from the XVth and XVIth Centuries Selim KARAHASANO⁄LU Abstract In the present article, I will try to portray the main characteristics Ottoman legal mentality with special reference to some substantial figures that have crucial importance in the making of Ottoman legal understanding such as Molla Husrev, Ibn Kemal, Birgivi, Civizade, Halebi etc. In modern scholarship, we may point out two basic categories treating Ottoman scholars of law as active participants or supporters of state politics and as a learned class who made major contributions to the Islamic sciences. I am trying to point out a map of the modern studies and to interpret the diversified comments on the same groups Keywords: Ulema, Law, Molla Husrev, Ibn Kemal, Halebi, Civizade, Birgivi
XV. ve XVI. Yüzy›llarda Yaflam›fl Befl Osmanl› Hukukçusu Selim KARAHASANO⁄LU Özet Bu makalede, Molla Hüsrev, İbn Kemal, Halebi, Çivizade, Birgivi gibi bazı temel figürlerden yola çıkarak Osmanlı hukuk zihniyetinin temel karakteristiklerini göstermeye çalışacağım. Modern tarihyazımında, Osmanlı hukuk bilginlerinin devlet politikalarının destekçileri yahut İslam ilimlerine önemli katkılar sağlamış kişiler olarak iki temel kategoride değerlendirildiğini görmekteyiz. Burada, modern tarihyazımındaki bu ikiye bölünmüşlüğü ve bunun sebeplerini irdeleyeceğim. Anahtar Kelimeler: Ulema, Hukuk, Molla Hüsrev, İbn Kemal, Halebi, Çivizade, Birgivi
780
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
781
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 781-790
Barkan’›n Kanunlar’›:
Osmanl›-Türk Tarihçili¤inde Bir Klasik Ömer Lütfi Barkan, XV ve XVI ›nc› As›rlarda Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esaslar›, Birinci Cilt: Kanunlar, ‹stanbul: ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü Neflriyat›, 1943, lxxii + 559 + 62 sayfa. Coflkun ÇAKIR*
I Bazı eserler vardır, uzunca başlıklara sahiptirler ama çok kısa bir isimle anılıp meşhur olmuşlardır. Yazımızın konusunu teşkil eden Barkan’ın kitabı da onlardan biridir. Kimse eserin uzun künyesini merak etmemiştir. Eser, kısaca Kanunlar başlığıyla maruf ve meşhur olmuş ve uzun yıllar siyasî, iktisadî, hukukî ve sosyal tarih çalışmalarının en temel kaynaklarından birini teşkil etmiştir. Son yıllarda bu alanda hatırı sayılır çalışmalar yapılmasına rağmen bugüne kadar önemini koruyabilmiştir. O bakımdan bu eser, alanında bir klasik hüviyeti kazanmıştır. Tabii ki bir tarihçi olarak Barkan’ın düşünceleri ve dar anlamda Kanunlar’da yer verdiği görüşleri bugün bile birer problematik olarak orta yerde durmaktadır. Bu görüşlerin doğruluğu yahut yanlışlığı iddiasını dillendirmek yerine, farklı görüşlerin ileri sürülebileceği ve farklı yaklaşımların olabileceği gerçeği hatırda saklı tutulmalıdır. Kuşkusuz aradan geçen altmış seneyi aşkın sürede çok şeyler değişmiş, yeni tahliller yapabilmek için gerekli malzemenin eldeki mevcudu dikkate değer oranda artmıştır. Dolayısıyla Barkan’ın görüşleri dışında ve belki tam da aksi istikamette tezlerin dillendirilmesi de mümkündür. Fakat bütün bunlar bu klasik eserin kıymetini azaltmamakta, hatta tam tersine daha da artırmaktadır. Belki de klasik olmanın yolu, böyle bir özelliğe sahip olmakla aralanabilen bir keyfiyettir. Aşağıda, Kanunlar kitabının genel bir tanıtımı yapılmaya çalışılmıştır. Öncelikle Barkan’ın tarihçiliği ve onun tarihçilik uğraşı içinde hukuk tarihiyle ilişkisi özetlenmiş, ardından da adı geçen eserin şekil özellikleri üzerinde durulmuştur. Daha sonra; bu * Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Tarihi Anabilim Dalı.
782
TAL‹D, 3(5), 2005, C. Çak›r
esere, Barkan’ın -en az yayımladığı mevcut kanun ve kanunnameler kadar değer katan- Osmanlı kanunnameleri ile ilgili analizleri değerlendirilmiştir. Bugün bile birer problematik olmayı sürdüren bazı hususlar üzerine ayrıca eğilinmiştir. Nihayet, yazının sonuna incelenen kanun ve kanunnamelerin bir listesi eklenmiştir. II Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan, formel olarak tarih öğrenimi görmüş bir akademisyen değildir. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’nde felsefe okumuştur. Felsefe Bölümü’nü 1927 yılında bitiren Barkan, mezuniyetini müteakiben Fransız bilim adamı Prof. Dr. Albert Gabriel tarafından Strasbourg Üniversitesi’ne yönlendirilen bir grup öğrenciden biri olmuş ve Fransa’ya felsefe ve sosyoloji okumaya gitmiştir. 1928 yılında bir felsefeci olarak gittiği Fransa’dan, 1931 yılında bir iktisat tarihçisi adayı olarak dönmüştür. Burada, derslerini dinlediği hocalardan, özellikle de Annales ekolünün meşhur üyesi Marc Bloch’tan çok etkilenmiştir. Maurice Halbwachs ve Henri Baulig de, derslerini takip ettiği diğer hocalardan bazılarıdır. Ayrıca Henri Pirenne’in eserlerini okumuş ve bunlardan da ciddi olarak etkilenmiştir.1 Fransa’dan döndükten sonra, bir süre öğretmenlik yapmıştır. 1933 yılında üniversiteye intisap etmiş ve Edebiyat Fakültesi’nde, Prof. Yusuf Kemal Tengirşek’in yanında, Türk İnkılâp Tarihi doçenti olmuştur. Böylelikle tarih ilmiyle ilk resmi temasını başlatmıştır. 1936 ve 1937 yıllarında Siyasî İlimler ve Ülkü mecmualarında yazdığı dizi makalelerle dikkatleri üzerine çekmiştir. Bu ilginin ardında, Barkan’ın alışılmadık konuları, yine alışılmadık bir tarzda ele alması yatıyordu. Bu faaliyetlerin ve ürünlerin neticesinde, yeni kurulan İktisat Fakültesi’nin 1937 yılında Edebiyat Fakültesi’nden resmen talep ettiği Barkan, fakültenin talebe verdiği olumlu cevapla birlikte, 1938 yılında İktisat Fakültesi’ne geçmiştir. Barkan, iktisat doçenti unvanını almak için yeni bir tez hazırlamıştır. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kuruluş Devrinde Toprak Meseleleri” başlıklı tezini Fuad Köprülü, Alexander Rüstow ve Ebülula Mardin’den mürekkep bir jüri değerlendirmiştir. Bu jüride hukuk tarihi çalışmalarını başlatan Köprülü ile Hukuk Fakültesi’nin ünlü hocası Mardin’in bulunması ayrıca manidardır. Bundan iki ay sonra da kollokyumu yapılmış, bu jüride de Fuad Köprülü, Alexander Rüstow, Ebülula Mardin dışında Fritz Neumark, Gerhard Kessler, Alfred Isaac, Joseph Dobretsberger, İbrahim Fazıl Pelin ve Şükrü Baban gibi dünya çapında ünü olan hocalar yer almıştır. 1939 yılı başında artık Barkan “Umumî İktisat ve İktisat Tarihi” doçenti olarak, 1973 yılına kadar çalışıp emekli olduğu İktisat Fakültesi camiasına dâhil olmuştur.2 Barkan, Osmanlı Devleti’nin iktisadî, içtimaî ve hukukî tarihiyle ilgili hacmi binlerce sayfayı bulan çalışmalar yapmıştır. Benimsediği tarihçilik doğrultusunda öncelikle belgeleri esas alan makaleler yazmıştır. Araştırmaları Osmanlı’nın XVI. ve XVII. yüzyılları üzerinde yoğunlaşmıştır. Çalışmaları içinde toprak düzeni ve arazi hukuku, 1 Halil Sahillioğlu, “Ömer Lütfi Barkan”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan’a Armağan, 1985, c. XLI, sy. 1–4, s. 4; Ünal Nalbantoğlu, “Barkan’ın Ardından”, Okul Defteri, İstanbul, 1979, sy. 2, s. 37. 2 Sahillioğlu, a.g.m., s. 5-7.
Barkan’›n Kanunlar’›
783
kısaca tarım ekonomisi en önemli yeri işgal etmiştir. Bununla birlikte iskân siyasetinden vakıflara, bütçelerden fiyat hareketlerine, şehircilikten din-devlet ilişkilerine uzanan geniş bir yelpazede eserler vermiştir. Barkan’ın en fazla mesai harcadığı alan toprak meseleleri olmuştur. Bir anlamda onun için, kendini Türkiye’nin toprak meselelerini halle vakfetti dense yeridir. Çalışma yaptığı diğer alanlarda Osmanlı Devleti’nin klasik dönemi dışına pek çıkmak istemezken, toprak meseleleri konusunda Osmanlı öncesine, klasik döneme, modernleşme dönemlerine ve bu arada Tanzimat dönemine, hatta Cumhuriyet dönemine kadar uzanan bir çizgi üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. III Barkan, bildik anlamda bir hukukçu değildir. Fakat o hukuk ve hukuk tarihiyle hep iç içe olmuştur. Devlet tarafından Strasburg Üniversitesi’ne gönderildiğinde, bu üniversitenin Edebiyat Fakültesi’nden genel felsefe, sosyoloji ve psikoloji sertifikaları ile Hukuk Fakültesi’nden “İktisadî İlimler Yüksek Diploması” almıştı. 1941’den sonra altı yıl kadar da Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersleri okutmuştur. Ancak onun Türk hukuk tarihi ile ilişkisinin en önemli göstergesi kuşkusuz Kanunlar kitabı olmuştur. Barkan’ın kitap olarak hazırladığı beş çalışmanın ilki olan ve XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Birinci Cilt, Kanunlar başlığını taşıyan eseri, onun hak ettiği üne kavuşmasında öncü bir rol oynamıştır.3 Kanunlar, 1943 yılında, İstanbul Üniversitesi yayınlarından, Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü neşriyatı olarak Burhaneddin Matbaası’nda basılmıştır. Kitabın sayfalandırılmasında üçlü bir ayrıma gidilmiştir. Kapak da dâhil olmak üzere, önsöz ve kanunnameler hakkında verilen malumat Roma rakamlarıyla numaralandırılmış olup 72 sayfadır. Kanunname metin transkripsiyonları, indeks, lügatçe, doğru-yanlış cetveli ve fihristin yer aldığı bölüm toplam 559 sayfadır. Eserin son kısmını ise, orijinal kanunname metinleri arasından seçilen 25 kadar kanunname metninin farklı kısımlarından derlenmiş fotoğraf örneklerinin yer aldığı -ve yeniden 1’den başlanarak numaralandırılan- toplam 62 sayfalık bir bölüm oluşturmaktadır. Böylece Kanunlar’ın toplam sayfa sayısı 693’e baliğ olmaktadır. Kitaba yazmış olduğu dört sayfalık önsözde Barkan, eserinin yazılış gayesini, muhtevasını ve kaç ciltte tamamlamayı planladığını açıklamıştır. İlk cümlesi maksadını hülasa eder niteliktedir: 3 Yıllardır yeni baskısı yapılmayan Kanunlar’ın nihayet İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi tarafından 2001 yılında tıpkıbasımı yapılmıştır. Diğer kitapları ise şunlardır: İktisat Tarihi, II. Kitap (Orta Çağ), Ders Notları (ilk baskısı 1949, son baskısı 1962 tarihlidir); İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü Yayını, 1970, xxxix + 504 s. (eser Ekrem Hakkı Ayverdi ile beraber kaleme alınmıştır); Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, c. I, 1972, xv + 393 s., c. II: 1979, 393 s.; Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988, 124+744 s. Bir de Gözlem Yayınevi’nin Barkan’ın makalelerinden hareketle gerçekleştirmeyi planladığı ‘Barkan’ın Toplu Eserleri’ dizisinden çıkan birinci kitabı zikretmek gerekir: Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I, İstanbul, 1980, 965 s.
TAL‹D, 3(5), 2005, C. Çak›r
784
Bütün zenginliğini topraktan çıkaran bir devir ve medeniyet nizamının hususiyetlerini ve bu arada Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal ve ekonomik bünyesini aydınlatabilmek için, bu memleketteki ziraî faaliyeti ve bu faaliyetin yaratıcısı olan çiftçi sınıfların hareketlerini her bakımdan tayin ve tahdid eden hukukî ve malî mevzuatın dayandığı esasları, sistemli bir şekilde ortaya koymak, şüphesiz, pek lüzumlu bir iştir.4
Arkasından, okuyucuya sunulan bu Kanunlar cildinin, daha sonra yazmayı planladığı eserine malzeme temin eden bir vesikalar ve notlar bütünü olduğunu ifade eder. Bilahare ikinci ve üçüncü ciltler bu birinci cildi tamamlayacaktır. Fakat Barkan’a göre asıl önemli olan üçüncü cilttir. Barkan, bu cildin önemine ilişkin şu değerlendirmeleri yapıyor: Kayıdlar ve Emirler ismini taşıyan ikinci cilt vesikalarda, ziraî faaliyete aid olub da çiftçi sınıfları devletle ve toprak sahiplerile olan münasebetlerinde, çarşuda pazarda ve her günkü hayatlarında alakadar eden mühim hüküm ve fetvalardan ve resmî kayıdlardan ibarettir. Ve asıl eseri teşkil eden üçüncü ciltte ise, gerek birinci ciltteki kanun maddelerine ve gerekse bu maddelerin tatbikatla aldığı şekillere ait olan ikinci ciltteki vesikalara dayanarak hükümler vermeğe çalışılacaktır.5
Doğrusu, bu eserin Kanunlar cildi dışındakilerinin yazımı gerçekleşmemiştir. Bununla birlikte Barkan’ın ürettikleri iyi bir okumaya tabi tutulduğunda, diğer ciltlerde yapmayı amaçladığı şeylerin bir kısmını başka çalışmaları içinde farklı bağlam ve biçimlerde ortaya koyduğu söylenebilir. Barkan’ın bu eserini önemli kılan ve “Osmanlı Kanunnameleri” başlığını taşıyan son derece güçlü yazılmış ve sonraları bazı tartışmaların öncüsü olmuş bir mukaddime kısmı vardır. Önemli analizlerin yapıldığı bu altmış dört sayfalık bölüm, dokuz alt başlık altında ele alınmıştır. Birinci başlıktan hemen önce yer verdiği, bir anlamda girişin girişi sayılabilecek sayfalarda, Osmanlı-Türk tarihinin yazılmasında duyulacak ihtiyaca dikkat çekmektedir: Türkiye tarihinin hukuk ve teşkilat bahisleriyle içtimaî ve iktisadî meseleleri üzerinde daha fazla durmak ihtiyacını hisseden yeni bir tarih anlayışının icaplarına uygun çalışmalar geliştiği nispette, İmparatorluk devirlerinin idarî, malî, cezaî... muhtelif hukuk sahalarında, vaktiyle Sultanların emir ve fermanla ile vaz’edilmiş olan kanun ve talimatları bir araya toplamış bulunan kanun dergileri (Külliyatı)nin birinci derecede kıymetli tarihi bir kaynak teşkil edecekleri ve bizim için kendilerinden azami bir şekilde faydalanmak lüzumu gün geçtikçe artmış olacağı muhakkaktır.6 Aslında Barkan, bu görüşlerini geliştirmiş ve daha sonra IV. Türk Tarih Kongresi’nde tebliğ olarak da sunmuştur. Tebliğinde Barkan, Türkiye üzerinde yapılan çalışmaların dünya tarihçiliği yanında yer alabilmesi için, bu vakte kadar kullanılan konu ve metotların tamamen değiştirilmesi gerektiği gibi radikal bir eleştiri ve öneri getirmiştir. Ona göre artık siyasî ve askerî tarihçiliğin takip ettiği hikâyecilik alışkanlığının ivedi bir şekilde terk edilerek kurumsal ve yapısal incelemelere ağırlık verilmesi şarttır.7 4 Kanunlar, s. v. 5 Kanunlar, s. vi. 6 Kanunlar, s. ix. 7 Barkan, “Tahrir Defterlerinin İstatistik Verimleri Hakkında Bir Araştırma”, IV. Türk Tarih Kongresi, (Tebliğler), Ankara, 1948, s. 290–291.
Barkan’›n Kanunlar’›
785
İlk alt başlık “Umumiyetle İslam Memleketlerinin Hukukî Bünyesi ve İslam Hukukuna Ait Umumi Düşünceler”8 adını taşır. Burada İslam şeriatının sadece müminlerin Allah’a karşı vazifelerini düzenleyen itikat ve ibadet kurallarının oluşturduğu bir ilahiyat bilgisi olmayıp, aynı zamanda insanın toplum ve devletle olan ilişkilerini belirleyen bir kanunlar bütünü de olduğunu vurgular. Buradan hareketle, amme hukukuna ait prensiplerin özelliklerine işaret eder. Kur’an’da bir devlet teşkilatının nasıl oluşturulacağına ve idare edileceğine dair açık prensiplerin olmadığını, peygamber zamanında gerçekleşen uygulamaların da genişleyen büyük bir İslam devletini idare etmek için yetmediğini, yeni usul ve esaslara ihtiyaç duyulduğunu ve bunun da fethedilen devletlerin uygulamalarından devşirildiğini ifade eder. Tam da bu noktada, yukarıda zikredilen tartışmaların en önemlilerinden birini teşkil eden hukuk ikiliğinin şartlarını ve sebeplerini açıklar. İslam kamu hukukunun farklı bölgelerdeki İslam memleketlerinin farklı iktisadî ve sosyal şartları karşısında farklılaştığına, tabii ki böylelikle çeşitlenip zenginleştiğine dikkat çeker. Özel hukuktan farklı olarak kamu hukuku alanında, devlet başkanı sıfatıyla sultanlara verilen takdir ve tazir haklarının kullanımının yeni bir hukuksal alan doğurduğunu ileri sürer. Şeriatın temel ilkelerine aykırı olmamak ve kamu maslahatının gerektirdiği durumlar gerekçe gösterilerek örf ve adetler esas alınarak kanun koyma ve uygulama yolunun açıldığını izah ederek şer‘î hukuk-örfî hukuk, millî hukuk-İslâmî hukuk kavramlarının içini doldurur. Tabii burada Fuat Köprülü’nün Kanunlar’ın yayımlandığı yıl II. Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu tebliğine referansta bulunur.9 İkinci alt başlık birincinin devamı niteliğindedir: “Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat ve Müesseselerinin Şer’îliği Meselesi”.10 Yukarıda başlattığı tartışmayı Barkan, burada daha da derinleştirerek sürdürür. Genel olarak İslam devletleri için ileri sürdüğü bu kabullerin, Osmanlı için bilhassa doğru olduğunu vurgular. Buradan hareketle Osmanlı’da bariz bir hukuk ve kitap ikiliğinden söz eder. Şer‘î hukukun yanında örfî yahut kendi deyimiyle laik hukukun nasıl geliştiğini anlatır. Aslında Barkan; Osmanlı hukukunun laik karakterine, arazi rejimiyle ilgili ilk çalışmalarından itibaren yer verir. Osmanlı Devleti’nin ikili bir hukuk yapısı içinde olduğunu, bir tarafta şer‘î hukukun, diğer tarafta örfî hukukun bir arada işlediğini belirtir. Özellikle kamu hukuku alanında, ceza hukuku ve malî hukuk alanlarında şer‘î hukukun tesirinin azaldığını ve örfî hukukun daha dominant hale geldiğini vurgular. Bu tartışmayı derinleştirirken Joseph von Hammer’in 1815 yılında yayımladığı Des Osmanischen Reiches Staatsverfassung und Staatsverwaltung isimli eserini görüşlerine referans olarak gösterir. d’Ohsson’un 1791’de yayımladığı ve temelde İbrahim Halebi’nin Mülteka isimli eserinin tercümesine dayanan Tableau General de l’Empire Ottoman ile Hammer’in çalışmasını bu bağlamda mukayese eder ve ikincisini daha gelişmiş olarak niteler. Ayrıca sadece kendi görüşünü temellendiren bu eserleri zikretmekle kalmayıp, bu noktada karşı görüşü temsil eden Gibbons ve Wörmers’in çalışmalarına da yer verir. Yer vermekle de kalmaz, ayrıca bu eserleri çok detaylı olarak eleştirir de. En önemlisi 8 Kanunlar, s. x-xv. 9 Fuat Köprülü, “Ortaçağ Türk Hukukî Müesseseleri: İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”, II. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, İstanbul, 1943, s. 383 vd. 10 Kanunlar, s. xvi-xxi.
786
TAL‹D, 3(5), 2005, C. Çak›r
de, kanun ve kanunname fikrinin bu hukuk ikiliği diye adlandırdığı noktadan doğduğunu iddia eder.11 Yukarıdaki önemli tartışmayı bir noktaya getirdikten sonra, daha teknik bir çerçeveye geçer ve farklı yönleriyle kanunnameleri ele alır. Üçüncü alt başlıkta “Elde Mevcut Kanunnameler Hakkında Umumî Düşünceler”ini ortaya koyar.12 Önce bu metinlerin orijinal olup olmadıklarını tartışır ve bunların büyük bir kısmının aslı ve resmi metinler olmadığını ve şahsi teşebbüsler sonucu tanzim edildikleri kanaatini serdeder. Sonra da tipik bazı örnekleri değerlendirmeye tabi tutar. Mesela Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhis-ul Beyan fi Kavanîn-i Al-î Osman isimli eserini bu çerçevede tenkit eder. Bu bağlamda sayıları çok az da olsa, bu özel teşebbüsler dışında padişah emriyle tertip edilen kanun dergilerine de işaret eder ve örnek olarak F. Kraelitz tarafından 1921 yılında yayımlanan Fatih Kanunu ve Mehmet Arif tarafından neşredilen Süleyman Kanunu’na değinir. Dördüncü alt başlık da üçüncü alt başlığın devamı şeklindedir: Fetva sistemi ve Kanunnameler.13 Fetva sisteminin nasıl işlediği ve kanunnamelerin nasıl hazırlandığını Sultan Süleyman kanunlarını ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin çalışmalarını örnek vererek izah eder. Barkan’a göre kanunnamelerin meşgul olduğu hukuk sahası, hukuk ulemasının görüşleri yahut hâkimlerin içtihatları sonucu gelişen bir alan olmaktan çok, serbestçe ve kanun koyma yolu ve emirnameler ile teşekkül eden ve gelişen bir alandır. Bir başka deyişle, bu konuda şeyhülislamlardan daha çok divan ve nişancıların etkili ve yetkili oldukları görülür. “Türkiye’de Sultanların Teşrii Sıfat ve Salahiyetleri ve Kanunnameler”14 başlığını taşıyan beşinci alt başlıkta, esas itibariyle padişahların örfî hukuk alanındaki yetkilerini inceler. Ayrıca şer‘î hukuk alanına nasıl müdahale ettiklerini de miras ve medeni hukuktan örnekler sunarak aktarır. Yine burada mecelle şeklindeki derlemelere yer verir. Altıncı alt başlıkta da aynı konuya devam eder: “Kanunnamelerle Tanzim Edilen Hukuk Sahasının Hudutları”.15 Yukarıda da ifade edildiği gibi, kamu hukuku ve özellikle de bunun içinde yer alan idare ve ceza hukuku alanı, padişahların emir ve fermanları yahut bunların bir araya getirilmesi suretiyle şekillenen kanunnameler tarafından düzenlenir. Ancak özel hukuk sahası, özellikle evlenme, miras, borçlar gibi medenî hukuk konuları, bazen hile-yi şeriyeye bile başvurulsa, şeriat hükümlerine göre tanzim edilir. Ayrıca sultanlar da bu konuda titiz davranırlar ve bir yerde kendilerini şeriatın koruyucusu olarak da görürler. Bütün bu anlatılanlara rağmen zaman zaman bu sahalar arasında belli tecavüzlerin de olabildiğini anlatır. Örnek olarak da Ebussuud Efendi’nin Maruzat risalesini gösterir. Yedinci alt başlıkta “Kanunnamelerin Tertip Tarzındaki Sistemsizliğin Hakiki Sebepleri”ni açıklar.16 Bir yerde, bu metinlerin şekil şartları açısından eleştirisini yapar ve noksanlıklarına dikkat çeker. Ona göre kanunnamelerle ilgili en temel eksiklik ya da problemlerden biri de budur. Bunların her biri belli dönemlerdeki ve belli yerlerdeki farklı mevzuat unsurlarını içerir. Dolayısıyla bunlara umumî kanunname deme imkanı da yoktur. 11 Kanunlar, s. xvi-xx. 12 Kanunlar, s. xxi-xxxiv. 13 Kanunlar, s. xxiv-xlii. 14 Kanunlar, s. xliii-xlviii. 15 Kanunlar, s. xlviii-liii. 16 Kanunlar, s. liv-lvii.
Barkan’›n Kanunlar’›
787
Sekizinci alt başlıkta, kitabında yer verdiği kanun ve kanunname metinlerinin nitelikleri üzerinde durur: “Bu Kitapta Neşredilen Hususi Defter Kanunlarının Mahiyet ve Ehemmiyeti”17 başlığı altında, defter kanunlarını uzun uzadıya anlatır. Onların nasıl hazırlandıklarını, nasıl bir araya getirildiklerini ve muhteva bakımından neleri havi olduğunu, yani zenginliğini ve kıymetini açıklar. Bunlara kitabında yer verirken de nelere dikkat ettiğini, neleri öncelediğini örnek kanun metinlerini sıralayarak belirtir. Dokuzuncu ve son alt başlığın konusu ise, “Osmanlı Kanunlarında Eski Devirlere Ait Kısımlar ve Türkiye Teşkilat ve Müesseseleri Tarihinde Yabancı Tesirler Meselesi”dir.18 Barkan yine bu kısımda önemli tartışma konularından birine işaret etmektedir. Öncelikle yeni fethedilen İslam memleketleri için kanun hazırlanırken, o yerin daha evvel kullandığı kanunun bazen tamamen geçerli kılındığını, bazen sınırlı değişiklikler yapıldığını ve bazen de onlardan da istifade edilerek yeni kanunlar hazırlandığını anlatır. Uzun Hasan ve Kayıtbay kanunlarını bu görüşlerine misal verir. Ancak tartışmanın odaklandığı nokta, eski Türk ve İslam devletlerinden geçen unsurlar değil ecnebi tesiri diye adlandırılan yabancı tesiridir. Yani Bizans imparatorluğu, bazı Balkan memleketleri, Macaristan ve Adalar gibi Orta Çağ Avrupa feodalitesinin özelliklerini taşıyan yerlerden kaynaklanan bir etkiden söz edilmektedir. Barkan, daha başta böyle bir etkinin de olabileceğini kabul eder. Ancak yeterli inceleme ve araştırma yapılmaksızın, Osmanlıların bir hiçten hareket ederek, teşkilat ve kurumlarını tamamen adı geçen memleketlerden özellikle de Bizans’tan aldığı görüşünü reddeder. Bunun böyle olmadığını söylemek için, en azından Osmanlı’nın arkasında yer alan bir birikim olarak mevcut Türk ve İslam devletlerinin varlığına ve bu devletlerle Osmanlı’nın ilişkilerine bakmanın yeterli olacağını vurgular. Zira daha Osmanlı’nın teşekkül devrinde bu devletlerin gelişmiş bir teşkilat ve idare yapısına ve bunu tatbik eden önemli şahıs ve kaynak kitaplara sahip olduklarını, Osmanlıların da bu kaynaklardan yararlanarak tatbikat yaptıklarını ifade eder. Bununla birlikte bu tartışmayı başlatan ve yapanların başka amaçlarının da olduğunu ve masum olmadıklarını ima eder. IV Barkan bu uzun sayılabilecek girişten sonra Kanunname metinlerine yer vermiştir. Önce bir sayı numarası vermiş, sonra o kanunname ile ilgili bir paragraflık genel bir izahta bulunmuş ve arkasından ilgili kanunnamenin metnine yer vermiştir. Bazen belli örneklerde, açıklama paragrafının hemen altına Osmanlıca bir paragraf eklediği de olmuştur. Bazen paragraflar bir sayfadan fazla olurken, bazen de hiç açıklama yapılmadan direkt metin aktarılmaya başlanmıştır. Nadiren de, eski harflerle bir giriş yapıldığı olmuştur. Bazen kanun, bazen de kanunname kavramı kullanılmıştır. Sayfa sonlarında dipnotlara yer verilmiş ve özellikle kelime okumaları konusundaki tereddütler izhar edilmiştir. 400 sayfalık bu kısımda 107 kanun ve kanunnamenin çevrimyazı metnine yer verilmiştir. Kanunlar kitabının yazıldığı tarih dikkate alındığında, güzel bir indeksinin yapıldığı dikkatten kaçmaz. İndeks, -Edebiyat Fakültesi Osmanlıca okutmanı da olan- Rıf17 Kanunlar, s. lviii-lxiii. 18 Kanunlar, s. lxiii-lxxii.
TAL‹D, 3(5), 2005, C. Çak›r
788
kı Melul Meriç tarafından hazırlanmıştır. Böyle bir eser için elzem olan bu indeks, gayet detaylı olarak hazırlanmış, 130 sayfalık bir yer işgal etmiş ve eserin kullanımını fevkalade kolaylaştırmıştır. İndeks kısmından sonra yine eserin anlaşılmasını sağlayacak dokuz sayfalık kısa bir sözlük eklenmiştir. Bu sözlük içinde, Türkçe dışında Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, Hırvatça, Bulgarca, Macarca ve İtalyanca kelimelerin karşılıkları verilmiştir. Sözlüğü, 10 sayfalık bir doğru-yanlış cetveli takip etmiştir. Fihristte ise sırasıyla kanunların nereye ait oldukları, tarihleri ve eser içinde hangi sayfalar arasında yer aldıkları gösterilmiştir. 4 sayfalık fihristten sonra da, yukarıda açıklandığı üzere, derleme fotoğrafların yer aldığı kısım yer almıştır. Yararı olacağı düşüncesiyle biz de aşağıda bu fihristin bir benzerine yer verdik. V
Kanunlar Kitabında Yer Alan Kurumların Listesi Sayı
Kanunun Ait Olduğu Yer
Tarihi
Kitap Sayfa No
1
Hüdavendigâr Livası
1487
1-6
2
Aydın Livası
1528
6-18
3
Biga Livası
1517
19-21
4
Karesi Livası
1576
22-23
5
Kütahya Livası
1528
23-28
6
Bolu Livası
1528
28-32
7
Hamid Livası
1528
32-33
8
Koca İli Livası
1624
33-34
9
Ankara Livası
1522
34
10
Kengıri Livası
1578
35-39
11
Karaman Vilayeti
Tarihsiz
39-41
12
Ref ‘ Edilmiş Olan Bid‘atler
Tarihsiz
42-45
13
Karaman Vilayeti
1528
45-47
14
İç İl Livası
1584
48-54
15
İç İl Livası Sipahi Zâdeleri
Tarihsiz
54-55
16
Karaman Vilayeti Eşküncileri
1575
55-56
17
Kayseriye Livası
1500
56-57
18
Trabzon Livası
1583
58-61
19
Erzurum Vilayeti
1540
62-72
20
Erzincan Evkafı
1540
73-74
21
Yeni İl
1583
75-86
22
İstanbul Haslar Kazası
1498
86-109
23
Rum Vilayeti Sipahileri
1519
109-110
24
Malatya Kerker ve Divrik Evkaf ve Emlaki
1530
110-111
2
Barkan’›n Kanunlar’›
Sayı
Kanunun Ait Olduğu Yer
25
Malatya Livası
789 Tarihi 1528
Kitap Sayfa No 111-114
26
Malatya Livası
1559
115-117
27
Behisni Livası
1519
117-118
28
Divriki Livası
Tarihsiz
118-119
29
Alâ üd-devle Bey
Tarihsiz
119-124
30
Bozok
Tarihsiz
124-129
31
Diyarıbekir Vilayeti
1540
130-139
32
Boz Ulus
1540
140-144
33
Diyarıbekir Vilayeti
1518
145-148
34
Ergani Livası
1518
149-153
35
Ergani Livası
Kanuni Devri
36
Urfa (Ruha) Livası
1518
155-157
37
Mardin Livası
1518
158-160
38
Mardin Livası
Kanuni Devri
161-164
39
Harput Livası
1518
165-167
40
Çirmik Livası
1518
167-169
41
Çirmik Livası
Kanuni Devri
169-170
42
Siverek Livası
1518
170-171
43
Arabgir
1518
171-173
44
Musul Livası
III. Murad Devri
173-180
45
Erzincan Livası
1516
181-184
46
Kemah Livası
1516
184-187
47
Bayburt Livası
1516
187-188
48
Çemişkezek
1541
188-191
49
Malatya Evkaf ve Emlaki
1530
191-192
50
Bitlis Vilayeti
Tarihsiz
192-193
51
Dekuk Nahiyesi
1548
193-194
52
Kerkük Nahiyesi
1548
194-195
53
Gence Eyaleti
1727
195-197
154
54
Gürcistan
1570
197-200
55
Sis Livası
1519
200-203
56
Çukur Âbad Vilayeti
Kanuni Devri
204-206
57
Haleb Livası
1570
206-210
58
Trablus İskelesi
1571
211-216
59
Kudüs Livası
Tarihsiz
217-219
60
Şam Vilayeti
1548
220-227
61
Özer Livası
III. Murad Devri
62
Safed Livası
1555
228 229-230
63
Nehr-i Şerif
Kanuni Devri
64
Vize
1539
232-234
231
65
Gelibolu Livası
1519
235-236
2
TAL‹D, 3(5), 2005, C. Çak›r
790 Sayı
Kanunun Ait Olduğu Yer
Tarihi
Kitap Sayfa No
66
İmroz Ceziresi
1519
237-240
67
Gelibolu Müsellem ve Piyadeleri
1518
241-242
68
Çingâne
1541
243-244
69
Yağcılar
1581
245-246
70
Canbazlar
1543
247-248
71
Rumeli Kıptileri
1530
249-250
72
Sofya Vilayeti
1525
251-254
73
Enez
Tarihsiz
255-256
74
Çirmen Livası
Kanuni Devri
257-259
75
Müsellem Eşkincileri
1531
76
Yürükân Kanunları
Kanuni Devri
260-262
77
Kocacık Yürükleri Kanunu
1584
262-264
78
Voynuklar
Kanuni Devri
265-266
79
Niğebolu Vilayeti
Kanuni Devri
267-271
80
Silistire Livası
Kanuni Devri
272-277
81
Silistire Livası
1569
278-289
82
Tırhala Livası
1520
289-290
83
İskenderiye Livası
1570
291-292
84
Ohri
1613
292-296
85
Budin
Kanuni Devri
296-297
86
Üsküp ve Selânik
II. Selim Devri
297-300
87
Budin, Estergon, Hatvan ve Novigrad
1545
300-303
88
Pojaga Estergon
Kanuni Devri
303-306
89
Serim Livası
III. Murad Devri
306-312
90
Uyvar Eyaleti
III. Mehmet Devri
313-315
91
Hatvan Livası
IV. Mehmet Devri
316-318
92
Çanad ve Gûla Livaları
1566
318-319
93
Kopan ve Şamanturna Livası
II. Selim Devri
319-321
259
94
Lipve Livası
1554
322-324
95
Semendire Eflakları
1527
324-325
96
Mora Vilayeti
1716
326-332
97
Midilli Ceziresi
1709
332-338
98
Rodos ve İstanköy
1650
338-340
99
Agriboz
1569
341-343
100
Taşözü Ceziresi
Tarihsiz
343-346
101
Sakız Ceziresi
1720
346-348
102
Kıbrıs Ceziresi
1572
348-350
103
Kandiye
1670
350-353
104
Hanya
1704
353-354
105
Mısır
1524
355-387
106
Fatih Sultan Mehmet
1488
387-395
107
Bosna Vilayeti
1516
395-401
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
791
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 791-803
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar› Bülent ARI*
Halil İnalcık ve Hukuk 1930’larda, Halil İnalcık’ın hukukçu olma ihtimali, tarihçi olmasından daha önce ortaya çıkmıştır dersek, mübalağa etmiş sayılmayız. Ailesiyle Ankara’da yerleştiklerinde, üst katlarında oturan Sadri Maksûdî [Arsal] Bey’in yazdığı yeni bir kitabını yeni Türkçe harflere çevirmesi, Halil Bey’in hukuk alanındaki ilk çalışmasını oluşturur. O yıllarda, Sadri Maksûdî Bey onu hukuk tarihine doğru yönlendirmek isterse de, o vakitler Halil Bey’in gönlü edebiyattadır.1 Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’nde okurken Abdülbaki Gölpınarlı’dan feyz almasının bunda büyük rolü vardır.2 Halil Bey, 1935 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girdiği zaman, aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’ne de bir yıl devam eder, fakat sonra hukuku bırakır. Mamafih, Hukuk Fakültesi’ndeki bu bir senelik öğreniminin dahi, onun sonraki yıllarda eski Türk ve Osmanlı hukuku alanındaki çalışmalarında etkili olduğu muhakkaktır. 1. Türk ve Osmanlı Kanunları ile Kanun Sistemi Hakkında Kaynak Yayınları a. Kanunnâme-i Sultânî ber Mu’ceb-i Örf-i Osmânî Prof. Dr. Halil İnalcık, A.Ü. DTCF’nde profesör olduktan sonra ağırlıklı olarak Osmanlı iktisat tarihine dair çalışmalar yapmıştır. Bu araştırmalarının ardından hukuk sahasına adım atarak peyderpey önemli yayınlar yapmaya başlamıştır. Bu konudaki ilk büyük eseri Robert Anhegger ile birlikte yayına hazırladığı Kanunnâme-i Sultânî ber Mu’ceb-i Örf-i Osmânî’dir.3 Bu kanunnâme Fatih ve II. Bayezid’in ferman şeklinde çı*
Dr., Çankaya Üniversitesi.
