S E L Ç U K C O Ş K U N , 1 9 6 6 y ı l ı n d a G ü m ü ş h a n e ' d e d o ğ d u . İlk v e o r t a
öğrenimini
ç e ş ...
130 downloads
1098 Views
16MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
S E L Ç U K C O Ş K U N , 1 9 6 6 y ı l ı n d a G ü m ü ş h a n e ' d e d o ğ d u . İlk v e o r t a
öğrenimini
ç e ş i d i o k u l l a r d a t a m a m l a d ı k t a n s o n r a , 1 9 8 4 - 1 9 8 9 yıllan a r a s ı n d a E r c i y e s Ü n i v e r s i t e si v e A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İ l a h i y a t F a k ü l t e l e r i n d e y ü k s e k ö ğ r e n i m g ö r d ü . 1 9 8 9 y ı l ı n d a A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İlahiyat F a k ü l t e s i H a d i s A n a b i l i m D a l ı n d a , A r a ş t ı r m a G ö r e v l i s i olarak göreve başladı. 1 9 9 3 yılında, "Kültürel D e ğ i ş i m P r o g r a m ı " çerçevesinde müddet
Kahire Üniversitesi'nde
araştırmalarda bulunan yazar, 1 9 9 6
yılında
E ğ i t i m c i O l a r a k H z . P e y g a m b e r ' i n İ n s a n Anlayışı" isimli ç a l ı ş m a s ı y l a verdi.
2000-2001
Fakültesi'nde
Öğretim
öğretim
üyesi
yılında olarak
Kırgızistan O ş çalıştı.
Halen
doktorasını
Devlet Üniversitesi Atatürk
bir "Bir
Üniversitesi
İlahiyat İlahiyat
Fakültesi H a d i s Anabilim D a l ı n d a Yardımcı D o ç e n t olarak çalışmaktadır.
Selçuk Coşkun Hadis Değerlendirmelerinde
ISBN
Bütünlük
975 6755 73 3
1 . B a s k ı : Aralık 2 0 0 3 © K i t a b ı n telif hakkı y a z a r ı n a aittir. Y a z a r ı n yazılı i z n i o l m a k s ı z ı n k ı s m e n d e o l s a çoğal tılamaz
K a p a k Tasarımı: Esra Bakır
D i z g i : E r k Yayıncılık Tel:(0312) 231 41
97
Baskı: Bizim B ü r o Basımevi Tel: ( 0 3 1 2 ) 2 2 9 9 9 2 8
A k t i f Yayınevi Ankara C a d . Nakipoğlu İşham N o :
60/15
Tel: ( 0 2 1 2 ) 5 1 1 7 9 7 4 S i r k e c i / İ S T A N B U L C u m h u r i y e t C d . C u m h u r i y e t İş Merkezi K a t : 2 N o : 8 4 - 8 5 Tel: ( 0 4 4 2 ) 2 3 5 50 3 5
ERZURUM
HADÎS DEĞERLENDİRMELERİNDE BÜTÜNLÜK
Dr. Selçuk COŞKUN
Ankara 2003
Giriş
5
ÖNSÖZ Son zamanlarda, bir konudaki hadislerin bir araya getirilerek bü tünleştirilmesi ve böylece anlaşılması şeklinde anlamlandırılan "bü tünlük" meselesine; klâsik kaynakların sunduğu tarihî arka plân açı sından bakıldığında, bu düşünceye referans teşkil edebilecek bazı uy gulamaların olduğu görülmektedir. Ancak söz konusu kavrama fark lı bir açıdan bakılınca, meselenin bu kadar sade, basit ve net olmadı ğı, aslında "bütünlük" kavramının sınırlarının başka alanlara da ya yıldığı anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, bu alanlar ve hadisin bütünlü ğü ile ilişkileri üzerinde durulacaktır. Buna göre, hadisi bütünlük içerisinde değerlendirebilmek için, öncelikle bütünlük önündeki ilk engelleri kaldırmak gerekmektedir. Çalışmanın birinci bölümde, hadis karşısında sağlıklı bir duruş kaza nabilmek için bertaraf edilmesi gereken bu engellerin en önemlile rinden bahsedilecektir. İkinci bölümde, "tesbitte bütünlük"ten bahsedilecektir. Zira, bir bütün oluşturabilmek için, söz konusu parçalann sağlıklı olması ge rekecektir. Sahih olmayan parçalara dayanılarak, sahih bir bütün oluşturmak mümkün değildir. Bunun için önce sened tenkidi, daha sonra metin tenkidi uygulanmalıdır. Bu bölümde, tesbitte bütünlü ğü uygulamalı olarak göstermek amacıyla, örnek bir hadis, sened ve metin tenkidi bütünlüğünde ele alınıp incelenecektir. Parçalann H z . Peygamber'e aidiyeti sahih olduktan sonra, bun ları bütünleştirerek anlamak gerekecektir. Bütünleştirilen metin, an cak; dil özellikleri, bağlam ve bağlayıcılık açısından incelendikten sonra doğru bir şekilde anlaşılabilir. Fakat, bu anlama, araştırmayı yapanla ilgilidir. Eğer söz konusu anlam, başkalarına aktarılacaksa, onlarla ilgili bazı hususların dikkate alınması gerekecektir. Bütünlük kavramının şümulünde değerlendirilmesi gereken bütün bu unsur lar, "Anlamada ve Anlatımda Bütünlük" adlı üçüncü bölümde ele alınacaktır.
Bir hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılabilmesi için riayet edilme si gereken bu hususların ihmali veya ihlali, bazen hadîsin H z . Peygamber'in murad etmediği bir manada anlaşılmasına, bazen istisma rına, bazen de problemlerin kaynağı olarak algılanıp dışlanmasına neden olabilmektedir. Bu çalışma, hadîsi bütünlük içerisinde değer lendirmemekten kaynaklanabilecek bu tür yanlış yaklaşımların gide rilmesine katkıda bulunmak umuduyla hazırlanmıştır. Son olarak bu eserin hazırlanması aşamasında değerli katkılarını esirgemeyen hocalarım Prof. Dr. Abdullah A Y D I N L I ve Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR Beylere, ayrıca tashih aşamasındaki katkıla rından dolayı Yrd. Doç. Dr. Nihat Yatkın ve Arş. Gör. Abdulvahap Ö Z S O Y beylere teşekkürü bir borç bilirim.
Yrd. Doç Dr. Selçuk COŞKUN E R Z U R U M 2003
KISALTMALAR A.g.e.
Adı geçen eser
A.g.m.
Adı geçen Makale
Ag.t.
Adı geçen tez
AÜİF
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
.b.
nci baskı
b.
Bin/İbn
Bkz.
Bakınız
c.
Cilt
Çev.
Çeviren
DEÜİF
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
DİA
Türkiye Diyanet Vakfi İslam Ansiklopedisi
DİB
Diyanet İşleri Başkanlığı
EÜİF
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
h.
Hicrî
Mad.
Maddesi.
MEB
Milli Eğitim Bakanlığı
MÜ
Marmara Üniversitesi
MÜİF
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
ö.
Ölüm tarihi
s.
Sayfa
ss.
Sayfalar
Tsh.
Tashih eden
TDK
Türk Dil Kurumu
TDV
Türkiye Diyanet Vakfi
Thk.
Tahkik eden
Tik.
l'a'lik eden
Tsz.
Tarihsiz
Vb.
Ve bunlar gibi
Vd.
Ve devamı
Vs.
Ve saire
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ
5
KISALTMALAR
7
İÇİNDEKİLER
9
GİRİŞ
13 I. B Ö L Ü M
H A D Î S T E B Ü T Ü N L Ü K V E Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R A. H A D Î S T E B Ü T Ü N L Ü K 1. Genel Anlamda Bütünlük 2.Hadîs ve Bütünlük
21 21 25
B. B Ü T Ü N L Ü K Ö N Ü N D E K İ BAZI E N G E L L E R
35
1. Anakaynaklardan Uzaklaşma 35 a. Kaynak Olarak Tercümelerin Kullanılması 36 b. Kaynakların Farklı Özelliklerinin Bilinmemesi 48 ba. Eserlerin Tasnif Çeşidinin Bilinmemesi 48 bb. Nüsha Farklılıklarının Bilinmemesi 58 bc. Her Bir Eserin Kendine Ait Özelliklerinin Bilinmemesi ..64 bd. Kaynaklar Arası Mukayesenin Önemi 65 2. Hadîs Istılahlarına Vakıf Olmama a.Istılahlardaki Anlam Değişmeleri ve Görecelik b.Istılahlardaki Anlam Değişmeleri ve Göreceliği Bilmenin Önemi c.Istılahlara Bütüncül Bakışın İhmali ve Götürdüğü Yanlışlıklar
67 67
3. Hadîslere Önyargılı Yaklaşım a. Önyargının Çağrıştırdıkları b.Hadîste Önyargı ve Değerlendirmelere Etkisi
84 84 86
73 80
II. B Ö L Ü M TESBÎTTE B Ü T Ü N L Ü K (SENED VE METİN TENKİDİNDE BÜTÜNLÜK) A. Ö R N E K H A D İ S B A Ğ L A M I N D A S E N E D T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK 1. Örnek Hadîsin Farklı Rivayetlerinin Senedleri a. H z . Ömer'den Gelen Rivayetler aa. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Sened Ağı ab. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi b.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetler ba. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Sened Ağı bb.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri bc. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
99 104 105 105 106 117 121 121 122 129
c. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetler ca. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı cb. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri cc. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
132 132
d.Acmâ'dan Gelen Rivayetler da. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı db.Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı ve Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Değerlendirmeleri dc. Acmâ'dan Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi
141 141
133 139
142 150
2. Örnek Hadîsin Bütün Rivayetlerinin Sened Ağı 153 3. Örnek Hadîse Atıfta Bulunan Rivayetlerin Sened Ağı 154 4. Örnek Hadîsin Senedlerinin Bütün Olarak Değerlendirilmesi.. 155 a. Senedlerin Müntehasına Göre 155 b. Sened Sayısına Göre 155 c. Seneddeki Râvîlerin İttisaline Göre 156 d. Senedin Sıhhatine Göre 157
11
İçindekiler
B. Ö R N E K H A D İ S B A Ğ L A M I N D A M E T İ N T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK 159 1. Örnek Hadîsin Bütün Rivayetleri a. H z . Ömer'den Gelen Rivayetler aa. H z . Ömer'den Gelen Bütün Rivayetler
164 165 165
a b . H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği ....172 ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi ....173 b.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetler ba. Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Bütün Rivayetler
176 176
bb.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Asgari Müştereği 178 bc.Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Bütünleştirilmesi 178 c. Ubeyy b. Ka'b'tan Gelen Rivayetler ca. Ubeyy b. Ka'b'tan, meşhur 2. Maktu' —> sahîh —> makbul —> muttasıl —» garîb 3. Merfu' —> hasen —> makbul —> muttasıl —» azîz Hadîs değerlendirmelerinde ısülahlardaki bu gerçeklik bilinme diği takdirde, ortaya kavram kargaşası çıkabilmekte ve meselâ; "kud sî hadîs" sahîh gibi algılanabilmektedir. Halbuki, "kudsî" kavramı, hadîse kaynağı açısından bakıldığında kullanılan bir ıstılahtır. Aym hadîse sıhhat açısından bakıldığında "mevzu"' olabilmektedir. Yine "garib hadîs" denilince, uydurma haber (mevzu') çağrışım yapmak tadır. Halbuki sened sayısı açısından "garib" diye adlandırılan bir ha dîs; sıhhat açısından değerlendirildiğinde, "sahîh" terimiyle ifade edilebilir. Bu ve benzer sebeplerden dolayı hadîs ıstılahları, hadîs ilminin temel taşlan olarak kabul edilmeli ve bunlardan herhangi biri yok
farz edilmemelidir. Istılahlar görmezlikten gelindiği takdirde, ortada hadîs ilminden eser kalmayacaktır. Bu sebepledir ki, her bir ıstılah, bu ilmin bir bütünü veya bir dalı olarak, hadîsçilerin başlıca araştır ma konusu olmuş ve her biri hakkında müstakil eserler telif edildiği gibi, hepsini birden inceleme konusu yapan muhtasar veya mufassal eserler meydana getirilmiştir . 258
b. Isülahlardaki Anlam Değişmeleri ve Göreceliği Bilmenin Önemi Istılahlarda genel bir birliktelik olmasına rağmen, herkesin aynı terimden aynı şeyi anlayacağına dair bir ittifak yoktur. Bu durumun, hadîs ıstılahlarının doğal seyri içerisinde normal olduğuna işaret edil mişti. Bu açıdan, ısülahlardaki göreceliği göz önünde bulundurma, bütüncül bakışın gereklerinden sayılmalıdır. Bu durum ihmal edildi ği taktirde, değerlendirmelerde yanlış yapma riski ortaya çıkacaktır. Örneğin, bir râvîyi cerh ve ta'dîl açısından incelemek isteyen bir araş tırmacının ilk müracaat edeceği kaynaklar, cerh ve ta'dil kitaplarıdır. Zira ayağı 2 1 . yüzyılda olan araştırmacının bin üçyüz küsur sene ön ce yaşamış olan bir inşam, aracı kullanmaksızın tanıması imkânsızdır. Cerh ve ta'dil kitaplannda bir râvî için "7eyse bi-şey' (bir şey değil dir)" ifadesi kullanılmışsa, söz konusu râvînin son derece zayıf oldu ğu kasdedilmek istenmiştir. Dolayısıyla, böyle bir râvînin rivayet et tiği hadîs, bu kavramlar esas alınarak değerlendirilecektir. Ancak, ay nı ifadeyi, İbn M a î n ( ö . 2 3 3 / 8 4 7 ) , "râvînin son derece az rivayette bulunduğu"nu belirtmek için kulllanmaktadır . İbn Maîn'in hak kında, "leyse bi-şey'" dediği bir râvî, diğer alimlerin dediği gibi de ğerlendirilirse, rivayetine çok zayıf denilmek durumunda kalınır. Halbuki, onun kullandığı anlamla, zayıflığın bir alakası yoktur. Isü lahlardaki bu gibi farklı anlayışlann ihmali, örnekten de anlaşılacağı gibi, değerlendirilen hadîsin kaderiyle oynamaya kadar götürebilir. 259
Bu tür görecelikler, sadece hadîsçiler arasında değil, diğer bilim dallanna mensup alimlerle hadîsçiler arasında da geçerlidir. Buna gö re, hadisler değerlendirilirken, kullanılan ısülahlann hangisinin, han gi alim veya bilim dalı tarafından, hangi anlamda kullanıldığı, bilin mesi gereken önemli hususlardan biridir.
258
K o ç y i ğ i t , Hadîs Istılahları,
259
e t - T e h â n e v î , a.g.e.,
1,160.
s. 3 .
Fakîhler ve hadîsçilerin "sened sayısı açısından hadîslere nasıl baktıkları ve aynı ıstılaha hangi farklı anlamları yükledikleri, bu ko nuda açıklayıcı bir örnek olabilir. Hadîs usûlcülerinin konuyu mütevâtir ve haber-i vâhid şeklinde ikiye ayırmaları, tarihi seyir içerisinde farklılık ve tekâmül arzeder. eşŞafiî'nin ( Ö . 2 0 4 / 8 1 9 ) cr-Risâlc adlı kitabında; örneklendirerek tah lil ettiği bu mevzuya d a i r , ilk hadîs usûlü yazarlarından er-Râmehurmuzî'de bilgi bulamamaktayız . Daha sonraki yazarlardan elHâkim en-Neysâbûrî ( Ö . 4 0 5 / 1 0 1 4 ) , eserinde bu konuya yer ver mekle beraber, bu temas, hadîs râvîlerinin beyanı çerçevesini aşma maktadır . Bu kadarcık temasa İbn Kesîr ( Ö . 7 7 4 / 1 3 7 2 ) ve îbnu's-Salâh'ta ( Ö . 6 4 3 / 1 2 4 5 ) d a rasdamaktayız . 260
261
262
2 6 3
2 6 4
265
Kronolojik sıra içerisinde yukarıda adından bahsedilmeyen elHatîb el-Bağdâdî ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) , diğerlerinden daha teferruadı bil gi vermektedir ki ileride buna değinilecektir. Hanefîlere gelince, onlar, haber-i vâhidden, terimin sözlük anla mına da uygun olarak "tek kişinin rivayet ettiği haber"i anlamakta dırlar. Buna dayanarak, meselâ Ebû Hanîfe ve İmâm Ebû Yusuf un, haber-i vahidi, kabul edilemez şâz haberler olarak değerlendirdikle ri belirtilmektedir . 266
Ancak daha sonraki devirlerde ve özellikle usûl kitaplarının ted vin edildiği asırlarda, haber-i âhâd anlayışında önemli sayılacak deği şiklikler olmuş ve bu tabir; yalnız bir kişinin bir kişiden rivayet etti ği haberler hakkında değil, iki kişinin iki kişiden, üç veye daha çok kişinin, üç veya daha fazla kişiden rivayet ettikleri haberler hakkında kullanılmıştır . 267
Gerek hadîsçilerin, gerekse fakîhlerin bu ıstılahtaki anlayış farklı lıklarını, aynı dönemde yaşayan biri fakîh, diğeri hadîsçi iki alimin eserlerinden harekede daha net bir şekilde görmek mümkündür. 260
eş-Şâfi'î, M u h a m m e d b . tdris, er-Risâlc, yınlan, istanbul 1 9 8 6 , ss. 1 5 9 - 1 6 8 .
261
B k z . e r - R â m e h u r m u z î , el-Muhaddisu'l-Fâsü,
262
B k z . H â k i m , a.g.e., s . 1 5 0 vd.
263
B k z . Ş â k i r , a.g.e.,
264
B k z . İ b n u ' s - S a l â h , Mukaddime,
265
K o ç k u z u , a.g.e.,
T h k . M u h a m m e d Seyyid K l â n î , K ü l t ü r Ya
s. 1 6 6 v d .
s. 1 7 4 .
266
Ü n a l , a . g . e . , s. 1 3 4 .
267
Koçkuzu, a.g.e., s . 2 2 .
ss.134-137.
s. 6 7 8 .
1. Hatîb el-Bağdâdî ( Ö . 4 6 3 / 1 0 7 1 ) eksenli düşünüldüğünde, Hadîsçilere göre, senedleri açısından hadîslerin, mütevâtir ve âhâd diye ikiye ayrıldıkları görülmektedir . 268
269
Mütevâtir haber; başından sonuna k a d a r , yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından rivayet edilen ha berdir . Durum bu olunca, râvîlerin hallerini araştırmaya gerek kalmamaktadır . 270
271
Haber-i âhâd ise, tevatür sıfatına ulaşamayan haberdir. Bir cema at tarafından da rivayet edilse, kesin bilgi ifade e t m e z . 272
Sünni hadîsçilerin bu taksimi, şia hadîsçilerinde de vardır ve on lar da hadîsleri bu açıdan; mütevâtir ve haber-i âhâd diye ikiye ayır mışlardır . 273
Buna göre, haber-i âhâd olarak tanımlanan haberler, kendi arala rında, meşhur, aziz, garib/ferd diye üç kısma ayrılırlar . Genelde meşhur; herhangi bir tabakada râvî sayısı en az üç o l a n ; aziz, her hangi bir tabakada râvî sayısı en az iki o l a n ve garîb; herhangi bir tabakada râvî sayısı teke d ü ş e n haber-i âhâdlar için kullanılan ıstı lahlar olmaktadır. 274
275
276
277
Sened açısından kullanılan bu ıstılahların sıhhade direkt bir bağ lantısı yoktur. Dolayısıyla, bir hadîsin, meşhur, aziz ve garîb olması, sahîh veya zayıf olmasına engel teşkil etmemektedir. 2. Aynı dönem Hanefî usûlcülerinden es-Serahsî ( Ö . 4 9 0 / 1 0 9 7 ) , daha farklı bir taksim yapmaktadır. Ona göre haberler üçe ayrılmak tadır: 268
e l - B a ğ d â d î , el-Ktiâyc,
269
e l - K â s ı m î , Kavâid, s. 1 4 6 .
s. 3 2 .
270
e l - B a ğ d â d î , a.g.e,
271
İ b n H a c e r el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker,
272
e l - B a ğ d â d î , a.g.e.,
273
B k z . e ş - Ş e h î d e s - S â n î , cr-Riâye 6 İlmi'd-Dirâye, T h k . A b d u l h u s e y n M u h a m m e d Ali B a k k a l , M e k t e b e t ü Â y e t U l a h i ' l - U z m â , K u m 1 3 0 8 , s. 6 2 .
274
e l - H a f n â v î , M u h a m m e d İ b r a h i m , Dırâsâtun ru'I-Vefâ, 1 9 9 1 , s . 1 6 5 .
275
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s. 6 0 ; el-Hafnâvî, a . g . e . , s. 1 6 5 ; e l - K â s ı m î , a . g . e . , s. 1 2 4 ; A y d ı n lı, a . g . e . , s. 9 7
s. 3 2 . M a t b a a n ı U h u v v e t , 1 3 2 7 h., s. 1 9 .
s. 3 2 .
276
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s . 6 0 ; e l - H a f n â v î , a.g.e.,
277
e d - D i h l e v î , a . g . e . , s. 7 4 ; e l - K i s ı m î , Kavâid, Aydınlı, a.g.e., s. 6 0 .
Usûliyye
â's-Sünneti'n-Nebeviyye,
s. 1 6 7 ; A y d ı n l ı , a.g.e.,
Dâ-
s. 3 8 .
s. 1 2 5 , 1 2 7 ; e l - H a f h â v î , a . g . e . , s. 1 6 5 ;
a. Mütevâtir haber: Rasûlullah'tan bize kadar, muttasıl olarak ve onu görüp işitenlerin aldığı şekilde ulaştırdığı haberlerdir. Bunu, miktarı sayılamayan, çoklukları, adâlederi ve farklı yerlerden oluşları sebebiyle yalan üzere ittifakları düşünülmeyen bir topluluk rivayet etmelidir. Kur'ân'ın nakli, beş vakit namaz, rekat sayılan, zekât miktarlan, diyeder vs. bu şekildeki mütevâtir haberlerdendir . Bu ha berler, gözle görülenin verdiği gibi, ilm-i yakîn ve ilm-i zarurî ifade ederler. Dolayısıyla, bir kimse böyle bir haberi inkâr ederse, gözüy le gördüğünü inkâr eden kimse gibi, dinini, dünyasım, anasını ve ba basını tanımayan sefih bir insandır . 278
279
Görüldüğü üzere Hadîsçi el-Bağdâdî ve usûlcü es-Serahsî, mütevaririn tarifi ve verdiği ilim hakkında aym görüşü paylaşmaktadırlar. b. Meşhur haber: Alimlerin kendisiyle ameli kabulle karşıladıklan ama yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olabilen sayıdaki kişile rin Rasûlullah'tan naklettikleri haberdir . Başka bir ifadeyle Rasû lullah'tan âhâd olarak rivayet edilip, daha sonraki tabakalarda teva tür derecesine ulaşan haberdir . Buna göre, meşhur adı verilen ha ber, asıl itibariyle âhâd, fer' itibariyle mütevâtirdir. Bu haberleri in kâr eden kafir olmaz, ama bunlarla sabit olan bilgi, yakîn olmasa da "turna'nine (tatmini bilgi/ kesine yakın bilgi)" ifade eder. Çünkü bu haberler, her ne kadar iki veya üç kişiden sonra tevatür derecesine ulaşsa da, başlangıçtaki bu iki veya üç râvînin yalan söyleyebilme şüp hesi vardır . 280
281
282
c. Haber-i Âhâd: Haber-i âhâd konusunda her ne kadar es-Serahsî'nin yaptığı özel bir tanıma rastlayamadıysak da, eserinde bu tabiri kullanmasından harekede, bununla; mütevâtir ve meşhurun dışında kalan haberleri kastettiğini anlamaktayız. Hanefi usûlcüsü el-Pezdevî'nin ( Ö . 4 8 2 / 1 0 8 9 ) , haber-i âhâd'ı; bir, iki veya daha çok râvînin rivayet ettiği ancak meşhur ve mütevâtir mertebesine ulaşamayan ha berler olarak tanımlaması da bu anlayışımızı teyit etmektedir. Bu 283
278
e s - S e r a h s î , E b u B e k r M u h a m m e d b . A h m e d , Usûlu's-Scrahsî, Efğanî, Mektebetü'l-Meârif, Riyad tsz., I, 2 8 2 - 2 8 3 .
279
e s - S e r a h s î , a.g.e.,
I , 2 8 3 ; Ü n a l , a.g.e.,
280
e s - S e r a h s î , a.g.e.,
I, 2 9 2 .
281
es-Serahsî, a.g.e., 1 , 1 3 1 .
T h k . E b u ' i - V e f a cl-
s. 1 3 0 .
282
B k z . e s - S e r a h s î , a.g.e., I , 2 9 2 .
283
el~ B u h â r î , A b d u l a z i z , Keştu'l-Esrar alâ Usûli'l-İmâm, Fahru'l-İslâm Ebu'l-Huseyn Ali b . M u h a m m e d e l - P e z d e v î , M a t b a a t u Şirketi's-Sekâfiyye e l - O s m â n i y y e , 1 3 0 8 h., II, 3 7 0 .
