r
Din ve Vicdan Hürriyeti v
Prof.Dr.Nevzat YALÇINTAŞ Prof. Dr.Salih TUĞ Prof.Dr.Bekir TOPALOĞLU Doç.Dr.M.Âkif AYDIN Ab...
167 downloads
827 Views
4MB Size
Report
This content was uploaded by our users and we assume good faith they have the permission to share this book. If you own the copyright to this book and it is wrongfully on our website, we offer a simple DMCA procedure to remove your content from our site. Start by pressing the button below!
Report copyright / DMCA form
r
Din ve Vicdan Hürriyeti v
Prof.Dr.Nevzat YALÇINTAŞ Prof. Dr.Salih TUĞ Prof.Dr.Bekir TOPALOĞLU Doç.Dr.M.Âkif AYDIN Abdullah SEVİNÇ Kemal GÜRAN
nr 4>
\AYDINLAB OCAfil 1370/
Aydınlar Ocağı Yayını
İÇİNDEKİLER
Önsöz {Prof.Dr.Nevzat YALÇINTAŞ)
Ö7.AL MATBAASı ISTANBUL 1991
7
Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun konuşması
17
Takdim {Prof.Dr.Salih TUĞ)
19
İslâm İnancı Açısından Din ve Vicdan .. Hürriyeti {Prof.Dr.Bekir TOPALOĞLU)
25
İslâm Dininde Gayrimüslimlere Tanınan Din ve Vicdan Hürriyeti {Doç. Dr.M.Akif AYDİN)
33
Din, Vicdan Hürriyeti ve Batı'daki Uygulamalar {Abdullah SEVİNÇ)
41
Türkiye'deki Uygulamalar Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti ile Dini Hizmetlerin Görülmesin deki Sınırlar ve Görevler {Kemal GÜRAN)
53
Kapanış {Prof.Dr.Salih TUĞ)
83
"Türkiye'de Din ve Vicdan Hürriyeti Engellenmemelidir."
85
ÖNSÖZ
D
in ve vicdan hürriyeti temel insan hak ve hürriyetlerindendir.
Demokrasi idareleri ise rejimin insan hak ve hürriyetlerine dayandığı, ondan kaynaklandığı siyasî sistemlerdir. Dolayısıyla din ve vicdan hürriyeti demokrasinin zarurî bir gereği, ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hürriyetin kâmil bir şekilde gerçekleşmediği ülkelerde demokrasinin tam anlamı ile varolduğundan bahsetmek imkânsızdır. Esasen demokrasileri, totaliter diktacı rejimlerden ayıran en önemli farkların başında diğer hürriyetler gibi din ve vicdan hürriyetinin varlığı gelir. Diğer taraftan din ve vicdan hürriyeti şüphesiz insan olmanın, insan kişilik ve haysiyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Köle haline düşmemiş hür insan inancını seçip onun gereklerini yerine getirmede, vicdanî kanaatlere istediği gibi sahip olmada serbest olan kişidir. Aksi halde gerçek bir insan kişiliğinden, onun gelişmişlik ve saygı değer olduğundan bahsetmek imkânsızdır. Din ve vicdan hürriyetinin bu niteliğinden dolayıdır ki, diğer hak ve hürriyetler gibi milletlerarası temel hukukî metinlerde müstakil olarak yer almıştır. 10 Aralık 1948'de kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde bu hürriyet şu şekilde yer almıştır: "Madde 18-Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır, bu hak din ve kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve âyinlerle açıklama hürriyetini gerektirir." Bu önemli hukukî metnin dışında ve diğer çeşitli milletlerarası belgelerde de din ve vicdan hürriyeti ön sıralarda yer almıştır. Nitekim son olarak, ülkemizin de daha âdil bir uluslararası düzenin ger-
çekleşmesi için ümitle baktığı "Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı" (AGİK) çalışmaları içinde, 19-21 Kasım 1990'da 34 üye ülkenin iştirakiyle toplanan Paris Zirvesinde imzalanan "Yeni Bir Avrupa için Paris Yasası'nda da ve hemen baş taraflarda "düşünce, vicdan ve din hürriyetleri" yer almış ve ayırım göstermeden herkesin bunlara sahip olduğu çok açık bir şekilde belirtilmiştir. Kısaca Paris Andlaşması diye isimlendirilen bu metin 21 Kasım 1990'da Paris'te kabul edilmiş ve anlaşmaya Türkiye adına Cumhurbaşka m Sayın Turgut Ozal imza koymuştur. Tarihimiz incelendiği zaman, Türk toplumlarında din ve vicdan hürriyetinin mevcut olduğu, kişilerin inançlarına saygı duyularak serbest bırakıldıkları hâkim bir özellik olarak derhal görülmektedir. Atalarımız inançlara karışmamışlar, değişik dinlere ve vicdanî kanaatlere" sahip kişi ve topluluklar Türk devletlerinin