1 Adile Ayda, Bir Demet Edebiyat, Ankara: Türkiye İş Bankası Yay., 1998, s. 17. 2 Halil İnalcık, sonraki yıllarda çok büyük bir tarihçi olmasına rağmen edebiyatla olan ilgisini kesmemiştir. Daha Muallim Mektebi yıllarında Abdülbaki Gölpınarlı’nın şiirlerine nazire yazmaya başlamış, sonraları da aruz vezninde beyitler yazmaya devam etmiştir. Onun edebiyata ve Osmanlı edebiyat dünyasına olan derin vukufiyetini, bu konuda kısa bir süre önce yayımladığı kitapta görmek mümkündür. Bkz.: Halil İnalcık, Şair ve Patron, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2004. 3 Halil İnalcık ve Robert Anhegger, Kanunnâme-i Sultâni Ber-Mûceb-i ‘Örf-i Osmânî, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1956.
792
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
kardıkları kanun metinlerini toplamaktadır. Gümrük, vergi tahsili, yasaknâmeler gibi örfî, yani Sultana mahsus hususlara ait kanunları ihtiva eder. Şeriat dışında kalan meselelerde, Osmanlı devletinin maliye idaresine ait, tamamıyla örfî ve Sultanî genel kuralları koyan veya vazife sahiplerine talimat şeklinde hazırlanmış kanunlardır. Genel kanunnâmeler yanında kanun-ferman dediğimiz bu kanunlar, tamamen orijinal kanunlar olup diğer genel kanunnâmelerden konu ve şekil bakımından farklılık arz eder. Halil İnalcık, Anhegger’den habersiz olarak Paris Bibliothèque Nationale’deki bu kanun mecmuası nüshası üzerinde çalışırken, Anhegger’in de aynı konudaki araştırmasını haber alması üzerine, yayının hazırlığında işbirliği yapmışlardır. Söz konusu eser, o zaman için sadece Paris nüshası esas alınarak hazırlanmıştı. Aynı kanunnâmenin Topkapı Sarayı Kütüphanesi Revan Köşkü yazmaları arasında 1935-1936 numaralı mecmualarda ikinci bir nüshası bulunmaktadır. Anhegger yazmayı yayına hazırlarken, Revan nüshasının varlığından haberdar olmadığından bunu kullanamadılar. Aslında, Revan yazmaları arasında yer alan Kanunnâmeler daha doğru ve temiz nüshalardır. Nikoara Beldiceanu, Topkapı nüshalarını da görerek bu kanun mecmuasını daha sonra Fransızca olarak yayınladı.4 Fakat N. Beldiceanu’nun kanun metinlerindeki Osmanlıca okumalarında hatalar tespit eden Prof. İnalcık, onun okuma ve terimlerdeki yorum hatalarını yazdığı bir makalede teker teker gösterdi.5 Beldicieanu bu kanunların Fatih’e ait olduğunu ileri sürüyordu. Bu tamamıyla yanlıştı. Bunu fark eden V. La Menage da, Beldicieanu neşrini tenkide tabi tutmuştur. b. Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler Halil İnalcık’ın Bursa Şer‘iyye sicilleri üzerindeki çalışmaları 1950’lerde başlar. Çelebi Mehmed medresesinin hücrelerinden birinde toz toprak içinde saklanan siciller üzerindeki araştırmaları, daha sonra tarihçiler ve iktisat tarihçileri için son derece önemli kaynaklar olarak seri halde yayınlanır.6 Bu çalışmasında Bursa sicillerinden Osmanlı iktisâdî hayatı için önemli vesikaları seçerek değerlendirmiştir.7 İnalcık Bursa sicillerini incelerken birtakım kanun maddelerine rastlamıştır. Bu kanun-fermanları da sicillerdeki diğer kayıtlarla birlikte Türk Tarih Kurumu Belgeler dergisinde iki bölüm halinde yayımlamıştır.8 Bu kanun maddeleri öncelikle mültezimlere [âmillere] verilen talimatlarda genel uygulama kurallarını ihtiva etmektedir. Yukarıdaki bahsedilen mecmua gibi, sicillerde yer alan belgeler de örfî/sultanî birçok kanun maddelerini içermektedir. 4 Nikoara Beldiceanu, Les actes des premiers sultans conservés dans les manuscrits turcs de la Bibliothèque Nationale á Paris, I, Actes de Mehmed II et de Bayezid II du MS. Fonds turc ancien 39, Mouton et Co. Paris-La Haye, 1960. 5 Halil İnalcık, “Notes on N. Beldiceanu’s Translation of the Kanûnname, fonds turc ancien 39, Bibliothèque Nationale, Paris”, Der Islam, 1967, c. XLIII, sy. 1-2, s. 139-157. 6 Halil İnalcık, ‘The Shaykh’s Story Told By Himself’, Paths to the Middle East, Thomas Naff, (ed.), Albany: State University of New York, 1993, s. 128. 7 Halil İnalcık, “Bursa: XV. Asır Sanayi ve Ticaret Tarihine Dair Vesikalar”, Belleten, 1960, c. XXIV, sy. 93-94, s. 45-66/ 224-258. 8 Halil İnalcık, “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler, (1)”, Belgeler, 1980-1981, sy. 13-14, s. 1-90; “(2)”, Belgeler, c. XIII, sy. 17 , s. 1-41.
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
793
c. Adaletnâmeler İnalcık’ın Osmanlı kanun sistemi üzerine kaynak yayınları serisinin üçüncüsü “Adâletnâmeler”dir.9 Bu makalesinde örfî/sultanî kanun maddelerini teşkil eden 17 adet adâletnâme metninin yanı sıra 45 sayfalık uzun bir tahlilî bilgi bulunmaktadır. Osmanlı, adalete ve adaletin bağımsızlığına önem veren bir rejim kurmuştu. Bu rejimin bekası için daima mahalli otoritelerin suiistimallerini önlemeye yönelik kurumların çalışır durumda olması gerekiyordu. Kanûn-i Osmânî denilen Osmanlı rejiminin prensiplerinden en başta geleni adalettir. İnalcık bütün bu mekanizmayı “Adaletnâmeler” başlıklı makalesinde incelemiştir. Söz konusu makalede Mezopotamya ve İran devlet geleneğinde adaletin önemine temas edildikten sonra “adâlet dairesi”nin Ortadoğu devlet felsefesindeki yerine işaret edilir. Kanunnâme-i Osmânî’nin menşei ve Klasik dönemde uygulanışından sonra, çeşitli bid‘atlerin ortaya çıkarak sistemde yol açtığı dejenerasyon ele alınmıştır. İnalcık makalenin ekinde yer alan adâletnâme metinlerini tek tek tasnif ederek sistemde meydana gelen aksamalar ve buna karşılık devletin aldığı tedbirleri inceler. Filvâki, şikayet konusu maddelerin çoğu, gittikçe etkisini artıran merkezî idarenin taşra temsilcilerinin suiistimalleri hakkındadır. XVI. asrın sonlarından itibaren ortaya çıkan asayiş meselesinin sebebi ise, ilk defa olarak bu kadar uzun süren ve 1606 Zitvatorok Andlaşması ile sona eren 1593-1606 Osmanlı-Avusturya harpleridir. Bu savaş sonunda paralı asker olarak halktan toplanan grupların savaş sonunda silahlarıyla dönüp Anadolu içlerinde halka dehşet saçması, askerî, idarî, malî ve iktisadî mekanizmayı alt üst eder. İnalcık, bu mekanizmanın nasıl bozulduğunu izah ettikten sonra, asayişsizliğe ve mahallî otoritelerin suiistimalleri ile zulümlerine karşı devletin hangi tedbirleri hangi mülahazalarla aldığını tahlil eder. Bir bakıma, duraklama devrinin bütün unsurlarını İnalcık’ın yayımladığı Adâletnâmeler’de görmek mümkündür. 2. Osmanlı Örfî/Sultânî Hukukunun Kaynakları Hakkındaki Yayınları İnalcık’a göre Osmanlı örfî/sultânî kânunnâmeleri, prensip olarak Orta Asya TürkMoğol devletlerindeki Törü ve Moğol Yasa geleneğine bağlıdır. İslam düşüncesine göre İslâmî fıkıh, Müslüman toplum ve devletinin tüm hukuk esaslarını ve ayrıntılarını karşılar. Bu sebepten klasik İslam devletlerinde hükümdarın, yani imamın devlet kanunları koyması söz konusu değildir. Şeriat, bu inanışa göre fert olsun, toplum olsun, devlet olsun, bütün genel kuralları vermiştir. Bu noktada Osmanlı hukukçusu Ahmet Akgündüz’le İnalcık arasında bir görüş farklılığı olduğunu görüyoruz. Ahmet Akgündüz’e göre Osmanlı kânunnâmeleri de tamamıyla Şeriat’ı takip etmekte olup ayrı bir Osmanlı hukukundan söz edilemez.10 9 “Adâletnameler”, Belgeler, 1965, c. II, sy. 3-4, s. 49-145. 10 Osmanlı Devletinde Sultânî kanunlar hakkında çeşitli araştırmalar vardır. Bunlardan ikisi önem taşır: Uriel Heyd, “Kanun and Sharia in Old Ottoman Criminal Law”, The Israel Academy of Sciences and Humanities, Proceedings, c. III, No: 1, Kudüs, 1967, s. 1-18 [Türkçesi için bkz.: “Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, trc.: Selahaddin Eyüboğlu, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1983, sy. 26, s. 633-653; Haim Gerber, “Sharia, Kanun and Custom in the Ottoman Law: The Court Records of 17th Century Bursa”, International Journal of Turkish Studies, 1981, c. II, sy. 1, s. 131-147.
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
794
İnalcık, Osmanlı kanunnâmelerinin mahiyetini açıklarken, öncelikle, Türk devlet geleneğine atıfta bulunur. Türkler, İslam dünyasına hakim olduktan sonra, Tuğrul Bey 1056’da Bağdat’ta Halife’yle buluştuğu zaman, devlet işlerinin ve siyasetin kendisine ait olduğunu, din işlerinin ise Halife’nin sorumluluğu altında olduğunu açıkça beyan etmiştir. Bu tarihten itibaren Türk devletleri siyasî otoritenin bağımsızlığı prensibini İslam düşüncesine sokmuşlardı. Bu görüş mesela Hindistan’da Delhi Sultanlığı’nda ünlü vezir Ziyaeddin Barnî’nin Fetavâ-yı Cihandâri adlı eserinde açıkça belirtilmiştir. Barnî hükümdarın koyduğu genel kuralları “Zevâbıt” diye adlandırır. Osmanlılar ise devlet kanunlarına Grekçe’den alınan “Kanun” adını vermişlerdir. Barnî ve daha sonra Osmanlı idarecilerinden ve tarihçi Tursun Beğ Tarih-i Ebu’l-Feth adlı eserinin mukaddimesinde Sultanî/Örfî kanunların hükümdar tarafından bağımsız olarak yayınladığını açıkça ifade eder: Siyâset mücerred tavr-ı akl üzere nizâm-ı âlem zâhiriçün, meselâ tavr-ı Cengiz Han gibi olursa, sebebine izâfet ederler; siyâset-i sultânî ve yasag-i padişâhî derler ki ‘örfümüzce âña ‘örf derler.11
Fakat her iki yazar, Barnî ve Tursun Beğ, hükümdar kanunlarının hiç bir zaman Şeriat’a aykırı olmadığını belirterek, İslam prensiplerinin üstünlüğünü sorgulama ihtiyacını duymuşlardır. İslam öncesi Türk hukukunun, Türk örfü ve devlet hukukunun, sonraki Türk-İslam devletlerinde devam etmiş olduğu görülmektedir. Bu konuyu özellikle İnalcık’tan önce Sadri Maksûdî Arsal ve Fuad Köprülü gündeme getirdiler. Özellikle Köprülü’nün “İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”12 makalesi devlet hukuku ve siyaset kültürü üzerinde çığır açan bir yazıdır. Köprülü bu makaleyi yazdığı zaman, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinin de tesiriyle, Batı tarihçiliği Osmanlı müesseselerini pervâsızca yerden yere vuruyordu. Bu yaklaşım karşısında Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nu hiçbir iz bırakmadan geçen bir göçebe seli gibi tasvir eden birtakım muasır tarihçileri de gördükten sonra, mağlub kavimlere mensub ortazaman kronikçilerinin Türkler hakkındaki ifadelerini büyük bir ihtiyatla kullanmak lazım geldiğini daha iyi anlayabiliriz” demek ihtiyacını hissetmiştir.13 Buna ilaveten, Batılı araştırmacıların Türk hukuk tarihi hususunda nasıl bir önyargı ve bilgisizlik içinde olduklarını da şöyle özetler: Türkler’in tarihi, şimdiye kadar yalnız askerî ve siyâsî bakımdan tetkik olunduğu için, onların bu husustaki hakim rolleri az çok tebârüz etmiş bulunuyor. Fakat kültür tarihi bakımından Türkler’in İslam medeniyetindeki rolleri yeni yeni anlaşılma11 Tursun Beg, Târih-i Ebu’l-Feth, M. Arif Neşri, Târih-i Osmânî Encümeni Mecmuası ilaveleri (1330), s. 13’den nakleden Halil İnalcık, Kanunnâme-i Sultâni, s. ix. Bu eserin daha sonra Latin harfleriyle tenkidli neşri için bkz.: Mertol Tulum, (haz.), İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1977. 1206 yılındaki kurultayda konduğu kabul edilen Cengiz Han Yasası, ilk defa Petis de la Croix tarafından Histoire du Grand Genghizcan adlı eserde, 1710 yılında Fransızca olarak yayımlanmış olup, 1722 tarihinde de İngilizce’ye tercüme edilmiştir. Cengiz Han Yasası’nın kodifiye edilmiş olarak varlığı hakkında bir değerlendirme için bkz.: D. O. Morgan, “The ‘Great Yasa of Chingiz Khan’ and Mongol Law in the Ilkhanate”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, c. XLIX, Kısım I, (Londra: 1986), s. 163-176. 12 M. Fuad Köprülü, “Ortazaman Türk Hukukî Müesseseleri, İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”, Belleten, 1938, sy. 5-6, s. 39-72. 13 F. Köprülü, “Ortazaman Türk Hukukî Müesseseleri”, s. 47.
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
795
ya başlamıştır. Hukûkî müesseseler tarihine gelince, bu hususta ortazaman Müslüman hukukçularının dar ve şematik nazariyelerinden dışarı çıkılmamış, yani Türkler de dahil olmak üzere bütün Müslüman kavimlerde müşterek ve -menşeini dinden aldığı cihetle– değişemez bir İslam hukuku telakkisinden ileri gidilememiştir. Buna göre, İslam hukuku dairesinde, fakat ondan ayrı bir ortazaman Türk hukukundan bahsetmeye imkan yoktur. Türk hukuku hakkında Avrupa ilim aleminde yerleşmiş olan bu menfî telakkiyi bir hukuk ansiklopedisinde “Türk Hukuku” maddesini yazmış olan P. Bisoukides’in hülasasında açıkça görebiliriz. Ona göre, Türk milletinin hayatından ve Türk örf ve âdetlerinden doğmuş bir Türk hukuku yoktur. İslam kadrosu içinde yaşayan Türklerin hususi hukuku İslam hukukundan ibarettir; amme hukukuna gelince, İstanbul’un fethine kadar Türkler İslam hukukuna tâbi olmuşlardır. İstanbul fethinden sonra Türklerin Bizans amme hukukunu aldıkları görülür. Ancak Kanuni devrinde Osmanlı Türklerine has bir hukuktan bahsedilebilir. (…) Hukuk tarihini yalnız kanun metinlerinin şerhinden çıkarmak isteyen bazı garp müelliflerine göre, Türkler ancak Müslüman olduktan sonra hukukî bir kültüre mâlik olmuşlardır ki, bu da İslam hukukundan başka bir şey değildir. Halbuki, Türkler gibi eski zamanlardan beri büyük siyâsî heyetler kurmuş bir milletin yalnız hususî hukuk değil, bilhassa amme hukuku bakımından da kendine has müesseseler vücûda getirmiş olması gâyet tabiidir.
Köprülü, yukarıdaki makalesinde, Batılı yazarların düştükleri hataları bu şekilde özetledikten sonra, Müslüman Türk devletlerindeki amme hukukuna dair önemli bilgiler vermektedir. Köprülü, aynı zamanda Bizans müesseselerinin devam edip etmediği konusunu “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” makalesinde ele almıştır.14 Fuad Bey, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi mecmuasında hukukî semboller konusu üzerinde de bir dizi önemli araştırmalar neşretti. Bütün bu yazılarında İslam’dan önceki eski hukuk ve kurumların İslam-Türk devletlerinde devamı tezini güçlendiren birçok konuyu gündeme getirdi. Halil İnalcık, Köprülü’nün öğrencisi olarak onun bu araştırmalarındaki çizgisini sürdürmüştür. Özellikle Osmanlı devlet geleneğinde güçlü bir süreklilik tespit eder. Yukarıda anlatıldığı üzere, en önemli nokta Osmanlı hükümdarının devlete ait sorunlar ve devlet kurumları söz konusu olduğunda, kendi iradesiyle devlet kanunları koyduğu hususudur. Buna ait metinler, yukarıda bahsedildiği üzere, Kanunnâme-i Sultânî Ber Mûceb-i ‘Örf-i Osmânî adlı kitabında yayımlanmıştı. İnalcık, bu kitabının giriş kısmında örfe ait geniş bilgi vererek, örf tâbirinin tarihî gelişimini anlatır. Burada, örfün XVI. asra ait kanunlarda, dinî hukuk haricinde, sultanın koymuş olduğu kanunları ifade ettiğini belirtir. Buna Şeriatça cevaz verildiğine, Pir Mehmed Efendinin15 cilâyı vatan konusunda vâki bir sual üzerine şu fetvâsını örnek gösterir: “Bu makûlede ulü’emre mürâcaat olunur, nice me’mûr ise öyle olur, nizâm-ı memleket içün olan emr-i âliye itaat vâcibdir.”16 Örfî kanunların Şer‘î ahkam yanında ayrı bir tabir olarak 14 Fuad Köprülü, “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1931, sy. 1, s. 165-313; Bu makale daha sonra kitap halinde basılmıştır: Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1981. 15 Vefâtı 1620’dir. 16 Millî Tetebbu’lar Mecmuası, sy. 1, s. 396’dan kaynak gösteren Halil İnalcık, Kânunnâme-i Sultânî, s. x.
796
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
kullanıldığına [ahkâm-ı Şer’iyye ve kavânîn-i örfiye] ve ikisinin birbirini tamamladığına bir başka delil de Kemal Paşazâde’nin esir meselesine dâir bir fetvâsıdır: “Şer’an câiz değildir, hem men‘ olunmuşdur cânib-i Sultandan.”17 Bu noktada, bu tür kanun mecmualarının nerelerde ve hangi bürokratik mekanizmalar tarafından kullanıldığı akla gelmektedir. Kanun ve kanunnâmeler hakkında derli toplu ilk büyük araştırmayı yapmış olan Ömer Lütfi Barkan, eldeki kanun mecmualarının, “hakikî kanunların aynen bir araya getirilmesi suretiyle değil, belki de onların hülâsâ edilerek ve şekilleri değiştirilerek meydana getirildiklerini; hattâ onlardan birçoğunun hiçbir resmî sıfat ve salâhiyeti olmayan kimseler veya bazı kanun adamları tarafından sırf ilmî bir merakla, kendî zâtî ihtiyaçları için husûsî not defterleri halinde gelişigüzel derlenmiş malumattan ibaret” olduğunu yazmıştı.18 Halil İnalcık, Kânunnâme-i Sultânî kitabının giriş kısmında bu hususa da açıklık getirmiştir. Mecmuaların meydana getiriliş maksadı ve kullanım alanı hakkında yaptığı ictihad, Osmanlı bürokratik mekanizmasının işleyişini anlamak bakımından ayrı bir önem taşır: Bu gibi kanunnâmelerin tertibinde güdülen gâye, bir taraftan kanun yapanlara örnekler vermek, öbür taraftan, kanunları tatbik edenlere hüküm verirken kullanmaları ve emsal bulmaları için kolaylık temin etmektir. Bu kanunnâmelerin ekseriyâ gayr-ı resmî derlemeler olduğu doğru olmakla beraber, bir mercî‘ teşkil ettikleri de muhakkaktır. Hakimlerin, hükümlerinde münhasıran örfî-sultânî denilen sancak kanunnâmeleri ile ferman-kanunları esas aldıkları doğru değildir. Şer‘î hukuk sahasında nasıl fıkıh kitaplarını ve resmî olmayan fetvâ mecmualarını kullanıyorsa, örfî-sultânî hukuk sahasında da hususi kanun derlemelerini kullanabilir. Bunun için, dâimâ modern code’lar tarzında “tasdikli” ve bütün kanunları içine alan resmî kanunnâmeler aramamalıdır. Osmanlı hukuk sisteminde, modern manada, hükümlerine harfi harfine riâyet mecbûrî olan resmî kanun mecelleleri yerine, hususî kanun derlemeleri de hukukî bir fonksiyonu haizdir. Sultanların emirleriyle tertib olunmuş kanunnâmelere gelince, bunlar da pratik bir maksatla meydana getirilmişlerdir. Gerek kadı mahkemelerinde, gerekse Divan’da dava ve meseleleri hal için defterlerdeki esas sancak kanunnâmelerini derhal araştırıp bulmak güçlüğü karşısında, birçok hallerde hükme esas olabilecek kanun ve kaideleri bir defter halinde, bir arada ve el altında bulundurmanın faydası âşikârdır.19 3. Osmanlı Devletinde Devam Eden Eski Türk Gelenekleri Halil İnalcık, yazılarında, konferanslarında ve seminerlerinde birtakım eski Türk kamu âdetlerinin Osmanlı devletinde de devam ettiğini vurgular. Bir misal olarak sarayda bir devlet bandosunun -ki buna “nevbet-i sultanî” denmektedir- hakimiyet sembolü olarak devam ettiğini ifade eder. Buna Aşıkpaşazâde’den örnek gösterir: 17 Halil İnalcık, Kânunnâme-i Sultânî, s. x. 18 Ömer Lütfi Barkan, XV-XVIncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirâî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Kanunlar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınlarından Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü Neşriyatı, 1943, s. xxii. 19 Halil İnalcık, Kânunnâme-i Sultânî, s. xi-xii.
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
797
“İkindi vakti nevbet vurulur ve halk yemeğe çağrılırdı.” Fuad Köprülü’nün de belirttiği gibi bu adet, tâ Köktürkler’e kadar uzanan bir olgudur. Orhun Abideleri’nde “ben halkımı doyurdum” ifadesi burada hatırlanabilir. Bu gelenek, Han-ı Yağma olarak Fars kaynaklarında Türk devletleri için açıkça belirtilir. İnalcık, ilginç bir hadise olarak Tarih-i Peçevî’de, Kanunî Sultan Süleyman’ın Mohaç zaferinden dönerken aynı şekilde orduya bir toy verdiğini tespit ettiğini söylemektedir. Eski Türk devlet geleneğinin devamını göstermek bakımından İnalcık’ın en önemli araştırması, “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri” başlıklı makalesidir.20 1069’da Karahanlı devletinde Hakan’ın sarayında saray ağası olan Yusuf Has Hacip’in yazdığı bu kitapta, bir taraftan pratik Türk devlet anlayışını ve kurumlarını, diğer taraftan o zamanlar Doğu İran’da canlanmış olan İslam öncesi eski İran devlet kavramının ve kurumlarının tasvir edilmiş olduğunu, İnalcık, bu makalesinde göstermiştir. Yusuf Has Hacip, Türk beğlerini kanun/törü’ye çok bağlı olmak suretiyle ülkelerinde adaleti en iyi biçimde başarmış hükümdarlar olarak tasvir eder ve diğer İslam hükümdarları karşısında Türk hükümdarlarının üstünlüğünü över. Bu gelenek Selçuklu ve Osmanlı hanedanları zamanında da siyaset kültüründe temel kavramlar olarak devam etmiştir. Türklerin İslam dünyasına egemen oldukları dönemde, yani 1040’dan sonraki İslam tarihinde, Türk devletlerinin kesin bir biçimde yeni bir devlet ve kamu hukuku getirdiklerini ve bu kavramların Kutadgu Bilig’de ifade edilmiş olduğunu belirten bu araştırması, daha sonraki yazılarına da esas teşkil eder. Karahanlı Yazar Yusuf Has Hacip’in eserinde olduğu gibi Osmanlı siyaset kültüründe de bu gelenek hakim olmuştur. Yani, bir taraftan Orta Asya Türk hakanlıklarına kadar inen gelenek, ikincisi de eski İran İmparatorluğu’ndan gelen gelenek. İnalcık, bu ikinci geleneğin doğrudan doğruya Abbasi hilafetine intikal ettiği gibi Osmanlı devletinde de nasihatnâme literatüründe kuvvetle devam ettiğini belirtir. Nasihatnâme literatürünün temel eserleri, Sâsâni devri Pendnâme siyaset kitapları, öğüt veren Nasihatnâme, Nasihat’ül-Mülük, Kimyâ-yı Saadet, Nizamülmülk’ün Siyasetnâme adlı klasik kitabı ve Kabusnâme’dir. Dikkate değer ki, daha ilk Osmanlı Sultanları zamanında bu gibi Nasihatnâme kitapları Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Fatih’ten önce Kabusnâme’nin birkaç kez Türkçe’ye tercüme edildiğini bilinmektedir. İnalcık; Osmanlı siyaset kültürünün, örfî kanunların formüle edilmesinde bu gibi eserlerin, Osmanlı bürokratları tarafından devlet felsefesi ve hukuk prensipleri hususunda temel kaynak olarak kullanıldıklarını vurgular. Ona göre, Osmanlı divan katiplerinin yazılarını okuduğumuz zaman, yahut XVI. asır sonundan itibaren devlet kurumlarının bozuluşunu ifade eden “tegayyür ve fesat” literatüründe tamamıyla bu İranî devlet ve hükümet felsefesinin hakim olduğunu görürüz. Yani bu nasihatnâmeler, Osmanlı bürokratlarının bir nevi el kitabı olmuştur. XVI. asır sonunda Mustafa Âli, bu vadide Nushatü’s-Selâtîn gibi aynı kaynaktan gelen önemli bir eser vücuda getirmiştir. Sonradan devleti ıslah için bürokratların yazdığı kitapların çoğu, mesela yazarı meçhûl Kitab-ı Müstetâb ve Koçi Bey Risalesi hep 20 Halil İnalcık, “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri”, Reşid Rahmetî Arat İçin, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1966, s. 259-275. Bu makale, ayrıca, İnalcık’ın Osmanlı’da Devlet Hukuk, Adalet (İstanbul: Eren, 2000) adlı eserinin de içinde yer almaktadır: s. 11-23.
798
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
bu devlet felsefesinden hareket etmektedir. İnalcık, bu tespit ve araştırmalarını İslam Ansiklopedisi’nde yayınlanan “Reisü’l-küttap” maddesinde etraflı bir şekilde ele almıştır.21 Osmanlı bürokrasisinin Hind-İran siyaset kültürüyle yetiştiğini ve devleti bu prensiplere göre idare etmekte olduklarını bu makalesinde belirtir. Söz konusu makaleyi yazmak için yaptığı uzun araştırmalar sonunda Osmanlı bürokrasisinin faaliyetinin ve arşivlerimizi dolduran yazılarının temel olarak yukarda zikredilen prensiplere dayandığını ifade eder. 4. Şeriat ve İslam İslam hukukçuları, Şeriat’ta bulunmayan, fakat İslam toplumunun hayrı için gerekli kuralların, devlet reisi, yani imam tarafından konulabileceğini kabul etmişlerdir. Özellikle Hanefi mezhebinde bunun geniş uygulama alanı görülür. Osmanlı uleması ve bürokratları, bu arada Tursun Beğ, sultanî/örfî kanunların Müslüman cemaatinin hayrı için gerekli olduğunu ileri sürerek bunun Şeriata aykırı olmadığını söylerler. Bununla beraber Hanbelî mezhebi ve onun temsilcisi olan İbn Teymiyye, Siyaset-i Şer‘iyye adlı kitabında, hükümdarların koydukları kanunları kabul etmez ve bu şekilde yapılan kanunların bid‘at olduğunu ileri sürer. Osmanlı Devleti’nde tutucu bir siyasetin ortaya çıktığı Kanuni devrinde, Mehmed Birgivî adlı bir fakih tarafından, hukukî uygulamalar şiddetle eleştirilmiştir. Hanefi mezhebinden olan Ebussuud’un istihsan prensibine göre çıkardığı fetvalar bid‘at olarak reddedilmiş ve Ebussuud’u kafir sayacak kadar ileri gidilmiştir. Bu ihtilaf, özellikle para vakıfları hakkında iki Müslüman uleması arasında şiddetli tartışmalara yol açmıştır. Ebussuud, para vakıflarının Müslümanlara hayırlı bir iş olması dolayısıyla Şeriat’a tamamen uygun olduğunu ileri sürerken, Mehmet Birgivî bunun riba ihtiva ettiği için bid‘at olduğunu ileri sürüyordu. Bu tartışma, Osmanlı toplumunda o zaman geniş yankılar uyandırdı ve konu üzerinde Osmanlı uzmanları arasında da yayınlar yapılmıştır.22 XVII. asırda Mehmed Birgivî ve Hanbelî geleneğini temsil eden Kadı Mehmed’in öğrencileri “Kadızadeliler” adı altında faaliyetlerini sürdürdüler. Bu gibi uygulamaları 20’den fazla bid‘at olarak tespit etmişler ve cami vaazlarında halkın taassubunu körüklemişlerdir. Kadızadeliler meselesi IV. Murad döneminde İstanbul’da ve diğer şehirlerde çok geniş tartışmalara sebep olmuştur. Kamu düzeni bozulduğu için Köprülü Mehmed Paşa (1650-1661), Kadızadelileri İstanbul dışına sürerek tartışmalara son vermiştir. Osmanlı resmi görüşü, Orta Asya Türk geleneğine dayanan görüşe bağlı kalmıştır. Yani devletin ve toplumun selametini gerektiren kanun niteliğinde emirlerin padişah tarafından verilebileceği kuralı yerleşmiştir. Bu inanca dayanarak Osmanlılar, özellikle XIX. yüzyılda, Batı’dan bir çok kanunu aynen tercüme ederek devlet kanunu olarak yayınlamışlardır. Ceza Kanunu, Vilayetler Kanunu, Medeni Kanun gibi. Bağnaz halkın itirazına karşı bürokratlar daima devlet ve toplumun hayrı, yani Şeriat’ın istihsan 21 Halil İnalcık, “Reis ül-Küttâb”, M.E.B. İslam Ansiklopedisi, c. IX, 1964, s. 766-773. 22 Bu tartışma için bkz.: Madeline Zilfi, “Vaizan and Ulema in the Kadizadeli Era”, X. Türk Tarih Kongresi, (25-26 Eylül 1986), Ankara, 1994, s. 2493-2500.
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
799
prensibini öne sürmüşlerdir. Yukarıda belirtildiği üzere, Türk devlet ananesini izleyen Osmanlı Devleti, devlet kanunlarının Şeriat’a aykırı olmadığını, devlet ve toplumun selameti için bunların gerekli olduğunu dikkate alır. İnalcık öncelikle, Türk İslamiyetinin muamelat ve toplum meseleleri bahsinde tamamıyla liberal bir yol takip ettiğini ifade eder. Bu yüzden de Türk İslamiyetinin farklı olduğunu yazılarında özellikle vurgular. Akâide ve inanca ait hususlarda diğer Müslüman toplumlardaki ilkelerin uygulandığını, fakat muamelatta Osmanlı Devleti’nin serbest kurallar koyabildiğini dile getirir. İnalcık, ayrıca Türklerin Müslüman olduktan sonra İslam alemine getirdikleri yeni prensiplerin önemine dikkat çekmiştir. XIX. yüzyıl uleması, Cevdet Paşa’nın başkanlığında hazırladıkları Mecelle’de bu prensibi belirtmişlerdir. II. Meşrutiyet döneminin serbest matbuat ortamında bu konuda bazı yayınlara rastlanmaktadır. Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de Şeriat ve Kanun ayrımı hususundaki tartışmalar devam ede gelmiştir. Şeriat ve temel İslam düşüncesine göre, Tanrının koyduğu kurallar dışında kanunlardan bahsedilemez. Osmanlı Devleti de bir İslam devleti olduğuna göre, padişahların her türlü hukukî tasarruflarının Şeriat çerçevesinde olduğu ve ondan ayrılmadıkları ileri sürülür. Bir İslam hükümdarı olarak özellikle hilafet iddiasında bulunan Osmanlı padişahlarının bağımsız bir hukuk koyamayacakları ifade edilir. İnalcık’ın yazılarında belirttiği gibi, Türk hükümdarları ve özellikle Osmanlı padişahları Şeriat çerçevesine girmeyen konularda devlet ve idare hukuku yaratmışlardır. Bu yaklaşımı İnalcık “Örfî-Sultanî Kanunlar” başlığı altında değerlendirir. Devlet ve din ayrılığını “din ü devlet” ifadesiyle belirten bu husus, Osmanlı vesikalarında da sıkça vurgulanmaktadır. İnalcık, Karaçi Üniversitesi’nin daveti üzerine Pakistan’da yaptığı iki konuşmada, yukarda bahsedilen noktaları aydınlatmıştır. İslam alimlerinin ve ilahiyatçılarının katıldığı toplantıda bir Türk bilim adamının verdiği iki konferans oldukça ilgi çekmiştir. Bu iki konferans, Karaçi Üniversitesi tarafından başka konferanslarla beraber bir kitap halinde yayımlandı.23 Bu konferans sırasında dinleyiciler arasında bulunan bazı ulemadan İnalcık’a ilginç sorular gelir. Mesela Osmanlı Devleti içinde İslam mezheplerinin hukuk mekteplerinin nasıl uygulandığı sorulur. Osmanlı devleti Selçuklularda olduğu gibi Hanefî mektebini ve hukuk sistemini devlet mezhebi ve resmi devlet hukuk sistemi olarak kabul etmiş ve uygulamıştır. Bu sistem bilindiği üzere istihsan prensibini en geniş şekilde tatbik ettiğinden, İslam cemaatinin hayrına olan hukuk kurallarının en geniş şekilde tefsirini kabul eden mekteptir. Osmanlıların temel hukuk anlayışına da en iyi cevap veren bu sistemdir. Fakat Osmanlı Devleti Yavuz Sultan Selim devrinde Arap memleketlerini, Suriye ve Mısır’ı ülkelerine kattığı zaman mahkemelerde dört mezhebin uygulamasını devam ettirerek halka kolaylık sağlamıştır. Bunun için de, mahkemelerde dört kadı faaliyette bulunurdu. İnalcık, bu açıklamadan sonra, verdiği cevapta hükümdarın İslam cemaatinin imamı sıfatıyla kendi ülkelerinde hangi mezhebin cari olacağını tayin etme hakkı olduğunu belirtmiştir. 23 “Kanun and Shariah”, İlk Tebliğ, Dr. I. H. Qureshi Memorial Lectures, Yusuf Abbas Hashmi, (ed.), Karaçi: Karachi University, 1987, s. 1-13. İnalcık, bu konferansın geniş bir özetini daha sonra Türkçe olarak da yayınlamıştır. Bkz.: “Şeriat ve Kanun, Din ve Devlet ”, İslâmiyât, 1998, c. I, sy. 4, s. 135-142.
800
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
XIX. asra gelindiğinde Osmanlı Devleti, Batı’dan pratik hayat şartlarının gereği dolayısıyla ticaret ve ceza sahalarında Batı kanunlarının uygulanmasına önayak oldu. Bu tutum yine toplum ve devletin hayrını yüksek bir prensip olarak kabul eden Hanefi mezhebi çerçevesinde mümkün olmuştur. Bununla beraber bürokratların Batı’dan yaptığı hukukî iktibasları kabul eden Osmanlı uleması, bu iktibasları bazı geniş fıkıh prensiplerine göre makbul sayıyorlardı. Genelde medrese uleması ve Mehmed Birgivî geleneğini izleyenler bunu küfr saymaktaydılar. Tanzimat devri bürokratlarıyla medrese uleması arasındaki bu ihtilaf, Mecelle’nin ortaya çıkmasına ve Şer‘î mahkemeler yanında Nizâmiye denilen mahkemelerin kurulmasına yol açmıştır. Tanzimat devrinde hukuk sahasında ve uygulamada mahkemelerin teşkilatlanmasındaki bu ikilik, Cumhuriyet devrine kadar sürmüştür. İnalcık, bu konudaki araştırmalarını Encyclopedia of Islam’a yazdığı “Mahkama” maddesinde özetleyip yayımlamıştır.24 5. Kanun ve Kanunnâme Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti’nde vergi ve mahallî idare sisteminin temelini sancak kanunnâmeleri oluşturur. Bunun için de öncelikle sancaklarda padişahın görevlendirdiği ve ulemâdan biri tarafından tahrir yapılır. Her sancağın tahririnden [vergiye esas köylünün ve gelirinin sayımından] sonra reâyânın vergi mükellefiyeti sancak kanunnâmesinin başına konur. Böylece bu kanunnâmelerde her bölgenin özellikleri de görülebilir. Uygulanan Kânûn-i Osmânî’nin prensipleri şöyle özetlenebilir: Reâyâyı birtakım hâkim sınıfın, feodallerin ve ağaların tahakkümünden kurtarmak ve doğrudan doğruya Osmanlı tebaası durumuna getirmektir. Bu durum bilhassa yeni fethedilen yerler için geçerlidir. Yani eski feodal şartları kaldırmak Osmanlı Devlet anlayışının ilk prensibidir. Bu prensip Balkanlarda ve Anadolu’da mahallî feodal ailelerin yavaş yavaş ortadan kaldırılması veya onların imtiyazlarının sınırlandırılması şeklindedir. Bu süreç yeni fethedilen bölgelerin doğrudan Osmanlı idaresine bağlanmasında önemli bir olgudur. Bu sürece dair bilgileri İnalcık, Osmanlı kanunları hakkındaki bazı yayınlarında25 vermekle beraber, “Kanun”26 ve “Kanunnâme”27 maddelerinde bu süreci ve Osmanlı kanunlarının ilkelerini özetlemiştir. 6. İlmiye Mensuplarının Eğitimi ve Teşkilatın İşleyişi Müessese tarihi bakımından, İnalcık’ın son yıllarda yaptığı en önemli yayınlardan birisini de “Ruznamçe” adlı makalesi oluşturur.28 Üzerinde uzun yıllar yaptığı araştırmayı bir bakıma bu makalede özetlemiştir. Bilindiği üzere Şer‘iyye Sicilleri adı verilen 24 “Mahkama”, EI2, c. VI, 1986, s. 3-5. 25 Halil İnalcık, Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, Ankara: TTK, 1954. Arnavutluk sancağına ait bu icmal defterinin girişinde, İnalcık, bir sancağın tahrir sürecini ve sancak kanunnâmesinin hazırlanışını ayrıntılarıyla açıklamaktadır. 26 Halil İnalcık “Kânun”, EI2, c. IV, 1975, s. 556-562. 27 Halil İnalcık, “Kânunnâme”, EI2, c. IV, 1975, s. 562-566. 28 Halil İnalcık, “The Ruznamçe Registers of the Kadiasker of Rumeli as Preserved in the İstanbul Müftülük Archives”, Turcica, 1988, c. XX, s. 251-275. [2. Baskısı: Essays in Ottoman History içinde, İstanbul: Eren, 1998, s. 125-152.]