şekildeki haber-i âhâd, es-Serahsî'ye göre, râvînin yanılma ihtimalin den dolayı ilm-i yakîn ifade etmez. Ravîye beslenen hüsnü zandan dolayı bu tür haberlerle amel edilir. Adaletinden dolayı, râvînin doğ ru olduğu tercih edilir. "İlmu yakîn" ifade etmediği için, bu haber leri, inkâr edenlerin küfrü gerekmez. Ancak münkiri dalâlede suçla nır. Bununla beraber, amel etmek de vaciptir . 284
Bütün bunlardan harekede, Hatîb el-Bağdâdî özelinde hadîsçilerin, es-Serahsî özelinde de Hanefi usûlcülerinin haberi taksimi konu sunda şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır:
Râvî Sayısı Açısından Haberler
I r
1r
Hadisçi el-Bağdâdrye Göre
Hanefi Usulcüsii esSerahsî'ye Göre
1
ir Mütevâtir
Haber-i âhâd Mütevâtir
1r Meşhur
ı Azîz
Meşhur
1r
Garîb
Heber-i V â h i d
Bu şemaya göre şu durumlar ortaya çıkmaktadır: 1. Hadîsçilere göre haber-i âhâd olarak kabul edilen "meşhur", Hanefî usûlcülerine göre "haber-i âhâd" değildir. 2. Hanefî usûlcülerinin "meşhur" dediği her haber, hadîsçilere göre her tabakada istenen râvî sayısına ulaşmadığı için "meş hur" değildir. Zira, hadîsçilere göre "meşhur" kabul edilme284
cs-Serahsî, a . g . e , I, 1 1 2 .
yen bazı haberler, Hanefilere göre sonradan şöhret bulduğu için "meşhur" sayılmaktadır. Hatta bazen, hadîsçilerin "garib" dediği haberler bile Hanefilere göre "meşhur" addedilebilmektedir. Hadîsçilerin her "meşhur" dedikleri de Hanefî usûlcülerine göre "meşhur" değildir. Çünkü her tabakada en az üç râvî tarafından rivayet edilen bir hadîs, her zaman şöh ret bulmayabilir. 3. Hanefilerin "haber-i âhâd" dediği her haber, hadîsçilere göre de "haber-i âhâd"dır. Ancak, hadîsçilere göre "haber-i âhâd" olan her haber, Hanefilere göre "haber-i âhâd" değildir. Bu durumu; "Ameller ancak niyedere göredir... (İnncme'I-a'mâlu bi'n-niyyât...)" hadîsi örnekliğinde daha açık bir şekilde anla mak mümkündür. Bu hadîs, ne hadîsçilere göre, ne de Hanefi usûl cülerine göre mütevâtirdir . Hadîsin sahabî râvîsi sadece H z . Ömer'dir. Ondan Yahya b. Sa'îd'e gelinceye kadar şöhrete ulaşma mış olan bu h a d î s , ondan sonra ikiyüzden fazla (bir rivayete göre yedi yüz) râvinin rivâyetiyle şöhrete ulaşmıştır . Dolayısıyla hadîs çilerin bakış açısına göre "haber-i âhâd"ın "garib-meşhûr" kısmın dan sayılmalıdır. Ancak hadîsi, Yahya b. Sa'îd'den 200'den fazla ki şi rivayet e t m e s i ve ondan sonra şöhrete ulaşması hatırlandığında, Hanefi usûlcülerinin bakış açısına göre meşhur sayılmalıdır. Zira ha dîs, aslına (yani H z . Ömer'den Yahya b. Sa'îd'e kadarki râvîlere) nisbede "haber-i âhâd", fer'ine (yani ondan rivayet eden 200'den tazla kişiye) nispede "mütevâtir", dolayısıyla "meşhur" olmaktadır. 285
286
287
288
289
Kapsam ve bilgi değeri açısından farklı olarak anlaşılan ıstılahlar la ilgili bu durum, aşağıdaki şemadan daha rahat anlaşılabilir.
285
Buhâri, Bed'ü'l-Vahy, 1 ( I , 2 ) .
286
B k z . İ b n u ' s - S a l â h , M u k a d d i m e , s. 1 3 5 ; e l - L e k n e v î , M u h a m m e d A b d u l h a y y , Z a / e ru'I-Eminl S Muhtasari'l-Cürcinî, T h k . Takıyyuddin en-Nedvî, el-İmârâru'l-Arabiyye, H i n d i s t a n 1 9 9 5 , s. 5 5 .
287
e l - I ^ k n e v i , Zafcru'l-Emâni,
288
G a r i b - m e ş h û r , b a ş l a n g ı ç t a t e k kişi tarafından rivayet e d i l m e s i n e r a ğ m e n , s o n r a d a n ş ö h r e t e u l a ş a n H a d î s ( A y d ı n l ı , a . g . e . , s. 6 0 ) .
289
e l - L e k n e v î , Zaferu'l-Emânî,
s. 5 5 .
s.55.
Hadisçilere Göre Mütevâtir
Hanefîlere Göre Mütevâtir
Hadisçilere Göre Haber-i Vâhid
Hanefîlere
Hanefîlere
Göre
Göre
Meşhur
Haber-i Vâhid
B u semadaki üçgen; bütün hadîsleri kapsamaktadır. Yatay çizgi ler; hadîsçilerin taksimini, dikey kaim çizgi de faMhlerin taksimini göstermektedir.
290
Şemadan da anlaşıldığı üzere, az sayıdaki mütevâtirin dışmda kalanlar, hadisçilere göre haber-i vâhid olmaktadır. Onların haber-i vâhid olarak nitelendirdikleri bu alanı, fakîhler meşhur ve haber-i vâ hid diye tekrar ikiye ayırmakta ve sadece bu alandaki haber-i vâhid için; "zan ifade eder" demektedirler. Dolayısıyla, "Haber-i vâhidler, kesin bilgi ifade etmezler" şeklinde genellemeci bir yargı, gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü, Hanefîlere göre, haber-vâhid ile mütevâ tir arasında, "meşhur" adı verilen haberler bulunmaktadır. Bunlar ise kesine yakın bilgi ifade ederler ve sahîh kabul edilirler. Halbuki hadîsçiler, "meşhûr"la "sıhhat" arasında direkt bir bağlantı kurmazlar. Onlara göre, sened bakımından meşhur olan bir hadîs, zayıf da ola bilir. Fakat, Hanefilerin meşhur dediği aym zamanda sahîh demek tir. Buna göre, hadîsçilerin Haber-i vâhid diye adlandırdıkları hadîs ler arasında, Hanefilerce, kesine yalan bilgi ifade eden meşhurlar da 290
B k z . e l - H â z i m î , a.g.e., s. 3 7 .
yer almaktadır. Aynca Hanefilerin haber-i vâhid dediği haberlerin râvîleri eğer adil iseler onlarla da amel vacib olur. Binaenaleyh, fakîhlerin kendilerine göre çok dar bir anlamda ta nımladıkları "haber-i vâhid"e verdikleri "zan ifade eder" hükmünü; hadîsçilerin çok geniş manada tanımladıkları "haber-i vâhid"le özdeşleştirip, fakîhlerin hükmünü, hadîsçilerin "haber-i vâhid"ine giy dirmek, ya ıstılahlara bütüncül bakamayışın getirdiği bir yanlışlık; ya da kavram kargaşasından istifadeyle bulanık suda balık avlamak arzu sunun bir tezahürü olarak görülebilir. Burada sayın Koçyığit'in özede sunacağımız şu ifadelerini hatır lamanın yararlı olacağım düşünüyoruz: Hadîs usûlcülerinin, mütevâtir derecesine ulaşmamış olan meş hur haberleri bile âhâddan saymaları, bu çeşit haberlere karşı ileri sü rülen itirazlarda göz önünde tutulması gereken önemli bir husustur. Zira ilk asırlarda mutezilenin zuhuru ile birlikte haber-i vahidin din de hüccet olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususunda ortaya çıkan münakaşalarda, mezkûr tabirle kasdedilen mananın, yalnız bir kişi tarafından rivayet edilen haberlere mi (ki ilk dönemlerde Şafiî, Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed bu anlamda kullanmıştır), yoksa daha sonraki asırlarda usûl kitaplarında görülen ve aziz ve meşhur denilen haberleri de içine alan âhâd'a mı delâlet ettiğini kesinlikle tespit et mek gerekir. Zamanımızda bile, itikadi konulann istinbatında kulla nılan bazı hadîslerin reddedildiği görülmektedir. Bunun gerekçesi, kullanılan âhâddan olmalarıdır. Bu mana ile, mutezilenin söz konu su ettiği yalnız bir kişinin haberi mi kasdedilmektedir? Yoksa, hadîs usûlü kitaplarında söz konusu edilen ve mütevâtir sayılmasa bile çok kişi tarafından rivayet edilerek meşhur adım alan, fakat âhâd sayılan hadîs çeşidi de mi kasdedilmektedir? Âhâd haberlerin bilhassa itikadî konularda delil olarak kullanılamayacağı görüşünü benimseyenle rin, âhâdın zaman içinde sahip olduğu bu değişik manaları arasında, hiçbir ayırım yapmaksızın onu reddetmeleri, meseleyi saptırmakta ve yanlış sonuçlar doğurmaktadır. Eğer bu kimseler, mutezilî görüşü benimsemeye meyyal olarak âhâd haberleri reddediyorlarsa, bu ha berlerin, yalnız bir kişi tarafından rivayet ettiği haber cinsinden oldu ğunu açıklamak zorundadırlar. Haber-i vahidi reddeden mutezile, onu eş-Şâfi'î gibi anlamıştır ve her ikisi de tek bir kişi tarafından nak ledilen haberi kastetmişlerdir . 291
291
B k z . K o ç y i ğ i t , Hadîs Isülahlan,
ss.22-24.
Istılahların bütünlük içerisinde görülmesi gerekliliğini vurgula mak için seçtiğimiz "haber-i vâhid" örneğiyle ilgili görecelik duru mu, büyük oranda diğer terimler için de geçerlidir. Hadîs değerlen dirmelerinde en azından böyle bir ihtimalin varlığının g ö z önünde tutulması bilimsel ciddiyetin gereklerindendir. c. Istılahlara Bütüncül Bakışın İhmali ve Götürdüğü Yanlışlıklar Yukanda çeşidi örneklerle; bir hadîs teriminin birden çok anlam da kullanılabileceği, birden çok anlamın bir terimle ifade edilebilece ği, farklı bilim dallarının aynı terime farklı anlamlar yükleyebileceği ve hatta bazı alimlerin bazı terimleri genel anlamıyla ilgili olmayan tamamen kendine ait olan özel bir anlamda kullanabileceğinden bahsedildi. Bunlar, genelde bütün bilimlerin, özelde de hadîsin, kendine ait ıstılahlarının derinlik ve genişlik durumunun göz önüne alınmadan anlaşılamayacağını gösterir hususlardır. Günümüz hadîs değerlen dirmelerinde bütüncül bakış açısının önündeki önemli engellerden biri de; hadîs kavramlanndaki esnekliğin gözden kaçırılması, ihmali veya ihlalidir. Bırakalım kavramlardaki esnekliğe vakıf olmayı, kav ramların genel anlamlarından haberdar olmayanların bile bir şekilde bu ilimle uğraştıkları bir ortamda gülünç yanlışlıkların ortaya çıkma sı kaçınılmaz olmaktadır. Konunun ehemmiyetine işaret etmek ama cıyla bunlardan bazılarına değinilecektir\ Hadîs öğretim ve öğrenim (tehammul ve eda) yollarından biri olan "mükâtebc"nin, bazı batılı araştırmacılar tarafından, "mektup laşma" şeklinde anlaşılması, bu örneklerden biridir . 292
Bu şekildeki bir başka ıstılah yanlışlığına, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinde rasdanmaktadır. Bu eserde, "hadîs" maddesi anla tılırken, hadîs kitaplarından ve onlann çeşiderinden bahsedilir. Bu türden eserlerden olan "câmi"lerden şu şekilde bahsedilir: "...Cami ler. Bütün hadîs bablannı içine alan hadîs kitapları. Sekiz olarak ka bul edilen bu bablar şunlardır: Akaid, ahkâm (dini hükümler), rikâk (köle ile ilgili hükümler)..." . Bu ifadelerde de görüldüğü gibi, "ri kâk" parantez içerisinde, "köle ile ilgili hükümler" olarak açıklan mıştır. Halbuki hadîs kitaplarındaki konu başlıklarında geçen bu ıs tılahla; "zühde, ahirete yönelmeye, iyiliğe teşvik etmeye, kötülükten sakındırmaya dair hadîsler" kastedilir . 293
294
292
B k z . F u a t S e z g i n , a . g . e . , s. 4 0 - 4 1 .
293
Türk Dili vc Edebiyatı
294
Aydınlı, a . g . e . , s. 1 2 9 .
Ansiklopedisi,
D e r g â h Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 1 , I V , 9 .
Istılahlara vakıf olmamaktan kaynaklanan yanlışlıklardan biri de şu ifadelerde kendini göstermektedir: "Sahîhayn'de 2 0 0 ' ü aşkın ga rip ve ilginç hadîs mevcut olup bunlar hakkında el-Makdisî tarafın dan "Garâibu's-Sahîhayn" adlı bir eser telif edilmiştir. el-Makdisî bu eserinde söz konusu iki büyük hadîs kitabında yer alan 200 küsur ga rip ve tuhaf hadîsi ele almıştır" . 295
Ebû Reyye'nin eserinin tercümesinden yapılan bu alıntı, eserin müterciminin hadîs ıstılahlarına vukufiyetsizliğinden kaynaklanan bir tercüme hatasıdır . el-Kevserî ( Ö . 1 3 7 1 / 1 9 5 1 ) , el-Hâzimî'nin(ö. 5 8 4 / 1 1 8 8 ) mezkûr eserinde "û Ibtâli Kavli Men Zc'amc Erme Şarte'l-Buhâri..." diye başlayan babında yer verdiği bir ifadesine katkı olarak aynen şunları söylemektedir: "...Sahîhaynda garîb hadîs tü ründen 2 0 0 ' ü aşkın rivayet bulunmaktadır ki, bunlar, herhangi bir tabakada rivayette tek başına kaldığı hadîslerdendir. Hatta Hâfiz ezZiyâ el-Makdisî bu konuda, "Ğaraibu's-Sahîheyn" adıyla bir kitap telif etmiş ve orada "sahîhan"da tahrîc edilmiş garib ve ferd hadîs tü ründen 2 0 0 ' ü aşkın rivayet zikretmiştir" . 296
297
Görüldüğü gibi yazar burada, Ebû Reyye'nin kitabının müterci minin, bu ifade üzerindeki keyfi tasarruflarından ve bilgi eksikliğin den kaynaklanan hatasına ortak olmuştur. Zira açıktır ki, burada "tu haf ve ilginç" hadîslerden söz edilmemekte, "garib ve ferd" hadîsler bahse konu yapılmaktadır. Oysa hadîs literatüründe, "Ğarâibu Şu'bc", "Garâibu Mâlik" gibi kavramlar kullanılarak telif edilmiş bu türden pek çok eser mevcuttur. Bunlar, o kimselerin "ilginçliklerini" ve "tuhaflıklarını" değil, naklettikleri garîb/ferd hadîsleri ihtiva eden çalışmalardır . 298
Hadîste yoğun olarak kullanılan bir kavram vardır: Rivayet. B u . kelimenin mazisi, bazen malum (reva), bazen de meçhul (tuviye) şeklinde kullanılır. Malum fiil şeklinde kullanılan bu ve benzeri riva yet lafızları, aynı zamanda, hadîsin hocadan muteber bir yolla alındı ğını gösterir işarederden sayılır ve bunlara "cezm sigası" denilir. Meçhul sigayla kullanılanlara ise, "temriz sigası" denilir ve bununla, 295
Ö z t ü r k , Yaşar N u r i , Kur'ân'daki
296
E b û R e y y e ' n i n ifadesi için b k z . E b û R e y y e , M a h m u d , Muhammedi dınlatılması, Ç e v . M u h a r r e m T a n , Y ö n e l i ş , i s t a n b u l 1 9 8 8 , s. 3 3 8 .
İslâm, Yeni B o y u t , İ s t a n b u l 1 9 9 4 , s. 1 3 9 .
297
e l - H a z i m î , a . g . e . , s. 3 1 .
298
B k z . Sifil, E b u Bekir, Modem t a n b u l 1 9 9 7 , s. 1 7 .
İslam Düşüncesinin
Tenkidi
Sünnetin
Ay
1, Rayihan Yayınlan, İ s
hadîsin hocadan muteber bir yolla alındığına kesinlikle delâlet etme yen sigalar anlaşılır . 299
"Ruviynâ (bize rivayet edildi ki)" şeklinde bir kelime, temriz sigasındadır. Ancak bu, "reveyna"diye okunursa, cezm sigası olur. Bir tercümede, bu incelik ihmal edilmiş ve, aslında "ruviynâ (bize riva yet edildi ki)" şeklinde okunması gereken kelime; "raveynâ" diye okunmuş ve; "rivayet edeceğimiz" şeklinde tercüme edilmiştir. Algı lama yanlış olunca aslı; "Yine bu konuda İbn Abbâs'tan bize rivayet edildi k i . . . . " şeklinde olan bir ifade; tercümede "Bizim İbn Ab bâs'tan rivayet ettiğimiz bir hadîs ise şöyledir..." halini almıştır. Yine aynı eserde, bir hadîs ıstılahı olan "ceyyid" , " y e n i " diye Türkçeye çevrilmiştir. Halbuki "ceyyid" bir hadîs ıstılahı olarak, ge nellikle "hasen li-zatihi mertebesinden yüksek olmakla beraber, sa hîh derecesine ulaştığından tereddüt edilen hadîsler" için kullanı lır. 300
301
302
303
304
Hadîs terimlerine vakıf olmamaktan kaynaklanan bir başka yan lış, Sünen-i Tirmizî TercümesFnde yapılmıştır. Hadîsin tercümesi şu şekilde verilmiştir: "Ebû Hureyre'den bu geçen hadîsin eşini bize tahdis (rivayet) etti ve (fakat) onu Rasûl-i Ekrem'e kaldırmadı. Bu ri vayet bizce Abdussamed'in, Şu'be'den rivayetinden daha sağlam dır" . 305
Burada "Rasûlullah'a kaldırmadı" ifadesi yanlıştır. Bilindiği üze re hadîsler, müntehasına göre; merfu" (Rasûlullah'a nispet edilen ler), mevkuf (sahabeye nispet edilenler) ve maktu' (tabiîne nispet edilenler) olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Eğer bir hadîsi, râvînin Rasûlullah'a nispet etmediği başka bir ifadeyle hadîsin "merfu"' ol madığı vurgulanacaksa, kullanılan ifadelerden biri de, "lem yerfe>»306 cür. Bunun anlamı, "sahabî bu hadîsi merfu' olarak rivayet et medi" demektir. Bu ifade parantez içerisinde açıklanmalıydı veya en azından tercüme; "...Ebû Hureyre'den yukarıdaki hadîsin bir benze299
B u iki terim için b k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 4 5 , 1 5 4 .
300
İ b n u ' l - C e z e r i , en-Neşrrt'l-Kıraati'l-Aşr, M u s t a f a M u h a m m e d , Mısır t s z . , I , 3 .
301
O k ç u , A b d u l m e c i d , Kur'ân
302
İ b n u ' l - C e z e r i , a . g . e . , s. 3 .
303
O k ç u , a . g . e . , s. 1 3 .
T h k . Ali M u h a m m e d e s - S a b b â ğ , M a t b a a n ı
ve Kıraat, E k e v Yayınlan, E r z u r u m 2 0 0 1 , s. 1 2 .
304
B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 4 4 .
305
M o l l a m e h m e t o ğ l u , Sünen-i
306
M e s e l â b k z . T i r m i z i , Tefsir, 8 ( V , 2 5 0 ) .
Tirmizi Tercümesi,
V, 4 9 .
rini rivayet etti, fakat onu Resûlullah'a nispet (veya izafe) etmedi. (Yani Ebû Hureyre'nin sözü olarak nakletti)..." şeklinde verilme liydi. 307
Şüphesiz, hadîs ilmine yabancılıktan kaynaklanan hatalar bu sayı lanlarla sınırlı değildir. Ancak, bundan daha mazur görülebilecek ba zı teknik yanlışlıklar da yapılmaktadır. Bunlar daha çok rical (râvîler) hakkında bilgi noksanlığından kaynaklanan hatalardır. Muhtemelen acelecilik veya ihmalden kaynaklanan bu tür yanlışlıklar, yoğun ola rak râvî isimlerinin okunuşlarında görülmektedir. 308
Meselâ, Cübeyr b. Mut'im'in, "Cübeyr b. M u t ' a m " diye; İbn Ebî Müleyke'nin, "İbn Ebî Melike"; Sa'd b. Ebî Arûbe'nin, "Said b. Ebî Urûbe"; Yahya b. Sa'îd el-Kattân'ın, "Yahya b. Said el-Kettan"; İmrân b. Husayn'ın, "Ümran b. Huseyn"; Semure b. Cündeb (Cündüb)'in "Semre b. C ü n d ü b " şeklinde okunması bu tür ha talardan sayılabilir. 309
Ancak gerçekten rical bilgisini gerektiren bazı durumlar da var dır. Aym ismi taşıyıp farklı dönemlerde yaşayan değişik insanlar İs lâm tarihi boyunca var olmuştur. Bunların kim olduğu iyi bir araştır madan sonra ortaya çıkar. Bu yapılmadığı takdirde, ilgili şahısla ilgi li yapılan yorumlar, yanlış sonuçlar doğurabilir. Böyle bir yanlışlık Goldziher'den nakledilmektedir. O, Encyclopedia of Religion and Ethics için yazdığı, "Education" maddesinde, küttaplardan söz ederken, okuma-yazma için de kullanılan ve levh denilen tahtaların bulunmasını ilk devirde bu mekteplere işaret eden bir delil olarak ortaya koymuş, hanım sahabî Ümmü'd-Derdâ'nın ders okuttuğu bir çocuk olan Abdurabbih b. Süleyman için bazı cümleleri tahtaya yazdığım bildirmiştir. Halbuki onun bahsettiği ve sahabî (companion) dediği Ümmü'd-Derdâ'nın, gerçekte sahabî olan Ümmü'd-Derdâ değil, tabiînden olan küçük Ümmü'd-Derdâ olduğu belirtilir . 310
Bütün bunlar, hadîs ilimleri ve ıstılahlarım bilmenin, hadîsi ter cüme edecek, iktibas edecek, değerlendirecek veya ondan birtakım sonuçlar çıkaracak kimseler için "olmazsa olmaz" şart olduğunu 307
B o z k u r t , a . g . m . , s. 2 6 3 .
308
B k z . Ş i m ş e k , M . S a i t , Günümüz
309
B k z . Ö z t ü r k , Kur'ândıki
310
B k z . B o z k u r t , a . g . m . , s. 2 2 4 .
Tefsir Problemleri,
K i t a p D ü n y a s ı , T s z . , s. 1 2 4 .
İslam, s. 7 3 , 1 3 6 , 1 4 3 , 6 4 8 .
gösterir bazı değerlendirmelerdir. Bunların farkında olmak, hadîse bütüncül bakışta atılması gereken ilk adımların gereğidir ancak ta mamı da değildir. Bütüncül bakış, merdivenleri teker teker çıkıp, olaya yukarıdan ve kavrayıcı bir tarzda hakim olmayı gerektirmekte dir. Bunun için atılması gereken bir başka adım, hadîsleri değerlen dirirken önyargılardan mümkün olduğu kadar uzak durabilmektir. 3. Hadislere Önyargılı Yaklaşım a. Önyargının Çağrıştırdıkları Françis Bacon, "Bizi yanılmalara götüren bir takım ön yargıları mız vardır ki, bunlar gerçeği olduğu gibi algılamamıza engel olur lar" derken, ön yargıların anlamada ne denli yanıltıcı olduklarım vurgulamak istemiştir. 311
Önyargı; genelde, bir kişi, görüş, ya da bir şey hakkında, belirli bir takım koşullara, olay, durum ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş ya da oluşturulmuş fikir veya daha kısaca, "önceden ve rilmiş y a r g ı " diye tanımlanır. Şüphesiz önyargının oluşumunda çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Bunlardan bazılarının, insanın içinde yaşadığı fizikî, ailevî ve sosyal çevre, insanın fizyolojik yapısı, istek, hedef ve amaçlan, geçmişteki deneyimleri ve aldığı eğitimi ola rak kabul edilmektedir . 312
313
314
Bu bağlamda, bir teze duygusal olarak bağlanmaktan, öncülleri, nesnel bir biçimde değil de, önyargılı olarak değerlendirmekten olu şan yanlışlıklar, önyargı yanlışı olarak kabul edilmektedir . Ancak burada; "Acaba insan önyargılanndan kurtulabilir mi?" sorusunun cevabım bulmak önemli görünmektedir. 315
Hemen hemen bütün tutumlar, bir ölçüde önyargı olarak nitele nebilir. Çünkü insanlar tutumlanmn haklılığını kamdayacak birinci el bilgiye ancak nadiren sahip olabilirler . Aslında, önyargılann ço316
311
T ü r k d o ğ a n , O r h a n , Bilimsel Değerlendirme yınlan, i s t a n b u l 1 9 9 5 , s. 2 8 .
312
C e v i z c i , a.g.e., s. 7 2 1 ; G o r d o n M a r s h a l l , Sosyoloji Sözlüğü, Ç e v . O s m a n AkınhayD e r y a K ö m ü r c ü , Bilim ve S a n a t Yayınlan, A n k a r a 1 9 9 9 , s. 5 5 9 ; B u d a k , S e l ç u k , Psi koloji Sözlüğü, Bilim ve S a n a t Yayınlan, A n k a r a 2 0 0 0 , s. 5 7 2 . Terimleri
Sözlüğü,
ve Araştırma
Metodolojisi,
M E B Ya
313
A k a r s u , B e d i a , Felsefe
314
B k z . B u d a k , a.g.e.,
315
B k z . C e v i z c i , a . g . e . , ss. 4 3 - 4 8
316
Clifford T . M o r g a n , Psikolojiye/Giriş Ders Kitabı, Ç e v . H ü s n ü A n c ı ve diğerleri, H a c e t t e p e Üniversitesi Psikoloji B ö l ü m ü Y a y ı n l a n , A n k a r a 1 9 8 0 , s. 3 6 7 .
s. 5 7 2 ; C e v i z c i , a.g.e.,
T D K Yayınlan, A n k a r a 1 9 7 9 , s. 1 3 8 . s. 7 2 1 ; A k a r s u , a.g.e.,
s. 2 8 .