koruyuculuğu altında varlıklarını huzurla devam ettirmişlerdir. Elbette ki bu büyük insanlık örneğine yol açan asıl faktör milletimizin inancı olan islâmiyetin yüce prensipleridir. Bu tarihî gerçeğe rağmen, milletimizin gelişmiş kültür ve inançlarına aykırı olarak ve bütün milletler tarafindan benimsenmiş uluslararası temel hukukî belgelere ters düşen bir tarzda ülkemizde din ve vicdan hürriyeti yeni dönemlerde ağır şekülerde ihlâl edilmiş ve tam ifadesini bulamamıştır. Böylece bu konuda Türkiye'de bir çekişme, tartışma ve hatta mücadele ortamı en azından son 50 senedir ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu durum ülkemin istikrarına zaman zaman tesir etmekte ve millî bütünlüğümüz üzerinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'deki bu menfî durumun, din ve vicdan hürriyetine müdahalelerin, millî bütünlüğümüzü bozucu uygulamaların sebeplerine doğru eğildiğimizde bunun asıl olarak yalnış bir lâiklik anlayışı ve tatbikatından doğduğunu müşahade etmekteyiz. Lâiklik Cumhuriyetin ilânından çok sonra ve o zamanki Cumhuriyet Halk Partisinin umdelerini belirten 6 ok'tan birisi olarak ve diğerleri ile birlikte Şubat 1937 tarihinde Anayasaya girmiştir, C.H.P.nin 6 prensibinden bir tanesi olan "lâiklik" sonradan bir kısım kişiler için bir ideoloji haline dönüşerek "laisizm" gibi ait olduğu yabancı dilde mevcut olmayan bir mücadele sloganı olmuştur. Bu slogan uygulamada her türlü dinî inanç ve vicdanî kanaatleri baskı altına almayı hedeflemiş eylemlerin dayanak noktası yapılmak istenmiştir. Böylece C.H.P.niıı lâiklik umdesinin bazı kişi ve kesimlerce dine
karşı bir ideoloji haline getirilmek istenmesi, sonuçta buna karşı büyük kitlelerin direnmesi, ülkemizde bir mücadele ortamını doğurmuş ve bu durum bölücü etkiler ortaya çıkarmıştır. Özellikle geçmişteki ve bugünkü bazı uygulama ve girişimlere bakıldığında milletimizin birlik ve beraberliğine bu yanlış lâiklik anlayışı kadar zarar veren, millî bünyeyi bölen başka bir faktör yoktur demek pek de mübalağa olmayacaktır. Milletimiz Türk-îslâm bütünlüğünde varlığını, dirilik ve kudretinin temelini bulmaktadır. Türk-îslâm bütünlüğü Türk milletinin kimliğinin ifadesidir. Bu tarihî sentezin unsurlarım, Türk kültürünü ve İslâm inancını savunmaya, yıpratmaya teşebbüs etmek, doğrudan doğruya milletimizin varlığına ve geleceğine yönelen yıkıcı eylemlerdir. Sağlıklı cemiyetlerde, millet varhğınm temellerine dönük olumsuz girişimler ülkemizde görülen ve din ve vicdan hürriyetine ağır müdahaleler şeklinde ortaya çıkan boyutlarda belirmemektedir. Türkiye'de, milletimizin müşterek inancı ve millî bütünlüğümüzün en sağlam bağlarından olan îslâmiyete karşı zaman zaman ortaya çıkarılan girişimlerden bir tanesi de şüphesiz irtica ithamı ve kampanyalarıdır. Dikkat edilirse bu irtica kampanyalarının asıl hedefi İslâm inancı, dinî müesseseler, dinî eğitim, millî kültür ve inançlı insanlardır. Bu kampanyalar Türkiye'de bir kısım basın organlarında görülmektedir. Bilinen bazı gazeteler devrevî olarak irtica senaryoları hazırlayarak irtica kampanyaları düzenlemektedirler. Bürokraside bulunan bazı kişiler de çeşitli şekillerde bu basın organlarının girişimlerine yardımcı olmaktadırlar. Ülkemiz üzerinde hedef ve emelleri olan dış odakların da irtica kampanyalarında rolü ve parmağı olduğu karinelerle biliniyordu. Fakat bunların son zamanlarda, özellikle yönlendirme ve işbirliği yapma şeklinde görülen rolleri, "gizli" denilen raporları el altından açıklayıp doğruluğu kontrol edilemeyen haberler ve yorumlar temin etmeleri ile açıklık kazanmıştır. Kısaca ortaya, a-Bazı basın organları, b-Bürokraside bulunanlar, c-Dış odaklar arasında teşekkül eden, bir işbirliği, adetâ bir ittifak çıkmaktadır. Ülkemizde irtica itham ve kampanyaları, tek parti döneminde de Türk toplumunun geleneksel değerlerine, demokrasiye geçişin ilk de-
10
DIN VE VICDAN HÜRRIYET!