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
801
ve mahkeme kayıtlarının tutulduğu defterler, senelerce şurada burada saklanmaya çalışılıp, çoğu çeşitli nedenlerle kaybolup gittikten sonra, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan topraklara ait siciller, Ankara’da bulunan Milli Kütüphane’de muhafaza altına alınmıştır. En azından elde kalan siciller, kataloglanıp araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Son yıllarda Anadolu’daki üniversitelerin tarih bölümleri, kendi şehirlerine ait sicilleri tez konusu olarak çalıştırmaktadırlar. Bu hususta epey yol alındığı söylenebilir. Hatta bazı üniversiteler bu sicillerin kendi bölgelerine ait tüm ciltlerinin birer nüshalarını aldıklarından kendi şehirlerinde çalışma imkanı sağlamaktadırlar. Sadece İstanbul sicilleri Milli Kütüphane’ye teslim edilmemiş olup Müftülük arşivinde saklanmaktadır. İstanbul sicillerinin toplamı on bin cilde yaklaşmaktadır. İnalcık, bu araştırmasında 257 cilt halinde bulunan ve 952/1545 – 1312/1894 tarihleri arasını kapsayan Rumeli kazaskerliği “Ruznamçe” defterlerini incelemiştir. Bu seri defterler, kariyerlerine başlamalarından itibaren Kazasker huzurundaki derslere, yani mülâzemete devam eden ilmiye mensuplarının listelerini ihtiva etmektedir. Kadılık süreleri sona erip azledildikten sonra, yeni bir görev için bekledikleri bir yıl boyunca, ma’zül kadılar da bu derslere, yani mülazemete devam mecburiyetindedirler. Bu bir yıl boyunca kadılar herhangi bir ücret almazlardı. İnalcık, söz konusu makalesinde bu bekleme süresince kadıların çektikleri sıkıntıları ve kadro sıkıntısı nedeniyle kadılar arasındaki münavebeli rotasyonun yarattığı olumsuzlukları ortaya koymuştur. Bunun da ötesinde, alt grupta yer alan kadılarla üst grubu teşkil eden ve mevleviyet payesiyle tayin edilen kadılar arasındaki sosyal çatışmaya dikkat çekmiştir. Askerî sınıfa geçmek isteyen reayanın medreselere hücum etmesiyle gitgide sayısı artan medrese mezunlarına yeterli kadro bulunamaması bunun asıl nedenidir. Taşrada açılan medrese mezunlarına ise artık neredeyse hiç kadılık yoktur. Buna çare olarak kadılık süreleri giderek azaltılmış ve 1,5 yıla kadar indirilmiştir. İstanbul’da kazasker huzurunda mülazemette bulundukları sürede ücret alamayan kadılar ise, bu durumu telafi etmek için rüşvet ve suiistimallere yönelmişlerdir. İnalcık, makalesinde bütün bu sürece ve sistemdeki tıkanmaların sebeplerine temas ettikten sonra mekanizmanın terim ve terminolojisini de örneklerle açıklamaktadır. Bu bakımdan, ilmiye hakkında yapılacak araştırmalar için bu terminoloji ve kavramlar mehaz teşkil edecektir. Makalede ayrıca ilmiye sınıfının unsurlarını oluşturan müderris, müftü ve kadılar ile bunlar arasındaki mobilizasyon hakkında bilgi verilmektedir.
Halil İnalcık’ın Hukuk Bibliyografyası 1. Kanunnâme-i Sultâni Ber-Mûceb-i ‘Örf-i Osmânî, Robert Anhegger ile birlikte, Ankara: TTK, 1956. 2. “Osmanlı Hukukuna Giriş: Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, A.Ü. SBF Dergisi, 1985, c. XIII, s. 102-126. 3. “Adâletnameler”, Belgeler, 1965, c. II, s. 49-145. 4. “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri”, Reşid Rahmeti Arat İçin, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1966, s. 259-275.
802
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
5. “Notes on N. Beldicianu’s Translation of the Kânunname, fonds turc ancien 39, Bibliothèque Nationale, Paris”, Der Islam, 1967, c. XLIII, sy. 1-2, s. 139-157. 6. “Suleyman the Lawgiver and the Ottoman Law”, Archivum Ottomanicum, 1969, sy. 1. 7. “Kânun”, EI2, c. IV, 1975, s. 556-562. 8. “Kânunnâme”, EI2, c. IV, 1975, s. 562-566. 9. “State Sovereignty and Law During the Reign of Suleyman”, Suleyman the Second and His Time, İstanbul: ISIS Press, 1983, s. 59-92. 10. “Mahkama”, EI2, c. VI, 1986, s. 3-5. 11. “Kanun and Shariah”, İlk Tebliğ, Dr. I. H. Qureshi Memorial Lectures, Yusuf Abbas Hashmi, (ed.), Karaçi: Karachi University, 1987, s. 1-13. 12. “The Ruznamçe Registers of the Kadiasker of Rumeli as Preserved in the Istanbul Müftülük Archives”, Turcica, 1988, sy. 20, s. 251-275. [2. Baskısı: Essays in Ottoman History içinde, İstanbul: Eren, 1998, s 125-152.] 13. “Islamization of Ottoman Laws on Land and Land Taxation”, Festgabe an Josef Matuz: Osmanistik-Turkologie-Diplomatie, Christa Fragner ve Klaus Schwarz, (eds.), Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1992, s. 100-116. 14. “Şeriat ve Kanun, Din ve Devlet”, İslâmiyat, 1998, sy. 4, s. 135-142. 15. “Türk Devletlerinde Sivil Kanun Geleneği”, Türkiye Günlüğü, 1999, sy. 58, s. 5-11. 16. Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, İstanbul: Eren Yay., 2000.
Halil ‹nalc›k and His Ottoman Legal Studies Bülent ARI Abstract The publishing of Halil İnalcık regarding “Ottoman Law” is the focus of this article. Throughout his 65 years of academic career, Prof. İnalcık has published many articles and books on Ottoman Law. In some of them, he published the basic sources of Ottoman Sultanic laws. He also made distinction between Sharia and Sultanic law in Ottoman legal practice. In this regard, Prof. İnalcık emphasized that beside Sharia, which is based on Divine regulation, Ottoman Sultans had published Sultanic decrees with the force of law. These regulations had historical basis relied on old Turko-Mongolian khanates in Central Asia. According to İnalcık, these legal regulations were in effect until the overall reforms of Tanzimat era. In this period, instead of old style legislation, legal systems were translated from foreign codes. In reaction to this practice, conservative authorities enacted an authentic Civil Code, which is known as “Majalla”. In the rest of the article, researches of Prof. İnalcık, published in Encyclopedia of Islam (2nd edition), such as “Kanun”, “Kanunname” and “Mahkama” are introduced. Finally, his article handling the “ilmiye” class in the Ottoman Empire is taken into consideration. In this article, he expained the education process of the ilmiye members and hierarchical strata among them. He also emphasized the conflicts between the upper and lower classes of ulema and abuses within the system. Keywords: Law, Justice, Legislation, Sharia, Custom
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar›
803
Halil ‹nalc›k ve Osmanl› Hukuku Araflt›rmalar› Bülent ARI Özet Halil İnalcık’ın “Osmanlı Hukuku”na dair yayınlarının incelenmesi bu makalenin esas konusunun oluşturmaktadır. Prof. İnalcık “Osmanlı Hukuku” hakkında bugüne kadar pekçok makale ve kitap yayınlamıştır. Bunlardan bazılarında Osmanlı Sultanî kanunları arasından kaynak yayınları yapmıştır. İnalcık ayrıca Osmanlı hukuk uygulamasında Şer’î ve Sultanî kanunlar arasındaki ayrıma dikkat çeker. Bu çerçevede, ilahî düzenlemeye dayanan Şariat’ın yanında, Osmanlı padişahlarının kanun hükmünde fermanlar yayınladığını vurgular. Bu düzenlemelerin Orta Asya Türk-Moğol hanlıkların kadar uzanan tarihî olduğunu dile getirir. İnalcık’a göre bu hukukî uygulamalar Tanzimat devrindeki topyekün reformlara kadar yürürlükte kalmıştır. Tanzimat döneminde, eskiden olduğu gibi eski tarz yasama faaliyeti yerine, hukukî sistemlerin olduğu gibi yabancı kanunların iktibası yolu seçilmişti. Buna tepki olarak muhafazakar otoriteler Mecelle adıyla bilinen otantik bir kanun sistemi oluşturdular. Makalenin kalan bölümünde Prof. İnalcık’ın Encyclopedia of Islam’ın 2. baskısında yayınlanan “Kanun”, “Kanunname” ve “Mahkama” gibi maddeleri tanıtılmaktadır. Son olarak da, onun Osmanlı’da ilmiye sınıfını ele aldığı ve kısaca “Ruznamçe” adıyla bilinen makalesi incelenmiştir. O, bu makalesinde ilmiye sınıfının eğitim ve görev süreçleri ile hiyerarşik yapısını anlatır. Ayrıca, ilmiyenin alt ve üst grupları arasındaki çatışmaları ve ihtilafları dikkatlere sunar. Anahtar Kelimeler: Kanun, Adalet, Yasama, Örf, Şeriat
804
TAL‹D, 3(5), 2005, B. Ar›
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
805
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 805-822
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikülleri Saliha OKUR GÜMRÜKÇÜO⁄LU*
Giriş Hüseyin Namık Orkun, dil bilimcisi ve tarihçi olarak ilim dünyasına büyük katkıları olmuş, bir çok aydın yetiştirmiş önemli bir şahsiyettir. Çeşitli konularda kaleme aldığı dört yüzden fazla makalesi ve yirmiden fazla telif eseri olan Orkun’un hiç şüphesiz en önemli kitabı, Türk Tarihine ışık tutan Eski Türk Yazıtları adlı eseridir. Dört cilt halinde basılan bu eser, Türklerin ilk yazılı belgelerinin transkripsiyon ve tercümelerini içermesi bakımından büyük bir önemi haizdir. Zira söz konusu yazıtlar, tarihte birçok konunun aydınlığa kavuşmasına yardımcı olmuş ve eski Türklerin gerek sosyal hayatları, gerekse hukukî uygulamaları hakkında bilim adamlarına ilham kaynağı olmuştur. Bu çalışmada Hüseyin Namık Orkun’un eserleri hukuk tarihi açısından incelenmiş ve özellikle Orhun Âbideleri esas alınarak Eski Türklerin hukukî ve sosyal yapıları açığa çıkarılmaya çalışılmıştır.
Hayatı 1902 yılında İstanbul’da doğan Hüseyin Namık Orkun, dil bilimcisi ve tarihçi olarak vasıflandırılır. İlmiyyeden Mehmet Hayri Efendi’nin oğlu olan Hüseyin Namık, orta öğrenimini Nişantaşı Sultanisi’nde tamamlamış, yüksek öğrenimini ise iki farklı fakülteyi bitirmek suretiyle tamamlamıştır. Bunlardan biri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, bir diğeri ise Budapeşte Üniversitesi Felsefe Bölümüdür. 1930 yılında Türkiye’ye dönerek Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Polis Koleji’nde, Devlet Konservatuarı ve Tıp Fakültesi’nde uzun yıllar Türk Tarihi ve İnkılap dersleri vermiştir. Türk dili ve tarihi, Orhun kitâbeleri ve Türk kültürü üzerinde araştırmalar yapan Orkun, 1944’te Irkçılık ve Turancılık yaptığı gerekçesiyle tutuklanmış ve bir müddet Sansaryan Hanı’ndaki hücrelerde ve Tophane’deki Sıkıyönetim Hapishanesi’nde yattıktan sonra beraat etmiştir.1 *
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doktora öğrencisi.
1 Türk Ansiklopedisi, c. XXVI, Ankara, 1977, s. 5.
806
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
Hakimiyet-i Milliye ve Kudret gibi günlük gazetelerde; Türk Yurdu, Ülkü, Millet, Çığır, Kopuz, Türklük, Bozkurt, Çınaraltı, Gurbet, Özdeyiş, Kürşad ve Varlık gibi dergilerde eski Türk efsaneleri, eski Türk destanları, Türk boyları ve özellikle Oğuz boyları hakkında birçok araştırma yazısı kaleme almıştır. Orkun’un, ayrıca Türklük ve Türkçülük ile ilgili fikir ve kitap tanıtım yazıları mevcuttur.2 Hapishaneden çıktıktan sonra eski sağlığına kavuşamayan Orkun, 23 Mart 1956 Cuma günü dünyaya gözlerini kapamıştır.3 Vefatından sonra Necdet Sançar, Orkun’un eser ve makalelerinin isimlerini”Hüseyin Namık Orkun’un Kitapları, Makaleleri ve Hakkında Yazılanlar” başlığı altında Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni’nde yayımlamıştır. Ayrıca hakkında yazılan makaleleri bir araya toplayan Ziyaeddin Babakurban imzalı Sevenlerin Kalemiyle Hüseyin Namık Orkun [1962] adlı bir kitap da mevcuttur. Eserleri Kitap ve Fasikülleri 1. Eski Türk Yazıtları [İstanbul, 1936-1941] Yazarın, hukuk tarihi açısından en önemli eseri hiç şüphesiz Eski Türk Yazıtları’dır. Orhun alfabesi ile yazılmış yazıtları bir araya toplayan bu eser, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlatılmış ve yine bu kurum tarafından yayımlanmıştır. Eser dört cilt olarak basılmıştır. Ciltlere göre, eserin muhtevası aşağıda gösterilmiştir: Birinci Cilt: Yazarın bir”Önsöz”ü ve”Giriş”i ile başlayan bu cilt Kül Tegin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongin, İhe Hüşotü, Sucı ve Şine Usu yazıtlarını içermektedir. Kitapta yazıtların, Orhun alfabesi ile olan orijinal metinleri ile birlikte transkripsiyonu ve günümüz Türkçe’sine yapılmış tercümeleri de verilmiştir. Bu ciltte yazıtların bulundukları yerleri gösteren harita ve resimler de vardır. Eser iii+189 sayfadır. Bilindiği üzere Orhun kitâbeleri Göktürk devletinden4 kalma, VII. asra ait, tarihi belli en eski taş kitabelerdir.5 Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin özelliğine sahip olan bu önemli tarihî vesikalarda; Türk devlet adamlarının milletine hesap vermesi, halkın vazifeleri, Türk medeniyetinin ve kültürünün esasları ve Türk töresi ayrıca Türk askerlik biçiminin esasları bulunmaktadır.6 Kül Tegin Âbidesi, Bilge Kağan tarafından 732’de diktirilmiştir. Piramit biçiminde olan bu âbide 3.75 m yüksekliğinde ve kaplumbağa şeklinde oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Âbidede Bilge Kağan, kağan olmasında ve devletin güçlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kardeşi Kül Tegin’e karşı duyduğu minnet duygu2 Ziyaeddin Babakurban, Sevenlerin Kalemiyle Hüseyin Namık Orkun, 1962, s. 18. 3 Fethi Tevetoğlu, “Ocağımızın Değerli Evlatlarından Prof. Dr. Hüseyin Namık Orkun”, Türk Yurdu, 1987, c. VIII, sy. 7, s. 39. 4 Göktürklerin 542 yılı öncesinde Altay dağlarının güney eteklerinde yaşamış oldukları ve Hunların kuzey boylarından geldikleri bilinmektedir. Daha geniş bilgi için bkz.: Ahmet Taşağıl, “Göktürkler”, Türkler, c. II, 2002, s. 15. 5 Türk Ansiklopedisi, c. XXV, 1977, s. 487. 6 Muharrem Ergin, “Önsöz”, Orhun Abideleri, İstanbul, 2000, s. 14.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
807
larını ifade etmiştir. Bilge Kağan, eserin hazırlanmasına bizzat nezaret etmiştir. Âbidenin doğu cephesinin üstünde kağanın işareti vardır. Batı cephesi büyük bir Çince kitabe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitabelerle doludur.7 Kül Tegin kitabesinde Göktürklerin istiklallerini kazanışları ve kaybedişleri konu edilmiş, bir milletin bağımsızlığı kaybetmesinin adeta ölüm olduğu, kazanmasının ise yeniden diriliş olduğu ifade edilmiştir.8 Yine Orhun yazıtlarına göre istiklali kaybetmek Türk milleti için birtakım sonuçlar getiryordu. Mesela ilsizleşmek9 diye tabir edilen devleti kaybetmekle kadınların cariye olacağı [küng etmiş],10 erkeklerin kul olacağı [kul admış] ve Türk töresinin bırakılacağı [Türk törüsün ıçgınmış] ve Türk beylerinin Türk adını bırakacağı ifade edilmiştir.11 Âbidede Çin devletinin siyasi entrikalarından da bahsedilmekte ve bu hileli davranışların kardeşleri birbirlerine düşürdüğü belirtilirken şu ifadeler kullanılmaktadır: “Beyleri , milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş.”12 Ayrıca Türk beylerine çeşitli kıymetli hediyeler vererek kendi taraflarına çekmeye çalıştıkları da âbide de yer almaktadır. “Altını, gümüşü, ipeği, ipekliği sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yakınlaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti öleceksin.”13 Kitâbenin Çince kısmında ise bambaşka bir düşünüş tarzı ve üslup vardır. Burada Türk-Çin dostluğundan bahsedilmekte, Türk imparatorluğu ve Kül Tegin methedilmekte ve tanıtılmaktadır. Kitabede “Şu geniş göklerin kaplamadığı ve siyanet etmediği hiçbir şey yoktur. Gök ve insan hem ahenk oldukları bütün kainat büyük bir kül teşkil eder; bu küllün esası ulvi ve sufli olarak iki uzva ayrıldığı gibi, insanlar da bu sebepten ileri gelen prenslere veya hükümdarlara ayrılırlar [veya biz onları böylece kendilerine mahsus mevkilerde buluruz]. Filhakika bu ileri gelen prensler yukarıda zikrolunan iki uzvun irsen intikal etmiş olan neticeleridir.” ifadelerine yer verilmiştir. Ayrıca kitabede Türk kağanlarının Çin hükümdarlarına olan güvensizlikleri de yer alır: “Sen benden şüphe etme, ben de sana ihanet etmeyeyim. Başka tarzda hudutların tecavüzden masun kalmasına nasıl imkan olabilirdi?” Kitabe Kül Tegin’e methiyeden sonra şu sözlerle nihayet bulur: “Bu sebepledir ki gelecek, hadsiz hesapsız nesillerin dimağla7 Türk Ansiklopedisi, c. XXV, Ankara, 1977, s. 487. 8 Kül Tegin Abidesinde istiklal ile ilgili satırlar: Doğu cephesi, 7, 8, 9, 10, 22; güney cephesi, 6. Bkz.: Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, c. I, Ankara, 1938, s. 32-34, 39; Ergin, a.g.e., s. 3-31. 9 Kitâbelerde geçen “il” kelimesi devleti ifade etmektedir. 10 “Hanımlık kız evladını cariye kıldı” [Kül Tegin, doğu cephesi, 7] ibaresinde kadınların toplum nazarında yüksek bir mevkide olduğu ve cariye durumuna düşmesinin çok utanç ve acı verici bir durum olması o dönemde kadına verilen değeri anlamak için yeterlidir. 11 Kül Tegin, Doğu cephesi, 7, 8, 9 [Orkun, a.g.e., c. I, s. 32-33; Ergin, a.g.e., s. 11]. 12 Kül Tegin, Doğu cephesi, 6 [Orkun, a.g.e., c. I, s. 31; Ergin, a.g.e., s. 11]. 13 Kül Tegin, Güney cephesi, 5 [Orkun, a.g.e., c. I, s. 24-25; Ergin, a.g.e., s. 5]
808
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
rında, onların müşterek muvaffakıyetlerinin şâşâsı her gün yeniden canlansın diye, uzakta ve yakında bulunan herkesin bunu öğrenmesi için, bilhassa muhteşem bir yazıt diktik” ve “Böyle adamların ebediyyen pâyidar olacaklarının muhakkak olmadığını kim söyleyebilir? Uğurlu haberleri ebediyyen ilan için şimdi dağ gibi yüksek bir yazıt dikilmiştir.”14 Bilge Kağan’ın oğlu tarafından 732’de dikilen Bilge Kağan Âbidesi, Kül Tegin âbidesine yakın bir yerde bulunmuştur. Âbide şekli ve tertibi bakımından tamamen birincisine benzemektedir. Doğu Göktürk dönemine ait olan Kül Tegin ve Bilge Kağan âbideleri konu bakımından birbirlerini tamamlarlar. Bilge Kağan devlet reisi olması nedeniyle milletine, devletin kuruluş günlerindeki güçlükleri hatırlatmakta, devletin kuruluşunda halkın ve devlet adamlarının çabasını ortaya koymaktadır. Her iki yazıt da Yollug Tigin tarafından yazılmıştır. Bu âbidede ayrıca Kül Tegin’in ölümünden sonraki olayların da ilave edildiği görülmektedir. Bilge Kağan âbidesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır. Bu yüzden bu âbidede silinti ve tahribat daha fazladır.15 Âbide incelendiğinde hükümdarın [Kağanın] en önemli özelliğinin millete bakıp gözetmek, doyurmak, boyları birarada tutmak ve düşmanlara karşı korumak olduğu göze çarpmaktadır. Şu sözler bunun en açık göstergesidir:”(…) Milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyuyamadım, gündüz oturmadım. (…) Tanrı buyurduğu için, devletim kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tabi kıldım, düşmansız kıldım.”16 Yine kağanların en önemli özelliği bu payenin kişiye Tanrı tarafından verilmesiydi. Bu durum şu satırlarla ifade edilir:”(…) Annem hatunu yükselten Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabi.”17 Göktürklerde siyasî iktidar kut tabiri ile ifade ediliyordu. Milleti için gece gündüz çalışmayan kağan, milletine karşı vazifelerini yerine getiremediği için, kutunun Tanrı tarafından geri alındığı gerekçesiyle iktidardan düşürülürdü.18 Kaynaklar incelendiğinde eski Türklerde kadının toplum içerisinde etkin bir role sahip olduğu göze çarpar.19 Nitekim Kül Tegin âbidesinde olduğu gibi bu âbide de kadının toplum içerisindeki yeri şu sözlerle ortaya çıkmaktadır:”Türk Tanrısı (…) annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır.”20 Bu ifadede Bilge Kağan, annesini adeta bir tanrıçaya benzeterek ona olan hayranlığını ifade etmiştir. Yine kaynaklara göre o dönemde hükümdarın eşi”hatun”, “uluğ hatun” veya “yin-çü” ünvanını taşırdı. Hatunlar da, Hükümdar gibi devlet yönetiminde söz sahibi idiler. Ayrı otağları ve “buyruk”ları [bakanları] vardı. Törenlerde hükümdarın yanında yer alırlar, devlet meclisine katılırlar, elçiler gönderir elçiler kabul ederlerdi.21 14 Orkun, a.g.e., s. 81-84. 15 Türk Ansiklopedisi, c. XXV, Ankara 1977, s. 489. 16 Bilge Kağan, Doğu cephesi, 22-24 [Ergin, a.g.e., s. 43] 17 Bilge Kağan, Doğu cephesi, 21 [Ergin, a.g.e., s. 43] 18 Taşağıl, a.g.m., s. 39; Salim Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi, c. II, Ankara 2002, s. 318. 19 Sadri Maksudi Arsal, “Eski Türklerin Hususi Hukuku1, Türkler, c. III, Ankara 2002, s. 92. 20 Bilge Kağan, Doğu cephesi 10; 21 [Ergin, a.g.e., s. 37; 43]. 21 Koca, a.g.m., s. 325.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
809
Bilindiği üzere Türk toplumlarında gerek kamu, gerekse özel hukukla ilgili tüm kanunlara töre [törü] adı verilmekte idi. Fakat söz konusu töre, hiçbir zaman yazılı bir metin halinde olmamıştır.22 Bununla birlikte Çin kaynaklarından edinilen bilgilere göre Göktürk ülkesinde uygulanan cezaları şöyle sıralamak mümkündür: Zina yapan evlilere, adam öldürene, soygun yapana, bağlı at çalana idam cezası uygulanırdı. Genç kızları aldatanlar ağır bir şekilde mal ile tazminat ödemek zorunda bırakıldıktan sonra, o kızla mutlaka evlenmesi gerekirdi. Adam yaralayanlar, yaranın derecesine göre mal ödemek suretiyle tazmin ederlerdi. At ve koyun çalanlar on katından fazlasını ödemeye mahkum edilir, diğer hafif suçlar on günü geçmemek şartıyla cezalandırılırdı. Ayrıca vatana ihanet ve ordudan kaçanlar da ölüme mahkum edilirdi.23 Âbidelerde töre kelimesi 11 yerde geçmektedir; bunun altısında da il [devlet] terimiyle birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de, il ile alakası açıkça belli edilmiştir. Bu durum da töreyle kanunun birbirine ne kadar bağlı olduğunun bir göstergesidir. Başka bir ifade ile devletin varlığı ile törenin varlığı sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Konuyla ilgili kitabelerde şu cümleler bulunmaktadır:”Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler”, “Ey Türk bodunu [milleti] devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi”, “Devletin töresini terk etmiş”, “O [ilteriş], atalarının töresine göre bodunu teşkilatlandırdı...”24 İfadelerden de anlaşıldığına göre, hükümdarın töreyi tesis etme selahiyeti vardır. Zira tahta geçen her Türk hükümdarının ilk icraatı, atalarından kalan töreyi düzenlemek ve yürürlüğe koymak olmuştur.25 Eski Türklerde töre hükümlerinde birtakım değişikliklere gidilebilirdi. Ancak törenin bazı hükümleri kesinlikle değişmezdi. Bunlar könilik [adalet], uzluk [iyilik, fayda], tüzlük [eşitlik] ve kişilik [insanlık] idi.26 Tonyukuk Âbidesi, aynı bölgede Ulan Bator şehrinin 66 km. güneydoğusundaki Bain-Tsokto adı verilen yere dikilmiştir. Kimin tarafından ve ne zaman dikildiği kesin olarak bilinmemektedir. Yazıtın 58. satırında Tonyukuk’un emriyle dikildiği yazılıdır. Bu durumda Tonyukuk hayattayken dikildiği kabul edilebilir. Tezyinatı diğer iki kitabedeki gibi sanatkârane değildir.27 Göktürk Devlet’inde yüksek devlet mahkemesine yargu adı verilmekteydi. Yine kaynaklara göre bir adliye [könilik] müessesesinin de olduğu anlaşılmaktadır. Yarguların vazifeleri töreyi ve örfü uygulamaktı. Kaynaklarda Tonyukuk’un mahkeme başkanlığı yani yarganlık yaptığı belirtilmektedir. O dönem hükümdarlar da yarganlık yaparlardı.28 Buraya kadar zikri geçen yazıtlara toplu olarak Orhun Âbideleri denmektedir. Her üç yazıtın içeriği hakkında kısaca bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Bunun yanında söz 22 Koca, a.g.m., s. 329. 23 Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul 1947, s. 261; Taşağıl, a.g.m., s. 41-42. 24 Bilge Kağan, doğu cephesi, 4, 18 vb.; ayrıca Kül Tegin doğu cephesi 2, 3, 22 vb. [Ergin, a.g.e., s. 33, 41; 9-17; Orkun, a.g.e., s. 29-30, 39] 25 Bilge Kağan, Doğu cephesi, 36 [Ergin, a.g.e., s. 49] 26 Taşağıl, a.g.m., s. 39. 27 Wilhelm Thomsen, “Moğolistan’daki Eski Türkçe Kitabeler”, Türkler, c. III, s. 721. 28 Taşağıl, a.g.m., s. 41.
810
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
konusu âbideler hakkında genel bir değerlendirme yapılacak olursa şunları söylemek mümkündür: Âbidelerde en fazla vurgu, Çin medeniyetinin tesirleri karşısında göçebe olan Türk toplumunun kendini muhafaza edip birliğini koruması gerekliliğine üzerine yapılmıştır. Bu koruma da muayyen bir yere, Ötüken ormanına yerleşip buradan devleti idare etme biçiminde olmalıdır. Bu düşünce kitabede şu sözlerle ifade edilir: “Güneyde Çogay ormanına, Töğüldün ovasına konayım dersem, Türk milleti, öleceksin. Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan, öldün. O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin. Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntı yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.” Bu sebeple âbidelerde Ötüken ormanının ayrı bir ehemmiyeti vardır. Zira Eski Türklerde devletin bekâsı her şeyin üzerinde bir mefhumdur. Onlara göre “Ötüken” kutsaldır ve Tanrı tarafından korunmaktadır. Hakan “Ötüken” ormanında ikamet eder ve yardımcıları da ona tabi olurdu.29 Yeni bir devlet kurulurken, kurucular kendilerini törenle başında bulunduğu topluluğun hükümdarı ilan edip, kağan unvanını alır ve Ötüken’de tahta geçerlerdi. Bu tören aynı zamanda, yeni hükümdarın iktidarını halkına tanıtması ve onaylatması anlamına gelirdi.30 Türklerde devletin kurucusuna [hükümdara] büyük önem verilmiş ve bilge olması, cesaretli olması ve adil olması gerektiği vurgulanmıştır. Orhun Âbidelerinde bu durum şu cümlelerle ifade edilmiştir:”(…) bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruklu yine bilgili imiş tabi, cesur imiş tabi. Beyleri de, milleti de doğru imiş.”31 Kitâbede geçen bey kelimesi ise hükümdarın yardımcılarına verilen ismi ifade etmektedir.32 Âbidelerde birtakım unvanlara da rastlamak mümkündür. Örneğin Yabgu unvanı33 Türk devletlerinde Hükümdar’dan [Han’dan] sonra gelen en yüksek mevkidir ve ancak hükümdarın kardeşlerinden yaşı en büyük olana verilir. Yabgu’dan sonra en yüksek unvan Şad’dır.34 Bu daha geniş alanları idare eden valilere verilen isimdi. Büyük Türk devletlerinde iki Şad bulunurdu. Bunlardan biri devletin doğu kısmının genel valisi, diğeri ise batı kısmının genel valisi idi. Bir diğer unvan ise Tudun’dur. Bu da valiye tekabül eden yüksek rütbeli memurlara verilen isimdir.35 Kaynaklarda o dönem Türklerinin Şamanizm dinine bağlı oldukları belirtilmektedir. Bununla birlikte Orhun Âbideleri’nde söz konusu dinin ruhanilerinden “kam”lardan bahsolunmaması, toplum hayatında büyük rolü olan “kam”ların devlet idaresinde ve askerî alanda ağırlıklı bir rollerinin bulunmadığına dair bir gösterge olarak kabul edilebilir.36 29 Taşağıl, a.g.m., s. 38. 30 Koca, a.g.m., s. 316. 31 Kül Tegin Âbidesi, Doğu cephesi, 3 [Orkun, a.g.e., s. 30; Ergin, a.g.e., s. 9]. 32 Arsal, a.g.e., s. 273. 33 Kül Tegin, Doğu cephesi, 14; Bilge Kağan, Doğu cephesi, 12, 21 [Ergin, a.g.e., s. 13, 37 ve 43; Orkun, a.g.e., s. 35]. 34 Kül Tegin, Doğu cephesi, 14, 27; Bilge Kağan, Doğu cephesi, 12, 21 [Ergin, a.g.e., s. 13, 19, 37 ve 43; Orkun, a.g.e., s. 35 ve 43]. 35 Arsal, a.g.e., s. 275-276. 36 Arsal, a.g.e., s. 7.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
811
Ongin Yazıtı, Ongin ırmağı boyunda, Manitu dağı yakınında Koşa-Tsaydam’ın 160 km. güneyinde bulunmuştur. Bu mezar taşı Bilge ve Kapağan Kağanların hizmetinde bulunan Alp-Eletmiş adlı bir kişiye aittir. Yazıt VIII. yüzyıla aittir.37 İhe Hüşotu Yazıtı, Orta Moğolistan’da İhe Hüşotu denilen yerde bulunmuştur. Doğu Göktürk kağanlarına [Kutluğ, Kapağan, Bilge] hizmet etmiş Kuli-Çur adlı bir Türk beyi adına dikilmiştir. Yazıtta, Tarduşların başı olan Kuli-Çur’un Araplara, Çinlilere, Dokuz Oğuzlara, Tatabılara, Karluklara karşı yaptığı seferler hakkında bilgi verilir.38 Hüseyin Namık Orkun’un eserinin birinci cildinde Suci Yazıtı,39 Şine-Usu Yazıtı40 hakkında da kısa bilgiler verilmiştir. İkinci Cilt: Bu ciltte, Talas yazıtları ile taşlar, aynalar, paralar ve kağıt üzerine yazılmış el yazma metinler toplanmıştır. Buna ek olarak İhi-Hanın–Nor Yazıtı, Hoytu-Tamır Yazıtları, İhe Ashete Yazıtı, Bilge Han yazıtı ile bir Uygur yazıtının Çincelerinin tercümeleri bu ciltte yer almaktadır. Eser iv+214 sayfadır. Üçüncü Cilt: Bu cilt Yenisey yazıtları hakkında bilgi veren bir yazıyla başlamaktadır. Sırasıyla metinlerin orijinalleri ve transkripsiyonlarıyla tercümeleri verilmiştir. Eser ayrıca ağaç üzerine yazılmış bazı yazıtları, Ongin ve Tonyukuk yazıtlarının fotokopilerini ve Sekel Türk eserleri içermektedir. Eser iv+316 sayfadır. Yenisey Yazıtları, Yenisey Havzası civarında bulundukları için bu isimle anılmaktadırlar. Söz konusu yazıtların Orhun Âbidelerinden önce M.S. VII. yy.’ın ortalarında yazılmış ve Kırgızlar’a ait olduğu tahmin edilmektedir. Kırgızlar o dönemde Yenisey ile İrtiş ırmağı arasındaki bölgede ikamet ediyorlardı.41 Yazıtlar yeknesak bir tarzda yazılmıştır ve genellikle ayrılık temasının işlendiği görülür. Yazıt sahibi kendi ağzından kısaca hal tercümesinden bahsetmekte ve yakınlarına doyamadığını kaydetmektedir. Özellikle ülkesinden, eşinden ve çocuklarından ayrılmanın acısı satırlara yansımıştır. Birkaç örnek verelim: “Kuyda prensesim, yaylada oğlum söyleye, sizlerime söyleye doymadım; ayrıldım. Halkım, arkadaşlarım söyleye; ayrıldım.”42 “Kavmimden, halkımdan, arkadaşlarımdan ayrıldım; doymadım. Sizlerden, iyi eşimden ayrıldım.”43 “Yetmiş yaşıma erdim, yetmiş er öldürdüm. (…) Nüfuzlu eşim sizlerden ayrıldım, doyamadım.”44 Tamamı mezar taşlarından ibaret olan bu yazıtların sayıları fazla ama metinleri çok kısadır.45 En uzunu 3.20 m. yüksekliğindeki Elegeş yazıtıdır.46 37 Orkun, a.g.e., c. I, s. 127 38 Orkun, a.g.e., c. I, s. 135. 39 Kuzey Moğolistan’da Ar-Ashatu dağı, Dolon Huduk civarında Sucin-dava’da bulunan yazıt 11 satırdır. Orkun, a.g.e., c. I, s. 115. 40 Kuzey Moğolistan’da Mogoitu ırmağı Şine-Usu gölü civarında bulunmuştur. VIII. asra ait bir yazıttır. Orkun, a.g.e., c. I, s. 163. 41 Arsal, a.g.e., s. 38. 42 Uyug-Turan Yazıtı, ön taraf, 1; Orkun, a.g.e., c. III, s. 39. 43 Begre Yazıtı, arka taraf, 2, 5; Orkun, a.g.e., c. III, s.72. 44 Minusinsk müzesindeki bir yazıt, ikinci taraf; Orkun, a.g.e., c. III, s. 96. 45 Yazıtların isimleri: Uyug-Tarlık Yazıtı, Uyug-Arhan Yazıtı, Uyug-Turan Yazıtı, Ulu-kem Ottok Taş Yazıtı, Ulu-kem Kulikem Yazıtı, Ulu-kem Yazıtı, Barlık Yazıtları, Begre Yazıtı, Kemçik Çirgak Yazıtı, Kemçik Kayabaşı Yazıtı, Minusinsk müzesindeki bir yazıt, Altın-köl Yazıtları, Çakul Yazıtları, Açura Yazıtları, Aybat Yazıtları, Oya Yazıtı, Oznaçennaya Yazıtı, Tuba Yazıtları Taşeba Yazıtı, Elegeş Yazıtı, Ak-yüs Yazıtı, Kara-yüs Yazıtı, Ulu-kem Karasu Yazıtı. Bkz.: Orkun, a.g.e., c. III. 46 Orkun, a.g.e., c. III, s. 13; Orkun, “Yenisey Yazıtları”, Türklük, 1939, c. I, sy. 6, s. 443.