ğu, ana-baba başta olmak üzere, diğer önyargılı kişilerden öğrenilir. Önyargılı etkenler, bilinçli veya bilinçsiz olarak insanların önyargılı yetişmesine neden olurlar. Bir bireyin rasdadığı, ilişki kurduğu bir çok insan önyargılı olabilir ve birey, uyma davranışının bir sonucu olarak bu insanların önyargılarını benimseyebilir . Böylece oluşan önyargılar, bir kere oluştuktan sonra da kolay kolay değişmezler . 317
318
Bununla beraber önyargılar, bilinçli veya bilinçsiz olmak üzere iki kısımda değerlendirilebilir. Çevrenin etkisiyle zamanla ve iradî ol maksızın oluşan bilinçsiz önyargılardan kurtulmanın çok zor, hemen hemen imkânsız olduğu, bu itibarla ön yargılı olma veya olmamanm iradî bir durum olmadığı söylenebilir. Buna göre insanlar, istedikle ri zaman önyargısız davranamazlar. Çünkü herkes, bir şekilde, far kında olmaksızın içinde yaşadığı, beslendiği şartların ve ileriye dönük isteklerinin kuşatması çerçevesinde düşünmekte ve davranmaktadır. Ancak bireyin, bu durumun farkında olması önemli yararlar sağ l a r . Bunun yanında, bilinçli diyebileceğimiz önyargılardan, özel likle bilimsel çalışmalarda uzak durma zorunluluğu vardır. Bu tip bir önyargı, ferdi yargılardan bağımsız ve standardize edilmişse, o yargı artık büyük ölçüde nesnel, yani objektif sayılabilir. Aksine, fertlerin bilinçli veya bilinçsiz eğilimlerinin baskın etkisi altında ise, bu yargı öznel yani sübjektif olmaktadır . 319
320
Aslında önyargı, "onlar" ve "biz" ayırımını kapsayan iç-gruplar ile dış-gruplann varlığının hem bir sonucudur, hem de onu güçlen dirmektedir. İç-grup ve dış-grupların tutumları, özünde birbirlerine benzerdir. Çünkü iç-grup duygusu, mutiaka bir dış-grup duygusu nu yansıtır ve tersi için de aynı şey geçerlidir. Hatta birisinin, kendi kimliğini, ötekine karşı zıtiığından türettiği bile iddia edilebilir. Bu anlamda, iç-grubun uyumu ve duygusal güvenliği açısından bir dış grubun varlığı tam anlamıyla bir gerekliliktir . Önyargının hem nedeni, hem de sonucu olan bu tür anlayışlara farklı biçimlerde rast lamak mümkündür. Ancak burada, meselenin hadîs değerlendirme lerine etkisi üzerinde durulacağı için konuyla ilgili teferruata girilme yecektir. 321
317
CUfford T . M o r g a n , a.g.e., s. 3 7 0 .
318
CUfford T . M o r g a n , a.g.e.,
319
U s t a , N i y a z i , "Aklın Kullanımı H o ş g ö r ü vc T o p l u m s a l B a r ı ş " , Atatürk si, Sayı: İ 6 , E r z u r u m 2 0 0 1 , s. 1 0 4 .
s. 3 7 0 .
320
B k z . T ü r k d o ğ a n , a.g.e., s. 2 2 3 .
321
G o r d o n M a r s h a l l , a.g.e., s. 5 6 0 .
ÜİF
Dergi
b. Hadiste Önyargı vc Değerlendirmelere Etkisi Her hadîsin ait olduğu bir bütün ve her bütünü oluşturan farklı rivâyeder vardır. Bu anlamda, ait olduğu bütünden koparılarak riva yet edilen ve bağımsızmış gibi görünen bir hadîsi H z . Peygamber'in maksadına uygun olarak anlamanın en sağlıklı yolu, ait olduğu bü tün içerisinde değerlendirmektir. Ait olduğu bütünden bağımsız ri vayet edilen parça bir hadîs, aslında savunmasız ve birçok şekilde an laşılmaya müsaittir. Bu anlaşılmaları yönlendirecek unsurlardan biri de önyargılardır. Daha ilk başta devreye giren ve çoğu zaman devre de olduğunun farkında bile olunamayan önyargılar, bazen bir hadî sin hiç de uygun olmadığı bir anlamda kullanılmasına, yorumlanma sına ve hatta eleştirilmesine neden olabilmektedir. Bunun çeşidi te zahürleri bulunmaktadır ki burada onlardan kısaca bahsedilecektir. Bazı önyargdar, zaman zaman birtakım sloganik ifadelerle temsîl edilmeye çalışılırlar. Özellikle, hadîsle bağlantılı olarak, "ehl-i rey" ve "chl-i hadîs"i bu kategoride değerlendirmek mümkün görün mektedir. Aslında kelime anlamıyla fazla bağlantılı olmayan ve daha çok arka plamnda, Arap-mevâlî, ya da, mutezile-ehl-i sünnet çatış masının olduğu belirtilen bu iki anlayışa, bazı önyargıların neden olduğu ve daha sonra da bu kavramların bizatihi kendilerinin önyar gılara neden olduğu düşünülebilir. i22
323
ez-Zeyle'î ( ö . 7 4 3 / 1 3 4 2 ) , Nasbu'r-Râyc mukaddimesinde, "ehli rey" tabirinin doğusuyla ilgili olarak bir Hanbelî alimin, "Rey ehli tabiri, "halk-ı Kur'ân " meselesi ortaya çıktıktan sonra, ilk râvîler ta rafından Iraklılara yani Ebû Hanîfe ve ona tabi olan Kûfe'lilere alem olarak verilmiştir" şeklindeki görüşlerini naklettikten sonra, bu görüşü teyiden, "Fukaha arasında "ehl-i rey" ve "ehl-i hadîs" diye aslı olmayan iki Arkanın tasavvur edildiğini, bunun Ahmed b. Hanbel mihnesinden sonra bir kısım cahil nakilcilerin ifadelerini kullanan bazı saf müteahhirînin hayalinden ibaret olduğunu" belirterek , rey kullanmada, fakîhler arasında bir farkın bulunmadığına işaret et324
325
322
Bilgi için b k z . e l - K â s ı m î , Kavâidu't-Tahdîs, ss. 3 3 6 - 3 4 4 ; Özafşar, M . E m i n , "Kül tür T a r i m i z d e R e y - E s e r Ç a t ı ş m a s ı D i n î , Psikolojik, S o s y o Kültürel T e m e l l e r i " , A ÜİF Dergisi, Sayı: X L I , A n k a r a 2 0 0 0 , s s . 2 2 5 - 2 7 4 .
323
B k z . Ü n a l , a . g . e . , s. 4 3 - 4 8 .
324
e z - Z e y l e ' î , C e m a l u d d i n E b û M u h a m m e d , Nısbu'r-Riye Mektebetü'l-İslâmiyye, 1 9 7 3 , 1 , 2 1 .
325
B k z . ez-Zeyle'î, a.g.e., I , 2 2 - 2 3 .
6 Ehâdîsi'l-Hidâye,
el-
326
m e k t e ve aslında bu tabirlerin spekülatif olduğunu da imâ etmek tedir. Nitekim İmâm eş-Şâfi'î'nin bazı hadisçilere (ashâb-ı hadis); "Siz eczacılarsınız, biz de doktorlarız" şeklindeki ifadesi hatırla nırsa, onun kendisini ehl-i hadîsin dışında kabul ettiği ortaya çık maktadır. Ama daha sonraları o, kendisi kabul etmemesine rağmen ehl-i hadîsin kurucularından kabul edilmek istenmiştir. 327
Ortaya çıkışı, tanımı ve bu tanıma hangi alimlerin girdiği konu sundaki tartışmaların spekülatif olduğuna inandığımız bu iki kavra mın, konumuz açısından önemi, belli bir dönemden sonra, hadîse özellikle bazılarının cerh ve ta'diline, önyargılı bakışları da berabe rinde getirmiş olmasıdır. Çünkü önyargı, bir taraf olmayı gerektirir. Kendilerini ehl-i hadîs kabul eden bir iç-grubun, kendileri dışında bir dış-gruba ihtiyaçları vardır. Aynı durum ehl-i rey için de geçerli dir. Hatta bunlardan birinin varlığım sürdürebilmesi, ötekinin varlı ğına bağlıdır. Bu durumda, hadîs değerlendirmelerinin bütünlüğü de tehlikeye girmektedir. Başka bir ifadeyle, değerlendirmeler, yan lı/parçacı bakış açısına göre yapılabilmektedir. Bunu en bariz örne ğini, cerh ve tadil kitaplarının Ebû Hanîfe başlıklarında görebiliriz. Bu kaynaklarda o, hem cerh, hem de ta'dil edilmektedir. Ebû Hanîfe'yi ( Ö . 1 5 0 / 7 6 7 ) cerhedici ifadelerden bazıları şunlar dır: sika değildir (lâ sikatun), güvenilir değildir (lâ me'mûnun) , hadîsi yazılmaz (lâ yuktcbu hadîsuhu), nafiz değildir (leysc bi'l-hâûz), muzdaribu'l-hadîstir , hadîs sahibi değildir (lcysc bi-sâhibi hadis), mürcüdir , şeytandır, Rasûlullah'ın hadîslerini kendi reyiyle reddetmiştir . 328
329
330
331
Onu ta'dil edici lafızlardan bazıları ise şunlardır: Irak'ın fakîhi (fakîhu'l-Irak), imâm, verâ sahibi (verrâun), âlim, âmil, en fakîh (cfkah), en veralı (erva'), en akıllı (a'kal) , sikadır ve ezberlediklerini rivayet eder, ezberlemediklerini rivayet etmez, insanların en fakîhidir 332
326
Ü n a l , a . g . e . , s. 4 8 .
327
c z - Z e h e b î , Siycru A'lâmi'n-Nübelâ, Thk. Şu'ayb el-Arnavutî-Muhammed Müessesetü'r-Risale, B e y r u t 1 4 1 3 , X , 2 3 .
328
İ b n Adiyy , A b d u l l a h e l - C ü r c â n i , el-Kâmil Dâru'l-Fikr, Beyrut 1 9 8 8 , 3.b., V I I , 5.
329
İ b n Adiyy, a.g.e.,
V I I , 6.
330
İ b n Adiyy, a.g.e.,
V I I , 7,8.
331
İ b n Adiyy, a . g . e . , V I I , 6.
332
c z - Z e h e b î , E b u A b d i l l a h Ş e m s u d d i n , Tezkiretu'l-HutBz, Hindiyye, D â r u Îhyâi't-Turâsi'l-Arabî, T s z . , 1 , 1 6 8 .
6 Du'aBi'r-Ricâl,
Na'îm,
T h k . Süheyl Z e k k â r ,
T s h . Vezâretu'l-Meârifi'I-
(efkahu'n-nâs), fıkıhta onun gibisini görmedim ( m i reeytu fi'l-fikhi mislehu), onun görüşlerinden daha güzelini hiç duymadık . 333
Ehlince bilindiği gibi, her ne kadar cerh ve ta'dil, mükemmele yakın teorik kurallara dayanan bir bilim ise de, onun pratiğe geçiril mesinde, insan unsuru devreye girmektedir. Bir insanın, başka bir in sanı değerlendirmesinde ve vereceği kararda, içtihat belirleyici ola caktır. İçtihat, bir akıl yürütme işleminin sonunda ulaşılan sonuç ola rak değerlendirildiğinde, verilen hükmün isabet edip etmemesi mümkündür . Buraya kadarki süreç normaldir ve eleştirilemez. Ancak, cerh ve ta'dile önyargılar karışır ve artık cerh ve ta'dîl bir in sanın hadîs ilmi açısından güvenilir olup olmadığını tespite yönelik değil de, râvîyi kurtarma veya bertaraf etmeye yönelikse, varılan so nuca hiçbir şekilde güvenilemiyeceği de ortaya çıkar. Bu durum yu karıda belirtilen ifadelerde de kendini göstermektedir. Zira cerh ve ta'dîlde esas olan râvînin güvenilirliğinden harekede, rivayet ettiği hadîsin güvenilirliğini/sıhhatini ortaya çıkarmaktır. Hedef gözden kaçınlırsa, yapılan işlem farklı noktalara kayabilir ve neticede "şey tan" gibi hakarete varan ifadeler kullanılabilir. Bu durumda, ön yar gılar devrede demektir. Bu aşamadan sonra, bu cerhi yapanın verdi ği hükmün önyargılı, başka bir ifadeyle güvenilmez olduğu ortaya çıkmaktadır. 334
Bazı alimlerin, ism-i tafdil veznindeki ta'dil lafizlanyla akladığı bir râvîyi, başka alimler gerçekten bilimsel verilerle cerhedebilir. An cak herhalde bu içtihat, bir insanın şeytan olduğu sonucuna da gö türmez. Nitekim konuyu inceleyen el-Leknevî, İmâm 'Azam'a yöne lik cerhin taassuptan kaynaklandığım belirtmektedir . Önyargının kemikleşmiş hali diye kabul edilebilecek taassuba, çeşitli faktörler se bep olmaktadır ki, nefret, düşmanlık, itikadî farklılıklar ve mezhebi farklılıklar bunlardan bazdandır . Ancak, yukanda işaret edildiği gibi, cerh ve ta'dîlin teorisinde bulunan bazı prensipler, bu tip cerh ve ta'dilleri dışlamaya yönelik tedbirleri de içermektedir ki, bunlar dan biri de; taassuptan, düşmanlık ve münaferet gibi sübjektif ve his si sebeplerden kaynaklanan cerhin reddedilmesi prensibidir. 335
336
337
333
İ b n H a c c r , Tehzibu't-TehzibJ.,
334
B k z . Polat, S e l a h a t t i n , " C e r h ve T a ' d i l i n T e n k i d i " , EÜİF 1 9 8 5 , s. 2 2 1 - 2 4 8 .
Dergisi,
335
e l - L e k n e v î , M u h a m m e d A b d u l h a y y , el-Cerh ve't-Ta'dil, G u d d e , D â r u ' l - A k s â , B e y r u t 1 9 8 7 , 3 . b . , s. 7 6 .
Thk. Abdulfetrih E b û
336
e l - L e k n e v î , el-Cerh
337
e t - T c h â n e v î , a.g.e., s. 1 8 8 ; H â ş i m , Kavâidu
ve't-Ta'dil,
450. Sayı: 2 , Kayseri
s. 4 0 9 . Usüh'I-Hadîs,
s.219-221.
Bütün bunlar göstermektedir ki, insanların kendilerini bir gru bun içerisinde görmeleri, zaman zaman başka gruptan saydıkları ki şiye karşı önyargılı davranmalanna sebep olabilmektedir. Özellikle hadîsin sened değerlendirmelerinde, bu durumun varlığmdan haber dar olmak, ilk adım olarak kabul edilmelidir. Bundan sonra, cerh ve tadil kitaplarından yararlanıp -ki başka seçenek yoktur- bir hadîsin senedini değerlendirmek isteyenlerin, önce kendileri râvî hakkındaki önyargılarından kurtulmalıdırlar. Daha sonra da bütüncül bakışın gereği olarak, aynı râvî hakkında farklı alimlere ve eserlere bakmalan, râvî hakkında kullanılan ifadelerin hepsini bütünleştirmeleri ve ona göre bir sonuca gitmeye çalışmaları gerekmektedir. Aslında içinde yaşadığımız çağda da bu halden kurtulmuş sayıl mayız. Tarihte ehl-i hadîs ve ehl-i rey vardı ve bu önyargılı kabul, onların hadîs değerlendirmelerine birşekilde yansıyordu. Şimdi de, aynı işlevi gören "ilerici-gerici", "çağdaş-mürteci", "muhafazakârmodernist" gibi, spekülatif kavramlar bulunmakta ve bunlar bir şe kilde hadîs değerlendirmelerini etkileyen önyargıları oluşturmakta dır. Günümüzde çeşidi kişi ve grupların İslâm tasavvurunda çevre, gelenek ve eğitim farklılığından sempati, kırgınlık, menfaat ve ümit gibi sübjektif karakterli çeşitli amillere kadar bir dizi etkinin devrede olduğu ve bunun da gayet tabii bir durum olduğu göz önüne alınır sa, bunlardan sadece birinin model alınıp diğerlerinin teorik imkân sızlığını vurgulamak doğru olmaz. Çünkü bu, karşı görüşlerin de kendini bir şekilde tanıtmasına veya sunulanları aym gerekçeyle red detmelerine kapı aralar. Aslında, ulaşılan sonuçlann her biri netice de bireysel birer tercih olmakla birlikte, aksi izlenim verilmeye ve bu yolla farklı görüşlerin önü tıkanmaya çalışılır . 338
Bu şekilde insanlar, sanki mecburmuş gibi, kendilerini bunlardan birinden sayarak, kendi kendilerini sınırlamaktadırlar. Bu durum bir gerçek olsa da, bu ikili ekolleşmenin sebep olduğu önyargılı bakışlann, hadîsi bütünlük içerisinde ve sağlıklı bir şekilde tespit etme, an lama ve anlatma ameliyesini sekteye uğrattığı da bir başka gerçektir. Bütün araştırmalarda olduğu gibi, hadîs araştırmalarında iki ihti mal söz konusudur: Ya araştırılan konuyla ilgili hadîsler çeşidi bağ-
338
B a r d a k o ğ l u , Ali, "İlahiyatçıların D i n S ö y l e m i " , İslamiyat,
I V ( 2 0 0 0 ) , Sayı: 4 , s. 7 2 .
lamlar bütünlüğünde derlenir ve malzemenin götürdüğü yere gidi lir, veya sonuç çeşidi önyargıların etkisiyle önceden belirlenir ve ona göre malzeme seçilir. Başka bir ifadeyle, ya hadîslerden harekede so nuca gidilir veya sonuçtan hareketle hadîslere gidilir. Yani hadîsler, önceden oluşan ön yargılan desteklemek için bir piyon gibi kullanı lır. Hadîs malzemesinin bolluğu ve çeşitliliği göz önüne alınırsa, her türlü fikri desteklemek için uygun malzemenin bulunabileceğini söy lemeye gerek kalmaz. Bu metoda, araştıncı ya kendini destekleyen hadîsleri toplayıp kafasında planladığı sonucu dinî temele dayandır mak suretiyle meşrulaştırmak, ya da, kafasındaki yargıya ters düşen hadîsleri toplayıp eleştirmek ister. Önyargının farklı tezahürü olan bu ve benzeri yaklaşımlann aslında bilime ve insanlığa hizmetten uzak olduğu da açıktır. Önyargılar, bugünkü hadîs değerlendirmelerinde daha çok, "ka rartma", "kurtulma" veya "kurtarma" şeklinde kendini göstermek tedir. Daha açık ifadesiyle, bazdan bir takım hadîsleri kullanarak, H z . Peygamber'i veya İslâmı karalamak için işe koyulmakta; bazılan, bu tip hadîsleri, H z . Peygamber'e ve İslama zarar verdiği düşün cesiyle olsa gerek, acelecilikle ve fazla bir anlama çabası göstermeden reddetme yolunu tercih ederek kurtulmaya çalışmakta; bazdan her ne pahasına olursa olsun, bu tür hadîslerin literal anlamada sahîh ol duğunu ispadamaya çalışmaktadır. Bütün bunlar, aslında sahip olu nan bazı önyargıların etkisiyle yapılan parçacı hadîs değerlendirme tipleridir. Hadîs değerlendirmelerine önyargılann sebep olduğu bu parçacı bakış sonucunda, meselâ, kendisini İslamcı feminist olarak kabul eden ve hadîslere bu önyargıyla bakan iki kişi birbirine zıt iki farklı sonuca ulaşabilirler. Araştırmacılardan biri, eğer İslâmda feminizmin varlığını ispat etmek için hadîsleri değerlendirmeyi düşünüyorsa, hiç şüphesiz kendini destekleyen bir/birçok hadîs bulacaktır. Diğeri, fe minizme aykın hadîsleri bulup eleştirme düşüncesiyle araştırmasını sürdürürse, o da istediği tipte hadîsler bulacaktır. Bu durumda hadîs yani H z . Peygamber, hem feminizmi desteklemiş, hem de reddetmiş olacaktır. Gerçekte ise, iki sonuç da yanlış olacaktır. Çünkü hadîs de ğerlendirmelerinde asıl olan, hadîslerin ne demek istediklerini tespit etmektir, bizim demek istediklerimizi değil. Bu hususta, kadının kaburga kemiğinden veya kaburga kemiği gibi yaratıldığını ifade eden hadîsle ilgili değerlendirmeler, bir örnek
teşkil edebilir. Bu hadîsle H z . Peygamber'in söylemek istediği bir şey vardır. Ancak hadîse parçacı bakışlar sonucunda, birbiriyle alaka sı olmayan ve hatta birbirine zıt görüşler ortaya çıkabilmektedir. Bü tünlüğün ihmalinin sebep olduğu sonuçlan görmek açısından, önce hadîsin bazı metinlerini verip daha sonra yapılan değerlendirmelere değinmek yerinde olacaktır. Ebû Hureyre, H z . Peygamber'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, komşusuna eziyet etme sin. Kadınlar hakkında da birbirinize hayır tavsiye ediniz. Çünkü on lar, kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburgada en eğri kısım, en ucudur. Eğer onu düzeltmeye kalkarsanız, kırarsınız, kendi hali ne bıraktığınızda da eğri kalır. Bu nedenle, kadınlar hakkında birbi rinize hayn tavsiye e d i n i z " . 339
Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Kadınlar kaburga ke miğinden yaratılmıştır. Onu düzeltemezsiniz. Ondan istifade etmek istiyorsanız, eğriliğiyle istifade ediniz. Düzeltmeye kalkarsanız, kırar sınız. Kırılması boşanmasıdır" . 340
Buhâri'nin Sa/ıîn'indeki başka bir rivayette ise ; "Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultursan kırarsın..." denilmektedir. 341
Bu hadîs karşısında farklı bakış açılan ortaya çıkmıştır. Bir kısmı bu hadîsleri kullanarak İslâmı eleştirmek istemiş, bir kısmı bu tür ha dîslerin olmadığını savunarak İslâmı kurtarmak istemiş, bir kısmı bu tür hadîsleri kabul etmiş ve ne denildiyse literal anlamda kabul edil mesi gerektiğini söylemiş, bir kısmı da bu tür hadîsleri teennî ile ve bütünlük içerisinde değerlendirerek bir sonuca varmaya çalışmıştır. Söz konusu hadisle ilgili olarak bir eserde, İslama göre kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı ve bu görüşüyle İslâmın, kadını aşa ğıladığı belirtilmektedir . Aynı mantığı İlhan Arsel'de de görmek mümkündür. O, "Muhammed'e göre kadının tanımı ve nitelikleri" başlığı altında, bazı âyet ve hadîsler sıralamaktadır. Bunlardan birin de şöyle demektedir: "(Muhammed) kadınlann kötü ve ıslah olmaz nitelikte olduklannı dile getirmek için, Ebû Hureyre'nin rivayetine göre şöyle konuşmuştur: Kadın eğe kemiği gibidir, onu doğrultmak 342
339
Buhâri, Nikâh, 8 0 ( V I , 1 4 5 ) ; Müslim, R a d a \ 6 0 ( I I , 1 0 9 1 ) .
340
Müslim, Rada', 59 (II, 1091), 6 5 (II, 1090).
341
Buhâri, Nikâh, 7 9 (VI, 1 4 5 ) .
342
B k z . Ataizm
ve Din, T a ş k e n t 1 9 6 6 , s. 3 4 0 .
istersen kırarsın, onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan fayda lanmaya b a k " . 343
Bu iki yaklaşımda da, adı geçen hadîslerin literal anlamının esas alındığı, rivayetlerin Rasûlullah'a nispetinin kesin olduğunun kabul edildiği ve bundan herekede İslâmın eleştirilmeye çalışıldığı anlaşıl maktadır. Bu ve buna benzer yaklaşımlar, konunun uzmanlarını rahatsız et miş olacak ki, bu hadîsleri sened ve metin açısından değerlendirilme ye tabi tutmuşlardır. Bu araştırmalardan birinde, hadîsin farklı riva yetlerinin senedleri bütünlük içerisinde değerlendirilmiş ve şu sonu ca varılmıştır: Kadınların eğri kemik olduğu veya kaburga kemiğin den yaratıldıklarını ifade eden bu rivayetler, H z . Peygamber'e ait de ğildir. Bunlar hadîs şekline sokulmuş israiliyyat kökenli nakiller d i r . Ancak bu ifadeler de eleştirilmiş ve şöyle denilmiştir: 344
"Yazar, ilgili hadîsin tüm tariklerini önce sened açısından inceler. Senedi incelerken değerlendirdiği râvîlerin çoğu sikadır, ancak ona göre kısmen şu veya bu şekilde eleştirilmişlerdir. Kısmen yapılan bu eleştirilerin, hadîsin sıhhatini nasıl etkilediği ise açık değildir. Yani hadîslere hadîs usûlü açısından herhangi bir sıhhat hükmü verilme miştir. Ancak metin tenkidi bölümünde hadîslerin uydurma olduğu nun ortaya konulmasından ve râvîlerin kısmen eleştirilmesinden ha dîslerin reddedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. "Uydurdukları" di yoruz, çünkü sadece râvîlerin zapt hatası yaptıktan kabul edilse idi, bu hatalann diğer tarikler tarafından tashih edildiğinin ileri sürülme si gerekirdi. Ama böyle bir değerlendirmeye gerek duyulmamıştır. Oysa râvîlerin kısmî zaafîanna rağmen ilgili hadîsin dört farklı tarik ten nakledilmesi dikkate alınarak onlann birbirini desteklediklerini söylemek daha isabetli o l u r d u " . 345
Kadınlann yaratılmasıyla ilgili yapılan müstakil bir çalışmada ise, rivâyeder değerlendirilmiş, hadîse sonradan ilâve edilen yorumlar (idracler) çıkanldığında, sened bakımından sahîh olan rivâyetierin mecazî, teşbihi bir anlatım özelliği taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır . 346
343
Arsel, İ l h a n , Şeriat ve Kadın,
344
B k z . A t e ş , Hadis
345
B k z . K ö k t a ş , Y a v u z , " " H a d î s T e m e l l i Kalıp Yargılarda K a d ı n " Adlı K i t a b ı n Eleşti risi", Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi (Sanal), www.DinbiIimleri.com Yıl:l,Sayı:4, 2 0 0 1 .
346
B k z . A ğ ı r m a n , C e m a l , Kadının 274.
Temelli
İstanbul 1 9 9 4 , s. 2 3 .
Kalıp Yargılarda
Kadın,
s. 2 7 0 .