virlerinde Demokrat Parti, daha sonra da Adalet Partisi iktidarı ve Koalisyon hükümetlerine karşı ısrarla yürütülmüştür. Bu parti ve diğer iktidarların inanç hürriyetleri ile din eğitimini benimsemeleri, millî ve dinî değerlere saygılı ve bağlı bulunmaları, irtica ithamları ile düşmanlık çekmelerine sebep olmuştur. Bugün de bu yayın organları ve diğerleri yönünden değişen pek fazla birşey yoktur. Yalnız dış destekler daha alenî hale gelmiştir ki bu da iletişim teknolojisi ile küçülen ve iç içe giren dünyamızda tabiîdir. İrtica kampanya, yayın ve ithamlarını incelediğimizde, bunların hedef aldığı başlıca unsurlar şunlardır: a- Din, vicdan ve düşünce hürriyeti: Bu temel hürriyetlerin kâmil bir şekilde ülkemizde, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi teessüsünü istememektedirler. Bundan dolayı 163. maddenin kaldırılmasına veya değiştirilmesine karşı olmaları örnek olarak zikredilebilir. b- Dinî eğitimin her şekli: Okullarımızdaki din dersleri, İmamHatip Liseleri, îlâhiyat Fakülteleri, çocuklara Kur'ân-ı Kerim öğretilen kurslar. Kısacası her türlü dinî eğitim müesseseleri, buralarda okuyan ve bunların mezunları kampanya ve ithamların değişmez unsurlarıdır. Bunları devamlı ve türlü şekillerde hedef alırlar. c- Din adamları-. Dinî hizmet veren imamlar, hatipler, vaizler, müftüler, Kur'ân-ı Kerîm hocaları, din dersi öğretmenleri gibi kutsal görev yapan ve çoğu da devlet memuru olan kişiler bir vesile bulunarak ele alınıyor, bunlar hakkında haberler düzenleniyor, yorumlar yapılıp resimleri basılıyor ve bunlar yetkili makamlara ihbar edilerek haklarında soruşturma açılması hedefleniyor. Bu yayın, ve ithamlardan asıl amaç bu zümreyi gerici gibi göstermek ve devamlı taciz etmektir. d- Dini ve millî gayeli kuruluşlar: Bunlar derneklerden ve vakıflardan tutun da cami ve Kur'an Kursu yaptırma, hayır işleme kuruluşlarına kadar açık ve kanunî her türlü teşekküllerdir. Bütün bunlar asılsız ithamların konusu yapılmaktadır. Maksat bu kuruluşların itibar ve etkilerini azaltmaktır. e- Dinî gruplar: Ülkemizde, aralarında İslâm'ı yaşamak, hayır yapmak ve dayanışmak gayesiyle teşekkül etmiş (bunlar bazı zaruriyetler sonucunda teşekkül etmiştir) topluluklar vardır. Bu dinî grupların millî birlik ve bütünlüğü bozdukları görülmediği gibi vatanlarına
DIN ve VICDAN HÜRRIYETI
11
bağlı, ülkenin çalışkan, aile yapısını koruyan, genellikle orta tabakayı teşkil eden zümrelerdir. İrtica kampanyaları yürütenler bu dinî grupları devamlı hedef alırlar. f- Dinî inançlarını her türlü şarta rağmen yaşamak isteyen kişiler: İnandığı için örtüsü olan bir genç kız öğrenci, dinî vecibelerini yerine getirip alnım secdeye koyan bir polis memuru, hacca giden bir başbakan, camide görülen bir vali bunların hedeflerine örnek olarak verilebilir. İnancının gereğini yerine getiren bu Türk vatandaşlarına hücum ederler. Enteresan buldukları fotoğraflarım ve çoğu gerçek olmayan haberleri basarlar. Mümkünse ihbar mekanizmasını çalıştırıp bu kişileri taciz ederek, mağduriyetlerine yol açarlar. Bu vatandaşların isimlerini neşrederek ortada bir suç varmış gibi savcılara ihbar ederler. g- Siyaset, fikir