812
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Eski Türklerde kadına verilen değeri göz ardı etmek mümkün değildir. Zira yazıtlarda eşlerden bahsedilirken genelde “nüfuzlu, iyi, bilge” vb. sıfatlar kullanıldığı göze çarpmaktadır. Diğer kaynaklarda da ifade edildiği ve yukarıda da zikri geçtiği gibi Eski Türklerde kadın gerek sosyal hayatta, gerekse devlet işlerinde Hakanın yanında aktif rol almaktaydı. Dördüncü Cilt: Cildin başında Orkun’a ait 20 sayfalık”Eski Türk Yazıtlarına Dair Notlar” başlıklı bir yazı bulunmaktadır. Yazar, bu yazıda, Göktürk harflerini çevirirken karşılaştığı zorluklardan bahsetmekte ve her harfin ne yazık ki tam karşılığını bulamadığını belirtmektedir. Eserde sözlük kısmına da yer verilmiş ve cildin sonunda “Eski Türk Eserleri” başlığı altında fotoğraflar eklenmiştir. Eser xxi+210 sayfadır. 2. Türk Hukuku Tarihi [1935-1936] Bu eser, 1935-1936 yıllarında Adliye Vekaleti tarafından fasiküller halinde yayımlanmıştır. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm”Araştırmalar ve Düşünceler”, ikinci bölüm ise”Belgeler”den oluşmaktadır. Eser fasiküller halinde yayımlandığı için sayfa numaraları biraz karışıktır. İlk bölümde Hüseyin Namık Orkun’un hukuk tarihi ile ilgili çeşitli yazıları bulunmaktadır. Belgeler bölümünde ise hukuk tarihi açısından önem arzeden belgelere yer verilmiştir.47 Eserde Orkun’un şu yazıları bulunmaktadır: 1935 Fasikülleri; Eski Türklerde Anlaşma [s. 19-23], Eski Türklerde Sosyal Kurumlar [s. 24-34], Sultan Süleyman’ın Kanunnamesi [s. 35-36], Âsafnâme [s. 153-154], Koçi Bey Risalesi [s. 169-170], Timur’un Tüzükatı [s. 233-237], Kuman Türklerinin Hukukuna Dair [s. 299-307], Li Kitabı [s. 317], Koca Sekbanbaşı Risalesine Önsöz [s. 401], Türk Hukuk Tarihinin Uygur Vesikaları [s. 533-548]. 1936 Fasiküllerinde ise şu yazılar bulunmaktadır: Eski Türklerde Para [s. 39-43], En Eski Macar Kanunlarına Dair [s. 44-78], Eski Türklerde Ticaret [s. 79-81], Macarlar Türklerden Ne Almışlardır? [s. 82-86], Eski Türklerde Devlet Teşkilatı [s. 87-166], Sümer Sosyetesi [s. 167-198]. 3. Türk Tarihi [Ankara, 1946] Hüseyin Namık Orkun’un genel bir Türk tarihi olarak kaleme aldığı bu eseri 4 cilttir. Orkun, eserin önsözünde Türk tarihinin önemine vurgu yaparak bu alandaki eksikliğe dikkat çekmek amacıyla “On beş senedir Türk Tarihi okutuyorum. Bu müddet zarfında talebelerime bir tek kitap tavsiye edemedim.”48 demektedir. Eserin ilk iki cildi İslam’dan önceki Türk tarihini, son iki cildi ise Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonraki tarihlerini ihtiva etmektedir. Birinci Cilt: İslamiyet’ten önceki Türk tarihini içeren birinci cilt, i+197 sayfadır. Cildin başında Orkun imzalı bir “Önsöz” bulunmaktadır. “Millî Tarihimizin Kaynakları” başlıklı bölümden sonra “Türklerin Anayurdu”,49 “Türk Soyu” ve”Eski Türkler” bölümleri bulunmakta ve İslamiyet’ten önceki Türk tarihinin önemli devletlerinden olan Hunlar, Göktürkler50 ve Uygurlar bu ciltte ele alınmaktadırlar. 47 Sultan Süleyman Kanunnamesi için bkz. s. 35-92. 48 Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi, Ankara 1946, c. I, s. 5. 49 Bu bölümde Türklerin en eski yurdunun Orta Asya değil, Ural dağlarının doğusunda olabileceği vurgulanmaktadır. Orkun, a.g.e., c. I, s. 14. 50 İlk defa “Türk” adıyla tarih sahnesine çıkan kavim.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
813
İkinci Cilt: 249 sayfa olan ikinci cilt, “Avrupa’da Türkler” ve “Doğu Anadolu’da Türkler” bölümlerinden oluşmaktadır. İlk bölümde Hun İmparatorluğu’nun kuruluşundan sonra, “Uturgur ve Kururgurlar”, “Sabirler”, “Onogurlar”, “Avarlar” ve “Macarlar”; ikinci bölümde ise “Hazarlar”, “Bulgarlar”, “Peçenekler” ve “Kumanlar” bulunmaktadır. Cildin sonunda birinci ve ikinci ciltlerin bibliyografyası vardır. Son sayfa fihristtir. Üçüncü Cilt: iii+248 sayfa olan üçüncü ciltten itibaren İslamiyet’ten sonraki Türk tarihi başlamaktadır. Cildin başında “Türkler ve İslamlık” başlığı altında Türklerin İslamiyet’e olan yakınlıklarından bahsedip Müslüman Türk devletlerine geçilmiştir. Bunlar da, sırasıyla, Karahanlılar, Gazneliler, Oğuzlar ve Selçuklulardır. Ayrıca”Atabeğler”, “Türk Hanlıkları” ve “İran’daki Türkler” gibi bahisler de bulunmaktadır. Dördüncü Cilt: 262 sayfa olan son cilt Anadolu’daki devletlerin ve beyliklerin tarihidir. “Danişmend Oğulları”, “Mengücük Oğulları”, “Saltuk Oğulları” ve “Anadolu Selçukları” bölümlerinden sonra Anadolu beyliklerinin tarihi nakledilmektedir. Bu cilt, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sokullu’nun ölümüne kadar olan tarihi ile “Devlet İdaresi ve Teşkilatı” hakkındaki bölüm ile sona ermektedir. Cildin sonunda bulunan müellifin “Sonsöz”ü, eserin dört cilt olarak yayınlanmak zaruretinin, Osmanlı tarihinin böyle yarım kalmasına sebebiyet verdiğini açıklamaktadır. Son iki sayfada da fihrist vardır. 4. Türk Tarihi Not Hülasaları [1940] Türkistan’ın tarihini Hunlara kadar götüren yazar, Türkiye tarihini de Selçuklulardan başlayarak izah etmiştir. Eser adından da anlaşılacağı üzere bir özet mahiyetindedir. Kitabın sonunda dört sayfalık bir bibliyografya vardır. 5. Türk Tarihinin Bizans Kaynakları [Ankara, 1938] Bu eser Macar bilginlerinden Moravcsik Gyula’nın “Macar Tarihinin Bizans Kaynakları” adlı kitabının yalnızca Türk Tarihini ilgilendiren bölümlerinin Türkçe’ye çevrilmesiyle meydana gelmiştir. Eser Hüseyin Namık Orkun’un bir önsözü ve sonsözünü içermektedir. Son sekiz sayfa indekstir [48+viii s.]. 6. Osmanlıların Aslına Dair [İstanbul, 1939] Daha önce Türklük dergisinde makale olarak yayımlanmıştır.51 Daha sonra ise “Türklük Hususi Neşriyat Serisi II” başlığı altında ayrı basımı yapılmıştır. 7. Peçenekler [İstanbul, 1933] İstanbul’da, Remzi Kitapevi tarafından basılan bu eser, toplam 76 sayfadır. Kitap “Peçenekler” ve “Peçenek Medeniyeti” başlıklı iki bölümden oluşmakta ve girişinde Hüseyin Namık Orkun’un iki sayfalık bir önsözü bulunmaktadır. Eser bir sayfalık bir sonsöz ve iki sayfadan müteşekkil “Bibliyoğrafya” bölümüyle son bulmaktadır. Kaynakça kısmından sonra Peçeneklilerin kullandığı o döneme ait kapların [İbrik, kadeh, kase vs.] resimleri bulunmaktadır. 51 Türklük, c. I, sy. 5, s. 345-357.
814
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
8. Atilla ve Oğulları [İstanbul, 1933] 224 sayfa olan bu eser Hun Türk tarihinin Atilla dönemine aittir. Atilla ve Atilla Oğulları diye ikiye ayrılmış olan kitabın başında Hüseyin Namık Orkun’un iki sayfalık bir önsözü bulunmaktadır. Eser; “Hunlar”, “Avrupa’da Hunlar”, “Atilla”, “Bizans Sefaret Heyeti”, “Atilla’nın Sarayı”, “Garp Seferi”, “İtalya Seferi”, “Atilla’nın Ölümü”, “Efsanelerde Atilla”, “Atilla Oğulları”, “Utigur ve Kutrigurlar”, “Sabirler”, “Onogurlar”, “Avarlar” ve “Macarlar” başlıklı bölümlerden müteşekkildir. Her bölümün sonunda müstakil bir bibliyografya verilmekle yetinilmiştir. 9. Oğuzlara Dair [Ankara, 1935] Orkun, 1935’de Ankara’da basılan bu eseri 1926 yılında Budapeşte’de hazırlamış olup, daha sonra manzum bir Oğuzname’yi de kitaba ilave ederek esere son şeklini vermiştir. Eserde önsözden sonra, “Oğuzlara Dair” başlığı altında Oğuzlar hakkında bilgiler verilmekte, daha sonra Oğuz destanının transkripsiyonu sunulmaktadır. Eserin sonuna bir isimler cetveli ile fihrist konulmuştur. Sondaki 8 sayfa, manzum Oğuzname’nin fotokopisidir. Kitabın tamamı 135+viii sayfadır. 10. Hunlar [İstanbul, 1938] Eser, Hüseyin Namık Orkun’un “Önsöz”ünden sonra -sırasıyla- şu bölümleri içermektedir: “Hiung-Nu’lar”, “Şimal Hunları”, “Cenup Hunları”, “Hunların Medeniyeti ve Dili” ve “Çin’de Hunlar”. 98. sayfa bibliyografyadır ve eser toplam 98+ii sayfadır. 11. Avarlar, Peçenekler, Kumanlar Bu eser basma bir kitap değil,”Türk Tarihinin Anahatları” eserinin 14 numaralı müsveddesidir. Müsveddenin kapağında şu ibareler bulunmaktadır: VI. Yakın Şarkın ve Şarkî Avrupa’nın Orta ve Yeni Zamanlarda Tarihi I. Önler, Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Macarlar, [Volga havalisinde iken] ve sair Türk Kavimleri 4. Kumanlar, Macarlar ve Bulgarlar [Tuna havalisine geldikten sonra] 123 sayfa olan eser “Avarlar”, “Peçenekler”, “Kunların Macaristan’a Muhaceretleri”, “Kumanlar” ve “Macaristan’da Kuman Türklerinin Dil Yadigarları” başlıklı bölümler içermektedir. Yazarın diğer eserleri şunlardır: Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesinin Uygurcası [İstanbul, 1940]; Türk Efsaneleri [İstanbul, 1943]; Türk Dünyası [İstanbul, 1932];52“Yeryüzünde Türkler” [İstanbul, 1944]; Türkçülüğün Tarihi [İstanbul, 1944]; Türk İstilası Devrinde Macaristan ve Avusturya’da Casuslar [Ankara, 1939]; Türk Sözünün Aslı [Ankara, 1946];53 Büyük Türkçü Süleyman Paşa [Ankara, 1952]; Eski Türkler52 Eser Budapeşte’de hazırlandığı için kitabın iç ve dış kapağında “Budapeşte, 1928” kaydı bulunmaktadır. 53 Eserin birinci baskısı, İstanbul’da 1940 yılında yapılmıştır.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
815
de Evcil Hayvanların Tarihçesi [Ankara, 1954]; Ortaokul İçin Okuma Kitabı I [Ankara, 1946]; İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı IV [Ankara, 1951] ve İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı V [Ankara, 1951].54 Makaleler55 “XI., XII., XIII. Yüzyıllarda Türk Paraları”, Ülkü, 1948, c. II, sy. 13, s. 15. “Alparslan”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 42, s. 8. “Anadolu’da Hun Türkleri”, Çınaraltı, 1943, c. IV, sy. 103, s. 10-11. “Anadolu’da Hun Türkleri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1338, s. 2. “Anadolu’da Oğuz Boyları”, Ülkü [Yeni Seri], 1946, c. XI, sy. 124, s. 16-17. “Anadolu’da Oğuz Boyları”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 27, s. 189-199. “Anadolu’da Oğuz Boyları”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 28, s. 288-292. “Ankara’da Oğuz Boyları [Yer Adları]”, Ülkü [Yeni Seri], 1946, c. IX, sy. 108, s. 11. “Armalar Bilgisi -Science des armoiries; wappenkunde-”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 52, s. 863-866. “Askerlik Tarihimize Ait Notlar”, Millet, 1953, yıl: 1, sy. 131, s. 2. “Askerlik Tarihimizin Kaynakları”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1634, s. 2. “Atilla Mağlup Olmadı”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1659, s. 2. “Atilla ve Buda”, Yücel Aylık Sanat ve Fikir Mecmuası, 1939, c. VII, sy. 38, s. 51-52. “Atilla ve Sarayı”, Resimli Tarih Mecmuası, 1950, sy. 11, s. 430-432. “Atilla; İsveç Kralı”, Yücel Aylık Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1937, s. 219-221. “Atilla’nın Definesi”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 72, s. 3. “Atilla”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 40, s. 7. “Attila’nın Definesine Dair”, Yücel Aylık ve Kültür Mecmuası, 1938, c. VII, sy. 38, s. 51-52. “Attila’nın Ziyafeti”, Varlık, 1940, c. X, sy. 161, s. 429-431. “Avrupa’da Türk Elçileri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1295, s. 2. “Avrupa’da Türk Eserleri”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1638, s. 2. “Avrupa’da Türkoloji”, Ülkü, 1936, c. VII, sy. 40, s. 261-266. “Babur”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 43, s. 7. “Bagatur Tanhu”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 39, s. 5. “Bağdat”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1465, s. 2. “Balkanlar ve Türklük”, Varlık, 1937, c. IV, sy. 86, s. 218-219. “Barlık ve Begre Kitabeleri”, Türklük, 1939, sy. 9, s. 157-161. “Bayböre Efsanesi”, Varlık, 1938, c. VI, sy. 126, s. 91-92. “Bayrağımızın Tarihi”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1251, s. 2. “Bayrağımızın Tarihi”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 85, s. 2-4. 54 Necdet Sançar, “Hüseyin Namık Orkun’un Kitapları, Makaleleri ve Hakkında Yazılanlar”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, Ankara, 1957, c. VI, sy. 1-2. 55 Yazarın yalnızca Hukuk Tarihi ile ilgili makaleleri toplanmıştır.
816
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
“Bey Böyrek”, Ülkü, 1946, c. X, sy. 120, s. 14-15. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 50, s. 3-4. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 53, s. 3. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 56, s. 3-4. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 58, s. 3. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 61, s. 3-4. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 66, s. 3-4. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 68, s. 3. “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 79, s. 3-7 “Bilip de Bilmediklerimiz”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 80, s. 3-8.56 “Bir Cevap”, Çınaraltı, 1943, c. III, sy. 72, s. 11-12.57 “Bir Eser Münasebetiyle”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1599, s. 2.58 “Bir Hukuk Tezi”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 30, s. 476-477.59 “Bir Millete Milli Destan Kazandıran”, Tanrıdağ, 1951, yıl: 1, sy. 6, s. 1, 4. “Bir Milleti İstiklale Kavuşturan Kahraman”, Tanrıdağ, 1950, yıl: 1, sy. 4, s. 1, 6. “Bir Milleti İstiklaline Kavuşturan Adam”, Hürses, 1951, yıl: 4, sy. 1274, s. 2-9.60 “Bir Uygur Efsanesi”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 50, s. 10-11. “Bir Uygur Efsanesi”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1330, s. 2 ve 6. “Bizans Tarihlerine Göre Oğuzlar”, Türklük, 1940, sy. 14-15, s. 431-437. “Bozkurtların Ölümü”, Özdeyiş, 1947, c. I, sy. 4, s. 661. “Buda’da Türk Eserleri”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 37, s. 9-10. “Buda’da Türk Eserleri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1336, s. 2, 12. “Budapeşte ve Türkler”, Resimli Tarih Mecmuası, 1951, c. III, sy. 15, s. 628-630. “Bulgarların En Eski Tarihine Dair”, Ülkü, 1933, c. I, sy. 5, s. 400-403. “Büyük Türk Alimlerinden Kınalızade Ali Çelebi”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1652, s. 2. “Çakul Kitabesi”, Kopuz, 1939, c. I, sy. 4, s. 126. “Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi”, Türklük, c. I, sy. 5, s. 411.62 “Dünya Tarihinde Türkler I”, Çınaraltı, 1943, c. III, sy. 69, s. 10-11.63 “Dünya Tarihinde Türkler II”, Çınaraltı, 1943, c. III, sy. 70, s. 10. “En Eski Osmanlı Tarihi”, Yeni Mecmua, 1923, c. IV, sy. 85, s. 385-386. “Eski Türk Askerlik Tarihine Dair”, Varlık, 1940, c. X, sy. 165, s. 536-538. “Eski Türk Bayramları”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1306, s. 2. 56 Bir seri halinde yayımlanan bu makale çeşitli tarihi fıkralar içermektedir. 57 Çin’in Şimal Komşuları kitabının yazarı W. Eberhard’ın cevabına cevap. 58 Radloff’un Aus Sibirienb adlı eserinin tercümesi hakkında. 59 Dr. Orhan Münir Babaoğlu’nun doktora tezi hakkında. 60 Snellman hakkında. 61 Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü adlı romanı hakkında. 62 Nihal Atsız’ın aynı isimli eseri hakkında. 63 Rasonyi Nagy Laszlo’nun Dünya Tarihinde Türkler adlı eseri hakkında.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
817
“Eski Türk İtikatları”, Dergah, 1337 [1921], c. I, sy. 12, s. 185. “Eski Türk Kadınları”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1269, s. 2. “Eski Türk Kitabelerine Dair”, Varlık, 1940, c. X, sy. 166, s. 552-554. “Eski Türk Rütbeleri”, Millet, 1953, yıl: 1, sy. 109, s. 2. “Eski Türk Silahları: Kemend”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 26, s. 3-4. “Eski Türk Silahları: Ok”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 26, s. 15-16. “Eski Türk Silahları: Kılıç”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 27-28, s. 2-4. “Eski Türk Silahları: Kılıç”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 29, s. 2-3. “Eski Türk Süvarileri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1311, s. 2. “Eski Türk Yazısı ile Yazılmış İstanbul’da Bir Kitabe”, Ülkü, 1934, c. IV, sy. 22, s. 276-279. “Eski Türk Yazısının Menşei”, Türklük, 1939, c. I, sy. 2, s. 164-165.64 “Eski Türk Yazıtları”, Fikir Hareketleri, 1936, c. VII, sy. 161, s. 75-76. “Eski Türk Yazıtları”, Fikir Hareketleri, 1940, c. XIV, sy. 339, s. 9-10. “Eski Türkler Nasıl Yemin Ederlerdi”, Resimli Tarih Mecmuası, 1950, sy. 9, s. 349-350. “Eski Türklerde Ad Nasıl Verilirdi?”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1365, s. 2. “Eski Türklerde Ad Takma Adetleri”, İş ve Düşünce, 1956, c. XXII, sy. 179-180, s. 7-8. “Eski Türklerde Ad Verme Adetleri”, Hürses, yıl: 5, sy. 1641, s. 2 ve 5. “Eski Türklerde Andlaşma”, Gurbet, 1954, sy. 2, s. 8-9. “Eski Türklerde Andlaşma”, Yücel Aylık Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1937, s. 97-100. “Eski Türklerde Arma”, Ülkü, 1943, c. III, sy. 34, s. 12-14. “Eski Türklerde Arma”, Varlık, 1940, c. XI, sy. 172, s. 80-82. “Eski Türklerde Askerlik”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1288, s. 2. “Eski Türklerde Bayrak”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 33, s. 1. “Eski Türklerde Bayrak-I”, Çınaraltı, 1942, c. III, sy. 62, s. 4. “Eski Türklerde Bayrak-II”, Çınaraltı, 1942, c. III, sy. 64, s. 6. “Eski Türklerde Çocuk”, Millet, 1953, yıl: 1, sy. 141, s. 3. “Eski Türklerde Çuhacılık”, Çalışma, 1946, sy. 13, s. 68-69. “Eski Türklerde Harp Aletleri: Mızrak”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 30, s. 29. “Eski Türklerde Harp Aletleri: Miğfer”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 31, s. 4. “Eski Türklerde Harp Aletleri: Zırh”, Beden Terbiyesi ve Spor, 1941, sy. 32, s. 7. “Eski Türklerde Heykel”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1278, s. 2. “Eski Türklerde Heykel”, Millet, 1953, yıl: 1, sy. 120, s. 2. “Eski Türklerde Heykel”, Özleyiş, Bilim, Sanat Ülkü, 1946, c. I, sy. 1, s. 8-9. “Eski Türklerde İsim Verme Adeti”, Çınaraltı, 1942, c. III, sy. 57, s. 13 ve 15. “Eski Türklerde İsim Verme Adeti”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1326, s. 2. “Eski Türklerde İsim Verme”, Varlık, 1940, c. XI, sy. 169, s. 8-10. “Eski Türklerde İsmin Kutsiyeti”, Çınaraltı, 1942, c. III, sy. 60, s. 5. “Eski Türklerde Kartal Arması”, Türklük, 1939, c. II, sy. 7, s. 29-34. 64 Ahmet Cevat Emre’nin Eski Türk Yazısının Menşei adlı eseri hakkında.
818
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
“Eski Türklerde Kılıç”, Türk Spor Kurumu Dergisi, 1937, sy. 46, s. 20. “Eski Türklerde Kılıç”, Türk Spor Kurumu Dergisi, 1937, sy. 48, s. 15. “Eski Türklerde Kılıç”, Türk Spor Kurumu Dergisi, 1937, sy. 50, s. 12. “Eski Türklerde Kopuz ve Kopuzcular”, Kopuz, 1943, c. I, sy. 7, s. 148-149. “Eski Türklerde Müzik”, Müzik Görüşleri, 1953, c. IV, sy. 47, s. 4-6. “Eski Türklerde Müzik”, Müzik Görüşleri, 1953, c. IV, sy. 48, s. 2-3. “Eski Türklerde Para”, Banka, 1953, c. IV, sy. 15-16, s. 25-27. “Eski Türklerde Para”, Çığır, 1935, sy. 32, s. 26-27. “Eski Türklerde Para”, Karınca, 1982, c. XLIX, sy. 551, s. 37-39. “Eski Türklerde Para”, Varlık, 1940, c. XI, sy. 178, s. 227-228. “Eski Türklerde Resim”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1284, s. 2. “Eski Türklerde Tababet”, Dergah, 1338 [1922], c. II, sy. 23, s. 169-170. “Eski Türklerde Ticaret”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1262, s. 2. “Eski Türklerde Üzüm İçkileri”, Ziraat Dergisi, 1943, sy. 36, s. 18-23. “Eski Türklerde Yemin”, Varlık, 1940, c. XI, sy. 174, s. 135-137. “Eski Türklerde Yıldırım Harbi”, Çınaraltı, 1941, c. I, sy. 9, s. 5-6. “Eski Türklerin Suya İnsan Kurban Etmeleri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1244, s. 2. “Genç Osman”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1302, s, 2. “Göktürk Yazılı İki Kuman Eseri”, Kalem Aylık Sanat ve Edebiyat Mecmuası, 1938, sy. 1, s. 11-15. “Göktürklerin Bizansla Münasebeti-I”, Çınaraltı, 1943, c. III, sy. 75, s. 4-5 ve 15. “Göktürklerin Bizansla Münasebeti-II”, Çınaraltı, 1943, c. III, sy. 78, s. 10 ve 15. “Güreşimizin Tarihine Dair”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1264, s. 2. “Halk Adetleri ve İnanmalar”, Yeni Türk, 1939, c. VII, sy. 81, s. 382-384.65 “Hatay Ulusunun Tarihi ve Hatay Tarihinin Kaynakları”, Yücel Aylık ve Kültür Mecmuası, 1938, c. VII, sy. 37, s. 3-5. “Hatay Ulusunun Tarihine Dair”, Yücel Aylık Sanat ve Fikir Mecmuası, 1938, c. VI, sy. 36, s. 238-241. “Hiung-Nular-I”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 63, s. 83-86. “Hiung-Nular-II”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 64, s. 110-116. “Hiung-Nular-III”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 65, s. 165-168. “Hiung-Nular-IV”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 66, s. 208-211. “Hiung-Nular-V”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 67, s. 256-260. “Hiung-Nular-VI”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 68, s. 298-301. “Hiung-Nular-VII”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 69, s. 347-355. “Hiung-Nular-VIII”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 70, s. 399-404. “Hiung-Nular-IX”, Yeni Türk, 1938, c. VI, sy. 71, s. 460-465. “Hiung-Nular-X”, Yeni Türk, 1938, c. VII, sy. 73, s. 9-12. 65 Mehmet Halit Bayrı’nın Halk Adetleri ve İnanmalar isimli eseri hakkında
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
819
“Hiung-Nular-XI”, Yeni Türk, 1938, c. VII, sy. 74, s. 54-57. “Hunlar”, Fikir Hareketleri, 1939, c. XII, sy. 295, s. 137-139. “Hunlara Aid Bir Keşif”, Yücel Aylık Kültür Mecmuası, 1938, c. VIII, sy. 45, s. 153-154. “İskitlere Dair”, Çığır, 1934, sy. 25, s. 9-10. “İskitlere Dair”, Çığır, 1935, sy. 29-30, s. 5-6. “İsmin Kutsiyeti”, Türk Yurdu ,1954, sy. 2, s. 119-122. “İstanbul’da En Eski Türk Yazısıyla Yazılmış Bir Kitabe” Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1312, s. 2. “İsviçre’de Hun Türkleri”, Bozkurt [Yeni Bozkurt], 1939, sy. 1, s. 9-10. “İsviçre’de Hun Türkleri”, Bozkurt, 1955, yıl: 1, sy. 1, s. 9-10. “İsviçre’de Türkler”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1319, s. 2. “Kemçik-Cirgak Yazıtı”, Türklük, 1939, c. I, sy. 1, s. 29-33. “Kıbrıs Anlaşması”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1357, s. 2. “Kıbrıs Türkleri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1406, s. 2. “Kıbrıs’ta Türk Eserleri”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1353, s. 2. “Kitabeler Bilgisi”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 56, s. 1045-1049. “Kitab-ı Dede Korkut”, Türk Dili, 1952, c. II, sy. 15, s. 142-143. “Kitaplar Arasında: Türklerin Yenisey Kitabeleri”, Türk Yurdu ,1954, sy. 1, s. 84-86. “Kumanlarda Arma”, Türklük, 1939, sy. 2, s. 142-144. “Kunos Ignac”, Tanrıdağ, 1942, c. I, sy. 3, s. 7. “Kunun Geza”, Tanrıdağ, 1942, c. I, sy. 7, s. 11-12. “Kutadgubilig Hakkında”, Varlık, 1940, c. XI, sy. 177, s. 196-197. “Kuun Ge’za”, Tanrıdağ, 1942, c. I, sy. 7, s. 11-12. “Macaristan’da Türkler”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1663, s. 2. “Macarların Yurt Kurması ve Yerleşmesi”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 57, s. 1090-1091. “Macarların Yurt Kurması ve Yerleşmesi”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 59, s. 1190-1193. “Macarların Yurt Kurması ve Yerleşmesi”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 60, s. 1234-1238. “Mısır’da Saltanat Süren Bir Türk Kadını”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1479, s. 2. “Mısır’da Türk Valileri” Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1511, s. 2. “Milli Türk Efsaneleri: Zoya Tülek”, Türk Yurdu, 1954, sy. 4, s. 261-268. “Mordvinler”, Çığır, 1943, sy. 133, s. 181-182. “Mufassal Türk Tarihi”, Dergah, 1338 [1922], c. IV, sy. 38, s. 23-24.66 “Mufassal Türk Tarihi”, Yeni Mecmua, 1923, c. IV, sy. 85, s. 395-396.67 “Oğuzname”, Yeni Mecmua, 1923, c. IV, sy. 86, s. 415-416. “Oğuz Destanına Dair”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 30, s. 412-420. “Oğuz Han’ın İzindeyiz”, Oğuz, 1952, sy. 1, s. 4-5. “Oğuzlara Dair”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 26, s. 102-110. “Osmanlı Tarihinde Kadın”, Yeni Mecmua, 1923, c. IV, sy. 79, s. 268. 66 Şemsettin Günaltay’ın Mufassal Türk Tarihi adlı eseri hakkında. 67 Şemsettin Günaltay’ın adı geçen eseri hakkında.
820
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
“Osmanlılar Devrinde Mali İşlerimiz”, Banka, 1954, c. V, sy. 19-20, s. 37-38. “Osmanlılar Devrinde Mali İşlerimiz”, Banka, 1955, c. VI, sy. 21-22, s. 52-53. “Osmanlılar Devrinde Mali İşlerimiz”, Kooperatif Dünyası, 1984, c. XIV, sy. 159, s. 7-11. “Osmanlılar ve Kayıhan Kabilesi-I”, Dergah, 1338 [1922], c. III, sy. 34, s. 152-153. “Osmanlılar ve Kayıhan Kabilesi-II”, Dergah, 1338 [1922], c. III, sy. 35, s. 172-173. “Osmanlılar ve Kayıhan Kabilesi-III”, Dergah, 1338 [1922], c. IV, sy. 37, s. 498. “Osmanlılar Zamanında Serhad Boyları”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1281, s. 2. “Osmanlıların Aslına Dair”, Türklük, 1939, c. I, sy. 5, s. 345-357. “Paralar Bilgisi”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 51, s. 815-818. “Sümerlere Dair”, Ülkü, 1933, c. II, sy. 11, s. 386-393. “Şamanlar”, Kalem Aylık Sanat ve Edebiyat Mecmuası, 1938, sy. 4, s. 169-171. “Şamanlar”, Kalem Aylık Sanat ve Edebiyat Mecmuası, 1938, sy. 5, s. 198-201. “Tarhunların Tarihine Dair”, Bozkurt, 1940, yıl: 2, sy. 3, s. 80-81. “Tarih Vesikaları”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 33, s. 10-11.68 “Tarihte Türk Kadını”, Ana, 1938, c. I, sy. 10, s. 28-30. “Tarihte Türk Kadınlığı”, Dergah, 1338 [1922], c. II, sy. 22, s. 156-157. “Toharlara Dair”, Bozkurt [Yeni Bozkurt], 1939, sy. 2, s. 42-43. “Toharlara Dair”, Bozkurt [Yeni Bozkurt], 1940, sy. 3, s. 80-81. “Tuğ”, Dergah, 1338 [1922], c. II, sy. 21, s. 136-137. “Tuna Boylarında”, Yücel Aylık ve Kültür Mecmuası, 1940, c. XI, sy. 62, s. 81-83. “Türk Kelimesine Dair”, Dergah, 1337 [1921], c. I, sy. 7, s. 99-100. “Türk Kelimesinin Menşei”, Dergah, 1337 [1921], c. I, sy. 4, s. 59-60. “Türk Medeniyet Tarihi”, Millet, 1953, yıl: 1, sy. 106, s. 2.69 “Türk Medeniyet Tarihi”, Millet, 1954, yıl: 1, sy. 3, s. 2-3. “Türk Medeniyet Tarihinde Matbaa”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1334, s. 2. “Türk Medeniyeti Tarihine Ait Bir Eser”, Ülkü, 1946, c. X, sy. 119, s. 7-8.70 “Türk Medeniyeti Tarihine Ait Mühim Bir Keşif”, Ülkü, 1935, c. V, sy. 25, s. 24-31. “Türk Medeniyetine Ait Eserler”, Hürses, 1954, yıl: 4, sy. 1362, s. 2. “Türk Medeniyetinin Keşfine Doğru”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 10, s. 2. “Türk Medeniyetinin Keşfine Doğru”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 88, s. 2. “Türk Rodos”, Hürses, 1955, yıl: 5, sy. 1559, s. 2 ve 4.71 “Türk Sözünün Aslı Neye Dayanıyor?”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 75, s. 3. “Türk Sözünün Aslı”, Fikir Hareketleri, 1940, c. XIV, sy. 357, s. 297-299. “Türk Sözünün Aslına Dair”, Türk Yurdu, 1954, sy. 1, s. 21-24. “Türk Tarihinde Kadın Hükümdarlar”, Millet, 1952, yıl: 1, sy. 77, s. 3. “Türk Tarihinde Kahramanlık”, Bozkurt, 1940, yıl: 2, sy. 5, s. 123-124. 68 Tarih Vesikaları dergisi hakkında. 69 Günün makalesi. 70 Appelgren-Kivalo’nun Alt-Altaische Kunstdenkmaler adlı eseri hakkında. 71 Rodos’taki Türk eserleri hakkında.
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikül leri
821
“Türk Tarihinde Kitabeler”, Çığır, 1937, sy. 46, s. 79-80. “Türk Tarihinin Ermeni ve Macar Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 51, s. 158-159. “Türk Tarihinin Ulusal Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 52, s. 4. “Türk Tarihinin Ulusal Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 53, s. 21-23. “Türk Tarihinin Yazılı Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 47, s. 97-98. “Türk Tarihinin Yazılı Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 48, s. 117. “Türk Tarihinin Yazılı Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 49, s. 127-128. “Türk Tarihinin Yazılı Kaynakları”, Çığır, 1937, sy. 50, s. 146-147. “Türkiye Tarihi–Aksüs” Ülkü , 1936, c. VII, sy. 40, s. 313-316.72 “Ulug-Turan Yazıtı”, Türklük, 1939, c. I, sy. 2, s. 224-226. “Uygur Türklerinde Senet İle Alış Veriş”, Banka, 1954, c. V, sy. 17-18, s. 33-39. “Uyug-Turan Yazıtı”, Türklük, 1939, sy. 3, s. 224-226. “Vesikalar”, Yeni Türk, 1937, c. V, sy. 55, s. 1017-1020. “XVI. Yüzyılda Sınır Boyu Ticaret Çalışmalarımız”, Çalışma, 1946, sy. 3, s. 89-91. “Yahşi Fakih ve Eseri”, Dergah, 1337 [1921], c. I, sy. 7, s. 106. “Yenisey Yazıtları Dair”, Kopuz, 1939, c. I, sy. 3, s. 88-89. “Yenisey Yazıtları”, Türklük, 1939, c. I, sy. 6, s. 438-446. “Yeryüzünde Türkler, Kırım Türkleri” , Tanrıdağ, 1950, sy. 2, s. 2. “Yolıg Tegin”, Çınaraltı, 1942, c. II, sy. 41, s. 9.
Kaynakça Arsal, Sadri Maksudi; “Eski Türklerin Hususi Hukuku”, Türkler, Ankara, 2002, c. III. Arsal, Sadri Maksudi; Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul, 1947. Babakurban, Ziyaeddin; Sevenlerin Kalemiyle Hüseyin Namık Orkun, İstanbul, 1962. Ergin, Muharrem; Orhun Âbideleri, İstanbul, 2002. Koca, Salim; “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilat”, Genel Türk Tarihi, Ankara, 2002 c. II. Orkun, Hüseyin Namık; “Yenisey Yazıtları”, Türklük, 1939, c. I, sy. 6. Orkun, Hüseyin Namık; Eski Türk Yazıtları, Ankara, 1938. Orkun, Hüseyin Namık; Türk Tarihi, Ankara, 1946. Sançar, Necdet; “Hüseyin Namık Orkun’un Kitapları, Makaleleri ve Hakkında Yazılanlar”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, Ankara, 1957, c. VI, sy. 1-2. Taşağıl, Ahmet; “Göktürkler”, Türkler, c. II. Tevetoğlu, Fethi; “Ocağımızın Değerli Evlatlarından Prof. Dr. Hüseyin Namık Orkun”, Türk Yurdu, Ankara, 1987, c. VIII, sy. 7. Thomsen, Wilhelm; “Moğolistan’daki Eski Türkçe Kitabeler”, Türkler, Ankara, 2002, c. III. Türk Ansiklopedisi, c. XXVI, Ankara, 1977.
72 Mükrimin Halil Yinanç’ın Türkiye Tarihi adlı eseri hakkında.
822
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Okur Gümrükçüo¤lu
Hüseyin Nam›k Orkun and his Fasikül’s Importance for the History of Law Saliha OKUR GÜMRÜKÇÜO⁄LU Abstract This study focuses on Hüseyin Namık Orkun’s books and articles on the Turkish History of Law. His four-volume Eski Türk Yazıtları (Ancient Turkic Inscriptions) contains the transcriptions and translations of the early writings of the Turks, hence, its special significance. This work concentrates upon the Orhun Stones, the most important inscriptions among the aforementioned writings. Also it tries to shed light on both the social structures and the legal lives of the ancient Turks. Keywords: Legal Lives, History of Law, Orhun Stones, Social Lives, Ancient Turkıc Inscriptions
Hukuk Tarihi Aç›s›ndan Hüseyin Nam›k Orkun ve Fasikülleri Saliha OKUR GÜMRÜKÇÜO⁄LU Özet Bu çalışmada Hüseyin Namık Orkun’un Türk Hukuk Tarihi ile ilgili eser ve makalelerine yer verilmiştir. Yazarın özellikle Eski Türk Yazıtları adlı dört ciltlik eseri Türklerin tarihteki ilk yazılı belgelerinin transkripsiyon ve tercümelerini içermesi bakımından ayrı bir önemi haizdir. Çalışmada söz konusu yazıtlardan en önemlisi olan Orhun Âbideleri incelenilerek Eski Türklerin gerek sosyal yapıları, gerekse hukuki hayatları gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır. Anahtar kelime: Hukuk Tarihi, Orhun Abideleri, Eski Türk Yazıtları, Sosyal Hayat, Hukuki Hayat.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
823
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 823-828
‹stanbul Vak›flar› Tahrîr Defteri, 1009/1600 Târîhli, ‹stanbul’un 550. Fetih Y›l› ‹çin, Haz. Doç. Dr. Mehmet Canatar, ‹stanbul Fetih Cemiyeti, 2004, LXXVI+ 824 sayfa. Mehmet ‹Pfi‹RL‹* Değerlendirme kısmı: İçindekiler (s. v), Önsöz (s. vii-viii), Kısaltmalar (s. ix), Giriş (s. xi-xxxi), Kadınlar Tarafından Kurulan Vakıfların Listesi (s. xxxiii-xl), 1009 [1600] Tarihli Tahrir Defteri’ne Ait İstatistik Bilgileri ve 953 [1546] Tahriri İle Mukayesesi (s. xlixlvii), Bibliyografya (s. xlviii), Metnin İçindekiler (s. xlix-lxxvi); Metin Kısmı: Metin (s. 1-721), İndeks (s. 723-824). Vakıf müessesesi, esas itibariyle İslam devletlerinin müşterek kurumu olmakla birlikte, tarihi seyrine bakıldığında Selçuklular zamanında çeşitli yönleriyle sağlam bir zemine oturduğu, Osmanlılar zamanında ise hukukî-içtimaî, malî-idarî ve mimarî özellikleri ile mükemmel hale gelip en güzel örneklerini verdiği müşahede edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Rumeli, Anadolu ve Arabistan coğrafyalarında köylere kadar birçok alanda varlığını gösteren bu müessesenin, özü ve esası bakımından bir sivil toplum kuruluşu olmakla birlikte, böylesine gelişmesinde Osmanlı’nın bir devlet politikası olarak sağladığı teşvikin çok önemli rol oynadığı görülür. Osmanlı’da bu çok yönlü bir teşviktir. Bir taraftan devlet hukukî mevzuatta, bürokratik muamelerde vakıf kurmayı kolaylaşırırken, diğer taraftan da başta bizzat padişahın kendisi olmak üzere hanedanın diğer üyeleri, saray ve hükümet mensupları adeta birbiriyle yarış edercesine kurdukları vakıflar ile bu teşvikin mükemmel örneklerini vermişlerdir. Vakıf kurumunun tür, mimarî, hacim ve malî kaynak bakımlarından en mükemmel örnekleri İstanbul’da ortaya konulmuştur. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri bu konuda mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. Burada özellikle çok geniş katılımla kadınların kurmuş oldukları vakıflar dikkati çekmektedir. Vakıflarla ilgili en önemli husus şüphesiz devlet tarafından büyük gayretlerle yaptırılmış olan vakıf tahrirlerinin, vakfiyelerin ve yıllık vakıf muhasebe kayıtlarının bilimsel usullerle yayımlanması ve bunların yorumlanmasıdır. Bu tür kaynakların daha 1930’lı yıllarda önemine ilk dikkati çeken ve kitap ve özellikle uzun makaleler halinde 1950’li yıllarda Fatih, Süleymaniye, Eyüp gibi külliyelerin muhasebe defterlerini bir ekip çalışmasıyla yayımlayan merhum Ömer Lütfi Barkan olmuştur. Daha sonra araştırmacılar tarafından bu türden incelemeler yayımlanmıştır. * Prof. Dr., Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü.