Yaratılışı, R a ğ b e t Yayınlan, İstanbul 2 0 0 1 , s s . 2 7 2 -
Hadîsin sened ve metnine dayanılarak çıkarılan bu iki farklı so nuç, değerlendirmelerde göreceliğin kaçınılmaz olduğunu gösterir birer örnektir. Şüphesiz bu hadîsle ilgili başka değerlendirmeler de yapılmıştır. Bu değerlendirmelerden birinde şöyle denilmektedir: " B u özellik, kaburga kemiği için, ahlâkî açıdan herhangi bir sorun içermeyen "doğal/fitrî" bir durumsa da; kadının yapısındaki bu eğrilik, ahlâkî açıdan sorun içeren bir alanın varlığına işaret etmektedir. Ancak fitraten sorunlu olarak yaratılan kadının, bu defolu yaratılışla kulluk müsabakasına neredeyse hükmen mağlup bir statüde başlamasının gerekçeleri konusunda hiçbir ipucuna rasdamıyoruz" . 347
Bu parçacı, literal bakış, bazı araştırmacıların şu satırları yazmalanna sebep olmuştur: "İslamcı feminist söylemin söz konusu hadîsle ilgili eleştirilerini, H . Şefkadi Tuksal'ın görüş ve yorumlan çerçeve sinde özede vermiş olduk. Bu eleştirilerin, hadîslerdeki mesajı tama men olumsuz olarak anlama eğiliminde olması, öncelikli bir prob lemdir. Çünkü dini metinler -bu metinler ister âyet ister hadîs olsunyorumlanırken, mudaka "din dili" diye tanımlanan felsefi disipline başvurulmalıdır... " . 3 4 8
Hadîs üzerinde kendi değerlendirmelerini sunan Keleş, şunlan söylemektedir: "Verilen kaynaklardan da anlaşılacağı üzere söz ko nusu hadîste geçen "eğrilik" benzetmesi, Arap dilinde, hakikî anla mından çok mecazî anlamda kullanılmıştır. Mensubu bulunduğu Arap milletinin dil ve kültür özelliklerini çok iyi bilen H z . Peygam ber, çağının ataerkil yapısının bir göstergesi olan erkeklerin kadınla ra karşı kabalığını, aynı mecazî yöntemi kullanarak eleştirmekte ve erkeklere, kadınlara karşı daha nazik ve kibar davranmalan gerektiği ni anlatmaktadır. Rivâyederi bu perspektiften okuduğumuzda, ihti va ettikleri mesajın kadınlar açısından hiç de eleştiriyi hak eden me sajlar olmadığını görebiliriz" . 349
Buradan da anlaşıldığı gibi, bu hadîs sened açısından sahîh oldu ğunu kabul edenler tarafından bile, hakikî anlamında anlaşılmamalı-
347
T u k s a l , H i d a y e t Şefkatli, Kadın Karşın Söylemin Kitâbiyât, A n k a r a 2 0 0 0 , s. 6 2 .
348
K e l e ş , A h m e t , " İ s l a m c ı F e m i n i s t S ö y l e m i n Hadîsleri Y o r u m P r o b l e m i " , Cilt: 5 , Sayı: 3 , T e m m u z - E y l ü l , 2 0 0 2 , s. 1 4 3 .
349
Keleş, a.g.m.,
s. 1 5 2 .
İslam Geleneğindeki
İzdüşümleri, İslamiyat,
dır. Bunun adına mecazî anlatım denildiği gibi, temsili anlatım di yenler de vardır . 350
Bizce hadîs, kadın-erkek psikolojisi açısından değerlendirilmeli dir. Kadın ve erkek psikolojilerinin farklılığına dikkat çekmek isteyen H z . Peygamber, bu hadîsle şunu söylemek istemiş olabilir: Ey erkek ler, siz kendi özelliklerinizi esas alıp, kadınları kendi formatınıza sok maya çalışmayın. Çünkü onlann fıtrî özellikleri sizden farklıdır. İn sanın yaratılışı değişmeyeceğine göre, kadınlann yaratılıştan getirdik leri özellikleri de değiştiremezsiniz. Değiştirmeye kalkarsanız, bu onlann doğalannı değiştirmek anlamına gelir. Bu durumda kendi doğası ve sizin talepleriniz arasında bocalamaya başlar. Bu da onu huzursuzlaşnr ve evlilikten beklediğini alamamaya başlar. Bunun ta bii bir sonucu olarak da boşanır. Halbuki sizin, Allah nasıl yarattıysa onu o şekilde kabullenmeniz ve bu haliyle hayatınızı sürdürmeniz gerekir. Hadîse taraflı bakışın, bir hadîsi anlamada bile nasıl farklı sonuç lar doğurabileceğini, yukarıdaki değerlendirmelerden anlamak mümkündür. Burada bazı önyargılı bakış örnekleri daha sunularak, konu hakkındaki değerlendirmeler sonlandınlacaktır. Buhârî'nin Sa/uA'inde yer alan bir hadîste, İbn Abbâs; bir gece H z . Peygamber'in ve hanımı Meymûne'nin misafiri olduğunu, ken disinin de yastığın bir ucunda yattığım ve gece yansında, H z . Pey gamber'in kalkıp ibâdet ettiğini anlatmıştır . Caetanî ise olayı şöy le nakletmiştir: İbn Abbâs, Muhammed ile ne kadar samimi bir su rette yaşadığı noktasmda da ısrar etmek istedi ve çok kere Muham med ile ve zevcelerinden biri ile birlikte bir yatakta yatmış olduklanm icada kalktı. Hakikaten pek garip olan bu hadîste denildiğine g ö re, İbn Abbâs yatağın ucunda Muhammed'in ve zevcesi Meymû ne'nin ayağı dibinde kendilerine amûdî bir vaziyette yatmıştır. Bu öyle bir vaziyet ki, birçok sebeplerden dolayı gerek Muhammed, ge rek İbn Abbâs için gayet rahatsızlık verici bir şey olacaktı... Bu ha dîs, Peygamber'in gayet kıskanç tabiatı hakkında mevcut sair hakikî malumat ile pek bariz bir tezat teşkil e d e r " . 351
352
350
B k z . d - ' A y n î , Umdetu'l-Kâri,
351 352
B k z . Buhârî, Vudû', 3 6 ( I , 5 3 - 5 4 ) . O k i ç , M . T a y y i b , Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, O s m a n Yalçın M a t b a ası, İ s t a n b u l 1 9 5 9 , s. 3 3 ( L . C a e t a n î , A n n a l i , T ü r k ç e T e r c ü m e s i , I , 1 1 8 - 1 1 9 ' d a n naklen).
V, 2 1 3 .
Bu önyargılı bakışla söylenenleri gerçek zanneden bir Müslüman, iki şey arasında tercih yapma durumunda kalacaktır: Ya Buhâri, de nildiği gibi sahîh hadîslerden oluşmamaktadır, dolayısıyla ondaki ha dîslere güvenilemez, ya da 1660 hadîs rivayet eden İbn Abbâs'a güvenilemez. Başka bir ifade ile okuyucu Buhâri ve İbn Abbâs arasın da tercih yapma durumunda bırakılacaktır. Tercih nasıl yapılırsa ya pılsın, neticede hadîslerden bir bölümü devre dışı bırakılacaktır ki, Caetani'nin aslında yapmak istediği de bu olsa gerektir. Halbuki İbn Abbâs, H z . Peygamber'in amcazadesidir. İkinci ola rak Caetani'nin malum sebeplerden dolayı, okuyuculardan gizleme yi uygun bulduğu ve mezkûr hadîs metninde; "...ki o (Meymûne), onun (İbn Abbâs'ın) teyzesi idi" şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Ayrıca hicretten üç sene evvel doğan İbn Abbâs, Rasûlullah'ın vefa tı sıralarında 13-14 yaşlarında i d i . Bu durumda İbn Abbâs, daha çocukken, teyzesi ve amcası oğlunun evine misafir gitmiş ve o gece onların evinde birlikte kalmış olmaktadır ki, bunda garipsenecek bir durum bulunmamaktadır. 353
Hatiboğlu'nun, Goldziher'le (Ö.1921) ilgili yaptığı bir değerlen dirme, önyargılı bakışın bir başka örneğini sunmaktadır. Goldziher, Muhammedanische Studien'm 1. cildinin ilk bölümünde, "İslâm emirlerine karşı müşrik Arap muhitinin gösterdiği şiddetli direniş konusunu işlerken, namaz ibâdetini ele almakta ve müşriklerin bu dini vazifeye karşı gösterdikleri soğukluğu; cahiliye tatbikatında böy le bir müessesenin bulunmuyor olmasına bağlamakta, "salât" ıstıla hının Hristiyanlıktan alınma gayr-i Arap bir kelime oluşunun da bu nun deiiiierinden olduğunu ileri sürmekte, namazın kabulüne, karşı muhitin gösterdiği direnmeyi ve namaz kdanlara karşı yapılmış kü çük düşürücü muameleyi anlatırken, damdan düşercesine şu rivaye ti koymaktadır: "İbn Düreyd'den ( ö . 3 2 1 / 9 3 3 ) nakledildiğine göre, sahabî Amr b. Sabit, farz olan namazı hiçbir vakit kılmadığı halde, Peygamberce şehit mertebesinde görülmüş, cennette makam sahibi olmuştur" . 354
"Büyük alimin hiçbir izah vermeden naklettiği bu haberi okuyan kimsenin aklına gelen ilk şey, "ha demek ki İslâmda namazsız da cennedik olunabiliyormuş" düşüncesi olur. Evet olunabilir ama, 353
O k i ç , Bazı Hadîs Meseleleri
354
H a t i b o ğ l u , " B a n d a k i H a d î s Çalışmaları Ü z e r i n e " , s. 1 0 8 .
Üzerinde
Tetkikler,
s. 3 3 .
Goldziher'in hiç değinmediği bir şekilde. Bu büyük alim elinden hiç düşürmediği kaynaklarından olan İbn Hişâm'ın verdiği bilgiyi aktar mak dürüsdüğünü gösterseydi, okuyucu daha 1889'da gerçeği öğ renmiş olacaktı" . 355
Gerçek kısaca şudur: Bir gün, sahabî Ebû Hureyre (ö. 5 9 / 6 7 8 ) , etrafindakilere sorar: "Hiç namaz kılmadığı halde cennete giren bi risini biliyorsanız, söyleyin bana". Dinleyenler, böyle birini tanıma dıklarını söyleyince, Ebû Hureyre mezkûr sahabinin ismini vermiş tir. Gerçekten de bu Ensârlı sahabî, Uhud Harbi esnasında Müslü man olmuş, Mücâhidler safina katılmış, harpte ağır yaralanmış ve ve fat etmiştir Tabiatıyla ilk namazını kılmaya ömrü vefa etmemiştir. H z . Peygamber, onun bu durumunu öğrendiklerinde; " O muhak kak cennediklerdendir" buyurmuşlardır . 356
Diğer bir müsteşrik Hurgronje de aym önyargılarla, sünnetin otoritesini sarsmak için H z . Ömer'i kullanmak istemiştir. Hurgronje, Buhârî'nin Sahihimde geçen ve H z . Ömer'le ilgili "ve Jcâne vekkâfen inde kltâbillah" ifadesini, H z . Ömer'in Kur'ân'dan başka otorite kabul etmediği şeklinde anlamıştır. Delil olarak da Buhârî'yi göstermiştir . Hatiboğlu, bu bakışın yanlışlığı nı, adıgeçen ifadenin arka planıyla beraber şöyle ifade etmektedir: 357
358
"Hemen belirtelim ki, Hurgronje'nin bu iddiasının gerçekle en ufak ilgisi yoktur. Hadiseyi onun dayandığı kaynaktan bir de biz an latacak olursak, bu ilmiyle müftehir koca müsteşrikin, hakikaderi na sıl çarpıttığı açıkça görülecektir. H z . Ömer'in, müşavereye son derece önem veren bir halife ol duğu cümlenin malumudur. Genciyle, yaşlısıyla iÜm erbabını mecli sinden eksik etmezdi. el-Hurr b . Kays da, Ömer'in genç müşavirle rinden biriydi. "Mücllefe-i Kulûb"dm olan Uyeyne İbn Hısn, bu genç alimin amcası idi. N e zamandır halifenin huzuruna çıkmak is tiyor, fakat celadetinden çekinip bir türlü buna cesaret edemiyordu. Anlaşılan, üzerinden atamadığı cahili kabalığının basma iş açmasın dan korkuyordu. 355
A.g.m.,
356
B k z . A h m e d b . H a n b e l , Müsneâ, V , 4 2 8 ; H e y s e m î , Ali b . E b î B e k r , M e c m c V z - Z e v â i d , D â r u ' l - K ü t ü b i ' l - A r a b î , Kahire 1 4 0 7 , I X , 3 6 2 .
s. 1 0 8 .
357
B k z . Buhârî, l'tisâm, 2 8 (VIII, 1 6 3 ) .
358
H a t i b o ğ l u , a . g . m . , s. 1 1 0 .
Birgün Uyeyne, genç yeğeni Hurr'u aracı kılarak Ömer'den ran devu kopardı. Daha huzura girer girmez, koca halifeye söylediği sö ze kulak verelim: Ey Hattâb'ın oğlu! Vallahi bize pek bir şey verdi ğin yok, aramızda adalede de hükmetmiyorsun . 359
Adalet timsali halifenin bu hitap karşısında kalkıp adamı sille to kat etmesine meydan vermemek için, genç müşaviri derhal araya gi riyor ve; "Ey mü'minlerin Emiri, Cenab-ı Hak Peygamberine hita ben: "Affet, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" buyurmuyor mu? İşte (bizim amca olacak) bu adam da cahillerden biri" diyor. 3,60
Bu sahneyi nakleden râvîmiz şimdi bakın ne demiştir: "Vallahi Ömer (müşavirinin) okuduğu bu âyeti işitince, daha ileri gitmedi (ayete tâbi olarak adama bir şey yapmadı). Çünkü; Allah'ın Kitâb'ına toz kondurmazdı" . 361
Görüldüğü üzere, râvînin şu görüşü ile Hurgronje'nin anlayışı arasında en ufak bir münasebet yoktur." . 362
Bir başka önyargılı bakış, şu âyetteki "hadîs" kelimesinin tercü mesinde ortaya çıkmaktadır: "Elbette onların hikâyelerinde akıl sa hipleri için ibret vardır. Bu (Kur'ân) uydurulacak bir "söz (hadîs)" değildir™. Ayette geçen "söz (hadîs)" kelimesi hakkında bir yazar şunları söylemektedir: "Görüldüğü gibi Kur'ân, kendisini uydurma bir ha dîs olmamakla yüceltmekte ve böylece sonraki zamanlarda getirdiği dine bir yığın problem çıkaracak uydurma hadîslere mucizevi bir bi çimde dikkat çekmektedir. İkinci mucize beyansa, yine uydurma ha dîslere sığınan zihniyetin temel dayanaklarından birini yıkmaktadır. "Kur'ân müphem ve muğlaktır. Onu anlamak ancak hadîslerin ver diği tafsilada mümkündür" diyenlere Kur'ân'ın cevabı şudur: Ben gerekli her şeyin detayım veren bir k i t a b ı m " . 364
Kur'ân'ın hiçbir yerinde "hadîs" kavramı, Rasûlullah'ın sözleri anlamında veya ıstılahı anlamda kullanılmamaktadır. 365
359
Buhâri, Tcfsîru Sûre 7 (A'raf), 5 ( V , 1 9 7 - 1 9 8 ) .
360
7. A'raf, 1 9 9 .
361
Buhâri, Tcfsîru Sure 7 (A'raf), 5 ( V , 1 9 7 - 1 9 8 ) .
362
H a t i b o ğ l u , a . g . m . , s. 1 1 0 - 1 1 1 .
363
1 2 . Yusuf, 1 1 1 .
364
Ö z t ü r k , a.g.e., s. 2 1 4 .
365
C a n d a n , A b d u l c e l i l , " M e a l vc T e f s i r l e r d e G ö r ü l e n Bazı S ö z c ü k ve D e y i m H a t a l a r ı İle B u n l a r ı n Ö n e m l i N e d e n l e r i " , M a r i f c , Yıl: 1 , Sayı: 3 , Kıs 2 0 0 2 , s. 9 5 .
Lügat anlamı itibariyle "hadîs", ortaya çıkan şey, uyku ve ayık iken kulağa gelen söz demektir. Olgunlaşmamış taze meyveye de hadîs denilmiştir. Bazen Kur'ân için de hadîs kelimesi kullanılmış t ı r . Istılahta ise; Rasûlullah'a, ashabına ve tabiûna nispet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Ayederde geçen "hadîs" kelimeleri, Kur'ân anlamında kullanıldığı gibi, söz, laf ve vahiy anlamında da kullanıl mıştır . Ama her halükârda, yukarıdaki âyette sözü edilen hadîs; ıs tılah! anlamda değil, " s ö z " anlamında kullanılmıştır. 366
367
Bütün bunlar, bütünlüğünden koparılan bir hadîsin, önyargıların yönlendirmesiyle nasıl H z . Peygamber'in kasdetmediği bir anlamda anlaşılabildiğini gösterir birkaç örnektir. Buna göre, hadîsi bütünlük içerisinde değerlendirebilmek için, mümkün olduğunca önyargdardan uzak durmak gerekmektedir. Aksi halde, bütünlüğünden kopardmış hadîslere, zihinde daha önceden kurgulanmış hertürlü görüşü söyletmek mümkün olabilmektedir. Ancak bu tür değerlen dirmeler, hiçbir zaman doğru anlama çabalarının tezahürü olarak görülmemektedir.
366
R â ğ ı b e l - İ s f c h â n î , el-Mürredit 110.
367
R â ğ ı b , a.g.e., s. 1 1 0 .
û Garibi'l-Kur'ân,
Dâru'l-Ma'rifc, Beyrut t j z . , s
II. B Ö L Ü M
TESBİTTE B Ü T Ü N L Ü K (SENED V E METİN TENKİDİNDE B Ü T Ü N L Ü K )
A. Ö R N E K H A D Î S B A Ğ L A M I N D A S E N E D T E N K İ D İ N D E BÜTÜNLÜK Hadîsleri incelerken kullanılan "tenkid" kelimesi, günümüz Türkçe'sinde; "eleştirme, eleştiri" ve "iyiyi, kötüden ayırma; bir eser, kişi veya olay hakkında hüküm yürütme, iyi ve kötü taraflarım ortaya koyma; daha çok kötü taraflarım belirtme, eleştirme, eleşti ri" şeklinde anlamlandınlmaktadır. 368
369
Bu kelime, Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde; "Bir şeyin fenasını at ma, temizleme" , "Bir konuya ait yazıyı veya eseri, değer bakımın dan gözden geçirme ve eleştirme" ve "Edebî, fennî, sınaî âsân tetkik ile, iyi ve fena cihederini bi'l-muhakeme g ö s t e r m e " şeklin de tarif edilmektedir, 370
371
372
"Tenkid" kelimesinin, yeni edebiyatta, muâhaze-i edebiye mana sına kullanılmaya başlanmış olduğu, ancak Arapçada "nakd" kelime sinin, "tefîl babı"ndan gelmediği, bunun yerine "intikad" kelimesi nin kullanılmasının daha doğru o l d u ğ u belirtilmiştir. 373
368
Türkçe Sözlük,
369 370
D o ğ a n , M e h m e t , Büyük Türkçe Sözlük, B e y a n Yayınlan, İ s t a n b u l 1 9 8 7 , s. 1 0 8 0 . B k z . Y e ğ i n , A b d u l l a h ve diğerleri, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, T ü r d a v , İ s t a n b u l 1 9 8 1 , 1 1 , 2 1 7 8 ; Ö z ö n , M u s t a f a N i h a t , Osmanlıca-Türkçe Sözlük, İnkılap ve A k a Kitabevleri, İ s t a n b u l , 1 9 6 5 , s . 7 4 4 .
T D K , 11,1453.
371
D e v e l l i o ğ l u , F e r i t , O s m a ı ı i c a - T û r f c ç e Ansiklopedik
372
M u a l l i m N a c i , Lügat-i
373
Ş e m s e d d i n S a m i , Kâmûsi
Lügat, s . 1 2 9 6 .
Naci, Ç a ğ n yayınlan, s. 2 9 0 . Türkî, Ç a ğ n Yayınlan, 1 3 1 7 , 1 , 4 4 5 .
Bu çalışmada "tenkîd"; "Herhangi bir konunun, araştırılarak, iyi ve kötü yönlerinin gösterilmesi" anlamında kullanılacaktır. Nitekim, Şemseddin Sami'nin de dediği gibi, esasen "tenkîd", "nakd" maka mında kullanılmaktadır. Arapça'da, "NaKaDe" fiilinin, "tenkîd" şeklinde, "tef il" babından bir kullanımına rasdanmadığı g ö z önüne alındığında, "tenkîd" şeklinde kullanılan bu kelimenin, genelde Arapça eserlerdeki, özelde de hadîs kaynaklarındaki karşılığı, "nakd" kelimesi olmaktadır. Türkçe'de kullanılan, "hadîs tenkidi" kavramı ise, kaynaklarda, "nakdu'l-hadîs" şeklinde ifade edilmektedir . "Nakdu'l-hadîs", hadîs eserlerinde, "nakdu's-sened/sened tenkidi" ve "nakdu'l-mctin/metm tenkidi" diye iki şekilde mütalaa edilmektedir. 374
Buna göre, nakd kelimesi, lügat anlamından tamamen kopanlmamakla birlikte, Hadîs ilminde, daha özel bir manada kullanılmak ta ve; "Sahihlerini, zayıflarından ayırmak için hadîsleri; hadîs rivâyetindeki güvenilirlik derecelerini tespit etmek için sened ve metni, in celemeye tabi t u t m a k " şeklinde ifade edilmektedir. Dolayısıyla, tenkîd kavramı, "cerh ve ta'dîl" kavramından daha kapsamlı olmak tadır. Çünkü hadîs tenkîdeiliği, sened ve metin tenkidi olmak üzere ikiye ayrılır. Zaman zaman, sened tenkidine haricî tenkîd, metin ten kidine de dahilî tenkîd denildiği de olur. Cerh ve ta'dîl kavramı ise, bu iki tenkîd tarzından, haricî tenkîd kapsamına girer ve "rical ten kidi" kaydıyla, genel hadîs tenkîdeiliğinden ayrılır . 375
376
Esasen, "metin tenkidi" kavramının, Hadîs ilminde, bir ıstılah olarak kullanılması, son dönemlerde ortaya çıkmıştır. Hadîs metin lerinin tenkidi, düşünce ve uygulama olarak Müslümanlann yaban cısı değildir. Fakat bu olguyu, bu kavramla/ıstılahla ifade etmemiş ler, farklı terimler kullanmışlardır. Muâraza, ihtiiâf, tearuz, işkâl vs. gibi klâsik kavramlar, metin tenkidi ameliyesine tamı tamına tetabuk etmese de, referans teşkil ederler. "Metin tenkidi" kavramı, Hadîs il mine, şarkiyatçıların ve modern tarihçilerin terminolojisinden geç miştir. Şarkiyatçıların bu kavramı kullanmaları, İslâm dünyasındaki araştırmaları da etkilemiş, Hadîs ilminde, zaten "hadîs metni" anla mında kullanılan "metin" kelimesinin yanma, "tenkîd" kelimesi ko nularak elde edilen "metin tenkidi" kavramı, "hadîs metinlerinin 374
M e s e l â b k z . , A ' z a m î , M u h a m m e d M u s t a f a , Menhecu'n-Nakd Riyad 1 9 8 2 , s . 5 , 6 , 7 , 1 0 , 8 1 , 9 1 , 9 3 , 9 5 .
375
B k z . Aydınlı, H a d î s Istılahları
376
B k z . A ş ı k k u d u , a.g.e,
s.19.
Sözlüğü,
s.125.
'İnde'l-Muhaddisin,
tenkidi" veya biraz daha açık ifadeyle, "hadîs metninden yola çıka rak, hadîsin mevsukiyetini tespit etme işlemi" anlamında kullanılma ya başlanmıştır . 377
Bütün bunlardan harekede, bölüm başlığında kullanılan "tenkîd" kavramının, günümüz Türkçesinde anlaşıldığı gibi, "eleştiri" manasında değil; "hadîslerin, güvenilirliklerini tespit etmek için, se ned ve metni incelemeye tabi tutmak" anlamında kullanıldığına dik kat edilmelidir. "Herhangi bir kaynakta, problemli görülen bir hadîsle karşılaşıl dığında yapdması gereken şey nedir?" sorusunun cevabı; önce isna dın, sonra da metnin incelenmesi şeklinde olmalıdır. Burada, bu tür incelemenin nasıl yapılması gerektiğinden teorik olarak kısaca bahsedildikten sonra, örnek bir hadîsle uygulamalı olarak gösteril meye çalışılacaktır. 378
Özel lafızlarla hadîsi rivayet eden râvî veya râvîleri zikrederek, ha dîs metnini ilk sahibine nisbet etmek anlamına gelen "isnâd"; temel de, haberi nakledenin güvenilirliğinden harekede, haberin güvenilir liğini ortaya koyan bir hadîs tekniğidir. Haberin olduğu yerde, ha beri başkalarına ulaştıranlar da vardır. Önemli olanın haber olmasma rağmen, muhbirin güvenilirliği de haberin güvenilirliğiyle beraber düşünülür. Bu sadece hadîs için geçerli bir durum değildir. Günü müzde, yazdı ve görsel yayın organlarında sık sık "güvenilir kaynak lardan alınan bilgiye göre..." diye başlayan ifadeler kullanılmaktadır. Aslında bu ifade ile, kaynağın güvenirliğinin haberin güvenilirliği nin garantisi olduğu izlenimi verilmektedir. Hadîslere bu açıdan bakıldığında, sahabenin Rasûlullah döne minde, tereddüdü bulduğu haberleri, H z . Peygamber'e sormak su retiyle söz konusu haberin güvenilirliğini test etme imkânı bulduğu nu görmekteyiz. Ashâb, Rasûlullah'ın vefatından sonra, ona nispet edilen bir söz duyduğunda, kaynağa ulaşma imkânına sahip olmadı ğı için, zorunlu olarak haberi nakledenin güvenilirliğini sorgulanma ya başladı. Tabiûn için de aym durum söz konusudur. Tamamen do ğal şartlarda ve bilinçli bir şekilde gelişen bu sistem, on dört asır ön ce uygulanmaya başlayan bilgi kontrol metodu özelliğini taşımakta dır. Buna göre, hadîs kritiğinin daha sahâbîler devrinde başladığı 379
377
B k z . P o l a t , H a d î s Araştırmaları,
378
K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif
379
B k z . O k i ç , Tefsir ve Hadîs
ss.157-160
Hadîs Metodolojisi, Usûlünün
s. 1 4 3 .