adamları, liderler, kabiliyetli gençler: İslâm inancına samimiyetle bağlı, millî değerlere sahip ve cemiyette yeri, rolü olan siyasetçilere, fikir adamı ve sanatkârlara, kabiliyetli gençlere, her türlü kuruluş ve grup liderlerine karşıdırlar, onları küçültmek, te'sirlerini azaltmak için iftiraya kadar varan itham yayın ve çalışma yaparlar. Amaçları kamuoyundaki lider şahsiyetleri yıpratıp te'sir güçlerini zayıflatmaktır. İrtica kampanya ve ithamlarım sistematik bir şekilde incelemeyi konu edinirsek bu listeyi daha da uzatabiliriz. Fakat bütün bu listeler bizi bir gerçeğe götürür; İrtica kampanya, senaryo ve ithamları ile asıl hedef alınan milletimizin temiz ve saf dinî inancı, İslâmiyet'in müesseseleri ve dinine içten bağlı kişi ve kadrolardır. Bu kampanya ve yayınlar Türkiye'de din ve vicdan hürriyeti üzerinde ağır bir baskı oluşturmaktadır. Bu sosyal bir baskıdır ve kanunlar dışında ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de dinî inanç, vicdanî kanaat ve hürriyetlere karşı olmanın psikolojik, sosyal, fikrî, siyasî ve dinî, ekonomik sebepleri vardır. Ülkemizde İslâm dinine, müesseselerine ve inananlara karşı yöneltilmiş hücum ve davranışlar bu sebeplerden kaynaklanmaktadır. Bunlardan önemli gördüğüm bazılarına burada kısaca şöyle işaret edebilirim: 1. Ruhî Sebep: Bazı kişilerin iç dünyalarında çeşitli saikler sonucunda bir inanç boşluğu meydana gelmiştir. Bunlar manevî bir sisteme, görünmeyene inanamamaktadırlar, yani inançsızdırlar. Ateistler gibi. İnançsız olan bu kişiler kolayca dinlere karşı olabilmektedirler.
Türkiye'de yaygın olan din İslâmiyet olduğundan bu kişiler İslâmiyet'e karşı davranış ve teşebbüslere girişmektedirler. 2. Fikrî Sapma: Ülkemizde lâiklik günümüze kadar çeşitli anlayış ve uygulama safhalarından geçmiştir. Bugün daha demokratik ve hürriyetçi bir laiklik anlayışına doğru gelinmiştir. Bu gelişmeye rağmen, bunun çok gerisinde kalan baskıcı ve militan bir laiklik görüşünü ayakta tutmak isteyen küçük ve fakat aktivist gruplar mevcuttur. Bunlar inanç ve düşünce hürriyetlerinde en küçük bir gelişmeye ve dinî eğitime karşıdırlar. Bunlar en tabiî vatandaş hak ve hürriyetlerini laiklikten taviz verilmiş gibi addeder ve Türkiye'de clinî hayat ve gelişmelere karşı baskı metodlannın uygulanmasını talep ederler. İnananların dinî yaşayışlarına müdahale etmek isterler, ellerinde yetki varsa bunu vatandaşlarımıza baskı yapma yönünde kötüye kullanırlar ve her fırsatta müminleri ihbarla meşgul olurlar. Bu militan laikler insan hak ve hürriyetlerine saygıları olmayan, genelde fanatik kişilikleri olan insanlardır. Bu kişiler daha önce ifade ettiğimiz gibi bir hukukî müessese olan ve hürriyetler rejimi içinde ifadesini bulması gereken laikliği katı bir ideoloji gibi kavramaktadırlar. Çağım doldurmuş diğerleri gibi ideoloji haline getirilen böyle bir katı laiklik anlayışı, değişen ve gelişen Türk toplumunun ihtiyaç ve gereklerine uymamaktadır. O zaman bu küçük zümreler "laiklik elden gidiyor" sloganı ile hareket edip ülkede bir gerginlik ve bölücülük ortamı meydana getirmektedirler. İrtica kampanyaları hazırlayan, laikliği bir hücum, itham v