824
TAL‹D, 3(5), 2005, M. ‹pflirli
İstanbul Vakıfları tahrir defterleri üzerine ilk kapsamlı çalışma ve yayın Prof. Ö. L. Barkan ve merhum Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yapılan İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Târîhli (İstanbul, 1970) adlı çalışmadır. Fetihten 1546 yılına kadar yaklaşık bir asır içerisinde İstanbul’da tesis edilen 2500 civarındaki vakıfın tahrir defteri olan bu yayının başına giriş olarak çok mükemmel tahliller ve yorumlar eklenmiş, bu öncü çalışma daha sonra yüzlerce araştırmacı tarafından referans olarak kullanılmış, buradaki bilgilerden istifade ile makaleler yazılmıştır. Dr. Mehmet Canatar’ın yayımlamış olduğu İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, 1009/1600’da yapılan İstanbul vakıflarına ait üçüncü tahrir defteri olup Defter-i Evkâf-ı İstanbul, I-II adıyla, Ankara’da Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, nr. 543-542’de kayıtlı bulunmaktadır. Siyakat yazısı ve rakamlarıyla yazılmış, 14x41 cm. ebadında iki cilt halindeki eserin orijinalinde birinci cild 543, ikinci cild 542 olarak numaralandırılmıştır. Hicri 1009/Miladi 1600 yılına değin İstanbul kadılığı hudutları dahilindeki İstanbul vakıflarını ortaya koymakta olan bu tahrir defteri, yalnız geçmişe değil aynı zamanda geleceğe de ışık tutan bir kaynak durumunda olup, pek çok kültürel ve tarihî konuya kaynaklık teşkil edecek özelliktedir. Eserde, metnin kusurlarının en aza indirmek için birkaç kez gözden geçirildiği ve farklılıkların önüne geçilmeye çalışıldığı vurgulanmakta, mümkün olduğunca sağlam bir metnin ortaya konulması ve erişiminin sağlanması bu çalışmanın başlıca hedefi olarak gösterilmektedir. Eser neşre hazırlanırken, metinde yer alan nahiye, mahalle ve vakıf adları ayrı ayrı numaralandırılmış, varak numaraları köşeli parantez içerisinde metinde gösterilmiş, metnin sonunda eserin kolayca istifade edilebilir olması için, önceki neşirden farklı olarak ayrıntılı bir karma indeks eklenmiştir. “Giriş”te vakıf tahrir defterine ait genel bilgiler, defterin tarihi, önceki tahrir defterleri hakkındaki değerlendirmeler, ilk tahrir defterine nazaran nakid vakıflarının son iki tahrirde yer almaması, Defterin dil ve imla hususiyetleri, mahallelerin durumu, indeksle ilgili notlar, tahriri yapan müfettişin kimliği ve şahsiyeti üzerine notlar, “Mevlana Hoca Ataullah Efendi (ö. 979)”, “Hoca Ataullah-zâde Mevlana Şemseddin Efendi (ö. 1011)”, “Şemseddin Efendi’nin Şahsiyeti” ve “Şemseddin Efendi’nin Oğlu” başlıkları altında değerlendirmeler yapılmıştır. Burada defterin muhteva özelliklerine işaret edilip, tahriri yapan müfettiş ile ilgili bilgi kayıtları da kaynaklardan tespit olunarak verilmiş, eserde ayrıca, vakıf numaraları esas alınarak kadınlar tarafından kurulan vakıfların listesi ile 1009/1600 tarihli Tahrîr Defteri’ne ait istatistikî bilgiler, “953/1546 tahrîri ile mukayesesi” başlığı altında itinayla hazırlanmış ayrıntılı bir tablo bulunmaktadır. Yayımlanmış olan Tahrir Defteri, 29 varağı fihrist olmak üzere 591 varaktan oluşmaktadır. Bu defterde, daha sonra tahrir yapılmayıp son tahrir olması dolayısıyla sonraki yüzyıllar içerisinde yer yer bazısı vakıf hülasası, bazısı vakfiye sureti olmak üzere muamele görmüş ve bunlar ilgili yerlere işlenmiştir. Ancak, çalışmanın hedefi tahrir dönemi sonuna değin düzenlenmiş olan ve defterin esasını teşkil eden kısım olduğundan sonradan yapılan ilavelerin hazırlanan metin içerisine alınmadığı ifade edilmektedir. Bu neviden olup “visâle/vassâle” denilen ilaveler, benzeri tahrir defterlerinde rastlanıldığı üzere büyük bir yekün teşkil etmemektedir. Bilindiği üzere bu tip kayıtlar esasen, o tahrirden başka tahrir yapılmamış olduğundan, son tahrir defterinde
‹stanbul Vak›flar› Tahrîr Defteri, 1009/1600 Târîhli, ‹stanbul’un 550. Fetih Y›l› ‹çin
825
ilgili yere o kayıtla ilgili olarak zaman içerisindeki değişiklikleri ortaya koyan nişancı veya reisülküttâb tarafından imzalanmış belgelerin suretleridir. Daha sonraki dönemlerde bu nevi muamele görmüş defterler ayrıca değer taşımaktadır. Bu tür kayıtlar, bir canlı vücud gibi olan vakıfların karşılaştıkları muamelelerin, bir bakıma hayat hikayelerini vermesi bakımınından ayrıca Osmanlı bürokrasisini tanımaya yardımcı olacağından bu defterle birlikte yayımlanması şüphesiz çok faydalı olurdu. Tahrir defterinde yapılan numaralandırmalara göre bu tahririn 13 nâhiyede yer alan 226 mahallede teşkil edilen 3265 vakıftan müteşekkil olduğu görülmektedir. Nahiyelerin sonunda Evkaf-ı Müteferrika adıyla anılan vakıfların ise ayrı bir nahiye gibi düzenlendiği belirtilmetedir. Defterdeki vakıf listesi (s. xlix-lxxvi), yayımlanan defterdeki orijinal sırasına göre, nahiye, mahalle ve vakıf adları numaralandırılarak verilmiş, hangi mahallelerde hangi vakfın hangi numaralar arasında kaç tane olduğu belli olacak biçimde gösterilmiş, ayrıca bu vakıf ve mahallelerle ilgili ilave not var ise ok işareti ile “Hâric ez-Defter” veya “Müseccel” veya “Cedîddir” şeklinde işaret olunmuştur. Orijinalinde “Haric ez-Defter” olarak nitelendirilmiş vakıfların numaraları girişteki değerlendirmede ayrıca gösterilmemiştir. Metinde geçen tarihler, metindeki orijinal haliyle yazı ve rakam olarak kaydedilmiştir. Arapça olarak yazıyla belirtilen tarihlerin akabinde parantez içinde rakam ile tarih belirtilmiştir. Hazırlanan defterde esas olan münferiden tesis edilmiş vakıflar olmakla birlikte, iki kişi tarafından ortaklaşa tesis edilmiş vakıfların sayısının 56’yı bulduğu ifade olunmuştur. İkili vakıfların çoğunluğunu, erkeğin ismi önde gelmek üzere eşlerin oluşturduğu, iki erkek veya iki kız kardeş, biri erkek diğeri kız iki kardeş, iki erkek veya iki kadın veyahut baba oğul tarafından ortaklaşa kurulmuş vakıflar görülebilmektedir. Üç kişi tarafından tesis edilmiş iki vakıf bulunmakta, bir vakıf ise biri kadın üçü erkek dört kişi tarafından teşkil edilmiştir. Bunların yanında, eserde toplu avarız vakıfları da görülmekte; bunlardan bazısı vâkıfların ismi belirtilmeden “Vakf-ı” başlığı atılarak kimlerin hangi mahalle avarızı için ne kadar verdiklerini ve toplamının ne olduğunu da gösterir biçimdedir. Toplu avarız vakıfları, ya başlık atılmaksızın “berây-ı ‘avârız” denildikten sonra kimlerin ne kadar vakfettiklerini gösteren bir düzenleme içerisinde ya da “Vakf-ı Ashâb-ı hayrât” başlığı altında kimlerin ne kadar verdiğini değil de toplamın ne olduğunu belirten bir şekilde bulunmaktadır. Kadınlar tarafından kurulan vakıflara bakıldığında, defterde yer alan 3265 vakıftan, 1330’unun kadınlar tarafından tesis edildiği, bunun nisbet olarak % 40,73’e tekabül ettiği görülmektedir. Bunlara erkeklerin birinci isim olduğu 35 müştereken kurulan vakıf da ilave edilirse nisbet % 41,80’e yükselmektedir. Bu, gerçekten üzerinde durulması ve içtimaî, iktisadî ve dinî açıdan tahlil edilmesi gereken bir durumdur. Nitekim Gabriel Baer, Barkan-Ayverdi neşrini kadınların kurduğu vakıflar açısından değerlendirmekte ve Osmanlı Devleti’nde kadının ekonomik açıdan ne derece etkili olduğu ve topluma katkıda bulunduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca kadınların adını taşıyan mahallelerin de mevcudiyetini sürdürdüğü görülmektedir. 953/1546 tarihli tahrirde olan vakıfların çoğunun aynen devam etmeyip büyük ölçüde ilave veya eksilmeler olduğu halde yeni tahrirde yer aldıkları ve son gelişmelerin
826
TAL‹D, 3(5), 2005, M. ‹pflirli
de ilavesiyle izaha kavuşturuldukları görülmektedir. Dolayısıyla önceki neşirde yer alan vakıfların yeni tahrirde değişiklikler ve ilaveler içeren yepyeni bir yapıya büründükleri, kiminin sadece ismen devam edip vakfedilen akarın, şartları ve mevcut durumları itibarıyla büyük farklılıklar göstererek devam ettiği görülmektedir. Bu açıdan özellikle önceki tahrir neşrine göre var olduğu belirtilen kayıtlardaki farklılıklar, bu vakıfların son durumlarını da içerdikleri için daha bir önem kazanmaktadır. Metinde okunuşu hususunda tereddüt edilen kelimelerin sonuna soru işareti konulmuş, okunamayan kelimeler üç nokta ve soru işareti ile, metnin aslında olan boşluklar ise parantez içerisinde boşluk halinde belirtilmiştir. Yayınlanan tahrir defterinde karşılaşılan eksiklerin 953/1546 tarihli tahrir neşrinden ikmal edildiği belirtilmektedir. Önceki tahrirlerden beri süregelen vâkıfın adı gibi bazı yanlış kayıtların bu tahrirde orijinal kayıt içerisinde düzeltilmiş oldukları görülmektedir. 1009/1600 tarihli 1621 numarada bulunan vakfın, tahrir defterinin en son tarihli vakfı olduğundan hareketle defterin 1004-1009 tarihleri arasındaki beş yıllık bir zaman zarfında hazırlanmış olduğu, dolayısıyla bu defterin “1009/1600” şeklinde tarihlendiği tespiti yapılmıştır. 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde 1 nolu cedvelde 845 adet nakid vakfı görülmekte, daha sonraki tarihlerde yapılan tahrirlerde de nakid vakıflarının son derece azaldığı görülmekte idi. 953/1546 tahririnden sonra düzenlenmiş olan son iki tahrirde nakid vakıflarının sebep ve tahlilleri ne olursa olsun, erimeye uğradığı gibi bir netice çıkmaktadır. Bu eserdeki bir ifadeden [453 numaralı vakıf], akar içermeyen müstakil nakid vakıflarının tahrir edilmemesi gibi bilinçli ve devlet politikasını ifade eden bir uygulama ile karşı karşıya olunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, gerek bu tahrir defterinde, gerekse bundan önceki tahrir olan ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda İstanbul’a ait Tapu Tahrir Defterleri arasında 670 numarada bulunan tahrir defterinde; nakid vakıflarındaki azalmanın temel nedeninin, tahririn asıl amacında aranması gerektiği, bu münasebetle tahrirdeki hedefin nakid vakıfları değil akar cinsinden olan vakıflar olduğu, bu yüzden nakid vakıflarının her iki tahrir defterine mümkün olduğunca alınmamaya çalışıldığı ve bununla birlikte istisnaî olarak yazılmış olanların da bulunduğu anlaşılmaktadır İstanbul kadılığı bünyesinde yani sur dışı vakıfları hariç tutacak biçimde yapılan İstanbul evkafı tahriri nasıl bir sınırlandırmaya tâbi tutulmuş ise, son iki tahrirde de nakid vakıfları hariç tutan bir başka sınırlandırma olduğu muhakkaktır. Bunda ve bundan önceki tahrîrde nakid vakıfların hemen hemen yok derecesinde olması ise hatta 953/1543 tahririnde bir mahallede ve hepsi de nakid olan vakıfların tamamının 1009/1600 tahririnde bulunmayıp onların yerinde akar vakıflarının oluşması, belirtilen durumun bir sonucu olarak yorumlanmaktadır. (Önceki tahrir neşrinde 82. ve 84. numarada, bu tahrirde ise 84. ve 86. numarada yer alan Hacı İvaz Mescidi mahallesi ve Saru Nasuh Mescidi mahallesinde olan vakıflar, tamamı nakid olduğu için bütünüyle ortadan kalkmış görülmektedir.) Bu durumu destekleyen bir ifade, yine yayımlanan tahrir defterinde [2022 numaralı vakıf] tespit olunmaktadır. Burada, “Halen bu hakîr mahrûse-i mezbûrenün akâra müte‘allık olan evkâfı teftîş olundukda (…) Defter-i Hâkânîye kayd idün didükde
‹stanbul Vak›flar› Tahrîr Defteri, 1009/1600 Târîhli, ‹stanbul’un 550. Fetih Y›l› ‹çin
827
vech-i meşrûh üzere tahrîr olundı” ibaresi içerisindeki ifadeden İstanbul Kadılığı dahilindeki evkafın teftişinde yalnızca “Evkâfa müte‘allık olan evkâf”ın tahrir edilmesi de ortaya konmuş olmaktadır. Şart-ı vâkıfda “vakfa enfa‘ akâr bulunursa enfa‘ ve münâsib ‘akâra tebdîl oluna”, “meblağ-ı merkûm revâc yerlerde ‘akâr bulunursa ‘akâra tebdîl olunup”, “vâkıf ‘akâra tebdîl oluna didüği eclden meblağ-ı mezbûr ile on hücre binâ idüp” ibarelerinin bir şart olarak ortaya konması veya “eğer meblağ-ı merkûm münâsib ve enfa‘ akâra tebdîl olunur ise” gibi bir eğilimin de, nakid vakıflarının azalmasında sebep olarak gösterilebileceğine dair örnekler verilmektedir. Eserde, bazı akar vakıflarının tahrirde niçin yer almadıklarına anlam verilemediği belirtilerek, örnek olarak önceki tahrir neşrinde 132 numarada yer alan Abdülkerim Çelebi bin Abdullah Paşa vakfı bünyesinde bulunan yalnız akarların değil aynı zamanda 200 ciltten oluşan oldukça geniş bir kütüphanenin de yer almadığı vurgulanmaktadır. “Nakid vakıflarında ‘Nakdiyye’ ibaresinin karşısında ‘zayi‘ şüd’ ibarelerine rastlanması, nakid vakıflarının azalmasında mütevellilerin ihmal ve suistimalleri sebebiyle nakid paraların ziyaı da rol oynamış olmalıdır” tespitine “mütevellîler ekl ve bel‘ idüp bu mikdâr kalmış”, “nukûdun aslı tefahhus olundukda sâbıkan mütevellî olan Yahyâ elinde zayi‘ olup” ibareleriyle örnekler de verilmektedir. Defterde bazı vakıfların emr-i padişahi ile bey‘ olunması ya da Ayasofya etrafında düzenlemeler yapılırken birtakım vakıf akarların yıktırılması yoluna gidilmesi örneklerinde görüldüğü üzere kimi uygulamaların da akar vakıflarının yok olmasında rol oynamış olduğu dikkate sunulmaktadır. Defterin dil ve imlâ hususiyetleri üzerinde de değerlendirmeler yapılmış olup, metinde tamamen ya da baş kısmı hariç olmak üzere Arapça olarak düzenlenmiş olan vakfiyeler [947, 1827 numaralı vakıflar] olduğu gibi Arapça vakfiyelerin kısmen Arapça özeti, kısmen de Türkçe’ye çevirilmiş halinden oluşan karma şekilde düzenlenmiş kayıtların da [1402 numaralı vakıf] bulunduğu vurgulanmaktadır. 953/1546 tarihli tahrir defterinde yer alan mahalleler ile 1009/1600 tarihli tahrir defterinde yer alan mahalleler de mukayeseli şekilde değişiklikleriyle birlikte mukayese olunmaktadır. Yeni teşkil olunan mahalleler tespit olunmakta, daha önce bir mahalle iken büyüklüğü nedeniyle ikiye bölünmüş olan mahalleler kaydedilmekte ya da bilakis iki mahalle olarak görülen yerin tek bir mahalle olarak teşkil olunduğu, daha önce mevcud iken bu tahrirde ortadan kalkmış olan mahalle tespit olunmaktadır. Önceki tahrir neşrinde müstakil bir mahalle olarak görülen bazı mahallelerin bu tahrir döneminde ikili hatta üçlü adlarla anılabildiği veya birleştirilebildiği görülmektedir. 953/1546 tahririnde Camcı Kara Ali Mescidi mahallesi olarak kayıtlı iken, 1009/1600 tarihli tahrirde bu isme “ma‘a Mahalle-i Kalenderhâne” ibaresiyle bir mahalle eklenerek kaydedilmekte, keza Hâce Teberrük Mescidi mahallesi “ma‘a mahalle-i Voynuk Şücâ‘” denilmek suretiyle iki adla anılmaktadır. Defterde yer alan mahallelerden bazılarının fevkalade şekilde vakıf sayısı açısından gelişme gösterdiği tespit olunmaktadır. Önceki tahrir neşrinde 11 vakıflı Kürkcübaşı mahallesinin 51’e bâliğ olduğu yani yaklaşık beş katı arttığı anlaşılmaktadır.
828
TAL‹D, 3(5), 2005, M. ‹pflirli
Keza, önceden 3 vakıflı bir mahalle olan Sancakdâr Hayreddin mahallesinde bu rakam 23’e baliğ olmuştur ki yaklaşık sekiz kat artmıştır. Mahallelerin bazılarında bu fevkalade gelişme gözlemlenirken, bazı vakıflar için de aynı durumun söz konusu olduğu vurgulanmakta, buna örnek olarak 2941 numarada yer alan Seyyid Ömer Camii vakfı asl-ı vakfta sıralanan unsurlar açısından öncekiyle kıyaslanamayacak ölçüde değişim ve gelişim göstermiş, mevcut akarın yarısı devam etmekle birlikte en az üç katına erişmiştir. İstanbul’da 226 mahallede tesis edilen toplam 3265 vakıf kaydını ihtiva eden bu kaynak eserin yayımlanması genel olarak Osmanlı vakıf çalışmalarına özellikle de İstanbul vakıfları üzerine yapılacak araştırmalara çok önemli bir katkı sağlamıştır. Bilimsel usullerle ve oldukça şumullü karma analitik indeks ile yayımlanmış olan bu abidevî İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri’nden istifade ile bundan sonra bir çok değerlendirmenin yapılacağı, makalelerin yazılacağı ve müracaat eseri olarak kullanılacağı şüphesizdir. Dr. Canatar ve eserin yayımlanması için büyük fedakarlık gösteren İstanbul Fetih Cemiyeti, kültürümüze muhalled bir eser kazandırmıştır.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
829
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 829-834
1858 Toprak Reformunun Ba¤dat’ta Uygulan›fl›
Keiko Kiyotaki, Ottoman Land Policies in the Province of Baghdad, 1831-1881, Doktora Tezi, University of Wisconsin-Madison, 1997. Ebubekir CEYLAN*
Tanzimat Dönemi reformlarının en önemlilerinden birisi, şüphesiz, 1858 yılında çıkarılmış olan arazi kanunnamesiyle uygulanmaya çalışılan toprak reformudur. Toprak reformunun Osmanlı Devleti’nde özel mülkiyete kapı araladığı iddia edilmiş ve bir çok akademisyen tarafından çeşitli yönleriyle tartışılmıştır. Kanunnamenin özel mülkiyete yol açıp açmadığına ilişkin tartışmaları şimdilik bir tarafa bırakırsak, kanunun nerelerde ve nasıl uygulandığına ilişkin çalışmaların çok az olduğunu belirtmek gerekir. Hatta bu nedenledir ki, toprak reformunun hiç uygulanmadığı bile iddia edilmiştir. Keiko Kiyotaki’nin, kanunnamenin uygulandığı bir sahayı tez konusu olarak seçmesi bu bağlamda önem taşımaktadır. Wisconsin (Madison) Üniversitesi’nde 1997 yılında tamamlanmış olan bu doktora tezinin ana teması, 1858 yılında kanunlaştırılan toprak reformunun Bağdat vilayetinde uygulanmasıdır. Prof. Kemal Karpat’ın danışmanlığında hazırlanan tez, giriş bölümüne ilaveten 5 bölümden oluşmaktadır. Tezin sonunda da bu 5 bölümün özetlendiği bir sonuç kısmı bulunmaktadır. Ayrıca zengin sayılabilecek bir kaynakça bölümünden hemen önce, yabancı okuyucular ve Osmanlı tarihi literatürüne hakim olmayanlar için önemli kolaylıklar sağlayabilecek nitelikte olan yaklaşık on sayfalık bir sözlük eklenmiş. Türkiye’de yapılan tez çalışmaları için böyle bir sözlük oluşturma gereksiz gibi görünse de, tezin yurtdışında hazırlandığı ve İngilizce yazıldığı göz önüne alındığında, bu kısmın gereksiz olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Tezin giriş kısmında, bu konunun seçilme nedenleri, konunun ele alınış biçimi ve tezin sınırları açıklanmaktadır. Osmanlı taşrasının/vilayetlerinin daha ziyade Avrupa devletleriyle olan ilişkileri bağlamında çalışıldığını iddia eden Kiyotaki, toprak politikası bağlamında Osmanlı Devleti’nde merkez politikalarının taşra üzerindeki etkilerine değinmek istemiş. 1989 yılında bir ödev olarak hazırlanan konu daha sonra genişleterek doktora tezine dönüştürülmüştür. Konu hakkında doyurucu çalışma olmaması da konuyu yazar için cazip kılmıştır. Yazar, 1858 Osmanlı toprak reformunu neden * Fatih Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi.
830
TAL‹D, 3(5), 2005, E. Ceylan
seçtiğini açıklamakla beraber, reformun uygulandığı coğrafya olarak neden Bağdat’ı seçtiğini net olarak ifade etmemektedir. Tezin coğrafya açısından olduğu gibi zaman açısından da sınırları belirlidir; 18311881 arası inceleme konusu edinmiş. 1831 yılının Bağdat açısından önemi, 80 yıldan fazla bir süre Bağdat’ta hüküm süren Kölemen yönetiminin sona erip yeniden Osmanlı merkezî yönetiminin tesis edildiği yıl olmasıdır. Tezin 1831 yılından başlaması, aynı zamanda, 1858 toprak reformunun arka planının anlaşılması, toprak sistemindeki tedricî değişikliklerinin görülmesi açısından da önemlidir. 1881’in önemi ise toprak reformunun Bağdat’ta uygulanması bakımından önemli bir dönüm noktası olmasıdır: 1881’de II. Abdülhamit’in, Irak’taki tapu satışını kendi irade-i seniyyesine bağlaması, diğer bir deyişle, tapu satışındaki inisiyatifi Bağdat vilayetinden alması ve sonuç olarak bölgedeki tapu satışlarının önemli ölçüde sınırlanmasıdır. Halen London School of Economics’te misafir öğretim öğretim üyesi olarak görev yapan Keiko Kiyotaki, çalışmasını iki önemli arşiv kaynağına dayandırmaktadır. Bunlardan birincisi -ve diğerine göre daha önemli olanı- Osmanlı arşiv kaynakları, diğeri ise İngiliz arşivindeki konsolosluk raporlarıdır. Kiyotaki, tezinin iskeletini Başbakanlık Osmanlı arşivinden elde ettiği belgelerle oluşturmuştur. Osmanlı arşiv kaynaklarının önemli ölçüde İngiliz konsolos raporlarıyla desteklendiğini görmekteyiz. Bu arşiv kaynaklarına ilaveten, yazarın, toprak kanunlarına ilişkin kavânîn ve nizâmât, risâle, lâyiha ve kanunname şerhleri gibi resmi hukuk metinleri de teze ayrı bir önem kazandırmıştır. Yakın zamana kadar 1858 arazi kanunnamesi hakkında araştırma yapanların önemli bir kısmı, bu kaynakları kullanmadan meseleyi ancak yüzeysel olarak inceleyebilmişlerdir. Son olarak, yerli ve yabancı seyyahların yazdığı seyahatname türü eserlerin de bu tezde kullanıldığını görmekteyiz. Henüz kitap olarak basılmadığı için, tezin içeriğinin nispeten biraz detaylı aktarılması yerinde olacaktır. Tezin birinci bölümünde Tanzimat dönemi Osmanlı toprak politikası özetlenmektedir. Bu bölümde, ilerideki bölümlere giriş mahiyetinde olmak üzere, Osmanlı Devleti’ndeki toprak türleri, rakabe ve tasarruf arasındaki fark ve köylü tarafından toprağın nasıl kullanıldığı izah edilmektedir. 1858 arazi kanunnamesi aslında yeni oluşturulmuş bir kanun olmayıp, 1858 öncesinde çıkarılmış olan düzenlemelerin bir araya getirilmesi ve uygulamadaki bazı problemlerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir kanunlaştırma hareketidir. Yazar, 1812-1830 yılları arasında ayanların kontrolünde bulunan mîrî arazilerin yeniden devlet kontrolüne alınmasıyla başlayan süreçte, mîrî arazi tasarruf [toprağı işleme] hakkının tedrici olarak genişlediğini ve fiili olarak da yarı-mülkiyete dönüştüğünü ileri sürmektedir. XIX. yüzyılın ilk çeyreğindeki iç karışıklıklar, dış güçlerle yapılan savaşlar, doğal felaketler ve tımar sisteminin kaldırılıp iltizam sisteminin uygulanması gibi nedenlerden dolayı toprağı işleyemeyip terk eden köylü sayısında artış olmuştu. Mîrî arazi üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etmeye çalışan merkezî hükümet, Tanzimat’ın ilanını müteakip gerekli yasal düzenlemelerle atıl durumda olan arazilerin el değiştirmesini kontrol altına almış ve böylece mîrî arazinin, temlik, vakıf arazi ya da başka yollarla özel şahısların eline geçmesini engellemişti. Birinci bölümün bir diğer özelliği de, 1858 arazi kanunnamesine yol açan sürece dair olmasıdır. Tanzimat sonrası dönemde atıl arazilerin tasarruf hakkının el değiştir-
1858 Toprak Reformunun Ba¤dat’ta Uygulan›fl›
831
mesini kontrol edebilmek ve arazi muamelelerinden gelir elde edebilmek için 1847 yılında tapu kanunu çıkarıldığı, mîrî arazinin tasarruf hakkını satın alanlara tapu verildiği vurgulanmıştır. Tapu kanununun en önemli özelliği, tasarruf hakkının devrinde daha geniş hükümlere yer verilmesidir. Daha önceleri arazinin devri en büyük erkek evlada yapılabilirken, yeni düzenlemelerle kız evlada, daha sonra da eşe, ebeveyne, toruna ve hatta 1867’de yabancı uyruklulara intikali mümkün hale gelmiştir. Bu yönüyle de kanunnamenin arazi hukukunda bir sekülerleşme sağladığı iddia edilmiştir.1 Birinci bölümde üzerinde durulan konulardan biri de 1858 arazi kanunnamesinin hazırlanması, içeriği ve sonuçlarıdır. Başkanlığını Ahmed Cevdet Paşa’nın yaptığı komisyonun iki yıllık çalışmasının ürünü olan kanunname, kendisinden önceki bütün düzenlemeleri geçersiz kılıyor ve toprak rejimine ilişkin yegane yasal düzenleme haline geliyordu. Bu kanunname sadece mîrî arazide uygulanmış, mülk araziler uygulamanın dışında kalmıştır. Bu kanun ile toprağın mülkiyeti yine devlette kalmakla birlikte, tasarruf hakkının genişletildiği, toprağın satış, miras ve ipotek gibi yollarla devir ve intikalini düzenleyen konuların daha da detaylandırıldığı görülür. Geçmişten farklı olan bu durumu yazar, tasarruf hakkının “yarı-rakabeye” [quasi-rakaba] ya da “yarımülkiyete” [quasi-ownership] dönüşmesi olarak değerlendirmiştir. Fakat kullanılan bu iki tabirin hukukî terimler olmadığı ve hukukî olmayan kavramlarla konunun izahının sağlıklı olmayacağı belirtilmelidir. Kanuna göre on yıl aralıksız toprağı işlediğini kanıtlayana tapu verilmekteydi. Fakat toprağın 3 yıldan fazla işlenmemesi halinde devlet araziye el koyabiliyor ve tasarruf hakkını bir başkasına açık artırma ile satabiliyordu. Bu bakımdan 1858 arazi kanunnamesi bir yıl sonra çıkarılan yeni tapu kanunuyla beraber değerlendirilmelidir. 1858 tarihli arazi kanunnamesindeki “tapu” ve “satış” ibareleri bir kısım araştırmacı tarafından yanlış yorumlanabilmekte ve bu kavramların özel mülkiyet anlamına geldiği iddia edilmektedir. Burada unutulmaması gereken iki nokta vardır: Birincisi, tapu vermenin, tapu verilen araziyi mutlak anlamda özel mülkiyet haline getirdiği anlamına gelmediğidir. Çünkü devlet arazinin rakabesi için değil, tasarruf hakkı için de tapu vermekteydi. İkincisi ise, “satış” ifadesinden anlaşılması gereken; toprağın rakabesinin değil, tasarruf hakkının satılmasıdır. Rakabe hakkının devlette bulunması toprakta özel mülkiyeti engellemiştir. Kiyotaki’nin de ifade ettiği gibi, devlet 1926 yılına kadar toprağın mutlak mülkiyetini özel şahıslara vermemiştir. Kiyotaki, 1858 arazi kanunnamesinin sonuçlarından birisi olarak toprağın intikal edeceği varislerin çoğalmasıyla arazilerin parçalanıp küçülmesi ve kötü hasat, doğal afetler ve ağır vergilere karşı daha kırılgan hale geldiğini ifade etmektedir. Yazara göre, kanunun sosyal sonuçlarından belki de en önemlisi, köylülerde görülen fakirleşme ve buna bağlı olarak tapuların -Anadolu’da- şehirli tüccar, sarraf ya da -Irak gibi yerlerdeaşiret şeyhleri tarafından satın alınması, köylünün ise toprak üzerinde kiracı konuma gelmesidir. Pazar ekonomisinin etkisiyle tarım ticarîleşmiş ve devlet boş arazilerin tasarruf hakkını açık artırma ile bu arazileri işleyecek olanlara satarak gelir elde etme yoluna gitmiştir. 1 Özellikle iki noktada sekülerleşme iddiası ileri sürülmüştür: Birincisi, kız ve erkek evladın aynı haklarla toprağı miras olarak alabilmeleridir; ikincisi ise, 1876’da Müslüman ve gayri Müslimlerin toprak edinmede eşit haklara sahip olmalarıdır.