Bazı Meseleleri,
s. 2 0 0 .
söylenebilir. H z . Peygamber'in vefatından sonra hadîsler bir çok sahâbî tarafından rivayet edilmekteydi. B u rivayet işleri devam eder ken, sahâbîler bazı râvîleri kusurlu bularak rivâyederini makbul say mamışlardı. Mukâtil b. Süleyman'ın bir rivayeti, H z . Ali tarafından; kültürsüz bir bedevinin rivayetinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmişti. Yine H z . Ömer, Fâüma bintu Kays'ın bir rivayetini, onun haklı veya haksız, rivayetinde doğru olup olmama ihtimalleri ni göz önüne alarak kabul etmemiş, bir nevi meçhul râvînin rivâyetiyle amel etmemişti . 380
Günümüz iletişim dünyasında kullanılan "haber kaynağım sor gulama" sisteminin, metni ihmal manası taşımadığı, bilakis metin için var olduğu bilinen bir gerçektir. Şüphesiz hadîs denildiğinde, isnâd ve metin akla gelmektedir. Hatta isnâd araç, metin amaç olarak görülmelidir. Ancak, hadîs tenkidi ve tekniği, her ikisini de kapsa maktadır. Bir vakıayı rivayet eden bir şahsın, kendisine nakledilen olayın ihtimal dahilinde olup olmayışını araştırdığı kadar, rivayet edenin karakter ve şahsiyetini de araştırdığı bilinen bir gerçektir . Bugün için de aynı durum söz konusudur ve isnâd, önemini ve de ğerini bugün de korumaktadır . 381
382
Bununla beraber, hadîsin sadece senedinin değerlendirilmesi so nucunda verilen "sahîh" hükmü, her zaman metin için geçerli olma yabilir . Zira metin, bazen şâz ve muallel olabilir . Bu durum en sahîh hadîs kitabı olarak bilinen Buhâri'nin Sahîtii için de geçerli olabilir. Merhum Hamidullah, bunu şöyle örneklendirmektedir: 383
384
Buhâri'nin naklettiği hadîslerde bazen zıdıklar da vardır. Böyle durumlarda, iki anlatım biçiminden sadece biri doğru olabilir. Me selâ Mi'râc (yükselme) esnasında, H z . Peygamber yedinci gökte, bir rivayete göre Mûsa ile, başka bir rivayete göre İbrahim ile karşdaştı. "Bundaki yanlışlık, Buhârî'ye ait değildir. Zira o, sahîh "olayları" de ğil, "güvene en fazla layık olan bazı râvîler" tarafından nakledilen olayları nakletmeye çalışmıştı. Eğer Buhâri, iki râvîden bir bilgi alır sa ve (unutma, kötü işitilmiş konuşma veya tamamen başka) beşeri 380
Sıddıkî, a . g . e . , s. 1 6 4 - 1 6 5 .
381
Sıddıkî, a.g.e., s. 1 6 4 .
382
K ı r b a ş o ğ l u , Alternatif
383 384
Şakir, a.g.e., s. 2 6 . S u b h i e s - S a l i h , Ulûmu'l-Hadîs 1 9 6 9 , 5 . b . s. 1 6 4 .
Hadîs Metodolojisi,
s. 1 4 3 .
ve Mustalahuhu,
D â r u ' 1 - î l m li'l- Melâyîn,]
bir nedenden dolayı bunlardan birinin hafizası zayıflamış ise iki riva yet, Buhârî'nin hatası olmaksızın çelişik olacaktır. Yanılmak insanın tabiatındandır..." . 385
Görüldüğü üzere, sened kusursuz da olsa, metnin tekrar kontrol den geçirilmesi, muhtemel yanılgdan asgariye indirmenin önemli bir yoludur. Bu şekilde sened ve metin bütünlüğü sağlanacaktır. Ancak, bütünlüğün sağlanması için gereken metin tenkidi, isnâd olmaksızın tek başına ele alınmaya kalkıldığında; tek başına sened tenkidinden daha yetersiz kalacaktır ki, bunun gerekçeleri ileride anlatılacaktır. Hatta H z . Peygamber'e bir isnâdla bağlanmayan hadîslerin, hadîs olup olmadığım araştırmak için ciddiye alınmasının bile doğru olma dığı belirtilmektedir . 386
Gerek sened ve gerekse metin tenkidinin bütünlük içerisinde ya pılması sonucu, hadîsin sıhhati konusundaki yargılar daha da belirginleşecektir. Şüphesiz, incelenecek olan hadîsin sıhhati hakkında, daha önceki hadîsçilerin vardıkları sonuçlar vardır. Ancak şurası da bilinmektedir ki, -her ne kadar bazı hadîsçiler kabul etmese de- son raki asırlarda da hadîslerin tashih ve taz'ifi mümkündür . 387
Bu bölümde, recm konusuyla ilgili olan "cş-şeyhu ve'ş-şeyhatu izâ zeneyâ fercumûhumâ elbettete (şeyh ve şeyha zina ederlerse her ikisini de rezmedniz)" hadîsi örnek alınarak, sened ve metin tenkidi şeklinde bütüncül bir metoda sıhhat tesbiti yapılacaktır. Hadîsin se ned tenkidi yapılırken, hadîsin sened ağı şematize edilip, ilgili hadî sin tarihen ilk kaynak râvîleri bir bir tanıtılarak cerh ve ta'dil ve de vamla ittisal açısmdan değerlendirilmesi yapılacaktır. En sonunda ise hadîs; sened sayısına, müntehasına, ittisaline ve sıhhatine göre de ğerlendirilecektir.
UYGULAMALI S E N E D TENKÎDÎ Bir hadîsin sened tenkidini yapabilmek için atılması gereken ilk adım, onun farklı senedlerini bir araya toplamak olmalıdır. Bu, hadî sin sıhhatini tespitte önemli olduğu kadar, hadîsin anlaşılmasında da 385
H a m i d u l l a h , "Sahih-i B u h â r î ' n i n F r a n s ı z c a Çevirisi Dolayısıyla", s. 2 3 8 .
386 387
B k z . K ı r b a s o ğ l u , Alternatif Hadis Metodolojisi, s. 1 4 3 . B k z . el-Farisî e l - H a n e f l , E b u ' l - F e y z M u h a m m e d b . M u h a m m e d b . Ali, Cevâhiru'lUsûl, T h k . E b u ' l - M e â l i c l - K â d î e l - M ü b a r e k f ü r i , M c k t e b e t u ' l - İ l m i y y c , M e d i n e t s z . , s. 2 1 ; c l - H â z i m î , Şurûtu'l-Eimmeti'l-Hamse, s. 2 6 (Kevscrî'nin t a l i k i n d e ) .
önemli bir prensiptir. Hatîb el-Bağdâdî, Yahya b. Ma'în'in konuyla ilgili şu sözünü nakletmektedir: "Şayet biz bir hadîsi otuz vecihten yazmazsak, onun ne ifade ettiğini anlayamazdık" . Yine Ahmed b. Hanbel; "Bir hadîsin bütün tariklerini bir araya getirmediğiniz süre ce, onu anlayamazsınız. Hadîsin farklı tarikleri, birbirini tefsir eder, açıklar" demiştir. 388
389
Bu ifadeler, bir rivayetin içerik tahlilinin yapılıp, anlam çerçevesi nin belirlenmesi esnasmda, farklı versiyonları bütünleştirmenin ne kadar zorunlu olduğunun ve bu işlemin klâsik dönemlerde de uygu landığının bir göstergesidir . 390
1. Örnek Hadîsin Farklı Rivâyetierinin Sencdlcri Burada, örnek hadîsin bütün râvilerini tek tek incelemek yerine, ilk kaynağa kadarki râvîleri incelenecektir. Bunu takiben hakkında bilgi verilen râvîlerden harekede hadîsin sened değerlendirmesi yapı lacaktır. Bu hadîs, dört sahâbîden rivayet edilmiştir. Buna göre, her bir sahâbînin rivayeti tek tek incelenecek, bu yapılırken ilk dönem kaynak larına kadarki farklı rivâyeder, ayrı ayrı ele alıp değerlendirilecek, da ha sonra o rivayet hakkındaki son değerlendirmeler yapdacaktır. Sı rasıyla diğer sahâbî râvîlerin rivâyederi de bu aşamalarla değerlendi rilecek ve nihayet hadîsin genel bir sıhhat değerlendirmesi yapılacak tır. Başka bir ifadeyle, parçadan bütüne doğru gitmek suretiyle, ha dîsin senedi bütünlük içerisinde değerlendirilecektir.
388
e l - B a ğ d â d î , e l - H a t î b , E b û B e k r A h m e d b . Ali, el-Cîmi' li-Ahliki'r-Râvî ve Simi', T h k . M a h m u t e l - H û t , M e k t e b c t ü ' l - M e â r i f , R i y a d 1 4 0 3 , I I , 2 1 2 .
389
e l - B a ğ d â d î , el-Cimi',
390
Ö z a i ş a r , a . g . e . , s. 1 9 9 .
II, 212
Âdâbi's
a. Hz. Ömer'den Gelen Rivayetler aa. Hz. Ömer'den Gelen Rivayetlerin Sened Ağı
Rasûlullah
ûmerb. Haitili
T Sa'ftf Ibnu'I-Müseyyeb AbduliahtbnAbbfts
•
T
Yahy* b. Said
UbeydııIMj b AbdiUsh
T
"
MİSk *. Enes
T
tboŞihJbez-Zührt (...) Sairi b. Müseyyeb junu anlatıyor "önjer ibnulrUttlb, Muu'du döndüğü zaman, çakılU bu yerde konaJdadı. Sonra küçük (aş Un bir arayı topladı. Sonra ridasun onlann Özerine yaydı ve «tüttü ozandı. Daha sonra ellerim semaya uzattı ve; 'Ey ADah'nn! YasltadiTn. Kuvvetim zayıfladı. Raiyem genişledi Beni yanma al!" dedi Som. Medine'ye geldi ve intanlara tu konulmayı yaptı: "Ey İnsanlar' Sizin için sünnetler konuldu. Size farzlar, farz kılındı. İntanları, sağa-ıola lapdnnanu hariç, gah eOmayaa açti: bir yol üzerinde btokıÛmz'. Bir elini, diğerine vurdu ve şöyle devam etti; Sizler, Allah'ın kitabında iki had otıanm bulamıyoruz diyerek rocm âyeti yüzünden helak rf f »-Ti « h ı ı ı n ı ı Resolullah recmetü, biz deıecmettifc Neftim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, insanlar; 'Ömer, Allah'ın Kitabına ilavede bulundu* deme seki. muhakkak; '(Zina eden) Şeyh ve feytıadan bet ikilini de recmediını* (ibaresini) kitaba Yazardım- Çünkü biz onu okuyorduk'. (Malik, Muvatta, HudOd, 10 (D. 824). m lrt
Şafiî
Rebt'ı
•— Bu'l-Abbâs
m Zekeriyi
Etil Beta
(...) Ûmer ibnul-Hattâb dedi ki: "tasanlar üzerinden zaman geçip de, nihayet baims; "Ben, Allah'ın Kitabında recmi bulmuyorum" demetiyle, Allah'ın farzlarından bir farzı ttrkedîp. tâpıtacaklanndan korkuyorum. Dikkat edin! Recffl, (zina edenlerden) bkw auıb*a& olduğu, ddil bulundu|u, hamilelik okluğu veya itiraf bulunduğu zaman baktır. Ben onu ftı şekilde okudum: •Şeyh ve »eyha zina enikleri zaman, kaialikle ber ikilini de teaaediniz*. Resûluüıh memetti. Biz de ondan aoara recmoctik' (îbn MAce, Hudua\9(IJ,853)).
T SUfyân b. Uyeyııe
EbÛBıkr tbmEMŞeybe
Muhammed b. Sabbah
(...) Ömer dedi ki;'tasanlar Özerinden zaman |eçıp de, nihayet birinin; *Btz, Allah'ın Kitabı'nda recmi bulmuyoruz' demesiyle, Allah'ın indirdiği bîr farzı terk edip, tâpıtacaklanndan korkuy on» m. Dutkaı edin! Rean; (zina edenlerden) bâriaî muhtan olduğu, delil bulunduğu, hamilelik olduğu veya itiraf bulunduğu zaman bakar. Ben onu fu şekilde okudum: "Şeyh ve teyha tin* ettikleri zaman, ketinlikk her ikisini de raanediniz'ResûTuüah recmeoj. Biz de ondan aonra recmetük*. Bu rTvtyet üzerine, Süryin'a, "ResûlutUh recmetd mi?* diye soruldu. O da, 'Evet* dedi (Musannef, X,7S-7©y
Hasaob. M
f EbflSılU fbnu'l-A'ttbl
Ebû M»
Mtykakt
t İm MAce
(...)tbn Abbftt dedi ki. Ömer (»öyle) dedi: özerinden zaman geçip de birisinin, "Recmi Alahin Kitabmda bulmuyoruz* deyip, Allah'ın iıaJirdifi bir farzı terk etmek suretiyle, insanları Mpıtmaaindan korkuyorum. Dikkat «din! Muhakkak ki rocm, eritti (er-ndü) mıhtan olduğu, debi bulunduğu, hamilelik veya itiraf olduğu zaman hıkcr. Muhakkak ki. biz onu (Şu tekilde) okuduk: 'Şeyh ve leyha, zina ettikleri zaman, ber kitini de ketinblderecmediniz' Reaulullah reçineni, codan aonra da bizracmenik*(BeyhakI, Sünen, Vül, 211)
Said b. Muacyyeb dedi ki, Ömer b. HaOİb şöyle dedi: "Birinin; "tki haddi Allah'ın Kitabuda bulmuyoruz** denaatiadeodojayı, «cm Jyednden dtrft» icoiikıye yimifcktaa kapnm, JteaOtullah ıtcmetti, hix n> n-gnyttik Ali»h> y"»n rin*n ki. intanJar "Ömer, Allah'ın kitabına ilavede bulundu** demeyecek olular, kitaba; "şeyh ve feyha zina ettikleri zaman ber İkilini de recmediniz"i yazardım. ÇUnkfl biz onu okuduk (Beynakt, Sonen, Vffi, 213).
ab. H z . Ömer'den Gelen Rivâyederin Râvî Tamamı vc Haklarındaki Cerh vc Ta'dil Dcğcriendirmclcri Bu hadîsi H z . Ömer'den, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve Abdullah b. Abbâs rivayet etmişlerdir. Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in rivayetinin eli mizdeki ilk kaynağı, İmâm Mâlik'in Muvatta'ı; Abdullah b. Abbâs'ın rivayetinin elimizdeki ilk yazılı kaynağı da Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe'nin e7-Musannefidir. Önce birinci, daha sonra ikinci senedin râvîleri tanıtılacak. Ortak râvîler, ilk senedle birlikte tanıtıldıktan son ra, diğer tanıtımlarda tekrarlanmayacaktır. Buna göre inceleyeceği miz senedler ve râvîleri şu şekilde göstermek mümkündür:
Sa'îd
•
Yahya
•
Mâlik
Ömer
îbn A b b â s
¥\ Süfyân
W
Ubeydullah
W
ez-Zührî
5
W İbn Ebî Şey be
Ömer İbnu'l-Hattâb b. Nufeyi (Ebû Hafs, el-Kuraşî, el-Adevî) Büyük Ficar Savaşından dört sene sonra doğmuştur. Bu tarih, bi'setten 30 yü öncesine tekabül etmektedir. Zayıf bir görüşe göre ise, Fil Olayı'ndan on üç sene sonra doğmuştur. Vefat tarihi genel de 2 3 / 6 4 3 yılı olarak kabul edilmekle beraber, 2 4 / 6 4 4 yılında vefat ettiğini zikredenler de vardır. D o ğ u m tarihindeki ihtilaf yü zünden vefat ettiğinde kaç yaşında olduğu konusunda da farklı rivâyeder zikredilmektedir. Bir kısmına göre vefat ettiğinde 55 yaşında i d i . Başka bir bilgiye göre ise 63 yaşında vefat etmiştir . Abdul391
392
393
394
391
e l - B u h â r î , et-Tirîhu'l-Kebir,
392
el-Bâcî, E b u ' l - V e l î d , et-Ta'dîl Biyad 1 9 8 6 , I I I , 9 3 5 .
VI, 138.
393
e l - B u h i r î , et-Tirîhu'l-Kebir, V I , 1 3 8 ; İ b n H i b b â n , M u h a m m e d b . A h m e d E b û Ha t i m , Mcfâhiru Ulemii'l-Emsâr, T h k . M . F l e i s h h a m m e r , D â n ı ' l - K ü t ü b i ' l Ürniyye, Beyrut 1 9 5 9 , 1 , 5.
394
e z - Z e h e b î , E b û A b d ü l a h Ş c m s u d d i n , el-Kâşif, Kıble, C i d d e 1 9 9 2 , I I , 5 9 .
ve't-Tecrih,
Thk. E b û L ü b â b e H u s e y n , Dâru'l-Livâ,
T h k . M u h a m m e d 'Avvâme, Dâru'l-
lah b. Mes'ûd; "Ömer Müslüman olana kadar, aşikar olarak Allah'a ibâdet etmedik" demiştir . Ondan hadîs nakledenler arasında, ör nek hadîsimizde ismi geçen Abdullah b. Abbas da vardır . 395
396
Genel olarak hadîsçiler ashabın âdil olduğunu kabul etmişlerdir. Dolayısıyla onları cerh ve ta'dîle tabi tutmamışlardır. Aslında hadîs çiler, ashabın tamamının adil olduğunu kabul etmekle; "onların Ra sûlullah adına kasden yalan söylemediklerini, dini tebdil ve tağyire uğratmadan sonraki nesillere aktardıklarını" kastetmişlerdir. Yoksa ashabın âdil olmasını kabul, hiçbir zaman onların masum oldukları anlamında kullarulmamıştır. Zira, Peygamber dışında hiç kimse ma sum değildir . 397
Hadîsi Rasûlullah'tan ilk duyan ve rivayet eden sahâbî H z . Ömer'in, Rasûlullah adına yalan söylemeyeceği ve dini koruma ko nusundaki hassasiyeti bilinen bir husustur. Buna ilâveten, sened ten kidi yapılan hadîste, onun ısrarcı bir tavır sergilemesi, söz konusu ri vayette kendisini beşeri hatalardan saydan unutma ve yanılma ihti malinden de soyudadığı tarzında anlaşılabilir.
İmâm Mâlik'in Ravîlcri Sa'îd Îbnu'l-Müseyyeb (İbn Hüzn İbn Ebî Vehb el-Kuraşî, elMahzûnî) Büyük tabiîlerdendir. H z . Ömer'i görmüş ve ondan rivayette bu lunmuştur . Kendisinden de Yahya b. Sa'îd el-Ensârî, Zührî ve Ka tide gibi çokları hadîs rivayet etmiştir . 398
399
Birçok kişiden hadîs rivayet ettiği gibi, çok sayıda râvî de ondan rivayette bulunmuştur . Katâde'nin, "Helal ve haramı ondan daha iyi bilen birini görmedim", Süleyman b. Musa'nın " O tabiîlerin en fakîhiydi" ve Ali İbnu'l-Medînî'nin, "Tabiûn içerisinde, ilmi ondan daha geniş birini bulmuyorum" şeklindeki sözleri, onu ta'dîl eden 400
401
395
İ b n H a c c r , el-İsâbe S Temyizi's-Sahabe, Beyrut 1 9 9 2 , I V , 4 8 4 - 4 8 6 .
396
İ b n E b î Hatim, A b d u r r a h m â n e r - R i z î e t - T e m î m î , el-Cerh ve't-Ta'dil, Turâsi'l-Arabî, Beyrut 1 9 5 2 , V I , 1 0 5 .
397
B k z . B a k a n , T e v h i t , Ashabın 168.
398
İ b n E b î Hatim, el-Cerh
Adaleti
ve't-Ta'dil,
T h k . Ali M u h a m m e d el-Bccâvî, D â r u C e y l , D â r u İhyâi't-
( B a s ı l m a m ı ; d o k t o r a t e z i ) , E r z u r u m 1 9 8 3 , s. I V , 5 9 ; E b û Z e h v , cl-Hadis
s. 1 9 2 . 399
İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil,
IV, 59.
400
B k z . İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
IV, 84.
401
İbn Haccr, Tenz/6, IV, 8 5 .
ve'l-Muhaddisûn,
ifadelerden bazılarıdır. Ebû Zür'a ise, onun adaletine delâlet eden "Medenîdir, sikadır, imamdır" ifadelerim kullanmıştır. Velîd'in hila feti döneminde 9 4 / 7 1 2 yılında 75 yaşındayken vefat etmiştir . Ve fat tarihini 9 3 / 7 1 1 olarak belirtenler de vardır . H z . Ömer'in ölüm gününü hatırladığını belirtmiştir. H z . Osman ve H z . Ali ile görüşmelerinden ve hatta onların arasını düzeltmeye çalıştığından da bahsedilir . 402
403
404
Hindistan'lı muhaddis ed-Dihlevî'nin; "Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, "Medine fukahası"nın dili idi. H z . Ömer'in fetvalarım ve H z . Ebû Hureyre'nin hadîslerini en iyi bilen o idi" dediği ve Muhakkik Abdulfettah Ebû Gudde'nin bu ifadeyi; "Medine fukahası" ile kastedi lenlerin, "Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, Urve İbnu'z-Zübeyr, el-Kâsım İbnu Muhammed, Hâricetu'bnu Zeyd, Ubeydullah ibnu Abdillah İbnu Utbe İbn Mes'ûd ve Süleyman b. Yesâr" olduğu şeklinde açık ladığı belirtilmektedir . 405
Hadîs Usûlünde, Sa'îd ibnu'l-Müseyyeb'in adı, daha çok "mürsel" hadîsler bahsinde geçer. Ancak, klâsik kaynaklar, genellikle, onun mürsellerini, mürsellerin en sahihi sayarlar . Çünkü derler; " O sahabe evladıydı. Onun babası Müseyyeb, Şecere ve Bey'atu'rRıdvan ashâbındandı. Sa'îd de, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr gibi, Aşcre-i Mübcşşereyi idrak etti. Tabiîn içerisinde, bu sayılardan görüp onlardan hadîs işiten, Sa'îd'in dışında, Kays b. Ebî Hazım var dır. Bununla birlikte Sa'îd, Hicazlılann fakîhi ve müftüsüdür. Yedi fakîh'in birincisidir" . Hadîsçiler onu sikahğı, adaleti, zapü, hıfzı ve hadîse hırsı konusunda ittifak etmişlerdir . 406
407
408
Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in " H z Ömer'den hadîs semâ etmediği" yönünde görüşler bulunmakta ve bazı hadîsleri bu yüzden eleştiril mektedir. Ebû Gudde, İslâm alimlerinin cumhurunun onun "Resûlullah buyurdu ki" tarzındaki rivâyederiyle ihticac ettiklerini ve " H z .
402
İ b n H a c c r , Tchzîb,
403
c l - B u h â r i , et-Târîhu'l-Kebk,
IV, 86. III,510.
404
c l - B u h â r i , ct-Tirihu'l-Kebir,
III, 510.
405
e t - T e h â n c v î , a.g.e., I , 8 2 .
406
B k z . e l - B a ğ d a d î , el-Kifâye, s. 4 4 3 - 4 4 6 ; c l - E m î r u ' s - S a n ' a n î , Tavzîhu'I-E&ârli-Mcânî Tenkîhu'l-Enzâr, T i k . E b û Abdirrahman Salah, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1997,1, 258-261.
407
H â k i m , Ma'rifetü
408
E b û Z e h v , el-Hadîs
Ulûmi'l-Hadîs,
s. 6 7 - 6 8 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 3 .
Ömer buyurdu ki" şeklindeki rivâyederiyle de ihticac edilebileceğini belirtmiştir . 409
410
411
Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb hakkında; "sikadır" , "imamdır" gi bi ta'dîl lafızlarının yanında, Katâde'nin, "Helal ve haramı ondan da ha iyi bilen birini görmedim", Süleyman b. Musa'nın " O tabiîlerin en fakîhiydi" ve Ali İbnu'l-Medînî'nin, "Tabiûn içerisinde, ilmi on dan daha geniş birini bulmuyorum" şeklindeki tezkiye edici sözleri nin bulunması, sika bir râvî olduğunu göstermektedir. Yahya b. Sa'îd cl-Ensârî Hadîs kaynaklarında, Yahya b. Sa'îd adında birden çok râvi var dır. Bunlar, Yahya b. Sa'îd es-Sa'dî, Yahya b. Sa'îd el-Attâr, Yahya b. Sa'îd el-Mâzinî el-Fârisî, Yahya b. Sa'îd el-Medînî e t - T e y m î , Yah ya b. Saîd el-Kattân ve Yahya b. Sa'îd el-Ensârî'dir. 412
413
Buradaki, Yahya b. Sa'îd el-Ensârî'dir. 1 4 3 / 7 6 0 yılında vefat eden bu r â v î , Enes b. Mâlik ve başkalarından rivayette bulunmuş tur . İlk başlarda değilse de sonraları hadîs yazmıştır. Onun hadîs leri de birçokları tarafindan yazılmıştır . Mâlik, onun şöyle dediği ni nakletmiştir: "Bütün duyduklarımı yazmayı arzuladım. Bu bana başka şeylerden daha hoş g e l d i " . Onun; " O zamanlar hadîs yazsaydık, İbnu'l-Müseyyeb'in ilminden çok şeyler yazardık" dediği de nakledilmiştir . Yahya b. Sa'îd'in, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den rivâ414
415
416
417
418
409
et-Tehâncvî, a . g . e , I , 9 4 .
410
T a ' d i l bildiren b u lafız, h a k k ı n d a kullanıldığı ravinin rivayetinin ihticac için alınaca ğına delalet e d e r ( B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 1 3 8 ; K o ç y i ğ i t , H a d i s Istılahları, 3 9 8 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 3 5 9 - 3 6 0 ) .
4U
" İ m a m " lafzı, H a d î s i l m i n d e y ü k s e k d e r e c e l e r e l d e e t m i ş , h â k i m , h ü c c e t , hafız lafizlanyla d a vasıflanabilcn raviler için kullandır. B ö y l e ravilerin sözleri h ü c c e t , H a d î s l e r hakkındaki h ü k ü m l e r i itirazsız olarak delil sayılırlar ( B k z . U ğ u r , Ansiklopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, 1 6 1 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 7 5 ) .
412
İ b n A d i y y , A b d u l l a h e l - C ü r c â n î , el-Kâmil S Du'afii'r-Ricâl, T h k . Süheyl Zekkâr, D â r u ' l - F i k r , B e y r u t 1 9 8 8 , 3 . b . , V I I , 1 9 3 , 1 9 4 , 2 4 4 ; e z - Z c h e b î , Mîzinu'l-t'tidâl S Nakdi'r-Ricâl, T h k . Ali M u h a m m e d e l - B c c â v î , D â r u ' l - M a ' r i f e , B e y r u t , I V , 3 8 0 .
413
E b û Z c h v , el-Hadîs
414
İ b n A b d i l b e r r , E b û Ö m e r , ct-Temhid, T h k . Mustafa b. A h m e d vc M u h a m m e d A b d u l k e b î r , V e z â r e t ü U m û m i ' l - E v k a f v e ' ş - Ş u û n i ' l İslâmiyye, M a g r i b 1 3 8 7 h . , X X I I I , 91.
415
İbn Abdilberr, er-Tcm/ud, X X I I I , 9 1 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 9 0 .
416
B k z . e l - A ' z â m î , Duisât
417
B k z . e l - M i z z î , Y û s u f b. e z - Z c k î ; Tchzibu'l-Kemâl, essesetü'r-Risâle, Beyrut 1 9 8 0 , X X X I , 3 4 6 - 3 5 8 .
S'l-Hadîsi'n-Nebevî,
II, 322-323
418
B k z . e l - A ' z â m î , Dırâsât II, 3 2 2 - 3 2 3 .
T h k . B e ş ş â r 'Avvâd M a ' r û f , M ü -
419
yetleri vardır . Medine'nin Tabiî fakîhlerinden olan bu zat'dan İmâm Mâlik de hadîs dinlemiştir. Hatta Muvatta'da ondan yetmiş beş hadîs rivayet ettiği belirtilmektedir ki bunlardan biri de inceledi ğimiz hadîstir . 420
Süfyân es-Sevrî, onun Zührî'den daha üstün olduğunu söyler. Hatta o, insanların hafızlarının dört tane olduğunu, bunlardan biri nin de Yahya b. Sa'îd olduğunu söylemiştir. Ali İbnu'l-Medînî de onu sikalardan saymıştır. Yahya b. Sa'îd el-Kattân da; "Hicazda Yah ya b. Sa'îd'den daha önde olan yoktur" demiştir . 421
Bütün bunlar, onun sika bir râvî olarak kabul edildiğini göster mektedir.
Mâlik b. Enes Mâlikî Mezhebi'nin kurucusu bu zat, 9 3 / 7 1 2 senesinde Medi ne'de doğmuştur. Medine'nin alimlerinden ders almıştır ki bunların çoğu, tabiîndir. Kendisinden de, birçokları rivayette bulunmuşlardır ki, eş-Şâfi'î de bunlardan biridir . 1 7 9 / 7 9 5 senesinde Medine'de vefat etmiş ve öldüğünde 90 yaşında olduğu zikredilmiştir . 422
423
Süfyân İbn Uyeyne, vc Yahya b. Sa'îd, onun hadîste "imâm" ol duğunu söylerler . Hadîs konusunda sıkı ve râvîlerin hallerini bi len birisi olan Mâlik'ten, kendi hocaları ve akranları da hadîs almış lardır . Kendisinden hadîs alan hocaları arasında, Yahya b. Sa'îd elEnsârî de vardır . 424
425
426
Hadîsi eserine alan İmâm Mâlik ise, hadîste "imâm" olarak kabul edilmiştir. Gerek talebeleri ve gerekse hocaları onu takdir etmiş vc rivayette bulunmuşlardır. Bu değerlendirmelerden harekede, birinci senedin râvîlerinin si ka olduğu sonucuna ulaşılabilir. 419
B k z . İ b n A b d i l b e r r , et-Temhid,
420
İbn Abdilberr, er-Tcmhîd, X X I I I , 9 1 - 9 2 .
X X I I I , 9 2 ; e t - T e h â n e v î , a.g.e., I , 9 3 .
421
B k z . e l - M i z z î , Tehzibu'l-Kemâl,
422
E b û Z e h v , el-Hadts
423
e s - S u y û t î , C e l â l u d d i n , Tabakâtu'l-HuiBz, Dâru'l-Kütübi'l-İimiyye, Beyrut 1 4 0 3 h . , I , 9 6 ; E b û Z e h v , el-Hadis ve'l-Muhaddisûn, s. 2 9 0 .
XXXI, 346-358.
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 8 8 .
424
e l - B u h â r î , ct-Tirihu'l-Kebîr,
425
B k z . E b û Z e h v , el-Hadis
VII,310.
426
B k z . İ b n E b î H a t i m , el-Cerh ve't-Ta'dil,
ve'l-Muhaddisûn,
s. 2 8 8 - 2 8 9 . VIII, 204.
tbn Ebî Scybc' nin Râvîlcri Abdullah b. Abbâs b. Abdilmuttalib b. Hâşim (Ebu'l-Abbâs, Habru'l-Arab, el-Kuraşî, el-Hâşimî) Rcsûlullah'ın amcasının oğlu olan Abdullah b. Abbâs, hicretten üç sene önce d o ğ m u ş t u r . Beş sene önce doğduğu yönünde de rivâyeder vardır. Ancak İbn Hacer'e göre birinci görüş daha doğru dur. Sa'îd b. Cübeyr, Resûlullah'ın vefatı sırasında İbn Abbâs'ın ya şı konusunda iki farklı rivayet zikretmektedir. Bunlardan birine göre o, 10 yaşındaydı, diğerine göre ise, 15 yaşındaydı. Ahmed b. Hanbel bu sonuncunun daha doğru olduğunu söyler . Ancak doğum tarihi hicretten önce 3. yıl olarak kabul edilirse, 13-14 yaşlarında olur. İbn Abbâs'ın, 6 8 / 6 8 7 yılında ve 7 0 , 7 1 veya 74 y a ş ı n d a Taif te vefat ettiği söylenir . Ömrünün sonuna doğru gözlerini kay betmiştir . 427
428
429
430
431
432
Resûlullah, onun hakkında "Allah'ım ona hikmeti ö ğ r e t " , "Allah'ım ona tevili öğret ve onu dinde fakîh k ı l " şeklinde dualar da bulunmuştur. 433
Abdullah b. Abbâs, yaşının küçüklüğü sebebiyle bizzat H z . Peygamber'den az sayıda hadîs işitmiştir. İşittiği hadîs sayısı hakkında, 4, 7, 10 gibi rakamlar telaffuz edilmiştir. Bununla beraber, onun mürselleri sahabe ve tabiîn tarafından kabulle karşdanmışür . An cak o, hadîsleri, gerek büyük, gerekse küçük sahâbîlerden öğrenmiş tir, 1660 hadîs rivayet ederek "müksirûn"dan sayılan İbn Abbâs'm rivâyederinden 95'i "müttefekun aleyh", 120'si sadece Buhâri'nin Sahih'inde, 4 9 ' u da sadece Müslim'in Sahîh'inde yer almaktadır . 434
435
Resûlullah'ın vefatı sırasında 13-14 yaşlarında olan bu sahâbî'nin bizzat Resûlullah'tan yaptığı rivayet sayısı çok azdır. Burada ise, Resûlullah'tan değil, H z . Ömer'den rivayette bulunmaktadır. Bu du427
İ b n A b d i l b e r r , Y û s u f b . A b d i l l a h , el-lsti'âb, Ccyl, Beyrut 1 4 1 2 h., I I I , 9 3 3 .
T h k . Ali M u h a m m e d c l - B c c â v î , D â r u ' I -
428
İ b n A b d i l b e r r , el-İstî'âb,
III, 934.
429
İ b n A b d i l b e r r , cl-İsti'ab,
I I I , 9 3 4 ; B k z . İ b n H a c e r , el-lsâbc,
430
B k z . İ b n H a c e r , cl-îsâbe,
IV, 121-131.
431
İ b n A b d i l b e r r , el-İsti'âb,
III, 938.
432
İ b n A b d i l b e r r , el-lsti'âb,
III, 934-935.
433
B k z . İ b n A b d i l b e r r , el-lsti'âb,
III, 935.
434 et-Tehânevî, a.g.e., I , 8 6 . 435
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 3 9 - 1 4 0 .
IV, 121-131.
ramda, hadîsteki muhtemel sahâbî irsalinin kapısı kapanmış olmak tadır. Resûlullah'ın onun hakkındaki dualarını, daha sonraki dönem lerde Kur'ân ve Hadîs konusundaki performansı ve müksirun denen en fazla hadîs rivayet eden yedi sahabiden biri olması, onun güveni lirliği konusunda yeterli veriler olarak kabul edilebilir. Ubeydullah b. Abdillah (İbn Utbe b. Mes'ûd ) Dedesi, Abdullah b. Mes'ûd'un kardeşi Utbe'dir. H z . Ömer'in hilafeti döneminde doğmuştur . Dolayısıyla tabündendir . Tabi înin de büyüklerinden sayılmıştır . 9 8 / 7 1 6 veya 9 9 / 7 1 7 senesin de vefat etmiştir . 436
437
438
439
İbn Abbâs'ın ona, hadîs ve fıkıhtaki başarısından dolayı özel bir değer verdiği belirtilir . Sahabeden bir gruptan rivayette bulun muştur ki bunlar arasında İbn Abbâs da vardır . Müslim ve Buhâ ri de onun kanalıyla gelen rivâyedere yer vermişlerdir . 440
441
442
e z - Z e h e b î ' n i n ( ö . 7 4 8 / 1 3 4 7 ) Afean'da ve İbn Adiyy'in (Ö.365/976) el-Kâmtfdc bahsetmediği bu râvî hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: "İmâm, fakîh, Medine'nin müftüsü ve yedi fakîhten b i r i " . el-Vâkıdî (Ö.207/823) ise, onun "sika, alim, fakîh vc riva yetinin çok" olduğunu, aynca ömrünün sonlanna doğru âmâ oldu ğunu ifade etmiştir . 443
444
İbn Abbâs, talebesi Ubeydullah b. Abdiliah'a, hadîs ve fıkıhtaki başansından dolayı ayn bir değer vermiştir. Müslim ve Buhâri'nin râvîlerinden olan bu zatın, "imâm", "fakîh", "Medine'nin müftüsü" "yedi fakîhten biri" gibi lafızlarla vasıflandınlması onun fikıh yönü nün güçlü olduğu anlamına gelmektedir. Aynca hadîs açısından da "sika" kabul edilmesi, hadîste güvenilir bir râvî olduğunu göster436
e z - Z e h e b î , Siyer, I V , 4 7 5 .
437
e d - D â r e k u t n î , E b u ' l - H a s a n Ali b . Ö m e r , Zikru Esmii't-Tîbiin ve Men Ba'dchum, Thk. Bcvrân ed-Dcnâvî- Kemal Yûsuf el-Hût, MücsscsetuM-Kütübi's-Sekâfiyye, Beyrut 1 9 8 5 , 1 , 2 2 1 .
438
E b û Z e h v , el-Hadis
439
B k z . e z - Z e h e b i , Siyer, 4 7 8 - 4 7 9 ; E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
440
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
441
E b û Z e h v , el-Hadis
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 5 .
442
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , Ricilu B e y r u t 1 4 0 7 h. , 1 1 , 1 1 ;
Müslim,
443
t b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , a.g.e.,
IV, 475.
444
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , a.g.e.,
IV, 4 7 6 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 9 7 .
T h k . Abdullah cl-Leysî, Dâru'l-Ma'rife,
mektedir. Dolayısıyla bu râvînin hem sika hem de rivâyederin fıkhı nı bilen biri olduğu anlaşümaktadır. İbn Şiblb cz-Zühıî (Ebû Bekr Muhammed b. Müslim b. Ubey dullah b. Abdillah b. Şihâb, el-Kuraşî, ez-Zührî, el-Medenî) Medîne'li iken daha sonraları Şam'a yerleşmiştir. Dedesinin de desine nispede İbn Şihâb diye de adlandırılır. 1 2 4 / 7 4 1 yılında vefat etmiş ve ve Şam'a defnecülmiştir . Vefat ettiğinde 9 2 yaşında oldu ğu belirtilir* . Kendisi Tabiîn'in küçüklerinden (Sığanı Tabiîn) sa yılır . Sahabeden, Enes b. Mâlik, Sehl b. Sa'd, Abdurrahmân b. Eymen ve Mahmûd b. Rebî'i görmüştür. Abdullah b. Ömer'den de üç hadîs rivayet etmiştir . Hafızasının güçlü olduğuna işaret için, 80 gecede Kur'ân'ı ezberlediği naklediür . 445
46
447
448
449
Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe ve başkalarından rivayeti var dır . Kendisinden Süfyân b. Uyeyne ve başkaları rivayette bulun muşlardır . 450
451
Sika, imâm, hafız ve mutkın olduğu konusunda alimlerin ittifak ettiği bildirilir . Aynca, imâm, hüccet olduğu belirtilir. İmâm Mâ lik'in onun için; "Onun gibi bir fakîh görmedim" dediği nakledi lir . Ancak Müslim'in, onun az hadîsiyle istişhadda bulunduğu da nakledilir . İbn Hibbân ( Ö . 3 5 4 / 9 6 5 ) da onu es-Sikât'ında zikret miştir . Ancak zaman zaman irsal yaptığı da kaydedilir. İrsal yaptı ğı sahâbîler, Ebû Hureyre, Câbir, Raf? b. Hadîc olarak zikredilir . 452
453
454
455
456
445
B u h â r i , ct-Târihu'l-Kcbîr,
446
c l - B â c î , et-Ta'dîl
I , 2 2 0 ; E b û Z e h v , el-Hadis
ve't-Tecrîh,
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 7 5 .
Mektebetü'd-Dâr,
Thk. Ab-
II, 639
447
E b û Z e h v , el-Hadis
448
el-'Icfi e l - K û f i , A h m e d b . A b d i l l a h , Ma'rifetü's-Sikât, dulalîm A b d u l a z i z , M e d i n e 1 9 8 5 , I I , 2 5 3 .
ve'l-Muhaddisûn,
s. 1 7 4 .
449
B u h â r i , et-Târihu'l-Kebîr,
450
el-Bâcî, et-Ta'dil
I, 2 2 0 .
451
e z - Z e h c b î , cl-Kâsif,
452
B k z . İ b n H a c c r , Takribu't-Tehzîb, 174.
453
A b d u r r a h m â n b . Ali b . M u h a m m e d E b u ' l - F e r e c , S a / v e r ü ' s - S a / v e , T h k . M a h m u d Fahûri- M u h a m m e d R e v v â s Kal'âcî, D â r u ' l - M a ' r i f c , B e y r u t 1 9 7 9 , 2 . b . , I I , 1 3 6 .
454
c z - Z e h e b î , Men Tüküllime h., 1 , 1 6 9 .
455
İ b n H i b b â n , E b û H a t i m , es-Sikit, 1 9 7 5 , V, 3 4 9 .
456
E b û S a l d ^ b . Halîl b . E b î S a ' î d cl-Alâî, Câmi'u't-Tahsil, es-Selcfi, A l e m u ' l - K ü t ü b , B e y r u t 1 9 8 6 , 2 . b . , I , 2 6 9 .
vc't-Tccrih,
II, 639
II, 217. I , 5 0 6 ; E b û Z e h v , el-Hadis
vc'1-Muhaddisûn,
s.
Fihi, T h k . M u h a m m e d Ş c k û r , M e k t e b e t ü M c n â r , 1 4 0 6 T h k . es-Scyyid Ş c r e f i i d d i n A h m e d , D â r u ' l - F i k r , Thk. Hamdi Abdulmccid
Hatta, cş-Şâfi'î, Dârckutnî ve bazıları onu tedlis ile vasıflandırmışlardır. Ancak o daha çok, imamlığı ve fakîhliğiyle meşhur olmuş bir tabiî'dir *?. 4
Örnek hadîsi, Ubeydullah b. Abdillah'tan rivayet eden İbn Şihâb ez-Zührî hakkmda değişik ta'dil lafizlan kullanılmıştır. Hafızasının güçlü olduğu ve 80 gecede Kur'ân'ı ezberlediği nakledilen bu râvî nin "sika", " m u t i d n « , "imâm", " h â f i z " « 9 hğ, konusunda ittifak olduğu nakledilmiştir. Hatta İmâm Mâlik; "Onun gibi bir fakîh gör medim" diyerek tezkiyede bulunmuştur. Zaman zaman irsal yaptığı zikredilse de bizim incelediğimiz hadîste böyle bir durum söz konu su değildir. Buna göre, ez-Zührî, "muhaddjis-fikîh" konumunda si ka bir râvî olmaktadır. Süfyân b. Uyeyrıc b . İmrân (Ebû Muhammed, el-Kûfî, el-Mekkî, el-Hilâlî) 460
1 0 7 / 7 2 5 senesinde doğan Süfyân , efbâ Vf-tabi/ndendir. Ha dîs aldığı hocaları arasında ez-Zührî de v a r d ı r . 1 6 yaşmdayken ezZührî'den hadîs dinlemiştir . Hatta Zührî, ondan daha küçük olup da hadîsle uğraşan birini görmediğini söylemiştir . Kendisinden de birçokları hadîs almıştır . 1 9 8 / 8 1 3 yılında Mekke'de vefat etmiş tir *. 461
462
463
464
46
457
İ b n H a c e r el-Askalânî, Tabakâtu'I-Müdellisîn, Thk. Asım b. Abdillah, Mektebetü'lM e n â r , A m m a n 1 9 8 3 , 1 , 4 5 ; Ayrıca b k z . K o ç y i ğ i t , T a l a t , " İ b n Ş i h â b e z - Z ü h r î " A Ü İF Dergisi, X X I , s. 5 1 - 8 4 .
458
Ravinin tadili için kullanılan b u lafiz, o ravinin h a z ı k , m a h i r , titiz v e dikkatli o l d u ğ u n u gösterir. B ö y l e ravinin rivayeti ihricac için alınır ( B k z . K o ç y i ğ i t , Hadis Istılah ları, s. 3 4 9 ; Aydınlı, a.g.e., s. 1 2 1 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 296).
459
T a ' d î l bildiren b u lafiz, H a d î s t e y ü k s e k dereceleri e l d e e d e n l e r için kullanılır. Ö y l e ki b a z ı alimlere g ö r e b u sıfat, y ü z b i n H a d î s i s e n e d v e m e t i n l e r i , o n l a n n ravilerinin hayat hikayeleri ve c e r h ve ta'dil b a k ı m ı n d a n d u r u m l a r ı n ı bilenler için kullanılır. B ö y l e bir ravinin rivayetiyle ihticac edilir ( B k z . Aydınlı, a . g . e . , s. 6 6 ; U ğ u r , Ansiklo pedik Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 1 1 6 - 1 1 7 ) .
460
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
461
B k z . E b û Z e h v , el-Hadîs
Ulemâi'l-Emsâr,
462
B u h â r î , ct-Târîhu'l-Kcbîr,
463
B u h â r î , et- Târîhu '1-Kebir, I V , 9 4 .
464 465
B k z . E b û Z e h v , el-Hadîs ve'l-Muhaddisûn, s. 2 9 2 - 2 9 3 . İ b n H i b b â n , Meşâhiru Ulemâi'l-Emsâr, 1 , 1 4 9 ; E b û Z e h v , el-Hadîs sûn, s. 2 9 3 .
ve'l-Muhaddisûn,
1,149. s. 2 9 2 - 2 9 3 .
I V , 9 4 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'l-Emsâr,
I, 149.
ve'l-Muhaddi
66
Hakkında, "sika", "sebt'* , "hasenu'l-hadîs™', "imâm", "hâ liz", "hüccet" "fakîh" gibi ta'dil lafizlan kullanılan Süfyân b. Uyeyne için eş-Şâfi'î; "Süfyân ve Mâlik olmasaydı Hicazın ilmi kay bolurdu" demiştir. Abdurrahmân b. Mehdi de; "O, Hicazın hadîs lerini en iyi bilen kişiydi" demiştir . İbn Hibban ise onun hakkın da; "sağlam hafızlardandır. Dinde vera sahibidir. Ölene kadar sün neti toplamaya ve anlamaya çalışmıştır" demektedir . Hatta bazı hadîsçiler, Zührî'nin hadîslerinin en sağlamlannm (esbet) onun ka nalıyla geldiğini söylerler . 468
469
470
471
İbn Uyeyne'nin bazı rivâyederde hata yaptığı görüşünde olanlar vardır. Namaz kılanın önünden geçmeyle ilgili rivayette, İbn Ma'în, Süfyânın hata yaptığını söyler. İbnu'l-Kattân ise, aynı hadîsi tetkik etmiş ve; "İbn Uyeyne'nin orada hatası belli değildir" der. et-Tehanevî ise, "İmâmlann hadîsleri ta'lilleri, zann-ı galibe mebnidir. Eğer onlar, "Falanca şu hadîste hata etmiştir" demişlerse, nefsü'l-emirde (realitede) bu hata taayyün etmiş demek değildir. Bu hüküm, tercih edilen bir ihtimaün ifadesidir ve buna da itimat edilir" demekte dir . 472
Yine, İbn Uyeyne'nin mürsel rivâyederi hakkında, muhaddisler, "İbn Uyeyne'nin mürselleri rüzgar gibidir (değersizdir)" d e r l e r . et-Tehânevî; "Bu söz, başta vazettiğimiz kaideye uymaz. Çünkü bu (râvîlerin) hepsi, ikinci veya üçüncü asır ehlindendir. Nezdimizde, bu asırlarda yaşayanlann mürselleri mudaka makbuldür" demekte dir . 473
474
İbnu Uyeyne'nin tedlis yaptığı da bilinir. Ancak onun tedlisleri çeşidi sebeplerden dolayı genellikle makbul saydmıştır. İbn Hibbân bu konuda; "...O tedlis yapardı ve tedlisi sadece mutkın sikalardan yapardı" demektedir. Sonra da bunu, tabiînin büyüklerinin mürsel466
el-'lca,
467
B k z . İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tchzîb,
Ma'ıifetü's-Sikit,
1,417.
468
İ b n H a c e r , Takribu't-Tehzib,
469
B k z . İ b n u ' l - K a y s e r â n î , M u h a m m e d b . T â h i r , Tezkiretu'l-Huffâz, Thk. Hamdi Abd u l m c c i d İsmail es-Selcfi, D â r u ' n - N e ş r D â r u ' s - S â m i l , R i y a d 1 4 1 5 h . , I , 2 6 2 - 2 6 3 .
470
İ b n H i b b â n , Meşinini
471
B k z . el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
IV, 104-106.
I, 245.
Ulcmii'l-Emsir, I, 417.
472
et-Tehânevî, a.g.e., I, 3 4 .
473
es-Suyûtî, Tedrfbu'r-IÜvf, 1 , 1 6 9 .
474
et-Tehânevî, a.g.e., I, 9 7 .
I , 1 4 9 ; İ b n H i b b â n , es-Sikit,
VI, 403.
lerine benzetirdi. Çünkü onlar sadece sahabeden irsalde bulunmuş lardı^. et-Tehânevî, " E b û Hanîfe, Mâlik, İki Süfyân (Süfyân b. Uyeyne, Süfyân es-Sevrî) vs. şöhret ve doğrulukta bunlar gibi olan diğer zat ların adaletinden sorulmaz. Durumu gizli kalanların adaletinden so rulur. Yukarıda zikredilenlerin adâlederi, gerek muhaddislerin ve ge rekse diğer fukaha ve ilim ehlinin nezdinde şöhret bulmuştur" de mektedir . 476
Süfyân İbnu Uyeyne şunları söyler: "Hadîs için beni ilk oturtan -bir rivayette beni ilk muhaddis yapan- E b û Hanîfe olmuştur. Kûfe'ye geldiğim zaman, Ebû Hanîfe dedi ki; " B u 'Amr İbnu Dinar'ın hadîslerini en iyi bilen kimsedir". Bunun üzerine etrafimı sardılar, ben de onlara rivayet e t t i m " . 477
7S
79
Bu râvî için kullanılan "sika", "sebt"* , "hasenu'l-hadîs"* , "imâm", "hâûz", "hüccet™, "fakîh"gibi ta'dîl lafizlan, eş-Şâfi'î ve Abdurrahmân b. Mehdî'nin ta'dil edici sözleri, sikalığı konusunda genel bir kanaat olduğunu göstermektedir. Hadîsçiler, onun irsal yaptığım belirtseler de bu hadîste böyle bir durum yoktur. Yine İbn Hibbân, onun tedlis yaptığını kabul etmekle beraber, tedlislerinin makbul olduğunu ve onun sağlam hafiz, dinde vera sahibi, ve öm rünü sünneti toplama ve anlamaya vakfettiğini belirterek tezkiye et miştir. Yine bazı hadîsçilerin, Zührî'nin hadîslerinin en sağlamlarının (esbet) onun kanalıyla geldiğini belirtmeleri, tezkiyesi için yeterli sa yılmalıdır. Bütün bunlara, Ebû Hanîfe ile olan yakınlığı da eklenir se, özellikle Zührî'nin rivâyederi konusunda sika ve fakîh bir râvî ol duğu ortaya çıkmaktadır.
475
B k z . İbrahim b . M u h a m m e d E b u ' l - V e f a e l - H a l e b î , ct-Tebyin Ij-Esmâi'l-Müdellisin, T h k . M u h a m m e d İbrahim D â v u d , M ü e s s e s e t ü ' r - B j e y y â n , B e y r u t 1 9 9 4 , 1 , 9 4 .