832
TAL‹D, 3(5), 2005, E. Ceylan
Tezin ikinci bölümünde, Bağdat vilayetindeki iltizam uygulaması ve şeyhlerin bu uygulamadaki rolleri ele alınmıştır. Yazar Irak arazisini kabaca iki kısma ayırmaktadır: (1) Şehir merkezleri ve çevresinde yoğunlaşan ve vilayet yönetiminin hakimiyetindeki bölgeler; (2) kırsal alanda ve daha ziyade aşiret şeyhlerinin kontrolünde olan bölgeler. Daha önce aşiret şeyhlerinin kontrolünde bulunan yerlerde, 1830 ve 1840’lı yıllarda Osmanlı otoritesinin bu bölgelere yayılmasıyla birlikte, şeyhlerin mültezim yapıldığı ve bu şekilde aşiret mensubu köylülerden vergi toplanarak tarım arazilerinin kontrolünün sağlandığı görülür. Necip Paşa, valiliği [1842-1849] sırasında kırsal alandaki arazilerde devlet otoritesini genişletip, ağır vergi ve baskı gibi unsurlarla aşiretlerden elde edilen vergi gelirlerini artırmak istemişse de, bu uygulama aşiret isyanlarına neden olmuştu. Reşit Paşa’nın valiliğine [1851-1857] dek isyan eden aşiretlere karşı “böl-yönet” politikası izlendiğini ifade eden Kiyotaki, Reşit Paşa’nın bu politikayı değiştirerek, kırsal alanları bölüp şeyhleri de idarî sorumlu yapmak suretiyle aşiret liderlerini Osmanlı yönetim mekanizmasına eklemlediğini vurgulamaktadır. Böylece Sûku’ş-şuyûh, Düleym ve Müntefik gibi yerlerde, vergi toplama yetkisinin de kendilerine verildiği “kaymakam-şeyhler” görülür. İdarî birim olarak kaymakamlığa dönüştürülen bu bölgelere yeni memurlar atanır. Ömer Paşa’nın valiliği sırasında [1857-1859] ise kaymakamlık yapan şeyh ve askerî kumandanların bir çoğu, tecrübesiz olmaları, vergi toplamada baskı yapmaları ve yolsuzluğa karışmış olmaları nedeniyle sivil memurlarla değiştirildi. Kaymakamlara iltizam hakkının verilmediği, şeyhlere ise sadece kendi bölgelerinin iltizam hakkının verildiği bu yeni düzenleme ile Ömer Paşa, aşiret şeyhlerini ve mensuplarını siyasî olarak yerel yönetime daha sıkı bağlamaya çalışmıştır. Kiyotaki’nin dikkat çektiği konulardan bir tanesi de aşiretlerin hakim olduğu kırsal bölgelerin, idarî ve finansal anlamda bölünmesidir. Örneğin, Beni Lâm sancağı idarî olarak yeniden düzenlenerek Basra’ya bağlandığında Albu Muhammed aşireti Beni Lâm aşiretinden ayrılmıştır. Kırsal bölgelerin, iltizam birimlerine uyacak şekilde bölünmesi ve aşiretler üzerindeki Osmanlı otoritesinin artmasına paralel olarak tarımsal üretimde, dolayısıyla da vergi gelirlerinde düzenli artışlar olmuştur ki yazar bu artışı tablolar halinde sunmuştur. Bu bağlamda şu söylenebilir: 1858 arazi kanunnamesi, gelir artışı sağlama hedefinden ârî değildi. Arazinin her türlü devir ve intikal işlemlerinde devlet çeşitli oranlarda vergi almaktaydı. Tapu kaydında arazi değerinin % 5’ine ilaveten kağıt ve katip masrafı alınmaktaydı. Eğer toprağın devri borca mukabil yapılıyorsa, borçludan ilave % 2,5’luk bir harç daha alınmaktaydı. Vergi gelirindeki artış, kırsal alanlarda köylüler üzerindeki idarî ve malî kontrolde yerel hükümetin şeyhlere dayanmasına neden oldu. Tezin üçüncü bölümü, Osmanlı arşivinde bulunan bir rapora [İrade-i Meclis-i Vâlâ, No: 24610] dayanmaktadır. “Bağdad eyâletinde kâin bi’l-cümle mukâta‘âtın ahd-i müzâra‘asını mübeyyin defterdir” başlıklı rapor, Bağdat valisi Namık Paşa tarafından vilayetteki toprak ve ziraata ilişkin ekilmemiş boş, mülk ve haraç arazilerinin mülkiyetini devr almak için hazırlatılmıştır. 12 Ocak 1866 tarihini taşıyan belge ve ekinde yer alan defter, vilayetin ziraî durumuna ilişkin birinci elden bilgiler içermektedir. Buna göre köylülere tohum sağlayıp hasat zamanında belli bir hisse alan mültezimin tarımsal üretimde önemli rolü vardı. Mültezimin bu rolü; toprağı işleme metodu, toprak üzerindeki mülkiyet ve toprağın kullanımı ve verimliliği gibi hususlarla yakından ilişkiliydi. Tarımın daha ziyade yerleşik köylülerce yapıldığı kuzey bölgelerinde, mülte-
1858 Toprak Reformunun Ba¤dat’ta Uygulan›fl›
833
zimlerin tohum sağlamaları karşılığında köylülerle ortaklık yapmaları en yaygın metottu. Tarımın yarı-yerleşik aşiret mensupları tarafından yapıldığı orta ve güney bölgelerde ise, mültezimin tarımsal ortaklığa girmesine gerek yoktu. Bu bölgelerin çoğunda, mültezim ya vergi toplayıcı olarak kuvvetli siyasî konumu nedeniyle ya da bölgesel tarım adeti olduğu için çiftçiye tohum sağlamaktadır. Bu metotla mültezim, çiftçinin ürettiği üründen büyük bir pay almaktaydı. Tarımsal üretim sürecine müdahale etmesi ve aldığı payın büyük olması nedeniyle mültezimin vergi toplama işi, çoğu zaman ezici ve baskıcı bir özellik göstermiştir. Devletin tarımsal üretimi artırmak için uyguladığı metodlardan birisi, mîrî arazilerin tasarruf haklarını satarak devretmekti. Açık artırma ile satılan araziler daha ziyade kentsel merkezler etrafında yoğunlaşıyordu. Tezde vilayet arazisi; -Revandüz, Derbend, Süleymaniye, Musul, Şehrizor ve Zengabad gibi- sulama tarımının yapılmadığı kuzey bölgeler ve -Hankin, Samerra, Ane, Kerbela, Divaniye, Aziziye ve Basra gibi- sulama tarımının yapıldığı orta ve güney Irak olmak üzere iki kısımda incelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, Bağdat’taki vilayet yönetiminin toprak politikaları değerlendirilmektedir. Bu bölümde iki vali ön plana çıkmaktadır: Reşid Paşa ve Namık Paşa. Reşid Paşa döneminde toprak hukukunda önemli değişiklikler olmuş, araziye ilişkin daha önce hakim olan bölgesel uygulamalar, aşiret gelenekleri ve İslam hukukundan Osmanlı toprak hukukuna doğru bir geçiş yaşanmıştır. Böylece 1858 arazi kanunnamesinin uygulanması için gerekli zemin hazırlanmıştı. Bu tezin literatüre en önemli katkılarından birisi, Bağdat’ta 1858 toprak reformunun Midhat Paşa’nın valiliği sırasında değil, Namık Paşa’nın valiliğinde başlatıldığı gerçeğidir. Midhat Paşa’nın valiliği sırasında [1869-1872] çok sayıda tapu verildiğine dair -İngiliz ve Osmanlı- arşiv belgeleri, bir çok araştırmacının, toprak reformunun Bağdat’ta ilk defa Midhat Paşa döneminde uygulandığı kanısına kapılmasına yol açmıştır. Kiyotaki ise, bu yaygın kanının aksine toprak reformunun ilk defa Namık Paşa’nın valilik dönemlerinde [1851-1852 ve 1861-1867] uygulanmaya başlandığını ve Midhat Paşa döneminde de kanunnamenin tam ve yaygın olarak uygulandığını ifade etmektedir. Yazarın beşinci bölümde ele aldığı konu, aslında XIX. yüzyıl Irak’ındaki problemlerin önemli bir kısmının arazi problemleri ile alakalı olduğunu göstermektedir. Bu bölümde Kiyotaki, Midhat Paşa’nın valiliği sırasında Bağdat’ta yapılan toprak reformlarını ve idarî reformları ele almaktadır. Midhat Paşa’nın Bağdat’ta yaptığı ilk işlerden birisi, kaleme alınmasında ve uygulanmasında kendisinin de emeğinin geçtiği 1864 Vilayet Nizamnamesini uygulamaktır. Buna göre, vilayet 10 sancağa bölünmüş ve idarî birimler arasında bir hiyerarşi oluşturulmuştur. Vilayet idaresi ayrıca dahiliye, maliye, hariciye, şeriye, ticaret, maarif ve nafia gibi bölümlere ayrılmıştır. Vilayet sisteminin Bağdat’taki en önemli sonuçlarından birisi aşiretlerin hakim olduğu bölgelerin Nasıriye, Amara ve Düleym gibi yeni idarî birimlere çevrilmesi ve aşiret şeyhlerinin de mutasarrıf olarak vilayetin idarî sistemine eklemlenmeleridir. Toprak reformu ile birlikte uygulandığında, yeni vilayet usulüyle aşiretlerin iskanı hususunda önemli mesafe kat edilmiştir. Yazar bu bağlamda Müntefik, Şemmerü’l-Cerbâ ve Câf aşiretlerini örnek olarak zikretmektedir. Toprak reformu gibi karmaşık bir meselenin imparatorluğun periferisi sayılabilecek bir vilayette uygulanmasını incelemek gerçekten kolay bir iş değildir. Yazarın elde
834
TAL‹D, 3(5), 2005, E. Ceylan
ettiği bilgileri yorumlayıp tablolar halinde sunması, dikkat ve emek isteyen bir uğraştır. Bu bağlamda yazarın emeği ve performansı takdire şayandır. Ancak tezdeki bazı hatalar yazarın dikkat ve titizliğinden kaçmış görünmektedir. Örneğin, Osmanlı arşivinden verilen bazı belge numaraları [İrade-i Meclis-i Vâlâ, 6162 ve 10554] konuyla ilgisizdir. Tezin yazıldığı 1997 senesinden beri arşivdeki fon ve dosya numaralarının değişmediğini de düşünürsek, bu noktada bir ihmal olduğu ortaya çıkacaktır. Az da olsa Osmanlıca okuma hatalarının yanı sıra, tarih çevirme hataları da mevcuttur. Genel olarak eserde dipnot ve kaynakça problemi bulunmazken, bazı noktalarda yazarın kullandığı kaynaklar belirtilmemiştir. Bununla birlikte zikredilen hata ve eksikliklerin eserin ana iskeletini oluşturan ve yeterli düzeyde işlenen XIX. yüzyıl Irak’ının idarî ve sosyal yapısına ilişkin bilgileri gölgeleyecek düzeyde olmadığı belirtilmelidir. Son olarak bu tez çalışmasının, uluslararası gündemde hala yerini koruyan Irak’ın daha iyi anlaşılabilmesi için önemli açılımlar sunduğu belirtilmelidir.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
835
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 835-842
Osmanl› Hukuku ve Oryantalist Yaklafl›m: Bir Elefltiri
Reem Meshal, Straddling the Sacred and the Secular: The Autonomy of Ottoman Egyptian Courts during the 16th and 17th Centuries, Yüksek Lisans Tezi, Montreal: McGill University, Institute of Islamic Studies, 1998, IV+90 sayfa. Nurullah ARDIÇ*
Genelde İslam, özelde de Osmanlı hukuk tarihi çalışmalarında hakim olan yaklaşıma göre hukuk teorisi ve pratiğini incelerken başlangıç noktası olarak “şeriat” [dinî] ve “kanun” [seküler] arasında temel bir ayrım yapmak gerekmektedir. Buna göre yöneticiler [sultanlar], genelde -İslam fıkhının dışında bir alana tekabül ettiği varsayılanörf’e dayanarak pratik hayatın gerekliliklerinden kaynaklanan sorunlara çözüm bulmak amacıyla birtakım yeni kanun ve kurallar koyarak şeriatın alanını sınırlamaktadırlar. Bu şekilde devletin, şeriatın alanına müdahale ettiği de ileri sürülmektedir. Bu yaklaşıma göre söz konusu müdahale ve sınırlamaların ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de “mahkemelerin özerkliği” meselesidir. İslam hukuk tarihi alanının tanınmış isimlerinden Wail B. Hallaq ile A. Üner Turgay yönetiminde hazırladığı yüksek lisans tezinde Meshal de, sözünü ettiğimiz “dinîseküler hukuk” ayrımı varsayımından yola çıkarak, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı Mısır’ındaki şer‘î mahkemelerin özerkliği meselesini inceliyor. 1517’de Mısır’ın Osmanlı topraklarına katılmasından sonra hukukî kurumların ve bu arada kadı ve müftilerin de devletin birer parçası haline getirildiğini belirten yazar, ancak bu durumun mahkemelerin özerkliğine halel getirmediğini savunuyor. Tezin ikinci temel argümanı ise bu dönemde yaşanan iki yeni gelişmenin [“siyaset”in “şeriat”ın alanına sokulması ve “kanun”un hukuka girmesi] de mahkemelerin bağımsızlığını sınırlamaktan ziyade artırdığı yönündedir. Bu argümanlarını desteklemek ve tartışmak üzere, uygulamayı da içeren usul hukuku [procedural law] ile teorik/doktriner hukuk [contemplative law] arasındaki ayrıma yaslanan yazar, ilk olarak Osmanlı devlet “etos”unu ele alıyor. Osmanlı Devleti’ndeki hukuk-siyaset ilişkisini değerlendirdiği birinci bölümde yazar, Gibb ve Bowen’in Islamic Society and the West’ine (1950) atıfta bulunarak, bu ilişkinin İslam tarihinin birbiriyle rakip iki siyasî düşünce akımı arasındaki mücadele * University of California - Los Angeles, Sosyoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi
836
TAL‹D, 3(5), 2005, N. Ard›ç
çerçevesinde anlam kazandığını ileri sürüyor: Maverdi-Gazali-İbn Teymiye çizgisi ve Nizamülmülk çizgisi. Yazara göre, Abbası halifesi Me’mun dönemindeki “mihne olayı” [halk’ul-Kur’an tartışması] ile başlayan bu farklılaşma aynı zamanda İslam’da dinî-seküler otorite ayrımının da başlangıcıdır. Buna göre Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinin temsil ettiği anlayış siyasî otoritenin kaynağını ilahî olana atfederek [siyasî otoritenin Tanrı tarafından verildiğini savunarak] Sultan’ı devletin ve hukukun tepesine yerleştirmekte, daha doğrusu hukuku [şeriatı] siyasetin [seküler devletin] hakimiyeti altına almaktadır. Ancak yazara göre, siyasî otoritenin bu şekilde meşruiyet kazanması, İslam’ın ilk siyaset teorisyenleri olan mezhep kurucularının mirasını red anlamına geliyordu (s. 16). Diğer taraftan bir Selçuklu veziri olan Nizamülmülk’ün bu yaklaşımının temel motivasyon kaynağı, yazara göre, -her ne kadar tümüyle faydacı bir açıdan anlaşılamazsa da- meşruiyet arayışında olan bir hanedanın içinde bulunduğu iktidar ilişkileriydi (s.17). Buna karşın İbn Teymiye tarafından temsil edilen ve Mısır’da “gerek ulema gerekse halk nezdinde büyük bir itibar gören” anlayış ise, siyasî ve dinî otoritenin “birbirine karıştırılmasını” eleştirip bu iki kurumun birbirinden bağımsız olmasını savunuyordu. Şeriatı temsil ve koruma görevini yüklenen ulema ise “sınıfsal imtiyazlarını kaybetmemek için” genelde bu çizgiyi destekliyordu. Yazara göre, Osmanlı devlet eliti ise Nizamülmülk çizgisini model alıp, İbn Teymiye’nın temsil ettiği yaklaşımın temel bir çerçeve olarak hayatiyet kazanmasına imkan vermemişler, belki onu hukukî alanın ve hukuk-siyaset ilişkisinin düzenlenmesinde ikincil bir unsur olarak kabul etmişlerdir. Buna göre Osmanlılar, Sultan’ı hem dinî, hem de dünyevî bir otorite olarak konumlandırmak suretiyle seküler kanunları kolayca çıkarma ve uygulama imkanı bulmuşlardır. Dolayısıyla bu çerçevede üretilen bir çok kanunname de özellikle Mısır gibi eyaletlerde devlet elitiyle bölgesel ulema arasında birtakım gerilimlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ancak yazara göre bu durum dinî otoriteyi de kuşanmış olan devletin, yine de hukuka müdahale ettiği, özellikle Mısır’da mahkemelerin bağımsızlığını kısıtladığı anlamına gelmemektedir. Mısır’daki mahkemelerin özerkliği konusunu usul hukuku yönünden ele aldığı ikinci bölümde yazar, Osmanlı Devleti’nin “ideolojik ve stratejik hedefleri” doğrultusunda bu bölgede gerçekleştirdiği ve meşhur Kanunname-i Mısr ile başlayan birtakım hukukî reformlara değiniyor ve bu reformların hukukî otoriteyi temsil eden genelde ulema, özelde ise kazasker ve müftilerin iktidarını ne şekilde etkilediğini irdeliyor. Yazarın ulaştığı netice, hukukî süreçlerde birtakım yenilikler yaparak, devletin Mısır’da siyasî-askerî otoriteyi temsil eden Paşa karşısında bir denge unsuru olarak kadı ve müftilerin gücünü artırdığı ve bunun sonucunda mahkemelerin ve “çift-kanatlı” bir yapıya kavuşan hukuk sisteminin özerkliğinin daha da arttığı şeklinde. Mısır’ın askerî ve malî önemine binaen 1524 yılından başlayarak uygulanan bu reformlar, Kahire’de sabit bir mahkemenin kurulması, siyaset mahkemelerinin ilga edilerek “dinî-seküler hukuk ayrımının” ortadan kaldırılması, bunun yerine “bölge mahkemeleri” [kısme arabiyye] ve “özel mahkemeler” [kısme askeriyye] olarak ikili bir yapının ihdas edilmesi, davalar için ücret [rüsum] uygulamasına geçilmesi ve Memlükler zamanında her mezhep için birer temsilci olarak bulunan kadı’l-kudat’ların otoritesinin -Hanefi olan- kazasker’e devredilmesini içermektedir.
Osmanl› Hukuku ve Oryantalist Yaklafl›m: Bir Elefltiri
837
Abouseif (1994), Winter (1992) ve Makdisi (1991) ile Gibb ve Bowen (1950) gibi araştırmacılara atıfla yazar, bu reformların Mısır’daki hukuki özerkliği sağlayan en önemli faktör olduğunu belirtiyor. Buna göre mahkemeler, örneğin rüsum uygulaması ile malî açıdan devlete bağımlı olmaktan kurtulmuşlar, kazasker’in güçlendirilmesi ile de Mısır valisinin siyasî ve askerî gücü karşısında koruma kazanmışlardır. Diğer taraftan rütbe olarak kazasker’den hemen sonra gelen ve dört mezhebi temsil eden baş müftilerin atanmasını öngören bu reformlar sayesinde -genelde yerli halktan olan- diğer müftilerin de güçleri artmıştır; zira bu uygulama müftilerin mahkemede görev yapan naiblerden daha yüksek otoriteye sahip olmaları anlamına geliyordu. (Hatta Osmanlı devletinin vilayetlerdeki gücünün nisbi olarak azalmasıyla, XVII. yüzyıldan başlayarak bu denge yerel müftiler lehine daha da bozulacak ve kazasker ve kadıların marjinalleşmesine yol açacaktı.) Dahası, verdikleri fetvalarla kadıları yönlendirebilen bu müftiler İstanbul’daki Şeyhülislam tarafından atanmıyordu, ona karşı sorumlu da değillerdi. Dolayısıyla bu durum da Mısır’daki mahkemelerin merkezden bağımsızlaşmalarına imkan veren bir başka faktördü. Mısır şer‘î mahkemelerinin özerkliği meselesini hukuk teorisi ve doktrini açılarından ele aldığı üçüncü bölümde yazar, yine Osmanlı siyasî merkezince getirilen hukuki değişikliklerin hukukçuların bağımsızlığını azaltmadığını, aksine artırdığını ileri sürüyor. Bu değişikliklerden özellikle ikisinin [‘kanun’ müessesesinin ihdası ve ‘siyaset’ mahkemelerinin lağvedilerek şer‘î mahkemelerin ilgilendiği alanın genişletilmesi] altını çizen yazar konuyu bu iki açıdan ele alıyor. İlk olarak, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Mısır’da yerel Arap hukukçularıyla Osmanlı devlet görevlileri arasında bir sürtüşmenin var olduğu şeklindeki genel görüşe değinen yazar, bu çekişmenin sebebini ‘şeriat’ ve ‘kanun’ arasındaki gerilimlere bağlayan geleneksel yaklaşımı eleştirerek bu olgunun asıl sebebinin ‘kanun’ ile ‘örf’ arasındaki gerilim olduğunu öne süren görüşü tercih ediyor. Heyd (1967), Fleischer (1986) ve Repp (1988) tarafından temsil edilen birinci yaklaşımı eleştirerek kanun müessesesinin Osmanlı sistemi tarafından “İslamileştirildiğini” savunan Jennings (1979) ve Gerber’in (1994) görüşünü benimseyen yazar, Gibb ve Bowen (1950) ile Hanna’nın (1995) Mısır üzerine incelemelerine dayanarak ‘kanun’-‘örf’ ayrımı ve bunlar arasındaki zıtlaşmayı ortaya koymaya çalışıyor. Buna göre Mısır -ve Suriye- uleması İstanbul’un gerçekleştirdiği reformlara direnç göstermiştir, zira bu düzenlemeler devletin [kanun] -önceki görüşün öne sürdüğü gibi şeriatın alanına değil- gelenekselleşmiş yerel pratiklerin [örf] alanına müdahalesine yol açmıştır. Bunun sonucunda yerel hukukçular örf’ü bir hüküm kaynağı olarak daha sık kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla merkezden kanunların gönderilerek gündelik hayatın düzenlenmek istenmesi dolaylı olarak örf kurumunun alanının genişlemesine sebebiyet vermiştir. İkinci olarak, “seküler” siyaset mahkemelerinin lağvedilmesiyle şer‘î mahkemelerin hemen her türlü davaya bakar hale getirildiğini belirten yazar, yine Gibb ve Bowen (1950) ile Hanna’ya (1995) atıfla, bu durumun dolaylı olarak örf kurumunun yaygınlık kazanmasına yol açtığını ileri sürüyor. Buna göre gündelik hayatın çok çeşitli sorunları ulema ve şer‘î mahkemelerin gündemine geldiğinde yerel müfti ve kadılar özellikle ‘maslahat’ müessesesine müracat etmişlerdir. Usul-i fıkh’ın -ve şer’i hukukun- temel ilkelerinden biri olan “zararı defetmek” prensibine dayanarak sık sık maslahat doktri-
838
TAL‹D, 3(5), 2005, N. Ard›ç
nini kullanan hukukçular, sonuç olarak örf müessesesinin de alanını genişletmişler; bir başka ifadeyle yerel adet ve gelenekleri şeriat dairesine gittikçe artan bir şekilde dahil etmişlerdir. Bu sebeple devlet merkezi tarafından uygulamaya konulan her iki yenilik de Mısır’da mahkeme ve hukukçuların merkeze olan bağımlılıklarını -Memlükler dönemine nispetle- artırıcı değil, azaltıcı bir rol oynamıştır. Sonuç bölümünde ise yazar kısa bir özet yaparak ulaştığı genel sonuçları ortaya koyuyor. Bu argümanları kısaca ifade etmek gerekirse şunlar söylenebilir: İlk olarak, yazara göre, Arap ulemanın Osmanlı devlet uygulamalarına yönelttiği eleştiriler devletin gayr-ı İslami karakterde olduğu anlamına gelmez, zira ulema ile devlet arasındaki bu tür gerilimler, Abbasilerden başlayarak bütün İslam devletlerinde gözlemlenebilir. İkinci olarak, ulemanın devlete karşı geliştirdiği eleştirileri yalnızca ve her zaman şeriata atıfla, şer‘î bir dil ile ifade etmeleri, düzenlemelerin şeriata göre meşruiyetini sorgulamaları Osmanlı sisteminde şeriatın merkezî konumunun bir göstergesidir. Bu sebeple hem ulema, hem de devlet için siyasî talepleri ifade aracı da yalnızca şeriatdır. Dolayısıyla şeriat-devlet ilişkisinde Osmanlıları bir istisna değil, genel kuralın bir parçası olarak görmek gerekir. Son olarak, yazara göre Osmanlı Mısır’ında gerçekleştirilen hukukî düzenlemeler genel olarak yerel hukukçuların ve mahkemelerin özerkliğini genişletici bir etki yapmıştır. Bu çerçevede usul hukuku alanında yapılan dört ana reformdan biri [kazasker atanmak suretiyle Hanefi mezhebinin diğerlerine tercih edilmesi] bu özerkliği zedelememiş -zira mahkemeler yine dört mezhebe göre hüküm vermeye devam ettiler-, diğer üçü ise tam tersine bunu olumlu yönde etkilemiştir. Buna göre yapılan malî düzenleme mahkemelerin malî özerkliğini artırmış, ‘siyaset–şeriat’ ikiliğinin ortadan kaldırılması kadının yetki ve nüfuz alanını genişletmiş ve nihayet yerel adlî sistemin bürokratikleştirilmesi suretiyle müftinin geleneksel rolünün dönüştürülmesi de merkezden atanan kazaskerin yetki ve gücünü kısıtlayarak müftinin yerel gelenekleri koruma fonksiyon ve gücünü artırmıştır, ki XVI. yüzyıl ortalarında yerel mahkemelerinin sayısının hızla artması bunun bir göstergesidir. Diğer taraftan merkezden kanunların gönderilmesi ve siyaset mahkemelerinin lağvedilmesi de özellikle örf ve maslahat kurumlarının alanlarını genişletmek suretiyle hukuk doktrini açısından da yerel ulema ve kadıların özerkliğinin artmasına olumlu katkıda bulunmuşlardır. Yazara göre hukukun içeriğine fazla müdahale etmeyen -ya da edemeyen- İstanbul, hukukî alanda birtakım yapısal reformlar gerçekleştirmek suretiyle bu kurumun hayatiyetini sürdürmesini devletin varlığına bağımlı kılmıştır. Ancak her iki durumda da Mısır’daki mahkemelerin bağımsızlığı bu sürecin önemli bir unsuru olmuştur. Eseri böylece özetledikten sonra artık bir değerlendirmesini yapabiliriz. Mahiyeti ve sınırları belli olan bir konusu ve açık-seçik ifade edilmiş argümanları ile bu çalışmanın genel olarak faydalı olduğu söylenebilir. Ancak birincil kaynakların incelenmesine dayanan bir çalışma olmadığı için fazla orijinal olduğu söylenemez. Yazar daha ziyade genel olarak İslam ve Osmanlı hukuku, özelde de XVI. ve XVII. yüzyıl Mısır’ı üzerine yapılmış çalışmaları kullanarak ele aldığı konuyu inceliyor. Özellikle Gibb ve Bowen (1950) ile Abouseif (1994) ve Hanna’nın (1995) eserlerine dayanarak yapılmış olan çalışma, orijinal bir inceleme olmaktan ziyade XVI. ve XVII. yüzyıllarda Mısır’daki şer‘î mahkemelerin özerkliği konusunda yapılmış bir literatür taraması niteliği taşı-
Osmanl› Hukuku ve Oryantalist Yaklafl›m: Bir Elefltiri
839
yor. Baş tarafında herhangi bir metod tartışması bulunmayan çalışmada, birincil kaynak olarak yalnızca -İbn Teymiye ve Maverdi’nın eserleri gibi- bir kaç İslam klasiği ile Muhammed Halili’ye ait bir fetva kitabı zikrediliyor. Bunlar dışında birtakım ikincil kaynaklarda yer alan bazı mahkeme sicillerine atıflar da mevcut. Burada dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta da çalışmadaki mukayese eksikliği. Sık sık Osmanlı Mısırı ile Memlük dönemi arasında farklılıklar bulunduğunu belirten ve zaten temel argümanlarını da bu farklılıklar üzerine kurmuş olan yazar, nedense Memlük dönemiyle ilgili hemen hiçbir bilgi vermiyor. Örneğin XVI. yüzyıl ortalarında yerel mahkemelerinin sayısının hızla arttığından söz eden yazar, bu konuda herhangi bir istatistik vermiyor ve önceki dönemle bir mukayesede bulunmuyor. Oysa sosyal değişimi, üstelik iki farklı dönem -Memlük ve Osmanlı dönemleri- arasındaki farklılaşmayı analiz eden bir çalışmanın -hiç değilse bazı açılardan- mukayeseli bir çalışma olması beklenir. Nitekim yazarın en temel argümanı olan Memlükler devrine göre Osmanlı döneminde mahkemelerin özerkliğinin arttığı iddiası da, kanaatimizce böyle bir karşılaştırmalı yaklaşımı gerektirmektedir. Yine bu çalışmada -ve bu çalışma örneğinde oryantalistlerce ortaya konan bir çok eserde- eleştirilmesi gereken bir başka önemli nokta, konunun teorik zeminiyle ilgilidir. Başta da belirttiğimiz gibi, İslam tarihi boyunca var olan bir dinî-seküler otorite ayrımı konuyla ilgilenen bir çok oryantalistin temel varsayımlarından biridir [mesela bkz.: Schacht (1950), Watt (1973), Lapidus (1975)]. Bu çalışmada da yazar söz konusu varsayımı sorgulamadan kabul edip bundan yola çıkarak konuyu ele alıyor. Yine çalışmanın dayandığı temel -ikincil- kaynaklar da aralarındaki birtakım ihtilaflara rağmen din-sekülarizm ikiliğini ifade edilmemiş merkezî bir önkabul olarak ihtiva ediyorlar. Nitekim yazar da henüz ilk bölümde “İslam hukukunun siyasî otoriteyi Yüce Varlığa [Tanrı’ya] dayandırdığını” (s. 8) belirtmesine rağmen söz konusu ayrımı bir ‘gerçek’ olarak ileri sürüyor ve “ilahî hukuk” ile “seküler otorite” arasındaki ilişkilerden bahsediyor. Hatta “seküler otoriteler” sadedinde -sultan ve emir’le beraber- halife’yi de zikreden yazar böylece hilafet müessesesini de seküler bir kurum olarak tasnif ediyor. Ancak bilindiği gibi bu, XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, son derece modern bir anlayıştır ve belli bir tarihi sürecin ürünüdür. Zira [Osmanlı] hilafetin(in) dinî boyutundan arındırılarak yalnızca siyasî-dünyevî bir otoriteye indirgenişi XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarındaki siyasî mücadelelerle yakından ilgilidir (bkz. Kara, 2003). Bir başka ifadeyle halife-sultanın ‘seküler’ bir siyasî otorite olarak konumlanması suretiyle hilafet kurumunun dönüştürülmesi, bu kurumun ilga edilmesi sürecinde önemli bir aşama olarak siyasî yönü açık olan bir girişimdir. Dolayısıyla akademik çalışmalarda hazır önkabulleri sorgulamaksızın alıp kullanmanın sakıncalarından biri, esasen siyasi içerikli olan bir yaklaşımı bilimsel kılığa büründürürek ‘gerçek bilgi’ olarak ortaya koymaktır. Bunun bir örneği olarak, ilk bölümde yazar, yaklaşımına temel aldığı kaynakları takip ederek, İslam tarihinde dinî-seküler ayrımının ortaya çıkışını Abbasiler dönemindeki “mihne” olayına dayandırıyor. Buna göre Osmanlı sistemine de temel teşkil eden Nizamülmülk modeli halife Me’mun, Maverdi-Gazali-İbn Teymiye çizgisi ise ulema tarafını temsil etmektedir. Dolayısıyla bir çok müsteşrik gibi yazar da “halku’lKur’an” tartışmasından hukuk-siyaset, ulema-devlet, dinî-seküler vs. gibi ayrımlara
840
TAL‹D, 3(5), 2005, N. Ard›ç
ulaşıyor. Kanaatimizce bu görüş de hatalıdır. Zira hukuk-siyaset arasında hulefa-i raşidin döneminden beri -modern zamanlara kadar- önemli bir ayrım olmamış, ulemadevlet arasındaki gerilimler ise daha önce, Emevi halifesi Muaviye döneminde başlamıştır. Ancak bu seküler–dinî otorite farklılaşmasının [sekülerleşme] mevcut olduğu anlamına gelmez, zira mihne olayında halife Me’mun ve taraftarlarının söylemleri vs. açısından “ulema tarafı”ndan daha ‘dindar’ oldukları bile söylenebilir. Kaldı ki sekülerliğin vatanı olan Avrupa’da bile o dönemde böyle bir gelişme söz konusu değildir –bunun için XV. yüzyılı beklemek gerekecektir. Haddizatında İslam tarihi boyunca kurulan devletlerin seküler karakerde olduğunu iddia etmek, tarihî gerçeklere uymadığı gibi metodolojik olarak da bir tür anakronizmdir. Zira Asad’ın (1993) da işaret ettiği gibi ‘din’i ‘siyaset’ ve ‘ekonomi’den ayrı ve kendi içinde bir bütün olarak kategorize etmek zaten modern-seküler bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bu konuda oryantalistlerin çoğunluğunun yaptığı şey, belli bir tarihi bağlam içerisinde şekillenmiş olan bugünün kalıp ve kategorilerini geçmişe empoze etmektir. Dahası, İslam tarihinde, hatta XVI.–XVII. yüzyıl Osmanlı dönemi gibi bu tarihin nispeten geç bir aşamasında bile sekülarizmin varlığından söz etmek bizce isabetli değildir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi o dönem Avrupa’da bile sekülerleşmenin başlangıç evrelerine şahitlik etmektedir; Osmanlı coğrafyasında ise sekülerleşme süreci XIX. yüzyılda başlamıştır. Diğer taraftan, İslam’da seküler devlet geleneğinden söz etmek teorik olarak da mümkün değildir. Zira bilindiği gibi İslam siyaset teorisinde ‘din’ ve ‘siyaset’ iki ayrı alan değildir. Zira Smith’in (1970) “kilise modeli” adını verdiği, siyasî ve dinî fonksiyonların ayrı kurumlarca ifa edildiği Hıristiyanlığın aksine “organik modeli” temsil eden İslam’da bu fonksiyonlar tek bir kurumda [hilafet] birleşmiş vaziyettedir. Nitekim hilafet teorisinin ait olduğu İslam siyaset felsefesinin kelam ve fıkhın bir alt alanı olması da bunun bir göstergesidir. Farabi, İbn Rüşd, Tusi vd. gibi klasik alimlerce temsil edilen bu yaklaşıma göre ‘din’ ve siyasetin iç içe geçmişliği hem teolojik [kelamî] ve kozmolojik, hem de ‘sosyolojik’ argümanlarla desteklenmektedir (bkz. Davutoğlu 1994: 98-105). Bu çerçevede, yazarın dinî-seküler otorite ayrımına kaynak olarak gösterdiği İbn Teymiye’nin meşhur görüşü, aslında tam tersi bir anlamı ima etmektedir. “Ulema”nın şeriatı yorumlamakla, “umera”nın ise onu uygulamakla yükümlü olduğunu savunan İbn Teymiye’nin yaklaşımını ‘şeriatı temsil eden ulema karşısında seküler devlet anlayışı’ şeklinde yorumlamak bizce isabetli değildir. Haddizatında bu görüş oryantalistlerin öteden beri başvurdukları bir yorumdur, ki yukarıda da belirttiğimiz gibi yazar da zaten kendisi özgün bir yorum getirmemekte, yalnızca bu anlayışı yeniden üretmektedir. Kanaatimizce hem ulemanın hem de umeranın “şeriatın hizmetinde” olmasını öngören İbn Teymiye’nin bu yaklaşımı olsa olsa devlet işlerini de “şeriat dairesine” dahil ettiği şeklinde yorumlanmalıdır. Gerek teorik, gerekse tarihî gerçekliğin genelde ihmal edildiği eserlerde doğal olarak bir çok çelişkiler de ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu çalışmada da yazar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir “İslam devleti” olduğunu iddia etmesine (s. 76 ve 80) rağmen çalışma boyunca sık sık “seküler devlet otoritesi” ve “seküler devlet kanunları”ndan bahsetmektedir. Yine yazar hilafet teorisinde halifenin icra ettiği fonksiyonları saydık-
Osmanl› Hukuku ve Oryantalist Yaklafl›m: Bir Elefltiri
841
tan hemen sonra şöyle demektedir: “(H)alifenin yalnızca şeriat kurallarının dışına tekabül eden alanda, sınırlı kanunî gücü vardır” (s. 14). Halifeyi seküler, ulemayı dinî otorite olarak konumlandıran bu tanımlama, halifenin dokuz görevinden ilk altısı [dinî prensipleri koruma, şer‘î adaleti gerçekleştirme, kanun ve düzeni sağlama, Kur’an’ın hükümlerini uygulama, cihad organize etme ve şer‘an gerekli olan vergileri toplama] ile doğrudan çelişki içerisindedir. Benzer şekilde yazar, Osmanlı siyasî sisteminde sultanın aynı zamanda dinî otorite olduğunu belirtirken, bir sonraki cümlede “sultanın bu dinî otoritesine binaen [çıkarılan] seküler devlet kanunları”ndan söz etmektedir (s. 24). Literatürdeki problem ve çelişkilerin önemli bir kısmı tanımlamaya ilişkin sorunlardan, özellikle “şeriat” -ya da İslam hukuku- kavramının içeriğinin nasıl doldurulduğundan kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda genel olarak kavram, Batılı modern hukuk sistemlerinden hareketle, dar anlamda ve statik bir biçimde tanımlanmaktadır. Usul [kaynaklar] açısından şeriat Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas’la sınırlandırılırken, içerik açısından da yalnızca belli alanları kapsamaktadır. Nitekim bu çalışmada da yazar, yalnızca özel hukuk, mülkiyet muameleleri, miras ve vakıf konularını şeriat dairesinde zikretmektedir (s. 36). Şeriatın çerçevesi bu şekilde çizilince örf ve kanun gibi kavramlar İslam hukukunun dışında, ‘seküler’ bir alana tekabül etmektedir, ki bu kavramlar çalışmanın ana eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Zira, yazar, Mısır’daki mahkemelerin bağımsızlığından söz ederken bu durumu Osmanlı sistemindeki şeriat–kanun ayrımına dayandıranları eleştirerek, bu olgunun gerçek sebebinin örf–kanun ayrımı [gerilimi] olduğunu ifade ediyor (s. 49 vd.). Ancak görüldüğü gibi -Türk tarih yazımında sırasıyla İnalcık ve Barkan tarafından temsil edilen-her iki yaklaşım da kanun ve örf’ü şeriatın haricinde alanlar olarak alıyorlar. Nitekim yazar, kanunu “yazıya geçirilmiş, seküler devlet yasaları” (s. 53), örf’ü de “şeriat dışı bir hukuk kaynağı” (s. 56) olarak tanımlıyor. Ancak yazarın aynı yerde atıf yaptığı Gazali ve Serahsi gibi klasik kaynaklarda yer alan tanımlar ise bunun tam tersine örfü şeriatın alanına dahil etmektedir. Örneğin XI. yüzyıl Hanefi hukukçusu Serahsi’nin -daha sonra Mecelle’ye de girecek olan- “örf ile tayin nass ile tayin gibidir” (Md. 45) şeklindeki tarifi örf kavramını şeriat dairesinin içinde telakki etmektedir. Aynı şekilde Osmanlı hukuk sistemince olgunlaştırılan ‘kanun’ kurumu da şeriatın dışında bir alanda görüldüğünden kolayca şeriat–kanun karşıtlığına ulaşılmaktadır. Halbuki, bizde İnalcık ve diğerlerince savunulan bu görüşün aksine, İslam fıkhına göre kanun [ulu’l-emr’in ürettiği fıkhî bilgi] sosyal değişmeden doğan ihtiyaçları karşılamak üzere maslahat prensibine dayanılarak nassların boş bıraktığı alanın doldurulması fikrine dayanmaktadır. Dolayısıyla şeriatın değil, nassların [Kur’an ve Sünnet] ‘dışında’ bir alana tekabül eder. Örneğin, İslam hukukuna göre tazir cezalarının niteliğini tayin etme işi nasslarla belirlenmemiş, idareciye [siyasî ve bürokrat] bırakılmıştır; bu şekilde ortaya konan bir hüküm fıkhın alanına dahildir. Sancaklara gönderilen Kanunnameler de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ayrıca kanun üretilirken de sosyal gerçekliğin ortaya çıkardığı yeni durumlar karşısında idarecilerce kaza ve fetva mercilerinden görüş istenir ve bu görüş ışığında karar verilir. Dolayısıyla kanun kurumu kaynakları kullanma ve akıl yürütme açısından tıpkı kıyas gibi fıkhî bilgi üretme metodlarından biridir ve fıkhî bilginin diğer formları gibi toplumu açıklama ve düzen-
842
TAL‹D, 3(5), 2005, N. Ard›ç
leme fonksiyonunu icra eder. Kanun ve örf arasında bir çatışmanın ortaya çıkması hali ise ictihadlar arasında beliren ihtilaflardan ibarettir. Bu durumu görmezden gelerek varılan yargıların temelinde İslam hukukunun dar ve statik bir sistem olduğu varsayımı yatmaktadır. Halbuki bilindiği gibi fıkıh külliyatında yer alan hükümlerin kahir ekseriyeti kıyas, istihsan, örf ve maslahat gibi ilkeler ışığında üretilmiş ve değişebilir nitelikte olanlardır. Dolayısıyla daha isabetli olan tanımlama, hem örf hem de kanunu şer‘î hukukun birer unsuru olarak kavramlaştıran daha geniş ve dinamik yaklaşımınkidir. Bu sebeple Batı’daki İslam ve Osmanlı hukuk literatürüne hakim olan oryantalist yaklaşım daha rafine hale getirilip geliştirilmeye ihtiyaç duymaktadır.
Bibliyografya Abouseif, D. B.; Egypt’s Adjustment to Ottoman Rule: Institutions, Waqfs and Architecture in Cairo - 16th and 17th Centuries, Leiden: E. J. Brill, 1994. Asad, T.; Genealogies of Religion, Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1993. Davutoğlu, A.; Alternative Paradigms: The Impact of Islamic and Western Weltanschauungs on Political Theory, Lanham, New York, London: University Press of America, 1994. Fleischer, C.; Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire, Princeton: Princeton Unv. Press, 1986. Gerber, H.; State, Society and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective, Albany: SUNY Press, 1994. Gibb, H. A. R. ve H. Bowen,; Islamic Society and the West, II c. Londra: Oxford Unv. Press, 1950. Hanna, N.; “The Administration of Courts in Ottoman Cairo” The State and its Servants: Administration in Egypt from Ottoman Times to the Present, N. Hanna (der.) Kahire: American University in Cairo Press, 1995. Heyd, U.; “Qanun and Sharia in Old Ottoman Criminal Justice” Proceedings of of the Israel Academy of Sciences and Humanities, V. Menage (der.) Oxford: Oxford Unv. Press, 1967. Jennings, R. C.; “Limitations on the Judicial Powers of the Kadi in Seventeenth Century Ottoman Kayseri” Studia Islamica, 1979, sy. 50, s. 151-84. Kara, İ.; Din ile Modernleşme Arasında: Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, İstanbul: Dergah, 2003. Lapidus, I.; “The Separation of State and Religion in the Development of Early Islamic Society” IJMES, sy. 6, 1975. Makdisi, G.; Religion, Law and Learning in Classical Islam, Hampshire: Variorium, 1991. Repp, R.; “Ottoman Developments of the Qanun and Sharia” International Journal of Turkish Studies, 1988, sy. 24, s. 33-56. Schacht, J.;The Origins of Muhammedan Jurisprudence, Oxford: Oxford Unv. Press, 1950. Smith, D.; Religion and Political Development: An Analytic Study, Boston: Little, Brown, 1970. Watt, M.; The Formative Period of Islamic Thought, Edinburgh, 1973. Winter, M.; Egyptian Society under Ottoman Rule, New York: Routledge, 1992.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
843
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 843-847
“Yanl›fl Zamanda Yanl›fl Adam”: Feyzullah Efendi
Sabra Meservey, Feyzullah Efendi: An Ottoman fieyhülislam, Doktora Tezi, Princeton University, 1965, IV+172 sayfa. Selim KARAHASANO⁄LU*
XVII. yüzyılın kapanışında ve XVIII. yüzyılın ilk yıllarında, II. Mustafa ve III. Ahmet devirlerinde, Osmanlı Devleti’nin şeyhülislamı Feyzullah Efendi (1638-1703) idi. Bahsi geçen bu dönem, Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından birisi olarak kabul edilebilecek Karlofça’nın imzalanışını ve ondan dört yıl sonra da Edirne Vakası’nı (1703) içerir. Bu kısa ve fakat kritik dönemde şeyhülislamlık makamını tutan büyük nüfuz sahibi Feyzullah’ın hayatı geniş bir kitle tarafından hunharca öldürülerek son bulacaktır. İşte bu kritik dönemin kritik figürüne dikkat çeken Sabra Meservey, onun kısmen de olsa Osmanlı’nın bu dönemde içerisinde bulunduğu askerî ve siyasî şartların kurbanı olduğunu ifade eder. Princeton Üniversitesi’nde bundan tam kırk yıl önce Profesör Levis Thomas ve Norman Itzkowitz’in danışmanlığında tezini tamamlayan Meservey’in bu çalışması dört bölümden oluşmaktadır: İlk bölümde şeyhülislamlık hakkında genel bilgi verdikten sonra, ikinci bölümde Feyzullah’ın kariyerinin başlaması, üçüncü bölümde kariyerinin zirvesi ve nihayet dördüncü bölümde de kariyerinin son buluşunu inceler. Amacım tenkidî bir tanıtım yapmaktan ziyade, Türkiye’de üzerinde kalem oynatılmamış Osmanlı tarihinin önemli bir siması üzerine yıllar önce yapılmış bu titiz çalışmadaki bilgi ve fikirleri okuyucu ile paylaşmak ve böylece yazarının Osmanlı tarihçisi olarak kariyerine devam etmemesi dolayısıyla basılamamış bu eseri kullanım alanına sokmaktır. Zaten Osmanlı tarihçiliğinin henüz çok yeni bir gelişme devresini yaşadığı 1960’lı yılların bu monografisinde geniş ve derin bir dönem çözümlemesi beklenmemesi gerektiği açıktır. Feyzullah’ın başarılı bir ilim adamı olarak kariyerinin zirvesine yükselişini ve onun sonunu hazırlayan siyasî ve sosyal şartların neler olduğunu Meservey’i takip ederek görelim. Hayatı ve Kariyeri 1638 Erzurum doğumlu. Babası Seyyid Mehmed, Erzurum müftüsü. İki taraftan peygamber soyuna bağlı, Halveti tarikatına mensup Feyzullah, Erzurum’da babası do* New York Devlet Üniversitesi, Binghamton, Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi.
844
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
layısıyla güçlü bir ilmî ortamın içerisindedir. Babasının meslektaşlarından biri, daha sonra IV. Mehmet’in vaizi olarak İstanbul’a gidecek ve padişaha tütün ve şarap dükkanlarını kapattıracak olan Vani Efendi’dir. Feyzullah da, onun daveti üzerine İstanbul’a gidebilecektir (1662) ve onun kızıyla evlenecektir. Feyzullah, iki kez şeyhülislamlık konumuna getirilecektir. 1688’de II. Süleyman devrinde 17 gün bu konuma sahip olmuşken, 1695’te tekrar getirildiği bu makamda, II. Mustafa devrinde 1703’te öldürülmesine kadar görevde kalacaktır. Babasının av düşkünlüğü, annesi Rabia Gülnûş’un harem ve saray işleriyle fazlaca meşguliyeti, Mustafa’nın altı yaşından yirmiüç yaşına kadar özel hocası olan Feyzullah’a müstakbel Sultan üzerinde derin bir tesir kurmak için şartları hazırlamış olacaktır. Meservey’in Feyzullah’ın kariyeri konusunda önemle dikkat çektiği konu, onun sıra dışı bir kariyere sahip olmasıdır. Elde ettiği konumları herhangi bir alimin geçtiği bütün basamakları geçerek mi gelmişti? Feyzullah, en başta ulemadan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmenin avantajına sahipti. XVII. yüzyılın ikinci yarısında kadı, müftü, en üst müftü olarak şeyhülislamın varlıklarına dikkat çeken Meservey, şeyhülislamın genellikle kadılardan seçildiğini vurgular ve bu konuda Feyzullah’ın bir istisna olduğunu ifade eder. Onun kariyerine istisnaî hüviyet kazandıran olaylardan biri de kendisini de kapsayan sadece beş şeyhülislamın Kanuni’den sonra bu görevde beş yıldan fazla kalabilmesidir. İkinci şeyhülislamlığı, sekiz yıl sürmüştü Feyzullah’ın. XVII. yüzyılda sekiz yıl bu makamı tutabilmek istisnaî bir durum olmakla beraber bir şeyhülislamın öldürülmesi de istisnaî bir durumdu. Yine bu yüzyılda sadece iki tane şeyhülislam daha, Ahizade ve Hocazade, öldürülmüştü; ama hiçbirisi Feyzullah’ın başına geldiği gibi öfkeli bir kalabalık tarafından paramparça edilmemişti. 1670’ten itibaren Feyzullah, hızlı bir yükseliş yakalar. İlk İstanbul görevi, Haydar Paşa Medresesi müderrisliğidir. Ardından Üsküdar’da Mihrimah Medresesi’nde görevlendirilir. Bir yıl bu iki medresede gören yapan Feyzullah, bir yıl da Sahn-ı Seman’da ve ardından Aya Sofya ve İstanbul kadısı rütbesiyle -göreviyle değil- Süleymaniye’de Darü’l-Hadis’te görev yapar. 1675’te Anadolu Kazaskeri rütbesiyle Sultan Ahmed Medresesine atanır. 1678’de Mustafa’nın altı yaşındaki küçük kardeşinin hocası olarak görevlendirilir ve Rumeli kazaskerliğine yükseltilerek Sultan Ahmed Medresesi’ndeki görevi yenilenir. Medrese sistemi içerisine ilk girişinden dokuz yıllık süreç içerisinde -buradaki görevi, olağanın dışında bir yıldan az sürse de-Haydar Paşa’dan Sahn-ı Seman’a ve en yüksek kadılık rütbelerine ulaşmasıyla Feyzullah’ın çok hızlı bir yükseliş gösterdiği açıktır. Bu süreç içerisinde ısrarla kadılık görevi için teklif alsa da ilim ve tefekküre öncelik verdiğini vurgulayarak bu görevi reddetmiştir. Feyzullah, Mehmed devrine kadar Sultanlara hocalık görevini sürdürür. Mehmed devrinde siyasî olmayan bir sebeple görevinden alınır. Sultan, kayığı ile Üsküdar’ı geçerken otlağında bir atın bağlı olduğunu görür. Bekçi çağrılır; kural ihlalinden ölüm emri verilir. Bekçi, önce tamamıyla masumiyet iddiasında bulunurken ardından atın Feyzullah Efendi’ye ait olduğunu, atı oraya sokmak için izninin olmadığını; fakat Feyzullah Efendi’den korktuğunu ifade eder. Böylece bekçi affedilir ve Feyzullah çağrılır. Feyzullah Efendi, eserinde, bu haberi Sultan’a kendisinden nefret eden birilerinin
“Yanl›fl Zamanda Yanl›fl Adam”: Feyzullah Efendi
845
ulaştırdığını belirtir, fakat bunların kimler olduğu ve kendisinden neden nefret ettikleri konusunda herhangi bir açıklamada bulunmaz. Bu suç dolayısıyla ölümü istenir; fakat bir alim ve seyyidi öldürmenin yakışık almayacağı düşüncesiyle affedilir ve Sultanlara hocalıktan azledilir, adı ulema listesinden de çıkarılır. Beş gün sonra Haseki Rabia Gülnûş’un ricasıyla Feyzullah’a Eyüp arpalığı verilir ve muhtemelen kaynaklarda bahsi geçmese de adı tekrar ulema listesine eklenir. At meselesinde bu feci ihmalin Feyzullah’ın saraydaki güçlü destekçilerini kaybetmesine yol açtığı söylenebilir. Naima ve Şefik, Feyzullah’ın azlini farklı şekilde açıklarlar. Onlara göre, Feyzullah’ın mütehakkim tavırları, kendisinin ve maiyyetinin sokaklarda nümayişinin bir alime yakışık almaması gibi sebepler bu azli hazırlar. Azli açıklamada iki izaha da inanmamak için bir neden yoktur; fakat Feyzullah, otobiyografisinde at olayını sebep olarak sunar. Hoca olarak zorunlu emekliliğinden sonra kendisini ilme, ağırlıklı olarak da fıkıh alanına verir. Şikayet ve Nefret Feyzullah Efendi, bütün bu güçlü kariyeri kısa sürede edindi ve büyük nüfuz sahibi oldu da, çevresindekileri tatmin konusunda aynı beceriyi gösteremedi. Ona yöneltilen eleştiriler, makamını kötüye kullanması noktasındaki şikayetler ve bütün bunların birikmesi kendisine o kadar geniş bir düşman kitelesi hazırlayacaktır ki o müthiş zekasıyla edindiği nüfuz, bu problemleri çözmeye yetmeyecektir. Feyzullah’a yönelik şikayetlerden birincisi ve belki de en önemlisi şeyhülislamlık makamını kötüye kullanmasıydı. Şöyle ki: Ulema, Feyzullah’ın çocuk ve damatlarını kayırması ve onlara güçlü pozisyonlar tahsis etmesi dolayısıyla hak ettikleri konumlara gelememiş ve Feyzullah’ın en büyük düşmanı olmuşlardır. Zira, onun şeyhülislamlık makamına gelir gelmez ilk işlerinden biri, büyük oğlu Fethullah’a güvenli ve yüksek dereceli bir pozisyon sağlaması idi. 1113 [1701/1702] yılı itibariyle altı yüksek ulema makamı Feyzullah’ın akrabaları tarafından doldurulmuştu. Esasen şeyhülislamlığının ilk günlerinde büyük övgülere de mazhar olan Feyzullah’ın ailesine ve takipçilerine karşı zaafı, dönemin çağdaş yazarlarınca -örneğin, Şefik- üzerinde durulan bir mesele idi. Neticede Feyzullah’a yönelik eleştiriler haklı idi. Gerçekten de, kibirli ve mağrur bir yapıya sahipti; kendisi ve ailesi konusunda haristi. Kendisine karşı oluşan düşman kitlesinden bihaberdi veya en azından oluşturmuş olduğu düşman kitlesinin çapının farkında değildi. İnsanları tanıma konusunda oldukça başarısızdı. Robert Mantran, Istanbul Pendant la Seconde Moité du dix-septiéme siécle isimli eserinde İstanbul’un dönemin nasıl güçlü bir ekonomik merkezi olduğuna işaret eder. Bu ortamda, Mustafa’nın saltanatının ilk kışı ve Karlofça’nın imzalanışından sonraki bir kaç hafta hariç tutulursa tamamen Edirne’de yaşamış olması, İstanbul tüccarının işlerini oldukça kötü etkilemiş ve bu duruma neden olan kişi olarak da, Mustafa’nın İstanbul’a dönüşünü engellediği gerekçesiyle Feyzullah’ı görmüşlerdir. Böylece Feyzullah, bir büyük düşman kitlesi daha kazanmış oluyordu: Tüccarlar. Askerler de kazançları konusunda tatminkar değillerdi ve bu tatminsizliklerinin 1688’de Siyavuş Paşa olayından sonra sonu hiç gelmedi. Sorumlu gördükleri herkesi
846
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
suçladıkları gibi Feyzullah’ı da açıkça askerî kahraman Daltaban Mustafa Paşa’nın ölümünden sorumlu tuttular. Ayrıca nefret ettikleri iki vezir-i azam, Amcazade Hüseyin ve Rami Mehmed’i ataması da düşmanlıklarını artırdı. Feyzullah’ın inşasına ön ayak olduğu Edirne’deki saraylarda Mustafa’nın iki kızına çok masraflı düğünler yapması da bir seri şikayetin başlamasına neden olmuştu. Ulema gibi paşalar ve vezirler de, Feyzullah’ı büyük zenginliği ve gücü ve ayrıca kendi gücünü pekiştirici atamaları dolayısıyla suçladılar. Ne zaman bir vezir-i azama seçimi konusunda telkinde bulunsa yeni bir düşman kazandı. Karakaş Mustafa, timarını kendi üzerine geçirdiği için Feyzullah’tan nefret ediyordu ve kendi elleriyle öldürerek kişisel intikamını alacaktır ondan. Feyzullah’ın azledip mallarını haczettirdiği Firarî Hasan da daha sonra isyanı yürütenlerden olacaktır. Moralı Hasan da dört kez kendisinin vezir-i azamlığını engelleyip başka adaylar üzerinde tercihini kullanan Feyzullah’tan nefret ediyordu. Lakin hiç şüphesiz en büyük düşman Rami Mehmed Paşa idi. Vezir-i azamlık için yeterli donanıma sahip olmamakla beraber, Feyzullah’ın tercihi ile bu konuma getirilmesi dolayısıyla ona sürekli itaatkar ve hatta oğullarının küçük düşürücü davranışlarını da tolere etmek durumunda kalıyordu. İsyan ve Ölüm Nitekim Rami Mehmed, daha sonra Moralı Hasan’ın da yardımları ile isyanın dikkatli bir hazırlığını yapacaktır. İstanbul’da iki yüz cebeciye Gürcistan’da muharebe emri verecekler; cebecilerin gecikmiş ödemeyi teslim almaksızın bu emri yerine getirmemelerini de planlarını uygulamaya koymak üzere bir fırsat olarak değerlendireceklerdir. Sarı İbrahim’i yeni cebecibaşı olarak görevlendirip İstanbul’a yollar ve ayaklanmanın sona ermesine izin vermemesi için kesin talimat verirler. İki ay sonra cebeciler, bir toplantı yaparlar, aldıkları ücretin yetersizliğini dile getirir ve caddelere dolarlar. Kısa süre sonra yeniçeriler de onlara katılır ve o gece meydanlar ve caddeleri binlerce kişi doldurmuştur. Birinci günün bitiminde artık İstanbul halkı, güvenliğinden emin olamamaya başlamıştır. İkinci gün ulema, Orta Cami’de toplanıp isyana katılma kararı alır. Bu da isyana şer‘î bir teyit olmuş olur ve böylece halk katılım için kendini artık serbest hisseder. Kısa zamanda caddeler talebelerle dolar. Üçüncü gün, şehirdeki kargaşa dolayısıyla Cuma namazları iptal edilmek istenir. Burada, şüphesiz ki Mustafa’nın adına hutbe okunmasını istemeyen bir topluluğun iması söz konusudur. Büyük kalabalık bir ordu tertip ederek Edirne’ye yürüyüp Sultan’dan istediklerini koparmanın hazırlığını yaparlar. İstanbul’dan Edirne’ye gitmeye hazırlanan kalabalık sadece İstanbul’u değil isyanın başladığı günden beri taşradan katılanları da içeriyordu. Silahdar’a göre Edirne’ye ulaşan kalabalıkta 12000 yeniçeri, 5000 cebeci, 1000 topçu, 5000 sipahi ve silahdar, 1000 bostancı, 20 gümrük memuru ve 900 seyyid vardı. Bunlara ilaveten, sayısız işçi, öğrenci ve halktan çokça insan. Feyzullah, hasmı Karakaş Mustafa’nın liderliğindeki bir kalabalık tarafından yuhalanarak atıldığı hapishaneden dışarı çıkarılır. Kafası kesilir ve bir atın arkasına bağla-
“Yanl›fl Zamanda Yanl›fl Adam”: Feyzullah Efendi
847
nıp caddelerde dolaştırılır. Sonunda darmadağın olmuş vücudu, Tuna nehrine atılır. Bu trajik ve tiksindirici son, 2 Eylül 1703’te yani Feyzullah’ın ikinci kez şeyhülislamlığa atanmasından sekiz yıl üç ay sonra sebep olduğu yoğun kin ve yarattığı korkunun bir sonucu idi. Edirne Vakası bir saray hizbi isyanı değildi; tıpkı hakiki bir ekonomik ve sosyal içerikli isyan olmadığı gibi. Naima, daha önce bu şekilde bir isyanın vuku bulmadığından bahseder ve kişisel karakterine rağmen Osmanlı toplumunun pek çok hassas problemine işaret ettiğini ifade eder. Meservey, Naima’nın, isyanı “Feyzullah Efendi Vakası” olarak isimlendirmesine karşı çıkar. Bu isyanın müstebitliğe karşı bir isyan olduğunu öne sürer. Zira, olay Osmanlı tarihinin öyle kritik bir devresine denk gelmektedir ki bu dönemde Feyzullah olmasa da bahane konumuna getirilebilecek ve isyanın sembolü yapılacak bir şahıs mutlaka bulunacaktı. Meservey’e göre asli sebep dört asır fetih yapmış imparatorluğun tarihinde ilk kez 1699’da Karlofça ile topraklarından vazgeçmek durumunda kalması ve haraç talep edilir hale gelmesi idi. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, Karlofça ile zengin Avrupa toprak ve nüfusunun yarısını kaybediyordu. Karlofça antlaşması döneminde hangi iktidar söz konusu olursa olsun devrilmeye mahkumdu. Edirne Vakası’nı onun adı ile özdeşleştirmenin, isyanın asli önemini yanlış yorumlamamıza neden olacağı açıktır ve belki de bu noktada olayı “Karlofça Vakası” şeklinde nitelendirmek daha uygun olur. Zira, Feyzullah’ın karşı karşıya kaldığı problemler kişinin tek başına üstesinden gelebileceği cinsten değildi. Feyzullah’ın durumuna sağlıklı bir bakış geliştirmek esasında kolay değildir. Çünkü çağdaşı yazarların ona karşı bir önyargıları söz konusudur. Raşid, Feyzullah’a belki de en kızgın grup olan ilmiye mensuplarındandı. Şefik, bürokrasinin bir mensubu olarak Rami Mehmed’in yakın arkadaşı, Feyzullah’ın en azılı düşmanlarındandı. Silahdar Mehmed, askeriyedendi ve Mustafa üzerinde Feyzullah’ın derin tesirini hazmedemiyordu. Defterdar Mehmed, Edirne Vakası’ndan ortaya çıkan ve ödenmesiyle yükümlü olduğu borçlardan sorumlu olarak Feyzullah’ı görüyordu. Son olarak da, bir diğer bürokrat Naima, Feyzullah’ı, geleneğin suistimali konusunda saygısız görüyordu. Meservey, bu kadar karmaşık bir dönemin panoramasını çizmek konusunda ve olayların seyrini tespit, kişilerin katılımlarını belirleme noktasında titiz bir iş ortaya çıkarır da, Feyzullah’ın ilmi kişiliği ve bu kişiliğin hayatını ve ailesinin kaderini belirlemede ve dolayısıyla fetvalarında, kişisel ve siyasî aldığı bütün kararlarda nasıl bir portre ortaya koyduğu üzerinde düşünmez. Kütüphanesindeki ikibin küsür kitaptan bahseder, kamuya açık sohbetlerinin popülaritesine dikkat çeker, fakat bunların onun ilmî kişiliğini ortaya koymada ve halkın ona bakışını ve dolayısıyla dost ve düşman oluş süreçlerini anlamada bir kaynak olarak kullanmaz. Dolayısıyla eserde, kırk yıl önce Osmanlı çalışmalarının oldukça kıt olduğu bir dönemde yapılmış olmasının kaçınılmaz dezavanatajlarını bulmak oldukça doğaldır. Çalışma her ne kadar bir Osmanlı şeyhülislamı olarak “Feyzullah Efendi” diye isimlendirilse de burada Feyzullah’ın şeyhülislamlık yönü üzerinde çok fazla durulmamaktadır. Onun Osmanlı’nın bu çok karmaşık tarihsel döneminde nasıl bir bileşen veya ayrışan figür olduğunun tespiti yapılmaya çalışılmaktadır. Meservey’e göre, Feyzullah Efendi’nin kahramanı olduğu öyküde aktör, “yanlış zamanda yanlış adam” rolüyle bir Shakespeare trajedisi için biçilmez kaftan gibidir.
848
TAL‹D, 3(5), 2005, S. Karahasano¤lu
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
849
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 849-854
Karen M. Kern, The Prohibition of Sunni-Shi‘i Marriages in the Ottoman Empire: A Study of Ideologies, Doktora Tezi, New York: Columbia University, 1999, III+197 sayfa. Abdurrahman ATÇIL* Bu çalışmada, Karen M. Kern, Osmanlı-İran siyasî ilişkilerinin belirlediği Osmanlı ideolojik oluşumlarının XVI. yüzyılın başından XX. yüzyılın başına kadar olan gelişimini incelemektedir. Kern’e göre, ilişkilerle birlikte ideolojiler de evrilmiştir, ama evrenselci meşruiyet ideolojisi ve İranlıların inançlarını doğru inançtan sapmış olarak görme ideolojisi hep var olmuş ve Sünni-Şii evliliklerinin yasaklanmasına temel teşkil etmiştir. Kern, Osmanlıların İslam dünyasında liderlik konumu için XVI. yüzyılda Safevilerin meydan okumasına karşı ürettikleri bu ideolojileri İran’la ilişkilerin normalleşmeye başladığı XVIII. ve XIX. yüzyıllarda da jeopolitik nedenlerle yeniden gündeme getirdiklerini ve kullandıklarını savunmaktadır. Kern, Osmanlı-Safevi çekişmesini ve bunun doğurduğu teolojik polemiği tartışmadan önce, Osmanlı İmparatorluğu’nda XIII.-XV. yüzyıllarda ortodoksluk-heterodoksluk tartışmasına kısaca değinmektedir. Kern’e göre, XIII. ve XIV. yüzyıllarda bunların bir tanımı yapılmamıştı ve Cemal Kafadar’ın ifadesiyle “titiz bir şekilde ortodoksluğu tanımlamaya ve katı bir şekilde uygulamaya çalışan bir devlet yoktu” (s. 20). Osmanlılar, XV. yüzyılda, ortodoksluğu ve heterodoksluğu tanımlamaya giriştiler ve Hanefî mezhebini ortodoksluk olarak belirlediler. Bu ortodoksluk tanımına ilk karşı koyuşlar tarikatlerden geldi. Bunların bazısı Şeyh Bedrettin isyanında olduğu gibi şiddetle bastırıldı; diğer bazısı Bayramî tarikatında olduğu gibi ortodoks inançla uyumlu hale getirilerek devletin hizmetine sokulmaya çalışıldı. XVI. yüzyılın başında Safeviler İran’da hakimiyeti ele geçirdiklerinde, Osmanlılar ortodoksluk-heterodoksluk tanımında epey yol almışlardı. Osmanlılar, Safevilere bağlılık gösterenleri “kızılbaş” diye isimlendiriyorlardı. XVI. yüzyılda kızılbaşlara karşı yayımlanan fermanlar ve fetvalar, onları din dışına çıkmakla suçlamış ve Osmanlının ortodoksluk tanımını epeyce belirginleştirmişti. 1514’te, Çaldıran savaşından önce, I. Selim, Şah İsmail’e gönderdiği mektupta onu Kuran’a saygı göstememek, camileri yıkmak ve masum Müslümanları öldürmekle suçlamış ve ona karşı savaşmanın dinî bir görev olduğunu ifade etmişti. Aynı zamanda kızılbaşların kafir olduğunu ve onlara karşı savaşmanın dinen doğru olduğunu ifade eden fet* Chicago Üniversitesi, Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, Doktora Öğrencisi.
850
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Atç›l
valar da yayımlanmıştı. 1511-1512 Şah Kulu isyanı sırasında, kızılbaşlar hakkında Molla Hamza tarafından verilen fetvada şöyle denmektedir: “Dahi nikahları gerekse kendülerinden ve gerekse gayrıdan alsunlar batıldır; dahi bunlar kimseden miras yemek yoktur ve bunların ricallerin katl edip...” Kern, bu fetvaya dayanarak XV. yüzyılda Sünni-Şii evliliklerinin yasaklandığını savunmaktadır. Kern, Sünni-Şii evliliklerinin yasaklanmasını genel Osmanlı ideolojisi içerisinde açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre, Şah İsmail, VII. İmam Musa el-Kazım’ın soyundan geldiğini iddia edip, İslam dünyasının liderliğinin kendi hakkı olduğunu iddia edince, Osmanlılar, halifeliğin Abbasi halifesinden I. Selim’e aktarıldığını iddia ettiler. XVI. yüzyılda ve gerektikçe daha sonraları Osmanlı padişahları bu unvanı kullandılar. Halife unvanı sayesinde Sünni İslam’ın liderliğini elde eden Osmanlılar, Şiiliği temsil eden Safevileri tanımama yolunu seçtiler. Kern’e göre bunun önemli bir göstergesi, kapitülasyonlara göre Avrupa ülkeleri vatandaşlarına Osmanlı toprağında kendi hukukuna göre yargılama hakkı verilirken, İran vatandaşlarına böyle bir hakkın tanınmamasıdır. Kern, Sünni-Şii evliliklerinin yasaklanmasını da Safevileri tanımama politikasının bir parçası olarak görmektedir. Osmanlılar, Safevileri 1722’de çöküşlerine kadar tanımadı. Bir karışıklık döneminden sonra Afganistanlı bir Sünni olan Eşref Han, İran’ı hakimiyeti altına aldı. Kern’e göre, bu tehlikeye karşı III. Ahmet, halife unvanını yeniden gündeme getirmişti. Hukuken kızılbaşlar mülk edinme hakkına sahip olmadıklarından –çünkü Osmanlılara göre onlar mürteddiler- Eşref Han kimseye ait olmayan toprağı ele geçirdiğini iddia ediyor ve Osmanlıların kendisini tanımasını istiyordu. Bu arada, Eşref Han, Osmanlıların İran’daki karışıklık döneminde ele geçirdikleri toprakların da iadesini istiyordu. Osmanlı uleması konuyu tartıştı, ülkeleri Hind Okyanusu gibi doğal bir engel ile birbirinden ayrılmadıkça aynı zamanda iki imamın olmayacağına ve Eşref Han’ı hakkı olmayan toprağı gasp eden kimse ilan ederek ona karşı savaş açılmasına karar verdi. Eşref Han, Nadir Şah tarafından devrildi. 1746 yılında Nadir Şah ile Osmanlılar arasında imzalanan antlaşmaya göre Osmanlılar, İran Şahı’nı bağımsız bir hükümdar olarak tanımıştı. Antlaşma, Osmanlı Devleti ve İran’dan “iki devlet” olarak bahsetmiş, İranlılara Bağdat üzerinden hacca gitme hakkı tanımış ve Irak’taki kutsal mekanları ziyaret hakkı vermişti. İlk defa İranlı esirler kafir muamelesi görmüyorlardı. Kern, merkezî yönetim seviyesindeki bu gelişmelere ve Şeyhülislam fetvalarında bir daha ele alınmamasına rağmen yerel idare seviyesinde Şii-Sünni evliliği yasağının devam ettiğini ifade etmektedir. Hac kervanını kaçıran İranlı hacılar Şam’da bir sonraki yılı bekliyorlardı. Birçoğu da orada yerleşip evleniyordu. Sünni olan Şam halkı bundan rahatsız oluyordu. Bunun üzerine müftü Ali al-Murâdî, Sünnilerin Rafızilerle evliliğinin sahih olmadığı hakkında al-Ravd al-râid fî adem sihhat nikah ahl al-sunna li’l-ravafiz isimli bir risale kaleme aldı. Buna dayanarak Kern, evlilik yasağının devam ettiği kanaatini taşımaktadır. Kern, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlıların milliyetçilik hareketlerinden haberdar olduklarını ve devletin meşruiyet temelini yeniden tanımlama çabasında olduklarını ifade etmektedir. Devletin dinî ve etnik açıdan çeşitli unsurlarını, “Osmanlı vatandaşı” olmak temelinde birleştirmeyi tasarlamışlardı. Tanzimat Fermanı ve daha
Karen M. Kern, The Prohibition of Sunni-Shi‘i Marriages in the Ottoman Empire
851
sonraki reform girişimleri Osmanlılık prensibinin yerleştirilmesi için atılmış adımlardı. Osmanlı İmparatorluğu milli-devlete dönüşüyordu. Bu, Osmanlı-İran ilişkilerine de yansımıştı. 1823 ve 1848 senelerinde imzalanan Osmanlı-İran antlaşmalarında ümmet kelimesi kullanılmamış, İranlılara da Avrupa devletleri gibi kapitülasyonlar verilmişti. Kern’e göre, Osmanlı milli-devlet şekline dönüşümü ile zıtlık arz eden bir gelişme, 1822’de, II. Mahmut’un, İran vatandaşları ile Osmanlı vatandaşları arasındaki evliliklerin bir “buyruldu” ile yasaklanmasıdır. Bu buyrulduda dinî retorik kullanılmıştı. İranlıların cahil oldukları, doğru yoldan saptıkları belirtilmişti. Kadıların ve imamların evlilikleri çok yakından takip etmeleri istenmiş, Osmanlı kadınlarının İranlılarla evlenmesine izin verenlerin cezalandırılacağı ifade edilmişti. Yasak sadece kadınları kapsamaktaydı. Kern, bu buyurulduyu çok çeşitli eğilimlerin bir göstergesi olarak sunmaktadır. Ona göre bu buyuruldu, ilmiyye bürokrasisi üzerinde sultanın hakimiyetinin şimdiye kadar kabul edilenden daha geriye gittiğini göstermektedir. Çünkü, II. Mahmut, bu buyuruldu ile özel hukuk alanında düzenleme yaparak şeyhulislamın yetkili olduğu alana müdahele etmiştir. II. Mahmut, modernizasyon projesinin bir parçası olarak ulemayı kontrol altına alırken, onların işbirliğine ve onların temsil ettiği ideolojiye de ihtiyaç duymuştu. Bunun için onları bu kanunun uygulanmasında yetkili kıldı. Kern’e göre, buyurulduda dinî retoriğin kullanılmasının nedeni, değişim olurken eskinin devam ettiği hissini vermekti. Osmanlı sultanı olarak İslam dünyasında artık tek hakim olmadığını siyasî olarak kabul etse de, daha önceki yüzyılların evrenselci ideolojik söylemini devam ettiriyordu. 1869’da, Osmanlı Vatandaşlık Kanunu [Teb‘iyyet-i Osmaniyye Kanunnamesi] yayımlandı. Bu kanuna göre Osmanlı vatandaşı olan kadın, başka ülke vatandaşı bir erkekle evlediği zaman, o ülkenin vatandaşlığına geçmiş oluyordu. Bu evlilikten doğan çocuklar da, babalarının vatandaşı olduğu ülkenin vatandaşı sayılıyorlardı. Bunun tek istisnası İranlılardı. 1874 ylında yayımlanan bir nizamnameye göre Osmanlı vatandaşı olan kadın, İranlı bir erkekle –yasağa rağmen- evlenmiş olsa, kadın ve çocuklar Osmanlı vatandaşı kabul edilecek, askerlik, vergi ve diğer malî yükümlülüklerden sorumlu olacaklardı. Kern, 1822 ve 1874 yılındaki evlilik yasağını Irak’ta Şiiliğe ihtidalar çerçevesinde değerlendirmektedir. Nadir Şah ile birlikte İran ile ilişkiler normalleşmeye başlayınca Şii ulema, Irak’taki kutsal mekanlara, Necef, Kerbela, Kazımeyn ve Samarra’ya akın etmişler ve bu şehirler Şii akademik çalışmalarının merkezi olmuştu. Bu ulemanın gayretleriyle Irak’taki halk Şiiliğe ihtida ettirilmişti. Şiiliğe ihtida eden kişiler, İran Şahı’nın yönetimini, Osmanlı yönetimine tercih ediyorlardı. Osmanlılar Irak’taki bu gelişmelerin farkındaydılar. Bölgedeki memurların ve özellikle durumu araştırması için gönderilmiş memurların raporlarında, eğitimsizlik bu durumun temel sebebi olarak gösterilmiştir. Sünni ulemanın elindeki vakıf gelirlerine merkezî otorite tarafından el konulmuştu. Diğer taraftan, Şii ulemayı, İran devleti ve Kuzey Hindistan’daki Şii devleti malî olarak desteklemekteydi. Sonuç olarak Sünni eğitimi çökerken, onun yerini Şii eğitimi almıştı. Irak’ta Şii yükselişini durdurmak isteyen
852
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Atç›l
Osmanlı yönetimi, bu bölgeye camiiler, medreseler yapılmasına girişmiş ve misyoner gibi Sünniliğe ihtida için çalışmak üzere özel olarak yetiştirilmiş ulemayı bölgeye göndermeyi düşünmüştü. Ayrıca Şii çocukları alarak İstanbul’da eğitmek fikri de kabul görmüştü. Bu çerçevede İranlı erkekler ve Osmanlı vatandaşı kadınlar arasındaki evliliğin, Osmanlı için tehlikeli sonuçları olacağı düşünülmüştü. Herşeyden önce, Osmanlı idaresi, diğer bölgelerde olduğu gibi başka ülkenin vatandaşlığını kazanıp kapitülasyonlar sayesinde imtiyazlı konum elde eden bir grubun ortaya çıkmasından korkmuştu. Bu grup, kapitülasyonlar sayesinde askerlik yapmayacak ve malî yükümlükleri olmayacaktı. Ayrıca miras yoluyla Osmanlı malvarlığı İranlılara geçecekti. Bu evliliklerin yasak olduğunu tekrarlayan bir belgede, diğer ülke vatandaşlarıyla evliliklerin, Osmanlı vatandaşlarının o ülke kadınlarıyla evlilikleriyle dengeleneceği belirtilmişti. Herhalde İranlılarla durumun dengelenemeyeceği düşünülüyordu. İranlılarla evliliğin yasaklanmasının bir sebebi de, bunun özellikle Irak bölgesini ilgilendirmesi ve burada Osmanlı hakimiyetini hepten zayıflatacağı endişesi olmalıdır. Kern, bu yasağın uygulanması için alınan önlemler ve karşılaşılan zorluklardan ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir. Yasağa rağmen evlenenler için uygulanan yaptırım, evlenen çiftlerin ve çocuklarının sınır dışı edilmesiydi. Yeniden Osmanlı topraklarına döndükleri takdirde çocukları askerlikle yükümlü oluyordu. İran Büyükelçiliği bu kanunları değiştirtmek için girişimlerde bulundu. Osmanlı idaresi, 1887’de, sadece 1874’ten önce doğmuş çocukların askerlikten muaf olduğunu kabul etti. Ayrıca İran Büyükelçiliği evlenen çiftler sürgünden döndüklerinde de Osmanlı vatandaşı kabul edildiklerinden evlilik yasağının anlamsız olduğunu ve kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Bu da kabul gördü ama uygulamaya konulamadan imparatorluk çöktü. 1826’da Türkiye Cumhuriyeti bu yasağı kaldırdı. Kern, bu çalışmasında, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan II. Mahmut’un buyuruldusunu ve konuyla ilgili imparatorluğun son elli yılına ait belgeleri kullanmaktadır. Bunlar haricinde akademik literatüre ve bazen bunlardaki birinci el belgelere dayanarak anlatımını oluşturmaktadır. Kern, dörtyüzyıldan daha fazla bir süre Osmanlı-İran arasında sınır problemleri olduğunu, bunun dinî retorikle bezenmiş evrenselci bir ideoloji ile desteklendiğini ve bu ideolojinin Sünni-Şii evliliklerinin yasaklanmasına temel teşkil ettiğini savunmaktadır. Bu tezler daha rafine hale getirilebilir. Kern, “İranlı” ve “Şii” kelimelerini birçok yerde eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Kern’in daha detaylı olarak incelediği XIX. yüzyıldaki yasaklarda, Osmanlı vatandaşı kadın ile İran vatandaşı erkek arasındaki evlilik ele alınmıştır. Bu yasak özellikle imparatorluğun doğu sınırlarındaki gelişmelere bir önlem olarak düşünüldüğünden, İranlıların çoğunlukla bölgede yaşayan Osmanlı vatandaşı Şiilerle evlendikleri düşünülebilir. Bu durumda kanun, Şii’nin Şii ile evlenmesini yasaklamıştır. Kern’in bir istisna olarak zikrettiği bir örnekte de görüldüğü gibi, bu yasak İranlı Sünnilerin de Osmanlı kadınlarıyla evlenmesini yasaklamaktadır (s. 150). Dolayısıyla Sünni-Şii evliliklerinin yasaklandığı sonucunu çıkartmak mümkün değildir. Zaten Fetvahane’nin yayımladığı bir fetvada Sünni erkeğin Şii kadınla ve Şii erkeğin Sünni kadınla evliliğinde dinî açıdan bir problem olmadığı da ifade edilmişti (s. 151). Diğer ülkelerin Müslüman vatandaşları Şii olsun, Sünni olsun Osmanlı vatan-
Karen M. Kern, The Prohibition of Sunni-Shi‘i Marriages in the Ottoman Empire
853
daşı kadınlarla evlenme hakkına sahipti. Burada söz konusu olan evlenen kişilerin mezhebi değil, hangi ülkenin vatandaşı olduklarıydı. Bu evlilik yasağı malî ve askerî açıdan vatandaşlarına eskisinden daha çok ihtiyaç duyan modern devletin, vatandaşlarını kaybetmeme ve bu evlilikler özellikle bir bölgeyi ilgilendirdiğinden toprağını kaybetmeme refleksi olarak değerlendirilebilirse de, Osmanlılar buna dinî ve geleneksel bir hava vermek istiyorlardı. Örneğin, yukarıda bahsedilen Şii erkekle Sünni kadın arasındaki evliliğin geçerli olduğunu açıkça ifade eden fetvanın devamında, halifelere küfredenlerle ve yanlış yola sapanlarla evliliğin caiz olmadığı ifade edilmektedir. Bürokrasi, o zaman İran ile “düşmanca ilişkiler devam ettiğinden”, bu fetvanın İranlı erkeklerle Osmanlı kadınları arasındaki evlilikleri desteklediğini düşünmüştü. İran Büyükelçiliği bu yasağın kaldırılmasını istediğinde; bu yasağın, I. Selim’den beri devam ettiği, II. Mahmut’un bunu devam ettiren bir ferman çıkardığı, Tanzimat’tan sonra da bu yasağın gerekli olduğunun anlaşıldığı, çünkü birçok Osmanlı Müslüman kadının çocuklarını askerlikten kurtarmak için İranlılarla evlendikleri ifade edilmişti (s. 145-146). Kern, “İranlı” kelimesini “Şii” diye tercüme ettikten sonra muhtemelen belgelerdeki bu ifadelerden etkilenerek, XIX. yüzyıldan önce bu yasağın izini aramış olmalıdır. Kern’e göre, XIX. yüzyıldan önce yasak sadece kadınları değil, erkekleri de kapsamaktadır. Kern’in XVI. yüzyıldaki yasağa delil olarak gösterdiği Molla Hamza’nın yukarıda bahsedilen fetvasında, kızılbaşlar, Şii olarak değil, mürted olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslam hukukuna göre dinden dönen boşanmış olur ve ona kimse mirasçı olamaz.1 Ebussuud da fetvalarında kızılbaşları aynı şekilde değerlendirmektedir. Ona göre de kızılbaşlar mürteddir.2 Bu fetvalarda asıl amaç, İran’a karşı Osmanlı seferini meşrulaştırmaktı. Kızılbaşların mürted olduğu ispatlandığı zaman, Osmanlılar’ın onlara karşı savaşması dinen bir zorunluluk oluyordu. Kızılbaşların kadınlarının boş olması iddiası mürted yaftasının bir sonucuydu. Burada Sünni-Şii evliliklerinin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Ebussuud kızılbaşların Şii olmadığını açıkça ifade etmektedir.3 Çünkü onları Şii olarak kabul etmek, Osmanlı seferinin meşruiyetini şüpheli hale getirecekti. Kern, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bu yasağın -en azından yerel seviyede- devam ettiğini ifade etmektedir. Bunun için sadece bir tek kanıt bulabildiğini ve araştırılırsa başka kanıtlar da bulunabileceğini söylemektedir. Bu kanıt, yukarıda bahsedilen Şam Müftüsü Ali Murâdî’nin risalesidir. Bu risalenin iki yazması Zâhiriyye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.4 Risalenin içeriği hakkında adının işaret ettiğinden ve AbdulKarim Rafeq’in yorumundan başka bir şey bilmiyoruz. Risalenin ismi Rafızilerle Sünnilerin evliliğinin geçerli olmadığını ifade etmektedir. Fakat yazarın Rafızi tanımlamasıyla kimi kastettiği risale okunmadan bilinemez. Rafeq bu risalenin Sünni-Şii evliliklerinin geçersizliği hakkında olduğunu ifade etmektedir. Bu risale Şii-Sünni evlilikle1 Joseph Schacht, An Introduction to Islamic Law, Oxford: The Clarendon Press, 1964, s. 139 ve 165. 2 Mehmet E. Düzdağ, Şeyhulislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1972, s. 112. 3 A.g.e., s. 110. 4 Abdul-Karim Rafeq, The Province of Damascus 1723-1783, Beyrut: Khayats, 1966, s. 60.