476
e t - T e h â n e v î , a.g.e,
477
e t - T e h â n e v î , a.g.e., 1 , 1 9 2 . .
I, 128-129.
478
T a d i l lafızlarından o l a n b u t e r i m , o ravinin rivayetlerinin ihticac için alınabileceğini g ö s t e r i r ( B k z . Aydınlı, a.g.e., s. 1 3 6 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s.353-354).
479
H a s e n u ' l - h a d î s " d e tadil lafizlanndandır. B ö y l e b i r ravinin rivayeti, itibar için alınır ( U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 1 2 9 ; Aydınlı, a.g.e., s. 6 9 ) .
480
T a ' d i l bildiren b u lafiz, sikanın ü s t ü n d e , H a d î s s a h a s ı n d a ehliyeti herkes tarafından k a b u l e d i l e n râvîhakkında kullanılır. Ayrıca b u lafiz, ü ç y ü z b i n H a d î s i her a ç ı d a n bi l e n k i m s e için d e kullanılır ( B k z . Aydınlı, a . g . e s. 7 0 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Te rimleri Sözlüğü, s. 1 3 2 ; K o ç y i ğ i t , H a d î s Istılahları, 1 3 8 ) .
îbn Ebî Şcybc, Abdullah b. Muhammed (Ebû Bekr, el-Kûfî) Hadîs aldığı zadar arasında İbn Uyeyne de vardır. Kendisinden hadîs alanlar arasında, Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Mâce de vardır. Sika ve hafiz olduğu yönünde çeşidi ifadeler vardır. 2 3 5 / 8 4 9 yılında vefat etmiştir . 481
Hadîsi eserine alan İbn Ebî Şeybe'nin, genelde güvenilir bir hadîsçi olduğu kabul edilir. Onun sikalığına; "ileyhi'l-müntehâ G't-tesebbüt" , "adîmu'n-nezk (benzeri yok)", "sika", "mutkın", "zâbıt"*™, "sadûk'*M gibi ta'dîl lafizlan delâlet etmektedir. Ancak onun Ebû Hanîfe'ye itirazlan ve Kevseri'nin cevaplan dikkate alın dığında, bir ehl-i hadîs olarak, zaman zaman ehl-i re'ye karşı tavır al dığı da söylenebilir . İncelediğimiz hadîste ise böyle bir yaklaşıma rasdanmamaktadır. 482
485
486
Bütün bunlardan harekede, H z . Ömer'e nisbet edilen bu iki ri vayetin senedindeki râvîlerin âdil ve zabıt olduğu, dolayısıyla bu ri vayetin, sika râvîler tarafından rivayet edilmiş olduğu anlaşılmakta dır. ac. H z . Ömer'den Gelen Rivayetlerin İttisal Açısından Değerlendirmesi Bir hadîsin muttasıl olup olmadığı, râvîlerin muâsaranna (aym ta rihlerde yaşayıp yaşamadığına) ve likasına (birbirleriyle görüşüp g ö rüşmediğine) bağlıdır. Bunlardan birincisi, râvîlerin doğum-ölüm tarihlerini tesbit etmekle, diğeri de kullandıklan tahammül ve eda sigalannı ve diğer faktörleri tetkik etmekle anlaşdabilir. Mu'an'an ha dîslerin dışındakilerde, muâsarat ittisal için yeterli görülmüşken, mu'an'an hadîslerde Buhâri ve Müslim arasında ihtilaf vardır. Buhâ481
Bkz. E b û Z e h v , el-Hadis
482
İ b n H a c e r v e Sehâvî'ye g ö r e ta'dilin birinci m e r t e b e s i n d e k i râvîiçin kullanılır. B ö y le ravinin rivayeti ihticac için alınır (Aydınlı, a.g.e., s. 7 4 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s.154).
ve'l-Muhaddisûn,
s. 3 4 5 .
483 T a ' d i l lafizlanndandır. R a v i n i n H a d î s l e r i a l d ı ğ ı şekilde n a k l e t m e kabiliyetini d e g ö s teren bir lafızdır. B ö y l e râvîadil ise rivayetiyle ihticac edilir Aydınlı, a . g . e . , s. 1 6 2 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 4 2 6 ) . 484
T a d i l lafizlanndan biridir. H a k k ı n d a b u lafiz kullanılan ravinin rivayeti, itibar için alı nır ( K o ç y i ğ i t , a . g . e . , s. 3 7 5 ; U ğ u r , Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 3 3 3 ; Aydınlı, a . g . e . , s. 1 3 2 ) .
485
Yatkın, N i h a t , Ebû Bekr tbn Ebi Şcybc ra t e z i ) , E r z u r u m 1 9 9 8 , s. 3 9 - 4 0 .
486
B k z . Yatkın, a . g . e . , s s . 4 2 - 4 5 .
ve Kitâbu '1-Musannefi
(Basılmamı; dokto
rî'yc göre, mu'an'an hadîslerde likanın sübûtu şarttır. Mu'an'an ha dîs ancak bu şarta sahipse sahîh olabilir. Müslim ise, mu'an'an hadîs lerde likayı değil muâsaratı şart koşmuştur . Dolayısıyla, Buhârî'ye göre sahîh olamayan bir mu'an'an hadîs, Müslim'e göre sahîh ol maktadır. 487
Örnek hadîsin İmâm Mâlik rivayetinde, sırasıyla; H z . Ömer, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve Mâlik b. Enes bulunmaktadır. Râvilere doğum-ölüm tarihleri açısından bakıldığında, birinci rivayetin şöyle bir tablo arz ettiği görülmektedir. H z . Peygamberle H z . Ömer'in aynı dönemlerde yaşadığı ve gö rüştüklerinde bir şüphe yoktur. İkinci râvî, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb ve H z . Ömer'in görüşüp gö rüşmedikleri, görüşmüşlerse aralarında hadîs tahammül ve edasının var olup olmadığı tartışmalıdır. Yukanda râvî tanıtımlarında verdiği miz bilgilere göre, H z . Ömer 2 3 / 2 4 yılında vefat etmiştir. Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in ise doğum tarihi belli değildir. Onun H z . Ömer'i gördüğü ve ondan rivayette bulunduğunu zikredenler olduğu gibi, H z . Ömer'den semâ'ının bulunmadığı yönünde de görüş beyan edenler vardır. Ancak kendisi, H z . Ömer'in ölüm gününü hatırladı ğını da söylemektedir. Hadîsin metninden de, H z . Ömer'in bu sö zü ömrünün sonlarına doğru söylediği anlaşılmaktadır. Bu durumda onun H z . Ömer'i gördüğü kesinleşmektedir. Ancak, H z . Ömer'den bizzat hadîs dinleyip dinlemediği tartışmalı olmaktadır. Alimlerin bir kısmına göre dinlemiştir, bazılarına göre de onu dinlememiştir. Bu rada bize, onun vefat ettiği zaman kaç yaşında olduğu bilgisi yardım cı olabilir. Vefat ettiğinde 75 yaşında olduğu yukanda belirtilmişti. Vefat tarihi olarak iki rakam telaffuz edilmektedir. Bunlardan biri 9 3 , diğeri 9 4 yıllarıdır. Bu tarihlerden 7 5 rakamı çıkarıldığında, onun yaklaşık 18-19 yularında doğduğu ortaya çıkmaktadır. Öyley se H z . Ömer'in vefat tarihi olan 2 3 / 2 4 yılında o, 5-6 yaşlarında ol maktadır. Bu yaşlardaki bir çocuğun, birisinin ölümünü hatırlaması mümkün olmakla beraber, ondan hadîs dinlemesi, bellemesi ve da ha sonra nakletmesi zor görünmektedir. Hadîsin "mu'an'an" oldu ğu ve Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in H z . Ömer'den bu hadîsi kesin ola rak duyduğuna delâlet eden bir tahammül ve eda sigasının kullanılmayışı da dikkate alınırsa, onun H z . Ömer'den hadîs duymuş olma ihtimali iyice zayıflamaktadır.
487
H â s i m , Kavâidu
Usûti'l-Hadîs,
s. 1 7 2 .
Bu durumda, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in, H z . Ömer'den yaptığı rivayet müdellestir. Yani râvî, muasırı olan ama hadîs dinlemediği bi risinden hadîs nakletmiş olmaktadır. Ancak yukarıda da naklettiği miz gibi, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in mürsellerinin bir ayrıcalığı var dır. Alimlerin çoğunluğu (cumhur) onun Rasûlullah'tan yaptığı mürsel rivâyederiyle amel etmişlerdir. Bu konuda Ebû Gudde'nin; "İslam alimlerinin çoğu, onun "Rasûlullah buyurdu ki.." tarzındaki rivâyederiyle amel ettiklerini, dolayısıyla, " H z . Ömer buyurdu ki.." tarzındaki rivâyederiyle de amel edilebileceğini" belirttiğini zikret miştik. Bu durumda, onun tedlis yaptığı ancak tedlisinin makbul sa yıldığı anlaşılmaktadır. Diğer bir râvi ise, Yahya b. Sa'îd'dir. Bu râvînin Sa'îd ibnu'l-Mü seyyeb'in öğrencisi olduğu hatırlanırsa, karşılaştıkları ve ondan hadîs aldığı (muâsarat ve lika) konusunda bir problem olmamaktadır. Hadîsi eserinde tahrîc eden İmâm Mâlik'tir. 93-179 yıllan ara sında yaşayan İmâm Mâlik, hem Yahya b. Sa'îd'den hadîs almış, hem de ona hadîs rivayet etmiştir. Dolayısıyla bunlann buluşması ve bir birlerinden hadîs alması (muâsarat ve lika) konusunda da bir prob lem olmamaktadır. Buraya kadar anlatılanlardan; Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'in H z . Ömer'le muasır olduğu ancak ondan hadîs dinleme ihtimalinin zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Netice itibariyle bu hadîs, Sa'îd'in, H z . Ömer'le likasının sabit olmaması nedeniyle müdelles kabul edilebi lir. Hadîsin İbn Ebî Şeybe rivayetinde ise; H z . Ömer, Abdullah b. Abbâs, Ubeydullah b. Abdillah, İbn Şihâb ez-Zührî, Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Şeybe bulunmaktadır. Bu hadîsi H z . Ömer'den, Abdullah b. Abbâs rivayet etmiştir. Abdullah b. Abbâs da sahâbîdir. Dolayısıyla aynı tabakadan olan iki kişi birbirinden hadîs rivayet etmiştir. Onun Resûlullah'ın vefatı sıralannda 13-14 yaşlannda olduğu, H z . Ömer'in de 24 yılında vefat ettiği ve her ikisinin de muhacir olduğu hatırlandığında, H z . Ömer'le görüşmesinin ve ondan hadîs rivayet etmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Diğer râvî, Ubeydullah b. Abdillah'tır. Bu râvî, 98 veya 99 ydında vefat etmiştir. Onun rivayette bulunduğu Abdullah b. Abbâs ise, 68-74 ydlan arasında vefat etmiştir. Buna ilâveten Ubeydullah b.
Abdillah'ın tabiînin büyüklerinden olduğu bilgisi de hatırlanırsa, her ikisinin karşılaşma ve tahammül ve edada bulunma imkânı ortaya çıkmaktadır. Hadîsi Ubeydullah'tan rivayet eden râvi ise, İbn Şihâb ez-Zühri'dir. 124 yılında vefat eden bu râvînin vefat ettiğinde 9 2 yaşında ol duğu belirtilir. Buna göre İbn Şihâb 32 yılında doğmuş olmaktadır. 32 yılında doğan bir râvînin de 9 8 - 9 9 yıllarında vefat eden bir râvîyle görüşmesi son derece mümkündür. Süfyân b. Uyeyne ise, bu hadîsi, İbn Şihâb'dan rivayet eden kişi dir. 107 yılında doğup, 198 yılında vefat etmiştir. Buna göre, İbn Şihâb'ın vefatı sırasında, 17 yaşında olmaktadır. Rivâyedere göre o, 16 yaşlarında ez-Zührî'den hadîs dinlemiştir. Dolayısıyla ikisi arasında ki muâsarat ve lika hususunda bir problem bulunmamaktadır. Hadîsi eserinde zikreden İbn Ebî Şeybe ise, 2 3 5 yılında vefat et miştir. Onun vefat tarihi ile, şeyhi Süfyân b. Uyeyne'nin vefat tarihi olan 198 ydı arasında 3 7 yıl vardır. Bu da, hoca-talebenin tarihen görüşebilme imkânına sahip olduklarım göstermektedir. İbn Ebî Şeybe'nin rivayeti; hocalar ve talebelerin muâsaraü dik kate alındığında muttasıl görünmektedir. Gerek İmâm Mâlik, gerek se İbn Ebî Şeybe rivâyederi beraberce değerlendirildiğinde, müdelles olan Mâlik rivayetinin, İbn Ebî Şeybe tarafından desteklendiği ve bu kusurunun giderildiği görülmektedir.
b. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâycdcr ba. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin Sened Ağı
Rasûlullah
Zeyd
Kesir
3 = Yûnus
Muhammed
T (...)Zeydb.Slbtt afiyle dedi: "Keainnkle RetûluUh'un, "Şeyh re şeyha, zina
Katide
~y— Şu'be
X
muhakkik ba ikilini Akdi
Muhammed Yunus
a r z Abdullah
~ y — Muhammed
Akmadb. Hmnbtl
(...) Kesir b. Sah dedi id, lbnul-At ve Zeyd b. Sabit, mushaflan yanyorlardı. Bu Syete (İncelenen rivayete) geldiler. Zeyd dedi ki; 'Resfllullahtanföyle dediğini duydum; Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, her ikisini de muhakkik rtcroediniı*. Bunun Özerine Ömer dedi ki, "Bu indirildiği zaman, RetOJullaha geldim ve dedim ki, "Onu bana yaz*. (Şu'be dedi ki, o unlu bunu hoı) knrplamadi. Bunun üzerine Ömer dedi ki, "Görmüyor mutun? Şeyh muhatı olmadığı zaman celdelenıyor. Şâb (dul), zina eder de muhsan ohrsa, nemediltyor" (M0tned,V,183)
tbn Avn
î t » Ebî Adiyy
Abdullah Huscyn (...) Kertr dedi ki, tbuul-As ve Zeyd b. Slbit, yınvorUrdı. Şulyete (incelenen rivayete) gOdüücrinde, Zeyd dedi Ja, *Ben IteOMab'tan, şöyle dediğini duydum: "Şeyh ve şeyha, zina ettikleri zaman, kctinlikle her ikisini de enediniz*. Bunun Özerine 'Amr dedi ki, "Bu nazü olduğu zaman ResOlulah'a geldim ve dedim İd, 'Bum! yazayım mı?" Sanki o. bunu kerih gördü. 'Amr ona (Zeyd'e) dedi ki, "Şeyh, muhsan olduğu halde zina edene, (cezaıunn) «buı—m» recin; muhsan ounadıgıada iıe, çekiçlenme olduğunu, teyyib muhsan olduğu halde zina edene (cezaimin) recm olduğunu görmüyor n*iKrnr(Hakim, MOstedrek, [V, 401)
Ebu'tHasan
v e
Zeyd b. Sabit dedi ki; Rdûlullah'ın »öyle dediğmi duydum: "Şeyh ve şeyhe zina edene, her ikisini de recmedin" (Hıkım, MOMcdrek, IV, 401).
BeyhaU (...) Yunut b. Cubeyr »unu anlatıyor Onlar (Kettr b. et-SalI ve arkadaşları), Zeyd b. Sftmfin yanında rauıhaflan yazıyorlardı. Şu ayete tektiler. Zeyd dedi ki RefOlullahtan afiyle dediğini duydum: "Şeyh ve aeyha, zina ettikleri zaman, Allah ve Resulünden bir olarak, her ikilini de recnıedtniz" {Beyhakl, SOnen, VTJL 211).
(...) Kcılr b. Sah dedi b , Mervan'ın yanaldaydık, aramada Zeyd b. Slbit de vardı Zeyd dedi ki; Biz vaktiyle; "Şeyh ve aeyha zina ettiklerinde her ikisini de recmediniz**! okurduk. Mervfeıı dedi ki; "O zaman onu muahata koyalım mı T*. Zeyd dedi kj; "Görmüyor mutun, zaten evli gençler (cı-ŞIbbeyni'fH Seyyibeyni) lecmediliyor". Zeyd devamla dedi ki, Ömer b. Hamttı aramızdayken, bu meseleyi birileri gündeme getirmişti. Ömer dedi ki; "Ben bu konuda iadra fifa bilgi vfxecegua". Biz "öttü" diye torduk. Dedi ki; "Reaûlunah'a gideceğim ve »fiyle afiyle diyeceğim. Recmi zikredene, "Yi Rcaolallah bana recm ayetini yazdır" diyeceğim. (Daha sonra) Ömer dedi ki, "RetflluAah'a gtftun bu dununu zikrettim. Recm ayetini zikmri. Ben de Yİ Rertlallnh! Recm ayetini bana yazdır" dedim, buyurdu ki; "Buna gficom yetme* (II csteh"u tike)". Bana dayanarak BeyhaU diyor ki; bu ve daha Önce zikıetflenfar götten yor ki, recm adetinin hükmü sabit, tilaveti roenauotur. Bunda btçeir ıbtüaf da bümiyorum (ReybaM, Sttnen. VTXL 21l).
b b . H z . Zeyd b. Sâbit'ten Gelen Rivayetlerin Râvî Tanıtımı vc Haklarındaki Cerh ve Ta'dil Dcğcrlcnclirmclcri Bu rivayetteki Müşterek Râvî, Kesîr b. es-Salt'ür. Hadîsi ondan iki kişi almış, daha sonra intişar etmiştir. İlk kaynağa varan rivayetle rin sened ağı şu şekildedir: Zeyd
Kesîr
Akdî
W
Yunus
•
Katâde
•
Muhammed
Muhammed
—Ü
Ahmed
Şube
Dârimî
b.
Hanbel
Zeyd b. Sabit b. DabJıâk b. Zeyd (Ebû Sa'îd, Ebû Hârice, Ebû Sabit, el-Ensârî, el-Hazrecî, en-Neccârî, el-Medenî) Bedir Savaşı sıralarında küçük yaşlarda olduğu belirtilen Zeyd b. Sâbit'in yetişkin olarak Uhud Savaşı'na katıldığı, bazılarınca da ilk defa Hendek Savaşı'na katıldığı söylenir. Sahabenin alimlerinden olan bu zat, aym zamanda vahiy katiplerindendir. Başta, Ebû Hurey re olmak üzere birçok sahabî ondan rivayette bulunmuştur. Tabiîn den de ondan rivayette bulunanlar çoktur. Ebû Bekr zamanında Kur'ân'm cem'i işinde görev yapan bu sahabî, sahabenin fetva ehlin den olan kişileri arasında sayılır. Ölüm tarihi konusunda 4 2 , 4 3 , 4 5 , 5 1 , 5 2 , 5 4 , 55 gibi farklı rakamlar telaffuz edilmektedir. Ancak ço ğunluğa göre 4 5 / 6 6 5 tarihinde vefat ettiği kabul edilir . 488
Sahabenin fakîhlerinden ve Ensâr'ın ileri gelenlerinden olan Zeyd b. Sabit , H z . Osman döneminde Mushafin çoğaltılmasında da görevlendirildiği zikredilir. Resûlullah zamanında Yahudi dilini öğrenmiş ve bu dildeki haberleşmede H z . Peygamber'in katibi ol muştur. Ferâiz konusunda ilk kitabı onun telif ettiği belirtilir . 489
490
488
B k z . İ b n H a c e r , el-İsâbe,
489
İ b n H i b b â n , Meşâhiru
490
B k z . e l - A ' z â m î , Dırâsât,
I I , 4 9 0 - 4 9 2 ; B u h â r î , et-Târihu'l-Kebir,
Ulemâi'l-Emsâr, I, 108.
I, 10.
III, 380.
Onun hadîslerinin yazılı olarak yanında bulunduğu kişiler arasında Kesîr b. es-Salt da vardır. Çünkü onlar, Zeyd b. Sâbit'in yanında bu lunur ve onun hadîslerini yazarlardı . 491
Zeyd b. Sâbit'in H z . Peygamber'in güvenilir bir sahabisi olduğu, onun tercümanlığını yaptığı, H z . Ebû Bekr döneminde Kur'ân'ın mushaf haline getirilmesinde, H z . Osman döneminde de çoğaltıl masında görevlendirildiği, hatta ferâiz konusunda ilk kitabı onun yazdığı g ö z önünde bulundurulduğunda, hadîs rivayetinde, sıradan biri olmadığı, yaptığı işin şuurunda ve uyamk bir sahabî olduğu an laşılmaktadır. Kesîr b. cs-Salt b. Ma'dikerib b. Vckî'a (Ebû Abdillah, el-Kindî, el-Medenî, el-Hicâzî) Önceleri ismi "KaJîl"iken, daha sonra "Kesîr"diye adlandırılmış tır. Bu isim değişikliğini, Resûlullah'ın yaptığım söyleyenler varsa da, onun H z . Ömer tarafindan Kesîr diye adlandınldığı görüşü da ha doğru kabul edilmektedir . Çünkü Rasûlullah'ın bu isim deği şikliğini yaptığım belirten rivayetin senedinde zayıf râvîler varken di ğer rivayet sahîh senedlidir . Kesîr b. cs-Salt Resûlullah zamanın da dünyaya gelmiştir . Kendisi, Tabiînden , hatta Tabiînin de bi rinci tabakasından olduğu zikredilir . Sahabeden, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit ve Sa'îd b. el-As'tan rivayette bulun muştur . Kendisinden de birçokları rivayette bulunmuşlardır . 492
493
494
495
496
497
498
499
500
el-'Iclî ve İbn Hibbân, onun s i k a râvîlerden olduğunu söyle mişlerdir. Ayrıca onun için, " f a k î h " , "şerefli ve güzel h a l l i " gi bi ta'dîl edici ifadeler de kullanılmıştır. 501
502
491 B k z . e l - A ' z â m î , a . g . e . , I , 1 0 9 . 492 B k z . e l - K i n d î , A h m e d b . A b d i r r a h î m , Tuhfetü't-Tahsll 6 Zikri Thk. Abdullah Nevvâre, M e k t e b e t ü ' r - R c ş î d , Riyad 1 9 9 9 , 1 , 2 6 9 . 493 İ b n S a ' d , et-Tabakitu'l-Kübrâ, be, V , 6 3 3 .
Dâru's-Sâdır, Beyrut tsz., V , 14; İ b n H a c e r ,
494
İ b n H a c e r , cl-lsâbc,
V, 6 3 3 .
495
İ b n H a c e r , el-İsabe, kat, V , 3 3 0 .
V , 6 3 3 ; e l - K i n d î , Tuhfctü't-Tahsil,
496 el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
î b n H a c e r , el-Mbe,V,
V I I , 1 5 3 ; c l - M i z z î , Tchzibu'l-KemU, VIII, 419-420.
I I , 2 2 4 ; İ b n H i b b â n , es-Sikât, V , 3 3 0 .
501 İ b n S a ' d , et-Tabakitu'lKübrâ,V, 502
I , 2 6 9 ; İ b n H i b b â n , es-Si-
XXIV, 128. ve't-Ta'dll,
499 B k z . İ b n H a c e r , Tchzîbu't-Tchzîb, 500 el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
el-lsâ-
II, 224.
497 c l - M i z z î , Tchzibu'l-Kcmâl, 498 İ b n E b î H a t i m , el-Ccrh 129.
Ruvâti'l-Mcrâsil,
632.
14.
XXIV,
Kesir b. es-Salt'ın sikalığı ve fakîhliği hakkında kullanılan bu ifa delere dayanarak, onun "sika-fakîh" bir râvî olduğu, dolayısıyla riva yet ettiği hadîsin fıkhını bildiği anlaşılmaktadır.
Yûnus b. Cübeyr (Ebû Ğilâb, el-Bâhilî, el-Basrî) 503
9 0 / 7 0 8 ' d e n sonra vefat ettiği belirtilen Yûnus b. Cübeyr, tabiîndendir . Kesîr b. es-Salt ve başkalarından rivayette bulunmuş t u r . Kendisinden de Katâde ve başkaları rivayette bulunmuşlar dır . 504
505
506
507
508
Hakkında; "sikadır" , "sebt sahibidir (zâ s e b ö ' n ) " gibi ta'dîl lafızları kullanılan Yûnus b. Cübeyr'i, en-Nesâî de; "sikadır, sebtt i r " şeklinde ta'dil etmiştir. Bütün bunlar onun sika bir ravî ola rak tanındığını göstermektedir. 509
Katide b. Di'âme b. Katâde b. Aziz (Ebu'l-Hattâb) 6 1 / 6 8 0 senesinde doğmuş ve 1 1 7 / 7 3 5 senesinde Vâsıt'ta, tâûn hastalığına yakalanarak vefat etmiştir . Buna göre 66 yaşında ölme si gerekir. Ancak bazı rivayetlerde 5 5 , 56, 57, 58 yaşında vefat etti ği söylenir . Bu durumda doğum tarihi konusunda kesin bir tarih vermek doğru olmamaktadır. 510
511
Resûlullah'ın ashâbmdan, Enes ve Abdullah b. Sercis dışında kimseye mülâki olmamıştır . Dolayısıyla tabiûndandır . Amâ ola rak doğan bu râvî, zamanla dönemin hafızlarından ve fakîhlerinden 512
513
503
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
504
el-'Iclî, Mi'rifetu's-SMt,
V, 554.
505
İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehztb,
506
î b n E b î Hatim, el-Cerh 383.
vc't-Ta'dîl,
507
el-'Iclî, Ma'rifctü's-Sikit,
II, 377.
508
Ö m e r b . A h m e d E b û H â l i z e l - V â ' i z , Tirihu Esmâi's-Sikât, ed-Dâru's-Selefiyye, el-Kuveyt 1 9 8 4 , 1 , 2 6 3 .
II, 377. XI, 383.
509
İ b n H a c e r , Tchzîbu't-Tehzib,
510
B k z . İ b n E b î Hatim, el-Cerh Emsâr, I , 9 6 .
511
B k z . İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzib, V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
I X , 2 3 6 ; İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
XI,
Thk. Subhî es-Sâmerrâî,
XI, 383. ve't-Ta'dil,
V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
V I I I , 3 5 5 ; . İ b n E b î Hatim, el-Cerh Ulemâi'l-Emsâr, I, 96.