854
TAL‹D, 3(5), 2005, A. Atç›l
rini yasaklamış olsa bile, belirli bir bölgede sadece iki nüshası tespit edilen bir risaleye dayanarak ikiyüzyıllık bir dönem için sonuç çıkarmak çok sağlıklı olmasa gerek. Eserin başlığında ifade edildiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda Sünni-Şii evliliği yasağı muhtemelen hiçbir zaman olmadı. Kern, İran vatandaşı erkeklerin Osmanlı vatandaşı kadınlarla evlenmesinin XIX. yüzyılda yasaklandığını göstermiştir. Fakat bu, dinî-hukukî bir yasak olmaktan çok idarî bir yasaktı. Evlenenlerin evliliği hukuken geçerli sayılıp sürgün edilmeleri de bunu göstermektedir. Bu yasağı Kern’in ifade ettiği gibi eski yasağın devamı olarak görmek yerine, eski ideolojik retorikle desteklenen bir yasak olarak görmek daha doğru olabilir. Kern, Osmanlı-İran ilişkilerinde Osmanlı’nın evrenselci iddialarını, daha sonra bu iddiaların zayıflamasını ve en son olarak evrenselci iddiaların -izleri kalsa da- terk edilmesini ve buna paralel olarak Osmanlı’nın politikasını değiştirmesini anahatlarıyla özetlemiştir. Fakat bu kadar uzun bir dönemi incelemenin bazı önemli ayrıntıları gözden kaçırmak gibi bir tehlikesi de bulunmaktadır. Son Abbasi halifesi III. Mütevekkil’in, halifeliği I. Selim’e nakletmesi konusu akademik olarak tartışılıp bu olay çağdaş kaynaklarda yer almadığından gerçek olmadığı yaygın kanı olmasına rağmen Kern, hiçbir kaynak ve kanıt göstermeden nakil olayına gerçek gibi işaret etmiştir. Kern’e göre, Osmanlılar bundan sonra halife unvanını kullanmaya ve evrenselci iddialarda bulunmaya başlamışlardı. Osmanlılar Mısır’ın ele geçirilmesinden önce de halife unvanını kullanıyorlardı.5 Ama XVIII. yüzyıla kadar bu unvanı siyasî bir hakkın temeli olarak kullanmadılar. Bu durumda Osmanlıların evrenselci iddialarının kaynağını halife unvanında değil, sahip oldukları güç ve yönetim kabiliyetinde aramak daha doğru olabilir. Kern’in bu çalışması özellikle 1874’ten sonra Osmanlı vatandaşı kadınların İran vatandaşları ile evliliğinin yasaklanması ve bunun uygulanmasında karşılan problemler konusunda değerli veriler içermektedir. Diğer bölümler büyük oranda konuyla alakalı ikincil literatürün bir kısmına dayalı olarak oluşturulmuştur. Konuyla alakalı birçok çalışması olan Ahmet Yaşar Ocak’a çalışmada hiçbir referansın olmaması ilginçtir. Çalışmanın başlığının ve birçok yerde çıkarımlarının gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
5 Mustafa Alkan, Osmanlılarda Hilafet, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997, s. 96-97.
Osmanl› Kad›n› Hakk›nda Hukuk Kaynaklar›na Dayal› Çal›flmalar
855
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 3, Say› 5, 2005, 855-877
EK Ulusal ve Uluslararası Dergilerde Türkiye Araştırmaları Ocak 2005–Haziran 2005
Bu ekte, 3 ay ve üstü periyodlarda ulusal ve uluslararası düzeyde yayımlanan dergilerden bir kısmının içindekiler bölümünün tamamı, diğer kısmının ise sadece Türkiye ile ilgili yazılarının künyeleri yer almaktadır. Bu bölümde yer almasını istediğiniz dergiler için bizimle iletişim kurabilirsiniz.
TAL‹D, 3(5), 2005
856 AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ Sayı: 23 Kasım 2004-Ocak 2005
İÇİNDEKİLER (Baş Yazı) Büşra Ersanlı; Avrupa Kabına Sığmıyorsa Önce Avrasya ile Genişler 1 Nedret Kuran Burçoğlu; Avrupa ve Avrupalılık 9 Erhan Doğan; Modernite-Türkiye-AB: Kopenhag Kriterleri Üzerinden Bir Bağ Kurma Denemesi 21 Çiğdem Nas; AB ile Entegrasyon Sürecinin Türkiye’de Siyasal Sistem Üzerindeki Etkileri 45 Rana İzci; Ekoloji ve Kalkınma Avrupa Birliği ve Türkiye 59 Ebru Oğurlu; Challenges of Enlargement For Central and East European Countries 71 Esra Hatipoğlu; Yeni Komşuluk Politikası’nın Avrupa Birliği (AB) -Rusya İlişkilerine Etkisi 95 Vişne Korkmaz; Tarihsel Gelişim İçerisinde Avrasyacı Hareket ve Öğreti Klasik ve Yeni Avrasyacılık 109 Vugar İmanov; Geçmişle Hâl Arasında ‘Son Avrasyacı’:Lev Nikolayeviç Gumilev (1912- 1992) 143 Muhammed Ağcan; Klasik Avrasyacılıkta Rus Kimliği ve Jeopolitik Düşüncesi 165 Hamdi Piriştine; Hegel’de ve Avrasyacı Düşüncede Devlet, Din-Devlet İlişkisi ve Özgürlük 195 Hakan Güneş; Orta Asya Ülkeleri Siyasal Kültür ve Dış Politikasında Avrasyacılık 217 Mehmet Mert Kaleci; Ülkücü Hareket ve Avrasyacılık 235 Helin Sarı; Neo-Avrasyacı Perspektiften “Sıcak Denizlere Açılan Kapı İran” 255 Sevinç Alkan Özcan; Avrasyacılık Düşüncesinin Ortodoksluk Yorumu 281 Katılımcı Listesi 305
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
BİLGİ VE BELLEK Yıl: 01, Sayı: 02, Yaz 2004
İÇİNDEKİLER Cengiz Akseki Milli Mücadele’de Meşruiyet ve Hukuk Bilinci Rona Aybay Avrupa Nerede Başlar, Nerede Biter? Ya da Afganistan Avrupa’nın Batısında mı? Yalın Alpay Türk’üm, Doğruyum, “Beyaz”ım Mete Tunçay At Martini... Mehmet Demiryürek İrşad Dergisi’ne Göre Yabancı Basında Türk İstiklâl Savaşı ve Mustafa Kemal Paşa (1920-1922) Hasan Akbayrak İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Fakültesi’nin Mustafa Kemal’e Fahri Profesörlük Ünvanı Vermesi Hakkı Uyar Türkiye’de Tek Parti Döneminde CHP’nin Toplumsal Kökenleri: İkinci Seçmenler Örneği (1935) Rona Aybay Türkiye’nin Japonya’ya Savaş İlan Etmesi Efgan Canşen İkinci Dünya Savaşı’nın Başında Avusturya Komünist Partisi’nin Türkiye’deki Faaliyetleri Gökhan Koçer Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Politikasına Analitik Bir Yaklaşım Adil Baktıaya Emir Abdülkadir El-Cezayiri A. Kayyum Kesici Türkistanlı Bolşevik Lider Turar Rıskul(ov)’un Pantürkizm ve Kemalizm İdeali
857
TAL‹D, 3(5), 2005
858 BİLİG Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi Bahar 2005 Sayı 33
Cihangir DOĞAN Türkiye ve Kazakistan’da Öğretmen Adaylarının Meslek Tercihi ve Öğretmenlik Mesleğine İlişkin Düşünceleri Belma Güneri FIRLAR Türkiye’de Milenyum Reklamları Ertuğrul KIZILKAYA Osmanlının Kapitalistleşememesi Olgusu Bağlamında Gökhan AKYÜZ - M. Serkan SEKRETER Türk İmalat Sanayinin Bölgeler İtibariyle Verimlilik Farklılaşması ve Gruplanması Funda YAĞCI - Özgün BENER Girişimci Kadınların Demografik ve Genel Karakteristikleri ile Kadınları Girişimciliğe Motive Eden Faktörler Tilla Deniz BAYKUZU Güney Hunları ve “Hun Flütünden Ondokuz Şarkı” Ali Fuat BİLKAN Halide Edip Adıvar’ın “Inside India” Adlı Eseri ve Hindistan Ziyareti İ. Hakkı AKSOYAK M. Celal VARIŞOĞLU Hüsnü Aşk’ta Kozmografya Yaşar AYDEMİR - Halil ÇELTİK Redife Farklı Bir Bakış: Çift/Çapraz Redifle Yazılmış Tek Kafiyeli Şiirler Mehmet Dursun ERDEM Harezm Türkçesinde İkilemeler ve Yinemeler Üzerine Rüya KILIÇ Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde Sufi Çevreler: Toplu Bir Bakış Denemesi Yayın Değerlendirme Ali Özgün ÖZTÜRK Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), T.D.K. Yay. Ankara 2003, Cxv1+1224 s. Nilgün AÇIK Volkan Çoşkun, Konuşturan Türkiye Türkçesi Öğretimi, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Türkistan 2004, 246 s.
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
Yaz - Sonbahar 2004 Sayı:14-15
İÇİNDEKİLER Ömer E. Lütem Olaylar ve Yorumlar 7 Yaşar Kalafat Sınır Ötesi Bölgesel Kültür Dayanışmasından Bölgesel Siyasi Yapılanmaya 22 Birsen Karaca Ermeni Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Ermeni İmajı 28 Bayram Akça Antep Protestan Okulu ve Ermeni Meselesi 42 Taha Niyazi Karaca Yozgat’ta Ermeni Ayaklanmaları 50 Haluk Özdemir Diaspora Ararat’ı Ararken: Ermeni Kimliği ve Soykırım İddiaları 75 Selçuk Ural Şerif-Bogos Nubar Paşa Anlaşması ve Ortaya Çıkan Tepkiler 98 Yıldız Deveci Bir Başka Açıdan Ermeniler’de Din 115 Kemal Çelik Soru ve Cevaplarla Ermeni Sorunu 131
859
TAL‹D, 3(5), 2005
860
Yıl: 8 Sayı: 31 Şubat, Mart, Nisan-2005
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
861
HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ SAYI: 32, KIŞ- 2004
Güz-2004 Sayı 18 Editör 7 I. BÖLÜM: KADIN ÖZEL DOSYASI Alevi-Bektaşî İnancına Göre Kadın / İbrahim BAHADIR 13 Alevilik, Aleviler ve Kadın / Zeki UYANIK 29 Şiir / Yedi Derya / Murtaza ŞİRİN 36 Anadolu’da Ulu Kadın Kişiler ve Halk İnançları / Yaşar KALAFAT 37 İnsan Olarak Kadın, Kadının Toplumdaki Yeri ve Osmanlı’dan Kalma Önemli Bir Belge / Haydar TEBEROĞLU 55 Şiir / Çağırır / İsmail ELİBOL 64 Alevi Öğretisinde ve Toplumsal Yaşamda Kadın / Yaşar SEYMAN 65 Burla Hatun’dan Terken Hatun’a / Hamiye DURAN 79 Şiir / Aşkımız Ahirete Mi Kaldı Sandın / Orhan Seyfi ŞİRİN 90 Kutadgu Bilig’de Kadın / Adile YILMAZ ANIL 91 Şiir / Fatıma Anamız / Hüseyin ŞENGÜL 100 H. Rahmi Gürpınar’dan Üç Perdelik Bir Oyun: “Kadın Erkekleşince” / Fatih SAKALLI 101 II. BÖLÜM: ARAŞTIRMA YAZILARI Telkinnâme / Alemdar YALÇIN-Hacı YILMAZ 119 Çankırılı Haydar Altıntaş Dede’ye Ait El Yazması Eserden Bazı Bölümler / Osman EĞRİAli ÖZTÜRK-Ceyhun ÜNLÜER 141 Osmanlı Arşiv Belgeleri / Ayşegül ALTINOVA 209 Baraba Türklerinin İslâm Öncesi Şamanizm İnancı ve Bazı Etnogenetik Sonuçlar / V. Dıószegı / Çev.: Elif DEMİR 229 Amerika Birleşik Devletleri’nde Yayımlanan Arnavut Bektaşilik Dergisi (1954-1955): Bektaşiliğin Yolu / Nathalie CLAYER / Yayına Hazırlayan: Ali AKTAŞ- Didem ÇANKAYA 241 Kızılbaşlık ve Türkmenler / Vatan ÖZGÜL 255 Giritli Divan Şairleri / Filiz KILIÇ 275 Türkleşmiş Hristiyan Bektaşi Şairler-II / Vahit Lütfi SALÇI / (Aktaran) Elvan TORUN 295 Şiir / Mihman Ali’dir / Doğan TÜRKDOĞAN 318 III. BÖLÜM: İNCELEME DEĞERLENDİRME VE YORUMA DAYALI YAZILAR Anadolulu Gül Babalar / İsmail Tosun SARAL 321 IV. BÖLÜM: TANITIM VE HABER YAZILARI Alevilik (Bektaşilik, Kızılbaşlık) ve Onlara Yakın İnançlar / İlhan ERDEM 343 Yazı Teslim Kuralları 347
TAL‹D, 3(5), 2005
862
Güz-2004 Sayı 18
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
863
Bahar-2005 Sayı 19 İÇİNDEKİLER M. Fatih Andı
Sait Faik Abasıyanık’ın Şiirleri 7
Mehmet Aydın
Derleme Sözlüğüne Birkaç Katkı Divanü Lügati’t Türk’le Aybastı Ağzındaki Bazı Ortak Ögeler 17
Süreyya Beyzadeoğlu
Durub-ı Emsal-i Osmaniyye’de Türkçe ile Birlikte Arapça, Farsça ve Fransızca’da Ortak Kullanılan Atasözleri ve Deyimler 23
Hamdi Birgören
Daniş Divanı’nda Bir Manzume: Gazel mi, Murabba mı? 35
Erdoğan Boz
Bir Birleşik Zarf-Fiil “Fiil+Sıfat-Fiil Eki+(İyelik Eki+) Hal Eki” Yapısı Üzerine 43
Mehmet Çelik
Türk Edebiyatında Şathiye Geleneği ve Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun Şathiyeleri 49
Nurettin Demir
1691 Yılında Yazılmış Bir Şifalı Bitkiler Kitabına Dair 59
Cafer Gariper
Necip Fazıl’ın Çan Sesi Şiirine Hermenetik Bir Yaklaşım 67
Emel Kefeli
Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Ev ve Değişen Alman Yükü, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar 79
Fatma S. Kutlar
Sa’dabad Şiirlerinde Mekan 93
Zeki Taştan
Çanakkale Mahşeri ve Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu Romanlarında Çanakkale Savaşları’na Gönüllü Katılan Aydınlar 119
Mustafa Tatçı
Üsküdarlı Ahmed Rasim’in Naili-i Kadim’in Bir Gazeline Şerhi 133
Fikret Turan
Risale-i Zeban ve Anadolu’da Türk Gramerciliğinin Kuruluşu Üzerine 141
Himmet Uç
Yakup Kadri’nin Hikayeleri 149
Abdullah Uçman
Rıza Tevfik’in Mufassal Kamus-ı Felsefe Adlı Lügatı 165
D. Tömörtogoo, Yavuz Kartallıoğlu
Moğolcadaki Sayıların Yapısı ve Sistemi 177
Özlem Demirel
Türkiye Türkçesinde/-MA/Olumsuzluk Ekiyle Kalıplaşmış Birleşik Fiiller, Gülsel Sev 187
Feryal Korkmaz
Türk Dillerinde Sontakılar, Yong-Song Li 189
Özge Öztekin
Arpaemini-Zade Mustafa Sami-Divan, Fatma Sabiha Kutlar 190
864
TAL‹D, 3(5), 2005
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
865
Yıl 9, Sayı 18, 2005 İÇİNDEKİLER Kudret Emiroğlu; Sunuş Şebnem Pala; Korkuya Başkaldıran Homo Risus Camilla Dawletschin-Linder (Çeviren: Nuran Tezcan) Günil Ö. Ayaydın-Cebe; Yaşamöyküsü olarak Seyahatname Brian Johnson (Çeviren: Işık Demirakın); Sarhoş Bir Denizciyi ne Yapalım? Bir Ölçülük, Amerikan Kurulu ve Srmyna Öyküsü Y. Emre Gürbüz, Can Ertuna; Ütopyaların Nostaljiye Dönüştüğü Süreçte Bir Simgenin Öyküsü: Ankara Güvenlik Anıtı ve Heykeltraş Anton Hanak Temuçin F. Ertan; Atatürk Döneminde Demokrasi Üzerine Bir Polemik (Şevket Süreyya Aydemir, İsmail Hakkı Baltıcıoğlu) Fatma Acun; Görsellik ve Yakın Dönem Tarihi Araştırmalarında Kullanımı Selim Süalp Çağlar; Biyolojik Çeşitlilik ve Türkiye’nin Durumu Alpay Tırıl; Türkiye’nin Sulak Alanları ve Su Kuşları F. Güler Ekmekçi; Türkiye’nin Yüksek Sıcakta Yaşayan Balık Türlerinden Örnekler: Kaplıca’ya Giren Balıklar Erhan Gürsel Ersoy; Antropolojik
Hakan Gür; Türkiye’de Yaşayan İki Yer Sincabı Türü Aracılığıyla Alttür Kategorisine Bir Yaklaşım Orhan Yılmaz; Kangal Köpeği Osman Sert; Biyokriminal Böcek Bilimi (Entomoloji) Nedir? Aydın Akın; Avcılığın Kısa Öyküsü ile Türkiye’de Avcılık Hakkında Kısa Bir Özet Zafer Önler; XIV.-XV. Yüzyıl Tıp Metinlerinde Türkçe Bitki Adları Mustafa Duman; Bazı Eski Kaynaklarda Fındık Bedri Sarıca; Van’da Güvercin Yetiştiriciliğinde Kullanılan Sözcükler Bülent Çelik; 1530’da Aydın Livasında Vergilendirilen Nebatat, Hayvanat ve Cisimat Hakkında Günver Güneş; Osmanlı Devleti’nde Meyan Kökü Tarımı ve Ticari (1840-1922) Çeviren Tanju Demir; XIX. Yüzyıl Sonlarında İzmir-Aydın Demiryolu Güzergahında Amerikalı Bir Seyyahın Gözüyle Aydın Ovası’nda İncir Tarımı ve İzmir’de İncir Ticareti Elias Kalavas; “Osmanlı ve Balkan Ulusçuluğunun Yükselişi, 1789-1832: Çatışma, Dönüşüm, Uyarlanma” (13-14 Aralık 2003) Hasan Yüksel; “Bektaşilik Tedkikleri” Üzerine Şenay Özdemir; Korsanlıktan Kaynaklanan
Etnobotanik: Yerelin Penceresinden
Zararın Tazmini Konusunda Osmanlı
Nebatat Dünyasına Bakış ve Türkiye’de
Devleti’nin Avusturya’ya Vermiş Olduğu
Etnobotanik Çalışmalarının Niteliği Üzerine Değerlendirmeler Füsun Ertuğ; Etnobotanik Çalışmaları ve Türkiye’de Yeni Açılımlar
Senet Bekir Koç; Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna Vilayetlerindeki Yenilikçi Valiliği Muhammet Güçlü; Kuruluşundan
Tuna Ekim; Türkiye Florası Yazılırken
Günümüze Balıbey Mahallesi (Balibey-
Süha Ünsal, H. Murat Göçmez; Anadolu’nun
Bali Bey-Balbey Mahallesi) Antalya
Yerlisi: Haşhaş, Sakini: Kenevir
Kentinde Bir Mahallenin Tarihi Gelişimi
TAL‹D, 3(5), 2005
866 MIDDLE EASTERN STUDIES Volume 41, Number 2 / March 2005
British Colonial Military Recruitment Policy in the Southern Kordofan Region of Sudan, 1900-1945 pp. 169 - 192 Kamal O Salih The Ottoman Ceremony of the Royal Purse pp. 193 - 200 Syed Tanvir Wasti Lebanon’s Foreign Trade Relations in the Postwar Era: Scenarios for Integration (1990-Present) pp. 201 - 225 Sami E Baroudi Islamism, Trade Unionism and Civil Society: The Case of Hak-İş Labour Confederation in Turkey pp. 227 – 247 Burhanettin Duran and Engin Yildirim Employment Termination and Job Security Under New Turkish Labour Act pp. 249 – 268 A. Nurhan Sural Gender and Work in Turkey: Case Study on Women Workers in the Textile Industry in Bursa pp. 269 - 279 N Sugur and S Sugur The European Union and the Cyprus Problem 1961-2003 pp. 281 – 293 Meltem Müftüler-Bac and Aylin Güney Book Reviews pp. 295 – 300 To the Editor pp. 301 - 302
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
867
MODERN TÜRKLÜK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Cilt 2, Sayı 1, Mart 2005 Kapak Sayfası / İçindekiler 1 Sunuş 5 Makaleler Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi: 2001-2003 Çalışmaları 7 GÖMEÇ, Saadettin Türk Runik Harfli Metinlerde Mental Fiiller 17 YAYLAGÜL, Özen Özbek Türkçesindeki Olumsuz Yapıda Kullanılan Fiiller 52 ÖZ ÖZCAN, Aynur Kırgız Türkçesinde Algısal Delile Dayalılık 68 KILIÇ, Filiz Türkiye Türkçesinde Sezdirmeye Dayalı Rica Stratejileri114 ASLAN, Sema Etnografa Karşı Rahibin “Gözü” ya da Kazan’da Misyoner Etnografyasını Kurmak 127 GÖKGÖZ, Saime Selenga Kazak Aydın Şekerim Kudayberdiulı: Hayatı ve Eserleri 149 SAHiPOVA, Feride Baktıbaykızı Tanıtmalar Yahya AKYÜZ, Başlangıçtan 2001’e Türk Eğitim Tarihi TEMiZYÜREK, Fahri 163 Tamara Gerasimovna BORGOYAKOVA, Minoritarnıe yazıki: problemı sohraneniya i razvitiya. KiLLi, Gülsüm 167 Ufuk TAVKUL, Karaçay-Malkar Destanları. SAğLIK, G. Selcan 169 Haberler Prof.Dr. Kaydarov Abduvali Tuvganbayulı’nın 80. Yıl Jübilesi 20 Aralık 2004’te yapıldı SAHiPOVA, Feride Baktıbaykızı 174 Vefeyat Edhem Rahimoviç Tenişev (1921-11.07.2004) KiLLi, Gülsüm 177 Şinasi Tekin (1933-17.09.2004) 179 MTAD Begali Kasımov (19.12.1942-25.09.2004) AÇIK, Fatma 180
868
TAL‹D, 3(5), 2005
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
TURKISH STUDIES Volume 6, Number 1 / March 2005
Notes on Contributors pp. 1-2 Political Islam in Turkey: A State of Controlled Secularity pp. 3-19 PINAR TANK Transformation of Islamic Political Identity in Turkey: Rethinking the West and Westernization pp. 21-37 HSAN D. DAI Constitutional Features on the UN Plan for Cyprus and its Antecedents pp. 39-51 CLEMENT DODD At the Crossroads of Ideological Divides: Cooperation between Leftists and Ultranationalists in Turkey pp. 53-69 FILIZ BAŞKAN “Peoples’s Houses” as a Nationwide Project for Ideological Mobilization in Early Republican Turkey I pp. 71-91 SEFA ŞIMŞEK Continuity and Change in Turkish Bathing Culture in Istanbul: The Life Story of the Çemberlitaş Hamam pp. 93-112 NINA CICHOCK Does Size Matter in Growth, Productivity, Employmnet and Vulnerability/Flexibility in Turkish Manufacturing? pp. 113-126 REFIK ERZAN AND ALPAY FILIZTEKIN BOOK REVIEWS pp. 127-140
869
870
TAL‹D, 3(5), 2005
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
871
American Historical Review February 2005 (Volume 110 Number 1) Madeline C. Zilfi, “Morality Tales: Law and Gender in the Ottoman Court of Aintab by Leslie Pierce, (Book Review)” (p. 258) Alan Fisher, “An Ottoman Tragedy: History and Historiography at Play by Gabriel Piterberg (Book Review)” (p. 259)
Applied Economics March 20, 2005 (Volume 37, Number 5) Yeşim Kuştepeli, “A Comprehensive Short-Run Analysis of a (Possible) Turkish Phillips Curve” (pp. 581-591)
Applied Economics December 10, 2004 (Volume 36, Number 21) Hakan Berument and N. Nergiz Dincer, “The Effects of Exchange Rate Risk on Economic Performance: The Turkish Experience” (pp. 2429-2441)
Balkanistica 2005 (Volume 18) Angelos Giannakopolous and Esat Bozigit, “The European Perspective on Turkey: Historical-Cultural and Political Aspects” (pp. 31-60) Mehmet Hacisalihoglu, “The Young Turks and the Macedonian Question, 18901918 (Gül Tokay-Book Review)” (pp. 147-152)
Comparative Education November 2004 (Volume 40, Number 4) Mark J. Halstead, “An Islamic Concept of Education” (pp. 517-529)
Comparative Studies in Society and History January 2005 (Volume 47, Issue 1) Brian Silverstein, “Islamist Critique in Modern Turkey: Hermeneutics, Tradition, Genealogy” (pp. 134-160) Esra Özyürek, “Islamist Mobilization in Turkey: A Study in Vernacular Politics by Jenny White” (Book Review) (pp. 228-229)
TAL‹D, 3(5), 2005
872 Conflict Management and Peace Science 2004 (Volume 21, Number 4)
Serdar Ş. Güner, “Aegean Territorial Waters Conflict: An Evolutionary Narrative” (pp. 297-312)
Contemporary Politics September-December 2004 (Volume 10, Numbers 3-4) Jeffrey Haynes, “Islam, Pluralism and Politics” (pp. 287-295)
Critique: Critical Middle Eastern Studies Fall 2004 (Volume 13, Number 3) Matin-Asgari Afshin, “Islamic Studies and the Spirit of Max Weber: A Critique of Cultural Essentialism” (pp. 293-312) Natali Denise, “Ottoman Kurds and Emergent Kurdish Nationalism” (pp. 383387)
Early Child Development and Care April 2005 (Volume 175, Number 3) Ozkan Ozgun and Alice Sterling Honig, “Parental Involvement and Spousal Satisfaction with Division of Early Childcare in Turkish Families with Normal Children and Children with Special Needs” (pp. 259-270)
Early Child Development and Care December 2004 (Volume 174, Numbers 7-8) Nurhan Unusan, “Preschool Teachers’ Attitudes towards Nutritional Information on Food Labels in Turkey and Recommendations for an Educational Programme” (pp. 629-638)
Environmental Education Research April 2005 (Volume 11, Number 2) Gaye Tuncer , Hamide Ertepınar, Ceren Tekkaya, Semra Sungur, “Environmental Attitudes of Young People in Turkey: Effects of School Type and Gender” (pp. 215-233)
European Journal of Political Research January 2005 (Volume 44, Issue 1) Pınar Bilgin, “Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation” (p. 175)
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
873
European Journal of Teacher Education March 2005 (Volume 28, Number 1) Yusuf Budak, “La Notion de Programme et la Formation Pedagogique des Enseignants de Langues Vivantes en Turquie” (pp. 23-33)
International Journal of Middle East Studies February 2005 (Volume 37, Issue 01) Gabriel Said Reynolds, “The Rise And Fall Of Qadi Abd Al-Jabbar” (pp. 3-18) Philip Halldén, “What Is Arab Islamic Rhetoric? Rethinking The History Of Muslim Oratory Art And Homiletics” (pp. 19-38) Nadir Özbek, “Philanthropic Activity, Ottoman Patriotism, And The Hamidian Regime, 1876–1909” (pp. 59-81) Binnur Özkececi-Taner, YUCEL GUCLU, Eminence Grise of the Turkish Foreign Service: Numan Menemencioglu (Ankara: Grafiker Publishing House, 2002). (p. 160) YUCEL GUCLU, The Life and Career of a Turkish Diplomat: Cevat Acikalin (Ankara: Grafiker Publishing House, 2002). (p. 136)
Imago Mundi: The International Journal for the History of Cartography February 2005 (Volume 57, Number 1) Benjamin C. Fortna, “Change in the School Maps of the Late Ottoman Empire” (pp.23-34)
Journal of Ethnic and Migration Studies March 2005 (Volume 31, Number 2) Patricia Ehrkamp, “Placing Identities: Transnational Practices and Local Attachments of Turkish Immigrants in Germany” (pp. 345-364)
Journal of Ethnic and Migration Studies January 2005 (Volume 31, Number 1) Joachim Brüß, “Proud but Isolated? Effects of in-Group Favouritism and Acculturation Preferences on inter-Ethnic Attitudes and Contact between German, Turkish and Resettler Adolescents” (pp. 3-27)
Journal of Intercultural Studies 2004 (Volume 25, Number 3) Joel Windle, “The Ethnic (Dis)advantage Debate Revisited: Turkish Background Students in Australia” (pp. 271-286)
874
TAL‹D, 3(5), 2005
Journal of Near Eastern Studies January 2005 (Volume 64, Number 1) Engin Deniz Akarlı, “Christians and Jews in the Ottoman Arab World: The Roots of Sectarianism by Bruce Masters” (Book Review) (pp. 63-64)
Journal of Peace Education March 2005 (Volume 2, Number 1) Yasemin Karaman Kepenekci, “A Study of Effectiveness of Human Rights Education in Turkey” (pp. 53-68)
Journal of Political Ideologies February 2005 (Volume 10, Number 1) Michaelle L. Browers, “The Secular Bias in Ideology Studies and the Case of Islamism” (pp. 75-93)
Mediterranean Politics March 2005 (Volume 10, Number 1) Dietrich Jung, “Turkey and the Arab World: Historical Narratives and New Political Realities” (pp. 1-17)
Middle Eastern Literatures January 2005 (Volume 8, Number 1) Khaled El-Rouayheb, “The Love of Boys in Arabic Poetry of the Early Ottoman Period, 1500-1800” (pp. 3-22) Edith Gülçin Ambros, “O Mohammed, Sie Sagen Wir Sind Mangelhaft!”-Osmanische Dichterinnen Nicht auf den Mund Gefallen?” (pp. 23-33)
Middle Eastern Studies January 2005 (Volume 41, Number 1) Süleyman Seydi and Steven Morewood, “Turkey’s Application of the Montreux Convention in the Second World War” (pp. 79-101) Oded Peri, “Ottoman Symbolism in British-Occupied Egypt, 1882-1909”, (pp. 103-120) Behçet Kemal Yeşilbursa, “The ‘Revolution’ of 27 May 1960 in Turkey: British Policy towards Turkey” (pp. 121-151)
Middle East Policy Spring 2005 (Volume 12, Number 1) Arthur Bonner, “Turkey, the European Union and Paradigm Shift”
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
875
Nationalism and Ethnic Politics Winter 2004 (Volume 10, Number 4) Nadav Morag, “Cyprus and the Clash of Greek and Turkish Nationalisms” (pp. 595-624)
Policing & Society December 2004 (Volume 14, Number 4) Ali Caglar, “Recruitment in the Turkish Police” (pp. 348-364)
Review of International Political Economy February 2005 (Volume 12, Number 1) E. Fuat Keyman and Berrin Koyuncu, “Globalization, Alternative Modernities and the Political Economy of Turkey” (pp. 105-128)
Review of Middle East Economics and Finance December 2004 (Volume 2, Number 3) Ferda Halıcıoğlu, “Defense Spending and Economic Growth in Turkey: An Empirical Application of New Macroeconomic Theory” (pp. 193-201) C. Emre Alper and S. Borahan Aruoba, “Moving Holidays and Seasonal Adjustment: the Case of Turkey” (pp. 203-209)
Social History February 2005 (Volume 30, Number 1) Keith David Watenpaugh, “Cleansing the Cosmopolitan City: Historicism, Journalism and the Arab Nation in the post-Ottoman Eastern Mediterranean” (pp. 1-24)
South European Society & Politics Winter 2004 (Volume 9, Number 3) Ali Çarkoğlu and Ahmet Sözen, “The Turkish Cypriot General Elections of December 2003: Setting the Stage for Resolving the Cyprus Conflict” (pp. 122-136)
Southeast European and Black Sea Studies January 2005 (Volume 5, Number 1) Dia Anagnostou, “Nationalist Legacies and European Trajectories: Post-Communist Liberalization and Turkish Minority Politics in Bulgaria” (pp. 89-111) Bojan Aleksov, “Perceptions of Islamization in the Serbian National Discourse” (pp. 113-127)
TAL‹D, 3(5), 2005
876 The European Journal of Finance December 2004 (Volume 10, Number 6)
Attila Odabaşı, Celal Asku, Vedat Akgiray, “The Statistical Evolution of Prices on the Istanbul Stock Exchange” (pp. 510-525)
Urban Studies January 2005 (Volume 42, Number 1) Cem Başlevent and Meltem Dayıoğlu, “The Effect of Squatter Housing on Income Distribution in Urban Turkey” (pp. 31-45)
Journal of Genocide Research Volume 7 Number 2/June 2005 Taner Akçam, “Anatomy of a crime: The Turkish Historical Society’s manipulation of archival documents” (p. 255)
Human Rights Quarterly, vol. 27, no. 2, May 2005 Thomas W. Smith, “Civic Nationalism and Ethnocultural Justice in Turkey” (p. 436)
Identities: Global Studies in Culture and Power Volume 12, Number 1 (March 2005) Gökçen Apaydin, “Modernity as Masquerade: Representations of Modernity and Identity in Turkish Humour Magazines” (pp. 107-142)
European Journal of Cultural Studies Volume 8, Number 2 (May 2005) Betül Yarar, “Hegemonic struggle, the state and popular culture The case of football in Turkey” (pp. 197-216)
Journal of Ethnic and Migration Studies Volume 31 Number 3/May 2005 Mirca Madianou, “Contested Communicative Spaces: Rethinking Identities, Boundaries and the Role of the Media among Turkish Speakers in Greece” (p. 521)
Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar›: Ocak 2005–Haziran 2005
877
Journal of Muslim Minority Affairs Volume 24 Number 2/October 2004 Roberta Micallef, Hakan M. Yavuz; “On Turks and Turkey: introduction to the special issue” (p. 209) Hakan M. Yavuz, “Is there a Turkish Islam? The emergence of convergence and consensus” (p. 213) Roberta Micallef, “Turkish Americans: performing identities in a transnational setting” (p. 233) Talip Küçükcan, “The making of Turkish-Muslim diaspora in Britain: religious collective identity in a multicultural public sphere” (p. 243) Ünal Bilir, “‘Turkey-Islam’: recipe for success or hindrance to the integration of the Turkish diaspora community in Germany?1” (p. 259) Johanna Watzinger-Tharp, “Turkish-German language: an innovative style of communication and its implications for citizenship and identity” (p. 285) Ilhan Kaya, “Turkish-American immigration history and identity formations” (p. 295) Etga Ugur, “Intellectual roots of ‘Turkish Islam’ and approaches to the ‘Turkish model’ “ (p. 327) Zafer M. Çetin, “Tales of past, present, and future: mythmaking and nationalist discourse in Turkish politics” (p. 347) Al&idot; Bardakoglu, “‘Moderate perception of Islam’ and the Turkish model of the Diyanet: the president’s statement” (p. 367)
Südost Europa vol. 53, Heft 1 2005 Marcus Schladebach, “Der türkische Völkermord an den Armeniern: Aktuelle Fragen aus europäischer Perspektive” (p. 96) A. Giannakopoulos and K. Maras,, “Einstellungen der Fraktionen des uropäischen Parlaments zu einem EU-Beitritt der Türkei” (p. 109) Documentation Entschließung des Europäischen Parlaments zu den Fortschritten der Türkei auf dem Weg zum Beitritt, 15. Dezember 2004 (p. 130)
878
TAL‹D, 3(5), 2005
880
TAL‹D, 3(5), 2005