512
İ b n E b î Hatim, el-Cerh
ve't-Ta'dil,
VII, 133.
513
İ b n E b î Hatim, el-Cerh sâr, I , 9 6 .
ve't-Ta'dil,
V I I , 1 3 3 ; İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'lve't-Ta'dil,
Ulemâi'l-Em
514
olmuştur . Kendisinden, Ebû Hanîfe, Şu'be gibi ileri gelen alimler rivayette bulunmuşlardır . 515
516
Hakkında değişik yorumlar yapılmıştır, "sikadır", "sebttir" , "nafiz imamlardandır" "fakîhtir" şeklindeki ta'dîl lafızları bun lardan bazdandır. Sa'îd b. el-Müseyyeb'in; "Katâde'den daha nafiz birisi bana gelmedi" şeklinde ta'dil ettiği bu râvîyi eleştirenler de var dır . Şa'bî, onun durumunu sahih ve sakim rivayederi birbirinden ayıramayan anlamına g e l e n "hâübu'l-leyl (gece odun toplayan)" ifadesiyle anlatmıştır . Nesâî ve bazdan onu tedlisle vasıflandırmışlardır . Onun müdellis olduğunu nakleden İbn Hibbân, aym râvî yi es-Sikât adlı eserinde de zikretmiştir . 517
518
519
520
521
522
523
524
Çeşitli hocalara ait hadîsleri yazmıştır. Câbir b. A b d i l l a h , İbra him b. Y e z î d , Ebû K ı l â b e , Sa'îd b. C ü b e y r , bunlardan bazılandır. 525
526
527
Kendisinin, tefsir, nâsih-mensûh gibi konularda kitaplan da var dır. Etrafındakiler, ondan hadîs yazımında titiz davranmışlardır. Şu'be; "Katade'nin dudaklanna bakardım, "haddesenâ" dediklerini yazardım, bunu demediği rivayetleri yazmazdım" demiştir . Onun hadîslerini yazdığı belirtilen on alü kişiden biri de Ş u ' b e ' d i r . 528
529
Onun mürsel rivayetleri de vardır. Yahya b. Sa'îd; Katade'nin mürsellerine hiçbir değer atfetmez hatta, "onlar rüzgar gibi değer sizdirler" d e r d i . 530
514 İ b n H i b b â n , Meşâhiru
Ulemâi'l-Emsâr,
515 e s - S u y û t î , Tabakâtu't-HuSâz,
1,96
I, 45.
516 İ b n H a c e r , Takribu'tTchzib,
I,453.
517 İ b n H a c e r , Lisânu'l-Mîzân, VII, 341.
M ü e s s e s e t ü ' l A'lemî l i ' l - M a t b û ' â t , B e y r u t 1 9 8 6 , 2 . b .
518 e i - T c ü , Ma'rifctü's-Sikât,
II, 215.
519 İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
ve't-Ta'dil,
VII, 133.
520 e t - T e h â n e v î , a.g.e., 1 , 2 7 1 . 521 B k z . İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib,
VIII, 353.
522 B k z . İ b n H a c e r el-Askalânî, Tabakâtu'l-Müdeilism, Ulemâi'l-Emsâr, I, 96. 523 B k z . İ b n H i b b â n , Meşâhiru 524 e l - A ' z â m î , Dırâsât,
Ulemâi'l-Emsâr,
1,105.
525 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 3 . 526 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 5 . 527 e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 4 9 . 528
Bkz. el-A'zâmî, Dırâsât, 1 , 1 9 6 - 1 9 7
529 B k z . e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 1 9 7 - 2 0 0 . 530 e t - T e h â n e v î , a.g.e., I , 9 7 .
I, 43; İbn Hibbân,
1 , 9 6 , es-Sikât,
V, 321.
Meşâhiru
Birçokları tarafından ta'dil edilmesine rağmen, Şa'bî, onun hâtıbu '1-leyl, en-Nesâî ve bazıları da müdellis olduğunu zikretmişlerdir. Ancak talebesi Şu'be bu durumun farkındadır ve ondan sadece şeyh lerinden fiilen duyduğu hadîsleri almıştır. Nitekim onun hadîslerini yazan 16 kişiden biri de Şu'be'dir. İbn Hibbân onun müdellis oldu ğunu nakletmiş ama es-Sikât adlı eserinde de sikalardan saymıştır. Katâde ve Şu'be arasındaki muâsarat ve likanın olduğu dikkate alı nırsa, bu rivayette tedlis ihtimali iyice azalmaktadır. İbn Hacer'in; "Şu'be'nin Katâde'den yaptığı rivayette, Katade'nin tedlis endişesi yoktur. Çünkü o, Katâde'den ancak onun fiilen dinlediği hadîsleri almıştır" şeklindeki sözü, böyle bir durumun söz konusu olamaya cağını göstermektedir. Bütün bunlara dayanarak, en azından incele diğimiz hadîste tedlis ihtimalinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Şu'be tbnu'l-Haccâc b. cl-Vcrd (Ebû Bistâm, el-Atekî, el-Ezdî, el-Vâsrri, el-Basrî ) 531
5 3 2
Tabii't-Tabiîndendir. D o ğ u m tarihi, 8 3 / 7 0 2 olan Şu'be, 1 6 0 / 7 7 6 yılının başlarında, 7 7 yaşındayken Basra'da vefat etmiş t i r . Tabiînden birçoklanndan hadîs almıştır. Kendisinden de, ge rek tabiînden gerekse kendi akranlanndan bir çoğu hadîs almıştır . 533
534
53
"Emîru'l-mü'minîn 6'1-hadîs" *, "sikanın fi'l-hadîs'™ "ima mım celil", "hafızım kebîr" onu ta'dîl eden lafızlardan bazdandır. Hammâd; "Şu'be bana muvafakat ettikten sonra, muhalefet edenle re aldırmam. Çünkü o, hadîsi bir defa duymakla iktifa etmezdi" de miştir. Süfyân es-Sevri de; " Ş u ' b e , hadiste "emiru'l-mü'minin"dir" demiştir . eş-Şâfi'î; "Şu'be olmasaydı, Irakta hadîs bilinmezdi" de miştir . 537
538
Şu'be, ilmî hayatına önce, Arap Edebiyatına dair derslerle başla mış, daha sonra hadîse yönelmiştir. Irak'ta cerh ve ta'dilde söz sahi bi idi. Zuafa ve metrukîn konusunda kendisine uyulan biri olmuştur. Hocası Katâde "müdellis"lerdendi. Bu yüzden, Şu'be, ondan her 531
Ş u ' b e hakkında bilgi için b k z ; A b d u l m e l i k B e k r K a d ı , Şu'be Mü'minin 6'1-Hadîs, D â r u ' z - Z e h r â , K a h i r e 1 9 8 1 .
532
e l - A ' z â m î , a.g.e., I , 2 6 7 .
533
B k z . E b û Z e h v , a.g.e., s. 2 9 3 - 2 9 4 .
534
B k z . E b û Z e h v , a.g.e., s. 2 9 3 - 2 9 4
535
İ b n u ' l - K a y s e r â n î , Tczkiretü'l-Huffâz,
536
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
537
B k z . E b û Z e h v , a . g . e . , s. 2 9 3 - 2 9 4 .
538
İ b n u ' l - K a y s e r â n î , Tezkiretü'l-Hufraz,
I, 193.
1,456.
1,193.
İbnu'l-HaccâcEmiru'l-
duyduklarını değil de, Katade'nin duyduğuna delâlet eden lafızlarla rivayet ettiklerini yazardı . İbn Hacer, "Şu'be'nin Katâde'den yap tığı rivayette Katade'nin tedlisi endişesi yoktur. Çünkü Şu'be ondan ancak onun fiilen dinlediği hadîsleri almıştır" demektedir . Yine o , "Şu'be şeyhlerinin rivâyederinden ancak sahîh olanları tahammül eder" demiştir . Bazı hadîs imamları da şöyle demişlerdir: "Bir ha dîsin isnadında Şu'be'yi görürsen ona dört elle sarıl. İsnadında Şu'be olan bir hadîs tedlisten, râvînin ihtilafından, telkininden ve saireden salimdir. Yeter ki Şu'be'ye kadarki isnâd sahîh o l s u n " . Bütün bunlar, onun sika bir râvî olduğunu göstermektedir. 539
540
541
542
Şu'be'den sonra sened iki koldan devam etmiştir. Bunlardan bi ri, ed-Dârimî, diğeri Ahmed b. Hanbel tarafından tahric edilmiştir. Dârîmî'nin Râvilcri cl-Akdî, Abduknclik b. Amr (Ebû Amir, el-Kaysî, el-Basrî) 2 0 4 / 8 1 9 yılında vefat ettiği zikredilen bu râvî, Şu'be ve baş kalarından rivayette bulunmuştur . Kendisinden de birçokları riva yette bulunmuştur . Onun hakkında; "sika", "harız", "sadûk", "mc'mûn™, "'â7a7"gibi ta'dîl edici ifadeler kullanılmıştır . Müs lim'in de itimat edip hadîsini rivayet ettiği râvîlerdendir . 543
544
545
547
548
Muhammed b. Yczîd b. Muhammed (Ebû Hâşim, er-Rifâ'î, el-'Iclî) 549
2 4 8 / 8 6 2 yılında Bağdat'ta vefat ettiği zikredilen bu râvî hak kında cerh edici ifadeler mevcuttur. Hakkında; "zayıftır" , "alim550
539 c l - A ' z â m î , Dırâsât, I , 2 6 7 . 540
B k z . İ b n H a c e r , Fcthu'l-Bâri,
I, 50.
541 e t - T e h â n e v î , a . g . e . , 1 , 1 0 0 . 542 e t - T e h â n e v î , a . g . e . , I , 1 0 0 . . 543 B u h â r î , et-Tirihu'l-Kebîr,
V, 4 2 5 .
5+4 İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzîb,
V I , 3 6 3 ; Buhârî, ct-Tân/ıu'i-Kebır, V , 4 2 5 .
545
VI, 363.
İ b n H a c e r , Tehzîbu't-Tehzîb,
546 T a d i l l a f i z l a n n d a n d ı r . B ö y l e ravinin rivayeti yazılır ve araştırılır ( U ğ u r , Hadîs Terimleri Sözlüğü, s. 2 1 6 ) .
Ansiklopedik
547
B k z . İ b n H a c e r , L i s â n u ' l - M î z â n , V I I , 2 9 2 ; İ b n H a c e r , Tehzibu't-Tehzib, VI, 363; e s - S u y û t î , Tabakâtu'l-Huftâz, I , 1 4 9 ; E b û H â f i z e l - V â ' i z , Târihu Esmâi's-Sikât, I, 158.
548
İ b n M e n c û y c e l - İ s b e h â n î , Ricâlu Müslim,
549
İ b n H i b b â n , es-Sikit,
II, 216.
IX, 109.
550 e n - N e s â î , ed-Du'atâ ve'l-Metrükîn, T h k . M u h a m m e d İbrahim Zâid, Dâru'l-Ve'â, H a l e p 1 3 6 9 , 1 , 9 5 ; "Zayıftır", c e r h l a f i z l a n n d a n d ı r ve b ö y l e bir ravinin rivayeti iti b a r için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 1 6 3 ) .
551
ler onun hakkında konuşmuşlardır (tüküllime rıh/)" , "Birçok münker rivayeti vardır", "zayıflığı hakkında alimlerin çoğu birleşmiş tir" , "hata y a p a r d ı " gibi cerhedici ifadeler kullanılan bu râvîden, Buhârî sadece istişhâd maksadıyla hadîs alırdı . Bütün bunlar, onun zayıf bir râvî olduğunu göstermektedir. 552
553
554
cd-Dârimî, Abdullah b. Abdirrahman (Ebû Muhammed, es-Semerkandî) Kütübü Tıs'a müelliflerinden olan ed-Dârimî, 181/797255/869 yıllan arasında yaşamıştır. Semerkand'lı olmasına rağmen hadîs öğrenmek için Hicaz, Mısır, Şam, Irak, Küfe ve Horasan gibi ilim merkezlerini dolaşmıştı. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî gibi Kütübü Sitte müellifleri onun öğrencileri arasındadır. Buhârî, el-Câmi'u's-SaJıîh dışındaki eserlerinde, Müslim Sahîh'inde, Ebû Dâvud ve Tirmizî de Sönenlerinde bundan hadîs rivayet etmişlerdir. Dârimî, cerh ve ta'dîl ilminde de görüşüne itibar edilen bir âlim olup Ahmed b. Hanbel ile Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) onun hadîs tenkidi konusunda otorite olduğunu ifade etmişlerdir . 555
Ahmed b. HanbcPin Râvîlcri Muhammed b. Ca'fcr (Ebû Abdillah, el-Hüzelî, el-Basrî, Gunder) 556
193/808 ydında ölen Muhammed b. C a ' f e r , Sa'îd b. Ebî 'Arûbe'nin de arkadaşıdır. Şu'be'nin talebesi ve Üvey oğlu olan bu râvî, yaklaşık yirmi sene Şu'be'yle birlikte kalmıştır . Dolayısıyla Şu'be'den ve başkalarından rivayette bulunmuştur. Ken disinden de Ahmed b. Hanbel ve başkalan rivayette bulunmuştur . 557
558
559
560
551
İ b n E b î Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dil, V I I I , 1 2 9 . B u d a c e r h lafizlanndandır. B ö y l e bir ravinin rivayeti itibar için alınır (Aydınlı, a . g . e . , s. 3 9 9 ) .
552
e z - Z e h e b î , Men Tüküllime
553
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
Fihi, I , 1 7 2 .
554
İ b n A d i y y e l - C ü r c â n î , Men Reva anhum el-Buhâri û's-Sahih, S a b r î , D â r u ' l - B e s â i r i ' l - İ s l â m i y y c , B e y r u t 1 4 1 4 h., 1 , 1 9 4 .
555
Aydınlı, A b d u l l a h , " D â r i m i , A b d u l l a h b . A b d u r r a h m a n " , DİA, V I I I , 4 9 4 .
IX, 109.
556
B u h â r î , ct-Tâtîhu'l-Kcbîr,
I , 5 7 ; İ b n H i b b â n , es-Sikât,
557
B u h â r î , et-Târihu'l-Kebîr,
I, 57
558
İ b n H i b b â n , es-Sikât,
559
B u h â r î , et-Târihu'l-Kebir,
560
İ b n E b î Hatim, e / - C e r i ı ve't-Ta'dîl,
IX, 50. I, 57 VII, 221.
T h k . ' A m i r H a s a n es-
IX, 50.
Hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: "Sikadır, Şu'be'nin hadîsle rinde insanîann csbeti (en sağlamı)dir" . İbnu'l-Mübârek; "İnsan lar Şu'be'nin hadîslerinde ihtilâfa düştüklerinde, Ğunder'in Kitabı onların arasında hakem olur" demiştir. Abdurrahmân b. Mehdî de; "Gunder, Şu'be'den rivayet konusunda benden esbettir" demiş tir . Yine İbnu Mehdî; "Şu'be'nin hayatında, Ğunder'in kitabın dan istifade ediyorduk" demiştir . Yahya b. Ma'în de onun özel likle Şu'be'nin hadîslerini rivayette sika olduğunu zikretmiştir . 561
562
563
564
Dârimî'nin rivâyetindeki Muhammed b. Yezîd'in zaafi, Ahmed b. Hanbel rivâyetiyle izale edilmektedir. Hadîsi Şu'be'den rivayet eden ve Ahmed b. Hanbel'in şeyhi olan Muhammed b. Ca'fer, Şu'be'nin hem üvey oğlu hem de talebesidir. Dolayısıyla aralarında muâsarat ve likanın ötesinde çok yakın bir diyalogun olduğu anlaşıl maktadır. Bunun hakkındaki, "sikadır", "Şu'be'nin hadîsleri konu sunda insanîann esbetidir", "İnsanlar Şu'be'nin hadîslerinde ihtilaf ettiklerinde Gunder (Muhammed b. Ca'fer)'in kitabı, onlar arasında hakem olur" şeklindeki ifadeler hatırlanırsa, özellikle Şu'be hadîsleri konusunda sika olduğu ortaya çıkar. Bu iki rivayet birlikte değerlendirildiğinde, birbirlerinin kusurlannı tamamlamakta ve biribirlerine şâhid/'âzıd olmaktadırlar. Dola yısıyla, zayıf râvî olan Muhammed b. Yezîd'in za'findan kaynaklana cak tehlike de ortadan kalkmaktadır. Neticede hadîs, sika râvîler ta rafından rivayet edilmiş olmaktadır. bc. Zcyd b. Sâbit'ten Gelen Rivâyederin İttisal Açısından Dcğeıicûdirmcsi İlk râvî Zeyd b. Sâbit'in ölüm tarihi ihtilaflıdır. Onun 4 2 - 5 5 ydlan arasında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Hadîsi ondan rivayet eden Kesîr b. es-Salt ise Resûlullah zamanında doğmuş ve tabiînin büyük lerinden addedilmiştir. Bu dummda, Zeyd b. Sâbit'le muâsaraü mümkün olmaktadır. Onun Zeyd b. Sabit, Ebû Bekr, Osman, Ömer gibi sahâbîlerden rivâyederinin olduğu ve Zeyd b. Sâbit'in yarımda bulunup onun hadîslerini yazdığı hatırlanırsa, aralannda likanın var lığını ortaya çıkar. 561
el-'Iclî, Ma'rifetü's-Sikât,
II, 234.
562
İ b n E b î H a t i m , el-Cerh
ve't-Ta'dil,
563
e s - S u y û t î , Tabakitu'l-Huffâz,
564
i b n E b î H a t i m , el-Cerh
VII, 2 2 1 .
I, 132.
ve't-Ta'dil,
VII, 221.
İncelediğimiz sened, Kesîr b. es-Salt'tan itibaren iki koldan de vam etmektedir. İlk kaynak olarak ed-Dârimî ve Ahmed b. Hanbel'de geçen bu senedlerin ittisal durumu şöyledir: ed-Darimî'nin rivayeti, Şu'be'ye kadar ayrı bir sened olarak de vam etmekte, Şu'be'de Ahmed b. Hanbel'in rivâyetiyle birleşmekte dir. Yûnus b. Cübeyr, bu hadîsi Kesîr b. es-Salt'tan rivayet etmekte dir. 90'h yıllarda vefat ettiği belirtilen Yûnus, tabiînden sayılmıştır. Kaynaklar, onun Kesîr'den rivâyederinin olduğunu belirtirler. Şeyhi Kesîr'in de tabiî olduğu hatırlanırsa, ikisinin de aym tabaka râvîleri olduğu ve aralarında muâsaratın varlığı ortaya çıkmaktadır. Hadîsi, Yûnus'tan rivayet eden Katâde, 6 1 - 1 1 7 yıllan arasında yaşamıştır. Buna göre, 90'h yıllarda vefat eden Şeyhi Yûnus'la muâsaratı mümkün olmaktadır. Zira Katâde, hocası vefat ettiğinde 29 yaşlannda olmaktadır. Katâde'nin sahabeden H z . Enes ve Abdullah b. Sercis adındaki sahâbîleri gördüğü için tabiînden sayıldığı hatırla nınca, aynı tabaka râvîleri olmalan münasebetiyle hocasıyla muâsaratı kesinleşmektedir. Katâde ise bu hadîsi 83-160 yıllan arasında yaşayan Şu'be'ye ri vayet etmiştir. Buna göre Şu'be, şeyhi Katâde'nin vefatında 34 yaş lannda olmaktadır ki bu da muâsaratı mümkün kılmaktadır. Değişik kaynakların Şu'be ile Katâde'nin görüştüklerinden bahsetmeleri, on lar arasında likanın varlığını göstermektedir. Dârimî'nin râvisi el-Akdî, 204 yılında vefat etmiştir. Normal bir insan ömrünün 60-70 sene olduğu farz edildiğinde, el-Akdî'nin ho cası Şu'be ile muâsaraü mümkün olmaktadır. Onun 6 0 yaşında ve fat ettiği farz edilse, 146 ydında doğmuş olur. Bu durumda da 160 yılında vefat eden Şu'be ile muâsaraü mümkün olur. Kaldı ki kay naklar, onun Şu'be'den rivâyederinin olduğunu tasrih etmektedirler. el-Akdî, bu hadîsi Muhammed b. Yezî er-Rifâ'î'ye rivayet etmiş tir. 248 yılında vefat eden bu râvînin, 204 yılında vefat eden şeyhi elAkdî ile muâsaraü kesindir. Son olarak müellif ed-Dârimî, hadîsi, Muhammed'den rivayet et miştir. ed-Dârimî'nin 181-255 yıllan arasında yaşadığı bilinmekte dir. Dolayısıyla 2 4 8 yılında yaşayan hocası Muhammed'le muasır ol maktadır.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise, Hadîsi Şu'be'den Muham med b. Ca'fer rivayet etmiştir. 193 yılında vefat eden bu râvînin, 160 yılında vefat eden Şu'be ile muâsaraü açıktır. Hadîste kullandığı "haddesenâ" ifadesi ise, muâsaraü kesinleştirdiği gibi, likanın oldu ğunu da gösterir. Kaldı ki kaynaklarda, Muhammed'in, Şu'be'nin ta lebesi olduğu, 2 0 yıl Şu'be'yle birlikte kaldığı da belirtilir. Bu du rumda iki râvînin muâsaraü ve likası kesinleşmiş olmaktadır. Hadîsi eserinde zikreden Ahmed b. Hanbel, 164-241 yıllan ara sında yaşamıştır. Dolayısıyla 193 yılında yaşayan Muhammed'le mu asır olmaktadır. Kaynaklarda, Ahmed b. Hanbel'in Muhammed'den rivayette bulunduğunun tasrih edilmesi de bunu teyit etmektedir. Aynca, onun "haddesenâ" tahammül ve eda sigasını kullanması, aralannda likanın da var olduğunu gösterir bir delil olmaktadır. Gerek ed-Dârimî ve Gerekse Ahmed b. Hanbel, bu hadîsi, Şu'be'ye kadar, "tahdis'\ Şu'be'den sonra "an'ane" ile rivayet etmiş lerdir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde, Ahmed b. Hanbel ile Şu'be arasında Muhammed b. Ca'fer bulunmaktadır. Bu râvînin Şu'benin üvey oğlu ve talebesi olduğu hatırlanırsa lika sabit olmaktadır. Dârimî'nin rivayetinde ise, Şu'beden sonraki râvîlerin muâsaraü kesindir. Dolayısıyla, en azından Müslim'e göre hadîs muttasıl olmaktadır. Bununla birlikte, Ahmed b. Hanbel'in rivayetinin desteğiyle bu se nedin de muttasıl olduğu ortaya çıkmaktadır.
c. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivâyctier ca. Ubeyy b. Ka'b'dan Gelen Rivayetlerin Sened Ağı Resul ullah
Ubeyy b. Ka*b
1 İbnFedâle
et-TayâÜsi
2 !
3
Âsim
i
SOfyân es-Sevrî
l
Abdurrezzâk
(...) Zirr dedi İd, Ubeyy b. Ka'b bana dedi ki; "Ahzâb sûresini kaç (âyet) okuyorsunuz?". Ben de "Şu kadar âyet" dedim. O da dedi ki; "Biz onu, (âyet sayısı itibariyle) Bakara sûresine benzetirdik. *ve biz bu sûrede (Ahzab) şu âyeti de okurduk: 'Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, her İkisini de, Alah ve Resûlu'nden bir azab olarak recmediniz*. Sonra o, (bu söz) kaldırılanlar meyanında kaldırıldı, (etTayâlist, Müsncd, s. 73).
(..) Zirr b. Hubeys dedi ki, Ubeyy b. Ka'b bana; "Arızin sûresini kaç (âyet) okuyorsunuz?" dedi. Ben de dedim ki; "Ya yetmiş, üç veya yetmiş dört (âyet)". Ubeyy; "Kesin mî? (Halbuki) O, Bakara türesine yakın veya ondan biraz daha uzundu. Onda recm âyeti de vardı". Zirr dedi ki, ben; "Ey Ebul-Münzir! Recm âyeti nedir?" diye sordum. Oda; "Şeyh ve şeyha zina ettiği zaman, Allah'tan bir azap olarak, her ikisini de recmediniz. Allah, Azizdir, Hakimdir" dedi (Abdurrezzâk. Musannef, VII. 329-330).
Ali
Ebu'lAbbâs
Ebfl Nu'mân Ubeyy b. Ka'b dedi ki; "Ahzâb Sûresi, Bakara Sûresine denktl (Ahzab Sûresinde), "şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman her ikisini de recmediniz'' de vardı. Bu rivayet, Sahiheynin zikretmediği sahih imadlı bir hadistir. (Hâlam. Müstedrek. D, 45Q1
Zirr, dedi ki; Übcyy bana dedi ki, "Ahzâb Sûresini kaç âyet buluyorsunuz? Veya "kaç âyet sayıyorsunuz?". Ona dedim ki, "73 âyet". Dedi ki, "Bu kadar mı? Ben onun Bakara Sûresine denk olduğunu gördüm. Onda sunu da okuduk: Şeyh ve feyha zina ettikleri zaman elbette o ikisini de recmediniz. Allah'tan bir ceza olarak. Allah Alimdir Hakimdir (Nekâlen mincUah. Vallahu AHmun Hakim)". (Ahmed b. Hanbel. Müsncd, V, 132)
Hâkim
Ahmed b. Muhammed
(...) Zirr dedi İd, Ubeyy b. Ka'b bana, "Ahzâb sûresi kaç (âyet) okunurdu?" dedi Ben de, "yetmiş üç âyet" dedim. "Kesin mi?" dedi. Ben de, " Ketin" dedim. Ubeyy dedi ki, "Ben onun Bakara'ya denk olduğunu gördüm. Biz onda (Ahzâb süresinde) (sunu) okurduk: Şeyh ve şeyha zina ettikleri zaman, Allahtan bir azap olarak, her İkisini de içemediniz. Allah, Azizdir. Hakimdir' (HSkim, Müstedrek. IV. 400)
Halef b. Hişâm
Sa'îd b. Mansûr
Ahmed b. Hanbel
Ahmed b. Necdc
Ebû Mansûr